Kapak Düzeni Kapak Baskısı Dizgi ve Baskı
: A. :
ARAD
Galeri Basımevi : Osmanbey Matbaası
TURHAN GÜRKAN
ATATÜRK'Ü...
342 downloads
1963 Views
1MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
Kapak Düzeni Kapak Baskısı Dizgi ve Baskı
: A. :
ARAD
Galeri Basımevi : Osmanbey Matbaası
TURHAN GÜRKAN
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ GiZLi DEFTERİ Atatürk'ün oniki yıl hizmetini gören Cemal (Çelebi) Granda'nın hâtıraları
FER
YAYINLARI
İSTANBUL 19
7
1
Bu kitaptaki hâtıralar 4 Mart 1959 dan 31 Mayıs 1959 a kadar Şehir Gazetesinde Turhan Gürkan imzasıyla yayınlanmıştır.
CEMAL GRANDA'NIN EL YAZISI
ÖNSÖZ
Objenin, kendinden uzaklaştıkça küçüldüğünü, yaklaştıkça büyüdüğünü görürüz. Madde ile mananın ayrıntısı bu görüntüdedir. Madde, kendinden uzaklaşıldığı zaman küçüldüğü halde, mana; kendinden uzaklaşıldıkca büyümektedir. Büyük olarak tanımladığımız adamlar, madde ve mananın bu perspektifine dikkate değer bir ör nek vermektedirler. Atatürk'ün ölümünden bu yana birbiri arkası na sıralanan yıllar gerisinde gittikçe büyümesi, onun mana planındaki gerçek değerini işaretlemektedir. Mana plânında bu yeri almış olmayanlar, madde plânında kalacakları için, onlar hergün bir parça daha geriye iten zaman içinde, büyüyemeyecekler, küçülecekler hatta unutulacaklar, yok olacaklardır. Büyük adamı, ne filozof Nietche'nin büyük adam tarifi, ne Shopenhaur'ın büyüklük kompleksi çerçevesinde mütelâa etmek istiyoruz. Büyük adam için bizim yapacağımız tanımlama, «yakından her kes gibi, uzaktan kendi gibi» olan kişi şeklinde ola caktır. Büyük adam konusu, zamanımıza kadar düşü nürlerin tartışmalarının sebebi olmuştur. Büyük
8 adam vardır veya yoktur. Lâkin büyük işler, toplu mu etkilemiş önemli fikirler vardır ve ortadadır. Atatürkte adının yanına, «büyük» sıfatı konmasa yaptığı işler büyük olarak ortada kalacak nadir kişi lerdendir. Büyük adamlara, büyüteçlerle bakan e l e ş t i r i c i lerle, onları dürbünün ters tarafı ile izleyen müşkül pesentler hep yanılacaklardır. Çünkü, büyük adam lar yakından herkes gibi olağan, ama yaptıklarıyle uzaktan başkalarına benzemeyecek kadar dikkat çekici kişilerdir. Onları önce insanlığından soyarak küçültenlerle, insanüstü yaparak kutsileştirenler gerçekçi değildirler. Atatürk'e oniki yıl gece, gündüz, günün yirmidört saatında hizmet etmiş Cemal Granda'nın bu anıları, onu insan sözlüğünün anlamı içinde, pek güzel canlandırmaktadır. Onun hakkında yazılmış bütün anılardan bu kitabın değişik olması nedeni budur. Bu kitapta, fotoğraflardaki Atatürk'ü, nutuklardaki Atatürk'ü, bayramlardaki, merasimlerdeki Atatürk'ü değil, Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna ka yıtlı, Vatandaş Mustafa Kemal'i görüyoruz. İç dün yasındaki büyük yalnızlığı, hassasiyeti, taşkın duyguları, davranışları, sitemleri, neşesi ve üzüntüleriyle, insanlık realitesinin herkes gibi onda da yan sımasını bulmaktayız. Gerçekte de Atatürk'ün bü yüklüğünü süsleyen, onun aramızdan biri olmasıdır. Sayın Cemal Granda'ya, bize Atatürk'ü böyle sine yakından seyrettirme fırsatı verdiği için teşek kür ederiz. Bununla anlıyoruzki, şimdi o bizden baş kası değil, daha çok bizden biridir. TURGUT
FETHİ
BAŞLARKEN
Atatürk için çok şey yazıldı. İstatistikçiler işi sayılara döktüler. 3000 kitap, 10.000 lerce makale, bir o kadar da hâtırat yazıldı, dediler. İşin ilginç yönü, bu yapıtların 493 gibi gibi önemli bir bölümü nün Almanya'da, 367'sinin Fransa'da, 141'inin İn giltere'de, 510' unun da başka ülkelerde yayınlan mış olmasıdır. Bu sayılar, 25. ölüm yıldönümünden sonra yayınlanan kitapların dışındadır ve UNESCO'nun çıkardığı kitaplarla toplam daha da kabar maktadır. En büyük yazarından, en küçüğüne kadar yerli ve yabancı binlerce kalem, Atatürk'ü anlatmak için sanki yarışa girdiler. Hepsi ayrı bir yönden, çocuk luğu da içinde olarak «asker, ihtilâlci, devlçt ada-
10
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
mı, devrimci, ıslahatçı» Atatürk'ü anlattılar. Yal nız ölümü üzerine yazılanlar bile koskoca bir kitap lık doldurur. Ama O'nun özel yaşantısına pek az yer verildi denebilir. Oysa yeni bir Türkiye yaratan bu büyük adamı anlatmak, yeni yetişen kuşaklara duyurabilmek için O'nun nasıl yaşadığını, özelliklerini de en ince noktalarına kadar bilmek gerekiyordu. Ata'nın yakınları, arkadaşları, zaferi beraber kazandığı, Cumhuriyeti beraber kurduğu, Devleti beraber yönettiği kimseler de zaman zaman O'na ilişkin anılarını yayınladılar. Özel yaşantısını -de rinliğine inebildikleri oranda- anlatmağa çalıştılar. Ama bunların çoğu eksik, birbirini bütünlemekten uzak, belirli yol izlemeyen parça parça anılardan ileri gidemedi. Geçen yıllar Atatürk'ün yaşantısını filme ala cak olan yabancı filmciler, seçtikleri yüzlerce kitap arasında O'nun özel yaşantısına ilişkin birşeyler ara mışlar, ancak böyle bir bilgiyle senaryolarına gerçek bir hava verebileceklerini ve Büyük Kahraman'a ya raşık bir kordelâyı, ancak bu şekilde çevireceklerini söylemişlerdi. Fakat ne vazık ki, onların ellerine ve rebileceğimiz istedikleri yeterlikte derli toplu bir ya pıt yoktu. Atatürk'ü daha iyi tanıyabilmek, anlıyabilmek için O'nu bütün yönleriyle öğrendikten başka, özel
GİZLİ
DEFTERİ
11
yaşantısını da bilmek gerektir: Atatürk nasıl bir in sandı? Her gelip geçici insan gibi 24 saatini nasıl doldurur, ne yer, ne içerdi? Nasıl çalışır, ne zaman uyur, hangi arkadaşlarını üstün tutar, sakin ve sinir li zamanlarında ne yapar, kimlerle geziye çıkardı? Şakaları, öfkesi, sitemleri, kuşkusu, sevgisi, nefreti nasıl olurdu? Hangi kitapları okur, hangi mü ziği dinler, hangi renkleri, mevsimleri sever, hangi içkiyi kullanırdı? Evlilik yılları çok kısa süren Atatürk'ün kadın lar karşısında tutumu neydi? Ata'nın hayatına gir miş kadınlar var mıydı? Cumhuriyetin ilk yıllarından ölümüne kadar Atatürk'ün değindiği insanlar, Ata'yı ziyaret eden yabancı devlet adamları ve hükümdarlarla yapılan görüşmelerin kitaplara geçmemiş en gizli yönleri, Atatürk'ün gezileri, Atatürk'ün manevî evlâtları, Atatürk'e ilişkin bilinmiyen fıkralar ve bir çok saklı kalmış gerçekler... Bunları eksiksiz, hiç bir etki altında kalmadan yazabilmek için gece ve gündüz her an Atatürk'ün yanında bulunmak, yataktan çıkışından, yatağa giri şine dek bir gölge gibi peşinden gitmiş olmak ge rektir. İşte Atatürk'ün tam oniki yıl emrinde çalışmış, hizmetini görmüş, o dönemin bütün gerçeklerini O' nun sofrasında, O'nun ağzından dinlemiş; Ata'nın
12
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
İstanbul'a geldiği 1927 yılından, ölümüne dek ya nından ayrılmamış, sofrasını kurup kaldırmış, yal nızlık anlarında derdine ortak olmuş, bir adamın kelimesine kadar not edilen tarihe geçecek anıları... Atatürk'ün görevine ilk girdiği ân, O'na ilişkin anıları not ederek saklamak, ileride Türk tarihi ya zacak tarihçilerin eline bir belge vermek istediği hal de, Saraya şvester (hizmetçi) olarak alınan Alman kadını Havuzdame'nin tuttuğu notlar yüzünden ko vulduğunu görünce aynı akıbete uğramamak için anılarını herkes uyuduktan sonra gizli metodu ile ya zan Atatürk'ün en çok sevdiği ve kendisine en ya kın tuttuğu adam... Bu kitapta merakla okuyacağınız anılar, yüzde yüz doğru olup, basit bir sofracının görüş açısından kaleme alınmıştır. Şimdi sözü tam oniki yıl hizmetini görmüş Atatürk'ün «Çelebi» si Cemal
Granda'ya
bırakıyoruz. TURHAN
GÜRKAN
GİZLİ D E F T E R İ
l3
SARAYA Ç A Ğ R I L D I M
1927 Y I L I N I N güneşli bir T e m m u z günüydü... O z a m a n şimdiki Şehir H a t l a r ı İşletmesi 1927 Y I L I N I N güneşli bir T e m m u z günüydü... O z a m a n şimdiki Şehir H a t l a r ı İşletmesi olan Seyrüsefain yedi
yaşında,
gençtim.
Bu
denecek
yaşta,
rak
İdaresi'nde
ince,
çalışıyordum. H e n ü z o n -
zayıf, içi h a y a t ateşiyle
idareye
tam
üç
yıl
kısa pantolonlu,
önce,
dolu
henüz
tüysüz bir
bir
çocuk
çırak ola
girmiştim. O z a m a n l a r çok çalışkandım. K e n d i m i işe v e r d i m
mi, başımı z o r kaldırırdım. Bu hâl âmirlerimin de d i k katini
çekmiş
olacak
ki,
çok
geçmeden
armağanını
g ö r m e k t e g e c i k m e d i m . B i r g ü n müdiriyetten ç a ğ ı r ı p : —
Seni S a r a y a göndereceğiz, hazır ol; dediler.
H e y e c a n d a n az daha y ü r e ğ i m a ğ z ı m a g e l e c e k t i . . . Önce
pek
sonra
Atatürk'ün
iyi
anlıyamamıştım hizmetine
ama,
bir
gireceğimi
kaç
dakika
sezinlemiştim.
H e y e c a n ı m bundan ileri g e l i y o r d u . İstendiğimi h e m e n arkadaşlarıma
açtım.
Kimisi: — Ç o k sert adam... Kimisi: —
Gece
hizmeti
çok z o r . . .
D i y e m a n e v i y a t ı m ı bozuyor, beni c a y d ı r m a ğ a ça lışıyor, —
sonra
da:
Sen bilirsin, yine istersen g i t . . .
14
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
D i y o r l a r d ı . O g e c e u y k u m kaçtı. K e n d i k e n d i m e : —
H a y d i Cemal, diyordum. Göster kendini... T a
lih kuşu insanın başına bir k e r e konarmış. Bu herke se nasip olmaz. Senin şansın v a r m ı ş ki, b ö y l e büyük bir a d a m ı n hizmetine ç a ğ r ı l d ı n . A p t a l l ı k etme, bun lar
seni
kıskandıkları
için
böyle
konuşuyorlar...
Di
yordum. E r t e s i günü sevinçten kabıma sığamıyordum. A y nı z a m a n d a içimi de heyecanla dolu büyük bir korku kaplamıştı.
O'nun
karşısında ilk
anda
bir p o t
kırar
sam, d i y e düşünüyordum. N e y a p a r d ı m o z a m a n ? Günlerden başlıyacaktım. Bunaltıcı
5
Temmuzdu.
Bana g ü z e l
sıcağın
etkisiyle
bir
O
gün
yeni g ö r e v i m e
smoking
smokingin
almışlardı.
içinde
buram
buram t e r döküyordum. F a k a t bu k ı y a f e t içinde o ka d a r şıktım k i . . . O z a m a n k a m a r a â m i r i m i z olan,
daha sonra da
D e v l e t D e n i z y o l l a r ı Başmüfettişliğinde bulunan Muzaf fer B e y l e rıhtımda bekleyen Ç a n k a y a motoruna bin dik. G ö z l e r i m i kapıyor, A t a t ü r k ' ü n yanında g e ç i r e c e ğ i m g ö n l e r i n hayalini kuruyor, sonra birden M u z a f f e r B e y i n sesiyle daldığım h a y a l âleminden uyanıyordum. Muzaffer —
Bey:
Çocuğum, şimdi seni S a r a y a g ö t ü r ü y o r u m . O-
r a d a çok dikkatli olman l â z ı m . D i y e r e k ö ğ ü t v e r i y o r du. C a n kulağı ile M u z a f f e r B e y i dinliyor g ö r ü n m e m e r a ğ m e n , aklım çok daha başka y e r l e r d e idi. Y i n e onun
öğütleriyle
irkilerek
kurduğum
hayal
evrenin
den aşağı iniyordum. —
Orada her ne görürsen, duyarsan,
gördüğünü
g ö r m e m e z l i k t e n , işittiğini i ş i t m e m e z l i k t e n geleceksin. Senin için çok i y i olur... M o t o r u m u z B o ğ a z ' ı n m a v i sularını y a r a r a k D o l -
GİZLİ DEFTERİ mabahçe
15
Sarayı'na yanaştı.
Rıhtıma ayak bastığımız
z a m a n heyecanım son haddini bulmuştu. H a y a t t a ç o k şaşırtıcı
olaylarla
karşılaştım.
Atatürk'ün
hizmetinde
t a m oniki y ı l çeşitli olgularla karşıkarşıya g e l d i m . F a k a t hiç birinde O'nunla ilk k a r ş ı l a ş t ı ğ ı m ve bana ilk seslenişi
anlarını
unutamadım.
Seyrüsefain İdaresi'nden benimle birlikte
Saraya
Rüknettin ve Vus'at adında iki arkadaşı daha i s t e m i ş lerdi. F a k a t onlar A t a t ü r k ' ü n hizmetçisi olamadı, Sa rayda
kaldılar.
N e tuhaf!. H a y a t ı m d a hiç saray, hatta m ü z e bile g e z m e m i ş olan ben, d o ğ m a
büyüme bir saraylı g i b i
e t r a f ı m a bakmadan çalımla dimdik yürüyordum. M u z a f f e r B e y önde, ben arkada, o z a m a n özel k a l e m mü dürü olan H a s a n R ı z a S o y a k ' ı n karşısına çıktık. S o y a k adımı, yaşımı sorup, Salihli'li olduğumu ö ğ rendikten sonra zile bastı, başsofracı İ b r a h i m ( G ü v e n ) E f e n d i y i ç a ğ ı r d ı . Beni teslim alan başsofracı da k o r i dorlarda yürürken
aynı
soruları
soruyor, nereli,
kim
olduğumu, bundan önce nerelerde çalıştığımı ö ğ r e n i yordu. Böylece
Saray'ın H a r e m kısmına,
Hususî D a i r e y e geldik,
şimdiki a d ı y l a
16
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
«AÇINIZ PERDELERİ»
C U M H U R İ Y E T devrinde İstanbul'a i l k de fa
gelen
Atatürk'le
ilk
karşılaşmamız
burada oldu. V a k t i y l e Son H a l i f e A b d ü l m e c i t Efendi nin y e m e k mişti. ağır, çok
salonu
Bütün
olan
mobilya
çiçekli perdeler güzel
duran
süslenmiş
bu
daire
lâke
idi.
yerlere bir
gayet güzel Hereke
kadar iniyordu.
sofra vardı.
döşen
kumaşından Ortada
Dimdik
ayakta
Atatürk:
— A ç ı n ı z perdeleri!.. D i y e seslendi. A t a t ü r k ' ü n ağzından duyduğum ilk ses işte budur. H e m e n koştum ve perdeleri
açtım.
Salon aydın
landıktan sonra A t a t ü r k sofraya oturdu. Y a n ı n d a manevî evlâtları R ü k i y e v e Zehra H a n ı m l a r l a kızkardeşi Makbule H a n ı m v e U m u m î K â t i p T e v f i k B e y vardı. O gün büyük bir d i k k a t l e A t a t ü r k ' ü n nasıl y e m e k y e d i ğ i n e b a k t ı ğ ı m için y e m e k listesi olduğu
gibi
ak
l ı m d a d ı r . İlk y e m e k güzel bir ordör, ikinci y e m e k püreli
tavuk,
üçüncü
kuşkonmaz,
kompostosu
bulunuyordu.
İlk
Atatürk'ün
gün
bütün
meyva
olarak
hareketlerini
ananas dikkatle
izledim. Y e m e k t e n sonra önce H a r e m Dairesi'nin üs tüne çıkmış, sonra bütün S a r a y ı dolaşmış, a k ş a m üstü de
Söğütlü y a t ı y l a B o ğ a z ' d a g e z i n t i
yapmıştı.
GİZLİ
DEFTERİ
Gezintiden saatlere
kadar
17
sonra sofra faslı sürüyordu.
İçkili
başlıyor ve olan
çok g e ç
akşam
yemek
lerinde y a k ı n arkadaşları, kabine üyeleri de hazır bu lunuyor, bir ç o k m e m l e k e t meseleleri burada hallediliyordu. silâh
Sofrasına belirli mesleklerdeki eski dostları ve arkadaşlarından
başka, bilim, sanat, ticaret, en
düstri kişilerini topluca ç a ğ ı r d ı ğ ı olurdu. Bu hal, 1938 yılı H a z i r a n ı n a k a d a r bir yaşayışı Saraya, onbeş gün
zorunlu
yani hastalığı kendisine değişik kılıncaya
k a d a r sürüp
gitti.
daha doğrusu A t a t ü r k ' ü n hizmetine g i r e l i olduğu
halde
Atatürk,
o
güne
k a d a r bir
kere bile dönüp yüzüme bakmamış, k i m olduğumu da sormak g e r e ğ i n i duymamıştı. Önceleri ö n e m s e m e d i ğ i m bu hal, y a v a ş y a v a ş bana k o y m a ğ a başlamıştı. İ ç i m i tarifsiz bir üzüntü kaplamıştı. T a m onbeş gün O'na bir « d i l s i z » g i b i h i z m e t etmiştim. Üzüntüm g i t t i k ç e artıyordu. K e n d i k e n d i m e : « S a b ret Cemal,
elbet bir gün konuşacak, seni t a n ı y a c a k »
diyordum. A y r ı c a içimde bir korku d a belirmişti: « Y a , diyordum,
benimle
uzaklaştırılırsam?»
konuşmadan Öyleya,
belki
buradaki hizmetim
işimden beğenil-
miyebilir, hoşa g i t m e z d i . . . Bu hal arkadaşlarımın da dikkatini çekmiş olacak ki,
alaylı
alaylı:
— Cemal, ne adını, ne de nereden geldiğini henüz sormadı. Seni t a n ı m a k bile i s t e m i y o r . . . D i y e takıldık ları bile oluyordu. Onlara ne c e v a p v e r e c e ğ i m i bilemiyor, fakat g a y e t tabii
görünmeğe
çalışarak:
— E l b e t bir g ü n olur, adam yerine korlar, sorarlar. Diyordum.
18
ATATÜRK'ÜN
ADIMI
BİR
AKŞAM
saat
UŞAĞININ
DEĞİŞTİRİYOR
20
sularında
Sarayın
M a r m a r a ' y a bakan balkonunda y i r m i kadar tanınmış konuk y e m e k yiyordu. A r k a m d a duran Atatürk: —
Efendi, efendi... D i y e bana seslendi.
Döndüm. H i ç unutmam, elimde kristal r a k ı süra hisi vardı. — Buyrun e f e n d i m . . . B i r emriniz mi v a r P a ş a m ? . . D i y e cevap v e r d i m . Cumhuriyet
rejiminin
kurulmasına
rağmen
her
kes A t a t ü r k ' e « P a ş a m » d i y e seslenirdi. B e y l i k , paşalık k a l k t ı ğ ı halde bu « P a ş a » lık A t a t ü r k için k a l k m a d ı . Ölünceye kadar
sürdü.
O akşam ilk k e z konuştuğum A t a t ü r k ' l e aramız da şunlar g e ç t i : —
Senin ismin nedir?
—
Cemal!..
— Sonu y o k mu bunun? — Var, Cemalettin... Bunun üzerine A t a t ü r k birden bana doğru i l e r l i yerek: —
H a a a . . . dedi. İ s i m l e r K e m a l e t t i n olur, f a k a t
Cemalettin
olmaz.
Sen
yine
Cemal
kal!
dular?
Dinin
Ce-
GİZLİ DEFTERİ
19
A r a d a n y a r ı m s a a t geçmişti. Y e m e k d e v a m edi yordu. Sevinçten kabıma s ı ğ a m ı y o r d u m . E v e t , A t a türk en sonunda benimle konuşmuştu. H e m de uzun uzun... Ertesi gün benimle alay eden arkadaşlara an l a t a c a ğ ı m şeyleri kafamda tasarlıyor, onlardan hınç çıkaracağımı düşünüyordum. F a k a t A t a t ü r k , bu Cemal adına tutulmuş olacak ki yeniden seslendi: — Bu C e m a l e t t i n ismini k i m koydu sana? A r t ı k adamakıllı k o r k m a ğ a başlamıştım; — Babam, d i y e cevap v e r d i m . — Öyle ise baban ne adammış senin. D i y e sertçe çıkıştı. Bunun
üzerine:
— B e n b a b a m ı tanımıyorum. D e y i n c e yüzü daha da sertleşti: — B a b a m ı tanımıyorum ne d e m e k ? m ı doğdun? Baban y o k m u senin?..
Sen babasız
— B e n dokuz aylıkken babam ölmüş. ki,
A t a t ü r k üzüldüğümü yüzümden birden sesini yumuşattı:
okumuş
olacak
— A n a n ı tanıyorsun ya y e t e r ! . . Dedi. Ve biraz durduktan sonra e k l e d i : Ben de babamı tanımıyorum ya... O g e c e y e m e k sabahın beşine k a d a r d e v a m etmişti. Çokluk g e c e l e r böyle olur, meclisin horozlar ö t e r ken dağıldığı görülürdü. Bu yüzden A t a t ü r k te sabah saat beşten önce y a t a ğ ı n a g i r e m e z d i . Saat onbirden sonra hava serinlediği için misafirler birer ikişer bal kondan içeri g i r m e ğ e başladılar. Masanın üzerinde b o şalmış D i m i t r o p o l o şişeleri duruyordu. O devrin en ünlü rakısı olan Dimitripolo'dan A t a t ü r k her g e c e y a r ı m kilo içerdi. M e z e s i de sadece tuzlu leblebiydi. A r a sıra d a F a v a denilen z e y t i n y a ğ l ı , limonlu bakla
20
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
e z m e s i n i istediği olurdu. En sevdiği y e m e k l e r arasında kuru fasulye ile p i l â v gelirdi. A t a t ü r k t e k r a r beni çağırdı. Y e m e k istiyecek sanıyordum. F a k a t O'nun aklı hep benim ismimde de ğil miymiş. — Ulan, bu ismi sen mi koydun, baban m ı ? D i y e b a r bar b a ğ ı r m a ğ a Çok
başladı.
korkmağa
başlamıştım.
Benim
korktuğumu
g ö r ü n c e daha f a z l a bağırıyordu. A r t ı k elim
ayağım
t i t r e m e ğ e başlamıştı. A y a k t a duracak halim yoktu. B e l ki
daha
fazla
kızar
da
koğulurum,
uzaklaşmağa karar verdim. bırakarak yatmağa
S a a t üçe
diye
gözünden
doğru
sofrayı
gittim.
O g e c e sabaha dek g ö z ü m ü uyku tutmadı. Y a t t ı ğım
yerde
dua
r ü y a l a r gördüm.
ediyordum. Yavaş
o l m a ğ a başlamıştım. galiba...
Kâbusla
yavaş
Bu
isim
karışık
korkulu
g e l d i ğ i m e pişman bile de
başıma iş
açıyordu
N e r e d e n bulmuşlardı bu « C e m a l » i de,
bana
takmışlardı ? E r t e s i gün de a y n ı korku ve heyecan içinde g e ç ti. A d e t a akşam olmasını istemiyordum. T e k avuntum, Atatürk'ün geceki
o l a y ı unutmuş olmasıydı.
A k ş a m y e m e ğ i n i hazırlamış bekliyordum. Saat y e d i y e doğru A t a t ü r k , arkasında A f e t İnan, Z e h r a H a nım, B a ş y a v e r Rüsuhi Bey, U m u m î K â t i p T e v f i k B e y olduğu halde, salona g i r d i . B a ş y a v e r aşağı inerek öbür misafirleri de sofraya g e t i r d i . S o f r a y a oturmadan önce Atatürk — aldı.
misafirlere A r a p ç a : Faddal!..
Bu
sözü,
duyduğumu
Dedi çok
ve
herkes
keyifli
olduğu
hatırlıyorum.
Sofrada
masadaki yerlerini zamanlar ilk
söz
sık sık
bana
idi:
— Cemal, seni dün akşam sert sözlerle çok hırpa lamıştım. F a k a t Cemaller daima büyük adamlar olur.
GİZLİ
DEFTERİ
21
Sen de büyük a d a m olacaksın. Sonra —
tarihteki
ünlüleri
s ı r a l a m a ğ a başladı:
Sen C e m a l P a ş a ' y ı tanır mısın ?
Şehzade C e -
malettin E f e n d i ' y i , K o n y a Çelebisi C e m a l e t t i n ' i t a n ı r mısın? — İ s i m l e r i n i işittim, diye c e v a p v e r d i m , —
Bu kadarı da yetişir. D e d i .
Yemek
sürüp
gidiyordu.
Hava
yumuşadığı
halde
bir gün önce içimi kaplıyan korkuyu üzerimden ata m a m ı ş t ı m . H e r an yine o bahse döneceğinden ö d ü m kopuyordu. Saat g e c e y a r ı s ı n ı g e ç i y o r d u . B i r d e n a d ı m la
bana —
seslendiğini duydum
ve yanına koştum.
Cemal, senin bu ismini d e ğ i ş t i r e l i m o l m a z m ı ?
Sen kendine g ö r e bir isim bul b a k a l ı m . . . Şaşırmıştım.
Daha
cevap
vermeğe
vakit
kalma-
dan: — B e n sana buldum isim, dedi. Senin ismin Çelebi olsun... Atatürk'ün
çok
sonraları y i n e
sevdiğimiz insanlara Çelebi d e r i z »
bir mecliste dediğini
«Biz
duymu
şumdur. O mişti. mi
anda
bütün
korkum
bir
bulut
gibi
dağılıver-
Y ü z ü m d e k i memnunluğu görünce kabul
anladı.
Z a t e n kabul e t m e m e k için
ettiği
hiç bir sebep
te y o k t u . F a k a t bir kere de i z n i m i almadan e d e m e d i : —
G ü z e l m i ? D i y e sordu.
— Ç o k g ü z e l efendim. D e d i m . Bunun
üzerine
sofradaki
konuklara d ö n e r e k :
— Bu çocuğun ismi bundan sonra Çelebi'dir. D i y e herkese t a n ı t t ı . O
anda
Atatürk'ün
bu
kadar
önem
verdiği
bir
a d a m olmanın gururu içindeydim. K o l t u k l a r ı m kabar mıştı.
O
gün
Saray'da
kim
varsa
herkese
ve
bütün
22
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
misafirlere beni yeni g e l m i ş önemli bir k i ş i y m i ş g i b i tanıtıyor: — Bu z a t ı bilir misiniz, Çelebi'dir... D i y o r d u . Böylece
Atatürk'ün
serzenişlerinden,
ğ ı r m a l a r ı n d a n kurtuluyor,
üstelik
O'nun
hatta
ba
sevdiği,
ça
ğ ı r ı r k e n z e v k duyduğu bir i s m e de sahip oluyordum. B ö y l e c e adım 20 T e m m u z 1927 den itibaren « Ç e l e b i » o l a r a k kaldı. A r k a d a ş l a r da hâlâ böyle ç a ğ ı r ı r l a r .
GİZLİ DEFTERİ
23
N E YER, N E İÇERDİ
A T A T Ü R K
sabahları
kalkmazdı.
Geceleri
çok geç, çoklukla şafak sökerken y a t t ı ğ ı için
gündüz
saat
onbir,
onikiye
doğru
kalkar,
zile-
basardı. H e m e n bir fincan k a h v e y l e o günkü g a z e t e l e r i götürürdüm. G a y e t ince ketenden yapılmışı bir enta riyle uyuduğu için, uyanınca da bir süre bu k ı y a f e t t e kalır,
divana
yakın
arkadaşlarından
bağdaş
kurarak ve
kahvesini
Umumî
içerdi.
Kâtipten
Çok
başkası
içeri g i r e m e z d i . Bazan da şezlonga uzanır, uzun uzun gazeteleri
okurdu.
Bu
okuma
bir
buçuk saat
kadar
sürerdi. Sonra banyosunu yapardı. T e m i z l i k konusunda ç o k titizdi. Y a z v e kış ayırmaz, m u h a k k a k her g ü n ban y o yapar, her g ü n çamaşır değiştirirdi. G i y i m i n e k a r ş ı t i t i z l i k gösterir,
traşlı
katiyen
gezmezdi.
Kışın
pencereleri açtırır, soğuk h a v a y ı ciğerlerine doldurur du. Banyodan lim
francala
çıktıktan sonra soğuk ayranla bir d i yer,
bazan
ayranın
yerine
bir
kâse
y o ğ u r t alırdı. Ç o k zaman bu, hem kahvaltı, hem de ö ğ l e y e m e ğ i yerine geçerdi. Binde bir çağrılı bir m i safir o l a c a k ki, a y ı p olmasın d i y e y e m e k yesin... B a zan sütlü k a h v e y l e çay istediği de olurdu. İ k i n d i kah-
ATATÜRK'ÜN
24
UŞAĞININ
v a l t ı s ı yapmaz, onun y e r i n e bir bardak e k m e k s i z ay ran içerdi. Akşam
yemeklerini
ise
kesinlikle
arkadaşlariyle
y e m e k alışkanlığındaydı. Ç a n k a y a ve D o l m a b a h ç e Sar a y ı ' n d a k i akşam y e m e k l e r i n d e ondan aşağı düşmiyen bir
davetli
topluluğu
her
zaman
hazır
bulunurdu.
M e m l e k e t meselelerinin görüşüldüğü bu toplantılarda herkesin düşüncesini ö ğ r e n m e k isterdi. F a k a t yine de kendi bildiğinden şaşmazdı. M e c l i s e bir istek m i g e tirecek, bunu y a k ı n l a r ı y l a tartışmaktan z e v k duyardı. A t a t ü r k ' ü n sofrada yeni ve heyecanlı konular da ortaya bu
attığı
olurdu.
Bazan
konulardan a l a c a ğ ı olumlu
herkesi
şaşırtan
cevaplar da,
olumsuz
c e v a p l a r da çok hoşuna giderdi. H e r k e s i konuşturur, düşüncelerini
öğrenir,
son
sözü
her
zaman
kendisi
söylerdi. Bu işte y a n ı l d ı ğ ı n ı hiç h a t ı r l a m ı y o r u m . Sofra
konuşmalarında
başkalarına sorduğu
konu
soruların
ortaya
konuyu atmasına
karşılıklarını
hep
kendisi
meydan
büyük
bir
açar,
vermez, dikkatle
dinlerdi. Başkalarının y a p t ı ğ ı prensiplere değil, ancak kendi prensiplerine uyardı. Doğruluğuna inandığı dü şünceyi sonuna k a d a r savunurdu. H a r e k e t l i canlı
yaşatısının
ğunu söyliyebilirim. A k a d e m i k saatler ilerleyince
ve heye
t e k zevkinin, akşam sofraları tartışmaların
h â t ı r a l a r alır, g e ç m i ş t e n
oldu yerini
sözedilir,
tarihsel olaylar sıralanır, bazan da hoş h i k â y e l e r an latılırdı. Sofrası sanki, arkadaşları ve dostları ile t a r t ı ş m a v e e ğ l e n c e yerini birleştiren bir köprü g ö r e v i g ö r ü y o r du. Bu gecelerin hiç birine doyum o l m a d ı ğ ı n ı ve her birinin içinde bir t a r i h y a p r a ğ ı n ı n y a ş a d ı ğ ı m z a m a n l a anladım.
GİZLİ
25
DEFTERÎ
Sofrasında çağının her çeşit insanına y e r v e r i y o r du. H e p s i a y r ı düzeydeki bu insanlarla tartışırken sanki yurdun sesini duyardı Güvendiklerinin ve sevdikle rinin eleştirilerine sabırla katlanmasını bilirdi.
Şakayı
çok severdi. Kendisi de ara sıra şakalar yapardı. E s k i arkadaşlarından N u r i Conker, Salih B o z o k sık sık şaka yaparlar ve
sofrayı
rında bunlarm
şenlendirirlerdi.
bir nüktesi
Sinirli
zamanla
ya da hikâyesi A t a t ü r k ' ü n
bir anda öfkesini d a ğ ı t m a ğ a y e t e r d i . A m a A t a t ü r k her zaman
neşeliydi.
zaman
da
arka
Sinirlendiği z a m a n l a r çok azdır. arkaya
sigara
ve
güç anlarda bile soğukkanlılığını, bilir ya da ö y l e
kahve
içerdi.
O En
neşesini saklamasını
görünürdü. Ç o k konukseverdi, sofra
dakilerin a y r ı a y r ı gönüllerini alıp hatırlarını sormadan yapamazdı. A ç ı k konuşanları nuşulmasını
sever v e yanında her şeyin k o
isterdi. Bu yüzden sık sık ileri g e r i k o
nuşanlara da rastlanırdı. ler g e ç m e m i ş t i r ki...
Atatürk'ün
sofrasından
Mahalle arkadaşları,
kim
silâh
arka
daşları, d e v r i m arkadaşları, politikacılar, edipler, şair ler, müzisiyenler, bilim adamları, iş adamları, yaban cı devlet başkanları,
krallar...
İ ş t e n ve y u r t gezilerinden artan bütün ömrü sof rada g e ç m i ş t i r denilebilir. F a k a t burası hiç bir z a m a n bir içki
ve
cümbüş b a y a ğ ı l ı ğ ı n a inmemiş,
bir sohbet
v e t a r t ı ş m a meclisi olarak kalmıştır. Eğlencenin y a n ı sıra
en
meclis...
çetin
devlet
Politikanın,
işlerinin
karara
aktüalitenin
de
bağlandığı ziyafet
bir
sofrası!
R e s m î görüşmelerinde son derece t i t i z ve törenci olan A t a t ü r k ' ü n özel hayatındaki samimiyeti, dünyada pek az d e v l e t adamına nasip olmuştur denilebilir. Danışmaya
bazan
o
kadar
büyük
değer
verirdi
ki, aklından g e ç e n meseleler hakkında çok z a m a n hiç olmadık
insanların
fikrini
bile
aldığı
görülürdü.
So-
ATATÜRK'ÜN
26
UŞAĞININ
nunda yine kendi fikrini u y g u l ı y a c a ğ ı n ı bildiği halde hiç kimsenin hor görülmesine katlanamazdı. Bu y ü z den hiç olmadık kimselerden bir şeyler öğrendiğini de saklamaz, tının
Her içki
açık açık anlatırdı.
sonuna
kadar
gece
içtiği
yüzünden
Bu
alışkanlığını
haya
değiştirmedi. halde
kendinden
Atatürk'ün
geçtiğini,
bir kere
taşkınlıklar
bile yap
t ı ğ ı n ı g ö r m e d i m , d u y m a d ı m . A k s i n i iddia edenler var sa,
bunların
bir
şey
yaptıkları
değildir.
kıskançlıklarından a y y a ş l ı k ve l e r oldu yaşantısı
Atatürk'ün
zevke
ama, bütün
düpedüz
dedikodudan
başka
Ölümünden sonra ç e k e m e m e z l i k
bu
sofrasını
düşkünlükle çabalar ne
kusurlarıyla
c e k bir yönü yoktu
ki...
kötülemek kadar
istiyen-
boşunadır. Onun
meydandaydı.
Halkın
ve
sarhoşluk,
sofrası
Gizlene
idi.
GİZLİ
27
DEFTERİ
ÇEVRESİNDEKİ ASALAKLAR
A T A T Ü R K ' Ü N sofracısı olduğum için çok t e m i z g i y i n i y o r d u m . Elbisem her z a m a n ütülü,
beyaz gömleğim
kolalı,
iskarpinlerim
rugan
dı. D a v e t l i l e r d e n bir çoğu ş ı k l ı ğ ı m ı kıskanır ve g i y i m i m i b e n z e t m e ğ e yeltenirlerdi. O zaman bir çok ba kan ve M i l l e t v e k i l i bile papyonlarını bana b a ğ l a t ı r l a r dı. C u m h u r i y e t yeni kurulmuştu. Bunlar k ı y a f e t d e v rimini henüz benimsiyememişlerdi. F a k a t kısa z a m a n da yaşadıkları o r t a m a uymasını biliyor, en centilmen diplomattan
daha
centilmen
kesiliyorlardı.
Bunların bâzıları -okuma y a z m a bile bilmedikleri halde-
evlerine
Örneğin man, türk'e
çok
Atatürk,
kitaplıktan onlar
büyük
bir biz
kendileri
kitaplıklar yaptırmışlardı.
atlas
ya
gider,
da kitap
bunları
aradığı
çıkarırdık.
za Ata
bulmuş g i b i götürüp v e r i r l e r d i .
İçlerinde çok zekileri de vardı. A t a t ü r k herhangi bir emir verse,
onlar bunu istedikleri şekle sokar, kendi
lerine o işten p a y çıkarırlardı. O y s a bu işleri z a v a l l ı memurlarla
uşaklar
görür,
hazıra
onlar
konar,
her
yerde parsayı onlar toplardı. H e r zaman g e z i l e r e on lar gider, hepsi birer silâhşör kesilirlerdi. Fakat
bunlar
Atatürk'ün
hiç
gözünden
kaçmaz,
onları inceden inceye a l a y a alır, bazan karşılık v e r e -
28
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
m i y e c e k l e r i bir soru y a ğ m u r u n a tutar, karşısında na sıl ecel terleri döktüklerini hazla seyrederdi. D a l k a vuklara, l â f ebeliği y a p a n l a r a çok kızardı. Ç o k g e ç meden
bir punduna
onlardan
getirerek,
yaptıklarının
acısını
çıkarmasını bilirdi.
H ı r p a l a y a c a ğ ı , yahut a l a y a alacağı k i m s e l e r i sık sık imtihana çekişine t a n ı k l ı k etmişimdir. A t a t ü r k ' ü n şaşırtıcı
soruları ve
mantık
oyunları
karşısında
bun
l a r ı n dökülüşleri görülecek şeydi. Zaten O'nun soru l a r ı n a t a m cevap v e r e c e k a d a m a z bulunurdu. Bunlar bilimsel açıdan cevaplandırılacak sorulardan
değildi.
H e p s i birer zekâ oyununa dayanıyordu. K i m s e altın dan k a l k a m a z d ı .
GİZLİ DEFTERİ
29
SELANİK'TEN
N E ÇIKAR
A T A T Ü R K uysal bir insan değildi. H a t t a haşin olduğu dahi söylenebilir. B ö y l e oldu ğu halde ç o k terbiyeli, çok olgun, çok
merhametli,
çok hoşgörülü bir insandı. T e m i z kalpliydi, alçak g ö nüllüydü. Gösterişten, uzaktı. V a z i f e başında lâubaliliğe y e r v e r m e z , f a k a t özel yaşantısında sevdiklerinin na zını
çekerdi.
Dostlarına,
arkadaşlarına vefalıydı.
Za
ten A t a t ü r k ' ü n en büyük üstün hallerinden biri de kin ve
garaz
olmasıdır.
gibi
insanî
duyguların
Bağışlamıyacağı
suç
üzerine
yok
çıkabilmiş
gibiydi.
B i r çok
hataları g ö r d ü ğ ü halde, g ö r m e m e z l i k t e n gelirdi. K i n tutmaz, çabuk affederdi. K i m l e r i , ne z a m a n affedece ğini de çok i y i bilirdi. H ı r s ı çok çabuk geçerdi. B i r gün Ç a n k a y a ' d a M e h m e t ve şuyorduk.
Berberlerin
olduklarından ten
eski
köşkte
berber Rıdvan'la ikisi
kendilerini
konuşurlardı.
Bu
de
oturmuş
Atatürk'ün
imtiyazlı
şekilde
Selânikli berber
antrede
konu
hemşehrisi
sayarlar,
yüksek
-şaka da olsa-
böbürle
nerek dolaşmalarına, kendilerine poz vermelerine çok tutulur, f a k a t yine de renk v e r m e m e ğ e çalışırdım. F a kat bütün d i k k a t i m e r a ğ m e n a r a m ı z d a y i n e de tartış m a l a r eksik
olmazdı.
30
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
O gün yine onlar z a y ı f tarafımı bulmuşlar, bana şakadan t a k ı l ı y o r : — Biz dınız...
Selânikliler
olmasaydık,
siz kurtulamaz
D i y o r l a r , ben de c e v a p o l a r a k : —
Biz
kendi
kendimizi
kurtardık.
Selanik'lilere
i h t i y a c ı m ı z y o k . H e m Selanik'ten çıksa ç ı k s a Yahudi çıkar... Diyordum. O sırada m e r d i v e n l e r i y a v a ş y a v a ş inen A t a t ü r k ' ü g ö r m e m i ş t i k K o n u ş m a l a r ı m ı z a i s t e m i y e r e k kulak mi safiri
olmuş ki,
o akşam
sofrada bir Selânik'li olan
N u r i Conker'e damdan düşer gibi sordu: — N u r i Bey, Selanik'ten ne ç ı k a r ? O anda beynimin karıncalandığını d u y a r gibi o l dum. D e m e k k o r k t u ğ u m sonunda başıma g e l m i ş , A t a türk
antrede
konuştuklarımızın hepsini
duymuştu.
N u r i Conker, A t a t ü r k ' ü n nazını ç e k t i ğ i , kaprisle rine katlandığı eski bir çocukluk arkadaşı olduğu için, aklına eseni s ö y l e m e k t e n çekinmeyen biriydi. E l d e e t t i ğ i aşırı i m t i y a z l a r yüzünden ciddi ciddi « S e n
çekil
de, b i r a z da biz Cumhurbaşkanlığı y a p a l ı m » d i y e c e k k a d a r ileri g i t t i ğ i z a m a n l a r d a bile A t a t ü r k gülüp g e çer,
işi
şakaya
boğardı.
Fakat
bu
seferkinin
şakaya
g e l i r yanı y o k t u . N u r i Conker,
sanki bütün konuştuklarımızı bili
y o r m u ş ta, beni k o r u m a k k a r a r ı n ı v e r m i ş ç e s i n e : —
B o l Yahudi çıkar P a ş a m . . . D e m e s i n m i ?
Bunun üzerine A t a t ü r k , yüzünde alaylı bir gülüm semeyle tümüne
daha
önce
kulağına
çalınmış
dedikoduların
karşılık v e r d i :
— Benim için de bâzı kimseler -Selanik'te doğdu ğumdan- Y a h u d i olduğumu s ö y l e m e k i s t i y o r l a r . Şunu
GİZLİ
DEFTERİ
unutmamak
31
lâzımdır
ki,
Napoleon
da
Korsika'lı
bir
İtalyan'dı. A m a F r a n s ı z olarak öldü v e tarihe F r a n s ı z olarak g e ç t i . çalışmaları
İnsanların
içinde
bulundukları c e m i y e t e
lâzımdı r.
O günkü k a d a r utandığımı ve A t a t ü r k ' ü n karşısında
küçüldüğümü
oniki
yıllık
hizmetim
süresince
hiç
hatırlamıyorum. B e l k i de ömrüm boyunca benim için en büyük u t a n ç t a bu olmuştur. O günden sonra Se lanik kelimesini
b i r daha
ağzıma
almadım.
32
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
GÖZÜM GÖRÜYOR, AYAĞIM DA YERİNDE ATATÜRK yazın gecikme
uzun süre A n k a r a ' d a kalmış, v e İstanbul'a
gelmesi
bir çok dedikodulara yol
gecikmişti.
açmış,
Bu
h a t t a halk
arasında hasta olduğu, felç geldiği, g ö z l e r i n i n g ö r m e diği,
ayağının
tutmadığı
gibi
söylentiler o r t a y a çık-
m ı ş t ı . Sonunda İstanbul'a geldik. 10 A ğ u s t o s 1929 g e cesiydi. Söğütlü y a t ı y l a B o ğ a z ' d a bir g e z i n t i y a p m a y ı emretti. Hareket ettik... Benim içimde b i r m e r a k belirmişti. N e k a d a r içki içtiğini
anlamak
istiyordum.
l a n sofranın başından mek
Bir,
Söğütlü
yatında
kuru
hiç a y r ı l m a d ı m . Ö n c e bira iç
istemişti: —
B i r a v a r m ı ? D i y e seslendi.
—
V a r P a ş a m . . . D e d i m ve hemen bira g e t i r d i m .
bir daha, bir daha derken üçüncü şişe bitti. O sırada B ü y ü k d e r e ' y e g e l m i ş bulunuyorduk. D o ğ
ruca m i l l e t v e k i l i E r z u r u m U m u m M ü f e t t i ş i
Tahsin
Ö z e r ' i n yalısına g i t t i k .
Y a t t a k i sofranın ikinci yarısı
hemen burada kuruldu.
Sofrada on k a d a r m i s a f i r bu
lunuyordu. İ ç k i faslı g e c e Biz
yalıda
sofrabaşı
yarısına
sefasında
y ü k d e r e ' y e g e l d i ğ i n i duyan v e y a t ı halk, yalının önünde t o p l a n m ı ş :
k a d a r d e v a m etti.
iken
Atatürk'ün iskelede
Bü
gören
GİZLİ
33
DEFTERİ
—
G a z i ' y i isteriz, G a z i ' y i isteriz...
mağa
diye bağrış
başlamıştı.
Atatürk
gürültüyü
duyunca,
ev
sahibi
Tahsin-
Ö z e r ' e sordu: — N e d i r bu? Ne istiyorlar?... —
P a ş a m sizi balkonda g ö r m e k ,
alkışlamak isti
yorlar... Bunun üzerine A t a t ü r k Balkona
doğru
bir alkıştır dökülen
yürüdü.
başladı.
halkı
yavaşça
Kapıda
yerinden k a l k t ı .
görününce
çılgınca
Gece yarısından sonra sokaklara,
görmek ve
çılgınca
alkışlanmak
Ata
türk'ü çok duygulandırmıştı. K a l a b a l ı ğ a dedi k i : —
S e v g i l i vatandaşlarım. B e n i m için zahmet edi
yorsunuz. Mahcup oluyorum. Beni g ö r m e k , behemahal. yüzümü g ö r m e k değildir. B e n i m fikirlerimi, duygula rımı
anlıyorsanız ve
hissediyorsanız
bu
kâfidir.
Be
n i m için huzurunuzu bozmayın, g i d i p yatın. H e p i n i z i y a r ı n işiniz b e k l i y o r . F a k a t h a l k e v i n önünden a y r ı l m a k i s t e m i y o r : —
Yaşa,
v a r o l , biz senin için yaşıyoruz...
Diye
bağırışıyordu. Bunun —
üzerine
Arkadaşlar,
Atatürk: içinizde
bâzı
İstanbullular
bana
nüzul inmiş, eli a y a ğ ı tutmuyor, ölmesi mümkündür, d i y e bâzı
sözler
çıkarmışlar...
(Bu
sırada halk
coş
muş « K a h r o l s u n d ü ş m a n l a r ı m ı z » d i y e bağırışıyordu.) Görüyorsunuz
ya,
E l i m d e tutuyor,
karşınızdayım,
sıhhatim
yerinde.
( a y a ğ ı m balkon demirine v u r a r a k )
a y a ğ ı m d a yerinde, g ö z ü m d e g ö r ü y o r . H i ç kimse m e rak
etmesin. Siz bu
akşam
karşımda milletin timsali, g ö l g e s i -
siniz. Size hitap ederken bütün millete sesimi işittire c e ğ i m i biliyorum. İşittiniz, sizin için sağlığını, ömrünü F. 3
34
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
v a z i f e y e hasreden adam sahnededir. Sizin için çalışacak,
sizin
için
yaşayacaktır.
Benim
kuvvetim,
size
olan muhabbetim ve sizin bana olan m u h a b b e t i n i z d e . Bu millet, bu m e m l e k e t dünyanın en makbul bir mevcudiyeti olacaktır. Bu milleti, d i ğ e r milletlerin fevkinde görmeden ölmiyeceğim... D i y e r e k halkın dağılmasını rica etti. Bunun üzerine
o bağrışan, çağrışan k a l a b a l ı k kuzu g i b i dağıldı,
evlerine g i t t i . A t a t ü r k te
balkondan
içeri girdi.
A t a t ü r k o gece çok neşeliydi. B o ğ a z dönüşü M a r m a r a ' d a ikinci bir g e z i n t i daha yapıldı. Sabaha kadar içildi. Hepsini
hesaplamıştım.
Üç şişe b i r a ve y a r ı m
k i l o D i m i t r i k o p o l o (üç kadeh t e fazlası v a r d ı ) . İşte içki
bütün m i l l e t i n
m i k t a r ı bu
rakıdan
başka
ve benim de m e r a k e t t i ğ i m
kadardı. A t a t ü r k içki olarak bira ve
şampanyayı
da
severdi.
Öbür
içkileri
ender içerdi. Y a l n ı z bir g e c e K â z ı m Özalp'in evinde t a m y i r m i s e k i z kadeh k o k t e y l içtiğini hatırlarım. Bunun adı N a p o l e o n K o k t e y l i idi. B i r m i k t a r cin,
bir
m i k t a r vermut, bir m i k t a r da seribrandi likörü ile ya pılmıştır.
Bunların
dışında
alıştığı i ç k i y i
değiştirme
miştir. Her
gece
içen
Atatürk
gündüzleri
alkol
kullan-
maz, yalnız çok sıcak günlerde bir iki bardaktan f a z la o l m a m a k üzere bira isterdi. Bu yüzden kimse A t a türk'e gündüzleri içki i ç m e k için israr e t m e z , en koyu alışkanlar bile akşamın olmasını iple çekerdi.
Sabaha
k a d a r içki faslı pek enderdi. Büyükdere gezisi o ender gecelerden birine r a s t l a m ı ş ve sında sabaha
coşan
Atatürk,
içki
k a d a r sürdürmüştü.
halkın
faslını
gösterisi
karşı
farkında o l m ı y a r a k
GİZLİ
DEFTERİ
35
MISIR'LI
MUGANNİYE
O Z A M A N L A R basit bir kasaba olan A n k a ranın sıkıcı
havasına
arkadaşlarını
rabilmek için uzun bir süre başkentten Atatürk
devrimleri
alıştı-
ayrılamıyan
y e r l e ş t i r m e ğ e başladıktan
sonra
y a z mevsimlerini İstanbul'da g e ç i r m e ğ e başlamıştı. Üç dört ay sürekli
olarak kalır, y a t l a
Marmara
ve Bo-
ğaz'da g e z i l e r yapardı. Bu g e z i l e r d e Sakarya, Ç a n k a ya ve İstanbul motorlarıyla, E r t u ğ r u l y a t ı n ı kullanır dık. Şehirdeki
gezintilerinin
yerlerini
ömrünün
son
yıllarında deniz banyoları a l m a ğ a başlamıştır. Selanik g i b i bir k ı y ı şehrinde d o ğ m u ş olduğu halde, o z a m a n k i softalık
yüzünden
Atatürk
denize
hiç
girmemişti.
Y ü z m e y i , kendi eseri olan F l o r y a ' d a öğrendi ve h a l k ı n arasında yüzdü. Zaten
halk
arasında,
kalabalık içinde
y a ş a m a k isteğinde olduğu için İstanbul'u bu işe daha elverişli bulur ve İstanbul'da laştı,
eski
A n k a r a ' d a n çok İstanbul'u
bulunduğumuz
bir
yaz
y a p ı t l a r ı inceledi. T o p k a p ı
severdi.
müzeleri Sarayı'nda
do ne
var, ne y o k hepsini birer birer g ö z d e n geçirdi. T o p kapı S a r a y ı Müzesi'nin kurulması da A t a t ü r k ' ü n iste ğ i y l e olmuştur. Mecidiyeköşkü'nü g e z e r k e n , M i l l î E ğ i -
36
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
t i m Bakanlığı'nın e m r i y l e T o p k a p ı Sarayı'nda topla nan, f a k a t ne hikmetse halkın gözünden saklanan H ü kümdarların portrelerini g ö r m ü ş ve bunların sergilen m e s i emrini vermişti. A t a t ü r k ayrıca halkın içeri alın masını da istemiş, nan
o sırada Gülhane P a r k ı ' n d a bulu
bir çok kimseler,
raya
çevresini kuşatmış o l a r a k Sa
alınmıştı. Atatürk,
daha
sonra
Hırkai
Saadet
Dairesi'ni
gezdi. H e r biri birer hazine değerindeki eşyaları san dıklardan tekrar
çıkartıp
bunların
t e k e r t e k e r g ö z d e n geçirdi.
sandıklara
yerleştirilmesine
Sonra
gözcülük
etti. İçlerinde Emanat-ı Mukaddese'nin de bulunduğu seksen bin parçayı aşkın bu tarih ve sanat hazinesinin çok i y i saklanması ve en kısa zamanda halka açılması için e m i r verdi.
T ü r k i y e ' n i n en büyük s e r v e t i n i n ta
rihi olduğunu bir daha hatırlattı. Tarih
yapıtlarına
karşı
büyük
bir
saygı
duydu
ğu belliydi. Tarihe, özellikle T ü r k tarihine büyük d e ğ e r verir, tarih y a p ı t l a r ı n ı n i y i saklanmasını, bozulup, yıkılmamasını
her
zaman
tekrarlardı.
Okuldayken
O'nun en sevdiği dersin tarih olduğunu bir kaç defa ağzından Türk
işitmiştim.
Nisan
T a r i h Kurumu'nu
bu
1931 de açılışı
yapılan
amaçla kurdurmuştu.
Sarayburnu P a r k ı ' n ı n yeni açıldığı günlerdeydi. 9 A ğ u s t o s 1928 gecesi C u m h u r i y e t H a l k P a r t i s i burada bir
eğlence
İstanbul gittik.
düzenlemiş
motoruyla Rıhtıma
ve
Atatürk'ü
Dolmabahçe'den
yanaştığımız
zaman
de
çağırmıştı.
Sarayburnu'na gecenin
karan
lığı içinde bir kadın sesi çın çın ötüyordu. Atatürk'ün
geldiğini
gören
halk
kadınlı
erkekli
coşmuş, gösteri yapıyordu. A t a t ü r k t a m bir h a l k ada m ı y d ı . H a l k ı n içinden çıkmış ve halkın m a l ı Bu
yüzden
düşündüklerini
hep
halkın
olmuştu.
önünde
söyler
GİZLİ
DEFTERİ
«Yanlışım
37
varsa
halk
düzeltsin»
derdi.
Her
zaman
milletin ferdi o l m a k l a övünür, « Y a p ı l a n şeylerin şere fi millete aittir, her şeyi m i l l e t y a p t ı » derdi. G i t t i ğ i her yere halkla
neşe
haşır
götüren
neşir
bir insan
olduğu
için hemen
oluverdi.
P a r k ı n bir köşesinde bir caz, sahnede A r a p ç a şarkılar
söyliyen Münîre-tül M e h d i y e t a k ı m ı vardı. M ı
sırlı muganniye C e m a l î ' y i ilk k e z orada, P a r k G a z i n o sunda görüyorduk.
Kadının
sesi
gerçekten
güzeldi.
A l l a h için ses... A t a t ü r k hiç konuşmadan büyük bir dikkatle dinledi. Şarkı bitince kadını y a n ı m ı z a çağırdı. B a t ı m ü ziğini de öğrenmesini öğütledikten sonra: — işte kür
Bu
sesle
seni
bütün
dünya
şöhretini t a m yaparsın... ederek
dinler.
O
zaman
D e d i . K a d ı n da teşek
ayrıldı.
O z a m a n A t a t ü r k ' ü n , bu sözleri A r a p şarkıcısına niye
söylediğini
bir d e v r i m
anlıyamadım.
B i z her alanda büyük
yapmış, A r a p dünyasından ayrılıp B a t ı y a
yönelmiştik.
A c a b a Atatürk,
Doğu
dünyasının
kültür
ve sanat alanında bizi izlemesini mi hatırlatmak iste mişti?
Yoksa...
A t a t ü r k T ü r k musikisini sevdiği hal
de, müzik d e v r i m i m i z i n semek ve Evet, yol
uygulamakla
yoksa
bunu
göstermek
ancak batı müziğini benim gerçekleşeceğine
düşünerek
istemişti?
mi
Bunu
inanıyordu.
Mısır'lı daha
hanendeye
sonraları
anla
dım. Atatürk,
dil
konusunda
nında da kendi beğeni ve Alaturka m ü z i ğ i
s e v d i ğ i ve
olduğu
gibi,
müzik
alışkanlıklarını sofrasından
ala
çiğnemiş,
hiç eksik
et
mediği halde, batı müziğine inanmış, batı u y g a r l ı ğ ı n ı n (müziğinin
gelecek
leyerek D e v l e t
kuşakların
müziği
Konservatuvarı'nın
mıştır. Ö z e l h a y a t ı n d a
olduğunu
temellerini
alaturkalıktan
söy attır
kurtulamıyan
38
ATATÜRK'ÜN
Atatürk,
bir
ara
Radyoyu
yalnız
UŞAĞININ
alafranga
müziğe
a y ı r t a c a k kadar ileri g i t m i ş v e kulağına k a d a r gelen yakınmalar yapan
üzerine
de,
alaturka âşıklarına,
kuşakların yoksunluk
devrim
ve fedakârlıklara katlan
m a k zorunda olduklarını hatırlatmıştı. M ü z i k kültürü çok kuvvetli olan ve bâzı g e c e l e r sevdiği şarkıları kai desine uygun şekilde söyliyen A t a t ü r k ' ü n müzik d e v rimini de halka zorla kabul ettirişi, o g e c e Sarayburnu P a r k ı ' n d a k i konuşmasından belli d e ğ i l miydi? Arap ayağa
şarkıcı
kalkarak
masadan kadehini
ayrıldıktan halka
sonra A t a t ü r k
doğru
kaldırıp:
— Arkadaşlar, hanımlar, beyler... Şu gördüğünüz içki şampanyadır. Bunu v a k t i y l e Padişahlar, m e ş v e r e gâhında,
kafes arkasında g i z i l içerlerdi.
Bizse,
hepi
m i z şurada, toplu olarak alenen i ç i y o r u z . . . Dedi. A t a t ü r k ' ü n bir halk adamı olduğunu, bundan da ha güzel hangi olay anlatır. H a l k ı n içinden çıkan bü y ü k adam halkla beraber kadeh kaldırıyordu. — H e p i n i z i n şerefine i ç i y o r u m ! . D e r d e m e z bütün gazino
bir
anda
karıştı.
Topluluk
ayağa
fırlamış:
— Y a ş a P a ş a m . . . S a ğ ol P a ş a m . . . A l l a h seni ba şımızdan
eksik
etmesin...
Bağrışlarıyla
kadehlerini
kaldırıyor, A t a t ü r k ' e doğru sallıyorlardı. Bu manzara onu çok içlendirmişti. O gece çok daha önemli bir şey oldu. Atatürk
birden
bire
kararlar
verirdi.
Yine
öyle
olmuş, coşan halka sayısız devrimlerinden birini daha müjdeliyordu.
1927
yılında
ne
pahasına olursa
olsun
y a p m a ğ a k a r a r v e r d i ğ i ve 1928 kış a y l a r ı n ı da hazırl ı k l a r i y l e g e ç i r d i ğ i lâtin harflerinin alınışını ilân edişi işte o g e c e y e rastlar. İ l e r i bir milet olabilmemiz için yeni
harflerin
Atatürk —
şöyle
kullanılması g e r e k t i ğ i n i
h a l k a anlatan
diyordu:
B i r m i l l e t i n y ü z d e onu, yüzde y i r m i s i okuma
GİZLİ
DEFTERİ
39
y a z m a bilir de, yüzde seksen, doksanı bilmezse ayıptır. Bu
millet utanmalıdır.
A m a Türk
Milleti,
utanmak
için y a r a t ı l m ı ş bir millet değildir. İ f t i h a r e t m e k için yaratılmış,
şanlı,
şerefli
bir
millettir.
Tarihi
baştan
başa iftiharla dolu bir millettir. Okuma y a z m a bilmiyenlerin çokluğu, onun hatası değildir. H a t a , Türk'ün seciyesini anlamıyarak, kafa sını bir t a k ı m zincirlerle saranlardadır. A r t ı k geçmişin bu hatalarını kökünden t e m i z l e m e k zamanı gelmiştir. Hataları
düzelteceğiz.
Bu
rın çalışmasını isterim. En
hususta
bütün
vatandaşla
nihayet b i r iki y ı l içinde
bütün T ü r k halkı yeni harfleri öğrenmelidir, ö ğ r e n e cektir. Milletin, kafasiyle olduğu gibi, y a z ı s i y l e
de
medeniyet âleminin yanında olduğunu gösterecektir. Bunu duyan halk, O'nu kucaklamak, bağrına bas m a k için birbirini ç i ğ n e m e ğ e başladı. Görülmemiş coş kunluk
sırasında
gecenin ikisi oradan
ağlayanlar
olup,
ayrılmadı.
da
vardı.
bütün g a z i n o Herkes
Atatürk
boşalıncaya
çekildikten
sonra
ada'ya yollandık. Anadolu Y a t Kulübü'nün
saat kadar
Büyükçağrılısı
olduğu halde, halkın eğlencesini seçen A t a t ü r k ' ü n pırıl pırıl
ışıkların
altında fraklı
tuvaletli kadınları — dık.
görünce
Sarayburnu'nda
s m o k i n g l i erkeklerle,
suratı
yaptığımızı
asıldı: burada
yapamaz
Dedi. B ö y l e c e l â t i n harfleri kabul edildi. H e m de h a l k ı n
içinde ve onun oldu.
oyu
Anadolu'yu
alınarak...
A t a t ü r k başöğretmen
boydan boya dolaştı.
Gezilerinde
halkı sınav y a p t ı ve dersler verdi. H a l k okulları açıl dı, bir buçuk m i l y o n cahil insan okuyup y a z m a ö ğ rendi. A t a t ü r k , harf devrimi için beş y ı l l ı k bir plân hazırlayıp g e t i r e n l e r e çıkışmış, « B u iş ya üç ayda olur, ya hiç o l m a z » demişti. O l a y l a r O'nun h a k l ı olduğunu bir k e z daha g ö s t e r d i .
40
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
BENİ İMTİHAN EDİYOR
YENİ harflerin
alındığı
günlerdeydi.
Ata-
türk ç o k düşünceli görünüyordu. Ü z e r i n e , büyük
bir
işe
çökmüştü. pacaktık.
girişeceği
Söğütlü Hareket
zamanlardaki
yatıyla
Boğaz'da
dalgın
bir
hali
gezinti
ya
ettik.
Bu g e z i d e o z a m a n Başbakan olan İ s m e t İnönü de vardı. çağrılı
Sekiz kişilik k a d a r bir misafir topluluğu da
bulunuyordu.
Y a t , Kuruçeşme önlerine g e l d i ğ i z a m a n A t a t ü r k , yine dalgın ve düşünceli haliyle oturduğu y e r d e n a y a ğa kalktı. O sırada ben h i z m e t g ö r ü y o r d u m . P a r m a ğ ı y l a « g e l » şeklinde bir işaret y a p a r a k : —
Sen o k u m a k y a z m a k bilir m i s i n ?
— Eski
harflerle
— Yeni
harfleri
D i y e sordu.
okur y a z a r ı m . b i l i y o r musun?
— Biliyorum, f a k a t
birleştiremiyorum.
— Öyleyse seni imtihan e d e l i m . . . İşte
o z a m a n şaşırıp kalmıştım. H a y a t t a en çok
korktuğum
şey,
imtihan,
sonunda
başıma
gelmişti.
H e m de nasıl ve k i m tarafından?.. U f a c ı k bir not kır mam,
zaten
son
günlerde
düşünceli
gördüğüm
Ata-
GİZLİ
DEFTERİ
41
türk'ü bir anda k ı z d ı r m a ğ a ve b a ğ ı r t m a ğ a yetebilirdi. Benim, o bir iki saniye içinde g e ç i r d i ğ i m korkuyu hiç f a r k e t m i y e r e k İ s m e t İnönü'ye döndü ve şöyle sordu: —
Ne
dersin
Paşam?
İsmet İnönü başıyla —
Derhal
bir k â ğ ı t
imtihan
onaylıyarak: edelim...
Dedi.
Sonra
bana
alarak g e l m e m i e m r e t t i .
B i r yandan salondan k a m a r a y a koşuyor, bir y a n dan da « İ n ş a l l a h ben dönünceye k a d a r imtihanı, y e n i y a z ı y ı falan unuturlar da, başka şeylere d a l a r l a r » d i y e düşünüyordum.
Fakat
Tekrar
girdiğimde
salona
duydum.
hiç
te
umduğum
bütün
Başta A t a t ü r k olarak bu
gibi
bakışları
olmadı. üzerimde
k a d a r seçkin kişi
nin önünde imtihan v e r m e k . . . Olur iş d e ğ i l ! A t a t ü r k ' ü n başı hep aynı düşünceye saplanmış gibiydi. Bunun ne olduğunu biraz sonra çözebilecektim. H e p o dalgın haliyle başı önüne e ğ i k : —
Y a z b a k a l ı m « B i r a s o ğ u k t u r » dedi.
B e n de aynen, okunduğu
gibi
şimdi olduğu gibi,
yazdım.
Oysa
eski
nasıl yazılırsa
harflerle
«Soğuk
t u r » diye yazılır. Ş i m d i ise aynı söylendiği gibi y a z ı lıyor. B e n « S o u k t u r » diye y a z m ı ş t ı m . —
Sen
öğrenememişsin!...
arkadaşlardan
Selâhattin'i
Diyerek
çağırdı.
O
öbür sofracı arkadaşın
üs
tünde de aynı bendeki k o r k u y a benzer bir korku v a r dı. Benim nasıl y a z d ı ğ ı m ı , başıma geleni de g ö r d ü ğ ü İçin aynı h a t a y a düşmiyeceğini sanıyordum. H e r hal de daha başka bir şey y a z a c a k t ı . N i t e k i m « S o ğ u k t u r » yazdı. Ona d a aynı h a k a r e t : — Sen de ö y l e . . . Öğrenememişsiniz... Bir türk'ün
anda bu
ikimizin
sözlerden
de
korkusu
sonra
artık
dağılmıştı. bize
Ata
bagrmıyaca-
ğ ı m anlamıştık. H e r z a m a n böyle olur, hakaretin do-
42
ATATÜRK'ÜN
zu biraz fazla kaçınca,
UŞAĞININ
b a ğ ı r m a faslı da başlamadan
biterdi. O gün bu konuda her hangi bir k a r a r a v a r a m a d ı . Y a l n ı z bir ara benim y a z ı m ı Şükrü K a y a ' n ı n savun duğunu
duydum:
— Paşam, Çelebi'nin y a z d ı ğ ı doğrudur, diyor, A t a türk t e gözünü k ı r p a r a k g a y e t memnun: —
B i z biliriz... D i y e işi kapatıyordu.
Gezinti Küçüksu Sarayı'nda sona erdi. A t a t ü r k ' ü n harf devrimi üzerinde çok kafa yorduğunu, kaç g e c e sinin uykusuz g e ç t i ğ i n i çok i y i h a t ı r l a r ı m .
GİZLİ
43
DEFTERİ
HAVUZDAKİ ÇIPLAK KADINLAR A T A T Ü R K ' Ü N İstanbul'daki önceden
hazırlanmış
bir
gezileri için
p r o g r a m yoktu.
Çok çabuk k a r a r l a r verir, aklına estiği zaman, istedi ğ i y e r e giderdi. B i r gün öğle y e m e ğ i n d e n sonra yine birden bire m o t o r istedi. Y a n ı n d a her zaman g e z i l e rinde bulunan K ı l ı ç A l i , R e c e p Zühtü, C e v a t Abbas, Salih Bozok, N u r i Conker vardı. M o t o r l a
Boğaz'a
doğru hareket edildi. O Her
gün
gün
ben
bir
Saray'da
arkadaş
nöbetçi
nöbetçi
olarak
kalır,
kalmıştım.
akşam
sofrasını
hazırlardı. B a ş y a v e r i n emrini bekler, sofra kaç kişilik olacaksa ona g ö r e düzenlerdi. Gece
saat
yirmi
ikiye
kadar
bekledim.
Hiç
bir
emir gelmedi. O akşam Büyükada Y a t Kulübü'ne g i deceklerini sanıyordum. D e r k e n bir telefon. « B e y l e r beyi
Sarayı'na
yirmi
kişilik
bir
yemek
sofrası
d e r i n » deniliyordu. H a z ı r l ı ğ ı m ı z ı yaptık, Sarayı'nın
gön
Beylerbeyi
yolunu tuttuk. Tabii aşçıbaşı Bolulu M e h
met U s t a beraberimizdeydi. K o n u k l a r ı m e r a k l a bekle meğe
başladık.
Sabaha karşı saat üçe doğru Söğütlü y a t ı görün dü.
Beylerbeyi
Sarayı'nın
leri
karşılamak
üzere kapının önüne
rıhtımına
yanaştı.
Gelen
ç ı k t ı ğ ı m d a ne
g ö r e y i m ? . . A t a t ü r k ' ü n iki kolunda çok şık, çok g ü z e l iki hanımefendi. G e r ç e k t e n o güne k a d a r A t a t ü r k ' ü n
44
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
yanında güzel kadın g ö r m e d i ğ i m i z i söylersem
hak
s ı z l ı k etmemiş olurum. Oniki yıl içinde bunlar gördü ğ ü m kadınların en güzelleriydi. H e p beraber içeriye g i r i p , hazırlanmış olan sofra ya oturdular. Y e m e k l e r yendi, içkiler içildi. Konuşul du, gülündü. M i s a f i r l e r sabah saat beşe d o ğ r u motor larla
ayrıldılar. Başka
bir
bir toplantı
gün Beylerbeyi
Sarayı'nda yine böyle
oldu. M e c l i s oldukça kalabalıktı.
Ses ve
saz sanatçıları, müzisiyenler de konuklar arasındaydı. M e c l i s Başkanı K â z ı m Özalp, M i l l î E ğ i t i m
Bakanı
V a s ı f Çınar başta g e l i y o r l a r d ı . Şişli sosyetesinden toplanmış on kadın toplantıya çeşit katıyordu. G e r ç i genç, güzel denemez, f a k a t o l g u n kadınlardı. Ç o k pahalı ve şık giyinmişler, boyan mışlardı.
Kadın
konusunda
biraz
kıskanç
olan
Ata
türk, kadınların tırnaklarının bile boyanmasını hoş k â r şılamazdı. B o y a l ı kadın gördü mü, boyalarını sildirir, y ı k a n m a l a r ı n ı ister, « O l d u ğ u gibi g ö r ü n ü n . . . » derdi. Bunlara da aynı şeyi yaptı. K a d ı n l a r sildikten
sonra
soyundular.
Sıcak
bir
boyalarını
Ağustos
gece
siydi. Beylerbeyi Sarayı'nın beyaz m e r m e r l e r i üzerin de yürüyerek salonun ortasındaki g ö z kamaştıran ha v u z a girdiler.
Atatürk
kadınların yürüyüşüne
dikkat
le bakıyordu. Bu eğlence saatlerce sürdü. B i r yanda Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, bir y a n da alaturka m ü z i k . . . B a ğ d a ş ı r mı, b a ğ d a ş m a z mı, onu b i l m e m ama, o g e c e a y n ı çatı altındaydılar. H e r za man
gelen
sazendeler
arasında
Deniz
S a f i y e A y l â , N u b a r T e k y a y , Selâhattin fız
Yaşar
Kızı
Eftelya,
Pınar, H a
bulunuyordu.
Y a z süresince h e r akşam bu
toplantılar
yapıldı.
Sofrada misafirlerin sayısı ise y i r m i d e n hiç aşağı düş medi...
GİZLİ
DEFTERİ
45
İÇKİSİNE K A R I Ş A N L A R
A T A T Ü R K ' Ü N içki içmesine karşı olanların başında U m u m î K â t i p H i k m e t B a y u r geliyordu. B a y u r -herhalde A t a t ü r k ' ü hepimizden çok sevdiğinden türlü
olacak-
bahaneler
O'nu
bulur,
içkisinden
fakat
hiç
caydırmak
birini
için
başaramazdı.
A r a l a r ı n d a sık sık t a r t ı ş m a l a r a tanık olurdum. H e m e n her
sabah
tekrarlanan
bu
tartışmalardan
Bayur'un
y e n i l g i y e u ğ r a d ı ğ ı n ı üzülerek görürdüm. Bayur,
e r k e n saatlerde
A t a t ü r k ' e gelir,
o günkü
ajans bültenlerini g e t i r i r ve kendisinden direktif alır dı. A t a ' n ı n y o r g u n halini g ö r e n B a y u r d a y a n a m a z : — P a ş a m yine renginiz y e r i n d e değil, çok y o r g u n ve bitkinsiniz. Şu i ç k i y i bu k a d a r çok içmeseniz daha i y i olur. D e r d i . Bu belli
karışmaya
etmemeğe —A
Atatürk'ün
canı
sıkılır
ama,
hiç
çalışarak:
Hikmet
Bey,
ben
rakıyı
içerdim.
şimdi
Bugüne
değil,
daha
Harbiye
talebesiyken
kadar da hiç.
zararını
g ö r m e d i m . D i y e karşılık verirdi. Bayur bu
nun da altında k a l m a z d ı : —
Muhterem
mediğinizi
Paşam,
sanırsınız,
fakat
bugün belki z a r a r ı n ı g ö r yarın
göreceksiniz.
Siz
bu m e m l e k e t e lâzımsınız. K e n d i n i z e acımıyorsanız ba ri bu m i l l e t e acıyın. Bu m i l l e t sizin v a r l ı ğ ı n ı z l a k a i m . . .
46
A T A T Ü R K ' Ü N UŞAĞININ
A t a t ü r k bu sözleri hep gülümsiyerek karşılardı. F a k a t bir gün canına t a k demiş olacak ki, H i k m e t Ba y u r y i n e içkiyi kötüleyen konferansına başladığı sı rada birden bire: — H i k m e t B e y , seni Kabil'e sefir y a p a l ı m . Git, oraları g ö r ; hatta icap ederse Hindistan'a k a d a r g i t O r a l a r hakkında bilgi edin... Oku, tetebbu et ve ilim g e t i r . B i z e bu yolda f a y d a l ı ol... Dedi. Bu suretle H i k m e t Bayur'un Kabil Büyükelçiliğine a t a n m a emri v e r i l m i ş oluyordu. B a y u r birkaç gün sonra a y r ı l a r a k Kabil'e g i t t i . Bana ö y l e g e l i y o r ki, bu atanma, Bayur'un yurda h i z m e t kaygusu, yalansız o l a r a k A t a t ü r k ' e içki içmemesi öğüdü ve içmesine engel olma hareketinden ileri geliyordu. O H i k m e t B a y u r ki, sevgisini, saygısını hiç eksik e t m e d i ğ i Bü yük A d a m a « İ ç m e P a ş a m » sözünü ilk s ö y l e y e b i l m e k cesaretini göstermiş, f a k a t bunu çok sevdiği A t a türk'ün yanından uzaklaştırılma cezasiyle ödemişti. N i t e k i m H i k m e t B a y u r haklı çıkmış, A t a t ü r k te sonunda içkinin fenalığını anlamış, f a k a t iş işten g e ç mişti.
GİZLİ DEFTERİ
47
UYKUSUZLUK
ATATÜRK ler, hiç
düşünmüşler
tiyenler, bu
için
acaba midir?
üç
Büyük dum.
O'na
bırakamaz»
gelip içkiyi
diyen-
aldanacaklarını bıraktırmak
is-
o z a m a n kimbilir nasıl şaşırmışlardır. E v e t ,
kadar içki kullanan
adam,
«içkiyi
bir g ü n
REKORU
ay hiç
Nutkunu
Akşamları
ve
ondan
ayrılamaz görünen
rakı içmeden de durabiliyor... yazarken
yine
sofra
ben
bunun
kuruluyor,
tanığı
ol
herkes karşı
sında y i y o r , i ç i y o r ; fakat O, a ğ z ı n a bir damla bile iç k i k o y m u y o r d u . H a t t â y e m e k y e r k e n herkesin içişini gülümsemeyle seyredişi hâlâ gözümün önündedir. O y sa ben, den
alışkın
insanların
bir gün
duramıyacaklarını
içkiye
sanırdım.
Atatürk'ün
ay kendi bütün
isteğiyle
içme
tam
üç
i ç k i y e boykotuna benimle b i r l i k t e
çevresindekiler
O'nun g ö r e v
bile
aşkını
de
ve
şaşıp
kalmışlardı.
sorumluluğunu,
nın ve beğenilerinin de üstünde
Bu
da
alışkanlıkları
tuttuğunun en g ü z e l
örneklerinden biridir. Büyük N u t k u n u gibi,
k ı r k s e k i z saat
hazırlarken,
hiç içki
te ettirişini de hatırlarım. Ö y l e ki, y a z ı yorulan değişiyor,
içmediği
hiç gözünü kırpmadan y a z ı dik f a k a t O,
binlerce
belge
yazmaktan arasından
ayırdığı n o t l a r ı y l a büyük eserini t a m a m l a m a k için u y kusunu bile v e r m e k t e n çekinmiyordu. B ö y l e z a m a n l a r -
48 da, yine
ATATÜRK'ÜN yazdıklarını
sofrada
eski köşkün
arkadaşlarına
UŞAĞININ
okutur,
çalışma odasına geçer,
sonra
kâh otura
rak, k â h a y a k t a çalışmalarını sürdürürdü. N u t u k , ça lışmanın, insan gücünün nasıl üstüne çıkışını g ö s t e r d i ğ i için, a y r ı bir önem de taşımaktadır. A t a t ü r k ' ü n hiç uyumadan üç gün durabildiğini de, g ö r m ü ş ve inanamamıştım. Cephede değildik, savaş ta yoktu. da
Uykusuzluğu
karşı
karşıya
gerektirecek
önemli
bulunmuyorduk. F a k a t
a m a ciddi bir işe başladı mı
bir O,
olayla bir işe,
onun sonunun g e l d i ğ i n i
g ö r m e d e n asla rahat e d e m e z d i . Tarihle
uğraştığı
sıralardı.
Atatürk
içerde
çalı
şıyor, ben kapıda oturmuş bekliyordum. S a a t sabahın begine g e l i y o r d u . U y k u y u d a ğ ı t m a k için e l i m e bir k i tap
almıştım. A d ı « İ z m i r ' i n İ ş g a l i » idi.
Çok meraklı
olan bu kitaba kendimi k a p t ı r d ı ğ ı m halde, bütün uğ raşım boşa gitmiş, şafak sökerken dayanamamış, y o r gunluğun
etkisiyle uyuya
kalmışım.
Bu sırada A t a t ü r k z i l e basmış, fakat ben k o l t u k t a derin bir uykuya d a l d ı ğ ı m için u y a n a m a m ı ş ı m . Z i l l e uyandıramayınca,
kendisi
çağırmak
zorunda
kalmış.
B i r de b a k t ı m ki, k a p ı y ı a r a l a m ı ş : —
Çelebi,
Çelebi!.. D i y e sesleniyor.
H e m e n yerimden f ı r l a d ı m : —
Paşam... Emriniz... Diyebildim.
A m a bendeki korkuyu v a r ı n siz hesap edin. Ba ğıracak,
parlıyacak
diye
ödüm
kopuyordu.
Ellerimi
önüme kavuşturmuş, b e k l i y o r d u m . F a k a t nedense k ı z madı. G a y e t sakin y ü z ü m e —
bakarak:
Bana bir k a h v e g e t i r i n i z . Dedi.
H e m e n koştum. O r t a şekerli bir k a h v e y a p ı p g e t i r d i m . Daha k a h v e y i i ç m e d e n : —
Senin
tahammülün
A r k a d a ş l a r ı n gelsin... D e d i .
kalmamış,
haydi g i t
yat!
GİZLİ DEFTERİ
49
Söyliyecek hiç bir şey kalmamıştı. Sadece k e k e liyerek: P a ş a m uyumadım. miş... D i y e b i l d i m .
Kitap
okurken içim
geç
Gidip arkadaşları kaldırdım. H i z m e t i d e v r e t t i m ve yatmıya gittim. A k ş a m nöbet sırası yine bana gelmişti, üçüncü gecedirki, A t a t ü r k gözünü kırpmıyordu. Yüzü hafif süzülmüş g i b i g e l d i bana. Sofra kuruldu. Bu, onaltı kişilik bir sofraydı. Misafirler g e l e r e k yerlerini aldı lar. Sabahki uyku olayını unutmuştum bile... T a m içki faslı başladığı zaman misafirlere dönerek: — Bu çocuk dün g e c e sabaha kadar beni bekledi, Dedi. Birden k o l t u k l a r ı m kabardı, önüme baktım. Misa firler bana biraz da kıskançlıkla bakarken A t a t ü r k : — Öyle ama, sabaha karşı uyumuş. D e m e z m i ? Sonra «Senin uykusuzluğa tahammülün y o k » d i y e alay e t m e ğ e başladı. Canım çok sıkılmıştı. Misafirler de hep birden g ü l m e ğ e başladıklarından utanç içinde kıvranıyordum. İ ç i m d e n kendi kendime nasıl da k ı z ı yordum. Saat sabahın beşine k a d a r uyuma da, on dan sonra uyu... Bu olay bana ders oldu. A t a t ü r k ' ü n o tarihten sonra üç gün süren büyük bir uykusuzluk geçirdiğini hatırlamıyorum. F a k a t g e ç saatlere kadar kaldığı v a kitler de bütün d i k k a t i m i kullanarak uykuyu aklıma bile g e t i r m e m e ğ e çalışmışımdır. O bir kaç dakikalık Uyku, bende unutulmaz bir anı bıraktı. Büyük adama hizmetin zor olduğunu bir kez daha anlamış oldum.
F. 4
50
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
SOFRAYI T E R K E D İ Y O R
R E Ş İ T Galip ile A t a t ü r k arasında g e çen oldukça ilginç bir t a r t ı ş m a v a r d ı r ki, bir
çokları
tarafından
yanlış
bilinmektedir.
Sofrada
g e ç e n bu tartışmayı Y a k u p K a d r i K a r a o s m a n o ğ l u da bir
yazısında y a z m ı ş ,
sonunu
da bilenler tamamlasın
demişti. Bilenlerden biri olarak üstadın bu makalesini tamamlamağa
çalışacağım.
A t a t ü r k asla kin tutmazdı. B i r k i m s e y e ne k a d a r k ı z a r s a kızsın
bir
z a m a n sonra onu
affeder,
olanları
unuturdu. Bu yüzden çevresindekilerden bir çokları za man zaman g ö z d e n düşer, sonra yeniden affedilir, eski yerlerini alırlardı. İ ş t e Dr. R e ş i t Galip te g ö z d e n dü şüp,
sonra
itibara
kavuşanlardandı.
Dolmabahçe Sarayı'nın H a r e m K ı s m ı n d a (Hususî D a i r e ) akşam sofrasını henüz kurmuştum. M e v s i m l e r den yazdı. M i s a f i r l e r birer ikişer geldiler. Y e m e k sü resince herkes, her konuda konuştu. Gece yarısına ka dar süren toplantı sonunda Reşit Galip'in a y a ğ a kalk t ı ğ ı n ı gördüm. O z a m a n ı n M i l l î E ğ i t i m B a k a n ı E s a t Hoca'yı kastederek: — Y a ş l ı insanlara v e k i l l i k y a p t ı r m a m a l ı . M e m l e kete fayda y e r i n e z a r a r g e t i r i y o r . Dedi. Bunun
üzerine
Atatürk:
M e m l e k e t t e M a a r i f V e k i l i y o k mu?
GİZLİ
—
DEFTERİ
5l
V a r ya... Esat Hoca mükemmeldir.
D e y i n c e R e ş i t Galip h a y ı r anlamında başını sallıyarak: — Çok i y i ama, çok ta ihtiyar. A r t ı k ondan g e ç miştir. Bu m e m l e k e t i n M a a r i f V e k i l i o adam değildir. Dedi. Bunun üzerine A t a t ü r k ' l e R e ş i t G a l i p arasında şu tartışma —
geçti:
Yahu
nasıl
olur?
Bu
adam
beni
okutmuştur,
nasıl M a a r i f V e k i l i o l a m a z m ı ş . — D e ğ i l seni okutmak, senin A l l a h ı n ı okutsa yine bu adam M a a r i f V e k i l i olamaz. O devirde dalkavukların yanında b ö y l e medenî ceııaret
sahibi,
vardı. F a k a t üyesi
sözünü
sakınmaz
cinsten
bu derece ileri g i d e c e ğ i ,
hakkında
bu
derece
sert
kimseler
de
bir H ü k ü m e t
konuşacağı
kimsenin
aklından bile g e ç m e z d i . A t a t ü r k tarifsiz şekilde k ı z mıştı. F a k a t duygularını belli etmeden, çok sakin şu emri v e r d i : —
Lütfen sofrayı terkediniz!
— Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Gerçi biz saraydayız ama, hocanız H a c e - i Sultanî değildir. C u m huriyette serbesttir... D i y e başlayınca A t a t ü r k y a v a ş ça yerinden k a l k t ı . K u c a ğ ı n d a k i p e ç e t e y i m a s a y a bı raktıktan
sonra:
— Ö y l e y s e müsaade dedi ve
salondan
çıkıp
ederseniz ben
terkedeyim.
gitti.
H e m e n arkasından koştum. D o ğ r u H a r e m kısmındaki yatak odasına g i r m i ş t i . B e n de arkasından g i r dim.
H e r z a m a n olduğu gibi kapıları kilitledim. A t a -
türk soyunana k a d a r bir kelime henüz yatışmamıştı. belki de hiç
kimse
konuşmadı.
Cumhurbaşkanı
O'nunla
böyle
olduktan
Sinirleri sonra
konuşmamıştı.
52
ATATÜRK'ÜN —
Çelebi Efendi, desene
büyütüyormuşuz.
ki,
yılanı
UŞAĞININ koynumuzda
Dedi.
C e v a p v e r m i y e r e k yavaşça k a p ı y ı açıp dışarı çık tım.
Oradaki
görevim
bitmişti.
Y e m e k salonuna dönünce bir de ne g ö r e y i m . R e şit
Galip
rakı
kadehini
hırsından
dişlerinin
arasına
almış k e m i r i y o r . B a ş ucunda da R e c e p Zühtü ve K ı l ı ç A l i duruyorlar. R e ş i t
Galip
başını
kaldırıp
beni g ö
rünce: — Çelebi, bana bir kadeh r a k ı ver, d i y e bağırdı. — Efendim, kilerci uyumuş. D i y e a t l a t m a ğ a ça lıştım. —
Demek
bana
verecek
bir
kadeh
rakın
bile
kalmadı desene... D i y e acı acı söylendi. Ne
yalan
söyliyeyim,
bu
olaydan
çok
üzüldüm.
Çünkü R e ş i t Galip'i g e r ç e k t e n çok seviyordum. A r a larının açılmasına gönlüm razı değildi. F a z l a içip te daha
kötü
bir
olaya
meydan
verilmemesini
istemiş,
bu yüzden de r a k ı y o k demiştim. R a h m e t l i y e bir k a deh rakıyı e s i r g e y i ş i m içimde eziklik o l a r a k kaldı. Ertesi küserek
gün
Reşit
Ankara'nın
Galip,
yolunu
Atatürk'e
tuttu.
Hattâ
ve
İstanbul'a
cebinde
on
lirası bile o l m a d ı ğ ı için tren parasını U m u m î K â t i p T e v f i k Beyden b o r ç aldığını hatırlarım. A r a d a n bir a y geçmişti. B i z yine İstanbul'daydık. Y e m e k salonuna g e l e n A t a t ü r k bir a r a bana: —
Çelebi
efendi,
şimdi A n k a r a ' d a R e ş i t
Galip
B e y bir konferans verecek, onu d i n l i y e l i m . Dedi. Daha
şaşkınlığım
geçmeden
koşup
radyoyu
aç-
tım. R e ş i t Galip'in T ü r k o c a ğ ı salonunda v e r d i ğ i kon feransı
sessizce
gözlerinde —
dinledi.
Radyoyu
kapattıktan
bir sevinç pırıltısı yanıp söndü:
Kendisini affettirdi. Dedi.
sonra,
GİZLİ
53
DEFTERİ
Onbeş g ü n kadar sonra da biz A n k a r a ' y a g i t t i k . Ertesi akşam R e ş i t Galip'i s o f r a y a çağrılmış g ö r d ü m . Sanki
aralarında hiç
ediyorlardı.
Bir
kaç
bir şey g e ç m e m i ş gibi h a r e k e t gün
sonra
da
Reşit Galip'in Millî E ğ i t i m Bakanı
Anadolu
Ajansı,
olduğunu haber
veriyordu. O g e c e sofra oldukça kalabalıktı. R e ş i t Galip'in üzerinden
sevinç akıyordu.
anında A t a t ü r k
Toplantının en
kapıda duran
kıvamlı
askerlerden ikisini
ça
ğ ı r d ı ve g ü r e ş t i r m e ğ e başladı. Çoğunluk böyle yapar, gezilerinde olsun,
köşkte
lerden
yanına
çağırarak
yettiğini
gözleriyle
bir
gücünün
kaçını
nelere
olsun,
yiğit
mehmetçik-
güreştirir, görmek
Türk isterdi.
H a t t â yanında bulunan çok sevdiklerini, bu m e h m e t çiklerle
-istemeseler
bile- güreşe tutuşturur,
onların
hırpalanışını hazla seyrederdi. B i r k a ç keresinde mehmetçikleri kendisiyle güreşe de d a v e t etmiş, f a k a t hiç biri «Senin sırtını yedi düvel y e r e getiremedi, biz mi g e t i r e c e ğ i z » d i y e güreşe yanaşmamışlardı. Güreş çok tatlıydı. H e p i m i z büyük bir dikkat v e merakla
sonunun
nasıl
g e l e c e ğ i n i bekliyorduk.
Reşit
Galip'in ise m e r a k ı son haddini bulduğu bir sıra, A t a türk askerlere işaret ederek yeni bakanı « a l t ı o k k a » yapmalarını emretti. H e p i m i z şaşırmıştık. B a k a n da ö y l e .
D a h a şaş
k ı n l ı ğ ı m ı z g e ç m e d e n o babayani iki asker, R e ş i t G a lip'i k a r g a tulumba kucaklayıverdiler. H a v a y a k a l k a n bakan, önce bir iki çırpınmayı denedi; fakat ne had dine... D e v gibi muhafızların birer çelik pençeyi an dıran elleri
arasında k ı p ı r d a m a k ne mümkün...
Mecliste
bulunanlarda
heyecan
son
haddini bul
muştu. Sonunun ne olacağını m e r a k ediyorlar, adeta nefes
bile
almaktan
korkuyorlardı.
ğukkanlı ve tabii görünüyordu.
Atatürk
ise
so
54
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
A s k e r l e r , R e ş i t G a l i p ' i i k i üç sefer h a v a y a kal dırdılar.
T a m y e r e v u r a c a k l a r ı sırada A t a t ü r k ' ü n bir
işaretiyle v u r m a k t a n v a z g e ç i y o r l a r , t e k r a r v a r hızla r ı y l a h a v a y a sallıyorlardı. Birkaç
k e z tekrarlanan bu hoş oyundan
sonra
( b i z çocukluğumuzda ç o k o y n a r d ı k ) A t a t ü r k sofradakilere döndü. G ü l e r e k : — B i z istersek böyle de hareket edebiliriz. Dedi. Acaba Atatürk, hakaret
eden
Reşit
v e r m e k istemişti?
bu
oyunla,
Galip'e
vaktiyle
centilmence
A m a ben,
bunun
kendisine bir ders mi
şaka çerçevesini
hiç bir z a m a n a ş m a d ı ğ ı n ı sanıyorum. A t a t ü r k , R e ş i t G a l i p ' i sevmeseydi, o olaydan sonra onu ne bakan y a pardı, ne de altı okka ettirirdi. Reşit birkaç
ay
Galip'in M i l l î geçtikten
Eğitim
sonra
Bakanı
İstanbul
oluşundan
Üniversitesi'nde
« İ n k ı l â p T a r i h i » için bir kürsü g e r e k m i ş t i . O gün sof rada, d e v r i m l e r i m i z i n tarihçesini yapacak kişinin kim olabileceği görüşülüyordu. A t a t ü r k , revin
kendisine
—
düşmesi g e r e k t i ğ i
hararetle bu g ö tezini
savunuyor:
Bu işi ancak ben yapabilirim. G e r ç i inkılâbı
beraber yaptık, f a k a t bu kürsüyü ben işgal edebilirim, y o k s a bu m a a r i f vekilinin işi değil.
O l m a z s a benim
n a m ı m a k ı z ı m A f e t y a p a r . Diyordu. R e ş i t Galip ise i t i r a z ı basıyor: — receğiz.
P a ş a m , her şeyi siz yaparsanız, biz ne iş g ö Diyordu.
Fakat Atatürk'te —
dediğim dedikti:
Ya ben, ya A f e t H a n ı m . D i y o r da, başka bir
şey söylemiyordu. R e ş i t Galip buna da cevabı y e t i ş t i r i y o r : —
Paşam, A f e t H a n ı m kızınızsa, b i z l e r de oğlu-
nuzuz. A r a m ı z d a f a r k v a r mı ki. Bu işi M a a r i f V e küinin yapması l â z ı m d ı r .
B i z de oğlunuz olarak bu
GİZLİ
DEFTERÎ
vazifenin
55
kendimize verilmesini
istiyoruz.
Diye
söy
leniyordu. Bu iş sonuçlanmadan, aynı günler içinde bir baş ka o l a y a daha dokunmak isterim. B i r kaç gün sonra sofrada, K ı l ı ç Ali, Recep Zühtü, A t a ' n ı n etrafını ç e virmişler,
şurdan
burdan konuşuyorlardı. B i r a r a R e
cep Zühtü, A t a t ü r k ' e : — P a ş a m , dedi. R e ş i t G a l i p ' e biri demiş k i : H i t l e r bugün
konuşacak.
cevabı v e r m i ş : Atatürk larla
bu
Bunun
üzerine
Reşit
Galip
te
şu
B i z i m H i t l e r her gün konuşur. lâfa kızmak
şöyle
dursun,
kahkaha
gülmüştü.
Aradan
günler g e ç t i .
Reşit
Galip
hâlâ
İnkılâp
T a r i h i kürsüsü için çalışıyor, A t a t ü r k ' ü uygun bir za manda kandırabilir m i y i m , diye düşünüyordu. T a m
o
sırada M i l l î E ğ i t i m Bakanlığından d a affedildi. Y e r i ne H i k m e t B a y u r geldi. Bakanlıktan memişti.
ayrılması
Reşit
Galip'e
uğurlu
gel
B i r g ü n M o d a ' d a denize düşmüş, z a t ü r r i e y e
yakalanmış. İ k i ay kadar tedavi oldu. Garip rastlantı, Hikmet
Bayur,
v e r d i ğ i gün, muştu.
İnkılâp
Kürsüsünde
ilk
konferansını
R e ş i t Galip te h a y a t a gözlerini
yum
56
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
K O N T E S İ ŞAŞKINA ÇEVİRDİM
A T A T Ü R K d o ğ r u söze bayılır, dobra dobra konuşanları severdi. gururluydu.
Hizmetkâr
neferleriyle
arkadaşça
olmamıza konuşur,
Kibirli rağmen
sorular
değildi, bizlerle,
sorar,
şaka-
laşır, dertlerimizle a y r ı a y r ı ilgilenir, her fırsatta bi ze
konuşma özgürlüğü
tanırdı,
— Çelebi, ne dersin bu işe? Diye
sık
sık
benim
fikrimi
aldığını
hatırlarım.
O'nun bu huyunu b i l d i ğ i m için, sorduğu her şeye hiç çekinmeden, ucu zülfi y â r e de dokunsa, cesaretle c e v a p v e r m e ğ e g a y r e t ederdim. Bunun ödülünü de, ölün ceye
kadar
hizmetinde
A t a t ü r k beni,
her
şeyi
kalmak
suretiyle
açıkça konuştuğum,
gördüm. yalancı
l ı ğ a v e dalkavukluğa k a ç m a d ı ğ ı m için tutmuş olmalı. B i r g ü n yurdumuza Fransa'dan konuk bir m a d a m geldi.
Adını
hatırlıyamadığım
bu
madamı
«Kontes»
d i y e çağırıyorlardı. Y a ş l ı , t e m i z g i y i m l i , asil görünüş lü bir kadındı. A t a t ü r k D o l m a b a h ç e Sarayı'nı, m a d a m a
kendisi
gezdiriyordu. Gezintide F e t h i Okyar, K â z ı m Özalp t a v a r d ı . A r k a l a r ı n d a n , üzerimde s m o k i n g olduğu halde ben de yürüyordum. Saray'ın kabul salonunda N a p o l e o n ' a ilişkin
üç
tane masa vardır. Bunların üzerlerinde bir takım r e -
GİZLİ
DEFTERİ
57
simler, N a p o l e o n ' u n Damdonörleri, annesi ve k ı z k a r deşinin adları yazılıydı, Boş z a m a n l a r ı m d a sarayı g e z m e ğ e çıkınca her zaman bu masalara bakar, üstündeki y a z ı l a r ı o k u m a ğ a dalardım. mıyarak
ezberlemişim.
O k u y a okuya farkında ol-
Oraya
gelince
fırsatı
kaçır
madım. H e m e n atıldım. N a p o l e o n ' u n aile kişilerinin adlarını
sıralamağa
Kontes
başladım.
şaşırmıştı.
Hem
Napoleon
hizmetkârın ezbere bilmesinden, devlet
başkanının
atılarak
karşısında,
serbestçe
sülalesini
bir
h e m de koskoca bir
hizmetkârının
ortaya
konuşmasından...
Kontes Atatürk'e dönerek: — lar,
Sizin için d i k t a t ö r diyorlar.
sizden
hiç
çekinmeden,
O y s a bu
korkmadan
adam
konuşabili
yorlar... A t a t ü r k şu —
karşılığı v e r d i :
B e n i m için d i k t a t ö r diyorlar. E v e t , ben dikta
törüm ama, kalpleri kazanarak d i k t a t ö r oldum. Bunlar benim v e r d i ğ i m e m i r l e r i y a p a r l a r . Benden ne di ye
korksunlar?... B i r g ü n sonra... İ z i n l i olduğum için o g e c e sofrada hizmet e d e
memiştim.
Atatürk,
izinli
olduğumu
yar'a
dönerek:
—
şefimiz
söylemiş.
İbrahim'e
beni
sormuş,
Bunun üzerine F e t h i
Ok-
N a p o l e o n ' u n annesini, kızkardeşini ne sen bi
lirsin, ne de ben. B i z i m Çelebi z e k i çocuktur. H e l e bugün çok hoşuma g i t t i . T ü r k l e r i n hizmetkârları bile Napoleon'un f a m i l y a s ı ile alâkalı... Beni d i k t a t ö r ta nıyan insanlardan bir
tanesi bu v a z i y e t i g ö r m ü ş ol
du. Onun için memnunum. D e m i ş . Ertesi günü bunu İbrahim'in a ğ z ı n d a n duyduğum zaman
kabıma
sığamıyordum.
58
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
SERVETLERİNİZİ VERİNİZ
1930-1931 bir
YILLARINDA
ekonomik
yurdumuzda büyük
bunalım
başgöstermişti.
Ü r ü n fiatları düşüyor, D e v l e t bütçesindeki açık geniş ledikçe genişliyordu. Genel bir ulusal e k o n o m i sefer berliği
olmadıkça
bu
hal
düzelemezdi.
H e r gün bir
y a d a birkaç tüccarın iflâs e t t i ğ i duyuluyordu. H u z u r suzluk
son
haddini bulmuştu.
Bu durumu
g ö r e n bü
tün milletvekilleri, A t a t ü r k ' t e n bu hastalığa bir çare bulmasını istediler. H a t t a N u r i C o n k e r : —
P a ş a m , v a z i y e t kütüdür. B ö y l e giderse, m e m
leket mahvolur. D i y o r d u . O
gün
sofrada bulunan
Yunus N a d i ve
Hikmet
Bayur: —
P a ş a m , bu işe ancak siz çare bulabilirsiniz...
D e y i n c e A t a t ü r k şu
cevabı v e r d i :
— Ben askerim. V a z i f e m olan şeyleri bilirim. G e risine mezun
karışmam.
Bu
memlekette
dünya k a d a r g e n ç
dan seçin bir tanesini,
Yüksek
yetişiyor.
İktisat
Ticaretten
Bunların
arasın
Vekili yapın...
F a k a t H i k m e t Bayur'un dediği d e d i k t i : —
Paşam, bizim hiç bir işe sizin k a d a r a k l ı m ı z
e r m i y o r . Onun için her şeyi siz yaparsınız. Buna da siz çare bulacaksınız. Atatürk
bir
iki
C o n k e r ' e dönerek:
Dedi. saniye
düşündükten
sonra
Nuri
GİZLİ —
59
DEFTERİ Bu
millet
bilmek l â z ı m .
çok
çabuk
İsterseniz
kurtulur
sizi misâl
ama,
usulünü
alalım. Siz Sela
nik'ten T ü r k i y e ' y e gelirken A n k a r a ' y a n e g e t i r d i n i z ? Tabii hiç bir şey. Şimdi neniz v a r ? Yüzbin liralık bir apartman,
Kütahya'da
ikiyüzbin
liralık
bir
kiremit
fabrikanız. H e p i n i z bütün mallarınızı millete verirse niz, na
bu
dâva kendiliğinden
kurtuluş Sonra —
ceği
İ ş t e sa
Yunus N a d i ile H i k m e t Bayur'a d ö n e r e k :
Ne buyrulur? D i y e sordu. D a h a onların v e r e
cevabı — Ben
dım ve millet
halledilmiş olur.
yolu...
beklemeden askerdim.
çalışmasiyle artık
ekledi:
Allahın
inayeti,
milletin
yar
bugüne ulaşabildik. M e m l e k e t ve
kurtulmuştur.
Ben
bir
şey
yapmadım
ki... Benim v a z i f e m çekilip bir y a n a oturmak olmalı dır. Reisicumhurluğu bile üzerime a l m a m a m lâzımdı. Ne çare ki, hiç istemediğim halde bu v a z i f e her yıl benim
üzerimde
kalıyor.
Benim
kalmam
bu
millet
için belki z a r a r l ı olur. Dedi. B i r yıl Genel
k a d a r sonra 9 E y l ü l
Müdürü
çağırıldı.
olan
Atatürk
Celâl
1932 de İş Bankası
Bayar
Çankaya
Köşküne
Bayar'a:
—
Seni İ k t i s a t Vekili y a p ı y o r u z . D e y i n c e B a y a r :
—
P a ş a m , beni af buyurun. B e n yalnız İş B a n
kasında k a l m a k istiyorum. Bu iş bile bana f a z l a geliyor. D i y e r e k üç sefer de yapılan isteği g e r i çevirin ce
Atatürk: —
Hem
İş
Bankası
Müdürlüğünü
yapacaksın,
hem de İ k t i s a t Vekilliğini. Dedi. B a y a r bu isteğe uy mak
zorunda kaldı. Bunu
duyunca
çok
sevindik.
Sevincimiz
daha
çok şu bakımdan ileri geliyordu. B a y a r eli açık, bol bahşiş verirdi.
Hatırımızı
sorar,
yakınlık
gösterirdi.
60
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
ÇALLI İBRAHİM'LE ARKADAŞI
A T A T Ü R K Cumhurbaşkanı olduğu tam çıkmış
olan
bir
halk
adamıydı.
bu
büyük
insan,
maktan,
halkın
içinde
dolaşmaktan,
yerlerde
oturmaktan
büyük
kalabalık
de
o
halde içinden
içinde
halkın
bir haz duyardı.
e ğ l e n d i ğ i n i g ö r m e k t e n hoşlanır, kendini
Halkın
yaşa gittiği
Halkın
eğlencenin içine
sokardı.
Beyoğlu'nda
Türkuvazın
yanında
bir l o k a n t a vardı. B i r g ü n de
Eden
adında
oraya gitmiştik.
Saat
g e c e n i n onbiri. Garsonlar e t r a f ı m ı z d a f ı r d o l a y ı dönü yorlar,
Atatürk'ü
hoşnut
A t a t ü r k ' ü n oturduğu a r k a d a ş oturmuşlar, ne
dalmışlar,
yorlardı. —
çalışıyorlardı. ilerisinde
iki
r a k ı içiyorlardı. K e n d i â l e m l e r i
bizim
Atatürk,
etmeğe
masanın b i r a z
varlığımızdan
bana
habersiz
görünü
seslenerek:
H e m e n git, beyleri ç a ğ ı r ! D e d i .
Masalarına g i d i p kendilerine e m r i bildirdim. O n lar da derhal toparlanıp bizim m a s a y a geldiler. Bun lardan biri tanınmış ressam Çallı İ b r a h i m , yanındaki de H ü s a m e t t i n adında bir arkadaşıydı. A t a t ü r k , sonra ikisine de şu —
biraz
sordu:
Siz r a k ı y ı niçin içersiniz?
Çallı —
soruyu
İbrahim'in
arkadaşı
Bendeniz r a k ı y ı
herkes
Hüsamettin: gibi
midemi
doldur-
GİZLİ
DEFTERİ
m a k için değil,
61 kafamı
öldürmek için içerim.
Diye
cevap verdi. Atatürk —
bu
hazır
Bravo...
Daha
cevaplıktan
çok
hoşlanmıştı:
D i y e bu
yabancı misafiri kutladı.
misafire
hangi
sonra
sormuş, H ü s a m e t t i n de hiç
partiden
olduğunu
çekinmeden Serbest F ı r -
ka'dan olduğunu söylemişti. A t a t ü r k bundan da m e m nun oldu. İ k i n c i bir defa d a : —
Bravo!..
—
Çallı İbrahim, Çallı İ b r a h i m . . . A v r u p a ' d a n bir
D e d i k t e n sonra Ç a l l ı ' y a
dönerek:
çok ressamlar, heykeltraşlar g e l i y o r , benim resimleri mi, büstlerimi, Çalılara
mı
heykellerimi y a p ı y o r .
gömüldünüz
de,
hiç
Siz nerdesiniz?
görünmüyorsunuz?
Bu kadar tanınmış bir ressam o l m a n ı z a r a ğ m e n sizin hiç
sesiniz
çıkmıyor.
memleketlerine
Onlarsa
binlerce
lirayı
alıp
gidiyorlar.
Deyince Çallı İ b r a h i m
gülümsiyerek
şu
cevabı
verdi: — mi)
P a ş a m , P a ş a m . . . F ı n d ı k l ı Sarayında
benim y a p t ı ğ ı m
bunu
duymamışsınız.
değilsiniz,
bir portreniz v a r d ı r . Gidip
onu
görün.
(Akade Anlaşılan
Atatürk
siz
asıl odur...
Atatürk
bu
cevaptan
da
çok
memnun
kalmıştı.
O gece sabaha k a d a r sofrada sanat sohbetleri yapıldı. Çallı
İbrahim'den
uzun
boylu
natçının
bilgi
Türk aldı.
resmi
Bunları
korunması ve sanatın
tin yardımcı olacağına
ve
sanatı
hakkında
d i k k a t l e dinledi. gelişmesi
Sa-
için D e v l e -
söz verdi. A t a t ü r k ' ü n bu ko
nuyla bu k a d a r ilgileneceğini hiç a k l ı m a g e t i r m e m i ş tim.
Saat
erdi
ve
sabahın
dördüne
gelmişti.
Toplantı
sona
saraya döndük.
Çallı İ b r a h i m ' e ilişkin bir anı daha: İkinci D ü n y a Savaşı'ndan sonra g a z e t e c i l i ğ e baş layan
Ordu'dan e m e k l i İhsan
Boran,
Bükreş Ataşe-
62
ATATÜRK'ÜN
militerliği reş'e
sırasında
g e l e n Çallı
bir
UŞAĞININ
sanatçılar topluluğuyla Bük
İbrahim'le
bir görüşme
yapmıştı.
Sohbet sırasında A t a ş e m i l i t e r , Çallı İ b r a h i m ' e : — Üstad, hâtıra olarak lütfedip bir şey çizer m i . siniz? D i y e sormuş, Çallı İ b r a h i m de kendine konuşma
— Ne gibi —
özgü
diliyle: bir
şey?
M e s e l â A t a t ü r k ' ü hayalinizden
çizebilir m i
siniz? —
Ben O'nu
kalbime
resmetmişim...
Ve sihirli k a l e m darbeleriyle, birkaç saniye içinde Atatürk'ün şimdi
İhsan
maktadır.
eşsiz
bir
Boranın
portresini eşi
çizmiştir.
Adviye
Bu
Boran'da
resim bulun
GİZLİ
63
DEFTERİ
KAYSERİ'DEKİ ATATÜRK
SÜRÜ SAHİBİ
sık sık halkı v e m e m l e k e t i g ö r -
m e d i k ç e rahat edemez, zın g e z i l e r e
çıkardı.
Balolara,
de gidişi ansızın olur,
bu
yüzden ansı
eğlencelere, d a v e t l e r e
okullara haber vermeden bas
kın yapar, derslere katılırdı. Bu yüzden birçok k i m se
gafil
avlanır,
hazırlıksız
olduklarından
şaşkına
dönerlerdi. Y u r t g e z i l e r i n d e de çoğunlukla b ö y l e olurdu. Ön ceden
hazırlanmış
sofrada,
ertesi
bir
gün
gezi
programı
falanca
yere
yoktu.
Gece
gidilmesi
istenir,
sabah olur o l m a z da hareket edilirdi. Ç o k z a m a n g i dilen gün
yerin
ilgilileri
olmıyan
tiştikleri
bizi
kıyafetlerle
için
Atatürk,
yüzleri
traşlı,
karşılamağa
bunların
yahut
dara
düz
dar
telâşlarıyla
ye
inceden
inceye alay ederdi. 1931 yılındaydık. Y i n e böyle ansızın çıkılmış y u r t gezilerinden birinde
bulunuyorduk.
istasyonundan k a l k m a k üzereydi. ban
kıyafetli
ğumuz
bir
vagona
adam,
araladım.
Beni
kalabalığı
yaklaşmağa
B i r olay g e ç t i ğ i n i kapıda
Trenimiz Kayseri
B i r de baktım, yararak
ço
bulundu-
çalışıyor.
anlamıştım. gören
V a g o n u n kapısını
çoban
kıyafetli
adam:
—
A t a t ü r k ' ü g ö r m e k istiyorum, nerededir? Dedi.
—
Y a v e r l e r d e n izin almadan A t a t ü r k ü g ö r e m e z -
siniz. D i y e c e v a p v e r d i m .
64
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
A d a m ısrar ediyor, ben bırakmıyordum. A r a m ı z daki
tartışma
gittikçe
kızışıyordu.
Adam
da
inatçı
m ı , inatçı... B i z böyle çekişe duralım, A t a t ü r k b i z i m konuş malarımızı muş.
bulunduğu
Başını
—
vagonun
penceresinden
duy
uzatarak:
Çelebi, ne i s t i y o r bu a d a m ? D i y e sordu.
— E f e n d i m i z i g ö r m e k istiyor, P a ş a m . D e d i m . —
A l g e l efendiyi ö y l e y s e . . .
Adam
önüme
düştü,
ben
arkada,
beraberce
va
g o n d a n içeri g i r d i k . B e n i m çoban sandığım adam m e ğ e r d a v a r sahibiymiş.
Başladı
Atatürk'e
B e ş y ü z koyunu mağa
Ankara'ya
«Kayseri'de
serencamını
götürürken
hastalık
anlatmağa:
ile d a v a r ı v a r m ı ş . var,
baytar
Bunları yolunu
hayvanları
sat
kesmiş.
götüremezsin.»
demiş. Bunun üzerine a d a m c a ğ ı z b a y t a r a y a l v a r m a ğ a başlmış: —
Efendim, K a y s e r i n i n her yerinde mi hastalık
v a r ? H e r yerinde o l m a z ya... B u şehrin g a r b ı var, şarkı var.
Hiç
olmazsa buralardan bana bir
yol
versinler.
H a s t a l ı k olmıyan bir y o l d a n g e ç i r e y i m . D e m i ş . A m a bir türlü b u hayvanlara yol v e r i l m e m i ş . D a v a r sahibi,
hayvanlariyle
eli
böğründe
kalmış.
Ne
yapsın, neylesin, derdini k i m e açsın. Validen umudu nu
kesince,
birden A t a t ü r k ' ü n K a y s e r i ' y e
geldiğini
duymuş. — ki
V a r ı p g i d e y i m , A t a ' y a derdimi i l e t e y i m . B e l
O'nun
sayesinde
Hayvanları
feraha
otlağa bıraktığı
çıkarım. gibi
Diye
soluk
düşünmüş.
soluğa
istas
y o n a yetişmiş. D a v a r sahibini büyük bir dikkatle dinliyen A t a türk,
trenin hareketini
geciktirdi.
Vali
ile
baytarı
GİZLİ
DEFTERİ
çağırttı. İkisine
İkisi
de
birden
—
Bu
65 zaten
istasyonda
bulunuyorlardı.
dönerek:
arkadaşın
sürüsüne
neden
mâni
oldunuz?
D i y e sordu. Baytar kekelemeğe
başladı. N e c e v a p v e r e c e ğ i n i
şaşırmıştı: —
Şey
efendim,
bu
mıntakada
hastalık v a r
da,
ondan müsaade etmedik. D e y i n c e bu defa da V a l i y e döndü: —
Siz ne dersiniz V a l i B e y ?
D i y e sordu.
Vali
ezile büzüle: —
Efendim,
d o k t o r haklıdır.
Deyince
Atatürk
kızdığını belli e d e r e k : —
Demek
beraber ölsün.
bu
sürü
Siz de
sahibi
seyirci
burada
kalın...
hayvanlariyle
Sizin maksadı
nız malûm, anlaşıldı. Dedi. Sonra daha fazla ö f k e l e nerek : — şarka,
Şu
köylü k a d a r da olamadınız.
garba
mübarek
aklı
adamlar ?
Vali
ile
Baba,
şafak
sürü
şimdi
da,
sizin
Bu
neye
adamın
ermiyor
a
Dedi.
baytarda
yorlardı. Hemen —
eriyor
atmıştı.
Önlerine
bakı
sahibine d ö n e r e k :
sürünü
topla.
Şehrin
tam
göbe
ğinden A n k a r a n ı n yolunu tut. E ğ e r sana mâni o l m a k isterlerse,
hiç
çekinmeden bana
t e l g r a f çek. B e n se
nin olduğun y e r e yetişirim. Dedi. Adam dıktan
teşekkür
edip,
sonra yanımızdan
l i y e dönerek
şu
soruyu
Atatürk'ün ayrıldı.
ellerine
sarıl
A t a t ü r k tekrar Va
sordu:
—
N e d i r bu hal. Bu saçma hali g ö r m e d i n i z m i ?
—
Paşam
—
Tabii sen farketmezsin, o f a r k e t m e z . M e m l e
ketin
serveti
Vali dişleri
ile
vardı
farketmedik... de
böylece
baytarın ki...
harcanır
önlerine
gider.
bakarak
öyle
bir g i
66
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
HASTA ÇOBANI ZİYARETİ
OKUMA.
kitaplarına
kadar
geçen
Sığırt-
maç M u s t a f a ile A t a t ü r k ' ü n karşılaşması çok
enterasandır: 1930 yılında A t a t ü r k ,
bir g ü n atla Y a l o v a d a ğ
larında g e z i n t i y e çıkar. Y o l u n üzerinde bir sığırtma ca rastlar: —
Bu yol çıkar m ı ? D i y e sorar.
Çoban, eliyle yolu gösterir. A t a t ü r k , yoluna g i d e c e k yerde
atını
durdurur. Çobanla aralarında
şu
konuşma g e ç e r : —
A d ı n ne senin?
—
Mustafa...
— Bu
koyunlar
kimin?
— Ağanın... —
Peki
sen
kaç
p a r a y a çalışıyorsun?..
— Üç liraya. —
Sana daha fazla p a r a versem, benim çiftliği-
m e g e l i r misin? — A ğ a razı olursa g e l i r i m . A ğ a n ı n rızasını alın da
ondan
sonra...
—
Senin anan,
—
Yalnız anam var.
baban y o k m u ?
— B a k a l ı m r a z ı olur mu?
GİZLİ DEFTERİ —
67
Onun da rızasını alırsanız r a z ı olur. O z a m a n
ben de
çalışır,
ona bakarım.
A t a t ü r k bu sırada cebinden b i r sigara çıkarıp ç o bana uzatır. Çoban onbir-oniki yaşlarındadır. S i g a r a y ı almaz. —
Sigara
içmiyor
musun?
— D a h a sırlaşmadım
(alışmadım).
Bunun üzerine A t a t ü r k cebinden bir 10 l i r a ç ı karıp v e r m e k ister. Çoban bunu da almaz. Bu g ü z e l hali g ö r e n A t a t ü r k , parayı alması için ısrar eder. Ç o ban: — A l ı r ı m ama, bir şartla, der. Sen de benim v e receğim
cevizleri
Atatürk,
alırsan paranı alırım.
çobanın
cebinden
çıkarıp,
kendisine u-
z a t t ı ğ ı c e v i z l e r i alır, p a r a y ı v e r i r . . . İş maç
bu
k a d a r l a kapansa i y i . . .
Mustafa,
ha ne
jandarma
olduğunu
Atatürk
anlamağa
Köşküne
E r t e s i gün
tarafından
getirilir.
vakit
apar
bulamadan
Çoban daha
Sığırt
topar,
da
Yalova
Atatürk'ün
k i m olduğunu bilmemektedir. S ı ğ ı r t m a ç M u s t a f a ' y ı işte ben,
ilk
k e z o gün,
orada t a n ı m ı ş t ı m . Salonda bir çok misafir vardı. Ç o ban, elinde sopası olduğu halde oturuyor, başına g e leceğinden
habersiz ürkek bakışlarla
çevresine
bakı-
nıyordu. — K o n u ş t u ğ u n adam k i m d i ?
D i y e sordum. Ç o
ban: —
B i l m e m . . . D i y e karşılık verdi.
Bunun tarak, — okutur,
üzerine
elimden
çocuğa
geldiği
bulunduğumuz y e r i
kadar
öğütte
D i k k a t l i ol ve hiç ç e k i n m e . . . D e d i m . adam
Çocuk
olursun.
artık
köşke
Bu
gördüğün
getiriliş
anla
bulundum: Seni
Atatürk'tür.
nedenini
öğrenmiş
bulunuyordu. Yüzünde memnunluk hali belirmişti.
68
ATATÜRK'ÜN Derken
fa'yı
Atatürk
tepeden
salona
tırnağa
girdi.
süzdükten
UŞAĞININ
Sığırtmaç sonra
Musta
suratı
asıldı.
M i s a f i r l e r e dönerek: — nasıl
Çocuğa k i m olduğumu söylemişler.
konuşması, Bunu
çıkacak
duyar d u y m a z
diye
korkudan
Sığırtmaç
dolayı
rüldü
Şişli
altına
söylediğim oradan
meydana
sıvıştım.
köşke getirildikten
karnının Çocuk
Baksana
Dedi.
benim hemen
Mustafanın
sıtmadan ve
t a v r ı değişti...
davul gibi
Hastanesine
sonra
şiş olduğu
gönderilip
gö
tedavi
alındı.
Y a l o v a ' d a n İ s t a n b u l ' a dönmüştük. B i r g e c e yarı sı
Atatürk'ün
aklına
geldi,
Çoban
Mustafa'yı
sordu.
« Y a t ı y o r ! » dedik. « G i d i p g ö r e l i m » dedi. Saat gecenin ikisinden sonra
kalkıp
Şişli
Çocuk Hastanesi'ne
git
tik. Gelişimiz bir uyandılar. tan
öbür
da
Çoban
çocuklar
M u s t a f a ile
sıhhatini
çocukların hiç
Atatürk, istemiyordu.
Bütün
Çoban
çocukların
süre içinde
sordu.
âlemdi.
Atatürk,
uykudan
beraber,
sordu.
ya
Kaldığımız
biri uyumadı.
Mustafa'nın
yanından
ayrılmak
Onunla ö z e l olarak
konuştu.
Hatırını
Sabaha karşı
hastaneden
ayrıldık.
E r t e s i akşam sofrada konu, yine bu Çoban M u s t a f a üzerindeydi. H e r k e s onun için bir şey söylüyordu. Lehinde
ya da aleyhinde...
—
Paşam,
—
Niçin?
bu
çocuğa
B â z ı misafirler: boşuna
emek
vereceksin?
— Efendim, çoban hiç okur m u ? A d a m olur m u ? Bu
saçmaları
büyük
bir
dikkatle
dinliyen
Ata
türk: — Yahu, ne u z a ğ a
gidiyorsunuz.
B e n de
bir
z a m a n l a r tarlada k a r g a l a r ı bekledim. D a y ı m ı n çiftli-
GİZLİ ğinde
69
DEFTERİ
onun koyunlarını g ü t t ü m . B e n i biraz z e k i g ö
ren d a y ı m : — beni
Bu
çocuğu
askerî
okutmalı...
mektebe
Dedi.
yazdırdılar.
gördüğünüz m e v k i e geldim. bir n a z a r i y e yoktur. Bu
Ben
Çobanlar
Bundan de
sonra
okudum,
okumaz d i y e
çocuk ta okur. Belki
büyük
bir adam da olur. Onu da z a m a n g ö s t e r i r . . . Dedi. Çoban M u s t a f a Kuleli'de iken İ s t a n b u l ' a her g e lişimizde saraya gelir, A t a t ü r k ' l e görüşür ve mübayaa memuru yüzbaşı emeklisi R ı z a K ö s e ' d e n aylığını, ya ni harçlığını alır, bazı defa y e m e k t e alıkonulurdu. Y ı l l a r g e ç t i ve zamanla bu çocuğun okuyup adam olduğunu
gördük.
Çoban
Mustafa
binbaşılığa
kadar
yükselmiş ve e m e k l i olmuştur. Şimdi Y a l o v a ' d a otur maktadır.
ATATÜRK'ÜN
70
UŞAĞININ
AYAKLARINA KAPANAN KADIN
A T A T Ü R K ,
her y a z dinlenmek
için
Yalo-
v a ' y a g e l i r ve burada üç ay k a d a r kalır dı.
Yalova'nın
insana
adeta.
huzur veren havasına,
ğine
âşıktı
Burada
tabiatla
tan,
büyük bir haz duyduğunu,
başbaşa
sessizlikalmak
ferahladığını her ha
linden belli ediyordu. Y i n e bir yaz, Y a l o v a K a p l ı c a l a r ı n d a y ı z . Y a z ay ları
kendine ö z g ü bir tembellikle
sıcak ve a ğ ı r g e ç i p
g i t m e d e . . . Günlerden bir gün, ansızın köşkün kapısın da bir kadın belirdi. Bu sırada A t a t ü r k , köşkün m e r divenlerinden i n m e k t e y d i . atıp,
Atatürk'ün
Fakat
K a d ı n birden kendini y e r e
ayaklarına
kapandı,
A t a t ü r k buna hemen engel
öpmek
oldu,
istedi.
«Estağfurul
l a h » diye g e r i g e r i çekildi. Önce mahcup olmuş gibi bir t a v ı r takınmıştı. F a k a t az sonra k ı z d ı ğ ı n ı anladım. Sert bir şekilde: —
Ne
istiyorsun?
—
Üç
çocuğum
Diye var,
sordu.
mektebe
vermek
istiyo
rum... —
P e k i , siz ne iş yaparsınız?
Kadın —
ezile
büzüle,
adeta utanırcasına:
Ö ğ r e t m e n i m . . . Diyebildi.
Atatürk'ün
canı
t ı . B i r öğretmen,
adamakıllı
sıkılmağa
başlamış-
« Y e n i nesli sizler yetiştireceksiniz,
GİZLİ
DEFTERİ
71
yeni nesil s i z i n eseriniz o l a c a k » d e d i ğ i bir ö ğ r e t m e n gelsin,
onun
ayaklarına kapansın...
Olur
şey
değil!
— Siz böyle yaparsanız, sizin yetiştirdiğiniz tale beler ne y a p a r ? B ö y l e bir h a r e k e t fani insanlara y a pılır m ı ?
H a y d i istediğin neyse
çabuk söyle. Y a l n ı z
şunu i y i bil ki, k i m olursa olsun, elini a y a ğ ı n ı ö p m e k hiç te doğru değildir. Kadın
öğretmenin
okula v e r m e k ,
isteği,
iki
çocuğunu
okutmaktı. A t a t ü r k e m i r
yatılı
verdi. Ç o
cukları hemen y a t ı l ı okula yolladılar. Kadıncağız
o
an
ne
yapacağını,
nasıl
teşekkür
edeceğini bilemiyordu. A y r ı l ı r k e n g ö z l e r i yaşlarla d o lu « A l l a h uzun ömürler v e r s i n » diyebildi. Yalova'da
o
gün
ayaklarına
olayı A t a t ü r k ' ü n çok canını
kapanan
sıkmış ve
öğretmen
neşesini
kay
bettirmiştir. O, her z a m a n kadına toplum içinde g e reken
önemin
Türk
kadını
amacıydı.
verilmesini arasındaki
Türk
kurtarılmalıydı. vunmuştur.
kadını
istemiştir.
Batı
kadını
ile
farkı
kaldırmak
en
bütün
aşağılık
duygulardan
Ömrünün
büyük
sonuna k a d a r da bunu
sa
ATATÜRK'ÜN
72
UŞAĞININ
CUMHURBAŞKANI SALONUNDAKİ ATLAR
ÇOK kuvvetli bir iradeye sahip olan A t a türk'ün duygu yanı da çok zengindi. Son d e r e c e merhametliydi. Z a y ı f l a r a acır v e y a r d ı m a k o şardı.
Hayvanları
çok
severdi.
Kurban
kestirmezdi.
At ve köpek en sevdiği hayvanlar arasındaydı Ç i f t l i k hayvanlarından
ruam
hastalığına
yakalanan
bir
tayı
öldüreceklerini duyduğu z a m a n çocuk g i b i a ğ l a m ı ş ve ellerine lâstik eldiven g i y e r e k birkaç k e z okşamadan öldürmelerine Bir gece
izin v e r m e m i ş t i . sofrada otururlarken A t a t ü r k ,
yaverler
den birini çağırdı ve şu e m r i v e r d i : —
İki
gün
önce
bizim
atların biri doğurmuştu.
A l ı p onları buraya g e t i r i n i z . . . H a y v a n l a r ı n getirilmesinin istendiği
yer
Çanka
y a , e m r i v e r e n d e bir Cumhurbaşkanı idi. Yaverler rin le
ve
misafirler
duraksadılar.
Sofradakile-
şaşkınlığı henüz g e ç m e d e n yine A t a t ü r k ' ü n sesiyirkildik: —
Sevelim, g ö r e l i m , o k ş ı y a l ı m . . .
Köşke, miydi?
hem de
şeref salonuna hiç
hayvan
girer
F a k a t e m i r e m i r d i işte... Y e n i d o ğ a n t a y v e
annesi Y ı l d ı z , hemen K ö ş k e getirildi. A m a h a y v a n l a r
GİZLİ bir
DEFTERİ
türlü
ayakları
73
salonda
yürüyemiyorlar,
cilâlı
yerlerde
kayıyordu.
H e m e n y e r i m d e n fırladım. A k l ı m a bir çare g e l mişti. Y e r l e r e serili seccadeleri topladım. T a y v e an nesinin g e ç e c e ğ i y e r e serdim. H a y v a n l a r rahatça sa lona girdiler. F a k a t şunu da s ö y l i y e y i m ki, h a y v a n l a r salona çok Atatürk
yakışıyorlardı. bir
süre
salona
alınan
hayvanların
ya
nında kaldı. E l i y l e ikisine de şeker yedirdi, ayrı a y r ı sevdi, okşadı. Bundan sonra h a y v a n l a r salonu tiler. van
H e r k e s memnundu. sokmak
gelir.
Cumhurbaşkanı olmuştur.
Belki
salonuna
Kimin de
bir
girişi,
terket-
aklına salona hay atla
yavrusunun
yeryüzünde
ilk
kez
74 ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
KÖPEĞİ
FOKS'UN
ÖLDÜRÜLÜŞÜ
A T A T Ü R K ' ü n e n sevdiği hayvanın a t o l duğunu b i l i y o r u m .
Fakat k ö p e ğ i de
çok
severdi. Bu v e f a k â r i k i h a y v a n a a y r ı a y r ı s e v g i bes ler,
onlara çok acırdı. Birinci D ü n y a
sevdiği
iri
bir
Savaşı
köpeği
sırasında
varmış.
Alp
adında ç o k
Atatürk'ün
kapısında
nöbet bekler, hiç k i m s e y i içeriye b ı r a k m a z m ı ş . K u r tuluş
Savaşı sırasında
Yunanlılardan a l ı n m ı ş b e y a z -
sarı karışık bir av k ö p e ğ i vardı. A l b e r
adındaki
köpeği
boylu
çok
severdi.
Ölümüne
de
uzun
bu
üzül
müştü. Atatürk'ün köpeği liraya
bunlardan
daha v a r d ı . satın
almıştı.
başka
Foks
Yalova'da Hasan O
zaman
da
adında Efendiden
50 l i r a
bir 50
oldukça
önemli bir paraydı. F o k s uzun süre k ö ş k t e kaldı. B i r Cumhurbaşkanı
köpeği
olarak
hayatta
kendi
cinsle-
rinin hiç birine k ı s m e t o l m a y a n rahat ve mutlu bir yaşantı
sürdü.
A t a t ü r k , Foks'un yaşantısıyla y a k ı n d a n ilgilenir di.
Bir
gün
Ankara'da,
Köşkün
bahçesinde
dolaşır
ken, köpeğinin hareketlerini dikkatle izliyordu. F o k s ' un tembelliği mi üzerindeydi, n e y d i ? B i r k ö ş e y e çe kilmiş, boş g ö z l e r l e sahibine bakıyordu. A t a t ü r k h a y v a n a uzun uzun b a k t ı k t a n sonra, bana döndü:
GİZLİ
DEFTERİ
75
—
Bu h a y v a n aç... Dedi.
—
Y e m e ğ i n i az önce yedi. D i y e karşılık v e r d i m .
—
Yese
böyle
—
Bir
tencere
bir pilâv ki,
olur m u ? pilâvı
elimle
verdim.
Hem
öyle
fukaranın evinde dört kişi doyar.
H i ç sesini çıkarmadı önce... Ç ı k a r m a d ı ama, ak lına F o k s g e l m i ş olacak ki, y e m e k t e n sonra sözü y i ne
ona g e t i r d i : —
Bu k ö p e k çiftleşti m i ?
D i y e sordu.
Anlaşılan F o k s ' u n keyifsiz halini, bu k e z de cin sel
durumuna
yoruyordu.
—
K o n y a ' d a iki ay önce çiftleşmişti... D e d i m :
—
O orada kaldı. B e n burada bir şey oldu mu,
diye
soruyorum. —
Henüz olmadı Paşam...
O zaman A t a t ü r k şöyle konuştu: —
Hayvanlar
muayyen
zamanlarda
çiftleşirler.
Onların hiç değilse bir z a m a n ı var. Onlar kadar ola mıyoruz... Atatürk'ün
bu
sözlerine
için
için
ne k a d a r gül-
müşümdür. B i r kaç çın
bir
yıl
A t a t ü r k ü n yanında kalan F o k s ,
köpekti.
başka bir gün
Misafirlerden
de
Atatürk'ün
hır
bir
çoğunu
ısırdıktan
elini
ısırmış.
Hem
de
oldukça derin bir yara açmış. O gün elini sarılı g ö rünce hepimiz ği
meraklanmıştık.
K ö ş k t e n uzaklaştırdılar,
kınlarından hayır
bir
kaç
gelmez»
diye
kişi
Foks
o günlerde
«Sahibini
öldürülmesi
ettiler. İ z i n v e r d i mi,
Bunun üzerine k ö p e
çiftliğe
ısıran
için
vermedi mi
öldürüldü.
götürdüler.
Ya
köpekten
Atatürk'e
ısrar
bilmiyorum
ama,
Baytarlar Atatürk'e
ya
ranmak için özenle köpeğin derisini yüzmüşler. İ ç i n i samanla doldurup,
g ö z yerlerine
cam g ö z
takmışlar.
76 Bir
ATATÜRK'ÜN camekân
Atatürk'ün
içine
haberi
oturtmuşlar.
Tabii
UŞAĞININ bunlardan
yok.
B i r gün g e z i n t i sırasında çiftliğe de u ğ r a d ı ğ ı za man, camekânda Foks'u görünce duraklar. İçi a c ı y l a burkulur. —
Üzgün
bir
halde:
S e v d i ğ i m bir mahlûku böyle g ö r m e k i s t e m e m ,
kaldırın onu. D e r . A t a t ü r k ' ü n , elini ısıran köpekten « s e v d i ğ i m » d i y e bahsetmesi, oradakileri okuyan —
şaşırtır.
Ata
şunları
söyler:
Her
ısırana
kızılmaz.
Bunu
yüzlerinden
F o k s fenalık
yapmak
için ısırmamıştır. E r t e s i gün Foks'un doldurulmuş derisi c a m e k â n dan kaldırılmış ve bahçenin bir köşesine gömülmüştü. A t t a n ve köpekten başka A t a t ü r k kuşları da çok severdi. Kuşçu N u r i U s t a n ı n b a k t ı ğ ı bir çok g ü v e r cinleri ve güvercinliği v a r d ı . Onların uçuşlarını hazla g ö z l e r d i . B i r gezisinde kendisine a r m a ğ a n edilen büdırcınları
yememiş,
bahçede
kafeste saklanmasını is
temişti. F a k a t n e y a z ı k k i , A t a t ü r k ' ü n y e m e ğ e k ı y a m a d ı ğ ı kuşlar, bir k a ç gün sonra bir k e d i tarafından y e n m i ş . K a f e s t e sadece
t ü y l e r i bulundu.
GİZLİ DEFTERİ
77
ÇUBUKABAD ÇAMLIĞINDA
BİR
gece
sofrada otururken A t a t ü r k yine
birden bire bir g e z i istedi. Bu da önceden kararlaştırılmamış,
hazırlıksız, sürprizli gezilerden bi
riydi. D a h a sofra faslı bitmeden misafirlere dönerek: — herkes —
H a z ı r m ı s ı n ı z ? Seyahate çıkıyoruz... D e y i n c e şaşırdı.
Sonra:
H a z ı r ı z . . . D i y e cevap v e r d i l e r .
Otomobillere hazırlanma e m r i verildi. A n k a r a y a kınlarında Çubukabad denilen çamlık, güzel bir y a y l a vardır.
T a b i î manzarası
çok g ü z e l olan bu y a y l a n ı n
yolu oldukça tehlikelidir. D a r a c ı k yolun altı, g ö z ka rartan uçurumlarla kaplıdır. Ö y l e bir y o l ki, otomobil g e ç e r ama, en küçük bir d i k k a t s i z l i k t e hemen uçuru ma
uçabilir. İçişleri
Bakanı
tarafından
lip yollar temizletildi. rumlu
araziye
ladık.
Şoförler bütün
gelince
hemen haber gönderi
A r a b a l a r y o l a koyuldu. U ç u sarsıla
sarsıla i l e r l e m e ğ e
dikkatlerini,
önlerinde
baş
uzanan
daracık bozuk şeride vermişlerdi. T i t r e k farların
ye
tişemediği simsiyah, ölüm saçan bir uçurum bir yanı mızda; öbür y a n ı m ı z d a sivri, g r a n i t tepeciklerle y ü k selen bir d a ğ parçası. B e n v a z i y e t i görünce yokuşun başında otomobil den indim. D a r a c ı k yoldan uçurumu s e y r e t m e ğ e baş-
78
ATATÜRK'ÜN
ladım.
Bulunduğum
arabada
oturan
UŞAĞININ
Nuri
Conker
ile
H a c ı M e h m e t Beye, yolun buradan ilerisinin daha teh likeli
olduğunu
söyledim.
Çünkü gündüz bir k a ç k e z
bu tehlikeli yolu g e ç m i ş t i m . N u r i C o n k e r : —
Y a n i ne y a p a l ı m Çelebi, ö l ü m d e n mi korku
yorsun? — sonra
Dedi. Herkes
yayladan
başının
çaresine baksın. B e n iniyorum,
dönüşte
beni
alırsınız.
Diye
karşılık
verdim. F a k a t milletvekilleri otomobilden inmediler. B e n i m aşağı indiğimi g ö r e n K ı l ı ç A l i v e İ s m a i l H a k k ı T e k çe, k ı z a r a k şöyle dediler: — N i ç i n indin otomobilden, niye k o r k t u n ? B i z i m canımız yok mu? —
A t a t ü r k ' ü n canı y o k m u ?
Sizin de canınız v a r ama, hepinizin kafasında
birer şişe
D i m i t r o k o p o l o v a r . Bende
ise hiç bir şey
y o k . Onun için ben inmede, siz inmemede haklıyız. Sabaha karşı saat dörde doğru Çubukabad'a v a r dık. B i r kaç çadır kurulmuştu. H e p i m i z rerek
yorgunluktan
ve
uykusuzluktan
çadırlara g i battaniyelerin
üstüne k ı v r ı l ı v e r d i k . E r t e s i gün A t a t ü r k uyandıktan sonra h a r e k e t em rini verdi. Gece g e ç t i ğ i m i z yoldan dönerken A t a t ü r k ' ün
şaşkınlığını —
bir
görmeliydiniz:
Yahu dün g e c e biz buradan mı g e ç t i k ? D i y o r ,
şaşkınlığı iyiden i y i y e artıyordu. Önce bana kızanlar, g e c e g e ç t i k l e r i sırat köprüsü nü andıran yolu g ö z l e r i y l e görünce h a k verdiler.
GİZLİ
DEFTERİ
79
B E K İ R Ç A V U Ş ' U N HİZMETİ
BEKİR bir
Çavuş A t a t ü r k ' e ç o k hizmet e t m i ş askerdi.
Cumhuriyet
devrinde de
u-
zun süre A t a t ü r k ' ü n yanında kaldı. Ç o k sevdiği h i z metkârlarından biriydi. Birinci D ü n y a Savaşında, Ç a nakkale'de
yanında
bulunmuş,
Mütareke
yılları
sinde o da her asker g i b i terhis olmuş, baba Ç a n k ı r ı ' y a dönmüş.
A r a d a n uzun
içer ocağı
bir zaman g e ç t i ğ i
halde B e k i r Çavuş annesinin yanından ayrılmaz.
Bir
gün G a z i M u s t a f a K e m a l P a ş a ' n ı n A n k a r a ' y a g e ç t i ğ i ni duyan annesi hemen oğluna: — H a y d i çocuğum, eşyalarını topla. Senin kuman danın
A n k a r a ' y a g i t t i . Orada asker
kuracakmış.
topluyormuş,
ordu
Senin de orda o l m a n l â z ı m . D e r h a l ha
zırlan ki, y a r ı n sabah yola çıkasın... Bekir
Çavuş
bu
işe
pek
istekli
değildir.
Barut
kokusu, ateş ve şarapnel y a ğ m u r u , yoksunluk onu y ı l dırmıştır. — A n n e , daha kaç gün oldu askerden g e l e l i . . . D e yince
annesi:
— E ğ e r g i t m e k istemezsen sütümü sana helâl e t m e m . D e r h a l gideceksin, anladın m ı ? D e r . Annesinin bu sözünü e m i r sayan B e k i r Ç a v u ş : —
D e r h a l anneciğim... D i y e r e k ertesi sabah A n
kara'nın
yolunu
tutar.
O z a m a n tren falan y o k . . . D a ğ t e p e demez, Çan-
80
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
k ı r ı - A n k a r a arasını y a y a olarak alır. A t a t ü r k ' ü n otur. duğu Çankaya'daki o z a m a n k i adıyla P a p a z ı n köşkü ne g e l i r . Atatürk,
eski askerini g ö r ü n c e :
— B e k i r Çavuş, nasıl oldu da sen buraya g e l d i n ? D i y e sorar. —
P a ş a m , sizin A n k a r a ' y a geldiğinizi
duyunca
h e m e n heybemi o m u z l a y ı p koştum. F a k a t A t a t ü r k , B e k i r Çavuşu çok y a k ı n d a n tanı maktadır: —
Sen kendiliğinden gelmemişsindir. Seni annen
göndermiştir. Y o k s a sana kalsa zor g e l i r d i n . . . A t a t ü r k , B e k i r Çavuşun bu sözlerden gücendiğini anlayınca şöyle —
konuşmuş:
Çok iyi etmişsin de gelmişsin... A f e r i n sana...
A t a t ü r k bundan sonra B e k i r Çavuşun gözlerinden öper. Geldiğinden d o l a y ı h e m teşekkür eder, hem de Birinci
Dünya
yanında
Savaşı'nda
kalmasını
olduğu
gibi
Çavuş
olarak
ister.
— F a k a t bu sefer m a ğ l u b i y e t y o k ha... Ona g ö r e , Der.
Ertesi
karargâh
gün
kurarlar.
Yunanlılar
Eskişehir'e Bir
hareket
z a m a n burada
Eskişehir'e
ederler.
Orada
kalırlar.
yaklaşmaktadırlar.
Bu
sı
rada ters bir rastlantı, S a k a r y a ' d a cepheyi t e f t i ş eder ken, yanındakilerden birisi A t a t ü r k ' ü n sigarasını yak m a k için kibrit çakar. Bundan hayvan ü r k e r v e A t a türk attan düşerek k a b u r g a k e m i k l e r i davisi yapıldıktan sonra r ö n t g e n i ra'ya
döner.
Kırılan
kaburga
kırılır.
İlk
te
alınsın d i y e A n k a
kemiklerinden
birinin
ucu, ciğerini zedelediği için A t a t ü r k çok acı duymak ta, nefes bile a l m a k t a güçlük çekmektedir. K ı r ı k ke mik
plasterle
tutturulduktan
sonra
biraz
rahata
ka
vuşan A t a t ü r k , d o k t o r l a r ı n dinlenme öğüdünde bulun masını hiçe sayarak hemen otomobiline a t l a r ve cep-
GİZLİ
DEFTERİ
81
heye koşup S a k a r y a savaşını yönetir. Orduya sonun cu taarruz emrini
verdiği
gün
Atatürk'ün
kırık
ka
burgaları da i y i olmuştur. Atatürk'ün köşkte
hizmetinde
görevli
bulunan
bulunduğum
Bekir
Çavuş
ilk
bu
günlerde
olayı
hem
anlatır, hem g ö z l e r i yaşarırdı. B e n de bu h i k â y e l e r i ona t e k r a r l a t t ı r m a k t a n haz duyar. « H a y d i a n l a t ! » di ye ısrar ederdim. Çavuş ta dayanamaz,
başlardı
an
l a t m a ğ a . . . A t a t ü r k ' l e İlgili b i l m e d i ğ i m birçok şeyleri B e k i r Çavuştan öğrenmişimdir. —
Atatürk
hasta
olduğu
zaman
nasıl
bakardın
Çavuş? — H i ç unutmam Çelebi... A t a t ü r k attan düştükten sonra
çok
hastalanmıştı.
Yatakta
yatıyordu.
Oysa
her sabah b a n y o yapmadan duramazdı. F a k a t bu ban yoyu bildiklerimizden sanma. O z a m a n duş falan ne arar?
Bir
kova
soğuk
suyu
başından
aşağı
döker
dim. İ ş t e b a n y o d e d i ğ i m budur. A m a attan düşüp kaburgaları çatladığı için a r t ı k su dökünemiyordu. Sabunlu su ve süngerle vücudunu o v a r d ı m . Günlerce A t a t ü r k ' ü bu şekilde banyo y a p tırdım. B i r d e keçinin
boynundan ç ı k a r d ı ğ ı m bir
çıngı
rağın ucuna ip b a ğ l ı y a r a k sofaya uzatmıştım. Ç ı n g ı r a ğ ı n altında oturur, nöbet beklerdim. Hasta, olduğu halde bir şezlonga uzanır, önünde bir S a k a r y a hari tası,
hep
onunla uğraşır dururdu.
Bir
şey istiyeceği
zaman da ipi çeker, beni çağırırdı. Derken
Yunan
kuvvetleri
a ğ ı r b a s m a ğ a başladı
lar. B i z de Eskişehir'i b ı r a k m a k zorunda kaldık. A t a türk'ün önceleri düşüncesi,
A n k a r a ' y ı da
bırakıp
da
h a içerlere g i t m e k v e düşmanı t a m y o k e t m e k t i . F a k a t sonra bu düşüncesini değiştirdi. « A n k a r a ' y ı t e r k e dersem T ü r k milletinin m a n e v i y a t ı bozulmaz
mı?»
82 diye dar
ATATÜRK'ÜN düşünüyordu.
Bu
yüzden A n k a r a ' y ı
UŞAĞININ sonuna ka
boşaltmadık. B e k i r Çavuş bir k e z coştu mu, a ğ z ı n ı k a p ı y a m a z -
sın. B i r sor, on cevap al ondan. —
Atatürk
Cumhurbaşkanı
olduktan
sonra
bir
d e ğ i ş i k l i k oldu mu O'nda? D i y e sordum. —
T a b i i ! . Dedi. Eskiden kavhaltı z e y t i n peynirdi.
Şimdi ise ince kahvaltı istiyor. ( K a v u n , g ü l reçeli ve beyaz peynir)
Eski halini galiba unuttu.
A t a t ü r k , çok z a m a n g e c e sofradan misafirler ayr ı l d ı k t a n sonra B e k i r Çavuş'u ç a ğ ı r ı r ve şu k a h v a l t ı y ı isterdi: —
P e y n i r l i sulu omlet,
bir dilim k a v u n ve gül
reçeli... B e k i r Çavuş, A t a t ü r k ' ü n istediği en i y i
omleti
y a p m a k l a ün salmıştı. Z a t e n kendisi L â t i f e H a n ı m ta rafından
gayet
iyi
yetiştirilmişti.
Bütün elbiselerini,
g ö m l e k l e r i n i o hazırlar, papyonlarını -kaba
olduğu
halde- çok iyi bağlardı. B e k i r Çavuş'un ayrılışı da hayli i l g i n ç olmuştur: Çavuş bir gün T e p e b a ş ı Gazinosu'nda içkisini iç mektedir. tuşmuşlar.
İlerdeki
masada
Kavgacılardan
iki biri
arkadaş
kavgaya
Galatasaraylı
tu
boksör
lerden. Çavuş bunları a y ı r m a k istiyor. D i n l e t e m e y i n c e d e fors ( ! ) k o y u y o r : —
Sen benim k i m olduğumu b i l i y o r musun? Ba
na B e k i r ! . . derler. D e y i n c e boksör bunu A v r u p a ' d a n g e l e n futbolcu B e k i r sanarak hemen elini s ı k ı y o r ve y a n a k l a r ı n ı öpüyor.
GİZLİ
DEFTERİ
83
Bu o l a y ı o d e v r i n İçişleri B a k a n ı Şükrü K a y a ile B a ş y a v e r Rüsuhi bulunuyorlar.
Bey,
Bundan
Atatürk'e sonra
Bekir
bildirip
şikâyette
Çavuş polislikten
komser olarak e m e k l i y e ayırtılıp, yanına da bir mik t a r para v e r i l e r e k köyüne g ö n d e r i l i y o r . Çavuş sonra dan k e m i k v e r e m i n e yakalanmış. Onbeş y ı l kadar önce Çankırı'nın D i k e n l i köyünde öldüğünü öğrendik.
84
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
ŞAİR V E E D İ P L E R ARASINDA
ATATÜRK,
sanatı sever,
çağının rirdi.
H e r zaman
sanatçıyı
sayar,
şair ve ediplerine çok d e ğ e r
onları
sofrasına
oturtur,
ve
düşüncele
rini ö ğ r e n m e k ister, kendi düşüncelerini o r t a y a k o y a r dı. Onların kollarına g i r d i ğ i n i , arkadaşça konuştuğunu, yakınlarından hiç
ayırt
etmediğini
çok k e r e
görmü-
şümdür. A t a t ü r k devrimlerini vunan
Yakup
Kadri
yazıları
ve
Karaosmanoğlu,
yapıtlarıyla Ruşen
sa
Eşref
Ü n a y d ı n , F a l i h R ı f k ı A t a y gibi ünlüler, Ç a n k a y a d a k i eski köşkün hemen her akşam davetlileri arasındaydılar.
Öbür
misafirler ise her akşam değişirdi.
Edebi
sohbetler sabaha dek sürerdi. B a z ı edipler de A t a ' y ı , yurdun aydın t a k ı m ı y l a tanıştırmak için can atarlar dı. Bu yüzden sofrasında, tanınmış ya da tanınmamış bir çok yeni yüzü her z a m a n görebilirdik. 1934 y ı l ı n n bir sonbahar akşamıydı. Ç a n k a y a ' d a k i y e m e k salonundaki her z a m a n k i sofrayı hazırlıyordum. Bu y i r m i kişilik k a d a r bir sofraydı. M i s a f i r l e r arasın da çok genç birisi d i k k a t i m i çekti. Sordum.
«Behçet
K e m a l Ç a ğ l a r » dediler. O Suphi
gece
zamanın B ü k r e ş Büyükelçisi
Tanrıöver
ile
şair
Yahya
Kemal
Hamdullah Beyatlı
da
d a v e t l i l e r arasındaydı. Bütün konukları t a n ı d ı ğ ı m hal-
GİZLİ
DEFTERİ
85
d e Y a h y a K e m a l ile Behçet K e m a l ' i tanımıyordum. Y a l nız adlarını işitmiştim. B i r de Y a h y a K e m a l ' i n bir iki şiiri ezberimdeydi. Ona karşı uzaktan bir h a y r a n l ı ğ ı m vardı. Bu iki şair de bizim sofraya ilk kez g e l i y o r l a r dı. Zaten Y a h y a K e m a l , H a m d u l l a h Suphi ile R o m a n ya'dan yeni O Kemal
gelmiş
akşam
bulunuyordu.
sofra şair ve ediplerle doluydu. Y a h y a
Beyatlı,
Hamdullah
Suphi
Tanrıöver,
Behçet
K e m a l Ç a ğ l a r ' d a n başka Y a k u p K a d r i K a r a o s m a n o ğ l u , Ruşen E ş r e f Ünaydın, F a z ı l A h m e t A y k a ç gibi edebi y a t dünyasının kalburüstü kişileri de g e l m i ş bulunu yorlardı.
Öbür
konuklar,
her
zaman
bulunan
Tevfik
Rüştü A r a s , Şükrü K a y a gibi devlet adamlarıydı. Yemek
başladı.
Atatürk'ün
keyifli
gecelerinden
biriydi. İ l k soruyu Behçet K e m a l ' e sordu: —
Yahya
Kemal'i
tanıyor musunuz?
Genç şair henüz bir lise öğrencisiydi. T ü r k o c a ğ ı n d a (Ankara Halkevi)
oynanan
Faruk Nafiz
Çamlıbel'in
« Ç o b a n » piyesinde rol aldığı için oradan görüp tanı mış ve g e t i r t m i ş t i . A t a t ü r k ' ü n sorusu onu biraz h e yecanlandırmıştı : — P a ş a m , eserlerini okudum... Şimdi ilk defa g ö rüyorum. A t a t ü r k o z a m a n Y a h y a K e m a l ' i , Behçet K e m a l ' l a tanıştırdı: — Yahya Kemal,
memleketimizin
tanınmış
şair
lerindendir. Senin de bunun gibi yükselmeni istiyorum. Sizin gibi gençlerin yükselmesine Y a h y a K e m a l
yar
dım etsin. D e d i k t e n sonra Y a h y a K e m a l ' e d ö n e r e k : — Nasıl
Beyefendi, y a r d ı m ı n ı z ı
rica e d e r i m . . . —
Emredersiniz
Paşam...
esirgememenizi
86
ATATÜRK'ÜN
Bunun üzerine A t a t ü r k B e h ç e t dönerek: —
Şu
sofraya
bak
ve
bir
şiir
UŞAĞININ
K e m a l Çağlar'a
yaz.
Dedi.
B e h ç e t K e m a l derhal cebinden portföyünü ve ka lemini
çıkardı.
Hiç
düşünmeden
bu
ısmarlama
şiiri
bir kaç dakika içinde bitirdi ve okudu. Atatürk
şiiri
can
kulağıyla
dinledi.
Çok
hoşuna
g i t m i ş t i . O kadar sevindi ki, yerinden doğruldu. B e h ç e t K e m a l ' i alnından öptü. B i r lise öğrencisi için bu ne erişilmez
bir
onurdu...
Atatürk
onu
sofrasına
çağır
sın, ilk soruyu ona sorsun, sofrası için şiir yazdırsın, beğensin ve kalkıp alnından öpsün... B e h ç e t K e m a l , bu öpüşü de bir anda şiirleştiriverdi. H a t ı r ı m d a kaldığına g ö r e bu mısra ş ö y l e y d i : « A l n ı m d a n öpen A t a m . Bu ö p m e y i cehennemler si lemez.» A t a t ü r k bundan sonra —
çevresine
dönerek:
Bu genci İ n g i l t e r e ' y e gönderelim. O r a d a İ n g i
liz edipleriyle tanışsın ve i y i bir şair o l a r a k m e m l e k e t e dönsün... Bundan sonra H a m d u l l a h Suphi T a n r ı ö v e r ' i n , İs tanbul'un işgali yıllarına ilişkin bir konuşması başladı. A k l ı m d a kaldığına g ö r e şöyleydi : İstanbul'un, işgal edildiği gün... H a m d u l l a h Suphi, K a n l ı c a ' d a k i evinden Şirket-i H a y r i y e ' n i n B o ğ a z i ç i v a purlarından
birine
biniyor.
Köprüye
varınca
bir
de
ne görsün? İngilizler, Fransızlar, A m e r i k a l ı l a r . . . B ü tün işgal devletlerinin askerleri... Köprüüstünden Sul tanahmet'e doğru i l e r l i y o r . K a n l ı ç ı n a r ' a arkasını d a y ı y a r a k çınarın y a r d ı m etmesini bekliyor. O r a d a n A y a sofya'ya g i d i y o r . F a k a t Bizans'a
ait
bu yapıt,
onun
GİZLİ DEFTERİ
87
sesini duyar mı sanıyorsunuz? D a h a i l e r i y e doğru, Sinan'ın S ü l e y m a n i y e Camiine doğru yürüyor. Kubbesi ne sesleniyor: « B i z i halâs'a g ö t ü r e c e k y o l ve adamın n e r e d e » olduğunu soruyor. Kubbeden gelen ses: « K o r k ma, sizi şarktan bir T ü r k y i ğ i t i
kurtaracak» diyor.
H a m d u l l a h Suphi de kalp r a h a t l ı ğ ı içinde evine dö nüyor. Bu konuşma A t a t ü r k ' ü çok hoşnut etmişti. M e c lis, o g e c e sabaha karşı saat beşe k a d a r sürdü. D a ğılırken bile herkes, konuşmanın etkisi altında kalmış, g ö z y a ş ı döküyordu. Bana gelince, h e m ağlıyor, hem r a k ı sunuyordum...
88
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
NİŞANCILIĞI
ATATÜRK
eski v e tecrübeli bir askerdi O ' -
nun iyi bir nişancı
olduğunu
duymuştum.
H a t t a bir g ü n Dolmabahçe Sarayı'nın bahçesinde y a kınlarına nişan a l m a hakkında bilgi v e r d i ğ i n i hatırla rım. B i r g e c e sofradan y e n i kalkılmıştı. S ö z nişan, atış üzerineydi. D a v e t l i l e r d e n Şükrü K a y a , bir a r a başıyla t a v a n a doğru işaret e d e r e k : —
E l e k t r i k ampullerine nişan a l m a k zordur. H e
defe isabet o l m a z . . . Şeklinde bir şey söyledi. A t a t ü r k , hemen k a p ı d a k i nöbetçiyi ç a ğ ı r t t ı : —
Şu gördüğün ampulü vurabilir m i s i n ? D e d i .
A s k e r hiç düşünmeden: — Emret Paşam... D i y e r e k hemen silâhını çekti ve duvarda asılı bu lunan
aplikteki üç ampulü
t e k e r t e k e r t a m isabetle
vurdu. A t a t ü r k , konuklara dö nerek: — Gördünüz ya T ü r k askeri b ö y l e vurur... Dedikten sonra tabancasını çekerek tavandaki a v i zenin ampullerini başladı t e k e r teker t a m isabet vur mağa. Eski köşk ahşap olduğundan tavan d e l i k deşik o l du. Bu kadarla kalsa y i n e iyi. Y u k a r d a k i y a t a k oda sının gardrobunda ne k a d a r g ö m l e k , don, fanila varsa delik
deşik
olmuş.
k i m s e yoktu.
Bereket
yatak
odasında
o
anda
GİZLİ
DEFTERİ
89
YALNIZLIĞI BİR sonbahar gecesi... Ç a n k a y a Köşkü'nde a k ş a m sofrasındalar. H a v a biraz sıcak o l duğundan A t a t ü r k sofrayı dışarı k u r m a m ı e m r e t t i . On l a r sofradayken, ikinci bir s o f r a y ı da bahçeye hazır ladım. —
Sofra h a z ı r P a ş a m . . .
D e y i n c e ö n c e A t a t ü r k a y a ğ a kalktı. Sonra birer birer bütün misafirler kalktılar. G r a m o f o n d a Z e y b e k havası çalıyordu. Meclisin en keyifli z a m a n ı y d ı . Bu bu lunmaz ahengi b o z m a m a k için g r a m o f o n u kucakladı ğ ı m g i b i onların önüne düştüm. Misafirler, kucağımda taşıdığım g r a m o f o n u n ahengine kendilerini k a p t ı r m ı ş lar, o y n ı y a r a k ilerliyorlardı. B ö y l e c e bahçedeki sofraya v a r d ı k . H e r k e s y e r l e rini aldılar. Y e d i l e r , içtiler, ç a l g ı çalıp eğlendiler. Gül düler, oynadılar... A t a t ü r k ' ü n sofrada uzun süre içtikten sonra hora tepip dans e t t i ğ i , Z e y b e k o y n a d ı ğ ı görülürdü. En sevdi ği müzik p a r ç a l a r ı arasında R u m e l i türkülerinden son ra Z e y b e k h a v a l a r ı gelirdi. arkadaşları
ve
davetliler
de,
O'nu
neşelendirmek için
kendisinin
pek
sevdiği
Zeybek oyunlarını oynarlardı. Güzel bir ay ışığı vardı. Sabaha karşı herkese bir mahzunluk çöktü. Sesler, ç a l g ı l a r y a v a ş y a v a ş kesildi. H a v a adamakıllı serinlemişti. H e r k e s başladı üşüme ğe... M i s a f i r l e r ellerini öperek ayrıldılar. A f e t H a n ı m : — P a ş a m , s o ğ u k başladı, g i d e l i m . . . D e d i .
90
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
F a k a t A t a t ü r k , bu insanı iliklerine d e k ürperten serin havadan a y r ı l m a k istemiyordu.
Bunun üzerine
kızkardeşi ile Sabiha Gökçen, A f e t İnan, R u k i y e , N e bile, Z e h r a H a n ı m l a r hep beraber izin isteyerek a y r ı l dılar. Bütün gecelerini uykusuz g e ç i r e n A t a t ü r k sıh hatine p e k düşkün değildi. Yerinden bile kıpırdamadı. O r a d a benden başka kimse kalmadı. B i r de v e r l e r d e n Celâl B e y v a r d ı . A t a t ü r k üzülüyordum.
Fakat
vazifem
ya
üşüyecekti. Ç o k
yüzünden
orasını
bıra
kamazdım. G r a m o f o n d a güzel valsler çalıyor,
ben hâlâ rakı
veriyordum. Bir an geldi: — R a k ı istemez...
Yeter!
A r t ı k yalnız gramofon
Dedi.
dinliyor v e düşünüyordu.
B i r a z önce burasını neşeye boğan misafirler, y i y i p iç mişler,
birer ikişer başlarını
alıp
çekilip g i t m i ş l e r d i .
Hepsinin evinde bir bekleyeni vardı. Çoluğu, çocuğu, eşi, anası, babası... A t a t ü r k ise sadece düşünceleriyle başbaşaydı. K o ca
köşkte
yapayalnızdı.
Bu
hal
bana
çok
dokundu.
Y a l n ı z l ı ğ ı öylesine hüzün v e r i c i y d i ki... B i r g e c e kendisini odasına çıkaracak bir adamı bile o l m a d ı ğ ı n d a n acı acı yakınmış, ne k a d a r bedbaht olduğunu a n l a t m a k istemişti. Sabah olmuştu. A t a t ü r k hâlâ çenesini, yumruğuna d a y a m ı ş , olduğu y e r d e y d i . Y a v a ş y a v a ş doğrulduğunu, a ğ ı r adımlarla köşke doğru ilerlediğini g ö r d ü m . Ben de arkasından
ağır
ağır
yatak
odasına k a d a r
yürüdüm.
Sessizce odaya g i r d i . B i r anahtarın döndüğünü işittik ten sonra g e r i döndüm. S o f r a y ı topladıktan sonra y a t m a ğ a g i t t i m . A t a t ü r k belki
yapayalnızdı ama, bütün
benliği T ü r k m i l l e t i y l e doluydu. Bütün m i l l e t i n
de
kalbinde y a t ı y o r d u . A i l e mutluluğunu, m i l l e t i n i n sev gisiyle
değişmişti.
GİZLİ
91
D E F T E R İ
CİĞERLERİMDEN HASTALANDIM ATATÜRK
her g e c e ç o k geç, sabaha
karşı
y a t t ı ğ ı için ben de ayni saatlerde y a t m a k z o rundaydım. S a r a y d a k i öbür sofracılardan benim bu z o r m e v k i i m l e yerini hemen değişecek olanlar çoktu. F a kat A t a t ü r k ' e olan sonsuz bağım, s e v g i m , saygım, bu sıkıntılı h a y a t a beni kuvvetli b a ğ l a r l a
bağlamıştı.
O'
nun yanından a y r ı l m a m a k için izinli günlerimi bile f e da e t m e k t e n çekinmez, köşkte kalır, sofrasını hazırlar, hizmetini eksik e t m e z d i m . B i r k a ç y ı l sonra bu sevginin mükâfatını (!) g ö r m e k te g e c i k m e d i m . Ciğerlerimden hastaydım. D o k t o r l a r ar tık
çalışamıyacağımı
söylediler. Sanatoryuma y a t m a m ı
istediler. D e n i z havası a l m a m g e r e k i y o r m u ş . Bu yüzden 1936'da h a v a değişimi için E r t u ğ r u l
yatına
A t a t ü r k , hem a y l ı ğ ı m ı , hem elbiselerimi
verildim
Ankara'dan
göndertiyordu. H i ç b i r sıkıntım y o k t u . R a h a t t ı m . A n kara'nın
sert
havasından
da
kurtulmuştum.
Üstelik
m e m l e k e t i m d e , aile o c a ğ ı m d a y d ı m . Y a l n ı z beni O'ndan a y r ı k a l m a m üzüyordu. H a v a değişiminden sonra y e niden A n k a r a ' y a döndüm. H a s t a l ı ğ ı m geçmemişti. D o k t o r l a r g e c e çalışmamı menettiler. B a ş k a y a p a c a k çare y o k t u . K e n d i m i halsiz hissetmesem, her şeye r a ğ m e n d o k t o r l a r ı dinlemiyecek, yine çalışmağa d e v a m edecektim. Ayrılık
gelip
çatmıştı. Bu seferki büyük a y r ı l ı ğ a
benziyordu. Çaresiz boynumu büküp, ayrılmadan önce A t a t ü r k ' e v e d a e t m e k üzere yanına çıktım. G ö z l e r i m deki
yaşları
zor
tutuyordum.
Boğazıma
bir
hıçkırık
92
ATATÜRK'ÜN
t a k ı l ı p kalmıştı.
Konuşamıyordum.
UŞAĞININ
A t a t ü r k halimi
görünce üzüldü. Sonra teselli e t m e k istercesine: — K o r k m a Çelebi E f e n d i . . . B i z i m Sabiha ve R u h i ye de ayni şekildeydiler. D o k t o r l a r onlara da c i ğ e r l e r i niz hasta dediler, hava değişimi yaptırdılar. A m a , hiç bir şey çıkmadı. Sende birşey y o k t u r . İstanbul'da kendi ni
adamakıllı
d o k t o r l a r a göster.
İcabederse
seni
is
v i ç r e ' y e de göndeririz. — lar.
P a ş a m , doktorlar benim çalışmamı menediyor-
Benimse
işim
gece
sofraya hizmet
etmektir.
O
s o f r a y a h i z m e t edemedikten sonra neye y a r a r ki, D ü n ya... D e y i n c e o hassas adam bir an durakladı. A y r ı l ı ş ı m dan O'nun da üzüntülü olduğu belliydi. Ö y l e ya, o güne k a d a r on yıl geceli gündüzlü hizmetini
görmüştüm.
Dertli
beni
sına
zamanlarında,
yalnızlık
anlarında
karşı
alıp dertleşmiş, g i t t i ğ i her y e r e beraberinde g ö
türmüştü. O bir Cumhurbaşkanı, ben bir h i z m e t k â r da olsak,
nihayet
omuzuma —
birbirimize
ısınmış,
alışmıştık.
Elini
vurarak:
Gene o sofraya h i z m e t edersin, b ö y l e k a l m a z . . .
— H i z m e t ederim ama, bundan sonra y a p a c a ğ ı m h i z m e t sığıntı gibi olur. —
Birkaç zaman b ö y l e olsun... Ne ç ı k a r bundan?
Söyleyecek başka b i r şey kalmamıştı.Elini öperek yanından ayrıldım, İstanbul'a geldim. T a m iki ay kalkmamacasına
y a t a k t a y a t t ı m . On yıl A t a t ü r k ' ü n h i z m e
tinde g e c e sabahlara d e k çalışmamın sonucu işte b ö y l e olmuştu. B i r süre sonra A t a t ü r k İstanbul'a gelmiş, ben de b i r a z iyileştiğim için t e k r a r yanına dönmüştüm. F a k a t a r t ı k sağlık durumum, geceleri çalışmama elverişli d e ğ i l d i . Benim değil, A t a t ü r k ' ü n de sıhhatinin eskisi gi bi olmadığını üzülerek
gördüm.
GİZLİ
93
DEFTERİ
Ö Z S O Y » OPERASI N A S I L YAZILDI?
A T A T Ü R K , T ü r k - İ r a n dostluğunun g e l i ş mesine büyük önem verirdi.
Bunu, İ r a n
Şahı'nın T ü r k i y e ' y e y a p t ı ğ ı z i y a r e t sırasında daha i y i anladım.
Ş a h ı n g e l e c e ğ i kesinleştiği
sıralarda,
Türk
lerle İranlıların soy ve kültür bakımından kardeş oldu ğunu, sırf bir mezhep savaşması yüzünden ayrıldıkla rını belirleyen bir p i y e s yazılıp, bunun opera olarak oynanmasını
istedi.
A n k a r a ' d a bütün müzisiyenler seferber edildi. İ z mir'e
gitmekte
olan bestekâr A h m e t A d n a n
Saygun
trenden indirilip A n k a r a ' y a getirildi. İ ş t e « Ö z s o y » O p e rası böyle m e y d a n a geldi. H e m de ne g e l i ş . . . Y i r m i günde yazılıp,
bestelenip,
oynanması
şartiyle...
9 4
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
İ R A N Ş A H I ' Y L A SOFRADA
İRAN
Şahı T ü r k i y e ' y i z i y a r e t edecek... B u
haber duyulur duyulmaz Şah şerefine he p i m i z e yeşil f r a k l a r yaptırdılar. düğmeli, o zamanın modası
K a d i f e yakalı, sarı
olan fraklar...
Şah A n
k a r a ' y a gelmeden iki a k ş a m önce A t a t ü r k , T e v f i k Rüş tü A r a s ' a sordu: —
Şah hazretleri içki vesaire kullanıyor mu aca
ba? Malûmatınız var m ı ? — Zannedersem
akşamları iki
üç
kadeh
konyak
içermiş... Şah, Samsun'a
önce
Trabzon'a
geçmiş.
gelmiş,
Atatürk'ün
Y a v u z zırhlısıyla
1919'da
vatanı
kurtar
m a k için Samsun'da a y a k bastığı iskeleye döşenen halılar üzerinde y ü r ü y e r e k trene binip A n k a r a ' y a g e l m i ş ti. A t a t ü r k , Şahı istasyonda karşıladı. O sahneyi hiç fi unutamam... ucuna basarak
K a l a b a l ı ğ ı n arasından görmüştüm.
parmaklarımın
Şah trenden iner i n m e z
öpüştüler. Şahı, A n k a r a P a l a s oteline bıraktıktan son ra köşke döndük. A k ş a m saat beş sularında Şah haz retleri köşke geldi. R e s m î kabul yapıldı. M u s i k i M u a l l i m M e k t e b i talebeleri daha önce köşke gelip, yerlerini almışlardı. Önce İ r a n M i l l î M a r ş ı çalındı. Bunu b i z i m İ s t i k l â l M a r ş ı izledi.
GİZLİ
DEFTERİ
95
Tören biter bitmez İbrahim'le
ben
Şah'a sunul
m a k üzere elimizde vermut, likör, k o n y a k tepsisi oldu ğu halde salondan içeri girdik. İ b r a h i m tepsiyi tutu yordu. Tepsiden bir kadeh k o n y a k alıp,
Şah'a d o ğ r u
g ö t ü r m e ğ e hazırlanırken, misafirlerin içki içmediğini daha önce ö ğ r e n m i ş olan A t a t ü r k , bana eliyle « D u r » işareti y a p t ı . T a m y ü z g e r i e t m e ğ e " hazırlanıyordum ki, Şah bu v a z i y e t i gördü ve eliyle beni çağırdı. Y ü z ü m e bakarak elini uzattı, kadehi aldı. A r k a s ı n d a n bir k a deh, bir, bir daha...
D e r k e n « Ş e r e f e » diye d i y e ka
dehleri y u v a r l a d ı . A t a t ü r k , ömründe hiç içki i ç m e y e n Şah'ın kadeh leri dikişine hayretle bakıyordu. Şah, T ü r k i y e ' d e g ö r düğü büyük konukseverlikten mi, y o k s a ilk içkinin r e havetinden mi nedir, g a y e t memnundu. A t a t ü r k te, Şah i ç t i ğ i için memnun... Dışarda talebeler « Y u r d u m tan yerini aştı ü l k ü m ü n » marşını söylüyorlardı. Saat ona doğru y e m e k salonuna inildi.
Herkes
sofradaki y e r i n e oturdu. A t a t ü r k t a m sofranın ortasındaydı. S a ğ ı n d a Şah vardı. Serviste ilk y e m e k çorba, av eti, sebze ve şaraptı. Şah, hayatında ilk kez olarak burada şarap ta içti. Ondan sonra nutkunu y a z ı l ı o l a r a k okudu. Y e m e k çok samimî bir hava içinde
geçmişti.
Y a l n ı z sofrada hiç kadın misafir y o k t u . Daha y e m e k sona ermeden Şah'ı, rahatsız olduğunu düşünerek A n k a r a P a l a s ' a uğurladık. E r t e s i sabah P r o f . A f e t İ n a n : — N a s ı l , g ü z e l oldu m u ? D i y e sordu. — Üçüncü y e m e k t e n sonra paydos oldu... D e y i n c e Afet
Hanım: — N e d e m e k bu? D i y e t e k r a r sordu. B e n de a k ş a m k i v a z i y e t i başından sonuna k a d a r
a n l a t t ı m . K a h k a h a l a r l a güldü...
ATATÜRK'ÜN
96
UŞAĞININ
İKİ A S L A N BİR POSTA SIĞMAZ
İRAN
Şahı'nın
gelişinin
ertesi günü beni
İ s t a n b u l ' a gönderdiler. G ö r e v i m S a r a y ı h a z ı r l a m a k t ı . A t a t ü r k Şah'la beraber Balıkesir, U ş a k , İ z m i r v e Çanakkale'ye g i t t i k t e n sonra İ s t a n b u l ' a geldi. M i s a f i r l e r beklene dursun, S a r a y mensuplarını bir dü şüncedir almıştı: A c a b a iki d e v l e t adamı d a D o l m a bahçe'de m i oturacaklar, y o k s a A t a t ü r k B e y l e r b e y i ' n e mi gidecek? İstanbul Valisi
Muhittin
Üstündağ
ile
Saraylar
Müdürü Sezai Selek başbaşa vermişler, görüşüyor, fa k a t bir çözüm yolu bulamıyorlardı. — Bunda düşünecek ne v a r ?
İki
aslan bir posta
s ı ğ m a z , dedim. Şah misafirdir, Dolmabahçe'de oturur, A t a t ü r k te Beylerbeyi'nde... Deyince: — A f e r i n Çelebi... D e d i l e r . B e n i m d e d i ğ i m i y a p t ı lar. Şah'ın gönlünü hoş e t m e k için A t a t ü r k ' ü n y a t t ı ğ ı oda
verilmişti.
Fakat
Şah,
karyolada
yatmayı
sev
m e d i ğ i için hizmetkârına kendi y e r y a t a ğ ı n ı g e t i r t t i . Bu yatak, hallaca attırıldı, y e r e y a y ı l d ı . Ü z e r i n e de bir cibinlik kondu. F a k a t Şah'ı bir türlü uyku tutmu yordu. H a l k , Şah şerefine denizde
donanma şenlikleri
y a p ı y o r , m o t o r gürültüleri ve havaî fişekler, uyuması na e n g e l oluyordu.
GİZLİ
DEFTERÎ
97
Şah'ın h i z m e t k â r ı M a h m u t H a n y a n ı m a g e l e r e k : — Bu sesin kesilmesi için ne y a p a l ı m Cemal H a n ? D i y e sorunca, Y a v e r C e v d e t B e y ' e telefon ederek du rumu
anlattım.
Hemen
gönderildi.
Bütün
elektrikler söndürüldü. F a k a t eğlencelerin ardı
donanmaya
bir m o t o r
arkası
kesileceğe benzemiyordu. Şah'ın y a t t ı ğ ı odanın önünde stop eden bir araba vapurunun içinde halk davul, zur na çalarak
çılgınca
eğleniyordu.
Şah çok fazla
yor
gundu ve dinlenmeğe ihtiyacı vardı. Şah'ın h i z m e t k â r ı tekrar yanıma gelerek: —
Bunları da durduramaz m ı s ı n ı z ? D e d i ğ i z a m a n :
— Biz bu eğlenceyi A t a t ü r k ' e bile yapmadık. Şah H a z r e t l e r i için yapılıyor. Bu halkın eğlencesidir, s e v gisidir. Buna e n g e l o l a m a y ı z . . . Ve
gece
zurnasını
saat
çaldı.
yirmidörde
kadar
Çılgınca eğlendi.
halk
davulunu,
Sonunda da vapur,
demir alarak g i t t i . . . Ben,
Şah'ın
bu
sevgi
gösterisine
engel
olmak
istiyeceğini hiç sanmıyordum. N i t e k i m , ertesi gün, bu nun hizmetkârının bir işgüzarlığı olduğunu anladım. Ş a h ı n çamaşırlarının yıkanması için hizmetçi ka dına verdik. Şah, geleneklere sadık bir insandı. Örne ğ i n g i y d i ğ i don uzun paçalıydı. Şah şerefine en kusur suz
bir
sofra
hazırlamayı
üzerime
almıştım.
Saraya
T o k a t l ı y a n ' d a n y e m e k l e r g e t i r t i p , P e r a Palas'tan büfe düzenlettirmiştik. göstermedi.
Yatak
özenli sofrada Şah'a
Fakat
Şah,
odasında
bunların
hiçbirine
y e m e ğ i n i yedi. Bu
ilgi ağır,
sadece y a v e r l e r ve misafirler ağırlandı.
göstermek
için
bir
de
film
getirmişlerdi.
F a k a t bunu bile g ö r m e k istemedi. İstanbul'da k a l d ı ğ ı günler,
akşamları
değiştirmedi.
saat
dokuzda
y a t m a k alışkanlığını
98
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
B A N A CEMAL H A N DEYİNİZ
İRAN
Şahı'nın
maiyetini İstanbul'da g e z -
d i r m e k g ö r e v i bana verilmişti, ö n c e İ r a n parası R i y a l ' ı , T ü r k parasıyla değiştirdim.
Sonra m i -
safirleri alıp d o l a ş t ı r m a ğ a başladım. Misafirler, İ s t a n bul'daki İranlıları g ö r m e k istediler. Onları a l d ı ğ ı m g i b i çaycıların
yanına
g ö t ü r d ü m . Çaycılar,
çok
yakınlık
gösterdiler. T a z e çay d e m l e y i p üst üste k o n u k l a r a sundular.
Yanlarından
İranlı
konuklar:
— Bizim
çok
buradaki
samimî
bir
şekilde
halk çok fakir,
ayrıldık,
b a k s a n a çay
cılık y a p ı y o r . . . D e y i n c e bu defa da onları bu b e ğ e n m e d i k l e r i fa k i r çaycıların yanından alıp, zengin halıcıların yanına g ö t ü r d ü m . Bunlar d a özbeöz İ r a n l ı y d ı . F a k a t m e m l e ketlerinden kalkıp, b u r a y a kadar g e l m i ş o l a n y u r t t a ş l a r ı n ı n yüzlerine dönüp bakmadılar b i l e . . . K o n u k İ r a n l ı l a r ı Tünel'e götürdüm. Ç o k kısa buldular. Müzeleri g e z d i k t e n sonra otomobille E m i r g â n ' a g i t t i k . Ç a y i k r a m e t t i m semaverle. O r a d a n a r g i l e içen leri g ö r d ü l e r : — Bu nedir? D i y e sordular. Onlara bunun bir çeşit sigara olduğunu memlekette
t i r y a k i l e r i n i n çok bulunduğunu
ve bizim söyledim.
GİZLİ
DEFTERİ
99
— B i z bunları i ç m e y i z . . . Şampanya,
finkonyak
içiyoruz. Dediler. B e n d e : — B i z nargile içiyoruz. T ö m b e k i s i de İsfahan'dan g e l i y o r . D e y i n c e saşırdılar. Şah'ın gelişinin ikinci y i n d e sofracılara kızmış.
günü
Atatürk, Beylerbe
«Çelebiyi
getirtin.»
demiş.
E m r i alır a l m a z T e v f i k Rüştü A r a s ' l a beraber m o t o r a binip, B e y l e r b e y i
Sarayı'na
gittik.
Sarayda
Sabiha
Gökçen: — Şah ne y a p ı y o r ? D i y e sordu. Ben de Şah'ın rahatının çok yerinde olduğunu söy ledikten
sonra:
— Y a l n ı z a r t ı k beni « E f e n d i » diye
çağırmayın.
B e n « H a n » oldum. Bütün İ r a n l ı l a r beni « H a n » d i y e çağırıyor. Siz de ö y l e yapın. D e d i m . Bunu hemen A t a t ü r k ' e yetiştirmişler. Beni çağırt tı: — Çelebi,
duyduğuma
göre
Han
olmuşsun.
Şah
hazretleri yine k o n y a k içiyor m u ? — Bir şişe şampanya fin k o n y a k v e r i y o r u m . A c a ba hepsini mi, yoksa yarısını mı içiyor, bilmiyorum. Ş a h , ilk içkiyi bizde içti ama, maiyetindekilerden. hiçbiri perhizi bozmadılar. N e k a d a r uğraştımsa. a ğ ı z larına bir k a t r e i ç k i d e ğ d i r t e m e d i m . Y a l n ı z N u r i Con ker bir ara A t a t ü r k ' e , ağzından şu sözleri k a ç ı r d ı : — Efendim, h i z m e t k â r l a r dolu şişeleri hâtıra ola rak
saklıyorlar... Atatürk
bu
sözlere
kahkahalarla
gülmüştü.
100
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
ŞAH'IN İSVİÇRE'YLE K O N U Ş M A S I
DOLMABAHÇE Sarayı'nda yine bir akşam y e m e ğ i sırasındaydı. A t a t ü r k misafirlerini neşelendirmek için uğraşıyor, fakat Şah bütün misafir lerin i ç t i ğ i sofrada içki i ç m e m e k t e direniyor, m a z u r görülmesini istiyordu. Şah'ın dalgınlığı ve düşünceli hali A t a t ü r k ' ü n gözünden k a ç m a m ı ş olacak ki bir şeye üzülüp üzülmediğini sordu. Şah ta hiçbir üzüntüsü o l m a d ı ğ ı n ı , hayatının en güzel dakikalarını yaşadığını, y a l n ı z İsviçre'de öğrenimini y a p m a k t a olan ve çok tandır görüşemediği oğlu aklına g e l d i ğ i için bir ara daldığını söyledi. Bunun üzerine A t a t ü r k yaverine işaret etti. B i r k a ç dakika sonra İ s v i ç r e ile telefon hattı b a ğ l a n m ı ş ve Şah, A t a t ü r k ' ü n bu inceliğine hayran kalmıştı. Oğlu R ı z a P e h l e v i ile y a p t ı ğ ı görüşme sırasında telefon santralındaki kızlar, Şah'ın sesini duyabilmek için ara ya girdiklerinden, bir türlü konuşma yapılamıyordu. Sonunda Y a v e r C e v d e t B e y e m i r verdi de, santraldaki k ı z l a r aradan çıktılar. Şah tâ o ğ l u y l a konuşabildi. T e l e f o n konuşması sırasında yanında
bulunuyor-
dum. Oğluna okulunu, derslerini, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Seyahatinin iyi g e ç t i ğ i n i söyledi. O ğ luyla
görüşen
Şah'ın
m a s a y a döndüğü
zaman
üze-
GİZLİ DEFTERİ rindeki
dalgın
101
halin
kaybolduğunu
ve
neşelendiğini
gördük. Önce i ç m e k istemediği kadeh elindeydi ve şe refe
kalkıyordu. Ertesi akşam
Beylerbeyi
Sarayı'nda çok a ğ ı r bir
y e m e k verildi. Güzel sesli hafızlar, Şah'a
unutulmaz
bir gece yaşattılar. Ö y l e sanıyorum ki, Şah, T ü r k i y e ' d e k a l d ı ğ ı süre içinde en çok B e y l e r b e y i Sarayı'ndaki e ğ lenceden memnun kalmıştır. Yurdumuzdan Yakacık'a
ayrılmadan önce
k a d a r otomobille
Şah'a, P e n d i k
bir g e z i n t i
ve
yaptırıldı.
Şah, M a r m a r a ' y a bakan sayfiye semtlerine hayran kal mıştı. A t a t ü r k ' e buraların çok g ü z e l olduğunu ve a y r ı l m a k istemediğini söyledi. A t a t ü r k : — U f a k ufak k ö y l e r . . . D i y e c e v a p verince Şah: — Bunun neresi köy, hepsi birer büyük şehir ha l i n e gelmiş, dedi.
102
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
A F G A N K R A L I N I N GELİŞİ
A T A T Ü R K siyasî dostluklara büyük önem verirdi. Bu yüzden yurdumuza g e l e n y a bancı devlet büyüklerinin ağırlanması için hiçbir şey den kaçınılmamasını isterdi. 1928 yılında eski A f g a n i s tan K r a l ı A m a n u l l a h H a n ' ı n gelişinden önce de günler ce A f g a n tarih ve c o ğ r a f y a s ı n ı
incelemiş, o z a m a n k i
U m u m i K â t i p H i k m e t Bayur'u da bu konuda bir etüt hazırlamakla
g ö r e v l e n d i r m i ş t i . Öteden beri âdetiydi.
Y a b a n c ı bir devlet adamı mı g e l e c e k ? H e m e n o ülke nin tarihi, coğrafyası, sosyal hayatı hakkında bilgi top lar, onların bile b i l m i y e c e ğ i şeyleri öğrenir, misafirle rini
şaşkına çevirir, h a y r a n bırakırdı. A m a n u l l a h H a n , A n k a r a ' y a gelişinde eşi g ö r ü l m e
miş bir g ö s t e r i y l e karşılanmıştı. Ç o k şaşaalı bir de t ö ren yapılmıştı. H e r t a r a f donanmış, y e r yerinden oynu yor.
P e k a z devlet
adamına yapılan b u
içten g e l e n
s e v g i gösterisi karşısında A m a n u l l a h H a n ç o k duygu lanmıştı. A r a d a n altı a y g e ç m i ş , A m a n u l l a h H a n K r a l l ı k t a n düşmüş,
eşi
S ü r e y y a ' y ı da
yanına
alarak t e k r a r yur
dumuza gelmişti. F a k a t değerbilir A t a t ü r k , K r a l ı y i n e ayni yerde, G a z i İstasyonu'nda karşılamış, otomobili n e bindirerek A n k a r a P a l a s Oteline m i s a f i r etmişti.
GİZLİ
DEFTERİ
103
O g e c e A m a n u l l a h H a n şerefine köşkte y i r m i d ö r t kişilik bir y e m e k verildi. K ö ş k , eski Ç a n k a y a K ö ş k ü y dü. Görüşmeler uzadıkça uzadı. H o ş beşten sonra ni h a y e t A t a t ü r k , K r a l ' a sordu: — N a s ı l oldu sizin bu işiniz?
Sizi düşürdüler ve
m e m l e k e t i n i z i t e r k e t m e k zorunda kaldınız... A m a n u l l a h H a n ' ı n üzüntü içinde anlattığına g ö r e , kendisi T ü r k i y e ' d e y k e n P e ç e Saki adındaki a m c a z a d e si, bir t a k ı m dedikodular çıkarmış. A f g a n K r a l ı m e m leketine döndüğü zaman bir de b a k ı y o r ki, a m c a z a d e si i k t i d a r ı ele g e ç i r m i ş . Onun çevresi K r a l ' ı tehditle Afganistan'dan ç ı k m a ğ a zorluyor. Zaten çok nazik olan K r a l , savaşmadan kaçınarak bir uçakla memleketinden ayrılıp İ t a l y a ' y a g i d i y o r .
104
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
AĞLAYAN KRALDAN N A S I L KAÇTIK?
A F G A N Kralı,
hem ağlıyor,
türk'e b a k a r a k
hem d e A t a -
üzüntüsünü a ç ı ğ a vuru
yordu. V a z i y e t çok nazikti. Bu yaslı h a v a y ı d a ğ ı t m a k g e r e k t i . Çok z e k i ve kurnaz olan A t a t ü r k , bu maklı
durumu
önlemek
için
olmalı,
hemen
ağla
bir
gezi
o r t a y a attı. K r a l ı n bu k a d a r g ö z ü yaşlı olduğunu bil seydi, hiç sorar m ı y d ı ? . . —
Y a r ı n biz y u r t t a bir inceleme seyahatine çıkı
yoruz. Dedi. A m a n u l l a h H a n , g e z i y e k a t ı l m a k ricasında bulun du. F a k a t A t a t ü r k : — Memnuniyetle...
F a k a t bizim İç A n a d o l u ' d a
y o l l a r ı m ı z çok bozuktur. Zatıâliniz rahatsız olursunuz. Dedi. Fakat razı
Kral
olduğunu
ğini
israr
ediyor,
her
şeye
katlanmağa
söylüyordu. A t a t ü r k ' ü r a z ı e d e m i y e c e -
anladıktan
sonra:
— H e r türlü sıkıntıya d a y a n ı r ı m . . . D e y i n c e , A t a türk: — B i z i m m e m l e k e t t e her y e r e tren yoktur. Birçok yerlerimize ya da
otomobil
katırlarla
bile
seyahat
işlemez. etmek
D a ğ l a r a ya eşek,
mecburiyeti
vardır
H a y v a n üstünde hasta olursunuz. D e d i . A r t ı k K r a l d a israr edecek hal k a l m a m ı ş t ı .
Sofra
GİZLİ
DEFTERİ
105
g e ç v a k t e k a d a r sürdü. Saat üçe d o ğ r u K r a l ve misa firler a y r ı l m a k üzere kalktılar. K r a l , A t a t ü r k ' l e öpü şerek
vedalaştı.
Ertesi günü g e r ç e k t e n böyle bir g e z i oldu. F a k a t bizim o güne k a d a r haberimiz y o k t u . H e r zaman seya hat olacağı belli olmazdı. A m a böyle g e c e yarısı se yahat
kararını
Ertesi
hatırlamıyorum.
sabah
herkes
eşyasını
alıp
istasyona
git
mişti. K ö ş k t e bir ben, bir A f e t H a n ı m d a n başkası kal mamıştı. A t a t ü r k ' e y e m e ğ i n i v e r i r k e n şöyle bir soruy la
karşılaştım: — Çelebi E f e n d i . . . Dün akşam sofrada K r a l a k a r
şı a y k ı r ı bir hal oldu m u ? ya?
Y a n l ı ş bir şey y a p m a d ı k
Dedi. Bu soruyu bana niye sorduğunu bir türlü anlıya-
madım. Karşılık olarak: — Ç o k güzeldi P a ş a m . . . D e d i m . Sonra nereden aklıma geldi bilmem, durduk y e r d e bir soru da ben O'na sordum: — P a ş a m , K r a l ' ı n ağlaması
benim çok gücüme
g i t t i ve çok üzüldüm. Büyük adamların düşmesi çok z o r oluyor, d e ğ i l m i ? K ı s a bir duraklamadan sonra A t a t ü r k , bu sözlere şöyle karşılık v e r d i : — Krallar öyle olur... Bu cümlenin anlamını çok sonra, düşüne düşüne anladım. Bugün daha iyi anlıyorum y a . . . F a k a t o z a man
bu
gereksiz
soruyu
neden
sorduğuma
sonradan
pişman oldum ve üzüldüm. B e n i m neme g e r e k t i . . . Bu konuşmadan sonra köşkten en son biz çıktık. T r e n e binip K o n y a ' n ı n yolunu tuttuk. A f g a n K r a l ı A manullah H a n da ayni g ü n İstanbul'a h a r e k e t etti. O r a da birkaç g ü n kaldı.
106
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
V E N İ Z E L O S ' U N GELİŞİ
YUNANİSTAN tanbul'a
Başbakanı Venizelos'un İ s -
gelişi
oldukça
enteresan
oldu.
D a h a birkaç y ı l önce T ü r k i y e ' y i almak, A n k a r a ' y ı ken di ülkesine k a t m a k isteyen bu adama, T a n r ı , A n k a r a ' y a g e l m e y i nasip etmişti. F a k a t yenildikten sonra, asker leri denize döküldükten sonra, misafir olarak, acı du yarak. .. Venizelos'un g e l d i ğ i g ü n A t a t ü r k
kendisini eski
köşkte kabul etti. Bu z i y a r e t dolayısiyle arkadaşlarıyle herhangi bir fikir yürüttüğünü h a t ı r l a m ı y o r u m . Y a l nız sabah g i y i n i r k e n
berber M e h m e t ' e
takıldı:
— M e h m e t , bugün Venizelos'un a y a ğ ı n a g i d e c e ğ i z . K e n d i s i y l e görüşeceğiz. Buna ne dersin? A t a t ü r k , berberiyle sık sık şakalaşırdı. M e h m e t bir an düşündükten sonra: — P a ş a m , ben sizin yerinizde olsam ne gider, ne de
görüşürüm.
Çünkü
o
millet
bizim
Selânik'imizi
(berber S e l â n i k ' l i y d i ) , toprağımızı, y e r i m i z i aldı. Bu y e t m i y o r m u ş gibi bir d e A n k a r a ' m ı z ı a l m a ğ a k a l k t ı . Bütün
bunlardan
sonra
siz
onlarla dost g i b i
konuşa
caksınız. Ben olsam y a p a m a m . Atatürk,
berberinin
safça
sözlerini
dinlerken
hiç
k ı z m a d ı . H a t t â onun samimiyetinden m e m n u n bile kaldı.
107
GİZLİ DEFTERİ
— Bu m e m l e k e t iyidir.
Bu yüzden dost
olmağa,
dost g ö r ü n m e ğ e mecburuz. H e m bunu yapmazsak, ta rih bizi a f f e t m e z . Atatürk, lerini
işte
o gün
iki saat
ilk T ü r k - Y u n a n dostluğunun t e m e l
atmıştı. Venizelos'la
kadar
devam
etti.
Ertesi
köşkteki g ö r ü ş m e gün
Gazi
Orman
Çiftliği'nde misafir şerefine otuz kişilik bir y e m e k v e rildi. Y e m e k çok samimî bir h a v a içinde geçti. Y u n a n Başbakanı, A t i n a ' d a n gelirken bir sandık şarap h e d i y e getirmişti. bir kafes
Atatürk içinde
kedisi hediye Yunanistan süre
sonra
te
misafir
b e y a z renkli
Ankara'dan çok g ü z e l
ayrılırken bir A n k a r a
etti. Başbakanı
devrin
Venizelos'un
Başbakanı
g i d e r e k g e r i çevirmiştir.
İsmet
ziyaretini,
İnönü,
bir
Atina'ya
108
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
Y U G O S L A V K R A L I N I N GELİŞİ
l933
yılında
Yugoslav
Kralı
Aleksandr
bir
torpidoyla İ s t a n b u l ' a gelmişti. K r a l g e l d i ğ i gün Dolmabahçe Sarayı'nda A t a t ü r k ' ü z i y a r e t et ti.
Atatürk,
S a r a y ı n ünlü salonlarından biri olan S o
m a k i salonunda K r a l ı kabul etti. Görüşmede o zaman Dışişleri
Bakanı
olan T e v f i k Rüştü A r a s ' l a
Umumî
K â t i p Hasan R ı z a S o y a k t a bulunuyordu. Krala
önce
bir
alaturka
kahve
sundum.
Biraz
sonra da limonata ve bisküvi g e t i r d i m . K r a l çok m e m nun
kalmıştı.
Teşekkür
ederek
ayrıldı,
torpidosuna
Atatürk,
Sakarya
motoruyla
döndü. Yarım
saat
sonra
torpidoya g i d e r e k K r a l ı n ziyaretine karşılıkta bulundu. B i z de
torpidoya
beraber gitmiştik. Onlar y a r ı m saat
k a d a r k a m a r a d a görüşürlerken, biz de dışarda bekli y o r d u k . İçerde A t a t ü r k ' e şampanya i k r a m ettiler. B i z l e r e de dışarda birer kadeh şampanya, bisküvi, likörlü çikolata v e h a v y a r l ı kanapeler verdiler. A t a t ü r k görüş meden memnun o l a r a k çıktı. T e k r a r m o t o r a
binerek
Saraya döndük. O g e c e Sarayda k ı r k kişilik kadar bir z i y a f e t verildi. K r a l ı n ziyaretine büyük ö n e m verildi ğinden midir nedir, T o k a t l ı y a n Oteli'nden garsonlar ve y e m e k l e r gelmişti. Yenildi, içildi. Bilinen nutuklar ç e kildi. H a t ı r l a r ı m çok hoş bir g e c e y d i . H e r k e s i n yüzün-
GİZLİ DEFTERİ
109
den neşe akıyordu. Saat i k i y e d o ğ r u K r a l bir m o t o r a binerek Saraydan ayrıldı. M i s a f i r g i t t i k t e n sonra arkadaşları A t a t ü r k ' e : — K r a l ' ı nasıl buldunuz?
D i y e sordular.
— Ç o k nazik, çok zeki bir adam. M e m l e k e t i için çalışmış, çalışıyor. Makûl görüşlü... Kendisini çok b e ğendim. D i y e hoşnutluğunu gösterdi. Yugoslav
Kralı
bir süre
sonra
Fransa'ya g i t t i ğ i
sırada M a r s i l y a limanında suikastçılar tarafından öldü rülmüştür.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
110
KONYA'DA BİR OLAY
K O N Y A ' d a ilk akşamımız... R e c e p Zühtü, mebuslar
telâşla g e l d i l e r :
— A m a n P a ş a m , ç o k fena... Dediler. —
F e n a olan n e y m i ş ?
Onlar yine ayni h e y e c a n l a : —
Gidiş çok fena, çok berbat P a ş a m . . .
—
F e n a olan n e d i r ?
— Burada K o m ü n i z m almış, yürümüş. Bütün lise talebeleri
ve
başlarındaki
öğretmenleri
baştan
başa
komünist olmuş. E ğ i t i m de o yolda. Bu hal ne o l a c a k ? Atatürk —
gülerek:
Canım, P a d i ş a h l ı ğ ı i s t e m i y o r l a r y a . . . İşin ö t e
ki tarafı düzelir. Bunun korkulacak nesi v a r ? D i y e on ları
yatıştırmağa
çalıştı.
K o n y a ' d a bir iki g ü n kalıp incelemelerde bulun duktan
sonra A d a n a ' y a ,
oradan G a z i a n t e p ' e uğradık.
D a h a sonra da Y a l o v a ' y a g e l d i k . Bu arada, bir süre T ü r k i y e ' d e n a y r ı l a n A m a n u l l a h H a n , t e k r a r İstanbul'a g e l m i ş v e A t a t ü r k ' ü z i y a r e t e t m e k istemişti. O gün Dolmabahçe Sarayı'nda y a p ı l a c a k buluşmada hazır bulunmak için t o r p i d o y l a Yalova'dan, h a r e k e t edip
İstanbul'a
geldik. Bu
g ö r ü ş m e i k i saat
GİZLİ
DEFTERİ
111
kadar sürdü. M i s a f i r A m a n u l l a h H a n , kalması için a y rılan y e r e g i t t i . B i z d e t e k r a r Y a l o v a ' y a döndük. B u Y a l o v a ' d a n İstanbul'a gidiş g e l i ş sırasında ilginç bir olay da oldu. İstanbul'a gelirken, k ı r k m i l sürat y a p ı yorduk. B u süratin y a p t ı ğ ı d a l g a l a r l a A d a k ı y ı l a r ı n d a bulunan bazı sandallar
parçalanmışlardı. Bunu A t a
türk'e duyurdular: — B i z randevuya y e t i ş m e k için süratli geldik. On ların ne kabahati v a r . D e r h a l a r a t ı p buldurun. T a z m i nat v e r m e k suretiyle zararlarını karşılayın. B i z i m yü zümüzden z a r a r a uğramasınlar... E m r i n i verdi.
112
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
M U H S İ N E R T U Ğ R U L ' L A SOFRADA
BİR gün R e ş i t Galip yanına Muhsin E r tuğrul'u alarak Ç a n k a y a ' y a gelmişti. Sof rada
henüz herhangi
bir konuda konuşma açılmadan
A t a t ü r k , Muhsin E r t u ğ r u l ' a dönerek: — Faruk Nafiz
Çamlıbel'in y a z d ı ğ ı
« A k ı n » piye
sini nasıl buldunuz? D i y e sordu. O sıralarda devrimi y a y a c a k ve y e r l e ş t i r e c e k ulu sal eserlere şiddetle ihtiyaç vardı. D e v r i m c i yazarlar, edebiyatçılar kollarını sıvamışlar, gece gündüz uğraşı yor, modern T ü r k i y e ' n i n devrimlerini
destanlaştırma-
ğ a çalışıyorlardı. İşte F a r u k N a f i z ' i n T ü r k tarihini ko nuşturan « A k ı n » piyesi d e « K a h r a m a n »
piyesi gibi
A t a t ü r k ' ü n e m r i y l e yazılmış, A n k a r a T ü r k o c a ğ ı bina sında, İbrahim N e c m i Dilmen, Halil V e d a t F ı r a t l ı v e M ü n i r H a y r i E g e l i ' n i n g ö z e t i m i n d e İ s m e t p a ş a K ı z Ens titüsü v e G a z i E ğ i t i m Enstitüsü öğrencilerine o y n a t t ı rılmıştı. Sahne eserleriyle ilgilenen A t a t ü r k , ulusların kendi tarihlerine önemli y e r l e r a y ı r m a l a r ı g e r e k t i ğ i n i söyler ve çok köklü bir g e ç m i ş e sahip olan T ü r k tari hinin
destanlaştırılmasını
isterdi. Behçet K e m a l Ç a ğ -
l a r ' ı n « Ç o b a n » piyesi de, bu amaçla yazılmıştır. İşte M i l l î Temsil A k a d e m i s i Kanunu'nun ç ı k a r ı l ı ş ı n ı v e D e v l e t Tiyatrosu'nun kuruluşu bu görüşün ürünüdür,
GİZLİ
DEFTERİ
113
A t a t ü r k , A k ı n piyesinin A n k a r a ' d a k i temsilini g ö r müş, ve pek beğenmişti. Muhsin E r t u ğ r u l ise henüz g ö r memişti. Kendisine senaryosu Ertuğrul'dan —
şunu
verildi. A t a t ü r k Muhsin
istedi:
B i z bu piyesi sizin sahneye k o y m a n ı z ı ve sizin
sahnenizde oynanmasını istiyoruz. — E s e r i henüz t e t k i k e t m e d i m , ama, baş sayfa larına şöyle bir g ö z g e z d i r d i m . — Ö y l e y s e hemen bu eserde y a z ı l ı olan mısralardan en güç konuşulanı, bize sahnedeymiş g i b i l ü t f e diniz... Muhsin E r t u ğ r u l ' u n
üzerinde bir sıkılganlık mı
vardı, n e y d i : — Paşam, mazsa,
biz de
nasıl
balıklar
sudan
çıkınca
sahneden başka y e r d e
ne
yaşıya-
konuşabilir,
ne y a ş ı y a b i l i r i z . . . D i y e karşılık v e r d i . Bu söze R e ş i t G a l i p de k a t ı l ı yor, sözlerini
o n a y l a r gibi başını sallıyordu. Muhsin
Ertuğrul, R e ş i t Galip'ten de k u v v e t alınca: —
Bendeniz hiç bir sosyetede konuşmuş insan de
ğ i l i m . Bütün konuşmalarım sahnededir. E v i m d e n t i y a t roya, t i y a t r o d a n e v i m e g i d i y o r u m . Y e m e k boyunca sahnede en g ü ç söylenen en z o r kelime
üzerinde
duruldu.
Saat
gece
yarısını
çoktan
geçmişti. H e r k e s i n gözünden uyku akıyordu. Sonunda Muhsin Ertuğrul, sahnede en z o r söylenen g ı r t l a k t a n konuşmak olduğunu
cümlenin
söyledi ve buna örnek
olarak ta piyeste geçen « A l ç a k l a r » kelimesini göster di. Bu kelime, b o ğ u k bir sesle söylenmişti. A t a t ü r k : —
Oturunuz!...
Dedi.
Muhsin E r t u ğ r u l oturdu. A r t ı k muştu. Giderlerken A t a t ü r k , Muhsin nerek:
sofra paydos
ol-
E r t u ğ r u l ' a dö-
114
ATATÜRK'ÜN —
UŞAĞININ
Sen bu eserde m u v a f f a k olamıyacaksın... D e d i .
Muhsin E r t u ğ r u l g ü l ü m s e y e r e k : —
M u v a f f a k o l m a ğ a çalışırım P a ş a m . . . D i y e el
lerini öptü ve ayrıldılar. M i s a f i r l e r g i t t i k t e n sonra A t a t ü r k , salondan y a t a k odasına çıkarken İ b r a h i m ' l e bana döndü. A n l a ş ı l a n ko nuşulan konunun halâ etkisi altındaydı: —
Bu eseri size v e r s e m daha i y i yaparsınız. Bu
adam, bu işi y a p a m a z . . . D e d i . — P a ş a m , bu a d a m bu işi yapar, d i y e c e v a p v e r d i m . H e m bu m i l l e t Muhsin Ertuğrul'u sever... D e y i n c e bana k ı z a r a k sertçe: —
M a s k a r a l ı ğ ı n ı sever... D e d i ve daha f a z l a bir
şey konuşmadan y a t m a ğ a çıktı. A t a t ü r k y a t m a ğ a ç ı k t ı k t a n sonra arkadaşım İ b r a h i m bana dönerek: —
Cemal, işin mi y o k , ister m u v a f f a k olsun, ister
olamasın,
sana n e . . .
D i y e s ö y l e n m e ğ e başladı. A m a
ben o düşüncede d e ğ i l d i m ve ç o k g e ç m e d e n h a k l ı oldu ğ u m u anladım.
GİZLİ
DEFTERÎ
115
G Ö Z Ü N D E N YAŞ G E T İ R E N P İ Y E S
M U H S İ N E r t u ğ r u l olayının üzerinden ü ç a y geçmişti...
Bir
kış
dan İstanbul'a gelmiştik. Şehir
mevsimi
Ankara'
Tiyatrosu'nda F a r u k
N a f i z Çamlıbel'in « A k ı n » piyesi temsil ediliyordu. T i yatronun
şeref
locasında
Atatürk'ün
arkasında
idim.
İ s t e m i rolünde Muhsin E r t u ğ r u l oynuyordu. « K ı t l ı k v a r şehirde, Bütün halk
isyan
başgöstermek
üzere.
K u r u l t a y kuralım, K r a l ı n huzurunda» d i y e
konuşuyordu. O r a d a K r a l ı n çok g ü z e l bir seslenişi v a r d ı : « T a n r ı su vermezse, H a k a n ne yapsın b u n a ? » Deyince
Atatürk'ün gözlerinin
yaşardığını g ö r
düm. G e r ç e k t e n ç o k güzel bir temsildi.
Heyecandan
ürperdiğimi hatırlarım. A t a t ü r k , temsilin başından so nuna k a d a r serapa his, büyük b i r haz ve ulusal gu ruru a y a ğ a k a l k m ı ş bir halde oyunu seyretti. Temsilden sonra A t a t ü r k , Muhsin E r t u ğ r u l ve üç arkadaşını l o c a y a çağırtıp kutladı. Muhsin Ertuğrul'un yüzünü bir mutluluk halesinin çevirdiğini
farkettim.
Ç o k heyecanlıydı. A t a t ü r k ' ü n « M u v a f f a k o l a m ı y a c a k s ı n » dediği bir p i y e s t e n yüzünün a k ı y l a çıkmıştı. N a s ı l sevinmesin ? Atatürk,
E r t u ğ r u l ve
arkadaşlarını
kutlarken
bir
an arkasına dönüp benim yüzüme baktı. Bu bakışlarda haklı ç ı k t ı ğ ı m ı d o ğ r u l a y a n bir d a v r a n ı ş sezer g i b i ol dum.
116
ATATÜRK'ÜN
ARTİSTLER
1928 Y I L I N D A
Ankara'da
Türk
açılıyordu. H a m d u l l a h
UŞAĞININ
ARASINDA
Ocağı
Suphi
binası
Tanrıöver,
T ü r k Ocakları dâvası uğruna herşeyini v e r m i ş t i . D â v a nın gerçekleştiğini g ö r m e k l e en büyük mutluluğu tadı yordu. T ü r k O c a ğ ı sahnesinde oynanacak ilk piyes için İstanbul'dan Darülbedayi
(Şehir
T i y a t r o s u ) getirtil
mişti. A y n a r o z K a d ı s ı ' n ı temsil ettiler. B ü y ü k bir al kış topladılar.
A t a t ü r k , piyes bittikten sonra
Darül
bedayi artistlerini M a r m a r a Köşkü'ne d a v e t etti. A r tistler
kadınlı,
erkekli
büyük
bir
kalabalık
halinde
geldiler. O akşamki toplantıda A t a t ü r k kadehini artist l e r e doğru k a l d ı r a r a k : — H e p i n i z günün vekil, başvekil hattâ
birinde birer mebus, reisicumhur
müsteşar,
olabilirsiniz. F a k a t
ben bir artist o l a m a m . Çünkü bu A l l a h vergisidir. Ne tesadüfle, olunamaz.
ne
de
Bu,
yıllarca Allah'ın
dirsek ender
çürütülerek kullarına
sanatkâr
verdiği
bir
nimettir. İ ş t e a r a m ı z d a k i f a r k bundan ibarettir... D e di. Türk medie
Ocağı'nda
Française
Bunların
arasında
ikinci
artistleri o
devrin
temsili
vermek
Türk'ye'ye en
büyük
için
Co-
gelmişlerdi. sanatçısı
olan
M a r i e Belle de bulunuyordu. A t a t ü r k , misafirlerin g ö s -
GİZLİ
DEFTERİ
117
terilerini seyretti. P i y e s b i t t i k t e n sonra t a m k a p ı d a n ç ı k a c a ğ ı z a m a n artistlerin hepsi m a k y a j l ı
halleriyle
kapıya hücum edip, A t a t ü r k ' ü g ö r m e k istediler. A t a türk,
bunlara
kapıda
y a k ı n l ı k gösterdi.
Ellerini
sık
tı, hatırlarını sordu, kutladı. F a k a t bir z i y a f e t e ç a ğ ı r madı. T ü r k sanatçılarını temsilden sonra y e m e ğ e d a v e t e t t i ğ i halde, yabancı sanatçıları ç a ğ ı r m a y ı ş ı uzun z a man bende bir soru olarak kaldı. Düşüne düşüne an c a k şu kanaata v a r a b i l d i m :
A t a t ü r k , T ü r k sanatçısı
nın çağdaşlarından kat kat üstün olduğuna inanan b i r insandı.
Türk'ün her işte
olduğu
gibi
sanat alanında
daima en önde gitmesini isterdi. Bu a y ı r ı m da, işte bu düşünceden ileri g e l m i ş olabilir.
118
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
KURBAĞALI ZİL
Y İ N E
İstanbul'dayız.
yı'nda
büyük
Dolmabahçe
hazırlıklar g ö z e
Sara-
çarpıyor.
F r a n s ı z Meclis Başkanı M . . H e r r i o t , yurdumuzu z i y a r e t e t m e k t e d i r . M i s a f i r g e l m e d e n önce A t a t ü r k bana dö nerek: —
Çelebi, dikkatli bulun...
Fransız Meclis Reisi
g e l e c e k . . . D i y e tembihte bulundu. O y s a şimdiye
k a d a r böyle bir şey s ö y l e m e m i ş t i .
D e m e k gelenler çok önemli kişilerdi. H i z m e t i m i z d e gelenlere göre değişmeliydi. —
T a b i î . . . E m r e d e r s i n i z . . . D i y e cevaplandırdım.
A k ş a m saat onaltıya doğru M . H e r r i o t , Saraydan içeri giriyordu. B e n de ç o k şık bir m ö s y ö g e l e c e k d i y e k e n d i m e oldukça çeki düzen vermiş, s m o k i n g i m i ayna nın karşısında
birkaç
k e r e düzeltmiştim. H e y e c a n d a n
elim, a y a ğ ı m tutmaz bir halde beklerken, babayani ta v ı r l ı bir adam ç ı k a g e l m e s i n m i ? M . H e r r i o t , s a n d ı ğ ı m g i b i çok önemli bir
d e v l e t adamıydı. Ç o k sayılıp, d e
ğ e r veriliyordu. Misafirlere k a h v e emredildi. K a h v e l e r i
getirdik,
içildi. K o n u ş m a l a r çok samimî bir h a v a içinde geçi yordu. A t a t ü r k ' ü n önünde kurbağa şeklinde bir z i l v a r dı. Bu zili çalarak beni
çağırdı. B ü y ü k çapta bir m i
safir g e l d i ğ i z a m a n beni ç a ğ ı r m a k için ç o k z a m a n bu z i l i kullanırdı.
GİZLİ
DEFTERİ
119
H e m e n koştum. Kendisinin y a z d ı ğ ı Büyük N u t u k ve
dokümanları
istedi.
Bunları
Fransız
Devlet
Baş
kanına hediye edecekti. O z a m a n Hususî K a l e m M ü dürü o l a n H a s a n R ı z a S o y a k ' a gidip, A t a t ü r k ' ü n N u t kunu istediğini söyledim. Derhal N u t u k bulundu, f a k a t dokümanları
yoktu.
Atatürk'e
durumu
anlattım.
— Z a r a r ı yok, N u t u k v a r ya k â f i . . . Dedi. D e r k e n bir zil daha çalındı. Bu seferki kurbağalı zilin sesi değildi. M. H e r r i o t benden Fransızca bir şe kerli kahve daha i s t i y o r : — Sansürlü kahve... D i y o r d u . A n l a ş ı l a n T ü r k kahvesinin tadı hoşuna g i t m i ş ola caktı. — E m r e d e r s i n i z . . . D i y e c e v a p v e r d i m . Ve hemen şekerli k a h v e y i yine özene bezene pişirerek misafire götürdüm. Sansürlü kahve diye
her halde tek şekerli
k a h v e y i kasdetmiş olacaktı. —
Mersi...
Diye
karşılıkta bulundu.
Döndüm,
gidiyordum ki, t e k r a r zile basarak beni çağırdı. A ş a ğ ı da çantasının olduğunu ve alıp g e l m e m i rica etti. Ç a n tayı getirdim.
T e k r a r d a n teşekkür etti. Bu babayani
kılıklı d e v l e t a d a m ı üzerimde çok hoş bir etki bırak mıştı. Misafir devlet d a r kaldı.
adamı
Sarayda
birbuçuk saat ka
Görüşmelerden çok memnun olarak ayrıl
dı. M e m l e k e t i n e gidince duyduğumuza g ö r e A t a t ü r k ' ü çok övmüş. Bu arada biz h i z m e t k â r l a r a da bir ilgi k ö şeciği
a y ı r m a y ı unutmamış:
« Ö n ü n d e k i kurbağa şek
lindeki zili çalıyor. H e m e n çok zeki bir h i z m e t k â r g e l i y o r . Derhal verilen emirleri harfi harfine yerine g e t i r i y o r » demiş...
120
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
IRAK K R A L I F A Y S A L I N GELİŞİ
I R A K K r a l ı I . F a y s a l ' ı n A n k a r a ' y a gelişind e y i n e hareketli günler
geçirmiştik. Üç
g ü n k a d a r yurdumuzda konuk kalan K r a l , A t a t ü r k ta rafından i l g i y l e
karşılanmıştı.
K r a l şerefine M a r m a r a Köşkünde bir z i y a f e t v e rildi. B u z i y a f e t t e M e c l i s B a ş k a n ı K â z ı m Özalp, Baş bakan İ s m e t İnönü, U m u m î K â t i p T e v f i k Bey, B a ş y a ver, B a k a n l a r hazır
bulunuyorlardı. Z i y a f e t çok sa
m i m i bir hava içinde g e ç t i . Y e m e k t e n sonra, K r a l , G a z i O r m a n Çiftliği'nde gezdirildi. Ü ç günlük resmî z i y a r e t t e n sonra K r a l , trenle İstanbul'a h a r e k e t etti. I r a k K r a l ı , hiç t e I r a n Şahı'na benzemiyordu. A k ş a m ları birkaç kadeh viski y a d a k o k t e y l i ç m e y i unutmu yordu. Özel hayatı ç o k sakindi. K e n d i halinde görünü y o r d u . K i b a r tavırlıydı. B o ğ a z ı n a düşkün değildi. Ör neğin A f g a n Kralı gibi pilâv merakı yoktu.
GİZLİ
121
D E F T E R İ
JAPON VELİAHDINA V E R İ L E N DERS
J A P O N Veliahdı A n k a r a ' y a kendisini
garda
g e l d i ğ i gün
karşılamak için
Dışişleri
Bakanı T e v f i k Rüştü A r a s , Cumhurbaşkanlığı U m u m i Kâtibi mülkî
Tevfik erkân
Bey,
Başyaver
Rüsuhi
Bey ve
askerî,
istasyona g i t m i ş l e r d i .
Japon Veliahdı trenden inince yalnız Mareşal F e v zi
Ç a k m a k ' l a Dışişleri
ellerini
sıkmış,
Bakanı
öbürlerine
pek
T e v f i k Rüştü ilgi
Aras'ın
göstermemiş.
Bu
hal T e v f i k ve Rüsuhi B e y l e r i n çok canını sıkmış. Çan k a y a K ö ş k ü ' n e geldikleri z a m a n A t a t ü r k , B a ş y a v e r i v e T e v f i k B e y ' i holde karşıladı. T e v f i k B e y ' e : — Japon Veliahdı'nı nasıl buldunuz? D i y e sorunca T e v f i k B e y birden boşandı. İ s t a s y o n da u ğ r a d ı k l a r ı muameleyi aynen
anlattı:
— P a ş a m , Veliahd bizi a d a m yerine koyup, elleri m i z i bile sıkmadı. Dedi. Bunun üzerine —
Atatürk:
Çok m a ğ r u r olmasınlar. Gurur i y i bir şey d e
ğildir. D i y e hem kanaatini belirtti, hem de ileri görüş lülüğünün bir örneğini daha verdi. N i t e k i m aradan y ı l lar g e ç t i k t e n sonra o gururlu, kibirli veliahdın k o s k o c a
122
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
Japon İmparatorluğu, M ü t t e f i k l e r i y o k edeceği düşün cesiyle savaşa girmiş, f a k a t sonunda büyük bir y e n i l g i ye uğramıştı. Veliahdın gelişinden bir saat sonra M a r m a r a K ö ş kü'nde bir öğle y e m e ğ i verildi.
Veliahd'a G a z i O r m a n
Ç i f t l i ğ i gezdirildi. A t a t ü r k , Veliahd'a çok nazik davra nıyordu. Bu hali beni epeyce üzmüştü. Ö y l e ya, kendi sini karşılamağa giden i l g i l i devlet a d a m l a r ı m ı z ı hiçe sayarak ellerini bile sıkmak inceliğini g ö s t e r m e y e n bir insana, ister Veliahd olsun bu iltifatlar n i y e y d i ? H â l â bu nezakete bir anlam v e r e m i y o r d u m . A t a t ü r k , Japon Veliahdının kabalığına iyiden i y i y e içerlemişti. Ö y l e ya, Dünyanın öbür ucundan kalk, dost bir m e m l e k e t e g e l de, seni karşılıyanların elini sıkma... Bu
kabalığa incelikle
cevap v e r m e k ve
onu utandır
m a k g e r e k t i . B u yüzden A t a t ü r k , V e l i a h d ' a çok nâzik davranıyor,
iltifat
ediyordu.
Hattâ
ziyafet
sofrasının
özenle hazırlanmasıyla kendi uğraşmıştı. Yemek
arasında
açmıştı. Veliahd'a cevap
vermesine
Atatürk,
çeşitli meydan
Japon
tarihinden
sorular soruyor, bırakmadan
söz
daha onun
sorusunun
kar
şılığını yine kendisi v e r e r e k Veliahd'ı h a y r e t t e n h a y r e t e düşürüyordu. sıralıyor,
Atatürk,
k a d a r Japonya'nın Veliahd
tarihte
Japon mitolojisinden adamakıllı
ünlü
Japon
söz ediyor,
savaşlarını bir Japon
coğrafyasından ö r n e k l e r veriyordu. şaşırmıştı.
O y s a Japonlar z e k i olurlar derler. B i z i m misafirin a ğ z ı açık, A t a t ü r k ' ü n ezbere okuduğu Japon şairlerinin şiirlerini dinliyordu. Ö y l e sanıyorum ki, V e l i a h d kendi m e m l e k e t i n e ve milletine dair bir çok şeyleri, o g e c e yabancı bir m e m l e k e t t e , o m e m l e k e t i n d e v l e t başkanı nın ağzından ö ğ r e n m i ş t i .
GİZLİ
DEFTERİ
123
Japon Veliahdını şaşırtan o l a y şöyle olmuştu: A t a türk herkesi kendine hayran bırakmasını bilen insan dı. Japon Veliahdının gelişinden birkaç gün önce Ja ponya'ya mişti.
ait
bir
hayli
V e l i a h d ' a bunları
kitap
karıştırmış,
bilgi edin
s ö y l e m e ğ i düşünürken,
istas
yondaki o can sıkıcı olay m e y d a n a g e l m i ş . A t a t ü r k te Japon
misafirimize
yukarda
anlattığımız
şekilde
ilgi
gösterip m e m l e k e t i n e ait birçok soru sormuş ve c e v a bını yine kendisi vererek, ona h a k e t t i ğ i dersi incelikle anlatmıştı.
124
A T A T Ü R K ' Ü N
EMİR
1937
YILINDA
Ürdün
Emiri
U Ş A Ğ I N I N
ABDULLAH'ıN Y A T L A GEZİSİ
Abdullah,
yurdu
muzu z i y a r e t ediyordu. E m i r önce A n k a r a ' y a gelmiş, sonra da A t a t ü r k ' l e birlikte özel trenle İstanbul'a hareket
etmişlerdi.
E m i r ' i karşılamak için
İstanbul'da
büyük bir ha
z ı r l ı k g ö z e çarpıyordu. T a k l a r kurulmuş, caddeler Ü r dün ve Türk b a y r a k l a r ı y l a donatılmıştı. E r t u ğ r u l y a t ı hazırlanmış, H a y d a r p a ş a İki lak
rıhtımında bekliyordu.
büyük devlet a d a m ı H a y d a r p a ş a Garında par
bir
karşılama
törenle
karşılandı.
hazırlıklarıyla
karşılamalarda
alışılmış
Vali
kendisi her
şey
Muhittin
Üstündağ
uğraşmıştı. yerine
Bu
tür
getirilmişti.
E m i r Abdullah, E r t u ğ r u l y a t ı y l a D o l m a b a h ç e rıh t ı m ı n a çıktı. D o l m a b a h ç e Sarayında özel dairede mi safir edildi. D a h a sonra da F l o r y a Köşkü'ne gidildi. O sırada Ertuğrul y a t ı n a bir e m i r g e l d i : — F l o r y a köşküne
gidiniz...
Deniliyordu.
Y a t t a g e r e k l i h a z ı r l ı k l a r ı bitirdikten sonra F l o r y a K ö ş k ü ' n e g i t t i k . E m i r Abdullah y a t a mihmandarı, y a v e r i ile geldi. Y a l o v a ' y a doğru yola çıktık. E m i r ' i n y a t la yapılan bu M a r m a r a gezisi çok hoşuna
gitmişti.
U z u n zaman y a t ı n denizde bıraktığı köpükten izlere
GİZLİ
DEFTERİ
125
daldı. Y a p a y a l n ı z yemeğini yedikten sonra biraz y a t m a k üzere
k a m a r a y a indi.
Bana d a :
— A d a önüne gelince beni kaldırın... verdi.
Diye emir
Y a t A d a önlerine g e l m i ş t i . E m i r ' i uyandırmak üze re k a m a r a y a inince bir de ne g ö r e l i m ? E m i r hazretleri soyunmadan da
yatmış.
keyfiyesini
Ayağında
reye
pantolon,
çıkarmış. K ı r ç ı l sakallı
Emir,
başın aslında
çok güzel bir yüze sahipti. F a k a t onu güzel ve heybetli gösteren
başındaki
keyfiyesi imiş. Onu çıkarınca, saç
sız başı cascavlak m e y d a n a çıkmış. B i r süre onu bu haliyle s e y r e t t i m . Uyandırıp uyandırmamak
arasında
kısa
bir
duraklama
geçirdikten
sonra emrini yerine g e t i r d i m . E m i r keyfiyesini başına koyduktan
sonra A d a l a r ı s e y r e t m e k üzere
güverteye
çıktı. Saat
onaltı
Yalova Emir'i
sıralarında
Yalova'ya
k a r ş ı l a m a ğ a çıktı.
geldik.
Başta
Bütün
şehir bando
su olduğu halde ellerinde b a y r a k l a r sallıyan öğrenciler ve kalabalık bir halk topluluğu,
büyük
şenliklerde bu
lundu. A l k ı ş l a r arasında otomobiline bindi ve b a n y o ların bulunduğu y e r e hareket ettik. Burada
Atatürk'ün
fir edildi. E m i r
kendisine
ait
köşkünde
misa-
şerefine bir gün önce saz ve musiki
heyeti olarak F l o r y a Köşkü'ne gönderilen Münir N u rettin idaresindeki kemanî R e ş a t E r e r , R e f i k ve F a h i re Fersan. Vecihe
D a r y a l , C e v d e t K o z a n o ğ l u ve iki
hanende. E m i r ' i n isteği üzerine Y a l o v a ' y a getirtilmişti. E m i r , müzik faslından o kadar memnun Ürdün'e
döndükten
sonra
larda T ü r k musikisi den
Atatürk'e
kalmıştı
yazdığı
ki,
mektup
hakkındaki beğenilerini bildirme
yapamamıştır. E m i r şerefine
Yalova'da
v e r i l e n alaturka m ü z i k
126
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
z i y a f e t i çok güzel oldu. Gerçekten eşsiz bir g e c e ya şadık. Saz ve şarkılar g e c e yarısına k a d a r sürüp g i t t i . T ü r k müziğinin ahengine kendini kaptırarak huşu içinde m ü z i k dinleyen Ürdün E m i r i , o g e c e M ü n i r N u r e t tin
Selçuk'a bir hayli Gece
yarısından
iltifatta bulunmuştu. sonra müzik faslına son
verildi.
M e c l i s de dağıldı. H e r k e s y a t a k odalarına çekildi. M i s a f i r l e r sabah geç kalkar diye düşünmüştüm. F a k a t E m i r hazretlerinin sabah k a r a n l ı ğ ı kalktığını görünce şaşır d ı m . Sabah namazını, Y a l o v a ' n ı n zümrüt g i b i göründü ğü
balkonda
işaret
ederek
olduğunu
kılmıştı. beni
Namaz
çağırmış,
bittikten
zevkin
sonra
sabah
eliyle
namazında
söylemişti.
Emir
hazretlerine
Y e m e k t e n sonra
güzel
bir
kahvaltı
hazırladım.
otomobile binerek B a l t a c ı v e M i l l e t
çiftliklerini gezdi. Bu Y a l o v a gezisi öyle sanıyorum ki, Emîr'in
çok hoşuna g i t m i ş t i . T e k r a r E r t u ğ r u l Y a t ı n a
binerek
İstanbul'a
döndük. O g e c e y i D o l m a b a h ç e Sa-
rayı'nda geçiren E m i r , bir gün sonra m e m l e k e t i m i z d e n a y r ı l a r a k Ürdün'e döndü,
127
GİZLİ DEFTERÎ
İNGİLTERE KRALI N A H L İ N YATINDA
İNGİLTERE
K R A L I 8. E d w a r d ' ı n yurdu-
m u z a gelişi 1936 yılına rastlar. K r a l , N a h lin y a t ı y l a İstanbul'a gelmişti. Z i y a r e t , özel nitelikte olduğu için W i n d s o r Dükü unvanını taşıyordu. B ö y l e olduğu
halde
kendisine
çok büyük
karşılama töreni
yapılmıştır. Atatürk,
konuk K r a l ı T o p h a n e rıhtımında karşı
ladı. Tepebaşı'ndaki İ n g i l i z Sarayı'na k a d a r kendi o t o m o b ' l i y l e götürdü. Y o l d a halk tarafından g ö r ü l m e m i ş g ö s t e r i l e r yapıldı. T ü r k i y e Cumhurbaşkanı ile A n a f a r talarda dize g e t i r d i ğ i İ n g i l i z devletinin
alınyazısını
elinde tutan hükümdarının y a n y a n a otomobilde g ö r ü nüşü, a y r ı bir anlam, a y r ı bir önem taşıyordu. A t a t ü r k , büyük misafiri saat onaltı sularında D o l mabahçe Sarayı'nın Somaki salonunda kabul etti. G ö rüşme
sırasında
Tevfik
Rüştü
İ n g i l i z Büyükelçisi, Aras
ta
hazır
Dışişleri B a k a n ı
bulunmuştu.
O
akşam
Dolmabahçe'de verilen akşam z i y a f e t i çok parlak o l muş, A t a t ü r k ' ü n , İ n g i l i z Sarayı'nda verilen z i y a f e t l e r i yakından bilen birisine h a z ı r l a t t ı ğ ı sofra. K r a l ı sanki büyülemiş,
A t a t ü r k ' ü n zekâsına ve
inceliğine
hayran
kalmıştı, ö y l e ki, bir punduna g e t i r i p K r a l , kendisini İ n g i l t e r e ' d e sandığını bile söylemişti.
ATATÜRK'ÜN
128
UŞAĞININ
Y e m e k sırasında hoş mu, yoksa nahoş d e m e k mi lâzım
kestiremiyeceğim
bir olay g e ç t i .
Garsonlardan
biri fazla heyecanlandığı için mi nedir, elindeki büyük porselen tabakla y e r e yuvarlandı. Sofradakilerin utanç içinde şey
önlerine b a k t ı k l a r ı anda
olmamış gibi
Atatürk,
K r a l ' a doğru e ğ i l e r e k
her şeyi ö ğ r e t t i m ,
f a k a t uşaklığı
sanki hiçbir «Bu
millete
öğretemedim» diye
hem meseleyi kapattı, hem de o r t a l ı ğ ı neşeye boğdu. Yurdumuzda üç gün kalan İ n g i l t e r e K r a l ı , birçok g e z i n t i l e r yapmış, misafirler onuruna bir de deniz g e zisi düzenlenmişti. K o n u k Hükümdardan M o d a ' d a dü zenlenen bir deniz y a r ı ş ı n ı görmesi rica edilmiş, spor sever İ n g i l i z l e r de bu isteği seve seve kabul etmişlerdi. Ertesi günü K r a l v e maiyeti N a h l i n y a t ı y l a M o d a y a r ı ş alanına geldi. B i z de A t a t ü r k ' ü n bulunduğu E r tuğrul
yatıyla
ayni
yere
vardık.
Az
sonra
Kral
ve
çevresi bizim y a t a g e l e c e k l e r i için hepimiz heyecanlıy dık. E r t u ğ r u l yatında o zamanın Başbakanı Celal Bayar, İ s m e t İnönü, F e t h i O k y a r bulunuyordu. Biz de mir
attıktan
sonra
uzaktan
Kralın
motoru
göründü.
M o t o r d a n İ n g i l i z K r a l ı 8 . E d w a r d v e M a d a m Sipmson çıktılar. madam
Arkalarından
da
daha g e l i y o r d u .
İngiliz
Büyükelçisi
ile
iki
129
GİZLİ DEFTERİ
M A D A M SİMPSON'A SUNDUĞU KAHVE İ N G İ L T E R E K R A L I 8 . E d w a r d v e öbür mi safirler Türk
kahvesi
Ertuğrul verildi.
değil, ev sahibinden
yatındayken Servis,
başlıyordu.
kendilerine
usulen Bu
misafirden
yüzden önce iki
kahve g e t i r d i m . A t a t ü r k ' ü n yüzüne b a k t ı m . B ö y l e za manlarda O'ndan m i m i k l e emir a l m a y ı alışkanlık ha line g e t i r m i ş t i m . Başının değil, gözünün en küçük bir hareketiyle de ne d e m e k istediğini h e m e n anlar, ona göre hareket ederdim. A t a t ü r k hemen g ö z ü y l e K r a l ı işaret etti. Götürüp k a h v e y i K r a l a sundum. İkinci k a h v e y i d e A t a t ü r k ' e g ö türdüm.
F a k a t nedense
kahveyi
içmedi.
Ayağa
kal
k a r a k M a d a m Simpson'a kendi eliyle sundu. A t a t ü r k , kadınlara karşı her z a m a n nazik v e s a y g ı l ı y d ı . T o p l u m içinde kadının rolünün önemini, fırsat buldukça savu nurdu. K a h v e y i m i s a f i r e v e r d i k t e n sonra da bana dö nerek: — B a n a da bir sade kahve g e t i r . . . d i y e e m i r bu yurdu. İşte
Atatürk'ün
eliyle
kahve
sunduğu
kadının
« M a d a m S i m p s o n » olduğunu o z a m a n öğrendim. K r a l da m a d a m l a çok f a z l a ilgileniyordu. F a k a t nedense çok düşünceliydi. P e k keyifli olan A t a t ü r k ' ü n neşesine istem i y e r e k k a t ı l ı r g i b i bir hali vardı. Onu neşelendirmek ve kederini d a ğ ı t m a k için A t a t ü r k bütün zekâsını kul lanıyordu denebilir. M a d a m Simpson, b i r ara elindeki dürbünle yerin-
130
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
den kalkınca, K r a l d a başıyla A t a t ü r k ' t e n izin i s t e y e rek
yerinden kalkıp,
ayrılış
biraz
madamın
uzayınca,
Atatürk
arkasından fısıltı
gitti.
Bu
halinde:
— K r a l ı n m a d a m a karşı zaafı olduğunu g ö r ü y o rum. K o r k a r ı m ki, t a h t ı n ı bu kadın yüzünden kaybede cek... Dedi. N i t e k i m zaman, İ n g i l t e r e tahtının akıbetini daha önceden gören A t a t ü r k ' ü h a k l ı çıkaracak, kısa bir süre sonra yirminci yüzyılın en büyük aşklarından biri or t a y a çıkmış olacaktı. D i l l e r e destan olan bu macera, İ n g i l i z K r a l ı 8. E d w a r d ' ı n taht ve tacından ç e k i l m e siyle mutlu bir sonuca erişecek, M a d a m Simpson, W i n d sor Dükü'nün eşi olacaktı. O gün y a t t a k i g ö r ü ş m e çok samimi bir h a v a için de geçmiş, K r a l , A t a t ü r k ' ü n g ö n d e r d i ğ i i k i sandık si g a r a için teşekkür e d e r e k : — İ ç i m i çok g ü z e l . . . A l ı ş m a k t a n korkuyorum. İ n giltere'ye gittikten
sonra bunlardan
bir m i k t a r d a h i
g ö n d e r m e n i z i rica e d e c e ğ i m . . . D e m i ş , Atatürk —
ise:
Emredersiniz... D i y e
Kral
da
Atatürk'e
iki
karşılıkta sandık v i s k i
bulunmuştu. göndermişti.
A t a t ü r k , bu viskilerden çok hoşlandığını, içerken daima onu h a t ı r l ı y a c a ğ ı n ı söylüyordu. M o d a ' d a yelken y a r ı ş l a r ı başlamıştı. K r a l , çok sev d i ğ i bu deniz sporunu z e v k l e seyretti. Oradan F l o r y a ' y a doğru hareket ettik. M a r m a r a k ı y ı l a r ı boyunca İstanbul c a m i siluetlerinden K r a l bir türlü g ö z l e r i n i a y ı r a m ı y o r du. Konuşulan konu da minare, A y a s o f y a üzerinde g e çiyordu. Onları F l o r y a ' y a bırakıp döndük. Kral
şerefine
sonra F l o r y a ' d a
bir
kokteyl
parti
verildi. Deniz köşküne ve plajın kumuna hayran kalan K r a l , ilerde birkaç z a m a n k a l m a k için g e l e c e ğ i n e söz v e r e r e k İstanbul'dan ayrıldı.
GİZLİ
DEFTERÎ
131
ROMANYA KRALI K A R O L ' Ü N GELİŞİ
R O M A N Y A K r a l ı K a r o l , 1933 yılında, İ n g i l t e r e K r a l ı 8 . E d w a r d ı n İstanbul'a g e l d i ğ i N a h l i n y a t ı y l a yurdumuza g e l m i ş t i . Y a t ı İ n g i l t e r e ' deki bir konttan kiralamıştı. K r a l yurdumuzu resmen ziyaret etmiyor,
İ n g i l t e r e ' y e y a p t ı ğ ı y a r ı resmi
bir
geziden dönerken uğruyordu. Y a t y i n e Dolmabahçe ön lerinde d e m i r l e m i ş t i . K r a l , A t a t ü r k ' ü z i y a r e t isteğinde bulunmuş « K a b u l buyururlar m ı ? » d ' y e haber göndermişti. A t a t ü r k t e rahatsız olduğunu ileri sürerek « M u k a b i l z i y a r e t t e n af ederlerse buyursunlar» demişti. A t a t ü r k , K r a l ı sürekli olarak istirahatte bulunduğu Savarona y a t ı n d a kabul etti. R a h a t s ı z olduğu halde, hastalığını K r a l a belli e t m e m e k için bütün
dikkatini
kullanıyordu. K r a l l a Cumhurbaşkanı,
Savarona'nın İskelesinde
karşılaştılar. Y a t a k odasının yanındaki kabul salonuna kadar beraberce v e görüşerek g e l d i l e r . R o m e n K r a l ı n ı n Savarona y a t ı n d a A t a t ü r k ' l e g ö rüşmesi sırasında yanlarında D r . N e ş e t Ö m e r de bulu nuyordu. A t a t ü r k , hastalığı nedeniyle doktorun sürek li olarak kontrolü altında tutuluyor, y e m e k l e r d e p e r h i z
132
ATATÜRK'ÜN
yapmasına
elden g e l e n bütün
dikkat
UŞAĞININ
gösteriliyordu,
i ç k i içmesi kesin o l a r a k yasak edilmişti. A t a t ü r k ' ü n R o m e n K r a l ı K a r o l ' u a ğ ı r l a d ı ğ ı sofra ya bu yüzden -içer korkusuyla- içki konmamış, çeşitli m a d e n suları sıralanmıştı. Misafire p r o t o k o l g e r e ğ i hiç değilse bir kadeh içki sunmak gerekiyordu. F a k a t K r a l içerken,
ev
sahibinin içmemesi
tuhaf kaçacaktı. Onu
s a y m a m a k gibi bir şeydi. Atatürk,
durumu
olanca kuvvetiyle
Neşet
Ömer'e
açınca,
doktor
buna karşı koydu. P r o t o k o l g e r e ğ i
bir devlet hükümdarına içki sunmamanın ne k a d a r ayıp kaçacağını N e ş e t Ö m e r çok iyi biliyordu.
Fakat
ne
v a r ki, A t a t ü r k ' ü n sağlığı, ondan çok daha önemliydi. Hastalığı hatırı
artmasın d a
varsın R o m e n
Fakat doktoru
Atatürk
çabucak
olağanüstü
razı
etti.
kandırma
fakat A t a t ü r k ,
kuvvetiyle
A r a l a r ı n d a kısa süren pa
z a r l ı k sonunda şuna k a r a r v e r i l d i : cak,
hükümdarının
kalsındı.
S o f r a y a içki kona
kendi kadehinden ancak bir par
m a k içecekti. D o k t o r bunu bizlere de bildirdi. K a d e h lere içkiyi koyarken fazla
Atatürk'ünkine bir
parmaktan
kaçırmıyacaktık.
S o f r a y a çeşitli i ç k i l e r gelmişti. A t a t ü r k ' ü n kade hini doldurmağa hazırlanırken p a r m a ğ ı n ı yanlamasına d o ğ r u değil de, dikine doğru tutarak bize doğru dön dü. N e ş e t Ömer'in ve hepimizin h a y r e t dolu bakışları arasında: — Doktor,
bir p a r m a k
içeceksin,
dememiş miy
d i n ? D i y e sordu. Romen Kralıyla
görüşme iki saat k a d a r sürdü.
A t a t ü r k , konu B a l k a n A n t a n d ı n a g e ç t i ğ i İçin hastalı ğını
unutmuş, konuştukça konuşuyor,
bu
hal de onu
GÎZLÎ
DEFTERÎ
133
halsiz düşürüyordu. A t a t ü r k ' ü n jestleri, mimikleri, se sinin tonu karşısında K r a l , büyülenmiş gibiydi. T e r c ü manın sözlerinden çok A t a t ü r k ' ü n jestlerine ve sesi nin ahengine d a l d ı ğ ı belli oluyordu. Sonunda g ö r ü ş m e bitti. A t a t ü r k , hastalığına rağmen, y i n e zinde bir hal de K r a l ı Savarona'nın iskelesine k a d a r g e t i r i p , uğur ladı. Bu sırada A t a t ü r k ' ü n g a y r e t sarfettiğini gördüm. Sonradan anlattıklarına g ö r e K r a l K a r o l , hayatı nın son günlerini y a ş a y a n bir büyük insan karşısında çok büyük üzüntüye kapılmış ve y a t ı n merdivenlerini inerken: « S i z i n için bilmem ama, bizim için daha iki y ı l yaşaması l â z ı m » demiş.
134
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
İLK
T Ü R K F İ L M İ N İ N A S I L GÖRDÜ?
OZAMANLAR
yılda ancak b i r k a ç tane
T ü r k filmi ç e v r i l i r ve bunlar
haftalarca
sinemaların afişlerinde kalırdı. İzinli bir günümde si n e m a y a g i t m i ş t i m . T ü r k filmciliğinin y e n i yeni parla m a ğ a başladığı günlerdi. Muhsin Ertuğrul'un « İ s t a n b u l S o k a k l a r ı » filmi oynuyordu. A k ş a m dönüşte A t a t ü r k ' l e karşılaştım. — N e r e y e g i t t i n ? D i y e sordu. S i n e m a y a g i t t i ğ i m i söyledim. — Güzel m i y d i ? —
F e v k a l â d e . . . D i y e cevap v e r d i m .
A t a t ü r k e m i r v e r d i . H a z ı r l ı k yapıldı. V e o g e c e « İ s t a n b u l S o k a k l a r ı » filmine g i t t i . Saat y i r m i ü ç sıra larında döndüğü z a m a n : — Çelebi Efendi, i y i v a k i t g e ç i r d i k . D e d i . A t a t ü r k ilk T ü r k filmini işte b ö y l e benim tavsi y e m üzerine g ö r m ü ş ve hoşuna g i t m i ş t i . İsteseydi o f i l m i K ö ş k e g e t i r t i r , oturduğu y e r d e n
seyredebilirdi.
A m a A t a t ü r k bir halk çocuğuydu. H a l k ı n içinde yaşa m a k t a n hoşlanıyor,
onun g i t t i ğ i y e r l e r e g i t m e k için
vesileler arıyordu. S i n e m a y a gidiş te sadece bir vesi leden başka bir şey değildi. Sinemada halkla beraber film
görmek,
onun
daha
çok
hoşuna g i t m i ş t i .
GİZLİ
135
DEFTERİ
F E N E R B A H Ç E ' Y E BAĞIŞI
F E N E R B A H Ç E Kulübü i ç i n A t a t ü r k ' t e n uygun bir bağış istemişler. O da beşyüz l i ra bağışta bulunmuştu. A t a t ü r k , F e n e r b a h ç e ' y e özel bir i l g i beslerdi. R e ş i t G a l i p hemen haberini g e t i r d i : — Çelebi... Çelebi... Gazi,
F e n e r b a h ç e ' y e beşyüz
lira teberruda bulundu. D i y e müjdeyi v e r d i O zamanın beşyüz lirasının bugünün beşbin lirası na karşılık olduğunu s ö y l e m e ğ e b i l m e m lüzum v a r mı?
136
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
S A M S U N ' A N İ Ç İ N ÇIKMIŞ?
P R O F E S Ö R A f e t H a n ı m , bir gün tarih d e r . sinde bir ö ğ r e n c i y i derse k a l d ı r ı y o r . K o n u M i l l î Mücadele T a r i h i d i r ve A t a t ü r k ' ü n kurtuluş hare ketine başlamak üzere Samsun'a a y a k basışına ilişkin bölümdür. Çocuğa soruyorlar: — A t a t ü r k Samsun'a niye
çıktı?
H e r k e s « V a t a n ı kurtarmak, bizi hürriyete kavuş t u r m a k » gibi bir ş e y l e r beklerken, çocuk ne desin: — M e n f a a t i icabı... E ğ e r Samsun'a çıkmamış, ol saydı, O'nu öldüreceklerdi... A f e t İnan'ın tepesinden sanki k a y n a r su boşanmış. Çocuğu
azarlamakla
kalmamış,
bir de sıfır numara
v e r m i ş . F a k a t çocuk inandığı düşünceden dönecek cins t e n değil. Özür bile d i l e m e m i ş . . . A f e t İnan o k a d a r sinirlenmiş ki, t a r i f edemem. Y a n a k l a r ı k ı z a r m ı ş . H i d d e t l e salonda dolaşır buldum. B i r a z sonra A t a t ü r k geldi. Onu bu halde görünce bir o l a y ı n g e ç t i ğ i n i anladı ve sordu. A f e t İ n a n da o gün t a r i h dersinde g e ç e n o l a y ı A t a t ü r k ' e anlattı. A n l a t ı r ken hırsından tırnaklarını koparıyordu. A t a t ü r k g ü l ü m s e y e r e k bütün
söylenenleri dinle
d i k t e n sonra: — H a k l ı çocuk... D e d i . Sen ona sıfır değil, tam numara v e r m e l i y d i n . Bu
da
Atatürk'ün
hoşgörü sahibi
olduğunu
tenkitler karşısında göstermektedir.
ne
kadar
GİZLİ
DEFTERİ
137
RUSLARLA
BİR E Ğ L E N C E GECESİ
CUMHURİYETİN
Onuncu
Yıldönümü g e -
cesiydi. O gece a r a m ı z d a İki M o s k o v a ' l ı misafir de
bulunuyordu.
V o r o ş i l o f ve
ara Rusya'nın e n yüksek m e v k i i n d e
Budyni...
«Sovyet
Bir
Yüksek
Şûrası Presidium B a ş k a n ı » olarak g ö r e v yapan M a r e şal Voroşilof ve arkadaşı, o z a m a n Rus Ordusunda g e neraldiler v e İ s m e t İnönü ile R e c e p P e k e r ' i n M o s k o v a ' y a y a p t ı k l a r ı g e z i y e karşılık v e r i y o r l a r d ı . Onuncu Y ı l g e ç i t törenini i z l e y e n konuklar, o ak şam Cumhurbaşkanlığı köşkünde verilen akşam y e m e ğinde hazır bulundular. Sofra ellidört kişilikti. Budyni, A t a t ü r k ' ü n solunda,
V o r o ş i l o f sağında y e r almışlardı.
Voroşilof ve Budyni'nin üzerlerinde özenle dikilmiş askeri üniformalar vardı. Y e m e k masası V i y a n a l ı ünlü odun ustasına
(Hosmaister)
ısmarlanmıştı.
birbirine eklenince Gazi'nin baş harfi
Masalar
( G ) harfi çıkı
yordu. Y e m e k büyük bir neşe içinde sürüyordu. V o r o ş i lof, her konuşmasının başında: —
Recep
Peker
yapar...
Recep
P e k e r bilir...
D i y e söze başlıyordu. R e c e p P e k e r , o z a m a n « C u m h u r i y e t H a l k Fırkası U m u m î K â t i b i » idi. Rusya'da her işi F ı r k a U m u m î K â tibi
( S t a l i n ) y a p t ı ğ ı için, bizde de U m u m î
Kâtibin
138
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
y a p t ı ğ ı n ı sanıyor v e R e c e p P e k e r ' e ö z e l bir i l g i g ö s teriyordu. K i m s e işin farkında değildi. A t a t ü r k hemen duru mu anladı ve Stalin t a r z ı bir idarenin bizde de v a r m ı ş duygusunu misafirlerin üzerinden k a l d ı r m a k için t o p l a n t ı y ı d a ğ ı t m a k lüzumunu duydu. A t a ' n ı n bir işareti üzerine y e m e k sona e r m i ş olan toplantı dağıtıldı. H e p beraber kalkılıp H a l k e v i balosuna gidildi. Şahane bir baloydu bu... edildi,
dansa
kalkıldı.
B i r süre a y a k t a sohbet
Atatürk
te
misafirlere
uyup
dans etti. A t a ' n ı n en sevdiği dans, V a l s t i . H a l k e v i n d e n Orduevi'ne gidildi. A s ı l eğlence bu radaydı. Gelenler asker olduğuna g ö r e askerce bir e ğ lence daha y a k ı ş ı k almıştı. Orduevinde bütün ordu za bitanı,
generaller de
hazır bulunuyordu.
Saat üç sularında eğlencelerin en hararetli olduğu sıra
Atatürk
emretti.
Bütün
subaylar
Voroşilof
ve
Budyni'yi elleri üzerine alıp salonda g e z d i r m e ğ e başla dılar.
M ü z i k « M a v i T u n a » valsiydi. R u s g e n e r a l l e r i
alkışlar
arasında
omuzlarda
taşınıyorlardı.
D e r k e n bizim zabitan coşarak A t a t ü r k ' ü de eller üzerinde taşımak istedi, A t a t ü r k , g ü l ü m s e y e r e k e l i y l e İsmet İnönü'yü gösterdi. omuzlara Omuzlara
alınarak alınan
Bir
havada
üç
saniye
içinde İnönü,
gezdirilmeğe
kişinin dolaşması,
başlandı.
m ü z i k bitene
k a d a r sürdü. Eğlencelerden çevresinde
sonra bütün g e n e r a l l e r A t a t ü r k ' ü n
toplandılar.
M i s a f i r l e r O'ndan bazı
şeyler
ö ğ r e n m e k niyetindeydiler. Zaten gelişlerinin asıl nede ni de, bu amaca dayanıyordu. F a k a t A t a t ü r k , bu us t a c a düzenlenmiş oyuna düşmedi. V o r o ş i l o f a: — B i z asker insanlarız. Siyasete a k l ı m ı z S i y a s e t i siviller konuşsun... D i y e kestirip attı.
ermez.
GİZLİ
DEFTERİ
139
S o v y e t g e n e r a l l e r i onuruna v e r i l e n o g e c e k i z i y a fette, Orduevi'ndeki eğlenceler sırasında bir ara konuk l a r arasında bulunan General İ z z e t t i n Çalışlar'ın g e r danının R e c e p P e k e r
tarafından
gıdıklandığı, A t a
türk'ün gözünden kaçmadı. R e c e p P e k e r bir ara sa londa dolaşmış ve masasında oturan İ z z e t t i n Çalışlar'ın gerdanını g ı d ı k l a m a k istemişti. R e c e p P e k e r i n rütbesi ise
yüzbaşıydı. A t a t ü r k ' ü n bu duruma çok canı sıkılmış olacak ki,
ertesi günü İ s m e t İnönü'yü ç a ğ ı r a r a k : — R e c e p P e k e r i n dün akşam y a p t ı ğ ı n ı gördünüz m ü ? B i r yüzbaşı efendisi olan R e c e p P e k e r , nasıl olur da bir P a ş a ' n ı n yüzünü okşuyor. D i y e r e k İnönü'den bu işi önlemesini ve R e c e p B e y ' i n istifa etmesini emretti. İ ş t e R e c e p P e k e r i n istifasına sebep, bu hareketi dir. Cumhuriyet H a l k Partisi, bu tarihten sonra F ı r k a Kâtibi Umumiliğinden mıştır.
alınarak Başbakanlığa bağlan
140
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
SAMİ P A Ş A ' N I N E Ş İ N İ N SÜSÜ YIL 1931.
Dolmabahçe
S a r a y ı ' n d a çok
parlak bir düğün oluyor, generallerden bi rinin k ı z ı evleniyordu. Yurdun bütün tanınmış kişileri düğüne çağrılıydılar. H e r yanda şık elbiseli g ü z e l ha nımlar, g e n ç kızlar, yakışıklı erkekler g ö z e ç a r p ı y o r du. T ü r k i y e ' n i n B e r l i n
Büyükelçisi
olan K e m a l e t t i n
S a m i P a ş a ve eşi de konuklar arasındaydı. E l ç i ve eşi d i k k a t i çekecek kadar şık g i y i n m i ş l e r di. K e m a l e t t i n Sami P a ş a ' n ı n eşi A r a p dünyasında ta nınmış bir prensesti. N e kadar mücevheri v a r s a hepsi ni t a k m ı ş t ı denebilir. Yürüdükçe pırıl pırıl y a n ı p sö nen mücevherlerle herkesin bakışlarını üzerinde toplu yordu. Sanki ışıklardan yapılı bir sütunu andırıyordu. Prensesin bu aşırı süsü, çok g e ç m e d e n A t a t ü r k ' ü n de dikkatini çekti. Canının sıkıldığını a n l a m a k t a g e c i k m e d i m . Bütün neşesi b i r anda uçup g i t m i ş t i . Dans b i t e r b i t m e z K e m a l e t t i n S a m i P a ş a ' y ı y a n ı n a çağırdı. A y a k t a şu şekilde konuştu: — L ü t f e n e t r a f ı n ı z a bir bakın. N e k a d a r g ü z e l v a r sa hepsi tabii... H i ç bu k a d a r elmaslısına
rastlıyor
musunuz? Sizin hanımefendi bujular içinde. K e n d i çir kinliğini k a p a m a k için kuyumcu dükkânına benzemiş. K e m a l e t t i n Sami P a ş a , eşiyle beraber salonda da ha çok kalamadı. H e m e n Saray'dan ayrıldı. Eşinin bu k a d a r süslenmesine ve hoş o l m a y a n bu durumu y a r a t masına o da çok üzülmüş ve pişman olmuştu. Ç o k şık g i y i n e n A t a t ü r k , süsten, g ö s t e r i ş t e n t i k sinir, böyle şeylerden u z a k
dururdu. T a m bir salon
a d a m ı olduğu halde, tabiilikten hiç bir z a m a n ayrıl m a z , göründüğü g i b i o l m a y ı y e ğ tutardı.
GİZLİ
DEFTERİ
141
SAKARYA KÖPRÜSÜNDE
BİR
gece
saat
Köprüsünün ben ve trende
iki
sularındaydı.
üzerinden trenle
çalışan R ı z a adındaki
Sakarya geçerken,
arkadaşla A t a
türk'ün y e m e k yemesini bekliyorduk. T r e n i n tekerlek lerinin ç ı k a r d ı ğ ı t i k taklardan başka hiçbir ses duyul muyordu. İ k i m i z i n de gözünden uyku akıyordu. U z a k ta, siyah, simsiyah bir gece boşlukta uzanıyor, ara sı ra bir a ğ a c ı n g ö l g e s i ,
bir saniyenin
onda
biri k a d a r
bir zaman için penceremize düşüp kayboluyordu. A t a türk, y e m e k t e n başını kaldırıp b i z e : — N e r e d e n g e ç i y o r u z ? D i y e sordu. —
Paşam,
Sakarya
Köprüsünün
üstünden...
Di
y e karşılık v e r d i m . — P e k i . . . D i y e kesti attı. Konuşmanın daha u z a y a c a ğ ı n ı sanıyordum. Y a n ı l m a m ı ş ı m . A r a d a n kısa bir süre g e ç i n c e A t a t ü r k , yaşı mın kaç olduğunu sordu. Yirmi olduğunu söyledim. Ba şını
salladı.
Sonra
trende
çalışan arkadaşa da
yaşını
sordu. Onun y a ş ı da y i r m i değil m i y m i ş ? A t a t ü r k , y a ş larımızı öğrenince: — Siz çocuksunuz. Yunanlıların burasını işgal et t i ğ i n i bilmezsiniz...
142
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
D e y i n c e i k i m i z d e bir a ğ ı z d a n : — Paşam biliriz. Siz olmasaydınız Yunanlıları bu radan kim ç ı k a r a c a k t ı ? Siz kurtardınız. Siz y a p t ı n ı z . . . D i y e başladık konuşmağa. B i z g e r ç i içimizden g e l d i ğ i gibi çok samimi bir şekilde
konuşuyorduk. F a k a t y a p t ı ğ ı m ı z , dalkavukluk
tan başka bir şey değildi. A t a t ü r k ' ü n de dalkavukluğa n e k a d a r kızdığını çok yakından biliyorduk. F a k a t bi z i m s a m i m i y e t i m i z e inandığı için sözlerimize k ı z m a d ı . Ve şu olağanüstü k a r ş ı l ı ğ ı v e r d i : — Ben hiç bir şeyi k u r t a r m ı ş d e ğ i l i m . Y a l n ı z bu t o p r a ğ ı Y u n a n kumandanlarından daha i y i tanıyordum. Onun
için onlar m a ğ l û p oldular.
GİZLİ
DEFTERİ
143
Y A K I N L A R I N A V E R D İ Ğ İ DERS
ATATÜRK'ün
her g e c e k i sofralarından b i -
r i . . . Sofrada C e v a t
Abbas, R e c e p Zühtü,
K ı l ı ç A l i , R e c e p P e k e r , T a h s i n Ö z e r gibi y a k ı n arka daşları,
sofrasının g e d i k l i
konukları
bulunuyordu.
C e v a t Abbas, hanımı tarafından A t a t ü r k ' e ş i k â y e t edilmiş olacak ki, bir süre onu süzdükten sonra sofradakilere şu dersi verdi. Cebinden
sigara
tabakasını
çıkardı.
İçinden
iki
s i g a r a seçti. B i r tanesini kendi y a k t ı . B i r tanesini de C e v a t Abbas'a
attıktan
sonra
şunları söyledi:
— B i r z a m a n l a r g e n ç bir subaydınız.
Hanımları
nız da g e n ç kızlardı. Sevişip evlendiniz. O z a m a n f a kirdiniz. Şimdi h e m zenginsiniz, hem de mebussunuz. O zaman güzel kart geliyor.
olan aileleriniz
Aklınızı
şimdi
size
çirkin
ve
başınıza alınız ve o kadınlara
kötü m u a m e l e e t m e y i n i z .
144
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
GİT M E K T U B U GETİR
A T A T Ü R K ' ü n yanında çalıştığım oniki y ı l içinde
başımdan
çok ilginç o l a y l a r g e ç
miştir. F a k a t onlardan hiçbiri, adıma g e l e n bir m e k tup nedeniyle tarafından sorguya çekilmem k a d a r beni heyecanlandırmamış,
korkutmamıştır.
H â l â hatırladık
ça bir ürperti g e ç i r i r i m . A t a ' n ı n m a n e v î e v l â d ı N e b i l e H a n ı m ı n Darüşşaf a k a Lisesi
orta
k ı s m ı altıncı sınıfında
okuyan
Mu
v a f f a k Reslan adında bir kardeşi vardı. Ç o c u k bir gün S a r a y a ablasını g ö r m e ğ e geldi. A k ş a m y e m e ğ i n i abla sının yanında beraberce yediler. Y e m e k t e n sonra çocuk benden g i z l i c e bir bira istedi. Buzluktan birayı alarak g e t i r d i m . Ablasından g i z l i o l a r a k birayı içti, teşekkür e t t i . B i r gün sonra çocuk okula, biz de A n k a r a ' y a g i t tik. B i r süre geçince çocuk bana bir m e k t u p gönder miş. Mektubu A t a t ü r k a r m a l ı bir k â ğ ı d a yazıp, A t a türk armalı bir z a r f a k o y m u ş . P o s t a idaresi bu m e k tubu bana g ö n d e r m e y i p , Hususî K a l e m Müdürü H a s a n R ı z a S o y a k ' a u l a ş t ı r m ı ş . B e n i m tabiî bunların hiç bi rinden haberim yok. H a s a n R ı z a S o y a k mektubu d o ğ ruca A t a t ü r k ' e götürür. Z a r f ı belli etmeden açıp, içindekileri A t a t ü r k ' e okur. Sonra nın üzerine
koyar.
O
özenle
k a p a t a r a k masa
sırada o d a y a g i r e n
arkadaşım
GİZLİ
DEFTERİ
145
sofracı Tahsin Efendi, benim a d ı m a y a z ı l m ı ş mektubu görünce
alır,
görünce
vermez,
fakat
Atatürk
saklar.
armasını
Mektup,
zarfın
üstünde
masanın üstünden
y o k olunca t a b î herkes benim a l d ı ğ ı m ı sanır. O akşam sofrada hiç bir şeyden haberim o l m a d ı ğ ı halde mektubu benim a l d ı ğ ı m ı sanan A t a t ü r k , konuk ların önünde bana dönerek: — Çelebi Efendi, dün g e c e seni rüyamda g ö r d ü m . B e n i m a r m a m l a sana bir m e k t u p g e l m i ş . Bu m e k t u p nerede? D e y i n c e birden şaşırdım. K a f a m ı yordum. N e r e d e n gelebilirdi ki... Fakat
Atatürk'ün
Önce önem v e r m e d i m .
söylediği,
alt
tarafı
rüya
idi.
Mektubu A t a t ü r k t e k o y m u ş
olabilirdi. — Bana m e k t u p g e l m e m i ş t i r e f e n d i m . . . H e m tu haf değil mi? Bendeniz de sizi dün g e c e rüyada g ö r düm... D e y i n c e . — N a s ı l g ö r d ü n ? D i y e sordu. —
Sizin elbisenizi bana
g i y d i r i y o r l a r d ı . Ben de
g i y m e d i m . B i r k ö p e k gelip, üstümdeki
elbiseyi y ı r t t ı .
Dedim. —
Y a a . . . D e d i . Sonra yeniden:
—
G i t mektubu g e t i r . . . D i y e tutturdu.
M e k t u p t a n haberim o l m a d ı ğ ı n a A t a t ü r k ' ü bir tür lü inandıramıyordum. Sonunda sofradaki konuklar, işe karıştılar: — Çocuğum, g i t odana. Bavuluna bakıver. D e y i n ce: — E f e n d i m , y o k böyle bir şey... D i y e b i l d i m . H e y e c a n ve üzüntüden b i t k i n bir hale g e l m i ş t i m . N e söylesem, n e yapsam karşımdakileri inandıramıyac a ğ ı m ı anlamıştım. A t a t ü r k , b o c a l a d ı ğ ı m ı görünce: F . 10
146
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
— Ç a ğ ı r bana H a s a n R ı z a B e y i . . . D e d i . H e m e n y a v e r l i ğ e telefon
edildi. H a s a n R ı z a S o -
y a k ı n S o v y e t Büyükelçiliğinde k o r d i p l o m a t i ğ e v e r i l e n z i y a f e t t e olduğunu söylediler. B e n de A t a ' y a durumu anlattım. — Rus Sefaretine telefon edilsin. H e m e n g e l s i n . . Dedi. T e l e f o n edildi v e b i r a z sonra H a s a n R ı z a S o y a k geldi.
Beni ve sofracıları dışarı çıkardılar. M i s a f i r l e r
içerde kaldı. B i r k a ç d a k i k a sonra da H a s a n R ı z a So yak
salondan —
ayrıldı.
Hemen
arkasından koşup:
K u z u m m e k t u p k i m d e n ? D i y e sordum.
S e r t ç e bir d i l l e : — N e b i l e H a n ı m ı n kardeşi M u v a f f a k Reslan'dan. D e y i n c e rahatladım. Salona g i r d i ğ i m z a m a n A t a türk bana: — Çelebi Efendi. Sen namuslu bir çocuksun, bili y o r u m . Dedi. — P a ş a m , sizin rüyanız hakikat. F a k a t bana mek tup falan gelmedi. D i y e ilk ifademde israr e t t i m . E r t e s i günü sabahleyin Hasan R ı z a
Soyak'ın
şo
förü N e c m i Efendi, daha ben y a t a k t a y k e n mektubu g e tirdi. O gün ö ğ l e y e m e ğ i n d e mektubu A t a t ü r k ' e v e r d i m . M e k t u p t a selâmdan başka şey y o k gibiydi. A n n e anneye selâm, A f e t H a n ı m a selâm, R u k i y e
Hanıma
selâm... F a k a t yine d e A t a t ü r k : — Mektubu v e r H a s a n R ı z a B e y e . T a h k i k a t y a p tırsın. Dedi. Ben d e mektubu H a s a n R ı z a S o y a k ' a v e r d i m . Sonra okulda çocuğu sorguya çektiklerini ö ğ r e n d i m . B e n d e böylece t e m i z e ç ı k t ı m . . .
GİZLİ
DEFTERİ
147
YÛŞA HAZRETLERİNİN DERGÂHI
ATATÜRK
Harbiye'de
ö ğ r e n c i y k e n hafta
tatillerinde B e y k o z ' d a Y û ş a Efendi D e r g â hı'nın Şeyhine konuk gider,
Şeyh te O'na ve beraber
g e l e n öbür gençlere
bırakmamalarını,
büyük adam unutmamış.
okulu
olmalarını Boğaz'dan
okuyup
öğütlermiş. A t a t ü r k bunu hiç her g e ç i ş i m i z d e
başını
Bey
koz'un üstündeki D e r g â h a doğru ç e v i r e r e k eski anıları tazeler v e b i z e : — E ğ e r bize Şeyh H a z r e t l e r i o k u m a aşkı v e r m e seydi, halimiz nice olurdu? D e r dururdu.
148
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
E R T U Ğ R U L Y A T I N I BATIRIRIM
ATATÜRK
İstanbul'da
bulunduğu
Boğaz'da ve Marmara'da
sıralar
yatla gezmeğe
bayılır, yorgunluğunu a n c a k bu şekilde çıkarırdı. B i r yaz
günü
akşam
üstü
yine
B o ğ a z ' a doğru
bir
gezi
düzenlettirmişti. A t a t ü r k önemli bir şeye k ı z m ı ş ola c a k ki, yanına g i r d i ğ i m d e : —
E r t u ğ r u l y a t ı n ı b a t ı r ı r ı m . . . D i y e sertçe konu
şuyordu. O sırada K a v a k ' l a r ı n önüne gelmiştik. A k ı n t ı n ı n e t k i s i y l e y a t başladı beşik gibi sallanmağa. H e r k e s : — P a ş a m , h a v a fena, dönelim... D i y o r . A t a t ü r k : —
H a y ı r olmaz, B o ğ a z ' d a n çıkalım. D i y e d i r e t i y o r
du. B o ğ a z ' d a n ç ı k a r a k Zonguldak'a g i d i l m e s i isteni yordu. T a m o sırada y a t ı n güvertesinde Seyrüsefain İ d a resinin Müdürü Sadullah B e y ' e r a s t l a d ı m : —
B e y i m , hava çok kötü. Bu şartlar altında g i d e
m e y i z . . . D e y i n c e bana g ü l d ü : — Bir
B i z A t a ' y a söyledik, kızdı. Sen söyle. D e d i . an
durakladım.
Atatürk,
dediği
dedik
bir
adamdı. B i r şeye k a r a r v e r d i mi, onun üzerinde di r e t m e k boştu. F a k a t bir huyu da v a r d ı ki, a k l a y a t k ı n
GİZLİ
149
DEFTERİ
dilekleri y e r i n e g e t i r m e k t e n çekinmezdi.
Cesaretimi
toplayıp hemen salonun kapısı önüne g e l d i m . A t a t ü r k ' e damdan düşer g i b i : — P a ş a m , ilerki burundan dönelim mi ? D e y i n c e : —
P e k i dönelim... Dedi.
Doğrusu
bu
kadar k o l a y l ı k l a A t a t ü r k ' ü razı ede
bileceğimi a k l ı m a g e t i r m e m i ş t i m bile. Onun için bir den bire şaşırıp kaldım. B i r yandan da seviniyordum. Hemen
merdivenin
dibinde
heyecanla
benden
cevap
bekleyen Sadullah B e y ' i n yanına k o ş t u m : — P a ş a H a z r e t l e r i ilerki burundan dönmemizi em retti... D e y i n c e Sadullah B e y ' i n sevinçten g ö z l e r i yaşardı. Bana
ödül
olarak
bir
maaş
ikramiye
verilmesi
için
kamara müdürü M u z a f f e r B e y ' e e m i r verdi. O z a m a n almış olduğum a y l ı k y i r m i y e d i liraydı. Ömrümde aldı ğ ı m t e k ödül de işte bu paradır.
150
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
A N K A R A LİSESİ'NDE
BİR gün Ç a n k a y a Köşkünden otomobile bi nip y o l a koyulduk. G i d e c e ğ i m i z y e r bilin miyordu. Çoğunluk ö y l e olur, y o l a çıktıktan sonra ka r a r verilirdi. A t a t ü r k şoför R e m z i E f e n d i y e : —
A n k a r a L i s e s i ' n e . . . D i y e seslendi.
—
Başüstüne
Paşam.
Diye
cevap
verip A t a t ü r k
Lisesine gittik. A t a t ü r k , çeşitli sınıflara girdi. Dersleri izledi. Sı ralarda
öğrencilerle
yanyana
oturdu.
Öğretmenlerin
ders anlatışlarını yakından gördü. K i t a p l a r ı karıştırdı. T a h t a y a kaldırılan öğrencilere
başladı çeşitli sorular
sormağa. Çocukların hepsi kırmamağa vermek
kolay
landırmak
h e y e c a n içindeydiler. B i r pot
çalışıyorlardı. değildi.
ta
Atatürk, cevaplardan
Öyle
ya
iki
Atatürk'ün
başlıbaşına çocukların
bir
sınav
kendi
çok memnundu.
sınav
birden
sorularını
cevap
gibiydi.
çaplarında
verdikleri
T a m okuldan ç ı k a c a ğ ı
m ı z sırada genç bir ö ğ r e t m e n : —
P a ş a m , sizden bir r i c a m var... D i y e yaklaştı.
Atatürk:
var.
—
P e k i anlatınız... D e y i n c e şunları s ö y l e d i :
—
Burada
Öğle
pek
zamanı
çok bunları
zengin hususi
ve
vekil
çocukları
otomobilleri
gelip
GİZLİ
DEFTERİ
151
alıyor, y e m e ğ e götürüyor. Y a h u t t a sefertasları içinde g a y e t g ü z e l çeşit çeşit y e m e k l e r g e l i y o r . Bunları öbür çocukların yanında y i y o r l a r . ların y i y e c e k e k m e k l e r i bile hocalar
pek
çok
üzülüyoruz.
Oysa öbür çocuk
y o k . Bu durumdan b i z Ama
elimizden
hiçbir
gey g e l m i y o r . Ç o k k r i t i k bir konuydu bu. A t a t ü r k ' ü n yüzü dü şünceli bir hal aldı. Ne d i y e c e ğ i n i O da şaşırmıştı. Bir
an
düşündükten
sonra:
— Bunlar z a m a n l a düzelir. kirdir...
D i y e c e v a p verdi.
Şimdi
m e m l e k e t fa
152
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
AMERİKALI GAZETECİ
ANKARA
PALAS
büyük
balolara
Oteli
sahne
salonları
olur
ve
sık
sık
bunların
bazılarında şeref konuğu o l a r a k A t a t ü r k te ç a ğ r ı l ı bu lunurdu. B i r g e c e y i n e
böyle
büyük balolardan
biri
v e r i l i y o r d u . K ı z ı l a y eliyle düzenlenen baloda A t a t ü r k dans
ederken,
elinde
viski
kadehiyle
dolaşan
uzun
boylu bir a d a m a yaklaştı. Duruşundan bir y a b a n c ı ol duğu
anlaşılıyordu.
Atatürk, — Aras
yanında
bulunan
Tevfik
Rüştü
Aras'a:
Bu m ö s y ö k i m d i r ? D i y e sordu. T e v f i k Rüştü ta:
—
P a ş a m , A m e r i k a n gazetecisidir... D e y i n c e ta
nıştırılmasını istedi. Tanıştırıldılar. A t a t ü r k ' l e yabancı g a z e t e c i arasında F r a n s ı z c a o l a r a k şu konuşma g e ç t i : Önce konuk A m e r i k a l ı y a : —
H a n g i ırktansınız? D i y e sordu.
—
A m e r i k a l ı y ı m . . . C e v a b ı n ı alınca d a :
— H a y ı r siz A m e r i k a l ı d e ğ i l karşılıkta
A m e r i k a l ı önce mazlık
Türksünüz. D i y e
bulundu.
olduğunu
şaşırmıştı.
sanarak yine
A r a l a r ı n d a b i r anlaş ilk sözünde
diretince
Atatürk: — K r i s t o f K o l o m b ' t a n elli yıl e v v e l T ü r k l e r A m e k a ' y ı keşfetmişler. D i y e başladı a n l a t m a ğ a . A m e r i k a l ı can
kulağiyle
dinliyordu.
GİZLİ
DEFTERÎ
153
A t a t ü r k , buna örnek o l a r a k müzelerimizde c e y l a n derisinden
yapılmış
haritaların
bulunduğunu,
Ameri
k a ' y a g i d e r k e n rastlanan K a y ı k A d a l a r ı n ı n T ü r k ç e ol duğunu, T ü r k ç e d e k a y ı ğ a sandal da dendiğini, K a n a r y a A d a l a r ı n ı n adının ( K a n a r i ) o l a r a k yazıldığını, K a nari'nin bizim Türkçede K a n a r y a olduğunu anlattıktan sonra
Amerikalıya:
—
Siz A m e r i k a l ı l a r O r t a A s y a ' d a n hicret ettiniz.
Olsanız
olsanız T ü r k olabilirsiniz.
D i y e sözlerini b i
tirdi. A m e r i k a l ı A t a t ü r k ' ü g i t t i k ç e artan bir heyecan v e şaşkınlıkla dinliyordu.
Bunca
yıllık
meslek hayatında
ülkesi hakkında bu denli ilginç bilgileri olan k i m s e y e hiç
rastlamamıştı.
Atatürk'ün
çekiciliğinden
kendini
bir türlü k u r t a r a m ı y o r , daha çok konuşması için tür lü bahaneler buluyordu. Görüşme saatlerce sürdü. B i r ara
Amerikalı —
şimdi
birkaç
çevresindekilere:
tanıdığım
karşı k a r ş ı y a y ı m . . .
Amerikalı sonra
gazetecinin,
Hayatımda
gazeteci günlüğüne
en
harikulade
adamla
D e d i ğ i n i hatırlıyorum. Atatürk'ün geldiği
ilgisini
gördükten
Türkiye'deki
kalışını
uzattı. Günlerce müzelerimizde incelemeler yaptı, ça lıştı, n o t l a r aldı. —
A m e r i k a ' y a gidince d e :
B i z A m e r i k a l ı l a r T ü r k t e n başka bir şey d e ğ i
liz... Diye yazılar yazmış. Bizim Türk gazeteleri de A m e r i k a l ı n ı n yazılarını çevirmişlerdi.
154
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
SON HALİFE'NİN GÖZYAŞLARI
CUMHURİYET'İN
kuruluşundan
sonra
H a l i f e l i k t e kaldırılmış, son H a l i f e A b dülmecit bin-i Abdülaziz E f e n d i yurttan kovulmuştu. 1924 y ı l ı M a r t ayında A b d ü l m e c i t E f e n d i ' y i bir g e c e birdenbire
yurttan
ayrılmağa
zorlamışlar,
onun
iki
gün hazırlık y a p m a k için istediği izni bile, B ü y ü k Millet Meclisi'nden çıkan kanunu kendisine gösterip, « d a kika
tehiri
mucibi i d a m d ı r »
gerekçesiyle
kendisine
vermemişlerdi. Abdülmecit
Efendi'yi
Çorlu
istasyonuna
kadar
otomobille götüren şoförü Mustafa, o o l a y ı sonradan bana anlatmıştı. Ben burada y a z ı l a r l a i l g i s i bulundu ğundan anlatmadan Abdülmecit sonra
«millî
geçemiyeceğim:
Efendi,
iradeye
emri
üzüntüyle
dinledikten
boyun e ğ e r e k d ö r t karısı,
bir
odalığı, çocukları Dürrüşvar v e Ö m e r F a r u k ' l a p e r d e leri inik üç a y r ı kapalı otomobile bindirilip Ç o r l u ' y a götürülüyor. H e r hangi bir olayın çıkmaması için de Sirkeci'den trene bindirilmiyor.
Yolda
Abdülmecit
E f e n d i şoförüne: — Mustafa, sen de benimle g e l i r m i s i n ? D i y e so ruyor.
GİZLİ
155
DEFTERİ
Mustafa,
efendisinin
gidişinden
çok
üzüntülüdür.
F a k a t onu k ı r m a k t a i s t e m i y o r . Ö y l e ya, birbirlerini bir daha hiç g ö r e m i y e c e k l e r . — G e l m e k ç o k isterdim ama, burada doğdum, ç o luk çocuğum karşılık
burada.
Bunlardan
ayrılamam...
Diye
veriyor.
M e c i t E f e n d i b u sözlerden çok duygulanmıştır. Ü züntüsünü belli e t m e m e ğ e çalışıyor a m a b o ş : — A h , ne olurdu, beni de bu v a t a n ı n bir köşesinde g ö z a l t ı n d a bıraksalardı... D i y e b i l i y o r . O anda M e cit Efendi'nin gözlerinden bir dizi
yaşın
süzüldüğünü
görüyor. A r a d a n ç o k z a m a n g e ç t i ğ i halde şoför hiçbir z a m a n
bu
konuşmayı
aklından
Mustafa,
çıkaramadığını
söylemektedir. Halife
Türkiye'den
nırında büyük güçlüklerle
ayrıldıktan
sonra İ s v i ç r e
karşılaşmış.
sı
D ö r t karısı o l
duğu için oranın kanunlarına g ö r e içeri sokulmak i s tenmemiş. A n c a k d e v l e t başkanının özel izniyle İ s v i ç re'ye
girebilmiştir.
156
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
MASRAFINI CEBİNDEN ÖDERDİ
1930 Y I L I N D A Y D I K . Büyük M i l l e t
Meclisi
y a z tatiline g i r m i ş t i . H e r y a z olduğu g i bi bu y ı l da tatili İstanbul ya da Bursa'da g e ç i r e c e k tik. Programda
önce
Bursa
yer
almıştı.
Derince'de
E r t u ğ r u l y a t ı y l a M u d a n y a ' y a gidilecek, oradan o t o m o billerle Bursa'ya geçilecekti. B e n a y r ı o l a r a k B i l e c i k K a r a k ö y ü n d e n otomobille B u r s a ' y a gidip, bu tarihi y e şil
şehrin
türk'e
sayfiyesi olan Ç e k i r g e ' d e Bursalıların A t a
armağan
ettiği
köşkün hazırlanması için
çalı
şacaktım. Böyle önce şitli
gezilerde
Çankaya
Köşkünden
çıkılmadan
son akşamlar sofraya hep paşalar çağırılır, yurt
meseleleri
Bursa'ya
çe
görüşülürdü.
hareketimizden
önce
de
son g e c e
yine
paşalar çağrılıydı. Başta M a r e ş a l F e v z i Ç a k m a k oldu ğu
halde yüksek rütbeli bütün subaylar toplanmışlar
dı. G e c e saat 24'e doğru sofra dağıldı. K o n u k l a r b i r e r ikişer g i t t i l e r . E r t e s i g ü n d e y o l a çıktık.
GİZLİ
157
DEFTERİ
Önce o t o m o b i l l e r kılavuz t r e n e konmuş, daha son r a polis v e muhafız kıtası bindirilmişti. T r e n D e r i n c e ' y e varınca otomobiller E r t u ğ r u l y a t ı y l a M u d a n y a ' y a gelen
Atatürk'ü
karşılayıp
Bursa'ya
götürmek
için
harekete g e ç i r i l d i . O sırada ben Bursa'da V a l i ve B e l e d i y e Başkanıyla Köşkün y a t a k ve
sofra takımlarını hazırlıyor, hasır
ları t e m i z l e t i y o r d u m . Burada
sırası
gelmişken
şunu
da
söyliyeyim
A t a t ü r k hiçbir y e r d e Belediyelerin konuğu
ki,
olmamış,
her yerde masrafı cebinden ödemiştir. Y a l n ı z 1927 y ı lında
İstanbul'a
ilk
gelişinde
İstanbul
Belediyesi'nin
konuğu olarak kaldığını hatırlarım. Öbür y ı l l a r İstan bul'a gelişinde m a s r a f ı hep kendi ödemiştir. H i ç bir otelcinin, gazinocunun etkisinde k a l m a m ı ş t ı r .
Onlar
her ne k a d a r p a r a a l m a k istemezlerse de A t a t ü r k : —
Bir
daha
gelmem
sonra...
Diyerek
parasını
öder v e b a ş y a v e r e sorardı; — Gazinocu parasını aldı m ı ? V e r i l d i cevabını almadan d a g a z i n o d a n çıkmazdı.
158
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
OTOMOBİLLERİ
B U R S A ' d a bir hafta kaldıktan sonra o t o mobillerle Y a l o v a ' y a g i t t i k .
Otomobiller
deyince sanmayın yüzlerce otomobil vardı. Sadece se k i z tane. B i r i açık y a z l ı k , biri kapalı i k i L i n c o l n , üç Buick, bir Benz M e r c e d e s . . . İ k i n c i Cumhurbaşkanı zamanında bu sayı onsekize çıkmıştır. Oysa İ s m e t İnönü, R u s y a ' y a y a p t ı ğ ı g e z i d e n döndüğü zaman, S o v y e t yönetiminin etkisinde kalarak Bakanların
altından
arabalarını
aldırmak
istemişti.
T e v f i k Rüştü A r a s ' l a Şükrü K a y a K ö ş k e g e l e r e k A tatürk'e —
durumu
anlattılar.
Atatürk:
B e n i m o t o m o b i l l e r i de kaldırıyor m u ? D e y i n
ce: — H a y ı r P a ş a m , sizinkilere dokunmuyor. Cevabı nı aldı. Bunun üzerine: — Yahu, böyle şey olur m u ? B i r v e k i l i n altından o t o m o b i l alınır m ı ? Bu ne biçim iş... D i y e söylendi. Şükrü K a y a : —
B i z de kabul e t m e y i z . . . Dedi.
O sıralar İ s m e t İnönü, bir yıl kadar resmi araba y a binmedi. K e n d i hususi otomobiliyle M e c l i s ' e v e B a ş bakanlığa
gidip
geldiydi
GİZLİ
159
DEFTERİ
«ELBİSELERİMİ YAKIN» YALOVA'DA
uzun süre kaldık. A k ş a m l a r ı A -
tatürk'ün sofrası yine konuklarla dolup taşı y o r , birçok y u r t sorunları bu sofrada görüşülüyordu. B i r akşam y e r l i m a l ı kullanılması üstüne bir konuş ma oldu. H e r k e s düşüncesini söylüyor,
yurtta yerli
endüstrinin g e l i ş m e s i için büyük bir k a m p a n y a açıl ması, herkesin y e r l i m a l ı yemesi, y e r l i malı g i y i n m e s i isteniyordu. Y e r l i M a l ı bugünlere
H a f t a s ı ' n ı n açıklanışı d a
rastlar.
A t a t ü r k , herkesin öne sürdüğü zamanki
dikkatiyle
— Bundan
dinledikten
sonra
önder
düşünceleri, her
sonra:
olarak
benim
de
yerli
malı k u l l a n m a m l â z ı m . G a r d r o p t a k i elbiselerimi g e tirin. Köşkün önünde y a k ı n . . . E m r i n i v e r d i . H e r k e s t e bir sessizlik.... O şen, g ü rültülü sofra sanki bir anda m e z a r sessizliğine bürün müştü. H e r k e s birbirinin yüzüne bakıyordu. Sessizliği İlk
önce
konuklar
arasında
bulunan
Ulus
Gazetesi
başyazarı F a l i h R ı f k ı A t a y b o z m a ğ a cesaret edebildi: — Paşam,
bu
elbiseleri y a k m a y ı n ,
birer tanesi
ni bizlere verin. B i z de hâtıra o l a r a k saklayalım... D e yince A t a t ü r k hafifçe, gülümsedi: — P e k i , dedi. Orada hazır bulunan herkese b i r e r k a t elbise v e rildi. Bunların a r t ı k o elbiseleri hâtıra olarak mı sak ladıklarını, y o k s a g i y e r e k m i eskittiklerini bilemem. Bir
gün
sonra
Beyoğlu'nun
tanınmış
terzilerin
den A r m a n Y a l o v a ' y a getirildi. A t a t ü r k , K ö ş k t e k i l e r i n g ö z l e r i önünde
yerli
kumaştan
diktirdi. O olaydan sonra
elbisesini
kestirdi ve
A t a t ü r k , elbiselerini hep
y e r l i kumaştan o l a r a k A r m a n ' a diktirmiştir. B i r da ha da İ s v i ç r e ' d e n kumaş g e l m e d i .
160
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
HÂZIM'I N A S I L GÜREŞTİRDİ?
H A Z I M A t a t ü r k ' ü n e n sevdiği aktördü. A n k a r a ' d a n İstanbul'a g e l d i ğ i z a m a n l a r H â z ı m ı sofrasında g ö r m e k ister v e temsil sonrası otomobilini göndererek bu büyük sanatçıyı Saray'a getirtir, karşılıklı sanat sohbetleri yapardı. N e ş e , espri havası içinde g e ç e n toplantı sırasında çeşitli konular üzerinde görüşülür, tartışılırdı. Y i n e bir gece, g e ç saatlerde H a z ı m , A t a t ü r k ' ü n sofrasındaydı. K o n u spora gelmişti. A t a t ü r k , sanat ç ı y a şöyle sordu: — H a z ı m , hiç spor y a p t ı n mı ö m r ü n d e ? Hazım, A t a t ü r k ' ü n güreşi sevdiğini v e Çoban M e h m e t ' i de koruduğunu bildiğinden : — Gençliğimde biraz güreş y a p t ı m Paşam... D i ye a t m a s i y o n bir karşılık verdi. A r a d a n beş - altı saat g e ç m i ş , spor konusu unu tulmuştu. Bu arada A t a t ü r k ' ü n , yaverinin kulağına e ğ i l e r e k bir şeyler söylediği g ö z d e n kaçmadı. Y a v e r hemen uzaklaştı ve daha beş dakika bile g e ç m e d e n yanında Muhafız A l a y ı n d a n seçme yarı beline kadar çıplak leventendam on pehlivan erle beraber göründü. H e r k e s şaşkınlık içinde ne olacağını m e r a k l a bek liyordu. A z önce söylediklerini unutan H a z ı m , başına
GİZLİ
DEFTERİ
161
geleceklerden habersiz,
gelenlere
b i r a z da
şaşkınlıkla
bakıyordu. A t a t ü r k keyifli k e y i f l i : — Kuzum
Hazım,
şunlarla
güreş
te,
marifetini
görelim... D e m e z m i ? H â z ı m ' d a bir anda şafak atmıştı. ni
toparlayıp,
işin
içinden
sıyrılmağa
H e m e n kendi çalıştı:
— A m a n P a ş a m , ben g e n ç l i ğ i m d e güreştim... G ü reşi falan ç o k t a n unuttum. Bunlar benim pestilimi çı karırlar... A m a A t a t ü r k kararlıydı.
İ l l e d e H â z ı m ' ı güreş-
tirecekti. G ü l ü m s e y e r e k : — Sen Bunlar
neşenle
senin
kalpleri,
karşında
tuşa g e t i r m i ş adamsın.
dayanır
mı?
D e y i n c e g ö z l e r i yaşaran H a z ı m , A t a t ü r k ' ü K ı r a m a y a c a ğ ı n ı a n l ı y a r a k çaresiz ceketini çıkardı. K o l l a rını sıvayarak pehlivanların yanına sokulup
yavaşça :
— Bak, ben pehlivan falan d e ğ i l i m . B i z i m şimdi v a z i f e m i z P a ş a ' y ı e ğ l e n d i r m e k . . . S i z kendinizi boş b ı rakın. Ben sizi t u t a c a ğ ı m . Diye
onların
saflıklarından
yararlanıp,
masanın
önüne kadar g e t i r d i . Başta duran pehlivanın bir anlık dalgınlığından yararlanarak, hemen el - ense yere dü şürmeğe
çalışınca
Atatürk:
— B r a v o ! . . Y a ş a H a z ı m . . D i y e bağırdı. Salon kah kahadan
kırılıyordu.
Sabaha karşı sofra d a ğ ı l ı r k e n H a z ı m çevresinde kilere :.. — M e ğ e r Paşa'nın
önünde
g ü r e ş m e k ne
kadar
zormuş. K u y r u k sokumuma k a d a r terledim... Diyordu.
F . 11
162
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
A D A L I AYŞE H A N I M Ç A N K A Y A K ö ş k ü n d e yine bir a k ş a m zi y a f e t i . . . İstanbul sosyetesinin tanınmış kişilerinden A d a l ı A y ş e H a n ı m v e eşi A s a f bey d e konuklar
arasında bulunuyordu.
Saat g e c e n i n ikisine
y a k l a ş m ı ş t ı . P i s t t e k i çiftler a z a l d ı ğ ı bir sıra A t a t ü r k , A y ş e H a n ı m ı dansa kaldırdı. H a t ı r ı m d a kaldığına gö re
bir v a l s
çalıyordu.
A y ş e H a n ı m ı n eşi A s a f B e y i n bir ara elinde ta bancayla a y a ğ a k a l k m a k istediği görüldü. M e d e n î K a nun
ç o k t a n alınmıştı.
Türkiye,
çağdaş u y g a r l ı k dü
z e y i n e y ü k s e l m e k için d e v adımlarla ilerliyordu. Ba tının bütün yeniliklerini benimsiyorduk. D a n s t a n tabii bir şey v a r m ı y d ı ?
Ü s t e l i k A d a l ı A y ş e H a n ı m v e eşi
d e sosyeteden g e l m e y d i l e r . A s a f B e y i n tabancasının A t a t ü r k ' ü hedef tutaca ğ ı n ı hiç sanmıyorum. Onun olsa olsa sarhoşluğun etki siyle bu kat
daha
tabancayı ç e k m i ş olduğu düşünülebilir. F a ayağa
kalkmadan
yanında
bulunan
Sinop
m i l l e t v e k i l i R e c e p Zühtü'nün onu bir y u m r u k t a y e r e sermesi bir oldu. R e c e p Zühtü, A s a f B e y i n elindeki küçük tabanca yı bana verdi. B e n de sofra d a ğ ı l d ı k t a n sonra başyav e r Celal B e y e g ö t ü r d ü m . A t a t ü r k ' ü n bütün bunlardan haberi yoktu. Dansı nı bitirdikten sonra konukların yanına oturmuştu. D u rumu
ancak ertesi günü
a k ş a m sofrasında A t a t ü r k ' e
anlattılar. K ı z a c a ğ ı n ı sanıyorduk. G ü l e r e k : — Y a h u ne v a r bunda çekinecek. A d a m c a ğ ı z k e y f e g e l m i ş , c a m tabanca a t m a k istemiş... D i y e c e v a p verdi.
GİZLİ
D E F T E R İ
163
RİFAT H O C A ' N I N B A Ğ I Ş I
MİLLİ Mücadele'ye katılmış A t a t ü r k ' ü n y a kınlarından birinin a ğ z ı n d a n d i n l e m i ş t i m : 19
Mayıs
1919.
Atatürk
Kurtuluş
Savaşı'na
baş
l a m a k üzere Samsun'a a y a k basmıştır. B i r yandan iç ve dış düşmanlarla savaşırken, lıklarla
bir y a n d a n da hasta
uğraşmaktadır.
Böbreklerinden hasta olan A t a t ü r k , B a f r a y a k ı n larında I l ı c a ' d a v e H a v z a ' d a t e d a v i altına alınmıştır. Sivas v e E r z u r u m
K o n g r e l e r i n d e n sonra A n k a r a ' y a
dönüyor. B u sırada A l i F u a t Cebesoy, bâzı y a r d ı m l a r da
bulunmuştur.
Vahidettin'in
duğu
y o l l u k l a r ı n da
para
kalmamıştı. Nereden
para
sonu
kendisine
gelmişti.
bulunacağı
vermiş
Elde
ol
avuçta beş
düşünülürken
Diyanet
İşleri Başkanı R i f a t H o c a ç ı k a g e l i y o r . H e m e n cebin den bin l i r a ç ı k a r ı y o r ve A t a t ü r k ' e : — Paşam,
şimdi sizin p a r a y a ihtiyacınız vardır.
Bugünlük bu k a d a r t e m i n edebildim. Kusura bakmayın... D i y e p a r a y ı u z a t ı y o r . — B u p a r a y ı hiç unutmam... D e r v e R i f a t H o ca'dan
sırası g e l d i k ç e
öğünerek sözederdi.
ATATÜRK'ÜN
164
UŞAĞININ
KARABEKİR'E SİNİRLENİYOR
B İ R gün A n k a r a ' d a G a z i O r m a n Ç i f t l i ğ i ' ndeki M a r m a r a Köşkünde sofracı Saip'le oturmuş, konuşuyorduk. Can sıkıntısından konudan ko n u y a atlıyorduk. K a p ı aralıktı. Salonda A t a t ü r k , C e v a t Abbas'la derin bir konuşmaya dalmıştı. Onlar ken di âlemlerinde, biz kendi âlemimizdeydik. Saatler iler liyor, z a m a n ı n nasıl g e ç t i ğ i anlaşılmıyordu. Saip h e r fırsatta A t a t ü r k ' ü sevdiğini, O'nun için her şeyi g ö z e alabileceğini ileri sürüyor, bense ona : — Sen
Gazi'yi
pilavıyla
hoşafı
için
seviyorsun
Bense kafasına, düşüncelerine, başardığı işlere h a y r a nım... D i y e takılıyor, v a ş t a y a r a r l ı k gösteren
sonra şöyle e k l i y o r d u m : bir
sürü paşayı
Sa
sevmiyorsun
d a y a l n ı z A t a ' y ı seviyorsun. B u doğru m u ? A r k a d a ş ı m aksini ileri sürüyor, bense onun dalı na b a s m a k için kızışına
kıs
adamakıllı
sesimi
yükseltiyor,
sonra
kıs g ü l e r e k bakıyordum.
B i z böyle t a r t ı ş m a y a dalmış çekişe duralım, A t a türk
sesimizi duymuş,
girdim:
zile
bastı,
bizi
çağırdı.
İçeri
GİZLİ
—
DEFTERİ
165
İ ç e r d e kahvehane mi kurdunuz? N e d i r bu g ü
rültü... D i y e çıkıştı. H i ç sesimi çıkarmadan başımı önüme e ğ i p b i r a z bekledim. dışarı
O
tekrar
konuşmasına
dalınca da
sessizce
süzüldüm.
A t a t ü r k , konuşmamızı duyup ta beni ç a ğ ı r d ı ğ ı za m a n hiç durmadan K a r a b e k i r P a ş a ' y ı öğüyordum. B i l m e m ama, çocukluğumda ö ğ r e n d i ğ i m bir şarkının et kisiyle bu askere kalben b a ğ l a n m ı ş t ı m . Şarkının, daha doğrusu
marşın
ğına g ö r e
mısralarının
tekrarı,
aklımda
kaldı
şöyleydi:
« Ç e l i k g i b i kollu, T u n ç t a n bilekli - T ü r k hiç yı lar mı, T ü r k hiç y ı l a r m ı ? » A r a d a n y ı l l a r g e ç t i ğ i halde bu şarkı hiç aklımdan çıkmamıştı.
Aklıma
geldikçe
mırıldanmadan
yapa
mazdım. O akşam
Ç a n k a y a K ö ş k ü ' n e döndüğümüzde A t a
türk bana : — Sen benim Büyük N u t k u m u okudun m u ? D e di. — O k u m a d ı m efendim. D i y e karşılık v e r d i m . S o n ra t e k r a r —
sordu :
Kütüphanenin
neresinde
biliyor
musun?
— B i l i y o r u m , bir pırlanta m a h f a z a içinde olacak. —
Ö y l e y s e al getir...
H e m e n y u k a r ı koştum. K ü t ü p h a n e y e g i r e r e k eta jerin camını sürüp, N u t k u mahfazasından çıkardım, aş a ğ ı y a indirdim. İ ç i m d e ne yalan s ö y l i y e y i m , bir k o r ku v a r d ı O sırada sofrada bulunan Ruşen E ş r e f Ü n a y d ı n ' a Nutku
verdim.
Ruşen Eşref, N u t k u n
sayfalarını
çe
virdi, çevirdi, K â z ı m K a r a b e k t r ' e ilişkin bölüme g e l i n -
166
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
ce durdu. A t a t ü r k ' ü n yüzüne baktı. B e n y u k a r ı g i d i n ce, o günkü olayı konuştuklarını anlamıştım. Sonu ne olacak, altından ne ç ı k a c a k d i y e m e r a k l a bekliyordum, A t a t ü r k , Ruşen E ş r e f Ü n a y d ı n ' a dönerek : —
Oku... Dedi. Sonra bana b a k t ı :
—
Sen de dinle... D i y e ekledi.
Ruşen
E ş r e f Ü n a y d ı n ' ı n okuduğu
bölümleri
bü
y ü k bir dikkatle dinliyordum. A t a t ü r k t e a y n ı i l g i y l e dinliyor, sanki o günleri yeniden y a ş a r g i b i oluyordu. Gözleri değişmeyen bir noktaya
saplanmıştı.
Okuma
işi b i t t i k t e n sonra bu konu üzerinde A t a t ü r k ' l e R u şen E ş r e f Ü n a y d ı n arasında bir konuşma başladı. Can kulağıyla
dinlediğim
Savaşı'na
başlayışının
konuşma,
Atatürk'ün
Kurtuluş
hikayesiydi.
A t a t ü r k , son P a d i ş a h Vahidettin tarafından Sara y a çağırılmıştı. K a b u l sırasında Vahidettin i l k o l a r a k ona şu — sıl
soruyu sormuştu : Şu gördüğünüz düşman g e m i l e r i n i buradan na
çıkarabilirsiniz? —
O gördüğünüz z ı r h l ı l a r karada yürümez.
— P e k i bu işi nasıl yapabilirsiniz? — Emredersiniz. — Ne
yaparsanız
yapın,
fakat
bunları
buradan
kovun... Ve kendisine şu g ö r e v i v e r i y o r : —
Yanınıza
Samsun'a
hareket
çalışabileceğiniz m a i y e t i n i z i ediniz.
Yarın
Bandırma
alınız. vapuru
h a r e k e t i n i z e hazırdır. Ş a r k v i l â y e t l e r i askerî müfettişi o l a r a k y o l a çıkın. A l l a h y a r d ı m c ı n ı z olsun... P a d i ş a h A t a t ü r k ' ü n elini sıkıyor. O da S a r a y d a n ayrılıyor.
GİZLİ
DEFTERİ
167
Çürük B a n d ı r m a teknesi K a r a d e n i z ' i n a z g ı n d a l g a l a r ı arasında y o l
alırken işgal
k u v v e t l e r i işi haber
almış, f a k a t ç o k g e ç kalmıştır. İ n g i l i z zırhlıları B a n dırma
vapuruna yetişemeden
Atatürk
Samsun'a a y a k
basmıştır. Konuşmanın
burasına g e l i n c e
A t a t ü r k bana dön
dü. Anlaşılan o gün K a r a b e k i r hakkında Saip'le y a p t ı ğ ı m konuşmayı unutmamıştı : — Onun
yerine
Samsun'a çıkıp,
askeri elbisele
rimi yırtıp, üniformamı attıktan sonra K a r a b e k i r P a şa benim
t a y ı n ı m ı kesmiştir.
Millî
Mücadele'ye
olan
hizmetlerini de bu zaviyeden i n c e l e m e k lâzımdır... A r a d a n y ı l l a r geçmişti. O sırada g a z e t e l e r d e K a rabekir P a ş a ' n ı n anıları yayınlanıyordu. K a r a b e k i r bu yazılarında y a p t ı ğ ı hizmetleri sıralıyor « H e r şeyi ben y a p t ı m . Ben olmasaydım T ü r k m i l l e t i kurtulamazdı...» gibisinden sözler ediyordu. A t a t ü r k ' e de az bir p a y b ı rakıyordu. O sıralar biz İstanbul'da, D o l m a b a h ç e Sarayındaydık. A t a t ü r k , g a z e t e l e r d e k i bu y a z ı l a r a biraz sinirlen m i ş olacak ki, birden şunları söyledi : — Bu şekilde iddiada bulunan adamları akıl dok torlarına g ö n d e r m e k lâzım...
E ğ e r bu m e m l e k e t i bir
K a r a b e k i r ' l e bir M u s t a f a K e m a l kurtardıysa çok y a zık...
Oturup a ğ l a m a k l â z ı m !
168
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
SAVARONA YATININ HİKAYESİ
ATATÜRK
sık sık deniz y o l u y l a d a y u r t
gezilerine mur
bir
yata
Ertuğrul
yatı,
niz'de
batma
sakıncalı du,
deniz
mu
onun
ihtiyaç bir
gün
tehlikesi
bulunuyordu. aşıkıydı. denizden
çıktığı
için
vardı. sert
Eski bir
geçirdiği Atatürk Son
dört
başı
devirden
havada için
denizi
ma
kalma
Karade kullanılması
çok
seviyor
zamanlarda s a ğ l ı k duru
uzaklaşmasının
doğru
olmadığı
nı da o r t a y a koyduğundan, bütün bunları gözönünde bulunduran Hükümet, O'na ulusun bir a r m a ğ a n ı ola rak A m e r i k a l ı m i l y o n e r bir kadından ç o k ucuza bul duğu
S a v a r o n a y a t ı n ı almıştı.
Y a t ı n İ n g i l t e r e ' d e n alınışı sırasında ben de
bu
lunduğum için kısaca Savarona'nın hikâyesini b u r a y a k o y m a k yerinde o l a c a k t ı r : 1938 M a r t ı n d a L o n d r a ' y a üç saat u z a k l ı k t a S a v santin limanına g i t t i k . B u r a d a S a v a r o n a ' y a büyük bir törenle T ü r k b a y r a ğ ı çekildi. B a y r a k çekme töreninde İ n g i l i z bahriyesinden a m i r a l v e komutanlar, şehrin i leri gelenlerinden birço k k i m s e vardı. L o n d r a B ü y ü k e l ç i m i z F e t h i O k y a r ile e l ç i l i k ileri gelenleri h a z ı r bu lunmuştu. Geminin
alınmasında Cumhurbaşkanlığı
Umumi
GİZLİ
DEFTERİ
169
K â t i b i H a s a n R ı z a Soyak, U l a ş t ı r m a B a k a n l ı ğ ı M ü s teşarı
Sadullah Güney,
Nakliyat
Şefi
Burhanettin,
mühendis N a c i A r k ile k o m i s y o n e r olarak A v r u p a ' da bulunan Z e k i adlı bir kişi ve B a l M a h m u t v a r d ı . L i m a n d a bir ay kadar kaldık. Y a t ı n dış kısmı b e y a z a boyandı. İçersinde y a p ı l a c a k değişiklikler için İ n g i l i z l e r çok p a r a istediklerinden İ n g i l t e r e ' d e n a y r ı l ı p Hamburg
limanına
gittik.
Zaten
Blonios tezgâhlarında yapıldığı şiklik
konusunda
hiç
zorluk
yat
için
Hamburg'ta
Almanlar
deği
çekmemişlerdi.
S a v a r o n a yatını 1931 yılında A m e r i k a l ı bir kadın y a p t ı r m ı ş t ı . M i s i s K a t v e l l e r , A l m a n tezgâhlarına t a m beş m i l y o n dolar saymıştı. Y a t l a a l t m ı ş üç g ü n D ü n y a y ı dolaştıktan sonra Misis K a t v e l l e r A m e r i k a ' y a v a tanına döndü. F a k a t A m e r i k a H ü k ü m e t i , beş m i l y o n dolar g ü m r ü k v e r g i s i isteyince t e r s yüzü edip t e k r a r A v r u p a ' n ı n yolunu tuttu. Bu sırada K a t v e l l e r kocasını k a y b e t m i ş ve h a y a t t a y a p a y a l n ı z kalmıştı. Y a t t a n hevesini aldığı v e A m e r i k a ' y a d a s o k a m ı y a c a ğ ı n ı a n l a d ı ğ ı için satılığa çı kardı. Y a t a i l k d e f a o z a m a n k i A l m a n Başbakan Y a r dımcısı V o n P a p e n istekli olmuştu. F a k a t b i z i m k o misyoncular türk'e
açıkgöz
satmak
Atatürk'e
davranıp,
istediklerini
kadına
söylediler.
bu
yatı
Ata
Amerikalıların
s e v g i l e r i fazla olduğundan y a t ı bir m i l y o n
ikiyüz bin dolara sattılar. Bu suretle H i t l e r ' i n istedi ğ i y a t ona k ı s m e t olmadı. Savarona'nın satış işlemi ziranda İstanbul'a
geldik.
b i t t i k t e n sonra 1
Ha
F l o r y a önlerinde bizi polis
170
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
v e g ü m r ü k m o t o r l a r ı karşıladı. Dolmabahçe S a r a y ı ön lerine g e l d i ğ i m i z sıra A t a t ü r k bir m o t o r l a y a t a geldi. A t a t ü r k ' ü t a m ikibuçuk a y g ö r m e m i ş t i m . H e y e c a n l a v e ö z l e m l e merdivenleri çıkmasını b e k l i y o r d u m . H e m e n yanına koştum. F a k a t daha ilk bakışta hasta o l duğunu sezdim. Y ü z ü solmuş, incelmiş, karnı şişmişti. Atatürk'e kaygıyla ve dikkatle baktığımı gören K ı lıç A l i : — N e d e n bu k a d a r d i k k a t l i baktın Ç e l e b i ? M e r a k e t m e bir şey y o k . D i y e benim h a y r e t i m i y a t ı ş t ı r m a k istedi. A m a beni kandıramadı. Y a t a hemen yerleşildi. G e r e k l i eşyalar taşındı. A tatürk, y a t ı n mobilyasını, A m e r i k a n z e v k i n i çok be ğ e n m i ş t i . Çünkü y a t ı n sahibi, ince z e v k l i y d i . Y a t ı n içindeki
eşyaların bir kısmı,
Fransa'daki
müzelerden
aslı gibi t a k l i t olunarak yaptırılmıştı. B i r ç o k köşele ri tarihi eşyalarla bezenmişti. P l â n l a r ı n ı gördüğü z a m a n y a t ı çok b e ğ e n e n A t a türk,
ne y a z ı k ki,
ona kavuştuğunda ölüme y a k l a ş
m ı ş a ğ ı r bir hastaydı.
Savarona'nın
safasını
süremi-
y e c e ğ i n i o d a anlamış v e üzülerek « B u te kne y o k s a b e n i m m e z a r ı m m ı o l a c a k ? » d i y e hazin h a z i n sormuş tu. A t a t ü r k onbeş g ü n k a d a r y a t t a kaldı. K ü ç ü k g e z i n t i l e r yaptı. D e n i z havası yaramış, yüzü b i r a z düzel m e ğ e yüztutmuştu.
GİZLİ
171
DEFTERİ
İKİ
K A D I N GAZETECİ
1933 Y I L I N D A P a r k Otel'de o r t a yaşlı, fa k a t çok güzel iki kadın A t a t ü r k ' ü n dikkatini çekti. M a v i gözlü, sarışın bu kadınlar bir k ö şeye
çekilmişler,
sessiz sedasız oturuyorlardı.
Hususi
K a l e m Müdürü Süreyya B e y e : — K i m d i r bu k a d ı n l a r ? D i y e sordu. Süreyya Bey, Metrdotel Karabet Efendiye kadın ların k i m olduklarını sordu ve A m e r i k a n g a z e t e c i l e r i olduklarını ö ğ r e n e r e k A t a t ü r k ' e bildirdi. Bunu d u y a n Atatürk : — Acaba
masamıza davet
etsek
gelmezler m i ?
Dedi. Metrdotel Amerikalıların
yanına
giderek
Ata
türk'ün çağrısını bildirdi. K a d ı n l a r « m e m n u n i y e t l e » di y e hemen yerlerinden kalkıp A t a t ü r k ' ü n y a n m a g e l diler. O g e c e g e ç v a k t e kadar A t a t ü r k , konuk g a z e t e cilerle ilgilendi. G e z d i k l e r i y e r l e r i sordu, çalışma p r o g ramlarını
dinledi.
Tercümanlığı
Süreyya
Bey
yapı
yordu. A t a t ü r k , daha sonra konuklara şunu sordu : —
Siz T ü r k i y e ' d e nereleri g ö r d ü n ü z ?
G a z e t e c i l e r şu karşılığı v e r d i l e r : — İstanbul'u gördük, m ü z e l e r i gezdik, tarihî y e r leri dolagtık...
172
ATATÜRK'ÜN —
UŞAĞININ
T ü r k i y e y a l n ı z İstanbul değildir. Sizi onbeş gün
m e m l e k e t i m d e misafir e t m e k istiyorum. Bu z a m a n için de
istediğiniz
Türkiye'yi
yerleri
görmekte
daha y a k ı n d a n
serbestsiniz,
tanımak
böylece
fırsatını
elde
et
m i ş olursunuz. K a b u l e d e r m i s i n i z ? —
T e ş e k k ü r ederiz. M e m n u n i y e t l e kabul ediyoruz.
Bunun
üzerine
Süreyya
Bey
konukçu
olarak A-
merikalı
g a z e t e c i l e r i n y a n ı n a v e r i l i y o r . İ z m i r , Efes,
Antalya,
Belkıs yıkıntılarını dolaştıktan sonra A n k a
r a ' y a g i d i y o r l a r . B i r k a ç g ü n de orada kaldıktan son ra
İstanbul'a
dönüyorlar.
A m e r i k a l ı g a z e t e c i l e r İ s t a n b u l ' a dönüşlerinde D o l mabahçe
Sarayı'nda
bul edilip, y e m e ğ e
yeniden
Atatürk
alıkondular.
tarafından
Sofra g e c e
midörde kadar sürdü. K o n u k l a r g e z d i k l e r i y e r l e r i lattılar.
Atatürk
büyük
bir
dikkatle
ka
saat y i r -
bunları
an
dinledi.
E k s i k edindikleri bilgileri tamamladı. B i r gün sonra konuklar, bir m a n e v r a y a götürüldü ler. A s k e r î m a n e v r a l a r ı hayranlıkla seyrettiler. B i r ara,
manevra
Amerikan
alanına
bağlanan
Başkonsolosuyla
da
bir bir
telefon
hattıyla
görüşme
yaptılar.
B i r k a ç gün sonra A m e r i k a l ı g a z e t e c i l e r m e m l e k e t lerine döndüler. Bu iki
kadın,
yüz
altmış beş g a z e t e y e
birden g i t t i k l e r i yerden y a z ı y a z a r l a r m ı ş . T ü r k i y e i z l e n i m l e r i günlerce A m e r i k a n basınında y e r aldı. Bun ları bizim g a z e t e l e r d e n d e b a z d a n çevirip yayınladılar. A m e r i k a l ı g a z e t e c i l e r yazılarında A t a t ü r k ' t e n h a y ranlıkla sözetmekte, çok n a z i k v e centilmen bir d e v let
başkanı
olduğunu
söylemekte,
Dolmabahçe
Sara
yı'nın çiçekler içindeki g ü z e l l i ğ i n i ö ğ m e k t e y d i l e r . A tatürk'ün,
konukların
bulunduğu
sofraya s m o k i n g g i
yerek geldiğini yazıyorlardı. Oysa Atatürk'ün o g e c e düz bir l â c i v e r t elbise v a r d ı üzerinde.
GİZLİ
DEFTERİ
173
TAYYARE
PİYANGOSU
BİR akşam sofrada içki üzerine konuşuluyordu.
K a d e h l e r h a v a y a k a l k t ı k ç a çeşitli
görüşler o r t a y a atılıyor, içki y a p a n y e r l i f a b r i k a l a r ı n kurulması düşüncesi savunuluyordu. Önce bir bira fab rikasının kurulması
tartışılmağa
başlandı.
Bira
fab
rikası yapılsın, g ü z e l . . . A m a g e r e k l i y a t ı r ı m ı nereden bulacağız ? Atatürk,
sermaye
konusunda
leri g ü l ü m s e y e r e k dinliyordu.
ileri
sürülen
istek
Sonunda hiç birini g ö
zü t u t m a m ı ş olacak ki, son umut o l a r a k bir « T a y y a re
Piyangosu»
bileti
Y a v e r l e r , sofracılar, Bütün
biletlerin
— Kimin
(!)
alınmasına k a r a r
ahçılar
parasını
şansına
da
verildi.
onar liralık bilet aldılar. Atatürk
çıkarsa,
verdi:
bununla
bira
fabrika
sı kuracağız. D e d i . O g e c e o t u z - k ı r k k a d a r bilet alınmıştı. B i r k a ç g ü n sonra p i y a n g o çekildi. F a k a t - A t a t ü r k ' ü n aldı ğı da içinde -
biletlerin
hiç
birine bir şey çıkmadı.
Y a l n ı z benim biletime a m o r t i çıkmıştı. A t a t ü r k , yine bir g e c e sofrada biletlerin ne olduğunu sordu.
Sonu
cu öğrendikten sonra da : — En şanslı adam hepinizi geride bıraktı...
Çelebi'ymiş,
dedi.
Bu y a r ı ş t a
ATATÜRK'ÜN
174
UŞAĞININ
«SİZ S E N Y Ö R S Ü N Ü Z » ÇANKAYA partisi çok
zaman
Köşkü'nde
olur
kazanırdı.
ve
Bir
ara sıra d a p o k e r
Atatürk akşam
oyun
yine
sonunda
Köşkte
yeşil
çuha masanın çevresinde on - onbeş kişi k a d a r top lanmışlar,
poker oynuyorlar. D e r k e n p a r a b i t i y o r .
z a m a n l a r üzerlerinde
kurt
resmi
olan
yeşil
O
bir lira
lıklar v a r d ı . Meclis dağılırken, bakanlar, m i l l e t v e k i l leri A t a t ü r k ' ü n elini öpüyor, çıkıp g i d i y o r l a r d ı . A t a türk elindeki dağıttı.
paraları,
Ama
para
antrede çıkanlara kendi e l i y l e
bitmemişti.
Kalan
demeti
bana
uzatarak: — K a l a n l a r ı say... D e d i . H e m e n saydım: — Oniki efendim... Paraları
bize v e r e c e k
sanmıştım.
Orada İbra
himle i k i m i z kalmıştık. F a k a t ö y l e y a p m a d ı : — Ona
Ver... D i y e g e r i aldı. Sonra İ b r a h i m ' e u z a t t ı . da:
—
Say!.. D i y e e m i r v e r d i . O sırada İ b r a h i m se
vinmiş, p a r a l a r ı ona v e r e c e ğ i n i sanmıştı. P a r a l a r ı say dıktan —
sonra: Oniki efendim... D e d i .
P a r a l a r ı çekip
ondan d a g e r i almasın m ı ? . . Son
ra bize dönerek : —
B e n bu p a r a l a r ı size verebilirim, a m a v e r m e m .
Onlar birer l i r a y a aldılar. H e p s i vekil, mebus. İ h t i y a ç içindeler.
Fakat
senyörsünüz.
sizin
Gazi'nin
durumunuz sofrasında
iyi
onlardan.
yeyip
Siz
içiyorsunuz.
N e aile geçindiriyorsunuz, n e d e masrafınız var... Dedi. A t a t ü r k y a t m a ğ a g i t t i k t e n sonra İ b r a h i m ' e d ö n ü p : —
M e ğ e r biz senyörmüşüz de haberimiz y o k m u ş .
K e ş k i senyör olmasaydık da, o p a r a l a r bizde kalsaydı.. D i y e takıldım.
GİZLİ
DEFTERİ
175
«REİSİCUMHURLUK NURİ Conker, şakalarına
YAPAMAZSIN»
Atatürk'ün
katlandığı
nazını
bir
çektiği,
çocukluk
ar-
kadaşıydı. Onun aşırı giden hareketlerine k ı z m a z , p a tavatsızca k ı r d ı ğ ı potları hoşgörür, en koyu tenkitleri ne bile katlanırdı. N u r i C o n k e r A t a t ü r k ' e takılır, k ı z d ı ğ ı z a m a n damarına basar. O da punduna g e t i r i p , bu çocukluk arkadaşına y a p m a d ı ğ ı n ı bırakmaz, adeta onu deli ederdi. N u r i Conker arada bir: — tursak...
Paşam, Diye
çekilsen de, takılırdı.
o k o l t u k t a b i r a z biz o-
Bir
akşam
yemeği
sırasında
sofranın en neşeli anında A t a t ü r k , yine bu şekilde şakalaşan N u r i Conker'e dönüp: —
Sen Reisicumhur olabilir
—
Olurum... H e m senden daha i y i idare ederim..
misin?
D i y e sordu.
— Öyleyse p r o v a edelim... G e ç otur bakalım k o l tuğa.
Şimdi sen Reisicumhursun. Söyle b a k a l ı m önce
ne y a p a c a k s ı n ? . . N u r i C o n k e r hiç istifini bozmadan k e y i f l e A t a türk'ün koltuğuna oturdu. Çevresini şöyle bir tepeden bakışla —
süzdükten
sonra
bana
dönüp :
Hayvanlar, yemek getirin. Dedi.
H e r k e s i n yüzünde bir g ü l ü m s e m e . A t a t ü r k t e gü lüyor. B a n a dönüp : —
Çelebi Efendi... B e n böyle m i s ö y l ü y o r u m ? D i
ye sordu. — H a y ı r . . . D i y e cevap v e r s e m bu biraz da dalka vukluk o l a c a k t ı . deyip,
K e n d i m i topladım.
h e m e n taşı g e d i ğ i n e
F ı r s a t bu
fırsat
yerleştirdim:
— A ş a ğ ı y u k a r ı böyle o l u y o r Paşam... Bunun üzerine A t a t ü r k , N u r i Conker'e dönüp : — Anlaşıldı...
Sen Reisicumhurluk y a p a m ı y a c a k -
sın... D u r ben yine y e r i m e g e l e y i m . . . D e d i .
176
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
K A F E S E GİRDİ
A T A T Ü R K ' Ü N bütün isteği ö z g ü r olmak, halkın Cumhurbaşkanı mın
özlemini
aristokrat
arasında
olduktan çekmişti...
sofrasından
onlar
sonra
hep
Resmî
sıkıldığını,
gibi
yaşamaktı.
böyle
kişilerin bâzı
bir
yaşa
arasında
kereler
kendi
a ğ z ı n d a n duymuşumdur. H a l k ı n içinde şöyle b i r kol tuk meyhanesinde, dileğince içebilmek, onun için ne v a z g e ç i l m e z bir tutkuydu. B i r gün yine A t a t ü r k , h a l k ı n yaşadığı g i b i yaşa y a m a m a k t a n acı acı y a k ı n ı y o r : — Şöyle K a r a k ö y ' d e k i meyhanelerde oturup, hal k ı n arasında içmek, sonra aklına esince bastonunu al ı p A v r u p a ' y a g i t m e k ne i y i olurdu. B ı k t ı m bu resmî hayattan,
törenli
şekilde
yaşamaktan...
D i y e hür o l m a isteğini o r t a y a k o y u y o r v e şöyle ekliyordu : — rafını
T o k a t l ı y a n ' d a oturuyorsun. B i r sürü insan etç e v i r m i ş . . . N e r a k ı y ı , n e suyu
rahat
içebilir-
sin... Salih B o z o k , A t a ' n ı n bu içten y a k ı n m a l a r ı n ı ba şıyla onayladıktan sonra
şöyle
karşılık v e r d i :
— P a ş a m , herkese h ü r r i y e t verdiniz, kendiniz kafese girdiniz...
GİZLİ D E F T E R İ
177
B E N İ OY VERMEĞE YOLLUYOR
S E R B E S T F ı r k a ' n ı n kurulduğu çim öncesi A t a t ü r k , lamak
yıldı.
Se-
halkın nabzını y o k -
için karşısına çıkan herkese hangi p a r t i y i tut
tuğunu soruyor, alacağı karşılığı değerlendirerek, yur dun politik tansiyonunu ö l ç m e ğ e ğilimini
anlıyordu.
mekteydi. —
çalışıyor, halkın e-
içindeydik.
A t a t ü r k ye-
Sofracı A l i Bebek'e :
Hangi
fırkadansın?
Sofracı hiç —
1930 y ı l ı
Diye
sordu.
çekinmeden:
Serbest Fırka'danım... D e d i . Bu karşılık A t a
türk'ün çok hoşuna g i t m i ş t i : — P e k â l â . . . B r a v o ! . . Dedi. Sonra baçsofracı İ b r a him'e de a y n i soru : — Ya
sen
hangi
fırkadansın?
İbrahim, ne olur, ne o l m a z d i y e politik bir k a r şılık
vermeği
uygun
görmüş
olacak
ki:
— O k k a l ı ğ ı k i m büyük verirse, ondan yanayım... D e r k e n o sırada içeri ben g i r i y o r d u m . H e m e n bana
seslendi: — Sen —
Serbest
Fırka'dansın...
Değilim...
F. 13
ATATÜRK'ÜN
178
UŞAĞININ
A t a t ü r k bana üç defa « S e r b e s t F ı r k a ' d a n s ı n » d e miş, ben de üç defa « D e ğ i l i m » k a r ş ı l ı ğ ı n ı v e r m i ş t i m . Bu k e z : —
H a l k Fırkası'ndan... Dedi.
—
Ondan da değilim..
Bunun cevabı şu
oldu :
— H a y v a n a n l a m a z ki... E r t e s i gün seçim v a r d ı . Yeniden beni çağırdığını duydum: — Halk
Sen H a l k Fırkası'na
Fırkası'ndansın.
Yarın
g i t , reyini
at!...
— Peki... D i y e karşılık v e r d i m . A m a ertesi günü g i d i p t e oyumu kullanmadım. N e işim v a r d ı . . . Atatürk'ün, m e m yolundaki getirdim.
Halk
emrini
kırkbeş
Belediye
e v i m i n önüne Başkanına
Cumhuriyet tam
seçimlerinde
elektrik
Partisi'ne yıl
Yalova
oy
ver
sonra yerine sırtlarındaki
getiren H a l k Partili
Belediye
gidip o y v e r d i m . N u r v e r i y o r e v i m i n y a
nına, bir o y v e r i l m e z m i hiç?..
GİZLİ
179
D E F T E R İ
«PROFESÖR D E Ğ İ L S İ N İ Z »
Ç A N K A Y A ' D A K İ K ö ş k t e bir akşam sofrasın da H u k u k Fakültesi profesörü Sadri Maksudî de konuk olarak bulunuyordu. Çeşitli konular üzerinde görüşüldükten sonra s ö z
sırası D e n i z y o l l a r ı n a g e l d i .
T ü r k D i l Kurumu'nun d e y i m l e r i üzerinde duruluyor du. A d ı n ı n D e n i z c i l i k Bankası m ı , y o k s a D e n i z B a n k m ı olarak Bank'ın
k a l m a s ı tartışıldı.
gramer
kurallarına
S a d r i Maksudi D e n i z aykırı
olduğunu
savunu
y o r ve bu düşüncesinden bir adım bile g e r i g i t m i y o r du. O konu o r a d a kapandı. A r a d a n b i r iki saat ka d a r g e ç m i ş t i . A t a t ü r k bir ara, bir şeye sinirlenmiş olacak ki, Sadri M a k s u d î ' y e dönüp : —
Siz p r o f e s ö r değilsiniz... D e d i .
Bu
beklenmedik sesleniş,
herkesi
şaşırtmış,
pro
fesörü de can evinden vurmuştu. H e p i m i z put gibi y e r i m i z d e dona kalmıştık. B i r an süren şaşkınlığından kurtulan Sadrî M a k sudî'nin
kendini
toparlıyarak
Atatürk'e
şu
karşılığı
v e r d i ğ i görüldü : — Hâşa,
ben
profesörüm..
Hem
de
Türkiye'de
değil.... İ s v i ç r e ' d e de bana kürsü v e r m i ş l e r . O l m a z s a g i d e r orada dersimi v e r i r i m . Şimdi ben kalkıp burada « S i z kumandan d e ğ i l s i n i z » dersem n e olur?.. K u m a n danlığınız kürsü
elinizden
vermediler
alınır
mı?
Ama
kumandanlara
daha...
Sadri Maksudî'nin elinde şarap kadehiyle söyledi ğ i b u sözlere A t a t ü r k karşılık v e r m e d i . A z sonra d a sofra dağıldı.
Bir
milletvekilliğinden
süre
sonra da
ayrıldığını
Sadri
duyduk.
Maksudî'nin
180
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
«BİRBİRİMİZDEN AYRILMAYALIM»
A T A T Ü R K , yanında çalışan bizlerle s ı k sık ilgilenir, sofrada,
uşak
konukların arasında
olduğumuza yaptığı
bakmadan
şakaların,
takıl
m a l a r ı n dışında y a l n ı z g ö r d ü ğ ü z a m a n l a r da bir ek s i ğ i m i z , i s t e ğ i m i z olup o l m a d ı ğ ı ısrarla sorardı. — Sağolun P a ş a m , hiç bir e k s i ğ i m i z y o k . . . K a r şılığını alınca da düşünceli bir halde uzaklaşırdı. 1928
yılında
İstanbul'dan A n k a r a ' y a ilk
gidişim
de bir g ü n A t a t ü r k : —
Çelebi efendi, y e r i n d e n memnun musun? D i y e
sordu. Köşkte
şoförler,
müstahdem için a y r ı l m ı ş y e r l e r
vardı. Üç - dört kişi bir arada yatardı. B i z de başsofr a c ı İbrahim, İ k i A l i ' l e r v e ben dördümüz a y n i y e r d e kalıyorduk.
P e k rahat
t a sayılmazdık. B ö y l e
olduğu
halde : — Ç o k memnunum P a ş a m . D i y e karşılık v e r d i m . A t a t ü r k , bu sözlerimi duymamış, g i b i konuşması na şöyle d e v a m e t t i :
GİZLİ
DEFTERİ
— Burada
belki
181 rahat
değilsiniz.
B e n de
rahat
değilim... A m a h e r şey z a m a n l a düzelir... Ben yeniden: — Rahatım tatürk :
Paşam...
Dedim.
Bunun üzerine A -
— K a ç p a r a alıyorsun? D i y e sordu. — E l l i lira... — Y a r ı n y ü z lira alırsın. A m a z a m a n gelecek, ben Reisicumhurluktan çekileceğim. O z a m a n belki bu pa r a y ı alamıyacaksın. B e l k i beş lira alacaksın. O z a m a n da birbirimizi bırakmıyalım... Bu sözler, A t a t ü r k ' ü n h i z m e t k â r l a r ı n a bile ne ka d a r bağlı olduğunu v e onlardan a y r ı k a l m a k isteme d i ğ i n i açık seçik gösteriyordu.
182
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
KİMSE O N U N K A D A R GÜZEL « A L L A H » DİYEMEZ
DİN konusunda A t a t ü r k ' ü n t a m a n l a m i y l e lâik olduğu
söylenebilir. K i m s e n i n inan-
cına karışmaz, dindar kişilere saygı gösterir, yobaz lara, softalara çok kızar, din k a v r a m ı n ı n sömürülme sine izin v e r m e z d i . A l l a h v e P e y g a m b e r konuları, A tatürk'ün yanında t a r t ı ş m a konusu y a p ı l a m a z d ı . O'nun için dindar bir adam denemez. B i r g e c e sofrada P e y g a m b e r üzerine bir konu açılmıştı. A t a t ü r k ' ü n dindar o l m a d ı ğ ı n ı bilenler, O'na y a r a n m a k için P e y g a m b e r ' i küçültür şekilde konuşmalar y a p ı y o r l a r d ı . A t a t ü r k , bu konuşmalardan sıkıldığını belli etti. E l i n i m a s a y a in direrek : —
Bu bahsi kapatın... P e y g a m b e r ' l e r i küçültmek
isterseniz kendiniz küçülürsünüz... D e d i . A t a t ü r k H a r b i y e ' d e okurken, abdestsiz o l a r a k top tan n a m a z a giderlermiş. Ordu'ya katıldıktan sonra da cepheden
cepheye
koşmaktan
namaz
kılmağa
vakit
bulamamış. A n l a t t ı k l a r ı n a g ö r e I I . A b d ü l h a m i t ' e genç subaylar el ö p m e ğ e g e l i r m i ş . P a d i ş a h el v e r m e z , bir p a ç a v r a sallar, g e l e n l e r onu öperlermiş. B i r g ü n hu zura g e n ç bir subay çıkmış.
P a ç a v r a falan ö p m e m i ş .
B i r selâm çakıp, soldan g e ç m i ş . P a d i ş a h : — K i m bu a d a m ? » D i y e sormuş.
GİZLİ
DEFTERÎ
183
— M u s t a f a K e m a l . . . Demişler. —
Sürün
bu
adamı...
Abdülhamid O'nu sürünce bir Cuma namaza g i d e r . H e m d e alayla. Sultan H a m i d ' i n Y ı l d ı z Sarayına g i dişi gibi... Cumhuriyet'in ilânından sonra din ve devlet işle rini birbirinden ayırınca liği
çevresindekilere
yanında
bulunduğum
rahat bir nefes
de
aşılamağı
süre içinde
almıştı.
başarmıştı. hiç
Lâik Benim,
n a m a z kılmadı.
Oruç ta tutmadı. R a m a z a n l a r d a içki içer, f a k a t K a d i r gecesi a ğ z ı n a katresini k o y m a z d ı . K a d i r geceleri sofra bile kurdurmazdı. Saygısı büyüktü. B a z a n M e v l û t din lediği de olurdu. M i r a ç bölümünde « G ö k l e r e çıktı Mus t a f a » denince g ö z l e r i
yaşarırdı.
O z a m a n hemen k o
lonya götürürdük. İnanışı s a m i m i y d i . Bence A l l a h ' a inanıyordu. Ö y l e « A l l a h » derdi ki y a l n ı z kalınca, O'nun g i b i kimse d i y e m e z . H e r k e s çekilip y a p a y a l n ı z kalınca g ö k yüzüne bakar, kendi kendine « A l l a h » derdi. B ö y l e gü zel « A l l a h » d i y e n adam yoktur.
184
ATATÜRK'ÜN
RUS
UŞAĞININ
MİLLÎ
MAÇINDA
A N K A R A ' D A Türk-Rus millî m a ç ı oynanıyor. gelen
şutleri
Millî
Takım
kalecisi
Hüsamettin
g e r i ç e v i r i y o r . Santrfor V a h a p , R u s ka
lesine g o l l e r i sıralıyor, ö n c e 2—0 dık. Sonra 2—1 ol duk. M a ç ı n bitimine on dakika kala, ne olduysa oldu, Ruslar iki g o l atıp
2—2
oldular. Yenilince
çok üzül
düm. Y ı l 1928. O z a m a n s t a d y o m f a l a n y o k . Muhafız A l a y ı n ı n sahasında oynanıyor. K ö ş k e döndüm. R e n g i m atmış.
Atatürk'le
karşılaştım.
— Ne o Çelebi E f e n d i ? D i y e sordu. — —
Yenildik... Nasıl
yenildik?... Anlattım.
Can
kulağıyla
dinledi.
Atatürk
maça
g i t m e z ama yakından ilgilenir, futbol karşılaşmalarını g a z e t e l e r d e n izlerdi, maçta
yine
hatırlarım.
hâdise Rus
İstanbul'daki çıkmış»
maçıyla
da
maçlarla da «Bak,
diye
ilgisini
fazla
ilgilenmiş,
belirttiğini durma
dan: — — dan...
N e d e n y e n i l d i k ? D i y e soruyordu. Bizimkiler
onların ayarına gelememiş; te
on
D i y e karşılık v e r d i m .
O da benim kadar üzüldü. T a m kazanmışken, son dakikada yenil... Olur iş d e ğ i l . . . A t a t ü r k bir süre dü şündükten —
sonra:
G a l i b i y e t t e n m a ğ l u b i y e t e g e ç m e k çok zoruma
g i t t i . . . Dedi.
GİZLİ DEFTERİ
185
Y U N A N M A Ç I N D A N SONRA
İ Z İ N L İ olarak İstanbul'a g e l m i ş t i m . O sırada Fenerbahçe kazanıyor.
ile
atıyor.
da
kaleciyi Daha
var.
Sağ açık Fikret
m a k isterken, ruk
Yunanlıların A p o l l o t a k ı m ı maçları
Fenerbahçe
1—O
k a l e y e g i r e n topu
çıkar
bir
yum
bu yenilişe içerleyen kaleci,
Bunun
gelmiş,
maçı
üzerine sahaya
atlayan
bir subay
dövüyor. stadyom
yok.
Baraka
gibi
eski
Taksim
Kışlası'nda oynanıyor. O l a y l ı maç iki gün sonra yeni lendi. Yunanlıları 2-0 yendik. Çok heyecanlı bir m a ç tı A l l a h için. B i z i m çocuklar çok g ü z e l
oynadılar.
S a ğ a ç ı ğ L e b l e b i M e h m e t topu ortalıyor, santrfor N e c det
sol vurup,
topu
Yunan
kalesine
sokuyor,
R e b i i ortalıyor, t o p Y u n a n ağlarında.
soldan
Böylece maç
2 — 0 bitiyor. Ankara'ya maçı
yüksek
döndüğümde sesle
tartışırken,
arkadaşlarla Atatürk
oturmuş,
sesimizi
duy
muş. Y a n ı m ı z a g e l i p bana: — M a ç hâdiseli g e ç m i ş , ö y l e m i ? D i y e sordu. Ballandıra ballandıra anlattım. M i l l î hislerim aya ğa k a l k m ı ş subayın Y u n a n kalecisini anlatıyordum.
nasıl dövdüğünü
186
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
—
Subayı kimbilir ne y a p t ı l a r ? D e d i .
—
H a p s e t m i ş l e r . . . D i y e karşılık v e r d i m .
— Y e r i n i değiştirmişlerdir... Dedi. A t a t ü r k ' ü n yanında serbestçe konuştuğumuz
ve
O'nun da bizimle sık sık şakalaştığı için şımarmıştık. O'nun keyifli halini görünce herşeyi olduğu g i b i söy lerdik. O da bundan hoşlanırdı. O gün de b i r coşkun luğuma gelmiş olmalı ki: —
Yunanlılar ö y l e perişan oldu ki, kaç p a r a eder
senin S a k a r y a H a r b i n . . . D e d i m . A t a t ü r k , g e r ç i bir şey demedi ama, sonra söyle d i ğ i m e , s ö y l e y e c e ğ i m e bin pişman oldum. İnsan ken dini böyle unutuyor bazan.
GİZLİ
DEFTERİ
187
L Ü S Y E N H A N I M I ÖPÜŞÜ
T A R İ H Kurumu v e D i l Kurumu toplantıla kalkarak
rında A t a t ü r k , A b d ü l h a k H a m i d ' i a y a ğ a « Ü s t a d » d i y e selâmlayıp y e r verir, kendisine
özel bir i l g i gösterirdi. M a r m a r a Köşkü'nde bir de y e r vermişti. A n k a r a ' y a geldiğinde orada otururdu. Sonra dan da m i l l e t v e k i l i
olmuştu.
« Ş a i r - i  z a m ' ı n askerî
H â m i d ' i n ölümünde
merasimle
kaldırılması»
de için
e m i r verdirmiş, büyük şairin cenazesi de top arabasıy la kaldırılmıştır. Y a l o v a ' d a Büyük Otel'de bir b a l o veriliyordu. O çağın lar
g a z e t e c i l e r i n d e n İ z z e t M e l i h v e eşi d e konuk
arasındaydı.
Atatürk,
bu
hanımla
bir
süre
dans
edip konuştuktan sonra büfeye doğru g i t t i . Abdülhak H a m i d v e eşi L ü s y e n H a n ı m d a oradaydı. L ü s y e n H a nımı dansa kaldırdı. de
yanağına B i r süre
yine
Şair-i
bir
D a n s bitince
öpücük
yerine
oturturken
kondurdu.
sonra A n k a r a ' d a k i b i r d a v e t t e Âzam'la
dansa kaldırmıştı.
karşılaşmış
ve
Lüsyen
Atatürk Hanımı
Onlar pistte dönerlerken Abdülhak
Hamid, K ı l ı ç A l i ' y e dönüp şöyle d e d i : — Onlar gençtir, bırak eğlensinler. Sen bana A n tep'i
nasıl kurtardın, onu
anlat...
188
A T A T Ü R K ' Ü N
U Ş A Ğ I N I N
KAFA ÖLÇÜSÜ
ŞAPKA
D e v r i m i n d e n sonra fes bir kenara
atılmış, tı...
Şapkayla
herkes
beraber,
şapka g i y m e ğ e
bunu
giyecek
başlamış
olanların
kafa
ölçüleri de o r t a y a çıkmıştı. 1930 yılında A n k a r a ' d a y ı z , o zamanın M i l l î E ğ i t i m B a k a n ı olan D r . R e ş i t Galip, elindeki
bir
makineyle
herkesin
kafatasını
ölçüyor.
Dolikosefal mi, Brakisefal m i ? Y a n i biz h i z m e t k â r l a rın
konuşmalarına g ö r e hayvan mı, y o k s a insan m ı ?
Hatırımda
kaldığına
göre
77—79
g e l e n k a f a l a r doli
kosefal, 81 den ileri olanlar da F o r d m a n Brakisefal... Atatürk'ün sıraya
başı
girmişler,
ölçüldü ve
başlarının
81
geldi.
ölçülmesini
Odadakiler bekliyorlar.
A t a t ü r k Reşit Galip'e: —
Çelebi'ninkini
ölç...
Dedi.
Öbürlerinden önce başım ölçüldü. 81 çıktı. Sevin meğe —
başlamıştım
ki Atatürk:
O l m a z ! . O h a y v a n kafasıdır. B i r yanlışlık ol
masın... D e d i . N e r d e y s e a ğ l ı y a c a k t ı m . A l ı n d ı ğ ı m ı anlayınca g ü l meğe —
başladı.
Tekrar
dalıma
basarak:
Baksana Çelebi'nin kafasına...
n ı n benimkiyle ilgisi v a r m ı ? Dedi.
O melon kafa-
GİZLİ
D E F T E R İ
189
« B E N D E SİZİN G İ B İ İNSANIM» M O D A koyundayız... Sıcak bir y a z akşa mı.
Büyük
bir
kalabalık
çevremizi
sar
mış. H a l k , A t a t ü r k ' ü yakından g ö r e b i l m e k için t o p lanmış,
birbirinin üstüne
çıkıyor.
S a k a r y a motorunu
çağırdı: —
Rakı,
şarap
ne
varsa
hepsini
halka
dağıt...
Bana. da bir şişe bırak. Dedi. B e n de ne
kadar içki varsa, orada bulunan her
kese d a ğ ı t t ' m . Y a r ı m bardak k a d a r r a k ı kaldı. O sı rada futbolcu F a z ı l gelmişti. Kalanını da ona v e r d i m . Ç o k sevindi: — G a z i bize r a k ı v e r d i . . . Y a ş a s ı n b e . . . D i y e ba ğırmağa
başladı.
K a l a b a l ı ğ ı n çemberi g i t t i k ç e daralıyordu. A t a t ü r k halka —
dönüp: Alaturka mı,
alafranga mı istersiniz?
Diye
sordu. D e n i z k ı z ı E f t a l y a gelene k a d a r müzik çala caktı.
Herkes
ayrı
bir
istedi.
gidiyor.
O
sevgi
gösterisi
y a p a n halka d o ğ r u
rak
şöyle —
zaman
şey
gırla
Atatürk,
Bağırış,
çağırış
karşısında
coşan,
kadehini
kaldıra
derler.
Vaktiyle
konuştu:
Vatandaşlarım...
Buna
rakı
padişahlar g i z l i içerlerdi. Ben açık i ç i y o r u m . Siz de benimle beraber içiyorsunuz. K a r ş ı l ı k l ı içiyoruz. H e p i m i z eşitiz. B e n i m için rakı içer, şunu bunu y a p a r diyorlar. Ben bunların hepsini y a p a r ı m . . . H e p s i d o ğ rudur. N e t i c e d e unutmayın ki, ben de sizin gibi in sanım. Sizinkinden bir f a z l a d e ğ i l d i r y a p t ı k l a r ı m . .
190
ATATÜRK'ÜN UŞAĞININ
« M A R İ F E T M İ Ş GİBİ E V L E N M İ Ş İ Z BİR
gün meler
sofrada kadınlar üzerine
yapılıyor,
kadın
görüş-
konusunda
orta
y a atılan düşünceleri A t a t ü r k dikkatle dinliyordu. B i r erkeğin sonra
beraber
onun
yaşadığı
için
bir
yakışıksız
kadından
sözler
ayrıldıktan
söylemesinin
Ata
türk aleyhindeydi ve israrla bu düşünceyi savunuyordu. A t a t ü r k ' ü n e v l i l i ğ i kısa sürmüş v e L â t i f e H a n ı m dan a y r ı l d ı k t a n sonra bile, y e r i g e l d i ğ i z a m a n ondan s a y g ı y l a söz e t m e ğ i — bilir,
Bizim sefir
alışkanlık haline
Lâtife
ağırlar,
Hanım
sosyetik
edeceğini bilir, kültürlü,
getirmişti.
kraliçe
gibidir.
misafirleri
Lisan
nasıl
aydın kadındır...
kabul
Şeklindeki
öğücü sözleri çok kişinin kulağından g i t m e m i ş t i r . Bir gün Atatürk'e diler. K i t a b ı okuyunca
Armstrong'un kaşlarının
kitabını
getir
çatıldığını g ö r d ü m .
Okuduğu sayfa, O'nun özel h a y a t ı y l a i l g i l i bölümdü. — Bu İ n g i l i z benim e v i m e g i r e m e z . . . Hususî ha y a t ı m a nüfuz edemez. B i z i m L â t i f e H a n ı m A v r u p a ' d a tahsil etmiştir. Ona bunları olsa olsa o y a z d ı r m ı ş t ı r . İngiliz,
hususî
hayatımı
bilir
ama bir
yere
kadar
bilir. Dedi. D a h a sonraları e v l e n m e konusu türk'ün
şöyle
konuştuğunu
açıldığında A t a
hatırlarım:
— B i z de bir z a m a n l a r m a r i f e t m i ş g i b i evlenmiş tik.
M e r a s i m l e r l e e v l e n m e y i bir m a r i f e t Atatürk'ün
Medenî
Lâtife
Kanunun
Hanımdan
çıkışına
da
yol
ayrılışı,
sanmıştık... 1926
açmıştır.
da
Eskiden
boşanma çok kolaydı. B o ş ol, dedi m i , k a r ı k o c a a y rılıverirdi...
GİZLİ
DEFTERİ
191
K Ö Y L Ü N Ü N EŞEĞİ G Ü Z E L b i r sonbahar günü E t i m e s u t Ç i f t liğine gitmiştik.
Atatürk
otomobilden
inip, biraz y ü r ü m e k istedi. B i z de arkasından g i d i y o r duk. O sırada karşı patikadan e ş e ğ i y l e bir köylü b e lirdi. A t a t ü r k ' ü n k ö p e ğ i F o k s , yabancıyı g ö r ü r g ö r mez
havlayarak
istedimse
de
üzerine
saldırdı.
Hayvanı
tutmak
başaramadım.
B i r anda ne olduğunu a n l ı y a m a y a n köylü, elindeki sopayı olanca h ı z ı y l a F o k s ' a d o ğ r u salladı. B e reket sopa h a y v a n a g e l m e d i . H e m e n köylünün yanına koştum: —
Sen çıldırdın mı be a d a m ? . . D i y e çıkıştım. Şu
sopa f ı r l a t t ı ğ ı n k ö p e k y o k m u ? . . . K i m i n biliyor m u sun ?... K ö y l ü dikleşerek sordu: —
Ne
—
O köpek Gazi'nin köpeği...
olmuş
sanki?
Bunu duyunca köylünün korkudan oradan sıvışa c a ğ ı n ı sanmıştım. İ s t i f i n i bile bozmadı. Sonra şu bek lenmedik karşılığı v e r d i : —
O Gazi'nin köpeğiyse, bu da benim e ş e ğ i m . . .
G a z i bir k ö p e k daha bulur ama, ben b i r eşek daha alamam... O sırada, geçenlerden habersiz,
yürüyüş yapan
Atatürk, uzaktan köylüyle tartıştığımızı duymuş: —
N e o l u y o r o r d a ? D i y e seslendi.
—
E ş e ğ i n kendisine ait olduğunu
söylüyor bu
köylü... D e d i m . Y a n ı n a gelince de o l a y ı başından so nuna dek anlattım.
Atatürk,
söylediklerimi d i k k a t l e
dinledi. K ı z a c a ğ ı n ı sanmıştım. Başını s a l l ı y a r a k : —
Köylü
doğru
söylemiş...
Dedi.
öyle. B i r daha nerden eşek bulacak?...
Gerçekten
de
ATATÜRK'ÜN
192
UŞAĞININ
SİLİNDİRLİ ÇOBAN
AMERİKAN
Büyükelçisi,
Atatürk'le
bera-
ber ç i f t l i k t e . . . F o x M o v i t a n , A t a t ü r k ' ü n f i l m i çekilecek. Ç i f t l i k t e koyun, kuzu, k e ç i . . . nün arasında silindir şapkalı,
Sürü
ceketataylı iki adam...
B i r i d e v r i n Cumhurbaşkanı, öbürü A m e r i k a n B ü y ü k elçisi...
Çoban
bırakmış,
onları
ortadan
görünce
Böylece film çekiliyor... elçisinin
sürünün
korkudan
sürüsünü
kaybolmuş... arasındaki
Atatürk'le, hareketleri
Amerikan filmde
yer
alıyor. B i r süre sonra Ç a n k a y a
Köşkü'nde
filmi A t a
t ü r k ' e gösterdiler. B i z de a r k a tarafta ne o y n ı y a c a k diye
merakla
bekliyorduk.
Işıklar
söndü,
film
baş
ladı. B i r de ne g ö r e l i m ? K o c a sürünün ortasında iki silindir
şapkalı
adam,
yürüyor;
eğriliyor,
doğrulu
y o r . . . Öylesine g a r i b i m e g i t t i k i . . . H e r k e s , A t a ü r k ' ü n ne
diyeceğini
sonra
merakla
bekliyor.
Işıklar
yandıktan
Atatürk:
— Aman
bu
filmi
göstermeyin... E m r i n i verdi.
B e n ne yapmışsam Sefir de aynini y a p m ı ş .
Sürünün
içinde
görme
şapkalı çobanlara benzemişiz.
sin. B i z burda g ö r d ü k y e t e r . . . D e d i
Kimse
GİZLİ
193
DEFTERİ
RUM
BİR
yaz
1936 bir kalabalık yaptı. bir
akşamı
yılıydı.
karşıladı.
Splandit
otomobil
KADINIYLA KAVUNCU
Büyükada'ya
İskelede
İçten
gitmiştik.
Atatürk'ü
büyük
gelen
sevgi gösterileri
Oteli'ne gidilecekti.
Vapur iskelesine
yanaştırmışlar.
Ata'nın
binmesi
için...
O y s a A d a l a r d a tekerlekli, motorlu araçlarla g e z i l m e si yasak... A t a t ü r k , otomobili görünce şöyle sordu: —
A d a d a otomobille d o l a ş m a k yasak d e ğ i l m i ?
Sorusunun —
karşılığını
Kaldırın
bu
daha
otomobili...
beklemeden: Dedi.
Sonra iki dizi
halinde sıralanıp kendisine y o l açan kalabalığın ara sından y ü r ü y e r e k otele geldi. H e r k e s yolda A t a t ü r k ' e çiçek atıyor,
k a l a b a l ı ğ ı y a r a n l a r eğilip elini öpüyor
lardı. Otelin a l t k a t terasında çok güzel bir sofra ha zırlanmıştı.
F a k a t Atatürk,
halkın
coşkunluğunu
gö
rünce bu s o f r a y a p e k iltifat e t m e d i . B i r servis masası üzerindeki r a k ı y l a leblebiden alıp, elleri arkasında bir aşağı
bir y u k a r ı
dolaşmağa başladı. F . 13
ATATÜRK'ÜN
194
UŞAĞININ
Balkonun önü çepeçevre insanla doluydu. H e r ç e şit insan A t a l a r ı n ı g ö r m e k için toplanmış, birbirlerinin başları üzerinden b a k m a ğ a çalışıyorlardı. A t a t ü r k m e r d i v e n l e r e doğru yürüyünce kalabalık arasında yeni bir
kaynaşma
oldu. Y u k a r ı sıçrayıp yeniden başladı
l a r el ö p m e ğ e . . . G ö z y a ş a r t ı c ı bir m a n z a r a y d ı bu... K a l a b a l ı ğ ı n arasında s i y a h dekolte bir elbise g i y miş, uzan boylu, dolgun vücutlu çok güzel bir R u m ka dını, oradaki herkes g i b i A t a t ü r k ' ü n de dikkatini çek ti. K a d ı n ı n yanında kocası, ya da y a k ı n ı olduğunu san d ı ğ ı m bir e r k e k vardı. A t a t ü r k kadını yanına çağırdı. İ ç k i içip içmediğini sordu. « H a y ı r » cevabını alınca onu dansa kaldırdı.
O sırada y u k a r ı salonda o r k e s t r a ça
lıyordu. O devirde rında dolaşan babayani
sırtlarındaki
küfelerle
mahalle
s e y y a r kavuncular vardı.
kılıklı,
kırçıl
sakalı
göbeğine
böyle bir kavuncu da sırtındaki küfeyle arasına
Uzun
arala boylu,
k a d a r inen kalabalığın
sokulmuş, A t a t ü r k ' ü g ö r m e ğ e çalışıyordu.
R u m kadınıyla dansını bitiren A t a t ü r k , birden g ö züne çarpan sakallı kavuncuyu eliyle işaret ederek y a nına çağırdı. Kavuncu, bir Cumhurbaşkanı tarafından çağırılacağını
aklının
ucundan
bile
geçirmediği
için
yerinden kıpırdamadı. « A c a b a k i m i ç a ğ ı r ı y o r ? » g i b i sinden
sağına
« B e n mi, başıyla yeniden
soluna bakındı. Y a n ı n d a k i bir iki g e n ç
ben m i ? » d i y e
«hayır»
işareti
kavuncuyu
o r t a y a fırladılar. A t a t ü r k ,
yaptıktan
işaret
sonra
K a v u n c u bir anda kendini pistin verdi.
Ne
olduğunu
parmağıyla
etti.
anlıyamadan
ortasında çevresine
buluşaşkın
şaşkın bakınıyordu. A t a t ü r k , kavuncunun sırtındaki küf e y i çıkarttırdı. Sonra R u m kadınına, kavuncuyla dans etmesini söyledi. K a d ı n ç o k g ü z e l dans biliyor, pistte döndükçe k ı v r a k h a r e k e t l e r i y l e g ö z
kamaştırıyordu.
GİZLİ
195
DEFTERİ
Pejmürde
kıyafetli
kavuncuysa
hayatında
hiç
dans
etmemişti. Bu iki ayrı t o p l u m katının insanının bir birine
sarılarak dansedişleri
g ö r ü l e c e k şeydi...
Dans
bittikten sonra A t a t ü r k , ellerini çırparak; — B r a v o , b r a v o . . . D e d i . Ç o k güzel
dans oldu.
Sonra R u m kadınıyla g e l e n e r k e ğ e beraber dans e t m e lerini söyledi. Bu kez onlar dansa başladılar. O r k e s t r a hiç durmadan çalıyor, toplanan halk alkış tutuyordu. Atatürk,
Büyükada'daki
o
eğlence
akşamında
zengin bir R u m kadınıyla y o k s u l bir kavuncuyu dans e t t i r m e k l e acaba neyi a n l a t m a k istemişti? « İ m t i y a z sız,
sınıfsız bir k i t l e » olduğumuzu
göstermeyi mi?
Y o k s a o z e n g i n kadına « B e n istersem seni bir C u m hurbaşkanıyla da, bir küfeciyle de dans
ettirmesini
b i l i r i m » d e m e ğ e m i getirmişti. Bunu bir türlü ç ö z e m e dim.
196
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
« T Ü R K TİYATROSU İŞTE O D U R »
BİR I r a k heyeti yurdumuza gelmiş, ekono m i k ve kültürel görüşmelerde bulunuyor du. A n k a r a ' d a yapılan toplantılarda A t a t ü r k , iki ülke arasındaki kültür ilişkilerinin geliştirilmesini istiyor « I r a k ' l a T ü r k i y e kardeş memleketlerdir. Y ı l l a r c a bir arada yaşamıştır. Behemahal münasebetlerimizi artt ı r a l ı m » diyordu. T o p l a n t ı n ı n sonunda A t a t ü r k , orada bulunan M i l l î E ğ i t i m Bakanına: — B a ğ d a t ' a T ü r k Tiyatrosu'nu gönderelim... D i y e emir verdi. B a k a n b i r an ne d i y e c e ğ i n i şaşırdı. D e v l e t T i y a t r o su henüz kurulmamıştı. Y a b a n c ı bir ülkeye yollana cak b i r sahne gücümüz yoktu. Gidip orada mahcup ol m a k v a r d ı . Y a v a ş bir sesle : — sordu.
H a n g i tiyatroyu g ö n d e r e c e ğ i z P a ş a m ? . . D i y e
— A n k a r a ' d a bir H a l k e v i v a r m ı ? — E v e t var... — —
O r d a bir temsil o y n a n ı y o r m u ? Oynanıyor...
— İ ş t e T ü r k T i y a t r o s u odur. B a ğ d a t ' a onu g ö n deriniz... Bu konuşmadan kısa bir süre sonra R a ş i t R ı z a T o p l u l u ğ u B a ğ d a t ' a g i t m i ş v e orada temsiller v e r m i ş tir.
GİZLİ
DEFTERİ
197
ÇELENGİ N E R E Y E KOYARSANIZ K O Y U N
18
MART
Çanakkale
Zaferinin
yıldönümü
nedeniyle Gelibolu Y a r ı m a d a s ı n d a k i hitliklerin bulunduğu
yerde
düzenlenen
şe
anma töre
nine A t a t ü r k te çağrılı bulunuyordu. T ö r e n e , Çanak kale'de dövüşen ve onbinlerce kurban veren d e v l e t l e r i n temsilcileri de gelmişlerdi. O r t a l ı k çelenkten g e ç i l m i yordu. F r a n s ı z v e İ n g i l i z meçhul asker anıtlarına ç e lenkler konulmuş, ulusal, m a r ş l a r çalınmış, f a k a t henüz bir T ü r k anıtı olmadığından M e h m e t ç i k konacağı
yer
Çanakkale
konusunda
bir
Savaşları
duraksama
sırasında
çelenginin olmuştu.
düşmana
atılan
m e r m i l e r d e n m e y d a n a g e t i r i l m i ş p i r a m i t şeklinde bir de T ü r k anıtı v a r d ı ki, z a m a n l a bozulmuş,
kalıntıları
da kaybolmuştu. A t a t ü r k ' ü n o z a m a n l a r bu anıta ç e lenk k o y a r k e n çekilmiş bir f o t o ğ r a f ı d a H a r b i U m u mî Mecmuası'nın kapağında yayınlanmıştı. O günkü törende çelengi k o y a c a k bir y e r bulama yınca h e m e n A t a t ü r k ' e koştular: —
P a ş a m , b i z i m çelengi nereye k o y a l ı m ?
Diye
sordular. T a r i h i n en korkunç müdafaa ve hücumunun g e ç tiği
alanda,
Anafartalar
o
günleri
yaşar
Kumandanı,
gibi
d a l g ı n ufka b a k a n
kendisinden c e v a p
bekleyen
Vali, k o m u t a n v e beraberindekilere dönüp: — T ü r k k a n ı y l a sulanmış bu toprakların h e r k ö şesi,
bir
Türk
o r a y a koyun,
abidesidir. farketmez...
Çelengi Dedi.
nereye
isterseniz
198
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
VİYANA'DAN GELEN KOLTUK
VİYANA'LI
odun
uzmanı
Horsmayster'in
yaptığı mobilyalar Viyana'dan A n k a r a ' y a gelmiş,
Çankaya'da
yeni
H e p s i birbirinden güzel
yapılan şeylerdi.
k a d a r g ü z e l duruyorlardı k i . . . nın
havasıyla
Ankara'nın
köşke
konmuştu.
Pembe
Köşkte o
N e y a z ı k ki, V i y a n a ' -
havası
için g e l e n m o b i l y a l a r bozulmuş.
birbirine Kuru
uymadığı
hava,
geçme
m o b i l y a l a r ı n ek yerlerini açmış. M a s a l a r kulanılamadı. T e s t e r e y l e pimlerini kestilerse de sonunda bir işe yaramadığı
görüldü.
Viyana'dan
gelen
eşyalar
arasında
Atatürk'ün
oturması için özenle y a p ı l d ı ğ ı belli olan bir de kol tuk vardı. Bu büyük koltuğu k a p ı y a koyduk. A t a t ü r k uyuyordu. U y a n ı n c a ona sürpriz yapacaktık. A t a t ü r k ' ü n uyumasını fırsat bilip hemen k o l t u ğ a kuruldum. N e güzel, n e rahat koltuktu ö y l e . . .
Sanki
k e m i k l e r i m dinlendi. K a l k m a k bile i s t e m i y o r d u m . A t a t ü r k uyanınca koşup, yeni koltuğunun g e l d i ğ i ni söyledim. Gelip k o l t u ğ a oturdu. A m a oturmasıyla k a l k m a s ı bir oldu.
Yüzünü
ekşiterek:
—
H i ç rahat d e ğ i l . . . D e d i .
—
P a ş a m , biraz önce
tecrübe
e t m e k için
otur
muştum. B a n a rahat g i b i geldi. D e d i m . —
B i z i m eski
k o l t u k l a r daha rahattı.
Ne v a r d ı
bunu u z a k yerlerden g e t i r t e c e k . . . Dedi. K o l t u ğ u k a l dırdık. B i r daha da oturmadı.
GİZLİ
199
DEFTERİ
BERBER
RIDVAN'I
KOVUŞU
B E R B E R Rıdvan, A t a t ü r k ' ü her gün traş e t m i ş adamdır. A t a t ü r k , Selânikli olan Rıdvan'ı çok sever, her zaman takılır, şakalaşır, o da A t a ' y ı neşelendirmek için türlü bahaneler bulur, sa bunlu f ı r ç a y ı ağzına sokarak şaklabanlık yapardı. K a h v e d e bilardo oynuyordum ki, R ı d v a n g e l d i : — H a d i kalk, g i d e c e ğ i z . . . Dedi.
beraberce
berber H a m i ' n i n
evine
— B e n t a n ı m a d ı ğ ı m adamın evine g i t m e m . . . — Ne ç ı k a r ? H e m orda içki de var. B o l bol içeriz. — İçki de i ç m e m . . . R ı d v a n ' l a gidersin, g i t m e m diye uzun uzun çekiş tik. A m a sonunda d a k a l k t ı k g i t t i k . . . E v d e F a h r e t t i n Paşa'nın y a v e r i d e varmış. K e n disini t a n ı m ı y o r u m . İ ç k i faslı başladı. H e r k e s sarhoş. Bir ben i ç m i y o r u m . . . Y a n i o meclisin t e k a y ı k ada m ı y ı m . G r a m o f o n d a pilâk çalıyor. A t a t ü r k şöyle, Şük r ü K a y a böyle o y n a r diye t a k l i t yapılıyor. D e r k e n berber M e h m e t geldi. Selâm sabahtan sonra: attı
— Vasfiye'yi ortaya...
sana
yapayım
mı?
Diye
bir
soru
Vasfiye, A t a t ü r k ' ü n k ı z ı d i y e anılan Ülkü'nün annesiydi. Duldu ve K ö ş k t e A t a t ü r k ' ü n hikmetine ba kıyordu. « B u da nerden ç ı k t ı » gibisinden; — Başkasını bulamadın mı y â n i ? D i y e sordum. — Senin evlenmen l â z ı m . H a d i bu işe « h e » de...
P a ş a ' y a da
söylerim.
ATATÜRK'ÜN
200 Bizim —
konuşmayı
duyan
berber
UŞAĞININ
Rıdvan:
Bu babalığı bana y a p . . . B e n alırım... D e d i .
B e r b e r M e h m e t ' i n dediğine g ö r e kadın beni p a r a lı biliyor, derli toplu buluyormuş. O günkü konuşma, V a s f i y e ' n i n kulağına g i t m i ş . R ı d v a n ' ı n kendisine talip için bir
fırsatını
Atatürk'e Bir
bulup
Söylentiye
göre
Vasfiye,
olduğunu duyunca a t l a t m a k
« S i z i n taklidinizi y a p t ı » d i y e
söylüyor. sabah K ö ş k t e n
çıkmağa
hazırlanan
Atatürk,
ç o k sinirli bir halde a y a k k a b ı l a r ı n ı b a ğ l a y a n R ı d v a n ' ın başına çekecekle v u r a r a k : —
D e f o l g i t buradan... Dedi.
R ı d v a n n e olduğunu anlıyamadı. A ğ z ı d i l i tutul du. B i z de taş g i b i donup kaldık.
Kovuluşunun nede
nini ö ğ r e n e m e d e n R ı d v a n eşyalarını topladı. K e n d i s i n i istasyona kadar ben götürdüm. A k ş a m trenine bindir dim: — İstanbul'da kimsen v a r m ı ? D i y e sordum. —
Annem
—
İnşalah
var
Cemal...
orada istikbalin i y i olur, kazancın a r
tar, anana da bakarsın. D e d i m . O
gece
Atatürk
sofraya inmemiş,
yemeğini
kü
tüphanede t e k başına y e m i ş t i . A k ş a m Ç i f t l i k t e n K ö ş k e dönünce
Rüsuhi
Beye
sormuş:
—
Rıdvan gitti mi?
—
Gitti Paşam...
—
K i m geçirdi?
—
S a m i m î arkadaşıdır,
Bunu öğrendi ya, dum
ki,
ayni soruları bu k e z bana da s o r m a ğ a baş
ladı: —
Çelebi geçirdi.
t a m y e m e ğ i n i önüne k o y u y o r
R ı d v a n g i t t i mi?
GİZLİ
201
DEFTERİ
—
G i t t i efendim...
Kendisini trene
bindirirken
teselli ettim. Ç o k üzgündü. O r a d a daha çok para ka zanırsın, d e d i m . . . — Cezasını çeksin... Bunu haketmişti. Geçenlerde içki içerken benim taklidimi y a p m ı ş . . . —
Paşam,
kimsenin
o
taklidi
m i n haddine?.. zetmeğe geçti...
yemekte
yapıldı. Rıdvan
çalıştı... Şimdiye
Hem kadar
ben
Ama sadece bu
de
vardım.
sizinkini sizin
olayın
Birçok
yapmak
gülüşünüzü
üzerinden
neredeydi
o
ki ben
altı
adamlar?...
ay Bir
şey değil, R ı d v a n ' ı n b a k t ı ğ ı bir de a n a c ı ğ ı v a r . . . Ö y l e d e y i n c e g ö z l e r i n i kapadı... Ü z ü l d ü ğ ü belliy di. R ı d v a n A n k a r a ' d a olsa d e m e k k i g e r i alacaktı. Bir yıl
sonra İstanbul'a g e l d i ğ i m i z d e
Salih B e y e
söylettik. R ı d v a n ' ı yeniden işe alması için... A t a t ü r k ' t e n bu konuda izin almış olacak ki, hemen bana: — P a ş a a f f e t t i . . . G i t R ı d v a n ' ı bul... Dedi. Araba dım, ki
Rıdvan
ederek —
tutup
bulamadım.
Rıdvan'ı
orada.
şöyle
berber
dükkânlarında
S a r a y a döndüğümde Atatürk,
başıyla
ara
bir de b a k t ı m Rıdvan'ı
işaret
dedi:
Çelebi
Efendi,
Rıdvan
dışarda
çok kazanmış
ama, yine de bizi tercih e t t i . . . Bir yıl
önce
söylediklerimi unutmamıştı.
ölünceye kadar A t a t ü r k ' ü n hizmetinde
Rıdvan
çalıştı...
ATATÜRK'ÜN
202
Ç A N K A Y A ' D A eski lonunda zaman
kilitli
Köşkün
camekânlı
bir
büfenin
içinde
tutulan
UŞAĞININ
misafir
büfe
sa
vardı.
Her
Padişahlara
ait
m a d a l y a ve nişanlar bulunuyordu. V i t r i n camının üze rinde
çaprazlama
asılı,
kabzaları, pırlantalı, iki
kılıç
dururdu. B i r sabah baktım ki A t a t ü r k , bu v i t r i n ca mının önünde durmuş, görünce
inceden inceye bakıyor.
Beni
seslendi:
— Çelebi E f e n d i . . . Bu kılıçların üzerindeki pırlan talar
çıkarılmış.
H a y r e t l e büfeye y a k l a ş t ı m . . .
A t a t ü r k ' ü n dedikle
ri doğruydu. Gerçekten de kılıçların üzerindeki pırlan t a l a r alınmıştı. — Ne oldu p ı r l a n t a l a r ? . . . D i y e sordu. —
Bilmiyorum
efendim...
Dedim.
D e d i m ama, içim hiç te rahat değildi. O r d a bizden başka kimse metkârlar
yoktu.
Kim
çalacak?
Çalsa
çalsa
hiz-
çalardı...
B i r yandan da k a f a m ı
çalıştırıyor,
elmasları ki
m i n çaldığını ç ö z m e ğ e uğraşıyordum. Bütün tanıdıkla r ı m gözümün önünden bir şerit gibi g e ç i p g i d i y o r d u . İki üç hafta k a d a r önce bizde çalışan Ş a m l ı H ü seyin
adlı
görmüştüm.
bir
çocuğun
Hüseyin,
kılıçlara d i k k a t l e üstelik
kumara
da
baktığını düşkündü.
K u m a r o y n a r kazanırdı. B i r seferinde kumardan altın kordon
getirmişti.
Şüphelerimi
söyledim.
şünmüşler.
Soruşturma
bir şekilde
sorguya
Yaverlerde
başladı.
Şamlı
ayni
şeyi dü
Hüseyin
sıkı
çekildi. B i r süre sonra da K ö ş k
t e n ayrıldı. L e k e l i o l a r a k g i t t i . . .
GİZLİ
203
DEFTERİ
Birkaç a y sonraydı. K a r a c a o ğ l a n Caddesinde H ü seyin'e
rastladım.
olduğumu
Ayaküstü
konuştuk.
O
gün
izinli
öğrenince:
— B i z e g i d e l i m . . . Dedi. Eski gittik.
arkadaş...
Yemek
tanıştırdı.
Hoş
Hayır mı
çıkardı. beş
Bu
ettik.
diyeceksin?...
arada evlenmiş. Akşam
ayrılıp
Kalktık Karısıyla
köşke
dön
düm. Atatürk'ün çıktığımızda
yanında
nereye
çalışanlar,
gidiyoruz,
yani
bizler
kimlerle
dışarı
görüşüyoruz,
takip edildiğimizi biliyordum. O gün Hüseyin'lere g i t t i ğ i m haberi v e r i l m i ş olacak ki,
sofrada A t a t ü r k bir
den bire bana: —
Sen H ü s e y i n ' i g ö r ü y o r musun?
—
Evet... Dedim. Evine gittim.
D i y e sordu.
— Konuş, konuş çekinme... — Ç e k i n m i y o r u m efendim... N a s ı l rastladığımı, sonuna —
dek
evine nasıl Bunun
g i t t i ğ i m i başından
üzerine:
Onun bu işte kabahati yok. B i r oyuna gelmiş.
Kılıçların almış,
anlattım.
üstündeki
Hüseyin'e
pırlantaları
verip
bizim
sattırmış.
kızlardan
Hüseyin'le
biri
görüş
mende bir m a h z u r yok. A l t ı n d a n ne çıkacak diye bekliyordum. R a h a t bir nefes aldım. O sırada yanımızda bulunan C e v a t A b b a s : — Çelebi, m a d e m ki, o seni evine çağırdı. Sen de onu M a r m a r a Köşküne davet et, ağırla... D e y i n c e şaşırdım: — A m a n e f e n d i m . . . Burası benim e v i m d e ğ i l k i . . . H e m H ü s e y i n gelse bile elin nikâhlı karısı g e l i r m i ? Dedim...
ATATÜRK'ÜN
204
UŞAĞININ
EDVAR B İ Y A N G O ORKESTRASI 1929 Y I L I N D A A n k a r a ' y a
A r j a n t i n ' d e n bir
m ü z i k topluluğu gelmişti. E d v a r B i y a n g o Orkestrası
adını
taşıyan bu
toplulukta iki
erkek,
bir
k ı z vardı. Sıcak kanlı, cana y a k ı n insanlardı. Ç i k o l a t a rengi
kız
şarkı söylüyor,
çocuklarsa k e m a n v e
gitar
çalıyorlardı. Bir
gece
Köşkü'ne
Edvar
gelmiş,
Biyango
Atatürk'ün
Orkestrası önünde
Marmara
bir
konser
ve
riyordu. B i r ç o k g ü z e l melodiler çalındı. O sırada V a sıf Çınar, L â t i n A m e r i k a l ı müzisiyenlere: — Diye
Bizim
İstiklâl
Marşı'mızı
çalabilir
misiniz?
sordu.
—
Deneyelim...
Dediler.
K e m a n çalan genç, üç k e z dinledikten sonra İ s tiklâl M a r ş ı ' n ı başladı k e m a n ı y l a ç a l m a ğ a . . . çalış...
H e m ne
H e r k e s d i k k a t kesilmiş, kemanın ç ı k a r d ı ğ ı si
hirli n a ğ m e l e r i dinliyor. İ s t i k l â l M a r ş ı ' n ı hiç te k e m a n d a n dinlememiştim.. N e d e güzel oluyormuş. G ö züm
Atatürk'teydi.
uzaktan
O'nun
hareketlerinden
da
çok
hoşuna
gittiğini
seziyordum.
Arjantin tangoları o zaman pek modaydı. Karşı mızda
ise
bir
Arjantin
biri bitiyor, öbürü varmıştı.
Şimdi
Orkestrası
başlıyordu.
adı
hatırımda
vardı.
Tangoların
Coşkunluk son haddine kalmadı.
Çok
ahenkli
bir t a n g o y u dinleyen A t a t ü r k : — lar
Ç o k güzel, çok g ü z e l . . . Dedi. B i r daha çalsın
söyle... Hemen
baştan
lerdi onlar... zer?...
koşup
Atatürk'ün
başladılar ç a l m a ğ a . . .
emrini
ilettim.
N e güzel, n e
Yeni
eşsiz gün
B i r daha g e r i g e l i r m i h i ç ? . . . N e g e
GİZLİ
205
DEFTERİ
İNSANLAR
T R A K Y A gezilerinden
ŞAHTADIR
birinde
Atatürk,
K ı r k l a r e l i ' n d e k i bir ilkokula uğramış, sı nıfları g e z i y o r d u . tapta
şaka
Öğrencilerden birinin önündeki ki
k a l k m ı ş at
resimleri
vardı.
Atatürk,
cuğun önünde durduktan sonra şöyle bir soru —
Bunlar
—
Şaha
—
Atlar
ço
sordu:
nedir?
kalkmış şaha
atlardır... kalkar,
peki
güzel,
insanlar
da
k a l k a r mı ? Gözü p e k bir çocuktu süzdü.
Sonra
hiç
ürkmeden
bu...
Atatürk'ü
şu
umulmadık
şöyle bir karşılığı
verdi: —
Z a t e n insanlar şahtadır,
Çocuğun bu
kalkmaz...
zekice cevabı A t a t ü r k ' ü n çok hoşu
na gitmişti. G ü l ü m s e y e r e k : -
A f e r i n ! . . . D e d i k t e n sonra, k i m i n çocuğu oldu
ğunu sordu. Ç o c u k : —
Meyhanecinin...
Deyince
Atatürk
daha
çok
keyiflendi: — Dedi.
T e v e k k e l i meyhaneci çocuğu b ö y l e zeki olur...
ATATÜRK'ÜN
206
MASAJ ATATÜRK, bir
UŞAĞININ
YAPTIRIYOR
vücut yapısı olarak m u n t a z a m
insandı.
Boyu
1,76,
kilosu
76
dıydı.
B a k ı ş l a r ı kendisini çok daha heybetli g ö s t e r i r d i . Ç o k z a m a n sabaha karşı y a t t ı ğ ı v e uykusunu a l a m a d ı ğ ı halde,
t a m olarak
zindeliğinden hiçbir şey y i t i r m e z d i .
H a y a t ı n ı n son zamanlarında hastalığı nedeniyle otuz k i l o z a y ı f l a m ı ş v e k ı r k a l t ı k i l o y a kadar düşmüştü. Suya karşı düşkündü. bahları
masaj
Rıdvan,
Vasfiye
tanbul'a
geldiği
çok
tanınmış
H e r g ü n b a n y o a l ı r ve sa
yaptırırdı.
bir
ve
Masajı
Ülfet
zamanlar, masör
berber
hanımlar sabah
Mehmet
yaparlardı.
banyosundan
olan A r a p
Şahver
ve İs
sonra
masajını
yapardı. H e r sabah sakal traşı olurdu. B â z ı g e c e l e r baloya g i t m e s i g e r e k t i ğ i z a m a n akşamları d a ikinci k e z traş olduğu
olurdu.
Ç o k t e m i z adamdı. H e r g ü n çamaşır elbise d e ğ i ş tirirdi.
B i z i sakallı görürse kızardı. Bu yüzden g i y i
m i m i z e d i k k a t eder, h e r gün olurduk.
centilmenler g i b i traş
GİZLİ
DEFTERİ
Cumhuriyetten
207 sonra
daha bıyık bırakmamıştı. nuşmaları
arasında
yakınlarına bir eskidiği
kesmiş
ve
bir
duymuştum.
Fakat
bıyık
bırakan
şey demezdi.
En çok l â c i v e r t bise
bıyıklarını
B ı y ı ğ ı sevmediğini b â z ı k o
halde
çizgili elbisesini atmıyor,
ördürüp
severdi. yine
Bu
el
giyiyordu.
Gömleklerinin hepsi beyaz renkteydi. Ölçüsü bilindiği için İsviçre'de y a p ı l ı r ve hazır gelirdi. Elbiselerini İs tanbul'a
gelince
Beyoğlu'ndaki
terzi
Arman'a
dikti
rirdi. P r o v a s e v m e z v e y a p t ı r m a z d ı . B i r k e z ölçü a l ı n dı mı, bütün elbiseler o ölçüye g ö r e dikilir ve yolla nırdı.
ATATÜRK'ÜN
208
UŞAĞININ
BİZİM VİLLAMIZ YOK
C U M H U R B A Ş K A N L I Ğ I Umumi milletvekili türk'ün sofrasından hiç konusu
Kâtibi,
Ruşen Eşref Ünaydın,
Ata-
eksik olmazdı. B i r gün ölüm
açılmış. A t a t ü r k , Ruşen E ş r e f Ü n a y d ı n ' a :
—
Yahu, A l l a h muhafaza,
olursa bu
çocukların hali
ne
bir gün bana bir şey olur?
D i y e bizi işaret
ederek sormuş. Ruşen E ş r e f te şöyle demiş: —
Paşam
Bugün Paris'te
biz v a r ı z
ya?...
Napoleon'un
Seine
nehri
uşaklarının
torunlarının
kıyısında villaları,
bile
köşkleri v a r .
V a r l ı k içinde yüzüyorlar. Bütün m e z i y e t l e r i de, N a p o leon'a hizmet eden uşakların torunlarının torunu oluş ları... A t a t ü r k , sanki bizim soruyu
sormuş.
g e l e c e ğ i m i z i okumuş g i b i o
B i z e d e ğ i l villa; su
bile v e r m e d i l e r .
Y a l o v a Kaplıcalarındaki m ü b a y a a memurluğundan sekizyüz
lirayla
emekliye
ayrıldım.
Gördüğüm,
bundan ibaret. O d a y ı l l a r c a v e r d i ğ i m mamın
servet
emeğin, çalış-
karşılığı...
Atatürk'ün
ölümünden
sonra vasiyetnamesi
açık
l a n d ı ğ ı z a m a n bir ikinci vasiyetnamenin daha bulun duğu,
bunda
Ata'nın
çok
sevdiği
hizmetkâr,
berber,
odacı gibi özel hayatında beraber olduğu kişilere iliş kin maddeler bulunduğu, namenin
yok
edildiği
f a k a t sonradan bu
yolunda
A r k a d a ş l a r araştırmışlar,
söylentiler
f a k a t bu
vasiyet çıkmıştı.
söylentileri doğru
l a y a n bir ize rastlıyamamışlardı. Oysa A t a t ü r k , bizler le
çeşitli zamanlarda y a p t ı ğ ı
konuşmalarda g e l e c e ğ i
m i z i n g a r a n t i altına alınacağı yolunda sözler etmişti.. Hepimizin b i r soru
kafasında
o
kayıp
olarak kalmıştır.
(!)
vasiyetname
hâlâ
GÎZLÎ
209
DEFTERİ
YANINDA
E M R İ N D E çalışarak edenleri şu şekilde
ÇALIŞANLAR
Atatürk'e
hizmet
sınıflandırmak
yerin-
de olacaktır: B a ş y a v e r Rüsuhi B e y , ikinci y a v e r Sami B e y , ü çüncü y a v e r C e l a l Ü n e r . Y i n e ikinci y a v e r l e r d e n N a ş i t , Şükrü, C e v d e t B e y l e r . . . Umumî K â t i p Tevfik Bey, Hasan Rıza
Soyak,
Ö z e l K a l e m Müdürü Sabit B e y , Ö z e l K a l e m M ü d ü r yardımcısı
ve
m e m u r l a r ı . . Kütüphane
memuru
Nuri.
Başsofracı İ b r a h i m Güven, C e m a l Granda, H ü s e yin, A l i Bebek, A h m e t , N u r i . . . Odacılar
Ekrem,
Suat, iki
Tahsin'ler,
Hüseyin,
Mustafa. Başşoför Abdullah, şoförler S a i t ( ö l d ü ) , iki R e m zi'ler, N i y a z i . D o k t o r K e m a l , Celal Tahsin, N e c m i , B a k i R e i s . Berberler: Mehmet ve Rıdvan. Öbür
hizmetkârlar:
Bekir
Çavuş,
Arap
Nesip
E f e n d i ( K a p ı c ı b a ş ı ) Sofracı R e c e p ' i n oğlu küçük R e cep. Kadın hizmetçiler:
Famdöşambr Ülfet
Hanım
( İ n c e zayıf, nahif A n k a r a ' l ı bir k a d ı n d ı ) . Ülkü'nün an nesi Selânikli V a s f i y e H a n ı m , Y u g o v l a v g ö ç m e n i F a t m a H a n ı m ( Ü t ü , çamaşır işleri y a p a r d ı . ) F . 14.
ATATÜRKÜN
210
UŞAĞININ
RÜŞVET VERDİĞİMİ D U Y U N C A
D I Ş A R D A A t a t ü r k ' ü n yanında ç a l ı ş t ı ğ ı m ı çok z a m a n saklar, meğe
çalışırdım.
k i m olduğumu
k i m l i ğ i m i belli e t m e -
Trende, vapurda, y â r e n l i k edip te
soran çıkarsa, ticarethanelerde çalıştı
ğ ı m ı söylerdim. Çünkü A t a t ü r k adını duyanlar, b e n i m le
serbestçe
konuşmağa
çekiniyorlar,
ortalıkta resmi
bir h a v a esmeğe başlıyordu. B i r gün eniştemle A n k a ra'dan
İstanbul'a izinli
o l a r a k Beşiktaş'ta bir
ev
al
m a ğ a g i d i y o r d u m . T r e n d e k i b a r g i y i m l i bir adam, n e reden nereye g i t t i ğ i m i , k i m olduğumu sordu. N a k l i y e işi y a p t ı ğ ı m ı söyledim. İ n a n m a y a n g ö z l e r l e bana bak tı. Sonra: —
Ö y l e ama ben sizi G a z i Çiftliğinde A t a t ü r k ' ü n
arkasında g ö r d ü m . . .
Dedi.
—
E v e t , bâzı k e r e l e r çiftliğe giderdim.
—
H a y ı r , her z a m a n O'nun arkasındasınız...
M e c b u r oldum —
sonunda:
Gazi'nin h i z m e t k â r ı y ı m . . .
İstanbul'a
gelince
Demeğe...
Beşiktaş'taki
evle
ilgili
tapu
işini y a p t ı r m a k için T a p u Dairesinde beş l i r a istedi ler. M e c b u r oldum v e r m e ğ e . Oysa, A t a t ü r k ' ü n h i z m e tinde
olduğumu
Ankara'ya
söyleseydim,
gelince
bir
v a n ' a anlattım. O da sabah mış...
bunu
konuşma
alamazlardı
ya...
sırasında bunu
Rıd
traşında
A t a t ü r k ' e anlat
GİZLİ
211
DEFTERİ
A k ş a m sofrasında A t a t ü r k , M a l i y e Bakanına d a m dan
düşer —
gibi
şöyle
sordu:
Ç e l e b i d e n rüşvet almışlar. N e biçim i ş ? . . .
B a k a n bir anda ne d i y e c e ğ i n i
şaşırmış:
— B i r yanlışlık olacak P a ş a m . . . D i y e k a p a t m a ğ a çalışmıştı. A t a t ü r k durumu benden ö ğ r e n m e k istedi. H e p s i n i bir bir a n l a t t ı m . T r e n d e k i k o n u ş m a y ı da n a k l e t m e y i unutmadım. Bunun üzerine A t a t ü r k , şu anısını anlattı: B i r g ü n İ t t i h a t ç ı l a r zamanında Selanik'ten F r a n sa'ya k a ç ı y o r . karşılaşıyor.
B i n d i ğ i vapurda y a b a n c ı bir
kadınla
K a d ı n , A t a t ü r k ' e soruyor:
—
Ne
—
Gazeteciyim...
iş yaparsınız?
—
H a n g i g a z e t e d e çalışıyorsunuz...
B i r g a z e t e adı uyduruveriyor o anda. K a d ı n inanm ı y a n g ö z l e r l e süzüyor A t a ' y ı : —
Sende sivil h a r e k â t y o k ,
—
Neden?
— değil,
Elbisenin altında pandufla.
askersin... Bu sivil a d a m işi
askersin...
Bunun üzerine A t a t ü r k kadını k a m a r a y a g ö t ü r ü y o r , asker elbiselerini g ö s t e r i y o r . A t a t ü r k bu anısını a n l a t t ı k t a n sonra bana seslen di: —
Çelebi Efendi, senin de sivil o l m a d ı ğ ı n ı anla
mışlar, dedi. N a s ı l F r a n s ı z d ı ğ ı m ı anladığı g i b i . . .
kadın
b e n i m sivil o l m a
ATATÜRKÜN
212
UŞAĞININ
K A F A N I TARİHE YORMA
T Ü R K
Tarih
Kurumu'nun
çalışmalarıyla
A t a t ü r k y a k ı n d a n ilgileniyor, her fırsatta T ü r k Tarihi'nin resine
telkinde
en g e n i ş şekilde y a z ı l m a s ı için çev bulunuyordu.
B o ş zamanlarında A t a
türk'ün elinde tarihle i l g i l i k i t a p l a r ı n düşmediğini ha tırlarım. B i r gün yine A t a t ü r k , tarihle i l g i l i kalın b i r k i t a p okuyordu. Öylesine d a l m ı ş t ı ki, çevresini g ö r e c e k hali yoktu.
B i r sürü y u r t meselesi dururken d e v l e t başka
nının kendini tarihe v e r m e s i , V a s ı f Çınar'ın b i r a z ca nını sıkmış olacak ki,
Atatürk'e
şöyle dediğini duy
dum: —
Paşam!...
T a r i h l e uğraşıp k a f a n ı y o r m a . . . 19
M a y ı s ' t a k i t a p o k u y a r a k m ı Samsun'a ç ı k t ı n ? A t a t ü r k , V a s ı f Çınar'ın bu çok samimi yakınma sına
gülümseyerek
şöyle
karşılık v e r d i :
— B e n çocukken f a k i r d i m . İki kuruş elime g e ç i n ce
bunun bir kuruşunu
kitaba verirdim.
Eğer
böyle
olmasaydı, bu y a p t ı k l a r ı m ı n hiç birini y a p a m a z d ı m . . .
GİZLİ
213
DEFTERİ
«FELÂH YERİNDE KALSIN»
Y E P Y E N İ bir T ü r k i y e yandan savaşın y a r a l a r ı
kurulmuştu.
Bir
sarılıyor,
bir
yandan d e v r i m l e r birbirini k o v a l ı y o r d u . Şapka d e v r i mi, harf d e v r i m i derken, dilin sadeleştirilmesi v e y a bancı
sözcüklerin
gelmişti.
Bu
T ü r k dilinden
arınması
işine
sıra
arada E z a n ' ı n da T ü r k ç e okunması ü-
zerinde duruluyordu.
Bu d e v r i m
de
başarılmıştı s o
nunda. A r t ı k m ü e z z i n l e r minarede « A l l a h - ü E k b e r » y e rine « T a n r ı U l u d u r » d i y e sesleniyorlardı. Ezanın sında
T ü r k ç e okunmasının kararlaştırılışı sıra-
din adamlarıyla, hafızlarla çeşitli
görüşmeler
yapılmış, onların da düşünceleri alınmıştı. E z a n ' d a k i bütün A r a p ç a sözcükler a t ı l d ı ğ ı halde « F e l â h » a bir karşılık bulunamamıştı... ın nasıl
değiştirileceği
tartışılıyor,
«Haydi felâh»fakat
kimse
bu
nun karşılığını bulamıyordu. F e l a h kurtuluş anlamına geliyordu. « H a y d i kurtuluş» dense, bu d e y i m çok g a rip kaçacak,
dinin kudsallığıyla da bağdaşmayacaktı.
Kurtuluş denince akla hemen
İstanbul'da
Rumların
çoğunlukta bulunduğu eski T a t a v l a semti g e l i y o r d u . Son çare o l a r a k A t a t ü r k ' e başvurdular. Bu konuda ileri sürülen düşünceleri t e k e r t e k e r dinleyen A t a türk t e « F e l â h » a bir karşılık bulunmamış olacak k i : — Bu da F e l a h kalsın... D i y e bu işi sonuca b a ğ ladı.
ATATÜRKÜN
214
UŞAĞININ
MADAM VERA BEYOĞLU'NDAKİ gitmiştik. P a p a z l a r ı n Yirmidört
Eden
Lokantasına
toplantısı
kişilik bir m a s a d a birbirlerine
vardı.
ziyafet
çe
kiyorlardı. M a l sahibi M a d a m V e r a g ü z e l bir kadındı. A s l e n Beyaz
Rus'tu.
Ç o k t i t i z v e düzenli bir
servisi v a r d ı .
A t a t ü r k , y e m e k sırasında M a d a m V e r a ' y ı m a s a y a çağırttı: — L o k a n t a n ı z çok g ü z e l . . . D i y e övücü b i r k a ç söz e t t i k t e n sonra: B i r şeye ihtiyacınız v a r m ı . S i z e y a r d ı m c ı olabüir m i y i z ? D i y e sordu. Madam Vera, ummadığı
anda
başına konan bu
d e v l e t kuşundan son derece keyiflenmiş, ellerini oğuşturarak: —
Evet var Paşam...
D i y e sıkıntı içinde bulun-
duklarını, bir m i k t a r k r e d i y e ihtiyaçları olduğunu s ö y ledi.
Bunun üzerine
Atatürk:
—
Ne kadar?
D i y e sordu.
—
10 bin lira kadar...
— İş Bankası'na s ö y l e y e l i m . Mümkünse bir çare sine baksınlar...
D e d i k t e n sonra B a ş y a v e r Rüsuhi Be-
ye bu konuda t a l i m a t verdi. Ertesi
günü Eden
i n c e y e t e t k i k ettirildi.
L o k a n t a s ı ' n ı n durumu
inceden
B a k t ı l a r k i borç içinde...
Bir
süre oyaladılar... Bu olayın tanıklarından D r . Reşit Galip, k r e d i işi ne ç o k içerlemişti: — B i z bu kadar t a r i h y a z ı p çalışıyoruz... B e ş p a ra
bile
Diye
aldığımız
yok.
Rus
başladı s ö y l e n m e ğ e . . .
değildi.
karısına p a r a v e r i l i y o r . . . Oysa para falan verilmiş
GİZLİ
DEFTERİ
215
ÜÇ DONDURMA YEDİ
«ATATÜRK'ün Kızı» adını alan Küçük Ülkü, A t a ' n ı n hususî hayatında önemli bir y e r tutar. A t a t ü r k Albümünde Ü l k ü ile çekilmiş çe şitli resimlerine rastlanır. Çocuğu o l m ı y a n A t a t ü r k için Ü l k ü , başlıbaşına bir s e v g i k a y n a ğ ı olmuştur. Ülkü'nün annesi Selânikli V a s f i y e H a n ı m A t a türk'ün annesi Zübeyde H a n ı m tarafından büyütül müş. Ankara'ya gelmiş. A t a t ü r k ' ü n izniyle de Gazi O r m a n Ç i f t l i ğ i İ s t a s y o n M e m u r u ile evlenmiş. Bu evli likten bir k ı z çocukları oluyor. A t a t ü r k bu çocuğun adının Ü l k ü konmasanı istiyor. Çocuk büyüdükçe A t a türk te onunla daha çok i l g i l e n m e ğ e başlıyor. T a t i l l e rinden bir çoğunda Ülkü'nün de yanında bulunmasını istiyor. B ö y l e c e halk tarafından Ü l k ü ' y e « A t a t ü r k ' ü n K ı z ı » adı takılıyor. Ülkü, A t a t ü r k ' e h a y a t t a nazını en çok geçiren in sanlardan biriydi. B i r çok kimsenin A t a ' y a korkudan s ö y l e m e ğ e cesaret edemediği şeyleri o, hiç çekinme den büyük bir samimiyetle söylemesini bilirdi. A t a t ü r k te Ü l k ü ' y e k ı z m a z , onun bütün söylediklerini büyük bir dikkatle dinlerdi. Ülkü'nün O'na «Atatürkçüğ ü m » d i y e incecik sesiyle seslenişi hiç gözümün önün den g i t m e z .
216
ATATÜRKÜN
UŞAĞININ
A t a t ü r k ' ü n son y a z m e v s i m i y d i . B i r g e c e
Sava
rona y a t ı n d a Ü l k ü dondurma yiyordu. Sıcak bir g e c e y di. Z a t e n perhiz olan A t a t ü r k dondurmayı canı
görünce
ç e k t i ve k a m a r o t R ı z a ' y a hemen bir dondurma
g e t i r m e s i n i emretti. Kamarot
R ı z a hiç
kimseye
sormadan A t a t ü r k ' e
g i d i p b i r dondurma g e t i r d i . B ü y ü k bir iştahla dondur mayı yiyen Atatürk: — Ç o k hoşuma g i t t i . B i r tane daha g e t i r . . . E m r i n i verdi. İ k i n c i dondurma da geldi. Onu da yedi.
B i r üçüncüsünü
istedi.
A t a t ü r k ' ü n içi yanıyordu. Ü ç dondurma, harareti n i söndürmeğe y e t m e m i ş t i ! A r k a s ı n d a n b i r b a r d a k d a suğutulmuş
su içti.
D e r k e n g e c e yarısına d o ğ r u y a t t a i l k k r i z g e l d i . Orada h a z ı r bulunan D r . N e ş e t Ö m e r İ r d e l p derhal u yandırıldı. N e ş e t Ö m e r A t a ' n ı n hususî doktoruydu. İ l k t e d a v i y i y a p t ı . F a k a t v a z i y e t i tehlikeli g ö r ü y o r d u . D ü n y a çapında bir a d a m ı n tedavisinde bu dakika dan sonra a r t ı k sorumluluk a l a m ı y a c a ğ ı n ı s ö y l e d i v e A v r u p a ' d a n hemen sını
istedi.
bir
mütehassıs
doktor
çağırılma-
GİZLİ
D E F T E R İ
217
BUZ SANDIKLARINI ATTIRIYOR A T A T Ü R K ' ü n hususî doktoru N e ş e t Ö m e r İrdelp istedikten Fsenjan
sonra
çağırıldı.
D r . Fsenjan şu —
Yatak
Avrupadan
dünyaca İlk
doktor
tanınmış
getirtilmesini
Fransız
doktoru
konsültasyon y a p ı l d ı k t o n sonra
öğütlerde bulundu:
odasında dolaşabilir.
Dışarıya çıkmak
yasaktır. M e r d i v e n inip binmiyecektir. H a v a tertibatı kâfi
gelmediği
için
duvarlara
buz
sandıkları
konula
cak. Ve daha buna benzer bir çok y a s a k l a r k o y d u k t a n sonra F r a n s ı z doktoru Savarona'dan ayrıldı, şehre indi. O g i d e r g i t m e z de A t a t ü r k beni ç a ğ ı r d ı : —
Çelebi Efendi, bu sandıklardaki buzların f a y
dası v a r m ı ? Diye baktım. —
sordu. Ne
Buz
faydası
sandıklarının olabilirdi
yanına
giderek
ki:
H i ç faydası yok. P a ş a m . . .
D i y e cevap verdim. —
Doktor gitti mi?
D i y e y a v a ş b i r sesle sordu. —
Evet Paşam,
şimdi m o t o r a bindi.
— Öyleyse hemen buz kutularını çıkarın. B u z ku tuları
buraları
Hemen tatürk'ün
buz
kirletmesin... kutularını
Fransız
muhakkaktı.
Fakat
duvarlardan
doktorunun onun
çıkardım.
yasaklarına
yanında
itiraz
A-
içerlediği
e t m e k iste
m e d i ğ i anlaşılıyordu. Sadece buz kutularını ç ı k a r t m a k la
kalmadı.
Kendini
biraz
serbest
y a t a h a r e k e t e m r i n i verdirtti.
hissedince
hemen
ATATÜRKÜN
218
UŞAĞININ
Savarona M a r m a r a ' y a doğru y o l aldı. E r t e s i günü Ş a r k ö y ' e vardık. Ç o k güzel bir y a z günüydü. A t a ' n ı n canı y u k a r ı ç ı k m a k istiyordu. B ö y l e havada h ü r r i y e t aşığı bir insan için k a m a r a d a kapalı k a l m a k ne d e m e k t i ? F a k a t doktorlar ona dışarı çıkmasını kesin o l a r a k yasaklamışlardı. B ö y l e olduğu halde. — Çelebi Efendi, şezlongu g ü v e r t e y e çıkar... E m r i n i verdi, i s t e r i s t e m e z emrini yerine g e t i r d i m . B i r taraftan d a ü z ü l ü y o r d u m
Y a hastalığı g e ç m e z s e ,
a r t a r s a d i y e k a y g ı içindeydim. Atatürk güverteye
çıktı.
Şezlongta
z a n d ı k t a n sonra t e k r a r a ş a ğ ı y a indi.
bir
süre
u-
A ç ı k h a v a onu
f a z l a s ı y l e yormuştu. O g e c e y i Ş a r k ö y ' d e g e ç i r d i k . A tatürk'ün
şerefine
gece
halk
sahilde
bir
fener
alayı
düzenlemişti. F a k a t A t a t ü r k ' ü n dışarı ç ı k m a d ı ğ ı n ı g ö rünce
üzüldüler.
Ne
çare
ki,
hastanın
a y a k t a dura
c a k hali yoktu. Bunu h a l k a d u y u r m a m a k g e r e k t i . M i l let
Ata'sının
hastalığını biliyordu.
Fakat
bu
derece
a ğ ı r bir hal aldığı saklanıyordu. O g ü n y a t l a M a r m a r a ' d a dolaştık. Bu
süre için
de A t a t ü r k kâh kamarasında dinlendi, kâh y a s a k ka rarını dinlemiyerek g ü v e r t e y e çıktı. E r t e s i günü D o l m a b a h ç e önlerine demirledik. T a m 56 g ü n y a t t a istirahat e t t i k t e n sonra bir g e c e A t a t ü r k ' ü koltuğa oturttular. K o l t u k başta K ı l ı ç A l i , Muhafız A l a y
Kumandanı
İsmail Hakkı Tekçe, Polis
memuru F a i k Çelen, B a ş y a v e r Celâl Üner, bir de ka pıdaki nöbetçi askerin elleri üzerinde S a v a r o n a y a t ı n dan alınarak a ğ ı r a ğ ı r m e r d i v e n l e r d e n indirildi. İ s t a n bul motoruna bindirilerek Dolmabahçe S a r a y ı n a g ö t ü rüldü. Bu
gidiş
Atatürk'ün
son
gidişi
S a v a r o n a y a d ö n m e k k ı s m e t olmadı.
oldu.
Bir
daha
GİZLİ
219
DEFTERİ
MAREŞAL
ÇAKMAK'LA YATTA
A T A T Ü R K daha S a v a r o n a yatında hastayk e n A n k a r a ' d a n o z a m a n Başbakan bu lunan Celâl B a y a r ile G e n e l k u r m a y B a ş k a n ı olan M a reşal F e v z i Ç a k m a k t a sık sık İstanbula g e l i r v e A t a türk'ü z i y a r e t ederlerdi. A t a t ü r k M a r e ş a l Ç a k m a k ' ı n ziyaretine çok önem v e r i r ve hiç k i m s e y e g ö s t e r m e d i ğ i s a y g ı y ı ona g ö s terirdi. Ç a n k a y a davetlerinde bile öyleydi, Mareşalin bulunduğu z i y a f e t l e r d e m a s a y a içki konmaz. A t a t ü r k de o g e c e y e m e k t e i ç k i perhizi y a p a r ya da b i r i k i kadeh içer, sofra en g e ç g e c e saat 11 de dağıtılır, sa bahlara k a d a r d e v a m eden şölenlere v e d a edilirdi. M a r e ş a l F e v z i Çakmak, Savarona yatına g e l e c e ğ i z a m a n A t a t ü r k hasta olduğu halde y a t ı n iskele sine çıkar, bir i k i saat süren toplantılardan sonra y i n e iskeleye k a d a r g e t i r i p m o t o r a bindirirdi.
220
ATATÜRKÜN
UŞAĞININ
A t a ' n ı n hastalığı sırasında eski Başbakan v e A t a türk'ün
Kurtuluş
geldiğini merak
Savaşı
hiç g ö r m e d i m .
adamakıllı
aralarında
içimi
arkadaşı
İsmet
İnönü'nün
A r a d a n günler g e ç t i k ç e kemirmeğe
bir d a r g ı n l ı k m ı v a r d ı ?
başladı.
bu
Acaba
Sonunda dayana
m a d ı m . B i r g ü n B a ş y a v e r Celâl B e y e sordum: —
İ s m e t P a ş a A t a t ü r k ' ü çok severdi. N i ç i n g e l i p
görmüyor? —
Cemal, bir k a ç d e f a g e l m e k için t e l e f o n etti.
A t a t ü r k e haber verdik. İ s m e t P a ş a g e l i p sizi z i y a r e t e t m e k istiyor, dedik.
«Ankara'dan ayrılmasın.» diye
c e v a p v e r d i . B i z d e İ s m e t İnönüye A t a t ü r k ' ü n sözle rini
aynen tekrarladık. Bunun tepkisinin ne olduğunu
bilmiyorum... A r t ı k bu k a r ı n şişmesi tehlikeli bir hal y a r a t t ı ğından su a l m a yoluna g i t m e k t e n başka çare g ö r e m i y o r l a r d ı . F a k a t d o k t o r l a r su alma işlemini elden g e l d i ğ i kadar g e c i k t i r m e k k a r a r ı n d a görünüyorlardı. A t a türk
te
gün
doktorlara: —
mi?
durumun
ciddiliğinin
farkındaydı.
Hatta
bir
Su a l m a k a m e l i y e s i tehlikeli midir, a c ı v e r i r
diye
sormuştu.
Fakat
doktorlar
onu
kaygılan
d ı r m a m a k için çok basit olduğunu, hatta bu işi ken dileri dı.
değil,
asistanlarına
A s l ı n d a bu,
l i k e l i bir şeydi.
yaptırdıklarını
söylüyorlar
d o k t o r l a r ı n sakladıklarından da teh Barsaklardan
biri de delinebilirdi.
GİZLİ DEFTERİ
221
VASİYETNAMESİNİ EMİRLE YAZDIRDI
H A S T A L I K g i t t i k ç e ilerliyor, karın g i t t i k çe şişiyordu. A t a t ü r k çevresindekilere neşeli g ö r ü n m e k istediği halde acı içinde kıvrandığı belli oluyordu.
Yorgunluk
ve
halsizlik
yüzünü
inceltmiş,
onu bitkin bir hale getirmişti. K a r n ı n ı n su toplaması yüzünden
artık
Bu
yüzden
ğe
başladı.
yatakta
arkasına
dik
oturamaz
yastıklar
hale
gelmişti.
koyuyorlardı.
Sonunda A t a t ü r k bütün d a y a n ı k l ı l ı ğ ı n ı k a y b e t m e Artık
acıya
dayanamaz
hale
gelmişti...
Doktorlara: —
Karnımdaki
suyu
bir
an
evvel
alın...
Diye
e m i r verdi. F a k a t hiç birinde buna cesaret yoktu. Da ha bir
süre
suyun
Atatürk'ün da
alınmamasını u y g u n görüyorlardı.
suyun
F r a n s ı z doktorunun
alınması
için
ikinci
gelişine
diretmesi,
tam
rastladı,
Dok
tor, A t a t ü r k ' ü daha i y i bulacağını u m u t ettiğini söy lemişti.
Fakat
Bunun
üzerine
gelir
gelmez
Atatürk'e
düş
bakan
kırıklığına Türk
uğradı.
doktorlariyle
222
ATATÜRKÜN
Fransız
doktoru
arasında
uzun
oldu ve A t a t ü r k ' ü n karnından
süren
suyun
UŞAĞININ bir
görüşme
alınmasına
karar
verildi. Y o k s a acısını hafifletecek başka hiç b i r çare kalmamıştı
ve
h a s t a l ı k daha Atatürk,
bunu kötüye
yapmağa doğru
zorunluydular.
gitmeğe
karnından i l k kez
su
Yoksa
başlamıştı.
alınmasından bir
süre önce vasiyetnamesini hazırlamış ve kendi e l i y l e notere
vermişti.
Çünkü
y a v a ş y a v a ş öleceğini
artık
O da anlamıştı. Karnının
gittikçe
Avrupa'lardan
şişmesi,
getirilen
idrarının
doktorların
kesilmesi,
hastalığının
kar
şısında elleri kolları b a ğ l ı kalması, O'na ölümün kaçı nılmaz
bir
şey
olduğunu
anlatmıştı.
H a s t a l ı ğ ı n ı n « S i r o z » olduğunu biliyordu, Vasiyetnamesinin hazırlanması için U m u m î K â t i p Hasan
Rıza
Soyak'ın
yardımını
istediğini
duymuş
tuk. B i r gün S o y a k ' ı ç a ğ ı r d ı . M a l o l a r a k nesi varsa bir
listesini
çıkarmasını
istedi.
Umumî
Kâtip
buna
hiç l ü z u m olmadığını, kendilerine
yapılacak
operas
yonun basit ve
olduğunu,
bundan
tehlikesiz
b i r şey
k a y g ı l a n a c a k hiç bir şey bulunmadığını söylüyorsa da dinletemiyordu... — Bunu
behemahal
yapalım...
Diyorsa.
Emir
emirdi. Hem
daha
f a z l a ısrar
etmesi,
zaten
hasta
olan
A t a t ü r k ' ü üzebilirdi. U m u m î K â t i p bürosuna g i d e r e k k a y ı t l a r d a n iste d i ğ i listeyi çıkarıyor. Bu liste esas tutularak K o c a e l i M i l l e t v e k i l i Selâhattin Y a r g ı ile bir v a s i y e t n a m e ha zırlanıyor. A t a t ü r k vasiyetnamesinde bütün m a l v e mülkünü yine
millete
yakınlarına,
bırakmaktaydı. sevdiklerine
Şahsî
servetinden,
a y l ı k bağlanıyordu.
çok
GİZLİ
223
DEFTERİ
Vasiyetnamede
yaşadıkları
sürece
kızkardeşi
Makbule A t a d a n ' a ayda 1 0 0 0 , P r o f . A f e t İnan'a 800, t a y y a r e c i Sabiha Gökçen'e 600, Ü l k ü ' y e 200, R ü k i y e v e N e b i l e ' y e d e 100 e r l i r a bırakıyordu. A y r ı c a Sabi ha Gökçen'e bir ev alabilecek p a r a verilecek, M a k b u le
A t a d a n ' ı n da
kadar
emrinde
Ç a n k a y a ' d a oturduğu kalacaktı.
Bunlardan
ev
ölünceye
başka
İsmet
İnönü'nün çocuklarına yüksek ö ğ r e t i m l e r i n i bitirince ye
kadar
gereken
yardımın
yapılmasına
ilişkin
bir
madde de v a r d ı . U m u m î K â t i p H a s a R ı z a Soyak, A t a t ü r k ' ü n em r e t t i ğ i gün yatmakta götürüyor. sırtında,
Altıncı N o t e r İsmail olduğu
üst
Atatürk
traş
olmuş
kattaki
onları
Kunter'i
denize
pijaması
vaziyette
Ata'nın
bakan
ve
karşılıyor.
odaya
robdöşambrı Sigara
ve
kahveler içildikten sonra bir süre şundan bundan k o nuşuluyor;
f a k a t hastalığından
nunda U m u m î
Kâtip'le Noter,
hiç sözedilmiyor. So g i t m e k üzere
ayağa
k a l k ı p izin istedikleri zaman, masanın üzerinden al d ı ğ ı kapalı bir z a r f ı N o t e r e d o ğ r u u z a t a r a k : —
Bu benim v a s i y e t n a m e m d i r . İ c a b e t t i ğ i z a m a n
açarsınız. D i y o r d u . H a s a n R ı z a S o y a k sonradan bun ları
anlatırken
miştim.
gözlerinin
yaşlarla
dolduğunu
farket-
224
ATATÜRK'ÜN
ARTIK
DUA
UŞAĞININ
EDİYORDUK
B Ü T Ü N m e m l e k e t A t a t ü r k ' ü n hastalığıy la i l g i l i y d i . H e r k e s sabah gazetesini açınca iyi bir haber alır umuduyla heyecanlanıyor, b e k l e d i ğ i müjdeyi g ö r e m i y o r d u . M i l l e t t e n
fakat
hastalığın
g i d i ş i saklandığı için henüz işin tehlikeli hali m e m l e kete yayılmamıştı. Avrupadan doktorlar gelmişti, el bette
ki
bu
hastalığa
türk'ü eski s a ğ l ı ğ ı n a şekilde
da
bir
çare
bulacaklar,
kavuşturacaklardı.
Ata bu
avutuluyordu.
O y s a biz işin
içindeydik.
Her
saat
h e r d a k i k a k u l a ğ ı m ı z a bir başka haber gece
Halk
uykularımızda
şünemez olmuştuk.
bile
Atatürk'ten
Yarabbi,
ne
değil,
hatta
ç a l ı n d ı ğ ı için başka
buhranlı
şey
dü
günler
ge
çiriyorduk. H e r g e c e O'nun yaşaması için A l l a h a dua ediyordum. lam
Çok zaman
ıslanıyordu.
haber
Günler
y a s t ı ğ ı m g ö z y a ş ı n d a n sırsık geçiyor,
f a k a t beklenen i y i
bir türlü g e l m i y o r d u .
A t a t ü r k ' ü n karnından ilk olarak b i r t e n e k e y e y a kın
su
alındıktan
sonra O'nun
birden
çöktüğü,
çok
225
GİZLİ DEFTERİ
zayıf
düştüğü
haberi
geldi.
Böyle
mizde yine bir umut belirmişti. düzelir da
diye
fikir Su
düşünüyor,
olduğu
halde
içi-
Sudan kurtuldu, belki
birbirimizle
hastalık
hakkın
yürütüyorduk. alındıktan
sonra
Atatürk
biraz
sakinleşmiş
diye duyduk. F a k a t g e c e inlemeleri kesilmedi denilin ce,
yüreğim O
Yatı
a ğ z ı m a g e l i r gibi oldu.
sıralar neden
ben,
göndermişlerdi Saraya rumu
Savarona
Dolmabahçe
geliyor, hakkında
yatıyla
önlerinden
bilmiyordum.
Fakat
arkadaşlarımdan bir
şeyler
Bebek'e kaldırıp hemen
Ata'nın
öğrenmeğe
gittim. Bebek'e her
gün
sağlık
du
çalışıyordum.
Y a t t a k i personel de g ö z l e r i yolda, akşam benim d ö n memi
sabırsızlıkla
yor, fakat olmadığını
bekliyor,
beni
güvertede
karşılı
a ğ z ı m ı a ç m a d ı ğ ı m ı görünce, bir değişiklik anlıyarak
susuyorlardı.
F . 15
226
ATATÜRKÜN
UŞAĞININ
ÇOK ACI Ç E K İ Y O R D U
ATATÜRK
hasta y a t t ı ğ ı son günlerinde g e -
rek Savarona yatındayken, mabahçe dolaşır
Sarayı'nda
ve
uzanırdı.
gecelik
kıyafeti
Fransız
gerekse Dololan
doktorunu
entariyle
sevmeyişine
karşı, hiç bir z a m a n başucundan a y r ı l m a y a n D o k t o r Ş a k i r A h m e t v e Z i y a N a k i ' y e karşı derin bir s e v g i besliyordu.
Türk
doktorlarına
daha
çok
güvendiği
K o l t u k l a Savarona'dan D o l m a b a h ç e ' y e
taşındık
her halinden belli oluyordu. tan sonra A t a t ü r k , daha önce neden S a r a y ' a g e l m e d i ğ i n e üzülür bir hal takınmıştı. Çünkü y a t t a k i cehennemi
andırır
odaları
daha
sıcaktan serinceydi.
burada
eser
yoktu.
Saray'ın
H e m burada buz sandıkları
gerekmiyordu. A t a t ü r k ' ü n karnı günden güne şişiyordu. Bu yüz den nefes a l m a k t a güçlük ç e k t i ğ i n i görüyorduk. Bizi a r t ı k p e k yanına b ı r a k m ı y o r l a r d ı . P e k önemli bir g ö r e v için doktorların i s t e d i ğ i bir şeyi g ö t ü r m e k üzere kapısına g i d i y o r , çoğu z a m a n da içeri g i r m e d e n d ö nüyorduk.
Ancak
kapının
aralığından ne g ö r e b i l i r s e k
o kadar... Ata'nın hastalığı hepimizin kolunu kanadını kırmış,
S a r a y derin bir ölüm sessizliğine bürünmüştü.
GİZLİ DEFTERİ
227
SON BAYRAMI
ATATÜRK'ÜN
durumu a ğ ı r l a ş ı y o r v e y a -
pılan iyileştirme çalışmaları sonuçsuz k a lıyordu. Günden güne bir m u m gibi eridiğini g ö r ü yorduk.
Bir
ara
Atatürk'ün
Ankara'ya
gitmek
için
israr ettiği, « O r a d a y a p a c a k ç o k m ü h i m işlerim var. Beni derhal A n k a r a ' y a götürün,» d i y e e m i r
verdiği
söylentileri çıktı. H e p i m i z i bir heyecan dalgası kap ladı. G i d e r m i g i d e r . . . ne
olur?
düşer
mi,
Trenin yoksa
D i y e düşünüyorduk.
sarsıntısından daha
büyük
G i t m e z s e kurtulur m u ? D i y e
daha
bir
çok
Giderse
kuvvetten
felâket gelir
mi?
aramızda tartışmalara
başlamıştık. Bütün günümüzü bu tür konuşmalar a l ı yordu. Sonunda d o k t o r l a r ı n e l b i r l i ğ i y l e v e r d i k l e r i ka r a r her şeye yere
üstün
oldu. A t a t ü r k ,
Saraydan hiç bir
çıkarılmayacak, g e r e k t i ğ i k a d a r A n k a r a y o l c u
luğu konusunda Hastalık
oyalanacaktı.
ilerledikçe
kaygılar
da
artmağa
başla
dı. B e l k i y a r a r l ı olur umuduyla A v u s t u r y a v e A l m a n ya'dan b i r e r
tanınmış p r o f e s ö r g e t i r t i l d i .
nuç değişmedi.
F a k a t so
Bunlar da ayni hastalığı buldular ve
a y n i t e d a v i y i u y g u l a m a ğ a başladılar.
228
ATATÜRKÜN
UŞAĞININ
Bebek'le Dolmabahçe arasında nasıl gidip g e l d i ğ i m i şimdi düşündükçe o günleri y a ş a r gibi oluyorum. Heyecandan Bazan
bitkin
korkudan,
bir
hale
kötü,
gelmiştim
o
günler...
a c ı haberin korkusundan Sa
r a y ' a g i d e m e d i ğ i m z a m a n l a r d a telefonla D o l m a h ç e ' nin santralını bulup ürkek ürkek santral m e m u r u K e m a l B e y ' e « D e ğ i ş i k l i k v a r m ı ? » diye soruyordum. O n dan « H a y ı r » cevabını alınca içime su serpiliyor, he men
yattaki
arkadaşlarımın
yanına koşup
kür daha y a ş ı y o r » diyordum. den
«İnşallah Böylece
kurtulur»
1938
yılının
«Çok
Ondan sonra hep
diye
başlıyorduk
şü bir
duaya.
Cumhuriyet B a y r a m ı gelip
çattı. H a l k a bir şey d u y u r m a m a k v e şehirde y a s ha vası
estirmemek için şenliklerin eskiden olduğu g i b i ya
pılması
uygun
görüldü.
Yine
taklar
kuruldu,
parlak
bir g e ç i t töreni yapıldı, g e c e fener a l a y l a r ı düzenlen di. H a t t a Kuleli'liler Sarayın önüne vapurla g e l i p g ö s teri
yaptılar.
şenlikler
Gece
sürüp
sabaha
kadar
havayi
fişeklerle
gitti.
B i z Cumhuriyet B a y r a m ı ' n ı n onbeşinci y ı l şenlik lerine Hep likleri
candan Büyük
katılamadık.
Ata'yı
g ö r e m e d i ğ i için
milletinin yemiştir.
arasına
İçimiz
düşünüyorduk. ne
kan
ağlıyordu.
Kimbilir
k a d a r üzülmüştür.
katılamadığı
için
kendi
O,
şen
Sevgili kendini
GİZLİ
DEFTERİ
229
SON DAKİKALARI
C U M H U R İ Y E T Bayramı'nın
ertesi günü
A t a t ü r k ' ü n ateşinin birden bire yükseldi ğ i n i duyduk. İ ç i m i z i derin bir üzüntü kapladı. K i m senin a ğ z ı n ı bıçak açmıyordu. D e r k e n , bir haber daha g e l d i : A t a t ü r k k o m a y a g i r d i . . . Bütün S a r a y ileri g e lenlerini,
iğne
kır ksekiz saat konuştuğunu Hepimizi
bir
üstünde uykusuz tutan bu sürdü. K o m a d a n
öğrendik. ferahlık
Artık
ilk
koma,
sonra birkaç k e l i m e sakinleşti,
kaplamıştı.
deniyordu.
Bayağı
umutlan-
mıştık. T e h l i k e y i a t l a t t ı d i y e düşünüyorduk. Atatürk,
a t l a t t ı ğ ı tehlikenin farkındaydı. Ç e v r e
sindekilere: « B a n a n e o l d u ? » d i y e sormuş v e « D e r i n bir uyku uyudunuz» karşılığına p e k inanmamıştı. F a k a t i n a n m a d ı ğ ı n ı beli
etmek
istemiyor
görünmüştü.
B i r i n c i k o m a d a n sonra a r t ı k d o k t o r l a r A t a t ü r k ' ü n başından a y r ı l m a z olmuşlar d i y e duyduk. D r . N e ş e t Ö m e r her z a m a n başucunda, öbürleri de ikişer ikişer nöbetteymişler. Birinci k o m a d a n kurtuluşun
verdiği
sevinç uzun sürmedi. A t a t ü r k ' ü n karnındaki su y i n e ç o ğ a l m a ğ a başladı. Y a t a k t a o t u r a m a z ; uz ana maz o l du. Ç e k t i ğ i acı a r t t ı k ç a arttı.
F a k a t öylesine d a y a -
230
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
n ı k l ı y d ı ki, herkesi bu hali şaşkına çeviriyordu. H e r sabah
g a z e t e l e r i başından sonuna kadar okuması eski
halini hatırlatıyordu. A t a t ü r k a r t ı k nefes
a l m a k t a d a güçlük
çekiyor
du. Bu yüzden yeniden karnından su alınmasında is r a r e t m e ğ e başladı.
D o k t o r l a r önce buna k a r ş ı çık-
tılarsa da, sonunda o y b i r l i ğ i y l e suyun alınması konu sunda birleştiler. İ k i n c i su da alındı. F a k a t bu o p e rasyon, A t a ' y ı iyiden i y i y e halsiz b ı r a k m a ğ a y e t m i ş t i . Sonunda 8 K a s ı m günü k a y ettikten sonra ikinci k o m a y a g i r d i ğ i n i duyduk. A t a t ü r k ' ü n berberi M e h m e t , birden bire fenalaş t ı ğ ı n ı v e k a y e t m e ğ e başladığını haber verince, H a s a n R ı z a Soyak, K ı l ı ç A l i , N e ş e t Ö m e r v e A b r a v a y a , A tatürk'ün
başucuna
koşmuşlar.
Atatürk
onlara
«Saat
k a ç ? » d i y e sormuş... 9 K a s ı m ' ı d a l g ı n bir halde g e ç i r e n A t a t ü r k , daki kadan göre
dakikaya artık
umut
sönmeğe
başlamış.
kalmamıştı.
Gelen
Doktorlarda
haberlere da
umut
y o k t u . G ö z y a ş l a r ı m ı z ı tutamıyorduk. A r t ı k h a y a t bi ze zindan g i b i g ö r ü n m e ğ e başlamıştı. O g e c e y i uyku suz g e ç i r d i m . Y i n e de dua e t m e k t e n k e n d i m i alamı yordum.
GİZLİ DEFTERİ
231
SALİH BOZÜYÜK KENDİNİ VURUYOR
A T A T Ü R K ' E oniki yıllık hizmetim bir f i l m g i b i g ö z l e r i m i n önünden
geçti.
Boğazı
ma bir şey tıkanmıştı. K â b u s içinde, sırsıklam t e r l e miştim.
Sabahı g ü ç e t t i m . Şafakla beraber biraz d a
l a r gibi olmuştum. U y k u s u z gecenin sabahında vücudum ezilmiş g i bi y a t a ğ ı m d a n çıktım. B i r a z sonra Saray'a gider, v a z i y e t i ö ğ r e n i r i m d i y e düşünüyordum. Yatta
işlerimi
lunun b a y r a ğ ı n ı n gördüm.
bitirirken
yavaş
yavaş
Bebek
Polis
y a r ı y a doğru
Karako indiğini
Bütün vücudum sanki karıncalanıyordu. B i r
anda şiddetli bir ürperti sardı her y a n ı m ı . . . O anda acı g e r ç e ğ i anlamıştım. D e m e k ki, A t a türk y a ş a m ı y o r d u artık. O m a v i g ö z l e r bir daha parl a m a m a k üzere
sönmüştü.
B i r an duygusuz,
taş g i b i
kaskatı k a l d ı m . Ne ağlıyabiliyor, ne de bir ses çıka rabiliyordum. B i r süre içim ü r p e r m e dolu ö y l e duraksadım. N e d e n sonra kendimi t o p a r l a y ı p a ş a ğ ı y a k o ş tum. A r k a d a ş l a r ı m a : « Ö l m ü ş . . . » D i y e b i l d i m . O
anda
yatta
bir
feryat
figandır
başladı.
Hiç
kimse g ö z y a ş l a r ı n ı tutamıyordu. Benim de o ilk duy gusuz,
taş g i b i h a l i m geçmiş,
süzülmeğe
başlamıştı.
yanaklarımdan yaşlar
232
ATATÜRK'ÜN
UŞAĞININ
K e n d i m i toparladıktan sonra rıhtıma çıktım. H e m e n telefona sarılarak Saray'ın santral memuru K e m a l B e y i aradım. H â l â inanamıyor, inanmak i s t e m i yordum. Sesimi duyunca tanıdı. Sadece « D o ğ r u » d i y e bildi. B a ş k a bir şey söylemedi. H e m e n bir taksi ç e v i r i p Dolmabahçe'nin yolunu tuttum. R ü y a d a y m ı ş gibi g i d i y o r d u m . B e y n i m z o n k luyordu. S a r a y ' a nasıl v a r d ı m bilemem. Orası görüle cek
şeydi.
Boşalmıştı
H e r y a n derin denebilir.
Hiç
bir sessizliğe kimse
bürünmüştü.
kalmamıştı.
Hemen
oradakilere: — Ne oldu, ne v a r ? D i y e sordum. A l d ı ğ ı m cevap Bu rını
sessizlikten başka bir şey d e ğ i l d i .
arada A t a t ü r k ' ü n b â z ı ç o k yakınlarının durumla sağlamlaştırmak
için
Ankara'ya
koşuştuklarını
öğrenince üzüntüm bir k a t daha arttı. F a k a t bunlara karşı A t a t ü r k ' e b a ğ l ı l ı ğ ı m h a y a t ı y l a ödeyen k i m s e l e r de vardı. O'nun ölümüne d a y a n a m a y ı p acıdan kendiıü t a b a n c a y l a vuran
Bilecik milletvekili
kanlar içinde bir köşede
Salih
Bozüyük
yatıyordu.
Bu m a n z a r a y ı görünce b i r a z daha fenalaştım. Sa lih
Bozüyük
etkisiyle
bir
o
anda
yıl
ölmemiş,
sonra
ama
hayata
aldığı
gözlerini
yaraların kapamıştı.
A t a t ü r k ' e bu denli aşkla b a ğ l ı bir insanın daha olabi leceğini
sanmıyorum.
Salih
Bey
gösterdiği
fedakâr
lıkla, h a y a t ı m boyunca g ö z ü m ü n önünden g i t m i y e c e k kişilerdendir.
GİZLİ
233
DEFTERİ
YÜZÜNDEKİ TÜLBENTİ KALDIRIP BAKTIM
A T A T Ü R K
Dolmabahçe
r e m Kısmında,
Sarayı'nda
Ha-
her z a m a n y a t t ı ğ ı odada
y a t ı y o r d u . A r t ı k bu odaya bakamıyor, fenalaşıyordum. Yaldızlı
mobilyalar,
üzeri
yaldızla
süslü
mavi
tavan
bir ölüm rengine bürünmüştü. A t a t ü r k bu odada son suz
uykusunu
tıkta
uyuyordu.
yatıyordu.
Geniş
Hayattayken
bir
yatakta, t e k
gülkurusu
rengini
yas se
verdi. Y i n e ö y l e bir renk içinde sonsuz uykusuna d a l mıştı. Saray'da
Rıza
adlı
bir
sofracı
arkadaşım
daha
vardı. Onunla beraber y a v a ş ç a odadan içeri süzülmüş tük. du.
Çenesi
bağlanmış
İ k i g e n ç subay
Atatürk
öldükten
vaziyette
hareketsiz duruyor
a y a k ucunda nöbet bekliyorlardı.
bir
saat
kadar
sonra
İstanbul'daki
Ordu Müfettişi, A n k a r a ' d a n v e r i l e n emirle cenaze t ö reni
için
hazırlıklara
tarafından İşte insan,
başucunda ölümüne
bir
geçirilmiş, nöbet türlü
H e r gelip
subaylar
başlanmıştı.
inanamadığım
o koskoca tarih biraz
şekilde y a t ı y o r d u .
üniformalı
tutulmağa
o
büyük
ilerde
çenesi bağlanmış
geçici
insan
gibi o da
göçmüştü. F a k a t O, dünya durdukça y a ş a y a c a k ender insanlardan —
Bir
biriydi. türlü
yüzünü. D e d i m .
öldüğüne
inanamadım.
Aç
bakalım
234
ATATÜRKÜN Yüzündeki tülbenti
akıtarak
yüzüne,
açtırdım.
bir daha
Gözyaşlarımı içime
sadece
c e ğ i m yüzüne uzun uzun b a k t ı m . morarmış —
UŞAĞININ
resimlerinde
gibiydi.
H a k i k a t e n şimdi inandım... Dedim.
O günü nasıl g e ç i r d i ğ i m i bilmiyorum. sahip
göre
Y ü z ü hafif siyahtı,
değildim.
Saraydan
O anda y a t t a k i
bir
görevi kim
türlü
Kendime
ayrılamıyordum.
düşünür.
S a r a y ' d a o güne k a d a r görülmemiş bambaşka bir çalışma vardı. tı.
Bunun
da
oturup
A b a n o z ağacından bir tabut
içini
A k ş a m üstü geldi.
sofracı
dertleşirken
İbrahim'le
— di.
bana
İbrahim'le İsmail
Sonra
Selâmlık
Hakkı
kısmın
Tekçe
(Paşa)
dönerek:
Son v a z i f e m i z i de
Dedi.
yapılmış
kurşunluyorlardı.
nöbet
yaptık.
sırası
Yıkandı,
geldi,
kefenlen
diyerek
ünifor
m a l a r ı n ı g i y i p nöbete g i t t i . Giderken arkasından şöy le dedim: —
Beyler, Paşalar,
şimdi hepiniz geldiniz. A t a
türk'ü bekliyorsunuz. Y ı l l a r c a onu iki cahil sofracının eline bıraktınız da şimdi mi g e l d i n i z ? Cenaze nuz.
töreninin bütün
Cenaze,
Sarayburnu'ndan
ayrıntılarını Zafer
biliyorsu-
Torpidosu'yla
Y a v u z ' a alınıp, İ z m i t ' e d o ğ r u y o l alırken, onu i z l e y e n yabancı de
donanmanın
bulunuyorduk.
gerisinde
Donanmayı
Savarona Adalara
yatıyla
kadar
biz
izledik.
Ö n c e cenaze töreni p r o g r a m ı n a biz alınmamıştık. F a k a t Savarona'nın
o dönemde
süvarisi bulunan
Sait K a p
tan, y a t ı protokole sokabilmek için S a r a y ' a g i t m i ş v e çekişe —
çekişe Büyük
etmelidir...
istediğini adamları
yaptırmıştı. ölümünde
Onun: a t ı ile
Sözünü hiç u n u t m ı y a c a ğ ı m .
yatı
takip
GİZLİ DEFTERİ
235
Ö L D Ü K T E N SONRA
A T A T Ü R K
öldükten
sonra
Cumhurbaş-
kanı olan İ s m e t İnönü, Savarona y a t ı n ı hiç g ö r m e m i ş . G ö r m e ğ i istemiş. Y a t ı İnebolu'ya ça ğırdılar. B i z d e Savarona ile İ n e b o l u ' y a g i t t i k . Orada
öyle
rıhtım
falan
yok.
Kıyıdan
demirledik. İ s m e t İnönü m o t o r l a y a t a
uzakta
geldi. H e r ta
rafını g e z d i v e beğendi. K ı s a bir yolculuk yapıp i n e bolu'dan Z o n g u l d a k ' a g i t t i k . İnönü orada y a t t a n ine rek
trenle Aradan
A n k a r a ' y a hareket üç
yıla
yakın
etti.
bir z a m a n geçmiştir.
Yıl
1941, H a z i r a n 22... A t a t ü r k ' ü n ölümünden sonra ben yine D e m i r y o l l a r ı İşletmesi kadrosunda Savarona y a tında g ö r e v l i y d i m . A r t ı k eski i m t i y a z l ı durumum kal mamıştı.
Y a n i T ü r k i y e Cumhurbaşkanının h i z m e t k â r ı
değildim. O z a m a n ı n Başbakanı olan R e f i k S a y d a m l a , D ı ş işleri İsmet
Bakanı
Şükrü
İnönü'yle
Gelibolu'ya
doğru
İ s m e t İ n ö n ü ile
Saraçoğlu
beraber bir
Refik
İstanbul'a
Savarona
gezi
yatına
yapıyorlardı.
gelmişler. binmişler. Güvertede
S a y d a m başbaşa v e r m i ş l e r k o
nuşuyorlardı. K o n u , İ k i n c i D ü n y a Savaşı v e T ü r k i y e ' nin nazik durumuydu. O z a m a n ç o k z o r durumda bu lunuyorduk. çıktı.
Derken
salondan
Cumhurbaşkanıyla
düşünür v a z i y e t t e görünce i
güverteye
Başbakanı
Saraçoğlu
böyle
başbaşa
236
ATATÜRK'ÜN —
Y a h u ne
var
bunda
duğumuzu ilân ettik, çatar,
düşünecek?
anlattık.
harp yaparız.
UŞAĞININ Tarafsız
ol
Buna r a ğ m e n çatarsa
Ç a t m a z s a zaten mesele
yok...
Bu görüşmeden sonra Çanakkale B o ğ a z ı n a doğru h a r e k e t ettik. R e f i k S a y d a m ve Şükrü S a r a ç o ğ l u İs tanbul'da
kaldılar.
O z a m a n dört bir y a n ı m ı z ateşle sarılmıştı. İ k i n c i Dünya
Savaşı
bütün
hızıyla
sürüyordu.
Almanlar,
S t a l i n g r a d v e M o s k o v a kapılarına dayanmışlardı. H e r an
başımızda
tehlike
çanları
çalıyordu.
g ö z l e r i m i z i , kendimizi ateşin içinde
Her
sabah
bulabileceğimiz
bir güne açıyorduk. H e p i m i z i n sinirleri bozulmuştu. Gelibolu'da genelkurmay memleketin
bir
subayı
çok
general
yata
geldiler.
durumu
ve
savaş
ve
gücü
yüksek
rütbeli
Güvertede
yine
konuşuluyordu.
İnönü herkesin düşüncelerini dinliyor ve not alıyordu. B i z d e hizmeti düzenli y a p m a ğ a , bir p o t k ı r m a m a ğ a çalışıyorduk. K o n u k l a r ı en i y i şekilde a ğ ı r l a m a k isti yorduk. İnönü, genç bir k u r m a y subayına şöyle sordu: —
A l m a n l a r l a harp
edersek
muvaffak
olur mu
yuz? Subay düşünmeden şu cevabı v e r d i : —
Paşam,
bizi
Almanlar
Trakya'da
yenerler,
f a k a t Anadolu'da başlarına belâ oluruz... Bunun üzerine İ s m e t İ n ö n ü « Y a a a » d i y e r e k baş ladı kendi —
anlatmağa:
Şimdi A l m a n l a r saatte seksen k i l o m e t r e iler
l i y o r l a r . Bu durum karşısında Ruslar bir buçuk ayda m a ğ l û p olurlar. Bu b i z i m için de büyük k a z a n ç olur. Kafkasları milyon
alırız.
olur.
(O
Türkiye'nin zaman
nüfusu
nüfusumuz
da
otuz
sadece
sekiz
onsekiz
m i l y o n d u ) . A y n i z a m a n d a B a k u petrollerine d e k a v u şuruz.
GİZLİ DEFTERİ İnönü
sevinç
237 içindeydi.
Kabına sığamıyor,
adeta
gelecekteki T ü r k i y e ' y i yaşar gibi oluyordu. Bu sırada yanında
bulunan
Amiral
Şükrü
O k a n ' a dönerek:
— Rus donanması ne olur? D e y i n c e : —
P a ş a m , B e y k o z önlerinde demirler. G e m i l e r i n
kamalarını
alır,
harbin
sonunu
bekleriz...
Cevabını
aldı. Bu Paşa,
görüşme
sırasında
yatta
bulunan
Fahrettin
İnönü'ye:
—
Paşam
sormuş ve —
harbe
karşılığı
İran'a
Bunları çırırım
İran
şu
harp
mi?
Diye
bir
soru
yok...
duyunca,
diye
girer
almıştı:
ileride
korktum.
belki
Daha
ağzımdan
fazla
lâf
ka
konuşulacakları
d u y m a m a k için k a m a r a m a çekildim. Ne olur, ne ol maz...
F a k a t aksilikler k o r k t u k ç a üzerime geliyordu.
Baktım İsmet İnönü'nün yirmi yıllık hizmetkârı Osman
Efendi,
kamaramın
kapısını
aralamış:
— C e m a l , şimdi H i t l e r R a d y o d a Rusların bir bu çuk ayda y ı k ı l a c a ğ ı n ı söyledi... D e y i n c e ben d e : — Y ı k ı l ı r s a yıkılsın, bize ne?.. D e d i m . B i r a z sonra yine ayni arkadaş g e l d i : —
Göbels R a d y o d a Rusların birbuçuk ayda y ı k ı
l a c a ğ ı n ı söyledi... D e y i n c e ben de g a y e t safiyane: — U l a n aptallığın âlemi yok. Bu iş birbuçuk a y d a olmaz... Bizim
bu
ruk not eder
konuşmalarımızı dururmuş.
meğer
kamarot
F a r k ı n d a bile değildim.
Fa
ATATÜRKÜN
238
UŞAĞININ
YATAK ÇARŞAFLARI
S A V A R O N A y a t ı ertesi günü eski M e c lis Başkanı Abdülhalik R e n d a ile
çocuk-
larını a l m a k için B a n d ı r m a ' n ı n yolunu tuttu. Bandır m a y a g e l m e d e n bir saat önce B a y a n M e v h i b e İnönü beni
çağırdı: —
Renda'nın
kamarasının
yatak
çarşaflarını
de
ğ i ş t i r i n . . . Dedi. —
Hanımefendi,
çarşafları
pis mi
buldunuz?
Deyince: — H a y ı r , f a k a t değiştirin, bizim çarşaflardan ol sun...
D i y e karşılık verdi.
B i z i m çarşaflar dediği, yine benim L a z z a r i F r a n ko'dan
yaptırdığım
patiska
çarşaflardı.
— P e k i emredersiniz... D e y i p e m i r v e r d i m ve çar şaflar
değişti...
Kamarama geldiğim
zaman Dr.
Fazıl
Beyle
çarkçıbaşı Hüseyin v e ikinici çarkçı M u h i t t i n Ö z e g e vardı. —
Ne o Cemal, canın sıkılmış senin?
D e y i n c e kendimi t o p a r l a d ı m : — B i r şey y o k . . . D i y e cevap v e r d i m . F a k a t onlar israr
ediyorlardı:
GİZLİ
239
DEFTERİ
—
Evet
Deyince —
ben
canın
sıkılmış
senin,
nen
var
söyle?..
de:
Çarşafları
beğenmediler.
Sanki
babalarının
evinde böyle g ü z e l çarşaf g ö r m ü ş l e r gibi. K e t e n çar şaflar
ne
kadar
da
güzeldi
görseniz...
Diye
cevap
verdim. Bunun üzerine: — Aldırma geçer... Dediler. Bu
konuşma marot
Faruk
sırasında
ben
yine
oradaymış.
farkında
değilim.
Benim
bu
sonra
İstanbul
Ka
ikinci
ko
nuşmamı da ganimet bilmiş. Hemen jurnal etmiş. Aradan
onbeş
Müdürü
gün
geçtikten
Selahattin
Bey'le
iki
sivil
polis
Polis
memuru
ve
D e n i z y o l l a r ı U m u m Müdürü K e m a l B a y b o r a iki m o t o r l a gelip,
kamaramı
aradılar.
Allahtan
beni
bütün polis
tanıyordu: —
Sen
bir
kitap
okuyormuşsun,
o
kitap
nerede?
Dediler. Beni g ö t ü r m e l e r i için bir bahane lâzımdı. Bu ba hane de, okuduğum bir Rus eseri...
Onunla suçlandı-
racaklardı. — E v e t , dedim. K i t a p benim değil, daha da oku madım.
Güneş
salonunun
rafında
duruyor.
P o l i s l e r hemen o r a y a koştular.
R a f t a n kitabı in
dirdiler. B a k t ı l a r ki, M a k s i m Gorki'nin « A y a k t a k ı m ı » adlı Şehir T i y a t r o s u ' n d a oynanan piyesi.
D e r k e n bizi
y a k a paça alıp, E m n i y e t Müdürlüğüne götürdüler. Birinci
Şube'nin
üst
kattaki
misafirhanesinde
g a y e t güzel bir loca. A l l a h t a n k i y a t a k l ı . P o l i s l e r ba na: —
Tek
yataklıda
mı
yatmak
istersin,
yoksa
ç i f t yataklıda m ı ? D i y e sordular. B e n d e : —
T a b i i t e k y a t a k l ı d a diye
karşılık v e r d i m .
ATATÜRKÜN
240
UŞAĞININ
A l l a h razı olsun o devrin polislerinden. Y o k s a ha l i m yamandı. T a m ü ç gün g a y e t nazik muamele g ö r düm.
Üçüncü gün sorgular t e k r a r başladı.
Fakat
bu
k e z soru sahipleri E m n i y e t Müdürü, Vali, İçişleri B a k a m , S ı k ı y ö n e t i m K o m u t a m gibi önemli kişilerdi. B u idare a d a m l a r ı y l a aramda şöyle bir konuşma g e ç t i : —
Senin
—
A l t ı n c ı sınıfa
tahsilin
—
Nerelisin?
—
İzmir'liyim.
—
Baban
—
O da oralı...
Derken
ne
kadar?
kadar.
Salihli'de doğdum.
nereli?
damdan
düşercesine
—
Senin
Ruslardan
—
Türklerden dahi
şu
tanıdığın yok.
soruyu filân
sordular:
var
mı?
Ben yılarca A t a t ü r k ' ü n
hizmetinde kaldım. T a n ı d ı ğ ı m kimseler y a sofracı, y a şoför, ya da milletvekili, bakan gibi kimseler. Y a b a n c ı m i l l e t t e n kimseleri t a n ı m a m . B i z l e r d a i m a t a k i p t e olduğumuz
için
kendi
arkadaşlarımdan
başkasıyla
il
İçişleri
Ba
gilenmedim. Beni — kanı
Faik —
beni
sorguya
Serbest
çekenlere:
miyim?
Öztrak,
Diye
sordum.
P o l i s Müdürüne:
Bu adamı niçin g e t i r d i n i z ? D i y e sordu. S o n r a
serbest Benimle
bırakıldı.
bıraktılar. beraber
gelen
sekiz
arkadaş
F a k a t hepsi B a k a n l ı k emrine
ta
serbest
alınmıştı.
Bu
v a z i y e t tam k ı r k gün sürdü. B i r gün İsmet İnönü'nün İ s t a n b u l ' a g e l d i ğ i n i duyunca U m u m î K â t i p K e m a l G e deleç'e telefon e t t i m : —
B i r adamın ifadesiyle sekiz-on aileyi nasıl sü
ründürürsünüz? —
Diye
sordum.
Ben y a p m ı y o r u m , kanun y a p ı y o r . . . D e d i .
GİZLİ —
241
DEFTERİ Hangi
kanunla
tevkif
ettiniz,
hangi
kanunla
serbest b ı r a k t ı n ı z ? P o l i s beni aradı, taradı, ne buldu? Benim
ihtiyacım
yoktur,
fakat
öbür
arkadaşlarım
çoluk çocuk sahibidir. H i ç o l m a z s a onların işlerini v e riniz. D e d i m . —
P e k â l â , onların işlerini v e r i r i z . . . Dedi.
A r k a d a ş l a r işlerine alındı, a m a S a v a r o n a ' y a değil, başka g e m i l e r e . B a n a gelince, t a m sekiz y ı l polisin g ö z hapsinde
kaldım.
Beşiktaş'taki
evimi
sattım.
İzmir'e
g i t t i m . Orada d a g ö z hapsi d e v a m etti. B a k t ı m , ola cak gibi değil.
Kalktım
A n k a r a ' y a g i t t i m . Çankaya'
da K e m a l Gödeleç'le görüştüm. Kendisinden bu v a z i y e t i n düzeltilmesini v e t e k r a r D e n i z y o l l a r ı n a dönme m i istedim. N e y s e b u i s t e ğ i m kabul edildi. Y e n i d e n g e milere
kumanyacı
olarak alındım.
Bu anlatmış olduğum n o t l a r k o n u k olarak kaldı ğım
Emniyet
Müdürlüğü'ndeki
dosyamda
bulunmak
tadır.
—SON—
F
16
İ Ç İ N D E K İ L E R
Önsöz
7
Başlarken
9
Saraya
çağırıldım
13
«Açınız Perdeleri
16
Adımı
değiştiriyor
18
N e yer, n e içerdi . . .
23
Çevresindeki asalaklar
27
Selanik'ten
29
ne
çıkar
Gözüm görüyor, a y a ğ ı m da Mısırlı
yerinde
32
Muganniye
35
B e n i imtihan e d i y o r Havuzdaki İçkisine
40
çıplak kadınlar
43
karışanlar
45
U y k u s u z l u k rekoru
47
Sofrayı
50
terkediyor
Kontes"i şaşkına çevirdim
56
Servetlerinizi veriniz
58
Ç a l l ı İ b r a h i m ' l e arkadaşı
60
K a y s e r i ' d e k i sürü sahibi
63
Hasta
çobanı z i y a r e t i
66
A y a k l a r ı n a kapanan kadın
70
Cumhurbaşkanı salonundaki a t l a r
...
72
K ö p e ğ i Foks'un öldürülüşü
74
Çubukabad çamlığında
77 —
242
—
B e k i r çavuş'un h i z m e t i
79
Şair ve edipler arasında
84
Nişancılığı
88
Yalnızlığı
89
Ciğerlerimden hastalandım
91
« Ö z s o y » operası nasıl yazıldı
93
İ r a n Şahı'yla sofrada
94
İ k i arslan bir p o s t a s ı ğ m a z
98
Bana Cemal H a n deyiniz
98
Şah'ın İ s v i ç r e ' y l e konuşması
100
A f g a n Kralının
102
gelişi
A ğ l a y a n K r a l d a n nasıl k a ç t ı k
104
Venizelos'un g e l i ş i
106
Y u g o s l a v K r a l ı n ı n gelişi
108
K o n y a ' d a bir o l a y
110
Muhsin E r t u ğ r u l ' l a sofrada
..
112
Gözünden y a ş g e t i r e n p i y e s
115
A r t i s t l e r arasında
116
Kurbağalı zil
...
118
I r a k K r a l ı F a y s a l ' ı n gelişi
120
Japon Veliahdına v e r i l e n ders
121
E m i r Abdullah'ın y a t l a g e z i s i
124
İ n g i l t e r e K r a l ı N a h l i n yatında
...
M a d a m Simpson'a sunduğu k a h v e
127 129
R o m a n y a K r a l ı K a r o l ' u n gelişi
131
İ l k T ü r k filmini nasıl gördü
134
Fenerbahçe'ye b a ğ ı ş ı
135
Samsun'a niçin ç ı k m ı ş
136
Ruslarla bir eğlence gecesi
...
137
Sami P a ş a ' n ı n eşinin süsü
140
S a k a r y a köprüsünde
141
Yakınlarına v e r d i ğ i ders
143
G i t mektubu g e t i r
144
Yûşa H a z r e t l e r i n i n D e r g â h ı
147
—-
243
—
Ertuğrul y a t ı n ı batırırım
148
A n k a r a Lisesi'nde
150
...
Amerikalı gazeteci
152
Son H a l i f e ' n i n g ö z y a ş l a r ı
154
M a s r a f ı n ı cebinden öderdi
156
Otomobilleri
158
«Elbiselerimi yakın»
159
H â z ı m ' ı nasıl güreştirdi
...
160
Adalı Ayşe Hanım
162
R i f a t H o c a ' n ı n bağışı
163
K a r a b e k i r ' e sinirleniyor
164
Savarona Yatının hikâyesi
168
İki
172
kadın g a z e t e c i
T a y y a r e piyangosu
173
« S i z Senyörsünüz»
..
....
174
«Reisicumhurluk yapamazsın»
175
Kafese girdi
175
Beni oy vermeğe yolluyor
177
« P r o f e s ö r değilsiniz»
179
«Birbirimizden ayrılmıyalım» ... K i m s e O'nun kadar güzel « A l l a h » d i y e m e z . . . R u s millî maçında
180 ..
182
...
185
...
Y u n a n maçından sonra
181
L ü s y e n H a n ı m ' ı öpüşü Kafa
187 Ölçüsü
188
« B e n de sizin gibi i n s a n ı m »
.
« M a r i f e t m i ş gibi e v l e n m i ş i z » K ö y l ü n ü n eşeği
189 190
...
191
Silindirli çoban
...
R u m k a d ı n ı y l a kavuncu
192 193
« T ü r k T i y a t r o s u işte o d u r »
198
« Ç e l e n g i nereye k o y a r s a m z k o y u n »
197
V i y a n a ' d a n gelen koltuk . . .
198
B e r b e r R ı d v a n ' ı kovuşu
199
—
244
—
Çalınan
Pırlantalar
202
E d v a r d Biyango Orkestrası İnsanlar Masaj Bizim villamız yok
204
Şahtadır
205
yaptırıyor
206
...
208
Yanında çalışanlar
209
R ü ş v e t v e r d i ğ i m i duyunca
210
K a f a n ı tarihe y o r m a
212
« F e l a h yerinde
kalsın»
213
Madam Vera
214
Ü ç dondurma y e d i
215
B u z sandıklarını a t t ı r ı y o r
217
Mareşal Ç a k m a k l a y a t t a Vasiyetnamesini emirle
219 yazdırdı
221
A r t ı k dua e d i y o r d u k
224
Ç o k acı çekiyordu
225
Son B a y r a m ı
227
Son dakikaları
229
Salih B o z ü y ü k kendini v u r u y o r
231
Yüzündeki tülbenti kaldırıp b a k t ı m
...
233
Öldükten sonra
235
Y a t a k çarşafları
238
_—
245
—