SERTİFİKA NO 15033 ISBN 978 - 975 - 22 - 0363 - 1 2010 . 06 Y 0105 . 4147
1.-12. Basım Ekim 2010 13. Basım Ekim 2010
BİLGİ YAYINEVİ Merkez: Meşrutiyet Cd., No: 46/A, Yenişehir 06420 / ANKARA Tlf.: (0-312) 434 49 98/ 434 49 99/ 431 8122 • Faks: (0-312) 43177 58 Temsilcilik: İstiklal Cd., Beyoğlu İş Mrk., No: 187, Kat: 1/133', Beyoğlu 34433 / İSTANBUL Tlf.: (0-212) 24416 51 - 24416 53 • Faks: (0-212) 24416 49 BİLGİ KİTABE Vİ Sakarya Cd., No: 8/A, Kızılay 06420 / ANKARA Tlf.: (0-312) 434 4106 • Faks: (0-312) 43319 36 BİLGİ DAĞITIM Merkez: Gülbahar Mh., Gülbağ Cd., No: 33, A-B Blok, Mecidiyeköy 34387/ İSTANBUL I Tlf.: (0-212) 217 63 40 - 44 • Faks: (0-212) 217 63 45 Şube: Narhbahçe Sk., No: 17/1, Cağaloğlu 34112 / İSTANBUL Tlf.: (0-212) 522 52 01 - 512 50 59 • Faks: (0-212) 527 4119 www.bilgiyayinevtcom.tr •
[email protected]
Turgut Özakman
Cumhuriyet
Türk Mucizesi İKİNCİ KİTAP roman
BİLGİ YAYINEVİ
kapak: murat sayın
Bu kitabın yayın hakkı, yazarıyla yapılan sözleşme gereği Bilgi Yayınevi Basım Dağıtım Kitabeyi ve Kırtasiye A.Ş.'ye aittir. Kaynak gösterilmeden kitaptan alıntı yapılamaz; yayınevinin yazılı izni olmadan radyo ve televizyona uyarlanamaz; oyun, film, elektronik kitap, CD ya da manyetik bant haline getirilemez; fotokopi ya da herhangi bir yöntemle çoğaltılamaz.
baskı: pelin ofset (0312) 418 70 9 3 - 9 4
Cumhuriyet Önsöz Üçüncü Bölüm:
Yaşasın Cumhuriyet 1 9 2 3 - 1 9 3 8 ve sonrası Sonsöz Teşekkür Dipnotlar ve Açıklamalar Kaynakça
Önsöz
Sevgili okurlarım,
Türkiye Üçlemesi bu kitapla sona eriyor. Üçleme yakın tarihimizin üç büyük ve birbirini tamamla yan dönemlerini içeriyor: Çanakkale, Milli Mücadele ve Cum huriyet. Birinci kitaptaki önsözüm geçerliliğini koruyor. Burada kaynakça ile ilgili birkaç söz eklemek istiyorum. Bü tün incelediğim kitapları kaynakçaya alsam kitap daha da kalınlaşacaktı. ö z e t bir kaynakça yapmak gerekli oldu. Ama şunu söylemeliyim ki Cumhuriyet dönemi ile ilgili hemen her kitabı toplayıp okudum. İnternette de geniş bir tarama yaptım. Cum huriyet dönemiyle ilgili bazı haklı olduğunu gördüğüm eleştiri leri de dikkate aldım. Aleyhte olan kitapları da okudum. Objek tif olanlara saygı duydum! Cumhuriyet döneminin ilk 15 yılını anlatmak için her kaynaktan yararlanarak derlediğim doğru bil gileri birleştirdim, sadeleştirdim, özetleyip sundum. Maksatlı ve dayanaksız olanları da okudum ama dikkate ve kaynakçaya almadım. Dipnotlarda adlarını da vermedim. Çünkü tarih açı sından bir değer taşımıyorlar. Sayıca az gönderme yapılan kitap ların künyelerini dipnotlarda belirtmekle yetindim. Dipnotlarda her yılın başında o yıla ait olayların özetleri yer alıyor. Bu özetlerin dipnot sayıları metin içinde koyu renk olarak basılmıştır. Cumhuriyetin 15 yılına katkıda bulunan bütün öncüleri ta nıtmak isterdim. A m a bu birçok kitaba sığabilirdi. Ancak bazı öncüleri yansıtabildim. Bunlar gibi binlerce Cumhuriyetçi vardı. İkinci kitap şu ana olayları içeriyor: Devrimler, Atatürk'ün evliliği, İzmir İktisat Kongresi, yeni Anayasa, Şeyh Sait isyanı, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ile Serbest Parti olayları, CHP, İzmir suikastı, öteki iki suikast olayı, O r m a n Çiftliği, Fikriye'nin intiharı, Büyük Nutuk, demiryolları, fabrikalar, Millet MektepÖnsöz 7
leri, Medeni Kanun, dil ve tarih konuları, Afet Hanım, Sabiha Gökçen, Türkçe ezan, Halkevlerinin kuruluşu, eğitmen kursla rı, Balkan Antantı, Sadabat Paktı, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, ilk kadın milletvekilleri, üniversite reformu, DTC Fakültesinin kuruluşu, ilk radyo yayınları, Montreux Söz leşmesi, Kuran çevirisi, Dersim olayları, Hatay sorunu, Mussolini Kupası, Bayar'ın Başbakan olması, Atatürk'ün hastalığı ve sonsuzluğa karışması. Yakın tarihimiz ile Atatürk'ün hayatı içiçedir. Türk Muci zesinin odağı Atatürk'tür. Cumhuriyetle birlikte Atatürk'ü de yakından tanıyacağız. Ben Cumhuriyet kitabına son biçimini verirken, ilk ciltte de, sonrasında da hastaydım. Büyük, tehlikeli bir ameliyat ge çirmiştim. Şeker, tansiyon, ülser, kalp gibi ek sorunlarım da var dı. Kitabı yetiştirmek için hastaneden çıktığım gün çalışmaya oturdum. Cumhuriyet o kadar gurur verici, destan niteliğinde olaylar, insanlar, çabalar ve başarılarla dolu ki bunları yazarken büyük bir güç kazandığımı fark ettim. O güçle günde 1 0 - 1 2 saat çalışabildim. Hiç yüksünmeden beş yüzden fazla kitap incele dim. Çoğunu fişledim. Yanlış yapmamak için kaynakları birçok kez elden geçirmeyi de ihmal etmedim. Atatürk döneminin okurken bile insana can veren bir olağanüstülüğü var. Sayın okurlarım, sevgili gençler, Cumhuriyetin ilk on beş yılı gerçek bir kurtuluş destanıdır. Bu destanla gurur duyacağınızı biliyorum. Saygı ve sevgilerimle.
8 Önsöz
Üçüncü Bölüm Yaşasın Cumhuriyet Yıl: 1923 t 29 Ekim 1923-31 Aralık 1923 MECLİS Cumhuriyetin her şehirde 101 top atışıyla kutlanma sını kararlaştırmıştı. Karar telgraflarla bütün illere duyuruldu. İlk telgraf İstanbul Komutanlığını devralmış olan Şükrü Naili Gökberk Paşa ya ulaştı, istanbul Belediyesi, kolordusuyla istanbul a gelen Paşa onuruna ziyafet veriyordu. Paşa telgrafa göz attı. Heyecanla ayağa kalkarak telgrafı istanbul temsilcilerine okudu: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet ilanını kararlaştır mıştır. Bunu 101 pare top atışıyla duyurunuz!" Davetliler bu büyük kararı sevinç ve alkışlarla karşıladılar, Paşa'yı ve birbirlerini kutladılar, bayramlaştılar. Paşa'nın karargâhı ve istanbul belediyesi harekete geçti. Sokaklar aydınlatıldı ve bayrak larla süslendi. Sultanahmet meydanında kolordu bandosu, Kadıköy meydanında tümen bandosu marşlar çalmaya başladı. Gece yarısına doğru Selimiye Kışlasından Cumhuriyet toplan ateşe başladılar. Dr. Adnan Adıvar da aldığı emir uyarınca devrimi birer yazı ile gece yabancı elçiliklere duyurdu. Şehirler top sesleriyle çalkalanıyordu. Cumhuriyetin ilan edil diğini öğrenen gelenekçiler öfke içinde kıvrandılar. Top ve bando seslerini duyan halk sokaklara fırladı. 1. Ordu Komutanlığına atanan K. Karabekir Paşa ertesi gün gemiyle İstanbul'a gidecekti. Erzurum'dan Trabzon'a gelmişti. Ge ceyi Trabzon'da geçiriyordu. Ankara'dan Cumhuriyetin ilanını kut lamak emrini alan 3. Tümen Komutanı Kâzım Orbay bir bataryayı görevlendirdi. Toplar gürlemeye başlayınca Kâzım Karabekir Paşa, Tümen Komutanını çağırtarak "Nedir bu toplar?" diye sordu. Kâzım Orbay Meclisin Cumhuriyeti ilan ettiğini, bu kararı kutladığını bildirdi. "Neden bana sormadınız?" "Sorsaydım top atmamaklığımı mı emredecektiniz?" Kâzım Karabekir Paşa "Hayır ama.," dedi, "..biz bunu konuş mamış tık/' 1
Üçüncü Bölüm 9
Kâzım Orbay dayanamadı, "Kararı veren TBMM efendim" dedi. Karabekir sustu. Ankara'da özellikle genç milletvekilleri karşıdaki Millet Bahçesi'ne geçtiler, geç vakte kadar Cumhuriyeti kutladılar. Sabah Türkiye yeniden bayram yerine döndü. Kaldırılan bay raklar yeniden her yana asıldı. Şehirler süslendi. Orhan okula giderken İstasyon caddesindeki kırtasiyeciye uğ rayarak küçük bayraklar, renkli tebeşirler aldı. Sınıfı bayraklarla süsledi. Tahtaya renkli tebeşirlerle "Yaşasın Cumhuriyet, Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti" diye yazdı. Üniversiteli gençler ve işçiler Sultanahmet meydanında toplan dılar. Kalpaklarını, feslerini havaya ata ata, şarkılar söyleye söyleye Cumhuriyeti kutladılar. Cumhuriyet karşıtlarını çatlattılar. Eski Ev kaf görevlilerinden Ahmet Cemalettin Efendi coşkuyu duymamak için yatağa girdi, yorganı başına çekti. İngilizler gitmiş, İstanbul yine köylü Türklerin olmuştu. Bir Doğu ülkesinin emperyalizmi yenmesi ve Cumhuriyet reji mine geçmiş olması olağanüstü bir olaydı. Birçok geri kalmış ülkeyi etkileyeceği kesindi. Üniversitenin, özellikle sosyal bilimler hoca larının bu olay hakkında, halkı, gençliği, basını aydınlatmaları, ola yın büyüklüğünü belirtmeleri beklenirdi. Ama eski hocalar bu büyük devrim hakkında konuşmadılar. Tüm dişlerini kenetleyip sustular. Darülfünun (üniversite) adını taşıyan bu büyük medresede ça lışan öğretim kadrosunun önemli bir bölümü, ne sevince katılıyor du, ne kedere ortak oluyordu. Yıkılmaz, sarsılmaz fildişi kulelerin de yaşıyor, kendi alışkanlıklarını kutsuyor, kendilerinden başkasını beğenmiyorlardı. Genç biri öne çıkarsa ondan nefret ediyorlardı. Üniversitenin bahçesinde anı fotoğrafı çektiren öğrencilere, eski bazı hocalar, "fotoğraf çektirmek günahtır" diye hakaret ede cek, cezalandırılmalarını isteyeceklerdi. * 2
23
3
3
>
ANADOLU gazeteleri başından beri Kuva-yı Milliyeci'ydi. İşgal bölgelerinde çıkan işbirlikçi gazeteler zaferle birlikte yok ol muşlardı. 30 Ekim günlü bütün Anadolu gazeteleri Cumhuriyetin ilan edildiği, Gazi M. Kemal Paşa'nın Cumhurbaşkanı seçildiği hakkın daki başlıklar, haberler ve resimlerle doluydu. 10 Üçüncü Bölüm
1
İstanbul gazeteleri de büyük ha beri vermekle yetinmişlerdi. Yorum eklemeye vakit yoktu. Gazeteler er kenden basılıp dağıtıma verildi.
CUMHURİYETİN ilan edil diğini Demiryolları Genel Müdürü Albay Behiç Bey Haydarpaşa'dayken duydu. İngilizler çekilirken Haydarpaşa-Gebze demiryolunu, Anadolu de miryolunun eski Genel Müdürü Al man Herr Hügnen'e (Huguenin) yani Alman şirketine devretmişlerdi. Herr Hügnen bu kısa hattı de ğil, Anadolu demiryolunu bütünüyle geri almaya hazırlanıyordu. Çünkü Bayındırlık Bakanının, bütün hat tın eski sahibi Alman şirketine devredilmesi düşüncesinde olduğunu kesin olarak öğrenmişti. Bakan ve bazı görevliler, barış zamanında demiryollarını Behiç Bey ve teşkilatının işletebileceğini sanmıyorlar dı. Bu, zor, karışık, milletlerarası deney ve düzey isteyen büyük bir işti. Savaş hizmetlerinin yerine getirilmesine benzemezdi. Zaten Herr Hügnen Haydarpaşa-Gebze hattını hemen devra lacak durumda değildi. Büyük savaşın bitiminde İngilizler demir yollarına el koyunca bu hatlarda çalışan bütün Alman görevliler Almanya'ya dönmüş, sonra da demiryolu Türklerin eline geçmişti. Onun için Herr Hügnen Gebze'ye kadarki çift hattı şimdilik Türkle rin işletmesini istemişti. İçinden de gülüyordu. Bir çift hattı Türkler işletebilirler miydi? Bu Türklere büyük bir ders olacaktı. Demiryolla rını millileştirmek isteyen hevesliler olduğunu biliyordu. Başarısızlık hepsini -susturacak, Anadolu demiryolu yine şirketine kalacaktı. Behiç Bey İstanbul-Gebze hattını devralmak için Haydarpa şa'ya gelmişti. Beraberinde bu karışık görev için hazırlanmış bir kadro vardı. Haydarpaşa-Gebze çift hattını devraldı. Bütün istas yonlar Türk bayraklarıyla süslendi. Personel yeni üniformalarını giymişti. Katarları saat gibi çalıştırdılar. Cumhuriyeti böyle kutladılar. îb
Üçüncü Bölüm 11
GAZİ 30 Ekim sabahı İsmet Paşa'yı köşke davet etti. Misafir salonuna aldı. Genel durum hakkında Bakanlıklara incelemeler yaptırmış, Türkiye'nin röntgenini çektirmişti. Raporlar sehpanın üzerindeydi. "Sevgili paşam.." dedi, ".Cumhuriyetin ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette bi liyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleye ceğim. Sorunlarımız ne kadar çok, imkânlarımız ne kadar az, bil meni istiyorum. Bize yazık ki geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yok sul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. Kışın batağa döndüğü için geçilmesi çok zor. 4.000 km. kadar demiryolu var Anadolu'da. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik ye tersiz bir demiryolu ağı. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğu suna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü her halde topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmaz. Sen de ben de o cephede çalıştık. Durumu yakından gördük. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Çok az tarım mühendisimiz var. Güya tarım ülkesiyiz ama ek meklik unumuzun çoğunu dışardan getirtiyoruz. Sığır vebası hay vancılığımızı Öldürüyor. Şu andaki doktor sayımız 337, sağlık memuru sayısı 434. 150 kadar ilçede doktor yok. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Ebe sayısı çok az. Kırk küsur bin köye karşılık diplomalı ebe sayımız 136. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, ti füs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta denebilir. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyormuş. 30
12 Üçüncü Bölüm
Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun oldukça önemlice bir bölümü yerleşik değil, göçebe. Telefon, motor, makine yok de necek düzeyde. Teknolojiden yok sun bir ülkeyiz. Bütün sanayi ürün lerini dışardan alıyoruz, Kiremiti bile ithal etmekteyiz. Avrupa'nın her çeşit malı için açık pazar ha lindeyiz. Elektrik yalnız İstanbul ve izmir'in bazı semtlerinde var. Düşmanların tümüyle yak tığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredey se yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400.000'i geçecek. Göçmenlere ordunun yiyecek stoklarından yardım ediyoruz. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı bir hal de. İktisatçımız da çok az. Çoğu bilip okuduğu kuramların dışına çıkamıyor. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte bi rini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi ise hiç çözülmemiş bir sorun olarak duruyor. Oysa Cumhuriyeti yaşatmak için onun insan mal zemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. İki yıl önce Milli Eğitim Bakanlığında bir hars (kültür) şubesi kurmuştuk, j Bu şube Anadolu kültürü ile ilgili eşyaları, belgeleri topluyordu. Ödeneği yükseltilemediği için bu hizmet gelişmedi. Birçok kültür eseri dışarı kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor" * Raporların kopyalarını ismet Paşa ya verdi: "Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Ba kanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz yetersiz. Gelir kaynaklarımız kıt. iktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. izmir iktisat Kongresi'nde Mahmut Esat Bey aracılığı ile duyurmuştum. Tartı şılmadı bile. Daha acil, zor konular vardı. O konulara eğildiler. Bu düşünceyi günü gelince ayrıntılı olarak konuşuruz. Şimdi erken. Ama hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için ikti3d
36
3
Üçüncü Bölüm 13
sadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Uzman sayısı az. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir Örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkımızı kurtarmak için mümkün olan hızla sorun ları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zo rundayız. Bu âna kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Ka derin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!" CUMHURBAŞKANI Başbakanlığa İsmet Paşa'yı atadığını Meclis Başkanlığına bildirdi. Atama ve ilk Bakanlar Kurulu listesi öğleden sonra Meclis'te okundu. Böylece İsmet Paşa Cumhuriye tin ilk Başbakanı oldu. Başbakanlığı kaybettiği için burulan Fethi Okyar da Meclis Başkanı oldu. İsmet Paşa, hükümet programı niteliğinde bir açıklama yaptı. Açıklaması oybirliği ile kabul edildi. Bakanlar Kurulu akşam üzeri valilikte toplandı. Bu ilk toplan tıda Gazi Paşa da bulundu. Hepsini tek tek kutladı. Kısa bir konuş ma yaptı: 4
"Efendiler! Yıkmaya çalıştığımız ortaçağın arkasında bin yıl lık deney var. Bin türlü kirli oyun bilir. Cumhuriyetimiz ise daha yeni doğmuş bir çocuk. Cumhuriyeti kolayca boğuverirler. Bu ne denle çok dikkatli, uyanık olun. İş arkadaşlarınızı özenle seçin. İstanbul'dan gelen bazı memurları gördüm. Bir devrim başkentine geldiklerinin farkında görünmüyorlar. Koca Osmanlı gemisi durup dururken batmadı. Bunlar gibi ilgisiz, tembel, heyecansız, küçük kafaların büyük sorumluluğu var. Kötü bir memur vatandaşı devle tinden soğutur. Osmanlı Devleti azınlıklara devlette görev vermiş ama son iki yüz yıl içinde Alevi yurttaşlarımıza vermemiştir. Bu 14 Üçüncü Bölüm
akla ve insanlığa aykırı duruma Milli Mücadele başlar başlamaz son vermiştik.- Bu tutumu özenle sürdüreceğiz. Anadolu'da kim varsa hepimiz bir milletiz. Yurt ve kader kardeşiyiz. Milli Mücadele'yi böyle yürüttük, Cumhuriyeti de bu anlayışla yöneteceğiz. Bu an layışın bozulmasına izin vermeyeceğiz. Bozulduğu zaman ne oldu ğunu iyi biliyoruz. Yunan ordusu Sakarya'dan çekilirken, çoğu ahşap olan köy ca milerini yakıp yıkmıştı. Son çekilişte de batıdaki büyük, taş camilerin dışındaki tüm şehir, kasaba, köy camilerini yakarak, yıkarak kaçtılar. Bunların sayısı birkaç bindir. Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim.
I 1 1
ilkokulun zorunlu, eğitimin yükseköğretim bitene kadar pa rasız olması temel ilkemizdir, isteyen herkesi, kız erkek ayırmadan okutacağız. Sağlık hizmetlerinin parasız olması da amacımızdır. Halkın geçimini kolaylaştırmak, güven içinde yaşamasını da sağ lamak zorundayız. Devlet halk için, halkın bu ihtiyaçlarını karşıla mak için var. Bütçesi denk, borcuna sadık, parası sağlam bir devlet olmalıyız. Devletimiz artık kesin olarak padişahın, bir ailenin devleti değil, halkın devleti. Hepimiz halkın hizmetindeyiz. Efendimizin, sahibimizin halk olduğunu hiç unutmayacağız. İdealimiz milli ege menliğe dayalı, uygar bir toplum ve devlet yaratmaktır. Hiçbir aşa mada bu ideali gözden kaçırmayacağız. Sorun çok. Hepsini çözme ye ömrümüz yetmez. Bizim yetişemediklerimizi yurtsever çocuk larımız tamamlar. Halkı saymak, aydınlatmak, eğitmek, sağlığım korumak, güven içinde yaşamasını sağlamak başlıca ilkemiz olacak. Başarılar diliyorum." Hepsinin elini sıktı, İsmet Paşayı kucakladı. i m a r ve iskân Bakanı M. Necati Bey yanında oturan Eğitim Bakanına "Vakti gelen fikri kimse durduramaz derler..' dedi, "..Gazi 1
Paşa da vakti gelen adam. Tam vaktinde geldi. Vakti gelen adamı Osmanlı Devleti de, işgalciler de, irtica da durduramadı. Düşünse ne 1918'de ne haldeydik? Şimdi bağımsız bir Cumhuriyetiz. Arada sanki yüzlerce yıl var. Ya gelmeseydi.." Üçüncü Bölüm 15
Bakanlar Kurulu sabaha kadar çalıştı. Gazi'nin verdiği rapor lardan yararlanarak çözülmesi gerekli sorunların yalnız başlıklarını listelediler. Liste sayfalar tuttu. "OoofT Listede yer alan sorunları önemine göre sıralamakta zorluk çektiler. Hepsi önemli ve ivediydi. İsmet Paşa, Lord Curzon'un ünlü tehdidini özetledikten sonra "Beyler." dedi, "..bu sözü, bu sözü söylediği sıradaki yüzünü, tav rını her hatırladığımda kalbime ağrı giriyor. Kredi, destek, yardım istersek, bizden yine ayrıcalık, öncelik, hak isteyecekler, bize yine küçümseyerek bakacak, onurumuzu kıracaklar. Bunun ne demek olduğunu bilen insanlarız. Yine sağmal ineğe döner, milletimizin hakkını yabancılara yedirmiş oluruz. Öyleyse dışardan yardım bek lemeyeceğiz, tek kuruş istemeyeceğiz. Kendi bir kaşık yağımızla kavrulacağız. Hiçbir alanda israfa, gösterişe, lükse kaçmayacağız, hesapsızlık yapmayacağız. Tek kuruşu bile düşünerek harcayacağız. İşimiz imkânsızı başarmak. Hem de hızla." CUMHURİYETİN ilan edildiğini, yurtdışına kaçmış olan sal tanatçılar, halifeciler ile ayrılıkçılar da ertesi gün öğrendiler. Çok canları sıkıldı. Bu Cumhuriyeti yıkmak gerekti. Her biri kendi anla yışı, aklı, gücü kadar çalışmaya başlayacaktı. Kıl payı ölümden kur tulup da kurulmuş olan bu yeni devlete düşman oldular. Ayrılıkçılar genel olarak Suriye'de buluşacaklardı. Hanedan haberi daha olgun ve sakin karşıladı. Birkaç densiz şehzade ve sultanzade dışında hiçbiri Türkiye aleyhinde çalışma yacaktı. II. Abdülhamit'in kızlarından Şadiye Sultan anı defterine şöyle yazacaktı: "Krallık idareleri yerlerini cumhuriyetlere terk ediyorlardı. Dünyayı bir tufan gibi kaplayan bu denizin ortasında Osmanlı pa dişahlık idaresinin bir ada gibi varlığım sonsuza kadar koruması mümkün değildi. Osmanlı padişahlık idaresi de er geç bir cumhuri yete inkılap edecekti. Tarihin akışı bu idi!'* 48
h
CUMHURBAŞKANLIĞI Genel Sekreterliğine Tevfik Bıyıklıoğlu getirildi. 16 Üçüncü Bölüm
Genel Sekreterlik ve özel Kalem direksiyon binasında çalışacak tı. Batı ülkelerinde Devlet Başkanlarının yaverleri general rütbesinde oluyordu. Gazi, bir paşanın yaverlik yapmasını doğru bulmadı. Onun için paşalığın çok önemli bir anlamı vardı. Bu rütbeye nice sınavdan geçmeden gelmek mümkün değildi. Yaverinin yarbay olmasını istedi. İlk Başyaverliğe Yarbay Rüsuhi Bey (Savaşçı) atandı. Halk Partisi Başkanlığını vekil olarak İsmet Paşa'ya bıraktı. Hem ev hem Cumhurbakanlığı makamı olarak kullanacağı ge niş bir bina yaptırılması önerisini reddetti: "Öncelikle yeni Meclis binasını bitirelim, bir Başbakanlık bi nası ile yabancıların kalabileceği temiz, güzel bir otel yaptıralım. Elektrik sağlayalım. Yeni, yeşil, uygar, güzel, canlı, zevk ve akıl ese ri bir Cumhuriyet başkenti kuralım. Bize gelince, biz evimizden memnunuz." ÇANKAYA'daki köşkün onarımı bitmiş, mimar Vedat Tek bi nayı iki şık ek ile biraz genişletmiş, girişi yenilemişti. Gazi ile Latife Hanım son biçimini almış olan köşke yeniden yerleşmişlerdi. Üst kat Latife Hanıma ayrılmıştı. Paşa misafirlerini artık üst kattaki çalışma odasına değil, alt kattaki elçi kabul odasına ya da misafir salonuna alacaktı. Olağan bir aile hayatı yaşıyor, akşamları Ahmet Ağaoğlulara, Fethi Okyarlara, Kılıç Alilere, Kâzım özalplara misafirliğe, uy gun havalarda pikniğe gidiyorlardı. Salon ve açık hava oyunları oynuyorlardı. Latife Hanım zaman zaman piyano çalıyor, Gazi isteyince İngilizce, Fransızca şiir okuyordu. Yabancı dergilerin, ga zetelerin önemli, ilgili yerlerini çevirerek eşine yardım etmeyi sür dürüyordu. Herkesi mutlu eden bu havayı bir olay örseledi|Latife Hanım eşine 'Kemal' demeye başlamıştı. Bu sesleniş herkesi irkiltti. Bir ha nımın eşine adıyla seslenmesi o dönemin terbiye anlayışına, görgü süne, inceliğine, düzeyine bütünüyle aykırıydı. O derin saygıyla el öpen alçakgönüllü uysal kızın yerini yavaş yavaş M. Kemal Paşa ile kişilik yarışmasına çıkan inatçı bir genç kadın alıyordu. Buna ne Öğ renimi elverişliydi, ne hayat deneyi, ne de zekâsı. Dostça uyarılan şöyle karşılayacaktı: "Ne yapayım, o Mustafa Kemal ise ben de Latife yi m." 40
5
Üçüncü Bölüm 17
Bu yanıt birçok kimsenin bu evliliğin geleceği hakkındaki ümitlerini kırdı. Bazı sosyal etkinliklere öncülük edeceği bekleni yordu. İstese neler yapamazdı. Yazık ki bu beklenti gerçekleşmedi. Tek sosyal etkinliği cumartesi günleri ileri gelenlerin hanımlarını çaya çağırmaktı. Yabancıların bulunduğu yemeklerden hoşlanıyor, iyi bildiği iki yabancı dili sergileyerek, gerçekten hoş bir hava yara tıyor, bu gösteriden mutlu oluyordu. İSMET PAŞA İzmir'e gidemediği, bir bebek bekleyen eşinin yanında olamadığı için çok üzülüyordu. Bir mektupla neden gele mediğini bildirdi: "Dört yılda, adım adım, nice zahmetler ve canlar pahasına ulaştığımız Cumhuriyet, henüz fidan halinde. Büyüyüp kökleşinceye kadar onu özenle, titizlikle korumak hepimizin boynuna borçtur. Bana önerilen yeni görevi bu nedenle reddetmek elimden gelmedi. Burada uygun bir ev bulmaya çalışıyorum, tik fırsatta yine birlikte olacağımızı ümid ederek..." GAZİ Cumhuriyetin ilanı dolayısıyla bütün milletvekillerinin, devlet ileri gelenlerinin ve elçilerin katılabileceği bir şölen vermek istemişti. Yazık ki başkent Ankara'da böyle bir toplantının yapılabi leceği hiçbir yer yoktu. Cumhuriyetin başkenti küçük, gelişmemiş bir kasabaydı. İyi bir şehre özgü hiçbir kurumu, kuruluşu, yolu, bahçesi, dükkânı yoktu. Daha önce Anadolu'yu, Ankara yı görmemiş istanbullu milletve killeri derin bir hayal kırıklığına uğramı 'irdi. İsmet Paşa bunlarla "Pamir yaylasına gelmiş gezginler" diye aiay ediyordu. Y. Kemal, "Ankara'nın tek güzel yanı İstanbul'a dönmesi" diyor, onun gibi dü şünen İstanbul bağımlıları sık sık İstanbul'a kaçarak özlem gideriyorlardı. A m a dört yıldır gık demeden Ankara'da yaşayıp Türkiye'yi zafere ulaştıranların yanında sessiz duruyorlardı. Çünkü her şeyi bu öncülere borçlu olduklarını biliyorlardı. Ankara'da kalarak, her türlü yoksunluğa katlanarak, direnerek, yılmayarak, yenilmeyerek, bir an bile gevşemeyerek Türkiye'yi, Yahya Kemal'in o çok sevdiği Bebek koyunu, Kandilli gecelerini kurtarmışlardı. 18 Üçüncü Bölüm
Mazhar Müfit Bey
Gazi Latife Hanımla konuştu, yeni görevi dolayısıyla İsmet Paşa şerefine bazı yakın dost ların ve eşlerinin çağrıldığı bir akşam yemeği vermekle yetindi. Yemekte Mazhar Müfit Bey, Süreyya Yiğit, Hüsrev Gerede gibi Erzurum ve Sivas günleri arkadaşları da bulundu. Gazi, "Dört-beş yıl önce, Erzurum'da iken Mazhar Müfit Bey'e geleceğe ait bazı düşünce lerimi yazdırmıştım.." dedi, "..Beni hayalcilikle suçlayarak odayı terk etmişti." Mazhar Müfit Bey'e döndü:
Doğru mu? M. Müfit Bey mahcup bir yüzle, "Evet Paşam, doğru.." dedi. "..Zaferden sonra Cumhuriyetin ilan edileceğini not ettirdiniz. Za fer de, Cumhuriyet de hepimizin istediği şeylerdi. Bunlara itiraz edilemezdi. Ama sonra başka şeyler söylediniz. Bence hepsi olma yacak heveslerdi. Sizi hayalcilikle suçlayarak odadan çıktım." Biri heyecanla sordu: "Neydi bunlar?" Gazi Paşa güldü: "Hepsini sırası geldikçe açıklayacağım. Ama şunu söyleyeyim. Zafer de, Cumhuriyet de o tarihte birçokları için hayal bile değil di. İkisi de gerçek oldu. Ben daha önce de Cumhuriyet sözcüğünü kullanmadan, 'yeni idare' diyordum. Kurtuluşu yeni idarede görü yordum. Kâzım Paşa'ya, Sofya'ya giderken istasyonda, yeni idare deyimi ile Cumhuriyeti kastettiğimi söylemiştim." Kâzım Özalp Paşa "Evet/^edTheyecania, "1913'te." "Öteki düşünceleri de birlikte gerçekleştireceğimize inanıyo rum. Hepsi milli egemenlikle, çağdaşlıkla, uygarlıkla, kurtuluşla, halkın esenliği ile, Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuzluğu ve mut luluğu ile ilgili özlemler, tasarılar. Bir daha yenilmemek, sömürge olmamak, ikinci sınıf millet muamelesi görmemek, eşit olmak, başı dik gezmek, halkı uyandırmak, kalkındırmak, kimseye ezdirme mek, çağı paylaşmak, uygarlığa katılmak amacıyla düşünülmüş şey ler. Çoğunun sizin de özlemleriniz olduğunu sanıyorum." Sonra konuyu eğitim sorununa kaydırdı. "Şimdi de 'yeni insan' diyorum," dedi, ".Geleceği kuracak, yaşatacak, yüceltecek akıllı, 53
Üçüncü Bölüm 19
azimli, bilgili, yurtsever, özerk, çalışkan yeni insanı yetiştirmemiz şart." 5b
TERHİSLER hızlanmıştı. Terhis olan Mehmetçiklere yol pa rası ve gündelik veriliyordu. Vedalaşmalar yürek burkuyor, duygu dolu sahneler yaşanıyordu. Silah arkadaşlığı başka arkadaşlıklara benzemiyordu. Birlikte ne günler yaşamışlardı. Her terhis döneminde, orpludan ayrılacak olan onbaşı ve ça vuşları toplayıp konuşmak âdet olmuştu. Hepsi kurslardan geçmiş, başarılı olmuş, insan yönetmeyi bilen, iyi yetişmiş insanlardı. Bun lar yeni devletin köylere yolladığı ilk öncülerdi. Bunlara bir yıldır yurttaşlıkla, tarımla, hayvancılıkla, sağlıkla ilgili temel bilgiler ve rilmişti. Her kışla çok yönlü bir okul olmuştu. Bir alay komutanı şöyle konuştu: "Arkadaşlar! Vatan hizmetine teşekkür edilmez. Onun için te şekkür etmiyorum. Evinize, işinize kavuşacaksınız. Gözünüz aydın. Ama Kurtuluş Savaşı daha bitmedi. Evde, tarlada, dükkânda, tez gâhta, kahvede devam edecek. Şimdi Cumhuriyetin sivil askerleri siniz. Burada öğrendiklerinizi ailenize, yakın çevrenize, köyünüze, mahallenize anlatın, milli egemenlik, cumhuriyet, vatan, bağım sızlık, uygarlık, bayrak, sancak nedir öğretin. Eğitimin önemini, temizlik kurallarını belletin. Ak ile karayı, doğru ile yanlışı birbi rinden ayırt edebilsinler. Yoksa sömürgecilerle, halkı uyutup kandı ranlarla, cinci hocalarla, yobazlıkla başa çıkamayız." Köylere daha Tanzimat bile girmemişti. Kırk bin küsur köy -belki birkaçı dışında- tümüyle ortaçağı yaşıyordu. Köylü sıtma dan kırılıyordu. Sağlık Bakanlığınca hazırlanan sıtma haritası her göreni irkiltmekteydi! Her yanı kaplamış bu canavar hastalıkla, sivrisinek bulutlarıyla, binlerce bataklıkla nasıl baş edilecekti? Ai 50
leler kızların pek azını sıbyan okulu denilen cami okuluna gönderiyorlardı. Hiçbir evde akar su, hela, yıkanma yeri, mutfak yoktu. İçme suyunun sorun olduğu birçok köy bulunuyordu. Yetersiz bes lenme nesilleri kemirip çürütmekteydi. Güneydoğuda devlet değil, derebeylik, ağalık/beylik düzeni egemendi. Boş inanlar, hurafeler kol geziyordu. Hastalanınca şeyhten, seyidden, üfürükçüden, hoca* dan, yatırlardan yardım isteniyordu. Kırk bin küsur köyün kırk bini 20 Üçüncü Bölüm
doktor, ebe, ilaç, Öğretmen görmemişti. Askercikler bu durumdaki köylere dönüyorlardı. ** "Haydi çocuklarım yolunuz ve bahtınız açık olsun!" 5
"Sağ ol!"
I I
I
SAĞLIK BAKANI Dr. Refik Bey Başbakandan randevu istedi. Doktor İsmet Paşa'nın çok güvendiği bir doktor ve yöneticiydi. He men kabul etti. "Seni dinliyorum." "Bizim eskiden gelen bir sistemimiz var. İnsanımız hastalana cak, biz de onu iyi etmek için çabalayacağız. Bunun için hastaneler kuracağız. Şu anda devlete, belediyeye, yabancılara, azınlıklara ve özel kişilere ait hastanelerde toplam 6.500 yatak var. 12 milyon, hastalığı bol bir nüfus ve sadece 6.500 yatak. Bu bütünüyle yanlış bir sistem. Savaş sırasında bu eski sistemi değiştirmek için ne im kân vardı, ne zaman. Ama şimdi önümüz açık. Vakit kaybetmeden gerekeni yapabilecek durumdayız." İsmet Paşa meraklanmıştı. Başka nasıl bir sistem olabilirdi ki? "Efendim, devletin görevi yurttaşının hasta olmasını bekle mek değil, olmamasını sağlamaktır. Gazi Paşa da 'sağlıklı nesiller istiyoruz' diyor. Millet sıtmadan tarlalarda düşüp ölüyor. Sıska, şiş karınlı, sapsarı sıtmalı çocuklar çoğalıyor. Halkımız sağlıksızlık, bakımsızlık yüzünden nesilden nesile eriyor. Uygun görürseniz bu büyük değişimi uygulamaya geçirmek istiyoruz. Sağlık hizmetini, koruyucu hekimlik anlayışına göre örgütleyip çalıştıralım. Devle timiz bu anlayışı ısrarla uygularsa sağlık sorunlarımız bitmez ama çok azalır." 5e
İsmet Paşa askerlerin ilk geldikleri zamanki sağlıksız, bilgisiz hallerini iyi bilirdi. Durumu kavramıştı. "Peki." dedi, "..Başbakan olduğum sürece senin önerdiğin sis temi destekleyeceğim. Kolay gelsin." Dr. Refik Saydam teşekkür etti. Yeni bir anlayış ve atılım döne mi başlayacak, birçok yeniliğin, kurumun, kuralın temeli atılacaktı. Öğleden sonra Bakanlıktaki doktor arkadaşlarını topladı. Hep si bir avuç insandı. Savaşların ve salgın hastalıkların ölümcül sınav larından geçmişlerdi. Dr. Refik Bey Başbakanla yaptığı konuşma yı anlattı|"Sorunların önemine göre bir program yapalım." dedi, Üçüncü Bölüm 21
"..Gazi Paşa da, Başbakan da destek veriyor. Haydi bakalım beyler, kolları sıvayalım." Kolları sıvadılar. İnanılması zor işler başaracaklardı. * 5
TRENDEN Ankara istasyonuna sırtında heybe, beyaz seyrek sakallı, yetmiş yaşında Uşaklı bir köylü indi. Rastladığı ilk ünifor malıya "Gazi Paşa'yı görmek istiyorum!" dedi. Adam demiryolcuydu. Direksiyon binasını gösterdi: "Şu binaya gelir, herkesle konuşurdu. Ama şimdi Cumhurbaş kanı oldu. Gelir mi, konuşur mu, konuştururlar mı, bilmem." Zorlukla Özel Kalem Müdürü Hayati Bey'in yanına girdi. Niye geldiğini kısaca anlattı. Gazi bugün gelecekti. Hayati Bey bu yaman köylüyü Gazi ile konuşturmayı kabul etti. Bir de kahve ikram etti. Gazi öğleden sonra geldi. Bekleyen çoktu. Hayati Bey hepsi ni atlatıp yaşlı köylüyü içeri soktu. Gazi köylüyü ayakta karşıladı. Oturttu. "Buyur Nuri Efendi." "Teşekkür ederim Gazi Paşam. Ben Uşak'ın Kalfa köyündenim. Babamdan helva ile haşhaş yağı imalathanesi kaldı. Askerliğimi İstanbul'da yaptım. Gözümü, kulağımı açtım, İstanbul'da çok şey öğ rendim. Avrupa'dan mektup zarfı içinde pancar^ tohumu getirttim. Bu tohumları köyümdeki toprağıma ektim. Pancar elde ettim. Pancarları rendeleyip I kaynattım. Pekmez yaptım. Şeker elde ettim. Onun Nuri Şeker la köpük helvası imal ettim. Pancardan şeker yapabileceğimize inandım. Mehmet Hacim Bey'in önderliğinde elli bir kişi birleştik, Terakki-yi Ziraat Türk Anonim Şirketi diye bir şir ket kurduk. 600.000 lira sermayemiz var. Paşam! Bize el ver. Şeker fabrikamızı kuralım. Köylü ister pancar yetiştirir, ister fabrikada çalışır. Karnı doyar, yüzü güler. Biz de, belki biraz para ve de sevap kazanırız. Uşak şenlenir. El verir misin?" 1
Cumhurbaşkanı yerinden fırladı, Nuri Efendi'yi sevgiyle, say gıyla kucakladı: 22 Üçüncü Bölüm
"Hepiniz var olun! Türkiye'yi bu azim, bu istek, bu şevk kur taracak. Ben seni şimdi bir yaverle Başbakana yollayacağım. O da seni belki bir-iki Bakanla konuşturur. Hepsine bana anlattıklarını iyice anlat. Bir sorun olursa aldırma, bana gel. Kapım her zaman sana açık olacak." Nuri Efendiyi yanaklarından öptü. Heybeli köylü Türkiye'nin ilk şeker fabrikası kurucularından ünlü Nuri Şeker olacaktı. 58
YAZAR Hüseyin Cahit Yalçın, İttihatçılığı yaşatmak isteyen bağnaz İttihatçıların sözcüsüydü. Ankara'nın yaptığı her şeyi eleş tirmeyi görev olarak üstlenmişti. Cumhuriyetin ilanını küçümsedi. Hatta alaya aldı. Zaten Ankara'ya Lozan'dan kalma bir hıncı da vardı. Gelenekçi Velit Ebüzziya Bey de Cumhuriyetin ilanını eleştir di. Velit Bey gibi düşünenler, yenilikten çekinenler, rahatı kaçanlar, "Düzenle oynamanın ne âlemi var.." diye söyleniyorlardı, "..Telaşa gerek yok! Böyle gelmiş, böyle gider." Bunlar Anadolu'nun hiçbir derdi için yüzyıllardan beri kıl larını kıpırdatmamış, Anadolu ile ilgilenmemiş zarif Osmanlı beyleriydi. Ahmet Emin Yalman bu düşüncelere şöyle bir öneriyle katıldı: "M. Kemal Paşa Cumhurbaşkanlığını bırakarak, General Washing ton gibi bir çiftliğe çekilmeliydi." ' İstanbul basınının küçük ama etkili bir bölümü Cumhuriyeti böyle karşılamıştı. Gazi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesi özellikle halifecileri çok ra hatsız etti. Bu güne kadar Devlet Başkanlığı makamı boştu. Devleti, Meclis Başkanı geçici olarak temsil ediyordu. Bir gün Halife Devlet Başkanlığı makamına oturabilirdi!Ama Cumhurbaşkanlığının ku rulması bu yolu sonsuza kadar kapatmıştı. "Lanet olsun!" Halifeyi daha fazla yetkiyle güçlendirerek denge sağlanamaz 5h
5
mıydı acaba? Kulise başladılar. M E H M E T AKİF BEY İstiklal Madalyasını ve milletvekillerine dağıtılan ganimet tüfeği ile tahta bavulunu alarak İstanbul'a dön Üçüncü Bölüm 23
müştü. Meclis'te hiçbiri gruba girmemiş, bağımsızlığım korumuştu. Şimdi de hiçbir siyasi akıma kapılmadan dinleniyordu. He yecandan yorulmuştu. Milletvekilliği önerilmişti de isteme i W miş miydi, yoksa milletvekilliği hiç öneril memiş miydi, bunu kendinden başka bilen yoktu. Türk ordusunun İstanbul'a girişini sevinç gözyaşlarıyla izlemiş, Yüce Allah'a hamdetmişti. 'Tek dişi kalmış canavar' yani Mehmet Akif Bey emperyalizm, sonunda defolup gitmişti. Damadı Ömer Rıza Bey uygun bir günde sordu: "Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" "İyice dinlendikten sonra, önce İstiklal Savaşı'nın destanını ya zacağım. Sonra Veda Haccı ve Peygamberin o zaman söyledikleri var. Onları nazım halinde yazacağım. Konusu Haçlı Seferlerinden alınma bir piyes yazmak da istiyorum. Bir emelim daha var. Çocuk şiirleri yazmak." Gülümsedi: "Yani işim çok. Bir kenara çekilip durmadan çalışmalıyım." Oysa Gazi'nin M. Akif'ten beklediği çok önemli bir görev vardı. 1
5j
4 ARALIK günü Tercüman gazetesinde Cumhurbaşkanının bir demeci yer aldı. Bazı İstanbul gazeteleri ile sözcüsü oldukları or tamlara, büyük idealini açıklayarak yanıt verdi: "Ülke mutlaka çağdaş, uygar ve yenilikçi olacaktır. Bizim için bu bir hayat sorunudur" 1 Kimi düşünmeye durdu, kimi duymazlıktan geldi. Aynı gün izinli olarak İstanbul'da bulunan Rauf Bey'in "Cum huriyetin ilanında acele edildiği" hakkındaki demeci Vatan gazete sinde yayımlandı. Ankara'da büyük tepki uyandırdı. 6
Türkiye 1 9 2 1 anayasasının yürürlüğe k girdiği tarihten beri cumhuriyetti. Anayasanın özünü milli egemenlik oluşturuyordu. Sadece adı konmamıştı.
24 Üçüncü Bölüm
AYRICA durumu çok geren bir de oiay oldu. İngiltere'nin emrinde çalışan Hintli Emir Ali ile aynı zamanda İsmailiye mezhebinin lideri de olan Ağa Han'ın, İsmet Paşa'ya yol ladığı bir mektup, daha İsmet Paşa'nın eline varmadan üç İstanbul gazetesinde yayımlandı. İngiliz memuru iki Hintli, Halifenin hak ettiği mevkiye yüksel tilmesini, kısacası saltanat rejimine yeniden dönülmesini istiyordu. Böylece konuya İngiltere de karışmıştı. Mektubun İsmet Paşa'nın eline geçmeden yayımlanması da kuşku uyandırdı. İsmet Paşa durumu görüşmek için İçişleri ve Adalet Bakan larını rica etmişti. Özel Kalem Müdürüne çok önemli olmadıkça rahatsız edilmemelerini emretti. "İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey Halifeye seslenen bir yazı yayımlayarak, istifasını gerektirecek bir durum olmadığı halde, 'sakın istifa etmeyiniz!' diyor. Hüseyin Cahit Bey Halife istifa ederse Türkiye'nin hiçbir önemi kalmayacağını ileri sürüyor. Hilafet konu sunu içten dıştan niye kurcalıyorlar? Rauf Bey'le Kâzım Karabekir Paşa tam da bu sırada Halifeyi ziyaret ederek ne demek istiyorlar? Neden daha ilk adımda Cumhuriyeti örselemeye çalışıyorlar? Şimdi bu tavırlar ne anlama geliyor? Hükümet bu oyunlara seyirci kala bilir mi?.." Özel Kalem Müdürü içeri girince öfkelendi: "Ne var?" "İzmir'den bir telgraf var efendim. Önemli olduğunu sanıyo rum." İsmet Paşa telgrafa göz attı|Yüzü yumuşadı, sonunda gülüm sedi. Bakanlara, "Sahiden önemliymiş." dedi, "..Bir oğlum olmuş."
6a
HALİFELİK gibi duyarlı bir konuda açılan zamansız tartışma, hele konuya İngiltere'nin de dolaylı olarak katılması hükümeti çok tedirgin etmişti. Meclisin ilk toplantısında İsmet Paşa gizli oturum istedi ve sert bir konuşma yaptı: "Muhterem arkadaşlar, hilafetle ilgili yapmacık tartışmalar ve kışkırtmalar sürerken, bildiğiniz gibi, yeni bir olay daha oldu. İngi liz hükümeti emrinde çalışan iki Hint Müslümanı, hükümetimize ortak bir mektup yazdı. Ama bu mektup daha hükümetin eline geçÜçüncü Bölüm 25
meden önce bazı İstanbul gazetelerinde yayımlandı. Anlaşılıyor ki 0
iki ingiliz memurunun amacı, nedensiz başlatılan hilafet tartışma larına destek ve yön vermek. Bizden Halifeye idari ve siyasi yetkiler tanımamızı talep ediyorlar..* Milletvekillerinin tepkisi büyük oldu. Biri bağırdı: "Kim bunlar?" "Ağa Han ve Emir Ali adlı bu kişiler Londra'da yaşıyorlar. İn giliz hükümetinin ve sarayının yakın adamları. İngiliz hükümetinin programı dışında bir davranışta bulunmaları düşünülemez. Bu bir rastlantı değildir. İngilizler şu sıralar, memleketimize yönelik çeşitli tertipler içindedir. Mesela Rodos'ta birçok düşmanca kâğıtlar basıp memlekete yayıyorlar.." Protesto sesleri duyuldu. "Doğu Anadolu'da ajanların ve bazı işbirlikçilerin çalıştıklarını haber alıyoruz.." ] Zamir Bey yanındaki arkadaşına, "Saltanatı ister onlar.." dedi, "..Padişah ve hükümetleriyle çok kolay uyuşuyorlardı." ismet Paşa devam etti: 'ingiltere'nin, yeni devletimizin ve Cumhuriyetimizin gücünü sınamak istediğini sanıyorum." Durdu, sonra çok kesin bir dille "Biz bu sınava hazırız!" dedi. Alkışlar yükseldi. "Zayıf, kararsız, fesata açık bir devlet, büyük devletlerle dost luk yapamaz, olsa olsa onların emrine girer." "Doğru! Bravo!!" "Onun için devleti ve Cumhuriyeti koruyacak güçte olduğumuzu kesin olarak göstermek zorundayız. Bu nedenle istanbul'a bir *
istiklal Mahkemesi yollanmasını, bu yolla Meclis'in olaya doğrudan el koymasını öneriyoruz." Öneri kabul edildi. İngiltere'ye meydan okumaydı bu. 7
BUGÜNLERDE Bolu milletvekili Cevat Abbas Bey Gazi'yi ziya rete geldi. Paşa'nın 'havacılığa önem verin' dediğini Milli Savunma Bakanı Kâzım Özalp'tan öğrenmişti. Bakanlık Avrupa'ya havacılıkla ilgili incelemeler için altı kişilik bir kurul yollamıştı. Türk havacılı ğını desteklemek için bir dernek kurmak istediğini açıkladı. 2 6 Üçüncü Bölüm
Gazi Cevat Abbas Bey'i dikkatle dinledi, hak verdi: "Havacılık askeri bakımdan olağanüstü önemli. Avrupa, Ame rika, havacılığı ayrıca büyük bir spor konusu olarak da görmeye başladı. İyi düşünmüşsün. Biz de geç kalmayalım. Bilgili, yürekli, kanatlı bir gençlik yetiştirelim. Hayalini geniş tut. Uçak yapmayı bile düşün. Başbakana bilgi veririm. Onunla ve ilgilerle temas et. Derneği kur ve bana çalışmaya başladığınızı bildir. Derneğiniz için sağlam kaynaklar bulalım." 78
İSTİKLAL MAHKEMESİ İstanbul'a gelince, basın, bir devrim sürecinden geçildiğiniJhatırladı. Kansız, idamsız, tutukiamasız, tehditsiz, sıkıyönetimsiz ve sansürsüz olduğu için durumu hafife almışlardı. Frene bastılar. Her devrim gibi Anadolu devriminin de kendine özgü, kur tuluşu kolaylaştırmış mahkemesi vardı: İstiklal Mahkemesi. Meclis bu mahkemenin savcılarını ve üyelerini milletvekilleri arasından seçiyordu. Mahkeme İngilizlerin yolladığı mektubu yayımlayan gazete lerin sorumluları ile İstanbul Barosu Başkanı hilafetçi Lütfi Fikri Bey'i tutuklattı. Halifecilerde şafak attı. GAZİ akşam üstü, eğer durumu uygunsa, Eğitim Bakanı Safa Bey'in bir çay içmek için direksiyon binasına uğramasını rica etti. Bakanla görüşeceğini İsmet Paşa'ya bildirmişti. Bakanlarla Başba kana bilgi vermeden görüşmezdi. Zaman zaman direksiyon binasında çalışıyordu. Genel Sek reterlik ve Özel Kalem, böyle olunca, evde bir tatsızlık olduğunu, Paşa'nın sorun büyümesin diye köşkten kaçtığını seziyorlardı. Safa Bey akşam geldi. Çaylar içilirken Gazi köşkten birlikte getirdiği Fransızca bir kitabı sehpanın üzerine koydu. Bu ünlü Fransız düşünürü Montesquieu'nün UEsprit de Lois (Kanunların Ruhu) adlı kitabıydı. "Safa Bey." dedi, "..Çağdaş uygarlığı yaratan anlayışı iyi tanıma lıyız. Yoksa Batının görünen yüzünün taklitçisi olarak kalırız. Biz Batıyı taklit e t m e k istemiyoruz, bizim a m a c ı m ı z çağdaş uygar lığa katılmak, bu uygarlığa o r t a k olmak. Hızla gelişmeli, ondan 7b
Üçüncü Bölüm 27
yararlanmakla kalmamalı, bu uygarlığa katkıda da bulunmalıyız. Bu uygarlığı yaratan beyinlerin eserlerini tanımadan, incelemeden, kavramadan, bu uygarlığın arkasındaki düşünce dünyasını anlama dan çağdaşlaşamayız, Avrupa'nın ikinci sınıf bir kopyası oluruz. Bu kitabı dikkatle okudum. Doğu dünyasını tanımadığı için bazı yan lış şeyler yazıyor. Bunlar dipnotlarla açıklanmalı. Genel olanak her zaman için yararlanılacak çok önemli, çok uyandırıcı bazı evrensel düşünceleri var ki bunları bilmemiz iyi olur. Bu ve benzeri kitapları çevirtip bastırmalı, halkın, aydınların, gençlerin ilgisine, bilgisine sunmalıyız. Bu kitabı çevirtip yayımlatırsanız memnun olurum. Böyle kitapların birincisi bu olsun. Umarım arkası gelir." Sonra İstanbul'dan gelen işadamları kurulunu kabul etti. İkti sadi konular ile yakından ilgileniyordu.™ 7c
DURUŞMA günü salonu, özellikle istiklal Mahkemesi'nin adı nı duymuş ama nasıl çalıştığını hiç görmemiş meraklı İstanbullular doldurdu. Mahkeme korkutucu olmaktan çok şaşırtıcıydı. Pratik, hızlı ve sadeydi. Dava birkaç duruşmada bitti. Gazetecilerin hepsi beraat etti. Bir dinleyici arkadaşına, "Bu bir uyarı, ayağınızı denk alın de mek" dedi. "Galiba haklısın." GAZİ kaç zamandır, durmadan çalışıyordu. 1919 Mayısından beri bir gün bile dinlenmemişti.. Yorgunluk dolayısıyla bir rahatsız lık geçirdi. Doktorlar dinlenmesi için ısrar ettiler. 7e
"Peki/' I Eşiyle birlikte İzmir'e geldi. Latife Hanım'ın koyduğu sağlığını koruyucu kurallara uyacağına söz verdi ve sözünü tuttu. Yeni yıla İzmir'de girdiler.
28 Üçüncü Bölüm
Yıl: 1924
1 Ocak 1924-31 Aralık 1924 *
*
8
*
İZMİR de sinemaları olan Cemil Bey (Filmer) Paşayı istan bul'dan tanırdı. Ziyaret ederek İkiceşmelik'teki Ankara adlı sineması na davet etti. Latife Hanım gösterilen film hakkında bilgi aldı, Paşa'yı üzecek, yoracak bir film olmadığını öğrenince daveti kabul etti. "Olur. Öbür gün geliriz." İSTANBUL gazetelerinde sık sık, hücrelere sinmiş aşağılık duygusu yüzünden, 'biz demiryollarını işletemeyiz' diye yazılar çıkmaktaydı. Behiç Bey millileştirmeden yana olan milletvekilleriy le konuşuyor, bilgi veriyor, takma adlarla gazetelere yazı yazarak aleyhteki yazıları etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Ankara'da Ana dolu demiryolu ile Haydarpaşa limanının millileştirilmesi konusu nu benimseyenlerin sayısı hayli artmıştı. Bir gün Başbakan Behiç Bey'i çağırdı. "Behiç Bey.." dedi, "..Anadolu demir yolunu ve Haydarpaşa limanını satın al maya karar verdik.." Behiç Bey'in yüzü parladı. "..ama işletmeciliğimiz ve trenlerimiz Avrupa'daki gibi olmalı." Dikkatle baktı: "..Aydınlık, rahat, ısıtma düzenli. Bunu başarabilir miyiz?" Behiç Bey Behiç Bey heyecanlanmıştı: "Evet efendim, tabii, söz veriyorum" "Ya yapamazsanız?" "Bana inanınız. İsterseniz size yazılı senet vereyim." İsmet Paşa güldü: "Sözün yeter" 83
Bu karar çok büyük bir atılımdı. Türkiye ölmesini bekleyenlere yaşayacağını duyuruyordu. Ankara-Yahşıhan arasındaki dar hattın hızla genişletilmesine başlanmıştı. Doğuya doğru adım adım ilerleÜçüncü Bölüm 29
necekti. Arazi çok dağlıktı. Kızılırmak'ı demir bir köprüyle aşmak, yeni tüneller açmak gerekiyordu. İsmet Paşa her hafta soruyordu: "Neredeyiz?" HALİFELİK konusu kapanmadı. Tersine, Halifenin bazı istek leri yüzünden iyice alevlendi. Halifenin Başkâtibi Başbakan İsmet Paşa'ya yolladığı bir yazı ile Halifenin bazı isteklerini bildirmişti. İsmet Paşa Bakanlar Kuru lunu toplantıya çağırdı. "Durumu sayın Cumhurbaşkanına arz etmeden önce görüşle rinizi almak istiyorum. Halife Ankara'da bir temsilci bulundurmak istiyor." Bakanlar şaşırdılar. Adalet Bakanı Seyid Bey "Halifelik ayrı bir devlet mi?" diye sordu. "Ayrıca halifelik hazinesinin yetmediğinden yakınarak ödene ğinin artırılmasını talep ediyor." Maliye Bakanı sinirlendi: "Halifelik hazinesi ne demek? Halifeliğin hazinesi yok, Meclis çe belirlenmiş bir Ödeneği var." M. Necati "Devlet içinde devlet sanki" diye söylendi. Dr. Refik Bey'in çıplak başı terlemişti: "Bunlar saltanat kalıntısı sözler." "Ya da saltanata hazırlık girişimleri." Halifenin başka olayları da vardı. İstanbul'daki yabancı elçilik lerle ilişki kuruyor, hükümete hiçbir bilgi vermiyordu. Milletlerarası bir hilafet kongresinin toplanması ve Halifenin yetkilerinin bu kong re tarafından belirlenmesi hakkındaki yayına da destek vermişti. Ciddi, kesin bir önlem almak gerekiyordu, ismet Paşa durumu akşam M. Kemal Paşa'ya bildirdi. 9
ANKARA'da ismet Paşa'nın Halife konusu hakkındaki yazısı şifrelenirken, İzmir'de Gazi ve eşi sinemaya gitmek için köşkten çı kıyorlardı. Cemil Bey'in Gazi'nin geleceğini çevreye haber verdiği anlaşı lıyordu. Yokuş, ara sokaklar kadınlı erkekli binlerce İzmirliyle dol muştu. Pencerelerden, balkonlardan insan salkımları sarkıyordu. 30 Üçüncü Bölüm
Paşanın arabası görününce çığlıklar yükseldi, kurbanlar kesiliyor, tekbir getirüiyor, kadınlar otomobili öpüyor, otomobil kalabalıktan dolayı adım adım ilerleyebiliyordu. Cemil Bey sinemanın kapısında Paşa'yı ve eşini karşıladı. Bir likte balkona çıktılar. Balkon Gazi ile eşine ayrılmıştı. Gazi balkon dan aşağı baktı. Salonda yalnız erkekler vardı. "Cemil, neden hiç kadın yok?" "Paşam, kadınlara yalnız salı günleri sinema gösteriyoruz." Paşa yaverini çağırdı: "Film seyretmek isteyen hanımları içeri bıraksınlar!" Salonu dolduran hanımlar minnetle Gazi Paşa'yı alkışladılar. Cemil Bey asıl filmden sonra bir de kısa Şarlo filmi gösterdi. Paşa çok güldü. Bir daha seyretti. Neşesi Latife Hanım'ı mutlu etti. ismet Paşanın şifresi çözülmüş telgrafı köşkte Paşa'yı bekli yordu. Latife Hanım'ın sağladığı sakin hava Gazi telgrafı okur oku maz uçup gitti. "Lütfen sakin ol Kemal!" "Nasıl sakin olabilirim? Milli Mücadele sırasında bu adamcağızı Anadolu'ya davet ettik. Ama Efendi Hazretleri hanedan içinde anlaş mazlığa yol açar diye gelmekten kaçındı. Yani önce hanedan, sonra vatan! Şimdi de aklınca sultanlığa hazırlanıyor. Fransızlar krallık ha nedanını Fransa'ya sokmakta, yüz yıl sonra bugün bile sakınca görü yor ve sokmuyorlar. Her gün ufuktan saltanat güneşinin doğmasına duacı bir hanedana karşı muamelemizde, Türkiye Cumhuriyeti'ni, nezaket ve safsataya kurban edemeyiz. Etmeyeceğiz." 10
Gerginlik içinde İsmet Paşa'nın yazısını yanıtladı. Cumhuriyeti korumak için halifelik hakkında artık ciddi bir karar alınması gerekmekteydi.
11
GENİŞ HAT 44 km. uzaktaki Elmadağı'na ulaşmıştı. 23 Ocak günü bu başarı kutlanacaktı. Bayındırlık Bakanlığı ile Demiryolları Genel Müdürlüğü yöne ticileri iki vagonlu özel bir trenle Ankara'dan hareket ettiler. Dar hat zamanındaki oyuncak gibi lokomotifin ve vagonların yerini ge niş hatta özgü büyük, güçlü lokomotif ile rahat vagonlar almıştı. Üçüncü Bölüm 31
Once Kayaş istasyon binasını törenle hizmete açtılar Küçük bir istasyoncuktu ama anlamı büyüktü. Türklerin yaptığı ilk istas yondu bu. Sonra Elmadağ'a hareket edildi. Ankara ile Elmadağ arasında demiryoluna telgraf hatları da döşenmişti. Elmadağ istasyonu da törenle hizmete açıldı. 50. kilometrede bulunan tünel yenilenecek, sonra geniş hat Kı zılırmak kıyısına kadar uzatılacaktı. Kızılırmak'ı demir bir köprü ile aşmak gerekiyordu. Eski köprü yenilecekti. Projesi yapılmış, köprü için gerekli gereçler getirtilmişti. 113
6 ŞUBAT 1924 günü Meclis gündeminde Rize ve çevresinde çay ve narenciye yetiştirilmesi ile ilgili bir kanun tasarısı vardı. Tarım Genel Müdürü Zihni Bey'in (Derin) hazırladığı bir ka nundu bu. Anadolu bölge bölge gözden geçirilmiş, köylüyü yaşatıp kalkındırmak için yolla * ıranmış, birçok ön çalışma yapılmıştı. Ka nun bu çabalardan birinin ürünüydü. Zihni Bey'in payına bir yıl önce yoksulluk içinde yüzen Doğu Karadeniz bölgesi düşmüş, Rize'ye gitmiş, birkaç meraklının Batum'dan getirdiği çay fidanlarının tuttuğunu görünce çok heyecan lanmıştı: "Aman!" Çevrenin kalkınmasını sağlayacak bir imkândı bu. Hemen Batum'a gidip çay bahçelerini, fabrikalarını gezmiş, çay tohum ve fidanları, bazı meyve çeşitleri ile dönmüş, bir fidanlık kurmuştu. Sağlanan 500.000 çay tohumu fidan haline getirilip hal ka dağıtılmıştı. Ama ilgi görmemişti. Halkın bilmediği, tanımadığı bir şeydi çay tarımı. Çok emek ve zaman istiyordu. 1
Oysa iklim ve toprak özellikle çay tarımı için çok elverişliydi. Rize için büyük bir kurtarıcıydı. Zihni Bey çay tarımını kabul et tirmekte başarı sağlayamamıştı. Mücadeleyi bırakmayı düşünmedi. Ankara'ya dönünce Bakanı ve Meclisteki Rize milletvekillerini bil gilendirdi. Kanunu hazırladı. Kanun Meclis'ten geçtiği zaman büyük bir huzur duydu. Ka nun yoksullukla boğuşan Rize'yi kalkındıracaktı. 32 Üçüncü Bölüm
Halkı kalkındırmak, uyandırmak, aydınlatmak, korumak için çalışanların sayısı her gün artacaktı. Barış kahramanları dönemine girilmişti. llb
ZAMAN ümitler ve sorunlarla sarmaş dolaş akıyordu. Mussolini coşunca yayılmacı konuşmalar yapmaktaydı. Son günlerde Doğu Akdeniz'le ilgili tehlikeli sözler etmiş, faşizmin te mel ilkelerinden birinin emperyalizm olduğunu açıklamıştı. Yunanistan'da da General Pangalos hükümet darbesi yaparak iktidarı ele geçirmiş ve diktatörlüğünü ilan etmişti. Doğu Trakya'yı geri almak için çok istekli olduğu biliniyordu. Bir delilik yapabilirdi. Önlem almak için bir savaş oyunu düzenlendi. Birlikte ya da ayrı ayrı, İtalya'nın İzmir ile Antalya arasına, Yunanistan'ın Trakya'ya hücum edeceği varsayıldı. Savaş oyunu 15 Şubat 1924 günü izmir'de başlayacaktı. Başbakan ismet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Milli Sa vunma Bakanı Kâzım Özalp, ordu ve kolor du komutanları ve kurmayları birkaç gün önce İzmir'de toplandılar. Eşini ve oğlunu göreceği için İsmet Paşa koşa koşa gelmişti. Komutanlar ikiye ayrıldı. Görevler verildi. Fevzi Paşa Taraflar hazırlıklarını yaptılar. * Savaş oyunu 15 şubat günü Gazinin huzurunda başladı. Oyunu Fevzi Paşa yönetiyordu. Program 20 Şubat günü sona erdi. Güçlü ve zayıf yanlarımız belli olmuştu. Bu iki diktatörün akıl dışı işler yapması olasılığına karşı, gerekli önlemlerin hızla alınması, savunmaya bakanlık bütçe lerinden kısıntılar yapılarak ödenek aktarılması kararlaştırıldı. Mali durum zaten acıklıydı. Mussolini ile Pangalos yüzünden kimbilir kaç iş geri kalacaktı. İngilizler de güneydoğuda bazı oyunlar çeviriyorlardı. 21 Şubat gecesi Gazi ve eşi Ankara'ya dönmek üzere İzmir'den ayrıldılar. 12
12
13
Üçüncü Bölüm 33
22 ŞUBAT ile 3 Mart arasındaki günler, Ankara'da çok yoğun geçti. Temel devrim yasaları çıkarılacaktı. Konuşuldu, tartışıldı, düşünceler olgunlaştırıldı. Bu çalışmaların içinde yer alan M. Necati Bey "Bu hafta orta çağdan çağımıza doğru çok önemli bazı adımlar atacağız.." dedi, "..Bunun ne kadar önemli bir aşama olduğunu acaba ilerde, torun larımız anlayabilecekler mi?" Bu hazırlığın ilk belirtisi 27 Şubatta halifelik bütçesinin görü şülmesi sırasında görüldü. Yusuf Akçura halifeliğe bütçede yer ay rılmasının Cumhuriyete aykırı olduğunu söyledi. Vasıf Çınar Bey halifeliğin kaldırılmasını istedi. Devrim süreci hızlanıyordu. Devlet Cumhuriyete aykırı, öm rünü tamamlamış takıntılardan arındırılacaktı. Ankara, adını koy madan laikliği gerçekleştirecekti. 24 ŞUBAT günü Meclis'te Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülü yordu. İzmir milletvekili Şükrü Saraçoğlu söz aldı. O güne kadar hiçbir tartışmaya yol açmamıştı. Herkes sakinlik içinde dinlemeye hazırlandı. Şükrü Saraçoğlu büyük fedakârlıklar yapıldığı, birçok yollar denendiği halde halkın hâlâ okuyup yazma bilmediğini söy ledi. Sözlerine şöyle devam etti: "Benim kanaatimce bu büyük derdin en korkutucu noktası harflerdir. Eğer ben Arap harfi diyecek olursam burada da acaba benim fikrime isyan edecek var mı? Efendiler! Bunun tek kabahati harflerdir. Arap harfleri Türk dilini yazmaya elverişli değildir.." Meclis'te hayli tutucu vardı. Kıpırdanmaya, dalgalanmaya baş ladılar. Onlar için Arap harfleri İslam iydi. Kutsaldı. "..Hacımızın, hocamızın, amirimizin, memurumuzun gayreti ne, yıllardan, yüzyıllardan beri yapılan bunca fedakârlıklara rağmen halkımızın ancak yüzde ikisi veya üçü okumuştur." Saraçoğlu Bakanlığın bu konuda ne düşündüğünü sorarak ko nuşmasını bitirdi. Arap harfleri aleyhindeki bu konuşma tutucula rın tepkisine yol açtı. Konu gazetelere sıçradı. Hüseyin Cahit Yalçın, Kurtuluş Yolu adlı yazısında dedi ki: "Eğitimi en kolay, en çabuk surette yaymanın tek çaresi Latin harflerini kabul etmekten ibarettir. * * 1
34 Üçüncü Bölüm
13
Gazi Şükrü Saraçoğlu'nu çağırdı. "Çocuk..** dedi, "..Erken ko nuştun. Acele etme. Her şeyin zamanı var." 1 MART 1924 günü Meclisin ikinci toplantı yılının açılış otu rumunda salon ve balkonlar hıncahınç dolmuştu. Cumhurbaşkanı salona alkışlar arasında girdi. Koyu renk bir elbise vardı üzerinde. Siyah kalpaklıydı. Olduğundan daha genç görünüyordu. Ağır adım larla kürsüye çıktı. Yeni toplantı yılını çok önemli bir konuşmayla açtı. Hazırlan makta olan yeni anayasadan, demiryollarını geliştirmekten, iktisadi durumu düzeltmekten, öğretim birliğinin öneminden, adalet re formlarından, dini siyasetten korumak gerektiğinden söz etti. Konuşması yer yer büyük alkışlarla karşılandı. Meclis, Türkiye Cumhuriyeti'ni çağa açmaya, güçlendirmeye, geri kalmışlığa son vermeye kararlı görünüyordu. 130
3 MART 1924 Pazartesi günü Türkiye Büyük Meclisi saat 13.40'ta toplandı. Başkanlık kürsüsünde Fethi Okyar vardı. Birçok milletvekillerince imzalanmış üç önemli kanun önerisi verilmişti Başkanlığa. Önerilerin komisyonlara gitmeden gündeme alınarak görüşülmesi isteniyordu. Meclis bu isteği kabul etti. Gündemde var olan bazı konulardan sonra bu üç büyük kanun önerisine sıra geldi. Tasarılar daha önce parti grubunda konuşuldu ğu için çalışma hızlı yürüdü. Siirt milletvekili Halil Hulki Efendi ve arkadaşlarının verdiği öneri Dinişleri ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığının kaldırılmasını, Dinişleri ve Evkaf Bakanlığının yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmasını öngörüyor du. Tasarının birinci maddesiyle laiklik terimi kullanılmadan laiklik benimseniyordu. 14
On üç maddelik öneri, görüşülmeden kabul edildi. Sırada Tevhit-i Tedrisat (Eğitim Birliği) kanun Önerisi vardı. Kanunu Vasıf Çınar ve arkadaşları önermekteydi. Yedi maddelik bir öneriydi, ö n e r i Türkiye'de var olan bütün okulların ve bilim ku rumlarının Eğitim Bakanlığına bağlanmasını öngörüyordu. Eğitim nihayet milli bir nitelik ve birlik kazanacaktı. Bu öneri de birkaç kısa konuşmadan sonra kabul edildi. 15
Üçüncü Bölüm 35
Başkan toplantıya bir süre ara verdi. Meclis 15.25'te yeniden toplandı. Üçüncü kanun önerisi çok önemliydi. Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşlarınca verilmişti. Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı ha nedanının yurtdışına çıkarılması hakkındaydı. Salon ve balkonlar yine dolmuştu. Sessiz, gergin bir hava vardı. Öneri 13 maddeydi. Tek aleyhte konuşmayı Gümjişhane bağımsız milletvekili Zeki Bey (Kadirbeyoğlu) yaptı. Konuşması boyunca tepki gördü. Kasta monu milletvekili Halit Bey (Akmansü) bu kararı din bakımından haklı fakat siyasetçe doğru bulmadığımı söyledi. Sonra Vasıf Çınar yakın tarihe ilişkin acı olayları hatırlattı. Adalet Bakanı Seyid Bey uzun ve çok etkili bir konuşma ile halifelik konusunu bütün yönleri ile inceledi, önerinin kabulünü istedi. Özetle dedi ki: "İslam hukuku hocası olarak 30 yıldır bu meselelerin içinde yim. Hazırlanan öneri hem Cumhuriyetin gereklerine, hem İslam hukukuna uygundur. Hilafet hükümet demektir. Dini değil, dünyevi ve siyasi bir meseledir. İnançla, ibadetle hiçbir ilgisi yoktur. Olduğu hakkındaki iddiaların tümü, ya hurafedir ya da siyasi maksatlı gö rüşlerdir." 16
Son konuşmayı İsmet Paşa yaptı. Olayı dış siyaset açısından değerlendirdi. Maddelere geçildi. Maddeler kısaca görüşüldükten sonra kanunun tümü oya ko nuldu ve alkışlarla kabul edildi. Saat 18.45'ti. Halifelik tarihe karışmıştı. Hiçbir işlevi kalmadığı da kısa za manda anlaşılacaktı. | 17
AKŞAM İstanbul Valiliğine gerekli emirler verildi. Valilik ön ceden uyarıldığı için gerekli çalışmayı yapmış, yurtdışına çıkarıla cak hanedan üyelerinin kimliklerini ve adreslerini saptamıştı. Bu kimseler 32 erkek, 36 hanım üye, 16 damat, yüze yakın sul tan çocuğuydu. Kanun bu kimselerin en fazla 10 gün içinde ülkeyi terk etmeleri gerektiğini belirtiyorsa da bir soruna yol açmaması için Halifenin hemen, erkeklerin bir-iki gün içinde yola çıkarılma ları kararlaştırıldı. İsteyen hanımlara 10 gün süre tanınacaktı. 36 Üçüncü Bölüm
Halifeliğe padişahlık rengi vermeye çalışan Abdülmecit Efendi'nin kanunu nasıl karşılayacağı merak konusuydu. Durumu İstanbul Valisi Ali Haydar Bey ile Polis Müdürü bildireceklerdi. İstanbul'da ve sarayın çevresinde yeterli güvenlik önlemleri alındı. Saray sessizce ve adım adım kuşatıldı. Bir kısım polis içeri girdi. Telgraf dairesi işgal edildi. Telefonlar kesildi. Bazı görevliler sessizce gözaltına alındı. . . ,™ Gelişmelerden haberi olmayan Abdülme|p| cit Efendi çoktan harem bölümüne geçmişti. pŞI Mutlaka görüşmek isteyen Vali ve Müdürü, fjm haremden geri gelerek, isteksizce kabul etti. Ştj| Ankara'nın halifeliği kaldıracağı hakkındaki Kj söylentileri işitmişti ama ciddiye almamıştı. jfifc Kararı hayret ve öfkeyle dinledi ve patladı: m "Vali Bey, bu kararı kabul etmediğimi hemen Ankara'ya bildirin! Böyle haksız bir karara boyun eğmem için de boş yere ısrar etmeyin!
H n r
; ;
Abdülmecit Efendi
XT
,
,
.
. ...
. .
./
Huzurumdan derhal çekilip gitmenizi ihtar ediyorum!" Beyaz sakalı tir tir titriyordu. "Efendi Hazretleri, görevim, Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği bir kanunu zatıâlinize bildirmekten ibaret değildir. Gereğini yapmakla da görevliyim." "Hayır! Siz her şeyden önce bana itaat etmek, saygılı olmak ve bunu kutsal bir görev olarak kabul etmek zorundasınız." Vali sakinliğini koruyordu. "Bu sözleri herhalde üzüntüden söylüyorsunuz.." dedi, "..Yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği bir kanun yerine, za tıâlinize itaat etmemi benden istemezdiniz." I Emniyet Müdürü saygıyla geride duruyordu. Yaklaştı: "Efendi Hazretleri, yarınki Simplon Ekspresine binebiimeniz için bu akşam hazırlık yapmanız gerekecek. Eksprese aileniz için bir vagon eklenecek!Bu trene binmek zorundasınızfKendinizi de, bizi de gereksiz yere üzmeyiniz efendim." Abdülmecit Efendi kaskatı kesilmişti: "Yani beni buradan zorla mı çıkaracağınızı söylemek istiyor sunuz?" Üçüncü Bölüm 37
Vali, "Evet efendim." dedi, "..Gerekirse öyle yapmak zorunda kalacağız." "Saray adamlarımla dolu. Bütün İslam âlemi arkamda. Beni Türkiye'den değil, bu salondan bile çıkaramazsınız. Hiçbir güç çı karamaz." Vali gülümsedi: "Lütfen pencereden dışarı bakar mısınız?" Abdülmecit Efendi sarsıldı: "Ne olmuş?" Göz ucuyla dışarı baktı. Omuzları düştü. Sarayı kuşatan asker ler ve polisler artık açığa çıkmışlardı. Abdülmecit'in kâtibi sessizce yaklaştı, bilgi verdi. Kâtibin sözlerini dinledikçe son Halifenin yüzü sararıyordu. Sarayın önemli kısımlarının polisçe tutulduğunu, yal nız hareme girilmediğini öğrendi. Vali Emniyet Müdürüne, "Kendini devletin, Meclis'in, kanu nun üzerinde görüyor." diye fısıldadı, "..Ankara ne kadar haklıymış. Bu anlayışla Cumhuriyet bir arada yürür mü?" Kâtip yaklaştı: "Kaçta hareket etmemiz gerekiyor?" "Sabah beşte " "Peki efendim. Saat beşte hazır oluruz." Son Halife selam vermeden ağır, yorgun adımlarla salondan çıktı. * 17
4 MART 1924 sabahı 04.30'da üç otomobil ile üç kamyonet geldi. Bavullar kamyonetlere yüklendi. Son Halife, iki eşi, oğlu Ömer Faruk, kızı Dürrüşşehvar, mabeyncisi, doktoru ve özel kâ tibi Keramet Nigâr Bey otomobillere bindiler. Vali pasaportlarını ve ilk giderler için hükümetçe uygun görülen 1.700 sterlini (15.000 TL) kâtibe verdi. Emniyet Müdürü Çatalca ya kadar kafileye eşlik edecekti. Saat 05.00'te hareket ettiler. Son Halifenin trene Sirkeci'den binmesi uygun görülmemişti. Eksprese akşam Çatalca'dan binilecekti. Erkek üyelerin ve damatların bir kısmı Sirkeciden bindiler. Ekspres saatinde Çatalca'ya vardı. 38 Üçüncü Bölüm
Donuk, sessiz, boynu bükük duran Abdülmecit Efendi tren Türkiye sınırından dışarı çıkınca, canlanacak, bir bildiri yayımla yarak, 'Halifeliği koruduğunu ve 300 milyon Müslümanın kendisini yalnız bırakmayacağına inandığını' açıklayacaktı. Halifenin ve hanedan üyelerinin yurtdışına çıkarılışıyla ilgi li ayrıntılar 5 Mart günlü gazetelerde yer aldı. Olaylar çıkacağını ümit eden halifeciler hayal kırıklığına uğradılar. Hiçbir olay olmadı. Kimse kışkırtıcılara kapılmadı. Beş yıl süren Mütareke pisliğinden sonra İstanbullular artık macera değil, barış ve ekmek istiyordu. 18
İSMET PAŞA iki bakanlığın kaldırılması üzerine yeni bir Ba kanlar Kurulu oluşturmak için istifa etti, yeniden Başbakanlığa ata narak yeni Bakanlar Kurulunu oluşturdu. Eğitim Bakanlığına Manisa milletvekili Vasıf Çınar'ı getirdi. Vasıf Bey vakit geçirmeden kanunun gereğini yaptu Artık yararı kalmayan, asker kaçaklarına sığıntı yeri olan, son halleriyle ortaçağı temsil eden medreseleri kapattı. Bu uygulama zaten tedirgin olan eskici çevreleri çok rahatsız etti. Medreseler ve tekkeler son dayanaklarıydı: "Aman Yarabbi! Padişahlık gitti, Halife gitti, Din İşleri Bakanlı ğı gitti, şimdi de medreseler gitti. Yeni anayasa tasarısına göre gali ba kadınlara da seçme ve seçilme hakkı veriliyormuş." M. Kemal önderliğindeki rejim, hanedanı, hanedan çevresinde gelişmiş egemen sınıfı ve bunu yasallaştıran dünya görüşünü tasfiye etmişti. Karşısındaki kinle dişlerini gıcırdattı: "Ah Mustafa Kemal aaaah..." 19
193
19b
YENİ bir anayasa konusu uzun zaman önce sohbet olarak başlamış, sonra Anayasa Komisyonunca ele alınmıştı. Türkiye'nin geleceğini düzenleyecek yeni bir anayasa tasarısı oluşturulmaya ça lışılıyordu. Gazi Cumhurbaşkanı olmadan önce bu görüşmelere zaman zaman katılır, düşüncelerini açıklardı. Devlet Başkanına kanun ları veto ve gerektiğinde yeni bir seçim için Meclis'i feshetme yetki sinin verilmesinin yararlı olacağını söylemişti. Bunları çağdaşlaşma 19c
Üçüncü Bölüm 39
hamlesinin yavaşlatılması, milli egemenliğin örselenmesi olasılığı na karşı önlem olarak değerlendiriyordu. Anayasa Komisyonu Baş kanı Yunus Nadi Bey Gaziyi ziyarete geldi: "Mahmut Esat Bey ile Şükrü Saraçoğlu, Cumhurbaşkanına kesin veto ve gerektiğinde Meclis'i fesih yetkisi verilmesini kabul etmiyorlar." "Neden?" "Milli egemenliğe aykırı buluyorlar." "Partiler çoğalınca, hükümetsizlik tehlikesi baş gösterebilir, gerici eğilimler belirebilir, devletin kuruluş amacına aykırı kanun lar kabul edilebilir. Bu yetkileri, böyle durumlar için düşünmüştük. Bir anayasada bütün olumsuzlukları çözecek çözümler, imkânlar bulunması gerekmez mi?" "Birçok milletvekili de iki arkadaşımızın düşüncelerini pay laşmaya başladı. Bu maddelerin Meclis'te kabul edilmesi zor gö rünüyor." Bir sessizlik oldu. Paşa ikna edeceği ümidiyle bu milletvekille riyle bir de kendisi görüşmeye karar verdi. Mahmut Esat Bey bu ara Bakan değildi. Saraçoğlu Şükrü Bey Meclise ikinci dönemde katılmıştı. İkisini birlikte kabul etti. Mil letvekilleri Cumhurbaşkanını saygıyla dinlediler ve düşüncelerini değiştirmediler. GAZİ sonucu öğrenmek isteyen Yunus Nadi Bey'i ertesi gün direksiyon binasında kabul etti. "İki saat karşılıklı görüşlerimizi açıklayıp tartıştık^ Biraz sı kıştırdım da. Ama çocukları ikna edemedim. Dilerim bu yetkilere ihtiyaç duyulmaz. Fakat bu görüşmeden çok memnun kaldım, Türkiyemizin milli egemenliğe, özgürlüğe böyle sahip çıkan» hukuka saygılı, sağlam, dürüst, dirençli, bağımsız ruhlu siyasetçilere çok ihtiyacı var. Mahmut Esat'ı zaten beğenirdim. Şükrü Beyi de çok beğendim" 4
Gazi sonra istanbul basınından söz açtı. İstanbul'da Cumhuri yeti kemirmeye çalışan birkaç gazete vardı. Bu gazeteler^tütareke basınını anımsatıyordu. Cumhuriyeti koruyan gazeteler yok değildi ama bağımsızlığı, milli egemenliği, devrimleri, uygarlığı, milliliği, kısacası çağdaşlığı, o büyük ideali ödünsüz savunacak, haksııjddi40 Üçüncü Bölüm
alan yanıtlayacak, sağlam, düzeyli bir gazeteye ihtiyaç vardı. Aca ba Yunus Nadi Bey İstanbul'da böyle bir gazete çıkarmayı düşünür müydü? Yunus Nadi Bey güldü: "Kaç zamandır ben de bunu düşünüyordum Paşam. Kafamda bazı hazırlıklar da yapmıştım. Anayasa kabul edilir edilmez hare kete geçerim." "Gazetenin adı Cumhuriyet olsun Yunus Nadi Bey!" ANKARA yönetimi ülkeyi Milli Mücadele döneminde 1921 tarihli geçici bir anayasa ile yönetmişti. Savaş bitmiş, saltanat kal dırılmış, Cumhuriyet rejimine geçilmişti. Artık yeni devlet için yeni bir anayasa zorunluydu. Yeni ana yasa, belli başlı devlet ve anayasa sistemleri incelenerek hazırlan mıştı. Anayasa tasarısının görüşülmesine TBMM'de 9 Mart 1924 Pa zar günü başlandı. 20
ANAYASA görüşmeleri sürerken bazı önemli kararlar da alındı^ Ergani bakır madeninin millileştirilmesi kararlaştırıldı. Milliciler, Milli Mücadele boyunca, bu tür servet ve imkânları millileş tirmeyi, millete mal etmeyi hayal etmişlerdi. Anavatanın ayrılmaz bir parçası olarak bilinen Rumeli çok kısa bir süre içinde bütünüyle yitirilmişti. Batılı bazı politikacılar daha sonra Türkleri Anadolu'dan da kovup Asya'ya sürmekten söz etmiş lerdi. Nitekim Sevr Antlaşması ile Anadolu da Türklere çok görüle rek 8 parçaya bölünüp paylaştırılmıştı. * Bu nedenle son vatan Anadolu'ya, altıyla-üstüyle, tarihiyle sa hip çıkmak bütün yurtseverler için büyük bir tutkuydu. Çok ciddi bir savunma yöntemiydi bu. Batıya bir daha Anadolu üzerinde oyun oynama fırsatı vermeyeceklerdi. Anadolu Rumeli olmayacaktı. Bu ilk millileştirmeydi. Daha böyle birçok maden, şirket ve işletme vardı. Lozan'dan önce hepsi kapitülasyonların koruması altındaydı. Şimdi insafsız koruma kalkmıştı ama küçücük bir bütçe ile bu kuruluşların hepsi ni kısa zamanda salın alarak millete mal etmeye imkân yoktu. Heyecanlarını bastırıp bir sıralama yaptılar! 20
20b
21
Üçüncü Bölüm 41
Adalet sisteminde de ciddi bir devrim gerçekleştirildi. Dini mahkemeler kaldırılarak, bu konudaki ikiliğe de son verildi, yargı birleştirildi. Kaldırılan birimlerde çalışanlara yeni iş yerleri gös terildi. Hak edenlere emekli aylığı bağlandı. Kimi Cumhuriyeti be nimsedi. Kimi bütün kiniyle irtica koalisyonuna katıldı. Maarif Nazırlığına bağlı bir daire olan İstanbul Darülfünunu'na (üniversitesine) tüzel kişilik verildi. Uzun yıllar üniversiteye karı şılmayacak, kendini derleyip toparlaması, bir Cumhuriyet üniver sitesi olduğunu idrak etmesi için 1933 yılma kadar sabırla süre ve imkân tanınacaktı. * Bunlar kadar önemli bir karar daha alındı: Bütçe imkânları zorlanacak, sanat ve bilim eğitimi görmeleri için ilk olarak 50 genç yurtdışındaki en ileri sanat ve bilim kurumlarına gönderilecekti. Buna ara verilmeden, sürekli devam edilecekti. Her bakan ek öde nek için kıvranıyordu. Bu yüzden bu yeni gider kapısının açılma sına biri itiraz edecek oldu ama İsmet Paşa tek sözcükle konuyu kapattı: "Gidecekler!" Genel bir sınav açılması için hazırlıklara başlandı. 22
22
TÜRKİYE eski Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'i Londra'ya Türkiye temsilcisi olarak yollamıştı. İngiltere de temsilci olarak İstanbul'a Ronald Lindsay adında bir diplomat yolladı. Lindsay İstanbul'u beğenmiş, dinlediklerinden dolayı Anka ra'dan görmeden nefret etmişti. Haksız sayılmazdı. Ankara Türk zaferini ve emperyalizmin yenilgisini temsil ediyordu. Ankara, elçilik kurmak isteyenlere parasız arsa vereceğini bil dirmişti. Mr. Lindsay dosyaları karıştırdı, kendinden önceki İngiliz temsilcisinin bu öneriyi şöyle yanıtladığını öğrendi: "Majestelerinin hükümeti Ankara'da küçük bir ev bile yapmak niyetinde değildir." Bu ilkeyi korumaya kararlıydı ama Rusya'nın büyük bir elçilik binası yaptırmaya başladığını öğrenmiş, canı sıkılmıştı. Almanya'nın büyük bir arsa kapattığını öğrenmişti. Ara sıra Ankara'da görünme li miydi? Nerede kalırdı? Fransız ve italyan meslektaşlarıyla konuştuktan, çevreye ve eski elçilik mensuplarına kulak verdikten sonra şu kanıya vardı: 42 Üçüncü Bölüm
Ankara'nın kaç yıl başkent kalacağı belli bile değildi. Çünkü bu yeni devletin varlığını sürdürebileceği çok şüpheliydi. Yeni devleti ke mirmeye çalışan türlü odaklar vardı.. 22b
BAZI milletvekilleri Meclis'e girmeden önce Millet Bahçesinin kapalı bölümünde oturuyor, kahve içip sohbet ediyorlardı. Ziya Gökalp Bey de zaman zaman ge liyordu. Genellikle susardı. Eğer konuşursa sohbeti bir kitap değerinde oluyordu. Son zamanlarda sağlığı iyi değildi. Durgunluğu daha artmıştı. Son devrimler konuşuluyor^ du. Ziya Bey bu kez hiç üstelemelerine gerek kalmadan konuştu: "Tarihimizden bilirsiniz, gericiler, es kiyen devleti yenilemeye çalışan padişahla Ziya Gökalp rı ya öldürdüler ya tahttan indirdiler. Ama isyanlar, idamlar, hainlikler, entrikalar, devleti yenileme anlayışını yok edemedi. Tersine daha güçlendirdi. Çünkü düşünen kafalar bi lirler ki bu bir ölüm-kalım sorunudur. Yarışta geri kalan, eskiyen biter. Fakat yeni ile eskinin kavgası bitmez. Sonuçta hep yeni üstün gelir. Yoksa hiç ilerleme, gelişme olmaz, insanlık ilkçağda kalırdı. Tarih böyle söylüyor. Halk tarihin dilini anlar." HER ŞEY hızla yürümeli, devlet çağın gereklerine göre yeni lenmeli, toplum gelişmeli, başta köylüler herkesin durumu iyileşmeliydi. Bunu herkes istiyordu. Köylülerin yoksulluğu, görenlerin içini kanatıyordu. Hepsi ya malar içindeydi. Kadınlar da öyleydi. Asıl kumaşların yerini birbiri üzerine dikilmiş yamalar almıştı. Yetersiz besin ve sağlık koşulları yüzünden çoğu çabuk yaşlanıyor, kamburlaşıyor, yüzleri erkenden eskiyip buruşuyordu. Bu sefillerin bir zamanlar üç kıtaya yayılmış, görkemli bir im paratorluğu kuran ve koruyanların çocukları olduğuna kim inana bilirdi? İmparatorluk bu insancıkları can, kan ve mal vergisi dışında Üçüncü Bölüm 43
ne zaman hatırlamıştı? Köylerin ve köylülerin genel durumu, hiç hatırlanmadıklarını gösteriyordu. Görkemli İmparatorluğun yüzlerce yıllık, derin, affedilmez ihmalini, anavatanda kurulan yeni, yoksul devletin gidermesi gerekiyordu. Ama nasıl? Delik canavar ağzı gibi büyük, yama sinek kadardı. Aslında en sabırsız olan Gazi Paşa'ydı. Ama o sabırsızlığını gerçekçiliği ile dizginliyordu. Harbiye'dey ken bir Öğretmeninden duyduğu söz hep rehberi olmuştu: Sabır ikinci akıldır. Karamsarlığa kapılanlara, "Sabırlı olun.." diyordu, "..Bir hamlede bütün sorunları çözemeyiz. Herkesi memnun edemeyiz. Tek dakikayı ve tek kuruşu bile boşa harcamadan çalışmalıyız. Böyle çalışır, aklımızı da kulla nırsak, düze çıkarız." Türkiye için düşündüğü karma iktisat formülünü İzmir İktisat Kongresinde Mahmut Esat Bey'e açıklatmıştı. Bu görüşünü koru yor, sık sık uzmanlarla görüşerek, kitaplar okuyarak daha da pekiş tiriyordu. Bir gece İsmet Paşaya karma iktisat düşüncesini ayrıntılı ola rak anlattı. Kapitalizmi de, kollektivizmi de güven verici ve Türkiye için elverişli, yararlı bulmuyordu. Patlayan kriz kapitalizmin güven verici olmadığının en iyi kanıtı idi. Rusya kollektivizmi kanlı hare ketlerle yerleştirmişti, öyle koruyordu. İkisinin, yurt gerçeklerine aykırı yanlarını atarak, yararlı, verimli, kalkındırıcı yanlarını alarak, daha genel ve karma bir proje geliştirmek zorundaydılar. Tın kive şartlarının ürünü olan bir düşünceydi bu. Kimsede fabrika kuracak sermaye yoktu. Yabancı sermaye ise yeni kapitülasyonlar istiyordu. Başka yolla sanayileşmeye, sanayileşmeden de bu yoksulluk çıkmazından kurtulmaya imkân yoktu. ismet Paşa da bu görüşü benimsedi. Sistemi 'mutedil devletçi lik' diye adlandırdılar. İlerde bu sistem 'karma ekonomi' diye anıla caktı. Türkiye'nin şartları gereği, zorunlu olarak bu yolu izliyorlardı zaten. Ergani devletleştirilmişti, tüm demiryolları devletleştirile cekti. Ama devlet henüz bu siyaseti genel olarak uygulayabilecek kadar güçlü ve hazırlıklı değildi! Uygulanabileceği güne kadar sistemin adını ağızlarına alma yacaklardı. 44 Üçüncü Bölüm
ANAYASA görüşmeleri sürüyordu. 10 Mart 1924 günü seçme ve seçilme hakla rını düzenleyen 10. ve 11. maddelere sıra gelmişti. Tasarıda 'her Türkün seçme hak kı olduğu' belirtilmişti. Madde sessizce, tartışmasız geçti. Demek ki bundan sonra kadınlar da seçmen olarak seçimlere katı lacaklardı. Bu büyük bir devrimdi. II. Mah mut döneminde yapılan nüfus sayımında kadınlar sayılmamışlardı bile. 11. madde seçilmekle ilgiliydi. Bu madde de '30 yaşını bitiren her Türkün Recep Peker milletvekili seçilmek hakkı' olduğunu be lirtiyordu. Bir canlanma oldu. Her Türk deyimine kadınlar da dahil miydi? Recep Peker §f| Türk deyimine elbette kadınların da dahil olduğunu, kadınlara da seçmeyle birlikte seçilme hakkının verilme sini memnunlukla karşıladıklarını belirtti. Komisyon sözcüsü memnun olanları hayal kırıklığına uğrattı. 'Seçim kanununda kadınlara yer verilmediğini, her Türk derken yal nız erkekleri düşündüklerini' söyledi. Recep Peker çok sinirlendi: "Kadınlar Türk değil mi beyefendi?" Yahya Kemal Bey bu çağdışı anlayışı aşmak ve maddeye açıklık getirmek için bir öneri verdi: "Otuz yaşını bitiren kadın ve erkek her Türkün milletvekili seçilmek yetkisi vardır." Başkan bu öneriyi oylamaya sundu. Sonucu bildirdi: "Kabul olunmamıştır." Alkışlar yükselince Recep Bey sinirlendi: "Kadına hak vermediniz. Bari alkışlamayın yahu!" Seçme hakkını düzenleyen madde de düzeltildi, ona da 'erkek' sözcüğü eklendi. ' Sonuç kadınlara ve uygarlık ilkelerine saygı duyan ve ümide kapılanları çok üzdü. Ama Meclis çoğunluğunun anlayışı böyleydi. Ortaçağ bu gibi konularda gücünü koruyordu. Latife Hanım bile bir yabancı gazeteciye "Cahil köylülerin (köylü kadınların) sırtına oy hakkını yüklemek saçma olur" diye de meç vermişti. 23
24
Üçüncü Bölüm 45
AZI de, ismet Paşa da, ortaokuldan beri günde beş vakit namaz kılarak yetiş mişlerdi. Dinin gereklerini birçok hocadan daha iyi bilirlerdi. Hiç olmazsa okur-yazarların Kuran'ı anlamalarını istiyor, buna çok önem veriyorlardı. Kuran'ın Türkçeye doğru ve güzel çevrilmesi konusunu Diya net İşleri Başkanı ile görüştüler. Başkan bu isteğe yorum yazdırmayı ve hadis çevirtmeyi de ekledi. Ödenek sorunu vardı. Gazi Paşa işin p , f Börekçi para kısmını kendi üzerine aldı. Gazi, Kuranın en güzel çevirisini Mehmet Akif Bey'inyapaca ğını düşünüyordu. Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Hoca'nın da böyle düşündüğünü öğrenince memnun oldu. "Haydi bakalım Hoca Efendi, harekete geçin!" at
ZEKİ BEY (Üngör) yönetiminde İstanbul'dan gelen eski saray orkestrası, başka yer olmadığı için derme çatma Milli Sinema'da, Rumeli göçmenlerine yardım için bir konser verecekti. * İlanlar hazırlanıp uygun yerlere yapıştırıldı. Böyle bir olayın duyulması için ilana gerek yoktu. Herkes ânında duyardı. Biletler çabuk satıldı. Salonun bir bölümü ailelere ayrılmıştı. Müzik dinlemek, evden çıkmak, insan görmek isteyen birçok insan, özellikle İstanbullular koşa koşa geldiler. İçlerinde ilk kez bir konser dinleyecek Bakanlar vardı. Başbakan tavsiye ettiği için gelmişlerdi. Batı müziği ile hiç ilgileri olmamıştı. 24
Zeki Bey bu tür dinleyicileri düşünerek kısa, güzel, kolay par çalar seçmişti. Orkestra üyeleri sahnede yerlerini aldılar. Hepsi koyu renk giy siliydi. Önlerinde nota sehpaları vardı. Tam saatinde frak giymiş olan orkestra şefi Zeki Bey sahneye girdi, yürüdü, ortada durup dinleyicileri eğilerek selamladı. Deneyliler şefi alkışlayınca ötekiler de alkışa katıldı. Demek âdet böyleydi. Şef yerini aldı. Elinin bir işaretiyle konser başladı. 46 Üçüncü Bölüm
Parçaların bitişinde de herkes bilenleri bekledi. Onlar alkış layınca ötekiler de katıldılar. Bir-iki kez kahvelerde icra-yı sanat eden fasıl heyetlerini izlemiş olanlar vardı aralarında. Bu orkestra hiç onlara benzemiyordu. Birörnek giyinmişlerdi. En ufak bir lau balilik yoktu. Sanatlarını çok ciddiye aldıkları belliydi. Bu ciddilik dinleyicileri de etkilemekteydi. Kimse konuşmuyordu. Biri konuşsa 'ssssssst' diye uyaranlar oluyordu. Demek ki konuşmak yasaktı. Hmmmm. Bu kurallar ilk kez gelenleri belki sıkacaktı ama öyle olmadı. Çalınan parçalar çok güzeldi. Şefin yönetimi, selam verişleri çok zarifti. Sanatçılar çok ustaydı. Ur
4
1
1
•
t*
İyi kı gelmişiz. Kordiplomatiğe mensup bazı çiftler konserden sonra İstanbul Lokantasının az ilerisinde açılmış olan Fresko adlı yeni lokantaya gittiler. Burası İstanbul Lokantasından daha modern bir yerdi. Ya bancı çiftlerin lokantaya gelmelerine alışmışlardı. Ahmet Ağaoğlu'nun kızı Süreyya ile hanım arkadaşının öğle yemeği için yalnız başlarına İstanbul Lokantasına gelmeleri sorun olmuş, sorun Gazi'nin yardımıyla çözülmüştü. 240
BİNBAŞI VEDAT'la Vedia Cebeci'de tek katlı, küçük bir eve taşınmışlardı. Her yanda irili ufaklı yeni evler yapılıyor, şehrin nü fusu artıyordu. Binbaşı Faruk ile Nesrinin nikâhı Vedatlarda kıyıldı. Nesrinin şahitliğini Dr. Hasan, Faruk'un şahitliğini Binbaşı Vedat yaptı. Nikâhta Faruk'un ve Nesrinin birkaç arkadaşı da bulundu. Faruk ve arkadaşlarının göğüslerinde yeni verilmiş olan İstiklal Madalya ları parlıyordu. Faruk Ankara'ya atanmıştı. Nesrin yine Cebeci'de küçük bir ev bulmuş, Faruk gelmeden, ilk ihtiyaçları karşılayacak biçimde evi dayayıp döşemişti. Sonrasını birlikte yaparlardı. İmam, Nesrinin yüzü açık nikâh masasına oturmasından ra hatsız oldu ama sesini çıkarmadı. Birçok şey yıllardır değişiyordu. Kadınlar sokağa çıkar olmuştu. Yüzünü açanlar çoğalmıştı. Çeteci kadınlar erkek gibi ortalıkta dolaşmışlardı. Halide Hanım askere yaÜçüncü Bölüm 47
zılmıştı. Bazı Müslüman hanımlar hemşirelik yapıp erkeklere doku nuyorlardı. Bazı hanımların erkek doktora gittikleri söyleniyordu. Allah affetsin! Nikâhı kıydı. Kısa bir dua okuyup ayrıldı. Gençler geç saate kadar konuşup eğlendiler. Faruk İnebolu yo lunda nasıl tanıştıklarını anlattı. Dört yıl geçmişti aradan. Nesrin hastanenin açtığı kursu birincilikle bitirerek diplomalı hemşire ol muştu. Türkiye dört yıl içinde nereden nereye gelmişti. Belki bir yüz yıl geçmişti aradan. Ölen imparatorluğun yerini yepyeni, geleceğe uçmaya hazırlanan bir devlet almıştı. Faruk "Yarın akşam biz de bir devrim yapacağız!" dedi. Ertesi akşam Nesrini İstanbul lokantasına götürdü. Lokanta hakkındaki bilgiyi trenle Ankara'ya gelirken yol arkadaşlığı ettiği bir milletvekilinden öğrenmişti. Masaların yarıdan fazlası doluydu. Lokantanın sahibi, garson lar ve müşteriler şaşırdılar. Kızanlar da oldu. Çünkü ilk kez bir ha nım geliyordu lokanta^, Acaba kapıdan mı savmalı, ne yapmalıydı bu çifti? İstiklal Madalyalı bu genç binbaşıyı geri çevirmeyi göze alamadılar. Zaten binbaşıda da geri gidecek göz yoktu. Sapa bir yerde bulunan masayı gösterdiler. Faruk itiraz edecekti ama Nesrin engel oldu: "Böylesi daha iyi. Gel" Oturdular. Faruk kendine bir duble rakı, Nesrin'e portakal suyu istedi, mezeler söyledi. Ağır davranan suratsız garson bahşişini peşin alınca rüzgârlaştı. İyi giyimli, temiz yüzlü, orta yaşlı bir bey yanlarına yaklaştı, kendini tanıttı: "Ben Zonguldak milletvekili Tunalı Hilfff mı. Tunalı Hilmi Bey Ayağa kalktılar. "Buyrun efendim" "İzninizle bir dakika oturup gideceğim." Patronun koşturduğu iskemleye oturdu. 48 Üçüncü Bölüm
"Kadınlarımız hayata katılmazlarsa, milletvekili, vali, profesör olmazlarsa, uçak bile yapsak yine ilkel kalmışız demektir. Buraya gelmek cesaretini gösterdiğiniz için sizi kutlamak istedim. Uygarlık hapşırık değil ki bir anda gelsin. Böyle davranışlarla adım adım ka zanılır. Bu hareketiniz büyük bir adım. Afiyet olsun gençler." Başıyla selam vererek kalktı. 20 NİSAN 1924 günü yeni anayasanın görüşmeleri sona erdi. Meclis, Yunus Nadi Bey'in tahmin ettiği gibi cumhurbaşkanına ta nınması öngörülen kesin veto ve Meclis'i fesih yetkisini milli ege menliğe aykırı görerek kabul etmemiş, demokrasiye uymadığını düşündüğü hiçbir maddeyi, ifadeyi, terimi benimsememişti. Cumhuriyeti sonsuza kadar güven altına alacak olan 102. mad deyi alkış tufanıyla kabul etmişti. Bu maddenin son fıkrası 'Cumhu riyet rejimiyle ilgili maddenin asla değiştirilemeyeceğini, teklif dahi edilemeyeceğini' belirtiyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu atalarının rejim konusundaki kararları böyleydi. Onca yoksulluk, çaresizlik içinde, nice kan, can, gözyaşı, acı, emek pahasına kurulan Cumhuriyetin ebedi olmasını istemiş, devletin temelini böyle atmışlardı. Bazı genç milletvekilleri toprak reformu gibi konular yer al madığı için bu anayasayı devrimci bulmamışlardı. Bu düşüncesini söyleyen bir milletvekiline Gazi Paşa şöyle dedi: "Anayasamız parlamenter demokrasi sistemine uygun bir ana yasa. Ama hiçbir devrime, hamleye engel değil. Olmadığını göre ceksiniz. Engeller kafalarda. Kadınlara seçme, seçilme hakkını niye çok gördünüz? Kadınlar cahillerse, erkekler cahil değil mi? Kadınsız demokrasi olur mu? Evde annenizin, kardeşinizin, eşinizin yüzüne nasıl bakıyorsunuz?" 25
22 NİSAN günü Meclis, genel af dışında tutulan 150 kişiyle ilgili listeyi bir daha tartıştı. Hainler 150 sayısına sığmıyordu ki. Bazıları iyi yurttaş olarak yetiştirilmedikleri, eğitilmedikleri için kolayca düşmana satılmış lardı. Üçüncü Bölüm 49
Lozan'da kararlaştırılan genel af dışında sadece 150 kişinin bırakılmasına razı olunmuştu. Listeye sığmayan hainler usul usul, gizlice, neler yapacaklardı? Meclis son tartışmalardan sonra gece yarısı hainler listesini kesinleştirip kabul etti. Bunlar hainliklerini bildiklerini için zaten yurtdışına kaçmışlardı. Çoğu harıl harıl Türkiye aleyhine çalışıyor du. Türkiye'ye girmeleri yasak edildi. 26
ESKİ SULTAN Vahidettin, eşleri, ve eşlerinin yardımcıları ge leceği için San Remo'da daha büyük bir köşke, Villa Magnoli'ye ta şınmıştı. Sonunda bekledikleri geldi. İstanbul'dan gelen harem erkânı Birinci Kadınefendi Nazikeda Hanım, İkinci Kadınefendi Meveddet Hanım, son eşi Nevzat Ha nım, Nevzat Hanım'ın kız kardeşi Nesrin Hanım, 2. Hazinedar Kal fa ile bazı saraylılardan oluşuyordu. Eski Sultan en çok, son eşi Nevzat Hanım'ın gelmesine sevinmişti. Onu çok öz lemişti. Bu arada 150'liklerden, eski Kuva-yı İn zibatiye subayı Tarık Mümtaz Göztepe de eski Sultana yanaşmıştı. Villanın geniş bah çesi içinde küçük bir köşk vardı. Eski Sulta nın parasını yöneten Yaver Zeki Bey burada kalıyor, refah ve konfor içinde yüzüyor, eski sultanın sınırlı servetini har vurup harman savuruyordu. Bu küçük köşkte de İtalyan Vahidettin kızları hizmet ediyorlardı. Tarık Mümt az Du köşkün bir odasına yerleşti. Eski Sultan ölene kadar burada bolluk içinde yaşayacak, birçok olaya, şaşırtıcı sahneye tanık olacak, anı larında anlatacaktı. Tarık Mümtaz Bey'e göre durum şöyleydi: "Kadınefendiler iyle, hazinedar ustalarıyla mükellef bir harem hayatı vücuda gelmiş, musahipler, yaverler ve esvapçıbaşılardan ibrikçibaşına kadar bütün beyler kadrosu kuruluvermiş ve saray düzeni tam tertip canlanmıştı.., Osmanlı imparatorluğunun bütün teşrifat ve merasim usulleri olanca titizliği ile korunuyordu... Sul tan adamlarına, padişahlığı sırasında aldıkları maaşları gurbette 50 Üçüncü Bölüm
de fazlasıyla ve düzenli olarak ödüyordu. Ayrıca Yıldız Sarayı'nın meşhur mutfağını aratmayacak mükellef ve zengin bir mutfak sofra sofra yemekler yetiştiriyordu. Öğle ve akşam yemeklerine burada bir de mükellef sabah ve ikindi kahvaltıları ilave edilmişti... Bu küçük Yıldız Saray ı'nda yaşayanlar 40 kişiye yakındı!' * Tarık Mümtaz Göztepe'ye göre eski Sultan, Türkiye Cum huriyeti nin düşmanlarına da para yardımında bulunuyordu. * Bu gösterişli gurbet hayatına, Zeki Bey'in hovardalığına, Cum huriyet düşmanlarına ve siyaset bezirganlarına yatırım yapmaya eldeki para ne kadar dayanırdı? 26
26
5
26c
TBMM'nin açılışının dördüncü yıldönümüydü. Kutlama töreninden sonra Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar, milletvekilleri, yük sek yöneticiler geçit törenini izlemek için Meclis balkonlarında ve bahçesinde yer aldılar. Siviller koyu renk elbise, redingot, jaketatay giymişlerdi. Bugünkü Ulus meydanı ile istasyona inen yolun iki yanı halkla doluydu. Kadınların çoğu Millet Bahçesi'nde toplanmıştı. Ankara halkı milli törenlere katılmayı ihmal etmezdi. Birlikler, okullar, dernekler Meclis'in önünden geçip istasyona doğru gideceklerdi. Askeri bir bando, trampet ve boru gösterisin den sonra bir marşa başladı. İlk olarak bir tören birliği geçti. Onları seğmenler izledi. Sonra ilk, ortaokul ve lise öğrencileri gelmeye başladı. Derken bir kara kitle belirdi. Yaklaştı. Bunlar Kız Öğretmen Okulu öğrencileriydi. Yüzleri açıktı ama hepsi kara çarşaflıydı. Onları özel giysileri ile zanaatkarlar ve esnaflar izledi. Falih Rıfkı Bey akşam Gazi'nin davetlisiydi. Yemeğe geçmeden konuyu açtı: "Kız Öğretmen Okulu öğrencileri kara sel gibi önümüzden akıp gittiler. Sıkmabaşlı, mantolu olamazlar mıydı?" Ruşen Eşref Bey güldü: "Geçen yıl peçeliydiler! Bu yıl peçesizler. Bu büyük bir gelişme." M. Kemal Paşa, "Kadınların giyimine karışmayalım." dedi, "..Yüzlerini açmaları ileri bir davranıştır. Hiçbir hanım zarafeti, uyÜçüncü Bölüm 51
garca olanı reddetmez. Zamana ihtiyaçları var. Cesaretlerini kırma| yalım, yeter" ! Yaşlıca bir misafir bilgi verdi: i "Halkımızın neredeyse tamamı köylerde yaşıyor. Köylü hanım! larımızın yüzleri her zaman açıktır. Böyle çarşaf filan giymezler. Giyseler tarlada, bağda, bahçede çalışamazlar. Aç kalırız. Bu yüz den onlara kimse 'yüzünüzü örtün', 'evde oturun', 'elinizin hamuruyla erkek işine karışmayın' demez. Hepsi erkeklerin işlerini yapar. Erkekler kahvede vakit Öldürür. Örtünme kasabalarda başlar, şehir lere kadar uzanır. Çünkü kadının ev dışında, tarlada, bağda, bahçe de zorunlu işi yoktur. O yüzden çarşaf kasabalarla şehirlerimizde giyilir. Suriye'den gelme bir giyim tarzı olduğu söyleniyor. Bizim >ehir usulü giyim tarzımız ferace idi. Dönemine göre de güzel bir giyim tarzı idi" Paşa Falih Rıfkı Bey'e döndü: "İstanbul'da üniversitede, bazı kızlarımızın başlarını tamamen açtığını duydum. Doğru mu?" - "Evet efendim. Önce kimya labaratuvarında başlamış. Şimdi ıbbiyede yayılıyormuş. İstanbul hanımları yıllardan beri bağ nazlıkla savaşıyorlardı. Onlar da bağnazlığın bir bölümünü denize iöktüler." Hanımlar keyifle gülüştüler. 27
MÜTAREKE sırasında yazarlar, şairler, işgalcilerle başları der de girmesin diye pek az toplanırlar, daha çok mektuplaşırlardı. Ede biyat dünyası mektuplara sığınmıştı. Zaferle birlikte her şey değişti. Kadın-erkek, genç-yaşlı, ünlü-ünsüz sanatçılar evlerde sık sık ^iraraya gelmeye başladılar. Şükûfe Nihal Hanım gibi çok güzel bir şairin, Nezihe Muhittin Hanım gibi kadın hakları için mücade le eden yiğit bir yazarın katıldığı toplantıların tadı, havası, neşesi, zevki, heyecanı başka türlü oluyordu. Beklenmedik aşk rüzgârları esiyordu. Her toplantı bir edebiyat şenliği gibiydi. Herkes son eserini okuyordu. Herkes birbirine saygılıydı. Dil yavaş yavaş sadeieşiyor, aruz yerini usulca hece veznine bırakıyor, konular değişiyordu, f 52 Üçüncü Bölüm
Yahya Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Onaydın, Samih Rıfat Bey, Y. Kadri Karaosmanoğlu gibi şair ve yazarların milletvekili seçilmeleri hepsini gururlandırmıştı. Belki için için kıskananlar da olmuştu ama hiç belli etmemişlerdi. İki yıldır yazılan romanlar büyük ilgi görüyordu. Hepsi ülkeyi, toplumu, gerçek in sanları anlatıyordu: Çalıkuşu, Ateşten Göm lek, Kiralık Konak, Sözde Kızlar... Edebiyat Türkiye'nin edebiyatı oluyorŞükûfe Nihal Hanım j du. Dergilerin sayıları artmıştı. Gazetelerde sanat sayfalan yer alıyordu. Felsefeciler de biraraya gelerek dernek kuracaklardı. 273
TÜRK OCAĞI yeniden örgütleniyordu. Ankara şubesi de bü yük bir Ankara konağında açıldı. Sevinçle karşılandı. Direniş duy gusunun oluşmasında Ocakların da büyük hizmeti geçmişti. Gazi Ocakların, 'Cumhuriyet yönetimine bağlı, çağdaş ve gerçekçi bir kültür milliyetçiliğinin işleneceği, halka Cumhuriyet anlayışını ya yacak kuruluşlar olmasını' istiyor, bunu sağlamaya çalışıyordu. Muhafız Taburundan birkaç subay, komutanları İsmail Hakkı Bey'den izin alarak üye olmak için Türk Ocağı'na başvurdu. Hemen kabul edileceklerini sanıyorlardı. Günler geçti, yanıt gelmedi.İsmail Hakkı Beyin tuhafına gitti. Ocağa giderek bu gecikmenin nedenini sordu. Aldığı yanıt karşısında kanı dondu. Yetkili şöyle demişti: "Bu subayların Ocağa kabulleri için, özellikle ırk bakımından bir engel olup olmadığını anlamak üzere soruşturma yaptırıyoruz. Henüz sonuç alınmadı." Bu subaylar Ankara Subay Talimgahından mezun, Büyük Taarruz a katılmış, ölüme yürümüş subaylardı. İsmail Hakkı Bey kendi konumunu düşünerek adamın yüzüne tükürmedi. Başkanla rı Hamdullah Suphi Bey'i bulup konuştu. Bu tutumu ağır bir dille protesto etti. Subaylar da tek tek, Meclis'e girerken Hamdullah Suphi Bey'i çevirerek, 'haklarında hangi sıfat ve yetkiyle böyle bir soruşturma yaptırmakta olduğunu* sordular. Hamdullah Suphi Bey durumu Üçüncü Bölüm 53
Gaziye şikâyet etti. Gazi İsmail Hakkı Bey'i çağırarak olay hakkında bilgi vermesini istedi. İsmail Hakkı Bey olanları olduğu gibi arz etti. "Ne diyorsun çocuk?" öfkeden gözlerine kan oturdu. Herkesi yurtseverlik çevresin de, bir isim altında, eşit haklara sahip olarak toplamaya çalışan yeni devlette böyle bir ırkçı yaklaşım affedilemezdi. Gazi ölüm-kalım günlerinde yararlı hizmetler görmüş olan Türk Ocağı'nı sever ve korurdu. Bu olaydan sonra Türk Ocağı'nı izlemeye aldı. Hamdullah Suphi Bey'i de şiddetle uyardı. Yakın çevresine ara sıra şu soruyu soruyordu: "Türkiye Cumhuriyeti adını taşıyan yeni bir milli devlet kur muşuz. Türkiye'de ayrıca Türk Ocağı olur mu? Bu ad öteki unsur lara sürekli olarak kendi öz benliklerini hatırlatmaz mı? Onlar da kendi adları ile ocaklar kurmak isteseler, bunun sonu nereye varır? Parçalanmaktan yeni kurtulduk." 270
İSTASYONUN yanında bulunan iki katlı lojmanlardan biri boşalmıştı. Lojman, ailesini Ankara'ya getirtebilmek için çırpınan Başbakan İsmet Paşa'ya verildi. Hemen mektup yazarak Mevhibe Hanım'a durumu bildirdi: "Hanımcığım Artık evimiz var. Ankara'ya gelebilirsiniz" Aile yedi yıl sonra en sonunda bir çatı altında toplanabilecekti. x
EĞİTİM BAKANLIĞINDA günlük işler bitince, yöneticiler hemen her akşam Bakanın odasında toplanıyor, o gün yapılan işler açıklanıyor, sonra eğitim sorunları, çözüm yolları, Türkiye'ye ge rekli eğitimin içeriği ve yöntemi tartışılıyor, eski denemeler değer lendiriliyordu. Büyük sorunlardan biri öğretmen sayısının eksikliğiydi. Hız la birçok yeni öğretmen yetiştirmek, yeni okul açmak gerekiyordu ama bunu gerçekleştirecek ne yeterli para vardı, ne de yetecek ka dar uzman öğretmen. Dönemin büyük eğitimcilerden ABD'li Prof. John Dewey'i bir önceki Bakan Türkiye'ye davet etmişti. Yoğun bir programı oldu ğu bilinen bilginin gelebileceği ümit edilmiyordu. Vasıf Bey akşam 54 Üçüncü Bölüm
plantısında Mr. John Dewey'den olumlu yanıt geldiğini açıklaya rak yöneticileri sevindirdi. Mr. John Dewey Ağustos ayında eşiyle birlikte İstanbul'da ola bileceğini bildiriyordu. t BU SIRADA Gazi Paşa'ya Güneydoğudan gizli iki mektup geldi. Bazı şeyhlerin ve ayrılıkçıların kuşku verici halleri bildiriliyordu. Gazi mektupları hükümete verdikten sonra eski refakat subayı, şimdi Siirt milletvekili Mahmut Bey'i (Soydan) köşke davet etti, misafir odasına aldı. Kahveler içilirken konuyu açtı: "Ağalık/beylik düzeni ile Cumhuriyet birlikte yürür mü?" Mahmut Bey duraksamadan "Yürümez!" dedi. "Yürümez ya. Aşiret, kabile mensuplarının hiçbiri özgür de ğil ki. Ağa, bey, reis ya da şeyh ne dilerse onu yapmak zorunda. Bir çeşit köle. Böyle Cumhuriyet yurttaşı olur mu? Bu düzene son vermezsek Kürt halkına çok büyük haksızlık etmiş oluruz. Kan dökmeden bu çağdışı, insan onuruna aykırı, adaletsiz düzeni nasıl tasfiye edebiliriz?" Cumhuriyetin önündeki en önemli, en çetin, en yaman birkaç sorundan biri de buydu. Ağaya, beye, reise, şeyhe tutsaklığı kır mak, bu sömürüyü bitirmek gerekiyordu. Bütün aşiret mensupları Edirne'deki, İzmir'deki, Antalya'daki, Ankara'dakiler gibi özgür ve özerk yurttaşlar olmalıydılar. Ama nasıl sağlanabilirdi bu sonuç? ".Ben Doğudaki görevlerim sırasında, savaş içinde, bu durumu inceledimdi. Tam ortaçağ düzeni. O zaman da savaş bitip vatanı mızda kendi başımıza kalınca ne yapılabilir diye hayale dalar gi derdim. Kürtleri sevdiğimi bilirsin. Tek manevi oğlum Abdürrahim Kurttur. Ağalık, beylik kaldırılmalı, her aşiret mensubunun kendine ait toprağı ya da bir işi olmalı diye düşünürdüm. Birkaç nesil hiç ara vermeden bu davaya sahip çıkarsak, bu güzel hayal gerçekle şebilir. Yeter ki hızlı başlayıp sonra gevşemeyelim. Dinimizi doğ ru öğrenmelerini de sağlamalıyız. Şeyhler, seyitler bunları kimbilir nasıl kandırıyorlardır. Senden ricam, ağaları, beyleri huylandır madan, ağzı sıkı birkaç arkadaşınla daha konuş, tartış. Bu sorunu hakça, adilce, bin yıllık tarih kardeşliğine yakışır bir biçimde nasıl 270
27d
Üçüncü Bölüm 55
çözebiliriz, bu insanları özgürlüklerine ve haklarına nasıl kavuşturabiliriz? Uygarlığı nasıl paylaşabiliriz? Bunlar silahlı yaşamaya alışmışlar. Soygunculuk bir kısmının geçim yolu olmuş. Bu çirkin alışkanlıkları da gidermemiz gerekiyor. Çareler geliştirin. Sonra yine konuşalım." 27e
YUNUS NADİ BEY İstanbul'a geldi. Anadolu'ya kaçalı beş yıl olmuştu. Halkın gülen yüzü, dükkânların çalışıyor olması, Boğaz vapurunda halkın neşesi, kadınların giyimleri, özgür davranışları, yabancı savaş gemilerinden arınmış Boğaz'ın mavi güzelliği içini se vinçle doldurdu. Kadınlar kocalarıyla birlikte artık Boğaziçi gemile rinin güvertesinde oturabiliyorlardı. Bu yüz yıllık bir sıçrayış idi. Ankara'dan uzun zaman uzaklaşamazdı. Hızlı davrandı. İs tanbul'da, gazetenin başında bulunacak birine ihtiyaç vardı. Göre vine son verilince İstanbul'a dönen Zekeriya Sertel, ayrıca Nebizade Hamdi Bey'le anlaştı. Cağaloğlu'nda bir yer tuttular. Gazete elle dizilecek, rotatifte basılacaktı. Sekiz sayfa olarak, üç kuruşa satılacaktı. Cumhuriyet 7 Mayıs 1924 Çarşamba günü yayımlanmaya baş ladı. İlk sayıda Yunus Nadi Bey'in M. Kemal Paşa ile yaptığı röpor taj yer aldı. Satış sayısı 7.000'de karar kıldı. Başlangıç için bu iyi bir sayıydı. Başyazıları Yunus Nadi Bey yazacaktı. Çok güçlü bir yazar kadrosu oluştu: Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Reşat Ekrem Koçu, Ahmet Rasim, Peyami Safa, Ahmet Refik, ismail Habip, Abidin Daver, Vedat Nedim, Halit Ziya, Fuad Köprülü, Halit Fahri Ozansoy... 27f
ESKİ MİLLETVEKİLİ Ziya Hurşit Bey İstanbul'da Yemiş iskelesindeki küçük yazıhanesinde sebze-meyve ticareti yapıyordu. İşi iyi gitmiyordu. Sıkıldıkça İttihatçı Kara Kemal'e uğruyor, birlikte Ankara yönetimini çekiştiriyorlardı. Kara Kemal'e sık sık uğrayan ların sayısı az değildi.
Kimi zaman da yeni Meclis'e seçilmemiş eski muhalifler, Ziya Hurşit Bey'e geliyor, kaynatıyorlardı. Muhalefet ocağı hiç söndürülmüyordu. ikinci Grup olarak örgütlenip seçime hazırlıklı giremedikleri için kendilerine kızıyorlardı. * 278
56 Üçüncü Bölttm
Ziya Hurşit Halk Partisi'nin kendisini seçim listesine koyma mış olmasını hiç hazmedememişti. Genç Bakanları gördükçe kız gınlıktan deliriyordu. Kendisinin 'yabana atılacak bir genç olmadı ğına' inanmaktaydı. Düşündükçe öfkeden kasları titriyordu. Düşüne düşüne öfke sini iyice azdırdığı bir gün yazıhaneye eski İkinci Gruptan, İttihatçı Hafız Mehmet Bey geldi. Ziya Hurşit Hafız Mehmet Bey'e güvenir di. Az çok hemşerisi sayılırdı. Korkusuzca içini açtı: "Hafız Mehmet Bey, ben bazı arkadaşlarımla birleşerek An kara'da bir hükümet darbesi yapmak istersem, bize yardımcı olur musun?" 1 Hafız Mehmet Bey iktidar kapısını aralayan bu soruyu hiç dü şünmeden yanıtladı: "Evet. Yardımcı olurum." Yeğeni Vahap'ı ve motorcu Mehmet'i de Ziya Hurşit'in emrine verdi. ' 27h
27
KOŞKUN çevresindeki bütün ağaçların yaprakları güneş altında se vinçle titriyorlardı. Paşanın kendi eliyle diktiği ağaçlar da iyice büyümüştü. Bu Martta yeni ağaçlar da dikmişti. Sabah ları bütün ağaçlan ve fidanları bahçı vanla birlikte ziyaret edip gözden ge çiriyordu. Latife Hanım'a "Ben buraya, Latife Hanım bu çevredeki gür yapraklı birkaç güzel ağaç yüzünden taşındım" demişti. Atlara da göz atıyor, sevip okşuyor, bakımlarını denetliyordu. Ara sıra Latife Hanım ile birlikte atlanıp Eymir gölüne kadar gidi yorlardı. Bu sabah Nuri Conker, Kılıç Ali ve Salih Bozok'u çağırmıştı. Latife Hanım'la Abdürrahim'in gelmesini de istedi.
28
Paşa'nın ileri tarım tekniğini uygulatacağı örnek bir çiftlik kur mak istediğini biliyorlardı. Bu isteğini birkaç kez heyecanla anlat mıştı. Bir yerlere gidip bakıyorduff "Haydi bakalım, çiftlik için düşündüğüm yere gidiyoruz!" Üçüncü Bölüm 57
aşa'nın otomobili öne düştü. Öteki iki araba arkasına takıldı. Hava iyice ısınmıştı. Uzun süre, sarsıla sarsıla, toz içinde, toprak yollardan zorlukla geçerek şehir dışına çıktılar. Şoför yolu biliyor du. Kel bir tepenin üzerinde durdu. Paşa inince hepsi indiler. Bir tek ağacın olmadığı uçuk sarı bir bozkırın ortasındaydılar. Uzakta, ortada, tek katlı bir kerpiç kulübe vardı. Bir tane de ahlat ağacı. Orada burada hayvan iskeletleri gö rünüyordu. Bataklık kokan bir kuru yel esmekteydi. "İşte satın almaya karar verdiğim yer burası. Şehre yakın. İçin den tren yolu geçiyor. Ne dersiniz?" Hepsinin neşesi kaçmıştı. Latife Hanım, ümitsiz bir sesle, "Ama burası çorak, ölü bir yer." dedi, "..Burada örnek bir çiftlik ku rulamaz k i " Nuri Bey de itiraz etti: "Paşam vaz geç Allah aşkına! Bu çorak toprakta ısırgan otu bile bitmez." Kılıç Ali, Salih Bozok, İsmail Hakkı Tekçe ve Yaver Rüsuhi Bey de ümitsiz bir hava içindeydiler. Görünen arazinin heves ve ümit verecek hiçbir özelliği yoktu. Paşa aldırmadı: "Ben sizden önce burayı bazı tarımcılara gösterdim. Hepsi bol ağaçlı, sulu, hazır bir yer almamı tavsiye ettiler. Ben farklı dü şünüyorum. Burası çorak değil, bakımsız. İşlenmemiş. Yani sevgi görmemiş. Tıpkı zavallı halkımız gibi. Bir zaman sonra buranın da, halkımızın da canlandığına tanık olacaksınız. Toprağın bu halini görmenizi istedim. İlerde bakalım hepiniz ne diyeceksiniz?" 283
VEDATLAR istanbul'a gitmiş, Vedia ailesini, Vedat ablasını ve paşa eniştesini görmüştü. Paşa iyice çökmüş, ablası durup durup Nesrin'i soruyormuş. Vedat Nesrin'e sordu: "Sen de bizimle gelir misin?" Nesrin, babasına da, annesine de hâlâ kırgındı. Ama 'hayır* de mekten utandı. Sonunda o da gitti. Babası saltanatın bitirilmesini, halifeliğin kaldırılmasını affedemiyordu. Cumhuriyet ne yapsa be ğenmiyordu. Nesrin'e yüz vermedi. Annesi "O aptal Ankara'da, o kalpaklı, çizmeli adamların arasında ne yapacaksın, evine dön" diye 58 Üçüncü Bölüm
ısrar etti. Aptal Ankara ha! Hâlâ hiçbir şeyin farkında değillerdi. Bencilliklerine gömülmüş yaşıyorlardı. Bir daha baba evine gitmeyecekti. MİLLETLER CEMİYETİ çocuk hakları hakkında beş maddelik bir bildirge hazırlamış ve ülkelerin imzasına açmıştı. Bildirge Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi adını taşıyordu. Bi rinci maddesi şöyleydi: "Çocuk bedenen ve ruhen tabii bir surette büyümeye elverişli şartlar içinde bulundurulmalıdır!' Her maddesi çocuğu esirgeyen, koruyan bildirgeyi Gazi büyük bir şevkle karşıladı, ilk imzalayan Devlet Başkanları arasında yer aldı. I" "Gazi M. Kemal" imzalı bildirge bütün çocuk yuvalarında ve ilkokullarda duvarlara asıldı. 29
LOZAN ANTLAŞMASI gereğince Türkiye ile İngiltere arasın da Musul için görüşmeler İstanbul'da, Haliç kıyısındaki eski Bahriye Nazırlığı binasında başlayacaktı. Türkiye'yi Fethi Okyar, İngiltere'yi yakındoğu uzmanı olarak bilinen Sir Percy Cox temsil edecekti. Görüşmeler 19 Mayıs 1924 Pazartesi günü Nazırlığın süslü, görkemli toplantı salonunda başladı. İki temsilci yanlarında danışmanlar ve uz manlar, büyük masada yerlerini aldılar. Lozan Antlaşması'na göre görüşmeler 9 ay içinde bir sonucu ulaşmazsa konu Milletler Cemiyeti'ne aktarılacak, kesin kararı Milletler Cemiyeti ve recekti. Türkiye ile Irak sınırı, Türkler ile İngilizler Fethi Okyar arasındaki anlaşmazlık yüzünden belirleneme mişti. Geçici bir durum vardı. Konu Türkiye için vatanın bütünlüğü, İngiltere için petrol sorunuydu. Türkiye'de Musul'a, haksız işgal edilmiş talihsiz bir il olarak bakılıyordu. Anavatana bağlanması isteniyordu. Başka türlü düşünen tek kişi yoktu. İngiltere ise petrol yatağı Kerkük yüzünden Musul'u Türkiye'ye kesinlikle vermemek kararındaydı. Üçüncü Bölüm 59
Görüşmeler 2 1 , 2 4 Mayıs ve 5 Haziran günleri sürecek, Sir Percy Ccoc MusuPu vermeye yanaşmak bir yana, Lozan Antlaşması'na aykırı olarak Türkiye'den Hakkari'nin bir bölümünü isteyecek, bu nun üzerine konferans kesilecekti. İngiltere şimdi ne yapacaktı? BU SIRADA Gelibolu'da sonu büyük acıyla bitecek bir olay oldu: Fikriye evden kaçmıştı. Handan büyük bir kaygıyla annesine koştu: "Anneeeee! Fikriye yok. Gitmiş." Nimet Hanım ilk bulduğu yere çöktü. Heyecandan dizleri çözulmuştu. "Ne demek gitmiş?" "Gitmiş işte. Bir de not bırakmış. Diyor ki: 'Kısa zamanda dön mezsem eşyalarım Handan*a verilecek!" Nimet Hanım'ın gözleri doldu: "Ah." Bu küçük not Nimet Hanım'a bir vasiyet gibi gelmişti. Handan da oturdu. Bir yıldan fazla Gelibolu'da Fikriye ile birlikte yaşamış lardı. Fikriye'nin yüzü hep beyazdı. Gözleri dalıp dalıp giderdi. An kara günlerinden hiç söz etmezdi. Gazetelere bakmazdi|Sık sık ve uzun uzun Paşasına mektup yazar ve yollardı. "Ankara'ya gidecektir. 'Gideceğim' diyordu. Sonunda gitti."
30
FİKRİYE evde çalışan Emine adlı kadının nüfus kâğıdını alarak yola çıkmıştı. Kimlik denetimi yapılırsa bunu gösterecekti. Bu kez Ankara'ya ulaşmaya kararlıydı. Bütün eşyalarını bırakmış, kabzası sedef işlemeli bir tabancayı yanına almıştı. Vapıfrla İstanbul'a ulaştı. Kimlik denetimi y o k t u . Haydar paşa'dan rahatça trene bindi. 26 Mayıs 1 9 2 4 sabahı Ankara'ya indi. Yüzünü yarı örterek bir faytona bindi: "Çankaya Köşküne lütfen, Gazi Paşa'nm evine."
Köşkün kapısına kadar gelmeyi başardı. Evin kapısındaki gö revliden 'Yaveri çağırmasını' rica etti. Rüsuhi Bey geldi. "Adım Fikriye. Gazi Paşa'yı görmek i s t i y o r u m . Beni tanır. Lüt fen haber verir misiniz?" 60 Üçüncü Bölüm
Rüsuhi Bey bu adı duymuştu. Soruna yol açacak bir gelişti bu. Haber vermemek, geciktirmek olmazdı. Paşa ve eşi yemek odasında kahvaltı ediyorlardı. Çekinerek girdi. Bu sırada Paşa ile Latife Ha nım tartışıyorlardı. Akşam yemekte misafirlerden Şükrü Saraçoğlu şampanya is temiş, gecikince şampanya istediğini hatırlatmıştı. Bu ısrara sinir lenen Latife Hanım da bir saracın oğlu olduğunu öğrendiği Şükrü Bey'e, küçümseyerek, "Eskiden beri şampanya mı içerdiniz?" diye sormuştu. M. Kemal Paşa bu incitici soruyu duyunca, kıpkırmızı kesile rek Latife Hanım'ı sert bir şekilde uyarmış, Latife Hanım kalabalık sofrayı terk etmişti. Latife Hanım Rüsuhi Bey'i gördü ama tartışmayı kesmedi, ak şamki tavrını savunmayı sürdürdü: "Ne yapayım, şampanya diye ısrar edince sinirim bozuldu. Köylü herif, babasının evinde de mi şampanya içiyormuş?" "Latif, o bir saracın oğlu, ben bir küçük memurun, bir esna fın oğluyum, sen bir kasaba halıcısının torunusun. Biz halkız, sade insanlarız. Aramızda fark yok. Şükrü Bey halkın temsilcisi. Bizim misafirimiz. Benim arkadaşım. Nasıl böyle davranabilirsin?" Rüsuhi Bey bu özel konuşmaya tanık olmak istemediği için varlığını öksürerek belli etti. Paşa başını çevirdi: "Bir şey mi var Rüsuhi Bey?" "Evet efendim. Fikriye Hanım geldi." Latife Hanım atıldı: "Kim, kim?" M. Kemal Paşa yumuşak, yatıştırıcı bir sesle, "Fikriye, yeğe nim." dedi, Rüsuhi Bey'e döndü, "..Muzaffer Fikriye Hanım'ı tanır, misafir odasına alsın." Bu kez Latife Hanım kıpkırmızı kesildi: 30a
"Hayır! Kabul edemezsin!" Rüsuhi Bey'e bağırdı: "Kov gitsin!" Paşa Latife Hanım'ı yatıştırmak istiyordu ama Latife Hanım zarif kişiliğine hiç yakışmayan, arada bir geçirdiği sinir krizine gir mişti yine, fırladı, ayağını yere vura vura bağırdı: "Çabuk dediğimi yapın! Hemen! Geldiği yere dönsün!" Üçüncü Bölüm 61
Paşa da ayağa kalkmıştı: "Bak Latife..." Tartışmaya tanık olmamak için Rüsuhi Bey dışarı kaçtı. Mu zaffer Kılıca Fikriye Hanım'ı geri göndermesini söyledi.Muzaffer Bey kıvrandı: "Beni affedin. Fikriye Hanım yıllarca hepimize kardeşlik etti. Bir gün bile birimizi incitmedi. Bu görevi lütfen başkası yerine ge tirsin. Ben bu nankörlüğü yapamam." Ama Rüsuhi Bey'in emri kesindi. Muzzaffer Kılıç dışarı çık mak zorunda kaldı. Fikriye ye durumu kekeleyerek, en hafif, en az incitici sözcüklerle anlatmaya çabaladı. Verem hastalığı Fikriye'yi büsbütün duyarlı yapmıştı. Acıyla durumu anladı. Gözlerinin ya şarmasına engel olmaya gücü yetmedi. Soğukça vedalaştılar. Fayton uzaklaştıktan bir süre son ra bir silah sesi yansıdı. Sese koşanlar korkudan dili tutulmuş olan arabacıyı, .....ayı, intihar et miş olan Fikriye'yi ve tabancasını buldu lar. Boynundaki kehribar teşbih kopmuş, taneleri faytonun içine, içinden basama ğa, basamaktan yere dökülüyordu. Fikriye daha ölmemişti. Hızla has taneye kaldırıldı. Ama kurtarılamayacaktı. Şimdiki Ankara Radyosu'nun ve yanındaki binaların bulun duğu yerdeki mezarlığa, şehitlerin yanına gömüldü. Olay Fikriye'yi tanıyan, seven herkesi yüreğinden vurdu. En çok Gaziyi. 31
YURTDIŞINA gönderilecek gençler için tasarlanan sanat ve bilim sınavlarıyla ilgili hazırlıklar sona ermişti. Gazeteler aracılığı ile sınav ve şartları duyuruldu, okullara bil dirildi. Öğrenimleri bitene kadar bütün giderleri devlet karşılaya caktı. Sınavlar 1924 Ağustosunda yapılacak, sonuçlar Cumhuriyet Bayramında açıklanacaktı. 62 Üçüncü Bölüm
Birçok genç başvuruda bulundu ve sınava hazırlanmaya baş ladı. HAFIZ MEHMET BEY Kadıköy iskelesinde İzmit milletvekili, eski İttihatçı Şükrü Bey'e rastgeldi. Sarhoş Şükrü diye bilinirdi. Halk Partisi adayı olarak Meclis'e girmişti ama arkadan Halk Partisi'ne de Gazi Paşaya da verip veriştiriyordu. Bütün koyu İttihatçılar gibi bu da memleketi İttihatçılardan başkasının yönetebileceğini kabul etmezdi. Her şeyi en iyi onlar bi^p. lirdi. Eski İttihatçı olduğunu bildiği Hafız Mehmet B e y i sakin bir köşeye çekti. O da h ü k ü m e t i devirmek istiyordu. "Benimle birlikte olursun değil mi?" iktidar özlemiyle kavrulan ittihatçıların maceracı, komitacı ruhu canlanmış gözüküyordu. Hafız Mehmet Bey Ziya Hurşit'e evet dediğine pişman olmuş tu. Bunlarla yola çıkmak tehlikeliydi. Biri deli, biri alkolikti. Korktu. Yeğeni ile motorcu Mehmet'e haber yollayarak Ziya Hurşit'ten uzak durmalarını istedi. MEVHİBE HANIM, anneler ve Ömer Haziranda Ankara'ya eelmiş, lojmana yerleşmişlerdi. Hep Ankara'da kalacakları belli olduğu için İsmet Paşa Çankaya Köşkü'ne yakın bir yerde iki katlı, eski bir ev satın almıştı. Ev parça parça onarılıyordu. Paşanın aylığı toptan bir onarıma yetmediği için yeni eve taşınmaları altı ayı bulacaktı. Mevhibe Hanım eve yerleşir yerleşmez randevu alıp Latife Hanım'ı ziyarete gitti. İzmir'de de birlikte olmuşlardı. Latife Hanım'ı beğenmiş, M. Kemal Paşa'ya yakışan bir eş olarak görmüştü. Ziyaretten yine be ğenerek döndü. Durumu İsmet Paşa'ya anlattı. Paşa da çok sevindi. Kulağına bazı tatsız söylentiler çalınmıştı. Hepsinin dedikodu ol duğunu düşünerek rahatladı. Oysa tatsızlıklar gittikçe derinleşerek sürüyordu.
32
BAKIRKÖY'de Ö ğ r e t m e n l e r Birliği lokali daha açılmamıştı» Orhanlarda toplanmayı sürdü] üyorlardı. B a / t l a n n m eşleri de ge liyordu. Üçüncü Bölüm 63
Konuşulup tartışılacak konu, sorun, dert, sevinç o kadar çok tu ki. Eğitimden dayağın kaldırılması büyük bir gelişimdi. Falaka Ömer Seyfettin'in hikâyesinde kalmıştı. Çocuk döven öğretmen şiddetle cezalandırılıyordu. Çocuk eğitiminin bir bilim olduğu anf laşılmıştı. Bunlara seviniyorlardı. Son tartışma konusu Arapça kökenli alfabenin yerine Latin harflerine dayalı, daha sade, öğrenmesi daha kolay, Türk diline uy gun bir alfabenin kabulüydü. Bu düşünceyi ateşli ateşli destekle yenler de vardı, ateş püskürerek kabul etmeyenler de. Karşı çıkanlar özellikle, Arapça kökenli alfabeyle yazılı kitap ların, yani büyük bir kültür hazinesinin geçersiz kalacağını ileri sürüyorlardı. Tarih öğretmeni olan arkadaş bu kanıtı duyunca si nirlendi: "Duyan da sahiden büyük, zengin bir kitaplığımız, birçok okur yazarımız olduğunu sanır. İşe yarayacak kitapların sayısı belki bini bile geçmez, okuma-yazma bilenlerin sayısı ise yüzde onu bulmaz. Arap yazısını bilen azınlık, yeni alfabe kabul edilirse, bildiğini ânın da unutacak, eski eserleri okuyamayacak duruma mı düşecek? Yoo! Ömürleri boyunca eski kitapları okumaya devam ederler. Ortao kulda, lisede, üniversitede olanlar da eski yazıyı öğrendikleri için eski eserleri yine uzun yıllar okuyabilirler. Bu 50 yıl sürer. Bu arada isteyen de eski yazıyı öğrenir. Gelelim eski yazı kitaplara. Bu kitap ların içinde gerçekten yararlı, önemli olanlar da eski yazıyı bilme yen yeni kuşakların yararlanması için yeni yazıya çevirilip bastırılır, hiçbir kayıp olmaz. Karşı çıkanlar afyonkeşler gibi alışkanlıklarına esir olanlar." "Ve de halkın cehaletinden hiç rahatsız olmayanlar." "Kısacası yüzde on kadar okur-yazar, milletin çoğunluğu için fedakârlık yapacak, yeni yazıyı da öğrenecek. Milleti için fedakârlı ğı göze almayana ne yurttaş derim, ne de aydın!" Alfabe konusu zaman zaman gündeme geliyordu a m a bir geliş me olmuyordu. Ankara bu önemli konuya ilgisiz görünmekteydi. İlgisiz değildi. Gazi bu konuyu İsmet Paşa'ya açmış a m a İsmet Paşa'nın bu devrime hazır olmadığını görünce, konuyu ileriye bı rakmıştı. 33
64 Üçüncü Bölüm
BAZI cesur iş adamları yeni demiryolları yapımıyla ilgili iha lelere girmeye başlamışlardı. Bu olaya ilgi duyanlardan biri de Divrikli Nuri Bey (Demirağ) idi. Mütareke döneminde İstanbul Vergi dairesinde çalışırken, birkaç şımarık Rumun sataşmasına kızmış, "Memurunu koruyama yan bir hükümette memurluk edemem" diyerek istifa etmiş, küçü cük birikimi ile azınlıkların egemen olduğu sigara kâğıdı pazarına girmiş, ürettiği sigara kâğıtlarına "Türk Zaferi sigara kâğıdı" adını vermişti. Bu ad çok etkili olacak, rakiplerini ezecek, iyi para ka zanacaktı. Bu iş ile yetinmemiş, dışalım-satım işine de başlamıştı. Zafer kazanıldığı zaman yüz bin liraya yakın bir parası vardı. Bu nunla yararlı, kalıcı bir iş yapmak istiyordu. Gazi'nin demiryolları hakkındaki konuşmalarından çok etkilenmişti. Demiryollarıyla il gili ihaleler başlayınca, mühendislik yapan kardeşini işinden istifa ettirdi, bir şirket kurdu. Samsun-Sivas demiryolu bölüm bölüm ihale ediliyordu. İlk ola rak bir bölümünün ihalesini kazandı. En mutlu gününü yaşadı. Anadolu'da bulunan 4.000 km. demiryolunu yabancı şirket ler yapmış, Türklerden sadece kol işçisi olarak yararlanmışlardı. İlk kez Türk şirketleri, mühendis ve ustaları demiryolu yapımını üstleniyorlardı. 338
YÖNETİM birikmiş binlerce sorunun altında, durmaksızın ça lışıyor, çıkış yollan, çözümler arıyordu. Bazı alanlarda olumlu geliş meler görülüyordu. Bir küçük bataklık kurutulsa bayram ediliyordu. İvedi işler arasında başkente bir çekidüzen vermek de vardı. Devlet genişliyor, görevli sayısı artıyordu. Kiralık ev bulmak çok zordu. Birçok yabancı gelmeye başlamıştı. Ya yeni açılan uydurma otelciklerde kalıyorlardı, ya istasyonda kör hatta çekilmiş eski ya taklı vagonlarda. Meclis'in karşısına Ankara'ya yakışır bir otelin yapılması ka rarlaştırıldı. Çarşıda İstanbul mağazalarını hatırlatan giyim kuşam, ayakkabı ve ev eşyaları mağazalarının açılmaya başlaması büyük şe hirlerden gelenleri çok sevindirmişti. Valilik binasının karşısında büyük bir Başbakanlık binasının yapımına başlandı. Binanın arkasında kat kat, çok güzel bir bahçe düzenlenecekti. Üçüncü Bölüm 65 T
Bugünkü Ulus meydanı düzeltildi, istasyona inen yol genişle tildi. Yolun bir yanı bataklıktı (bugünkü Gençlik Parkı). Ankara'yı mahveden sivrisinekleri burası üretiyordu. Bataklık kurutulmuş, sivrisinek faciası sona erdirilmişti. Belediye dümdüz, çıplak alanı ne yapacağını düşünüyordu. Falih Rıfkı Bey bir belediye görevlisine "Park yapsanıza.." dedi, "..Şehrin girişi. Ne kadar güzel olur/' "Park mı? O ne?" Hiç park görmemiş birine park nasıl anlatılabilirdi? Falih Rıfkı Bey Belediye Başkanını ziyaret etti. Düşüncesini uzun uzun anlatıp Başkanı ikna etti. Çıplak alana Y. Müh. Bedri Ölçer'in planına uygun olarak ağaç fidanları dikilmeye başlandı. Bahçıvanlar ümitsizdi: "Belki tutar." Ulus meydanı ile Çankaya arasındaki toprak yol da genişletil mişti (bugünkü Bankalar Caddesi+Atatürk Bulvarı+Protokol yolu). Çankaya yakınında, yolun sağ yanında küçük bir iğde ağacı vardı. Yol genişletilirken bu ağaççık kesilmişti. Gazi çok üzüldü. Uzun zaman yakındı, acındı. Bazıları, bu kadar kanlı savaş görmüş koca bir Başko mutanın bir güdük ağaç için bu kadar üzülmesini garipsediler. Yolun iki yanının ağaçlandırılmasını emretti. Yaygın bir dü şünceye kapılarak "Bu toprakta ağaç yaşamaz" diyenleri azarlama dı, getirip köşkünün bahçesini gösterdi: Yemyeşildi. Yolun iki yanına çeşitli ağaçların fidanları dikildi. Belki birin den biri tutardı. Sulamak zahmetliydi. Belediye görevlileri fidanları söylene söylene suluyorlardı: "Bu kıraç toprak ağaç yaşatmaz. Ama ne edeceksin, emir bü yük yerden!" Bu uzun yolun bir yanına birkaç yeni tarz ev yapıldı. Birisi bu kesime, bu yeni evlerin hatırına Yenişehir dedi, adı öyle kaldı. Yenişehir çok çabuk dolacak gibi görünüyordu ama ev yap tırmak kolay değildi. Tuğla ve kireç uzaklardan, çimento, kiremit demir çubuk, su borusu, çivi, vida, yağlıboya, musluk, cam vb. yurt dışından getirtiliyordu. istanbul Valisi Ankara'ya alındı. Belediye Başkanlığını da bir likte yürütecekti. Kendisinden şehrin gelişimini kolaylaştıracak ön lemler alması ve elektrik işini hızlandırması istendi. "Başüstüne." Kolları sıvadı. 33b
66 Üçüncü Bölüm
CELAL BAYAR Gazi Paşa'mn çağrısı üzerine köşke gelmişti. Biraz bahçede do laşarak konuştular. Gazi Paşa Fikriye'nin ölümünden beri neşesizdi. Donuk bir sesle, "Her işin başı iktisat." dedi, *..Onun kalbi de sanayileşme. Bunun için sermaye ve de ney gerekli. Bu da henüz bizde yok. İkti sadi hayatımızı hareketlendirecek bir milli bankamız olmalı. Aramızda banka işinden anlayan bir sen varsın. Bende Hindistan'dan gelen para duruyor. Bu para ile Ankara'da bir banka kurabilir miyiz?" "Evet efendim." Öyleyse hızla bankayı kur, başına geç!" Eve girerken sordu: "Bu iş sana heyecan verir mi? Sever misin bu işi?" "Evet efendim." "Ama Bakanlıktan ayrılman gerekecek." "Ayrılırım." "Teşekkür ederim. Öyleyse oldu bu iş." Köylüyü desteklemesi için de Ziraat Bankası güçlendirilip yön lendirilecekti. Fikriye'nin ölümünden beri yüzü ilk kez güldü. 34
35
COLOMBIA ÜNİVERSİTESİ öğretim üyelerinden eğitimci Prof. John Dewey ve eşi 19 Temmuz 1924 akşamı Doğu Ekspresi ile İstanbul'a geldiler. Eğitim Bakanlığı Müsteşarı İstanbul'daydı. Onunla ve Üniver site Rektörü ile görüştü. İstanbul okullarını gezdi. Öğretmenlerle konuştu. Öğretmenlerin hazırladığı zengin programlı müsamereyi eşiyle birlikte izledi. 13 Ağustosta Ankara'da oldular. Ankara'da şimdi Gazi Lisesi'nin bulunduğu yerde orta halli ama temiz bir otel açılmıştı: Cumhuriyet Oteli* Yeni açılan küçük oteller içinde en iyisi buydu. Otel yönetimi Dewey ailesinin kalaca ğı odayı yeniden düzenleyip süsledi. Üçüncü Bölüm 67
m»
Bakanla, Öğretmenler Derneği yöneticileri ile görüştü. Yoğun ir programla, Türk eğitiminin durumunu, ihtiyaçları, imkânları öğrenip anlamaya çalışıyordu. KÜÇÜK şehirlerde de öğretmenler Birliği şubeleri, lokalleri açılmaya başlamıştı. İskambil, tavla, domino gibi her çeşit kahve oyunu yasaktı. Yalnız satranca izin vardı. Buralarda, hanım öğretmenlerin, özellikle genç öğretmenlerin lokale gelmeleri, erkeklerle birlikte oturup sohbet etmeleri, tartış malara katılmaları imkânsızdı. Ortaçağın kadın ve erkek temsilcileri insanı yiyip bitirirlerdi. Bir kadın kahramanın ilk adımı atması gerekiyordu. Ama nasıl? MÜTTEFİKLER Lozan Antlaşmasını onama işlemlerini ağır dan almışlardı. Ülkelerin onama işlemleri bitti, Antlaşma bir yıllık gecikmeyle Ağustosta yürürlüğe girdi. İki önemli konu vardı. İlki gümrük tarifeleri konusuydu. Gümrük tarifeleri Müttefik lerin diretmesi yüzünden 5 yıl için dondurulmuştu. Çünkü tarifele rin bu hali işlerine geliyordu. Tarife 5 yıl Türk iktisadi hayatı lehine değiştirilemeyecekti. Bu son zincirin de kırılması için 1929a kadar sabretmek gerekiyordu. İkinci konu artık normal siyasi ilişki dönemine geçilmesiydi. Savaş durumu sona ermişti. Yeni Türkiye ile elçi düzeyinde mi, yok sa büyükelçi düzeyinde mi ilişki kurulmalıydı? İngiltere bu konuyu düşünüyor, Fransa ile İtalya'yı da kendisiyle birlikte harekete zor luyordu. Bu üç büyük devlet, beş yıl içinde yoksul devletin, ya borç is temek için el açacağını, yani Osmanlı Devleti gibi her şeye boyun eğeceğini ya da çökmesini bekliyor, elçiliklerini inatla İstanbul'da tutuyorlardı. İlişki kurmak için de acele etmediler. Türkiye Cumhuriyeti'nin kendilerinden daha sabırlı ve inatçı olduğunu düşünemiyorlardı.
İNGİLTERE Musul sorununu, Haliç Konferansında bir an laşmaya yarılamadığını ileri sürerek 6 Ağustos günü Milletler Cemiyeti'ne taşıdı. Cemiyetin İngilizlerin etkisi altında olduğu bi68 Üçüncü Bölüm
lindiği için bu gelişme Türk hükümetinin canını sıkmıştı. Güneydo ğudan sıkıntıyı daha da artıran bir haber geldi. Hakkari'de ve güneyinde bulunan Nasturiler, şaşırtıcı bir rast lantıyla ertesi gün, 7 Ağustos günü ayaklanmışlardı. Han Gediği adlı yerde Hakkari Valisi ile yanındakilere saldır dılar, Valiyi esir aldılar, bir binbaşı ile 3 jandarma erini şehit ettiler, 5 jandarma erini yaraladılar. Yakında bulunan asker ve jandarma isyancılara karşı harekete geçti. Çatışma başladı. Çatışma sırasında Nasturilerin üzerinde İn giliz uçaklarının uçtuğu görüldü. Nasturilerin kime güvenerek bu delilikte bulundukları belli olmuştu. Dışişleri Bakanlığı uçakların sınırı geçmesini protesto etti. İngiltere, uçaklarının sınırı geçmediğini ileri sürerek protestoyu reddetti. Bu arada İngiliz elçiliği için Ankara'da verilecek arsanın memnuniyetle kabul edileceğini de bildirmeyi ihmal etmedi. Nasturileri yola getirme hareketi sürdürülecek, İngiliz uçakla rı Eylül ortasında, Nasturileri tepeleyen Türk askerlerine bombayla, makineli tüfeklerle saldıraya geçecek, savaş rüzgârları esecekti. 358
35b
22 AĞUSTOSTA Ankara'da Muallimler (öğretmenler) Kong resi toplanacaktı. Eğitim Bakanı Vasıf Bey M. Kemal Paşayı ziyaret ederek kongrenin gündemi hakkında bilgi sundu. Kongre sonunda Bakanlık öğretmenlere bir çay ziyafeti verecekti. Buna katılmasını diledi. Prof. John Devvey de eşiyle gelecekti. "Katılırım. Memnunlukla. İlk kongreye de katılmıştım. Tam da Kütahya Savaşı sırasında, rahmetli Nâzım Bey'in şehit olduğu, cep henin varıldığı gündü." Şimdi de İngilizlerle durum iyi değildi. Daldı. Bir zaman sonra, "Sana bir şey hatırlatmak istiyorum.'' dedi, "..okullarda müzik dersi var ama hâlâ müzik öğretmeni yok. Çocuk şarkıları yok. Bir çare bulsak da halk müziğini, türküleri, oyun havalarını da toplatsak. Bu işler için bütçede ödenek ayrıl mıştı.^ Müzik çok önemli bir sanat, bir ihtiyaç. Bu sanatı okulları mıza sokalım. Çocuklarımız birlikte eğlenmeyi, oynamayı, şarkıtürkü söylemeyi öğrensin, hayat coşkusunu tatsın, büyük eserleri tanısın" "Peki efendim."
* Uçüncu Bölüm 69
GAZI 25 Ağustos günü eşiyle birlikte, Bakanlığın öğretmenler onuruna verdiği çay ziyafetine katıldı. Coşkun alkışlarla, ayakta karşılandılar. Gazi'yi ilk kez görenler heyecan içindeydi. Kadın ve erkek öğretmenler karışık oturuyor lardı. Kaç-gÖç büyük şehirlerde, aydınlar arasında tarihe karışmak üzereydi. Hepsi özenli giyinmişti. Kadınların büyük çoğunluğu sıkmabaşlıydı. Birkaç başörtülü de vardı. John Dewey ve eşine Gazi Paşa ve eşinin yanında yer verilmişti. Eğitim Bakanının ve bir kadın öğretmenin konuşmasından sonra Gazi Paşa, ayağa kalkarak öğretmenler ve eğitim hakkındaki düşüncelerini açıkladı: "Hanımlar, beyler! Türkiye Muallimler Birliği'nin bütün memlekette teşkilatlan masını, Konya'yı olduğu gibi Van'ı ve Hakkari'yi de teşkilat dahili ne almasını ve her köyde üyelere sahip olmasını derin bir alâka ile bekleyeceğim. öğretmenler! Yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Cumhuriyet fikirce, ilimce, fence, bedence kuv vetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu vasıflarda ve bu kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. Milli ahlakımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Korkutmaya dayalı ahlak bir fazilet değildir. Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür' nesiller ister." Ayakta alkışlandı. Hayranlık, saygı, minnet azalmıyor, gittikçe artıyordu. John Dewey'le uzun süre sohbet etti. Dewey ve eşi 25 Ağustos 1924'te Ankara'dan ayrılarak yeniden İstanbul'a geldiler. 36
363
29 AĞUSTOS günü de Gazi Paşa, eşi, yaverler, Meclis Başkanı Fethi Bey, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Bakanlar, bazı millet vekilleri Ankara'dan Afyon'a hareket ettiler. Büyük zaferinin ikinci yıldönümü, Zafertepe'de büyük bir tö renle kutlanacak, zafer anıtının temeli atılacaktı. Tren 30 Ağustos sabahı Selkisaray istasyonunda durdu, izmir den ve Eskişehir'den beklenen trenler de geldi. Zaferde pay70 Üçüncü Bölüm
arı olan paşalarla birlikte bazı milletvekillerini ve birçok dernek temsilcilerini getirmişlerdi. Binlerce köylü dalga dalga geliyor, misafirleri çevresinde top lanıyorlardı. O günü yaşamış gaziler, Kemal'in askerleri, heyecan içinde, gözleri yaşararak, Paşa'ya el sallıyor, selam duruyor, gençle re Paşa'yı gösteriyorlardı: "İşte Gazi Paşamız!" Hep birlikte büyük bir coşku içinde iki yıl önce Başkomutan M. Kemal Paşa'nın savaşı yönettiği yere, 11. Tümen savaş idare ye rine, Zafer Tepeye geldiler. Anıt oraya dikilecekti. Üç uçak alçaktan uçarak zafer rüzgârı estirdi. Anıtın temeli atıldı. İzmirliler kucak kucak çiçek getirmiş lerdi. Çevreyi çiçeklerle süslediler. Önce Fevzi Paşa, sonra İstanbul Üniversitesi adına İsmail Hak kı Baltacıoğlu, basın adına Ağaoğlu Ahmet Bey, milletvekilleri adına Hamdullah Suphi Bey, idman Cemiyetleri İttifakı adına Ali Sami Yen, Barolar adına Muhittin Baha Pars, Öğretmenler Birliği adına Nüzhet Hanım, millet adına Meclis Bakanı Fethi Okyar konuştular. Son olarak Gazi Paşa kürsüye geldi. Beş gün geceli gündüzlü süren Başkumandan Meydan Muha rebesinin son gılhünü, 30 Ağustos mahşerini, düşman ordusunun sarılıp yok edilmesini çok etkili, çarpıcı, bilgece bir dille, kinsiz bir üslupla anlattı. Komutanlar, erkek ve kadın köylüler o müthiş günü bir daha yaşadılar. Gazi sonra şöyle dedi: "Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli burada atıldı. Ebedi ha yatı burada taçlandı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları, devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi kurucula rıdır. Burada esasını koyduğumuz şehit asker anıtı işte o ruhları, o ruhlarla birlikte gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil etmektedir... Artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor, ilim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor." Türk dilinin en güzel örneklerinden biri olan konuşmasını gençlere seslenerek bitirdi: •"Gençler! Cesaretimizi güçlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz, al makta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en değerli timsali olacaksınız. 36b
Üçüncü Bölüm 71
Ey yükselen yeni nesil! istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz yükseltecek ve devam ettireceksiniz." Alkışların, sevgi çığlıklarının sonu gelmiyordu. Gün kararırken, anılarla dolu, şehit ruhlarının uçuştuğu Zafer Tepe'den ayrıldılar. * 37
37
I EYLÜL 1924 günü, çağdaşlaşma hamlesinin önemli bir ku rumu Ankara'da varlık kazandı: Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Kaç şeye birden başlamak istiyorlardı ama para yoktu ki. Ayaklarını yorgan kadar uzatıyorlardı. Okula Cebeci'de Şakir Ağa hanını oluşturan üç eski -ikisi ker p i ç - bina ayrılmıştı. Müdürlüğe Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör Bey getirildi. Öğretmenler seçildi. Öğretim on iki erkek öğrenci ile 1 Kasımda başlayacaktı. Bu iki binası kerpiç kurumdan konservatuvar, tiyatro, opera, bale, senfoni orkestraları, sahne, müzik ve beste sanatçıları doğacaktı. On iki öğrenciyi az bulan bir milletvekiline Vasıf Çınar Bey güldü, "Altısını İstanbul'daki öksüz yurdundan getirttik.." dedi, "..Yoksa altı öğrenciyle açacaktık. Aileler müzik öğretmenliğini cid diye almadılar, çocuklarını vermediler." Yakında okula kız öğrencilerin de alınacağı, erkeklerle birlikte eğitim görecekleri, birlikte çalgı çalacakları hakkında bir söylenti dilden dile dolaşacak, gittikçe büyüyecek, gerici çevrelerde öfkeye yol açacaktı. Bu çevreler kadınların çarşaftan çıkmış olmalarına da çok kızmaktaydılar. Gazi Paşanın yüzü açık eşini yurt gezilerine, ziyafetlere götürmesine de dehşetli içerliyorlardı. En kızgın, kışkırtıcı yazılar Sebilürreşat dergisinde yayımlan maktaydı. 376
3 7 c
GAZİ ve eşi Selkisaray'dan trenle Afyon'a, oradan Karaköy'e geldiler, otomobille Bursa'ya geçtiler. Şehir bayraklarla süslenmiş, taklar kurulmuştu. Halk yine yol lara dökülmüştü. Sevgi gösterileri arasında Çekirge'deki köşke gel diler. II Eylüle kadar Bursa'da kaldılar. Gazi birçok yerleri gezip gör dü, görevlileri ve halkı dinledi. Aklının bir ucu da Ankara'daydı. Bir 72 Üçüncü Bölüm
Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz yükseltecek ve devam ettireceksiniz." Alkışların, sevgi çığlıklarının sonu gelmiyordu. Gün kararırken, anılarla dolu, şehit ruhlarının uçuştuğu Zafer Tepe'den ayrıldılar. 37
373
1 EYLÜL 1924 günü, çağdaşlaşma hamlesinin önemli bir ku rumu Ankara'da varlık kazandı: Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Kaç şeye birden başlamak istiyorlardı ama para yoktu ki. Ayaklarını yorgan kadar uzatıyorlardı* Okula Cebeci'de Şakir Ağa hanını oluşturan üç eski -ikisi ker piç- bina ayrılmıştı. Müdürlüğe Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör Bey getirildi. Öğretmenler seçildi. Öğretim on iki erkek öğrenci ile 1 Kasımda başlayacaktı. Bu iki binası kerpiç kurumdan konservatuvar, tiyatro, opera, bale, senfoni orkestraları, sahne, müzik ve beste sanatçıları doğacaktı. On iki öğrenciyi az bulan bir milletvekiline Vasıf Çınar Bey güldü, "Altısını İstanbul'daki öksüz yurdundan getirttik.." dedi, "..Yoksa altı öğrenciyle açacaktık. Aileler müzik öğretmenliğini cid diye almadılar, çocuklarını vermediler." Yakında okula kız öğrencilerin de alınacağı, erkeklerle birlikte eğitim görecekleri, birlikte çalgı çalacakları hakkında bir söylenti dilden dile dolaşacak, gittikçe büyüyecek, gerici çevrelerde öfkeye yol açacaktı. Bu çevreler kadınların çarşaftan çıkmış olmalarına da çok kızmaktaydılar. Gazi Paşa'nın yüzü açık eşini yurt gezilerine, ziyafetlere götürmesine de dehşetli içerliyorlardı. En kızgın, kışkırtıcı yazılar Sebilürreşat dergisinde yayımlan maktaydı. 37b
370
GAZİ ve eşi Selkisaray'dan trenle Afyon'a, oradan Karaköy'e geldiler, otomobille Bursa'ya geçtiler. Şehir bayraklarla süslenmiş, taklar kurulmuştu. Halk yine yol lara dökülmüştü. Sevgi gösterileri arasında Çekirge'deki köşke gel diler. 11 Eylüle kadar Bursa'da kaldılar. Gazi birçok yerleri gezip gör dü, görevlileri ve halkı dinledi. Aklının bir ucu da Ankara'daydı. Bir 72 Üçüncü Bölüm
medeni kanun hazırlamak için iki komisyon kurulmuş ama sonuç alınmamıştı. Adalet Bakanlığının yeni ve geniş bir kurul oluşturma sı gerekiyordu. 11 Eylül günü, kurulun kurulup çalışmaya başladığı bilgisi geldi. Rahatladı. Bugün Bursa'nın da kurtuluş günüydü. Gazi geçit törenine ne şeyle katıldı. Bursalıları öven, mutlu eden bir konuşma yaptı. Kur tuluş bayramı büyük coşkuyla kutlandı. Gazi Paşa ve yanındakiler ertesi gün Mudanya'da Hamidiye kruvazörüne binerek yola çıktılar. Trabzon'a gidilecekti. GAZİ'nin İstanbul Boğazı'ndan geçerek Karadeniz'e çıkacağı duyulmuştu. istanbullular iki kıyıyı, iskeleleri, rıhtımları, pencereleri, bal konları, denize inen sokakları doldurdu. Bir kaza olmasın diye san dalla, motorla Boğaz'a açılıp Hamidiye'ye eşlik etmek isteyenlere izin verilmemişti. Gazi on binlerce İstanbullunun sevgi gösterileri arasında Boğaz'dan geçti. İstanbul'a uğramadığı için Karagöz gazetesi ertesi gün sitemle şu iki dizeyi yayımladı: O yar-i bivefadan selam yok mu? Kemal-i lütfuna dair kelam yok mu? AYNI anda Sinop'tan gelen bir yolcu gemisi de Mudanya'ya gitmek üzere Boğaz'dan geçiyordu. Sinop Orman Müfettişi ismail Hakkı Bey'in kızı Afet Bursaya dönüyordu. Bursa'da Kız Öğretmen Okulu'nda okumaktaydı. Bu yıl son sınıftaydı. En çok istediği şey yurtdışına giderek eğitimini geliş tirmekti. Ama babasının aylığı ile bu iş nasıl olabilirdi ki? Gaziyi saygıyla selamladılar. Yazgı Gazi ile Afet'i bir yıl sonra İzmir'de karşılaştıracaktı. GAZİ Trabzon'a ilk kez geliyordu. Yolda Erzurum çevresinde deprem olduğu haberi gelmiş, yol culuk neşesini silip süpürmüştü. Trabzon iskelesinin karşısında demirleyen Hamidiye'yi yüzlerce kayık ve motor çevirdi. Selam topları gürlemeye başladı. Kıyı binlerÜçüncü Bölüm 73
ce Trabzonlu ile dolmuştu. Gazi Vali başkanlığındaki Trabzon kurulu tarafından karşılandı. İskeleye birlikte indiler (15 Eylül 1924). I Halk coşkuyla karşıladı. Pek çok kadın da gelmişti. Bazı ka dınlar kalabalığı, polisleri yararak Gazi'ye sarılıyor, sevinçten ağlı yorlardı. Kadınların sevgisinin Latife Hanimi tedirgin ettiği görül mekteydi. Akşam yemekte yine Latife Hanım tek hanım olarak yer aldı. Çok sıkıldı. Sıkılan beş-on kişi daha vardı. Cumhurbaşkanının bu lunduğu bir ziyafette çatal-bıçak kullanmanın gerekli olduğu, ka şıkla pilav yenemeyeceği, tabağın ekmekle sıyrılamayacağı, ağız şapırdatılmayacağı, peçetenin boğaza bağlanamayacağı gibi bilgiler, uygun biçimde yemeğe katılacaklara fısıldanmıştı. Çatal ve bıçak kullanmak biraz deney isteyen bir işti! Alışmamış olanlar tavsiyeye uyup evde alıştırma yaptılar. Bu sorun Gazi'nin uğrayıp da yemek yiyeceği her yerde yaşanıyor olmalıydı. Usulüyle yemek yemesini bilenler rahattı. Acemiler yermiş gibi yapıp durumu idare ettiler. Bir Belediye Meclisi üyesi tabağındaki eti kahramanca parçalamak isterken et parçası tabaktan uçtu, kar şısındaki Vali Yardımcısının göğsüne çarptı, kucağına düştü. Yar dımcı halden anlar bir adamdı. Belli etmeden et parçasını masanın altına kaydırdı. Aç kalanlar o gece ziyafetten sonra evde rahatça, elleriyle, ağızlarını şapırdata şapırdata yemek yiyip karınlarını do yuracaklardı. Gazi Trabzon'da iki gün kaldı. Konuştu, anlattı, aydınlattı. Ge rektikçe Başbakana bilgi veriyordu. Gezi boyunca böyle yapacaktı. Trabzon'dan sonra 17 Eylülde Rize'ye gelindi. Hamidiye bura da da iskelenin karşısında durdu. Deniz çok hırçındı. Yine de birçok kayık, motor kıyıdan açılıp Hamidiye'yi kucakladılar. Şehir bayrak larla süslenmiş, iskeleye çiçekli bir tak kurulmuştu. Çevre kasaba ve köyler Rize'ye akmıştı. Motorla karaya çıktılar. Toplar atılmaya başlandı. Kurbanlar kesiliyor, halk alkışlıyor, bağırıyor, tekbir getiriyordu. Gelen, bir ef saneydi. Vatanı kurtarmıştı. Şimdi milleti kurtarmaya çalışıyordu. Rizeli hanımlar da karşılamaya çıkmışlardı. Gece fener alayı düzenlendi. Rize o güne kadar böyle bir heyecan ve şenlik yaşamamıştı. Gazi ertesi günü şehri, kurumları gezdi. Şehirde yeni bir caddenin açılışı 74 Üçüncü Bölüm
yapılacaktı. Vali caddeye Gazi M. Kemal Paşa Caddesi adının veril mesini istiyordu, Gazi kabul etmedi, "Cumhuriyet olsun" dedi. Gazi ertesi günü o güne kadar kimseye nasip olmamış içten sevgi gösterileri arasında Rize'den ayrıldı. 19 Eylül günü 09.30'da Giresun'a geldiler. Bayraklarla süslenmiş yüzlerce kayık Hamidiye'yi karşıladı. Siyah başlıklı, beyaz gömlekli altı gencin yönettiği büyük kayık Gazi'yi ve Latife Hanım'ı iskeleye çıkaracaktı. Giresun günlerden beri hazırlık içindeydi. Şehir bayraklarla donatılmış, Gazi'nin dinlenmesi için ayrılan Mithat Paşa Oteli'ne kadar yollara halılar döşenmişti. Halk iskeleyi ve yolları doldurmuştu. Aralarında yıllarca Gazi'yi korumuş kimbilir kaç Giresunlu muhafız, Sakarya Savaşı'na Osman Ağa alayı ile katılmış kaç gazi vardı. Gazi 13.30 kadar Giresun'u gezdi, yöneticiler, halk ve gençlerle konuştu. Yemek Mithat Paşa Oteli'nde yendi. Yemekten sonra ote lin çevresinde bekleyen binlerce kişiyle birlikte iskeleye yürüdüler. Hamidiye 13.40'ta Ordu'ya gitmek üzere Giresun'dan ayrıldı. 38
39
ANKARA'da hava serinlemiş, futbol karşılaşmaları yeniden başlamıştı. Birkaç futbol takımı vardı. Cebeci'deki çayırlığa futbol sahası yapılmış, bir kenarına tahtalardan iki sıralı küçük bir tribün yerleştirilmişti. Karşılaşmaları en çekişmeli geçen takımlar Muhafız Gücü ile Sanatçılar Gücü'ydü. Sık sık karşılaşır, yandaşları arasında heye can rüzgârları estirirlerdi. Bugün yine bu iki takım karşılaşıyordu. Muhafız Gücü'nü nö betçi olmayan subaylar ve izinli arkadaşları, Sanatçılar Gücü'nü de Ankara'daki silah atölyelerinin usta, işçi ve çırakları destekliyordu. Bu takımda oynayan iki usta ile bir kalfanın anneleri, eşleri ve ço cukları da maçı izlemeye gelmişlerdi. Her maça gelirlerdi. En can dan desteği bu aileler veriyor, sahayı panayır yerine çeviriyordu. Anneler çarşaflı, eşler yeldirmeli, başörtülüydü. Başörtülerini çe nelerinin altından bağlamışlardı. Kiminin kâhkülü, kiminin perçe mi başörtüsünden dışarı taşmıştı. 39a
Hakem maçı başlattı. Üçüncü Bölüm 75
Oyunun kurallarını az çok öğrendiği anlaşılan çarşaflı bir anne nin heyecanı, bağırması, akıl vermeleri izleyenleri neşeye boğdu. Tribünde futbola çok meraklı olan Şükrü Saraçoğlu ile takım ların yöneticileri, bazı yüksek memurlar vardı. Ankara'ya yeni gel miş bir misafir, yanındaki kalpaklı beye döndü: "Bir yandakiler askerler. Onu anladım, ötekiler kim?" "Bunlar da cephe gerisi kahramanları. İmalat-ı harbiyeciler, askeri atölyelerin ustaları, işçileri. Bütün silahlarımızı bunlar işler halde tuttu. Büyük Taarruz'da toplarımız bunların sayesinde gürle di. Uçakları uçurdular. Kamyonları yürüttüler. Bu yaman ustalar ai- i lelerini bırakarak Anadolu'ya geçmişlerdi. Yeni kavuştular. Bazıları 1 her maça böyle birlikte geliyor." Sanatçılar Gücü'nden bir oyuncu gol atınca, çarşaflı bir anne, 1 eteklerini uçura uçura sahaya daldı, koştu, oyuncuya sarıldı, kucak ladı, öpücüğe boğdu. Oyun durdu. Anne sahadan çıkana kadar hakem de, oyuncular da, seyir ciler de sabırla beklediler. Hiçbir kural bir anneden daha önemli olamazdı. ORDULULAR sabahtan kıyıya toplanmışlardı. İkindi vakti gemi ufukta göründü (19 Eylül). Halk sevinç çılgını oldu. Kayıklar koca kruvazörü kuşattı. Geiiyi izleyen muhabir "Kesilen kurbanla rın sayısı bilinemeyecek kadar çok" diye yazacaktı. Toplar, silahlar atılıyordu. Belediyeden sonra hükümet konağına geldiler. Gazi bir odada Ordulu erkekler ve-yakın ilçelerden, köylerden gelen kurullarla ko nuşurken, Latife Hanım da yandaki odada Ordulu hanımlarla ko nuştu. Gazi birçok kurumu gezdi, bilgi aldı, tavsiyelerde bulundu, gençlerle uzun uzun görüştü. Hava kararmıştı. Bu güzel şehir büyük misafirini ve yanındakileri sevgiyle uğur ladı. Hamidiye Kaptanı Binbaşı Hüsametin Ünsel akşam Gazi onu runa bir ziyafet verdi. Yemekte bembeyaz elbiseleri ile görevi olma yan bütün subaylar bulundu. Gazi Milli Mücadele sırasında deniz cilerimizin, küçük donanmamızı oluşturan birkaç motor, birkaç geuncu Bolüm
micikle çok büyük görevler gördüğünü hatırlatarak denizcilerimizi övdü, güçlü bir donanmamız olması gerektiğini belirtti: "O zaman Cumhuriyet daha rahat ve güven içinde olacaktır." Ertesi gün Samsun'a geldiler. Gemi mürettebatı ile vedalaştılar. Kaptana, donanmayı iki denizaltı ile güçlendirmek için temaslar yapıldığını bildirdi. Deprem bölgesine gidebilmek için bundan son ra yolculuk karayoluyla sürdürülecekti. Samsun'da büyük heyecanla karşılandılar (20 Eylül). Halk Gazi nereye gitse birlikte gidiyor, yakından görmek için yolunu kesiyor, bulunduğu yerin çevresinden hiç ayrılmıyordu. Ertesi gün çok önemli bir tören vardı: Samsun-Çarşamba de miryolunun temeli atılacaktı. Yıllarca önce bir yabancı şirketin ilgi lendiği ama yürütemediği bir işti bu. Sonra Samsun-Sivas yolunun yapımı başlayacaktı. Temele ilk harcı büyük bir sevinçle Gazi Paşa koydu. Dedi ki: "Halk, köylüler bana her yerde iş programını şu iki kelime ile hatırlattılar: Yol, okul. Yoldan söz ederken 'yol köylünün kanadıdır' dediler." 40
Ertesi gün Samsun'da bulunan bütün kadın ve erkek öğretmen ler, Gazi'yi ve eşini çaya davet ettiler. öğrenciler türküler, marşlar söylediler. Konuşma yapan kadın ve erkek öğretmenlere Gazi uzun bir konuşma ile yanıt verdi. Türk tarihini özetledi, eğitimin, öğretmenlerin önemine değindi. Şu cümlesi çok ün kazanacaktı: "Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyetler için en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir?
41
r
FALİH RIFKI BEY Bolu milletvekiliydi. Seçim sırasında halkla temas için gitmiş, sonra sık sık uğrar olmuştu. Cumhuriyet gazete sinde Bolu hakkında bir yazı yazdı. Özetle diyordu ki: "Bolu'da halka soruyorum: Derdiniz nedir? Yanıtı tek: Yol! Gez diğimiz ilçelerde kamuoyu araştırması yapar gibi herkese sorduk: t Hepiniz kendi yollarınızı kendiniz yapmaya taraftar mısınız?' 'Evet!' dediler." " 1
Üçüncü Bölüm 77
Her yandan yükselen yol' istekleri üzerine Bayındırlık Bakan lığı yeni bir yol yükümlülüğü kanun tasarısı hazırlamak zorunluğunu duydu. GAZI ve birliktekiler, 24 Eylül günü Samsun'dan ayrılarak Havza'ya geldiler. Bu yol milli kurtuluşa giden, anılarla dolu, tarihi yoldu. Havza'da, Amasya'da, Tokat'ta durarak, geceleyerek, konuşa rak Sivas'a geldiler. Sivas kurulu Gaziyi Çamlıbel Tepesi'nde karşıladı (27 Eylül). Gazi ve eşi ile yanındakilere, Sivas Kongresi'nin yapıldığı lise binası ayrılmıştı. Gün etkinliklerle geçti. Gazi Ankara'dan aldığı bilgi üzerine TBMM'ni 18 Ekim günü olağanüstü toplantıya çağırdı. Konu Musul'du. Hakkari'de de Nasturiler isyan etmişti. Gece fener alayı yapıldı. Alay lise binası önünde durarak büyük sevgi gösterilerinde bulundu. Gazi ve Latife Hanım kapının önüne çıktılar. Gazi gençlere teşekkür etti, Sivaslıları övdü. Unutulmaz bir gün ve gece oldu. Sabah Sivas'tan ayrıldılar. Erzincan'da da Sivas'taki gibi taşkın bir sevinçle karşılandılar. Yine toplar, kurbanlar, on binler, sevinç çığlıkları, gece fener alayı.. Sabah Erzurum'a hareket ettiler. 30 Eylül 1924 günü Erzurumlular, Gazi'yi ve yanındakileri adıyaya Ilıca'da karşıladılar. Erzurum'a selam toplarının heybetli ses leri, alkışlar, tekbirler arasında girildi. Yollar halı döşeli, taklar ve bayraklarla süslüydü. Belediye yeni bir caddenin açılışını bugüne denk getirmişti. Belediye Başkanı caddeye Gazi Mustafa Kemal Paşa adını vermek istediklerini söyleyerek izin istedi. Gazi, "Hayır.." dedi, "..Ben fani yim. Ama Cumhuriyetimiz sonsuza kadar yaşayacaktır. Caddeye Cumhuriyet adının verilmesi daha uygun olur." 41b
41c
Burada da yeni caddeye Cumhuriyet adı verildi. Gazi'yi davet etmek, sorunlarını açıklamak için bütün yakın illerden kurullar akın etmekteydi. Gazi dinliyor, not alıyor, düşün celerini söylüyor, hepsinden eğitime ö n e m vermelerini istiyordu.
42
Akşam yemekte yaptığı konuşmada "Erzurum'u öteki vatan parça78 Üçüncü Bölüm
$}
lanna bağlayacak bir demiryolunun yapılmasını Cumhuriyet için hayati bir konu sayıyorum" dedi. Bu söz alkışlar ve yürekten teşekkürlerle karşılandı. 43
O ANDA Yahşıhan yolunda, 50. km.deki tüneli genişleten, Kı zılırmak demir köprüsünü kurmaya çalışan işçiler çadırlara çekil miş, yemek yiyip uyumuşlardı. Mühendisler ile ustalar, çadırlarda, gaz lambalarının soluk ışığı altında, yarı uykulu sohbet ediyor, ır makları, uçurumları aşarak, dağları delerek demiryolunu Kayseri'ye, Sivas'a, Erzurum'a ulaştırma hayalleri kuruyorlardı. Bu işleri, kendilerine kalsa, kazma kürekle, balyozla bile başa racaklarına güveniyorlardı. KONYALI Sadi Efendi, İstanbul Üniversitesi'nin Hukuk Fakül tesine öğrenci olarak yazılmıştı. İstanbul çok büyük, hukuk sıkıcı gelmişti. Okul duvarında bir ilan gördü: "Avrupa'ya öğrenci yollanacaktır." Şaşırdı. Ülke yıkık dökük, her yer virane, Lozan daha yeni im zalanmış. Bu durumda Avrupa'ya öğrenci yollamak Türkiye için büyük fedakârlıktı. Uzun süre düşündü. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Çok tutumlu yaşıyordu. Talihini denemeye karar verdi. Sınav şartlarını bir daha okudu. Fen derslerinden sınava girmeye karar verdi. Önünde zaman vardı. Geniş geniş çalışırdı. Verdiği kararı kutlamak için bir hovar dalık yaptı, Çınaraltı kahvesine gidip bir çay içti. GAZİ PAŞA ertesi gün Valiliğe gelerek deprem hakkında ay rıntılı bilgi aldı. Eşiyle birlikte onar bin lira yardımda bulundular. Deprem bölgesini gezerek durumu inceledi. Deprem zaten yoksul olan kerpiç köyleri yerle bir etmişti. Felakete uğrayanlarla konuştu, teselliye çalıştı. Gaziyi gören zavallılar çok heyecanlan mışlardı. Sarıldılar, devletin küçük yardımları ulaşmıştı, bunun için teşekkür ettiler, selam durdular. İçlerinde Çanakkale, Suriye gazi leri vardı. Sonradan Gazi dedi ki: "Ben onları teselli edeceğime, onlar beni teselli ettiler. Bu ne ince millet." Üçüncü Bölüm 79
Gece Başbakana deprem hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Erzurumlular sabah Gaziyi ve arkadaşlarını gözyaşlarıyla uğurladılar. 44
ANKARA'da yeni yapılan Meclis binası açılışa hazırlanıyordu. Mimar Vedat Tek Bey'in eseriydi. Cumhurbaşkanının TBMM'ni olağanüstü toplantıya çağırması çalışmaları hızlandırmıştı. Yeni Meclis bodrum katı üzerine iki kattan oluşuyordu. Orta da yüksek tavanlı büyük toplantı salonu vardı. Görkemli salonun üç yanını localar ve dinleyici balkonu çeviriyordu. Türk motifleriyle süslü tavan göz kamaştırıyordu. Güzel döşenmiş büyük, küçük oda lar, koridorlar, dinlenme yerleri büyük salonun üç yanına yerleşti rilmişti. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan için büyük ve güzel odalar. Cumhurbaşkanı için bir tören salonu düzenlenmişti. Son cilalar vuruluyor, son eksikler tamamlanıyordu. Binanın içi dışından daha zengin ve göz alıcıydı. Türk sanatının özelliğiydi bu. ERZURUM'dan sonraki durak Sarıkamış idi (4 Ekim). Sarıka mış ve Kars yeniden anavatana katılalı birkaç yıl olmuştu. Halk çok duyarlı ve coşkundu. Akşam Ordu Komutanı ve eşi bir yemek verdiler. Yemekte Er zurum Valisi, Sarıkamış'taki tümen komutanları ve yöneticiler var dı. Sarıkamış'ın, Kars'ın ve çevrenin ihtiyaçları, Musul anlaşmazlı ğı, Nasturi isyanı konuşulmaktaydı. Talihsiz bir olay oldu. Latife Hanım ortama uymayan, yakışma yan bazı hırçın sözler etti. Gazi utandı, ertesi sabah yola çıkacakla rını ileri sürerek sofradan erken kalktı, davetlilere veda etti. Latife Hanım'la birlikte yemek odasının yanındaki özel daireye geçti. Bundan sonrasını görgü tanığı Kılıç Ali şöyle anlatacaktı: "Salih Bozok, Rize milletvekili Rauf, Başyaver Rüsuhi, Yaver Muzaffer ve ben yemek salonunda kalmıştık. Gazi'nin özel dairesin de kıyamet koptuğunu işitiyorduk. Aralarında geçen ve kulağımıza kadar gelen konuşmalardan, Gazi-Latife Hanım ilişkisinin artık düzelmesine imkân olmadığını anlıyorduk." Gazi ve Latife Hanım odalarını ayırdılar. 6 Ekim sabahı trenle Kars'a hareket edildi. Yol boyunca halk bayraklarla süslü istasyonlarda Gaziye sevgi gösterileri yaptı. Kars 45
46
80 Üçüncü Bölüm
Rus işgalinden ve Ermeni tehlikesinden kurtulalı, devletine geri dö neli birkaç yıl olmuştu. Kars'ta istasyondan Gazi'nin dinleneceği Türk Ocağı binasına kadar yola halılar serilmişti. Halk Gazi'yi büyük gösterilerle karşı ladı. Adım başı kurbanlar kesiliyordu. Gazi biraz dinlendikten son ra Valiliğe geldi. Yöneticilerle görüştü. Dört yıl içinde Kars'a çoğu geçici olmak üzere 19 Valinin geldiğini ve gittiğini öğrenince çok kızdı. Anavatana yeni katılmış yerlere en iyi ve kalıcı yöneticileri göndermek gerekmez miydi? Yönetim kademelerinde bulunan ye tersiz görevliler yol boyunca dikkati çekmişti. Bunlardan biri için Gazi, "Olmaması olmasından daha iyidir" demişti. İşbilir, çağdaş kafalı, çalışkan, dürüst, yapıcı yönetici bulmak ciddi bir sorundu. Çevre illerden ve ilçelerden gelen kurulları kabul etti. Yol ve m okul istiyorlardı. Belediyeyi ziyaret etti. İhtiyaçları saptadı. Deprem M Kars çevresinde de etkili olmuştu. Komutanlığı ve okulları ziyaret 11 etti. Başbakanlığa raporunu yazıp yolladı. • Öğretmenlerin verdiği çaya, akşam da müsamereye katıldı. Müsamerenin başında Öğrenciler, ilerde her yana yayılacak olan çok güzel bir türküyü, zarif jestlerle oynayarak söylediler: Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa... I Gazi birkaç kez ayağa kalkarak gençleri selamladı. Salon alkış tan yıkılıyordu. I Saat 21.00'de istasyona gelindi. Yol, istasyon mutlu, taşkın in sanlarla doluydu. Adını, efsanelerini, destanlarını duydukları büyuk Turk u görmüşlerdi. 8 Ekimde Erzurum'a geri dönüldü. Gazi ve Latife Hanım Sarıkamış'tan beri konuşmuyorlardı. Sabah Erzurum'da Latife Hanım'ın hiç beklemediği bir şey oldu. Gazi Salih Bozok'la birlikte Latife Hanım'ı Ankara'ya yolladı. İsmet Paşa'ya yazdığı bir mektupla Latife Hanım'dan ayrılmaya karar ver diğini bildirdi. Mektubu Salih Bozok'a verdi. Latife Hanım yaptıklarından çoktan pişman olmuştu ama iş iş ten geçmişti. Erzincan'a kadar ağladı. Orada Gaziye verilmek üze re bir mektup bırakıp yola devam etti. Mektupta, "Ben bütün kötü
huylarımı Erzurum'a, felaket bölgesine gömdüm, artık beni affet, o mutlu yuvamıza, Çankaya'ya yine neşeyle dönelim* diyordu. Üçüncü Bölüm 81
Latife Hanım'ın evlendikten sonraki şaşırtıcı davranışları Gazi'yi çok üzmüştü. Küçük düşmemek için hayatı boyunca daima dikkatli davranmış olan insan, eşi yüzünden kaç kez utanılacak du rumlarda kalmıştı. Birçok olayları karısının hamlığına, toyluğuna, hayat acemiliğine vererek hoşgörmeye çalışmıştı ama artık hoşgö rüsü tükenmişti. Latife Hanım'ın ölçüsüz üslubu ve görgü dışı hare ketleri, Cumhurbaşkanlığı makamına da zarar veriyordu. Ayrılmaya kararlıydı. Dönerken Erzincan'da Latife Hanımm bıraktığı ağlamaklı mektubu buldu. Okudu. Üzüldü. Bir daha okudu. Affetme duygusu kararından baskın çıktı. Son bir şans vermenin doğru olacağını dü şündü. "Bizi Kayseri'de beklesinler" dedi. Kayseri yolunda buluştular, Kayseri, Yozgat ve Kırşehir'de ka larak, Ankara'ya birlikte döndüler. Büyük törenle karşılandılar. 47
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI çeviriyi Mehmet Akif Bey'in, yorumu Elmalılı Muhammet Hamdi Efendi'nin yapmasının uygun olacağına karar vermişti. Hadis çevirisini Naim Bey yapmalıydı. Başkan Yardımcısı Aksekili Hamdi Efendi bu konuyu görüş mek için İstanbul'a geldi. Muhammet Hamdi Efendi ve Naim Bey ile kolay anlaştı. Fakat Mehmet Akif Bey'i ikna edemedi. Mehmet Akif Bey çok heyecanlandı: "Hayır, hayır, bu çok büyük iş! Ben bunu başaramam. Benden daha iyi yapacak kimseler var. Onlarla konuşunuz." Ahmet Hamdi Efendi Mehmet Akif Bey'in sevdiği birçok kim seyi araya koydu ama sonuç alamadı. Mehmet Akif Bey kabul et miyordu. Şairi Muhammet Hamdi Efendi'nin evine davet ettiler. Geldi. Konu açıldı. Akif yine af diledi. Sonunda Muhammet Hamdi Efendi dedi ki: "Siz kabul etmezseniz ben de yorum yazmayı kabul etmem." Mehmet Akif Bey daldı. Eski dostu Mısırlı Abbas Halim Paşa'dan bir mektup almıştı. Mısır'a davet ediyordu. Kuran çevirisi için yalnız Arapça ve Türkçe bilmek yetmezdi ki. Dinler ve Arap tarihini de çok iyi bilmek gerekiyordu. Eksik bilgilerini Mısır'da ta mamlayabileceğini, geçim derdi olmayacağını, kendini aklı ve yü reğiyle Kuran'a vereceğini düşündü. Bu büyük işi yapabileceği hak* kında bir cesaret geldi: 82 Üçüncü Bölüm
"Peki, ben de kabul ediyorum." Sözleşme yapıldı. Çeviri için M. Akif Bey'e bin lira avans ödendi. M. Akif Bey Abbas Halim Paşa'nın çağrısına uyarak Mısır'a gi decek, Kuran'ı büyük bir dikkatle Türkçeye çevirmeye başlayacak, zorunluk olmadıkça şehre bile inmeyecekti. * 47
MECLÎS 18 Ekim 1924 günü yeni binada toplandı. Başkanlık divanı ve görevliler, birkaç gün önce yeni bina ya taşınıp yerleşmişlerdi. Localar ve balkon, yüksek yöneticiler, Ankara'daki elçiler, basın mensupları ve dinleyiciler ile doluydu. Salon göz kamaştırıyordu. Her yan elektrikle ışıl ısıldı. Başkanlık ve konuşma kürsüleri yüksek ve gösterişliydi. Bu dü zen Meclis'e heybetli bir hava vermekteydi. Milletvekilleri yerlerini alıyorlardı. Rauf Bey, Refet Paşa, İsmail Canpolat ve Dr. Adnan Adıvar birarada, gösterişli bir tavırla salona girdiler ve arkada bir yere oturdular. Birkaç milletvekili de kendile rine katıldı. Muhalefet grubu yavaş yavaş varlığını gösteriyordu. Başkan Başbakanı kürsüye davet etti: "Buyrun sayın Başbakan!" İsmet Paşa kürsüye geldi. Haliç Konferansını özetledikten son ra, Milletler CemiyetTnde 20, 25 ve 30 Eylülde yapılan görüşmeleri açıkladı. İngiltere konuyu küçülterek, Türk-Irak sınırının saptan ması olarak göstermeye çalışmış, Türkiye ise konunun Musul'un bütünüyle Türkiye'ye geri verilmesi davası olduğunu açıklamıştı. İsmet Paşa sınır olayları dolayısıyla İngiltere ile alınıp verilen notaları okudu. Notalar gergin aşamalardan geçildiğini, sınır çatış maları çıktığını, savaş havası yaşandığını göstermekteydi. Hükümet bu kritik gelişimler konusunda Meclis'i bilgilendirmeyi gerekli gör müştü. İsmet Paşa uzun konuşmasını şöyle bitirdi: "Sorunun soğukkanlılıkla ve barış yoluyla çözüleceğini ümit ediyorum.'' 48
HAKKARI'deki bazı aşiretler de, ingilizlerin telkini ya da pa rası ile Nasturileri desteklemişti. Güneydoğunun derebeyliğe dayalı yapısı, ciddi bir sorundu. Osmanlı yönetiminin idare-yi maslahatçılığı, zaman zaman da aczi Üçüncü Bölüm 82
nedeniyle bu bölgede devlet otoritesi yetersiz kalmış, bazı yerlere hiç girmemişti. Bu yetersizliğin, hiçliğin etkisi birçok kesimde sü rüyordu. Eski Vali M. Müfit Bey çevresindeki milletvekillerine Osmanlı dönemine ait bir gözlemini anlattı. Selman Ağa hem bir aşiretin beyidir, hem de yönetimin yanında yer alması için nahiye müdürü olarak atanmıştır. Bir gün 500 atlısı ile hükümet konağının önüne gelir. Beraberinde Savcı da vardır. Birlikte Valinin odasına girerler, Selman Ağa adamlarından birini öldürmüş, Savcı da Selman Ağa'yı tutuklamak istemiştir. Selman Ağa Nahiye Müdürlüğüne atanma yazısını göstererek der ki: "Benim elimde fermanım var. Bu demektir ki ben adam öldü rebilirim. Bu adama ne oluyor ki beni tutuklamaya geliyor? Kim ki bu? ölen adam benim adamımdır. Buna ne oluyor? Ben adamımı öldürebilirim." M. Müfit Bey dedi ki: "Bu tipik bir anlayıştır. Beyliğin, ağalığın egemen olduğu yerde devlet olmaz, böyle küçük küçük devletçikler olur. Her bey, ağa, şeyh kendini devlet sanır. Devletin bir tane ve kanunların herkes için geçerli olduğunu halka, beylere, ağalara, reislere, şeyhlere, seyidlere, mütegallibeye anlatmamız gerek. Yoksa bu durum çok başımızı ağrıtır. Bu çağdışı düzeni sona erdirmemiz gerek. Bunun için yollar, okullar, hastaneler, evler, hamamlar, parklar, çarşılar, ka rakollar yapmalı, mahkemeler kurmalıyız. Halk uyanmazsa, uygar lığa kazandırılmazsa, kendi çıkarından dolayı devlete baş kaldıran ağasını, beyini, şeyhini kahraman sanır. O bölgenin özelliklerini, sorunlarını en iyi Ziya Gökalp Bey bilirdi." 488
48b
İçini çekerek, "Allah şifa versin" dedi. ZİYA GÖKALP BEY hastalanmış, İstanbul'da hastaneye kal dırılmıştı. Gazi Paşa Ankara'ya gelince bu acı haberi öğrenmiş ve çok üzülmüştü. İlgililerden Ziya Gökalp'eher türlü özenin gösterilme sini istedi. Yurtdışına gönderilmesi gerekiyorsa her şeyi üstlenece ğini bildirdi. 84 Üçüncü Bölüm
Ziya Gökalp ne üniversitede okumuş, ne Batıda öğrenim gör müştü, özel olarak kendini yetiştirmişti. Türk düşünce ve bilim ha yatında çok etkili olmuş, benzersiz biriydi. Tıp çaresiz kaldı. Ziya Gökalp 25 Ekim 1924 günü hayata göz lerini yumdu. Törenle İstanbul'da toprağa verildi. Bütün okullar ta til edilmiş, öğretmenler ve öğrenciler törene katılmışlardı. 49
AKTÖR Şadi Fikret'in Milli Tiyatrosu Ekim ayı ortasında Ankara'ya turneye geldi. Tekdüze, karanlık gecelerden bunalanlar için bir can kurtaran oldu. Türk Ocağı binasının sahnesi altı tem sil için ücretsiz olarak kendisine ayrılmıştı. Çok ilgi gördü. Oyunla rı doldu. Bir tiyatro oyununu ilk kez görenler yanlış yapmamak için göz ucuyla yandakilere bakarak izlediler. Perde kapanınca onlar da alkışladılar. Ceplerine çekirdek doldurarak gelenler yasak olduğunu anlayınca suratlarını astılar. Oyunlardan birine Gazi ile eşi de geldi. ilgi sürünce Şadi Fikret Bey ve grubu Ankara'da üç hafta daha kaldılar. Yeni oyunlar hazırladılar. Tiyatroseverler oyundan sonra evlerde toplanıp oyunu, oynanışı konuşuyorlardı. Şehirde oturup konuşacak bir yer yoktu ki daha. İstanbullular böyle anlarda yana yana Tokatlayan, Maksim, Pera Palas, Beyoğlu pastanelerini, Rejans lokantasını arıyorlardı. Yetkililer devlet tiyatrosu kurması için Şadi Fikret Bey'e öneri de bulundular. Her türlü desteği görecekti. Bunun için bir de Tiyat ro Himaye Derneği kurmuşlardı. Ama Şadi Fikret Bey bu görevi üstlenip sürdürmeyi göze ala mayacak, önemini kavrayamayacak, devlet tiyatrosu kurulması gi rişimi böylece yıllar sonraya kalacaktı. * 49
26 EKİM 1 9 2 4 günü Kâzım Karabekir Paşa, Meclis'e dönmek istediğini belirterek, merkezi istanbul da bulunan 1. Ordu Komu tanlığından istifa etti. Bir yıl önce Doğu Cephesi Komutanlığından ayrılarak Meclis'e gelmiş, sonra yeniden askerliğe dönmek istediği ni bildirmiş, 1. Ordu Komutanlığına atanmıştı. Şimdi yeniden siyaseti seçiyordu.
Bu zikzak Gazi'nin, İsmet ve Fevzi Paşaların dikkatini çekti. Cumhuriyetin birinci yıldönümü kutlanacaktı. Onun heyecanı ve sevinci içinde bu olayın fazla üzerinde durulmadı Üçüncü Bölüm 85
CUMHURİYETİN birinci yıldönümü her şehirde, ilçede, na hiyede, okulda büyük törenlerle kutlandı. Evler, dükkânlar, camiler bayraklarla donandı. İstanbul'da törenler özellikle görkemli oldu. Bütün daireler ta til edildi: Her yer ve her şey süslendi. Tören geçişine halk da katıldı. Üniversite de sessizliğini bozarak saat 17.00'de zengin bir program la Cumhuriyet Bayramını kutladı. Üniversite bahçesi ve Beyazıt meydanını elli bini aşkın İstanbullu doldurdu. Gece fener alayları düzenlendi. Halkın duygularını yansıtan mahyalar yakıldı: Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Türkiye! Dini ve milli duygular birbirlerini güçlendiriyorlardı. Milliliği reddeden ümmetçi anlayış yerini, milletinin zaferleriyle, başarıla rıyla övünen, sevinen, yurtseverliği yücelten, daha derin, daha gü zel bir din anlayışına bırakmıştı. Bu anlayış hızla yayılıyordu. İstanbul'un başkentliği kaybetmiş olmasını hâlâ içlerine sindirmeyenler bu halk bayramını burukça izlediler. Kimisi hiç izlemek istemedi. Ama halkın coşkun uğultusundan, bando mızıka seslerin den, öğrencilerin sevinç çığlıklarından kaçmaya imkân yoktu. Meclis'e pek çok kutlama telgrafı yağdı. Avrupa sınavı sonuçları da açıklanmıştı. Kazananlar kanatsız uçuyorlardı. Sınav kurulu işi sıkı tutmuş, ancak 22 kişiyi başarı lı bulmuştu. Bunların bir bölümünü sanat, bir bölümünü de bilim öğrencileri oluşturuyordu. Yirmisinin Fransa ve Belçika'ya, ikisinin Almanya'ya gönderilmesi uygun görülmüştü. Ne zaman, nereden yola çıkacakları adreslerine bildirilecekti. 49b
490
Hükümet belediyelere ve kurumlara da yurtdışına Eğitim Ba kanlığı yoluyla öğrenci gönderebileceğini bildirmişti. Mümkün ol duğu kadar çok gencin çağdaş bilimi ve sanatı yaşayarak kavrama ları isteniyordu. CUMHURİYET bayramının ertesi günü bu kez 2. Ordu Komu tanı Ali Fuat Paşa istifa etti. Daha kısa bir süre önce orduda görev almak istediğini söylemiş, ordu komutanlığına atanmıştı. Şimdi o da siyasete dönmek, Meclis'te milletvekili olarak çalışmak istiyordu. Bu elbette bir raslantı değildi, kararlaştırılmış bir hareketti. Her büyük asker gibi en uzak, en olumsuz olasılıkları bile dikkate 86 Üçüncü Bölüm
Karabekir Paşa
Refet Paşa
AK Fuat Paşa
alan Gazi bu durumu kuşkuyla karşıladı. Orduyu kullanmak iste diklerini düşündü. Milli Mücadele şartları içinde bazı komutanların, askerliklerini koruyarak milletvekili de olmaları gerekli görülmüştü. Bu durumu sona erdirmek zamanı gelmişti. Hiç vakit yitirmedi, hemen o gece harekete geçerek hem asker hem milletvekili olan birkaç komutan dan ya askerliği, ya milletvekilliğini seçmelerini istedi. Fevzi Paşa ve beş Milli Mücadele komutanı, hiç duraksamadan askerliği seçerek, milletvekilliğinden istifa ettiler. 3. Ordu Komutanı Cevat Çobanlı Paşa ile 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa ise Meclise gelmek istediler. Cevat Paşa Doğu cephesi, Cafer Tayyar Paşa, İngilizlerle savaşması olası 7. Kolordu nun komutanıydı. Durum duyarlığını korurken bu iki komutanın görevlerini bırakarak siyaseti seçmeleri iyi karşılanmadı. Orduda milletvekili-komutan kalmamıştı. Gazi hızlı hareket ederek bir komployu önlediği kanısınday dı. Bu paşalar için istedikleri zaman Meclis'den ayrılıp orduya gitmek, istedikleri zaman ordudan ayrılıp Meclis'e gelmek, orduyla oynamak dönemi kapanmıştı. Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ordu komutanlığını bıra kıp niye Meclis'e dönmüşlerdi? Birkaç gün içinde anlaşılacaktı. 50
51
52
53
İ
YENİ ANAYASA Meclis'in açılış gününü 1 Kasım olarak belir lemişti. Dönem Cumhurbaşkanının konuşmasıyla başlayacaktı. Salon, localar ve dinleyici balkonu dolmuştu^ Başkanın sol yanındaki ilk loca, Cumhurbaşkanı locasıydı, Cumhurbaşkanı ko nuşacağı için boştu. Yanındaki locada Genelkurmay Başkanı, onun Üçüncü Bölüm 87
yanında da tören giysileri ile diplomatlar vardı. Tam karşısındaki loca basın mensuplarına ayrılmıştı. Bu locaların arasında dinleyici ler balkonu bulunuyordu. Tek boş yer yoktu. Meclis'e ilk kez gelenler tavanı, avizeleri, duvarları, salonun görkemini hayranlıkla seyrediyorlardı. Ziller dışardakileri uyarı yor, oturumun başlamasına az zaman kaldığını bildiriyordu. Tuta nak kâtipleri yerlerini aldılar. Bakanlar Bakanlar Kuruluna ayrılmış olan koltuklara geçtiler. Başbakan da geldi. Derin bir sessizlik için de Cumhurbaşkanını beklediler. Cumhurbaşkanı, kapıda göründü. Kendisine, Meclis Başkanı Fethi Bey Milletler Cemiyeti'nde olduğu için Birinci Başkan Vekili eşlik ediyordu. Herkes Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını aya ğa kalkarak saygıyla karşıladı. Devleti ve milleti temsil ediyordu. Cumhurbaşkanı yavaş yavaş başkanlık kürsüsüne çıktı. Millet vekillerini başını hafifçe eğerek selamladı. Ayakta açış konuşmasına başladı. Halk idaresinin önündeki engellerin Meclis'in kabul ettiği ka nunlar sayesinde temizlendiğini söyledi, Cumhuriyetin ilk yılının birçok alanda verimli geçtiğini belirtti, demiryollarının büyük öne mine değindi, göçmenlerle ilgili bazı sorunlar olduğunu vurguladı, devletin barışa dayalı dış siyaseti hakkında bilgi vererek konuşma sını şöyle bitirdi: I "Yeni faaliyet yılının da, yenilik ve ilerleme yolunda feyizli eserlerle dolu olmasını dilerim." | Milletvekilleri ayağa kalktılar. Cumhurbaşkanını alkışlarla se lamladılar.
^
54
MUĞLA milletvekili Esat Efendi'nin göçmen sorunlarıyla ilgili soru önergesi, bir hafta önce gündeme alınmış, herkesin konuşabilmesi için gensoruya dönüştürülmüştü. 5 Kasım 1924 günü Başbakan İsmet Paşa söz aldı, gensorunun ilgili bakanlıkla sınırlı olmamasını, hükümetin bütün işlerinin gö rüşülmesini kabul ettiğini açıklayarak muhalefete fırsat tanıdı* 55
Bazı milletvekilleri konuşup hükümeti eleştirdiler. Bakanlaı eleştirilere yanıt verdiler. Görüşmeler üç gün sürecekti» 56
88 Üçüncü Bölüm
İkinci gün beklenmeyen bir şey oldu, Rauf Bey söz aldı. Ço ğunluğun Rauf Bey e karşı olduğu itiraz ve söz atmalardan belli oluyordu. Dersim milletvekili Feridun Fikri Bey'in uzun, dağınık konuşması sert tartışmalara yol açtı. Yunus Nadi Bey çoğunluğun onayladığı bir konuşma yaptı. Sorunun göçmenler konusu değil, Rauf Bey ve arkadaşlarının rejim konusundaki müphem konuşma ları, tuhaf tavırları olduğunu söyledi, "Burada, milletin önünde, bu konuyu açıkça tartışmalıyız" dedi. Rauf Bey ve arkadaşları bu konuda sessiz kaldılar. Haklarında ki soru işareti daha da büyüdü. Refet Paşa'nın İstanbul'da verdiği bir demeç tartışma nedeni olmuştu. Yalnız o kürsüye gelerek de mecini savundu: "Arkadaşlarımın, M. Kemal Paşa ile birlikte işbaşına gelmeleri için çalışmak istediğimi söylemiştim. Ne var bunda?" Demeç yeniden tepki topladı: "Çin'deki gibi generaller cumhuriyeti kurmak mı istediniz?" Refet Paşa şiddetle reddetti: "Hayır efendim! Her şeyin üstünde bir arkadaşlık vardır." "Hayır, her şeyin üstünde vatan vardır." "Vatanı karıştırmayın!" Mahmut Esat Bey kısa, etkili bir konuşma yaptı. "Milleti ge liştirmek, ileri götürmek zorundayız. Asıl bunu konuşacağımıza, ayrıntılarla uğraşıyoruz" dedi. İsmet Paşa hasta olduğu için Meclis'e gelememiş, yatıyordu. Onun adına Milli Savunma Bakanı Kâzım Özalp Paşa konuştu, dış siyasetle ilgili bir soruya yanıt verdi. Görüşmenin yeterliği kabul edildi. Güven oylamasına geçildi. 168 milletvekili güven oyu verdi, 19 oy olumsuz çıktı, bir oy da çekimser. Hükümet üç gün süren görüşmeler sonunda güven oyu almıştı. 19 muhalif oy Halk Partisi'nin bölüneceğini gösteriyordu. Er tesi gün ilk olarak Rauf Bey, Refet Paşa, Adnan Adıvar, Erzurum milletvekili Rüştü Paşa, Eskişehir milletvekili Albay (Ayıcı) Arif Bey, Manisa milletvekili Abidin Bey, Dersim milletvekili Feridun Fikri Bey, Cumhuriyet Halk Partisi'nden istifa ettiler. 57
Üçüncü Bölüm 89
BİRKAÇ gün içinde Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Cafer • Tayyar Paşa ve Cevat Çobanlı Paşa da Meclis e katıldılar. Cevat Paşa bazı arkadaşlarının M. Kemal Paşaya karşı yeni bir parti kurmak istediklerini öğrenince şaşırdı. Bu durumdan hoşlan madı. Bir zaman sonra orduya yeniden dönmek için başvuracak, isteği kabul edilecekti. f Karabekir, Rauf Bey, Ali Fuat Paşa ve arkadaşları yeni bir parti kurmak için çalışmaktaydılar. Anayasa çok partililiği engellemiyor du. Devleti ve toplumu devrimlerle yenilemek yerine doğal gelişime bırakmanın daha doğru olduğunu düşünüyorlardı. Böyle düşündüklerini öğrenen Tunalı Hilmi "Tanzimat'tan bu yana seksen beş yıl geçti.." dedi, "..Anadolu'nun hemen hemen hiçbir köyünde, kasabasında, küçük şehrinde bir hareket, ilerleme, uyanma, gelişme, iktisadi bakımdan yükselme olmadı. Halkın bü yük çoğunluğu dünyayı tepsi gibi düz sanır. Üfürükçülere güvenir. Okuma-yazma, hesap bilmez. Şehre inen caddeye sümkürür. Boş arsaya işer. Bitle kardeş gibidir. Hayaletten, hortlaktan, kuyu ana sından korkar. Köylü evine temiz bir tuvalet yaptırmak ihtiyacını hissetmez. İstanbul'un çoğunluğu bile az çok böyle. Geriliğimizi niye görmek istemiyorlar acaba? Halkı bu ilkel, gelişmemiş, yoksul durumda bırakmak halkı sevmek midir?" 58
YENİ partinin kuruluş hazırlıkları sürüyordu. Milletvekilleri Ankara ile istanbul arasında mekik dokuyorlardı. Rauf Bey in son it tihatçılardan Kara Kemal Bey ile yakın ilişki kurduğu söyleniyordu. Yeni partinin kurucuları arasında yer alacakları anlaşılan Der sim milletvekili Feridun Fikri Düşünsel ile Sivas milletvekili Halis Turgut, bir bilgi vermek ve bir öneride bulunmak için bir gece Dr. Rıza Nur'un İstanbul'da kaldığı eve geldiler. "Biz bir parti kuruyoruz. Sen de gir!" Dr. Rıza Nur dedi ki: "Mustafa Kemal ile mücadele silahla olur. Parti yoluyla olmaz." 58a
|| 17 KASIM 1 9 2 4 günü öğleden sonra İçişleri Bakanı Recep Pe ker evinde hasta yatan İsmet Paşa'yı, sonra da Cumhurbaşkanını ziyaret etti. 90 Üçüncü Bölüm
"îsmet Paşa nasıl?" "Çok hasta efendim. Göreve devam edebileceğini sanmıyorum." Paşa'nın alnı kırıştı: "Rahatsız etmekten çekiniyordum. Yarın ziyaretine gideyim. Ne vardı?" Recep Bey bilgi sundu. Ali Fuat Paşa Terakkiperver Cumhuri yet Fırkası adıyla bir parti kurdukları hakkındaki belgeleri bugün Bakanlığa vermişti (17 Kasım). Başkan Kâzım Karabekir Paşa, İkin ci Başkan Rauf Bey, Genel Sekreter Ali Fuat Paşa'ydı. Gazi Paşa, Recep Bey'in asık suratını görünce, güldü, "Fena mı canım.." dedi, ".memleket işlerini karşılıklı gelip görüşür, tartışırız. Partinin adında Cumhuriyet sözcüğünün bulunması hoşuma gitti. Senin gitmedi mi?" "Ama programlarında çok ilginç bir madde var efendim. Beni çok düşündürdü. "Nedir?" Recep Bey elindeki belgeden okudu: "Parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır" Paşanın yüzü gerildi: 59
"Bak şimdi! Zaten herkes, her parti saygılı olmak zorunda değil mi? Bunu belirtmeye ne gerek vardı?" Ayağa kalktı: "Korkarım ki bu masum görünüşlü cümle ile irticayı coştura caklar" GAZI ertesi gün ismet Paşayı ziyarete geldi. Gece geleceği ni haber vermişti. Paşa arkasında sabahlık, dizlerinde battaniye bir koltukta oturuyordu. Gazi de karşısındaki koltukta yer almıştı. İs met Paşa bir-iki gün içinde çok zayıflamıştı: f "..Dizanteriye Suriye'den geri çekilirken yakalanmıştım. Yeni den ortaya çıktı maskara." | Bir tülbentle yüzünün terini kuruladı: "..Bu hastalığın düzelmesi uzun sürüyor. Herhalde birkaç ay çalışamayacağıma Doktor Refik Bey öyle söylüyor." Gazi'nin canı sıkılmıştı!
$
"Tam da bu sırada. Ne t a l i h s i z l i k . " Mevhibe Hanım sessizce içeri içirdi. Gazi saygıyla ayağa kalktı: Üçüncü Bölüm 91
"Buyrun hanımefendi." Mevhibe Hanım telaşlandı: "Estağfurullah, lütfen, rahatsız olmayın.1 önemli bir durum olmasa odaya girmezdi. İsmet Paşa, "Ne oldu?" diye sordu. "Ali Fuat Paşa telefonda. Geçmiş olsuna gelmek istiyorlar" * Paşalar bakışıp anlaştılar. İsmet Paşa, "Buyursunlar" dedi. Gazi Paşa gitmeyip bekledi. Bir süre sonra Ali Fuat Paşa ile Dr. Adnan Bey geldiler. Gazi'yi görünce şaşırdılar. Bocaladılar. Kurdukları par ti, yüz türlü engeli, uçurumu, ateş kuyusunu aşarak zaferi sağlayan Gazi M. Kemal Paşa'ya karşı idi. Amaçları Gazi'yi frenlemekti. Gazi elini uzatınca saygı ile el sıktılar. "Buyrun." Oturdular. İsmet Paşa'nın hatırını sordular. Siyasi hayata barış havası içinde başlamak istedikleri anlaşılıyordu. Gazi İsmet Paşa ile konuşan Ali Fuat Paşayı izledi bir süre. Gençliğinden beri tanırdı. Kâzım Karabekir'i, Refet Paşa'yı, Rauf Bey'i, Dr. Adnan'ı da tanıyalı hayli olmuştu. Siyaset hayatında hiç birinin deneyi yoktu. Gelecek günleri düşünerek içi sızladı. Ali Fuat Paşa ile Dr. Adnan Bey'i incitmemeye çalışarak uyarmaya çalıştı: "Cumhuriyeti güven altına almak ve uygarlık dünyasına katıla bilmek için yapılması gereken pek çok iş var.." "Haklısınız." "..Hiç olmazsa bir süre daha, cehaletin, geriliğin ve yoksulluğun üzerine birlikte yürüseydik, daha iyi olmaz mıydı? Birbirimizle ça tışırsak bundan kimlerin yararlanacağını kolayca bilebilirsiniz. Çok partili, özgür, ileri bir siyasi hayat Cumhuriyetin gayesidir. Siyasi denetim devletin sağlıklı işlemesini sağlar. Sofya'da ataşemiliterken Bulgar parlamentosundaki tartışmaları imrenerek izlerdim. Ama halkın çok büyük çoğunluğu okur-yazar değilse, demok rasi fikri, ruhu, bireylere kadar inmemiş, toplum hayatına sinmemişse, aşiretler, kabileler, tarikatlar, başlarındakilerin emrine göre hareket ediyorlarsa, çok partili hayat, ne gerçek bir çok-partili ha yat oluyor, ne de seçim gerçek seçim oluyor. İktidar yarışması çok çabuk kavgaya, komitacılığa ya da dini kullanarak oy kazanma mü cadelesine, hurafelerle, yalanlarla, iftiralarla halkı kandırmaya dö nüşüyor. Yakın tarihimiz bunun acı, uyarıcı, ihmal edilmez örnek59
92 Üçüncü Bölüm
leriyle dolu. Milli Mücadele başındaki isyanları unutmayınız. Türlü yollarla doğuda batıda yirmiden fazla isyan çıkarttılar. Siz Ali Fuat Paşa, Bursa'da sahte bir hoca yakalamıştınız, hatırladınız mı?" "Evet efendim." "..İngiliz ajanı çıkmıştı değil mi?" "Evet paşam." "Türlü yollarla, en çok da dini kullanarak, halkın bir bölümü nü, vatanı kurtarmak için çırpınan orduya karşı harekete geçirebildiler. Bunu unutmuyoruz. Onun için çok dikkatli olmalıyız. Kimse bağnazlığın, yobazlığın sırtını sıvazlamasın. Buna izin vermeyin. Uygarlık hoşgörü demektir. Halkımıza bunu anlatmayı elbirliği ile başarmalıyız." Ayağa kalkınca, misafirler de kalktılar. Soğuk bir sesle, "Türkiye'nin şartları bakımından erken olmakla birlikte, çok partili hayata geçilmiş olmasından memnunum" dedi ve ayrıldı. Hiç de memnun olmuş görünmüyordu. 60
İSMET PAŞA 21 Kasım 1924'te Başbakanlığı bıraktı. Bir muhalif gazete, "İsmet Paşa'dan kurtulduk, oh!" diye başlık attı. Cumhurbaşkanı Başbakanlığa Fethi Okyar'ı atadı. Fethi Okyar hükümetini kurdu. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi Fethi Bey'in Başbakanlığını iyi karşıladı. Onu birçok konuda kendilerine yakın buluyorlardı. Unuttukları bir şey vardı: Meclis, Devrim Meclisiydi. Gereken dikkati göstermeyen Fethi Bey'i istifa zorunda bırakacaktı. Meclis Başkanlığına Kâzım Özalp seçildi. Gazi Dr. Refik Bey'in İsmet Paşa'ya İstanbul'da ciddi olarak dinlenmesi gerektiğini tavsiye ettiğini öğrenmişti. Yakınlarının sağ lığı ile ısrarla ilgilenmek gibi bir huyu vardı. İsmet Paşa'ya telefon ederek İstanbul'a niye gitmediğini sordu. Sıkıştırdı. Sonunda ger çeği öğrendi. İsmet Paşa, aylığının hem yeni aldığı evin onarımına, hem bu uzun dinlenmeye yetmeyeceğini hesaplamıştı. f'Anladımr 61
AKŞAM kapı çalındı. Mevhibe Hanım az sonra elinde bir zarf la yatak odasına geldi. Paşa yatıyor ve terliyordu. "Kim geldi?" "Gazi Paşanın yaveri. Saygıları var. Bu zarfı bırakıp gitti.* Üçüncü Bölüm 9
Zarfı Paşa'ya uzattı. Kalınca bir zarftı bu. Çarşafları değiştir mek için hazırlık yaparken, birden İsmet Paşa'nın iniltisini duydu: "Aah." | f • | Mevhibe Hanım korkmuştu: "Ne oldu Paşam?" İsmet Paşa zarfı gösterdi: "Gazi İstanbul'a gidebilelim diye para göndermiş." iki gün sonra istanbul a gittiler. İsmet Paşa'nın bir arkadaşı Heybeli Ada'da büyükçe, bakımlı bir ev kiralamıştı. Adanın havası Paşa'ya çok iyi gelecek, kısa zamanda toparlanıp iyileşecek, bu süre içinde birkaç önemli, yararlı kitabı dikkatle okuyup bitirecekti. Gazi gibi İsmet Paşa da okuyan askerlerdendi. 62
DR. REFİK BEY görevini yeni Bakana devretmeden önce yöne tici arkadaşlarını topladı. "Ben görevimi Doktor Mazhar Bey'e devrediyorum. Bizde âdettir, gelen gidenin yaptıklarını tersine çevirir, hiç olmazsa bir bölümünü değiştirir. Halk sağlığının öncelikli olduğu anlayışını ko ruyunuz, savununuz, yeni Bakanı da ikna ediniz. Bu kurtuluş for mülüyle oynamasın. Yoksa illetli bir millet olacağız." Dr. Refik Bey titiz, huysuz, hırçın, sinirli, geçimi zor bir in sandı. Ama iyi bir Sağlık Bakanıydı. Doktorlar zor yolu hep birlikte yürüyeceklerini sanmışlardı. Vedalaşma üzücü oldu. 62a
CHP'den istifa edenlerin katılımıyla Terakkiperver Cumhu riyet Partisi'nin milletvekili sayısı 28 olmuştu. İstanbul, Urfa, Es kişehir ve Trabzon'da şube açmışlardı. Yöneticiler şubeleri ve üye sayısını çoğaltmak için çalışıyorlardı. Eski ikinci gruptan birçok kimse gibi Ziya Hurşit'i de partiye almışlardı. Samsun {şubesini de o kuracaktı. Rejim muhaliflerinin, halifecilerin, dincilerin, usul usul parti nin alt kademelerine sızmaya başladıkları, türlü söylentiler çıkar dıkları duyuluyordu: "Bizim parti dindar paşaların partisi." "Hükümetin hiçbir gâvurluğuna izin vermezler." "İçki yasağını yeniden koyacaklar." "Halifeyi geri getireceğiz." 63
94 Üçüncü Bölüm
|
"İstanbul yeniden başkent olacak." Bu söylentiler birçok tekke ve zaviyede yeniden ısıtılarak dört bir yana sessizce yayılmaktaydı. 638
POLİS MEMURU Celal Bey, Büyük Savaş'tan önce, görevli ola rak bulunduğu Kahire'de tanıştığı Palulu Sadi Bey, ünlü adıyla Kör Sadi ile yıllar sonra İstanbul'da karşılaştı. Kör Sadi Kahire'deyken İngilizler adına çalışıyordu. Celal Bey de İngiliz ajanıymış gibi dav ranmış, iyi dost olmuşlardı. Yıllar sonra İstanbul'da buluşunca sevindiler, oturup dertleştiler. Kör Sadi eski Kürt Teali (Yüceltme) Derneği Başkanı Seyid Abdüikadir Bey'in kâtibi olduğunu anlattı. Celal Bey bu karşılaşmanın bir işe yarayacağını se^di. Sesini düşürerek, "Ben belediyede çalışı yorum." dedi, "..Ama İngilizlerle ilişkim sürüyor. Anlarsın ya." Birkaç kadehle arkadaşlıklarını tazelediler. Sohbetin sonuna doğru Kör Sadi, "Önemli bir iş var." dedi, "..çok önemli. Beni yetkili bir İngilizle konuşturabilir misin?" "Konuşturabilirim sanıyorum. Konu ne derlerse?" Kör Sadi de sesini iyice düşürdü: "Yardım isteyeceğiz." "Ne için?" "Desteğe, paraya, silaha, cephaneye ihtiyacımız var. Ayaklan mak için hazırlanıyoruz" Celal Beyin göğsü sıkıştı. Cumhuriyet daha bir yaşını yeni bitir mişti. İlk adımda başı büyük belaya girecekti. Kendini tutarak, "Anla dım." dedi, "..Yetkili bir İngilizle konuşabilmen için çalışacağım." Kör Sadi heyecanlanarak daha birçok bilgi verdi. Seyit Abdülkadir Bey'in Emirliği altında bir Kürt Devleti kurmak için hazırlanı yorlardı. Aynı anda İstanbul'da da ayaklanılacak, hükümet birimleri basılacaktı. 64
Haberleşmek için kolay bir yol saptadılar. Görüşmek isteyen Karaköy'deki Cenyo birahanesinin barmenine mesaj bırakacaktı. Celal Bey durumu soluk soluğa Emniyet Müdürüne anlattı, ay rıntılı bir rapor da yazdı. Rapor Ankara'ya ulaştırıldı. Ankara, İliş kinin sürdürülmesini' emretti. Üçüncü Bölüm 95
Kör Sadi'den daha fazla bilgi alabilmek için kuşku uyandırma yacak bir düzen kurmak gerekti. FATMA Öğretmen istanbul Kız Öğretmen Okulu'nu bitirir bitirmez bir arkadaşıyla birlikte Adapazarı'na atanmıştı. Hanım öğ retmenlerin de Anadolu'ya atanmaları başlamıştı. Bunlar yeni Ça lıkuşu Feride'lerdi. İki ay önce, annesiyle birlikte Adapazarı'na gelmiş, küçük bir ev tutup yerleşmişti. Becerikli, çalışkan, onurlu bir kızdı. Atandığı okul üç sınıflıydı. Müdürlük de yapan yaşlı bir erkek öğretmen var dı, bir de o. Üç sınıfı birlikte okutuyorlardı. Arkadaşı beş sınıflı bir okula verilmişti. Adapazarı'nı, işini, öğrencilerini sevmişti. Alışverişi kendi yapıyordu. Kimi kez annesi de geliyordu. İkisi de sıkma başlıydı. Manto giyiyorlardı. Böyle giyinenlerin sayısı azar azar artıyordu. Bu hanımlar garipseniyor ama kimse rahatsız etmiyordu. Çoğunluk henüz çarşaflıydı. Burada da Öğretmenler Birliği şubesi kuruldu. Müdür Bey lo kalde güzel toplantılar yapıldığını anlatınca, Fatma ö ğ r e t m e n de heveslendi, gitmek istedi. Müdür Bey, "Olmaz kızım.." dedi, "..Halk henüz böyle kadınlı erkekli toplantılara hazır değil. Dedikodu olur. Bu yüzden seni lokale almak istemeyenler çıkacaktır. Üzülürsün." Fatma ö ğ r e t m e n konuyu akşam annesine açtı. Annesi Çanak kale Savaşı sırasında kurs görüp yaralılara hizmete koşan gönüllü hastabakıcılardandı. "Bu kafayı bilirim." dedi, "..Yaralı erkeklere dokunuyoruz diye cehennemlik olduğumuzu söylemişlerdi. Bana sorarsan, inadına git." Fatma ö ğ r e t m e n gitti. İçeri girince bütün başlar ona döndü. Konuşma uğultusu ke sildi. Buz gibi bir sessizlik oldu. Fatma Öğretmen sessizce ilerleyip boş bir iskemleye oturmak istiyordu ki bir ses gürledi: "Hanım dur!" | Baktı. Fesli, kır bıyıklı, iri yarı bir öğretmen ayağa kalkmıştı. Elini uzakarak, "Evinize gidin." dedi, "..Burası size göre değil" Birkaç öğretmen Fatma Öğretmeni savundu ama çoğunluk Kır Bıyık'a katıldı. Ortalık karıştı. Kır Bıyık ve yandaşları ağır bastılar. Fatma ö ğ r e t m e n öfkeden gözleri dolu dolu çıktı. Yeniden gelecekti. 96 Üçüncü Bölüm
İSTANBUL Emniyet Müdürlüğünün işi rast gitti. Belediye za bıtasında Nizamettin adlı sarışın, uzun boylu, İngilizi andıran bir görevli vardı. Taklitçi bir adamdı. Birkaç İngilizce sözcük biliyordu ama gerisini İngilizceye benzeterek uyduruyor, arkadaşlarını güldü rüyordu. Aranılan düzen ve adam bulunmuştu. Kendisine bir unvan ve ad uyduruldu: ingiltere Doğu Siyaseti Müdürü Mr. Templen. Mr. Templen bu büyük buluşmaya hazırlandı. Az Türkçe bilen bir İngiliz gibi kırık Türkçe konuşacaktı. Celal Bey Cenyo birahanesi barmenine haber bıraktı. 24 Kasım günü saat 14.00'te Park Otel'de buluşulacaktı. FATMA ÖĞRETMEN birkaç akşam sonra yine geldi. Arkada şını da getirmişti. Lokale kadın öğretmenleri almayan anlayışı yen meye kararlıydılar. iki hanım öğretmenin salona girdiğini gören fesli, kalpaklı, bıyıklı, sakallı kalabalık şaşırdı. Birileri tepki göstermeye yeltendi ama Fatma Öğretmen gerilemedi: "Beni bir dakika dinlemenizi rica ediyorum." Duvarın yanındaki bir masayı gösterdi: "Arkadaşım da öğretmendir. Şimdi arkadaşımla ben şu masaya oturacağız. Eğer bizi yine buradan kovmaya yeltenirseniz bu olayı Eğitim Müdürüne, Valiye, Öğretmenler Birliği Başkanlığına, Baka na, Başbakana, Meclis Başkanına ve Gazi Paşa'ya duyuracağız, ona göre. Dinlemek inceliğini gösterdiğiniz için teşekkür ederim." Arkadaşına döndü: "Gel." Takır takır yürüyüp masaya oturdular. Herkesin önünde çay bardakları vardı. Çaycıyı göremedi ama kahramanca seslendi: "İki çay!" Hiçbir şey olmamış gibi kendi aralarında konuşmaya daldılar. Erkeklere bir suskunluk çöktü. İki hanım öğretmenin varlığını bir doğal afet gibi tevekkülle kabul ettiler. Yoksa başlarının belaya gire bileceğini anlamışlardı. Adapazarı'nda orta jjjyaşlı bir| hanım öğretmen daha vardı. Onunla da konuştular* Ertesi hafta, üçü birden geldiler. Kararlı gel-
mislerdi. Konuşmalara, tartışmalara katıldılar» Üçüncü Bölüm 97
Sonraki toplantıyı Eğitim Müdürü de izledi! Sonuçtan mem nun oldu. Hanımların varlığı erkeklerin daha nazik olmalarını, te miz pak giyinmelerini sağlıyordu. Erkek topluluklarına özgü o ka lın, laubali, terli hava kalmamıştı. Bazı çevrelerde dedikodu, homurdanma oldu ama çoğunluğu etkilemedi. Karma toplantılar olağan karşılanmaya başladı. Hayat böyle akıyordu artık. Mantoluların»ve sıkmabaşhların sayısı her gün bir-iki artmaktaydı. Yakında düğünler de karma olacaktı. Adapazarı'ndaki gelişim komşu illerde duyuldu, etkisini gös terdi. Özellikle eğitimli kadınların topluma kazandırdığı düzey, ince lik, kibarlık, uygarlık, bazı tutucuların da dikkatini çekti. Kadınsız gerçek bir ilerleme, gelişme olamayacağını sessizce kabul ettiler. Aaaah, sevgili Osmanlı keşke bunu anlayabilmiş olsaydı. Kaç-göç yüzünden erkekler de kadınlar da birbirini yalnız karşı cins olarak görmüşlerdi. Kafaları, duyguları buna şartlanmış, insan olarak gör meyi başaramamışlardı. Bu kördüğümü Cumhuriyet çözüyordu. BELİRLENEN günde Park Otelin çay salonunda buluştular. Celal Bey Mr. Templen ile Sadi Beyi tanıştırdı. Oturdular. Alçak sesle konuşmaya başladılar. Kör Sadi Mr. Templen'e Seyit Abdülkadir B e y i temsil ettiğini gösteren bir belge verdi. Belgeyi ciddilikle inceleyen Mr. Templen "Buyrun, sizi dinliyorum" dedi. Kör Sadi İngilizce bilmiyordu. O da yarım yamalak bir Türkçe ile kendisine yazdırılmış görüşleri açıkladı. Bunları bir not olarak da sundu. Mersin ve İskenderun limanlarının da kurulacak Kürt devle tinin sınırları içinde yer almasını düşünüyorlardı. Ayaklanma başarı ile sonuçlanınca Sultan Vahidettinl de İstanbul'a getireceklerdi^ Silah, cephane, ayaklanma başlayınca bir motorla Seyit Abdülkadir B e y i İstanbul'dan kaçırıp Suriye'ye, oradan da Kürdistan'a geçirmelerini ve ilk parti olarak 2 0 0 . 0 0 0 lira istiyorlardı. Mr. Templen "istekleri uygun bulduğunu, durumu üstleriyle görüşeceğini, en kısa zamanda yeniden buluşacaklarını ümit ettiğını söyledi. Dostça ayrıldılar. 98 Üçüncü Bölüm
65
Bir sivil polis Kör Sadi'yi izlemeye koyuldu. Caddebostan'da bir köşke girdiğini gördü. Soruşturdu. Köşk Seyit Abdülkadir Bey'indi. Kör Sadi'nin Abdülkadir Bey'le bağlantılı olduğu kesinleşmişti. Seyit Abdülkadir Bey Osmanlı döneminde Nazırlık yapmış bü yük bir bürokrattı. Kürt hareketinin doğal lideri kabul ediliyordu. Köşk ve Seyit Abdülkadir Bey, Kör Sadi ile Kürt Teali Cemiyeti'nin eski yöneticileri yirmi dört saat izlemeye alındı. » Kör Sadi'nin verdiği bilgiler Ankara'ya tellendi. 66
Üçüncü Bolüm
99
Yıl: 1925 1 Ocak 1925-31 Aralık 1 9 2 5
67
GAZİ, eşi, maiyeti ve bazı milletvekilleri ile 1 Ocak 1925 günü yeni bir inceleme gezisine çıktı. Yola çıkmadan önce yetkilileri ve parti yöneticilerini gerici propaganda ve güneydoğu hakkında dikkatli olmaları için uyarmış, Eğitim Bakanına da Avrupa'ya gidecek öğrencilere yollanmak üzere bir mesaj bırakmıştı. * Saat 17.30'da törenle uğurlandı. Eskişehir'e sabah vardılar. Eskişehirliler ile trende birkaç saat sohbet etti. Bütçe ve basın hakkında şöyle dedi: "Devletimizin bütçesi, bir Amerikalının aile bütçesi kadar. Böyle bir devletin hükümeti hakkında yazılacak yazılarda insaflı olmak dürüstlük gereğidir? 3 Ocak günü Konya'ya geldiler. Samsun-Sivas demiryolu çalışması ilerliyordu. Bugün ilk ray ların döşeneceği bildirilmişti. Bu güzel haber Gaziyi çok sevindir di. Bir telgrafla başarılar diledi. Konya'da on gün kaldılar. Gazi başta okullar, birçok yeri ziya ret etti. Yeni Ordu komutanı Fahrettin Altay'la birkaç kez konuştu. j| Irticanın yeraltına indiği, kendine özgü yöntemlerle sürekli çalıştığı i anlaşılıyordu. I Bu süre içinde, eskiden yaptığı gibi, küçük bir deftere günlük M 67
eıh
notlar tutmaya başladı. Yurt sorunl detti. Birkaç tarih kitabı almıştı yanıı^ 68
|ili düşüncelerini kay Boş kaldıkça onları oku
yor, çiziyor, önemli bulduğu yerlerin yanına işaretler koyuyordu. Eskiden beri tarihe merakı vardı. Tarih bilgisinin çok büyük yara rını görmüştü. Türk milletinin tarih içindeki yerinin çok önemli olduğunu seziyordu. Bu sezgisini doğrulayan, genişleten, bilgiye çeviren kitaplardan büyük heyecan duymaktaydı. Son gün, Ankara'ya gelip de kendisini ziyaret etmiş olan Abdi Develi köylü Hüseyin Ağa'yı eşiyle birlikte ziyaret ettifBütün ma halle evin önüne toplanmıştı. 100 Üçttncü Bölüm
Hacı Hüseyin Ağa'nın iki odalı, küçük bir evi vardı. Ağanın bir oğlu köydeydi. İki oğlu şehit olmuştu. Gazi'yi, eşini, birlikte gelen yöneticileri ve gazetecileri heyecanla karşıladı: "Paşa, çok büyüksün! Bizler gibi fukaranın kalbini almak için fakir evimize geldin. Zahmet ettin. Bizim kalbimiz seni misafir et meye layık değil. Bizim noksanlarımızı görme/' Latife Hanıma döndü: "Var ol kızım. Allah size uzun ömürler versin." İçeri girdiler. Küçük temiz, düzenli, ay dınlık oda kilimlerle kaplıydı. Bir sedir ve yer minderleri vardı. Gazi sedirin bir ucuna bağdaş kurarak oturdu. Sedirin öbür ucuna Latife Hanım oturdu. Gazi aralarına Ağa'nın yaşlı, güler yüzlü hanımını aldı. Hüseyin Ağa ile misafirler -Ordu Komutanı, Vali, Belediye Başkanı vb.- yer minderlerine oturdular. Ayran, kahve içildi. Soh bet uzadı. Hüseyin Ağa mahalleye bir okul yapılmasını istedi. Gazi söz verdi. Vakit gecikmişti. Dışarı çıktılar. Evin önü daha kalabalıklaşmıştı. Kadınlar Gazi'nin elini, omuzlarını öpüyor, sarılıyor, dokunma ya çalışıyor, sevinçten ağlaşıyorlardı. Yaşlı bir kadın, "Biz de şehit anasıyız.." dedi, "..Sizi gördük ya, bundan sonra ölsek de gözümüz açık gitmez. Allah size uzun ömürler versin." Bu içten sevgi Gazi'nin de gözlerini yaşarttı. 69
KONYALI Sadi Efendi'nin Berlin Üniversitesi'nde biyoloji öğ renimi yapması uygun görülmüş, bileti ve yolluğu yollanmıştı. Berlin'e trenle gidecekti. Akşam Sirkeci garına geldi. Çantasını kompartımanına yerleş tirdi. Perona inerek gezinmeye başladı. Heyecan, kuşku ve korku içindeydi. İlk kez yurtdışına çıkacaktı. Ya bursunu zamanında yol lanmazlarsa, ya kendisini unuturlarsa, ya başarılı olamazsa.. Heyecanı yüzünden kuşkusu ve korkusu o kadar yoğunlaştı ki gitmekten caydı, kompartımana girip çantasını aldı. Gardan çıka cağı sırada bir posta dağıtıcısının adım bağırdığını duydu: "Mahmut Sadi, Mahmut Sadi, telgrafın vaaar!" Üçüncü Bölüm 101
Postacıya koşup "Benim" dedi. Telgrafı aldı. Herkesle vedalaşmıştı. Kendisine telgraf çekecek kimse yoktu. Telgrafı büyük bir merakla açtı. Başı döndü. Eğitim Bakanı, Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Paşa'nın mesajını iletiyordu: "Sizleri birer kıvılcım olarak yolluyorum, alev olarak geri dön melisiniz." Kuşkusundan, korkusundan utandı. Kendi kendine "Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme" dedi. Trene binip yerine kuruldu. Birkaç öğrencinin yola çıkışını iz leyip mesaj yollayan bir önderin yurttaşı olmanın ne büyük bir talih olduğunu düşündü. Biraz sonra Berlin'e gidecek ikinci öğrenci de geldi. Tren hareket etti. 20 kıvılcım öğrenci ertesi gün gemiyle Marsilya'ya, oradan Paris'e gideceklerdi. 70
GAZİ 13 Ocak 1925'te Adanaya geçti. Açılmasını|istediği kurslardan biri Adana'da açılmıştı. Öğretmen ve okur-yazar sayısı o kadar azdı ki bu kısa kursları bitirenler ilkokul öğretmenliği yapa caklardı. Eğitim bu aşamadaydı. Bu kursa katılan Lütfiye Kışlalı'yı Kilis'e atayacaklardı. Daha 14 yaşındaydı. Ama öğretmenlerine iyi bir öğretmen olacağı güvenini vermişti. Gazi Adana'dan sonra Tarsus'ta, Mersin'de, Silifke'de de ince lemelerde bulundu. İlgilileri ve halkı dinledi. Uyarıcı, aydınlatıcı, yol gösterici konuşmalarını sürdürdü. I Taşucu'nun Tekir köyünden yarısı bataklık bir araziyi örnet çiftlik yapmak için satın aldı. Halk adını Gazi Çiftliği koydu. 71
19 O C A K 1 9 2 5 günü Meclis Yol Mükellefiyeti (yükümlülüğü Kanununu kabul etti.
Köyü nahiyeye, nahiyeyi ilçeye bağlayan hemen hiç esaslı yc yoktu. Hepsi patikaydı, ayak iziydi. Bu ihtiyacın tümünü devleti karşılayabilmesi de imkânsızdı. Köy yolları için millete başvuruldu. Çık arılan yol kanununa göre, öğrenciler ile silah altında olaı lar, maluller, 6 ' d a n fazla çocuğu olanlar dışında kalan 1 8 - 6 0 arasındaki bütün erkekler, yılda 6*12 gün yol yapımında çalışta 102 Üçüncü Bölüm
1
ya da karşılığı olan yol vergisini ödeyecekti. Toplanan vergi yalnız yollara harcanacaktı. Köylülerin çoğu işi angarya olarak görmedi. Tarlada çalışmak tan farkı yoktu. Biraz terleyeceklerdi elbette. Bazı köylerde, zo runlu olmadıkları halde kadınlar da çalışmaya katıldılar. Askerlik yapmış olanlara yol yapım işi çocuk oyuncağı gibi gelecekti. Bunlar derin siperler açmış gazilerdi. Yolun önemini savaş içinde, bir yer den bir yere giderken, hele topları götürürken anlamışlardı. Yol işi kutlu bir işti. Birçok nahiye müdürü, öğretmen, mühendis, fen memuru, kaymakam, vali halkı heveslendirmeyi, teşvik etmeyi iyi başarmış lardı: Yaşadıkça vatana hizmet bitmez. Yılda en fazla 12 gün. Nedir bu? Uygarlık askerliği. 1926 yılına kadar şaşırtıcı bir sonuç alınacak, 27.850 km. köy yolu açılacak, onarılacak, düzeltilecekti. Bu çalışma sürüp gidecektir. 713
GAZİ ve eşi 2 Şubat günü Ankara'ya döndü. Gazi halkın ilgisi, gençlerin uyanıklığı, bazı sorunların çözül mesi ya da çözümü için çalışılması, ticaretteki ufak da olsa canlan ma nedeniyle Ankara'ya oldukça memnun dönmüştü. Aldığı yeni bilgiler neşesini kaçırdı. BaşbaL kanla Meclis'te buluştu. Toplantıya Adalet BaI kanı Mahmut Esat Bey de katıldı. Gazi hemen Jlj konuya girdi:
P
"Yeni partinin kuruluşunu memnunlukla karşıladığımı açıklamıştım. Bir yandan da ül kemizin şartları ve kurucuların deneysizlikleri yüzünden başımızın ağrıyacağından da çekiniMahmut Esat Bey yordum. Yazık ki haklı çıktım. Birçok saltanat çı, hilafetçi, din aktörü ve ayrılıkçı, yeni partide toplanıyor. Gizli çalışıyorlardı. Yeni partiye güvenerek, onu perde olarak kullanarak açığa çıktılar. Halkı Cumhuriyet karşıtı söylen tilerle zehirlemeye başlamışlar. İstanbul'da bazı Mütareke dönemi artığı gazeteler de bu asılsız, rezil iddiaları memlekete yayıyor. Mil letin emeğini ve kurtuluş ümidimizi boşa'çıkarmak istiyorlar. Siz de duymuşunuzdur: Bunlar hiç utanmadan dinsiz olduğumuzu, diÜçüncttBölttm 103
İ
nin elden gitmekte olduğunu yayıyorlarmış. Camileri yıkacakmışız, Kuran'ı yasaklayacakmışız.." Mahmut Esat Bey söze karıştı: "Patronalı Haliller, Kabakçı Mustafalar, Derviş Vahdetîler de böyle dini bahane edip halkı ayaklandırmış, imparatorluğu yatalak etmişlerdi" ".Bizim halkımız dindardır. Bu sözlerin yalan olduğunu anlamazsa, haklı olarak tepki gösterir. Bu tehlikeli duruma bir çare bulmalıyız. Fethi Bey, sizler Malta'da iken, biz burada yalnız düş manlarla boğuşmadık, bu gibi yalanları uyduran hainler ve bu kuy ruklu yalanlara kanan gafillerle, safdillerle de mücadele zorunda kaldık. Çok zor günler yaşadık. Hainlerimizin ve gafillerimizin çok olduğunu unutmayın. Daha tam bir millet olamadık. Düzenleri bo zulanların faaliyete geçmek için fırsat kolladıklarını kestirmemek için çok saf olmak gerek. Yeni partinin yöneticilerini uyarın lütfen. Hepsi bilir ki bizim dinle de, dindarlarla da hiçbir sorunumuz yok, olamaz, olmayacak da. Ama din tüccarlarına, din aktörlerine, yo bazlara, ikiyüzlülere, üfürükçülere yüz vermesinler, oy uğruna dini siyasete alet etmek isteyenlere göz yummasınlar. Yalancılara fırsat tanımasınlar. Bunu kesinlikle rica ediyorum. Birlik ve Cumhuriyet pahasına siyaset olmaz. Partilerini paravan olarak kullananlara kar şı kesin önlemler alsınlar. Yobazlık, iyi niyetle bile okşanmaya gel mez. Kabarıp a z a r " 72
M U H A F I Z TABURU Komutanı İsmail Hakkı Bey birkaç gün için İstanbul'a gitmek istiyordu. Gazi'den izin alıp trenle İstanbul'a gitti. Akrabalarını gördü. Rahatladı. Sonra aklına koyduğunu yaptı. Bahçekapı'da kabalak d i k e n
723
Andelip Efendi'yi buldu. Dedi ki:
"Andelip Efendi, bana yirmi tane vizyer (kasket önündeki gü neşlik) yapacaksın. Çıtçıtlı olacak. İstediğimiz zaman kabalakları mıza, kalpaklarımıza takıp çıkarabilelim." Andelip Efendi geleneğe aykırı diye korktu. Zoı luklu ikna oldu. ismail Hakkı Bey ertesi gün çıtçıtlı yirmi vizyer ile çıtçıtların kar şılıklarını aldı. Ankara'ya döndü. 104 Üçüncü Bölüm
72 h
FETHİ BEY Ali Fuat Paşa'ya görüşmek istediğini bildirmişti. Meclis'teki Başbakan odasında biraraya geldiler. Fethi Bey durumu nazikçe özetledikten sonra Gazi'nin kesin ricasını Terakkiperver Cumhuriyet Partisi Genel Sekreteri Ali Fuat Paşa'ya iletti. Ali Fuat Paşa'nın bu önemli ve dostça uyarıyı dikkate alacağını ümit etmişti, öyle olmadı. Ali Fuat Paşa şiddetle itiraz etti: "Bunlar, Gazi Paşa'nın etrafını sarmış olan asalakların, koyu particilerin, yaranmak isteyen polislerin yakıştırmaları, uydurma ları, iftiraları. Biz partimize tamamiyle hâkimiz. Doğuda da, Batıda da, kaygı duyulmasını gerektirecek hiçbir olay, durum, sorun yok. Hükümeti yanıltıyorlar." Oysa Şeyh Sait isyanının patlamasına birkaç gün vardı. 73
İSMAİL HAKKI BEY Gazi'ye döndüğünü bildirdi. Diktirdiği vizyeri bir an önce göstermek istiyordu ama cesaret edemiyordu. Gazi bir şey olduğunu anladı: "Bana bak çocuk, sende bir şey var. Nedir, söyle bakayım." "Efendim, memleketimiz Batıya daha yakın olduğu halde hâlâ kalpakla, kabalakla, fesle, sarıkla, takkeyle dolaşıp duruyoruz. Hal buki İran, Afgan ordularında şapka giyiyorlar! Ben de İstanbul'da kabalağıma göre bir vizyer yaptırdım" "Nerde bu vizyerli kabalağın?" "Dışarda." "Haydi, git, giy, gel." İsmail Hakkı Bey koştu, vizyer taktığı ka balağı giyip geldi. Gazi Paşa'yı selamladı, be, sonra? İsmail Hakkı Bey sonra ne yapacağını düf ^ ^ sünmüştü. Bütün tabur vizyerlerini takacak ve Ankara'da bir yürü yüş yapacaklardı. Düşüncesini anlattı. Gazi güldü: "Peki. Bildiğin gibi yap" İsmail Hakkı Bey ilk olarak vizyerleri ve çıtçıtların karşılıkları nı Yaver Rüsuhi Bey'e ve bazı subay arkadaşlarına dağıttı. Muhafız taburundaki subayların kalpaklarının Önüne çıtçıtların karşılıklarını diktirdi. Vizyerleri taktılar. Çok güzel oldu. Hiçbiri yadırgamadı. s m a ı
a
1
Üçüncü Bölüm 105
I l
Vizyerle selam vermek daha fiyakalı oluyordu. "Ara sıra şehre inerken vizyerleri takın. Gözler alışmaya başasın, Muhafız Taburu subaylarının kalpaklarına zaman zaman vizyer taktıklarını Kâzım Karabekir Paşa fark etti. Orduda şapkaya geçileçekti galiba. Bunun yararlı olduğunu bildiği için memnun oldu. Mec lis önünde karşılaştığı subayın selamına sevgi ile karşılık verdi. Milli Savunma Bakanlığını da üstlenmiş olan Başbakan Fethi Bey ise görür görmez vizyer takılmasını yasakladı. Gösteri yürüyü şü suya düştü. * 73
ŞEYH SAİT EFENDİ Kürtler arasında sevi lip sayılan Sünni-Şafii, Nakşibendi tarikatından bir şeyhti. Elazığ'a bağlı Paluluydu. Kardeşleri, on çocuğu vardı. Binbaşı Kasım'ın bacanağı idi. Büyük sürüleri bulunuyordu. Çevredeki me ralardan yararlanmak için Erzurum'un Hınıs ilçesine göçmüşlerdi. Şeyh Efendi gizli Kürt İs tiklal Cemiyeti yöneticileri ile konuşmuş, önce üye, 1924 yazında da bu cemiyetin başkanı ol muştu. Sürülerini satmak için yazları yol üzerinde ki köylere uğraya uğraya Halep'e iniyordu. Halep'te İngilizlerin ve Fransızların desteklediği Kürtçülükle ilgili örgütler vardı. Son zamanlarda oğlu Ali Rıza İstanbul'da, Seyit Abdülkadir Bey'le birkaç kez görüşmüş, geri dönmüştü. İkinci oğlu Halep'e gi dip gelmişti.
I
Bir ayaklanmanın hesapları, hazırlıkları yapılmaktaydı. En geç Mayısta harekete geçmek için karar alınmıştı. Hava yumuşarsa en iyi tarih Nevruz'du, 21 Mart.
I
Şeyh Sait Efendi özellikle dini duygularla bu hareketi destek lemekteydi. Devlet saltanatı, halifeliği, Din İşleri Bakanlığını kal dırmıştı. Dini mahkemeleri, medreseleri kapatmıştı. İçkiyi serbest bırakmıştı. Gazeteler kadınların yüzlerini açtığını, çarşafları çıkar dığını yazıyorlardı. Din elden gidiyordu! 106 Üçüncü Bölüm
Erzurum'dan Genç (Bingöl) iline gelmişti. Kaç zamandır Genç ve çevresinde atlı olarak köyden köye dolaşarak ağalarla, şeyhlerle toplanıyor, hükümet aleyhine vaaz veriyor, halkı isyana hazırlıyordu: "Din elden gidiyor. Ben elimden gelse bizzat dövüşmeye baş lar, dinin yükselmesine gayret ederim! Müritlerinizi, adamlarınızı din için savaşmaya hazırlayın." Aksakallı şeyhin sözleri dinleyenleri heyecanlandırıyordu. Din elden gidiyorsa durmak olur muydu? Güneydoğulu birçok şeyhe de haber yollanmıştı. Onlar da tekkelerinde, zaviyelerinde müridlerine isyan duyguları aşılamaktaydı.
1 '
73b
BU GÜNLERDE hükümeti aşar vergisi uğraştırıyordu. Çağdışı bir vergiydi. Mültezimler eliyle toplanıyordu. Bu ilkel sistem birçok haksızlığa, hatta zulme yol açmaktaydı. Ama bütçenin beşte birini bu vergi sağlıyordu (% 21.3). Tek kuruşun bile önemli olduğu bir dönemde bu vergiyi kaldırmaya karar vermek çok zordu. Ne var ki bu zulme göz yummak artık imkânsız olmuştu. Hükümet, Cumhurbaşkanının ve konuyu bilen milletvekillerinin desteği ile kaybı göze aldı ve bir kanun tasarısı hazırladı. Tasarı, mültezimler eliyle toplanan aşar vergisini kaldırıyor, mültezimlerin köylüye yaptığı zulmü de sona erdiriyordu. Bu ciddi bir devrimdi. Kanun tasarısı Meclis'e sunuldu. Alkışlarla kabul edilecekti. 74
75
12 ŞUBAT 1925 günü Şeyh Sait Efendi kalabalık atlılarla bir likte Piran nahiyesine geldi. Atlıların hepsi silahlı idi. Şeyh, beyaz atı, kınalı beyaz sakalı, rastıklı kaşı, sürmeli gözleri, sarığı ve cüppesiyle heybetli ve etkili görünüyordu. Tekbirlerle karşılandı. Kar deşi Şeyh Abdürrahimin'in evine indi. Adamlarını köylüler misafir etti. Yakın köylerden şeyhler, ağalar geldi. Uzun uzun konuştular. Bahara az kalmıştı. Nevruzla birlikte isyanı başlatacaklardı. Hava yumuşamazsa bir ay daha beklenebilirdi. Şimdi hava soğuk, her yan karbeyazdı. Kış bu yıl çok sert geçiyordu. Sabah tartışma sesleriyle uyandılar. Şeyh Sait Efendi ile birlikte gelen atlılar arasında kaçak katil ler ve asker kaçakları varmış. Nahiyenin jandarması bunları almaya gelmişti. Jandarmaların başında bir Üsteğmenle bir Teğmen vardı. Üçüncü Bölüm 107
I I I I I I I I || I I
|
Şeyh Sait Efendi çok korktu. Hazırlıkları öğrenip kendisini tutukla maya geldiklerini sanmıştı. Üsteğmen kaçakları almaya kararlı görünüyordu. Jandarmalar j kaçakların sığındığı evi sarmışlardı. Tartışma uzadı, hava gergin leşti. Şeyh Abdürrahim kaçakları saklandıkları evden dışarı çıkar tacağını söyledi. j Askerler inanarak evden uzaklaştılar. ] Bu ânı bekleyen Şeyh Abdürrahim adamlarına jandarmaların üzerine ateş açtırdı, biri öldü, birkaçı yaralandı, subayları ve Nahiye Müdürünü yakalattı. Şeyh Sait isyanı 13 Şubat 1925 Cuma sabahı böyle başladı. Artık olayı örtbas etmenin imkânı yoktu. Silah atılmış, kan akmıştı. İki yıldır hazırlanan isyan bu olay yüzünden, düşünülen tarihten önce, daha kış sürerken patlak vermiş oldu. Şeyh Sait Efendi, olayın geç duyulmasını sağlamak ve hare ketin başlamadan bastırılmasını önlemek için telgraf ve jandarma telefon tellerini kestirdi. Anlaştığı aşiretlere isyanın başladığını duyurdu. Yolladığı bildirileri 'Emir-ül Mücahidin Muhammet Sait Nakşibendi* diye imzalamıştı. Sadece bu ad bile etkiliydi. Darahini, o zamanlar Genç adını taşıyan Bingöl ilinin merkez ilçesiydi. Darahini'ye gitmek üzere silahlı üç yüz atlı ile birlikte öğ leden sonra Piran'dan hareket etti. İsyanın geçici merkezi olarak Darahiniyi seçmişti. Alınan vergiler ve esirler Darahini'de topla nacaktı. Yolda isyana hazır olan aşiret kuvvetleri Şeyh Sait Efendiye katılmaya başladılar. Daha o gece, Şeyh Sait Efendi gelmeden önce, Darahini hapisanesindeki mahkûmları kurtarmak için silahlı bir girişimde bulu nuldu. Genç Valisi durumu Ankara'ya bildirdi. Bu da neydi? Ergani Valiliği olay ve yeri hakkında biraz bilgi edinmişti. Bu bilgiye dayanılarak Piran'a doğru Binbaşı İbrahim'in komutasında iki süvari bölüğü yola çıkarıldı. Olayı bastırmak ve eşkiyaları yaka lamak için bu müfrezenin yeterli olacağını düşünüyorlardı. 76
77
78
Yanıldıklarını kısa zamanda anlayacaklardı. Ordu barış düzenine geçtiği için birliklerdeki asker sayısı az, askerin çoğu da daha acemiydi. 108 Üçüncü Bölüm
I
İngilizlerle bir savaş olasılığına karşı güney sınırına (iki piyade, iki süvari) dört tümen yerleştirilmişti. Bunlar da alay ve taburlar halinde araziya göre birçok noktaya dağıtılmıştı. İsyan bölgesinde hiçbir askeri birlik yoktu. Yalnız ilçelerde ve bazı nahiyelerde küçük jandarma birlikleri bulunuyordu. * 78
ŞEYH SAİT EFENDİ sayısı gittikçe artan kuvvetiyle ilerleyerek Darahini yakınındaki Hakik köyüne geldi. Hükümet kuvvetlerinin etki alanı dışındaydılar. Bu nedenle rahattılar. isyancıların büyük çoğunluğu asker kaçağıydı. Askerlik eğiti mi görmemiş, disiplinsiz bir kalabalıktı. Ama çevik, araziyi iyi ta nıyan, inatçı insanlardı. Çapulculukla geçinenler baskın vermeyi, vur-kaç yöntemini iyi biliyorlardı. Hepsi, pek çok Anadolu köylüsü gibi yoksuldu. Kış olmasına rağmen çoğunun sırtında kalınca bir ceket ya da palto, gocuk gibi bir giysi yoktu. Propaganda işini Şeyh İbrahim Efendi yürütüyordu. Akıllı adamdı. Hazırlığını yapmış beklemekteydi. Dağıtılacak bildirileri -galiba Halep'te- bastırmıştı bile. Kulaktan kulağa çok etkili söy lentiler yayıyordu. Bunlardan ikisi Darahini ye de ulaştı: Şeyh Sait Efendi Allah tarafından dini kurtarmaya memur edilmişti, onun emrini dinlemek din gereğiydi. Abdülhamit'in oğlu Selim Efendi de sınırda 4 0 . 0 0 0 kişilik orduyla bekliyordu. Darahini heyecan içinde, Allah'ın dini kurtarmakla görevlen dirdiği Şeyh Sait Efendi'yi beklemeye koyuldu. 79
79a
80
ANKARA'da bugün İçişleri Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi ne başlanmıştı. Yedinci konuşmacı olarak Erzurum milletvekili Ziyaeddin Efendi kürsüye çıktı. Yenilik hevesi yüzünden din ve ahlak duygu larının zayıfladığından, yenilik adına Avrupa'nın yalnız pislikliklerinin benimsendiğini iddia eden, öfkeli, kaba bir konuşma yaptı, özetle dedi ki: "Özellikle İstanbul'da görülen üzücty olaylar memleketin top lumsal bir hastalığa yakalandığını gösteriyor." Çankırı milletvekili Talat Bey sordu: "Ne gibi?" Ziyaeddin Efendi azarladı: §< "Dinle, anlarsın! Söylentiye göre İstanbul'da 14.000 meyhane, 800 dans salonu açılmış. Sarhoşluk teşvik ediliyor. Gazeteler yazıÜçüncÜ Bölüm 109
yorlar, kucağında çocuğu olduğu halde kadınların da meyhaneye devam ettikleri görülüyormuş..." * Rize milletvekili Fuat Bey sordu: "Hangi gazete yazıyor bu zırvayı?" Ziyaeddin Efendi | bu soruya yanıt vermedi, konuşmasını sür dürdü: "Yenilik, uygarlık bu mu?" Biri bağırdı: "Yenilik onlar değil. Yenilik bağımsızlık, milli egemenlik, barış, cumhuriyet! Bunları saysana!" Ziyaeddin Efendi duymazlıktan geldi: "Kadını barlara ve tiyatro sahnelerine kadar çıkardılar. Bu yaz İstanbul civarında Filorya denilen yerde, çıplak erkek ve kadınlar birlikte, deniz hamamlarında eğlenmişler" Sataşmalar, tepkiler, gülüşmeler oluyordu. Başbakan Fethi Bey bile âdeti olmadığı halde oturduğu yerden itiraz etmeye başlamıştı. Ziyaeddin Efendi konuşmasını azimle sürdürerek bitirdi: "Hükümetin dini İslam dinidir. Bu Anayasada yazılı. Buna rağ men bazı sefihler laiklikten yani dinsizlikten filan bahsediyorlar. Bu cesareti nereden alıyorlar? Meclis bu yanlışlıklara son vermenin ça resini bulmalıdır." Falih Rıfkı Atay yanında oturan Dr. Reşit Galip Bey'e döndü: "Doktor, Mütareke basını da ancak bu kadar zehirli idi. Cum huriyet ya da Ankara karşıtı malum gazeteler bu yalanları yazıyor lar, bunlar da hiç araştırmadan inanıp papağan gibi tekrarlıyorlar. Ya da işlerine geldiği için doğruymuş gibi kabul ediyorlar. Yarın bu efendinin söyledikleri birçok gazetede Meclis konuşması olarak yer alacak, her yana yayılacak. Bu yalanlar irticayı kuş sütüyle besliyor. Hükümetin hoşgörüsünü zayıflık, kudretsizlik, acizlik olarak görü yorlar dır.." # "Cumhuriyeti koruyacak önlemler almalıyız. Gecikmeden." "Çok haklısın. Varlığını korumayan bir devrim olur mu? Bu kadar geniş, rahat olmak doğru değil. Yoksa birkaç deli öne düşer, yeni bir 31 Mart olayı yaşarız." "Sus!" '« f Korktukları olay başlamıştı bile. 80
80b
81
82
110 Üçüncü Bölüm
YENİ bilgiler Ankara'yı uyandırdı. Takip hareketini yönetme görevi 3. Ordu Komutanlığına verildi. İçişleri Bakanlığı ile işbirliği içinde olacaktı. Güneydoğuda bulunan 1. Süvari Tümeni hemen Mardin'den Diyarbakır'a hareket ettirilecek, bir alayı (21. Sv. Alayı) Lice'ye gön derilecek, iki alayı Diyarbakır'da emir bekleyecekti. Erzincan, Erzu rum ve Muş'tan olay bölgesine bazı küçük birliklerin kaydırılması da planlandı. Piran'da bir eşkıyalık olayı olduğu bugünkü gazetelerde yer almıştı ama kimse üzerinde durmamıştı. Çetelerin tümünün kökü daha kazınamamıştı. Orada burada birkaç çete kalmıştı. Kamuoyu bu da böyle bir şey olmalı diye düşündü. 82
BİNBAŞI İbrahim'in iki süvari bölüğünden oluşan müfrezesi, sarp arazide, dar ve kaygan yollardan geçerek, yüzü bıçak gibi kesen soğukta ilerlemeye çalışıyordu. Hedef Piran'dı. Arazinin yapısı yan cılar çıkarmaya imkân vermemişti. Dar bir vadiden kuzeye doğru gidiyorlardı. Her an çatışma çıkabileceği için tüfekler dizler üzerine alın mıştı. Vadiden çıkınca ilk köyde mola verdiler. Dört bir yana nöbetçiler çıkarıldı, isyancıları tuttuğu anlaşılan köylü evlere kapanmıştı. Atları sulayıp yemlediler. Çalı çırpı ile çay kaynattılar. Kavurma, ekmek ve tahin helvası yediler. Ordunun açlık çektiği dönem eski lerde kalmıştı. Once kuzeyden, sonra yanlardan ateş sesleri geldi. "Silah başı!" Nöbetçilerin verdiği bilgiye göre 500 kadar isyancı köyü ku şatmıştı. Toparlanıp savaş düzeni aldılar. Görevliler atların yanına koştular. İki makineli tüfekleri vardı, ö n ü açık, güvenli yerlere yer leştirdiler. Bütün bu işler üç dakika bile sürmedi. Dakikada 500 mermi atan makineli tüfekler isyancıları şaşırttı, korkuttu. Ama kuşatmayı kaldırmadılar* Ahmet Onbaşı isyancıların içinde bulunan birinin, oradan oraya koştuğunu, isyancıları dövüş meye zorladığını fark etti. Komutanlarıydı galiba. Gözünü dört açıp bekledi. Adam bir kayanın ardından öteki kayanın ardına kayarken tüfeğinin tetiğine bastı: Güm! Üçüncü Bölüm 111
I
Adam şakağından vurulup uzandı. Ahmet Onbaşı'nın vurduğu adam Şeyh Sait Efendi'nin en has adamlarından biri olan öğretmen Fahri'ydi. Müfrezeyi kuşatan isyancıların komutanıydı. İsyancılar üzüntüden delirdiler. Bağırıştılar. Ateşi artırdılar. Çemberi iyice daralttılar. Binbaşı bu soğukta terlemeye başladı. İsyancılar sanki gittikçe çoğalıyorlardı. Köyün kuzey yanından iyi haberler gelmiyordu. Araziden yararlanarak iyice yaklaşmışlardı o yana. Köye dalıp da ahırlara, avlulara sakladıkları atları vururlarsa... Bunu düşünmek bile istemedi. Beklenilmez bir şey oldu. Önce silah sesleri arasında belli be lirsiz bir uğultu belirdi. Giderek yaklaştı. Büyüdü. Havayı titretme ye başladı. İki uçak gürleyerek iyice alçaktan geldi. Döndüler. Makineli tü fekleriyle köyün güneyini taradılar. Bir daha dönüp ikişer de bomba attılar. Çekiliş yolunu açtılar. Hiç uçak görmemiş olan isyancılar ya toprağa yapışıp kalmış, ya dağılıp kaçmışlardı. "Hey büyük Allahım!" Müfreze hızla toplandı. İki yaralıları vardı. Gerekli önlemleri alarak köyden çıktılar, güneye doğru çekilip gerideki bir köye yer leştiler. Bu köy Alevi köyüydü. İsyana karşıydılar. Müfreze savunma düzeni aldı. Binbaşı yazdığı raporu iki haberciyle geriye yolladı. 823
ÖNCÜLER Darahini'ye yaklaşırken, Ankara'da bir derneğin kuruluşu tamamlanmaktaydı. Cevat Abbas Bey 16 Şubat 1925 sa bahı saat 10.00'da otuz beş milletvekili ile çeşitli mesleklerden on kişiyi Türk Ocağı'na çaya davet etmişti. Çağrılanlar Türk Tayyare Cemiyeti'nin kurucu üyeleriydi. Ce vat Abbas Bey bir açış konuşması yaparak gelişimi anlattı. Kuruluşa yardım eden, yön gösteren kişi ve kurumlara teşekkür etti. İlerde Türk Hava Kurumu adını alacak olan dernek 16 Şubat 1925 günü böyle kuruldu. Şubeleri bütün Türkiye'ye yayılacak, havacılıkla ilgili bütün kollarda etkinlik gösterecek, Türk Kuşu'nu kuracak, Kayseri'de ve Ankara'da uçak fabrikaları açacak, halkın orduya birçok uçak arma ğan etmesini sağlayacaktı.
Dünyada eşi bulunmayan büyük bir havacı kuruluş olacaktı.* 112 Üçüncü Bölüm
3
ÖNCÜLER ikindi üzeri Darahini'ye girdiler. Ne Vali, ne me murlar, ne Jandarma Komutanı, ne Jandarmalar karşı koydu. Ziraat Bankası ile Mal Sandığı'ndaki paraları güven altına bile almadılar. Hiç direnmeden şehri teslim ettiler. İsyancılar Valiyi ve Askerlik Şube Başkanını bir odaya hapsettiler. Önce Mal Sandığı kasasını soydular. Sonra evleri, dükkânları yağmalamaya giriştiler. Şehir halkı, dini kurtaracak olan Şeyhin adamlarını dostça karşılamıştı. İsyancılar yağmaya başlayınca ayıldılar. Birkaç temsil ci yağmayı durdurması için Şeyh Sait Efendi'ye yalvarmaya koştu. Yağma haberini alan Şeyh Sait Efendi gece Darahini'ye girdi. O da yakın adamlarına Ziraat Bankası kasasını soydurdu. Şeyh Efendi, il içindeki bazı makamlara atamalar yaptı. 84
ANKARA Genç ilinin merkezi Darahini'nin işgal edildiğini komşu ilçelerden gelen telgraflarla öğrendi. İçişleri Bakanı Cemil Bey akşam Bakanlar Kuruluna açıklamada bulundu. Sonra da köşke çıkarak Gazi'ye bilgi sundu. Gazi harita başındaydı. Haritaya birliklerin bulundukları yer ler işaretlenmişti. Dikkatle dinledi. Bakana düşüncesini sordu. Ba kan şöyle açıkladı: "Adamları, aşiretlerinin beyini, tutuklu olarak Bitlis Harp Di vanına götürmekte olan müfrezenin elinden kurtarıp kaçırdılar. Jandarmalarımız çevrede bu aşiret beyini ve kaçıranları arıyor. Bu olay ile jandarmaları oyalamak istediklerini tahmin ediyorum" Gazi aldığı bilgileri birleştirerek olay hakkında hükmünü ver mişti. "Hayır.." dedi, "..Bu oyalama filan değil, açık bir isyan. Cum huriyete tepki. Bütün dosyaları incele. Bunun uzun bir öncesi var. Hızla yayılabilir. Valileri, kaymakamları uyarın. Genelkurmayla iş birliği içinde olun." Cemil Bey ayıldı: "Anladım efendim." Gazetecilere, halkı bir isyan haberiyle heyecanlandırmamak, başka yerlerdeki gericilere cesaret vermemek için olay eşkıyalık olarak nitelendirildi. 85
86
ŞEYH SAİT EFENDİ gündüz halkı parça parça toplayıp Allah aşkı ve rızası için isyana katılmaya çağırmıştı. Gece kurmayları olan Üçüncü Bölilm 113
şeyh ve beylerle birlikte toplanıp savaş programını, cephelerini ve cephe komutanlarını belirledi. |6atı kesimi: Bu kesimin komutanı Şeyh Şerif olacaktı, ö n c e Bingöl (Çapakçur) zaptedilecek, sonra daha batıya, Palu, Elazığ ve Malatya üzerine yürünecekti. Doğu kesimi: Muş Cephesi komutanlığına damadı Şeyh Abdullah'ı atadı. Görevi Varto'yu almak, isyanı doğuya yaymak, Erzurum'dan ve Muş'tan gelmesi olası hükümet kuvvetlerini durdurmaktı. Güney kesimi: Burası Diyarbakır cephesiydi. Bu cephenin komutanlığını Şeyh Sait Efendi kendi üzerine aldı. Kardeşi Şeyh Abdürrahim Maden ve Ergani'yi alacak, çevre deki aşiretlerin yardımıyla Siverek ili ele geçirilecekti. Oradan da Urfa'ya inilirdi. Asıl hedef Diyarbakır'dı. Diyarbakır zaptedilince Kürt-İslam devleti ilan edilecekti. Bir kol ilerleyip Cizre'ye yürüyecek, böylece Irak'taki İngilizlerle bağlantı sağlanacaktı. Başkomutan Şeyh Sait Efendi, yeni hükümet kuvvetleri yetişemeden Diyarbakır'a gireceklerini hesaplıyordu. Diyarbakır Ankara'ya çok uzaktı. Diyarbakır içinde ciddi bir kuvvet olmadığını öğrenmişti. Gerçekten Diyarbakır'da sadece 3. Ordu karargâhı ile 7. Kolordunun karargâhı ve bağlı birlikleri, birkaç da top vardı. İsyancılar Diyarbakır'a hücum etmeden önce, gerilerini güven altına almak için, yol üzerindeki Hani ve Lice'yi ele geçirmek isti yorlardı. I 18 ŞUBAT 1925 günkü Cumhuriyet gazetesinde Şeyh Sait ola yı hakkında biraz genişçe bir haber yer almıştı. Hükümetin açıklamalarının tersine, gazete, Şeyh Sait'i ve adamlarını 'isyancılar' olarak niteliyordu. İsyancılar ha! Haber dalgalanmalara, söylentilere, tahminlere yol açtı. Ba kanlar Kurulunda bu konu hakkında düşünce farklılıkları oluştuğu, tartışmalar çıktığı söylentisi yayıldı. İçişleri Bakam Recep Peker'in 114 Üçüncü Bölüm
Fethi Bey'le anlaşmazlığa düştüğü için istifa ettiğini, yerine Cemil Bey'in getirildiğini iddia edenler vardı. Ankara kaynamaya başladı. Hükümetin Meclis'e hâlâ yeterli ve doğru bilgi vermemesi mil letvekillerini çok sinirlendirmişti. 21. SÜVARİ ALAYINDAN seçilmiş büyükçe bir müfreze, Alay Komutanının emrinde, sert rüzgâra karşı yol alıyordu. Şubat rüz gârı yüzlerini yakıyordu. İsyancıların yolunu kesmek için Lice'yi ele geçirmekle görevliydiler. Lice'ye 8-9 km. kalmıştı. Sis boğazından geçeceklerdi. Boğaz karla kaplıydı. Öncü birlikten haber yoktu. Bir aksilik olsa silah ses leri gelirdi. Sessizlik sürüyordu. Müfreze boğaza girip ilerledi. Birden çok yoğun ateş altında kaldılar. Baskına uğramışlardı. Silah seslerine kişnemeler, komutlar, çığlıklar, naralar, nal şakırtı ları karıştı. Komutan durumu çok tehlikeli gördü. Coğrafya isyan cılardan yanaydı. Müfreze boğazdan ateş altında zorlukla geri dönerek çıktı, Alibardak köyüne çekildi. Bu büyükçe bir hükümet birliği ile is yancıların ilk çatışmasıydı. İsyancılar müfrezeyi durdurmayı ve geri sürmeyi başarmışlardı. 3. Ordu Komutanı Kâzım İnanç Paşa bu başarısızlığa çok kızdı. Karargâhında görevli olan Süvari Yarbayı Hüseyin Bey'i çağırdı: "Emrine süvari ve piyadeden oluşan bir müfreze veriyorum. Alibardak'a çekilen müfrezeyi de emrine alacaksın. Asilerden önce Lice'ye gireceksin." Yarbay Hüseyin Bey bilgili, yürekli bir komutandı. Müfrezeyi denetledi. Toplamı bir tabur ederdi. Hiç yoktan iyiydi. Gecikmeden yola çıktı. Geceyi uygun bir köyde geçirecek, sabah erkenden yola düşerek, Alibardak'taki müfreze ile birleşip Lice'ye gireceklerdi. 87
ŞEYH SAİT EFENDİ de bu saatlerde emrindeki büyük birlikle yola çıkmıştı. Onun hedefi de Lice'ydi. Tekbir çekerek ilerliyor, yeni katılımlarla çoğalıyorlardı. Yeni birliklerin bir bölümü doğuya, batıya, güneye gönderiliyorlardı. İs yan genişleme aşamasına ulaşmıştı. Üçüncü Bölüm 115
Yolda Hani nahiyesinin ele geçirildiği haberi alındı. Büyük se vinç uyandırdı. Şeyh Sait Efendi, Nahiye Müdürünün ve işbirliği yapmayan yöneticilerin tutsak edilerek Darahini'ye yollanmalarını emretti. HAVA çok soğuk, isyancılar kalabalıktı. Ama görevi yerine ge tirmek şarttı. Subaylar Binbaşı İbrahim Beye askerlerin hazır oldu ğunu bildirdiler. Atların, makineli tüfeklerin, tüfeklerin ve kılıçların bakımı yapılmıştı. Yeteri kadar cephane vardı. Binbaşı emrine gir diği 1. Süvari Komutanından izin aldı. Müfreze sabah çorbasını içmişti. Besmeleyle yola çıktılar. Bin başı gece haritayı incelemiş, Piran'a giden çok zahmetli ama isyan cıları şaşırtacak bir yol saptamıştı. Binbir güçlükle ilerlediler. Tek atın sığdığı uçurumlu, buz kes miş yollardan geçtiler. Piran'a beklenmedik bir tepeden iniverdiler. Üç saat içinde Piran'ı ve çevresindeki köyleri silahla karşı koyan isyancılardan temizlediler. Bir bölümü dağlara kaçtı. Köylerdeki si lahlar toplandı. Halkın üstü başı, evleri perişandı. Girdikleri köylerde Binbaşı güzel sözlerle halkı barışa davet etti. "Böyle silaha sarılacağınıza okul, doktor, ebe, ilaç, yol, iş, tarla istesenize" dedi. Nasihat eden birkaç bildiri yazıp sağa sola yolladı. Pek etkisi olmadı. Kaçanlar geri dönüp asilere katılacaklardı. Çünkü Allah'ın görevlendirdiği Şeyh Sait'in yenilmeyeceğine kesin inanıyorlardı. ŞEYH SAİT EFENDİ'yi Lice'ye bir buçuk saat uzaklıktaki köyde Lice'den gelmiş olan birkaç dost karşıladı. Lice'de ve çevresinde isya nı desteklemeyen aşiretler, kabileler vardı. Bir çatışma çıkabilirdi^ Lice ileri gelenleri davet edildi. Görüşüldü. Uzlaşma sağlana madı. Bu sırada Sis boğazında bir hükümet birliğine baskın verildi ği, birliğin geri püskürtüldüğü haberi alındı. Bayram ettiler. Şeyh Sait Efendi'ye göre 'bir Türkü öldürmek 70 gâvuru öldür mekten daha üstündü! Neden? Bir nedeni yoktu. Hayatında bir tek Türkten kötülük görmemiş olan Şeyh Efendi böyle diyordu.*
8
Çatışma çıkmaması için Lice'ye girme işini bir gün erteledi. 116 Üçüncü Bölüm
SABAH gün atarken Yarbay Hüseyin Bey müfrezeyi yola çıkar mıştı. Kestirme bir yoldan Sis boğazına varmayı uygun görmüştü. Alibardak'taki müfrezeye kendisini izlemesini emretti. Soğuk ciğerlerine işliyordu. Piyade ile aranın açılmaması için süvariler yavaş gidiyor, atla rın burnundan buğu fışkırıyordu. Arazinin elverişli olmasından yararlanarak, baskın yememek için öncü, artçı ve yancılar çıkarılmıştı. Güven içinde ilerliyorlardı. Sağda ve solda kar altında uyuklayan köyler vardı. Köylerin hizasına gelen yancıların üzerine yaylım ateş açıldı. Ateş giderek yoğunlaştı. Sis boğazı yönünden gelen binden fazla isyancı müfrezeyi sarmaya başladı. Öncü, artçı, yancılar, hepsi biraraya geldiler. Birlik çıplak ara zide savunma düzenine geçti. Toprak donduğu için siper kazmak imkânsızdı. Baş siperi ile yetineceklerdi. İsyancılar giderek çoğalıyordu. Müfrezeyi, isyancılara durmadan ateş yağdıran makineli tü feklerin etkisi korumaktaydı. Makineli tüfek cephanesi hızla aza lıyordu. İsyancılar ortada, açıkta duran atları vuruyorlardı. Atların vurulması, inlemeleri herkesi ürpertmekteydi. Hüseyin Bey birliği kurtarmak için geri çekilmenin zorunlu olduğunu gördü. Emrini verdi. Çekiliş en zor harekettir. Deneyleri az yeni subaylara, erlere yardımcı olmak, korumak için ateş hattına geldi. Subayları, erleri uyarıyordu: "Sürünerek çekil... Onbaşı, dikkatli ol... Haydi oğlum acele et... Bırakın ağırlıkları..." ~~' Bir serseri kurşun bu can cömertliğini affetmedi. Yarbay Hüse yin Bey vurulup düştü. Müfreze, şehit komutan ve yaralılarla birlik te, makineli tüfeklerin koruması altında geri çekildi. Silah seslerini duyan öteki müfreze yetişince isyancılar kayboldular. Bir subay, otuz sekiz er, müfrezenin ağırlıkları ve muhafız erle ri asilerin eline geçmişti.
89
GAZİ PAŞA sabah Genelkurmay'a giderek Fevzi Paşa ile gö rüştü, öğleyin de Fethi Okyar'ı Meclis'teki odasında ziyaret etti.
Konu isyandı. Üçüncü Bölüm 117
Fethi Bey olayın sınırlı, yerel bir isyan, ilkel bir irtica olayı ol duğu kanısındaydı. Geniş bir sıkıyönetim uygulamasını gerekli gör müyordu. Hele kısmi de olsa bir seferberlik ilanına karşıydı. Var olan imkânlarla, işi genişletmeden, halkı heyecana vermeden bu hareketin bastırılabileceğine inanıyordu. Gazi "Bu sabah da bir müfrezemizi yenmişler" dedi. Fethi Bey bu durumu doğal karşıladı: ''Cephe savaşına alışmış ordunun başıbozuklarla mücadelede biraz bocalaması doğaldır. Bu hal geçer." Gazi Fethi Beye doğru eğildi: "Valilerden ve Genelkurmay'dan gelen raporları okuyor mu sun sen?" Fethi Bey Gazi'nin sinirlendiğini anlamamıştı. Sükûnetle yanıt verdi: "Fırsat buldukça. Bu işle İçişleri Bakanı Cemil Bey yakından ilgileniyor." Gazi Fethi Bey'den ayrılıp direksiyon binasına gelir gelmez İs met Paşa'ya yıldırım telgraf çekti: "Hemen Ankara'ya dönmeni rica ederim'.' 90
İSMET PAŞA'ya telgraf yıldırım hızıyla ulaştırıldı. Bu sırada oturma odasında kimine kızarak, sinirlenerek gazeteleri okuyordu. Yalanlar, abartılar, maksatlı haberler, halkın din duygularını kabar tacak yazılar artarak sürüyordu. Ömer yere serilmiş bir battaniye üzerinde oynamaktaydı. An nesi odasında dinleniyor olmalıydı. Eşine seslendi: "Mevhibe Hanım, Gazi hemen Ankara'ya dönmemi istiyor. Önemli bir olay olmalı. Siz telaş etmeyin, sonra gelirsiniz. Ben bu akşam Ankara'ya hareket edebilir miyim?" " " "4 I Paşa'nın bavullarını hazırlamaya girişti. E v e t
â l . SÜVARİ Tümeninin Komutanı 21 Şubat Cumartesi sabahı bir alayını Diyarbakır'da bırakarak, bir alayı ile Hani'ye hareket otu. (Üçüncü alayı olan 21. Süvari Alayı Alibardak'ta) 118 Üçüncü Bölüm
Süvari Alayı, karşılaştığı küçük isyancı gruplarını tepeleyerek ilerledi, kısa bir çatışmadan sonra Haniye girdi. Hani'de yönetim yeniden kuruldu. Silahlar toplandı. Esir olanlar bir binaya hapse* dildi, f • f f Çok geçmeden isyancılar Hani'yi geri almak için çıkageldiler. Çok kalabalıktılar. Propaganda etkili çalışıyor, Şeyh Sait'i Allah'ın görevlendirdiği inancı yayılıp duruyor, her gün bölgeden bir-iki aşi ret isyana katılıyordu. Hani'yi kuşattılar. İki yan da iyi dövüşüyordu. Ama makineli tüfekler ve süvarile rin pervasızlığı isyancıları yıldırdı. Parça parça çekildiler ve kaçma ya başladılar. Tam süvariler için uygun bir durumdu bu. Subayları da, erleri de heyecanlandırdı. Komutan da heyecana kapılarak ka çanları takip etmelerine izin verdi. Alay atlandı. Kılıçlarını çektiler, taburlara ayrılıp kaçan is yancıların ardına düştüler. Hani'de yalnız toplar, makineli tüfekler, ağırlıklar, katırlar, Tümen Komutanı ile on kadar subay ve 150 sü vari kalmıştı. BİTLİS te bulunan bir alay da aynı gün Lice'ye hareket ettiril mişti. Bu hesaba göre isyancılar, Süvari Tümeni ile güneyden, bu piyade alayı ile doğudan sıkıştırılmış olacaklardı. Bu iki kuvvetin isyanı bastıracağına güvenenler az değildi. Oysa isyan dalga dalga yayılıyordu. Tipi vardı. Piyade alayı kara bata çıka batıya doğru ilerlemeye başladı. Lice-Bitlis arası kuş uçuşu 130 kilometreydi. Çok engebeli bir ara ziyi aşmaları gerekiyordu. Lice'ye bir haftada ancak varabilirlerdi. Aç kurt sürüleri alayı uzaktan izliyorlardı.
Komutan on günlük yiyecek ve yetecek kadar cephane almış tı. Katırlara yüklenmiş dört makineli tüfekleri ve iki de dağ topları vardı. ANKARA istasyonu Bakanlar ve milletvekilleriyle doluyordu. Kaynayan Ankara'da îsmet Paşa'nın döneceği haberi bomba gibi patlamıştı* Üçüncü Bölüm 11^
Biraz sonra Gazi Paşa da geldi. Nedense yalnız Başbakan Fethi Bey yoktu. Kulaktan kulağa dedikodu yapılıyor, İsmet Paşa'nın geli şinden memnun kalmadığı fısıldanıyordu. Tren saatinde gara girdi. Halk Partisi Genel Başkan Vekili İsmet Paşa alkışlarla karşılan dı. Gazi ile kucaklaştılar. İsmet Paşa sağlıklı görünüyordu. Çok iyisin. "Teşekkür ederim." "Doğru bize gidiyoruz." "Peki." Latife Hanım İsmet Paşa'ya kendi eliyle çay ikram etti. Biraz konuştular. Sonra Paşalar elçi kabul odasına kapandılar. Gazi du rumu, olay hakkında edindiği bilgileri, düşüncelerini, tahminlerini, sezgilerini, kaygılarını, Fethi Beyin tutumuyla birlikte geniş olarak İsmet Paşa'ya anlattı, belgeleri okudu. Fethi Bey'in yavaş, ılımlı, çe kingen tutumunun Bakanlar Kurulunda tartışmalara yol açtığını açıkladı. , Öğle yemeği için ara verdiler. Yemekten sonra tüm bilgileri biraraya getirerek|ve bütün Türkiye'yi dikkate alarak genel bir durum değerlendirmesi yaptılar ve şu ortak kanıda buluştular: Bu olay, bir karşı-devrim hareketiydi. Mütareke ile başlayıp gelişen, milli olan her şeyi, Meclis'i, Cum huriyeti, özgürlüğü, kadın hareketini, uygarlaşma çabalarını dur durmayı, yıkmayı amaçlayan anlayışın bir parçasıydı. Şeyh Sait Efendi'nin açtığı bayrak, kanlı 31 Mart bayrağıydı. 91
92
Dinciler, saltanatçılar, hilafetçiler, Cumhuriyet karşıtları, bu anlayışı kaç zamandır açıkça basın aracılığıyla, gizlice dini örgütler yoluyla Türkiye'nin her yanına yaymaya çalışıyorlardı. Meclis'i aşa ğılıyorlardı. Bu özgürlük değil kaostu, anarşiydi. İkinci Meşrutiyet de bu yüzden hızla yozlaşmış, 31 Mart felaketi patlamıştı. Olayın başka bölgelere de bulaşması olasılığı vardı. Dincilerle ayrılıkçı lar arasında anlaşma olduğu seziliyordu. İstanbul en duyarlı yerdi. Yeni Türkiye'ye zarar vermek için, bu gerici, yıkıcı, çağdışı anlayışı destekleyecek dış güçler de eksik değildi. Nitekim Yunanistan'daki bir Ermeni örgütü Gazi'nin öldürülmesine karar vermişti. Bunun için Türkiye'ye üç kişilik bir suikast çetesi yollayacaktı. 120
Üçüncü Bölüm
Rejimi ve uygarlaşma hamlesini, kısacası gerçek kurtuluşu ko ruyacak ciddi önlemler alınması gerektiğinde görüş birliğine var dılar. Yoksa bütün olumlu sonuçları ile Milli Mücadele boşa gide bilirdi. M. Kemal Paşa İsmet Paşa'yı bırakmadı. Ailesi gelene kadar Çankaya'da kalacaktı. "Akşam yemeğine Meclis Başkanı Kâzım Özalp Paşa ile Fethi Bey'i çağırmayı düşünüyorum. Görüşürüz. Ne dersin?" iyi olur. Önlem almakta gecikmeyelim. İsyan nedir bilmeyen anlamaz. Bir gün bile çok önemlidir." ALAY kaçak isyancıların ardına düştükten bir zaman sonra yeni bir isyancılar dalgası sessizce Haniye sokuldu. 300-350 kişilik bir grup doğudan, başka bir grup da güneyden Hani'ye baskın ver diler. Hani halkının bir bölümü de isyancılara katıldı. Karargâhlar ile 150 atlı karmakarışık bir halde ve büyük güç lükle Hani'den çıkarak güneydeki bir köye (Şeritan'a) çekildiler. Alay isyancıları kovalayıp bir bölümünü tepelemişti. Neşe içinde Hani'ye döndüler. Hani elden çıkmıştı. Hiçbirinin neşesi kal madı. Hani'den çıkmakla yanlış yaptıklarını anladılar. Duygu aklı bastırınca sonuç felaket oluyordu. Onlar da kös kös Şeritan'a çe kildiler. 93
Hani'deki ağırlıklar, toplar asilerin eline geçmiş, 7 subay esir düşmüştü. Kâzım İnanç Paşa'nın öfkesi karargâhı sallıyordu. 94
LİCELİLER ile Şeyh Sait Efendi arasındaki anlaşmazlık çözül müş, Lice de isyancılara açılmıştı. Lice'ye atlarının üzerinde gösterişli bir biçimde girdiler. ö n d e beyaz atlı Şeyh Sait Efendi vardı. Atın başını Lice Müftü sünün oğlu çekiyordu. Şeyhin sağında Lice Müftüsü, solunda Müf tünün kâtibi, arkalarında da bazı Lice Beyleri bulunuyordu. Bunları tutsak alınan bir Türk binbaşısı izlemekteydi. * Halk tekbir çekiyor, saygıyla Şeyhin atının yelesini öpüyordu. 94
Allah'ın görevlendirdiği kurtarıcı gelmişti.
Üçüncü Bölüm 121
AKŞAM YEMEĞİ çok kısa sürdü. Misafir salonuna geçtiler. Son raporlar okundu. Kuzeyde Çapukçur (Bingöl) ve Palu, güneyde Ergani ve Maden isyancıların eli ne geçmişti. Palu'dan sonra Elazığ'a ilerleyecekleri anlaşılıyordu. Her girdikleri yerde hapisaneleri boşaltıyor, öncelikle devlet daire lerini yağma ediyorlardı. Hani ve Lice'ye de girmişlerdi. Bundan sonraki hedefin Diyarbakır olduğu anlaşılıyordu. Fethi Bey olayın küçük, yerel bir olay olmadığını kabul etti. O âna kadar en az üç il isyancıların eline geçmişti. Yayılma sürüyor du. Sıkıyönetim ilan edilmesini o da gerekli buldu. Sıkıyönetim ve sıkıyönetim mahkemeleri, isyanın hızını kesebilir, kışkırtıcıların bir daha düşünmelerini sağlayabilirdi. Gece Meclis'te Gazi'nin başkanlığında Bakanlar Kurulu top landı. Toplantıya Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da katıldı. İsyancılar üzerine yollanabilecek toplam kuvvet bu kadardı. Bu da isyanı bastırmaya yetmiyordu. İsyan bölgesine daha fazla kuvvet göndermek için güney sınırındaki düzeni bütünüyle bozmak gere kiyordu ki buna imkân yoktu. İngilizlerle gerginlik sürmekteydi. Sorun ancak kısmi seferberlik ilan etmekle çözülebilirdi. Başbakan karar veremedi. Halkı heyecanlandırmayı, daha yeni savaştan dönmüş erkekleri tekrar silah altına alıp savaşa sürmeyi doğru bulmuyordu. Sıkıyönetim ilanı ile yetinilmesini istedi. Gazi ve Fevzi Paşa bir-iki gün içinde Başbakanın da durumu anlayacağı nı düşünerek ısrar etmediler. Gece toplantısı Ankara'daki gazetecileri çok heyecanlandır mıştı. Meclis'te gazetecilere ayrılan odada toplanıp sonucu bekle diler. Bakanlar Kurulu, 21 Şubat günü isyan sözcüğünü ilk kez kulla narak 12 il ve 2 ilçede sıkıyönetim ilan ettiğini açıkladı. Ooooo! 95
Karar yıldırım telgraflarla gereği için ilgili illere bildirildi.
illere,
bilgi için öteki
Daha da önemli başka bir gelişme oldu. Ama gazeteciler bunu ertesi gün öğreneceklerdi. Adalet Bakanı M. Esat Bey bir kanun ta sarısı hazırlamış ve Bakanlar Kuruluna açıklamıştı. 122 Üçüncü Bolüm
Tasarı Vatana İhanet Kanunu'na bir madde eklenmesi hakkın daydı: Bundan böyle, dini siyasi amaçlarla kullanmak, siyasete alet etmek, dini alet ederek devlet şeklini değiştirmeye kalkışmak, dini alet ederek halk arasına ayrılık sokmak vb. vatana ihanet sayıla caktı. Kanun dinin siyasi amaçlarla suiistimalini (kötüye kullanımını) kesin olarak engellemeyi öngörmekteydi. Bu öneri memnunlukla ve oybirliği ile kabul edildi. Yasaklanan şeylerin hepsi dine aykırıydı zaten. Kanun, dinin yüceliğini koruyor, çok kan, can, emek, sabır, gözyaşı, özveri ve acıyla kazanılmış olan Cumhuriyeti güvence al tına alıyordu. 96
HALK PARTİSİ Grubu 23 Şubat 1925 günü eski Meclis bina sında toplandı. Burası Halk Partisi Genel Merkezi olarak kullanılı yordu. Başbakan gruba hükümetin aldığı kararları ve gerekçelerini açıkladı. İsmet Paşa Genel Başkan Vekili olarak önemli bir konuşma yaptı. Özetle "Bir devrim sürecindeyiz." dedi, "..Çeşitli nedenlerle bu durumdan memnun olmayanları içten dıştan kışkırtanlar var. Böyle bir olay bugün olmasa, yarın olacaktı. Düzenin değişmesini istemeyenler eskiden beri dini alet etmiş, halkı can evinden yakala yarak ayaklandırmışlardır. Milli Mücadele bunun birçok örneği ile doludur. Hiçbirini unutmuyoruz. Herkes bu olaylardan ders almak zorundadır. Hükümetin verdiği kararları destekliyoruz. Bundan sonra alınması gerekli önlemler de gecikmeyecek, bu sorun kökün den bitirilecektir." Birinci Meclis'in ilk günlerini anımsatan heyecanlı, kararlı bir hava esiyordu. Meclis bu isyan ile düşman işgalini aynı derecede tehlikeli görüyordu. 97
ismet Paşa'dan sonra Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt tasarı hakkında bilgi sundu. Alkışlarla karşılandı. Karşı-devrime karşı Cumhuriyeti ve çağdaşlık hamlesini koruyan, bunlara ebedilik sağ layan hukuki önlem alınmıştı. Dr. Reşit Galip bu gelişimi coşkuyla karşıladı, gerekirse daha geniş önlemler alınması gerektiğini savun du. Bu, ya onurlu ve başı dik yaşama, ya da sürünme, dilenme ara sında bir hesaplaşmaydı. Gazi de gelmişti. Odasından görüşmeleri izliyordu. Üçüncü Bölüm 123
Toplantı sona erince ileri gelen milletvekilleri ile konuşup gö rüşlerini aldı. Sonra Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. İsyan bölgesinden alınan bilgiler açıklandı.! Hükümet birliklerinin yetersizliği, isyancıların cesaretini ve isyana katılımı artırıyordu. Bu kez Başbakan gecikmeyle de olsa, kısmi seferberlik yapıl masının gerektiğini kabul etti. Hangi birliklerin seferi duruma ge çirileceği Genelkurmayca saptanacaktı. 98
GRUP toplantısından sızan bilgiler ve yansıyan hava, Terakki perver Cumhuriyet Partisi yönetimini kaygılandırmıştı. Bazı Halk Partili milletvekilleri olup bitenlerden muhalefet partisini sorumlu tutuyorlardı. Nitekim bir Halk Partili milletvekili, arkadaşı bir muhalif mil letvekiline dedi ki: "Böyle geri, ilkel, yoksul, çağdışı bir toplum olarak kalacak de ğildik. Tanzimatçılar gibi yarım yamalak bir şeyler yapmak sorunu çözmeyecekti. Daha köklü önlemler almak, biri ötekini tamamla yacak devrimler yapmak gerekiyordu. Bunları birlikte yapmalıydık. Uygarlık zaferini de birlikte kazanmalıydık. Sudan nedenlerle biz den ayrılarak irticaya, devrim karşıtlarına cesaret verdiniz." "Biz iyi niyetle şöyle düşündük..." "..Dur, sözümü bitireyim. Halkı kazanmak için dini kullandı nız. Cumhuriyetçi olduğunuz bile şüpheli." "Ooo, yoo!" "..Devrim yapılmasına karşı olduğunuzu açıkladınız. İstan bul'un yeniden başkent yapılması için demeçler verdiniz. Gerici, bölücü İstanbul gazeteleriyle işbirliği içindesiniz. Siz kimsiniz? Ay dan mı geldiniz? Mütarekeyi ve Milli Mücadele'yi yaşamadınız mı? Neler olduğunu ne çabuk unuttunuz. Ne yapılıyorsa, yaşadığımız • felaketler bir daha yaşanmasın diye yapılıyor. Bunu anlamamak için Damat Ferit kafalı olmak lazım."
99
Muhalif milletvekili dayanamadı uzaklaştı. Muhalefette de çeşitli görüşler vardı. Bu aşamada Fethi Bey hükümetinin ve kararlarının desteklenmesi uygun görüldü.
124 Üçüncü Bölüm
İSYANCILAR Palu'dan sonra Elazığ üzerine yürüyüşe geçmişi lerdi. Elazığ Valisi ve Tugay Komutanı birtakım önlemler almışlarf dı. Hiçbiri işe yaramadı. İsyancılar ellerinde Kuranlar, mushaflar, yeşil bayraklar, tekbir çekerek 24 Şubat 1925 sabahı Elazığ'a girdi ler. Önce cephaneliği, jandarma dairesini, hastaneyi yağmaladılar. Hapisanedeki mahkûmları serbest bıraktılar. Adliyedeki belgeleri yaktılar. Vali ve Tugay Komutanı, birkaç savunma girişiminden sonra, toplayabildikleri memurlar ve askerlerle şehir dışına çekildiler. Fı rat üzerindeki ahşap İzoli köprüsünde son kez bir savunma hattı kurdular. Şehir isyancılara kaldı. Batı Cephesi Kc ^utanı Şeyh Şerif Efendi de Elazığ'a geldi. Devlete bağlı yöneticileri görevden aldı. Şehrin ileri gelenlerini valiliğe davet etti. İl Müftüsü Mehmet Efendiyi Vali olarak atadı. Yağmanın şehre yayılacağından korkuluyordu. Yağma olmayacağı na söz verdi: "Kaygıya yer yok. Amacımız dini ve Kuranı kurtarmaktır." Şeyhin verdiği söz şehre yayıldı. Daha önce hiç böyle bir olay yaşamamış olan Elazığlılar inanıp evlerine çekildiler. Gece yağma başladı. Şeyh engel olmaya çalıştıysa da başara madı. Yağma hırsını yenemedi. Ama halk ayılmıştı. Silahla, sopayla karşı koymaya başladılar. Bazı çapulcuları tepelediler. Yağma ileri gidemedi. İlk kez halktan tepki görüyorlardı. Şehrin güvenli bir kö şesine çekilip sabahı beklediler. Elazığ halkının dövüşmeye hazır olduğunu fark edince sabah Malatya'ya yürümeye karar verdiler. Ne olacak, orayı talan ederlerdi. Bağıra çağıra yola çıktılar: 100
"Malatya'ya gidiyoruz. Müslüman olanlar arkamızdan gelsin!" Bir bölümü Elazığ'da yaptığı yağmayla yetinip Palu'ya geri döndü. Kalanlar Malatya'ya yürüdüler ise de şehre giremediler. Kimi yakalandı, kimi kaçtı. MECLİS 25 Şubat 1925 günü 14.15'te açıldı. Başkan Kâzım Özalp Paşaydı. Başbakan Fethi Bey kürsüye geldi, ö n c e isyan bölgesindeki as keri durumu anlattı. Sonra ele geçirilen belgelere dayanarak isyanın Üçüncü Bölüm 125
içeriğini, amacını açıkladı. Bu bir İslam-Kürt isyanıydı. Bu aşamada gerici, karşı-devrimci niteliği ağır basıyordu. Gerekli her önlemin alınacağını söyledi. Bu açıklama alkışlarla karşılandı. Başbakan dan sonra muhalefet lideri Kâzım Karabekir Paşa söz alarak sıkıyönetim kararını destekle m' di. Özetle dedi ki: "Milli varlığımızı tehlikeye koyanlar, her türlü lanete layıktır. İç ya da dış bir tehlike Kâzım Özalp karşısında bu vatanın bütün çocukları birlik içinde her fedakârlığa hazırdır." Bu konuşma da çok alkışlandı. Mahmut Esat Bey, dinin suiistimali ile ilgili kanun tasarısının öncelikle görüşülmesini önerdi. Uygun görüldü. Adalet Komisyo nunun raporu okundu. Çok kısa bir-iki konuşmadan sonra tasarı, oybirliği ve alkışlarla kabul edilerek kanunlaştı. İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Genelkurmay İkinci Başkanı Kâzım Orbay Paşa akşam Çankaya'da, Gazi'nin başkanlığında biraraya gel diler. Harita başına geçildi. Hangi birlikler seferber edilecekti? İsyan nasıl bastırılacaktı? Seferberlik tamamlanana kadar ne yapılacaktı? İki kolordu ile bazı birliklerin seferber olması yeterli görüldü. Hazırlıklar tamamlanana kadar birlikler bulundukları yerde dire necek, taarruz ve takipte bulunmayacak, bekleyeceklerdi. Diyarba kır kesin olarak savunulacaktı. Genel plan şöyle belirlendi: Seferberlik bitince isyan bölgesi kuşatılacak, çember gittikçe daraltılarak isyancılar sarılıp teslim alınacaktı^ Kuşatmaya müm kün olduğu kadar sessizce başlanacaktı. 101
102
GAZI geç saate kadar Meclis'teki odasında kalıyor, çalışıyor, ilgililerle görüşüyor, uyarıyor, tüm iller ile bağlantı halinde bulunu yordu. Gizli telgrafları ö z e l Kalem Müdürüne yardım eden Hasan Rıza Bey'le yolluyordu telgrafhaneye. _
û
0
126 Üçüncü Bölüm
Gece yarısına doğru telgrafhaneden dönen Hasan Rıza Soyak'a son olarak yeni bir telgraf metni verdi: "Bu yazıyı şifrele, tekrar telgrafhaneye git, üzerine 'bizzat açı lacaktır* kaydını koy, telgraf gidecek kimseleri telgraf başına çağır, hemen yanıt iste. Yanıtlarını al, getir." Telgraf Erzurum ve Trabzon Valileri ile İstanbul'daki Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa'ya çeküecekti. Telgraf yaklaşık şöyleydi: "Güneydeki hadisenin genel bir irtica hareketinin başlangıcı olmasından endişe ediyorum. Bu bakımdan mıntıkanızda vaziyet nedir? Yapılacak bastırma hareketi sırasında oradan emin olabilir mıyız? Cumhurbaşkanı bütün olasılıkları yokluyordu. Son olarak üçünden de güven verici, olumlu yanıt alınca rahatladı. Telgrafları ve yanıtlarını yaktırdı. "Haydi gidelim çocuk." 103
LİCE'ye yürümeye çalışan Piyade Alayına haber gönderilerek Bitlis'e geri dönmesi emredildi. Emri getiren haberciler yarı don muş haldeydiler. Battaniyelere sardılar, ateş yakıp ısıttılar, çay ver diler. Canları geri geldi. Alayın dönüşü daha zor oldu. Soğuktan kirpikleri bile buz tu tup birbirine yapışıyordu. Ama karınları tok, sırtları pekti. "Allah devlete zeval vermesin!" Hiçbir isyancıyla karşılaşmadan döndüler. Büyük kuşatmayı bekleyeceklerdi. SEFERBERLİK, ilgili birliklerin bölgelerinde ilan edildi ve gençler silah altına çağrıldı. Halk oğullarını askere yine davul zur na ile yolluyordu. Askere çağrılanlar askerlik şubelerine gelmeye başladılar. Bunların çoğu deneyli, savaş görmüş, zaferi tatmış, düşmanı kovalamış gazilerdi. Bir an önce cepheye gitmek, isyan çıkararak devletin ve milletin başını belaya sokan isyancıları tepelemek is tiyorlardı. Çok öfkeliydiler. On yıldır ilk kez barış yaşanmaktaydı. Devlet yaraları sarmaya, eksikleri gidermeye çabalıyor, halk yeni yeni kendine geliyordu. Tam bu sırada isyan çıkarmanın bir tek adı vardı: Hainlik. Üçüncü Bölüm 127
Bazı Çanakkale Savaşı gazileri de askere alınmak istediler ama hepsi, elleri, yüzleri öpülerek evlerine gönderildi. Seferberlik depoları açılmış, giysiler, araç ve gereçler, toplar, makineli tüfekler, mermiler, fişekler, el bombaları çıkarılıyor, birlik lerin mevcudu ve silahları iki katına yükseltiliyordu. Kısa süreli bir talim ile bilgiler tazelenecek, birlikler kuşatma hareketi için emir bekleyeceklerdi. DİYARBAKIR-MARDİN yöresine Adana ve Konya çevresin de konuşlanmış olan üç tümen yollanacaktı. Bunlar isyan bölgesini güneyden kuşatacaklardı. Bunların seferber hale getirilmeleri ve demiryolu ile Mardin'e gönderilmeleri gerekiyordu. Güney demiryolunun MeydanıekbezÇobanbey arasındaki kısa bölümü Suriye toprağından geçmekteydi. Bu yoldan askeri birlik geçirmek için Suriye'yi işgali ve sömürüsü altında tutan Fransa'dan izin istemek zorunluğu vardı. Fransa'ya başvuruldu,. Hükümet İngilizlerin baskı yaparak Fransızların izin vermesini engellemesinden, hiç olmazsa geciktirmesinden çekiniyordu. İsyanın sürmesi İngilizlerin işine geliyordu. Şu anda Musul'da incelemelerde bulunan üçlü komisyona, Türklerin Kürtleri yönetemediğini, Musul'u hiç yönetemeyeceklerini anlatıyor olmalıydılar. İngiliz basını da Türkiye'yi bu isyanla başa çıkamayacak halde göstermeye çalışıyordu. İsyan çok kritik bir zamanda patlak vermişti. Musul'un elden gitmesine neden olabilirdi. Fransa'nın yanıtı beklenmeye başlandı. 104
I
ı
j i
DİYARBAKIR'ın savunmasından sorumlu olan Mürsel Paşa, kuzeye keşif kolları sürmüştü. İsyancıları izletiyordu. Diyarbakır'a doğru bir hareket yoktu daha. Makineli tüfekler surların üzerine, toplar şehrin uygun yerle rine yerleştirilmiş, surlarda^i gözcüler ile topçular arasında telefon hatları kurulmuştu. Surlar üzerinde keskin nişancı askerler de yer alacaktı. Şehrin dört giriş kapısı v a r d ı . H a r e k e t başlayınca iki kapı k a patılıp barikatlanacaktı. İki kapı ileri mevzilerdeki birliklerin geliş 128 Üçüncü Bölüm
i
gidişleri için yarı açık bırakılacaktı. Surların bazı yerleri yıkıktı. Bu gediklere eldeki imkâna göre kuvvet yığılacaktı. Genelkurmay riski göze alarak sınır birliklerinden üç alay çekti, Mürsel Paşa'nın emrine verdi. Bunlar seferberlik dışı oldukları için sayıca zayıf alaylardı ama gelmeleri Mürsel Paşa'yı çok sevindirdi. Mardin'den de bir topçu birliği geliyordu. Diyarbakırlılar isyana kesinlikle karşıydılar. Ama şehirde is yancıların kafasında üç-beş kişi bulunabilir diye ilgililer uyanık du racaklardı. Savaş sırasında kimse sokağa çıkmayacaktı. Güneydeki bir tarla havaalanı olarak kullanılmaktaydı. Üç uçak nöbetleşe uçarak isyan kuvvetlerinin durumunu gözlüyordu. Bir tehlike belirirse havalanıp Adana'ya gideceklerdi. HALK PARTİSİ grubu 2 Mart 1925 günü uzun süren bir top lantı yaptı. Önlem almada ağır davranılması, irticaya karşı yeni ön lemlerin alınmaması, bazı gerici, fesatçı, nifakçı İstanbul gazetele rine gösterilen geniş anlayış, milletvekillerini, özellikle aşırıları çok sinirlendirmişti. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nden Rüştü Paşa İstiklal ga zetesine bir demeç vererek, "Şeyh Sait isyanının bir önemi olma dığını, kuvvetinin birkaç yüz atlı ile müritlerden ibaret olduğunu, olayda yabancı parmağı da, şeriat isteği, din sömürüsü de bulunma dığını" söylemişti. Kısacası hükümetin sert önlemler almak için olayı abarttığı nı iddia ediyor, irticayı görmezden geliyor, belgeleri, olayları, yağ maları, ardarda elden çıkan illeri hiç dikkate almıyordu. Kâzım Karabekir'in anlayışlı konuşmasına uymayan bir iddiaydı bu. Mu halefet partisinde değişik bir hava esmeye başlamıştı. 105
Bu demeç Halk Partilileri daha da kaygılandırdı. Demek ki mu halefet irticaya arka çıkacaktı. İşte bu olamazdı! Grup toplantısı çok gergin geçti. İstanbul basınından ve İstanbul'daki bazı merkezlerden Anadolu'ya yayılan gerici, tehlikeli anlayıştan, muhalefet partisinden söz edildi, Rüştü Paşa'nın açıkla ması eleştirildi. Fethi Bey irticaya karşı daha geniş önlemler alın masını isteyenleı e şu yanıtı verdi: "Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana bulayamamf Üçüncü Bölüm 129
Bu söz çok tepki topladı. Kimse kanlı önlem istememişti. İste nilen kapsamlı kanuni önlemlerdi. Bu yersiz söz Fethi Bey'in duru munu sarstı. Güvenoyu alamadı. Gazi Paşa odasında çalışıyordu*. Parti grubundan güven alama yan Başbakan Fethi Bey, Cumhurbaşkanını ziyaret ederek istifasını sundu. Güvenoyu alamamasını İsmet Paşa'nın etkisi olarak gördü. Bunu unutmayacaktı. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa'yı davet etti. Yeni hükümeti kur masını istedi. İsmet Paşa kabul etti. Birçok konudaki düşünceleri ortaktı. Eski Meclis'ten birlikte çıktılar. Halk soğuğa aldırmadan bekliyordu. Anadolu ihtilalinin iki liderini sevgiyle alkışladılar. Liderler Çankaya'da sabaha kadar görüştüler. Çağdaşlaşmak, bunun gerçekleşmesini sağlayacak devrimleri yapmak, gerçek demokrasi için sağlıklı, ömürlü bir zemin hazırla mak mı, yoksa var olan durumu sürdürmek mi? Hangisi daha yarar lıydı, doğruydu? Hangi yolu seçmeliydiler? Bunu çok konuşmuşlar dı son günlerde. Son bir kez daha konuştular. Tarihi bir karar vereceklerdi. Gazi "Biz milleti ve devleti kurtaracak ve yaşatacak olan ka rar ne ise o kararı verelim.." dedi, "..Büyük idealimize yürüyelim. Bu kısa süre içinde gerekli temel devrimleri yapalım, özlemini çektiğimiz gerçek demokrasi için gerekli zemini ve insanlarımızı hazırlayalım. Geriliğin, ilkelliğin, yoksulluğun, bağnazlığın kader olmadığını kanıtlayalım. Avrupa karşısında aşağılık duygusuna ka pılmayı kökünden yok edelim. Milleti ve devleti bu çaresizlikler den, yokluklardan, geriliklerden kurtarıp esenlik yoluna çıkaralım. Çağdaşlığa açılalım. Nasıl bir miras devraldık, ne yaptık, ne kadar başarılı olduk, ilerde millet ve tarih hükmünü verir. İyi niyetli ama kısa düşünüştü bazı insanlardan aferin almak için milleti ve devleti bu aciz, geri, ilkel halde bırakamayız" ismet Paşa destekledi: 106
"Bırakırsak asıl o zaman akıllı, vicdanlı yurtseverler, ilerde bizi korkaklıkla, idare-yi maslahatçılıkla, bilinçsizlikle suçlarlar.* 107
130 Üçüncü Bölüm
İSMET PAŞA ertesi gün parti ileri gelenleri ve bakan adayları ile görüşmeye başladı. Bu görüşmeler sürerken Fethi Bey öğleden sonra Meclis'te söz alarak, 'partisinin grup toplantısında güvenoyu alamadığını, bunun için istifasını verdiğini' açıkladı. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticileri, kıskandıkları İsmet Paşa'nın Başbakanlığa gelmesinden huzursuzlandılar. |İsmet Paşa bakanlarını seçti ve Cumhurbaşkanının onayına sundu. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına yine Dr. Refik Saydam'ı getirmişti. Doktorlar mutlu oldular. 108
4 MART 1925 günü Meclis, uzun süren Halk Partisi grubu toplantısından sonra 17.40'ta toplanabildi. Başkanlık kürsüsünde Kâzım Özalp vardı. isyanı lanetleyen telgraflar yağmaktaydı. O günkü telgrafla rı yollayanlar açıklandı. Fethi Bey'in istifası, Başbakanlığa İsmet Paşa'nın atandığı hakkındaki yazılar ve bakanlar listesi okundu. ismet Paşa kürsüye gelerek hükümetinin programını açıkladı. Bu kısa bir programdı. 'İsyanın hızla bastırılması, fesadın önlenme si, genel huzur ve sükûnun korunması için hızlı, etkili önlemlerin alınacağı' bölümü alkışlarla karşılandı. Programın içeriği tartışılmadı. Ali Fuat Paşa hükümetin ne den değiştiğini anlamak istiyordu. Bunun nedenini bilmeden İsmet Paşa hükümetine güvenoyu vermeyeceklerini açıkladı. Amaç İs met Paşa'ya oy vermemekti. Sonradan katılıp ikinci adam olmuştu. Bunu hâlâ içlerine sindiremiyorlardı! Oylama yapıldı. Başkan sonucu açıkladı: 153 güven, 23 güvensizlik, 2 çekimser. İsmet Paşa teşekkür etti, sundukları bir kanun tasarısının ön celikle bu akşam görüşülmesini önerdi, ö n e r i kabul edilerek tasarı Adalet Komisyonuna gönderildi. Kısa bir aradan sonra Meclis 19.50'de yeniden toplandı. Takrir-i Sükûn (sükûnetin sağlanması) adını taşıyan kanun tasarısı hakkında Adalet Komisyonu incelemesini yapmış, tasarıyı uygun bulduğunu bir raporla Meclis'e bildirmişti. Dokuz kişilik koÜçüncü Bölüm 131
misyonun iki üyesi tasarıya muhalif olduklarını raporda belirtmişti. Bu üyeler Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin üyeleriydi. Üç maddelik tasarının görüşülmesi, tartışılması saatler aldı. Tasarı hükümete geniş yetkiler veriyordu. Muhalefetin Karabekir Paşa, Rauf Bey, Ali Fuat Paşa, Feridun Fikri Düşünsel gibi ağır top ları, şiddetle itiraz ettiler. Söz alan bazı iktidar milletvekilleri ile Başbakan da muhalefetin itirazlarına karşı çıktılar. Hükümet iki İs tiklal Mahkemesi kurulması için de Meclisin karar vermesini isti yordu. Bu öneri de tartışmalara yol açtı. İsmet Paşa eski silah ve dava arkadaşlarını dinlerken düşünü yordu: "Cumhuriyet henüz bir yılını yeni doldurmuş. Memleketin her tarafında irtica alabildiğine tahrik ediliyor. Memleketin bir köşe sinde silahlı bir irtica hareketi başlamış, hadise süratle yayılıyor. Bütün bu şartlar içinde Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahke meleri gibi radikal tedbirlere müracaat etmeden Cumhuriyeti ko rumak mümkün mü?" Tasarı gerçekten radikaldi. Kanunlaştığı zaman iki yıl yürür lükte kalacak, özgürlükler -ilke olarak- hükümetin uygun gördüğü oranda kullanılabilecekti. Bir sivil sıkıyönetim kanunu gibiydi. Tasarı 122 oyla kanunlaştı. 22 red oyu verilmişti. İki İstiklal Mahkemesinin kurulması da uygun görüldü. Yeni bir dönem başlıyordu. 109
110
111
112
TARTIŞMALAR bitmedi, saat çok geç olduğu halde, Meclis kulisinde devam etti. Milletvekilleri dağılıp gidemiyorlardı. Muhittin Baha Bey, "Yunanistan'dan 4 0 0 . 0 0 0 göçmen gelmiş.." diye bağırıyordu, "..devlet bunları mı yerleştirsin, bu rezil isyanla mı uğraşsın?" Şükrü Kaya Bey, "Tam Musul işi konuşulurken bu olayın patlak vermesi İngilizlerin çok işine yarayacak" dedi. Süreyya Yiğit çok kızgındı: "Onların kışkırtmadığı ne malum?" Zamir Bey'le İlyas Sami Efendi bir köşeye çekilip oturdular. #
_
ikisi de üzgündü. Zamir Bey, "Dini siyasete alet etmenin sonu bu dur" dedi, "..sonunda mutlaka kanlı bir olay patlak verir." 132 Üçüncü Bölüm
llyas Sami Efendi heyecanlandı: "Bak efendi, gerçek dindar dini hiçbir şeye alet etmez, edemez. Çünkü Allah'tan korkar. Bunlar din tüccarı, şeytan ordusu ya da tam cahil!" Muhaliflerden Gümüşhane milletvekili Zeki Bey eve gitmek için çıkarken, Hamdullah Suphi Bey'e rastladı, öfkeyle "Hangi medeni memle kette böyle bir kanun vardır?" diye sordu. Hamdullah Suphi Bey daha da öfkeyle, "Hangi medeni memlekette böyle olaylar yaşa nıyor?" diye sordu. Kapıda bekleyen halk Meclis'ten çıkan IsHamdullah Suphi met Paşa'yı alkışladı. Haykırışlar duyuldu: Bey "Kahrolsun bölücüler!" "Kahrolsun Cumhuriyet düşmanları!" "Birliği kundaklayanlara lanet olsun!" İsmet Paşa halkı selamlayarak arabasına bindi. Gazi bekliyordu.
1 I | |
LATİFE HANİM paşaların yanında pek az oturdu. Mevhibe Hanım'ı, çocuğu, annesini, yeni eve ne zaman taşınabileceklerini sor du. Atla önünden geçmiş, evin pembeye boyandığını görmüştü. "Onarım bitmiş. Haftaya taşınabileceğimizi sanıyorum." "Güle güle oturmanızı dilerim." "Teşekkür ederim." Paşaları yalnız bırakıp ayrıldı. İsmet Paşa Meclis görüşmeleri ni özetledi: "Takrir-i Sükûn Kanunu, hükümete tanıdığı geniş yetkilerden dolayı, hayli sert tartışmalardan sonra kabul edildi." "Olağandışı bir kanun olduğu muhakkak. Keşke böyle bir ön lem almak gerek meşeydi." "Haklısın." "..Milli M ü c a d e l e y i bile sıkıyönetimsiz ve basına sansür koy madan idare ettik. Ama düşünmüyorlar ki Cumhuriyet bir yaşını bitireli altı ay oldu. Kurulduğundan beri örselemek, sarsmak, yık mak için durmaksızın çalışıyorlar. Ne isterlerse söylediler, yazdılar. Sabretmekten başka, ne yaptık?" Hiç, Üçüncü Bölüm 133
y
|
"Cumhuriyet düşmanları silaha sarıldıktan sonradır ki bu ola ğandışı önleme başvurduk. Tarih elbette bu durumu dikkate ala caktır." Gün ağarana kadar konuştular. GAZİ ertesi akşam Fethi Bey'i, eşini ve Fethi Bey'in sevdiği kimseleri akşam yemeğine çağırdı. Yemekte övdü, hizmetleri için teşekkür etti. Eski güzel anılardan söz etti. Fethi Bey güvensizlik oylarının olumsuz etkisini daha üzerin den atamamıştı. Zaman zaman durgunlaşıyordu. Yemekten sonra misafir salonuna geçilince, Latife Hanım Fethi Bey'i neşelendirmek için piyanonun başına geçerek canlı, kıvrak parçalar çaldı. Bazı Fransızca şarkıları birlikte söylediler. Fethi Bey bir ara Gazi'den fısıltıyla bir ricada bulundu: "Yurt dışı bir görev isteyebilir miyim?" "Elbette. Nereyi emredersin?" "Paris boş sanıyorum." "Evet boş." Fransa ile normal diplomatik ilişkiler kurulmak üzereydi. Ku rulur kurulmaz Fethi Bey milletvekilliğinden ayrılarak Paris'e Bü yükelçi atanacak, giderken, Gazi'nin de katıldığı bir törenle uğur lanacaktı. UÇAK raporu isyancıların Hani çevresinde toplandıklarım gösteriyordu. Ertesi gün ileri keşif kollarından isyancıların harekete geçtikleri bilgisi geldi.
Konya-Adana bölgesinden beklenen birliklerin yetişmeleri im kânsızdı. Seferberlik ilanında geç kalınmasaydı, bu sıkıntılar yaşan mayacak, dolgun birlikler yerlerini almış olacaklardı. Diyarbakır eldeki kuvvetle savunulacaktı. Mürsel Paşa subay larına, astsubaylarına ve erlerine güveniyordu. Emrine verilen iki piyade alayını surların dışına, şehrin kuzeyine yerleştirdi (6.*ve 63. Alaylar). Üçüncü alay (36. Alay) ihtiyat birliği olarak surlar içinde kaldı. İstihkâm ve muhabere bölükleri, muhafız takımı, jandarmalar, jan darma okulu öğrencileri yardım gereken yere koşacaklardı. Beklemeye başladılar. 134 Üçüncü Bölüm
ECZACI İbrahim Cemal Bey daha yeni yarbay olmuştu. Bir ara vakit bulup da kısacık bir mektupla bu güzel haberi İstanbul'daki eşine bildirmeyi başarmıştı. Üç kızı ve bir oğlu vardı. Eşi yeni bir bebek bekliyordu. Onu öylece bırakıp Diyarbakır'a gelmişti. Bir fır sat bulup uzun bir mektup yazmalı, hepsine ayrı ayrı özlemini, sev gisini, duygularını bildirmeli, güzel öğütlerde bulunmalıydı. Belki bebeğin doğumundan önce izin alıp İstanbul'a gidebilirdi. Ailesi yüreğinde tütüyordu. Ne var ki Ankara, savaş başlamadan önce Diyarbakır'a büyük kutular, fıçılar, sandıklar içinde istenilen sağlık malzemesini yetiş tirmeyi başarmıştı. Kutuları, fıçıları, sandıkları açarak gelen malze meyi sayıp tutanak tutuyor, yine hızla sayarak hastaneye, birliklerin sağlık birimlerine yolluyorlardı. Vurulacak isyancıların da bunlara ihtiyacı olacaktı. & Komutanlığın kanısına göre savaş gece başlayabilirdi. Hiç vakti olmazdı o zaman. Öğleyin aceleyle yemek yiyip yazmayı çok iste diği mektubu yazmaya oturdu. Gözlerinin yaşardığını görmesinler diye sapa bir köşeye çekilmişti. Mektubu cebine koydu. Savaştan sonraki ilk gün yollardı. ŞEYH SAİT EFENDİ birliklerine bu gece (7/8 Mart) saat 02.00'de taarruz emrini vermişti. Şehrin dört kapısına birden hü cum edilecekti. Çevredeki bütün şeyhlerden müritlerini bu cihata göndermelerini istedi. Diyarbakır fethedilince -Şeyh Sait Efendi fetih diyordu- kendi bağımsız din devletlerini kuracaklardı. Kurunca kısas kuralını uy gulayacaklardı. Yalancının dili, hırsızın elleri kesilecek, eşini alda tan kadın toprağa gömülüp taşlanarak öldürülecekti. 1123
İsyancılar heyecan ve şevk içinde yaklaşmaya başladılar. Elle rinde üzerine dini deyimler işlenmiş bayraklar vardı. Nehrin karşı kıyısında da toplananlar oldu. Fakat bu yana geçmeleri imkânsızdı. Süvari bölüğü makineli tüfeklerini öyle yerleştirmişti ki bu yana si nek bile geçemezdi.
İsyancılar şehri iyice uzaktan kuşatarak beklemeye koyuldular. Aydınlatma fişeklerinin ışığı altında, isyancılara yakın köylerden katılan silahlı kafileler olduğu görülüyordu; Disiplinsiz isyancılar Üçüncü Bölüm 135
( t
02.00'yi bekieyemediler. Altı saat önce saat 20.00'de dağınık düzen hücuma geçtiler. Kuzeyden hücum edenler sur dışında mevziienmiş iki alayın cephesine çarptılar. Her saldırıları kırıldı. Bir adım bile ilerleyemediler. Büyükçe bir birlikle ilk kez karşı karşıya gelmişlerdi. Oooov... İsyancıların bir kısmı, gece karanlığında, bir eğri çizerek gü neye, Mardin kapısı çevresine indi. Kapıyı aralayamadılar, gediklerden içeri giremediler. Ama 120 kişi kadar bir Zaza müfrezesi, şa şırtıcı bir beceriklilikle lağım yolundan geçerek şehre sızdı. Mardin kapısındaki barikatlarda bekleyen askerleri arkadan ateş altına aldı. Kanlı bir boğuşma başladı. Bunlardan birkaç kişi Yarbay İbrahim Cemal Bey'in ve ar kadaşlarının hâlâ çalıştıkları eczane katına girdi. Yarbaya yardım edenlerin birkaçı kaçtı, ikisi boş fıçıların içine saklandı. İbrahim Cemal Bey ne kaçmış, ne saklanmıştı. Beyaz gömleği ile durdu. Büyük odaya dalan isyancılarla karşı karşıya kaldı. "Burası has tane" diyecekti belki. Belki de sağlıkçıları öldürecek kadar düşman ya da ilkel değillerdir diye düşündü. Belki dostça gülümsedi bile. Her şey birkaç saniye sürdü. isyancılar silahlarını ateşlediler. Yarbay ibrahim Cemal Beyi şehit ettiler. Laboratuvar aygıtlarını, masaları, rafları dolduran ilaç kavanozlarını, şişelerini, kutularını ateş ederek parçaladılar. Bir başka yeri basıp parçalamak için koridora çıktılar. Çıkar çıkmaz arkalarından koşup gelmiş askerlerle karşılaştılar. Süngüler şimşek hızıyla parlayıp söndü. Şehre girenlerin çoğu temizlenmiş, küçük bir kısmı geldikleri yoldan geri kaçabilmişti. * Bunlar da ânında savaş dışı kaldılar. 113
!
114
114
Savaş gün doğarken sona erdi. Güçleri tükenmişti. Hükümet kuvvetleri peşlerine takılmadan uzaklaşmalıydılar. Taşıyabildikleri yaralılarını, ölülerini alarak hız la çekilmeye başladılar.
115
Şeyh Sait Efendi yenilmişti. Eline aldığı niyordu.
n5a
mermiyi üfleyerek uçakları düşürdüğü söyle
Niye aynı yolla surları yıkmamış, kapıları delmemişti?
Ne olmuştu? Yoksa yalan mıydı bunların hepsi? 136 Üçüncü Bölüm
Kâzım ve Mürsel Paşalar, kuşatma başlayana kadar hücum et meme emrine uydular. İsyancılar büyük kuvvetlerle kovalanmadı. Bir süre top ateşiyle izlendiler. İleriye birçok süvari keşif kolları sü rüldü. Yeniden gelebilirlerdi. Hazırlıklı olunması emredildi. GAZI PAŞA bir telgrafla Diyarbakır'ı savunan komutan, subay, astsubay ve erleri kutladı. Hepsi madalya almış gibi sevindiler. Şehitler törenle toprağa verildi. Esir alınan bazı isyancıların üzerinde üniformaya benzeyen giysiler vardı. Ceplerinden yabancı paralar çıkmıştı. Asıl düşündü rücü olay ertesi günü yaşandı. Bir İngiliz silah fabrikasının yolladığı bir dolgun zarf geldi. Zarfın üzerinde "Kürdistan Hükümeti Harbi ye Nazırlıgr yazıyordu. İçinden silah fabrikasının ürettiği silahların katalogları çıktı. Ne kadar düşündürücü bir zamanlamaydı b u . 116
GAZİ Yüzbaşı Hafız Yaşar Beyi çağırt tı. Çalışma odasında yalnızdı. Ayağa kalkarak karşıladı. Masanın önündeki koltuğa buyur etti. Kendi de karşısındaki koltuğa geçti. Hafız Efendi niye çağrıldığını anlamıştı. Zaman za man çağırırdı. Kuran okumasını isteyecekti. "Hangi sureyi okuyayım efendim?" "Yasin suresini, lütfen" «r» ı • r J» Hafız Yaşar Bey Peki erendim. Hafız Yaşar Okur Bey kadife gibi sesiyle, bağırmadan, Türk ağ zında yumuşamış bir Arapça ile Yasin suresini okumaya başladı. Bakmıyordu ama Gazinin de huşu içinde dinlemekte olduğunu bi liyordu. Bazı zamanlar böyle huzura kavuşuyordu. 1163
BAŞBAKAN Bakanlar Kurulu üyelerine gelişmeler hakkında bilgi verdi: "Diyarbakır'a hücum ettiler, kırılıp geri çekildiler. Seferberlik tamamlandı. Birlikler görev yerlerine gidiyorlar. İsyancıları adım adım çember içine alıyoruz. Devletimizin geleceği hakkında şüphe besleyenler vardı^Hepsi yanılmıştır. Çok kısa zamanda seferberliÜçüncü Bölüm 137
ği tamamladık. Bu zor zamanda bile Meclis, gelirinin beşte birini karşılayan aşar vergisini kaldırmaktan çekinmedi. Bu çok büyük bir mali devrimdir." Recep Peker kızgındı: "Ama bazı İstanbul gazeteleri bu önemli habere iki satır bile yer vermedi." Dr. Refik Saydam doktorca konuştu: "Bu gazetecilerin her iyi, güzel ve doğru şeye alerjileri var." İsmet Paşa devam etti: "Tütün tekelini Fransız şirketinden devraldık, şeker fabrikaları kanunu hazır, Sanayi ve Madenler Bankasının kuruluşu hakkındaki kanun hazırlanıyor. Demiryolu yapımı hızla ilerliyor. Geniş hat ya kında Yahşıhan'a ulaşacak. Benim bu konudaki düşüncem çok ba sit: Her gün bir karış daha ray döşemek." 116b
GÖREVLİ birlikler kuşatma için belirlenen yerlere yerleşiyor lardı. İsyancılar bu ara Hınıs'a, Çemişgezek'e saldırmış ama başa rılı olamamışlardı. Eğin'i zorlamışlardı. Doğuda Muş'la bağlantıyı kesmeyi başarmış, Varto'yu ele geçirmişlerdi. Bir kol Bulanık ve Malazgirt'e girdi. Devlet binalarını yağma ettiler. Siverek'te karı şıklık çıkardılar. Güneyde de birkaç gün sonra Silvan'ı ele geçire ceklerdi. İsyan bölgesinin dışındaki, uzağındaki bazı aşiretlerde de kaynaşma gözlenmekteydi. Şeyh Sait Efendi'nin Diyarbakır yakınlarından ayrılmadığı du yuluyordu. Gerçekten ayrılamıyordu. Diyabakır'ı alamazsa bütün emek lerin, hayallerin ve dökülen kanın boşa gideceğini bilmekteydi. Diyarbakır'ı fethetmek, Cizre'ye bir kol yollayıp İngilizlerle bağlantı kurmak, yardım, akıl, para almak zorundaydılar. Mardin'i alırlar sa Suriye ile de ilişki kurulabilirdi. Orada da dost aşiretler, örgütler ve Fransızlar vardı. 116c
11 Martta kuvvetlerini dualar ederek, okuyup üfleyerek Diyarbakır ı fethetmek üzere bir daha hücuma kaldırdı. Bu savaş çok kısa sürdü. İsyancılar çok çabuk dağıldılar, evlerine kadar kaçtılar. Şeyh Sait Efendi İstiklal Mahkemesinde bu dağılmayı, "askerime evlerine gitmeleri için altı gün izin verdim diye açıklayacaktı. M
138 Üçüncü Bölüm
117
Küçük müfrezelerle Diyarbakır yakınındaki tüm yerleşim nok taları isyancılardan temizlenmeye başladı. ANKARA İstiklal Mahkemesi Doğu İstiklal Mahkemesinin gö rev alanı dışında kalan yerlerdeki olaylara bakmakla yetkiliydi. Bazı üyelerin istifaları nedeniyle hemen göreve başlayamadı. Sonunda mahkeme kurulu şöyle oluştu: Başkan Ali Çetinkaya, savcı Necip Ali Bey, üyeler Kılıç Ali Bey, Rize milletvekili Ali Bey, yedek üye Dr. Reşit Galip Bey. Bu mahkeme gelecek yıl suikast olayına ve İttihatçılar davasına bakacak, sert tutumu ve verdiği karar lar dolayısıyla tartışmalara yol açacaktı. 12 Mart 1925 günü göreve başladı. Muhalefet partisinin İstan bul şubesi başkanının "M. Kemal Paşayı istiyorsanız Halk Partisi'ne gidiniz, Halifeyi istiyorsanız bizim partiye geliniz" dediği duyul muştu. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi bu söylentiyi kesin bir dille yalanladı. Bir etkisi olmadı. O değilse bir başkası söylemiştir diye düşünülüyordu. Mahkeme bu partiyle ilgilenmeye karar verdi. Bu, parti için hayırlı bir işaret değildi. Muhalif partiden Manisa milletvekili Abidin Bey Meclis'te rastladığı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey'e hırçın bir sesle, "Ga zeteleri niye kapattınız Mahmut Esat Bey?" diye sordu. * Mahmut Esat Bey durdu. Gülümsedi: "Senin bile anlayacağın biçimde anlatayım. Kapattık çünkü 117
Cumhuriyetin sağladığı özgürlükle Cumhuriyeti yıkmaya çalışıyor lardı." Başıyla selam verdi. Yürüyüp gitti. M Ü T T E F İ K L E R Türkiye'ye küçük devlet muamelesi yapmak için diplomatik ilişkilerin elçi düzeyinde kurulmasını kararlaş tırmışlardı. Ama birçok ülke Türkiye ile ilişki kuruyordu. Sayıları yirmiyi geçmişti. Diplomatlar arasında önde olmayı sağlamak için elçi düzeyini büyükelçi düzeyine yükseltmeyi öfke içinde zorunlu gördüler.
Ne var ki İngiliz, Fransız ve İtalyan büyükelçileri, onları izle yecek olan Japon ve ABD büyükelçileri de İstanbul'da oturacaklar, Üçüncü Bölüm 139
yılda bir-iki kez Ankara'yı ziyaret edeceklerdi. Ankara'da sadece diplomatik bir temsilci bulundurulacaktı. Bu kararlarını 1 Mart 1925 tarihinde Ankara'ya bildirmiş lerdi. Normal ilişkiyi ancak bu şartlarla başlatacaklardı. Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentini boykot ediyorlardı. Diplomasi tarihin de rastlanmamış bir olaydı. Önce İtalyan Büyükelçisi, İsmet Paşa'nın Lozan'dan iyi tanıdığı Signor Montagna'ya güven mektubunu sundu. İsmet Paşa'yı ziyaret etti. İsmet Paşa kendisine 'ne zaman Ankara'ya taşınacağını' sordu. Signor Montagna çok duyarlı bir diplomattı. Bu soruyu bir baskı olarak değerlendirdi. İngiliz Büyükelçisi Mr. Lindsay 15 Martta, beş kişilik maiyeti ile Ankara'ya geldi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı tarafından Çanka ya Köşkü'nde kabul edildi. Dışişleri Bakanlığı protokol birimince düzenlenen kabul töreninde Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras da bulundu. Güven mektubunun Cumhurbaşkanına sunulması töreni kısa sürdü. Mr. Lindsay Cumhurbaşkanı önünde rahat, gevşek hareket etmek istiyordu. Açıkçası usturuplu bir küçümseme niyetindeydi. Niyeti kursağında kaldı. Karşısında redingot giymiş, astragan kal paklı, genç, dinç, çok kararlı, çok ciddi, çok etkileyici bir devlet baş kanı vardı. Havası, tutumu, duruşu, bakışı karşısında, en küçük bir çizgi dışı harekete imkân yoktu. Törenden sonraki sohbet bölümü çok kısa sürdü. Gazi sohbeti uzatmadı, dedi ki: "Kısa zamanda Ankara'ya kesin olarak yerleşeceğinizi ümit ederim." Büyükelçi, gelmeyeceklerini söyleyemedi, "Arsa arıyorum Cumhurbaşkanı Hazretleri" diye yanıt verdi. Sonra da istasyondaki yataklı vagona döndü birkaç gün kalmak için. Arsa arayacaklardı. İtalyan Büyükelçisi hemen ziyaretine koştu. Çok kırgındı. İs met Paşa Ankara'ya ne zaman taşınacağını' sorarak kendisine bas kı yapmıştı. Buna katlanamazdı! Bu durumu, kendi Bakanlıklarına çok ağır baskı' olarak rapor edeceklerdi. Mr. Lindsay birkaç gün Ankara'yı dolaştı. Şehrin ne yana doğ ru gelişeceğini iyi tahmin etti. Çankaya köşküne yakın, Hacı Kerim Efendiye ait bir arsayı beğendi. Son gün veda etmek için uğradığı 140 Üçüncü Bölüm
Dışişleri Bakanıyla konuşurken beğendiği arsa hakkında bilgi ver di, ayrıca Ankara'ya taşınmaları hakkında yaptıkları ağır baskıya da itiraz etti. Tehdit savurmayı da ihmal etmedi: Eğer elçilik Ankara'ya taşınmak zorunda kalırsa, Dışişleri Bakanlığı büyükelçiliği elçilik düzeyine indirmeye kararlıydı. Elçiyi sabırla dinleyen Tevfik Rüştü Aras yanıt vermedi, ağır b a ş l ı bir sesle başsağlığı diledi. Mr. Lindsay'in haberi daha öğreneJmediği anlaşılıyordu. Şaşkın baktı. İstanbul-Ankara kavgasını açan, bu kabalığı, skandali, nezakete aykırı tavrı başlatan Lord Curzon ölmüştü. Mr. Lindsay bembeyaz kesildi: "Ah! Olamaz!" Kimse Lord Curzon gibi inatçı, pervasız, küstah olamazdı. Belki bir süre direnebilecekler ama sonunda Ankara'ya taşınmak zorunda kalacaklardı. 118
DOGU Dersim ağaları Diyarbakır'a gelerek hükümete bağlı lıklarının sürdüğünü bildirdiler. Aralarında hepsinden daha saygın olan Seyid Rıza yoktu. Çok zorda kalmadıkça hükümetin ayağına gelmezdi, ilerde Dersim in de devletin de başına çok dert açacaktı. Batı Dersimliler kuşatma hareketine yardımcı olmak üzere Er zurum-Erzincan yakınındaki birliklere yeni gönüllüler yolladılar. Şeyh Sait Efendi bütün çabalarına rağmen Dersim ve Muş beyleri ve ağaları ile bu aşiretlerin çoğunu isyana katmayı başaramamıştı. Ordu son hazırlıkları yapıyordu. Fransızlar Suriye sınırına ya kın ve işletmeleri altındaki kısa yoldan geçişe izin vermiş, demir yolu ile beklenen tümenler de Nusaybin'e gelmişlerdi. Beklemeden yürüyüp Ergani ile Diyarbakır arasına yerleşeceklerdi. Yolların uzaklığı ve mevsim biraz zaman almıştı. 119
24 MART 1925'te isyan bölgesi dört yanından çevrilmişti. Hareket başladı. İsyana karışmayanlar korunacak, teslim olanlar adalete verile cek, karşı koyanlar temizlenecekti. Bu bilgiler ulaşılabilen en küçük köylere kadar bildirilmiş, teyan bölgesine de duyurulmuştu. 120
Amaç, çemberi daralta daralta isyancıları Lice-Bingöl-Genç üçgeni içinde kıstırmaktı. Birlikler ayrı yürüyüp, birlikte vuracak lardı.
I
Üçüncü Bölüm 141
Dört yandan Lice-Bingöl-Genç üçgenine doğru büyük yürüyüş başladı. Acemi, yeterli eğitilmemiş askerler üzerinde etkili olan dini deyimler işlenmiş bayraklar, dini içerikli bağırışlar bu askere hiç etki yapmıyordu. İsyancıların dini ve din simgelerini hainlik için yem olarak kullandıklarını öğrenmişlerdi. Hiçbiri isyancılardan daha az Müslüman değildi. Basıyorlardı hain sahtekârlara kurşunu! Hava soğuktu, kar yağışı zaman zaman tipiye dönüyordu. Erzurum'dan güneye inen 12. Tümen kısa bir çarpışmadan sonra Varto'ya girdi. Malazgirt'e kadar yayılmış yağmacıları temiz ledi. Doğuya giden yolları kapadı. Yüzünü batıya çevirdi. Tümen doktoru yaralı isyancılardan birinin daha yarasını te mizlerken, yaralı genç doktora şaşarak bakıyordu. Hastabakıcı te miz bir bezle doktorun terini sildi. Bu, iyileştirmeye çalıştığı belki yirminci isyancıydı. Öteki yaralılar gibi bu da doktor görmemişti. Herhalde asker kaçağıydı. Tek kelime Türkçe bilmiyordu. Ara sıra soluk bir gülümseme beliriyordu yüzünde. Doktor hastabakıcıya sordu: "Bu herif niye gülüyor ikide bir sence?" "Bence galiba bu Türkler aptal diye düşünüyor" f "Neden?" "Akıllı millet düşmanının yarasını iyileştirmek için çırpınır mı diyordur içinden." Doktor gülmedi: inşallah buralarda birçok okullar açılır, bunlardan da doktor yetişir, o zaman bir doktor için kimsenin düşman olmadığını anlarlar." Bitlis'e geri dönen alay isyancıların güneye kaçmalarını önle mek için Bitlis'in kuzeyine yayılmış, karda oyulmuş siperler içinde tetikte bekliyordu. Aynı anda Elazığ'dan doğuya da ilerleme başlamıştı. İsyancılar bun aldılar. Üzerlerine tümenler geliyor, top ateşi altında yanıyorlardı. Tepelerinde bomba atan uçaklar dönüp dolaşıyordu.
Ergani ile Diyarbakır arasına yerleşen tümenler ile Diyar bakır'da toplanmış piyade ve süvariler de güneyden kuzeye doğru harekete geçmişlerdi. Ateş çemberi ortasında kaldıklarını kestirenler dağlara çekil* meye başladılar. Kaçmayı p inatla dövüşenler, karşı saldırıya geçen142 Üçüncü Bölüm
j
{
ler de vardı. Ama bunlar da sonunda ya teslim oluyor, ya dağlara kaçıyorlardı. Düzenli, seferberlik yapmış bir ordunun ne demek ol duğunu yeni anlamaktaydılar. Çember her gün biraz daha daralıyordu. 31 Martta Hani, 1 Nisanda Lice ve Silvan, kaptırılan toplar ile makineli tüfeklerle birlikte geri alındı. 5 Nisanda Palu, Piran alındı. Çapakçur (Bingöl) sarıldı. Ertesi gün geri alınacaktı. İsyancılarla iş birliği yapan yöneticiler tutuklanıyorlardı. Bütün birliklerin isteği Şeyh Sait Efendi'yi canlı olarak yaka lamaktı. Bu amaçla sessiz bir yarış sürüyordu|Erişilmez, dokunul maz, yenilmez, keramet sahibi sanılan koca şeyhler yakalanmamak için kaçıyorlardı. Nereye kadar kaçabilirlerdi ki? 5 NİSAN sabahı Doğu İstiklal Mahkemesi Ankara'dan trenle ayrıldı. Başkan M. Müfit Kansu, savcı Süreyya Örgeevren, üyeler Ali Saip Ursavaş ile Müfit Özdeş'ti. Yozgat milletvekili Avni Doğan da yedek üye seçilmişti. Yanlarında kâtipler ve polisler vardı. Sıkıyönetim bölgesiyle ilgili olaylara ve Şeyh Sait isyanına bu mahkeme bakacak, isyancıların cezalarını bu mahkeme verecekti. 12 Nisanda Diyarbakır'da olacaklardı. BUGÜN Meclis in gündeminde bir kanun tasarısı vardı. Ta sarıda memlekette şeker fabrikalarının kurulmasını teşvik edici, pancar üretecek köylüleri koruyucu önlemler ayrıntılı olarak dü zenlenmişti. Dinleyici balkonunda Uşaklı Nuri Efendi (Nuri Şeker) ile cesur arkadaşları vardı. Heyecan içindeydiler. Gazi'ye, İsmet Paşa'ya ve il gili Bakanlara güvenerek fabrikanın yerini satın almışlardı. Demir yolunun yanında, şehirden uzak olmayan bir yerdeydi. Bu girişim yeni bir girişime daha yol açmıştı. Bazı bankalar ile Trakya illeri özel idareleri ve kimi özel kişiler, yeni bir şeker fabrika sı daha kurmak amacıyla bir araya gelmişlerdi. Fabrikayı Alpullu'da kurmayı düşünüyorlardı. Dinleyici balkonunda bu girişimin tem silcileri de bulunuyordu. Onlar da kanunun çıkmasını dört gözle beklemekteydiler. Üçüncü Bölüm
143
Tasarıya sıra öğleden sonra üçüncü oturumda geldi. Kanunun geneli hakkında Besim Atalay kısa, övücü bir konuş ma yaptı. Tasarı 13 maddeydi. Maddeler hakkında görüşme olmadı. Yararlı tasarı kısa sürede oybirliği ile kanunlaştı. Dinleyici balko nundan alkışlar, teşekkürler yükseldi. Kanun beklediklerinden çok daha iyiydi. Devlet sözünü tutmuştu. Şimdi fabrikayı yapmak ve işletmek gerekiyordu. * 120
GAZİ ve İsmet Paşa, gündüzleri türlü sorunlarla uğraşıyor, geceleri Fevzi Çakmak ile Genelkurmay'da harita başında topla nıp gelişmeler hakkında bilgi alıyor, görüşüyorlardı. Olayları adım adım izlemekteydiler. Gazi Paşa, "Bir ordunun başarılı olması, doğru haber alması na bağlıdır." dedi, "..Doğru, yeterli haber alma devlet için de çok önemli. Haberalma hizmetini şimdi biraz ordu, biraz polis yapıyor. Yeterli mi?" İsmet ve Fevzi Paşalar birlikte yanıtladılar: "Hayır!" Şeyh Sait isyanı hazırlıkları hakkındaki birçok bilginin önemsenmeyip idari kademelerde kaldığı ortaya çıkmıştı. Yunanistan'la nüfus değişimi yürümekteydi. Bu arada göçmenler arasında bazı bozguncuların dolaştığı, gelenleri kışkırttıkları öğrenilmişti. Ama bu konuda da yeterli bilgi elde edilememişti^, Vakit geçirmeden modern bir haberalma örgütü kurulmasına karar verildi. Bu işi ele almaya ancak sıra gelmişti. Hazırlık yapmayı Genelkurmay üstlendi. 121
7 NİSAN günü İsmet Paşa Meclis'e bilgi sundu. Askeri hareke tin nasıl geliştiğini anlattı. Direnenlerin çoğu dağlara çekiliyorlardı. Silah altına koşanlar için dedi ki: "Cumhuriyetin evlatları, Cumhuriyetin tehlikede olduğunu gördükleri anda kesinlikle, hızla ve bilinçle h a r e k e t etmişlerdir. Hepsini takdir ve şükranla anarım." Sevgi sesleri ve alkışlar salonu doldurdu. 144 Üçüncü Bölüm
Meclis toplantısından sonra Siirt mil letvekili Mahmut Bey direksiyon binasına Gazi'yi ziyarete geldi. Olaylar çok canını sıkmış, rengi kaçmıştı. "Birkaç arkadaş biraraya geldik." dedi, "..Çok konuştuk. Uzun uzun dertleş tik. Güya çözümler, önlemler saptayıp size sunacaktık. Biz daha laflarken bu olay pat lak verdi. Yüzyılların birikimi bu. O bölgedeki şeyhlerin medreseleri ve tekkeleri yobazlık ve hurafe üretir. Misyoner okulMahmut Bey lan ve İngilizler de arkalarında ayrılık ve düşmanlık ocakları bırakmışlardı. Yobaz lık bu ocakları ateşledi" Gazi'nin de canı sıkkındı: "Ordu şimdi o kışkırtıcıları, yalancıları kovalıyor. Hiçbirine acımıyorum. Kandırıp ayaklandırdıkları insanlara yanıyorum. Bun lar belki de benim 1916'da Silvan'da, Bitlis'te, Ergani'de, Maden'de, Palu'da gördüğüm sekiz-on yaşındaki ayakkabısız, okulsuz, sevimli çocuklardır. Ordu da bizim, bunlar da. Hepsi bizim insanımız. Al lah milleti ve vatanı parçalamaya çalışan, kanla beslenen hainlerin cezalarını versin!" VERMEK üzereydi. Çünkü doğuya, yani 12. Tümenin kucağı na doğru gidiyorlardı. Şeyh Sait Efendi'nin bacanağı emekli Binbaşı Kasım Bey teslim olmayı önerdi. İsyan boyunca hükümetle, orduyla haberleşmişti. Kürt asıllı bir yurtsever olarak bu gerici, bölücü, parçalayıcı isyanı lanetlemekteydi. Şimdi Şeyh'in hesap vermesi için orduya sağ ola rak teslim olmasını sağlamaya çalışıyordu. Teslim önerisine Şeyh'in damadı Şeyh Abdullah da katıldı. Şeyh Efendi hâlâ İran'a kaçmayı ümit etmekteydi. Teslim olmayı reddetti. Oysa artık ne İran'a kaçabilirdi, ne Suriye'ye. İyice sarılmış lardı.
1214
Üçüncü Bölüm 145
İl | i | I i •
14 NİSANDA Bitlis'te ve İstanbul'da üç önemli olay oldu. Sabah saat 05.30'da, Bitlis Harp Divanının verdiği karar yerine getirildi. Kürt İstiklal Derneği kurucuları Cibranlı Albay Halit Bey, eski Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, kardeşi Teğmen Ali Rıza, damadı Faik Bey ve Molla Abdurrahman Efendi kurşuna dizildiler, İstanbul'da Seyit Abdülkadir Bey ile ilişkili olduğu kimseler sıkı bir biçimde izleniyorlardı. Ankara isyanla ilgileri dolayısıyla bunların tutuklanıp belgeleriyle birlikte Diyarbakır'a yollanmasını emretmişti. Sabah erkenden Seyit Abdülkadir Bey, oğlu Seyit Mehf} met, Kör Sadi, Bitlisli Kemal Feyzi ve bazı sanıklar, Emniyet Mü dürlüğünün ekiplerince, hiç beklemedikleri bir anda tutuklandılar. Polislerin gözetiminde Haydarpaşa'dan trenle yola çıkarıldılar. Diyarbakır'da Doğu İstiklal Mahkemesine hesap vereceklerdi. Üçüncü olay iç siyaset bakımından önemliydi. Ankara İstiklal jMahkemesinin verdiği emir üzerine de Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin İstanbul'daki şubelerinde polis tarafından arama yapıla- I çaktı. Arama sabahleyin başladı. Birçok belgeye el konuluyor, tor- I balara doldu r ul uy ordu. I 121
b
Oooo! Partinin suyu ısınıyordu galiba. BİR DE dış gelişim oldu. Güneydoğuda büyük bir askeri kuvvet toplanmıştı. İngiltere bir anlaşmazlık halinde bu kuvvetin Musul'a yürümesi olasılığını dikkate aldı. Musul sorununun sonuçlanmasını türlü, diplomatik çabalar ve etkilerle ileriye erteletti. Seferberliğin bitmesini, kuvvetlerin yerlerine dönmelerini bekleyecekti. 14 NİSAN gecesi Şeyh Sait Efendi ve yanında kalanlar Murat Suyu üzerindeki Abdurrahman Paşa köprüsüne ulaştılar. Bir kısmı saklanabilecekleri ümidiyle ayrılıp dağlara kaçmış, sayıları azalmış tı. Köprüyü geçmek için sabahı beklediler. Gün ağardı. Karşı tarafta kimse görünmüyordu. Derin bir ses sizlik vardı. Köprüden karşıya geçtiler* Birdenbire 12. Tümene bağlı bir müfreze belirdi. Yayılarak yaklaştı. Tam zamanında gelmişti. Bir 146 Üçüncü Bölüm
I I I I I •
çatışma çıkmadan teslim oldular. Şeyh Sait Efendi'nin heybesinde ve hurcunda birçok belge ve 4.500 altın vardı. Varto'ya getirildiler (15 Nisan 1925). Yollar güven altına alı nınca Diyarbakır'a yollanacaklardı. Hükümet bir bildiri yayımlayarak Şeyh Sait'in ve isyan öncüle rinin yakalandığını açıkladı. İsyanı bastırma hareketinin ilk aşama sı sona ermişti. Bildiri büyük memnunluk uyandırdı. Silahlı, bölücü irtica yenilmişti! Şimdi isyan bölgesi taranacak, direnenlerle çatışılacak, kaçak lar yakalanacak, silahlar toplanacaktı. Bu işlem iş bitene kadar sür dürülecekti. Seferberlik dolayısıyla silah altına almanlar 1 Haziran da terhis edileceklerdi. Bu isyan büyük bir talihsizlik olmuştu. Can, kan, para ve zaman kaybına yol açmakla kalmamış, birlik duygusunu da yaralamıştı. KAHVENİN kuytu köşesine çekilmişlerdi. Biri öfke içinde, "Tüüü." dedi, "..iki ayda yenildiler, yakalandılar, bittiler." Arkadaşı içini çekti: 122
123
"Olacağı buydu. Orduyla baş edilir mi? Bir çocuk bile bilir bunu. Daha kestirme çareler bulmak lazım!" TURK HAVA KURUMU ordunun uçak gücünü artırmak için büyük bir kampanya düzenlemişti. Bağış topluyordu. 100 lira bağış layanlara bronz, 5 0 0 lira bağışlayanlara gümüş, 1.000 lira bağışla yanlara altın madalya verilecekti. Kampanyanın duyurulmasında basının büyük yardımı oldu. Ankara'ya yakın birkaç ilde, çift kanatlı bir uçak bildiriler attı. He yecan uyandırdı. Yoksul millet bu kampanyaya şaşılası bir ilgi gösterdi. Kenarda köşede biriktirdiği parasını koşup kurumun şubesine yatırdı. Tıpkı Donanma Cemiyeti'nin İngiltere'ye ısmarlanan gemiler için açtığı kampanyaya gösterilen ilgiye benziyordu. Askerlik yapanlar uçağın Önemini biliyorlardı. Orduyu desteklemeyi yurttaşlık görevi bildiler. İlk şaşırtıcı yardım Adana'nın Ceyhan ilçesinden geldi. 10.000 lira yollamışlardı. " İtalya'ya A 3 0 0 - 4 tipi bir uçak ısmarlandı. 123
Uçak Haziran ayının ortasında Ankara'da olacaktı. Üçüncü Bölüm 147
DOĞU İstiklal Mahkemesi valiliğin bir katına yerleşti. Asker ler İstiklal Mahkemesinin yetkisine giren olayların dosyalarını İs tiklal Mahkemesine devrettiler. Derledikleri ek bilgileri de savcılığa vereceklerdi. 14 Nisan günü İstiklal Mahkemesinde ilk olarak Siverekli Şeyh Eyüp ile Diyarbakırlı Dr. Fuat'ın duruşmaları başladı. Elde edilen belgeler arasında bulunan mektuplar suçlarını kanıtlıyordu. İkisi de suçlu görülerek idama mahkûm edildi. Salonun dinleyiciler bölümü doluydu. Kararı alkışlarla karşı ladılar. 124
17 NİSAN sabahı üç vagonlu özel bir tren Ankara'dan hareket etti. Demiryolcular lokomotifin göğsünü defne dalları ve bayraklar la süslemişlerdi. Vagonlardan biri salonluydu. Makinistten şeftrene kadar bütün personel Türktü. Seferle ilgili belgeler artık Fransızca değil Türkçeydi. * Trende Başbakan İsmet Paşa, Bayındırlık Bakanı Süleyman Sırrı Bey, bazı milletvekilleri, Genel Müdür Behiç Erkin Bey, demir yolu yöneticileri vardı. Günlerin yorgunluğunu ve sıkıntısını silen bir sevinç içindeydiler. Geniş hat Kızılırmak'ı aşıp Yahşıhan'a ulaşmıştı. Demiryolu yapımını günü gününe izleyen Başbakan "He men gidelim, emeği geçenleri kutlayalım" demişti. Hat genişletilmiş, Kayaş ve Elmadağ istasyonlarından sonra Irmak ve Yahşıhan istas yonları da yapılmış, telgraf hat ları çekilmişti. Dar hattın geniş hata dönüştürülmesi basit bir işlem değildi. Yol bütünüyle ye niden elden geçirilmiş, zemin geniş hatta göre güçlendirilmiş, tüneller genişletilmişti. 124
148 Üçüncü Bölüm
Yenilenmekte olan köprüden geçmeden önce duruldu, bir anı fotoğrafı çekildi. Sonra tren köprüden ağır ağır geçti, Yahşıhan is tasyonunda durdu. Mühendisler, ustalar, işçiler, demiryolcular ve köylüler istasyonda toplanmışlardı. Burası Milli Mücadele sırasında orta Anadolu'dan ve doğudan gelen bütün malzemenin toplandığı, sonra da oyuncak vagonlarla ana ikmal merkezi olan Ankara'ya sevk edildiği yerdi. O zamanlar Yahşıhan-Ankara dar demiryolu hattına 'can damarı' deniliyordu. İsmet Paşa eski, açık dekovil vagonlarından birinin üzerine çıktı, özetle dedi ki: "Efendiler! Büyük Millet Meclisi bu hattı yapacağız derken, Türk milleti nin kabiliyetine güvenmiştir. Fen insanlarımızı, mühendislerimizi bütün içtenliğimle kutlarım. Bu sınavdan başarıyla çıkmışlardır. Bugün Yahşıhan'da bulunuyoruz. Mühendislerimiz belki ilerdeki istasyonları düşünüyorlar. Kendilerini oraya kadar güvenle izleye ceğiz. Bütün memleketi baştan başa demirlerle örülmüş görmek en büyük azmimizdir." Bayraklarla süslü Yahşıhan istasyonu hizmete, yol işletmeye açıldı. Son olarak Yahşıhan'daki yeni genişletilmiş ve son biçi mi verilmiş tünelin girişinde bir anı fotoğrafı daha çekildi. Bu tünel Sivas'ın, Erzu rum'un, Kars'ın kapısıydı san ki, Başka çılgın hayaller de vardı. Kayseri'yi Ulukışla'ya, Ankara'yı Zonguldak'a, Si vas'ı Malatya'ya, Elazığ'a, Elazığ'ı da bir kolla Muş'a, Tatvan'a, bir kolla Diyarbakır'a bağlamak... Alay edenlere şöyle diye 125
126
f
1263
ceklerdi: Üçüncü BÖlttm 149
"Hiçbir şey Sakarya Savaşı'nı kazanmaktan daha zor, imkânsız olamaz!"
daha
GAZİ direksiyon binasında fırsat buldukça genç tarım mühen disi Tahsin Coşkan'la birlikte çiflik arazisinin planı üzerinde çalı şıyordu. Kimi kez bu çalışmalara başka uzmanlar da katılıyordu. Gazi, kendisine, yeşil, sulak arazi Önerenlere şöyle demişti: "Ben zor olanı yapayım. Siz arkamdan kolay olanları nasıl olsa yaparsınız." Tarım Bakanlığının uzmanı Alman Schmid, araziyi gördükten sonra, "Burası ya sabır tüketir, ya para" diyecekti. Gazi'nin niyeti çok amaçlı bir örnek çiftlik kurmaktı. Onun azmi, kararlılığı Tahsin Bey'e de geçmiş, bu çorak, ölü, kıraç, batak toprağın canlanacağına o da inanmıştı. İnanmayanlara gülüp geçi yorlardı. Gazi, "Çiftlik modern, bilimsel, bize uygun tarım için iyi bir örnek olmalı.." diyordu, "..Köylü gençler burada bir süre çalışarak köylerine doğru tarımı götürmeliler. Tarım aletlerini kullanmayı, onarmayı öğrenmeliler." Toprağı yer yer örnekler alarak tahlil ettirmişlerdi. Ona göre değerlendiriyorlardı. Yollar, ağaçlıklar, meyve ve sebze bahçeleri, bağlar, fidanlık, sera, buğday tarlası olacak yerler belirlenip plana işlenmekteydi. Yönetim binaları, memurların evleri, işçilerin ya takhaneleri, süthane, su deposu, atölye, depolar, ağıllar, kümesler, jeneratör, fırın için de yerler ayrılmıştı. Gazi'nin hayalleri genişti: "Halk için büyük, çok güzel bir bahçe de yapalım.." diyordu " .Gelip eğlensinler, çocuklar oynasın. Büyük bir havuza da yer aç. Dileyen yüzsün, dileyen sandala binsin. Uygun yer bulursan bir ha vuz daha yapalım. Ankara suya, yüzmeye alışsın. Su uygarlıktır. Be nim için de şu tepeciklerden birinin üzerinde bir ev yeri ayır.
§İSMET PAŞALAR Mayıs başında halkın Pembe Köşk adım taktığı büyük bahçeli evlerine taşındılar. Mevhibe Hanım iki katlı, genişçe evi, az eşya ile çok güzel dö şemişti. Girişteki büyük oda İsmet Paşanın çalışma odası, yanın150 Üçüncü Bölüm
daki salon ziyaretçi kabul salonu olacaktı. Baştaki oda Özel Kalem Müdürünündü. ö z e l Kalem Müdürünün kalacağı daire hemen yandaydı. Bah çeye çalışanların kalacağı bir bölüm yapılması da unutulmamıştı. İlk gelen Gazi oldu. Evi gezdi. "Çok beğendim. Güle güle oturun." "Teşekkür ederiz." "Çok da zevkli döşenmiş." "Hanımın marifeti." Gazi içini çekti: "Talihine şükret. Mükemmel bir eşin var." İsmet Paşa şefkatle Gazi'nin elini tuttu: "Sen mutlu değilsin galiba." "Güzel başlamıştı ama öyle yürümedi. Arkadaşlarımı incitiyor. Ali Çavuş bile dayanamadı, köyüne döndü. Bana tahakküm etme ye kalkışıyor. Çok çabuk sinirleniyor. O latif Latife değil artık. Bu evliliği daha ne kadar sürükleyebiliriz, bilmiyorum. İyi ki yakma geldiniz. Sıkıldıkça buraya kaçarım" * 127
5 MAYIS 1 9 2 5 günü Çiftlikte çalışmalar başlayacaktı. Arazi plana göre işaretlenmişti. İlk aşama için iki traktör ve iki pulluk getirtilmişti. Bunları birçok yeni makine izleyecekti. Yassıdere denilen yerde Gazi ve arkadaşları için üç çadır ku rulmuştu. Gazi, Rüsuhi Bey, İsmail Hakkı Bey, Nuri Conker, Salih Bozok, Kılıç Ali iki araba ile öğle yemeğinden sonra geldiler. Çadır ların etekleri açılmış, büyük gölgelikler gibi olmuşlardı. Hasır kol tuklara oturdular. Şerbet gibi bir hava vardı. Sofracı ispirto ocağı ile kahve takımlarını getirmişti. Kahveleri yapıp dağıttı. Gazi "Başlayalım" deyince Tahsin Bey makinistlere bekledikle ri işareti verdi. Traktörlerin motorları gümbürdedi. Harekete geçti ler. Traktörlere bağlı pulluklar, toprağı derin olarak yarmaya başla dılar. Toprak alt üst oluyor, rengi koyulaşıyor, bataklık kokusunun yerini toprak kokusu adıyor, o ümit kırıcı ölgün görünüm ağır ağır kayboluyordu. Gide gele geniş bir alanı süreceklerdi. Kıraç toprak düzgün sü rüm çizgileriyle ve koyu toprak rengiyle kartpostal güzelliği kazaOçüncü Bölüm 151
rezil olacağız" dedi. "Hemen pes etme. Çiftçilik bakla tarlasında karga kovalamakla öğrenilmez." Kalabalık bir işçi grubu, başlarında bir mühendis, en yakın ba taklıkta, kirli dereye doğru kanallar açıyordu. Bir grup işçi de arteziyen kuyuları açmakla görevliydi. Yaşlı köylüler "Burası çanak gibi, yer altında bol su toplanmıştır" demişlerdi. Bir başka grup da büyük bir fidanlık kurmak için hazırlık yapıyordu. Her yıl en az gSO.000 ağaç dikilmesi programlanmıştı. Olumsuz sözleri duyanlar, arazinin durumunu görenler, bu ça baları çok merakla izliyorlardı. Büyük çoğunluk ümitsizdi: "O topraklar verimli olsa sahipleri işletmezler miydi? Boşuna çaba, pahalı bir inat!" 128
5 MAYIS 1925 günü ikindi üzeri Şeyh Sait ve yanındakiler, yaya ve atlı muhafızlar eşliğinde Diyarbakır'a getirildiler. Yaşlı is yancıların ata binmelerine izin verilmişti. Halk askerlerin tüfeklerinin ucuna kır çiçekleri, bahar dallan geçirmişti. Sıcak bir bahar günüydü. Şehir kapısından valilik önüne kadar yolların iki yanı hıncahınç halkla doluydu. İçlerinde şehit yakınları da vardı. İsyancılara bağırmıyor, nefretle, lanetleyerek, tükürür gibi bakıyorlardı. Valilik önün de, komutanlar ile Valinin huzurunda duruldu. Atlardan inildi. Mürsel Paşa isyancıların Öncülerine nazik davrandı. "Hoşgeldiniz" dedi. Biraz konuşulduktan sonra "Götürün, istirahat etsin ler" dedi. Kafile hapisaneye teslim edildi. BU SIRADA Ankara istiklal Mahkemesinde de bir dava sona ermemişti. Suçlu Manok Manokyan adlı bir Ermeniydi. Atinadaki Ermeni örgütünün Gazi'yi öldürmesi için görevlendirip Ankara'ya yolladığı 3 kişilik çeteden biriydi. Öteki ikisi yakalanamamıştı, Ma nok Manokyan'ın yakalandığını duyunca kaçmış olmalıydılar. Manok Manokyan suçunu itiraf ettiği için yargılaması uzun sürmemişti. Mahkeme kararını açıkladı: idam.
Karar o gece yerine getirildi. * 128
152 Üçüncü Bölüm
. Bu kafilenin başında Şeyh Şemsettin Efendi vardı. 'Yüzü peçeli şeyh' diye ünlüydü. Huzuru na dizler üzerinde sürünerek girildiği öğrenilmişti. Zikir sırasında bir müridi "Allah'ın yüzünü göster ya şeyh" diye bağırır, o zaman Şeyh Şemsettin yüzündeki peçeyi açar, yüzünü Allah'ın yüzü niye tine müridlerine gösterir, çok mürit heyecandan baydırmış. Böyle biriydi Şeyh Şemsettin. Bu şeyhlerin hepsinin düzeyi, niteliği, içyüzü sorgulama sıra sında açığa çıkacaktı. 129
BİR GRUP mühendis, usta ve işçinin payına, 125. km.deki yeri belirlenmiş ama daha el değmemiş son tüneli açmak düşmüştü. Ya kındaki köy dolayısıyla buna İzzettin tüneli deniliyordu. Daha önce hiç tünel açmamışlardı. Bu iş için gerekli hiçbir ge lişmiş aygıtları, araçları ve deneyleri yoktu. Sadece kazma kürekle ri vardı. İşi pratik olarak çözmeye karar vererek, tüneli açmaya iki ucundan başlamışlardı. Ortada buluşmak için basit pusulalara bakarak yön saptıyor, kazarak ilerliyor, ilerledikçe madenci yöntemiyle tavanı direklerle destekliyorlardı. İş ağır ama sağlam ilerliyordu. İki uçtan hayli içeri girilmiş ti. Hesaba göre bugün birbirlerinin kazma seslerini duymaları, ona göre ilerlemeleri gerekiyordu. Böylece yanlış yöne kayma olmaya cak, ortada kafa kafaya geleceklerdi. "Haydi bismillah." Bir an önce buluşmak için dar bir dehliz açıp dizleri üzerinde arka arkaya ilerlediler. Dehlizler mum fenerleriyle aydınlatılıyordu. Biriken taşı toprağı, en Öndeki işçi, elleriyle bir arkadakine itiyor, moloz böylece elden ele geriye kaydırılıyordu. Yorulan kazmacı ye rini kendinden sonrakine bırakıyordu. Her beş-on kazma vuruştan sonra kulaklarını toprağa yapıştırıp karşı yanı dinliyorlardı. Akşama doğru en öndeki kazmacı kulağını topraktan çekip heyecan içinde avaz avaz bağırdı: "Ses duydum. Yaklaşıyoruz!" Karşı yandakiler de kazma seslerini duymuş olmalıydılar. Kaz maları sık sık vurarak ilişki kurdular. Kazma sesleri iyice yaklaştı. "Doğru yoldayız!" Üçüncü Bölüm 153
Boğuk insan sesleri de duyulmaya başlamıştı artık. Aradaki toprak, birdenbire bir kazma vuruşuyla yere yığıldı. Buluşmuşlardı. Arkadan biri mum fenerini kaldırdı. Toz dağıldı. İki yandan en öndeki işçiler biribirlerini gördüler. İkisinin de gözleri tarif edilmez bir gururla kocaman açılmıştı. Parıl parıl parlıyorlardı. Atılıp ku caklaştılar ve sevinç içinde ağlamaya başladılar. Başarmışlar, "Türkler beceremez" diyenleri yenmişlerdi. 130
SEYİT Abdülkadir Bey, oğlu, Kör Sadi ve ilgili kişiler gizlice getirilip hapisaneye konuialı çok olmuştu. Savcının sorgulaması, belgeleri inceleyip iddianamesini hazırlamasından sonra 14 Mayıs günü Doğu İstiklal Mahkemesinin huzuruna çıkarıldılar. Dinleyicilerin artan sayısı dikkate alınarak mahkeme için Di yarbakır sineması hazırlanmış, sahne mahkeme üyeleri ile savcıya ayrılmıştı. Masalar yeşil çuha ile örtülüydü. Bir büyük Türk bayrağı arkalarındaki duvarı kaplıyordu. Dinleyiciler sanıklara ayrılan yerin arkasındaki geniş yeri dol durmuşlardı. Mahkemenin havası ve yetkileri, dinleyicileri bile tit retmekteydi. Oysa mahkeme sanıklara çok nazik davranıyordu. Sanıkların hepsi iddiaları reddetti. Sanki hiçbir kusuru olma yan tertemiz yurttaşlardı.! Sonra Kör Sadi ile sözde Mr. Templeton arasındaki görüşmelerin raporları okundu. Kürt Teali Derneği ile Damat Ferit Paşayı destekleyen gerici-Ingilizci Hürriyet ve itilaf Partisi arasında imza lanan 'özerk Kürdistan' sözleşmesi açıklandı. İmzacılardan biri de Abdülkadir Bey'di. Sözleşmeye göre Doğu Anadolu Ermeniler ile Kürtler arasında bölüşülecekti. Kör Sadi, hapisanede kendisine iyi davranmayan Abdülkadir Bey'e çok kızmıştı. Kızgınlıkla daha da çözüldü, ne biliyorsa hepsini anlattı. Abdülkadir Bey de sorgulamada sıkıştırılınca yabancı elçi liklerle kurduğu temasları itiraf etti. 23 Mayısta savunmalarını yaptılar. Mahkeme Abdülkadir Bey'in, oğlunun, Kör Sadi'nin, Kemal Feyzi Bey ile daha iki kişinin idamına karar verdi. Dinleyiciler kara rı alkışlarla karşıladı. Dört kişi beraat etti. Karar Ulu Cami önünde yerine getirildi. 131
v
154 Üçüncü Bölüm
Kör Sadi idam sehpasına çıkınca dedi ki: "Hepimiz idam ce zasını hak ettik. Çünkü vatana ihanet ettik. Allah Türk milletinin ve memleketinin saadetini korusun ve ebedi etsin. Başka sözüm yoktur? 132
YENİ traktör ve pulluklar gelmişti. Hazırlanan tarlaların bü yük bölümüne vakti gelince buğday ekilecekti. Bir inşaat şirketi yönetim binasıyla lojmanların yapımına başlamıştı bile. Çadırların sayısı artmıştı. Burası bir süre sonra Etimesgut'tan, Malıköy'den daha büyük bir yerleşim yeri olacaktı. Gazi'nin hayal ettiği halk bahçesi yapılın ca çok kalabalıklaşacaktı. Behiç Erkin Bayındırlık Bakanının onayı ile buraya, küçük, zarif bir istasyon binası yaptırmaya karar verdi. Güzel bir plan hazırlattı. Gazi fırsat buldukça çiftliğe geliyor, çalışmaları izliyordu. Traktör kullanmak istemişti. Tahsin Bey güneşten korunması için traktörün üzerine bir tente yaptırdı. "Aferin çocuk." Bir bölüm toprağı o sürdü. 132a
ŞEYH SAİT EFENDİ ve onunla birlikte yargılanacak sanıklar 81 kişiydi. Sanıklara ayrılan yer genişletildi. Savcı ve üyeler bu bü yük davayı görmeye hazırdılar. 26 Mayıs Salı günü duruşma başlayacaktı. Salon ve localar er kenden dinleyicilerle doldu. Dinleyiciler arasında çarşafsız, kimi başörtülü, kimi sıkmabaşlı hanımlar da vardı. Şeyh Sait Efendi'ye mahkeme başkanı, üyeler ve savcı sorular yönelttiler. Yanıtlar aldılar. Bu büyük isyanın başkomutanı konuş tukça küçülüyordu. Bu isyana Allah'ın takdiri ile karıştığını söylü yor, her şeyi kadere bağlıyordu. Kürtçülük, ayrılık gibi amacı olma dığını İsrarla belirtmekteydi. Bunu ileri sürmekle idamdan kurtula cağını düşündüğü anlaşılıyordu. Sorgulama özetle şöyle geçti: "..Niçin ayaklandınız Sait Efendi?" "Dini hükümler tatbik edilmez oldu.Ondan." "Buna nasıl hükmettin? Herkes ibadetinde serbest değil mi?" "Serbest." "Camiler açık değil mi?" Üçüncü Bölüm 155
İ I
"Açık." "Beş vakit ezan okunmuyor mu?" "Okunuyor" "Namaz kılmak, Kuran okumak yasak mı?" "Hayır." öyleyse?" Ne bileyim, halifelik kaldırıldı, medreseler kapatıldı. Gazete lerde türlü türlü yazılar çıkıyordu. Ahlak bozulmuş, kadın açılmış. Bir milletvekilinin Meclis'te yaptığı konuşmayı okuduk. O da söy lüyordu. Bunlara üzülüyorduk." "Senden başka din alimi yok mu memlekette?" "Çok var." "Öyleyse sen niye öne düştün?" "Aklımızın kıtlığından." *'Müslümanm Müslümanı öldürmesi günah değil midir?" "Günahtır." "Sizin kadar, bizim kadar imanlı askerlere niye ateş ettiniz öy leyse?" Şeyh Sait Efendi önüne baktı. "Bacanağına göre, 'bir Türkü öldürmek yetmiş gâvuru öldür mekten daha üstündür' demişsin. Bunun dinle ilgisi ne?" Şeyh Sait Efendi yine önüne baktı. "Düşman Müslümanların ocaklarını söndürürken, niye yardı ma koşmadın da şimdi silaha sarıldın?" "O zaman perişandık. Muhacirdik." "Şeyh Şerif Efendiye yazdığın mektupta bak ne diyorsun: 'Kim senin hayat ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra, başkala rının hayat ve malından bize ne fayda? Nefis başkalarından önce gelir.' Bu ne demek Şeyh Efendi?" ti
ti
Şeyh Sait Efendi bu kör bencilliği açıklayacak bir yanıt bula madı. Gittikçe battığının farkındaydı. Sustu. "Diyarbakır'ı ele geçirmeyi niye o kadar istedin?" "Takdir-i ilahi bizi bu yana getirdi." "Diyarbakır'ı alınca ne yapacaktın?" "Din meselesini hükümete yazacak* şeriat isteyecektim" "Hükümet müracaatınızı kabul etmeseydi ne yapacaktınız?" 156 Üçüncü Bölüm
"O zaman günah boynumuzdan kalkardı. Evimize gider otu rurduk." "Sen isyan edip de yağmalayarak, yıkarak, kan dökerek Diyarbakır'a yürürken hükümet bir şey yapmadan, senin müracaatı nı mı bekleyecekti? Üzerine asker yollamayacak mıydı? Diyarbakır'ı sana teslim mi edecekti? Bunu düşünmediniz mi? Bu cüreti size veren ne idi?" Şeyh Sait, "Bu kadar askeri süratle sevkedeceklerini zannetmi yorduk" dedi. "Sonra mı anladınız?" Şeyh Efendi uzun bir sessizlikten sonra "Şimdi anladım" dedi. "Bu işin yürümeyeceği besbelli iken boş yere binlerce insanın kanına girdiniz." "Pişmanım." "Bu kadar kan döktükten sonra pişmanlık olur mu?" "Bilmem. O kadar düşünmedim." Şeyh Sait Efendi, Savcı Süreyya Bey ile duruşma dışı konuşur ken şöyle diyecekti: "Ben devletten adalet istemiyorum. Merhamet, atıfet ve af isti yorum. Adalet tatbik edilirse benim halim nice olur?" Halinin nice olacağını iyi biliyordu. Sorgulamalar sürdü. Bütün şeyhler, ağalar isyan olayına korkudan, zorla, şaşkınlık tan katıldıklarını söyleyeceklerdi. Dürüstçe konuşan hemen hemen yoktu. Şeyh Şemsettin Efendi şöyle diyecekti: "Ben isyana korkudan ve şaşkınlıktan karıştım. Vallahi devlet ten yanayım. Allah devletimize de Cumhuriyetimize de zeval ver mesin. Bizim gibi cahilleri affetmek devletimizin şanındandır." Şeyhler konuştukça koflukları, doğudaki yurttaşları nasıl kul landıkları, dini nasıl sömürdükleri çok iyi anlaşılıyordu. Bir kısmı nın okuma-yazma bilmediği de ortaya çıkmıştı. Dinleyiciler tik sinti ile dinlemekteydiler. Mahkeme Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin isyan bölge sindeki şubelerinin kapatılmasına da karar verdi. 133
m
1333
134
BAKANLAR KURULU Ankara İstiklal Mahkemesinin ya zılı uyarısı, Doğu İstiklal Mahkemelerinin verdiği kararın gerekÜçüncü Bölüm 157
çesi dolayısıyla, 3 Haziran 1925 günü Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin durumunu gündemine aldı. Çoğunluk, gericilerin sızıp paravan olarak kullandığı partinin kapatılmasının memleketin yararına ve hayrına olduğunu düşünü yordu. Hükümet memlekette içten ve dıştan çabalarla geniş bir irti ca ağı oluşturulduğu kanısındaydı. Bir Bakanın duraksaması üzerine Adalet Bakanı Esat Mahmut Bozkurt dedi ki: "Tarihte, ciddi bir ihtilalden hemen sonra çok partili hayata geçen, yıktıkları düzenin temsilcilerine, koruyucularına siyasi et kinlik, parti kurmak hakkı tanıyan bir devlet biliyor musunuz?" "Hayır/' f f "Çünkü böyle bir devlet yoktur. İhtilal oyuncak mı? Bir toplum alt üst oluyor. Amacı demokrasi olan Fransız ihtilalinden sonra bile demokratik hayatın kararlılık kazanması için birçok karışık, bazısı kanlı, uzun dönemlerden geçilmiştir. Demokrasi gökten düşmez ki. Var olması için bazı önemli şartların biraraya gelmesi gerek. Siyasi hayatımızda birçok parti kuruldu, birkaç da seçim yaptık ama gerekli şartlar olmadığı için demokrasinin yanına bile yaklaşamadık. Ken dimizi kandırdık. Hepsinin sonu hüsran oldu. Milli Mücadele sıra sında aynı safta bulunduğumuz değerli arkadaşlarımız bu gerçekleri bile bile acele ettiler. Her parti bir taban ister. Kime dayanacaklardı? Gericilere, gelenekçilere, Cumhuriyet karşıtlarına. Sonuç ortada. Bu acelecilikleri devletimize ve halkımıza çok pahalıya mal olmuştur." Takrir-i Sükûn Kanununa dayanarak Terakkiperver Cumhuri yet Partisi'ni kapatmayı kararlaştırdılar. Kararname Cumhurbaşka nının onayı ile geçerlik kazandı. Sonuç bir bildiri ile kamuoyuna açıklandı. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi karara büyük tepki gösterdi. Yöneticileri ve milletvekilleri toplandılar. Görüştüler. Şu karara var dılar: Meclis'te parti varmış gibi yine birlikte hareket edeceklerdi. Parti merkezi olarak tuttukları binayı da lokal-misafırhane olarak korudular. Bazı milletvekilleri bu binanın odalarında kalı yordu. 135
Haberi öğrenen Ziya Hurşit masayı, duvarları yumrukladı. Ka patılan partiden milletvekili olmayı ummaktaydı. "Lanet olsun!" 158 Üçüncü Bölüm
DOGU İstiklal Mahkemesi, hükümete bir yazı yazarak, edin diği bilgilerin ışığı altında ciddi bir öneride bulundu: "Bu bölgedeki derebeylik gelenekleri ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için masum halk üzerinde baskı yapan ve nüfuz yürüten % kimselerden isyanla ilgisi bulunanlar hakkında mahkeme gereken kararları verecektir. Ancak suçları tesbit edilemeyeceklerin hüviyet lerine bakılmadan bu bölgeden uzaklaştırılmaları suretiyle halkın geniş, serbest nefes almasına, memurların serbestçe vazife görmele rine imkân verilmelidir!' Kanlı isyanın böyle bir yararı olmuş, ağalık/beylik düzenini yıkmak için ilk adımların atılmasına yol açmıştı. 136
SAVCI Süreyya Bey iddianamesini bir gün Önce okumuş, sa nıklar - v e dinleyiciler- nefes almadan dinlemişler, sonra da sanık lar savunmalarını yapmışlardı. Bugün (28 Haziran 1924) Mahkeme kararları açıklayacaktı. Dinsel bayraklar, kestane fişekleri gibi patlayan zafer naraları, yağ ma keyifleri, yakıp yıkma öldürme coşkusu, Gazi'ye, hükümete, or duya küfürlerle dolu beyannameler uçup gitmişti. Şimdi hepsinin başının üzerinde adaletin keskin kılıcı sallanıyordu. Sanıklar yerlerini aldılar. İdamları ve uzun hapsi istenen sa nıkların yüzleri bembeyazdı. Kimileri titriyordu. Bu mahkemenin verdiği kararların kesin olduğunu biliyorlardı. En sakinleri Şeyh Sait Efendi'ydi. Dinleyici bölümü yine erkenden dolmuştu. Aralarında isyancı ların yeniden çarşafa, eve kapatmak, susturmak, diledikleri zaman kapının önüne koymak istedikleri kadınların birçok temsilcisi vardı. Savcı ve mahkeme kurulu tam saatinde yerlerine geçtiler. Baş kan Mazhar Müfit Bey , "İki ay süren soruşturma ve duruşmalar sona erdi.." dedi, "..Dün savunmalarınız alınmıştı. Şimdi karar öze tini okuyacağım. Ayağa kalkınız" Sanıklar ve dinleyiciler ayağa kalktılar. "Sıkıyönetim ilan edilen il ve ilçelerde bulunan ve birer kötü lük ve fesat yuvası haline jeldiği anlaşılan bütün tekke ve zaviyeler kapatılmıştır" Müthiş bir alkış koptu. Başkan gösteriye izin vermedi: busun! Üçüncü Bölüm 159
Alkışlar kesildi ama yüzlerdeki sevinç sürüyordu. Şeyhler du alar okuyup mahkeme kuruluna doğru üflüyorlardı. Eğer Şeyh Sait Efendi idam edilirse büyük deprem olacağı söylentisi yayılmıştı. Bu söylentiye inanan safdiller gece uyumayacaklardı. "Gerekçeli kararda ayrıntılı bir biçimde açıklanacağı üze re, dini alet ederek, bağımsız bir devlet kurmak maksadıyla, Şeyh Sait'in başlattığı silahlı isyan ve ihtilal hareketine karışan, yıllardır şeyhler, ağalar ve beyler tarafından sömürülen zavallı halkı kandı rıp isyana teşvik eden, birçok subay, er ve vatandaşı yaralayan, şehit eden, yağma yapan ve yaptıran şahıslardan Şeyh Sait, Şeyh Abduljf lah, Şeyh Şerif, Şeyh Şemsettin, Şeyh İbrahim../' Başkan idam cezası verilen isyancı şeyhlerin, ağaların, beyle rin ve yardımcılarının adlarını sayıyordu. Bunlar 45 kişiydi. Emekli Binbaşı Kasım ve 17 kişi beraat etmişti. Geri kalanlar çeşitli hapis cezaları almışlardı. Başkan son söz olarak dedi ki: "Döktüğünüz kanların, söndürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz. İşte Cumhuriyetin sert fakat adil kanunlarının hükmü budur. Mahkûm ları götürünüzî" Mahkûmlar elleri kelepçelenerek hapisaneye götürüldüler. Şeyh Abdullah gazetecilere, "Yazınız." dedi, "..biz hainlere uyduk, başkası uymasın!" ** İdam kararları o gece yarısı yerine getirildi. Birçok insan karar ların yerine getirilmesini izledi. Ne deprem oldu, ne meprem. 137
1
İSYAN bastırılmış, yayılması önlenmişti. İrticanın, maceracı ların içine sızdığı, yuva yaptığı Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kapatılmıştı. İrticayı körükleyen gazete ve dergilerin yayımı durdu rulmuştu. Padişahçıların gizli örgütü Tarikat-ı Salahiye de ortaya çıkarılmış, ilgililer tutuklanmıştı. * 138
Cumhuriyeti devirmeyi, eski düzene dönmeyi hayal edenler için bütün ümit kapıları, kapanmıştı. "Allah kahretsin!" Bu durum bazıları gibi eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey'i de çok rahatsız etti. İttihat ve Terakki'nin eski silahşorlarındandı. öf kesini paylaşacak birini düşünüyordu. Aklına Ziya Hurşit geldi. 160 Üçüncü Bölüm
İSMAİL HAKKI BEY gelişmelerden memnun, atıyla şehre in mişti. Kalpağına yine vizyerini takmıştı. Meclis'e yaklaşırken Baş*
bakanın arabası yanında durdu, ismet Paşa, eliyle, 'gel diye işaret ederek pencere camını açıyordu, ismail Hakkı Bey atından atlaya rak arabanın penceresine yaklaştı. Bu başbakan da vizyeri yasakla yacaktı galiba. Selam verdi: "Hoşgeldiniz efendim." "Hoşbulduk. Sakın vizyerini çıkarma!" "Siz emrettikten sonra çıkarmam Paşam." Elini vizyere götürerek çok candan bir selam verdi. Araba uzaklaştı. Konunun Çankaya'da söz konusu olduğu anlaşılıyordu. Bunun arkası gelirdi öyleyse. Nitekim İçişleri memurlarına başla rı açık çalışmaları için bir genelge yayımlandı. Âdet dışarda daima başı kapalı olmaktı. Fesle, kalpakla, sarıkla. Evde bile misafir gelin ce baş mutlaka örtülürdü. Başı açık çalışma ileri bir adımdı. Bazı Dışişleri görevlilerinin de şapka giydiği görülüyordu. Türk mü, yabancı mı oldukları anlaşılmadığından halkın bir tepkisiyle karşılaşmıyorlardı. 139
139a
HAZİRAN ortasında Ansaldo A. 300-4 tipi uçak parçaları bü yük sandıklar içinde İstanbul'a geldi. Yeşilköy'deki hava hangarla rında sandıklar açıldı, parçalar birleştirilip uçak kuruldu. Kuyruğu na ve gövdesine Türk işaretleri yapıldı. Test uçuşundan sonra uçak Ankara'ya getirildi. İlk uçak ola rak sevinçle karşılandı. Uçağa Ceyhan adı verildi ve adı gövdesine yazıldı. Ceyhan'a gidilecek, Ceyhanlılara teşekkür edilecek, alman uçak gösterilecekti. İlk halk uçağı 21 Haziran Cumartesi sabahı Ankara'dan ha valandı. Uçağı Vecihi Hürkuş kullanıyordu. Hava nefisti. Önce Konya'nın üzerinde bir-iki tur atarak Konyalıları heyecana getirdi. Benzin alarak Adana'ya uçtu. Adana üzerinde de gösteriler yaparak şehri ayaklandırdı. Oradan Ceyhan'a geldi. Yöneticiler ve binlerce Ceyhanlı uçağın ineceği yerde bekliyor lardı. Uçak ilçenin üzerinde gittikçe alçalarak birkaç tur attıktan sonra alkışlar, sevinç bağırışları arasında düzeltilmiş tarlaya indi. Üçüncü Bölüm 161
Herkes Vecihi Bey'i ve yardımcısını ku caklamak, uçağa dokunmak istiyordu. Düzen f l l K ^ ^ i ^ l ^ â EW zorlukla sağlandı. Halkın Cumhuriyetten sonra hava kuvvetlerine armağan ettiği ilk uçaktı bu. Bir nine küçük, güzel torunuyla birlikte gelmişti. Uçak nineyi de torunumda- şok he yecanlandırmıştı. Masal kuşu gibi bir şeydi. Nine torununun omuzundaki altından ma sallardı mavi boncuğu çekip aldı, nazar değVecihi Hürkuş meşin diye uçağa takılması için Hava Kuru mu yetkilisine verdijf Yetkili, ninenin nasırlı ellerini öptü. Armağan edilen uçak sayısı 10 yıl içinde 250'yi bulacak, Türk Hava Kuvvetleri, halkının cömertliği sayesinde güçlü hava kuvvet lerinden biri olacaktı. Halk kendi isteği ile rızkından veriyordu. 139b
HÂKİMİ YET-İfMÎLLİ YE gazetesine geçmiş bulunan Naşit Hakkı (Uluğ) Bey Doğuyu, özellikle Dersimi görmek, bu bölge hak kında bir inceleme yazısı yazmak için Başyazar Falih Rıfkı Bey'den izin aldı. Yola çıktı. Deneyli, bilgili, sokulgan, güven veren bir gazeteciydi. ö n c e Diyarbakır'a uğradı. Oradan Elazığ'a geçti. Valiyi, ko mutanı, yerlileri dinledi. Burada Dersim'i iyi bilenler vardı. Onlarla konuştu. Çemişgezek'e, Pertek'e gitti. Dersim'i bütünüyle göremedi. Bilenleri dinledi ve not aldı. Dönünce "Derebeyi" adlı uzun yazısını yazdı. Bu yazı, Dersim hakkında yazılmış ilk yazıydı. Dersim'i doğası, tarihi, töreleri, aşiretleri, beyleri, ağaları, seyitleri ve halkıyla tanı tıyordu, ö z e t l e diyordu ki:
"Artık bey biliyor. Cumhuriyetin gözünde bir bey ile bir köylü arasında bir fark yoktur. Köylü beyin eşyasından sayılmaz. Bey iste diğini asıp kestiremez. Bey köyün sahibi, köyün bütün ürünlerinin, bütün emeğinin, içinde yaşayanların, hatta doğacakların sahibi de ğildir. Bey vergi verecektir* Beyzade askere gidecektir». Artık şeyh de biliyor. Resmi ticarethanesi olan tekke kapatılmıştır* Artık bir üfü rüğe karşı bir koyun alamayacaktın Artık müritleri peçeli yüzünü 162
Üçüncü Bölüm
|
görmek için on altın vermeyecektir. Artık sokağa çıktığı zaman kimse yere kapan mayacaktır. Cumhuriyet bunlara, bunlar Cumhuriyete düşmandır." Ağalar, beyler Naşit Hakkı Bey'e de düşman olacaklardı. n 9 c
fi 1 TEMMUZDA Doğu İstiklal Mah kemesi Elazığ'a hareket etti. Orada birik miş davalar vardı. Onlara bakacaktı. Diyarbakır'da tutuklu olan gazeteci lerden bazıları, mahkeme üyelerinden bi rine, "Ahmet Emin Bey gibi yazarlar niye serbest? Bizim gibi eleşti rilerde bulundukları halde onlar niye burada değil?" demişler. Bu müzevirliğin bir etkisi olmuş mudur, bilinmez, bir süre sonra Ahmet Emin Yalman, A. Şükrü Esmer, ismail Müştak, Sup hi Nuri Beyler de mahkemenin kararıyla tutuklanarak Diyarbakır'a getirileceklerdi. Ama turist gibi. Konfor içinde. Neydi bu ayrıcalıklı davranışın amacı? 140
«
GAZI, Siirt milletvekili Mahmut Bey, Diyarbakır milletvekili Feyzi Pirinçcioğlu, Urfa milletvekili Refet Ülgen'i akşam yemeğine çağırmıştı. Latife Hanım hepsine hoşgeldiniz dedikten sonra yukarı çekil mişti. Belli ki sofrada doğu sorunları konuşulacaktı. Türkiye bütün varlığını ve vaktini barış içinde kalkınmaya vermesi, bunun için yollar, yöntemler araması gerekirken bu olay patlak vermişti.. Şimdi ne yapmalıydı? Geç saatlere kadar üzülerek, kızarak, umutlanarak konuştular. Yapılması gereken çok şey vardı. Yüzyılların ihmali ve savaşlar, bütün Anadolu'yu, sorunlar içinde çaresiz, bakımsız, çağdışı bırakmıştı. Geç saatte kapıya çıkarak arkadaşlarını yolcu etti. Yıldızlı bir Ankara gecesiydi. Bahçe hanımeli ve çam kokuyor du. Hizmetliler ve posta erleri de bu güzel havada yatmamış, evin biraz uzağında fısır fısır sohbet ediyorlardı. Üçüncü Bölüm 163
Gazi sade insanlarla konuşmaktan, onların düşüncelerini ser bestçe söylemelerinden zevk alırdı. Gerginliği atmak için bu du rumu güzel bir fırsat olarak gördü. Alçak bahçe duvarının üzerine oturup sohbete daldı. Başka hizmetliler de gelip katıldılar. Çok geç meden tiz bir ses sohbeti bıçak gibi kesti: "KemaaaalU!" Latife Hanım penceredeydi: "Saatin kaç olduğunun farkında değil misin? Yeter artık. İçeri gel!" § § Bazı sözler daha söyledi. Hizmetliler ve posta erleri bu son sözleri duymamış olmak için kaçıştılar. Gazi, Yaver Muzaffer'e, ür kütücü bir sükûnet içinde, "Çocuk." dedi, "..Salih'le Kılıç Ali'yi bul. Hemen buraya gelsinler." Köşke girip misafir salonundaki kanepeye uzandı. Yüzü sapsa rıydı. Sık soluk alıyordu. Ömrü boyunca düşmanlarından bile lau balilik görmemiş bir insan olarak belli ki canı çok yanmıştı. Latife Hanım ya umursamadığı için ya yaptığı çiğliği kavrayıp korktuğundan aşağıya inmemişti. Evleri yakın olduğu için Salih ve Kılıç Ali hemen geldiler. Gazi onları görünce bağırdı: "Bu evden kaçayım, yoksa gaz döküp bu evi yakacağım!" O kadar öfkeliydi. Salih Bey Gazi'nin yakasını açtı, boyunbağını gevşetti. Biraz su verdiler. Gazi olup biteni çok kısaca anlattı ve kararını bildirdi: "Bu iş kesin olarak bitti Salih! Bu işi başıma saran biraz da sen sin. Halletmek de sana düşer. Şimdi Latife Hanım'a kararımı bildir. Annesi İstanbul'dan geliyor. Hazır oltaca kendilerini şereflerine yaraşır bir şekilde trenle İzmir'e yolcu tliniz. Giderken kasadaki parayı da alsın. Yirmi bin lira kadar olduğunu sanıyorum. Burada Iralan eşyalarını arkasından gönderirim. Kılıç Ali sen de İsmet Paşa ile hemen görüşerek durumu anlat. Ben biraz hava aldıktan sonra direksiyon binasında olacağım." Biraz toparlanmıştı. Rüsuhi Beyle birlikte arabaya binip köşkten ayrıldı. Salih Bey seslenip izin istedi, yukarı çıkıp Gazi'nin kararını La tife Hanım'a bildirdi. 141
t
142
164 Üçüncü Bölüm
OLAYDAN birkaç gün sonra Latife Hanım'ı ve annesini istasyonda ismet Paşa, Salih Bey, Kılıç Ali Bey, Mahmut Soydan, bazı hanım arkadaşlarının eşleri uğurladı. Yaver Muzaffer Bey Latife Hanım ve annesine İzmir'e kadar eşlik edecekti. Latife Hanım yorgun ve üzgündü. Bu öfkenin de Doğu gezisin deki gibi gelip geçici olduğunu ümit ediyor, Gazi öfkesi yatışınca nasıl olsa bağışlar, geri çağırır diye düşünüyordu. Bir hafta ses çıkmadı. 29 Temmuzda dayanamayıp Salih Bozok'a mektup yazdı. So nunda şöyle diyordu: ..Öksüzüm. Kimsem yok. Onun için ikinci babalık vazifesini deruhte eden ve sözünün eri olan Salih Bey'e yazıyorum. Git Paşa ile görüş. Ben kocamdan eminim. Çünkü değerbilir. Yüksek ruhlu0
dur. insandır. Aramızdaki gerginliğe nihayet vermesini rica et. Ben kendisine yazdığım mektupta seni eşinle göndermesini rica ettim. Bir haftadır uykusuz, gıdasız, idama mahkûmum. Nedeni çocukluk. Halbuki çocuklar bu ağır cezadan muaftır. Salihsin. Salah ve sulh getireceğine eminim" Mektubu şöyle imzalamıştı: Latife Gazi M. Kemal. Bu, Gazi'nin adını kullandığı son imza olacaktı. 143
GAZI PAŞA, Latife Hanım'ın izmir'e hareket etmesinden son ra köşke geldi. Rüsuhi Bey'e Latife Hanım'la birlikte İzmir'den gel miş olan hizmetlileri, yeterli para verilerek geri gönderilmelerini emretti. "Gerekliyse yeni hizmetliler alın." Latife Hanım'a ait eşyaları teker teker gösterdi, bir liste çıkar masını istedi. Üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu. İzmir Vali sine bu konuda bir bilgi notu yazarak listedeki eşyaları yollayaca ğını bildirdi. Bankaya talimat verdi. Her ay Latife Hanım'a 500 lira ödenecekti. 144
"Eşyalar güzelce ambalajlansın. Bekletmeden yollayın." Kahvaltı etmek yerine bir fincan kahve içti. Akşam yemeği için İsmet Paşalara gidecekti. Saygılı, sağlıklı, huzurlu bir aile havasına büyük bir özlem duyuyordu. Üçüncü Bölüm 165
SALİH BOZOK'tan yanıt alamamıştı. Latife Hanım için günler acı içinde geçiyordu. Bakanlar Kurulu 11 Ağustos 1925'te bir bildiri ile 'Gazi Paşa ile Latife Hanım'ın ayrıldıklarını' açıkladı. Anadolu Ajansı'nın haberi dört bir yana yayıldı. Bir masal sona ermişti. Latife Hanım çok üzülecek, çok pişman olacaktı. Yazık ki çok geçti. 145
DOGU istiklal Mahkemesinin kararıyla A. Emin Yalman, Ah met Şükrü Esmer, Suphi Nuri İleri, İsmail Müştak Mayokan 12 Ağustos 1925'te tutuklandılar. Vatan gazetesi süresiz kapatıldı. Ev lerine uğrayarak veda etmelerine izin verildi. Trende yolculardan ayrı kompartımanlara yerleştirildiler. Muhafızların başında çok na zik bir polis vardı. A. Emin Bey anılarında bu yolculuğu şöyle anlatacaktı: "Herhalde Ankara'dan verilen bir emirle bütün seyahatimiz es nasında bize karşı mahkûm gibi değil, saygılı misafirler gibi hare ket edildi. Anadolu'da o sırada hüküm süren imkânlara göre (yani imkânsızlıklara göre-T.Ö.) Konya-Adana-Gaziantep-Urfa-SiverekDiyarbakır-Ergani-Elazığ seyahatini hususi olarak yapsaydık, her tarafta bu kadar mükemmel vasıta, temiz yatak, güler yüz, her ta rafta gezip dolaşmamız için iyi rehberler ve fırsatlar bulabileceği miz şüpheliydi!' Kafileye İsmail Müştak Beyin uşağının katılmasına da göz yu mulmuştu. Becerikli adam en iyisinden yemek yapıyor, her işe koş turuyordu. Bilecik, Kütahya, Afyon yoluyla Konya'ya ulaştılar. Pencereler den bakınca Anadolu'nun ve partallar içindeki halkın acıklı duru mu görünüyordu. Konya'da misafir gibi karşılandılar. Adana'da emniyet müdürlüğü binasının bir bölümü gazete çiler için misafirhane gibi düzenlenmişti. Mahkemeye yaklaştıkç 166 Üçüncü Bölüm
korkuları artıyordu. Gazi'ye affedilmeleri için bir telgraf çektiler. Tren yolunun Suriye'ye geçtiği noktada trenden inip yola otomo billerle devam ettiler. Anadolu gerçeklerinin içinden geçtiler. Hep si Afyon'dan sonrasını ve Güney Anadolu'yu ilk kez görüyordu. İstanbul'a hiç benzemeyen görünüm, kılık kıyafet, genel gerilik dördünü de sersemletmişti. Bu toprak köyler, yoksul şehirler kaç yılda imar edilirdi? İnsanlar kaç yılda eğitilir, geliştirilebilirdi? Bu bataklıklar kaç yılda kurutuiabilirdi? Bu hastalar kaç yılda iyileştirilebiiirdi? Bu yollar kaç yılda yapılabilirdi? ; Bunun için kaç neslin durmadan çalışması gerekirdi? Düşüne düşüne sonunda yönetimin amacını anladılar: Memle keti, insanları tanımalarını, durumu, gerçekleri ve sorunları bilme lerini, İstanbul'dan dışarı çıkmadan, masa başında, İstanbul keyfi içinde kalem oynatmanın, Ankara'ya akıl öğretmeye kalkışmanın yanlışlığını kavramaları isteniyordu. 146
BU AKŞAM yemeği yine ismet Paşalarda yedi. Her gelişinde annesi gibi saygı duyduğu Çevriye Hanım'ın elini öper, Ömer'le oynardı. Ara sıra köşkte yaptırdığı yemekleri yollar, sonra kendi gelirdi. Sofraya ailece oturulmuştu. Saygılı, dikkatli, hu zur veren, sakin sofra Gazi'yi dinlendiriyordu. Paşalar yemekten son ra çalışma odasına çekildiler. Oda ısıldı ısıldı. Ankara elektrik santralı hizmete girmiş, şehre semt semt elektrik verilmeye başlanmıştı. Musul, Doğu Anadolu, eğitim, öğretmen yetiştirme, demiryo lu, kalkınma, kanunları yenileme, Ankara'nın ihtiyaçları, sağlık gibi konuları görüştüler. Gazi İsmet Paşa'yı yine telaşlandırmamak için alfabe değişimi konusunu açmadı, f Bunun dışındaki bazı tasarıla rını açıkladı. İsmet Paşa 1915'ten beri her konuda haklı çıktığını gördüğü Gazi'ye güvenmekteydi. Destek verdi. Gazi, "Haftaya Kastamonu'ya gideceğim.." dedi, "..Davet ettiler. Kabul ettim. Şapka konusunda halkın nabzını yoklamak istiyorum." ismet Paşa duraksadı: "Bu konuyu daha önce de konuştuk. Eninde sonunda şapkaya geçeceğiz. Ama şu sıra bence çok duyarlı bir konu. Bu konuyu halka alıştıra alıştıra, aşama aşama benimsetmeli diye düşünüyorum." Üçüncü Bölüm
167
Haklıydı. Halk yüzyıllardır şapkayı Hıristiyanlığın, gâvurluğun simgesi gibi görmüştü. 'Şapkalı gâvur" en koyu gâvur demekti, trticanın pusuda beklediği bir zamanda şapka tehlikeli bir konuydu. Gazi sevgiyle gülümsedi: "Haklısın. Biliyorum, zor iş. Ama bunu aşarsak ötesi kolay gelir. Halkı biçimcilikten, kalıplardan, yanlış anlayışlardan kurtarmamız zorunlu. Her eski şey kutsal değildir. Bunu bilmelerini istiyorum." İSYAN bastırılmıştı ama tam sona ermemişti. İlk iş, aşiretleri silahtan arındırmak, kaçakları yakalamaktı. Bazı aşiretler silahları vermemek, eskisi gibi başlarına buyruk ol mak için direniyor, dövüşüyorlardı. Bazıları ise yine yol kesiyor, çapula gidiyor, köyleri, sürüleri yağmalıyordu. Bu nedenlerle de yer yer çatışmalar sürüyordu. Şeyh Sait isyanı bin yıllık toprak kardeşliğini, tarih birliğini, kader ortaklığını yok saymıştı. Bazı kimseler ve güçler bunun etki lerini kullanmak, sömürmek isteyeceklerdi. Güneydoğuyu yeniden beraberliğin ve hukukun egemen oldu ğu sakin bir topluma dönüştürmek gerekmekteydi. Kimi yumuşak, kimi sert birçok çözümler ileri sürülüyordu. Hükümet bölge ve so run hakkında bir karar vermek için askerlerden ve sivil yönetimden bilgi toplamaktaydı. Bölgenin kuzeyindeki Dersim kapalı kutuydu. Şeyh Sait isyanı na açıkça katılmamıştı ama bir kıpırdanma ve hareketlenme olmuş tu. Şimdi de için için kaynadığı, bazı aşiretlerin yine yakın yerlere çapula gittikleri anlaşılıyordu. Bu talihsiz bölgede ciddi bir reform yapılması gerekiyordu. 1463
15 AĞUSTOS 1925 günü Ankara'da Türk Hava Kurumu yetki lileri ile Alman uçak yapımcısı Junkers Flugzeugwerke şirketi ortak bir şirket kuruyorlardı. Ortak şirketin amacı Eskişehir'de bir tamir hane, Kayseri'de ise bir uçak fabrikası yapmaktı. Bütün malzeme Mersin e gemiyle, Mersin'den Ulukışla'ya tren le, Ulukışla'dan Kayseri'ye kamyon, araba ve develerle taşınacaktı Fabrika'nın bir yıl içinde hizmete girmesi planlanıyordu. Hangarlar bitirilecek, tezgâhlar yerleştirilecekti. Bu hızlı ku ruluşu 5 Alman mühendis, 120 Alman işçi^ 240 Türk işçi gerçek 168 Üçüncü Bölüm
leştirecekti. Böylece Türkiye dünyada havacılık sanayiine ilk giren ülkelerden biri oluyordu. GAZİ Nuri Conker'i, Rize milletvekili Fuat Bulca'yı çağırdı. Genel Sekretere "Sen de kal" dedi. Kahveler geldi. İçilirken Gazi Kastamonu'ya gideceklerini söy ledi. Tevfik, Nuri ve Fuat Beylere, "Dördümüzün elinde şapka bulu nacak.." dedi, "..Yol boyunca başımız açık olacak. Sonra.." Nuri Bey patladı: "Sen durup dururken itibarını tehlikeye atıyorsun. Oysa halk sana masal kahramanı gibi davranıyor. Yapma lütfen!" "İcat çıkarma mı diyorsun yine?" "Evet!" f ! "Halkın beni anlayacağına güveniyorum. İlk amacım, dünyada ilkelliğin, geriliğin timsali olarak görülüp aşağılanan festen vazgeç melerini başarmak. İkincisi ise fes yerine şapka, kasket gibi çağdaş bir başlık giymelerini sağlamak; ya da açık başlı olsunlar." Nuri Bey ayağa kalktı: "Bizim halkımız şapka giyene gâvur der." "Evet. Zavalıllara öyle öğretilmiş de ondan." Fuat Bulca söze karıştı: "Yobazların halkı kışkırtmalarından korkarım" Gazi de ayağa kalktı: "Onlar
bir zamanlar fese de, matbaaya da, rasathaneye de,
ordunun ıslahına da karşı çıkmışlardı. Ne yapacağız? Uç-beş yo bazla onlara kapılacak safdiller, gafiller yüzünden yerimizde mi sayacağız? Halk yobazların peşinden gitmemek gerektiğini Mil li Mücadele sırasında çok iyi anladı. Yobazlar Yunanın, İngilizin yanındaydı. Yurtsever dindarlar ise namus bayrağı altında toplan dılar. Böylece vatanımızı, bağımsızlığımızı, onurumuzu kazandık. Kastamonu halkı için bağnaz, gerici filan diyenler var. Bunun iftira olduğunu biliyorum. Milli Mücadele'yi en candan destekleyen, en çok asker veren, çok yurtsever bir ilimizdir. Nuri benimle geliyor musun, gelmiyor musun?"
"Şapkam yok" "Ben İstanbul'dan yeteri kadar yazlık şapka getirttim." Üçüncü Bölüm 169
ey acı "Anlaşıldı. Geliyor um."
146b
GAZİ, Genel Sekreter Tevfik Bey, Nuri, Fuat, Başyaver Rüsuhi, Yaver Muzaffer, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı Beyler, üç otomobille 23 Ağustos 1925 sabahı Ankara'dan ayrıldılar. Siville rin başları açıktı. Gazi gri bir elbise giymişti. Gazi'nin otomobilinin üstü gerektiği zaman açılıp kapanıyordu. Gazi halk topluluklarını gördükçe arabayı yavaşlatacak, üstünü açtırıp açık başla selamla yacaktı. Aşacakları yola Milli Mücadele sırasında İstiklal Yolu adı ve rilmişti. Bu yolun ve bu yoldan gelen silah ve cephanenin zaferde büyük payı vardı. Kalecik'te halk yollara dökülmüştü. Kurbanlar kesildi. Gazi'yi başı açık görünce feslerini, kalpaklarını, takkelerini çıkardılar. Hal kın bu tavrı Nuri ve Fuat Beyleri şaşırttı. Halkın Gazi'ye duyduğu sevgiyi, saygıyı, güveni, bağlılığı bir daha yaşadılar. Gerçekten, ma sal kahramanı gibiydi. Kalecik-Çankırı arasındaki köyler halkı Gazi'yi görüp selamla mak için yol boyuna dizilmişlerdi. Öğleye yakın Çankırı'ya ulaştılar. Yollara halılar, kilimler se rilmiş, taklar yapılmış, her yere bayraklar asılmıştı. Çankırı çoluk çocuk sokaktaydı. Gazi otomobilden indi, tören birliğini, halkı, yöneticileri açık başla selamladı. Halk "Yaşasın Cumhuriyet!" diye bağırıyor, çoğu telaşla başını açıyordu. Yirmi bir top atışıyla selam landı. Kurbanlar kesiliyordu. Belediyeyi ziyaret etti. Yemeği yöne ticiler, ileri gelenler, halk temsilcileriyle birlikte yediler. Çok neşeli, unutulmaz bir yemek oldu. 147
Gazi'yi ve arkadaşlarını coşku içinde uğurladılar. Esenlikle git sin diye arkasından tas tas su döktüler. Ilgazlılar ve çevreden gelen köylüler yolu kapatmışlardı. Ara balardan inerek Ilgazlıları selamladılar. Kastamonu'dan karşılama ya gelenler göründüler. Yirmiden fazla otomobille gelmişlerdi. Ilgazlılarla vedalaştılar. Güzel İlgaz dağını aştılar. Mübarek kağnıcı kadınlar bu dar, uçurumlu, virajlı yoldan geçmişlerdi inebolu-Ankara arasında gı170 Oçünctt Bölüm
dip gelirken. Orduya silah ve cephane, savaş araç ve gereçleri taşır ken. Yaz, kış, hiç durmadan. Yol iki yanlı atlı, yaya halkla doluydu. Açtığı namus bayrağının altına koştukları, yedi düveli dize getiren büyük Türk geliyordu. Sa atlerce uzaktan gelerek karşılamaya çıkmışlardı. Emrinde a s k e r l i ^ yapmış olanlar, Çanakkale, Suriye, Milli Mücadele gazileri askerce selama duruyorlardı. Kiminin göğsünde İstiklal Madalyaları pırıl dıyordu. Gazi'yi dünya gözüyle görmenin sevinciyle gözyaşı dökü yorlardı. Kalabalık Kastamonu'ya yaklaştıkça arttı, on binleri aştı. Şehre mahşer kalabalığının arasından, takların altından geçerek girdiler. Gazi Valiliğe yaklaşınca arabadan indi. Yazlık şapkasını eline al mıştı. Halkı şapkasını sallayarak selamlıyordu. Onu gören binlerce Kastamonulu da başını açtı. Nuri ve Fuat Beyler derin bir hayret ve saygı içinde bu arif, deryadil halka bakıyorlardı. Yöneticilerle ayrıntılı olarak iliri sorunlarını konuştu. Sonra kalması için hazırlanan Mehmet Emin Ağa nm konağına geldiler. Gece Kastamonu donandı. Fener alayı düzenlendi. Meydanlarda halk oyunları oynanıyordu. Kastamonu büyük zaferi, kurtuluşu bf£ * daha kutluyordu. Gazi, Vali, Belediye Başkanı! milletvekilleri, Mehmet Emin Ağa, Nuri, Fuat ve Tevfik Beyler, Başyaver konağın geniş sofasında oturuyorlardı. Gazi Nuri Bey'e gülerek sordu: "Ne diyorsun?" "Ne diyeyim? Senin ve halkın büyüklüğünüz önünde eğiliyo rum." Gazi misafirlere açıkladı: "Nuri Bey şapkayla görünce halkın bizi taşlayacağından kor kuyordu" Vali "İlimizin halkı dindardır.." dedi, "..ama bağnazı azdır." Gazi güldü: "Bizim dindarlarla sorunumuz yok. Dindarların da bizimle so runu olmaz. Dine, dindara karşı değiliz ki. Niye olalım? Dinimiz son ve en mükemmel dindir. Biz sadece dinin istismarına, çıkar ale ti ve yobazlık, bağnazlık vesilesi yapılmasına, hurafelere boğulma sına karşıyız. Sanırım sizler de öylesinizdir." "Evet efendim" 1
Üçüncü Bölüm 171
Gazi ayağa kalkınca herkes kalktı: "Haydi aşağıya inip halkın neşesine katılalım/' Kapı önüne indiler. Gazi halkın arasına karıştı. Onu başı açık görenler başlıklarını çıkarıyorlardı. Şenlik geç saatlere kadar sürdü. Vali, bazı Kastamonu ileri gelenleri, milletvekilleri gece açık renk kumaştan, bezden şapkaya benzer başlıklar yaptırdılar. Gazi sabah mareşal üniformasını giydi. Göğsüne İstiklal Madalyasını takmıştı. Milletvekilleri, yöneticiler, komutanlarla birlikte kışlayı ziyaret etti. Vali, ileri gelenler ve milletvekilleri gece yaptırdıkları başlıkları bir giyiyor, bir ellerine alıyorlardı. Daha alışamamışlardı. Gazi kışladan sonra memleket hastanesini ve kitaplığı ziyaret etti. Kitaplıkta pek az kitap vardı. Kitap alınması için 500 lira bırak tı. Belediyeye geldiler. Belediye binasının her katı Türk Ocaklılar, öğretmenler, tüccar ve esnaf temsilcileri, gençler, ilçelerden gelen kurullarla doluydu. Gazi mareşal üniforması ile ayakta, başı açık, ziyaretleri kabul etti. Herkes içeri başlıklarını çıkarıp açık başla giriyordu. Müftü Efendi de bu inceliği gösterdi. Her topluluğu dinliyor, yanıtlıyor, uyarıyor, öğütler veriyordu. Yine bir uygarlık velisiydi. İlçe kurulları Gazi'yi ilçelerine davet ediyorlardı. İnebolu ku rulu da davet etti. Vali Fatin Bey, "Günlerden beri hazırlanıyorlar" diye İneboluluiarın isteğini destekledi. Gazi Milli Mücadele sırasında Anadolu'nun kapısı olan inebolu yu görmek istiyordu, istiklal Yolu'nun başlangıcıydı. Bir fişeği bile Yunanlılara kaptırmamak için 9 Haziran 1921 günü şehirce ayaklanarak bütün silah ve cephane yi kadın erkek, yaşlı genç, çocuk, iki saat içinde tepenin arkasına, İkiçay'a taşıdıklarını da iyi biliyordu. Gülerek "İnebolu'ya gelecei
•
yy
ı
\*
gım dedi. İnebolular heyecan içinde izin isteyip ayrıldılar. İnebolu'ya bir an önce ulaşıp Gazi'nin geleceğini bildirmeliydiler. Sanki uçtular. Gazi köylülere, "Ben de çiftçi olduğumdan biliyorum" diyerek, makineli tarımın Önemini, yararını anlattı uzun uzun. 'Bir yerine on, on yerine yüz kat verim alırsınız.." dedi, "..Toprağa sevdiği to humu bulup atmalı. Biz daha çiftçi memleketi değiliz. Buna hak ka172 Üçüncü Bölüm
zanmadık. Tarım memleketi olmalıyız. Bu da ancak makineli, bilgili tarımla olur. Birlik olup makine alınız. Üretici olalım. Bizi üretim kurtarır." Kendi giyimi ile şalvarlı, kuşaklı, cüppeli bir esnafın giyimi ni karşılaştırdı, bir terziye hangisinin daha ucuz olduğunu sordu. Terzi Gazi'nin giysisini gösterdi. Bir başkasının fesini, fesinin altına giydiği takkeyi, fesine sardığı sarığı gösterdi: "Bunların hepsinin parası dışarı gidiyor. Bunları söylemekten amacım şudur. Biz her bakımdan uygar insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun nedeni dünyanın durumunu anlamadığımız içindir. Düşüncemiz, anlayışımız uygar olmalı. Şekillerimiz, kıyafetlerimiz de tepeden tırnağa uygar olmalı. Şunun bunun sözüne önem ver meyeceğiz. Uygar olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslam âlemine bakınız. Zihinlerini, düşüncelerini uygarlığın em rettiği yüksekliğe uyduramadıkları için ne büyük felaketler içinde ler. Bizim de şimdiye kadar geri kalışımız, en sonunda son felaket çamuruna batışımız bundandı. Beş-altı yıl içinde kendimizi kurtar dık. Bu anlayışımızdaki değişikliktendir. Artık duramayız. Mutla ka ileri gideceğiz. İleri gitmeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir ki uygarlık öyle bir kuvvetli ateştir ki ona kayıtsız kalanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz uygarlık ailesinde layık olduğu muz mevkii bulacak, onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, saadet ve insanlık bundadır." Müftüye dördü: "Müftü Efendi, yol boyunca birçok sarıklı kişi gördüm. Sor dum. Çoğunun dini bir görevi yokmuş" "öyledir Paşam, aklına esen sarık takıyor." "Bunu bir kurala bağlamak doğru olmaz mı? Din adamlarını tanır, saygı gösteririz." Müftünün yüzü parladı: "Çok doğru olur Paşam. Yetkisizler sarık taşımasın" Orta yaşlı, beyazca sakallı, başı açık bir gazi yaklaştı. "Güzel Paşam." dedi, "..ben Çanakkale'de, Muş'ta emrinde dövüşmüştüm. Emrettin Sakarya Savaşı'na da katıldım. Yüzümüzü yere baktırma dın. Bizi zaferden zafere koşturdun. Yenilmezleri yendin. Son emri ni de dinledim. Çünkü bilirim ki sen yanlış emir vermezsin.Bak." Üçüncü Bölüm 173
Kıvanç içinde, kumaştan acele yapılmış uyduruk şapkasını gösterdi. Gözleri yaşararak "Emrin baş üstüne!" dedi, şapkayı başı na geçirdi. Alkış tufanı patladı. Kiminin gözleri doldu. Gazi Paşa gaziyi sevgiyle kucakladı. 148
ÖĞLENE yakın Kastamonu dan ayrıldılar. Yollar yer yer yine halkla doluydu. Emrinde dövüşmüş olanlar askerce selam duruyor lardı. Halk çığlık çığlığaydı. Bir zaman düz giden yol yine sarplaşmış, virajlar keskinleşmiş, uçurumlar derinleşmişti. Küre dağları bu yolun en çetin kesimiydi. Öğle yemeğini çam ormanı içindeki Ecevit'te, ünlü İsmail Ağa'nın hanının üst katında hazırlanmış geniş sofada yediler. Yemek İsmail Ağa'nın kimsenin lezzetini unutamadığı yoğurtlu çorbası ile başladı. İnebolu Belediye Başkanı İstanbul'un ünlü Abdullah Efendi lokantasından dört kişilik bir ekip getirtmişti. Yemekte bunlar ve Küreliler hizmet ediyorlard Küre'ye de uğradılar İnebolu-Ankara alanındaki kağnı dizilerinde Kürelilerin de yen buyuktu. 25 Ağustos Salı günü İnebolu'nun pazar günlerinden biriydi. Her zaman kalabalık olurdu. Ama bu kez Gazi'nin geleceğini duyan bucaklardan, kıyı köylerinden gelenler de vardı. Şehir dolmuş taşı yordu. Şehre görkemli bir takın altından geçerek girdiler. Asıl karşılama ikinci takm bulunduğu yerde yapıldı. Kayma kam, Belediye Başkanı Hüseyin Karagülle, memurlar, esnaflar, tüc carlar, askeri bir birlik, dernek yöneticileri, civardan gelen kurullar ve binlerce İnebolulu Gazi'yi bekliyordu. Gazi alkış yağmuru, se vinç çığlıkları arasında otomobilden indi. Abaş Tepe'den top atışı başladı. Pencerelerden kadınlar, kızlar, çocuklar çiçek ve konfeti yağdırıyorlardı. Çarşı bayraklar ve defne dallarıyla süslenmişti.
Bir takın üzerine, kağnıları ve İnebolu'nun kayıklarını temsili eden bir kağnı ile bir kayık yerleştirerek, İstiklal Yolu'nu özetlemiş lerdi. Kayıkçılar başlarında kâhyaları Ilyas Reis olduğu halde takın altında Gazi'yi bekliyorlardı. Selamlaşmaları çok heyecan verici oldu. 174 Üçüncü Bölüm
1
Meclis hiçbir loncaya, derneğe tstiklal Madalyası vermemiş, büyük hizmetleri dolayısıyla sadece İnebolu kayıkçılar birliğine vermişti. Kayıkçılar bu unutulmaz hizmetlerine karşılık yollanan parayı da, paraya çok ihtiyaçları olduğu halde, "Biz vatan hizmeti yaptık" diye almamışlardı. Kayıkçılar da, savaş boyunca hep İnebolu'dan haber beklemiş olan Başkomutan da heyecanlanmışlardı. Birbirlerini görmeden çok anmışlar, birbirleri için çok dua etmişler, çok övgüde bulun muşlardı. Halk ağlayarak alkışlıyordu. Gazi İlyas Reis'e "Yarına gelin, görüşelim" dedi. "Emrin olur." GAZİ sabah mareşal üniformalı olarak dışarı çıktı. Yürüyerek belediyeye geldi. G ö l halk selam duruyor, avaz avaz "Yaşasın Ga zimiz!" diye bağırıyordu. Belediyede belediye meclisi üyelerini, ticaret odası temsilcile rini, Türk Ocağı kurulunu kabul etti. Ocak Başkanı Şükrü Ustaoğlu yaptıkları etkinlikler hakkında bilgi sundu. Türk Ocağı'nın şehrin kültür, sanat ve düşünce merkezi olduğu anlaşılıyordu. Gazi "Türk Ocağı'na geleceğim" dedi. Bunları esnaf temsilcileri, kadın ve erkek öğretmenler izledi ler, öğretmenler mahalle okullarının kapatılmasından dolayı mem nunluklarını bildirdiler: "öğrencileri mesleği öğretmenlik olan insanlar yetiştirir. Bu kararla çocukları ehil olmayan ellerden kurtardınız." 149
*m
*
Sırada başlarında Ilyas Reis, inebolu kayıkçıları vardı. Her biri kendinin heykeli gibiydi. Yüzlerine dev dalgalara aldırmadan gemi lerden kıyıya insan aşırtmanın, eşya, silah, cephane taşımanın, Azraille saklambaç oynamanın keskin çizgileri oyulmuştu. Duruşla rında tarifsiz bir heybet vardı. Gazi teker teker hepsinin elini sıktı. Hizmetlerini övdü. "Yaptığınız hizmetleri hiç unutmuyorum" dedi.
Gümrük hamallarına kadar herkesi ayakta kabul etti. Kendisini bir daha görmek isteyen binlerce insanın alkışları, duaları» arasında Kaymakamlığa yürüyerek geldi. Yaşarken efsane olmuş ender insanlardan b i r i y d i . Bazıları Gaziyi görebilmek için çatılara çıkmıştı. Üçüncü Bölüm 175
Kaymakamlığın üçüncü katından Karadeniz bütün haşmetiyle görünüyordu. Bir süre denizi seyrettiler. Burada da görevlileri, gelen kurulları, temsilcileri kabul etti. Hiç yorulmuyor gibiydi. Ziraat Bankası Müdüründen köylülere kredi konusunda kolaylıklar gösterilmesini istedi. Pek az köyde okul olduğunu öğrenmişti. Milli Eğitim Müdürüne belli yerlerde yatılı köy okulları kurarak, köy çocuklarını bir an önce bilgisizlik ten kurtarmalarını istedi. "Ankara'ya yaz! Bana da yazdığını bildir! Ben bu konunun ta kipçisi olurum." Daha sonra yürüyerek İnebolu'yu gezdi. Hacı Dervişoğlu Meh met Sabri Efendi'nin mağazasında oturdular. İkram edilen meyve leri yediler. Gün batarken eve döndüler. Gece unutulmaz, hiç ya şanmamış, bir daha da yaşanmayacak bir gece oldu. Dört ayrı fener alayı kurulmuştu. Alaylar milli marşlar, türkü ler söyleyerek caddeleri, sokakları dolaşıyordu. Çarşı ve evler ay dınlatılmıştı. Taklar altında halk oyunları oynanıyordu. Gazi demek bayram, şenlik, zafer, ümit, neşe, mutluluk, güven, birlik demekti. Anadolu halkı yüzyıllardır yaşamadığı, bilmediği bir duyguyu, yaşa ma sevincini yaşıyordu. Son olarak kayıkçıların fener alayı Gazinin kaldığı evin önüne geldi. On iki kayıkçı daire olmuş, ellerini birbirinin bellerine atarak kenetlemişlerdi. Bir ellerinde de meşaleler vardı. On iki genç ka yıkçı da bunların omuzlarına çıkmıştı. Onlar da mum fenerleri ta şıyorlardı. Ortada Kaptan Cemil Emmi yer almıştı. "Heyemola yel ese" oyun havasını söyleye söyleye gelmişlerdi. Cemil Emmi kalın, gür sesiyle türkünün güftesini, kayıkçılar oynayarak nakaratı söy lüyorlardı. Gazi aşağıya inip kapının önüne çıktı. Coşkulu halka karıştı. Kaptan Cemil Emmi güdüyordu: Bir gemim var boyu uzun Gider yazın gelir güzün Bu sefere yoktur sözüm Kayıkçılar hay kırıyorlardı: Yamo heyamo Mola heyamo Cemil Emmi: 176 Üçüncü Bölüm
Sarayburnu'ndan geçerken Al yeşil sancak çekerken Yar doldurup ben içerken Kayıkçılar: Yamo heyamo Mola heyamo... Oyunu seslerini gittikçe hafifleterek bitirdiler. Alkışlar aylı, yıldızlı göğe yükseldi. Gazi'nin sesi de gürdü. İnebolululara, denizcilere yürekten te şekkür etti, kutladı, iyi geceler diledi. 27 AĞUSTOS Perşembe günü öğleden sonra, Gazi Türk Ocağı'nı ziyaret edecekti. Koyu renk bir elbise giymişti. Elinde şap ka vardı. Nuri, Fuat, Tevfik Beyler de ellerine şapkalarını almışlardı. Gazi, milletvekilleri, yöneticiler ve komutanlarla birlikte, yollarda bekleyen halkın yürekten alkışları arasında, yürüyerek Türk Oca ğı binasına geldi. Salon ve balkon tümden dolmuştu. Birçok insan ayaktaydı. Salonda hayli çarşaflı, yalnız gözleri görünen hanımlar da vardı. Bütün salon ayağa kalkarak Gazi'yi selamladı. Gazi ve yanındakiler en önde ayrılan yerlere oturdular. Ocak üyesi ve Hukuk Fakültesi öğrencisi Mustafa Selim (İmece) güzel bir konuşmayla Gazi'yi selamladı. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Ey sevgili Gazi'miz! Siz bizden ne isterseniz isteyiniz, ona hazırız. Eğer gösterdiğiniz yol üzerinde bir lahza tereddüt eder ve geriye gidersek milletimizin vebali üzerimize olsun! Siz bizim örneğimizsiniz. Reisimizsiniz, kahraman, asil ve çalışkan milletimizin kurtarıcısı ve yol göstericisiniz." Mustafa Selim çok alkışlandı. 1 Gazi M. Kemal Paşa kürsüye geldi. Şapka elindeydi. Kürsüye bıraktı. Çarşaflı hanımların yarattığı loş görüntü tedirgin etmişti ama belli etmedi. İnebolululara teşekkür etti. Gördüğü ilgiden ve halkın yüksek niteliğinden duyduğu mutluluğu belirtti. Saltanatı, halifeliği, ikili eğitimi kaldırmakla doğru mu yaptıklarını ayrı ayrı sordu. Sorular salonu dolduranların coşkun onayları ile karşılandı: " E v e e e e t L EveeeetL Eveeeet!"
Üçüncü Bölüm 177
Konuşmasında en önemli bölüme gelmişti. Bu âna kadar olup bitenler bu bölüme hazırlıktı. Örneksiz bir hayat yönetmeni olarak her şeyi ince ince düşünmüştü. Şimdi hasat zamanıydı: MHH*& *J "Hanım ve Bey arkadaşlarım! Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı uygardır. Tarihte uy gardır, gerçekte uygardır. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşı nız, babanız olarak söylüyorum, uygarım diyen Türkiye Cumhuri yeti halkı, düşüncesiyle, anlayışıyla uygar olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır. Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatı ile, yaşayış tarzı ile uygar olduğunu göstermek zorunda dır. Velhasıl uygarım diyen Türkiye'nin gerçekten uygar olan halkı, baştan aşağıya dış görünüşüyle de uygar ve gelişmiş insanlar ol duğunu fiilen göstermeye zorunludurlar. Bu son sözlerimi açıkça ifade etmeliyim ki bütün memleket ve cihan, ne demek istediğimi
İS^BI' JHBH^ 1
1 7 8 Üçüncü Bölüm
kolayca anlasın. Bu açıklamamı yüksek kurulunuza, hepinize bir soruyla belirtmek istiyorum: Bizim kıyafetimiz milli midir?" Salon "Hayır!" sesleri ile inledi. "Bizim kıyafetimiz uygar ve milletiararası mıdır?" "Haaayııırrü!" "Size katılıyorum. Tabirimi hoş görünüz, altı kaval, üstü şişha ne diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millidir, ne milletlerarasıdır. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle vasıflandırılmaya razı mısınız?" "Haayırr, haayırrrrr, katiyeeen!" "Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya yer yoktur. Uygar ve milletlerarası kıyafet bizim için, çok değerli milletimiz için uygun bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, (üstte) yelek, gömlek, kravat, yakalık, caket ve doğal ola rak bunların tamamlayıcısı siper-i şemsli serpuş (güneşlikli başlık). Bunu açık söylemek isterim." Kürsünün üzerine bıraktığı şapkayı kaldırıp gösterdi: "Bu başlığın ismine şapka denir! Bu caiz değildir diyenler, iti raz edenler vardır. Onlara diyelim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim: Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapka giymek niye caiz olmaz? Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel giysisi olan cüp peyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?" Konuşma durmadan alkışlarla kesiliyordu. Türk Ocaklı dört genç ile gazeteciler bu çok önemli konuşmayı tek kelimesini atla< mamak dikkati içinde harıl harıl not ediyorlardı. "Efendiler! Toplum hayatının temeli aile hayatıdır. Aile izaha gerek yoktur ki kadın ve erkekten kuruludur. Kadınlarımız hakkın da, erkekler hakkında söz söylediğim kadar fazla açıklamada bu lunmayacağım. Fakat bu yüksek varlığı bilhassa huzurlarında ses siz geçemem^lzin verilirse bir-iki kelime söyleyeceğim. Ve siz ne söylemek istediğimi kolayca anlayacaksınız. Yolculuğum sırasında köylerde değil, özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımı zın yüzlerini ve gözlerini çok sıkı ve dikkatle kapatmakta oldukla ra m gördüm. Bilhassa bu sıcak mevsimde bu tarzın, kendileri için mutlaka azap ve ıstırap nedeni olduğunu tahmin ediyorum. üçüncü Bölüm 179
Erkek arkadaşlar! Bu biraz bizim bencilliğimizin, çok iffetli ve dikkatli olduğu muzun eseridir. Fakat sayın arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi 'kavrayış ve düşünce sahibidirler./' Nuri Bey Fuat Bulca'ya eğildi: "Ne kadar incelikle yol gösteriyor." Gazi devam ediyordu: * j "..Onlara ahlakın kutsallığını, milli ahlakı anlattıktan, onların dimağını nur ile, temizlikle donattıktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar da yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur. Arkadaşlar! Korkmayınız! Bu gidiş zorunludur. Bu gidiş bizi yüksek ve önemli bir sonuca götürüyor. İsterseniz bildireyim ki bu kadar yük sek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ziyanı yoktur. Uygarlığın coşkun seli karşısında di renmek yararsızdır. Ve uygarlık gafiller ve itaatsizler hakkında pek amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen uygarlığın kudret ve yüceliği karşısında, ortaçağ anlayışı ile esir olmaya ve aşağılanmaya mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı yenilikçi ve gelişmiş bir millet olarak sonsuza kadar yaşamaya karar vermiş, esirlik zincirlerini ise tarihte eşsiz kahramanlıklarla parça parça etmiştir?" Konuşmanın sonunda inanılmaz bir alkış fırtınası koptu. Her kes ayağa fırladı. Orta yaşlı, çarşaflı, yalnız gözleri ve burnu görü nen bir hanım, zarif bir el hareketiyle yüzünü açıverdi. Ona baka rak çevresindeki çarşaflılar da yüzlerini açıverdiler. Dinleyiciler Gazi'ye dikkat ettikleri için bu zarif devrimi fark etmediler. Bu konuşmadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu toplumsal bir milattı. 150
151
BOLU milletvekili Falih Rıfkı Bey seçim bölgesine gelmişti. Azılı bir eşkıyayı takip eden Bolu ve Kocaeli Valileri ve jandarma komutanları ile Düzce'de buluştular. Birlikte yemek yediler. Falih Rıfkı Bey Gazi'nin Kastamonu'ya niye gittiğini biliyordu. Yemek sı180 Üçüncü Bölüm
rasında şapka giyilmesi olasılığından söz etti. Sofrada bulunanlar hep birden itiraz ettiler: "İşte yalnız bu olamaz!" 28 AĞUSTOS 1925 günü sabahı İnebolu'dan törenle ve sevgi gösterileri arasında ayrıldı. O gün Türkiye'de çıkan bütün gazetelerde Gazi'nin giyim ku şam ve şapkayla ilgili konuşması büyük başlıklar altında eksiksiz yayımlanmış, heyecana, hayrete ve sevince yol açmıştı. Kızanlar da S olmuştu elbette. Falih Rıfkı Bey bir gün önceki yemek arkadaşları ile birlikte oldu. Hepsi şapka giymeyi kabul etmişlerdi. Falih Rıfkı Bey not def terine şu notu düşecekti: "Güvenilen, inanılan bir büyük lider ne demektir, bir daha gördüm." Gazi Devrekani'yi, Taşköprü'yü ziyaret etti. Halk da, hocalar da Gazi'yi başı açık karşılıyorlardı. Devrim ışık hızıyla yayılmaktay dı. Gece Kastamonu'ya döndü. 29 Ağustos öğleyin Kastamonu Kışlasında verilen büyük ziya fete katıldı. Herkes, subaylar da, sofraya başları açık oturdular. Sa vaş anıları anlatıldı, ordunun büyük fedakârlıklarından söz edildi. Tümen Komutanı Kâzım Sevüktekin hem Sakarya Savaşı'nda, hem Büyük Taarruz'da bulunmuştu. Gazi yemeğin sonunda ordumuzu övdü. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Ordumuz milletin ilerleme ve yükselme adımlarında öncü olmuştur. Milletimizin bütün devrimlerinde birinci adımı atmıştır. Milleti sevk ve idare edenlerin en büyük dayanağı ordu olmuştur. Başka milletlerde ordu ile millet daima birbirinin karşısındadır. Halbuki bizde tamamen tersidir. Meşrutiyeti kahraman subayları mız ilan ettikleri gibi bu günümüzü de yine subaylarımızın fedakâr lıklarına borçluyuz." 152
152a
Sonra Daday'a gidip geldiler. Ertesi gün Gazi Türk Ocağı'na uğradı. Bütün kadın ve erkek üyeler gelmişlerdi. Sohbet edilirken halkın Halk Partisi merkezinin bahçesinde toplandığı öğrenilince oraya gidildi. Bahçe ve dışarısı binlerce kişiyle dolmuştu. Birçok da hanım vardı. Bugün olağanüsÜçüncü Bölüm 181
tü bir özellik taşıyordu. 30 Ağustos zaferinin yıldönümüydü. Parti Başkanı halkın düşünce ve duygularına aracı olarak dedi ki: "Bugün şerefli Dumlupınar zaferini huzurunuzda kutlamakla mutluyuz. Bu zaferin büyük kahramanına, bütün hemşerilerimin nihayetsiz şükranlarını arz ederim, size sonsuz sağlık ve afiyet di leriz." I I Alkışlar Kastamonu'yu deprem gibi titretti. Gazi önemli konuşmalarından birini de burada yaptı, özetle dedi ki: "Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe doğru uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Bilince hastalık bulaşmadık ça geriye gitmek veya duraklamak hatıra dahi gelemez. Yüzyıllar dan beri sarf olunan iğrenç çabalar zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber, milletin bilincini felce uğratmayı asla başaramamıştır. Bu gerçek, milletin bugün gösterdiği bilinçli eser lerle kendiliğinden bellidir. Efendiler! Bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya bütün Türk mil letinin vicdanı olmuştur ve daima da olacaktır. Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve toplumsal devrim lerin hakiki sahibi kendisidir. Sizsiniz! Hanımlar, beyler! Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türki ye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün mana ve şekille riyle uygar bir toplum haline kavuşturmaktır. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur. Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla uygarlığın yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliği ile maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar camiasında var olacaklarını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve talep ettiği ni yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim hakikati bütün açıklığı ile idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak, müritlerinin artık reşit olduklarını elbette kabul edeceklerdir." 153
182 Üçüncü Bölüm
Halk konuşmayı yine şiddetli alkışlarla destekliyordu. Yeniden kılık kıyafet, kadın hakları üzerinde durdu. Sonuçta dedi kit "Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başına bir bez veya bir yemeni, peştemal veya buna benzer şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya bir yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve ifadesi nedir? Efendiler, uygar bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi?" Toplantı halkın uzun süren şiddetli alkışlarıyla sona erdi. 31 Ağustos günü bir hafta süren misafirlik bitti. Halk Gazi'nin kaldığı evden şehir çıkışına kadar yolun iki ya nını doldurmuştur Veda töreninde öğretmen Cemal Bey herkesi ağlatan, Gazi'nin de gözlerini yaşartan bir konuşma yaptı. Gazi de Kastamonu halkına sevgi ve saygısını belirten duygulu bir konuşma yaparak veda etti. Ayrılık çok zor oldu.
f
• • • •
DONUŞ yolu başlamıştı. Saat 17.00 de Çankırı ya geldiler. Yine herkes karşılamaya çıkmıştı. Askerler dışında bütün erkeklerin başı açıktı. Yine top atışlarıyla selamlandı. Valilik binasında kurulları kabul etti. Her kurula amacını an latıyordu: Bir daha yenilmeyecek uygar, kalkınmış, ileri, refaha ka vuşmuş, çağdaş, uyanık, eğitimli, mutlu bir toplum olmak. "Böyle olalım değil mi?" "Eveeet!"# "Öyleyse bozgunculara, dedikoduculara, din tüccarlarına, ak törlerine, yobazlara kanmayın." Ortaçağı yenmek, halkın uyanması, ileri gitmesi için bıkma dan, usanmadan didiniyordu. Gece Çankırı'da kaldı. Arkadaşları, milletvekilleri, yöneticiler ile geç saate kadar, Türkiye'nin sorunla rını konuştu. l EYLÜL 1925 günü Ankaralılar, bugünkü Ulus meydanına akıyor ve çevreye yayılıyorlardı. Dört bir yan siviller ve askerlerle doldu. Gazi'nin geleceği saate yakın Başbakan ve Bakanlar da göründüler. Yalnız Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam toplanmasını sağladığı v
Üçüncü Bölüm 183
H |
1. Türk Tıp Kongresi'nde olduğu için gelememişti. Bu sırada açış konuşmasını yapıyordu: "...Gerek eğitim hayatımızda, gerek meslek yaşayışımızda daima tasavvur edip bir türlü gerçek haline dönüştüremediğimiz bir çok yüksek amacın bugün gerçekleşmesine doğru yürüdüğümüzün görüyoruz... Türk hekimi büyük şehirlerin süs ve refahına, huzur ve sükûnetine bağlı kalmayarak, hayırlı çalışmalarını şehirlerden ka sabalara, özellikle köylere kadar götürecek ve yayacak, bizzat köylü ile ilişki kurarak uygarlık, sağlık ve toplumsal hayatla ilgili her türlü gelişmeden haberdar edecektir..." Çoğunluk şapka konuşmasını okur okumaz, ya İstanbul'dan şapka getirtmiş, ya Ankara terzilerine yaptırmıştı. Avrupa'da şap ka giyenler, giymesini, şapkayla selamlaşmayı, bir büyükle saygı gereği başı açık konuşulması gerektiğini biliyor, yakınlarına bilgi veriyorlardı. İsmet Paşa ve barış kurulunda bulunanlar Lozan'dan getirdikleri güzel şapkaları giymişlerdi. Ankara terzilerinin yaptığı bazı şapkalar pek uydurmaydı. Hiç şapka yapmamışlardı ki. Sahip leri onları giymiyor, ellerinde tutuyorlardı. Şapka yaptıramayanlar başları açık gelmişlerdi. Gazi'nin arabası göründü.gAlkış yağmuru başladı, yüceltici haykırışlar yükseldi. Gazi uygun bir yerde başı açık arabadan indi. Karşılayanları şapkasıyla selamlayarak, hatır sorarak ilerledi. Mil letvekillerinin, Bakanların, Genelkurmay Başkanının, Başbakanın ellerini sıktı. İsmet Paşa "Akşama bize gelir misin?" diye sordu. "Kararname hazır mı?" "Hazır." "Kararnameyi de al, sen bana gel" "Peki." Mazhar Müfit Bey'e gülerek "Kaçıncı maddedeyiz?" diye ses lendi. Sarığını giymeden elinde tutan Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Hocayı arabasına alarak Ulus meydanından ayrıldı. 153a
I. TIP KONGRESİ ertesi gün de sürdü. Kongreye Dr. Refik Saydam'ın açış konuşmasındaki idealist hava hâkimdi. Sağlık so runları yalnız yöneticilerle değil, ilk kez bütün doktorlarla birlikte | tartışılıyordu. Bu yaklaşım özellikle genç doktorlara büyük onur i vermişti. I 184 Üçüncü Bölüm
Gündemdeki başlıca konular yaygın, salgın hastalıklarla mü cadele ve halk sağlığını korumak için alınması gerekli ivedi önlem lerdi. Kongreyi bir süre Gazi de izledi ve kongre temsilcilerini akşam çayına davet etti. BAKANLAR KURULU öğleyin toplandı. Toplantı uzun sür medi. Gazi kararnameyi akşam görmüştü. Başbakanın kısa bir ko nuşmasından sonra kararname imzaya açıldı. Hamdullah Suphi Bey türbelerin toptan kapatılmasına karşıydı. Dini anlamı olmayan türbelerin açık kalmasını istiyordu. Ama arkadaşlarından ayrılmayı doğru bulmadı. İmzaladı. Kararname elden Gazi'ye arz edildi ve imzası alındı. Bu kararname ile birçok önemli adım atılıyordu. Önce memur ların şapka giymeleri zorunlu kılınmıştı. Bakanlar Kurulu tari katları, tekkeleri, zaviyeleri, türbeleri kapatıyor; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, ha lifelik falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık (muskacılık), türbe darlık gibi unvan ve sıfatların kullanılması ile bu unvan ve sıfatlara ait hizmet görmeyi ve elbise giymeyi de yasaklıyordu. 153b
1530
154
Ortaçağ ağır yara almıştı. Anadolu Ajansı kararnameyi açıkladı. Karar hızla duyuldu. Bu karar bir uyarıydı. Ceza içermiyordu. Kanun çıkana kadar ilgililere derlenip toparlanmaları için süre tanıyordu. Tarikatların ve türbelerin kapatılması kararına hak verip sevi nenler çoktu. Yüce Allah ile kul arasına girenler ayıklanıyordu. En çok falcılar, üfürükçüler, muskacılar öfkelendi. Tezgâh ları dağılıyordu. Oysa ne güzel kandırıyorlardı safdilleri. Milli Mücadele'ye karşı tavır almış, irticaya destek vermiş olan tarikat önderleri bir gün yaptıklarının hesabının sorulacağını biliyorlardı. Hükümet yumuşak davranmış, hiçbirini İstiklal Mahkemesine ver memiş, idam etmemiş, hapse atmamış, sadece unvanlarını kaldır makla, tekkelerini, zaviyelerini kapatmakla yetinmişti. Bu şefkatli karara şükrettiler. Üçüncü Bölüm 185
Yozlaşmanın farkında olan, Cumhuriyet ile tarikatların birarada olamayacağını anlayan tarikatçılar ise kararı haksız bulmadılar. Tekkelerini, zaviyelerini kapatmaya başladılar. Geçimlerini bu işe bağlamış olanlar ise dişlerini gıcırdattılar. Diş gıcırtıları usul usul yayılacaktı. Dersim'de, Peygamber ailesin den geldikleri iddiası ile seyit unvanı taşıyan ve bu yolla geçim ve saygınlık sağlayanlar, bu kararı kabul etmeyeceklerdi. İstanbul'da bulunan bazı köklü tarikat şeyhleri çok üzüldüler. Bu tarikatların tekkeleri tasavvuf anlayışının merkezleriydi. Birer küçük dünya idi. Bu dünyanın içindeki güzellikleri, incelikleri, derinlikleri yaşatmak iyi olurdu ama bunun için ortaçağı sürdürmek gerekmek teydi. İşte bu mümkün değildi. Ortaçağ sürdürülürse bütün millet ölü bir deyletin türbedarı olurdu. Tarihin mantığı karara uymaları gerektiğini emrediyordu. Karara uydular. Evlere çekildiler. 155
GAZİ akşamüstü küçük bir çay ziyafeti için Dr. Refik Saydam'ı ve kongre temsilcisi doktorları kabul etti. Doktorlar kararı duymuşlardı. Gazi'yi ve hükümeti kutladılar. Genç bir doktor şöyle dedi: "Türk rönesansını ve reformunu başlattınız efendim." Gazi, "Avrupa ile aramızdaki büyük farkı bir neslin çabası ka patamaz." dedi, "..Daha yapacak çok iş, çözülmesi gereken çok so run var. Bu yıl basılan kitap sayısı bine yaklaşmış bile değil. Biz burada konuşurken Batıda kimbilir kaç bin sanat ve bilim kitabı ba sılmıştır. Kısacası bizim başlattığımız çabayı sizler sürdüreceksi niz. Sizi çocuklarınız, onları da torunlarınız izleyecek. Bu kesintisiz çabalar sayesinde Türkiye her konuda çağdaş, uygar, zengin, çalış kan, demokrat, barışçı, Avrupa ile aynı düzeyde, güzel bir ülke ola cak. Eliyle yemek yiyen, yere tüküren, kadın döven, kızlarını satan, gülmekten utanan, resmi, heykeli günah sayan, cinci hocalardan yardım bekleyen, okuma yazma bilmez nesiller tarihe karışacak." 156
ERTESİ SABAH erkenden Çiftliğe geldi. Yollar kabaca yapılmış, binaların iskeletleri bitmişti. Birkaç ar tezyen kuyusundan gürül gürül su akıyordu. Bataklıklar hızla ku rutuluyordu. 186 Üçüncü Bölüm
Topraklar sürülüp dinlenmeye bırakılmıştı. Birkaç gün sonra buğday ekilecekti. Sebze bahçeleri hazırlanmıştı. Bir tepede Gazi'nin istediği iki katlı ev ile yakınında büyük bir havuzun yapımına başlanmıştı. O sarı, kirli rengin yerini diri toprak rengi almıştı. Tahsin Bey "Kasımda fidanları dikeceğiz efendim.." dedi, "..İki yıl içinde ağaç olurlar" Ah Türkiye'nin sorunları da böyle hızla çözülebilseydi. v BAKANLAR KURULU isyan bölgesiyle ilgili reform planını hazırlaması için dört kişilik bir kurul kurdu: İçişleri Bakanı Cemil Uybadın, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Genelkurmay İkin ci Başkanı Kâzım Orbay Paşa ve Çankırı milletvekili Abdülhalik Renda. Amaç ağalık/beylik düzenine son vermek, bu bölgeyi de kal kındırmak ve sorun olmaktan çıkarmaktıl Kurul hemen toplandı. Toplanan bilgilere dayanarak bir reform planını hazırlayarak, 24 Eylülde Başbakana sunacaktı. * 156
•
•
•
•
TÜRKİYE nin en aydın, en uyanık şehri İstanbul'du ama bir tiyatro oyunu en fazla iki gün seyirci bulabiliyordu. Bir oyunun üç-dört gün seyirci bulması büyük olaydı. Bu yüzden sürekli yeni oyunlar hazırlıyorlardı. Sanatların en etkilisi olan tiyatronun İstanbul'daki durumu böyleydi. Tiyatrocular zar zor yaşıyorlardı. Bu yüzden zaman za man kendi aralarında, "Biz deli miyiz, aptal mıyız, niye bu zor ve para getirmeyen sanata gönül verdik" diye dertleşir ve asla vazgeç meden sanatlarını sürdürürlerdi. Darülbedayi (şehir tiyatrosu) adını taşıyan ama belediye ile pek ilişkisi olmayan bir grup sanatçı, yaşayabilmek için 7 Eylülde Karadeniz turnesine çıktı. Köhne bir posta gemisiyle beş günde Trabzon'a geldiler. Vasfi Rıza (Zobu) Bey'in seyirci geleceğinden pek ümidi yoktu ama yanıldığını çabuk anladı. Birer gün oynadıkları oyunlar doldu. Tabii erkeklere ayrı, kadınlara ayrı oynuyorlardı. Eşlerin birlikte ge lip de tiyatro seyretmelerine toplum baskısı buralarda henüz izin Üçüncü Bölüm 187
vermiyordu. 'Salon erkeklerin olsun, balkon kadınların olsun gibi önerileri de kabul etmediler. "Olmaz!" Aynı çatı altında birarada bulunmayı bile doğru bulmadılar. Rize Valisi sanatçıları kaldıkları otelde ziyarete geldi. Zayıf, çevik bir adamdı. Milli Mücadele'de jandarma subayı imiş. Daha gençti. Demek ki rütbesi küçüktü. Adı Hurşit imiş. "Sizi Rize'ye davet etmek için geldim. Tiyatro sanatını tanımak Rize'nin de hakkıdır." Valinin iyi niyetine saygı duydular ama otel var mıydı, tiyatro binası var mıydı, elektrik var mıydı? Vali kesin bir dille dedi ki: "Programınızı inceledim. Rize'ye gelmenize daha yirmi gün var. O güne kadar, merak etmeyin, oteli de, tiyatroyu da yaptırırım, elektriği de sağlarım! Yeter ki 'geliriz' deyin." Ya delinin biriydi, ya da tiyatro, otel nedir bilmiyordu. Öyle ısrar etti ki çaresiz kalıp "peki" dediler. Her turnede başlarına türlü olaylar gelirdi. "Bu sefer bakalım başımıza ne gelecek?" İLK TUTUKLANAN gazeteciler ile A. Emin Bey grubu, Elazığ'da büyük bir konakta tutuluyor, yarı suçlu, yarı turist olarak yaşıyorlardı. Mahkeme Başkanı M. Müfit Bey ara sıra laflamak için uğruyordu. Sık sık tekrarladığı bir özlemi vardı: "Ah, buraya da tren geldiğini acaba görür müyüm?" Gazeteciler bu imkânsız hayale gülüyorlardı. Mahkeme üyesi Ali Saip Bey hiç sevmediği Ahmet Emin Bey'e arada bir kötü haberler vererek bir çeşit işkence yapmasa tatilde gibi olacaklardı. 13 Eylül 1925 günü topluca mahkemenin huzuruna çıktılar. Sorgulamalar bitmiş, yargılama karar aşamasına gelmişti. Çok umutluydular. Çok iyi muamele görmüşlerdi. Yine de içleri ürperiyordu. 4f , Başkan kararın açıklanacağını bildirince sanıklar ve izleyiciler ayağa kalktılar. Başkan beraat ettiklerini bildirdi. Beraat ha! Yeniden doğmuş gibi oldular. 188 Üçüncü Bölüm
1566
ESKİ Ankara Valisi Abdülkadir Bey ile eski Rize milletvekili Ziya Hurşit Bey, Kara Kemal'in yazıhanesinde karşılaştılar. Birlikte çıktılar. Yemek yediler, öfke dillerine vurdu. Giderek iyice açıldılar. Ziya Hurşit, "Ben." dedi, "..Mustafa Kemal'i öldürmeye karar ver dim. Bu rejimi yıkmanın tek çaresi bu." Abdülkadir Bey aradığı arkadaşı bulmuş olmanın sevinci için deydi: "Ben sana yardımcı olurum. Ama öldürmek yetmez. Bu hükü meti de devirmek lazım." "Teşkilat işi o." "İzmit milletvekili Şükrü'yü tanırsın. Eski, sıkı İttihatçılardan. Terakkiperver Parti milletvekiliydi. Sarhoş Şükrü diye ünlüdür." "Tanıdım, tanıdım" "Ona rahatça güvenebiliriz. Hiç adamın var mı?" "Hafız Mehmet Bey iki adam yollamıştı ama onlar kaçtılar. Bir adamım var. Laz İsmail diye biri. Ağzı sıkı, gözü pek sabıkalının biridir." "Yetmez. Birkaç kişi daha lazım." "Laz İsmail bulur." Uğursuz suikast makinesinin çarkları hızlanarak dönmeye başladı. 157
EĞİTİM BAKANI Hamdullah Suphi Bey Gazi'den randevu is tedi. Fatih Sultan Mehmet gibi büyüklerin, kahramanların türbele rinin açık kalmasını istiyordu. Gazi, "Bu halkı yüce Allah dururken ölülerden yardım istemeye alıştırmışlar." dedi, ".Ya mum dikiyorlar, ya paçavra bağlıyorlar. Kısmeti açılsın diye bilmem kimin türbesi nin çevresinde göbek atarak dönenler de varmış. Bunları benden daha iyi bilirsiniz. Fatih'in türbesini açsak onun parmaklıklarına da paçavra bağlarlar. Bana on yıl izin ver. Halk yardımı Allah'tan istemeyi, yardım istemek için yardımı hak etmeyi öğrensin. Araya din, ölü kimseyi sokmasın. Buna alışsın. Doğru yolu bulsun. Sonra istediğin o türbeleri açarız." Hamdullah Suphi Bey hak verdi. Üçüncü Bölüm 189
ADANA öğretmen kursunu biteren Lütfiye öğretmen i Kilis'e atadılar. Çok gençti ama ciddiliği, ağırbaşlılığı, sadeliği, işine bağlı lığı, çocukları kolay etkilemesi, yaramazları sevgiyle yola getirmesi saygı topladı. Sınıfındaki erkek öğrencilerden biri, Mehmet Yaşar, ortaoku lu, liseyi bitirecek, veteriner çıkacak, bir dergide öğretmeni Lütfiye Kışlalıyı ve o günleri şöyle anlatacaktı: "..Her günün ilk dersini, göz hastalığı trahomun yaygın oldu ğu dönemde, temizlik kurallarına ayırırdı. Okulumuz da yoksuldu. Bir tebeşiri parmakları arasında kayboluncaya kadar kullanırdı. O yıllarda kalemtraş olmadığı için kalemlerimizi kendisi açardı. Minik kalıncaya kadar kullanmamızı isterdi. Kaybetmeyelim diye silgimize ip takar boynumuza asardı. Ananız babanız size bunları ne güçlüklerle alıyor, biliyor musunuz?' derdi. Gazi'yi, İstiklal Sa*
vaşını, Cumhuriyeti anlatır, istiklal Marşı'nı okurken ağlardı. Ben hâlâ İstiklal Marşı'nı okurken ağlarım. Lütfiye Öğretmen gerçek bir öğretmendi. Her öğrencisini iyi tanıyan bir doktordu. Her çocuğa bir ana kadar şefkatli, koruyucu, bir o kadar da otoriterdi. Her haf ta, her öğrenciye bir şiir ezberletirdi. Güzel, düzgün konuşmamızı isterdi. Türküler öğretirdi bize, Lütfiye Kışlalı Hoca Hanım anlat makla bitmez. Yıllar sonra, sevgili öğretmenimi Ankara'da ziyaret ettim. Ellerinden öptüm. 'Emeklerimi boşa çıkarmamışsın, emek lerim sana helal olsun Zekeriya Usta'nın oğlu Mehmet Yaşar' dedi, unutmamıştı, ağladı. Ben de ağladım." Böyleydi Cumhuriyet öğretmenleri. Dünyadan habersiz orta çağ hocalarının yerini gencecik Lütfiye Öğretmenler alıyordu. 1573
RİZE limanı, dalgakıranı, iskelesi, rıhtımı olmayan birçok benzeri gibi yoksul bir şehirdi. Şehir denizle orman arasında uza nan bir sıra binadan ibaretti. Kayıklarla karaya çıktılar. Vali sözünü tutmuş, oteli yaptırmış. 20 günde bitmiş yepyeni otele neşeyle yer leştiler. Tiyatroyu da gördüler. Yaptırıp bitirmiş, elektrik de bağlat mıştı. Vali sözünü tutmuştu. Nasıl başarmıştı, soramadılar, Vali de anlatmadı. Otelciyle konuştular. Bugüne kadar Rize'ye davullu d ü m b e l e k ! i, kantolu birtakım topluluklar gelmiş. Ama bir tiyatro grubu uğramamış. Anlaşılan tiyatro nedir bilen birkaç kişi dışında şehirde İÛA rf*-Jl il OUİJİ—
bu sanatı, bu sanatın gereklerini bilen kimse yok. Vali Hurşit Bey ile bilenlerin, bilmeyenlere tiyatroyu anlattıklarını öğrendiler. Se vindiler. En kolay anlaşılır oyun Çifte Keramet komedisi idi. Oynamak için onu seçtiler. Dekorları kurdular. Giyindiler. Vasfi Rıza Bey ku lis deliğinden salona baktı. Tabii yalnız erkekler vardı salonda.Bayramlıklarını giymişti herkes. Oyun başladı. Birkaç kişi gülüyor, gerisi ciddilik içinde seyre diyordu. Halkı güldürüp eğlendiremediklerine üzüldüler. Aktörler den biri obur, pisboğaz birini canlandırıyordu. "Bana mutfak pa çavrası" derler dedi. Halk dehşete düştü, koro halinde "estağfurul lah" diye bağırdılar. Ne zaman oyun gereği kendini aşağılasa seyirci feveran ediyordu: "Estağfurullah!" Perde bitti. Alkış kıyamet. Arada Valinin yardım etsin diye yanlarına kattığı genç geldi, anlattı: Bilenler "ciddi seyredin" dedik leri için halk gülmemiş. Bilenler şimdi halkın arasına karışıp gül menin serbest olduğunu söylüyorlarmış. Bu iyi bir haberdi. Gerçek ten sonraki perdelerde herkes doyasıya güldü. Oyun alkışlar içinde sona erdi. Oyuncular perde arkasında sıralandılar. Perde açıldı. O zamanın selamlama usulüyle seyircileri eteklerini öpüp de başları na koymuşlar gibi, elleriyle yerden temennah ederek selamladılar. Aynı anda alkış kesildi. Halk, büyük bir nezaketle güüür diye ayağa fırladı, hepsf birden sanatçıları, onlar gibi temennah ederek selam ladı. Tiyatro âleminde hiç yaşanmamış olan bu harika sahne birkaç kez tekrarlandı. Rize Valisinin işbilirliğine de, seyircinin nezaketine, misafire saygısına da hayran kaldılar. Vasfi Rıza Bey olayı o gece güncesine yazdı. | 157b
YAKUP KADRİ BEY'in eşi Leman Hanım da sonunda Ankara'ya gelmişti. Çankaya yolunda bir bağ evine taşındılar. İstanbul ile ilgili son haberler ondaydı:
"Gazi işaret verince İstanbul'da fesi atıp da şapka giyen çoğaldı. Birçok insan da başı açık gezmeye başladı." "Halk ne kadar hazırmış, değil mi?" "Her şey birden hızlandı." Üçüncü Bölüm 191
Leman Hanım güldü: "Şapka giymemek için soka ğa çıkmayanlar da varmış." "O kadar olacak." "Şimdi f hanımlarda sıkmabaşın yerini türban dedikleri bir başlık aldı. İyice yaygın. Kadife den, ipekliden, yünlüden, tafta gibi kumaşlardan yapılıyor. Ba Yakup Kadri ve eşi zıları ön kısmına inci iğne filan takıyor, pek şık oluyor. Bir şey diyeceğim. Şapka giymiş hanımlar bile gördüm!" Hanımlar küçük çığlıklar attılar. Biri itiraz etti: inanmıyorum!" "Vallahi. Fındık kabuğu diyorlar. Pek güzelleri var. Yakında ben de giyerim, görürsünüz!" Tatlı bir kahkaha attı. 158
ABDÜLKADİR BEY, Ziya Hurşit ve Şükrü Bey bu gidişe silahla son vermek konusunda anlaştılar. İki arkadaş bugün Laz İsmail ve yeni bulduğu Gürcü Yusuf'la birlikte Şükrü Bey'in evine geldiler. Şükrü Bey bir süre konuştuk tan sonra iki adamı da bu iş için uygun gördü. Biraz para vererek adamları savdı. Daha rahat konuşmaya başladılar. Suikastın Ankara'da yapıl masına karar verdiler. 1 Kasımda Meclis'te bomba patlatıp Gazi'yi ve bütün hükümeti uçurmak mümkündü. Bu düşünceden caydılar. Meclis'e bombalarla girmek zordu. Yalnız Gazi'yi öldürmeyi uygun buldular. Hükümeti de, Türkiye'yi de alt üst etmeye yeterdi onun ölümü. Bu gidiş de zınk diye durur, iktidar çöker, yeni iktidar için yol açılırdı. Ankara güvenli bir şehir olduğu için Gazi çoğunlukla koruma sız, serbestçe geziyordu şehirde. Kolay olacaktı bu iş.
192 Üçüncü Bölüm
ABDÜLKADİR, Ziya Hurşit ve Şükrü Beyler Gazi Paşa'yı öl dürmek için plan yaparken Cenevre'de Türk ve İsviçreli temsilciler arasında Dostluk Anlaşması imzalanıyordu. Türkiye dostluk anlaşması imzalamadan önce o ülke ile arada ki sorunları saptıyor, bu sorunları görüşmeler yoluyla çözüyor, son ra pürüzsüz bir dostluk anlaşması imzalıyordu. Böyle bir anlaşma, işleyen, gerçek bir dostluk anlaşması oluyordu. Bu anlaşma ile dostluk anlaşmalarının sayısı 13'e yüksel mişti. Türkiye dünyadaki yerini alıyor, özelikle Batı ile ilişkileri eşitlik ve karşılılık esasları içinde adım adım geliştiriyordu. İçine büzülmüş Osmanlı dönemi bitmiş, dünyaya açık Cumhuriyet dö nemi başlamıştı. GAZİ 21 Eylüle kadar her gün birkaç saatini Çiftlikte geçirdi. Temiz hava, yürüyüş, hareket çok iyi geliyor, yorgun ama sağlıklı dönüyordu. Kimi kez köşke arka yoldan traktörle geldiği oluyordu. Tarım makinelerine özel bir tutkunluğu vardı. Halkın nabzını tutmak için uzunca bir yurt gezisine çıkmayı programlamıştı. Gitmeden önce Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri, Yah ya Kemal, Mehmet Emin, Ruşen Eşref, Samih Rıfat ve Yunus Nadi Beyleri yemeğe çağırdı. "Özür dilerim, sizleri ihmal ettim." dedi, "..Sizleri ihmal ede rek asıl kendime haksızlık etmiş oldum. Yüksek duygu ve düşünce lerinizden yoksun kaldım"
Üçüncü Bölüm 193
bir sanat, edebiyat, kültür ve dil gecesi oldu. Zekâ, yaratı, bilgi, düşünce ve bilgelik birbiriyle yarıştı. Herkese yeni ufuklar açtı. ANKARA'dan trenle İzmit'e, İzmit'ten Mudanya'ya gemiyle, Mudanya'dan Bursa'ya trenle geldi. Eskişehir'den gelen birkaç uçak Bursa'nın üzerinde dönerek Gaziyi selamladı. Bursa Gazi için yeni bir köşk hazırlamış, köşke Cumhuriyet Köşkü adı verilmişti. Güzel bahçeli, geniş bir köşktü. On bini erte Bursalı Gazi'yi ya şapkalı, ya kasketli, ya başı açık karşılayıp köşke kadar getirdiler. Gazi balkona çıkarak Bursalıları yü celten, uygarlaşmanın doğru yol olduğunu anlatan bir konuşma yap tı. Her cümlesi alkışlarla, "Yaşa Gazi!" ünlemleriyle karşılanıyordu. Bursa'da da son ve evrensel dini, basit bir başlık sorununa indirgeyenler vardı. Bu şapkalı, açık baş karşılama canlarını sık tı. Oysa İslamlığa özgü hiçbir zorunlu kıyafet ve başlık yoktu. Fes Rum, takke Yahudi, sarık Hint işiydi. Din başlıkta değil, baştaydı. Yüce Allah, giyim bakımından Müslümanları, yaşadıkları ülke, iklim ve kültüre göre -kadınlar için bazı küçük kayıtlarla- özgür bırakmıştı. Ortaçağ bu gerçeği benimseyemiyordu. Allah'ın emirlerini ye terli bulmayanlar kendilerini Allah yerine koyarak dine yeni kural lar, yasaklar eklemişlerdi. Bu anlayış bazı çevrelerde sürüyordu. GAZİ köşkün bahçesindeki kameriyenin altında, kuşları din leyerek sabah kahvesini içiyordu. Günleri çok yoğun geçiyor, ilin sorunlarıyla ilgileniyor, okulları, kurumları ziyaret ediyor, dört bir yandan gelen kurulları kabul ediyor, durmadan uygarlık nedir, ne değildir, anlatmaya, herkesi uygarlığa kazanmaya çalışıyordu. Beklenmedik bir şey oldu. Yandaki iki katlı, küçük evin bahçe sinden köşkün bahçesine, örgülü saçlı, ufak tefek bir kız çiti aşarak atlayıverdi. Nöbetçi engelledi: "Geri dön. Çabuk." Çocuk Gazi Paşa'yı kesinlikle görmek istediğini söylüyordu, öteki nöbetçiler de koştular. Kız debeleniyor, çırpınıyordu! Gazi seslendi: "Bırakın gelsin. 194 Üçüncü Bölüm
Nöbetçiler aralandılar. Kız yaklaştı. "Gel çocuk." Kız Gazi'nin elini öptü. "Adın ne senin?" "Sabiha." "Beni niye görmek istiyorsun?" "Senden bir dileğim var Gazi Paşa." "Önce otur Sabiha." Sabiha bir iskemeleye ilişti. "Söyle şimdi, dinliyorum." Sabiha acındırmadan, başını dik tutarak anlattı: "Annem babam yok. Biraz ablamda kalıyorum, biraz ağabeyim de. Kimseye yük olmak istemiyorum. Hep yolunuzu gözlüyordum. İsteğim bir yatılı okulda okumak, yararlı bir insan olmak." "Okumayı çok mu istiyorsun çocuk?" "Evet efendim, çok istiyorum. Eğer bana yardımcı olursanız sizi hiç mahcup etmem." "Kaç yaşındasın Sabiha?" "On iki." Kızın masumluğu, rahat konuşması, ailesine bile yük olmak is tememesi, okumaya merakı Gazi'yi etkilemişti. Baktı: "Seni evlat edinirsem benimle gelir misin?" Sabiha iliştiğiiyerden ok gibi fırladı, büyük bir minnetle Gazi'nin boynuna sarılıp öylece kaldı. Gazi kızın başını okşayarak, Başyavere seslendi: "Bu kızın ablasını, ağabeysini bulun, konuşun, ailesi kabul ederse Sabiha bizimle gelsin." Başustune. Genel Sekreter Tevfik Bey ile Yaver Muzaffer Bey uzaktan izli yorlardı. Tevfik Bey gülerek, "Köşk yakında öksüz ve yetim çocuk lar yurduna dönecek" diye fısıldadı. Gazi Ankara'dayken Rukiye ve Zehra adında, biri Konyalı, biri Amasyalı iki kimsesiz çocuğu daha evlat edinmişti. Gazi yerine oturan Sabiha'ya, "Benim iki kızım daha var.." dedi,, "..Üçünüzü de okutacağım. Ders zamanı ders çalışır, oyun zamanı oynarsınız." 159
"Teşekkür ederim" Üçüncü Bölüm 195
"Bütün çocukların okumasını sağlamalıyız. Ama yazık ki dev letimiz şimdi bunu başaracak durumda değil. Çözmek zorunda olduğumuz o kadar çok dert var ki çocuk. Ama bütün çocukları mızı okutabileceğimiz, hepsine yaraşır işler bulacağımız günler de gelecek." 160
GAZİ 1 Ekim 1925 günü Bursa Dokuma Fabrikasının temel I atma törenine katıldı. Fabrikayı kuran şirketin ortaklarından, yöneticilerinden, ban kanın temsilcisinden, fabrikada çalışacak olanlardan daha sevinçli görünüyordu. Her fabrika uygarlığa doğru çok güçlü bir adımdı. Etkili bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir yerinde dedi ki: "Bursa'da her şeye ait fabrikalar çoğalsın, hiç olmazsa türbele rinin sayısına yaklaşsın." 161
GAZİ'nin Balıkesir'e gelmesinden önce Balıkesir Müftüsü A. Esat Efendi bir bildiri yayımlayarak, uygar giysileri kabul etmede din açısından hiçbir sakınca bulunmadığını açıklamıştı. Bildiride şöyle diyordu: "îslamiyeti biçim ile görenler putperestlerdir. Bunların söyle diklerini doğrulayacak ne bir ayet, ne de bir hadis vardır. Kutsal dinimize bühtan (haksızlık) edenler sarık, fes, şapka arasında kar şılaştırma yapanlardır. Halbuki Yunanlılardan alınan fes hiçbir zaman din için bir simge olamaz." * Gazi Balıkesir'de de fesi atan halk tarafından karşılandı, iki gün kaldı. Şehir sorunlarını dinledi. Çeşitli kurulları kabul ederek konuştu. Eğitime, sağlığa, üretime çok önem vermelerini istiyordu. Belediye meydanında toplanan büyük kalabalığa seslendi. 'Püsküllü yadigâr' diye andığı fesin Türkleri dünyaya olumsuz tanıttığını söy ledi. Uygarlığı ve uygarlık yolundaki milleti övdü. İzmir'e gelmeden önce hiç üşenmeden Soma'ya, Kırkağac'a, Sart'a uğradı, her yerde konuştu. Akhisar'da da durdu. Türk Ocağı salonunu dolduran kadınlı ve erkekli topluluğa seslendi. Dedi ki: 161
"Devrimlerin temellerini her gün derinleştirmek, güçlendir mek gerekir. Birbirimizi aldatmayalım. Uygar dünya çok ilerde. Ona yetişmek, o uygarlık dünyasına girmek zorundayız. Bütün saf sataları, boş sözleri bırakmak lazım. Şapka giyelim mi, giymeyelim 196 Üçüncü Bölün)
mi gibi sözler anlamsızdır. Şapka da giyeceğiz, Batının her türlü uy gar eserlerini de alacağız. Uygar olmayan insanlar uygar olanların ayakları altında kalır." Osmanlının son iki yüzyılı bunun kanıtıydı. Akhisar'dan sonra son olarak Manisa'ya uğradı. Halk büyük bir azim ve hükümetin de desteği ile yanık şehri derleyip toparlamıştı. Geride bir tek yıkıntı kalmamıştı. Şehir yeniden kuruluyordu. Belediyede ilçelerden gelen kurulları ayakta kabul etti. Hep sinin ellerini sıktı. Dertlerini, dileklerini dinledi. Yaverlerine not aldırdı. Halk belediye binasının büyük salonunu doldurmuştu. Oda dan çıkıp salona geldi. Halka seslenerek azimlerini övdü. Bu sırada Salih Bozok Genel Sekreter Tevfik Bey'e "Ölüyorum yorgunluktan" diye dert yanıyordu. "Ben de." Gazi oturmayınca onlar da oturamıyorlardı. "..Kabiliyeti, cevheri olan bir millet darbelerden uyanıklık ka zanır. Felaketler insanları, aklı başında olan milletleri iyi hamlelere sevk eder. Siz bu iyi hamleleri yapmaktasınız. Sizi saygıyla selam larım." 162
İZMİR'de törenle ve İzmirlilerin içten, yürekten gösterileriyle karşılandı. Naim Palas oteline indi. Halk dağılmıyordu. Balkona çıkarak binlerce izmirliye teşek kür etti. Gece yarısı, önce Karşıyakalılarla dolu özel bir gemi gelip Naim Palas'ın karşısında kordona yanaştı. Gemi ışıklar ve bayraklar içindeydi. Alkışlar, sevgi haykırışları İzmir'i sallıyordu. Alsancaklılar evlerinde kalamadılar, yine gelerek otelin önünde toplandılar. Gazi balkona çıktı, Karşıyakalılara seslenerek teşekkür etti, "Annem size emanet" dedi. Sevgi dalgasının arkası kesilmiyordu. Biraz sonra bir başka gemi geldi ve Karşıyaka gemisinin yanında yer aldı. Bunlar Göztepelilerdi. Onların gemisi de ışıklar ve bayraklar içindeydi. Marşlar söylüyorlardı. Gazi Paşa onlara da çok teşekkür etti. İzmirliler Naim Palas'ın önünden zor ayrıldılar. Gazi, izmirli ler için uyanmak istemedikleri harika bir rüyaydı. 163
164
Üçüncü Bölüm 197
GAZİ PAŞA 16 Ekime kadar İzmir'de kaldı. Valiliği, Beledi yeyi, okulları ziyaret etti. Birçok kurulları kabul etti. Kemalpaşa yakınında yapılan sonbahar manevrasını izledi. Müstahkem Mevki Komutanlığının verdiği yemeğe katılarak orduyu Cumhuriyetin ve vatanın koruyucusu olarak niteleyip övdü. Bir İzmir sokağından geçerken Salih Bozok ile Rüsuhi Bey'e, pencereleri sardunya saksıları ile dolu sade evleri göstererek, "Bu yaşama sevinci işte." dedi, ".bütün şehirlerimiz böyle olsa. Ağacı, çimeni, çiçeği sevsek, evlerimizi süslesek, canlı olan her şeye saygı duysak. Kan davası gibi çirkin töreleri, kızların para ya da mal kar şılığı gelin verilmesi gibi ayıpları, tefeciliği, dilenciliği, yoksulluğu sona erdirsek. Ah çocuklar çok işimiz var!" AFET Bursa Öğretmen Okulu'nu Haziran 1925'te bitirmiş, babası İzmir e atanınca ailece İzmir'e gelmişlerdi. Redd-i İlhak İl kokuluna öğretmen olarak atandı. On yedi yaşında, deneysiz bir öğretmen olarak işe başladı. Atanalı üç hafta olmuştu. Daha ilk aylığı almamıştı. Deneyli öğretmenlere bakarak, sorarak görevini yapmaya çalışıyordu. İzmir'deki hanım öğretmenler Gazi Paşa'ya bir çay ziyafeti ver meyi düşündüler. Gazi geleceğini söyleyince harekete geçtiler. Bu ziyafete İzmir'deki bütün hanım öğretmenler katılacaktı. Ziyafet Kız Öğretmen Okulu'nun büyük salonunda verilecekti. Herkese bir iş düştü. Masalar, örtüler, tabaklar, bardaklar sağlana cak, salon ve masalar süslenecek, börekler, kurabiyeler, pastalar ya pılacak, koro hazırlanacak, kimileri de o gün çay yapacak, hizmet edecekti. Afet kendisine basit bir görev vereceklerini sanıyordu. Salonda beklemesi söylendi. Salon çok güzel düzenlenmişti. Öğretmenler heyecan içinde ayakta beklerken Gazi, Meclis Başkanı Kâzım Özalp Paşa, 2. Ordu Komutanı Fahrettin Altay, Vali ve Belediye Başkanı geldiler. Sevgi gösterileriyle karşılandılar.
Görevli bir öğretmen Gaziye ve birlikte gelenlere yol göste rerek masalarına kadar eşlik etti.'Masada ev sahibi olarak yaşlı bir öğretmen hanım da yer aldı. Gazi'den büyük saygı gördü. Bir öğret men elinden tuttu, Afet'i götürdü, onu da en genç öğretmen olarak Gazi ile Kâzım Paşanın arasına oturttu Afet korkudan Gazi'den 198 Üçüncü Bölüm
yana bakamıyor, konuşmuyor, soru sorarsa Kâzım Paşa'ya yanıt veriyordu. öğretmenler de öteki masa lara oturdular. Sahneye piyanist öğretmen ile genç öğretmenlerden kurulu bir koro geldi. Hepsi bir örnek sıkmabaşlı ve uzun beyaz giysi liydiler. Öğretmen baş eğerek, gençler diz bükerek Gaziyi ve ;,.M misafirleri selamladılar. Afet Hanım Öğretmen piyanonun başına geçti. Koro istiklal Marşı'na başlayınca hep birlikte ayağa kalkıldı. Marştan sonra orta yaşlı bir Öğretmen hanım kısa bir konuşma ile Gazi'ye öğretmenlerin minnet ve saygılarını sundu. Sahneye Selim Sırrı Tarcan ile öğrencisi Mualla Hanım gel diler. Gazi, Beden Eğitimi Genel Müfettişi Selim Sırrı Bey'in (Tar can) zeybek oyununu stilize ettiğini, çok güzel oynadığını duymuş, görmek istediğini söylemişti. Selim Sırrı Bey ve öğrencisi bu isteği yerine getirmek için gelmişlerdi. Piyano eşliğinde oynadılar. Büyük alkış aldılar. Gazi çok beğenmişti. Bir daha oynamalarını rica etti. Büyük dikkatle izledi. Oynadılar. Daha çok alkışlandılar. Gazi Selim Sırrı Bey'i ve Mualla Hanım'ı kutladı. Ayağa kalka rak öğretmenlere özetle şöyle dedi: "Hanımefendiler, beyler! Bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her cemiyet salonunda ka dınla beraber oynanabilir ve oynanmalıdır." Genç öğretmenler çayları, tatlı, tuzlu yiyecekleri dağıtmaya başladılar. Afet Kâzım Paşaya bilgi verirken Afet'in annesinin SelanikDoyranlı olduğunu duyan Gazi ilgilendi. Orayı biliyordu. Aile hak kında bilgi alınca ilgisi daha da arttı. Afet'in anneannesi ve babasıy la konuşmak istedi. 165
Yarın gelin. "Başüstüne efendim." Üçüncü Holüm 199
"Adın neydi?" "Afet." "öğretmen olduğundan memnun musun Afet kızım?" "Evet efendim. Ama daha ileri bir öğrenim yapmak, daha iyi yetişmek istiyorum." "Ne öğrenimi yapmak istiyorsun?" "Tarihi J 1 "Ne kadar iyi olur. Belki en zayıf olduğumuz alan tarih. Bi zim tarihimiz hanedan tarihi. Hanedan tarihinden millet tarihine geçmemiz gerek. Milletimizin ve vatanımızın doğru tarihini yaban cıların yazdığı kitaplardan öğreniyoruz. Buna son vermemiz şart. Türklerin ve Anadolu'nun tarihine merak duy." •
•
•
*
ERTESİ GÜN Afet, anneannesi ve babası ismail Hakkı Bey Gazi'ye gittiler. Rumeli günlerinden, Doyran'daki çiftlikten söz etti ler. Gazi tehlikeli bir günde çiftlikte saklanarak canını kurtardığını söyledi. Aralarında bir yakınlık oluştu. İsmail Hakkı Bey, "Bir derdim var" dedi. "Nedir?" "Kızım yurtdışında yükseköğrenim görmek istiyor. Ama me mur aylığı ile bu isteği karşılamam imkânsız. Acaba Eğitim Bakan lığı yardımcı olamaz mı?" "Bakanlığın yardımcı olmasına gerek yok İsmail Hakkı Bey. Afet'in yabancı dil öğrenmesini ve yükseköğrenim yapmasını ben üst leniyorum. Önce Ankara'ya atanmasını sağlayayım. Sonrası kolay." 166
GAZI izmir den akşam törenle ayrıldı. Dumlupınar yakının daki Turak istasyonundan geçerken, gece geç saatte birçok meşale yakmış bekleyen köylüleri görünce treni durdurdu. "Nasılsınız, iyi misiniz?" "İyiyiz Paşa Hazretleri, sizi görmekle çok sevindik." "Bu sene geliriniz nasıl?" "Pek iyidir, memnunuz Paşa Hazretleri." "Zaten uğradığım her yerde halk da gelirden memnun olduğu nu söylediği için ben de memnunum. Nasıl, mültezimlerin kalkma sı iyi oldu değil mi?" â
200 Üçüncü Bölüm
"Çok şükür, mültezim belasından kurtulduk, bize işkence eden kalmadı" Birbirlerinden sevgiyle ayrıldılar. Uşak'ta birkaç saat kaldı. Küçük şehir yeni yeni kendine geliyordu. Köylerde şekerpancarı ta rımı başladığını öğrenerek sevindi. Köylülere bu iş için biraz avans da verilmişti. Yüzler gülüyordu. Uşak'tan Konya'ya geldi. Eski dost Hüseyin Ağa da karşıcılar arasındaydı. Şapkası elindeydi ama bir türlü içine sindirip de giyemiyordu. Gazi'yi kucakladı, gözlerinden öptü. Sevgiden ağladı. Şehirde yollar genişletiliyor, okul binaları onarılıyordu. Giyim deki yenilik de dikkati çekiyordu. Şalvarın, poturun yerini pantolon | almaya başlamıştı. Çoğu şapkalıydı, azı başı açık. Belediye Başkanı "Fes kayıplara karıştı" dedi. Öğretmenler Birliğini ziyaret etti. Uygarlığın önemini, gerekli liğini yalnız öğrencilere değil, halka da anlatmalarını, konferanslar vermelerini, halkla dost ve halka rehber olmalarını, düşünmesini bilen özerk insanlar yetiştirmelerini istedi. * Kız ve Erkek Öğretmen Okulu öğrencilerinin birlikte düzenle dikleri güzel müsamereyi de izledi. Kız ve erkek öğrencilerin ortak bir gösteri hazırlamaları bir ilkti. 166
Öğretmenler Birliğinin birçok şubesi, öğretmenlerin gönüllü olarak katıldıkları 'halk dershaneleri' açmıştı. Gazi bu güzel girişim dolayısıyla öğretmenlere bir daha teşek kür etti. |
Dönüşte Afyon'a uğradı. Burada da fes kayıplara karışmıştı.
Çoğunun başında geniş, düz kenarlı fötr şapkalar vardı.
167
Belediye
nin verdiği ziyafete katıldı. 29 Ağustos gecesini anlattı. Afyon hal kına uygarlaşmaya verdikleri güçlü destekten dolayı teşekkür etti. 22 Ekim|1925'te Ankara'ya döndü. İstasyon çok kalabalıktı. Meclis'e kadar yürüdüler. Yolun iki yanı halkla doluydu. Gazi'yi şapkalarım sallayarak selamlıyorlardı. Gazi misafir olarak 2. Ordu Komutanı Fahrettin Altay Paşayı da birlikte getirmişti. Konuşarak ve selamlara karşılık vererek iler liyorlardı. "Büyük üniformanı yanına al demiştim. Aldın mı? Cumhuriyet balosuna katılacağız. Dans edeceğiz." Üçüncü Bölüm 201
"Aman Paşam, bizim ömrümüz dağda bayırda geçti. Ben dans bilmem." "Zarar yok, öğrenirsin. Çocuklarla ilgilenmesi ve iç düzeni sağlaması için İsviçre'den bir hanım getirttik. O sana öğretir." "Ne olur, beni affedin." "Düşmanı önüne katıp dörtnala İzmir'e girmiş senin gibi kah raman bir komutan dans etmekten korkar mı canım?" "Korkmak ne, ödü bile patlar." Çankaya Köşkünün yanında ikinci bir köşk daha vardı. Genel Sekreter ve yaverler o binada kalıyorlardı. Fahrettin Paşa için orada bir yer hazırlanmıştı. SABİHA ile birlikte evdeki çocuk sayısı üç olmuş, Afet'in Ankara'ya ataması yapılmıştı. Lozan'a gidene kadar köşkte kalacaktı. Afet, Gazi'nin çocuklarla ya da misafirlerle konuşmalarını din lerken, zengin kitaplığını incelerken, hiç yorulmadan çalışmasını iz lerken, onu tanımanın ne büyük bir talih olduğunu düşünüyordu. İsviçreli Madam Baver ağırbaşlı, elli beş yaşında, bilgili, gör gülü bir hanımdı. öğle yemeğini çocuklar, Madam Baver, Afet, Fahrettin Paşa ve Gazi birlikte yediler. Kızlar güzel giyinmişlerdi. Sofrada çok dikkat liydiler. Madam Baver'in çocukları çok çabuk eğittiği anlaşılıyordu. Öğleleri içki söz konusu değildi. Gazi, Fahrettin Paşa'ya, "Ben öğlenleri hiç içmem." dedi, "..Yal nız akşamları içerim. Keyfim için içerim. Yani alışkanlığım yoktur. Bu nedenle de istediğim zaman bırakırım. Görev sırasında bir damlasını ağzıma koymam, işe içki karıştırmam. İçilmesine izin de vermem." "Paşam bazı yobazlar." "Bırak şunları. Benim gizli saklı işim yok. İkiyüzlülük edip de gizli gizli içmem. Neysem oyum. Günahsa benim boynuma. Onlara ne? Hiç sevabım, hizmetim, memleket, millet hayrına bir işim yok mu? Neden onlardan bahsetmiyor bu dedikoducu küçük adamlar?" Madam Baver'e döndü, Türkçe konuştukları için Fransızca af diledi. Fahrettin Paşa'ya da açıkladı: "Hep Türkçe konuştuğum için özür diledimiBakarsın darılır da akşama dans dersi vermez. ' 1
202 Üçüncü Bölüm
Fahrettin Paşa'nın rengi kaçtı: "Akşama dans dersi mi var?" "Evet" f I Gazi ile Fahrettin Paşa öğleden sonra Meclis'e gittiler. Meclis Başkanının yeni kıyafeti konuşuldu. Frak ve silindir şapka giymesi öngörüldü. Topluma en saygı ifade eden milletlerarası kıyafet buy du. Meclis'e bu üstün saygıyı göstermek gerekti. Cumhuriyetin en büyük kurumu Meclis'ti. Başkan salona frak giymiş olarak ve elinde silindir şapkayla girecek, Meclisi fraklı olarak yönetecek ve bu ge lenek olacaktı. Fahrettin Paşa bazı ziyaretlerde bulunduktan sonra Ankara'yı gezdi. Çankaya'da bir dışişleri köşkü ile Fevzi Paşa için bir köşkün yapımı bitmek üzeriydi. Yeni ve güzel birçok bina, iki güzel okul yapılıyordu. İstasyon yolunun iki yanı süslenmişti. Akşam yemeğine yakın köşke döndü. Yemekte misafir olarak Tevfik Rüştü Aras ve eşi, Nuri Conker ve eşi, Ruşen Eşref ve eşi vardı. Çocuklar ipekli, süslü elbiseler, Afet ile Madam Baver de gece kıyafetleri giymişlerdi. Sofradan çabuk kalkıldı. Misafir salonuna geçildi. Küçük bir orkestra holde yer aldı. Gazi'nin isteği üzerine bir Viyana valsi çalmaya başladı. Madam Baver'le vals yaptılar. Çok güzel dans ediyordu. Alkışlandı. Fahret tin Paşa'ya "Haydi Paşam." dedi, ".sıra sizde." Paşa inledi: "Eyvah!" Misafirlere mazlum mazlum bakarak ayağa kalktı. Orkestra tangoya geçti. Madam Baver Paşa'yı idare etmeye, Paşa da ona uy maya çalıştı. Gazi çok neşelenmişti: "Müziğin temposuna ayak uydur, askerin yürüyüşte davulun sesine ayak uydurması gibi. Bravo! Oluyor işte." Gazi Afet'i, misafirler de eşlerini dansa kaldırdılar. Dansları halk oyunları izledi. Gazi orkestradan Sarı Zeybek'i çalmalarını is tedi. Kimse oynamayı beceremedi. Hepsini durdurdu. Tek başına, ağır ağır, yeri geldikçe dizlerini vura vura çok güzel, çok erkekçe oynadı. Afet Selim Sırrı Bey'den daha iyi oynadığını düşündü. Her kes hayran oldu. * 167
Üçüncü Bölüm 203
Köşkün çok yakınında, iki sınıflı küçük bir okul açılmıştı. Çev redeki ailelerin çocukları buraya devam ediyorlardı. Sabah okula gidecekleri için Madam Baver çocukları yatmaya yolladı. Çocuklar üst katta Zübeyde Hanım'ın kaldığı odada kalıyorlardı. CUMHURİYET BAYRAMI her yerde büyük törenlerle kut landı. Evlere, dükkânlara, devlet binalarına bayraklar, flamalar asıl dı. Taklar yapıldı. Gündüz kutlama törenleri, akşam fener alayları düzenlenecek, elektriği olan binalar donanacaktı. Cumhuriyet Bayramı Meclisin tören salonunda, Cumhurbaş kanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, hükümet, devlet ileri gelenleri, milletvekilleri, ko mutanlar, yüksek yöneticiler ve kordiplomatik tarafından kutlandı. Subaylar sırmalı, büyük üniformalarını giymişlerdi. Sonra Meclis önüne inildi. Geçit töreni başladı. Başlarında açılmış sancakları ile üç piyade alayı geçti. San caklar Cumhurbaşkanının önünde eğildiler. Alayları bir jandarma taburu, bir bölük deniz askeri, bir bölük süvari, bir otomobil kolu izledi. Halk mutluluk içinde alkışlıyordu. Çoğu bu yoldan çarıklı, yarı üniformalı, tüfekleri kayışsız askerlerin Sakarya Savaşı'na katılmak için istasyona gittiklerini görmüştü. Bu tertemiz, düzenli bir barış ordusuydu. Törene on uçaklı bir hava filosu da katıldı. On iki kişilik yeni Junger uçağı hava gösterileri yaptı. Gece ilk kez Yeni Bahçe salonunda balo verildi. Salon çok kalabalıktı. Baloda erkekler, kadınlar nasıl giyinir, bilen azdı. Uygun giyisisi olanların sayısı daha da azdı. Ama yüzler gülüyordu. Cum huriyet üçüttcü yaşına basmaktaydı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyelerinden kurulu kü çük bir orkestra dans müziği çalmak için yerini aldı. Salonun çev resine masalar yerleştirilmiş, orta kısım boş bırakılmış, duvarlar defne dalları, çiçekler ve küçük bayraklarla süslenmişti. 168
Gazi, Afet, üç kızı ve arkadaşları ile geldi. Ayakta, alkışlarla karşılandı. Ayrılan masaya oturdu. Bir görevli yeni çekilmiş bazı fo toğraflarını gösterdi. Milletvekili ve gazeteci Hakkı Tarık Us fotoğ raflardan birini anı olarak istedi. Gazi fotoğrafın üstüne eski yazı 204 Üçüncü Bölüm
İl
ile Hakkı Tarık'a diye yazıp imzaladı. Hakkı Tarık Bey'e baktı, yazıyı göstererek, "Bunu da halledeceğiz" dedi. Demek ki zamanı gelince alfabe devrimi de yapılacaktı. Orkestra sakin bir dans müziğine başladı. Kimsede dansa kal kacak cesaret yoktu. Herkes birbirini teşvik ediyor ama kimse kalkmayı göze alamıyordu. Bazıları dışarı kaçtılar. Dans bilen o kadar azdı ki. Gazi ilk dansı bir elçinin kızıyla yaptı. Bir yandan da bakışla rını dolaştırarak baloya gelmiş çiftleri dansa davet ediyordu. Dans etmesini bilen çiftler.piste çıktılar. Gazi elçinin kızına oturduğu yere kadar eşlik ettikten sonra, Başbakanla birlikte büyük üniformalarını giymiş subayların yanına geldi. Hepsine şampanya ikram etti. Şampanya dolu kadehler geldi. Kadehini subayların şerefine kaldırınca bir alkış fırtınası patladı. Genç subaylar Gazi'yi kucaklarcasına sardılar. Gazi de subayların kahramanlıklarını, memlekete yaptıkları hizmetleri Övdü. Bunlar gözlerini bile kırpmadan ölümün üzerine yürümüşlerdi. Cumhuri yet ordusu ile daima iftihar ettiğini söyleyerek paşaları ve subayları yüceltti. f Türkiye her şeyini, derin bir yoksulluk içinde adım adım kurul muş olan bu gazi orduya borçluydu. Gösterdiği fedakârlık ve yurtse verlik bakımından hiçbir ülkenin ordusuyla karşılaştırılamazdı. Bu yüzden en sade vatandaşın bile gözünde mübarek bir yeri vardı. Ertesi gün, gece ile ilgili bazı kusurları sayan Genel Sekreterini susturdu: "Hoşgör. Cumhuriyet daha çocukluk döneminde. Bu kusurla ra, çocuğunun kusurlarına bakan anne-baba gibi şefkatle, sevgiyle, anlayışla bak. Bu hanımlar iki yıl önce sokağa çıkamıyor, eşlerinin koluna girip de yürüyemiyorlardı. Bir o günü, bir bugünü düşün. Bunlar uygarlık fedaileri." 169
1698
BAKANLIKLAR, Cumhurbaşkanının yeni dönemi açış konuş masında değerlendirmesi için bir yıllık etkinliklerini ve yeni yıl için tasarılarını bildirirler, bu bilgiler Genel Sekreterlikçe birleştirilip Cumhurbaşkanına sunulurdu. Cumhurbaşkanı bu metine düşüncelerini, tavsiyelerini ekle meden önce, Başbakan ve Maliye Bakanını kabul ederek mali, iktiÜçimcü Bölüm 205
sadi durum hakkında ayrıntılı bilgi alırdı. Yıl içinde de iktisatla ilgili işlerle çok yakından ilgileniyordu. Bütçe disiplini, gereksiz yere tek kuruş harcamamak, bir işe gi rişmeden önce ciddi araştırma yapmak, gösterişten, savurganlıktan kaçınmak, Cumhuriyetin temel özellikleri olmuştu. Küçücük bütçeyle birçok iş bu dikkatle yapılıyordu. Yanlışlıkta inat etmiyor, hemen düzeltiyorlardı. 1 KASIM günü Meclis salonu da, balkonlar da doluydu. Bütün başlar açıktı. Bu kez kordiplomatik balkonu da doluydu. Bir gün için İstanbul'u bırakıp gelmişlerdi. Çok geçmeden toptan gelecek lerini biliyorlardı. Dinleyici balkonunda bazı hanımlar da vardı. Y. Kadri Bey'in hanımı fındık kabuğu şapkayla gelmişti. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanının eşliğinde, tam vaktinde salona girdi. İkisi de fraklıydı. Frak ikisine de çok yakışmıştı. Her kes Cumhurbaşkanını r -Lo.a karşıladı. Gazi Başkanlık kürsüsüne çıktı. İrtica olayından, ordunun Cumhuriyeti korumada gösterdiği özveri ve başarıdan, halkın seferberliğe katılmadaki hızından söz etti, millete ve orduya teşekkür etti. Milletin uygarlığa olan özlemini, kolayca uyum sağlamasını anlattı. Cumhuriyeti örseleyen, uyumu engellemeye çalışan basını eleştirdi. Bir yılda elde edilen gelişmeleri açıkladı. İki konu üzerin de önemle durdu: Eğitim ve demiryolu. Yeni kanunların hazırlan makta olduğundan söz ederek yeni yılın da başarılarla dolu olma sını diledi. Ayakta alkışlandı. DİYANET İŞLERİ BAŞKANI Rıfat Börekçi Hoca, şapka konu sunda tereddüt geçirenleri aydınlatmak gereğini duydu. Anadolu Ajansı aracılığıyla görüşünü açıkladı: "Şapka giymekte dini ve vicdani sakınca yoktur!* Konyalı Hüseyin Ağa Gazi'yi elinde şapkayla karşılamıştı ama 'belki gâvur olurum' korkusuyla giyememişti. Diyanet İşleri Başka nının açıklamasını öğrenince, "Oh!" dedi, şapkasını, iç rahatlığı ile kulaklarına kadar geçirdi. 110
206 Üçüncü Bölüm
Kararname milletvekillerini bağlamadığı için hâlâ fes ve kal pak giyen birkaç muhalif milletvekili vardı. 5 KASIM 1925 günü Türkiye için bir başka büyük gün oldu. Hukuk Okulu'nun açılışı yapıldı. Açılış töreni Birinci Meclis salonunda yapıldı. Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar, Ankara'daki hâkim ve savcılar, yöneticiler, okulda eğitim verecek profesörler ve ilk öğ renciler, salonda yerlerini almışlardı. Basın ordusu kendisine ayrı lan balkonu doldurmuştu >
Hukuk devrimleri d< ıemine girilmek üzeriydi. Adalet sistemi nin bir kısmı hâlâ medrese çıkışlı adaletçilerden oluşuyordu. İstan bul Üniversitesi Hukuk Fakültesi de, eskici hocalar yüzünden çağa açılmayı başaraman | Medrese anlayışı ile yeni hukuku anlamak, yorumlamak, uygulamak, geliştirmek mümkün değildi. Çağdaş ya saları uygulayacak bilgili, laik, adil, elbette Cumhuriyetçi hâkimlere ihtiyaç vardı. Hukuk Okulu bu amaçla kurulmuştu. Adalet mülkün, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin temeliydi. Açılışı Türk hukuk tarihi bakımından çok önemli bir konuş ma ile Cumhurbaşkanı Gazi Paşa yaptı. Hayatta büyük dönüşüm ler yaşandığını açıkladı. Eski, bağnaz hukuk anlayışının Osmanlı Devleti'ne çok pahalıya mal olduğunu söyleyerek, özetle dedi ki: "..İstanbul'u ebediyen Türk camiasına mal etmiş olan kuvvet ve kudret, yaklaşık aynı yıllarda icat edilmiş olan matbaayı Türkiye'ye kabul ettirmek için hukukçuların uğursuz mukavemetini yeneme miştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi doğduğu zaman, onun mahi yet ve vaziyetini, hukuki ve ilmi esaslara aykırı sayanların başında istanbul'un en ünlü hukukçuları bulunuyordu. Meclis'e, egemen liğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ifade eden kanunu tek lif ettiğim zaman, bazı tanınmış hukukçular, bu esasın, Osmanlı Anayasasına aykırılığını ileri sürerek karşı çıkmışlardı." Konuşmasının sonunda öğrencilere seslendi: "öğrenci efendiler! Yeni Türk toplum hayatının kurucusu ve kuvveti olmak iddi asıyla tahsile başlayan sizler, Cumhuriyet devrinin hakiki hukuk âlimleri olacaksınız. Bir an önce yetişmenizi ve milletin isteğini fii len karşılamaya başlamanızı millet sabırsızlıkla beklemektedir. Sizi Üçüncü Bölüm 207
I
yetiştirecek olan profesörlerin görevlerini hakkıyla yerine getire ceklerine eminim. Cumhuriyetin güvencesi olacak olan bu büyük kurumun açılı şında duyduğum mutluluğu hiçbir teşebbüste duymadım." Ayakta alkışlandı. Mahmut Esat Bey yanında duran Tevfik Rüştü Aras'a, büyük bir gururla, "Buradan Cumhuriyetin, laikliğin, uygarlığın, bağım sız adaletin, insan haklarının, insana saygının korucuyusu ve gele ceğimizin güvencesi Cumhuriyet savcıları ve hâkimleri yetişecek" dedi. Eseriyle haklı bir gurur duyuyordu. Kalktı, o da hukuk ağırlıklı çok güzel bir konuşma yaptı. 171
171a
6 KASIM cuma günü Ankara'ya özgü güzel bir sonbahar gü nüydü. Gazi birçok dostlarını pikniğe gitmek üzere köşke çağırdı. "Ne getirelim?" diye soranlara, "Yere sermek için bir şeyler getirin. Ne olur ne olmaz biraz sıkıca giyinin" dedi. Aşçıya, yardımcısına, iki sofracıya çok acele hazırlık yaptırdı. İlgaz ormanlarından Özenle kökleriyle birlikte çıkarılan büyük ağaçlar bahçe olarak ayrılan yere dikilmişti. Tahsin Coşkan'a telefon edip bahçe olarak ayrılan yerde hazırlık yapmasını istedi. Bu sırada Uşak'ta Nuri Şeker ve arkadaşlarının öncülük ettik leri Uşak Şeker Fabrikasının törenle temeli atılıyordu. Uşak için bü yük gündü. Şirket yönetimi uzun araştırmalardan ve görüşmelerden sonra fabrikayı yapması için Çek Skoda fabrikası ile anlaşmıştı. Öğleye doğru davet edilen bakanlar, milletvekilleri ve arka daşları eşleriyle birlikte geldiler. Afet, çocuklar, Rüsuhi Bey, İsmail Hakkı Bey ile eşleri ve çocukları da hazırdı. Madam Baver bir devlet başkanının böyle çoluk çocuk, hiçbir protokol kuralının geçerli ol mayacağı bir pikniğe katılmasını doğru bulmuyordu. Oysa Gazi'nin asıl aradığı da bu ortamdı. Madam Baver'i köşkte bıraktı. 1710
Arabalara doluşup yola çıktılar. Yolda epey silkelendiler ama Çiftliği görünce hepsinin yüzü güldü. Ana yollar yapılmış, bazı tar lalar, sebze bahçeleri, bağlar ekilmiş, dört bir yana binlerce fidan dikilmişti. En yakın bataklık kurutulmuştu. Artezyen kuyularından fışkıran sular kanallardan akarak büyük dereye karışıyorlardı. I 208 Üçüncü Bölüm
Yunus Nadi Bey
Ruşen Eşref Bey
Falih Rıfkı Bey
Tahsin Bey, büyük ağaçların bulunduğu bahçede açık ve kapalı çadırlarla çok güzel bir düzen kurmuştu. Tahtadan yapılmış birkaç masa, birkaç hasır koltuk, küçük hasır tabureler vardı. İşçibaşı ço cuklara salıncak yapmaları, atlamaları için ipler de buldu. Yerlere hasırlar, kilimler, battaniyeler serildi, öbek öbek masalara, yerlere dağıldılar. Kimi uzandı, kimi oturdu. Bazıları yürüyüşe çıktılar. Kuşku duymaya gerek yoktu artık. Belli ki Çiftlik iki-üç yıl son ra cennet gibi olacaktı. Salih Bozok Nuri Conker'e "Yine yenildik" dedi. Nuri Conker "Sus." dedi, "..Hatırlatma." Aşçı tuğladan bir ocak yaparak ateş yaktı. Şişleri hazırlamaya başladı. Gereken her şeyi getirmişti. Bir sofracı isteyenlere kahve yaptı. Gazi, Yunus Nadi, Falih Rıfkı Atay ve Süreyya Yiğit bir masa da oturmuşlardı. Gazi Uşak Şeker Fabrikasının temelinin atıldığını bildirdi. Yüzü parlıyordu: "Dans, balo filan hepsi vesile, hepsi bahane. Bizim hayalimiz den bile geçmeyen o makineler, cihazlar, aletler, bilimsel buluşlar, sanat ve düşünce esefleri, elbette rastlantı ya da talih işi değil. Hep sinin arkasında canlı, uygar, özgür, rahat bir hayat var. İlerlemek için bu canlı hayatı sağlamak, üzerimizdeki yüzlerce yıllık bağnaz lık tozunu silkelemek zorundayız. Hayata kapalı insanlarla uygarlık yarışına girilebilir mi?" Kılıç Ali ile Rüsuhi Bey bir köşeye çekilmişlerdi. Kılıç Ali Bey, " L a t i f e Hanım'dan ayrılmak Gazi'yi bayağı s a r s m ı ş t ı . , " dedi, " . . E s k i
neşesine kavuştu değil m i ? " "Evet. Çocuklar ilaç gibi geldiler" Üçüncü Bölüm 209
Salih Bozok
Kılıç Ali
Nuri Conker
Ruşen Eşref Bey'in hanımı, Leman Hanım, Yakup Kadri ve Mahmut Esat Beyler yürüyerek konuşuyorlardı. Ruşen Eşref Bey'in hanımı, "Medeni Kanun çıkınca kadınlar erkeklerle eşit haklara sa hip olacaklarmış" dedi. Leman Hanım kuşkuyla Mahmut Esat Bey'e sordu: "Doğru mu beyefendi?" "Evet. Bir komisyon uzun zamandır çalışıyor. Birçok ülkenin medeni kanunlarını inceledik. En demokratı İsviçre Medeni Kanuau. Onu kabul ettik. Yakında Meclis'e sunacağız." Leman Hanım, "İnanmam.." dedi, "..Kadınlara seçme-seçilme hakkını vermeyen bir Meclis, böyle bir kanunu kabul eder mi? Bir bahane bulur, reddeder. Reddedemezse erteler, unutturur." Kızlar salıncak kurmuş, çığlıklar atarak sallanıyorlardı. Nuri Bey, Salih Bozok, İsmail Hakkı Bey ve oğlanlar top oynuyordu. Afet Fransızca çalışıyordu. Bazı hanımlar biraraya gelmiş hafiften şarkı söylüyorlardı. Zehra koşarak geldi, Gazi'ye "Sizi bekliyoruz" dedi. "Peki kızım. Geliyorum." Masadakilere döndü: "..Ne içerdeki gericiler rahat durur, ne Lozan'ı imzalamak zo runda kalan büyük devletler bize rahat verir. Sürekli uyanık olmalı, ordumuzu güçlü tutmalıyız. Neyse. Ben birazdan gelirim." Kalktı. Kızların yanına gitti. Kızlar Gazi'yi salıncağa bindirdi ler. Salıncağı kahkahalar atarak, sevinç ve mutluluk içinde sallama ya, bağırmaya, zıplamaya başladılar. Herkesi başlarına topladılar. Madam Baver bu sahneyi görse belki de yüreğine inerdi. l71c
210 Üçüncü Bölüm
DAHA şapka kanunu çıkmış değildi. Halk Gazi'nin bir konuş masıyla gönüllü olarak fesi atmıştı. Kimi şapka giyiyordu, kimi kas ket, hatta kimi bere, bir kısmı da başı açık geziyordu. Fes kaybol muştu. İrtica bu gelişimden hiç memnun olmamıştı. İskilipli Atıf Hocafaın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı broşürü gerici çevreleri etkilemişti. Bu çevreler için her çeşit yenilik bidatti, yani dinde sapkınlık demekti. Bunlar zamanın aktığının farkında değillerdi. Şapkaya, türbelerin kapatılmasına, görevliler dışındakilerin sarık ve cüppe giymelerinin yasaklanmasına kızanlar, bazı şehirler de şapka konusunu vesile ederek halkı hükümete karşı kışkırtmak, ayaklandırmak için birkaç gün farkla harekete geçtiler. ilk ciddi olay 14 Kasım 1925'te Sivas'ta patlak verdi. Mehmet Necati ve arkadaşları duvarlara şapka aleyhinde, yönetime küfür lerle dolu beyannameler yapıştırdılar. 22 Kasımda Kayseri'de Mekkeli Ahmet Hamdi adlı biri halkı tepki olarak sarık sarmaya davet etti. Halkı kışkırtmak için 'Kuran'ın kaldırılacağını' ileri sürdü. 4050 kişi sarık sararak sokağa çıktı. 24 Kasımda Erzurum'da Gâvur imam ve arkadaşlarının kışkırtması dolayısıyla bir ayaklanma ya şandı. Esnafın bir kısmı dükkânlarını kapattı. Valinin evi önünde "Biz gâvur memur istemeyiz" diye bağırdılar. Sayıları 3.000 kişiyi buluyordu. Çatışma çıktı. Bir jandarma subayı ağır yaralandı, halk tan üç kişi öldü. l71d
172
Bunun üzerine hükümet 25 Kasımda Erzurum'da bir ay süreli sıkıyönetim ilan edecektir. 25 Kasımda Rize'de de olaylar çıktı. Kışkırtıcılar eşkıya ile or tak hareket ediyorlardı. Bir jandarma karakolunu basıp altı jandar mayı esir aldılar. Peçeli Mehmet halka dedi ki: "Ey ahali, Ankara ihtilal içindedir. M. Kemal Paşa üç yerinden yaralı olarak doktorlar elindedir. İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır. Dindar paşalar hükümeti ele aldılar, şeriatı kurtarıyorlar. Korka cak bir şey kalmamıştır. Erzurum yapacağını yaptı. Biz de iştirak edelim." 173
Eşkıya fırsattan yararlanarak Rize'yi yağmalamak istiyordu. Ayılan köylüler engel oldular. Bu olayla ilgili görülen 143 kişi tu tuklandı. 174
Üçüncü Bölüm 211
w
BAĞNAZLAR en önemli, hayati, milli sorun diye başlık konu suyla uğraşırlarken, hükümet büyük bir gizlilik içinde Türkiye'de savaş sanayiinin kurulması için ciddi bir hazırlıktan sonra bir ka nun tasarısı hazırlamıştı. Meclis'ten hükümete 150 milyon lira gibi jfbüyük bir ödenek vermesi istenecekti. Bu ödenek yıllara bölünerek harcanacak, hazine zorlanmayacaktı. Milli Mücadele sırasında çekilen sıkıntıları kimse unutmamış tı. İstanbul'dan ve Rusya'dan, binbir»güçlükle kaçak silah ve cepha ne getirilerek savaşılabilmişti. Ordusu silah ve cephane bakımından dışa bağımlı bir devlet ileriye güven içinde bakamazdı. Yapılan plana göre yıllar içinde bin uçak alınacak, Anadolu'nun* merkezinde top, tüfek, mermi, fişek, barut fabrikaları ile bunlara yardımcı sanayiler ve Gölcük'te bir tersane kurulacak, ilk aşamada iki de denizaltı ısmarlanacaktı. Yunanistan'ın silaha ve cephaneye büyük paralar ayırdığı, İn giltere ile gizli anlaşmalar yaptığı öğrenilmişti. İngiltere ve İtalya da iki başka tehlikeydi. Büyük devletler Cenevre'de toplanarak silahlanmayı sınırla mak için bir anlaşma imzalamışlardı. Ama sınırlama başka ülkeler içindi. Kendileri silahlanıp duruyorlardı. Konu 18 Kasım günü gizli oturumda Meclis'e arz edildi. Gizli lik gereği konu yazılı gündemde yer almadı. Kanun metni okundu ama tutanağa geçirilmedi. 19 Kasım günü açık oturumda, hiç görüşülmeden, kapalı ifa deli bir tasarı ile savaş sanayii kurulması sessizce kabul edildi. l74a
20 KASIM 1925 günü büyük bir güzellik yaşandı. Yahşıhan'a ulaşmış olan demiryolu, tünellerden ve yarlardan geçirilip 133 km. daha uzatılarak Yerköy'e ulaştırılmıştı. Ankara-Kayseri yolunun ya rışma varılmış, Kayseri'ye 208 km. kalmıştı. istasyonlar da bitmişti. Yollar, binalar, telgraf hatları ve gö revlilerin giysileri yepyeni, pırıl pırıldı. Bayraklar dalgalanarak bu uygarlık zaferini alkışlıyorlardı. Yol ve istasyonlar törenle hizmete açıldı. | 175
Bazılarını şaşırtan bu hızın sırrı, sevgi ve bilgiydi. 212 Üçüncü Bölüm
ANKARA İstiklal Mahkemesi şapka vesile edilerek halkı is yana kışkırtma olaylarına bakmak üzere 24 Kasım akşamı ilkönce Kayseri'ye gitmek üzere yola çıktı. İstiklal Mahkemesi yoldayken ve şapkayı bahane eden ayaklan ma olayları sürerken, Meclis'te bir kanun tasarısının görüşmelerine başlanacaktı: Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun! Ortaçağ kalıntıları direnirken, Türkiye Büyük Millet Meclisi fes konusunu sonsuza kadar tarihe gömmeye hazırlanıyordu. 25 Kasım günü ilk oturum saat 14.10'da açıldı. Kısa süren gö rüşmelerden sonra Konya milletvekili Refik Koraltan ve arkadaşla rının önerdikleri kanun tasarısına sıra geldi. Refik Bey tasarının öncelikle görüşülmesini önerdi. Kabul edildi. Adalet ve içişleri Komisyonlarının raporları okundu. İki komis yon da zaten halkın büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiş olan şapkanın kabulünü olumlu buluyordu. Büyük Taarruz sırasında 1. Ordu Komutanı olan Nurettin Paşa askerlikten ayrılarak Bursa'dan bağımsız adaylığını koymuş ve ka zanarak Meclis'e gelmişti. Başında hâlâ kalpak vardı. Eğer o bu ko nuda söz almasa tasarı hızla kanunlaşacaktı. Meclis hazırdı. Nurettin Paşa söz aldı, yazılı bir önergesi olduğunu ileri süre rek okunmasını istedi. Başkan okuttu. Nurettin Paşa 'şapka tasarı sının' anayasaya, kişisel haklara, Cumhuriyete aykırı olduğunu ileri sürüyor, reddini istiyordu. Meclis büyük tepki gösterdi. Ardarda birçok milletvekili söz aldı. Nurettin Paşanın yakla şımını şiddetle eleştirdiler. Nurettin Paşa'nın anlayışının uzantıları bu sırada Rize'de eşkıya ile birlikte hükümet kuvvetleri ile çatışı yorlardı. Halkın şapka giymesi zorunlu değildi. Nitekim isteyen kasket, bere, kep giyebilecekti. Yasaklanan festi. Sarığı da resmi din görev lileri takabileceklerdi. Simitçinin, faizcinin, at cambazının, dilenci nin sarık sarması laubaliliği sona ermişti. Bu bütün din görevlilerini çok memnun eden bir karar olmuştu. Bütün din görevlileri Diyanet işleri kadrosuna alınarak hepsi devlet memuru güvencesine kavuş muş, halkın yardımıyla yaşamaktan, kısacası sadaka toplamaktan kurtulmuşlardı. Uzun yıllar bunun kadrini bildiler. 1753
176
Üçüncü Bölüm 213
II
Nurettin Paşa'dan başka tasarıya karşı çıkan olmadı. Şapka Gi yilmesi Hakkındaki Kanun kabul edildi. Kanuna göre milletvekilleri de bu kanuna uymak zorundaydılar. Nurettin Paşa kalpağını evde bırakacaktı. 177
27 KASIMDA da Maraş'ta şapka bahane edilerek olay çıka rıldı. 27 kişi tutuklandı. Bu sayıya sonra 32 kişi daha eklenecekti. Aralarında ünlü 31 Mart gericilik olayına karışmış olanlar da vardı. I Bazıları hapisaneyi basıp mahkûmları serbest bırakma girişiminde bulunmuşlardı. Bu olayı Giresun olayı izledi. Burada da 60 kişi tu tuklandı. Hepsine Ankara İstiklal Mahkemesi bakacaktı. AFET Eğitim Bakanlığının verdiği izin ve Gazi'nin desteği ile Lozan a gelmişti. Az çok bildiği Fransızcayla kalacağı yatılı okulu buldu. Bu Rochemont adında, yalnız yabancı kız öğrencilerin alındığı özel bir okuldu. Sabahları dil ve dille ilgili dersler görülüyor, Öğle den sonralarını piyano, biçki-dikiş, sanat, sanat tarihi, spor çalış maları dolduruyordu. Geceleri de zaman zaman tiyatroya, baleye, sinemaya gidiyorlardı. Eğitimin ağırlığı, sanat çalışmalarının çokluğu, sosyal etkin-' likler Afet'i şaşırttı. Gördüğü eğitimle buradaki eğitim arasında ne kadar büyük fark vardı. Türkiye bugün Avrupa ile eşit halde olsa, aradaki eğitim farkı yüzünden yine hızla geri kalır diye düşündü. Batı yürümüyor, ko şuyordu. Türkiye'de bir grup insan ise şapkayı bahane ederek ayak lanıyordu. 178
DOĞU reform raporu, ilgili bütün makamlarca dikkatle ince lenip tartışılmıştı. Öbür iller biliniyordu. Ama Dersim bir kapalı kutuydu. Deneyli bir yöneticinin Dersime yollanması, sorunu ye rinde incelemesi ve doğru bilgiler edinmesi kararlaştırıldı. Bunun için Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey seçildi. Diyarbakır Valiliğine geniş genel kültürü olan Cemal Bardakçı atanmıştı. Onun da Dersim ve Dersimliler konusuyla yakından il gilenmesi istendi. 214 Üçüncü Bölüm
Hükümet elli binden fazla, yurttaşın yaşadığı Dersim konusunu çok önemsiyordu. Dersimlileri ağalık/beylik düzeninin şartların dan, yoksulluktan kurtarmak, özgürlüğe kavuşturmak Cumhuriye tin boynuna borçtu. Ayrıca bir devlette başına buyruk, halkı silahlı bir bölgenin yer alması da düşünülemezdi. Silahsızlandırılması da gerekiyordu. 1784
30 KASIM 1925 Pazartesi günü Meclis'te görüşmeler başlaya caktı. Ziller çalınıyordu. Milletvekilleri salona girmeye başladılar. Meclis Başkanı Kâzım Özalp Paşa, frak giymiş olarak, elinde silindir şapka başkanlık kürsüsüne geldi. Şapkayı kürsünün sol ya nına koydu. Yerine oturdu. Saat 14.20'ydi. Salon doluyordu. Başkan oturumu açmadan bir alkıştır koptu. Önündeki notlara bakan Ahmet Ağaoğlu "Ne oluyor?" diye söylendi. Yanındaki arka daşı, "Karşıya bak" dedi. Baktı. O da alkışa katıldı. Başkanlık kürsüsünün arkasındaki duvara bir levha asılmıştı: "Hâkimiyet milletindir" Bu güzel levha Gazi'nin Türkiye'ye mal olmuş büyük idealinin bir özetiydi. Türkiye'nin bu konudaki kararlılığını da belirtiyordu. 179
BAKIRKÖY'de İstanbul caddesinde Öğretmenler Birliği lokali açılmıştı. Bu gelişim yalnız öğretmenleri değil, Bakırköylüleri de sevindirdi. Çünkü gecikmeden halka açık konferanslar, konserler başladı. Birçok il ve ilçede, bazı büyük nahiyelerde konferanslar, kurslar dü zenleniyor, Halk Dershaneleri sayıca gelişerek sürüyordu.. Bakırköy kaç-göçün en çabuk tarihe karıştığı yerlerden biriydi. Birçok ailelerde kaç-göç kalkalı zaten yıllar olmuştu. Konferanslara ailece geleceklerdi. Bu uygar, güzel hava, tutucu aileleri de yavaş yavaş yumuşatıp çağa açacaktı. İlk konferansı Taş Mektep'in müdürü verdi. Konu Türk tari hiydi. İkinci konferansı Nezihe Muhittin Hanım verdi. Dinleyici ler salona sığmadılar. Üçüncü etkinlik bir konser olacaktı. Eski adı Üçüncü Bölüm 215
I
İttihad-ı Osmani olan özel okulun müzik öğretmeni Afife Hanım Napoliten şarkılar söyleyecekti. {Daha sonra Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Halit Fahri Ozansoy, Şükûfe Nihal gibi yeni şairlerin katılacağı bir şiir günü düzenlemek istiyorlardı. ÇANKAYA'daki küçük okulda okuyan kızların bilgilerini yok layan Gazi, iyi yetişmediklerini görmüş, Rüsuhi Bey'i bunun nede nini öğrenmekle görevlendirmişti. Gazi çalışırken Rüsuhi Bey ile Genel Sekreter Tevfik Bey gel diler. "Evet?" Rüsuhi Bey bilgi sundu: "Öğrencilerin çoğu hatırlı kimselerin çocukları. Öğretmen bu yüzden öğrencileri sıkmıyor, ders yapmak yerine daha çok oyun oynatıyormuş" \ Gazi Tevfik Bey'e, "İlgililerle konuş." dedi, "..bu dalkavuk öğ retmeni oradan alsınlar. Hatır gönül dinlemeden öğretmenliğin ge reğini yapacak birini yollasınlar." "Peki efendim." "Tevfik Bey, gücendirmeden Madam Baver'in de memleketine dönmesini sağlayın. Kadın burasını saray sandı. Burası, milletinin verdiği görevi yapan bir adamın evidir" "Anladım efendim."
ARALIK ayı başında Ziya Hurşit, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf Ankara'ya geldiler. Ziya Hurşit kapanan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin misafirhanesinde kaldı, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf bir otelde. Meclis'i, Meclis ile Çankaya Köşkü arasındaki yolu inceledi ler. Eskişehir milletvekili Arif Bey'in (Ayıcı) evi bu yol üzerindeydi. Evinde görüştüler. Şükrü Bey Çankaya yolu üzerinde iyi bir pusu yeri bulduğundan söz ediyordu. Bir terslik oldu. Şükrü Bey akşam içkiliyken Sabit Bey'e (Sağıroğlu) birtakım sözler etmiş. Sabit Bey bu sarhoş sohbetinden Gazi'ye suikast yapı lacağını anlamış. Tartışmışlar. 216 Üçüncü Bölüm
Sabit Bey sabah erkenden Rauf Bey'e bu bilgiyi yetiştirdi. Rauf Bey ilk olarak Ziya Hurşit'in ağabeyi Ordu milletvekili Faik Bey'i (Günday) uyandırdı. "Sen uyuyorsun, felaket var! Senin kardeşin ile Şükrü Bey sui kast tertip etti. Bugün yapacaklarmış. Sabit Bey haber verdi. Bunun önüne geçeceksin!" Faik Bey Şükrü Beyle konuştu. Şükrü Bey, "Yok yahu." dedi, "..Sabit Bey'in kuruntusu. Söz konusu bile değil." Bu kadarla kalma dı, yemin de etti. Şükrü Beyin yemini Faik Bey'in kuşkusunu geçirmemişti. Çok huzursuzdu. Ziya Hurşit'e "Çabuk İstanbul'a dön" dedi. Ziya Hurşit ağabeyine karşı çıkamadı. Laz İsmail ve Gürcü Yusuf'la birlikte, Gazi Paşa'yı öldüremeden İstanbul'a döndü. Şükrü Bey'in boşbo ğazlığı yüzünden bir fırsat kaçmıştı. Şükrü Bey Rauf Bey ile yöneticilere de ciddi bir şey olmadığını, olayın Sabit Bey'in kuruntusundan ibaret olduğunu kesin bir dille söyleyip yine yemin etti. Oysa Sabit Bey iddiasında ısrar ediyordu. Faik Bey de suikast yapacaklarına inanmıştı. Rauf Bey ve yönetici durumundakiler, buna rağmen bu olayı kurcalamadı, hükümete haber vermedi, kim seyi uyarmadılar. Nedense hiç olmamış saymayı tercih ettiler. Bunun bedelini ağır ödeyeceklerdi. 180
16 ARALIKTA Milletler Cemiyeti Konseyinden korkulan ha ber geldi: Konsey, geçici olarak saptanmış olan Brüksel hattını, Türkiye-Irak sürekli sınırı olarak kabul etmişti (bugünkü sınır). Bu karar kesindi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ile Milli Savunma Bakanı toplandılar. Çok üzgündüler. Ka rar metni incelendi. Üç kişilik kurul da, Milletler Cemiyeti Konseyi de, İngilizlerin etkisi ve yönlendirmesi doğrultusunda hareket et miş ve karar vermişlerdi. Şeyh Sait isyanı da bu konuda İngilizlere yardımcı olmuş, bir vatan parçası elden gitmişti. "Ah!"
t
Uzun bir sessizlikten sonra Gazi durumu değerlendirdik Üçüncü Bölüm 217
"Bu haksız kararı kabul etmeyiz. Orduyu yürütür ve Musuı a gireriz. Bu zor bir şey değil. Bunun ayrıntılı planları da hazır. Değil mi paşam?" Fevzi Paşa başını sallayarak Gazi'yi onayladı. "Ama Musul'un güneyinde İngiltere'ye karşı bir savaş cephesi açmış oluruz. Bu savaşı ne kadar sürdürebiliriz? Ana sorun bu. Ay rıca Milletler Cemiyeti'ni de karşımıza almış olacağız. İngiltere'nin, bizi iki ateş arasında bırakmak için Mussolini'yi kışkırtarak, Ege'de ve Güneybatı Anadolu'da başımıza yeni bir sorun açtırması da uzak bir olasılık değil. Bu olasılığı da dikkate almak zorundayız." * 180
Fevzi Paşa, sıkıntı içinde, "Doğru" dedi. "..Yunanistan'la da nüfus değişimi konusunda hâlâ türlü an laşmazlıklar içindeyiz. Gerginlik sürüyor. İngiltere, uydusu olan Yunanistan'ı da kullanabilir. Olasılıklar bunlar. Ya da Efendiler, Milletler Cemiyeti'nin bu haksız kararını kabul ederek barışı seçer, memleketimizi imar etmeye, güçlendirmeye devam ederiz." Hepsinin başı önüne düştü. Savaş sanayii kurulmuş olsaydı ya da paraları yetseydi de uzun ca sürecek bir savaşa yetecek kadar silah ve cephane stok edebilse lerdi, bu haklı savaşı göze alabilirlerdi. Ne savaş sanayileri vardı, ne uzun sürecek bir savaşa yetecek kadar stokları. Hava kuvvetleri de henüz güçlü değildi. Bu durumda savaşa girmek sonu karanlık bir \ macera olurdu. Yenilirlerse Lozan'da saptanan sınırlar bile tehlike ye girerdi. Cumhuriyeti kuranlar arasında maceracı, kumarcı yoktu. Hiçbir zaman duygularına, kişisel görüşlerine, heveslerine, hırsları na kapılmamış, vatanı bu sayede esenliğe çıkarmışlardı. Konu Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'nda da derin bir acı içinde görüşüldü. Sonuçta Gazi, "Barışı seçersek.." dedi, "..Musul'u İngilizlere değil, kardeşTraklılara bıra kacağımızı düşünerek teselli bulabiliriz."
l80b
Bakanlar Kurulu, sonra da Meclis, barışı seçti. fe , H A M D U L L A H SUPHİ BEY bir süredir hastaydı* Bu önemli
görevi yürütemeyeceğini söyleyerek bakanlıktan istifa etti. Yorgun luktan sinirlerinin zayıf düştüğü söyleniyordu. 218 Üçüncü Bölüm
Gazi ve İsmet Paşa, yerine getirilecek bakanı çok düşündüler. Vasıf Çınar Prag'a elçi olarak gönderilmişti. Eğitim büyük hamle, geniş görüş, enerjik bir bakan istiyordu. Sonunda M. Necati Bey'i seçtiler. Başarı lı bir bakan olacağını biliyorlardı. Necati Bey başarıyı aşacak, tarihe efsane bir bakan olarak geçecekti. Kutlayıcıları kabul etmeden önce Müste şardan eğitimle ilgili sayıları istedi. İnceledi. Alnı ter içinde kaldı. Yoklukları yenmesi ge rekecekti. Bu çetin işi idealist, bilgili, ytırtsever eğitimciler ve öğretmenlerle başarabilirdi. Birkaç ilkesini Müsteşar Nafi Atuf Bey'e (KanMustafa Necati Bey su) söyledi: "Hiçbir öğretmenin isteği olmadan yeri değiştirilmeyecek. Bakanlığa gelen öğretmenler, yöneticilerle sıra beklemeden görüşebilecek. Her yeni atanan öğretmen bana bil dirilecek. Kendisine başarı dileyen mektup yollamak istiyorum. Öğretmenlerin şikâyetlerinden haberli olacağım. Başka düşünce lerim de var. Müfettişlere, öğretmenlere geliştirme kursları aça lım. Bir meslek dergisi çıkaralım. Böylece bilenlerin bilgilerini bütün öğretmenlere yayalım. Halk dershanelerini çoğaltmanın yollarını arayalım." 181
EĞİTİMLE ilgili üçüncü Bilim Kurulunun toplanmasına ön ceden karar verilmişti. Eğitim Bakanlığı bunun hazırlığı içindeydi. Cumhuriyet eğitiminin önemli sorunları vardı. Kurul 26 Aralık 1925 sabahı Eğitim Bakanlığında toplandı. Yeni Bakan toplantıyı açtı. En önemli karar, eğitim ilkeleri, ders program ve yöntemleriyle ilgilenmek üzere deneyli eğitimcilerden oluşacak bir Milli Talim ve Terbiye Dairesinin (öğrenim ve eğitim dairesinin) kurulmasıydı. Ortaöğretim için de hızla öğretmen yetiştirmek gerekiyordu. Okul için arsa vardı ama plan ve ödenek sorunu daha çözülmemişti. M; Necati Bey'in demir kapıları zorlaması gerekecekti. Bakan öğle yemeğini kurul üyeleriyle yedi. En kısa zamanda yurt gerçeklerine uygun bir eğitim programı hazırlamak gerektiği182
Üçüncü Bölüm 219
ni kabul etti. Anadolu'dan gelen okul müdürleri ile sohbet ettikten sonra, izin isteyip Meclis'e gitti. Meclis gündeminde bugün önemli iki tasarı vardı. Meclis saat 14.30'da açıldı. Bazı işlemlerden sonra gündemde ki ilk tasarıya sıra geldi. Tasarı günün, milletlerarası saat sistemiyle uyumlu olarak yirmi dörde bölünmesi hakkındaydı. Günün başlan gıcı gece yarısı olacaktı. İkinci bir tasarı da milletlerarası takvimin kabulü hakkınday dı. - Jf | I İki tasarı da kabul edildi. Osmanlıda saat ve takvim bambaş kaydı. Bu iki kanunla Batı Dünyası ile Türkiye arasında saat ve tak vim farkı kalmadı. M. Necati Bey Meclis'ten çıkar çıkmaz karşıdaki otelin (An kara Palas) inşaatına yöneldi. Mimar Kemalettin Bey'i şantiyede çalışırken buldu. Kemalettin Bey milli Türk mimarisi akımının öncülerindendi. Ona dedi ki: "Bakanlığın elinde uygun, büyük bir arsa var. Gerektikçe yeni yeni birimlerin de yer alabileceği, senin öncülük ettiğin stilde geniş bir okul binası yaptırmak istiyorum. Planı sen çizeceksin." Kemalettin Bey galiba itiraz edecekti, çok yorgundu, Bakan dinlemedi: "Hem de çok çabuk. Plan biter bitmez para peşine düşeceğim. Binanın çok çabuk hizmete girmesi gerek. Öğretmene çok ihtiya cımız var." Hayallerini, gerekleri anlattı. Mimarı iki yanağından öpüp ay rıldı. Kemalettin Bey'in daha bu gece bu plana başlayacağını adı gibi biliyordu. 183
184
185
•
0
00
.IKI GUN sonra Yüksek Askeri Şûra toplandı. Cumhurbaşkanı askeri törenle karşılandı. Şûra toplantısını or duyu öven bir konuşmayla açtı. Bîr süre sonra şûra üyelerini yüklü gündemle baş başa bırakarak ayrıldı. Askeri Şûra savaş sanayiini görüşürken, Eğitim Bakanlığındaki Bilim Kurulu eğitim için gerekli ilke kararlarını saptıyor, Adalet Ba kanlığı Medeni Kanunla ilgili son çalışmaları yapıyordu. 1926 yılına böyle girildi. 220 Üçüncü Bölüm
Yıl: 1926 1 Ocak 1926-31 Aralık 1 9 2 6
186
İSTİHBARAT örgütü, Milli Emniyet Hizmetleri Başkanlığı adıyla 6 Ocak 1926 günü, Fevzi Paşa'nın çok gizli bir genelgesi ile kuruldu. Merkezi Ankara'da, Hacıbayram Camisi yakınında küçük bir binaydı. İlk olarak İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars'ta şu beler açılmıştı. Örgütte Ankara'da eğitilmiş, yurtdışında kurs gör müş kimseler bulunuyordu. Başkanlığa Şükn \li Bey (Ögel) getirildi. Bu yıl kuruluş yıiı olarak kabul edildi. Örgütün oturması için daha bir yıla ihtiyacı vardı. 187
BAYINDIRLIK BAKANI Süleyman Sırrı Bey'in ölümü üzerine Bayındırlık Bakanlığına Behiç Erkin atandı. O da Devlet Demiryol ları Genel Müdürlüğüne Yüksek Mühendis Vasfi Tuna'yı getirdi: "Sıra sende. Şimdi sen yirmi dört saat demiryollarını düşüne ceksin! Sıkıştıkça bana gelebilirsin. Gazi Çiftliği istasyon binası bit mek üzere. İlgilen." M. NECATİ BEY neşe içindeydi. Mimar Kemalettin Bey planı bitirip getirmişti. Çok güzel olmuştu. Sarılıp öptü. Bugün iki Baka nı ziyaret edecekti. Telefonla ikisinden de randevu aldı. Önce Maliye Bakanına gitti. Hoşbeşten sonra yanında getirdiği planı masaya açtı. Kendine saray yaptırıyor gibi sevinç içindeydi. Bilgi verdi. Arsanın hazır olduğunu, binayı ortaöğretim öğretmen okulu olarak hızla hizmete sokmak istediğini söyledi. Şiddetle ih tiyaç vardı. Kemalettin Bey'in yaptığı kabaca hesaba dayanarak ya pım için ek ödenek istedi. Maliye Bakanı Hasan Saka'nm bütçe dışı, sürpriz ödeneklere evet demesine imkân yoktu. Devlet kuruş hesabıyla yönetiliyordu. MİNecati Bey'in isteğini reddetti. M. Necati Bey dedi ki: Üçüncü Bölüm 221
"Ben Eğitim Bakanıyım. Görevim okul açmaktır. Açamazsam ayrılırım, yapabilen gelir. Siz Maliye Bakanısınız. Göreviniz para bulmaktır. Bulamazsanız siz ayrılırsınız, bulabilen gelir." Bu söz Hasan Saka'nın yüreğine işledi. Tartıştılar. Hasan Saka sıkı, zorlu, inatçı, dehşetli bir pazarlıktan sonra pes etti, "Peki be birader." dedi, "..bir çare arayacağım." Sözünü tutacaktı. M. Necati Bey Maliyeden çıkıp İçişleri Bakanı Cemil Bey'i zi yarete geldi. Gelir gelmez konuya girdi: "Sayın Bakanım, biliyorsunuz ilkokul öğretmenlerinin aylıkla rı yerel yönetimler tarafından ödenir. İçel'deki öğretmenler uzun süre aylıklarını alamamışlar. Öğretmenler Birliği Başkanı durumu bana telle duyurdu. Ben de Valiye tel çektim, aylıkların ödenmesini, yoksa bütün ilkokul öğretmenlerini, aylıklarını ödeyebilecek yerle re atayacağımı bildirdim. Ertesi gün Validen ve Başkandan iki tel aldım. Aylıklar ödenmiş." Cemil Bey sözün nereye varacağını kestiremeden dinliyordu. Sorun çözülmüştü işte. Necati Bey devam etti: "Bu Vali öğretmenlerin aylıklarını ödeyebiliyorsa, neden aylar ca geciktirmiş? Ödeyecek durumu yok idiyse nasıl bir günde ödeyebildi?" Bir an durup son sözünü söyledi: "Öğretmene ve eğitime saygı ve ilgi duymayan bir Vali ile ça lışamam. Onu Vali olarak kabul edemem. Gereğini yapmanızı rica ederim." Cemil Bey Valiyi merkeze aldı. Haber şimşek hızıyla yayıldı. Para varsa, hiçbir yönetici öğret men aylıklarını geciktirmeyecekti. 1873
MÜLKİYE MÜFETTİŞİ Hamdi Bey Dersimi gezmiş, ilgili-bilgili kimselerle konuşmuş, bir rapor hazırlamıştı. 2 Şubat 1926'da İçişleri Bakanına teslim etti. Rapor Başbakana, Genelkurmay Başkanına ve Cumhurbaş kanına sunuldu. Durum Hamdi Bey'i tedirgin etmiş görünüyordu. Özetle şöyle yazıyordu: "Halk silahlıdır. Silahlarını teslim etmemiş, gizlemiştir. Dersim halkı cehaletin, geçim darlığının, yabancı propagandanın, irticanın 222 Üçüncü Bölüm
etkisi altındadır. Aşiret reisinin, şeyhin, beyin ve ağanın tutsağı ve oyuncağıdır. Eşkıyalık bunların teşvikiyle yapılmaktadır. Reformu daha fazla geciktirmek doğru olmaz... Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkûreleşiyor, tehlike büyüyor." ••
•
Önerileri 8 maddede toplanıyordu, ilki silahlan toplamak, ikin cisi reis, şeyh gibi mütegallibeyi uzak illere nakil ve iskân etmekti. Öteki öneriler, reislerin, şeyhlerin etkisinden kurtulacak halkı uy garlığa ve birliğe kazanmayı amaçlıyordu: Yol, toprak dağıtma, kre di verme, madenleri işletme, okullar açma, idealist öğretmenler ve yöneticiler yollama, halka Türklük duygusu ve eğitimi verme. Diyarbakır, sonra Elazığ Valisi Cemal Bardakçı da Dersim ko nusu ile ilgilenmiş, Dersim'i gezmişti. Diyordu ki: "Dersim gezimde Türkçe bilmeyene rastlamadım... Üç-beş kişi bir yana bırakılırsa ağalar ve reisler de dahil, bütün Dersindi ler müthiş bir fakr-ü zaruret içinde çırpınmaktadır. Soygunların ve yağmaların nedeni, yaşamak duygusu ve kaygısıdır" Bu soygunlar ve yağmalar, Dersim çevresindeki bütün yerleşim yerlerinde korkuya yol açıyordu. Birçok insan canını, malını koru mak için köyünü, nahiyesini bırakıp uzaklara gidiyordu. xYirminci yüzyılda yaşayan bir toplumda soygun ve yağma yoluyla geçim sağ lamaya göz yumulabilir miydi? Vali bu sorunun yanıtı olarak şöyle yazmaktaydı: "Bir-iki tümen ile Dersimi silahtan arındırmak mümkündür... (Ama) Fikrimce Dersimi askeri hareket yapmadan da silahsızlan dırmak mümkündür. Bunun için hükümete güvensizliği gidermek, hükümetin niyet ve amacının hayırlı olduğuna kendilerini ikna et mek lazımdır... Tümü halis Türk olan Dersimlileri Cumhuriyet hü kümetine sadık hale getirmek için beş aylık bir çalışma kâfidir." İki farklı rapor, hükümeti tereddüte düşürdü. Osmanlı döne minde denenen Umumi Müfettişlikler, asayiş ve iller arası eşgüdüm bakımından yararlı olmuşlardı. Reform raporunda bu konu bir çö züm olarak ileri sürülmekteydi. Bu öneri benimsendi. Umumi Mü fettişlikler kurulması için çalışmalara başlandı. 187b
187c
Sorunların,
Umumi
Müfettişliğin öncülüğünde çözüleceği
ümit ediliyordu. Üçüncü Bölüm 223
DİYARBAKIR VALİSİ Cemal Bardakçı Bektaşi idi. Dolayısıyla Alevi sayılırdı. Dersimli Aleviierle kolay ilişki kurabilmişti. Çok zor bir şeyi başarmış, Dersimlilerin en etkili seyit ve reislerinden biri olan Seyit Rıza Efendiyi konuşmaya ikna edebilmişti. Seyit Rıza Efendi çok kuşkucu, vehimli, devlet görevlilerinden daima uzak du ran biriydi. Hozat'ın bir köyünde buluştular. Vali yumuşak bir dille Cumhuriyetin amaçlarını açıkladı. Hükümetin yollar, okullar, sağlık ocakları yaparak Dersim'i uygarlığa açmak istediğini anlattı. Kim senin inancına dokulmayacaktı. Vali Gazi Paşa'nın elçisi gibiydi, ke sin, rahat, güven verici konuşuyordu. Seyit Rıza da dinliyordu. Ertesi gün 3. Ordu Komutanı İzzettin Çalışlar da Hozat'a geldi. Çalışlar Gazi'nin Çanakkale'de Kurmay Başkanlığını yapmış, Milli Mücadele'ye başından katılmış, çok güvendiği, yakın bir silah arka daşıydı. Seyit Rıza Efendi huylandı. Ama Cemal Bardakçı, tabanca sını verip, "Size bir yan bakan olursa bu tabancayla beni vurunuz" dedi. Seyit Rıza Efendi kaçmadı, Komutanla görüşmeye razı oldu. Hozat a birlikte geldiler Hükümet konağ Jf| önünde askeri bir birlik tarafından selam landılar. Komutan, 'Vali Cemal Bey'in Elazığ'a atanacağını, Dersime daha yakın olacağını' açıkladı. Sonra şöyle dedi: "Mustafa Kemal Paşa beni bütün aşiretleri selamlamakla gö revlendirdi." Dersim için neler yapılacağını anlattı. Af da çıkarılacaktı. * Seyit Rıza Efendi dinledi. Komutanın Dersimlileri memnun ede ceğini sanarak açıkladığı atılımlar, yollar, okullar, sağlık ocakları, karakollar, evler, köprüler Seyit Rıza Efendi'yi huzursuz etti. 187
1
Devlet Dersime yerleşiyordu! ÇANKAYA'daki küçük okula yeni bir öğretmen atanmıştı. Ça lışkan, ciddi, öğrencilerini yetiştirmek için çabalayan gerçek bir öğ retmendi. * Sabiha, Rukiye ve Zehra yine ödevlerini yapmamışlardı. Üste lik öğretmene kafa tutuyorlardı. Üçüne de bağırmaya başladı: "Susunuz! Hem tembel hem şımarıksınız. Kimin nesi olursanız olun, tembelliğe, şımarıklığa, hele küstahlığa hakkınız yok. Şimdi okulu terk edin. Bir daha da buraya ayak basmayın!" 224 Üçüncü Bölüm
Zehra, "Sizi Gazi Paşa'ya şikâyet edeceğiz!" dedi. ö ğ r e t m e n kıpkırmızı kesildi. Kapıyı gösterdi: "Çıkıııııuıın!" Kızlar çantalarını toplayıp sınıftan çıktılar, öfkeden gözlerin den yaş iniyordu. "Her şeyi Gazi Paşa'ya anlatalım." "Bizi azarlamak, kovmak ne demekmiş anlasın." "Eski öğretmen ne iyiydi. Hep oyun oynatırdı" Koşa koşa köşke geldiler. Gazi'yi buldular. "Ne oldu? Anlatın bakayım" İçlerini çeke çeke anlattılar: "Eski öğretmenimiz çok iyiydi." "Bu her gün ev ödevi veriyor." "Her gün sınav yapıyor" "Bilemezsek azarlayıp duruyor." "Tembeller diyor." "Şımarıklar diyor" "Bu yoksul millete kaça mal olduğunuzu biliyor musunuz di yor" "İyi davransın diye sizin kızınız olduğumuzu söyledik." "Aldırmadı bile." | Çok gücümüze gitti. "Biz de kızdık, ev ödevimizi yapmadık, bundan sonra da yap mayacağımızı söyledik." Sabiha elinin tersi ile gözyaşlarını sildi: "Üçümüzü de sınıftan kovdu." "Bir daha gelmeyin dedi" Gazi, "Bitti mi?" diye sordu. Bitti. Ayağa kalktı: "Çok kötü bir şey yapmışsınız çocuklar. Savaştı, işgaldi, iyi bi eğitim görmediniz, ö ğ r e t m e n eksiklerinizi tamamlamaya çahşıyoı Daha ne istiyorsunuz? ö ğ r e t m e n e karşı gelmek ne demek? Öğret menlikten daha yüksek bir mevki mi var sanıyorsunuz?" Kızlar Gaziyi herkesten yüksek sanıyorlardı. Çok bozuldular.
"Rüsuhi Bey!" f ''Buyrun efendim." Üçüncü Bölüm 22?
"Al bunları, hemen şimdi okula götür, öğretmenin elini öpüp af dilesinler. Mesleğinin gereğini yaptığı için de kendisine çok te şekkür ettiğimi söyle. Bize böyle gerçek öğretmenler gerek. Haydi okula!" § Kızlar süklüm püklüm okulun yolunu tuttular. Demek öğret men Gazi Paşa'dan da daha yüksekti h a ! 187e
I ŞUBAT 1926 günü Gazi Çiftliği istasyon binasının açılışı ya-J pildi. Güzel bir istasyon olmuştu. Binanın cephesi yer yer çinilerle süslüydü. Ahşaptan geniş saçakları vardı. Yabancı yapımı istasyon ların hiçbirine benzemiyordu. Bir Tiirk mimarının eseri olduğu bel liydi. DDY'nin yaptığı ilk orta büyüklükteki istasyon binasıydı. Açılış törenine Gazi, Başbakan, Bakanlar, demiryolcular ka tıldılar. Gazi bu zarif istasyonu çok beğenmişti. Ulaştırma Bakanı Behiç Erkin'e, DDY yeni Genel Müdürüne ve mimara çok teşekkür etti. Çok sevmişti burasını. İstasyonun üst katında dostlarına za man zaman yemek verecekti. 187f
SİİRT Milletvekili Mahmut Bey İstanbul'a sık sık gidip gelerek hazırlık yapıyordu. Mahmut Bey Cumhuriyetçi, milli egemenlikçi, çağdaşlaşmayı savunan bir gazete çıkarmak amacındaydı. Başyaza rı kendisi olacaktı. II Şubat 1926 günü Milliyet gazetesinin ilk sayısı çıktı. Gazetenin verdiği siyasi haberler arasında Dr. Adnan Bey'in milletvekilliğinden istifa ettiği yer alıyordu. Türlü alaycı yorumlara yol açtı bu istifa. Halide Hanım'ın yanında çok silik kaldığı için bu şakalar hep yapılırdı. Halide Hanım Milli Mücadele'yi besleyen büyük idealleri unutmuş, tutucu, hatta biraz gerici olmuş görünüyordu. Ankara ile ilgili her şeye kızıyor, Gazi'yi çekiştiriyordu. Tramvaylarda kadın ye erkek bölümleri arasında bir kaç-göç perdesi bulunurdu. Bu il kel perdenin kaldırılmasına bile öfkelenmişti. "Ankara ne karışıyor İstanbul'a?' demişti. Kısacası sinirleri bozuktu. Yer ve hava değişik liği iyi gelebilirdi. Dr. Adnan Bey'le Avrupa'ya gittiler. 1878
1
Avrupa'ya gittikleri hakkındaki haberi de ilkönce Milliyet ga zetesi verdi. 188
226 Üçüncü Bölüm
M. NECATİ BEY Teftiş Kurulu Başkanına gelmesini rica etti. Başkanı her zamanki efece saygısıyla karşıladı. Oturttu. "Size bir düşüncemi söylemek istiyorum." "Buyrun efendim." "Müfettişler öğretmenleri, okulları teftiş ediyorlar. Yanlışları, eksikleri bulup rapor yazıyorlar. Bu yöntem bütünüyle yanlış bir yöntem. Müfettiş deneyli, bilgili öğretmenler arasından seçiliyor. Onun bir görevi de öğretmenlere, okul yönetimlerine yardımcı olmak, yol göstermek, akıl vermek olmalı. Sırf kusur aramak için teftiş olmaz. Kabul etmem. Gittiklere yerlere korku değil, sevgi, bil gi, yardım götürsünler. Konferans versinler. Kurs açsınlar. Deneme dersleri yapsınlar. Tartışmalı toplantılar düzenlesinler. Bir öğretme ni bile kaybetmek istemiyorum. Her türlü yolla bu anlayışı yayınız. Amaç kusur bulmak değil, kusuru gidermek. Anlatabildim mi?" "Evet efendim." "Öyleyse hemen gereğini yapınız. Hemen!" MECLİS devrim günlerine özgü bir hareketlilik, canlılık ve neşe içindeydi. Başkan Kâzım Özalp yerini aldı. Saat 14.28'di. Dışarda kar ta neleri uçuşmaya başlamıştı. Kısa süren işlemlerden sonra sıra Medeni Kanun tasarısına geldi. Salon dolmuştu. Başkan ilk sözü Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey'e verdi. Onu ilgili komisyonun sözcüsü izledi. Son olarak iki milletvekili söz alarak bu büyük devrimi övdüler. Meclis, komisyonlarda ayrıntılı olarak incelenen bu tür büyük kanunların genel kurulda madde madde değil, toptan oylanmasını kabul etmişti. Başkan Medeni Kanun tasarısını bütün olarak oya sundu. "Kabul buyuranlar?" Eller havaya kalktı. Milletvekilleri "oybirliği ile" diye bağırıyorlardı. Başkan sonucu açıkladı: "Efendim, Medeni Kanun oybirliği ile kabul edilmiştir."
Şiddetli alkışlar yükseldi. Tarih 17 Şubat 1926, saat 15.20'ydi. Üçüncü Bölüm 227
Meclis Türk tarihinin en önemli kararlarından birini vermişti. Kişi, aile, miras ve eşya hukuku bütünüyle yenilenmiş, kadın birçok konuda güvenceye ve eşitliği kavuşmuştu. Bir rüya daha gerçekleşmişti. 189
KAR yüzünden Yakup Kadri Bey eve oldukça zorlukla ulaşa bildi. Kapıyı açan eşine neşe içinde, "Bugün inanamayacağın bir şey oldu Leman" diye bağırdı. Nefes nefeseydi. "Ne oldu?" "Medeni Kanunu kabul ettik." Leman Hanım kocasının boynuna atlayarak bağırdı: "Yaşayın!" Bir daha sarıldı. "Bunu kutlamadan olmaz. Mahmut Esat Beyleri çağıralım." "Bu havada kimse gelmez. Eve zorlukla ulaştım." "Sen telefon etmezsen ben ederim. Böyle bir olay kutlanmaz mı ayol! Sen çay suyunu koy. Sobaya bak. Kimi bulursam çağırıyo rum. Evde biraz börek, köfte, peynir ekmek var. Aman yarabbi, ben daha giyineceğim." "Telaş etme. Bu havada kimse dışarı çıkmaz. Baş başa kutla rız" Leman Hanım telefona sarıldı. Bir saat sonra kahramanlar peş peşe gelmeye başladılar: Mah mut Esat Bey ve eşi, Ruşen Eşref Bey ve eşi, Falih Rıfkı Bey, Yunus Nadi Bey ve eşi, Tevfik Rüştü Bey ve eşi çıkageldiler. Burunları so ğuktan havuca benzemişti. Ev sımsıcaktı. Bayıldılar. Leman Hanım herkese çay, isteyene konyak yetiştirdi. Var olan yemekleri masanın üzerine dizmişti. Koltuk ve iskemle sayısı yetmediği için bazı erkekler yere atılan minderlere oturdular. Leman Hanım sordu: "Bu Meclis bu kanunu nasıl kabul etti?" Mahmut Esat Bey güldü: "Ee, biz erkekler de gelişip o l g u u l a ş ı y o r uz." Ruşen Eşref Bey'in hanımı, "Beyler." dedi, "..farkında mısınız, sizin saltanatınız da sona erdi" Hanımlar gülüştüler. 228 Üçüncü Bölüm
BU SAATTE Trabzon'da Türk Ocağı salonu yarıya kadar dol muştu. Bu akşam Süreyya Hulusi Hanım konferans verecekti. Dinleyicilerin büyük çoğunluğunu erkekler oluşturuyordu. Bazıları bir hanımın nasıl konferans vereceğini merak ediyor, t ısıl daşarak dalga geçiyorlardı. Dinleyiciler arasında bir kenara sıkışmış birkaç da hanım vardı. Yüzleri pençe pençe kızarmıştı. Konferansçı adına heyecanlanıyorlardı. Süreyya Hulusi Hanım tam vaktinde dikkatli adımlarla kürsü ye çıktı. Uzun, koyu renk bir elbise giymişti. Sıkma başlıydı. Dinle yicileri gözleriyle taradı, ö n d e oturan erkekler uzattıkları ayakları nı toplamak zorunda kaldılar. Herkesi çok zarif bir baş hareketiyle selamladı. Hanımlardan alkış aldı. Söze, "Kardeşler!" diye başladı. Türk tarihinde kadının yerini anlatarak etkili bir giriş yap tı. Rahat, sakin, güven veren bir konuşması vardı. Fısıltılar kesil di. Dinleyici hanımlar gevşediler. Belli ki başaracaktı. Kurtuluş Savaşı'nda kadınların neler yaptıklarını çok güzel hatırlattı. Sonra yeni dönemde kadına düşen görevleri aile, iktisat ve toplum hayatı başlıkları altında ele aldı. Her üç durumda da kadının bilgili olması gerektiğine dikkati çekti. Sözlerini şöyle bitirdi: "Öğretmen beylerin bu konferansları eşleriyle birlikte şenlen dirmelerini bekliyorum. Türk kadınlarına layık oldukları saygıyı göstermelerini rica ediyorum." Kadınlar ayakta alkışladılar. 190
TATLI TATLI konuşurlarken bir klakson sesi duyuldu. Susup dikkat kesildiler. "Bu havada kim olabilir?" "Ve bu saatte?" Mahmut Esat B e y i n hanımı Gazinin gelebileceği ümidine ka pılarak, "Acaba." diye kekeledi. Yakup Kadri Bey güldü: "Hiç hayale kapılmayın. Öyle sürprizler ancak peri masalların da olur." Kapıya vuruldu. Leman Hanım kapıya bakmaya koştu. Açmadan seslendi:
S
"Kim o?" Bir hanım sesi duyuldu: Üçüncü Bölüm 229
"Tanrı misafiri" Leman Hanım merakla kapıyı açtı. Kapının çerçevesi içinde Gazi Paşa, Salih Bozok ve eşi Pakize Hanım vardı. Gülüyorlardı. Leman Hanım şaşkınlıktan donup kal mıştı. ||| "Bizi içeri davet etmeyecek misiniz?" "Aaah buyrun, affedersiniz, buyrun lütfen." Herkes koşuştu. "Mahmut Esat Bey'i evinden aramıştım. Burada toplanıldığını öğrenince kıskandım, Salih'le eşini alıp geldim. Medeni Kanunu mu kutluyorsunuz?" "Evet." Gelirken koca bir tepsi börek getirmişti. Tepsi daha sıcaktı. Soba gürül gürül yanıyordu. Mutluluk içinde Gazi'yi dinlediler: ".Adam İngilizin dokuduğu kumaştan elbiseyi giyiyor^Alman malı lokomotifin çektiği trene biniyor. Namaz vaktine ne kadar kal dığını cebindeki İsviçre malı saate bakarak kestiriyor. Odesa'dan getirtilen Rus unundan yapılma ekmek yiyor ama şapkayı giyince kâfir olacağını sanıyor. Bu karanlık, donmuş, hasta kafayı yenme miz gerek. Çünkü bir an dalsak, bu kafa devreye girer, halkı yine kendine benzetmeye, ortaçağa çekmeye kalkışır. Onun için yarımız uyusak, yarımız uyanık durmalıyız." Konudan konuya atladılar. Her sorun çözülmüş gibi huzur içindeydiler. Gazi, "İç ya da dış deliler başımıza iş açmazlarsa." dedi, "..Tür kiye dört-beş nesil sonra, çiçek gibi, misk gibi bir memleket olur. Bir haber vereyim. Ankara ve istanbul'da radyo istasyonları kurmak için görüşmeler yapıyoruz. Evimizde oturup Münir Nurettin Bey'i ya da Tosça operasını dinleyeceğiz." Peri masalı mutluluğu içindeydiler. Cumhuriyet ne yapsa beğenmeyen, bir kulp takan, sinirlenen eskiciler, bu şeytan aletini evlerine sokmamak için direneceklerdi. Ama yenilik dağları deviriyordu. Radyo bu evlere de girecek, haya ta, dünyaya açılan pencere olacaktı.
22 ŞUBATTA Erzurum Belediye Başkanı Nafiz Bey ile İl Genel Meclisi üyesi Tevfik Bey Gazi'yi ziyaret ettiler. Telgrafla gericilik 230 Üçüncü Bölüm
olayını lanetlemeyi yeterli bulmamışlardı. Gazi'ye Erzurum halkı adına bilgi ve güven vermek istiyorlardı. Gazi Erzurum'un milli değerlere bağlı, vefalı, kadirbilir halkını iyi tanır, çok severdi. Başkan ve üyeyi sevgiyle kabul etti. Erzurum temsilcileri, son gericilik olayından dolayı Erzurum luların üzüntülerini, Türk devrimine bağlı olduklarını bildirdiler. Gazi dedi ki: "Milli Mücadele olmasaydı, Doğuda, Kuzeyde, Güneyde ve Batıda düşmanları yenmeseydik, Erzurum Başkan Wilson'un çiz diği harita gereği Ermenistan'ın bir ili olacaktı. Erzurumlular bunu çok iyi bilirler. Bu nedenle Milli Mücadele'nin ve onun devamı olan Cumhuriyetin değerini, anlamını, hayati önemini çok iyi anladıkla rına inanırım, Türk devrimine bağlı olduklarına güvenirim." ŞARKIŞLA'daki bazı öğretmenler Sivrialan köylü iki gözü görmeyen birinden söz edildiğini duymuşlardı. Başka ozanla- pAf^ rın yazdığı türküleri çalıp söylüyordu ama sazında, söyleyişinde bir başkalık olduğu ileri sürülüyordu. Adı Veysel'di. ^Kendine ne âşık diyordu, ne ozan. Al çakgönüllü bir Anadolu insanıydı. Zorlukla ikna edip bir akşam Şarkışla'ya getirdiler. Veysel Öğretmenler Birliği lokalinde toplanan öğretmenlere ve meraklı halka çalıp söyledi. Anadolu'nun acısı sinmiş bir sesi, her türlü gösteriden uzak, yalın bir söyleyişi ve çalışı vardı. Herkes can kulağı ile dinledi. Çok beğendiler. Bu yamalı elbiseli, uydurma şapkalı insan, bir zaman sonra Cumhuriyetin ünlü ozanı Âşık Veysel olacaktı. * 191
KÖŞKTE yemekten önce Gazi, ara sıra, bilardo meraklıları ile bilardo oynardı. Bu akşam İsmet Paşa ile konuşa konuşa, dura dura oynuyorlardı. Seyirciler Kâzım Özalp, Recep Peker, Dr. Refik ve Dr. Tevfik Rüştü Beylerdi. Üçüncü Bölüm 231
Gazi, "Necati Bey'i Eğitim Bakanı yapmakla çok iyi ettiğimiz ınlaşılıyor.." dedi, "..Her yandan övgü yağıyor." "Genç öğretmen hanımlar köylerde öğretmenlik yapmak için dilekçe veriyorlarmış." "Yeni Çalıkuşu Ferideler!" Tevfik Rüştü Bey şehrin ortasında beliren meydanı beğenmiş:i. "Burası başkentin en canlı meydanı olacak" dedi. Bu meydan ilerde Kızılay Meydanı diye anılacaktı. Birkaç taksi çalışmaya başlamıştı. Yolların iki yanına dikilen top ıkasya ve atkestanesi ağaçları hızla büyüyordu. Ankara yavaş yavaş R^eşil bir şehir oluyordu. Tutmaz sanılan bütün ağaçlar tutmuştu. Kâzım Özalp Paşa konuyu değiştirdi: "Rauf Bey Avrupa'ya gitmek için Meclis'ten iki ay izin istedi, vferdik." § "İzin sebebi ne?" "Tedavi için diyor. Rapor da yollamış." Gazi Dr. Refik Bey'e sordu: "Sizin Rauf Bey'in hastalığı hakkında bilginiz var mı?" "Hayır." 1913
REFET PAŞA, Ali Fuat Paşa, Terakkiperver Parti'nin bazı miletvekilleri Rauf Bey'i yolcu etmek için Sirkeci Garında toplanmışlar dı. Rauf Bey kaplıca tedavisi için Avusturya'ya gideceğini açıkladı. "..İyileşirsem belki Halide Hanım'la Dr. Adnan Bey'i görmek cin Londra'ya da geçerim." "Sevgilerimizi söyleyin." Kampana çalıyordu. Rauf Bey arkadaşlarıyla vedalaştı. "Allahaısmarladık." "Güle güle gidiniz." Bu sırada Dr. Rıza Nur'da da, öldürüleceği kuruntusu yeniden ;oğalmıştı. Bir süre sonra o da Paris'e gidecek, kendi deyişi ile kaça caktı. Türk Tarihi'ni yazıyordu. Onu bitirmek telaşı içindeydi. Bas sa bir şeyle ilgilenmiyordu. 192
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'nde bazı hukuk hocaları Medeıi Kanunun kabul edildiğini bilmezlikten geldiler. Türkiye'nin tek üniversitesi böyleydi. Bazı bölümler ortaçağın kalesi olmayı sürdü232 Üçüncü Bölüm
rüyordu. Bu yüzden Mütareke döneminde öğrenciler isyan etmiş, beş öğretim üyesini üniversiteden ayrılmak zorunda bırakmışlardı. Cumhuriyet yönetimi bilime saygısından hocalara kadanmaktaydı. Bir bilim yuvasını dokunulmaz olarak değerlendirmekteydi. Üni versiteden Türkiye ile ilgili yayınlar bekliyordu. Eğitim Bakanı M. Necati Bey Bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasında şöyle diyecekti: "Üniversite doğrudan doğruya bağımsız bir kurumdur. Mille tin manevi gücünün temsilcilerinden biridir. Kabul etmek gerekir ki üniversite denilen kurum, doğrudan doğruya Eğitim Bakanlığı nın buyruğu altında bir kurum değildir. Eğer gelişigüzel herhangi bir kişi üniversite kurumuna 'şu biçimde, bu biçimde davranın' diye buyruk verecek olursa, orada üniversite yok demektir." * Medeni Kanunu 1 Mart 1926'da yeni Türk Ceza Kanunu izle di. Bunu da Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, icra ve iflas Kanunu ile Usul Kanunları izleyecekti. Toplumun temeli olan hukuk çağın gereklerine uyuyordu. Rum, Ermeni ve Yahudi toplulukları Medeni Kanunun kabulü üzerine, aile hukuku bakımından kendi cemaat kurallarına uymak tan vazgeçtiklerini, Medeni Kanunu kabul ettiklerini bildirdiler. Bu karar, hukuk birliğini sağlayan ve azınlıkları millet çatısı altın da toplamayı kolaylaştıran bir gelişmeydi. Azınlıklara özellikle aile hukuku bakımından tanınan farklı kural ve özellikler sona ermişti. italya Türkiye'nin bunun memnunluğunu yaşamasını çok gordu. 192
193
194
•
•
•
MUSSOLİNİ Roma imparatorluğunu can landırmak istiyordu. Akdeniz'den 'bizim Akde niz' diye söz ediyordu. Faşistlerin özellikle iki ülke hakkındaki imalı konuşmaları dikkati çek mekteydi: Tunus ve Türkiye. Mussolini Ocak ayında, faşist Gerarcia dergisinde, '1926 yılının faşizmin Napolyon yılı olacağını' açıklamıştı. Türkiye bu gelişmeleri dikkatle izliyor du. Son olay 6 Nisan 1926'da patlak verdi. Mussolini'niri-kardeşi Arnoldo Mussolini şöyle bir Üçüncü Bölüm 233
açıklama yaptı: "...İzmir var ki bize ait olması gerekir. Nihayet An talya da var." Türkiye'nin Roma temsilciliği bu açıklamayı Ankara'ya geçti. Dışişleri 1922'den beri İtalya'dan gelen raporları, gazete yazıları nı birleştirdi. Bakanlar Kuruluna sundu. Bu belgeler ve bilgiler italya nın niyetinin iyi olmadığını gösteriyordu. Bakanlar Kurulu Gazi'nin başkanlığında Genelkurmay Başka nının da katılımı ile toplandı. Durum bütün olasılıklar dikkate alı narak değerlendirildi. Son sözü Gazi söyledi: "Mussolini'nin Rodos yoluyla güneyimize ya da Ege kıyıları na bir çıkarma yapmaya kalkışması, kendisi açısından delilik olur. Ama megaloman, ölçüsüz, ne yapacağı belli olmayan bir diktatör. Onun için en uzak ve en ağır olasılığı düşünmeli, hazırlıklı bulunİjpnalı, caydırıcı her türlü önlemi almalıyız." 195
11 NİSAN 1926 günü Bakanlar Kurulu, güneybatı ve Ege'de seferberlik ilan etti. Meclis teki basın odasında sonucu bekleyen ga zeteciler sarsıldılar. Türkiye bir yıl içinde ikinci kez seferberlik ilan etmek zorunluğunu duyuyordu. Bir gazeteci "Yahu.." dedi, "..Türkiye'ye hiç rahat vermeyecekler mı? Bilal Akba inledi: "Bütçe zaten yetersizdi, bir de bu seferberliğin yükü binecek." BİR İTALYAN çıkarması hakkında izmir'de yapılan savaş oyu nunda gerekli önlemler belirlenmişti. İzmir, Muğla, Antalya böl gesinde, bu savaş oyunu sonunda verilen kararlar ve geliştirilen planlara uygun önlemler alındı. Uçakla/ izmir ve Antalya'da top landı. Deniz üzerinde keşif uçuşları başladı. Bu kesimdeki birlikler için savaş stokları açıldı. Silahlar birkaç katına çıkarıldı.^Kıyıların gerekli yerlerine -yollar önceden açılmıştı- kısa ve uzun menzilli toplardan kurulu bataryalar yerleştirildi. Körfezlere dökmek üzere mayınlar hazırlandı. H a l k yine çocuklarım, kardeşlerini, eşlerini davul zurna ile dü
ğüne yollar gibi askere yolladı. Çıkarmanın yapılabileceği'kesimler İkinci Ordu Komutan lığının görev alanına giriyordu. Ordu Komutanı Fahrettin Altay 234 Üçüncü Bölttm
Paşa'nın çıkarma hareketi hakkında Çanakkale'den büyük deneyimi vardı. O zaman Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanıydı. Ordu, Alman Generali Liman von Sanders'in Çanakkale'de düştüğü yanlışa düş meyecekti. Liman Paşa'dan önceki Türk planı gereğince, düşman, çıkarma yaparken, kıyıda bastırılıp denize dökülecekti. Donanma İzmir civarında tatbikat yaptı. Türkiye savaşa hazır olduğunu göstermekteydi. 1958
DÜNYA barışın tadını çıkarmak istiyordu. Kimsenin bir sa vaşa rızası yoktu. İtalya Türkiye'nin aldığı önlemleri de öğrenmiş olmalıydı. Zaten bazı hazırlıklar öğrenmesi için açıktan yapılmıştı. İtalya'da ölçüsüz konuşmalara, hastalıklı hayallere ara verildi. Savaş olasılığı geçmişti. Gazi Paşa, çocukları köşkteki kadın görevliler ile Salih Bozok'un eşine emanet ederek, 7 Mayısta yola çıktı. Konya'da törenle karşılandı. Sonra Tarsus'a, oradan Mersine, Silifke'ye geldi. Bu en verimli kesimde bile köylerin geriliği, şehirlerin, kasabaların bakımsızlığı Gazi'yi ve yanındakileri üzüyordu. Köylüleri kooperatif kurmaya teşvik etti: "Üretin ve gücünüzü birleştirin. İhtiyaçlarınızı kaymakama, valiye, ilgililere bildirin. Sonuç alana kadar diretin. Olmazsa bana yazın. Pusula yollasanız bile okurum. Hakkınızı savunun." Ama halk itiraza, hakkını savunmaya, devleti eleştirmeye alı şık değildi. Yüzyıllarca ezilerek yaşamıştı. Silkinmesi uzun zaman alacaktı. Gazi 20 Mayısta Bursa'ya geçecekti. 195b
16 MAYIS 1926'da, ajanslar son Padişah Vahidettin'in San Remo'da öldüğü haberini verdiler. Yaşama tarzına, savurganlığına ve Yaver Zeki'nin hovardalığı na para dayanmadığı için son günlerde günlük ihtiyaçlar için sağa sola borç yapılmıştı. Alacaklıların açgözlülüğü yüzünden haciz ko nulan cenaze bir süre evde kalacaktı. Borçlar ödenip haciz kaldırıldıktan sonra, son Padişah Va hidettin'in cenazesi Şam'a getirilerek Sultan Selim camisinde top rağa verilecekti. 195c
1954
Üçüncü Bölüm 235
ŞÜKRÜ, Ziya Hurşit ve Abdülkadir Beyler Gazi'nin Bursa'ya geldiğini öğrenir öğrenmez Laz İsmail'i hemen Bursa'ya yolladılar. Durumu, yolları, pusu imkânlarını araştıracak, uygun bulursa, Ziya Hurşit'e haber verecekti. Dikkati çekmemek için Naciye Ni met adında bir kadını, eşi gibi yanına aldı, Bursa'ya geldi. Bir otele indiler. Laz İsmail Gazi'nin kaldığı köşkü, yolları, ziyaret ettiği yerleri incelemeye başladı. Bursa'yı bilen bir kılavuzun olmaması büyük sorundu. . ZİYA HURŞİT'in ağabeyi Fait Günday Meclis'e gelmişti. Top lantı salonunda Kâzım Karabekir'i gördü. Yanına geldi. "Bugün gelmeyeceğinizi öğrendimdi. Hayrola, bir şey mi var?" Karabekir Paşa yanında yer gösterdi: "Buyrun. Bir sorun hakkında sizin görüşlerinizi almak için gelmeye mecbur oldum. Mustafa Kemal'in Bursa çevresinde gezide olduğunu biliyorsunuz. Bu sırada vefat ederse İsmet Paşa'ya ben ne vaziyet alabilirim?" Faik Bey durup dururken böyle bir soru sorulmasına bir anlam veremedi: "Aman Paşam, bu bir hayal.." dedi, "..Mustafa Kemal Paşa'nın hasta olmadığı biliniyor. Vefat edecek diye düşünmeyi bile ben doğ ru bulmam." Karabekir Paşa biraz durakladı. Sonra devam etti: "Ben bu ihtimal üzerine sizin düşünce ve görüşlerinizi öğren mek istiyorum." Faik Bey ister istemez yanıtladı: "Böyle bir hal olursa İsmet Paşa'nın bizlerle görüşeceğini asla sanmıyorum. Meclis'in büyük çoğunluğu elindedir. Alacağı kara rı partisine de kabul ettirir. Bu konuda kimseyle görüşmeye gerek duymaz. Paşa görüşmek isterse ve görüşürse, sizi başbakan yapmak suretiyle, kendisinin cumhurbaşkanlığına gelmesini kabul etmek gerekir." Karabekir Paşa bu yanıt üzerine yeniden sordu: "Cumhurbaşkanlığını İsmet Paşa'ya verelim mi?" 236 Üçüncü Bölüm
Faik Bey şaşakaldı. Karabekir Paşa hangi yetkiyle İsmet Paşa'ya Cumhurbaşkanlığını verip vermemeyi tartışıyordu. Sıkıntı içinde düşüncesini söyledi: "Tereddütsüz vermemiz gerekir." Faik Bey bu anlamsız, tuhaf konuşmanın anlamını suikast da vası sırasında öğrenecekti. * 195
LAZ İSMAİL Bursa'da suikast yapmanın imkânsız olduğu ka nısına vardı. Belki yapılabilirdi ama kaçamaz, yakalanır, halk tara fından parçalanırlardı. İstanbul'a geri döndü. Bir gazete Gazi'nin Bursa'dan İzmir'e gideceğini bildiriyordu. Son toplantıya Şükrü, Ziya Hurşit, Abdülkadir Beyler ile emekli Baytar Albay Rasim Bey katıldılar. Suikastın gecikmeden İzmir'de yapılmasına karar verdiler. Abdülkadir Bey, "Suikast için geniş bir teşkilata gerek yok.." dedi, "..önce Gazi'yi yok edelim. Bunun için az adam yeter. Hükü meti devirmek için başka suikastlar düzenleriz. Sorun değil. Önce ••••••
1 "1Q£
onumuz açılsın. İzmir'de Ziya Hurşit, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf'a Sarı Efe diye ünlü, İttihatçıların eski fedailerinden Edip Bey yardım edecekti. Şükrü Bey'in eski arkadaşıydı. Şükrü Bey, "Ben daha önce kendisiy le konuşup anlaştımdı. İzmir'deki elimizdir" dedi. Albay Rasim Bey Edip Bey'e suikasttan tütün işi diye söz eden üstü kapalı bir mektup yazarak Ziya Hurşit'e verdi. Tabancalar ve giderler için parayı Şükrü Bey sağlayacak, silah ları Ziya Hurşit Bey bulacaktı. ıyö
BU SÜRE içinde Gazi Bursa'da Osman Gazi'nin türbesini, öğ retmenler birliğini ve okulları ziyaret etmiş, çeşitli kurullarla gö rüşmüş, Darülbedayi'nin Bursa'da oynadığı bir oyunu izlemişti. Turne grubunun iki sanatçısını, Raşit Rıza ve Muvahhit Beyleri ka bul ederek dedi ki: "Sizin vatana en büyük hizmetiniz Anadolu'muzu baştan başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır. Tur nelerinize düzenli olarak devam ediniz." 197
Üçüncü Bölüm 237
Ziya Hurşit ve arkadaşları Gazi'yi öldürmek için son hazırlık ları yaparlarken, Gazi ilkelliği, yoksulluğu, geriliği yenmek, milleti ni çağa açmak için her fırsata dört elle sarılıyor, uçan kuştan yardım istiyordu. ZİYA HURŞİT, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf, 10 Haziran 1926 akşamı İstanbul'dan Gülnihal gemisiyle ayrıldılar. Gemide biraraya gelip hiç konuşmadılar. Ziya Hurşit dört tabanca almıştı. Tabanca lar İsmail ile Yusuf'taydı. 11 Haziran öğle üzeri İzmir'e indiler. Ziya Hurşit Gaffarzade oteline yerleşti. İki adamı ise az ilerde ki Ragıp Paşa oteline. "Ben sizi gerekince bulurum. Otelden ayrılmayın." "Tamam." Ziya Hurşit otel kâtibine Sarı Efe Edip Bey'i sordu. "Her gün uğrar. Birazdan gelecektir." Gerçekten bir süre sonra geldi. Otelin altındaki kahve İzmir lilerin çok uğradığı tanınmış bir kahveydi. Otel kâtibi ikisini tanış tırdı. Ziya Hurşit özel konuşmak isteyince odasına çıktılar. Ziya Hurşit Rasim Bey'in yazdığı mektubu verdi. Sarı Efe Edip Bey üstü kapalı mektubun anlamını önce anlamazlıktan geldi ama uzlaşma ları uzun sürmedi. Sarı Efe Edip Bey çiftliğinde kâhya olarak çalışan emekli üsteğ men Çopur Hilmi'yi çağırdı. Suikasttan sonra kaçmak için Giritli motorcu Şevki ile anlaşıldı. Bombaları Şevki buldu, Hilmi getirdi. Sarı Efe Edip Bey motorcuya verilecek para için Manisa milletvekili Abidin Bey'le görüştü. Abidin Bey'den olumlu bir yanıt alamadı. Gazi'nin 14 Haziran 1926 günü İzmir'e geleceği öğrenilmişti. Birkaç kez toplanarak suikast yeri konusunda konuştular. Sonun da suikastın Kemeraltı girişine yakın dar sokakta, Gaffarzade oteli Önünde yapılması uygun görüldü. Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi tabancalarla ateş edecek, yetmezse el bom baları kullanılacaktı.
Gazi Paşa delik deşik, gerekirse bombalarla parça parça edil dikten sonra yemiş çarşısında bekleyen otomobille kaçılacak, Gi ritli Şevki nin rıhtımda bekleyen motoruna binilerek Sakız adasına geçilecekti. 238 Üçüncü Bölüm
Yunanlıların yardımcı olacağına inanıyorlardı. Öyle ya, Yunan ordusunu mahveden insanı da bunlar mahvetmiş olacaktı. Bu olay Yunanlıları da elbette çok memnun eder diye düşünüyorlardı. 14 Haziran gününü beklemeye başladılar. Gazi 14 Haziran günü gelmedi. Balıkesir'de kaldı. Motorcu Şevki, Sarı Efe Edip Bey ile Manisa milletvekili Abidin Bey'in gemiyle İzmir'den ayrılıp İstanbul'a gittiklerini öğrenin ce panikledi. Sarı Efe Edip Bey niye gitmişti? Yoksa kaçmış mıydı? İhbar edip de mi kaçmıştı yoksa? Titremeye başladı. Aklı bir tek yönde çalışıyordu: Kurtulmak. 198
TURK TARİHİNİ yazmaya çalışan Dr. Rıza Nur Bey yorulmuş tu. 14 Haziran akşama doğru hava almak için Taksim Bahçesi'ne geldi. Durgun bir yaz akşamıydı. Eski Maarif Nazırı Şükrü (Sarhoş), Gümüşhane milletvekili Zeki vb. muhalifler bahçeye geldiler. On beş kişi kadar oldular. Çok sevinçli idiler. Pek gülüyorlardı. Bu du rum Dr. Rıza Nur'un dikkatini çekti. Hallerinde bir fevkaladelik, ümit, itimat ve keyif vardı. Bu halleri tabii değildi. Şükrü ara sıra heyecan içinde gereksiz kalkıyor, bakmıyor, oturuyordu. Dr. Rıza Nur'u gördüler. Hepsi fazla bir saygıyla Dr. Rıza Nur'u uzaktan selamladılar. Selamlarken de çok gülüyor, adeta doktoru memnun edecek bir şeyleri olduğunu ima ediyorlardı. I Dr. Rıza Nur Bey de selamlarına karşılık verdi. Çoğunu sev mezdi. Birlikte olmamak için Taksim Bahçesi'nden ayrıldı.
199
M O T O R C U ŞEVKİ Emniyetin siyasi şubesinde çalışan Meh met Ali Bey'i tanırdı. Emniyet Müdürlüğü Valilik binasının birinci katındaydı. Rüzgâr gibi Mehmet Ali Bey'e koştu. Onu kan ter için de gören Mehmet Ali Bey "Ne var arkadaş?" diye sordu. Motorcu Şevki'nin tepesinden ateş fışkırıyordu: "Gazi Paşa'ya suikast yapılacak." Mehmet Ali Bey yerinden zıpladı:
"Efendim?" Şevki soluk soluğa devam etti: Üçüncü Bölüm 239
"İstanbul'dan üç kişi geldi. Buradan da Çopur Hilmi diye biri katıldı. Gazi Paşa Kemeraltı caddesinden geçtiği zaman, tabanca ve bombalarla hücum edecek, sonra da Sakız adasına sıvışacaklardı." "Sen nerden biliyorsun bunları?" "Benim motorumla sıvışacaklardı." "Allah kahretsin!" "Gazi Paşa gelmeyince Edip Bey, Abidin Bey ile İstanbul'a kaçmış." "Sen de korkuya kapılıp bana geldin." "Evet/' I "Anlaşıldı. Gel benimle." Birlikte Vali Kâzım Dirik Paşa'nın yanına çıktılar. Vali Paşa olayı öğrenir öğrenmez ilk iş olarak Gaziye şifreli bir telgraf çekerek du Kâzım Dirik Paşa rumu bildirdi, Balıkesir'de kalmasını rica etti. Sonra suikastçıların tutuklanması için hazır lık yapıldı. Sanıkları kuşkulandırmamak için geceyi beklediler. Gece yarı sı Gaffarzade ve Ragıp Paşa otellerini sessizce sardılar. Gaffarzade otelinde Ziya Hurşit'i, Ragıp Paşa otelinde Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi'yi tutukladılar. Tabancaları ve Ziya Hurşit'in yatağı altındaki el bombaları alındı. Emniyetin alt katındaki odalar boşaltılmıştı. Her biri ayrı ayrı odalara tıkıldı, izmir Savcıları sanıkları sorgulamaya başladılar. Alınan ilk bilgilere göre soruşturma genişletildi. Gazi Paşa İstanbul'a haber vermişti. İstanbul Emniyet Müdürü Ekrem Bey de adamlarını harekete geçirdi. Başbakana da haber verildi. BAŞBAKAN İsmet Paşa Başbakanlıktaki odasında Ankara milletvekili Şakir Kınacı ile neşe içinde konuşuyordu: "Biz dış ticaret dengesi, kambiyo, enflasyon nedir bilir miydik? Her gün ders çalışır gibi öğrenmeye çalışıyoruz. Geçen gün..." Telefonu çaldı. Neşe içinde açtı: "Evet?" Dinledikçe İsmet Paşa'nın yüzü morarıyordu. 240 Üçüncü Bölüm
"Bakanlara telefon ediniz. Bakanlar Kurulu toplantısı yapaca ğız. İstiklal Mahkemesi üyeleri de gelsinler." Şakir Kınacı çok önemli bir şey olduğunu anlamıştı. "Ne oldu?" diye sormadan, izin isteyip ayrıldı. Bakanlar çok çabuk geldiler. Bakanlar Kurulu toplandı. İsmet Paşa izmir den gelen telgrafları okudu. Hepsi taş kesildi. M. Necati Bey, "İnanamıyorum." dedi, ".kimse bu kadar nankör olamaz" Bakanlar Kurulu konunun, Takrir-i Sükûn Kanunu gereğin ce İstiklal Mahkemesince soruşturulup sonuçlandırılmasına karar verdi. İsmet Paşa yazılı kararı İstiklal Mahkemesi üyelerine verdi. İzmir'den gelen ilk bilgileri de aktardı: "Özel bir tren harekete hazır bekliyor. Hemen hareket ediniz ve olaya el koyunuz." ANKARA istiklal Mahkemesi Başkanı, Savcısı, üyeleri, hukuk müşaviri, kâtipler, beklemeden yola çıktılar. Salonlu vagonda, bir masa başında toplandılar. Ek bilgiler ve ilk ifadeler bu uğursuz işin üç-dört delinin işi olmadığını gösteriyordu. Ziya Hurşit'in verdiği ilk ifadeye göre İzmit milletvekili Şükrü, Ma nisa milletvekili Abidin, Sarı Efe Edip, Baytar Rasim, eski Ankara Valisi Abdülkadir, Hafız Mehmet, Eskişehir milletvekili Arifin bu işle ilgileri olduğu anlaşılıyordu. Eski Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin milletvekilleri ile eski ittihatçılar karışımı bir gruptu bunlar. Ziya Hurşit'in ifadesine göre önce Ankara'da suikast yapmayı tasarlamış ama Faik Bey'in engellemesi sonucu gerçekleştireme mişlerdi. Yani Terakkiperver Parti'nin önderlerinin bu uğursuz ta sarıdan haberleri vardı. Ama hükümeti uyarmamışlardı. Neden? O L A Y birkaç gün gizli tutulacaktı. Sadece Bakanların bilgisi ol muştu. Mahmut Esat Bey ile M. Necati Bey İstanbul lokantasında yeek yiyor ve alçak sesle dertleşiyorlardı. İkisinin de yüzü gerilmişti. M a h m u t Esat Bey "Birikmiş cerahat patladı" dedi. M. Necati Bey onayladı: "Haklısın." Üçüncü Bölüm 241
"Melun herifler. İzmir halkı olayı öğrenince bunları linç eder." M. Necati Bey üç günde bir Gazi Okulu'nun yapımını denetle meye gidiyordu, öfkesini, hıncını her gün giderek yatıştırmaya ça lıştı. Kontrol mühendislerini, müteahhidi, ustaları, işçileri zorluyor, azarlıyor, hızlandırıyordu. Mimar Kemalettin Bey, "Telaş etme." dedi, "..hava sıcak, geç kalmayız. İnşaat hızlı ilerliyor." GAZİ PAŞA 16 Haziran akşam üzeri İzmir'e geldi. Yine büyük bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılandı. Su ikast olayı daha kamuoyundan gizli tutuluyordu. Gazi İzmir'deki beyaz köşke indi (eski Naim Palas). Çok sıkı bir koruma çemberine alınmıştı. I Olay hakkında ayrıntılı bilgi edindi. Üzgündü. Ziya Hurşit'i çağırdı. Amacı bu üç-dört kişinin arkasındaki örgütü anlamaktı. Cumhuriyetin zarar görmesinden çekiniyordu. Ziya Hurşit'i kapa tıldığı yerden çıkarıp gizlice köşkün arka kapısından içeri soktular. Ziya Hurşit'i elleri kelepçeli olarak Gazi Paşa'nın bulundu ğu odaya getirdiler. 1919'da Erzurum Vali Vekili olan Kadı Hurşit Efendi'yi Gazi çok sevmişti. Oğlu Ziya Hurşit'i, yaşını büyüterek milletvekili yapan Gazi'ydi. Şimdi bu adam uğursuz bir suikast gru bunun başı olarak karşısında duruyordu. "Ziya Hurşit Bey, uzun zaman beraber çalışmış değil miydik? Bir gaye uğruna çalışmadık mı? Nedir bu suikast? Hem de şebeke nin elebaşısı, ruhu imişsiniz, öyle mi?" "öyle, doğrudur. Suikast yapma)! .Mğ Ama başaramadık" "Sizden bunu beklemezdim." "Dünya beklenmedik şeylerle doludur Paşam. Ne yapayım ki karşınızda, bu vaziyette suçlu olarak bulunuyorum. Ne diyebili rim?" I Çözüm bekleyen binlerce sorun vardı. Yurtseverler türlü çö zümler üretmeye çabalıyorlardı. Bu kafaların bulabileceği tek çö züm ise ya isyan, ya suikast idi. Halkı değil, iktidarda olmayı sevi yorlardı. 200
Gazi eliyle 'alın bunu' diye işaret etti. 242 Üçüncü Bölüm
Sarı Efe Edip İstanbul'da yakalanınca şöyle bir ifadede bulu nacaktı: "Suikast, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi umumi heyeti tarafından kararlaştırılmıştır." Hükümeti neden uyarmadıklarını anlamaya çalışan Mahkeme, bu ifade üzerine, tüm Terakkiperver Parti milletvekillerinin tutuk lanmasını kararlaştırdı. 201
HÜKÜMET Yunanistan da bulunan asi Ethem ve kardeşleri ile Kuşçubaşı Eşref ve kardeşi Haci Sami grubundan, bir de içerdeki saltanatçı/halifecilerden kuşkulanıyordu. Araştırmalar genişletildi. Asi Ethem grubundan kuşkunun haklı olduğu 1927 yılında anlaşılacaktı. * 201
KÂZIM KARABEKİR PAŞAnın tutuklanması İsmet Paşa'yı çok üzdü. Derhal emir vererek Paşa'nın serbest kalmasını sağladı. Mahkemenin tutuklamaları geniş tuttuğu düşüncesindeydi. Olayı bir zabıta olayı olarak görüyordu. Başbakanla İstiklal Mahkemesi arasında bir gerginlik oldu. Gazi Paşa ile İsmet Paşa yoğun biçimde telgraflaştılar. Gazi İsmet Paşa'ya alınan ifadeleri özetleyip aktardı. İkna edemeyince, daha önce, her olasılığa karşı Ankara'da kalmasını doğru gördüğü İsmet Paşa'yı İzmir e çağırdı. il 201b
202
ZİYA HURŞİT BEY Gazi Paşa ile yeniden görüşmek istedi. Gazi kabul etti. Yine elleri kelepçeli olarak getirildi. Odada İzmir Valisi Kâzım Dirik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu, özel Kalem Müdürü Hayati Bey de bulundu. Bu tanıklar tutanağı imzalayacaklardı. Ziya Hurşit dedi ki: "Dün eski arkadaşlığımızdan söz etmeniz beni çok üzdüğü için anlatacağım. Ben, yenilik ve Cumhuriyet aleyhinde değilim. Yalnız yurtseverliğin belli kişilerin tekeline alınmasına karşıyım. Ben ya bana atılacak bir genç değilim" Tepeden tırnağa kendisiyle doluydu. Açıklamasından suikast örgütünün kendisi dışındaki ilk üç adamı belli olmuştu: Eski Vali, İttihatçıların silahşörlerinden Ab203
Üçüncü Bölüm 243
dülkadir, eski İttihatçı ve Terakkiperver Cumhuriyet Partisi millet vekili Şükrü ve İttihatçıların eski fedailerinden Sarı Efe Edip. Bunların arkasında kimler vardı? HÜKÜMET suikast olayını açıklamıştı. Protesto mitingleri ya pılıyor, Çankaya'ya, Meclis'e, İzmir'e bağlılık telgrafları yağıyordu. Hele İzmirliler derin bir öfke içindeydiler. İzmir'de Gazi'ye suikast ha! Hiçbir İzmirlinin kabul edemeyeceği bir olaydı bu. Beyaz köş kün önünden kalabalık hiç eksik olmuyordu. Gazi Paşa bir bildiri yayımlayarak millete, gösterdiği sevgiden dolayı candan teşekkür etti. Dedi ki: "Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan ilham alan prensip lerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile yok olacağını sa nanlar çok boş beyinli zavallılardır. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak, Türk milleti uygarlık yolunda duraksamadan yürümeye devam edecektir!' ** İstanbul'da mütareke günlerini bilenler, batıda Yunan, doğuda Ermeni, güneyde Fransız işgali ile Milli Mücadele'yi söndürmeyi amaçlayan isyanları yaşamış olanlar, bildiriyi gözyaşları ile okudu lar, dinlediler. Birtakım insanlar, memleketi o kanlı, kara felaketin içinden çekip esenliğe çıkarmış olan insanı öldürmeye yeltenmiş lerdi ha! Dünyada eşi olmayan bir nankörlüktü bu. Üzerlerine milyonla beddua yağdı. Tevkifhanenin yakınında her akşam binlerce insan toplanıyor, suikastçıları lanetliyorlardı. Küfreden de çoktu. 20
İSMET PAŞA 21 Haziran günü İzmir'e geldi. Karşılayanlar ara sında İstiklal Mahkemesi Savcısı, Başkam ve üyeleri de vardı. Ger ginliğin, Gazi Paşa'nın etkisiyle azaldığı anlaşılıyordu. İsmet Paşa Savcı ve mahkeme üyeleriyle görüştü, ifadeleri oku du, Faik Günday ve Sabit Sağıroğlu'nun sorgulamalarında bulundu. Olayın, telgraflarında nitelediği gibi basit bir 'zabıta olayı' olma dığını anladı. Mahkemenin tutuklama kararının doğru olduğunu kabul etti. İ İ â 4 Ü 204
244 Üçüncü Bölüm
:
§|j
Tutuklamalar hızlanıp genişletildi.
Kâzım Karabekir Paşa bir daha tutuklandı. İstanbul'da bulu nan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi milletvekillerinin tümü de tutuklanarak birbirleriyle görüşmelerine izin verilmeden İzmir'e getirildiler. Dr. Adnan Adıvar ve Rauf Orbay Avrupa'da bulundukları için tutuklanamamışlardı. Abdülkadir Bey daha yakalanamamıştı. Mahkeme karışık, karanlık ilişkiler içinde olduklarına kanaat getirdiği, gizli siyasi toplantılar yaptıklarını saptadığı Kara Kemal ile eski Maliye Nazırı Cavit Bey'in ve bu toplantılara katılan bütün eski İttihatçılar ile İkinci Gruba mensup bazı eski milletvekillerinin de tutuklanmalarını kararlaştırdı. Kara Kemal kaçtı. Ötekiler İzmir'e getirildiler. Tevkifhanede her birine ayrı odalar verildi. Türkiye'nin gele ceği için hiçbirinin bir tasarısı, düşüncesi, hatta hayali yoktu. Ama iktidarda gözleri vardı. 205
206
İSMET PAŞA, Gazi'yle, baş başa bir konuşma yaptı: "İşin, tahmin ettiğimden daha geniş olduğunu kabul ettim." "Sana yazmıştım. Gelmen iyi oldu." "Ama Terakkiperver Parti'nin başındakilerin bu işle doğrudan ilgileri bulunduğuna, tertipçi olduklarına inanmıyorum. Bunların görecekleri muamelelerin adil olmasını talep ediyorum." Gazi Paşa sinirlendi: "Bu lafları niye bana söylüyorsun?" "Soruşturma ile yakından ilgileniyorsun da ondan." "Benim hayatım ve rejimin akıbeti söz konusu olduğu için il gileniyorum. İnsafla düşünmeni rica ederim. Şimdiye kadar ben kimin hayatı ile oynadım? Ne zaman duygularıma mağlup oldum? Hiç yasallıktan ayrıldım mı? Hele benimle ilgili konularda, benden, sabır, af ve hoşgörüden başka bir davranış gördün mü hiç?" İsmet Paşa heyecana kapılarak haksızlık ettiğini anladı, af di ledi,
û
1
Üçüncü Bölüm 245
İSTİKLAL MAHKEMESİ Savcısı Necip Ali Beyin yönetimin de yapılan soruşturma sona erdi. Yeterli bilgi ve kanıt elde edilir edilmez iddianame hazırlanıp mahkemeye sunuldu. Milli Sinema salonu yeniden düzenlenmişti. Sahnede Mahke me üyeleri ve Savcı, zabıt kâtipleri yer alacaktı, önde sanıklar. Ar kada dinleyiciler. Bir bölüm de basın mensuplarına ayrılmıştı. En ayrıntılı not tutanlar Ahenk gazetesinin muhabirleriydi. Yargılamayı da en geniş biçimde Ahenk yansıtacaktı. Davaya ilgi çok büyüktü. Öfkeli seyircilerin suikastçıları hırpa lamalarını önlemek için geniş güvenlik önlemleri alındı. Dinleyici ler arasında hanımlar da vardı. Bütün erkeklerin başı açıktı. Yargılama 26 Haziran 1926 Cumartesi günü öğleden sonra baş ladı. Hava çok sıcaktı. Bütün sanıklar, sırayla sanık yerine alındılar. Aralarında Terakkiperver Partisinin kurucusu paşalar da vardı. Si vil giyinmişlerdi. Yalnız Ziya Hurşit ve suikast ekibi kelepçeliydi. Kimliklerin saptanmasından sonra Başkan Ali Çetinkaya sözü, iddianamesini açıklaması için Savcı Necip Ali Bey e verdi. Savcı id dianameyi okudu. Olayı bütün aşamaları ile anlatıp son güne getir di. İfadelere, itiraflara, belgelere dayanıyordu. Sorgulamaya geçile cekti. Sanıklar dışarı çıkarıldı. Mahkemenin huzurunda yalnız Ziya Hurşit Bey kaldı. Ziya Hurşit Bey, olup biten her şeyi, hiçbir şeyi saklamadan, şaşırtıcı bir soğukkanlılık içinde anlattı. "İzmir'e neden geldiniz?" 207
Ali Çetinkaya 246 Üçüncü Bölüm
Necip Ali Küçüka
"Suikast için." "Açık olarak suikast niyetiyle geldiğinizi itiraf ediyorsunuz." "Evet, gizleyecek bir şey yok. İlk ifademde de söylemiştim. Su ikast yapmak için geldik fakat başaramadık." "Maksadınız neydi?" "Hükümeti devirmek." "Kimlerle işbirliği yaptınız?" Ziya Hurşit işbirliği yaptığı kimseleri, suikast planlarını anlat tı. Anlattıklarının suikasta ilişkin yönlerini Laz İsmail ile Gürcü Yu suf da doğruladı. Sarı Efe Edip suikast hazırlıklarını kabul etti ama İstanbul'a kaçarak durumu orada olduğunu öğrendiği Celal Bayar'a bildirmek istediğini ileri sürdü. "Bildirebildin mi?" "Hayır." "Neden?" "Olmadı." Duruşmalar kesintisiz on altı gün sürdü. Hafız Mehmet Bey olayın ilk aşamasını kabul etti, son aşamasını reddetti. Şükrü Bey, Albay Rasim Bey, Ayıcı Arif Bey, Abidin Bey, Halis Turgut Bey şid detle reddettiler. Suikastla hiç ilgileri olmadığı konusunda direni-
Izmir İstiklal Mahkemesi Üçüncü Bölüm 247
yorlardı. Ama Ziya Hurşit ya da Laz ismail ve Gürcü Yusuf'la ve bazı tanıklarla yüzleştirilmeleri hazin oldu. Çöktüler. Sabit Sağıroğlu Şükrü Bey'in söylediklerini aktardı. Faik Bey Ankara olayını anlattı, Karabekir Paşa'nın, Rauf Bey'in, Ali Fuat Paşa'nın, Refet Paşa'nın suikast konusunu bildiklerini söyledi. Pa şalar ise olay hakkında bir şey bilmediklerini söylediler. Karabekir Paşa Ankara olayını da duymadığını iddia etti. Yargılama yeni sanıklar ve tanıkların dinlenmesiyle 10 Tem muza kadar sürecekti. 208
BU SÜRE içinde Gazi Bornova Tarım Okulu ile Türk Ocağı'nı ziyaret etmiş, yine uygarlık veliliği yapmıştı. Her gittiği yerde coş kuyla karşılanıyordu. Suikast olayı duyulan sevgi ve saygıyı daha da çoğaltmıştı. İsmet Paşa arada, Fahrettin Paşa ile birlikte İzmir ve İstan bul futbol karmalarının karşılaşmasına gitti. İzmirliler 5-4 galip geldiler. Beyaz köşkte Tevfik Bey gazeteci-milletvekillerine "ertesi gün Ankara'ya döneceklerini" açıkladı. Asım Us, iki haftadır duruşma ları izliyorum. Artık kararı da beklerim" dedi. Falih Rıfkı Bey, "Karar ne zaman açıklanabilir?" diye sordu. Asım Bey, "Daha savunmalar alınmadı.." diye bilgi verdi, "..Ka rar iki-üç gün sonra açıklanabilir. Ben en çok paşalara acıyorum. Tecrübesizlikleri yüzünden kurtların oyuncağı olmuşlar." Tevfik Bey kızdı: "Fethi Bey birkaç kez uyardı. Bu uyarılara kulak verselerdi bu hale düşmezlerdi." 9 Temmuz akşamı Gazi ve İsmet Paşa İzmir'den trenle ayrıl dılar. Halk geçeceklerini nasıl öğrendiyse istasyonlarda, yollarda toplanmıştı. Gazi'yi ve İsmet Paşa'yı büyük sevgi gösterileriyle kar şılayıp uğurladılar. Olayın bıraktığı acıyı azalttılar. Vagonun salon bölümünde oturuyorlardı. Gazi, "Biz ihtilal dönemini çoktan kapattık." dedi, ".Devrimleri dahi kanunla ya pıyoruz. Ama karşımızdakiler hâlâ komitacı alışkanlıkları, darbe metodları ile çalışıyorlar. Her şeyin açıkça bilinmesi, kim kimdir iyi anlaşılması için ilk günden bugünlere nasıl geldiğimizi belgelere dayanarak açıklamaya, millete hesap vermeye karar verdim." 248 Üçüncü Bölüm
Bu çok önemli bir karardı. Şimdiye kadar kimse milleti ciddiye alıp da hesap vermemişti. Önce Şeyh Sait isyanı, arkasından italyan sorunu, kısmi sefer berlikler, derken suikast olayı Türkiye'ye çok zaman kaybettirmişti. Oysa bir günün bile önemi vardı. \ Ankara'ya iner inmez işlere sarılacaklardı. 11 TEMMUZDA Savcı son mütalaasını bildirdi. Suikast failleri için idam istedi. Bazı sanıkların davalarının, bu davadan ayrılarak Ankara'da görülmesini talep etti. Bu sanıklar Rauf Bey, Dr. Adnan Bey, Cavit Bey ve bazı eski İttihatçılardı. Paşaların ve birçok millet vekilinin de beraatini istediM 12 Temmuzda savunmalar dinlendi. Kimi sözlü savunma yaptı, kimi yazılı. Beraati istenenler savunma yapmadılar. 13 Temmuz günü saat 13.00'te kapılar açıldı. Dinleyiciler salo nu doldurdular. Zabıt kâtipleri ve basın mensupları yerlerine geç tiler. Sanıklar sağ yandaki kapıdan içeri alındılar. Haklarında idam cezası istenilenler getirilmemişlerdi. Paşalar Ön sıraya oturdular. Dakikalar saat kadar uzuyordu. Mahkeme kurulu 13.30'da yerini aldı. Başkan Ali Çetinkaya kararın gerekçe kısmını bir zabıt kâtibine okuttu. Hüküm kısmına gelince, "Hüküm okunacaktır, lütfen ayağa kalkınız" dedi. Bütün sanıklar, dinleyiciler, görevliler ayağa kalktılar. Hüküm okundu: Paşalar ve milletvekillerinin çoğu beraat etmiş, bazıları hapse mahkûm olmuş, bir kısmının davasının Ankara'ya bırakılma sı kabul edilmiş, idam cezasına çarptırılanlar açıklanmıştı. Bunlar Ziya Hurşit, Şükrü Bey, Abdülkadir Bey, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi, Sarı Efe Edip, Rüştü Paşa, Hafız Mehmet Bey, İsmail Canpolat Bey, Ayıcı Arif Bey, Baytar Rasim Bey, Halis Turgut Bey, Abidin Bey ve Kara Kemal Bey'di. . Kararın okunması bitince büyük bir alkış koptu. Kim uğursuz suikast sanıkları hakkında verilen idam kararlarını, kim paşaların ve arkadaşlarının beraatini alkışlıyordu, belli değildi. Beraat edenler hemen salıverildiler. Ankara'da yargılanacak olanlar yola çıkarıldı. 209
İdam kararları o gece yarısı yerine getirildi. Kaçak Abdülkadir ve Kara Kemal aranıyorlardı.
210
Üçüncü Bölüm 249
20 TEMMUZ 1926 günü İstanbul Tıp Fakültesi'nde diploma töreni vardı. Törene yalnız yöneticiler, hocalar ve öğrenciler değil, Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam, Vali, bazı İstanbul milletvekilleri, komutanlar, çok sayıda da gazeteci katılmıştı. Günün olağanüstü bir özelliği olduğu belliydi. Tören acı yurt gerçeklerinin de açıklandığı heyecan verici ko nuşmalarla başladı. Her doktor Türkiye için çok büyük bir kazançtı. Cumhuriyet doktor, öğretmen, subay, teknik adam, sanatçı, hâkim f|ve sanayicileri baş tacı ediyordu. ö n c e alkışlar içinde Tıp Fakültesini bitiren doktorların diplo maları verildi. Sonra diş doktorlarının diplomalarının verilmesine geçildi. Mezun olan diş doktorları sırayla diplomalarını almaya baş ladılar. Sırası gelen bir öğrenci daha diplomasını almak için ilerledi. Alkışlar çok şiddetlendi. Birçok kişi ayağa kalktı. Günü olağanüstü yapan olay buydu. İlk hanım diş doktoru Şaziye Yusuf Hanım, beyaz gömleği ile diplomasını aldı. Bir doktor için en büyük üniforma, en değerli giy si beyaz gömlekti. İlkler dönemi başlamış, sürüyordu. Bütün meslek alanları ka dınlara açıktı artık. Derme çatma spor alanlarında atlet kızlar ko şuyorlardı. HÜKÜMET doktorlarının işleri başlarından aşkındı. Resmi işleri yapıyor, Ankara'dan gelen binlerce broşürün, ki tapçıkların dağıtılmasını sağlıyor, hasta bakıyor, sonra da varsa bir iki doktoru, gittikleri yerde küçük bir bataklık varsa belediye fen memurunu alıp at sırtında nahiyelere, köylere gidiyorlardı. Halkı toplayıp hijyen kurallarını, yaygın, salgın hastalıklardan *
korunmayı anlatıyorlardı. Açık, sade halk diliyle, işin en basitin de», el-ayak yıkamadan başlıyorlardı. Ağız temizliğini öğretmeye çalışıyorlardı. Aralarında ebe varsa, o da kadınları bir evde toplayıp gebelikle, doğumla, çocuk bakımıyla, temizlikle ilgili doğru bilgiler * vermeye çalışıyor, soruları yanıtlıyor, bilmiyorsa, doktorlara sorup öğreniyor, gelip köylü hanımlara anlatıyordu. Ebe yoksa bir kadın öğretmenle gidiyorlardı. Öğretmen de yoksa zavallı kadınlarla ilgilenilemiyordu. 250 Üçttncü Bölüm
Doktorlar erkek hastalara bakıyorlardı. Kadın hastaların der dini ebe ya da öğretmen hanım dinliyor, doktorlardan aldığı bilgiyi kadınlara, kocalarına iletiyordu. Kadınların doktorlara görünmesi, muayene olması dine aykırı sayılıyordu daha. Bunu aşmak zaman alacaktı. İlaç ve sabun dağıtıyorlardı. Sabunu ilk kez gören çok köy var dı. Yoksulluk ve bilgisizlik genç görevlilerin gözlerini yaşartıyordu. Fen memuru gittikleri ilk köyde, muhtara, köy kuruluna, as kerlik yapmış köylülere bataklığın nasıl kurutulabileceğini anlat mış, sözünü şöyle bağlamıştı: "Bu bataklık, sazlık, bu pis sular sivrisineğin, yani sıtmanın sa rayı, konağı, has bahçesi! Kurutun. Kurutursanız köyünüz, köylü nüz, bebeleriniz kurtulacak. Haydi ağalar! Gayret!" Orta ve büyük bataklıklarla devlet başa çıkmaya çabalıyordu. 2 AĞUSTOS 1926'da suikast davasının ikinci bölümü Anka ra'da başladı. Sanıklar arasında Rauf Bey, Dr. Adnan Bey, Cavit Bey, Dr. Nazım ve eski ittihatçılar vardı. Bu aşamada sayıları 21'di. Dava süresince bu sayı daha da artacaktı. Yurtdışında olan Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey mahkemenin çağrısına uymamış, yurda dönmemişlerdi. Salon her gün tıklım tıklım doluyordu. Savci iddianameyi okudu. Sanıkların bazılarını suikastla il gili görüyor, gizli siyasi etkinliklerde bulunduklarını iddia ediyor du. Cavit B e y i n evinde yapılan aramada günlüğü ele geçirilmişti. Günlüğü Cavit B e y i n Cumhuriyet yönetiminin hiçbir etkinliğini desteklemediğini, kin kustuğunu gösteriyordu. O kadar ki şapkayı bahane ederek halkı kışkırtma olaylarını bile onaylamaktaydı. Dava 26 Ağustosa kadar sürdü. 211
212
GAZİ, çalışma odasında Nutuk
1
u yazdırmaya başlayacaktı.
Dışişleri Bakanlığından bir görevli Gazi'nin söylediklerini yazmak için gelmişti|Kravatlı ve ceketliydi. Gazi'nin huzurunda olmanın heyecanı içinde terliyordu. Gazi yazlık giyinmişti. Masanın, sehpanın üzerinde, koltuk larda, iskemlelerde Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemiyle ilgili birçok dosya, belge vardı* Üçüncü Bölüm 251
Gezinerek giriş cümlesini yazdırmıştı. Caydı: "..Hayır, hayır, o cümleyi siliniz. Şöyle başlayalım: 1919 Mayı sının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-yı umu miye: Osmanlı Devleti'nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umumide mağlup olmuş. Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş..!* Bu çalışma her uygun zamanda devam edecekti. Gelen kâtipler Gazi'nin hızına, direncine ayak uyduramadıkları için sık sık değişi yorlardı. Yorgunluktan bayılan olmuştu. Ama Gazi bütün gün dolaşa düşüne yazdırdığı halde, hiç yorgunluk belirtisi göstermeden, yazdıklarını akşam sofrada arkadaşlarına okuyor, okutuyor, görüş lerini alıyordu. Çoğu buolayların bazı bölümlerinin tanığıydı. Bir akşam, Milli Mücadele döneminde Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa gibi Gazi'nin yanında yer alan öncülerin, Cumhuriyetin ilanından sonra Gazi'yi terk edip gelenek çilerin safında yer almaları konusu açıldı. Gazi dedi ki: "Milli Mücadele dönemindeki hizmetleri inkâr edilemez. Bö lünmemek için her nazlarını çektim. Bunu yazmaya başladığım ki tabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Beni terk etmediler, geniş anlamıyla çağdaşlaşmayı, kısacası kurtuluş yolunu, bu büyük, kur tarıcı ideali terk ettiler. İhtilalin çocuklarını yediği hakkında bir söz vardır. Bu sözü bu eski arkadaşlarımız için de kullananlar varmış. Size gerçeği hatırlatmak isterim. İhtilal çocuklarını yemedi, çocuk larından birkaçı ihtilali yemek istiyordu, izin vermedik. Olayın öze ti budur." 2123
24 AĞUSTOS 1926'da mahkeme kararını açıkladı: Cavit Bey, Dr. Nazım Bey, eski Ardahan milletvekili Hilmi Bey ile İttihatçı Nai^ Bey'in idamına, bazılarının hapisle cezalandırılmalarına, 37 kişinin beraatine karar verilmişti. Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey'e de Türkiye'ye döndüklerinde yeniden yargılanmak üzere on yıl hapis cezası veril mişti. Hüseyin Cahit Yalçın bu davadan beraat etmişti. Dört idam kararı gece yerine getirildi.
213
4
FALIH RIFKI ve Yakup Kadri Beyler suikasta karışmadığına inandıkları Cavit Bey'e üzüldüler, Hüseyin Cahit Beyin beraat et mesine sevindiler. 252 Üçüncü Bölüm
Hüseyin Cahit Bey'in daha önceki bir davadan dolayı sürgün cezası vardı. Çorum'da çekiyordu bu cezayı. O cezayı çekmeye de vam için bir yaylı arabayla yine Çorum yoluna düştü. Hüseyin Cahit Bey'i yolcu ettikten sonra Meclis önünde birbirlerinden ayrıldılar. Falih Rıfkı Bey Ankara Palas yapımını denetlemeye gitti. Yapımla ilgili komisyonun üyesiydi. Yakup Kadri Bey Meclis'e geçti. Kitap lıkta çalışacaktı. Mütareke dönemiyle ilgili Sodom ve Gomore adını verdiği romanı yazıyordu. Meclis'te zengin bir kitaplık kurulmuştu. Meclis Başkanı Kâ zım Özalp Meclis binasının istasyona bakan yönündeki açıklığı da kat kat havuzlarla süsletip halka açık bir bahçe yaptırıyordu. Bahçe tamamlanınca Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, armoni mızıkası burada akşamları halk için konserler vereceklerdi. 214
GENEL SEKRETER Tevfik Bey sabah Gaziye bilgi sunmak için çalışma odasına girdi. Masanın bir yanı Türkçe ve Fransızca tarih kitapları ile doluydu. Gazi okuduğu kitabı, arasına kâğıt açacağı k o % yarak kapattı: "Dinliyorum." "Paris Elçiliğimiz, iki ay izinle Paris'e giden Dr. Rıza Nur Beyin oraya yerleştiğini, memlekete geri dönmeyeceğini bildiriyor." "Nasıl geri dönmeyecekmiş? Daha milletvekili" '"Sakarya Savaşı benim aldığım tedbirlerle kazanıldı, saltanata ben son verdim, Lozan benim eserimdir, hakkımı yediler' gibi söz ler e d i y o r m u ş " Gazi şaşırdı: "Eşi, Latife'ye bu adamın gel-git akıllı olduğunu söylemişti. Haklıymış. Allah şifa versin." "3 Ekimde İstanbul Sarayburnu'nda heykelinizin açılış töreni yapılacak efendim." 215
"Heykelimin yapılmasına izin vererek halkın isteğini kırma mış oldum. Heykel sanatına alışılmasına benim heykelimin yar dımcı olacağını düşünüyorum. Belki bu yolla heykel sanatı gelişir. Memleket heykellerle süslenir. ' Bence ilk fırsatta mesela Mimar 215
Sinan'ın, İbn-i Sina'nın, Piri Reis'in de heykelleri yapılmalı. Bu bü yük insanları unutturmamalıyız. Başka?" "6 Ekimde Kayseri uçak fabrikası hizmete açılıyor." Üçüncü Bölüm 253
Gazi'nin yüzü aydınlandı: "İşte en güzel haber. Düşünsene bir süre sc nra bizim yaptığı mız uçaklar geçecek başımızın üzerinden." Bir keyif kahvesi istedi. Gazi Nutuk'u yazdırmaya devam edeceği için Tevfik Bey izin isteyerek kalktı. Çıkıyordu, birden durdu: "29 Ekim gecesi için bir emriniz var mı?" "iyi ki sordun. Geçen yılki balo müsamere gibi olmuştu, ismet Paşa'yla bir görüş. Evi oldukça elverişli. Eşi becerikli. Belki Cumhu riyet Bayramı'nda bir reception verirler. Ne dersin?" "Paşa'yla görüşeyim efendim." Iyı olur. TEVFİK BEY konuyu o gün İsmet Paşa'ya açtı. İsmet Paşa eşiyle konuşmadan bir yanıt vermedi. Mevhibe Hanım yaz başında ikinci oğlunu da doğurmuş, çocuğa Erdal adı verilmişti. Paşa akşam Gazi'nin isteğini Mevhibe Hanım'a anlattı ve sordu: "Bu işi başarabilir miyiz?" "Gazi Paşa istediğine göre başarmak zorunda değil miyiz?" "Ama nasıl? Bu eve o kadar insan sığar mı?" "Yemek bölümünü bahçeye doğru büyütürsek sığar" "Sen ne diyorsun? Önümüzde ancak bir ay var" Mevhibe Hanım gülümsedi: "Telaş etme paşacığım, ben hallederim. Bu iş ev taşımaktan daha kolay." GÜLHANE parkında, Avusturyalı sanatçı Heinrich Krippel'in yaptığı heykel, yöneticilerin, askerlerin, lise öğrencileri ve halkın katılımı ile 3 Ekim 1926 günü açıldı. w~~ Heykel sanatçısı Gazi'yi sivil giyimli y a p m ı ş t ı . Heykelin put olduğunu ileri sürenler, böyle olduğunu sananlar Gazi'nin heykellerine karşı çıkamadılar. Herhalde için için söylen diler ama seslerini yükseltmediler. Yükseltseler halktan tepki gö receklerini biliyorlardı. Çünkü Gazi'nin heykelleri yalnız Gazi'yi değil, zaferi, kurtuluşu, şehitleri, gazileri, kağnıcıları, çetecileri, bağımsızlığı, özgürlüğü, medeni kanunu, millet egemenliğini, halk devletini, Cumhuriyeti, kısacası çağdaşlaşma idealini, kurtarıcı dü şünceyi temsil ediyordu. 21515
254 Ü ç ü n c ü Bölüm
İkinci heykel, yine halkın isteği ve belediyenin çabasıyla yaptırılacak ve Cumhuriyet Bayramı'nda Konya'da törenle açılacaktı. Ankara'da da Yenigün gazetesi Gazi'yi ve Kurtuluş Zaferini temsil eden bir büyük anıtın yaptırılması için kampanya başlatmış, büyük destek görmüştü. Türkiye'de tek heykelci bulunmadığı için her heykel için Krippel'e başvuruluyordu. Krippel bugünkü Ulus meydanında bulunan büyük anıtı yapmayı da kabul etti. Düzenle me kurulu anıtta mutlaka Anadolu kadınının heykelinin de bulun masını istiyordu. Zaferde büyük payı vardı. M. NECATI BEY her imkân bulduğunda Ankara'daki, istan bul'daki, Anadolu'daki okulları geziyor, müdürle, öğretmenlerle, öğrencilerle konuşuyor, duruma bakıyordu. Eski okullar bakım is tiyordu. Eğitim araçları yeterli değildi. Ama Bakanı asıl üzen bir sorun vardı, ilkokul öğrencilerinin çoğunun gömleği, pantolonu, kazağı, ceketi, etekliği, bluzu, entarisi ya yamalı, ya eski, ya büyük, ya dar, ya küçüktü. Çoğunun ayağında sağlam bir ayakkabı yoktu. Yoksul bir milletin yoksul çocuklarıydı bunlar. Sınıflarda üç-beş tane de kız ya da erkek, temiz giyimli çocuk bulunuyordu. Arala rındaki görünüm farkı, yoksul çocukların duruşlarını, hareketlerini de etkiliyor, ezik, suçlu gibi duruyorlardı. işte bu durum Necati Bey'i kahrediyordu. Her seferinde yoksul luğa lanet ediyor, bazı zaman öfkeden, aczinden gözleri doluyordu. Müsteşarı ile İlk ÖğreM tim Genel Müdürünü rica etti. Buna bir çare bulmaya çalıştılar. Ne olabilirdi çare? Toplantıya başkalarını da da vet ettiler. Aralarına iki de hanım öğretmen aldılar. Os manlı döneminde ortaokul ve lise öğrencileri üniforma giyerlerdi. Cumhuriyette üni formalar kaldırılmıştı. Sorun okula yeni başlayan, henüz gelişmemiş ilkokul öğrencile„•.,.
- . « K ^ , * * * * . , . . , , . .
Üçüncü Bölüm 255
rinin durumuydu. Sonunda kızların diz kapaklarının altına kadar, erkeklerin diz kapaklarının bir karış üzerine kadar, basit, ucuz ku maştan, arkadan düğmeli göğüslükler giymelerine, beyaz yakalar takmalarına karar verdiler. Erkeklerin göğüslükleri gri, kızlarınki gri ya da siyah olacaktı. ş Böylece çocukları üzen, utandıran farklar bu önlüklerin altın da kalacak, zengini de, orta hallisi de, yoksulu da benzer giyinecek, eşit olacaklardı. Bazı yerlerde ayakkabı sorununu Kızılay, Öğret menler Birliği, hatta sınıf öğretmenleri çözmeye çalışıyorlardı. El leri geniş olanların bayramlardan önce okul çocuklarına ayakkabı yardımı yapmaları çok makbule geçmekteydi. Yardım edenler adla rının açıklanmasını istemezlerdi^ 216
6 EKİM 1926 Çarşamba günü Kayseri Uçak Fabrikası törenle hizmete açılacaktı. Altı büyük hangar tamamlanmış, yollar açılmış, gerekli tezgâhlar ve aygıtlar ilgili hangarlara yerleştirilmişti. İki bü yük jeneratör, ışığı ve makinelerin ihtiyacı olan enerjiyi sağlıyordu. Fabrika 170 personelle hizmete girecekti. Ankara'dan Milli Savunma Bakanı Recep Peker, Şirket Başkanı Refik Koraltan, Milli Savunma ve Genelkurmay temsilcileri, hava cılar bir gün önce gelmiş, Kayserililerce karşılanmışlardı. Şehir bay raklarla süslenmişti.
Kayseri Uçak Fabrikası'ndan bir görüntü
256 Üçüncü Bölüm
Fabrika Kayseri'de kurulan ilk sanayi kuruluşuydu. Çalışanların günlük ihtiyaçları ticarette ciddi bir canlılık yaratmıştı. Bazı Kayse rililer fabrikanın yapımında işçi olarak çalışmış, makine, motor, iş tezgâhı nedir tanımışlardı. Küçük havaalanına bakım için gelecek uçaklar inip kalkacaktı. Çağdaşlığın sesini de duyacaklardı.
I
Fabrika Recep Peker, Refik Koraltan ve Belediye Başkanı İbra
him Sefa Bey tarafından açıldı. İlk aşamada Junkers A-20, F-13 ve G-23 uçaklarının bakım,
onarım ve revizyon işlemlerine başlanacaktı. Sonra uçak yapımına da geçecekti.
217
FABRİKANIN açılışı gazetelerde geniş yer buldu. Türklerin de
artık uçak bile yapacakları halka yayıldı. Türk Hava Kurumu'na armağan edilen uçaklar şehir şehir gezi yor, isteyenler uçuruluyor, havacılık sevgisi yayılıyordu. Uçakların basit akrobasi hareketleri yapmaları, havacılık hakkında bilgi veren renkli, küçük el ilanları atmaları, evlerin üzerinden süzülerek dü zeltilmiş tarlalara inmeleri, halkı, özellikle çocukları çok heyecan landırıyordu. Uçak alınması için bağışlar kesilmeden sürüyordu. Küçük ilçedeki Türk Hava Kurumu şubesine orta yaşlı bir Ana dolu anası geldi. Derin çizgili yüzü nice yamanlıklardan geçtiğini gösteriyordu. İpinden çekerek bir keçi getirmişti. Görevliye dedi ki: "İki keçim var oğul. Birini size bağışlıyorum. Helaldir. Sağlı cakla kal/' Varının yarısını bırakıp gitti. Annesi öldüğü gün utanıp ağla mamış olan görevli ağlamaya başladı. 218
İLK ÖĞRENCİ GRUBUNUN yola çıktığı 1925 yılı başından sonra çeşitli devlet kuruluşları sınav açmışlardı. İhtiyaç duyulan konularda uzman, sanatçı, bilim insanı yetiştirmek amacıyla genç ler Avrupa'ya, en seçkin akademi ve üniversitelere yollanacaktı. Bir-iki ülkeye değil, en iyi öğrenim kurumunun bulunduğu ülkeye gönderilmeleri kararlaştırılmıştı. Türkiye geleceğe omuz verecek, Cumhuriyete kanat gerecek, çağdaşlığa öncülük edecek olan seçkinlerini yetiştirmek için hiç bir özveriden kaçınmıyordu. Yollananların önemli bir bölümü de öğretmenlerdi. M. Necati Bey öğretmenlerin eğitim ve öğretim Üçüncü Bölüm 257
bilimini, yöntemini öğrenmelerini, bu konuda uzman olmalarım, Bakanlığa yol göstermelerini istiyordu. İkinci grup öğrenciler de 1926 Ekim ayında trenle ve gemiyle Avrupa'ya yolcu edildi. Hepsi titizlikle izlenip denetleniyor, başarı gösteremeyenler hemen yurda geri çağrılıyorlardı. Boşa harcanacak tek kuruşu bile yoktu devletin. Bütün öğrencilere Eğitim Bakanı M. Necati Bey şu mektubu yollamıştı: "Aziz genç, Önünde yeni ve feyizli bir* ufuk açılmıştır. Bu ufka doğru çok kuvvetli bir şevk ve heyecanla atlayacağından eminim. Gideceğin ilim ve irfan diyarında yılmak bilmeyen hudutsuz bir azim ile ça lışmak, hem vazifen ve hem de borcundur. Bulunacağın yerlerde her şeyden azami istifadeyi düşünmekle beraber, bir Türk gencine yakı şacak bir surette hareket ederek etrafında bulunanların muhabbeti ni, takdirini kazanmalısın. Seni aziz vatanın birçok umutlar besle yerek ne fedakârlıklarla gönderdiğini unutma. Ona göre çalış. Yolun açık olsun. Başarılar dilerim!' 219
ANKARA'yı boykot ederek İstanbul'da yaşama lüksü ve saygı sızlığı sona ermek üzereydi. Ankara İstanbul'daki Dışişleri Temsil ciliğini kaldırmıştı. İşi olan Ankara yoluna düşmek zorundaydı. Sovyet ve Afganistan Büyükelçilik binaları tamamlanmıştı. Almanya, Polonya elçilik binalarının yapımına başlanmıştı. Mısır, Yunanistan, Çekoslovakya, Belçika ve Arnavutluk elçilikleri doğru dan Ankara'ya yerleşmişlerdi. İtalya, Fransa, ABD geliş gidişlerde kalmak için uygun binalar kiralamışlardı. Bu büyükçe evlerin çoğu şimdiki Denizciler caddesindeydi. İngiltere de verilen arsa üzerine, geldiğinde Büyükelçinin ka labileceği bir ev yaptırdı. Lindsay'in iddiaları tutmamış, elçilik Bü yükelçilik olmuş, Ankara'nın başkent olduğu kabul edilmişti. Türk sabrı sessizce sürüyor, İngiliz inadı sessizce yeniliyordu. Türkiye Cumhuriyetinin geçici olmadığını anlamışlardı. inatlarından ister istemez vazgeçeceklerdi. 220
1926 YILI Cumhuriyet Bayramı her yerde büyük gösterilerle kutlandı. 258 Üçüncü Bölüm
Ankara'da gece devletin ve toplumun ileri gelenleri ile kordip lomatik, İsmet Paşa ile eşinin verdiği reception'a davetliydiler. Pembe Evin önü projektörlerle aydınlatılmıştı. Arabalar ardarda gelerek kapının önünde duruyor, protokol görevlilerince karşıla nıyorlardı. Diplomatlar eksiksiz gelmişlerdi. Mevhibe Hanım yemek salonunu, bol camlı geniş bir ek yaptı rarak iyice büyütmüştü. Bütün avizeler, aplikler yanıyordu. Küçük bir orkestra köşede uygun parçalar çalmaktaydı. Gazi'nin arabasına öncülük eden motorsikletin sesi duyuldu. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım kapıya çıktılar. Mevhibe Hanım'ın başı açıktı. Çevredeki bütün görevliler, muhafızlar, nöbetçiler se lam durdular. Gazi Mevhibe Hanım'ın elini öptü, İsmet Paşa'nm elini sıktı. Mevhibe Hanım nazikçe yol verdi. İçeri girdiler. İçerde iki yüz kadar davetli vardı. Gaziyi alkışlarla karşıladılar. Bir yıl önceki baloyla hiç ilgisi olmayan bir şıklık göze çarpıyordu. Erkekler fraklı, eşler uzun tuvaletli, subaylar büyük üniformalıydı. Kadınlar çeşit çeşit saç modeli sergiliyorlardı. Birkaçı da türbanlı, şapkalıydı. Bir Hanım Salih Bozok'un hanımına sordu: "Kızlar niye yok?" "Gazi Paşa İstanbul'a ortaokula gönderdi." Garsonlar çerez ve içki dağıtmaya başladılar. Orkestra hafif dans parçalarına geçti. Gazi, çevresindekilerden sıyrılarak, davet sahibi Mevhibe Hanım'ı zarif bir baş eğmeyle dansa kaldırdı. Her şey için teşekkür etti. Onlar dansa başlar başlamaz, dans yeri fraklı ve tuvaletli çiftlerle doldu. Gece büyük bir neşe ve başarıyla sona erdi. * 221
221
GAZİ geç saatte uyanmış, yatağının ayak ucundaki kanepe ye bağdaş kurmuş, kahve içiyordu. Sırtında bol bir sabahlık vardı. Tevfik Bey karşısındaki iskemleye oturmuştu. Gazi, "Ne zarif, ne güzel bir geceydi değil mi?" dedi. "Evet efendim. Batılı elçiler çok şaşırdılar. Hepsi ayrı ayrı gece nin mükemmelliğinden, batıdaki reception\ax\ aratmadığından söz ettiler, hayranlıklarını belirttiler." Gazi güldü: Üçüncü Bölüm 259
"Sen bu nezaket sözlerine bakma. Onlar fesli, sarıklı, çarşaf lı, haremli, tekkeli, medreseli bir Doğu toplumu olarak kalmamızı daha çok isterler. Bu dekorun arkasındaki anlayış onların daha iş lerine gelir. Böyle toplumları kolayca sömürebiliyor, kandırabiliyor, egemenlikleri altında tutabiliyorlar.'» ^ "Efendim, ünlü Hint şair Tagor, İstanbul'da bir demeç vererek, 'Türk inkılaplarının Doğu dünyası için parlak bir gelecek hazırla makta olduğunu* söylemiş." "Keşke Tagor gibi düşünen Asyalılar, Afrikalılar çoğalsa, bütün mazlum milletler zincirlerini kırsalar." Daldı. Sonra sordu: "Radyolardan ne haber?" "İstanbuTunki Martta yayına geçecekmiş." |Bu sırada Çiftlikte yeni elli bin ağacın daha dikimine devam ediliyordu. GAZİ 1 Kasım konuşmasından önce Başbakanı ve Maliye Ba kanını rica etti. Mali ve iktisadi durum hakkında son bilgileri aldı. Onca yokluk içinde sonuçlar fena değildi. 1 Kasımda yaptığı Meclis'i açış konuşmasında her alanda elde edilen sonuçlar hakkında bilgi verdi. Küçük gelişmeler bile sevinç uyandırıyordu. Bazı vergilerin ıslahını istedi. Dış ilişkiler hakkında oldukça geniş açıklamada bulundu. Sık sık alkışlandı. f 221b
YIL bitmeden bayram gibi iki açılış yapıldı. Alpullu Şeker Fab rikası, Uşak Şeker Fabrikasından önce bitirilmişti. 26 Kasım 1926 günü Alpullu Şeker Fabrikası hizmete açıldı. İki milyon liraya mal olmuştu. Açılış törenine yeni Maliye Bakanı Abdülhalik Renda, Ticaret Bakanı Rahmi Bey, milletvekilleri, İl Va lisi, çevre belediye başkanı, şirket ortakları ve sevinç içindeki halk katıldı. Fabrika günde 500 ton pancar işleyecekti. Alpullu bölgenin pancar boşaltma, şeker yükleme merkezi olmuştu. Fabrikanın var lığı Alpullu ilçesine ileri bir şehir niteliği kazandıracaktı.
260 Üçüncü Bölüm
Alpullu Şeker Fabrikası
Uşak Şeker Fabrikası
Halk ilk kez çayını Türk şekeri ile içecek, helvasını Türk şeke ri ile karacaktı. Bugüne kadar şeker ihtiyacının tamamı dışardan getirtiliyordu. Şeker yoksa çay kuru üzümle içiliyor, tatlı pekmezle yapılıyordu. Bir ay geçmeden 17 Aralık 1926'da da, Uşak Şeker Fabrikası törenle açıldı. Ona da Bakanlar, milletvekilleri, yerel yöneticiler, ortakl ar ve halk katıldı. Uşak'ın yüzü güldü. Uşak Şeker Fabrikasının kapasitesi Turhal Şeker Fabrikası'ndan daha büyüktü. Fabrikanın şehre yaptığı ekonomik katkının yanı sıra, çalışanların kurduğu Sosyal Yardımlaşma Derneği, fabrikayı Uşak için bir kültür merkezi haline getirdi. Halk sinemayı, ailece gelinebilecek gazinoyu ilk kez fabrikada görecekti. Revir, konukevi^ tenis ve futbol sahası, satış mağazaları yapılacaktı. Dernek piknik, spor karşılaşmaları, geziler düzenleyecek, çalışanların ve ailelerinin hayat kalitesini yükseltecekti. Cumhuriyetin hiçbir fabrikası sadece fabrika olarak kalmaya cak, birer kültür ve sanat merkezi olacaktı. 1927 yılına böyle girildi. 222
Üçüncü Bölüm 261
Yıl: 1927 1 Ocak 1927-31 Aralık 1 9 2 7
223
YENİ YILI İstanbul'da bazı aileler yılbaşını kutlayarak karşı ladılar. Birlikte yemek yenildi. Fıkralar anlatıldı. Taklitler yapıldı, j Papazkaçtı, tombala oynandı. Ankara'da Yenişehir'deki bazı aileler de yılbaşı akşamı eşleri ve çocuklarıyla ile birlikte, içlerinden birinin evinde toplanarak yeni yıla şarkılar söyleyerek neşeyle girmişlerdi. Yaşama sevinci için yeni bir fırsat olan bu yeni âdet giderek yayılacaktı. Çoğunluğun birlikte eğlenmeyi pek bilmediği, gülmeyi ayıplayanların bulunduğu bir toplum için yılbaşı, birlikte eğlenmek için bir alıştırmaydı. 224
YENİ YILDA gazetelerde yer alan başlıca haber istanbul Radyosu'ydu. Yakında açılacağı belirtiliyordu. Gazeteler, ses ve saz sa natçılarıyla, teknik adamlarla yapılan röportajlar ile, vitrinler çeşitli marka radyolarla doluydu. Taksitle satışlar başlamıştı. Radyolar evlerde baş köşeyi işgal edecekti. Çoğunun üzerine çapraz yerleştirilmiş küçük dantel bir örtü koymak âdet olmuştu. Büyük salon radyoları da salonların en gösterişli yerine yerleştiri liyordu. Aranırsa, parazit arasında bazı istasyonların sesleri zar zor du yuluyor, o zaman bütün ev halkı radyonun başına üşüşüyordu. "Burası neresi?" "Nece konuşuyor?" "Susun da anlayalım!" Sabırsızlık içinde İstanbul Radyosunun yayına geçmesi bekle niyordu. 13 OCAK 1927 günlü Hayat dergisinde Ahmet Cevdet Bey uzun bir yazı ile memleketteki iktisadi hayata değinmekteydi. Üze rinde durduğu konu, iktisat ilmi için pek bir şey yapılmadığıydı. 262 Üçüncü Bölüm
özetle, "Kapsamlı bir iktisadi incelemeye rastlamadık, gerçek iktisatçı sayısı çok az, üniversite iktisatçı yetiştirmiyor" diyor, ba ğımsız bir iktisat fakültesinin kurulmasını istiyordu. Ama üniversitede yaprak kımıldamıyordu. iktisat Hukuk Fakültesinde yardımcı ders olarak okutuluyor du. Dergide aynı gün Zeki Mesut Bey'in (Alsan) de bir yazısı çık mıştı. Hukukçu Zeki Mesut Bey'in bir cümlesi çok beğenildi: "Vatansever olmak vatandaş olmanın gereğidir? ' ** * 1 1
GAZİ çeşitli görüşteki milletvekillerini, bilim ve sanat adamla rını sofrasında buluşturmaya devam ediyor, tartıştırıyor, tartışıyor, öğretiyor, öğreniyordu. Bu forumda Türkiye'nin sorunları konuşuluyordu. Çözüm yol ları öneriliyor ve değerlendiriliyordu. Gazi bu konuşmalara zaman zaman yön veriyor, bazı tasarılarını da açıklayarak nabız yokluyor, düşüncelerini oigunlaştırıyordu. . . ff Büyük iş, çağdaşlaşma zorunluğunu, devletin bütün imkânla rıyla halka benimsetmeyi başarmaktı. Çağdaşlaşma, milli egemenliği de, laiklikliği de, millileşmeyi de, halkçılığı da, uygarlaşmayı da, sanayileşmeyi de, bilgisizlikten, ilkellikten, yoksulluktan, bağnazlıktan kurtulmayı da, bağımsızlığı, milli onuru, özgürlüğü, insan haklarını, vicdan özgürlüğünü, barış çılığı da, görgüyü de içeren büyük, hayati bir tasarı, bir idealdi. Bunu vazgeçilmez, ödün verilmez, parçalanmaz bir ideal ola rak oluşturan ve uygulamaya koyan ilk önder Gazi M. Kemal Paşa olmuştu. Türkiye bu sayede hayata dönmüş, yaşama yeteneği ka zanmıştı. Hiç kimse bu tasarıyı daha önce bir bütün olarak düşünmemiş, düşünse bile açıklayamamış, hele uygulamaya hiç cesaret edeme mişti. Bazı konularda Batıyı taklitle yetinilmişti. Gazi'nin ideali Ba tıyı taklit etmek değil, Anadolu kültürünün sağlıklı öğelerini koru yarak milletçe çağdaş uygarlığı paylaşmak, ona ortak olmaktı. Gazi bu büyük, çok yanlı tasarıyı, bütünlüğünü koruyarak, te laş etmeden, araya zaman koyarak, adım adım gerçekleştiriyordu. 224b
Üçüncü Bölüm 263
ANKARA PALAS adı verilen otel bitmek üzereydi. Mimar Kemalettin Bey binayı zamanında yetiştirmek için şantiyede yatıp kalkıyor, yalnız planını yaptığı üç başka yapı işi için dışarı çıkıyor du. M. Necati Bey'in Gazi Okulu adını verdiği işe, bugün Küçük Tîyatro'nun bulunduğu Vakıf Apartmanı'na, Ankara istasyonunun yanında yapılan dört katlı yapıma koşuyordu.. Her üçü de hızla ilerliyordu. 2 MART 1927 günü Meclis hükümetin isteği üzerine Takrir-i Sükûn Kanunu'nun yürürlük süresinin iki yıl daha uzatılmasını kabul etti. Buna karşılık istiklal Mahkemelerinin görevleri sona erdirildi. Milli Mücadele döneminde ihtilal mahkemeleri olarak, bozgun culara, hainlere, asker kaçaklarına, casuslara, ırz düşmanlarına, ka tillere, soygunculara, işbirlikçilere, isyancılara karşı milli egemenliği, Meclisin varlığını, bağımsızlık savaşını, milli namusu ve o kıyamet günlerinde asayişi koruyarak büyük hizmetler görmüştü. İstiklal Mahkemeleri tarihe karıştı. || 225
\
BEKLENEN gün geldi. t 6 Mart 1927 akşamı İstanbul Radyosu yayına başladı. Spikerin sesi duydu: "Burası 1200 metre uzun dalga 250 kilosikl İstanbul radyosu. Muhterem dinleyiciler tecrübe neşriyatımıza başlıyoruz." Evlerden sevinç çığlıkları yükseldi. Spiker milletlerarası ku rallara uyarak istasyonun kimliğini bir de Fransızca anons ettikten sonra programı bildirdi: "Şimdi Mesut Cemil Bey idaresindeki musiki heyetimizden rast makamında eserler dinleyeceksiniz." Musiki heyetini ajans haberleri, haberleri Fransızca şarkılar, şarkıları Selim Sırrı Bey'in beden sağlığı hakkındaki konuşması iz ledi. Tecrübe yayını o günlük sona erdi. Radyosu olan her evde, bir eski zaman konağında olduğu gibi fasıl heyeti dinlenmişti. Bu ne olağanüstü bir olaydı! Teknoloji dün yayı değiştiriyor, bazı imtiyazları siliyordu. Kimi haberleri önemse miş, kimi Fransızca şarkılara bayılmıştı., Selim Sırrı Bey'in konuş masına herkes hayran kalmıştı. 264 Üçüncü Bölüm
Kasım ayında da Ankara Radyosu yayına başlayacaktı. Türkiye radyo yayınına başlayan ilk birkaç ülke arasında yer alıyordu. Daha güçlü, bütün ülkeye ulaşacak milli radyolar kurmak için çalışmalara başlandı. Kısa dalga üzerinden dış dünyaya yayın yapacak bir istasyon kurma işi de gündeme alındı. 21 MART 1927 Pazartesi günü Etnografya Müzesi'nin yanın daki geniş alanda Türk Ocakları Genel Merkezi'nin temel atma töreni yapılacaktı (eski Halkevi^ bugünkü Devlet Resim ve Heykel Müzesi). J Başbakan, bazı Bakanlar, birçok milletvekili, Türk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi Bey, binanın mimarı Arif Hikmet Koyunoğlu, Ocaklılar alanı doldurmuşlardı. Genel Başkan Hamdullah Suphi Bey uzun bir konuşma ile Türk Ocaklarının kuruluşunu anlattı: "Türk Ocağı kendini red ve inkâr eden bir hava içinde doğdu. Ona herkes karşıydı. Hatta birçok Türk aydını bile. Diğer millet ler her şeyi dinlemeye tahammül gösteriyorlardı, fakat Türklüğün geçmişinden, şerefinden ve hakkından söz edildiği zaman bunları işitmeye tahammülleri yoktu. Türk Ocağı diğer milletlerin hususi dayanışmasına karşı bir tepki olarak meydana çıktı. Osmanlı İmpa ratorluğu dahilinde her milletin kendine mahsus bir davası vardı. Her milletin hakkı konuşulurdu. Davası olmayan, hakkı düşünül meyen yalnız Türklerdi. Türk Ocağı Osmanlı vatanı üzerinde ilk defa sıkılmış bir yumruk gibi göründü ve Türk davası Türk Ocağı ile diğer davalar arasına girdi ve bir yer tuttu. Türk Ocağı'nın iddiası, Türk milletinin hakkı, Türk milletinin şerefi ve onun her tehlikeden uzak olması gereken geleceğiydi. Türk Ocağının doğduğu gün ile bugün arasında on altı yıllık bir mesafe vardır. Ben şimdi hayalimin gözüyle bu mesafeyi hayretle seyrediyorum." Nice ateşlerden ve harikalıklardan geçerek bu güne ulaşılmıştı. Gazi'yi minnetle andı. Bu uzun konuşmadan sonra İsmet Paşa te mele ilk harcı koydu. Büyük ve sanatlı yapının yapımına başlandı. 226
Herkes Hamdullah Suphi Bey'in acıyla anımsattığı dönemin tarihte kaldığına inanıyordu. * 226
Üçüncü Bölüm 265
BU SIRADA Suriye'de Kürt Milli Genel Kurultayı toplanmış tı. Kurultaya Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiyesi, Kürt Millet Partisi ve Kürt Milli Birliği adlı dört örgütün temsilcileri ka tılıyordu. Hoybun adlı bölücü Örgütün kurulmasına bu toplantıda karar verildi. Toplantıya Vanlı Papaz Vahan Papazyan da katılmıştı. Taşnak Partisi de Kürt hareketini ve Hoybun örgütünü destekleyecekti. Hoybun örgütünün kurulmasına İngilizler ve Fransızlar önayak olmuşlardı. Dört yıl önce imzalanan Lozan Antlaşması'yla İn giltere ve Fransa Türkiye'nin sınırlarını, bütünlüğünü, bağımsızlı ğını kabul etmişler, antlaşmanın altına şeref imzalarını atmışlardı. Şimdi Türkiye'yi bölmeye çalışacak olan Hoybun örgütünü kurdu ruyorlardı. Mehmet Akif Bey haklı olarak bunlar için 'tek dişi kalmış ca navar' demişti. Çıkarları için bu büyük ülkelerin feda etmeyecekleri hiçbir kutsallık yoktu. Hoybun örgütü adına Celadet Ali Bedirhan ile Taşnak Partisi adına Vahan Papazyan bir anlaşma imzaladılar. Kanlı Taşnak Par tisi ile Hoybun, amaçlarına ulaşmak için Türkiye'ye karşı birlikte savaşacaklarını, birbirlerine yardım edeceklerini ilan ettiler. Anlaş manın bir maddesi özetle şöyleydi:; § "Her iki taraf, bağımsız bir Kürdistan ve Birleşik bir Ermenis tan kurulması için ortak düşmana karşı savaşmaya devam ede cektir" §.'•#• . ? ' . - § / • ..' İOrtak düşman Türkiye Cumhuriyeti idi;ff!|İ § Kurultay bir bildiri yayımladı: "Kurultay herkese duyurur ki Ermenistan ve Kürdistan da asır lardan beridir Ermeniler ve Kürtler yaşamaktadır. Onlar kendi ba ğımsızlıkları uğruna çalışırlarken, ülkelerinde herhangi bir yabancı hâkimiyeti reddederler Çünkü bu iki ülke yalnız ve yalnız Ermeni ve Kürt uluslarına aittir" Hoybun örgütü Celali aşiretinden İbrahim Ağa ile Osmanlı ve Türk ordusunda yüzbaşı olarak çalışmış olan Yüzbaşı İhsan Nuri'ye paşalık unvanı verdi. İhsan Nuri'yi Ağrı isyanını başlatıp yönetmekle görevlendire cekti.
227
266 Üçüncü Bölüm
NİSAN 1927'de Avrupa'da yaptığı bir incelemeden dönen M. Necati Bey birçok insanı heyecanlandıran bir demeç vermiş, özetle şöyle demişti: "Milli kültüre ait kurumlara büyük önem verilecek, Ankara'da üniversite, müze, milli kütüphane, milli tiyatro gibi Türk milletinin şeref ve kudretiyle oranlı büyük bilim ve sanat kurumları kurula caktır." 7 Nisan 1927 günlü Hayat dergisinde Fuat Köprülü'nün bir ya zısı yer aldı. Fuat Köprülü, Eğitim Bakanı M. Necati Bey'in demeci ni büyük müjde olarak niteliyor, özetle diyordu ki: "İtirafa mecburuz ki medeni varlığı temsil eden bilim ve sanat kurumları bakımından başka milletlere göre çok, pek çok yoksuluz, istibdat dönemi bu cins kurumlara değer vermek şöyle dursun, milli kültüre ait her teşebbüsün mahvı için çılgıncasına çalışmıştı. Meş rutiyet yıllarında da fpu hususta büyük bir şey yapılamadl.M Bilim ve sanat kurumlarımızın canlanmaya başlaması ancak Cumhuriyet yönetiminde kabil oldu? * 227
BAHARLA birlikte Çiftlikte çeşitli türde elli bin ağaç daha di kilmişti. Sebzeler yetişmişti. Yoğurt ve peynir üretimi başlamıştı. Buğdaylar baş vermiş, tarlalar yemyeşil olmuştu. Bir tepeciğin üzerine Gazi'nin istediği iki katlı evin ve yakı nındaki büyük havuzun yapımı bitmek üzereydi. Marmara Köşkü, Marmara Havuzu diye anılacaklardı. Halk için tasarlanan büyük bahçe çimenlerle, çiçeklerle süslen miş, tahta sıralar, masalar yerleştirilmişti. Halk tatil günleri trenle geliyor, birlikte getirdikleri yemekleri yiyor, geç vakte kadar temiz hava alıyor, yeşillik içinde yüzüyor, oynuyor, eğleniyor, yine trenle geri dönüyordu. İstasyona Mehmet Ali Bey adında deneyli, nazik bir şef atanmıştı. Gazi de fırsat buldukça Çiftliğe uğruyordu. 2270
O da tabanca taşıyordu artık. Yaverlerine, ismail Hakkı Bey e güveniyordu ama en çok kendi çevikliğine, sezgisine güveniyordu. Milletine karşı bir borç olarak gördüğü görevini yerine getir meden bir kazaya uğramak istemiyordu. Üçüncü Bölüm 267
EĞİTİM BAKANLIĞI Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Emin Erişirgil ile üye İbrahim Alaaddin Gövsa sohbet ediyorlardı. Emin Bey, "Bu büyük devrimin nedenlerini ve amacını biz bi liyoruz." dedi, "..İçinden gelmekteyiz. Ama ideolojisi yapılmadığı için gelecek nesiller nedenleri ve amacı bilemeyecek. Şimdi bile bir çok kişi yeterli açıklıkta bilmiyor. Bu eksikliği gidermek üniversite nin görevidir. Yakın tarihimizi, ne halde olduğumuzu, bu noktaya nasıl geldiğimizi herkes iyi ve doğru bilmeli." İbrahim Alaaddin Bey "Haklısınız." dedi, "..Mesela koca im paratorluk neden küçüldü, zayıfladı, aciz, geri kaldı, Anadolu ni çin bu kadar yoksul, geri, ilkel durumda, Balkan Savaşı'nda, Büyük Savaş'ta neden yenildik, Cumhuriyet Osmanlıdan nasıl bir miras devraldı, bunları da herkese, her düzeydeki insanlarımıza iyi anlat mak zorundayız ki Cumhuriyetin değerini, anlamını bilebilsinler, ona sahip çıksınlar. Bu yalnız üniversitenin değil, bütün aydınların, yazarların, hepimizin görevidir" Böyle güzel güzel dertleştiler. Üniversitenin, aydınların, ya zarların bütün bunları herkese anlatacak çeşitli kitaplar yazmaları, özellikle halka uygun biçimde anlatmaları gereği üzerinde durdu lar. Yazmayanları ayıpladılar. Ama ikisi de fırsat bulup bu eseri yazamadı. 2270
22/23 MAYIS gecesi Gazi bir kriz geçirdi. Nutuk'u yazdırdığı günlerdi. 30 saat aralıksız çalıştığı oluyordu. Kalp uyarıda bulun muştu. Almanya'dan getirtilen iki doktor Gazi'nin sigara içmekten ile ri gelen bir kalp rahatsızlığı (anjin) geçirdiğini söylediler. Dinlen mesi gerektiğini söylediler. Gazi doktorların bu tavsiyesine güldü. "Dinlenmek mi?" Bir kez bile nezle olmamıştı. Sağlıklı, dinç, enerjik, dayanıklı, yo'rulmaz bir insandı. Doktorların durumu abarttıklarım düşünür dü. Bu nedenle de doktor tavsiyelerine gerekli önemi vermezdi. Bu kez de vermeyecekti. MAYIS ayının sonunda, birkaç yıl önce zor inanılan bir iş ba şarılmış, Ankara demiryolu Kayseri'ye ulaşmıştı. 268 Üçüncü Bölttm
Bayraklar ve taflanlarla süslü lokomotifin çektiği özel katar Kayseri'ye kadar yol boyuna çıkan köylüler tarafından coşkuyla selamlandı. Ankara'ya, Kayseri'ye gitmek artık ne kadar kolay ola caktı. Belki ürünlerini de, gerekli hazırlıklar bitince, büyük pazar lara gönderebileceklerdi. Ankara'daki doktorlara ulaşabileceklerdi. Meclisi görecek, milletvekilleriyle konuşabileceklerdi. Parası olan belki İstanbul'a bile gidebilirdi. Lokomotif istasyona girmeden, çok güzel bir takın altında durdu. Önünde yolu kesen ipek bir kurdele vardı. Once Bayındırlık Ba kanı Behiç Bey konuştu. Sonra İsmet Paşa güzel, heyecan verici bir konuşma yaptı. İsmet Paşa konuşması bittikten sonra 'hayırlı olmasını' dile yerek kurdeleyi kesti, Ankara-Kayseri hattını işletmeye açtı. Loko motif düdük öttürerek, konuşmaları dinleyen binlerce kişiyle fbirlikte alkışlar içinde ağır ağır ilerledi, yapımı bir ay önce bitmiş güzel Kayseri istasyonuna girdi ve durdu. Tarih 29 Mayıs 1927'ydi. 2270
Makinist ile ateşçiler kirli ve terli yüzleriyle kalabalığa gurur içinde bakıyorlardı. Alkışlar göğü titretiyordu^ Osmanlı döneminde İstanbui-Ankara demiryolu Alman şir keti tarafından 21 yılda yapılmıştı. Cumhuriyet, Yahşıhan-Kayseri arasını (311 km.) 2 yılda aşmıştı. Bundan sonraki ilk hedef Doğuya doğru Sivas, Güneye doğru Ulukışla'ydı. Bu tasarılara artık inan mayan da yoktu, gülen de.
Kayseri-Ankara hattının işletmeye açıldığı gün
Üçüncü Bölüm 269
Bir Junkers A-20 uçağı da o sırada istasyonun üzerinden geçe rek fabrika yakınında hazırlanan toprak piste indi. Kayseri milletvekili Ahmet Hilmi (Kalaç) Bey yanındaki hemşerisine "İşte Cumhuriyet bu.." dedi, "..yani uygarlık." TBMM 25 Haziran 1927'de Umumi Müfettişlik Teşkilatı hak kındaki kanunu kabul etti. Meclis'in dört yılı dolmuştu. Ertesi gün yeni seçime gidilmesi de oybirliği ile kabul edildi. Yaz sonunda yeni seçim yapılacaktı. Kimi seçim bölgesine git ti, kimi aday listelerinde kesin yer alabilmek için Ankara'da kalarak parti yönetimiyle ilişkiyi sürdürdü. Listeleri parti yönetim kurulu hazırlıyordu. Listeler son olarak Gazi'nin, İsmet Paşa'nın ve Parti Genel Sekreterinin onayına sunu luyordu. Halk Partisi grubu, fek parti çerçevesi içinde toplanmış, türlü akımları temsil eden çeşitli milletvekillerinden oluşmaktaydı. Or tak yanları saltanat ve hilafet karşıtı olmalarıydı. Her etnik gruptan insan partide ve Meclis'te yer buluyordu. Falih Rıfkı Bey, "Biz devrim partisi değiliz.." diye sızlanıyordu, "..devrim partisi böyle olmaz. Milletvekillerini iz parti ilkelerimizi kesin kabul eden mütecanis (benzer) insanlardan oluşmalı." Ama bu görüşü parti yönetimine de, Gaziye de kabul ettirememişti. Halk Partisi memleketteki bütün sesleri ve renkleri bira raya getiren bir koalisyondu. Onu tek parti olarak nitelemek kuramsal olarak da, gerçekçi olarak da yanlış olurdu. Birkaç parti gibiydi ya da birçok görüşü içeren büyük bir siyasi kuruluş, bir okuldu. 227e
227f
GAZİ günlük devlet işlerinden sonra bir iki saatini Kurultayda yapacağı konuşmayı yazdırmaya ayırıyordu. Tesbihiyle oynayarak dolaşa dolaşa yazdırıyordu. Kimi zaman da kendi yazıyordu.Bel geler konuşmanın eki olarak sıralanıp ayrılmaktaydı. Bazı konular için gerekli kişilerin bilgisine de başvuruluyordu. 270 Üçüncü Bölüm
Eser Gazi okuyacağı için Nutuk adıyla anılacaktı. Aslında çok önemli bir kitap olacak, Milli Mücadele tarihinin ana kaynağını, Türk dilinin de en güzel örneklerinden birini oluşturacaktı. Bu süreçte İstanbul halkının sitemleri, milletvekillerinin ıs rarı, basının dileği durmuyordu. Gazi, 1919 Mayısında ayrıldığı İstanbul'a sekiz yıl sonra gitmeyi sonunda kabul etti. Uygun evler arandı. Kimi küçük geldi, kimi güvensiz, kimi ye tersiz. Kız kardeşi Makbule Hanım da ağabeyinin evine ineceğini sanarak çırpınıp duruyordu. En sonunda özellikle güvenlik bakı mından Dolmabahçe Sarayı uygun görüldü. İstanbul ve Çankaya bu büyük güne hazırlanmaya başladı. Nutuk'la ilgili tüm dosyalar sandıklandı. Gelecek görevliler belir lendi. Gazi Hafız Yaşar Bey'in gelmesini de istedi. Bazı yetkililer önden yollandı. Sarayın bir bölücü Cumhurbaşkanlığının özelliklerine göre yeniden düzenlendi. İstanbul Radyosu ve gazeteler Gazi'nin 1 Temmüz 1927 günü istanbul'a geleceğini haber verdi. | İstanbul ayaklandı. 227g
1 TEMMUZ günü İstanbul'un Gaziyi karşılayışı bir daha ya şanması imkânsız olağanüstü bir olay oldu. Bütün gazetelerin bi rinci sayfalarında Gazi için yazılan şiirlere yer verilmişti. Vali başkanlığındaki bir kurul İzmit'e Gazi'yi karşılamaya gelmişti. Halkın coşkun gösterileri arasında İzmit'ten geçen tren Derince'de durdu. Kıyı on binlerce insanla doluydu. İzmit körfezin de savaş gemileri bir çizgide sıralanmıştı. Gazi, maiyeti, arkadaşları, karşıcılar ve basın mensupları ile Ertuğrul yatına bindi. Kaptan köşkünün üzerindeki güvertede ha zırlanmış olan koltuğa oturdu. Yat hareket etti. Donanma adına Hamidiye toplarını gürleterek Gazi'yi selam ladı. Tüm savaş gemilerinin mürettebatı küpeştelere sıralanarak denizci usulü selam durdular. Ertuğrul mızıkası marşlar çalıyordu. Kıyıdaki halkın sevgi avazeleri gemiye yansımaktaydı. Hava harika, her şey olağanüstüydü. Gazi sekiz yıl, bir ay, 25 gün sonra İstanbul'a gelmekteydi. Adalara yaklaşmışlardı. Büyük, küçük motorlar yatı sarıp birlikte yol almaya başladılar. Büyükada ile Kınalı arasında karşılayıcıların Üçüncü Bölüm 271
bindikleri boğaz vapurları sıralanmıştı. Bandolar çalıyor, halk avaz avaz bağırıyor, şapka, el, bayrak, mendil sallıyordu. Hepsi kadın, erkek, çocuk, tıklım tıklım doluydular. Gazi de mendil sallayarak karşılık veriyordu. Boğaz vapurları da harekete geçerek Ertuğrul'a yoldaşlık etme ye başladılar. Sonra Ertuğrul yatını bekleyen Halep, Haydarpaşa, Fenerbahçe vapurlarının önünden geçildi. Bu vapurları dolduran halk da çılgın ca "Yaşa Gazi" diye bağırıyordu. Denizde bayraklarla süslü binlerce yelkenli, motor, sandal var. Deniz görünmüyor sanki. Hepsi rengâ renk giyimli İstanbullularla dolu. Kıyılar da öyle. Ta tepelere ka dar. Selimiye de toplarını gürleterek Gazi'yi selamladı. Selimiye'nin önüne saf saf askerler dizilmiş, selam duruyorlardı. Kıyıdaki halk bağırarak, ellerini, şapkalarını, bayrakları salla yarak Ertuğrul yatıyla birlikte koşuyor, Gazi'yi bırakmıyorlar. Yaşlı lar ellerini açarak Gazi ye dua ediyorlar. Görünüm Gazi yi de heyecanlandırmıştı. Salih Bozok ağlama ya başladı. Ali Naci Karacan ertesi gün yayımlanacak yazısında şöyle di yecekti: "Denizin ortasında dört bir yana bakıyorum. Gözün alabil diği noktalarda, kıyılarda, tepelerde, binlerce insan yığınlarından başka bir şey göremiyorum. Mahşer. Yalıların önünden geçiyoruz. Oturanlar görülsün diye perdeleri, çarşafları sallayarak selamlıyor. Gazi de mendil sallıyor!'
272 Üçüncü Bölüm
Yunus Nadi Bey de şöyle yazacaktı: "Cevat Abbas Bey, Bu ulvi ve görkemli görünüşün yanı başına bir de Mudanya vapuru ile Anadolu'ya gidişimizi koymalı. Bu işin manası o zaman daha iyi anlaşılır* diyor. İstanbul'un güzelliği ile halkın gösterileri Gazi'yi heyecanlan dırdı, 'Ne güzel memleket, ne duygulu, ne vefalı halk!' dedi? Saat 17.00 olmuştu. Ertuğrul Çengelköy'den dönerek Dolmabahçe önünde durdu. Motorla rıhtıma çıkıldı. Gazi büyük salonda İstanbul temsilcilerini kabul etti. Vali-Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ'ın hoş geldiniz söylevine yanıt verdi. Yaveri Muzaffer Kılıç Dolmabahçe'de kalına cağını duyduğu zaman itiraz etmiş, "Sizin padişahların kaldığı sa rayda kalmanız uygun olmaz efendim" demişti. Ona da yanıt olmak üzere konuşmasını şöyle bitirdi: "Burası artık milletindir. Ben de burada milletin bir bireyi, bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım." Biraz dinledikten sonra radyo dinlemek için salona geldi. Kar deşi Makbule Hanım, manevi kızları, Meclis Başkanı Kâzım Paşa, Vali Muhittin Üstündağ, Birinci Ordu Komutanı Ali Sait Paşa, bazı milletvekilleri de salonda bekliyorlardı. Oturdular. Başyaver Mu zaffer Kılıç, İsmail Hakkı Bey ayakta duruyorlardı. Salona büyük bir radyo yerleştirilmişti. 1
228
Denizden halkla dolu gemiler geçiyor, bando, şarkı, marş ses leri yansıyordu. Müzik programı bitince spiker ajans haberlerini vermeye başladı: "Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin bulunduğu Ertuğrul yatı bugün bayraklarla donatılmış altmışa ya kın gemi, binden fazla motor, yelkenli ve sandal tarafından karşı landı. İstanbul'a yaklaştıkça sayısı artan motorlar yüzünden yat, Büyükada'dan Çengelköy'üne ancak üç saatte gelebilmiştir. Bütün kıyılar, tepeler, rıhtımlar, denize açılan bütün yollar, büyük kurtarıcıyı selamlamaya koşan yüzbinlerce coşkun, mutlu İstanbullu ile doluydu. Bütün evler bayrak asmışlardı. Tarihte benzeri görülme miş olan bu görkemli ve içten karşılamayı, bu gece karada ve deniz de yapılacak fener alayları izleyecektir. İstanbul Valisi..." Üçüncü Bölüm 273
Başyaver fener alayının sarayın arkasındaki geniş caddeden geçmeye başladığını haber verdi. Caddeyi gören bir yerden, alev alev geçen coşkun, çok uzun, çok kalabalık fener alayını izlediler. Biraz sonra deniz fener alayı başlayacaktı. 0
0
İstanbul asıl kurtuluş bayramını bugün yaşıyordu, istanbul da olduğu sürece, halk Gazi nereye gitse orayı bayram yerine çevire cekti. DÖRT orta yaşlı İstanbullu, içlerinden birinin Üsküdar'daki evinin penceresinden deniz feneri alayını, havai fişek gösterisini izliyor, halkın sevinç çığlıklarını işitiyorlardı. Ev sahibi sinirlendi, pencereyi kapattı, perdeyi çekti: "Yeter!" Oturdular. Gazi'yi karşılayış, halkın sevinci, bağlılığı bu dört adamı öfkelendirmişti. İkinci adam top sakallı, küçük yüzlü biriydi. Sızlandı: "Mustafa Kemal'i yenmek artık mümkün değil." Ev sahibi söylendi: "Suikastı da beceremediler" Üçüncü adam, "Eylül başında yapılacak seçimlerin tamamını kazanırlar.." dedi, "..tek bağımsız bile çıkmaz" "Tek çare Mustafa Kemal Paşa'yı halkın, özellikle de gençlerin, çocukların gözünden düşürmek." "Nasıl yapacağız bunu?" "Ne bileyim, bir şeyler uyduracağız. Mesela dinsiz, din düş manı deriz, Türk değil deriz. Anası iyi biri değildi deriz. Yalandan vergi alan yok. Biri inansa kârdır. Bizim lık böyle laflara inanır. O ona söyler, o ona, kulaktan kulağa, evden eve, mahalleden mahalle ye, şehirden şehire yayılır. Yeni yeni şeyler uyduranlar çıkar..." Dördüncü efendi daha Cumhuriyete ısınamamış iyi bir Müslümandı. İçi sızladı, itiraz etti: "Yalanın, iftiranın günahı büyük, vebali ağırdır." "Padişahlık, halifelik, tarikatler, medreseler geri gelsin diye de mi yalan söylenemez? Kutsal, ulvi bir gaye için.." "Yalanın, hele iftiranın hayırlısı, kutsalı, ulvisi olmaz" "Sen öyle düşün* Bence aziz Allah affeder" 274 Üçüncü Bölüm
"Suçuna Allah'ı ortak etme bari! Davamızı dürüstçe savuna lım" "Nasıl olacak o? Bu yeni icat hayatı yıkabilmek için önce Mus tafa Kemal'i halk gözünde bitirmek şart. Çünkü bu işin temeli o. Temeli çökerteceksin ki bina yıkılsın. Osmanlı geri dönsün. Benden Söylemesi." Denizi dolduran neşe, mutluluk, coşku, camları, perdeleri aşa rak içeri doluyordu. 229
•
GAZİ bir gün sarayda kaldıktan sonra İstanbul'u, kurumları ziyarete başlayacaktı. İstanbul bayraklar içinde yüzüyor, şehri yüze yakın tak süslüyordu. İlkönce Edirnekapı şehitliğine gitti.Yaralı ola rak İstanbul'a sevk edilen Çanakkale gazilerinden hastanelerde ha yatını kaybedenler bu şehitlikte toprağa verilmişlerdi. Binlerce şehit yatıyordu burada. Anafartalar'da, Conkbay ırı'nda, Arıburnu'nda, Seddülbahir'de, Sığındere'de, Kerevizdere'de, Alçıtepe civarında dövüşen, düşmana yurtseverliğin ve şövalyece savaş manın ne olduğunu öğreten subaylar, astsubaylar, erlerdi bunlar. Hepsini rahmetle andılar. Çanakkale ruhu, daha bilinçleşip yo ğunlaşmış, yaygınlaşmış, daha da güçlenerek Kuva-yı Milliye ruhu nu oluşturmuştu. Kuva-yı Milliye ruhu da bağımsızlığı ve Cumhu riyeti kazandırmıştı. AFET okulu bitirmişti. İsviçre'den döndü. Gazi'yi çalışırken buldu. Elini öptü. Gazi Nutuk'un son kısımlarını yazdırıyordu. Ek siklik, yanlışlık olmasın diye sık sık duruyor, belgeleri karıştırıyor, okuyor, not alıyordu. Yazdırdıkları kısımları akşamları da arkadaş larına okuyor, okutuyor, görüşlerini alıyordu. Afet gelince çalışma ya kısa bir ara v e r d i . ' 229
Afet İsviçre hayatını anlattı. 'Fransızcasını yeterli bulmadığını, daha da ilerletmek istediğini' söyledi. Gazi haklı buldu: "Belki ilerde yurtdışında konferans vermen, tartışmalara ka tılman, Fransızca bilimsel yazılar yazman gerekebilir. Fransızcan mükemmel olmalı." İstanbul'daki Dame de Sion adlı Fransız okulunda dilini pekiş tirmesini kararlaştırdılar. Üçüncü Bölüm 275
Akşam yemekte, Gazi'nin isteği üzerine, gördüğü eğitimi, eği timin ağırlığını, yardımcı dersleri, spor ve sanat çalışmalarını anlat tı. Afet konuştukça Gazi sofradakilerin, özellikle Eğitim Bakanı M. Necati Bey'in dikkatini çekiyordu. Türkiye eğitim konusunda sorunu çok bir ülkeydi. Çok şey hayal ediliyor, bu hayallerin pek azı gerçekleştirilebiliyordu. Bütün sorunlar gelip gelip paraya dayanıyordu. Lanet olsun! İlkokul eğitimi Osmanlıdan beri zorunluydu ama aileler genel likle kızları okula yollamıyorlardı. Her yerde okul olmadığı için okula devam etmesi gereken çocukların büyük bölümü okumuyordu. Ama oldukça sevindirici gelişimler sağlanmıştı. Öğretmen okullarındaki öğrencilerin sayısı iki katına çıkarılmıştı. Kayseri'de Zincidere'de ve Denizli'de iki köy öğretmeni okulu açılmıştı. Köy öğretmeni hem Öğrenciye öğretmenlik edecek, hem köylüye reh berlik yapacaktı. Ayrı bir daldı. Halkın da eğitilmeye, bilgilendiril meye çok ihtiyacı vardı. Açılan kurslar, halk dershaneleri henüz ih tiyacı karşılayabilecek sayıda ve nitelikte değildi. Bunları çoğaltmak gerekiyordu. Gazi, M. Necati Bey'e, "Bu sorunları konuşmalıyız" dedi. "Peki efendim." 8 TEMMUZ 1927 günü Ankara Hukuk Okulu ilk mezunlarını verdi. Bunun için yine ilk Meclis'te güzel bir tören yapıldı. Adalet Ba kanı Mahmut Esat Bey görevle yurtdışındaydı. Törene bakanlık ileri gelenleri, yüksek yargı temsilcileri, Ankara'daki hâkim ve savcılar, mezunların yakınları ve gazeteciler katıldılar. Stajdan sonra görev yerlerine gidecek, adalet dağıtacaklardı. Bakanlık Müsteşarı, "Sayın hukukçular.." diye seslendi mezun lara, "..Bir dava sonunda karar vermekten daha sorumlu, daha ağır, daha yıpratıcı bir görev var mıdır acaba? Rehberiniz akıl ve bilgi, dayanağınız yalnız vicdanlarınız olsun. Gazi Paşa'nın Cumhuriye ti emanet ettiği gençler olduğunuzu unutmayın* Başarılar diliyo rum." 276 Üçüncü Bölüm
BİRKAÇ gün sonra Gazi, İstanbul öğretmenler Birliğfni tem sil eden kurulu kabul etti. Kurulda bir de hanım müdür bulunu yordu. Sorular sordu, sorunlarını, dileklerini dikkatle dinledi. O da düşüncelerini açtı. Eğitimi yetersiz bir toplumda yalnız öğretmen lerin değil, öteki meslek kuruluşlarının da halka açılmaları, okul ve meslek ortamı ile sınırlı kalmamak gerektiği üzerinde durdu. Gazi bir buçuk saat süren görüşmenin sonunda, son söz olarak dedi ki: "Öğretmenler, her vesileden istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı, halk öğretmenin çocuğa yalnız alfabe oku tur bir varlıktan ibaret olmadığını anlamalıdır. Eğitimi yetersiz bir toplumda buna çok ihtiyacımız var." Halkın hızla aydınlanmasını sabırsızlıkla istiyordu. 230
13 T E M M U Z 1927 günuTıerkesi acıya boğan bir olay oldu. i Ünlü mimar Kemalettin Bey, şantiyedeki odasında ölü bulundu. Doktorlar ölüm nedeninin beyin kanaması olduğunu açıkladılar. Çok çalışıyor, her ihtiyaca yetişmeye çalışıyor, nitelikten ödün vermeden Ankara'yı güzelleştirmeye çalışıyor, bunun için beyin teri döküyordu. Sevenlerden biri "Ankara şehidi" dedi. Hiç dinlenmemişti, ö l ü m Kemalettin Bey için ebedi bir din lenme oldu. M. NECATİ BEY acısını bastırmak için Kayseri'ye Zincidere köy öğretmen okulunu ziyarete geldi. Köy öğretmen okulları bir ay tatil yapıyor, on bir ay eğitime devam ediyordu. Tatil bitmişti. Yönetimle, öğretmenlerle, köy kökenli öğretmen adayı öğren cilerle uzun uzun konuştu. "Beni de arkadaşınız bilin, rahat konuşun ve davranın." Onlar da Bakanı arkadaşları bildiler, rahat, içten, özgürce k o n u ş t u l a r . Görüşlerini, eleştirilerini, dertlerini sansürsüz açıkladılar.
Bu gençler, bitli, sıtmalı, bilgisiz köyleri geleceğin aydınlık köyleri yapacaklardı. Konuşmalar M. Necati Bey'e bu güveni verdi. Hiçbiri boynu bükük köylü değildi. Dik duruyor, korkusuz konuşuyorlardı. Cumhuriyetin yetiştirmek istediği yeni insanlardı bunla&i M. Necati Bey gece de okulda kalacaktı. Üçi lıtcü Bölüm 277
Birlikte yemek yendi. Yemekten sonraki toplantı arkadaş eğ lencesine dönüştü. Türküler, halaylar, zeybekler, şiirlerle dolu bir gece yaşandı. Ertesi gün okuldan olağanüstü mutlu ayrıldı. Bir gün daha kal mak istemişti ama yapacak çok iş vardı: Her öğretmen, müfettiş, yö netici için hazırlanan geliştirme kursları ile öğretmen okullarından mezun olmamış öğretmenler için düzenlenen yoğun kursları başla tacaktı. Yabancı uzmanların katılacağı seminerleri izleyecekti. q| Eğitim aiiesi hareket halindeydi. İLLERDE doktorlar, öğretmenler, uzmanlar okulsuz köyleri topluca ziyaret etmeyi sürdürüyor, millete sahip çıkıyorlardı. Kuru la Varsa veteriner, tarımcı da katılıyordu. Birlikte atlara ya da araba lara binerek harman işini bitirmiş köylere gidiyorlardı. Bazılarına kaymakam, nahiye müdürü de katılıyordu. Bazen vali bir kamyon veriyor, kamyona doluşup gidiyorlardı. Bir köyü aydınlatmak akıllı, vicdanlı, yurtsever insanlar için çok büyük bir olaydı. Ortaçağı yenmedikçe kurtuluş olmayacağını hepsi biliyordu. Köylüleri muhtarın yardımıyla kahvede ya da meydanda toplu yorlardı. Meydanda toplamışlarsa yerlere oturuyorlardı. Sırası ge len görevli ayağa kalkıp kısa konuşarak bilgi veriyor, akılda kalacak pratik öğütlerde, uyarılarda bulunuyordu. Akıllı köy imamları da bu konuşmaları dikkatle izlemekteydiler. Ne kadar az şey bildikle rini anlıyor, bilenlere saygı ile bakıyorlardı. Bir dönüşte genç öğretmen bu çalışmaları övünce, yaşlı kay makam dedi ki: "Daha binlerce köy, mezra, aşiret, oymak, nahiye var .oğlum. Bu bir avunma, hiç yoktan iyidir kabilinden bir îş." öğretmen dikildi: "Önemli olan başlamak. Zamanla her yere ulaşılır. Başlanmaz sa bin yılda da ulaşılamaz. Nitekim başlamayı avunma sayanlar yü zünden bin yıldır ulaşamamışız." Kaymakam sustu. Canı sıkılmıştı. Bir öğretmen bir kaymaka ma itiraz edebilir, böyle yanıt verebilir miydi? Bunları Ankara şı martıyordu. Yoksa böyle konuşmak haddi miydi? 278 Üçüncü Bölüm
İÇİŞLERİ BAKANI Cemil Bey 27 Ağustos 1927 günü randevu almadan Başbakanlığa geldi: "Hemen sayın Başbakanı görmem gerek/' Bakanın telaşını gören özel Kalem Müdürü Başbakanın yanına girmesini sağladı. Bakan içeri dalıp Başbakana az önce aldığı bilgiyi sundu. Başbakan morardı: "Yine mi? Vay alçaklar vay! Ne yaptı Mustafa Kemal Paşa yahu? Vatanı mı sattı? Düşmanla işbirliği mi yaptı? Milletin ırzı, namusu, evi barkı yağmalanırken köşkünde, konağında keyfine mi baktı? Bir yıkıntıdan bağımsız bir devlet, ortaçağda yaşayan zavallı, esir bir yığından başı dik bir millet çıkardı. Hayvanlar bile bu kadar nankör olmaz!" Cemil Bey, "Allahtan çabuk anlaşıldı" dedi. "Ben İstanbul'a durumu bildiririm. Siz de soruşturmayı derinleştirin, güvenlik önlemlerini artırın." TEVFIK BEY ismet Paşa'nın şifresi açılmış ayrıntılı telgrafına bakarak olayı özetliyor, Gazi, İsmail Hakkı Bey, Rüsuhi Bey, Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker de dinliyorlardı: "..Bu seferki elebaşı Hacı Sami." Hacı Sami ittihatçıların eski fedailerinden, vatandaşlıktan atı lan 150 hainden biriydi. Enver Paşa'yı da Anadolu'ya girmeye teşvik etmiş, Buhara macerasına sürüklemiş, karışık, karanlık bir adamdı. Adını duyunca herkesin yüzü karıştı. "..Hacı Sami ile kardeşi Ahmet ve üç adamı, silahlı olarak Atina'dan Sakız Adasına geçmişler, oradan gizlice Kuşadası'na çı kıp içeri doğru yürümeye başlamışlar. Önce bunlardan kuşkalanan köylülerle çatışma çıkmış, sonra jandarma yetişmiş, çatışma sür müş. Hacı Sami ile kardeşi ölmüş, adamlarından biri yaralı, ikisi sağlam olarak yakalanmış. Yakalanan hainlerden Hakkı'nın ifadesi ne göre gayeleri.." Tevfik Bey'in sesi titredi: * "..Ankara'ya dönerken treninizi havaya uçurmak, yurt düze yinde büyük bir ayaklanma başlatmakmış." 230a
Nuri Bey bağırdı: "Vay şerefsizler!" Üçüncü Bölüm 279
Salih Bozok "İzmir'de sonuç alamayınca, hainlerin Atina kolu harekete geçmiş" dedi. Gazi ayakta, pencereden denizi izliyordu. Halife olmasını öne ren iyi niyedi bir din adamının sözleri aklına geldi: "..birçok düşman \Jf kazanacaksın. Hayatın hep tehlikede olacak. Bunları hep halkın iyiliği için yapıyorsun ama bakalım kadrini bilecekler mi? Gel bu işten vaz geç. Kendin Halife ol. Keyfince yaşa..? Silkindi. "Haydi çocuklar hazırlanın.." dedi, "..Taksim Bahçesi'ne gidi yoruz." Daha önce de bir kez gitmiş, çok beğenmişlerdi. TAKSİM BAHÇESİ bugünkü Taksim gezisinde bulunan, gü zel, düzeyli bir açık hava gazinosuydu. Büyük ağaçlar küçük ampullerle ışıklandırılmıştı. Sahne önü dans yeri olarak boş bırakılmış, sahne ve dans yeri beyaz örtülü birçok masayla çevrilmişti. Masalar ailece gelmiş İs tanbullularla doluydu. Gazi'yi ilk gören sahnedeki saz heyetinden klarnetçi oldu. Gözleri büyüdü, klarnetini saz arkadaşlarını uyaracak şekilde ça larak gözleriyle kapıyı gösterdi. Saz heyeti çalmayı bırakıp ayağa kalktı. Halk da Gazi'yi fark etmişti. Ayağa fırladılar. Alkış seslerine, "Yaşa Gazi!" haykırışları eklendi. Yıldırım hızıyla pistin kıyısında bir masa hazırlanıverdi. Otur dular. Rüsuhi ve İsmail Hakkı Beyler gerideki bir masaya geçtiler. Ge len haberin etkisi daha geçmemişti. Elleri silahlarının üzerindeydi^ Masa donandı. Gazi'ye, leblebiyi sevdiğini duymuşlardı, bir kristal kâse içinde leblebi getirmeyi ihmal etmediler. Halk büyük bir hayranlık içinde Gazi'ye bakıyor, el sallıyor, gü lüyor, başıyla selam veriyordu. Gazi ayağa kalktı, bol su doldurdu ğu kadehini kaldırdı. Gazi'nin yanındakiler de kadehleriyle ayağa kalktılar. Gazi "Sağlığınıza, saadetinize içiyorum!" dedi. Bütün içen müşteriler de ayağa kalkarak kadehlerini kaldırdılar: "Biz de senin sağlığına, saadetine içiyoruz Gazi Paşa!" Gazi ayakta, büyükçe bir yudum aldı. Bir ses duyuldu: "Afiyet olsun!" 280 Üçüncü Bölüm
Daha gür bir ses bahçeye yayıldı: "Günahı benim olsun." Gazi, "Arkadaşlar.." dedi, "..eğlenmek, birlikte güzel bir gece geçirmek için geldik. Teklif tekellüf yok. Rahat olun, keyfinize ba kın, içinizden geldiği gibi davranın." Halk mutlulukla alkışlıyor, * y ? » °1' diye bağırıyordu. Ya kın masadaki yaşlıca bir hanım, "Ah canım." diye seslendi, "..Allah seni bize bağışlasın. Hakkmdır, gönlünce eğlen." Saz heyeti yeni bestelenmiş, çabucak yayılmış bir şarkıya baş layınca Gazi, arkadaşları ve halk hep birlikte söylemeye başladılar: Aşıka Bağdat sorulmaz Ufukları aşar gider a
a
v a r
00
Ümit yolcusu yorulmaz Baht izinde koşar gider... Şarkıdan şarkıya geçildi. Neşe doruktaydı. Gazi masadan kalk tı, ortaya geldi. Saza döndü: "Sarı zeybek!" Müşterilere seslendi: "Haydi, bilenler gelsin!" Üç Egeli saygı ile ortaya geldi. Ellerini göğüslerine bastırarak Gaziyi selamladılar. Saz 'Sarı Zeybek'i çalmaya başladı. Halk da hayret ve hayranlık içinde ayağa kalktı. Bir Devlet Başkanı aralarına karışmış, halktan biri gibi zeybek oynayacaktı. Hayret ve hayranlık la bakılmaz mıydı? Gazi ve üç erkek, ağır ağır, can üflenmiş heykeller gibi, bu otu raklı oyunun hakkını vererek, ağır ağır oynamaya başladılar. Birçok yaşlının gözleri dolmuştu. Türkiye hiç yaşamadığı gü zellikleri yaşıyordu. Hayat çetindi. Yoksulluk sürüyordu. İş bulmak kolay değildi. Ama bu güzelliklerden dolayı mutluydular. Adam ye rine konulmak, sevilmek, sayılmak ne güçlü bir ilaçtı. Bütün dert leri siiiyordu. Saz heyetinin yerini küçük ama usta bir orkestra aldı. Gençler pisti doldurdular. Orkestra sürpriz olarak valse dönünce birçok çift yerine oturdu. Gazi, eşinden izin isteyerek genç bir hanımı dan sa kaldırdı. Vals bir masal raksına benzedi. Valsin sonunda genç hanıma yerine oturana kadar eşlik etti, ona ve eşine teşekkür etti, arkadaşları da ayağa kalkmışlardı. Üçüncü Bölüm 281
Gazi herkese seslendi: "Hepinize yürekten teşekkür ederim..* Herkes ayağa kalktı. "..Çok güzel bir geceydi. Allahaısmarladık arkadaşlar!" Sanki gök gürledi: "Güle güle Paşam!" Bir genç kız koştu, ellerine sarıldı, öptü: "Allah benim ömrümden alıp size versin." Gazi ve arkadaşları, alkışlayan, haykıran, dua eden, el sallayan ların arasından geçerek bahçeden çıktılar. Gazi arabada Tevfik ve Salih Bozok Beylere dedi ki: "Halk bu işte. Birileri halkı zehirlemezse bu güzel halktan Cum huriyete de, uygarca yaşayışa da, bana da hiçbir zarar gelmez. Buna bir kez daha inanmaya, güvenmeye ihtiyacımız vardı değil mi?" YENİ SEÇİM yapılmış, ikinci seçmenler, bağımsızların se çime katılmasına rağmen, her yerde Halk Partisi adaylarını seçmişlerdi. Dolmabahçe'de Parti Genel Sekreteri Saffet Arıkan ile bazı bakan ve milletvekil lerinin bulunduğu bir öğle yemeğinde se çim sonuçları konuşuluyordu. Saffet Bey'in "Bütün illerde seçimi kazandık" diye övünmesi Gazi'yi rahatsız etti, "Ya kim kazanacaktı? Başka parti mi var?" dedi. Saffet Bey "Ama bağımsız adaylar var dı" diye sevincine dayanak aradı. "Birden çok parti olmadıktan sonra, Saffet Arıkan ne fark eder?" Gazi tek parti olmaktan kaynaklanan sorunları, aksaklıkları biliyordu. Parti tembelleşmişti. Meclis denetimi zayıflamıştı. Yerel particiler halka yukardan bakmaya başlamışlardı. İş Bankası çevre sinde kredi için aracılık yaparak çıkar sağlayanlar belirmişti. Kimi leri yabancı şirketlerin işlerini takip ediyordu. Bunlara 'Cumhuriyet zenginleri' deniyordu. İsmet Paşa bunlarla mücadele ettiği için söz konusu çıkarcıların ve bu yeni zenginlerin hedefi halindeydi. 230b
230c
282 Üçüncü Bölüm
Bir milletvekili, "Haklısınız ama denedik, gördük.." dedi, "..memleket yangın yerine döndü." "O tarz olayların tekrarını önleyecek önlemleri alarak, çok partili hayatın ve siyasi denetimin yolunu açmamız gerektiğini dü şünüyorum." Milletvekillerinin çoğu Şeyh Sait isyanı ve devam etmekte olan olaylar, şapkayı vesile eden ayaklanma girişimleri, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin tutucu, gerici tutumu ve İzmir suikastı do layısıyla çok partili hayattan, daha doğrusu irtica koalisyonundan korkuyorlardı. İrtica koalisyonunun sürdüğünü gösteren birçok işa ret vardı. Gazi misafirlerinin konuyu tartışmaya hazır olmadıklarını görünce Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'a döndü: "Senin soytarı ne âlemde?" \ t Cakalı tavırları, süslü üniformaları ve, boyunu aşan iddiaları yüzünden, bir süredir Mussolini'den soytarı diye söz ediyordu. "Bize saldırmayı gözü kesmedi. Şimdi dişine, uygun bir hedef arıyor" ft- V'fflsş^ . Yunus Nadi Bey Gazi'ye, "Çalışmanız bitti mi?" diye^sordu. "Sonuna geldim sayılır" GAZİ 11 Eylülde Hürriyet-i Ebediye tepesindeki şehitleri ziya ret etti. Bunlar 31 Mart gericilik isyanı sırasında şehit edilmiş olan 3 subay ile 68 erdi. Biraz yenilenen devleti ve toplumu korumaya çalıştıkları için bâğnazlarca şehit edilmişlerdi. Dönüşte Gazi halkla birlikte olmak için tramvaya bindi. Tram vaydaki yolcular şaşkınlığı atlatır atlatmaz Gazi'yi alkışlarla, sevgi sözleriyle karşıladılar. Beyoğlu'na kadar sohbet ederek, gülerek, şa kalaşarak geldiler, f Halîcla çok çabuk kaynaşıyordu. KÜÇÜK kızlar okullarına döndüler, Afet Dâme de Sion'a yatılı olarak kaydoldu ve başladı. ' Gazi:İstanbul'dan ayrılmadan önce bıyığını kesti. Maiyetine, "Benim gibi yapmak zorunda değilsiniz" dedi. Ama Gazi'yi bıyıksız görenler, bryıklarını kesmeye başlayacaklardı. .. Bursa üzerinden 10 Ekimde Ankara'ya döndü. 11 Ekim 1927'de İkinci Tıp Kongresi toplanmıştı. Bir süre kongreyi izledi. Türkiye'nin Üçüncü Bölüm 283
canını yakan tıp sorunları konuşuluyordu. Sıtma ile büyük savaş başlamıştı. Çalışkan doktorlar frengi, trahom, verem, cüzzam ile mücadeleyi de sürdürüyorlardı. Anadolu'da çalışan doktorlar, halkın bu hastalıkların bulaşıcı olduğunu bile bilmediğini açıkladılar. Yüzlerce yıllık bilgisizliği bir kaç yılda yıkmak imkânsızdı. Ama yıkmalıydılar. ALFABE devriminin yapılmaması birçok kişi gibi Ahmet Cevat Emre Beyi de üzmekteydi. Arap alfabesinin Türk diline hiç uy madığını belirten, kanıtlayan bir dizi yazı yazdı. Vakit gazetesine yolladı. Yazılar Ekim 1927'de yayımlanmaya başladı. Dizi, Mayıs 1928 e kadar sürecek, alfabe konusunu sekiz ay gündemde tutacaktı. Gazi İsmet Paşa'ya bu yazıları okumasını söy ledi. İsmet Paşa dedi ki: "Dikkatle okuyorum" 2306
ANKARA çok hareketlendi. Halk Partisi'nin İkinci Büyük Kong resi 15 Ekim 1927 günü saat 10.00'da TBMM'de toplanacaktı. İllerden gelen delegeler bütün otelleri, hanları doldurmuştu. Yer bulamayanları arkadaşları misafir ediyorlardı. Saat 09.00'dan başlayarak salon, basın balkonu ve dinleyiciler bölümü dolmaya başlamıştı. Davetliler ve kordiplomatik de geldi. Sana 10.00'a doğru Meclis Başkanı, Başbakan, Bakanlar, milletve killeri de eksiksiz olarak yerlerini aldılar. Herkes koyu renk giysiliy di, önemli günlerde koyu renk elbise giyme alışkanlığı yerleşmiş, dağınık, kuralsız, alaturka düzen sona ermişti. Gazi tam saat 10.00'da salona girdi. Bütün salon, davetliler, kordiplomatik, dinleyiciler, tutanak kâtipleri ve basın mensupları ayağa kalktılar. Sürekli alkışlar eşliğinde ağır adımlarla başkanlık kürsüsüne çıktı, kongreyi açtı: 231
"Efendiler! Cumhuriyet Halk Partisi'nin büyük kongresini açı yorum." Kısa bir konuşma yaptı. Özellikle şu hususu belirtti: "Geçmişe ait vakalar ve olaylar hakkında açıklamalarda bu lunmak ve yıllardan beri devam eden faaliyet ve icraatımızın mil284 Üçüncü Bölüm
letimize hesabını vermek görevim olduğu kanısındayım. Olaylarla dolu olan 9 yıllık bir dönemin tarihine temas edecek açıklamalarım uzun sürecektir. Beni hoşgöreceğinizi ümit ederim" Yerini Başkan Vekili İsmet Paşa'ya bıraktı. İsmet Paşa başkan lık kürsüsüne geldi. Kurultayla ilgili bazı işlemlerden sonra sözü Gazi'ye verdi. Gazi konuşma kürsüsüne geldi. Ayakta NutuKu oku maya başladı. Tarihi, yapan anlatmaktaydı. Herkes kulak kesildi. Gerekli belgeleri Başkanlık Diva nı üyesi Ruşen Eşref Bey'e uzatıyor, o okuyordu. Böylece her saptamasını, du rumu ve olayı belgeliyordu. Gazi, ibret alınacak dersler,{ deneyler, inanılması güç olumlu-olumsuz olaylarla dolu ola ğanüstü bir süreci ve bu dönemin küçük ve büyük insanlarını değerlendirmeye başlamıştı. Derin sessizlik içinde Gazi'nin, daha doğrusu tarihin sesi tınlıyordu. NUTUK'un okunuşu günde 6 saat ten altı gün, toplam 36 saat 31 dakika sürdü. 20 Ekim 1927 günü saat 20.15'ti. Gazi Nutuk'un sonuna gelmişti: "Efendiler, bu beyanatımla, milli hayatı son bulmuş sanılan bü yük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına dayanan, milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurdu ğunu ifadeye çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen felaketlerin doğurduğu uyanış ve bu aziz vatanın her köşe sini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum." Bu ifade, bir millet atasının, devlet kurucusunun gelecek ku şaklara vasiyeti niteliğindeydi. Sonra doğrudan gençliğe seslendi: "Ey Türk gençliği!" Birinci vazifen Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsu za kadar korumak ve savunmaktır..? Üçüncü Bölüm 285
Meclisin dikkati, duyarlığı daha da arttı. Bazı milletvekilleri nin gözlerinin yaşardığı görülüyordu. Hitabenin sonuna yaklaşır ken Gazi'nin de heyecanlandığı, gözlerinin dolduğu görüldü. Saat 20.25'te Nutuk'un okunuşu, gençliğe sesleniş ile son bul du. Herkes ayağa fırladı. Gazi herkesi başıyla selamlayarak kürsüden indi, alkış tufanı içinde salondan ayrıldı, yukarı kattaki odasına çıktı. Alkış tufanı hâlâ sürüyordu. 232
KURULTAY iki gün daha sürdü. Partiyi tanımlayan dört ilke kabul edildi: Cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik Saffet Arıkan, Recep Peker, Cemil Uybadin, Dr. Refik Saydam, M. Necati, Celal Bayar, Fuat Bulca, Kazım Hüsnü (Konya) ve Nafiz (Erzurum), Genel Yönetim Kuruluna seçildiler. Genel Başkan vekilliğini İsmet Paşa sürdürüyordu. Genel Sek reterliğe Saffet Arıkan getirildi. Gazi Nutuk'u bastırıp çoğaltma ve satma yetkisini, havacılığı destekleyen Türk Hava Kurumu'na verdi. Kitap 1927 yılı bitmeden 100.000 adet basılacaktı. Yakın tarihle ilgili önemli bütün olaylar, ilk kez bu çok önemli eserde belgeleri ile birlikte açıklanıyordu. Olayların içinde yaşamış olanlar bile okuyunca olayın büyük lüğünü, içyüzünü daha iyi anlayarak olup bitene şaşacaklardı. Zaferleri ve başarıları kendine mal etmiyor, arkadaşlarına da ğıtıyordu. 233
234
28 EKİM 1927 Cuma günü ilk nüfus sayımı yapıldı. Bunun için uzun hazırlık yapılmış, uzman olarak Belçika'dan Jacquard, İsviçre'den Dr. Brunschweiler çağrılmış, binlerce görevli yetiştiril mişti. Sokağa çıkmak yasaklanmış, güvenliği korumak için önlemler alınmıştı. Sokağa çıkma yasağı ilk kez uygulanıyordu. Halk bir günlük yasak için üç günlük yiyecek içecek satın aldı. Türkiye nüfusu sayıldı: 13.648.270 235
286 Üçüncü Bölüm
Hepsi yüzlerce yıllık yurt kardeşiydi. Cumhuriyet bunların yurtseverlik çevresinde bir millet olmalarını, Cumhuriyeti ve çağ daş uygarlığı paylaşmalarını diliyordu. Milletleşme başlamıştı. Kimse kimsenin aslını sormuyordu artık. Soran çok ayıplanıyordu. Kim Türk, kim Çerkez, kim Kürt, kim Boşnak, bunu merak eden belki birkaç yaşlı mahalle kocakarısı kalmıştı. Onlarla birlikte bu merak da bitecekti. Herkes yurttaştı. GAZİ yazar milletvekillerini Çiftlik istasyonunun üst katında öğle yemeğine çağırmıştı. Köşkten gelen sofracılar sade ve zarif bir sofra hazırlamışlardı. Tabii içki yoktu. Hepsi Nutuk'u çeşitli açılardan övdüler. Gazi dedi ki: "övgülerinize teşekkür ederim ama okurken önemli bir yanlı şımın farkına vardım. Yer yer çok ağdalı bir dil kullanmışım." Falih Rıfkı Bey, "Evet." dedi, "..biraz Namık Kemal üslubunu anımsatıyor" Yakup Kadri Bey, "Osmanlıca İmparatorluk diliydi" dedi. Mahmut Soydan bu sözü daha açtı: "Tabii millet gibi dil de kozmopolitti, karmaşıktı" Ruşen Eşref Bey, "İlk fırsatta dili de millileştirmek zorundayız Paşam" dedi. Falih Rıfkı Bey, "Bunun için öncelikle alfabe sorununu ele al mak gerek" diye hatırlattı. Yunus Nadi Bey sordu: "Bu iş bir ara konuşuluyordu. Sonra kaldı. Yoksa vaz mı geç tiniz?" . Gazi, "Hiç vazgeçer miyim?" dedi, "..İsmet Paşa'yı ikna edeme dim. Enver Paşa'nın alfabe deneyi ödünü patlatmış. Bir kere ikna oldu mu da, bilirsiniz, işi herkesten sağlam tutar. Bu hafta onunla görüşeceğim." Dil ve alfabe konusunu konuşmaya devam ettiler. Gazi'nin al-, fabe konusunda hayli bilgi derlemiş olduğunu, bu konuda yayım lanmış birçok yazıyı dikkatle okuduğunu anladılar. 235a
Üçüncü Bölüm 287
İSMET PAŞA Gazi'nin ricası üzerine, alfabe konusunda resmi olmayan bir çalışma yapılmasına razı oldu. Gazi M. Necati Bey'i çağırdı. Durumu anlattı: "Başbakanın rızası var. Konudan anlayan birkaç kişilik bir ku rul kur. Alfabe konusunu olumlu olumsuz yanlarıyla incelemeye, bazı esasları belirlemeye çalışsınlar. Vakti gelmeden konuyu yay mayalım. Bir aşama olarak milletlerarası rakamları kullanmayı zo runlu kılabilir miyiz? Bunu bir düşünün." "Peki efendim." "Çok önemli bir konu da halkın eğitimi. Öğretmenler Birliği'nin kurslarını, halk dershanelerini, doktorların ve arkadaşlarının köyleri ziyaret etmelerini, bazı aydınlarımızın verdiği konferansları takdirle, teşekkürle izliyorum. Hepsi çok güzel. Ama kalıcı, sis temli, yaygın bir çözüm bulmalı, bu çalışmaları kurumlaştırmalıyız. Halkı eğitmeyi başaramazsak nasıl uygar olacağız? Hep böyle mi kalacağız?" M. Necati Bey ve birkaç arkadaşı bu iki konuda sessizce çalı şacaklardı. CUMHURİYET'in dördüncü yıldönümü, bütün yurtta büyük törenler ve gösterilerle kutlandı. Okulların bütün izci oymakları ilk kez Ankara'da toplandılar. Binlerce izci yüzlerce bayrağı dalgalandıra dalgalandıra geçecek, büyük heyecan yaratacaklardı. Birçok yerde Cumhuriyet baloları yapıldı. Düğün için bile ka dınlarla erkekler biraraya gelmemişti ki. Balo nedir bilen azdı. Bu nedenle birçok komiklik, rüküşlük, yanlışlık oldu. Ama eğlenildi. Birlikte eğlenme konusunda küçük de olsa bir gelişme kazanıldı. Kaç-göç azaldı. Toplu eğlenceleri güzelleştirenler, canlandıranlar öğretmenlerdi. Valiler, kaymakamlar bütün özel günlerde ve tö renlerde öğretmenlere protokolde yer veriyor, büyük sevgi ve saygı gösteriyorlardı. Ankara'da TBMM'nin önünde büyük bir geçit töreni yapıldı. Cumhuriyet ordusunu temsil eden çeşitli birlikler, süvariler, toplar, araçlar, izciler ve uçaklar izleyenlere gurur verdi. ikinci Atatürk anıtı da bugün Konya'da törenle açıldı. Ankara'da Cumhuriyet balosunu düzenlemeyi bu kez Türk Ocağı Genel Merkezi üstlenmişti. Gazi, Meclis Başkanı, Başbakan, 288 Üçüncü Bölüm
Bakanlar, milletvekilleri, komutanlar, üst yöneticiler, davetliler, kordiplomatik katıldu Birçok elçilik Ankara'ya taşınmıştı. Geride 0
0
ingilizler, Fransızlar ve italyanlar kalmıştı. Çok düzeyli, şık, başarılı bir balo oldu. YENİ MECLİS 1 Kasım 1927 günü en yaşlı üyenin başkanlığın da toplandı. Meclis Başkanlığına Kâzım Özalp, Cumhurbaşkanlığı na ikinci kez Gazi M. Kemal Paşa seçildi. Cumhurbaşkanı yemin ettikten sonra Üçüncü Dönem birin ci toplanma yılını kısa bir konuşmayla açtı. Yeni Meclis'e başarılar diledi. Şiddetle alkışlandı. Yeni bir dört yıl başlamıştı. GAZI Başbakanlığa yine ismet Paşa'yı atadı. İsmet Paşa'nın Yavuz zırhlısının onarımıyla ilgili işlemler hakkında bazı kuşkuları vardı. Denizişleri Bakanı İhsan Bey'i yeniden Bakan seçmedi. Denizişleri Bakanlığını kaldırmayı, Ticaret ve Tarım Bakanlık larını İktisat Bakanlığı adı altında birleştirmeyi düşünüyordu. Gazi Bakanlar Kurulu listesini onaylayarak Meclis'e sundu. Hükümet 5 Kasımda güven oyu aldı. 236
KAYSERİ Bünyan'da Bünyan şelalesinden yararlanılarak elek trik üretmek için 1926 yılında bir şirket kurulmuş, hidroelektrik santralının temeli atılmıştı. Yapım bitmek üzereydi. 1.300 kw. gü cünde olacaktı. Bünyan'ı, Kayseri'yi ve Talas'ı aydınlatacak, kalan enerji sanayiye verilecekti. Bünyan'da Sanayii Teşvik Kanunu'ndan yararlanarak bir de kü çük bir mensucat (iplik) fabrikası yapılmıştı. Öncüsü Ahmet Rıfat Bey'di (Çalıka). Bünyan Mensucat Fabrikası 6 Kasım 1927 günü gü zel bir törenle işletmeye açıldı. İki hafta sonra da Samsun-Amasya demiryolu hizmete girdi. İki haber de başta Gazi olmak üzere bütün yönetimi ve yurtse verleri sevindirdi. Çakılan tek çivi bile toplumu mutlu ediyordu. 237
HAYAT dergisinde Fuat Köprülü 'İlim ve Mefkure' başlıklı ya zısında özetle şöyle yazmaktaydı: Üçüncü Bölüm 289
"Henüz milliyet duygusunu duymayarak, sadece ümmet vicda nına, ümmet şuuruna malik bir toplum ancak ortaçağlı bir varlık tır. Böyle bir varlık içinde serbest düşüncenin yeri yoktur ki orada çağdaş anlamda bilim var olabilsin... Birkaç yıl öncesine gelinceye kadar şeyhülislamlık teşkilatı karşısında serbest düşünmeye ve ser best düşünceleri açıklamaya imkân var mıydı?.. Türk milleti ancak kendi milliyetini idrak ettikten sonradır ki egemenliğini kendi eline aldı ve milliyet esaslarına dayanan bir milli devlet kurmayı başar dı. Memlekette çağdaş bilimin gelişmesi ve ilerlemesi ancak bundan sonra mümkün olabilecektir? * 237
DOKUZ GÜN sonra, 17 Kasım 1927 Perşembe günü güç bakı mından İstanbul Radyosu'nun eşi olan Ankara Radyosu da yayına başladı. "Heeeeey!" İstanbulluların yaşadığı sevinci Ankaralılar ve yakın ilçeler de yaşadı. Doğru Türkçe söyleyiş yayılacak, şarkılar yaygınlaşacak, yeni bilgiler öğrenilecekti. Ünlü sanatçılar, düşünürler, uzmanlar eve misafir gelmiş gibiydiler. Bu herkesi heyecanlandırıyordu. Programlar müzik ve düz konuşmalardan oluşuyordu. Konuş maların hepsi halkı eğitmeyi, bilgilendirmeyi, aydınlatmayı amaç lıyordu. Müzik programları da açıklamalıydı. Radyo kısa zamanda aile reisi olacak, -televizyon gelene ka d a r - baş köşede yer alacaktı. * 2371
27 KASIM 1927 günü Ankara bir bayram daha yaşadı. Ulus meydanındaki Zafer Anıtı törenle açıldı. Yeni Gün gazetesinin ve Ankara Belediyesinin elbirliği ile yapılmıştı. Milli Mücadaleyi ve zaferi temsil eden bu çok güzel anıt Krippel'indi. Yüksek kaide üzerinde zaferi temsil eden atlı Gazi var dı. Üçgen biçimindeki alt kaidenin bir ucunda nöbetçi Mehmetçik, bir ucunda savaşa hazır Mehmetçik, üçüncü ucunda ise mermi ta şıyan mübarek Anadolu kadını bulunuyordu. Kaidelerin uygun yerlerinde Kurtuluş Savaşıyla ilgili yazılar ve oyma figürler yer almaktaydı. 290 Üçüncü Bölüm
2370
Â
Ankaralılar anıtı döne döne seyredebilmek için günlerce Ulus Meydanına taşındı. Anıt Ankara'ya gelenleri uyarıyordu: Bir dev rim başkentine geldiniz! HÂKİMİYET-1 MİLLİYE gazetesinde "Almanya'da öğrenim gören üç gencin Türkiye'ye döndüğü" haberi yer almıştı. Gazi'nin dikkatini çekti. "Bu çocuklarla konuşmak isterim" dedi. İkisi res•
••
samdı. Istanbulda kalmışlardı. Üçüncü genç Cevat Memduh Altar'dı. Leibzig Konservatuvarı'nda müzik kuramları ve tarihi öğrenimi görmüştü. Zeki Ungör kendisini Musiki Muallim Mektebi öğ retmen kadrosuna almıştı. Şimdilik okulda kalıyordu. Onu kolayca buldular. Zeki Bey'le birlikte köşke geldi. Yirmi dört yaşındaydı, heyecandan zangır zangır titriyordu. Az sonra bir efsane ile karşılaşacaktı. Gazi merdivenden indi. Zeki Bey, "Paşam, emrettiğiniz genci getirdim" dedi. "Gel bakayım çocuk." Salona geçtiler. "Otur." Oturdu. Hâlâ titriyordu. "Anlat, Almanya'da neler yaptın, ne öğrenimi gördün?" Anlattı. Cevat Memduh Altar'ın müzik bilimi öğrenimi gördü ğüne çok memnun oldu. "Seninle yine görüşeceğiz." Kısa zaman sonra çağıracaktı. Üçüncü Bölüm 291
1927 YILI sonunda Birinci Umumi Müfettişliğe Diyarbakır milletvekili Dr. İbrahim Tali Bey (öngören) atandı. Umumi Müfet tişliğin bölgesi Elazığ, Urfa, Hakkari, Bitlis, Diyarbakır, Siirt, Mar din ve Van illeriydi. Bir süre sonra Ağrı ili de eklendi. * Dr. İbrahim Tali Bey milletvekilliğinden ayrılarak yıl başında merkezi Diyarbakır olan yeni görevine başlayacaktı. Bu arada Genel Sekreter Tevfik Bıyıklıoğlu da Moskova Büyü kelçiliğine atanmış, yerine Dışişlerinde çalışan Hikmet Bayur geti rilmişti. Hikmet Bayur |Gazi'nin Milli Mücadele'nin başından beri tanıyıp birlikte çalış tığı öncülerdendi. Çok ciddi bir araştırma cıydı. Sürekli okurdu. Gazi ile çok verimli bir çalışma düzeni kuracaklardı. 1927 YILI can sıkıcı bir olayla bitti. İsmet Paşa Gazi'yi ziyarete geldi. Üzgün, gergin bir hali vardı. "Senin bir sıkıntın var." "Evet." I r*. "Nedir?" "Denizişleri eski Bakanımız İhsan Bey'den y şikâyetçiyim." "Hayrola?" "Yavuz zırhlısının onarımı işinde, yetkisi dışına çıktığı, işi ya pacak şirket lehine kendi başına bazı kararlar aldığı anlaşıldı." Gazi çok şaşırdı. Tek kuruş için titrenirken böyle bir şey yapılmış olması inanılmayacak bir olaydı. "Bunu nasıl yapabilir?" "Ben de inanmakta büyük zorluk çektim. Yazık ki doğru." "Ne yapmayı düşünüyorsun?" "Yüce Divan'a vermek istiyorum." • Bu şimdiye kadar hiç gerekmemiş bir yoldu. Gazi sıkıntı için de ayağa kalktı. Topçu diye tanınan İhsan Bey Milli Mücadele'nin öncülerindendi. ilk mücadele arkadaşlarımızdan biridir. Ama gereğini yap. Suçluysa akıbetine katlanır. Değilse, şerefiyle aramıza döner" Görmezden gelmek, ertelemeklsöz konusu olamazdı. Gazi Cumhuriyetin temel özelliğini açıklamıştı: "Cumhuriyet fazilet rejimıdır. 237
H i k m e t B a
292 Üçüncü Bölüm
u r
Yıl: 1 9 2 8 1 Ocak 1928-31Aralık 1 9 2 8
2 3 8
YENİ YILI kutlama âdeti daha da yayıldı. Kutlamalar büyük şehirlerde ailece gidilebilecek gazinolar ve lokantalarda da yapılmaya başladı. Yer yer kadın berberleri açılıyordu. Birçok kadın çalışma ha yatına, işçi, memur, tezgâhtar, yönetici, tüccar olarak katılıyordu, üniversitede okuyan kızlar yakında mezun olacaklardı, ilk doktor lar, ilk mühendisler, ilk kimyagerler, ilk hâkimler olarak hayata atı lacak, erkek-egemen toplumu sarsacaklardı. YAVUZ'un onarımı konusu Meclis'e taşındı. ihsan Bey heyecanlı, uzun bir savunma yaptı. Milletvekilleri de heyecanlıydı|İlk kez bir Bakanı suçsuz görecek ya da Yüce Divan a yollayacaklardı. Topçu İhsan Bey savunmasını şöyle bitirdi: "Muhterem arkadaşlarım, şanlı Yavuz zırhlısının onarımı ile ilgili iddialar hakkındaki savunmam burada bitti. Şimdi yüksek Meclisinizden beni Yüce Divana sevk etmesini istiyorum. Çünkü aleyhimde ileri sürülen ve beni çok yaralayan bu suçlamalardan an cak Cumhuriyet hâkimlerinin kararı ile temize çıkabilirim. Onun için son bir dostluk gösteriniz ve beni Yüce Divan'a veriniz." Birçok arkadaşının gözleri doldu. Meclis, eski Denizişleri Bakanı|IMilli Mücadele öncülerinden ve çoğunun yakın arkadaşı İhsan Beyin (Eryavuz) dokunulmazlığı nı kaldırdı, Yüce Divan'a sevkedilmesine karar verdi. Bu olay nüfuz ticareti yapan milletvekillerini ürküttü. Nüfuz ticaretiyle mücadele ettiği için kızdıkları İsmet Paşa'ya daha da kız dılar. 239
BİRİNCİ U M U M İ M Ü F E T T İ Ş ibrahim Tali Bey Diyarbakır'da işbaşı etmişti. Bölgenin sorunlarını doğru saptayıp çözümler ürete cek bir kadro oluşturuyordu. İ Merkezi Erzincan'a alınan 3. Ordu artık kendi görevleriyle uğ raşacaktı. H
Üçüncü Bölüm 293
Sekiz ilin gelişimi, ıslahı ile ilgili çalışmaları, iller arası eşgü dümü, herkesi uygarlığa, huzurlu yaşayışa kazanmak gibi görevleri Umumi Müfettişlik karşılayacaktı. Müfettişlik emrine bütçenin el verdiği oranda önemli bir ödenek ile otomobil, kamyon gibi araçlar verildi. Bütün bölge için yol, köprü, okul, hastane, sağlık merkezi, ka rakol, kışla, hükümet konağı, lojman yapımı hakkında bir program yapıldı. Bu programda Dersim de yer alıyordu. Bazılarının yapımına vakit geçirmeden başlanacaktı. En etkili, yararlı çözüm, bölgenin kuzeyden ve güneyden de miryolu ile memlekete bağlanmasıydı. BİR MİLLETVEKİLİ M. Necati Bey'e İstanbul'dan gelirken kü çük bir kitap getirdi: "Yeni yayımlanmış. Çok ilginç. Buna bir göz at." "Peki." Kitap Beyaz Zambaklar Memleketinde adını taşıyordu. Grigori Petrof adlı bir Rus yazarınındı. Türkçeye Ali Haydar Bey çevirmişti. Yazar Finlandiya'nın uyanışını anlatıyordu. M. Necati Bey kitabı çantasına koydu. Akşam erkenden yattı, kitaba şöyle bir göz attı. Uykusu kaçtı. Okuyup bitirdi. Sabah Bakanlığa kitapla birlikte geldi. Bütün üst yöneticileri topladı. Kitabı gösterdi: "Kitap Snelman adındaki bir idaalistin ve ona inananların, küçük, yoksul, sarhoş Finlandiya'yı nasıl uyandırdıklarını anlatı yor. Bizim bir yazarımız da bizi yazmalıydı. Bizim idealistlerimiz Finlandiya'dan iki kez daha büyük, yüz kez daha geri, üstelik savaş yanığı, ortaçağda yaşayan, okur-yazarı yok denecek kadar az, bir kısım insanları ilerlemeye direnen bir ülkeyi uyandırmak, aydınlat mak, düze çıkarmak için yokluk içinde çırpınıyorlar. Demiryolcu lar dağları deliyor, ırmakları aşıyorlar. Doktorlar, öğretmenler, fen memurları, tarımcılar bir gün bile dinlenmiyorlar. Salgın hastalık larla, bataklıklarla, bilgisizlikle boğuşuyorlar. Kışlalar yurttaş yetiş tirmeye çabalıyor. Bütün ülke arı kovanı gibi. Ama bu olağanüstü yurtseverleri, özverili insanlarımızı, halkı uyandırma, aydınlatma mücadelesini, bu çağdaşlaşma idealini, bu büyük çabanın hikâye294 Üçüncü Bölüm
sini, ne yazık ki bizim hiçbir yazarımız yazmadı. Bizim uygarlaşma savaşımız yazılana kadar Petrof 'un bu kitabını okuyunuz." Her yeni atanan öğretmene başarı dileyen bir mektup yazmak-jj taydı. Bundan sonra bu kitabı da armağan olarak gönderecekti. Kitap hakkında çok güzel yazılar yazılacak ama kimse benzeri bir eser yazmak için kaleme sarılmayacaktı. * 239
HİKMET BAYUR Gazi'nin beklediği haberi verdi. İstanbul Süleymaniye camisinde hutbe Türkçe okunmuştu (3 Şubat 1928). Gazi bu konuya 7 Şubat 1923'te Balıkesir Zağanos Paşa ca misinde değinmiş, hutbenin Türkçe okunması gerektiğine işaret etmişti. Hatipler hazır Arapça hutbe metinlerini okurdu. Halk da yüzyıllardan beri hiçbir şey anlamadan dinlerdi. Hutbe konusu Meclis'te de ele alınmış, görüşme konusu olmuş, Diyanet İşleri Başkanlığının Türkçe hutbe metinlerini hazırlaması zaman almıştı. 51 hutbe hazırlanmış ve bir kitap olarak basılmıştı. Artık Türkçe hutbe dönemine girilmişti. Hutbe bin yıl sonra Anadolu'da amacına ulaşmıştı. Hikmet Bey daldı. Bu gelişimin büyük önemini, anlamını dü şünüyordu. M. Kemal adında bir önder, bin yıllık yanlışı düzeltmiş ti. Gazi birden sordu: "Ezan Türkçe okunamaz mı?" Hikmet Bey şaşırdı: "Bilmem ki." "Ezan bir çağrı değil mi? Türkleri ibadete, kulluğa, Allah'ın huzuruna Türkçe çağırmak, ezanın hikmetine daha uygun düşmez mi? Neyse. Başka ne var?" Genel Sekreter Hikmet Bey iç ve dış olayları sunuyordu. "Bir kadın avukatımız dün İstanbul'da ilk duruşmaya girmiş." Gazi güldü: 'Hâkimlerin yüzlerini görmek isterdim." "Anadolu-Bağdat demiryolunun satın alınması işlemi tamam lanmış efendim." "Bu İsmet P a ş a n ı n başarısı. Bu büyük iş bir kuruş borç alma dan başarıldı" "Acınacak bir bütçe ile bunları başarmak, olağanüstü bir olay" "Boşa tek metelik bile harcamadık da ondan." Üçüncü Bölüm 295
"İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, suikastçı Hacı Sami çetesin den üç kişinin idamına..." "Onu geç." "Ankara Palas Nisanda açılabilecekmiş." "Buna çok sevindim. Yabancı misafirlere mahcup oluyorduk. Afgan Kralının gelişine yetişecek demek ki. Çok iyi. Haydi birer kahve içelim." 2390
ANAFARTALAR caddesinden Bendderesi'ne inen yokuşta, sol yanda, iki tiyatro binası açıldı. İlki Bitlisli'nin Tiyatrosu diye tanın dı. Daha çok tuluatçılar geliyordu. Seyircileri erkeklerdi. İkincisi düzgün, özenli bir binaydı, Cumhuriyet Tiyatrosu adını taşıyordu. Buraya varyete grupları ile İstanbul'un ciddi tiyatro toplulukları ge lirdi. Seyircileri genellikle ailelerdi. Tiyatro binasının az ilerisinden Bendderesi akıyordu. Gür ve temiz bir dereydi. Tiyatro ile dere arasındaki alan büyük ağaçlarla dolu bir çimenlikti. Bu güzel yerde yazın, beyaz Örtülü masalarıyla Cumhuriyet Gazinosu açılacak, bu güzel bahçeye herkes gelecekti. Eski Meclisin karşısındaki Şehir Bahçesi'nin açık kısmında yazları, kapalı kısmında kışları filmler gösteriliyordu.. Karşısında ki köşede İstanbul Pastanesi açılmış, birçok aydının buluşma yeri olmuştu. Ankara kasaba olmaktan çıkıp şehir oluyordu. Yeni İngiliz Bü yükelçisi G. Clerk son raporunu şöyle bitirecekti: "Başkente taşınma eğilimi gittikçe artıyor? İSMET PAŞA Behiç Erkine telefon etti: |" "Kayseri-Sivas demiryolu ne durumda, neredeyiz, iş nasıl gidi yor, bir ihtiyacınız var mı?" "Yapım durmaksızın yürüyor. Engebeli bir araziden geçili yor ama iş aksamıyor. Bir şeye ihtiyacımız yok. Zamanında Sivas'a ulaşacağız." "Teşekkür ederim." 2390
Durumu sevinmesi için Gazi'ye bildirdi. Gazi, "Akşam size ge leyim" dedi. Yemek neşeli geçti. Sofraya çocuklar da katılmışlardı. Yemek ten sonra iki paşa çalışma odasına çekildi. 296 Üçüncü Bölüm
\
İktidar, tüzüğünde değişiklik yapmış, devleti laik olarak tanım lamıştı. Oysa Anayasada hâlâ laikliğe aykırı, laiklikle bağdaşmaz, uzlaşmaz maddeler vardı. Anayasada düzeltim yapmayı kararlaştır dılar. Laik olunmadan ne bilimsellik, ne sosyal devrimler, ne kadın erkek eşitliği, ne düşünce özgürlüğü, ne de demokrasi olurdu. Bun ların gölgesi, sahtesi bile olmazdı. Giderek açık ya da kapalı sömür ge olunurdu. Müslümanlığın bütün itikat ve ibadet kuralları yürürlüktey di. Kuralların yürürlükte olduğu bir yer de İsmet Paşa'nm eviydi. Annesi de eşi de beş vakit namaz kılıyor, bütün dini gerekleri ak satmadan yerine getiriyorlardı. Bunu sessizce, gösterişten uzak bir biçimde yapıyorlardı. Anayasa ile ilgili hazırlığı İsmet Paşa yürütecekti. 5 NİSAN 1928 Perşembe günü Halk Partisi grubu anayasada yapılması düşünülen laiklikle ilgili değişiklikleri oybirliği ile uygun gordu. Konu, İsmet Paşa'nın ve 120 arkadaşının imzaladığı bir kanun tasarısı halinde Meclise getirildi. Gerekçede şu önemli cümleler yer alıyordu: "Çağdaş uygarlığın kamu hukukunda, ulusal egemenliğin mey dana çıkmasına dayanak olacak en gelişmiş devlet şeklinin laik ve demokratik cumhuriyet olduğu kabul edilmiştir... Din ile devletin (dünya işlerinin) ayrılması prensibi, devletçe ve hükümetçe dinsiz liğin desteklendiği anlamını kapsamına almamaktadır..." Anayasa komisyonunda yapılan incelemeden sonra değişik lik tasarısı 10 Nisan günü genel kurulda ele alındı. Anayasının 2. maddesinden, "Türkiye devletinin dini İslam dinidir" ile 26. maddesinden "şeriat hükümlerinin uygulanması" fıkraları çıkarıl dı. Milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı "vallahi" diye yemin ederler di. Yemin maddelerinden bu sözcük çıkarılarak, yerine "namusum üzerine söz veririm" deyişi getirildi. 239d
2396
Artık anayasa da laikti.
240
HİKMET BAYUR kapıyı tıklatıp girdi. Gazi çalışma masasının başında kalın bir kitabı, çize çize okuyordu. "Gelebilir miyim?" Üçüncü Bölüm 297
"Buyrun." "Anayasa değişiklikleri oybirliği ile kabul edilmiş. Artık anaya sa bakımından da laik bir devletiz efendim." "Teşekkür ederim. Otur. Birkaç eksiğimiz daha var. Onları da tamamlayınca, güven içinde çok partili hayata geçebileceğimizi ümit ediyorum." Hikmet Bey oturdu: "Aslında kötü bir haber vermek için geldim" "Söyleri* I | "Yüce Divan İhsan Bey'i suçlu bularak iki yıl hapse mahkûm etti." Bir sessizlik oldu. Gazi üzülmüştü. Dedi ki: "Tereddütü olanlar vardı. Biri de bendim. Demek ki İsmet Paşa haklıymış. Devletin her kuruşunda yoksul halkımızın hakkı var. Bu hakkı korumak her düzeydeki devlet görevlisi için kutsal bir ödevdir." 17 NİSAN 1928 Salı günü Ankara Palas törenle hizmete açıldı. Planı ve yapımı Mimar Vedat Bey başlatmış, Mimar Kemalettin Bey tamamlamıştı. Vedat Bey övgüyle, Kemalettin Bey övgü ve rahmet le anıldı. Çok güzel bir otel olmuştu. Giriş katında bölümlere ayrılabilir, büyük, güzel, özenli bir sa lon vardı. Binanın arkası güzel bir bahçe olarak düzenleniyordu. Üst katlarda iyi döşenmiş çeşitli odalar bulunuyordu. Zemin katta gece kulübü olacak büyük bir yer ayrılmıştı, f
298 Üçüncü Bölüm
Yapımı denetleyen kurul üyeleri, davetlileri kapıda karşıladı lar. Küçük bir orkestra çalıyor, şık giyimli, iyi yetiştirilmiş garson lar davetlilere ikramda bulunuyorlardı. Garsonları Park Otel ile Tokatlıyan'ın şef garsonları eğitmiş, metrdotel görgüsünü artırsın diye Viyana ve Paris'e gönderilmişti. Uygar bir otele, buluşup konuşmak için düzeyli bir yere duyu lan büyük ihtiyaç sona ermişti. Bu olay özellikle hanımları mutlu edecekti. Çay saatlerinde Ankara Palas'ta buluşacaklardı. İlerleyen bir saatte Gazi de geldi. Otelin yapımı sırasında bir kaç kez gezmişti. Kurul üyelerini kutladı: "Teşekkür ederim. Çok güzel olmuş. Sonunda yüzümüzü ak edecek bir yerimiz oldu. Bu yılki Cumhuriyet balosunu burada verırız.»241
I
BİR AY sonra da Musiki Muallim Mektebi'nin (ilerde konservatuvar) yeni binasının temeli atıldı. Gazi yalnız maddi kalkınmayı kalkınma saymıyordu. İnsanı geliştirmeyen, sığ bırakan, temelsiz bir kalkınma olurdu o. Sosyal ve kültürel alanlarda da kalkınmak gerekti. Hedef her alanda kal kınma, ilerleme, gelişme, yükselmeydi? Batılıların Kemalizm adım verdiği çağdaşlaşma ve kalkınma akımıyla ilgili devrimler, atılımlar aşama aşama gelişiyor, Gazi'nin ideali bütünleniyordu. 412
M. NECATİ BEY Gazi'yi ziyarete geldi. Bilgi sundu: Milletlerarası rakamların kullanılması konusundaki çalışmayı tamamlamışlardı. Alfabe konusunda birçok alfabeleri incelemiş, hayli yol almışlardı. Olgunlaşan konuyu genel tartışmaya açmauygun olur diye düşünmekteydi. "İsmet Paşa kabul etti mi? Ne dedi?" "Alfabe konusunda açık konuşmadı. Hem istiyor, hem çekiıu yor gibi geldi bana" "Anladım. Halkın eğitimi için ne düşündünüz?" "Kısa süreli kurslarla, halk dersleri ile Arap alfabesini öğret meye çabalayarak halkı okur-yazar yapmak mümkün değil Paşam. Halkın okur-yazar olabilmesi, okumayı sürdürmesi için dilimizin yapısına uygun bir alfabe yapmak zorundayız. Alfabe devrimiyle üçüncüBölüm299
birlikte, okul olan her yerde Millet Mektepleri açmayı planladık. Bu mekteplerde hiç okuma-yazma bilmeyen kadın erkek herkese okuma-yazma öğretilecek. Bu birinci dönem. İkinci dönemde ise temel bilgiler ile yurttaşlık bilgileri verilecek. Bunun için okullar dan ve öğretmenlerden yararlanılacak. Bu konuda ihtiyaçlarımızı dikkate alan ayrıntılı bir program hazırlandı." Gazi "Teşekkür ederim.." dedi, "..bu iyi bir çare, önemli bir aşa ma. Ama halk eğitimi konusunda daha geniş, kalıcı, kapsamlı bir ku rumu yine senin düşünüp geliştireceğine inanıyorum. Alfabe konu sunu İsmet Paşayla bir daha konuşacağım. Bu sorunu çözmeliyim." İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ Tıp Fa kültesi dergisinde 'Lenfogranülomatoz' başlıklı, bir klinik araştırması sonuçlarına dayalı bilimsel bir makale yayımlandı. Ma kale Kâmile Şevki Hanım'ındı. Kâmile Şevki Hanım bilimsel araştır ması yayımlanan ilk Türk hanımıydı. "Kim bu?" Daha Tıp Fakültesini bitirmemiş, ça lışkan bir öğrenci olduğu anlaşıldı. Saygı duyup sevinenler de oldu. Ka11 i .. .. . u i i i » Kâmile Şevki Hanım dınları küçümseyip arkası gelmez bunun diyenler de oldu. Kâmile Şevki Mutlu Hanım ilk kadın patalog, ilk kadın profesör olacak, buna karşılık küçümseyenler arkalarında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gideceklerdi. m
Y
2424
14 MAYIS 1928 günü izmir gemisi iki savaş gemisinin eşliğinde istanbul'dan ayrıldı. Afgan Kralı Emanullah Han, uzun süren bir Avrupa gezisinden sonra, eşi Kraliçe Süreyya ile birlikte Türkiye'yi ziyaret edecekti. Cumhuriyetten sonra Türkiye'ye gelen ilk devlet başkanıydı. Hükü met karşılama ve ağırlama için çok özen gösteriyordu. Krala mihmandar olarak Orgeneral Fahrettin Altay ve Korge neral Naci Eldeniz seçilmişlerdi. Mihmandarlar, Kabil Büyükelçisi, protokol görevlileri Kralı ve eşini almak için basın mensupları da birlikte Sivastopol'a gidiyorlardı. 300 Üçüncü Bölüm
17 Mayıs günü Ruslar Sivastopol'da Türk gemilerini ve kurulu nu büyük bir törenle karşıladılar. Ertesi gün de Kral ve Kraliçe için güzel bir uğurlama töreni yaptılar. Kral, Kraliçe ve maiyeti İzmir gemisine çıktılar. Kral sivil giyimli, esmer, yakışıklı bir gençti. Oldukça iyi Türk çe biliyordu. Eşi batılı gibi giyinmişti. izmir gemisi, Boğaz ağzında beş savaş gemimiz ve uçaklarca karşılandı, top atışlarıyla selamlandı. Boğaz'm iki yanı misafirleri dostlukla selamlayan binlerce İstanbullu ile doluydu. Vali başkan lığında bir kurul gemiye çıkarak Krala ve Kraliçeye 'hoş geldiniz' dedi. Haydarpaşa'dan törenle uğurlanan misafirler 20 Mayıs 10.30'da Ankara'ya ulaştılar. Gazi, Bakanlar Kurulu ve devlet ileri gelenleri tarafından kar şılandılar. Gazi ve Kral kucaklaştılar. Gazi misafirlerini açık bir oto mobille Ankara Palas'a götürdü. Yolun iki yanı mızraklı süvariler, misafirlere sevgi gösterileri yapan Ankaralılar ile doluydu. Yol Af gan ve Türk bayraklarıyla süslenmişti. Gösteriler otelin önünde de sürünce, Kral birkaç kez büyük balkona çıkarak halkı selamladı. Emanullah Han dinlendikten sonra Çankaya Köşkü'ne giderek Türkiye Cumhurbaşkanını ziyaret etti. Birlikte Meclis'e geldiler. Meclis'te bazı gazilere ve şehit yakınlarına İstiklal Madalyası takma töreni vardı. Gazileri Başkomutanlarıyla buluşturan tören çok heyecan verici oldu. Bir gazi Meclis Başkanından madalyasını aldıktan sonra Gazi Paşa'ya döndü. Madalyası göğsünün sağında ışıldıyordu. Dimdik durdu. Sağ kolu yoktu, sol eliyle selam verdi. Gözlerinden ip gibi yaş iniyordu. Heyecandan titreyen bir sesle, "Sağ ol Paşam!" dedi. Bu tek sözcükte Anadolu insanının değerbilirliğini, vefasını, bağlılığını, insanlığını anlatan bir kitap gizliydi. T B M M o g ü n f Milletlerarası Rakamların Kabulü Hakkındaki Kanun' tasarısını uygun görerek kabul etti. Arap rakamlarının yerini kısa zamanda milletlerarası rakamlar alacaktı. Zaten birçok işlemde milletlerarası rakamlar kullanılıyor du. On rakamı ezberlemek sorun değildi. Üçüncü Bölüm 301
Bu kanun yeni alfabe konusunu da yeniden, Meclis'te ve ba sında geniş olarak tartışmaya açtı. Gazete ve dergiler alfabe konu suyla ilgili yazılar yayımlamaya başladılar. Kendiliklerinden Latin harflerinden Türkçe alfabe düzenleyenler de oldu. Anketler yapıldı. Çoğu, Türk dilinin özelliklerine uygun, yeni bir alfabeden yanaydı. Konu olgunlaşıyordu. Arap yazısını savunan, Türk diline uydufülarak sürdürülmesi ni isteyenler de yok değildi. Kimi de hat sanatı (güzel yazı) ölecek diye çok üzülüyordu. Hat sanatının gelişip güzelleşmesinde Türk hat sanatçılarının büyük emekleri vardı. Birçok devlet kurumu milletlerarası rakamları kullanmaya he men başladı. GAZİ o akşam misafirleri onuruna Ankara Palas'ta yüz kişilik görkemli bir ziyafet verdi. Ankara Palas bütün çalışanları ile o ak şam büyük bir sınavdan geçti. Sınavdan hepsi başarıyla çıktılar. Görüntü görkemli, ikram olağanüstü, hizmet harikaydı. îki devlet başkanı dostluk konuşmaları yaptılar. Afganistan Ankara ile dostluk andlaşması imzalayan ilk ülkeydi. Birçok Türk subayı Afgan ordusunu eğitmekteydi. Afganistan da, genel olarak, Türkiye gibi ortaçağı yaşamaktay dı. Afgan Kralı yanındakilerle konuşurken bir yandan da davetlileri inceliyor, bu görünüme 242b
imrendiği anlaşılıyordu. Gazi sabah Zeki Bey'i ve Cevat Memduh Altar'ı çağırdı. Marma ra Köşkü'nde Kral ve Kraliçe şerefine bir çay ziyafeti vermek, kordip lomatiği de çağırmak istediğini söyledi. Bir or kestranın ziyafet boyun ca zarif parçalar çalma sını istiyordu. Senfoni orkestrasından yararlana302 Üçüncü Bölüm
^^^^^j^m^4^^^^i^^^^^^
<
Marmara Köşkü
rak küçük bir orkestra kurulmasına karar verildi. Şefliği viyolonist Halil Onayman üstlenecek, parçaları Zeki Bey, Halil Onayman ve Cevat Memduh Altar seçeceklerdi. Kral ve Kraliçe Ankara'da bir hafta kaldılar. Hazırlanan yoğun programa uydular. Etnografya Müzesi'ni, okulları, resim sergisini, hastaneyi, telsiz istasyonunu gezdiler. At yarışına gittiler. Kral tenis oynadı. Ziyafetlere katıldılar. Ziyafetler verdiler. Son günü Gazi mi safirlerini Çiftliğe götürdü. Havuz bitmişti. Halk havuzda yüzüyor, sandallara biniyordu. Gazi de halkın alkışları, sevgi gösterileri ara sında Kralı sandalla gezdirdi. Eğlenen halkla dolu büyük bahçeyi de gösterdi. Marmara Köşkü'nde kordiplomatiğin de katıldığı bir çay ziyafeti verdi. Halil Onayman yönetimindeki orkestra çay boyunca güzel parçalar çaldı. Bir doğu ülkesinde yaşanan gelişimin, bu serbestliğin, bu yaşama sevincinin, bu zevk inceliğinin Kralı çok etkilediği belli oluyor du. Ülkesi bağnazlık yüzünden çok sorunluydu. Kral ve eşi 27 Mayıs günü İstanbul'a büyük bir törenle uğurlan dılar. İstanbul'da birçok yeri gezdiler ve 1 Haziran 1928 günü İzmir gemisiyle Batum'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldılar. Kralın aklı Türkiye'deki büyük değişimde kalmıştı. TÜRKİYE de olup bitenler Kralı çok etkilemişti ama bazı tu tucu çevreler, çağdaşlaşma konusunda acele edildiğini ileri sürerek Gazi'yi ve hükümeti eleştiriyorlardı. Bu çevrelere göre aceleye hiç gerek yoktu, toplum zaten zamanla gelişirdi. Devrimler, zorlamalar gereksizdi. Muhittin Baha Bey bu eleştirileri aktaran arkadaşına, "Batı uy garlığı ortaçağdan çıkıp da bugünkü düzeye kaç yılda gelebildi?" diye sordu. "En az üç yüz yılda." Muhittin Baha Bey öfkeyle hayali eleştiricilere yöneldi: "Be insafsızlar! Bizim bu kadar bekleyecek vaktimiz, halimiz var mı? Tabii acele edeceğiz. Bunu idrak etmek için zekâya bile ih tiyaç yok." Sıkılmıştı. "Bunlar Anadolu bir yana, İstanbul'daki kenar mahalleleri bile görmeyen, gördüğünü anlamayan, halkın ilkelliğine razı birtakım Üçüncü Bölüm 303
ruh tembellerinin düşüncesi. Kalk, dışarı çıkıp temiz hava alalım. Sıkıldım." § § | 242c
DEĞİŞİMİN oturması, sindirilmesi için birkaç nesile ihtiyaç vardı. Yenileşme sapa yerlerde türlü biçimler alıyordu. islahiye ilçesi büyükçe bir köye benziyordu. Parti Müfettişi Hilmi Bey (Uran) akşama doğru gelmiş, yerleşince dışarı çıkmıştı. Akşam alacasında kasabayı dolaşıyor, halkla konuşuyordu. İlçede iki kahve vardı. Biri ağzına kadar doluydu, ötekinde kimse yoktu. Hilmi Bey'in tuhafına gitti. Mahalle bekçisine bu işin sırrını sordu. Bekçi sırıttı. Dolu kahveyi göstererek, "Orada garson kız çalışıyor" dedi. Hilmi Bey kahveye yaklaştı. Gerçekten, boyalı, kara kuru, sıska bir kız garson olarak çalışmaktaydı. Müşteriler hayranlık içindeydi. Kimbilir kaç yüz yıl sonra ilk kez aileleri dışında yüzü açık bir kız görmekteydiler. Bir soru sorunca kız yanıt bile veriyordu. Aman Allah! Hepsinin ağızları kulaklarındaydı. Hilmi Bey sessizce kahvenin camı önünden çekildi. 242d
AHMET CEVAT EMRE yazılarını biraraya getirip bir kitap çık olarak yayımlamıştı. Gazi kitapçığı gördü. Hafta sonunda İsmet Paşa'yı köşke rica etti. Kapıda karşıladı. Başyavere, "Çok önemli ol madıkça telefon bağlamayın" dedi. "Başüstüne." Üst kata çıkıp çalışma odasına kapandılar. "Bugün alfabe sorununu enine boyuna tartışalım, olumlu olumsuz, kesin bir karara varalım. Olur mu?" "Hay hay" Sofracı ara sıra sessizce içeri giriyor, Gazi'ye kahve, İsmet Paşa'ya çay getiriyordu. Öğleyin peynir, ekmek, limonata getirdi. On sekiz yazıyı baştan sona, dura dura, konuşarak, başka yazılara da göz atarak, sözlüklere bakarak, düşünerek okudular. Yazılar bi tince bir daha konuştular. Gazi, çağdaşlaşma, özellikle de milli egemenlik, demokrasi ba kımından okur-yazar bir halk ile bilgisiz bîr halk arasındaki büyük, derin, tehlikeli farkı somut örneklerle anlattı. K o n u ş m a s ı n ı şöyle bitirdi: 304 Üçüncü Bölüm
"Okuyamayan yazamayan, yurttaş olamamış bir halkla ortaça ğı nasıl yeneriz? Cumhuriyeti nasıl koruruz? Sağlıklı bir demokra siyi nasıl gerçekleştiririz? Derviş Vahdetiler, Ali Kemaller, Damat Feritler, Şeyh Saitler bunları kolayca etkiler, bağnazlığa, hurafelere, yanlışlıklara yönlendirir. Sonuç, Cumhuriyeti bile tehlikeye sokar. Bence artık halka kolay bir okuma-yazma anahtarı vermek zorun dayız. Geç bile kaldık" f ismet Paşaya baktı. Odaya kapanalı yedi saat olmuştu. İsmet Paşa sakin bir tavırla "Haklısın" dedi. ff "Yani?" "Yeni bir alfabe hazırlamak ve uygulamak gerektiğini kabul ediyorum. Ama uygulamada aşama aşama, yavaş gidelim." Gazi içinden gülümsedi. Zamana yayılmış bir devrimin başarı lı olmayacağını düşünüyordu. Bu konuyu sonraya bıraktı: "İşin o yanını ayrıca konuşuruz." 243
20 MAYIS günü, Eğitim Bakanlığının 'alfabe konusunu ince lemek üzeri bir kurulun kurulmasını* öneren yazısı Başbakanlık ve Bakanlar Kurulunca kabul edildi. Dokuz kişilik bir kurul kurula caktı. Bakanlar Kurulu bu çalışmayla uyumlu olarak bütün yurtta Millet Mekteplerinin açılabilmesi için hazırlık yapılmasını da uy gun gördü. Alfabe kurulu, bazı üyelerin yurtdışında olması dolayısıyla, ilk toplantısını İsmet Paşa'nın başkanlığında ancak 26 Haziran 1928'de yapacaktı. 244
GAZİ 4 Haziranda İstanbul'a gidecekti!Gideceği güne kadar her akşam alfabe sorununu görüşen, tartışan, çekişen yazarlar, dil ciler, eğitimciler ile birlikte oldu. Hemen hepsi Latin harflerinden yararlanarak bir Türkçe alfa be yapmaktan yanaydı ama aralarında görüş farkları bulunuyordu. Bir' kısmı Türkçe alfabede de, Arapçada ve Farsçada bulunan her ses için bir harf bulunması gerektiğini ileri sürüyordu. Çünkü Arapça ve Farsça sözcüklerin ve kuralların, kısacası Osmanlıcanın sürüp gideceğini düşünüyorlardı. Türkçeciler ise alfabede yalnız Üçüncü Bölüm 305
Türk dilinde bulunan sesleri karşılayacak harflerin olmasını isti yorlardı. "Unutmayın, Türkçenin alfabesini yapıyoruz!" Yoksa yeni alfabe de Türk dilinin alfabesi olmayacaktı. Yeni bir alfabe oluşturmak zor, çetin bir işti. Daha birçok sorun vardı. Ama kapı aralanmıştı. Gazi'nin İstanbul'a erken gitmesinin önemli bir nedeni vardı, önemli bir töreni izleyecekti. Ankara'dan alfabe işinin yoluna gir mesi dolayısıyla neşe içinde ayrıldı. 5 Haziran günü Haydarpaşa'da Meclis Başkanı Kâzım Paşa baş kanlığında İstanbul'u temsil eden yüz kişilik bir kurul, tören birliği ve bando tarafından karşılandı. Perona indi. Valinin sunduğu çiçekleri aldı. Teşekkür etti. Tö ren birliğini denetledi. Gar önündeki meydanda binlerce İstanbul lu toplanmıştı. Alkışlar arasında otomobile bindi. Yolları dolduran İstanbullular Üsküdar'a kadar otomobiline çiçekler attılar, sevgi gösterileri yaptılar. Yer yer yaşlıların ellerini açarak dua ettikleri görülüyordu. Üsküdar iskelesinde yaşlı bir kadın polis kordonunu yararak ileri atıldı. Heyecandan titriyordu. Son gücüyle bağırmaya çalıştı: "Ey güneş yüzlü Gazi, ihtiyar yaşımda beni düşmanın elinde bırakmayan yavrum, çok yaşa, ilelebet yaşa!" Gücü tükenmişti. Yere yığılıp kaldı. Polisler koşup kollarına girerek kaldırdılar. Gazi yaşlı kadına iskeleye kadar eşlik etti. Göz lerinden çok duygulandığı anlaşılıyordu. Geri dönüp Söğütlü yatına bindi. Yat hareket eder etmez Dolmabahçe önünde bulunan savaş ge mileri top atışlarıyla ebedi başkomutanlarını selamladılar. Uçaklar alçaktan uçtular. Bütün gemiler düdüklerini öttürmeye başladılar. Kıyılarda, gemilerde, motorlarda toplanmış binlerce İstanbulludan sevgi çığlıkları yükseldi.
Gazi ellerini sallayarak herkesi selamlıyordu. Dolmabahçe ile cami arasındaki rıhtıma çıktı. Polisler bu mey danın çevresinde bekleyen üniversitelileri tutamadı. Polis kordo nunu parçalayarak Gaziyi kuşattılar. Erkek öğrenciler şapkalarını havaya fırlattılar. Gençlik çok coşkundu. 245
306 Üçüncü Bölüm
Bu genç, güzel insanın vatanı kurtardığını biliyorlardı. Milleti ortaçağın zincirlerinden kurtarmaya çalıştığını da çok iyi anlamak taydılar. GAZİ 9 Hazirana kadar görevlileri, kurulları kabul etti, dilci lerle konuşmaları sürdürdü. Kızların okulları tatil olmuş, Dolmabahçe'ye gelmişlerdi. Afet Fransızcasını ilerlettiği için çok memnundu. Ama okuldaki manas tır disiplininden sıkılmıştı. Okula bir yıl daha devam edecek, ma nastır disiplininden daha can sıkıcı bir olayla karşılacaktı. Küçük Sabiha solgun, neşesiz, yorgun görünüyordu. Gazi Afet'e Sabiha ile ilgilenmesini, bu durumun nedenini öğrenmesini rica etti. Yakınlarının küçük, büyük her hastalığına karşı çok du yarlıydı. 9 HAZİRAN 1928 Cumartesi günü törenle ilgili savaş gemileri Dolmabahçe önünde sıralandılar. Gazi balkona çıktı. İstanbul'a bu nun için erken gelmişti. Saray halkı rıhtıma doluştu. Deniz kuvvetlerine ilk kez iki denizaltı katılıyordu. Denizaltılara 1. inönü, 2. inönü adı verilmişti. Denizaltılar Hollanda'nın Fejenoord tezgâhlarında denizaitıcılıkla ilgili son gelişmeler dikkate alınarak yapılmıştı. 519 ton suüstü, 674 ton sualtı tonajındaydılar. Türkiye Cumhuriyeti donanmasının ilk denizaltılarıydı bunlar. Hollanda'dan yola çıkarak, Atlas okyanu sunu, Cebelitarık boğazını, Akdeniz'i, Ege'yi, Çanakkale Boğazı ile Marmara'yı esenlikle geçerek İstanbul gelmiş, büyük sevinçle kar şılanmışlardı. Göze hoş görünen heyecanlı bir törenle iki denizaltı da deniz kuvvetlerine katıldı. Gemilere Türk bayrakları toka edildi. Sonraki iki denizaltıya da Sakarya ve Dumlupınar adları verilecekti. Milli Mücadele'nin dört zaferim temsil edeceklerdi. 246
AFET Sabiha ile konuşmuştu. Bilgi verdi: "Devamlı ateşi varmış." "Niçin bana yazmadı bu çocuk?" •W Gazi'nin bütün neşesi kaçtı. Hemen Doktor Mim Kemal Bey'i davet etti: Üçüncü Bölüm 307
"Doktor, bunlar savaş dönemi çocukları. Hiçbiri iyi beslenme di. Yarı aç yarı tok büyüdüler. Bunun da verem olmasından korku yorum." "Telaş etmeyin efendim. Bakacağım." "Aileleri bu çocukları bana emanet etti. Ne gerekiyorsa yapa lım." ' | • | Doktor Sabiha'yı muayene etti. Sonucu Gazi'ye bildirdi: "Zafiyetti "Ne yapacağız?" "Bir sanatoryuma yollayalım. Altı ay içinde sağlığına kavuşmuş olarak döneceğini sanıyorum." Sabiha sanatoryuma gitmek istemiyor, mızıldanıyordu. Gazi kesin konuştu: "İtiraz dinlemem. Gideceksin. Bir an önce iyileşip dönmeye bak. Altı ay nedir ki? Rüzgâr gibi geçer." Sabiha isteksizce "Peki efendim" dedi. Avusturya'daki bir sana toryuma yollandı. 2463
NEBİLE iyi bir ailenin kızıydı. Gazi'ye resimlerinden ve hikâ yelerinden hayrandı. Yakınında olmak istiyordu. Dolmabahçe'ye sofracı yamağı olarak girmeyi başardı. Temiz yüzlü, zeki, girişken bir genç kızdı. Her işe koşuyor, hepsini de incelikle ve doğru yapı yordu. Başsofracı İbrahim Güven, Nebile'ye sofra hizmeti verebile ceğini anladı. Nebile'nin akıllı konuşmaları, incelik dolu hizmeti herkes gibi Gazi'nin dikkatini çekti. Bu göreve niye girdiğini de kulağına fısıldamışlardı. Nebile ile konuştu. Bir özelliğini öğrendi. Nebile'nin çok güzel sesi vardı. Çok güzel ezan okuduğunu söyle mişti. Gazi Hafız Yaşar Bey'i çağırttı. Birlikte dinlediler. İpekten yumuşak bir sesi, yüreğe dokunan bir söyleyişi vardı. Hafız Yaşar Bey okuyuşunu beğendi. Gazi, içinde bir ihtiyaç belirince, Nebile'ye ezan ya da Itrinin tekbirini okutup dinliyordu. Uzun süren kalabalık bir ziyafet akşamıydı. Şair, romancı ve ünlü hukukçu Mithat Cemal Kuntay, eşi ile Gazi'nin sofrasında ilk kez bulunuyordu. Her şeye özel saygı ile dikkat ediyordu. Bir destan-insanın bu kadar alçakgönüllü, içten ve zarif bir ev sahibi olabi leceğini hiç düşünmemişti. 308 Üçüncü Bölüm
Saatler su gibi akıp geçmiş, sohbet uzamıştı. Güneş doğuyor du. Salona güneşin ilk ışıkları ve denizin pırıltısı yansımaya başladı. Bir sessizlik oldu. Gazi Nebile'ye belli belirsiz işaret etti. Nebile bir iskemlenin üzerine çıktı. Bir sofracı büyük avizeyi söndürdü. Nebi le derin sessizlik içinde ezan okumaya başladı. Herkes huşu içinde donup kaldı. Mithat Cemal Bey bir ara, başını kıpırdamadan, göz ucuyla Gazi'ye bakmaya cesaret etti. Gazi'nin gözleri yaş içindeydi. 2460
DR. HAYRI BEY Urfa'nın Suruç ilçesindeki Sağlık Merkezine atanmıştı, iki yıl zorunlu hizmeti vardı, istanbullu, çiçeği burnunda bir doktordu. Atama emrini bildiren yönetici, "Sağlık merkezlerinde çalışan bir doktorun tatil günü, saati, gecesi gündüzü yoktur. Ona göre" dedi, ekledi: "Yanına cibinlik al." Suruç'a geldi. Hava çok sıcak, tozlu, şehir bakımsızdı. Kayma kam toprak damlı, iki göz bir ev bulmuştu. Yatağa akrep makrep çıkmasın diye karyolasının ayaklarını içi su dolu kovalara koymasını tavsiye etmişlerdi. Cibinliğini astı. Geceler akrep korkusuyla bir iş kence olacaktı. Sağlık Merkezi tek katlı taş bir evdi. Yeni açılmıştı. Başka dok tor yoktu. Bir sağlık memuru ile yaşlı bir erkek hizmetli işe baş lamıştı. Doktoru duyan hastalar gelmeye başladılar. Çoğu Türkçe bilmiyordu. Kimi Arapça konuşuyordu, kimi Kürtçe. Hiçbiri okula gitmemişti. Erkek hizmetli bu iki dilden çat-pat anladığı için karar lamadan çevirmenlik yapıyordu. Merkezde on yatak vardı. Onu da doldu. Yatması zorunlu olan ları yere hasır serip üzerine yatırdılar. Hastası olanlar gece yarısı bile eve gelip çağırıyorlardı. Hak sız da değillerdi! Devlet uyur muydu!? Bu durumdan şikâyetçi iken nahiyelerden, köylerden, aşiretlerden de gelmeye başladılar. Kimi si kağnı ile, deve ile sabaha karşı evin kapısına dayanıyordu. Para veremedikleri için utanıyor, armağan olarak yumurta, peynir, kır mızı biber (isot) getiriyordu, ö y l e çaresiz, imdat isteyen gözlerle bakıyorlardı ki şikâyeti, sıkıntısı azala azala bitti. İçinde hocaların yaratmaya çalıştıkları gerçek doktor canlandı, bütün kimliğim ele Üçüncü Bölüm 309
geçirdi. Akşamları fırsat buldukça Kaymakamlıktaki kâtipten Arap ça, Kürtçe öğrenmeye başladı. Bir arkadaşına mektup yazdı: "Beni tanıyamazsın. Eski Hayri gitti, yerine başka biri geldi. Bunun nasıl olduğunu anlamadım. Hızıma ve çalışkanlığıma ben de şaşıyorum. Halkı çok çaresiz ve cana yakın buldum. Belki on dandır. Yardımım dokunsun diye çok çalışıyorum. Pantolonum ütüsüz. Boyunbağını attım, mintan giyiyorum. Bir kemanım olduğunu şimdi yazarken hatırladım. Sakal bıraktım. Ata atlayıp köylere de gidiyorum. Fen memuru ile birlikte iki köyü sıtmadan kurtarmayı başardık. Bu büyük olay oldu. Trahom kursuna katıldım. Bazı et, yüz hareketleri ile desteklediğim, Türkçe, Kürtçe, Arapça, Süryanice ve Fransızca karışımı emsalsiz bir doktor dili icat ettim. İnanmaya caksın ama anlıyorlar. Nasıl anladıklarını bilmiyorum. Can havliy le olsa gerek.
Ben sana bir şey diyeyim mi? Sayımız çok olsa bütün bu salgın, yaygın, yerel hastalıkları da, bitliliği de, bilgisizliği de kısa zaman da yenip mahvedebiliriz. Yazık ki çölde bir testi su kadarız. Birini iyi edince içimi bir huzur kaplıyor. Anladım ki hocaların anlattığı hekimlik duygusu buymuş. Yokluğun, zorluğun, yorgunlu ğun, akrep korkusunun ödülü bu. Hepsini silip süpürüyor!' BIR GUN Gazi Afete Bu teşrifattan, sıkılıktan biraz bunal dım." dedi, ".Yarın kimseye haber vermeden buradan kaçalım. İki saat özgür olalım." "Nasıl kaçabiliriz?" Anlattı. Afet çok güldü. Ertesi gün Gazi'nin anlattığı basit yöntemle güvenlik çembe rini atlatıp saraydan çıktılar. Biraz yürüdükten sonra bir taksiye atlayıp Sarayburnu parkına gittiler. İkisi de sade elbiseler giymişler di. Gözlerinde güneş gözlükleri, başlarında şapkalar vardı. Kimse tanımamıştı. Gazi iki kâğıt helva aldı. Kâğıt helvaları yiyerek, neşe içinde yürüdüler, denizi gören bir sıraya oturdular. "Oh, dünya varmış" Afet okulla ilgili bir anısını anlattı: "Fransız öğretmenlerden biri derste, Fransız demokrasisi ile bizdeki durumu karşılaştırdı" 310 Üçüncü Bölüm
Gazi güldü: "Ve benim diktatör olduğumu söyledi" "Böyle, açık söylemedi ama bunu söylemek istediği anlaşılıyor du. Ben de bir soru sordum" "Evet?" I "Fransa bugünkü demokratik düzeye, büyük Fransız ihtilalin den kaç yıl sonra ulaştı?" "Güzel. Ne dedi?" "Yanıt vereceğini söyledi ama bir daha bu konuya dönmedi." İkisi de güldüler. * Gazi "Bak Afet." dedi, "..Diktatör başka, bambaşka bir şey dir. Batı, Türkiye'yi de, Türkiye'de olup bitenleri de daha kavra yamadı. Türkiye'nin özelliklerini bilmiyorlar. Bilseler Fransızlar Çukurova'ya girmez, Yunanlıları İzmir'e çıkarmaz, Ankara'ya ka dar yollamazlardı. Millet beni biraz hizmetim geçtiği için bir aile büyüğü olarak görüyor ve sayıyor. Bilirsin bizde aile büyüğü çok önemlidir. Benim gücüm işte bu. Gördüğüm sevgiyi, saygıyı, bazı şaşkınlar diktatörlük diye yorumluyor. Buna canımın sıkıldığını itiraf etmeliyim. Eskiden beri düşündüğüm yenilikler var. Bunla rı birçok insanla paylaşıyorum. Uzlaşırsak uygulamaya geçiyoruz. Bütün devrimler kanunla yani hükümetin rızası ve Meclis'in onayı ile yapılıyor. Birdenbire de yapmıyoruz. Usul usul ilerliyoruz. Ara da zaman bırakıyoruz. Diktatör olsam Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kurulabilir miydi? Meclis anayasa için yararlı gördüğüm iki maddeyi reddedebilir miydi? Alfabe devrimi için İsmet Paşa'yı ikna etmek, Meclis çoğunluğunu kazanmak için üç yıldır bekliyo rum. Diktatör olsam 'bu olacak' derdim, olurdu. Bizdeki tek parti faşist ya da komünist tek partilere benzemez. Onlar gibi seçmeci, birörnekçi, tektipçi değiliz. Herkes üye olabilir. Bu yüzden parti de saltanatçılık dışında her türlü düşüncenin temsilcileri var. Bir diktatörün partisi böyle olur mu? Anayasamız birden çok parti ku rulmasına elverişli. Mussolini gibi demokrasi aleyhinde hiç konuş madım. Tam tersine idealimizin demokrasi olduğunu her fırsatta hepimiz söylüyoruz. Üniformalı, silahlı, sopalı gençlik kollarımız da, geniş bir polis örgütümüz de yok. Düşünsene, İzmir suikastını motorcu Şevki'nin ihbarı ile öğrendik, ikincisi rastlantı eseri or taya çıktı. Milli Mücadele başladığından beri seçimsiz, kurulsuz, bir başıma hiçbir iş yapmadım. Hep seçilerek, seçilmiş kurullar ve Üçüncü Bölüm 311
Meclisle çalıştım. Milli Mücadele'yi Meclisle, sıkıyönetimsiz ve sansürsüz yürüttüm. Diktötörlerin kendilerine göre orduları olur. Bizim ordumuz halkın, Cumhuriyetin ordusudur. Şimdi Cumhuri yeti ve çağdaşlığı korumak için dinin sömürülmesine fırsat ve izin vermiyoruz. Bu dikta mıdır? Dinin sömürülmesine fırsat verdiğin anda ortalık tarikatlar, cemaatler, gizli medreseler, cinci hocalar ile doluverir. Hurafelere yeni hurafeler eklenir. Türbeler dolup taşar. Ümmetçilik hortlar. Dinciler toplumu baskı altına alırlar. Milli dev leti örselerler. Zorlukla sağlamaya çalıştığımız birlik bölünür. Biz toplumu dayanışma, bütünlük ve barış içinde tutmaya çalışıyoruz. Arzumuz uygarlığa ve demokratik Cumhuriyete yürümektir. Hak sız dikta iddiasında bulunanlar..." Bir ses duydu, arkasına baktı. "Eyvah, yakalandık. Bizimkiler geliyor" Telaş içinde Gazi'yi arayanlar koşar adım yaklaşıyorlardı. Önde Vali Muhittin Üstündağ ile İsmail Hakkı Bey vardı. I "Kalkalım/' YENİ Fransız Büyükelçisi Kont de Chambrun Temmuz sonun da İstanbul'a gelmişti. Cumhurbaşkanının da İstanbul'da olması dolayısıyla güven mektubunu hemen sunarak görevine başlamak istedi. Gazi yıllardır Ankara'yı başkent kabul etmeyen Fransa'ya kü çük bir ders vermek istedi. Büyükelçinin isteğini kesin olarak red detti. Türkiye'nin başkenti Ankara'ydı. Bir elçi güven mektubunu ancak başkentte sunabilirdi. Bu yanıt Fransızları çok şaşırttı. Prestij sorunu yaptılar. Çeşitli girişimlerde bulundular. Ama sonuç alamadılar. Kont de Chamb run güven mektubunu ancak iki ay sonra, Gazi Ankara'ya dönünce, 27 Eylül 1928ye sunabilecekti. f f t f N
2460
Fransa bu olaydan gerekli dersi almıştı. Asıl büyük dersi Hatay sorununda alacaktı. EMANULLAH HAN'a dostluk belirtisi olarak Gazi kendi Ge nel Sekreteri Hikmet Bayur'un Kabil'e Büyükelçi olarak atanmasını uygun görmüştü. Hikmet Bey yolculuk hazırlığı yapıyordu. 312 Üçüncü Bölüm
Moskova'da bulunan Tevfik Bıyıklıoğlu geri çağrıldı, yerine Vasıf Çınar atandı. Gazi, Hikmet Bey'e, bir şeyler yapmaya çok hevesli görünen Krala şu kısa mesajı özel olarak ulaştırmasını emretti: "Aman çok dikkatli, çok temkinli olsun." 247
BİRİNCİ Umumi Müfettiş Dr. İbrahim Tali Bey bölgesinde il leri geziyor, aşiretleri ziyaret ediyordu. Temmuz ayında Dersime sıra gelmişti. Ovacık ilçesine kadar Dersim'i gezdi. Yol boyunca köyler ve aşiretler halkı ile konuştu. Yöneticileri denetledi. Durumu Bakanlığa özet olarak şöyle bildirdi: "..'Biz Türküz' diye bağıran bir halkla karşılaştım. Dersim'de hükümet mekanizması zayıftır, bunun düzeltilmesi gerekmekte dir. Dersim'de şimdilik hükümet aleyhine siyasi bir hareket bek lenmemelidir. Bu halkın önlemlerle Cumhuriyete mal edilebilece ğini, ilk işin halkı toprağa bağlamak, geçinme ihtiyacı ile pek bağlı olduğu reisleri ile aralarındaki^bağlantıyı gevşetmek olduğunu düşünmekteyim!' * 247
Dersim dağların ve nehirlerin çevrelediği kapalı bir bölgeydi. Buranın memleketle bağlantısını sağlamak, yalnızlığını gidermek için nehirler üzerinde köprüler ve Dersim içinde yollar yapmak ge rekiyordu. Uzmanlar, "Köprüler beton olmalı" dediler. "Neden?" "Ağalar, beyler hükümetin bu bölgeye girmesini istemezler. Köprüler yaktırırlar. Yüzlerce yıldır hükümet giremedi buraya." "Zorla girmeye çalışmışlardır da ondan. Biz iyilikle, iyilik için gireceğiz." ALFABE KURULU 20 kadar ülkenin Latin asıllı alfabelerini, harflerini incelemiş, ayrıca Türk dilindeki esas sesleri saptamıştı. Alfabeleri farklıyken sonradan Latin alfabesine dönen hayli millet vardı. Kurul 41 sayfa tutan bir raporla görüşlerini belirtti. Latin harflerinden yararlanılarak Türk diline uygun, 29 harften oluşan kolay, fonetik bir alfabe düzenlemişlerdik Raporda alfabeyle ilgili her konuya değiniliyordu. Üçüncü Bölüm 313
Falih Rıfkı Atay 1 Ağustos günü raporu Gazi'ye sundu. Gazi raporu dikkatle okuduktan sonra, "Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?" diye sordu. "Biri beş yıllık kısa, biri on beş yıllık uzun süreli iki öneri var." Gazi kesin konuştu: "Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz" Falih Rıfkı Bey kakaldı. "Çocuğum, . .. .elerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu bildiği yazıyı okuyacaktır. Arada, bir savaş, bir iç kriz, bir oldu mu, bizim yazı da Enver'in yazısına dö ner. Hemen ...........verir." Birkaç akşam, davet ettiği kimselerle raporu görüştü. Kurul İstanbul'a çağırıldı. Dolmabahçe'de yapılan son toplantılara Gazi Başkanlık etti. Davayı benimseyen İsmet Paşa da iki kez katıldı. Al fabede ve yazım kurallarında bazı küçük değişiklikler, düzeltmeler yapıldı. Latin harflerinden yararlanan Türk alfabesi aşamalardan geçe rek son biçimini almaktaydı. Gazi, "Halkın da nabzını yoklamalıyız" diyordu. 248
ANKARA'da büyük bir tarım okulu kurmak için iki yıldır ça lışmalar yapılıyordu. Almanya'dan bilim adamları, uzmanlar getirtilmişti. Türkiye'de birkaç tarım okulu vardı ama dersler sınırlı, uygula ma ve araştırma yetersizdi. Bu kez bütün ihtiyacı karşılayacak, çok bölümlü, özerk bir bilim kurumu, bir enstitü kurmak planlanıyor du. Yüksek Ziraat Enstitüsü adını taşıyacak olan okulun beş fakül tesi, her fakülten^ birçok enstitüsü, bir çeşit alt-fakültesi olacaktı. Büyük, hiç dene emiş bir projeydi bu. Hükümet enstitü için Ankara yakınında 500 dekarlık bir arazi ayırdı. Enstitünün birçok binası, labaratuvarları, derslikleri, yöne tim birimleri, kitaplığı, yemekhaneleri, erkek ve kız Öğrenci yurtla rı, spor alanları, serleri, ahırları, bağı bahçesi olacaktı. Son bilimsel gelişmelerden yararlanmak için seçkin Alman bilim adamları davet edilecekti. Eylül ayında, bugünkü havaalanı yolu üzerinde, Yüksek Ziraat Enstitüsü binalarının temelleri atıldı. 24te
314 Üçüncü Bölüm
BU HEYECANLI günler sürerken 8 Ağustosta Taksim'de, ünlü İtalyan hey kelci Pietro Canonica'nın yaptığı Cum huriyet anıtının açılışı yapıldı. Heykel mermer ve bronzdan yapılmış, yapımı 2,5 yıl sürmüş, iki Türk heykelcisi Hadi Bara ve Sabiha Bengütaş'ın yardımıyla tamam lanmıştı. Dört cepheli, göz alıcı, Milli Mücadele'ye emeği geçenlerin, destek ve renlerin yer aldığı bir anıttı. Halkın bağışlarıyla yapılmıştı. Tören çok güzel oldu. Büyük bir ka labalık katıldı. Her gün birlerce kişi anıtı ziyaret edecekti. Cumhuriyet İstanbul'un ortasına mühürünü basmıştı.249 9 AĞUSTOSTA İstanbul Halk Partisi örgütünün Sarayburnu (Gülhane) parkında bir eğlence gecesi vardı. Gazi bu toplantıyı hal kın nabzını yoklamak için iyi bir fırsat olarak gördü. Gece 23.00'e doğru motorla Gazi, arkadaşları ve maiyeti Sa rayburnu iskelesine çıktılar, Sarayburnu gazinosuna geldiler. Büyük coşkuyla karşılandılar. Gazino çok kalabalıktı. Masalar ailelerle doluydu. Gazi ve yanındakiler kendilerine ayrılan uzun masaya otur dular. Sahnede Mısırlı ses sanatçısı Müniretül Mehdiye vardı. Güzel sesiyle Arapça şarkılar söylüyordu. Sonra bir ince saz heyeti Türk müziği çalıp söyledi. Kılıkları özensiz, çalıp söyleyişleri -toplama oldukları i ç i n - iyi değildi. Saz heyeti sustuğu anda büyük gazi nonun öbür uçundaki sahnede bulunan orkestranın canlı müziği duyuldu. Halkın bir bölümü dans etmek için pisti doldurdu. Neşe doruğa çıktı. 250
Gazi birinden aldığı bir defterin yapraklarına yeni yazı ile din lediği musiki hakkında bir şeyler yazdı. Önce Afet'e okuttu. Onun yanlışsız okuduğunu görünce memnun oldu. Falih Rıfkı Bey'e, "Göz gezdir, sana okutacağım" dedi. Ortalık durulunca Gazi ayağa kalktı. Derin bir sessizlik oldu. | Üçüncü Bölüm 315
Halkı selamlayan kısa bir konuşma yaptı. Kalabalık içinden bir genci çağırdı. Yazdıklarını okumasını istedi. Genç okuyamadı. Gazi, "Vatandaşlar.." dedi, "..bu notlarım Türk harfleriyle yazılmıştır. Kar deşiniz bunu derhal okumaya çalıştı, okuyabilir de. Ama henüz alış^ mamış olduğu görülüyor. İsterim ki bu alfabeyi hepiniz on beş gün içinde öğrenesiniz. Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Şimdi yeni Türk alfa besiyle yazdığım bu notları bir arkadaşa okutacağım. Dinleyiniz. Göreceksiniz ki çok kolay yazılmakta ve okunmaktadır." Musiki ile ilgili yazıyı Falih Rıfkı Bey'e verdi. O okudu (özet): "Bu gece burda güzel bir rastlantı eseri olarak doğunun en seçkin iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak süsleyen Müniretül Mehdiye Hanım sanatkârlığında başarılı oldu. Fakat benim Türk duyguları üzerindeki gözlemim şudur ki artık bu musiki Türkün çok gelişmiş ruh ve duygularını tatmine yetmez. Bu anda uygar dünyanın musikisi de işitildi. Bu âna kadar doğu musi kisi denilen terennümler karşısında cansız gibi görünen millet der hal harekete, faaliyete geçti. Oynuyorlar, şen satırdırlar. Hakikaten Türk doğuştan şen satırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, o kendinin kusuru değildir. Fakat Türk milleti bütün yanlışları kanıyla düzeltti. Artık rahattır. Artık Türk şendir. Çünkü ona ilişmenin tehlikeli olduğunu tekrar kanıtlamak gerek meyeceği düşüncesindedir." Bu sözler şiddetle alkışlandı. Gazi ayağa kalktı, alfabe konusuna değindi:
IpS J
"Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Yeni Türk harfleri ni her vatandaşa, kadına, erkeğe, çobana, hamala, sandalcıya öğ retiniz. Bunu vatanseverlik, milletseverlik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki bir milletin yüzde onu, yirmisi okuma-yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla dol durmuş bir millettir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün uygarlık âleminin yanında olduğunu gösterecektir! * Halk coşku içindeydi. Kadehini halka doğru kaldırdık "Milletimin şerefine içiyorum." 1
316 Üçüncü Bölüm
Binlerce ağızdan "Afiyet olsun" dileği yükseldi. Bir genç kız Cumhuriyet Marşı'nı söyledi. Bütün halk katıldı. Gazi ve arkadaşla rı kalktılar. Saat 02.00'ye geliyordu. Gazi bağırdı: * "Tekrar görüşelim!" Halk da ayağa fırlamıştı: "Tekrar görüşelim!" f Gazi çıkarken gözü çarşaflı bir kadına takıldı. Kadın sımsıkı bir çarşaf giymişti. Yalnız bir gözü açıktı. Gazi kadına yaklaştı: "Hanımefendi adınız nedir?" "Hafız Hanım" "Nerelisiniz?" Eyupluyum. "Hafız Hanım, benim hatırım için başındaki şu siyah örtüyü atıp etrafını daha rahat görmek istemez misin?" Hafize Hanım hiç yanıt vermeden iki eliyle sarıldığı çarşafı nın üst parçasını başından çekip aldı. "Sana kurban olurum" diye Gazi'nin ellerine sarılarak öptü. Bu olay halkı müthiş coşturdu. * Gazi'yi karşı kıyıya kadar yansıyan coşkun alkışlar ve Dağ Ba şını Duman Almış Marşı ile uğurladılar. 250
YENİ Türk harfleri hakkındaki kısa konuşma, gece yarısından sonra yapıldığı için ertesi günkü gazetelere yetişmedi. Ama radyo ların haber saatlerinde yer aldı. 11 Ağustosta bütün gazeteler ko nuşmayı yayımladılar. Çoğu yeni alfabeyi de vermişti. Konuşma çok büyük yankı uyandırdı. Eğitim ailesi gelişimi sevinçle karşıladı. Öğretmenler yeni ya zıya çok çabuk uyum sağlayacaklardı. Okulda öğrendikleri yabancı dil dolayısıyla Latin harflerini tanıyor, okunuşlarını biliyorlardı, öğretmenlere yazım kurallarını öğretmek için tatil biter bitmez kurslar başlayacaktı. Dolmabahçe'nin üst katındaki bir salona iskemleler, yazı tah tası, kâğıt kalem, tebeşir konulmuş, büyükçe bir sınıf haline getiril mişti. 11 Ağustos günü dilci İbrahim Necmi Bey (Dilmen), bazı mil letvekillerine ve cumhurbaşkanlığı görevlilerine yeni yazı hakkında ders verdi. Ders iki saat sürdü. Buna 1. Konferans denilecekti^ Üçüncü Bölüm 317
Alfabe Türk dilinin özelliklerine göre düzenlenmiş 29 harften oluşuyordu. Türkçede bulunan 8 sesli harfe yer verilmişti. 21 sessiz harf vardı. Yabancı dillerde bulunan ch, sch gibi ikili üçlü harfler, q, x, w gibi Türk dilinde olmayan sesleri temsil eden harfler alfabede bulunmuyorlardı. Latin esaslı alfabelerin en kolayı, en sadesi, en akla yakınıydı. Yazıldığı gibi okunuyordu. Gazi de ders dışında gelen misafirleri eğitmeye ve sınava çek meye başlamıştı. Bazılarına da görev dağıtmıştı. Afet yeni yazıyı Zehra ile Rukiye'ye öğretecekti. İsmail Hakkı Bey korumaları, birli ğindeki subayları, subaylar astsubay ve erleri eğiteceklerdi. Gazi demeç almak için gelen Yunus Nadi Bey'i sınava çekti. Yazım konusunda eksikleri vardı. Yarım saatte örnekleriyle yeni ya zıyla ilgili ana yazım kurallarını anlattı. Yazımda İstanbul ağzı esas alınmıştı. Çünkü en gelişmiş, olgunlaşmış ağız oydu. Kısa açıklama Yunus Nadi Bey'i şaşırttı: "Sahi, hepsi bu kadar mı?" "Evet, işte hepsi bu kadar" Neşe içindeydi. Yeni yazıya geçildiği zaman gazetelerde, kitap larda harflerin en güzellerinin, kolay okunabileceklerin kullanılma sını istedi. Saat ilerlemişti. Yemeğe oturdular. Geç saatlere kadar alfabe konusu konuşuldu. 251
Gazi'nin çalışma tarzı böyleydi. Düşünüyor, danışıyor, tartışı yor, inceliyor, gerekirse yıllarca bekliyor, bir karara varınca da ko nuya bütün gücüyle kenetleniyordu. YURTTA yeni yazı seferberliği başladı. Her kurum, kuruluş yeni yazının yayılması için çalışacak, bazı gazeteler yeni yazı ders leri yayımlayacaklardı. İstanbul tramvay şirketi tabelalarını yeni yazıya çevirmeye, mahalle muhtarları mühürlerini yeni yazıyla ka zıtmaya başladılar. Dükkânların tabelaları ağır ağır değişiyordu. Bu ilgi, heyecan, heves, yeni yazı yandaşlarını bile şaşırta caktır. "Ne büyük ihtiyaç, ne büyük özlemmiş!" 20 Ağustos günü Dr. Reşit Galip'in yeni harflerle ilgili bir yazısı Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. Yazar özetle diyordu ki: 318 Üçüncü Bölüm
"Milli Mücadele deyimini yalnız askeri hareketler dönemine ait saymak doğru değildin Lozan barışı, saltanat ve hilafetin kaldırıl ması, Cumhuriyetin ilanı, mahkemelerin birleştirilmesi, medresele rin, tekkelerin kapatılması, fesin atılması, Türk Medeni Kanunu'nun kabulü, bütün bunlar, Milli Mücadele'nin askeri zaferlerimiz kadar başarılı aşamalarıdır. Eski harflerde dini bir değer ve nitelik görmek isteyenler cahil değilseler, mutlaka azılı gericilerdir. Eski harflerin Mekkede icat olunmadığını ilkokul çocukları bile bilir!' 21 AĞUSTOSTA çeşitli devlet dairelerinde yazı kursları açıl dı. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı da yeni yazı kursu açmıştı. •-. Ahmet Ağaoğlu'nun kızı Süreyya Hanım Ankara Keçiören'de ev ev dolaşıp isteyen hanımlara yeni harfleri öğretmeye koyuldu. Bu hizmetin benzerini birçok kadın öğretmen bulundukları yerlerde yapacaklardı. İstanbul Üniversitesi'nin eski hocalarından bazıları, 'eğer alfa be değişirse, kalemlerini kırıp tek satır bile yeni yazı yazmayacakla rını' açıklamışlardı. Bu açıklamanın üniversite ortamında bir etkisi olmadı. Vakti gelmiş bir akımı durdurmak mümkün müydü? İstan bul Üniversitesi yeni harfler konusunda konferanslar düzenledi. İlk konferansı bugün Prof. Sekip Tunç verdi. Konuşma hoparlörle dı şarı yansıtılarak çevrenin dinlemesi de sağlandı. Alfabe Kurulunun hazırladığı Yeni Türk Alfabesi adlı kitapçık kapışılıp bitmişti, yeniden basıldı. Gazi'nin Sarayburnu konuşması Türkiye'yi baştan başa saran bir heyecan dalgası yaratmıştı. Olağanüstü bir hava esiyordu. Çağdaşlaşma yolunda en büyük adımlardan biri atılmaktaydı. 23 AĞUSTOS günü Gazi günübirliğine Tekirdağ'a gitti, vali likte ve belediyede görevlilere ve halka yeni alfabeyi tanıttı, anlattı, yazdırdı, okuttu. Halkın ilgisi, anlayışı, isteği çok mutlu e t t i . 25 Ağustosta Dolmabahçe'de milletvekillerinin ve üst yöneticilerin ka tılacağı bir toplantı yapıldı (2. Konferans). 251a
Bu yarı ders, yarı kurultay nitelikli bir toplantı olacaktı. Alfabe tartışmaya açılıyordu. Dileyen eleştiride bulunacaktı. Nitekim bir-iki kişi yazılı eleştiride bulunmuştu. Biri ç ve ş harflerinin çengellerine takılmıştı. Ş harfi yerine x harfinin kullaÜçüncü Bölüm 319
nılmasını öneriyordu. Bir başkası uzun okunan i yerine y harfinin kullanılmasını istiyordu vb. Davetliler erkenden gelerek salonda yerlerini aldılar. Hepsine Yeni Türk Alfabesi kitabı dağıtıldı. İstanbul Valisi, Belediye Başka nı, Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa, Alfabe Kurulu üyelerinden Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Ahmet Cevat Emre Beyler de gelmişlerdi. Saatinde Gazi, TBMM Başkanı Kâzım Özalp,*Başbakan ismet Paşa, bazı bakanlarla gelerek yerini aldı. Dolmabahçe Sarayı yapılı şından beri böyle toplantılara, çalışmalara sahne olmamıştı. İbrahim Necmi Bey yazı tahtasına harfleri yazarak, okunuş larını söyleyerek, yazım kurallarını göstererek, örnekler vererek uzun bir konuşma yaptı. Tartışıldı. Toplantı dört buçuk saat sürdü. Çalışmalara üç gün ara verildi. Gazi bu aradan yararlanarak yeni Türk alfabesini tanıtmak, an latmak için İsmet Paşa ile birlikte Mudanya ve Bursa'ya gidip geldi. 3. Toplantı (Konferans) 29 Ağustos günü yapıldı. Bu toplantıya milletvekilleri, hükümet, ordu, yönetim, üniversite temsilcileri ile yazarlar ve aydınlar katıldı. Katılanların sayısı 200 kişi kadardı.
Gazi, İsmet Paşa'yla birlikte geldi. Toplantıyı Meclis Başkanı Kâzım Özalp yönetti. Tartışma ser bestti. İsteyen konuştu. Sorulan sorulara Alfabe Kurulu üyeleri ya nıt verdiler. Bazı konularda Gazi de düşüncelerini belirtti. Son konuşmayı Başbakan İsmet Paşa yaptı. Konuşmasında ta sarlanan alfabenin hiçbir ülkenin alfabesine benzemediğini, Türk 320 Üçüncü Bölüm
dilinin alfabesi olduğunu belirtti. Son olarak dilin zamanla yapısına uymayan sözcükleri atacağını da ekledi. İlk kez yazı devriminin dil devrimine de yol açacağını İsmet Paşa söylüyordu. Yazı tahtasına İbrahim Necmi Bey İsmet Paşa'nın önergesini yazdı. Önerge Türk alfabesinin kabulü hakkındaydı. Gazi topluluğa sordu: "Aynı görüşte misiniz arkadaşlar?" Katılanlar topluca "hay hay, evet, kabul" dediler. Dolmabahçe kurultayı alfabeyi onaylamıştı. İBU GÜNLERDE Yunanistan'da Türk-Yunan ilişkilerini yakın dan ilgilendiren bir olay yaşanmaktaydı. Plastiras, Pangalos ve Kondilis darbelerinden ve diktatörlüklerinden sonra yeniden Cumhuri yete ve çok partili hayata geçilmişti. Venizelos seçimi kazanarak 19 Ağustosta iktidara gelmiş, Başbakan olmuştu. Seçim kampanyası sırasında Yunan ırkçılarına, fanatiklere karşı, Türkiye ile barışı sa vunmuştu. 30 Ağustos tarihinde İsmet Paşa'ya bir mektup yazdı: "Ekselans, Yunan halkının büyük çoğunluğu güven göstere rek kaderlerini dört yıl için bana teslim etmiş bulunuyor. Sizi te min etmek isterim ki benim en büyük arzum, iki ülke ilişkilerinin düzenlenmesi ile iki ülke arasında yakın bir dostluğun sağlanma sı ve bu yakın dostluğu bu sefer mümkün olan en geniş ve sürek li bir dostluk antlaşması, saldırmazlık ve hakem antlaşması ile resmileştirmektir. ,,25lb
Birinci Dünya Savaşı sırasında megali idea'nın (büyük ülkünün) ateşli, savaşçı savunucusu, İzmir'in ve Doğu Trakya'nın Yunanlıla ra verilmesi için çabalamış olan siyasetçi, aradan yedi yıl geçtikten sonra dostluk ve barış elini uzatıyordu. Yan yana yaşayabilmek için çarenin barış olduğunu, büyük yenilgi ve Lozan'la başlayan süreç içinde iyi anlamıştı. _ , Bu gelişim ve girişimi Gazi ve İsmet Paşa çok önemsediler. Türkiye'nin sorunlar yaşadığı tek komşu devlet Yunanistan kalmış tı. Diktatör Pangalos döneminde gerginlik hiç azalmamıştı. Özel likle nüfus değişimi gibi duyarlı bir konudaki sorunlar iki ülkeyi sürekli germekteydi. Savaş olasılığı Türkiye ve Yunanistan'ı deniz kuvvetlerini güçlendirmeye zorluyordu. Üçüncü Bölüm 321
\ \ Türkiye, dostluk antlaşmasından önce, nüfus değişimi ile ilgili 11 pürüzlerin giderilmesi amacıyla yetkililerin biraraya gelip çalışmaII Jarı için yeşil ışık yaktı. Yunan yönetimi de bu görüşü benimsedi. I I I I
GAZİ 1 Eylülde Ertuğrul yatıyla Çanakkale'ye geldi. Gazi'nin sınav yaptığını öğrenenler alfabe dersine sıkı sıkı çalışıyor, böylece sınavdan başarıyla çıkıyorlardı. Gazi valilik ve belediyeyi ziyaretten, sınav ve açıklamalardan sonra karşıya, Eceabat a geçti. Otomobille Anburnu, Conkbayırı ve Anafartalar'ı ziyaret etti. '' Dört saat yürüyerek basın mensuplarına savaş alanlarını gösterdi, savaşları anlattı, o günleri yaşattı. Buralar M. Kemal'in tarih sahne sine çıktığı yerlerdi. Çanakkale'yi Gazi'den dinlemek herkesi heyecandan titretmişti. Gece yatta kaldı. Bütün donanma Gazi'nin emriyle manevra yapmak için Gelibolu önüne gelmişti. Yat ve donanma 2 Eylülde Gelibolu önünde buluştu. Gazi telsizle bir savaş durumu vererek manevrayı başlattı. Donanma kırmızı ve mavi diye ikiye ayrılmıştı. Duruma göre ko mutanlara kararlarını soruyor ve değerlendiriyordu. Öğleden son raki savaş durumunu bildirerek, binlerce kişinin kıyıda toplandığı Gelibolu'ya çıktı. Hükümet konağında görevlileri sınadı, halka yeni alfabe hak kında bilgi verdi. Tarımcılarla konuştu. Gelibolu'dan ayrıldı. Yatı amiral gemisi Hamidiye'nin yakınında durdurdu, saat 23.00'e kadar süren manevrayı izledi. Tüm denizcileri ile gurur duydu. Donanma Komutanlığına bir mesaj göndererek donanma mensuplarını, ko mutanından en genç erine kadar kutladı, mutluluğunu bildirdi.? Saat 02.00'de İstanbul'a döndü. İSMET PAŞA ve M. Necati Bey Ankara'ya döneceklerdi. Gazi ile birlikte bir süre bahçede dolaştılar. Güzel bir İstanbul günüydü, ismet Paşa, "istanbul'dan içim rahat olarak ayrılıyorum" dedi. "Belli ki halk bu değişimi benimsedi. Kanunu 1 Kasım günü Meclis e suJft narız." "Ben de o vakte kadar mümkün olduğu kadar çok yer d o l a ş a rak halka yeni harflerimizi tanıtırım, uygulama yaptırırım, alfabe*^ nin aksayan bir yanı varsa not alırım" 322 Üçüncü Bölüm
"Yorulacaksın." Gazi, "Sana yeni öğrendiğim bir şarkıyla cevap vereyim mi?" diye sordu. "Ver." Gazi neşeyle şarkıya başladı: "Ümit yolcusu yorulmaz •% Şevk içinde koşar gider..!* Bahçede çalışan bahçıvan şaşkınlık içinde Gazi'ye, ismet Pa şa'ya bakıyordu. İsmet Paşa gülerek, "Malatya'ya gideceğim." dedi, "..oradan gezine katılacağımı sanıyorum." Çok sevinirim. 9 EYLÜL 1928 günü üniversite gençliği bir sürpriz yaptı. Zafer ordusunun İzmir'e girişinin altıncı yıldönümünde üniversiteli genç lerle dolu bir Boğaziçi gemisi Dolmabahçe'nin önünde durdu. Yüzlerce genç Gazi'yi alkışlamaya, sevgi gösterileri yapmaya, ba ğırmaya başladılar. Gazi pencereden el sallayarak gençleri selamladı. Ama gösteri sona ermiyordu. Gazi Cumhurbaşkanlığı Orkestrasının sarayın balkonuna çık masını emretti. Orkestra hızla balkona çıkıp yerleşti. Şef Zeki Bey'in yönetimindeki orkestra önce Dağ başını du man almış marşını çaldı. Daha ilk ezgiler yükselir yükselmez genç ler olanca güçleri ile marşı söylemeye başladılar. Orkestra İzmir'in dağlarında çiçekler açar marşından sonra, Milli Mücadele için bes telenmiş marşlara geçti. Orkestranın ve gençlerin gür sesi bütün Boğaz'a yayılıyordu. Son olarak Cumhuriyet marşı söylendi. Marşlarla on yılı özetlediler. Gençler sevgi çığlıkları atarak, alkışlayarak, Gazi'ye selam du rarak Dolmabahçe'den ayrıldılar. Bu sırada güzel İzmir'de kurtuluş şenlikleri yapılıyor, Gazi ve ordu minnetle anılıyordu.
İ
M. NECATİ BEY telaş içindeydi. Gazi Okulu'nun öğrenim
mevsiminin başında açılması için çabalıyordu. Yapı bitmişti. Sınıf
lar, yatakhaneler, yemek, jimnastik ve toplantı salonları, kitaplık ve
öğretmen odaları döşenmekteydi. Bürokratik sorunlar bitmiyor,
tükenmiyordu. Üçüncü Bölüm 323
Millet Mektepleri için dev bir program yapılmıştı. On binden fazla öğretmenin katılması ve pek çok okulun programını bu et kinliğe uydurması gerekmekteydi, öğretmen sayısı yetişmezse yeni yazıyı öğrenmiş memurlardan yararlanılacaktı. Afişler bastırıyor, Millet Mektebi öğrencilerine verilecek defterleri, kalemleri hazır latıyordu. Alfabe ve okuma kitaplarım bastırmak için kanunun ka bulünü bekliyordu.
M. Necati Bey bu konuda da Maliye Bakanlığının, kendi mu hasebecisinin, levazım şubesinin, personel dairesinin çıkardıkları bürokratik zorlukları aşmak zorundaydı. Kırtasiyecilik, kuralları dar yorumlama, her şeyi maliye yararına yorumlama bir bakanın bile aşması zor engellerdi. M. Necati Bey sorunları rica ederek, iknaya çalışarak, bağıra rak, masaya yumruk vurarak, yakaya sarılarak, kavga ederek, gere kirse korkutarak çözüyordu. Güzel, iyi bir işe yardımcı olmaktan zevk alacak memur sayısı yazık ki azdı. Bunlar güçlük çıkarmayı görevlerinin gereği sanan klasik memurlardı. Kimbilir halka nasıl davranıyorlardı? Ümit, görevi devralacak genç memurlardaydı. M. Necati Bey hastalanıyordu. Ama hastalığının belirtilerini yorgunluk sanmaktaydı. İSMET PAŞA Malatya ya geldi. Belediye ortaokulun salonunda - t e k elverişli yer orasıydı- bir yemek verdi. î Başbakan yemekte uzun bir konuşma yaparak devrimlerin amacına, hükümetin programına değindi. Alfabe devrimini de anlattı. Özetle dedi ki:
"Yüzyılın ve geleceğin Türk milletinden isteklerine kulaklarımızı tıkamak elimizden gelmiyor. Çünkü biz, geçmiş dönemlerin tam 324 Üçüncü Bölüm
bir yıkım ile son bulduğuna tanık olan bir nesiliz. Bir insan cemiye tinde hayatın alameti okuyup yazmaktır. Okuyup yazma bilmeyen milletler arasından çıkmak, artık kabul edilmiş bir programdır. Bu gün memleket baştan başa bir dershane halindedir. Başöğretmen bu milletin başlıca hazinesi olan büyük evladı Gazi'dir? ** 75
GAZI kızları okullarına yolladı. İstanbul'a veda ederek 15 Ey lülde Sinop'a, 16 Eylül 1928 sabahı Samsun'a geldi. Samsun'da kar şılayanların başında İsmet Paşa da vardı. İki şehirde de alfabeyi ta nıtmış, görevlileri sınamıştı. 18 Eylülde trenle Samsun'dan ayrıldılar. Ladik, Havza, Hacıbayram istasyonlarında trenden indi, karşıcılarla konuştu, okuyup yazmayı öğrenmelerini istedi. Üç saat kadar Amasya'da kaldı. Yeni alfabeyi anlattı. Sınavlar yaptı. Yolculuğuna karayoluyla devam etti. 19 Eylülde Tokat'a geldi. Her yerde olduğu gibi görevlileri, halktan bazı kimseleri sınavdan geçirdi, yeni harfler ve yazım kuralları hak kında bilgi verdi. Sivas'a hareket etti. Yolda köylülerle, nahiye ve ilçe yöneticileriyle konuşa konuşa ilerledi, okuyup yazma öğrenme lerini istedi. Sorularını yanıtladı. Dertlerini dinledi. Geç saatte Sivas'a geldiler. Yöneticiler ve halk Çamlıbel'de bek liyorlardı. Top atışlarıyla selam landılar. Hükümet meydanına bir yazı tahtası konulmasını istedi. Akşam yemekte konu elbette yeni yazıydı. Erkenden yattılar. Sabah erkenden meydan da yazı tahtasının başına geç ti. Anlattı, öğretti, sınav yaptı. Başaranları halk alkışlayarak ödüllendiriyordu. Yeni yazıya gösterilen ilgi Gazi'yi ve İsmet Paşayı çok mutlu e t m i ş t i * Sivas'tan sevgi gösterileri arasında ayrıldılar. Gazi yolda Şarkışla'da durdu. Karşıcıları sınavdan geçirdi. Takıldıkları ko-
Gazi Sivas'ta Üçüncü Bölüm 325
nuları aydınlattı. Saat 14.30'da Kayseri'ye ulaştılar. Doğruca yazı tahtasının konulduğu meydana geldiler. Çevre çok kalabalıktı. Yö neticilerin çoğu, subay ve öğretmenler yeni alfabeyi oldukça öğren mişlerdi. Hepsi sınavdan fazla yanlış yapmadan geçmeyi başardılar. Gazi Kırşehir ve Yozgat'tan gelen kurullar ve yurttaşlarla görüştü. Genç bir gazeteci, Başyaver Rüsuhi Bey'e, dostluk kurmak için "Bu paşalar hiç dinlenmezler mi?" diye sordu. Rüsuhi Bey gülerek, "Dinlenselerdi burası Fransızların sömürgesi, bir Fransız da şimdi size Fransızca alfabeyi öğretiyor olurdu" dedi. Gazeteci şaşarak baktı: "Anlamadım!" Gazeteci Sevr Antlaşması'na ek Üçlü Anlaşmayı, bu anlaşmaya göre buraların Fransız sömürü bölgesi olarak ayrıldığını bilmiyor du. Rüsuhi Bey kızgınlığını saklayamadı: "Sevr'i de, onun melun ekini de işte bu Paşalar ve arkadaşları yırtıp attı. Bunu bilmemek ayıptır arkadaş." Rüsuhi Bey çok rahatsız olmuştu. Okullarda yakın tarih iyi anlatılmazsa birkaç nesil sonra bunları doğru dürüst bilen kimse kalmayabilir, Türkiye dünyada devletinin kuruluşunu ve kurtarıcı larını bilmeyen tek ülke olurdu. Paşalar ve beraberindekiler akşam trenle Kayseri'den törenle ayrıldılar. 21 Eylül 1928 günü Ankara'da oldular. İstasyon çok kala balıktı. Karşılayanlardan bir Bakan Gazi'ye bir Hâkimiyet-i Milliye gazetesi verdi. Gazete yeni harflerle şu manşeti atmıştı: "Safa geldin büyük Gazi" Birinci sayfanın bir bölümü de yeni harflerleydi. 252
GAZİ alfabe gezisi sırasında yazım kurallarının aksayan yanla rını saptamıştı. Aksaklıkları ve önerilerini bir yazıyla İsmet Paşa'ya bildirdi. Yazı Alfabe Kurulu'nda görüşülecek, Gazi'nin haklı olduğu görülerek, önerileri kabul edilecekti. Alfabe Kurulu alfabe, dilbilgisi ye yazım kurallarıyla ilgili 6 ki tap hazırlamıştı. Bazı üyeler de alfabeyi tanıtan broşürler yayımlı yorlardı. Kurulun üyesi sayısı artırıldı, adı Dil Kurulu oldu. * Gazi yazıyı yolladıktan sonra, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Zeki Bey'i çağırttı. Oturmasını istedi. 253
253
326 Üçüncü Bölüm
"Zeki Bey, musiki sözleri ezberlemeyi kolaylaştırır. Düşündüm ki yeni alfabeyi halkımıza müzik yardımıyla daha kolay ezberlete biliriz" Zeki Bey'e hazırladığı harf listesini verdi. Baş kısımda yalnız sesli harflerin bulunduğu, sonra alfabedeki sırayla sessiz harflerin dizildiği bir listeydi bu: a, o, u, ı, e, ö, ü, i, be, ce, çe, de, fe, ge, he, je, ke, le, me, ne, pe, re, se, şe, te, ve, ye, ze "Bu, düşündüğüm marşın güftesi. Senden ricam bu güfteyi, harflerin okunuşunu dikkate alarak, basit bir biçimde bestele.Kolayca ezberlenip söylenebilsin. Haydi burada çalışmaya başla!" "Peki efendim." Zeki Bey çalışma odasındaki piyanonun başına geçti. Harf lerden oluşan güfteyi bestelemeye başladı. Sofracı bir kadeh rakı getirip piyanonun üzerine bıraktı. Besteyi bitirmeden piyanonun başından kalkmadı. Bitirince çalıp söyledi. Gazi beğenmişti: "Teşekkür ederim." Sofra arkadaşlarını, aşçıları, sofracıları, memurları, şoförleri, nöbetçileri topladı. Zeki Bey çaldı, korobaşılık yapan Gazi'ye uya rak marşı söylemeye başladılar, öğreninceye kadar tekrar ettiler. Marşın adı Harfler Marşı oldu. Okullara ve birliklere dağıtıl ması için notası ve güftesi Eğitim Bakanlığına, Milli Savunma Ba kanlığına, ayrıca gazetelere yollandı. Marşın notası ilk kez 29 Eylül de Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. GAZİ ORTA ÖĞRETMEN OKULU 1928 yılının eğitim dö nemi başında birkaç eksik dışında tamam olarak törenle açıldı. Bu aşamada okul, ortaokullar için öğretmen, ilkokullar için müfettiş yetiştirecekti. Binanın genişliği, burada çeşitli yeni birimlerin açılmasını ko laylaştıracak, bir eğitim labaratuvarı niteliği kazanacak, ilerde Gazi Üçüncü Bölüm 327
Eğitim Enstitüsü olarak ünlenecekti. Müzik, resim ve beden eğitimi bölümleri açılacaktı. M. Necati Bey çok mutluydu. Şimdi Millet Mektepleri işine daha çok ve iç rahatlığı ile vakit ayırabilirdi. GAZİ köşkteki çalışmanın sonucundan memnun kalmıştı. Bu yol etkili olmuştu. Küçük bir orkestra ile şehre inip Meclis'in önüne geldi. Meclis'in önünden geçenleri çağırdı, biraraya topladı. Kendi yine korobaşı olacaktı. Orkestraya işaret ederek marşı başlattı: a., o.. e., o., ... ö n c e yalnız sesli harfleri söylediler. Seslileri ezberleyince ses siz harflere geçtiler. Meraklılar Meclis önünde birikmekteydi. İkinci söyleyişe katılmaları için Gazi onları da çağırdı: "Gelin, gelin, siz de gelin!" Meclis balkonundan bu çalışmayı izleyen Meclis Genel Sekreteri yanındaki görevliye, "Tarihte böyle bir lider var mıdır İkinci Meclis Binası acaba?" diye sordu. "Bilmem. Yıllardır bir masal yaşıyor gibiyiz." Bu sırada Gazi orkestra şefine "Baştan alalım" dedi. Orkestra Alfabe Marşı'na yeniden başladı. Okullar yeni harflerle ilgili kanun çıkmadan önce açılmış tı. Bir karışıklık olmasın diye bütün okullar eğitime yeni yazıyla başladılar. Öğretmenler yeni yazıyı ve yazım kurallarını öğren mişlerdi. 254
2543
ANKARA'da bugünkü Merkez Bankası'nın yanındaki sokağın başında yapılan genişçe bir dükkân bayraklarla, defne dalları, çi çekler ile süsleniyordu. Meraklananlar durup soruyorlardı: "Neoluyor?" • .||| || •• • |, "Bir lokanta açılacak." 328 Üçüncü Bölüm
"İyi. Hayırlı olsun" İçerisi sade bir biçimde düzenlenmişti. Arkada geniş bir bah çesi vardı. Lokantanın sahibi, Baba Karpiç diye anılacak olan Gürcü asıllı Karpoviç idi. 1918'de Rusyadan kaçan Ruslarla birlikte İstanbul'a yerleşmiş, bildiği lokantacılığı sürdürmüştü. Akıllı, zevkli, işinin ustası, babacan bir adamdı. Ankara'nın İstanbul'dan önemli oldu ğunu anlamıştı. Beyin Ankara'ydı. Lokantası Karpiç diye anılacaktı. Siyasi kulisin bir bölümü Ankara Palas'tan buraya taşınacaktır. Açılışa birçok davetli katıldı. Hepsi memnun ayrıldı. Karpiç bu işin sihirbazıydı. 254b
1928 YILI Cumhuriyet Bayramı bütün yurtta neşe içinde kut landı! Büyük törenler yapıldı. Ankara'daki geçit törenine Türkiye izcileri yine katıldılar. Artık hep katılacaklardı. Her yerde Cumhu riyetin anlamı, değeri, büyüklüğü anlatıldı. Küçük şehirlerdeki balolarda yanlışlıklar, potlar, rüküşlükler, oflayıp poflamalar sürmekle birlikte oldukça azalmıştı. Ankara'da Cumhuriyet balosu Ankara Palas'ta yapıldı. Bu Ankara Palas'ta ya pılan ilk Cumhuriyet balosuydu. Hanımlar uzun tuvaletli, açık başlı ya da şapkalı, erkekler fraklı, subaylar büyük üniformalıydı. Kordip lomatik de büyük günlere özgü tören giysileriyle gelmişti. Gazi, Meclis Başkanı ve İsmet Paşa için soldaki yan salonda çiçeklerle süslü büyük bir masa hazırlanmıştı. Bu büyük masanın sağında ve solunda küçük masalar vardı. Elçiler ve Bakanlar bu ma salarda oturuyorlardı. Bahçe tarafındaki salonda zengin bir açık büfe vardı. Orkestra bir dans parçası çalmaya başlayınca Gazi Mevhibe Hanım'la ortadaki büyük salonda açılış dansını yaptı. Onları da vetliler izledi. Pist doldu. İlk parça sona erince Gazi ve Mevhibe Hanım oturdular. Hızlı danslar başlayınca yaşlılar ve orta yaşlılar pisti gençlere bıraktılar. Orkestra Mavi Tuna valsini çalmaya başla dı. Fraklı ve tuvaletli gençler dönmeye başladılar. Salon nefesini tuttu, bu güzel rüyayı seyretmeye başladı. 1 KASIM 1928 günü Gazi Meclisin yeni dönemini bir konuş mayla açtı. Başarıları ve eksikleri açıkladı. Bazı konuları vurgulaÜçüncü Bölüm 329
dı. Topraksız köylülere toprak sağlanmasının gerektiği üzerinde durdu, sanayileşme ve eğitim konularına değin di. Konuşmasını yeni alfabe devrimiyle bitirdi. Özetle dedi ki: # "Türk milletine kolay bir okuma-yazma anahtarı ver mek lazımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emek le, kısa yoldan ancak diline kolay uyan böyle bir araç ile sıyrılabilir. Büyük Millet Meclisi'nin kararı ile Türk harflerinin kesinlik ve yasallık kazanması, bu memleke tin yükselme mücadelesinde başlı başına bir geçit olacak tır. Aziz arkadaşlarım, yük sek ve ebedi yadigârınızla büyük Türk milleti yeni bir nur âlemine girecektir." ffip Gazi'nin alfabe hakkındaki konuşması sık sık alkışlar, bravo sesleri ile kesilmişti. Meclisin bu devrim adımını atmaya hazır ol duğu anlaşılıyordu. .; ^HBHw'' Meclis Türk harfleriyle ilgili yasa taslağının öncelikle görüşül mesini kabul etti. Geçici bir kurul seçildi. Kurulun incelemesi kısa sürdü. Konu olgunlaşmıştı. Başbakan îsmet Paşa söz alarak yasayı açıkladı. İki milletveküi daha yasanın kabul edilmesini istediler. fj Yasa oylamaya sunuldu. Oybirliği ile kabul edildi|s§|| Türk Harfleri hakkındaki kanun 3 Kasım 1928 günü yürürlüğe girdi. Kanuna ek olarak alfabedeki harflerin adları, sıraları, kitap ve el yazısı örnekleri bir liste halinde gösterilmişti. Üç yıl karşı çıkan İsmet Paşa harf devriminin sıkı bir savunu cusu olacak, bir daha eski yazıyı kullanmayacaktı. Yasa yeni alfabeyi bir günde uygulamaya sokmuyordu. Birçok işlemler için eski yazıya 1929 Haziranına kadar 7 ay süre tanınmış2540
255
256
330 Üçüncü Bölüm
tı. Eski yazı steno olarak 1930 Haziranı başına kadar, basılı belgeler devlet dairelerinde 1930 Haziranına kadar kullanılabilecekti. Bun lar için de 19 ay süre verilmişti. Bir gün içinde eski yazı kalkacak, yeni yazı yürürleğe girecek değildi. Gazeteler zaten Ağustos ayından beni hazırlıklıydı. Basımevleri de hazırdı. Dizgiciler yeni harflerle yazı dizmeyi öğrenmişlerdi. Alfabe ve yazım kurallarıyla ilgili kitaplar yeter sayıda baskıya verildi. Daktilo makineleri için de Türk standartları belirlendi. Eği tim Bakanlığa gerekli giderler için yeterli ödenek aktarıldı. Gazete ve dergiler bir ay sonra 1 Aralık günü, kitaplar iki ay sonra 1 Ocaktan başlayarak yeni harflerle basılmaya başlanacaktı. Milliyet gazetesinin bugünkü başyazısının başlığı "Yaşasın İn kılap" idi. Cumhuriyet gazetesi, 1 Aralık tarihli bir yazısında yeni alfabenin amacının 'cahillik denilen en tehlikeli düşmanı boğmak olduğunu' açıklamaktaydı. Bir şey daha yapıldı. Dil devrimine de bir adım atıldı. Birçok birim adı ve bazı deyimler Arapça ve Farsça tamlamalardan temiz lendi. Mesela 'kalem-i mahsus' hususi kalem, 'umur-u tahririye müdüriyeti' yazı işleri müdürlüğü olarak sadeleştirildi. Arapça ve Farsça tamlamaların yerini Türkçe tamlamalar al maya başlayacaktı. İlk günlerde, yeni yazıya aiışamayanlar yüzünden gazetelerin satış sayıları oldukça düşecek, hükümet bu gazetelere para yardı mında bulunacaktır. Halk yeni yazıya alıştıkça satış sayıları yükselir. Zamanla baskı sayıları yüzbinleri geçecektir. 257
258
İSMET PAŞA yeni harflerle ilgili kanunun kabul edildiği ak şam eve çok neşeli döndü. Salonda oturdular. "Hanımcığım bugün yeni Türk harfleri kanununu kabul ettik." "Hayırlı olsun." | "Bir ay sonra bütün gazeteler, iki ay sonra bütün kitaplar yeni harflerle basılacak." Mevhibe Hanım kaygıyla baktı. Çocukluğundan beri eski ya zıyla okuyup yazmıştı. "..Göreceksin çok kolay. Hemen öğreneceksin. Hiçbirimiz ar tık eski yazı kullanmayacağız. Olur mu?" m
Üçüncü Bölüm 331
"Peki." O akşam yemekten sonra çalışma odasında Başbakan tsmet Paşa eşine yeni harflerle okumayı ve yazmayı öğretmeye başladı: "Bu a, annenin a'sı. Bu b, babanın b'si. Bu c, Cevriye'nin c'si. Bu ç, çocukların ç'si..." Mevhibe Hanım ata binmeyi de öğrenmişti. Fırsat buldukça da birlikte ata biniyor, çevreyi geziyorlardı. Kısa bir süre sonra otomo bil de kullanacak, Ankara'da otomobil kullanabilen ilk hanım ola caktı. Süleymaniye alışkanlıklarını çalışkanlığı ve anlayışı ile aşarak günün gerekleriyle uyum sağlamış, sessiz ve gösterişsiz bir öncü olmuştu. Sosyal çalışmalardan da geri kalmadı. Latife Hanım gibi eve kapanmamış, Fıtnat Çakmak, Reşide Bayar, Süreyya Ağaoğlu gibi hanımlarla birlikte Yoksul Kadın Yardım Cemiyeti'ni kurmuştu. Dernek, yurdun çeşitli yerlerinde öne" yardımsever hanımların yardımıyla şubeler ve kadınların çalışıp para kazanabileceği atölye ler açmaya başladı. Siyasetten dikkatle uzak durarak, ayrım gözetmeyerek büyük saygınlık ve güven kazandı. 2583
TABELALAR, vitrin yazıları, otomobil plakalar^ istasyon ve durak adları, gemi ve tren tarifeleri hızla yeni yazıya dönüştürülü yordu. İstanbul'da bazı esnaf yeni yazıyı tabelalarında eski yazı ile bir likte kullandılar. Sabah bu tabelalardaki bütün eski yazıların siyah boya ile kapatıldığını gördüler. Bir el -herhalde belediyenin eli— eski yazı döneminin kapandığını hatırlatmaktaydı. Türkiye Doğulu bir ülke görünümünden çıkıyordu. Çarşaflı sayısı çok azalmış, entarili, fesli erkek kalmamıştı. Sarığı da yalnız görevlerini yaparken din görevlileri takıyorlardı. Köçeklik sona ermiş, sapıklık gözden kaybolmuştu. Sarkıntılık, laf atma gibi alışkanlıklar azalıyordu. O çekingen, korkak kadınların yerini çantasını, şemsiyesini yılışığın kafasına indiren özgür, kişilik li kadınlar almıştı. İstanbul'da ve İzmir'de, deniz kıyılarında ailece gidilebilecek birçok lokanta, çayhane, gazino açılmıştı. Artık kıyı larda aileler birarada güle eğlene, el ele, kol kola dolaşabiliyorlar dı. Anadolu'da bazı şehirlerde denize bakan yamaçlarda ya da dere 259
332 Üçüncü Bölüm
kenarlarındaki ağaç altlarında kadınlar yazları altlarına hasır ya da kilim sererek oturabilmeye, sohbet etmeye başladılar. Çocuklar doğayla arkadaş oldular. Erkekler saygı gösterip yaklaşmıyorlardı. Eskiden olsa, ahlak zorbaları, 'haydi evinize!' diye hepsini kovalar lardı. Ya da beş adım öteye oturur, kadınları kaçırana kadar göz hapsine alırlardı. Ahlak zorbalığı, toplum baskısı hayli azalmıştı. BuJ| şehirlere yakında başka şehirler de katılacaktı. Büyük şehirlerde ana caddeler hava kararınca iyice aydınlatılı yordu. Gece olunca şehirlerin üzerine kapanan mezarlık karanlığı, ölü sessizliği giderek yok oluyordu. M. NECATİ BEY Bakanlıktan erkence çıktı. Hava almak için ağır ağır yürüdü, Ankara Palas'a geldi. Bir tuhaflığı vardı. Salonun yarısı hanımlarla doluydu. Arka bölüme geçti. Gazeteciler Ankara Palas'ta bekliyor, Meclisle, hükümetle ilgili özel haberleri buraya gelen milletvekillerinden, bakanlardan, yüksek bürokratlardan der lemeye çalışıyorlardı. M. Necati Bey'in çevresini aldılar. Bir masaya oturup sohbete daldılar. Ne olup ne bittiğini anlamak için Ankara'ya gelmiş olan gazeteci Nizamettin Nazif Bey "Bütün devrimlerimiz üstyapı dev rimleri.." dedi, ".altyapı devrimlerini yapamadık. Sorunlarımızın nedeni bu." M. Necati Bey doğruldu: "Toplumsal olayları çözümlemek kolay değil dostum. Hele ön yargıyla, ideolojik kalıplara vurarak gerçeği yakalamak daha da zor. Ben sana durumumuzu çok kısa anlatacağım. Altyapı diyorsun ya, onun da bir altyapısı var. Ne o? İnsan. Toplum ilkel, geri, cahil ise altyapı-üstyapı tartışmalarının ne anlamı olur? Önce insan! Sovyet Rusya sistemini uygulayabilmek için birçok insanı sür güne yolluyor, zindana atıyor, öldürüyor, kan dökerek yerleştirmeye çalışıyor. İtalya da yıldırma, saldırı, korkutma yöntemi kullanarak herkesi sindirdi. < Biz öncelikle çağdaş, yurtsever, bilinçli, okur-yazar, dünyadan haberli, düşünmeyi bilen özerk yeni insanı, Cumhuriyet bireyini, bu yeni insanlardan kurulu yeni toplumu, Cumhuriyet toplumunu oluşturmak için çabalıyoruz. Yoksa ortaçağda çakılı kalacağız. Üçüncü Bölüm 333
Siz Milli Mücadele döneminde Ankara'da yaşamış bir yurtse versiniz. Vatanın emperyalizmin kanlı dişleri arasından nasıl çekilip kurtarıldığını yaşadınız. Şimdi sıra milleti ortaçağın pençesinden kurtarmaya geldi. Uyanmış halkla birlikte kalkınmak için birçok yol yöntem bulunur. Başarılar kolaylaşır. Gelecek güvence altına alanır. Uyanmamış halkla ne yapılabilir? Ama halk lehine birçok şey başarıldığını da söylemek istiyo rum. Salgın hastalıklarla mücadele eden doktorları, cehaleti yen mek için çırpınan öğretmenleri, sığır vebasını bitiren veterinerleri, bataklıkları kurutan fencileri, dağları delen demiryolcuları, fidan lıklar kuran tarımcıları, toprak dağıtımı için çırpınan kadastrocuları görmenizi dilerim. Umarım durumu anlatabilmişimdir." Dileyene çay, kahve, dileyene içki ısmarladı. MİLLET MEKTEPLERİ ile »ilgili bilgiler afişlerle, gazete ve -Mîllet mektepleri için radyo haberleriyle, tellallarla, öğ retmenler ve muhtarlar yardımıy la bütün halka duyurulmaktaydı. 16-45 yaş arasındaki oku ma yazma bilmeyen kadın, erkek herkesin, evinin bulunduğu yerde açılacak olan Millet Mektebine .yazılması zorunluydu, ilk, ortao kul ve lise öğrencilerinin dersler sona erip de boşalttığı sınıfları akşamları okuma yazma bilme yen büyükler dolduracaklardı. •M&fâf 'vekiUH MJ.T. htythm* ijiıthçıS tarik vc *tj Erkekler mekteplere haftada dört numaralı karar iyi* nuf/rf ttukupUri için kabul ve tamim akşam, kadınlar iki akşam katıla caklardı. Bu eğitim 2-4 ay süre cekti. Okuyup yazmayı öğrene ne belge verilecekti. Sonra genel bilgi verilecek olan ikinci dönem başlayacaktı. Muallim N U D İ Y E K G S f - Y J t K .;
R e s i m l i
A y
m a t b a a c ı
260
f Millet Mektepleri için yalnız okullar değil, gerekirse toplanma ya elverişli her yer, camiler, kulüpler, hükümet binalarının salonları, okulsuz köylerin kahveleri de kullanılabilecekti. Hapisanelerde de 334 Üçüncü Bölüm
okuma yazma eğitimine başlanacaktı. Bu olay o güne kadar hiçbir ülkede yaşanmamış büyük bir eğitim seferberliğiydi. Yirmi bin kadar öğretmen ve öğretici katılacaktı bu seferber liğe. NEW YORK TIMES'da şöyle yazıyordu: "Eğitim alanında yiğitçe bir atılımdır bu. Amerika'da oku ma yazma sorunu yüz elli yıldır kökten çözümlenememiştir. M. Kemal'in Türkiye'yi okutmak için gösterdiği ilgi bizde de olsaydı okullara devamı sağlayacak bir yol bulabilir, gerekiyorsa davul da çalabilirdik!* ' 261
İSMET PAŞA, Gazi'ye telefon etti: "Tatsız bir haberim var." "Nedir?" | "Necati Bey'i hastaneye kaldırdık." Gazi çok telaşlandı: "Ne oldu?" "Belli değil. Apandisit olmasından şüpheleniliyor." "Hastaneye gidelim. Hemen" NECATİ BEY Gazi'yi ve İsmet Paşa'yı görünce şaşırdı: "Niçin zahmet ettiniz? Önemli bir şeyim yok." Gazi bir iskemle çekip M. Necati Bey'in yanına oturdu. Elini ellerinin arasına aldı: "Tabii önemli bir şeyin yok. Özlediğim için geldim ben. Bu ara öyle çalışıyorsun ki seni görmek mümkün değildi. Ancak burada yakalayabildim. Çabuk iyileş. 1 Ocakta Millet Mekteplerini birlikte açacağız" "İnşallah efendim." "Büyük işler basardın Necati." 262 "Bu başarıların asıl sahipleri iş arkadaşlarımdır Paşam.. Ağrısı yüzünden terlemeye başlamıştı. Rahat bırakmak için ya naklarından öpüp ayrıldılar.
" J
Üçüncü Bölüm 335
Yıl: 1929 1 Ocak 1929-31 Aralık 1 9 2 9
263
M. NECATİ BEY bütün yurtta 1 Ocak 1929 akşamı Millet Mekteplerinin açılıp derslere başlanmasını planlamıştı. Her ilde bu çabanın aksaksız işlemesi için kurullar oluşturulmuştu. Bu neden le 1 Ocak sabahı okullar süslendi. Mesela İstanbul'da binden fazla dershanede dersler başlayacaktı. Basın 1 Ocak gününü 'eğitim bayramı' diye adlandırdı. Derslere bu akşam. Ankara'da Gazi'nin ve Bakanların, İzmir'de Başbakanın, İstanbul'da bazı milletvekillerinin, komutanların, taş rada Valiler, Kaymakamlar, Nahiye Müdürleri, Eğitim Müdürleri nin, köylerde ise muhtarın, ihtiyar heyetinin, görevli öğretmenin katılacağı törenlerle başlanacaktı. Köylerde törenler davullu zurnalı olacaktı. Şehirlerde akşam mümkün olduğu kadar çok okul gezilerek katılanlar kutlanacaktı. Türkiye'de bayram havası esiyordu. Gazi yalnız Ankara içindeki birkaç okula uğramakla yetinmek niyetinde değildi. Çubuk'taki okula gitmeyi de tasarlıyordu. Onun da içinde bu büyük günün heyecanı vardı. Oldukça erken uyandı. Berberi Mehmet gelip tıraş etti. Yıkandı. Yatak odasındaki kane pede kahvesini içerken Tevfik ve Rüsuhi Beyler izin isteyip içeri girdiler. İkisinin de gözleri kızarmıştı* Yüzleri bembeyazdı. "Ne oldu? Bir şey mi var?" Tevfik Bey kekeledi: "Şey efendim..." Bir şey söylemek istiyordu ama cesaret edemiyordu. Gazi kötü bir haber alacağı sezgisiyle toparlandı. Kahve fincanım sehpanın üzerine bıraktı: "Söyle çocuk!" "Necati Bey'i.. Yazık ki.. Biraz önce hastaneden telefon ettiler.." Ağlayarak sustu. Gazi can yakıcı bir sesle bağırdı: "Hayııııır!" Sonra elleriyle yüzünü kapadı. Sarsılarak ağlamaya başladı. 336 Üçüncü Bölüm
1 OCAK akşamı Millet Mektepleri her yerde törenlerle açıldı. Programı, Necati Beyin ruhunu şad etmek için bozmadılar, ertele mediler, planladığı gibi uyguladılar. Gazi bu törenlere katılamadı. Çok üzgündü. İsmet Paşa acı ha beri alınca hemen İzmir'den Ankara'ya döndü. Necati Bey büyük bir törenle toprağa verildi. Mezarı başında İsmet Paşa herkesi ağlatan içten bir konuşma yaptı. Basın günlerce Necati Bey'i anan, yücelten yazılarla dolup taştı. Gazetelerde cenaze töreni ve Millet Mektepleri ile ilgili birçok resim yer aldı. önlerinde alfabe ve defter bulunan başörtülü anne lerin, kasketli, bereli, takkeli babaların resimleri bir teselli oldu. 264
265
İSMET PAŞA M. Necati'nin yerine bir Bakan atamayı içi gö türmediği için Eğitim Bakanlığını bir süre elinde tuttu. 28 Şubatta eğitime büyük hizmetleri dokunmuş olan Vasıf Çınar'ı atayacaktı. Birinci ay sonunda toplanan sayılar herkesi mutlu etti:
Millet Mektebi
Ocak ayı içinde Millet Mekteplerine 856.000 kişi yazılmış, yal nız İstanbul'da 2.655 dershane açılması zorunlu olmuştu. İstanbul'da okula devam eden hanımların sayısı 55.106'ydı. Öğretmenlik yapabilecek kadar iyi okuyup yazma bildiği için Dilber de öğretici olarak görev aldı. Çocuklarını bırakacak kimsesi olmayan istekli annelere evlerine giderek okuyup yazma öğretmeye başladı. p
Üçüncü Bölüm 337
I
I 9 OCAK 1929 günü Milli Müzeler Müdürü Halil Ethem Eldem, Topkapı Sarayı'nm düzenlenmesi sırasında bilim dünyasını şaşırta cak bir belge, 1513 tarihli, Piri Reis adlı eski bir Türk denizcisinin yaptığı bir harita buldu. Amerika kıtasının ilk haritasıydı. Haberi duyan herkes gibi Gazi de heyecanlanmıştı. Halil Ethem Bey harita ile Ankara'ya geldi. Harita deri üzerine yapılmıştı. Renkli resimlerle süslenmişti. O günün tekniği ile bu haritanın yapılabilmiş olması olağanüstü bir olaydı. Gazi bu konuda bilimsel araştırmalar yapılmasını, haritanın tıpkıbasımının basılarak dünya kamuoyunun ilgisine sunulmasını emretti. İlerde Afet Hanım'a Cenevre'de eğitim görürken Coğrafya pro fesörü şöyle diyecekti: "Avrupa Türkleri korsan ve soyguncu olarak tanır. Bu kadar güzel ve ilmi eserleri tanıtmak ne büyük bir milli görev." Piri Reis'in haritası ve o zamanki Türklerin denizcilik bilgisi bilim dünyasının büyük ilgisini çekecekti. * 265
TİCARET oldukça canlanmıştı. Bazı bölgelerde birkaç yıl ardarda yaşanan kuraklığa rağmen genelde oldukça iyi ürün alınmış tı. Bir Fransız şirketine ait tütün rejisi miilileştirilmiş, aşar vergisi kaldırılmış, mültezimlik yok edilmiş, Ziraat Bankası'nın daha kolay kredi vermesine imkân sağlanmıştı. Kooperatifleşme de başlamıştı. Şehirlerde ve şehir dışında asayiş iyiydi. İrtica pısmış görünüyordu. Halkın okuma yazmaya duyduğu ilgi mutlu edici düzeydeydi. Takrir-i Sükûn Kanunu'nun süresinin uzatılmasına gerek kal madığına karar verdiler. İsmet Paşa 4 Mart 1929 günü Meclis'te söz aldı: ".Tehlike kapının eşiğine gelene kadar sabreden Büyük Mec lis, Cumhuriyeti kurtarmak için keskin ölçülerin zamanı geldiğine hükmetti. Kendi İstiklal Mahkemelerini kurdu ve hükümete Tak|: rir-i Sükûn Kanunu'nu verdi. İki yıl sonunda İstiklal Mahkemeleri kaldırılmış, hükümet de son iki yıldır Takrir-i Sükûn Kanunu'nu hemen hiç kullanmamıştın Şimdi hükümet bu kanunun da kaldı rılmasını istiyor. (Alkışlar) Takrir-i Sükûn dönemini yalnız emniyet ve Cumhuriyetin müdafaası noktasından görmek, kısa ve kısır bir görüştür. Geçen dört yılda, yûz yıla sığmayacak işler yapıldı. (Alkış 338 Üçüncü Bölüm
lar) Hukuk işlerindeki gelişmeler, kadınların içtimai esirlikten kur tulmaları, dinin siyasetten uzaklaştırılarak vatandaşın mabedinde kendi itikat ve vicdanı ile baş başa kalarak, temiz inancının bu dün yanın karışık işlerinden kurtarılması ve yeni Türk harflerinin kabu lü, bu dönemde sağlandı. Bugün Millet Mekteplerinde okuyanların sayısı, kadın erkek, bir milyonu geçiyor. (Alkışlar)..." TBMM 4 Mart günü Takrir-i Sükûn Kanunu'nu yürürlükten kaldırdı. f Dört yıl süren sıkı düzen sona erdi. 266
BİNBAŞI ismail Hakkı Bey spora çok önem veriyordu. Futbol takımının yanında bir de güreş takımı kurmuştu. Askeri eğitim ça lışmalarına koşu, yüksek atlama, uzun atlama, jimnastik gibi spor dallarını da eklemişti. Son olarak bir bisiklet takımı kurdu. Muhasebeci ancak 12 bi siklete yetecek kadar para verdiği için takım 12 kişiydi. Bu takı mın başına da Üsteğmen (Deli) Daniş Karabelen'i getirdi. Bisiklet takımı, gençleri bisiklete alıştırmak, bu spora heveslendirmek için birörnek formaları ile şehre iniyor, gösteri yapıyorlardı. Bu şeytan arabaları çocukların ve gençlerin çok hoşuna gitmişti. Ankara'da da bisiklet satanlar, tek tük bisiklete binenler görülmeye başladı. Bisikletçileri izleyen Gazi sayılarının artırılmasını istedi. İsma il Hakkı Bey'e kök söktüren muhasebeci birdenbire cömert kesildi, bisiklet sayısı 24'e yükseldi. Usta bir bisikletçi yenileri eğitip yetişti riyordu. Gazi, İsmail Hakkı Bey'e, "Bisikletçilerin Kars'a kadar gidip gelebilirler mi?" diye sordu. "Siz emredin, her yere giderler." "Bir program yapın. Bu yıl Kars'a gidin. Spor ruhunu yayın, bu yeni sporu tanıtın. Gençlere güçlükten yılmamayı öğretin." Şehirler arasında doğru dürüst yol bile yoktu daha. Eski kervan yolları vardı. Yağmurda batağa dönüyorlardı. Ama emir emirdi. Sıkı bir program yaptılar. Takımın başına Daniş Üsteğmen geçti. Mart sonunda küçük bir törenle yola çıktılar. Az sonra yağmur başladı. Gittikçe şiddetlendi. İsmail Hakkı Bey yeni aldığı kırmızı spor otomobiliyle bisikletçileri izliyor, yağmur bisikletçilerin ilik lerine işliyordu. Yol çamur denizi olmuştu. İsmail Hakkı Bey aynı hizaya gelince camını açıp seslendi:| Üçüncü Bölüm 339
I I | I I I
"Daniş, nasıl gidiyor?" Daniş, komutanın 'bugün kalsın, yarın hava iyi olunca yola çıkarsınız' gibi bir emir vereceğini umut ediyordu. Ama yılmış gö rünmemek için "İyi gidiyor efendim" diye bağırdı. "Güzel. Hedefe kadar devam!" Otomobil yavaşladı, komutan geri döndü. Takım coşkun bahar yağmuru altında, sırılsıklam, çamur içinde yoluna devam etti. Törenlerle karşılandılar. Mola verdikleri her yerde bisiklet ilgi odağı oldu. Olan, olmayan yollardan geçerek, balçığa saplanarak, dağ yollarını aşarak, derelerden geçerek, yağmurda ıslanarak, sıcakta ya narak, yorgunluktan eriyerek, yılmadan ilerlediler. Sonunda Kars'a ulaştılar. Büyük törenle, Karslıların sevgileriyle karşılandılar. Bu azimle Ağrı'ya bile çıkabilirlerdi. Dönüşte Gazi'den aferin ve yeni bir görev alacaklardı. 267
GAZİ Salih Bozok'a, "Necati'nin ölümüne bir türlü alışamıyo rum." dedi, "..Kış zor geçti." Gazi'nin duygulandığını görünce Salih Bey konuyu değiştirdi: "Sabiha'dan yeni haber var mı?" "Var. İyimiş. Ama doktorlar yatılı eğitimin Sabiha'ya uygun ol madığını bildirdiler. Bundan sonra bir süre daha dikkatli olmasını ve özel eğitim görmesini tavsiye ediyorlar." Ayağa kalktı: "Haydi Nuri ile Kılıç Ali'yi de alıp çiftliğe gidelim." f|j Çiftliği dolaşıp Marmara Köşkü'nde durdular. Teras serindi, içeri girdiler. Dileyen kahve istedi, dileyen çay. Tepe üzerindeki köşkün penceresinden binalar, tarlalar, yollar, ağaçlar, çimenler görünüyordu. Sofracı sehpanın üzerine yeni top lanmış kır çiçekleriyle dolu bir vazo bıraktı. Gazi, Nuri Conker'e dedi ki: f ' . "Sevgili Nuri, yıllarca önce, bu çorak toprakta ısırgan otu bile bitmez dediğini hatırlıyor musun?" Nuri Conker bozuldu: "Hayır efendim. Hatırlamıyorum."
Kılıç Ali ile Salih Bozok kıs kıs gülüyorlardı. Nuri Bey yenik bir sesle Gazi'ye, "Benim şaşkınlıklarımı sen de hatırlamasan ve hatırlatmasan çok iyi olacak" dedi. 340 Üçüncü Bölüm
Hepsi güldüler. Az sonra Nuri Conker de gülmeye başladı. Gazi dedi ki: "Birkaç yıl içinde bakım, ilgi, sevgi sayesinde, bu çorak toprak da, halkımız da canlandı. Fesi attı, yüzünü açtı, yeni harfleri oku yor, hanımlar avukat oldu, mühendis oldu. Bir gün subay da ola caklar, milletvekili de, bakan da, cumhurbaşkanı da. Haydi buna da hayal de!" "Demem. Dersimi aldım" 4 NİSAN günü|Yerli Mallar Haftası ilk kez kutlandı. Cumhuriyet yönetimi, Türk mallarını, ürünlerini yaşatmak, ithalatı kısmak, kişileri tutumlu yaşamaya alıştırmak, ser maye birikimini sağlamak için böyle bir hafta üan etmişti. Devlet de yerli mallara öncelik veriyor, döviz birik tirmeye çalışıyordu. Bu hafta en iyi okullarda kut landı. 'Yerli malı kullan! 'Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullan malı' gibi sloganlar yaygınlaştırıldı. Böyle günlerde çocuklar okula biriki meyve ya da bir avuç çerez ge tiriyorlardı. Sınıfta birlikte, gülüşe eğlene yemek keyifti.
***** amm* ^ İ**;
12 NİSAN günü yeni Eğitim Bakanı bir genelge yayımlayarak eğitimin amacını belirtti: "ZC eğitiminin milli eğitim ve öğrenimdeki amacı, bi linçli cumhuriyetçi, bilinçli demokrat, bilinçli laik vatandaşlar yetiştirmektir? * 761
15 NİSAN günü birçok şehirde Yunus Emre'yi anma törenleri yapıldı. Bu ilk kez oluyordu. Üçüncü Bölüm 341
İ
Yunus Emre Anadolu kültürünü yaratan ulu Türklerden biriydi. Büyüklüğü yeni anlaşılıyordu. Osmanlı okumuşları Yunus Emre'yi yüzyıllarca 'sadece bir derviş', 'önemsiz bir ilahici' saymış lardı. Okumuşların halk edebiyatına, halk şairlerine, halk zevkine, halka karşı besledikleri küçümseyişten Yunus Emre gibi bir büyük sanatçı da kurtulamamıştı. * Türk sanatı 'dıştan sade, içten zengin' bir sanattı. Yunus Emre'nin şiirleri bu temel özelliğin anıtlarıydı. 2671
ÇOCUK ESİRGEME KURUMU Başkanı Dr. Fuat Umay ran devu alarak Köşk'e çıktı. Çocuk davasına verdiği emek dolayısıy||la herkes gibi Gazi'nin de saygısını ve sevgisini kazanmıştı. Milli Mücadele döneminde yetim ve öksüz kalan çocuklara Ankara'da Çocuk Esirgeme Kurumu'nu kurarak elini uzatmış, birçok çocuğu Ankaralı ailelerin yanına vererek kurtulmalarını sağlamıştı. Anka ralılar da bu hayırlı işi büyük bir şefkatle üstlenmişlerdi. Gazi'ye Çocuk Esirgeme Kurumu ile ilgili sorunları arz etti. Kurumun iki şeye ihtiyacı vardı: İlgi ve gelir. Sorun çoktu. Birçok, bakımevi ve yurt kurmak, yardım duygusunu Türkiye'ye yaymak gerekiyordu. Kurum 23 Nisan gününü Çocuk Bayramı olarak ilan etmeyi düşünüyorduİDr. Fuat Bey, Gazi'nin bu güne verdiği büyük önemi bildiğinden onayını diledi. Gazi çok memnun oldu: "Çok güzel olur. Çocuk Bayramı ile Milli Egemenlik Bayramı nın aynı günde kutlanması büyük anlam taşır. Çocukların neşesini görür o gün biz de iki kat seviniriz. Çocuklar milli egemenlik anla yışını daha yürekten benimserler. Gözüm arkada kalmaz." Çocuk Bayramı ile ilgili bütün etkinlikleri himayesi altına aldı. Kurum Yönetim Kurulu, Gazi'nin onayı ile 23 Nisan gününü Çocuk Bayramı, 2 3 - 2 9 Nisan haftasını da Çocuk Haftası olarak ilan e t t i . 23 Nisan 1929 günü sabah Meclis'te Meclis'in açılışının 9. yıl dönümü kutlandı. Öğleden sonra Ankara Palas'ta çocuk balosu dü zenlendi. 268
Orkestra çocukların bildiği şarkıları, oynayabilecekleri parça ları çalıyordu. Anneler, babalar ve davetliler salonun çevresindeki masalarda oturuyorlar, çocuklar ortada bağırışa çağırışa oynuyor, eğleniyorlardı. 342 Üçüncü Bölüm
Gazi de geldi. Çocuklar çığlık çığlığa Gazi'yi kuşattılar. Bir ağızdan "Yaşa Gazi Paşa!" diye bağırıyor, Gazi'nin ellerini tutmak istiyorlardı. Gazi çocukların başlarını okşadı. Sorular sordu. Orkestraya işaret etti, orkestra uygun bir parçaya başladı. Bir kız çocuğun önünde reverans yaparak dansa davet etti, çocukla dans etmeye başladı. Salon alkıştan yıkılıyordu. Sonra bir başka çocuğu dansa çağırdı, sonra bir başkasını. Par ça bitene kadar birkaç çocukla dans etti. Annelere babalara selam vererek, Çocuk Esirgeme Kurumu Yönetim Kurulu üyelerinin bu lunduğu masaya oturdu. Gazi "davetiyeleri pahalı yapın" demişti. Gazi'nin katılacağını öğrenen birçok kimse, görünmek için paraya kıyıp gelmiş, iyi gelir elde edilmişti. 1
GAZI nin yeni yasama yılını açarken değindiği toprak dağıtı mı önerisini hükümet gündemine almıştı. 'Doğu Anadolu'da Muh taç Çiftçilere Arazi Tevziine Dair' bir kanun tasarısı hazırlayarak TBMM'ne sundu. I | Tasarı 2 Haziran 1929 günü görüşülüp kanunlaştı. Bu kanun gereğince 11.000 dönüm arazi Doğu Anadolu'daki topraksız köylülere dağıtılacaktı. Bu dağıtım Doğu için de yeterli değildi. Üstelik her yanda top raksız köylü vardı. Bu girişimin arkası gelmeliydi. 269
BAŞAKLAR boy atmış, buğday tarlaları altın sarısı bir renk al mıştı. Birçok yerde olduğu gibi Gazi Çiftliği'nde de hasat başladı. Gazi fırsat oldukça Çiftliğe uğruyordu. Büyük bahçe, havuz ve çevresin deki bahçe, tatil günleri binlerce kişiyle doluyordu. Gazi zaman za man aralarına karışarak hatır soruyor, sohbet ediyor, eğlencelerine katılıyor, halay çekiyor, zeybek oynuyor, dans ediyordu. Gazeteciler ne zaman İstanbul'a gideceğini sorunca, gülerek dedi ki: "Görüyorsunuz, hasat başladı. İşimiz var." HÜKÜMET Haziranda Yüksek İktisat Meclisi'ni toplantıya ça ğırdı. Gereksiz ithalat yüzünden dış ticaret dengesinde sorun vardı, Üçüncü Bölüm 343
paranın değeri düşüyordu. Yüksek İktisat Meclisi'ne, açığın kapa tılması, paranın değerinin korunması, sanayileşmenin hızlandırıl ması konularında yeni öneriler geliştirme görevi verildi. Bir kurul ülkenin çeşitli yerlerinde incelemeler yapacaktı. Osmanlı borçlarının taksitlerinin ödenmesine de bu yıl başla nacak, Maliyeyi sıkıntıya sokacaktı. i ' Türkiye yeni çareler geliştirmeliydi. 270
İSMAİL HAKKI BEY bisiklet takımını topladı. Gazi'den aldığı emri iletti: "Bu yıl da Edirne'ye gidilecek." Üsteğmen Daniş Karabelen'in yönetiminde bisikletçiler ha zırlandılar. Yine küçük bir törenle yola çıktılar. Toprak yollarda, toz yuta yuta, sıcaktan bunalarak Edirne'ye kadar pedal çevirdiler. Boğaz'ı geçerken gemiye binmişlerdi. Yirmi dakikalık Boğaz yolcu luğu yorgunluklarının ödülü oldu. Yine her mola verdikleri yerde sevgiyle karşılandılar. Basın bu yolculuğa geniş yer verdi. Bisiklet günlük konuşmaya girdi. Gençler bisiklete merak sardılar. Bu sırada izci grupları da Türkiye'nin her yanında kısa kamplar için doğaya açılıyorlardı. Edirne'de iki gün dinlendikten sonra dönüş yolculuğu başladı. Geçeceklerini bilenler yollara çıkıyor, bu azimli gençleri alkışlıyor, ayran, börek ikram ediyorlardı. ŞAİR Nâzım Hikmet iş bulamayınca Resimli Ay dergisine dü zeltici olarak girmişti. Bir yandan da şiir yazıyor ve .okuyanları sar sıyordu. Bazı ünlü şairlere karşı bir kampanya açılmasını önerdi, Serteller de kabul ettiler. Kampanyanın adını 'Putları Kırıyoruz' koydular. İlk olarak Namık Kemali ele aldılar. Namık Kemal aleyhindeki sayıyla birlikte kıyamet koptu. Büyük öfke uyandırdılar. Aldırma yıp kampanyayı sürdürdüler. Abdülhak Hamit B e y i , daha sonra da Mehmet Emin (Yurdakul) B e y i eleştirdiler. Resimli A / a göre ne Abdülhak Hamit 'dâhi-yi âzam'dı, ne M e h m e t Emin Bey 'milli şair'di. Bunlar burjuva şairleriydi. Nâzım Hikmet bu kampanyayı ağır bir dille yeren Hamdullah Suphi için 'Sen zilli bir bebeksin', Yakup Kadri Bey için 'Karamaca Bey' taşlamalarını yazdı. Tartışmalar 344 Üçüncü Bölüm
Namık Kemal
Abdülhak Hamit Tarhan
Mehmet Emin Yurdakul
Nâzım Hikmet
çok sertleşti. Gençlerden büyük tepki geldi. Bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Abdülhak Hamit Bey Nâzım Hikmeti akşam yemeğine davet etti. Resimli Ay ailesi şaşırdı. Bu daveti reddetmek olmazdı. Nâzım Hikmet güzelce giyinip davete gitti. Ertesi gün mahcup bir sesle akşamı anlattı. Abdülhak Hamit Bey ve eşi Nâzım Hikmet'i kapıda karşılamışlar. Bir misafir daha varmış. Sofraya dört kişi oturmuşlar. Edebiyat konuşulmuş. Abdülhak Hamit Bey bir ara demiş ki: "Putları kırmakta haklısınız. Biz de edebiyat hayatına atıldı ğımız zaman aynı şeyi yaptık. Divan edebiyatını yıktık. Tanzimat edebiyatını getirdik. Türk edebiyatında yeni hamleler yaptık. Biz onları yıktık, siz de bizi yıkacaksınız." Nâzım Hikmetin birkaç şiirini de ezbere okuyarak Nâ zım Hikmet'i iyice şaşırtmış. Nâzım Hikmet saygıyla, "Abdülhak Hamit'in hoşgörüsüne hayran oldum.." dedi, "..Oysa ben çetin tar tışmalar yapacağız sanmıştım" Bu hoşgörü ve incelik Resimli Ay'cıları düşündürdü. Putları Kı rıyoruz kampanyasına son verdiler. Tartışılacak, eleştirilecek bir çok konu vardı. O konulara eğildiler. İlk olarak misyonerlere cephe aldılar. 2703
BU SIRALARDA Ankara Hukuk Mektebi'nde keyifli bir telaş vardı. İkinci yıl mezunları için diploma törenine hazırlanılıyordu. 8 Temmuz günü törene seçkin hukukçular, aileler, mezunlar katıldı. Başbakan İsmet Paşa da geldi. Bir de konuşma yaptı. Konuş masında geçen bir cümle çok ünlü olacaktı: Üçüncü Bölüm 345
"Bir cemiyette en muzır (zararlı) adam, ehliyetsiz olduğu halde selahiyet (yetki) sahibi olandır? Cumhuriyetin ikinci kuşak yargı mensupları alkışlar içinde Türkiye Cumhuriyeti armalı diplomalarını aldılar. GAZİ, Çiftlik istasyonunun üst katında daha|tatile çıkmamış arkadaşlarına yemek vermişti. Ye mekten sonra istasyon binasından çıktılar. Halk binanın önünde top lanmış, Gazi'yi bekliyordu. Alkışlar yükseldi. Başörtülü, mantolu, yaş lıca bir kadın birdenbire Gazi'nin önüne atıldı, "Sana kurban olayım" diye bağırarak, ayaklarına ka pandı. Gazi, "Estağfurullah" diyerek geri çekildi. İsmail Hakkı Bey ile Rüsuhi Bey kadını incitmeden ayağa kal dırdılar. Gazi'nin neşesi kaçmıştı. Kadına çıkıştı: "Fani bir insanın ayağına kapanılır mı? Ona kurban olunur mu? Bu ne kötü bir alışkanlık. Sen de, ben de birer vatandaşız. O kadar. Kula kul olunmaz!" 3 AĞUSTOS 1929 günü Mekke'de, Suudi Arabistan Emirliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bir dostluk anlaşması imzalandı. Arap Yarımadası ülkeleri arasında Türkiye Cumhuriyeti ile dostluk anlaşması imzalayan üçüncü devlet Suudi Arabistan Emir liği oldu. Anlaşmayı imzalayacak Türk görevli Mekke'ye şapka ile gitmişti. Suudiler fesin tarihe gömüldüğünü biliyorlardı. Bu, Türkiye'nin imzaladığı 22'nci dostluk anlaşması idi. Önce, varsa sorunlar çözülüyor, sonra anlaşma imzalanıyordu. Pürüzsüz bir ilişkiler düzeni kuruluyor, Cumhuriyet bütün dünya ile kenet leniyordu. Arap ülkeleri arasındaki çekişmelerden dikkatle uzak duruyor, hepsiyle dostluğu koruyordu. Barışçı tavrı, anlaşmalarına bağlılığı, rejimini ihraç etmek gayretkeşliğine kapılmaması, evinin içini düzenlemekle yetinmesi, büyük güven uyandırmıştı. Türkiye'den etkilenen etkileniyordu zaten. Özel bir çabaya ge rek y o k t u . # 270c
346 Üçüncü Bölüm
HARMAN dönemi sona ermişti. Gazi, maiyeti, bazı arkadaş ları ile 5 Ağustos akşam üzeri istanbul'a hareket etti. Gece yarısı Eskişehir'e geldiler. Vali, Belediye Başkanı, komutanlar ve Temyiz Mahkemesi üyeleri, basın mensupları, öğretmenler, halk Eskişehir istasyonunu doldurmuş, Gazi'yi bekliyorlardı. Trenden indi. Garda karşılayanlarla konuştu. Sakarya gazetesi muhabirine devrimleri yücelten, millet çıkarlarının aleyhine çalışanları uyaran bir konuş ma yaptı. Temyiz Mahkemesinin üyelerine dedi ki: f "Siz kanun adamlarısınız. Elinize milletin, vatanın her türlü hak ve çıkarlarını koruyan kanunlar verilmiştir. İşaret ettiğimiz noktaları işittiniz. Türk milletinin büyük haklarını savunurken bu noktalar önemle hatırda tutulmalıdır." 6 Ağustosta istanbul a geldi, istanbullular Gazi'yi her zamanki gibi coşkun gösterilerle karşıladılar. Afet, Zehra ve Rukiye Dolmabahçe'de bekliyorlardı. Afet ol dukça sinirli ve üzgündü. Gazi meraklandı. Afet nedenini anlattı: "Artık Dame de Sion'a gitmeme gerek yok. Fransızcam iyice gelişti. Ama bir sorun oldu." "Nedir?" "Okuttukları bazı ders kitaplarında milli duygularımı kırıcı cümleler vardı. Bunları öğrenmek istemedim. Bunun için öğretme ne itiraz ettim, bunların bizim tarihimiz bakımından doğru olmadı ğını söyledim. Rahibe olan öğretmenimiz tartışmaya girmedi, bun ları öğrenmem için ısrar da etmedi. Söz konusu kitapta Türklerin sarı ırktan, ikinci derecede (secondaire) ve barbar bir kavim olduğu yazılı. Resimler de var. Bizlerin tipine hiç benzemeyen kişiler Türk olarak tanıtılmak istenmiş." Kitap yanındaydı. Üzüntüyle gösterdi. Bir okul kitabında bile gerçeğe bu kadar aykırı ve küçültücü bilgilere yer verilmiş olması Gazi'yi olağanüstü rahatsız etti: "Hayır! Bu doğru değil. Bu sakat, haksız anlayışı değiştirmeliyız! 2704
Bu sakat, haksız anlayışa katlanmak için köle ruhlu olmak ge rekirdi. Türklerin Avrupa yakasına ayak basmasından beri Avrupa'da beliren Türk karşıtlığı zamanla değişmez bir önyargıya dönüşmüş tü. Bazı bilim adamları da bu rüzgâra kapılmışlardı. Batı basım Üçüncü Bölüm 347
_
Türkiye hakkında daha yeni yeni doğruya yakın ve oldukça olumlu açıklamalarda bulunuyorduJBunlar bile araya birkaç yalan, yanlış sokmadan, Türkiye yazılarına olumsuz fotoğraflar eklemeden edemiyorlardı. Afet yabancı kitaplar satan kitapçılardan Fransızca bazı tarih ki tapları alıp getirmişti. Gazi de Tevfik Bıyıklıoğlu'nu görevlendirdi: "Bendeki kitapları biliyorsun. Onların dışında kalan Türk ta rihi ve Türk dili ile ilgili lehimizde, aleyhimizde, önemli, yararlı, ilginç kitapların bir listesini çıkar. Elçiliklerimiz bu kitapları çok çabuk aldırıp yollasınlar. Kitapların parasını ben ödeyeceğim. İşle mi ona göre yapın" Afet'e de bir görev verdi: "Türklerin dünya tarihinde en eski çağlardan beri gerçek yeri nedir, uygarlığa hizmetleri neler olmuştur?" Savaşlar Gazi'yi ilgilendirmiyordu. Tarihe uygarlık açısından bakıyordu. Üniversiteden tarih kitapları getirtti. Konuştuğu başlıca konu Türk ve Anadolu tarihi oldu. Batının önyargısını değiştirmek için çare arıyordu. 271
PARİS Büyükelçisi Fethi Okyar yaz tatili için istanbul'a gelmiş, Gazi ile görüşmüştü. Bir akşam Gazi şerefine Büyükdere'deki yalı sında bir akşam yemeği verdi. Gazi'nin geldiğini öğrenen, duyan halk yalının rıhtımını dol durdu. Alkışlar, coşku sesleri gittikçe artmaktaydı. Gazi okul kita bındaki yanlış, düşmanca, küçük gören bilgilerden söz ediyordu. Bazı kitaplarda daha bu gibi ifadelerin var olduğu anlaşılmıştı. Ama halkın coşkusundan sofrada birbirlerini duymakta güçlük çekiyor lardı. Gazi balkona çıktı: "Benim için zahmet ediyorsunuz. Bundan mahcup oluyorum.
Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildin Be nim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyor ve hissediyorsanız bu kâfidir!* Hasta olduğu hakkındaki söylentiyi yalanlayarak konuşmasını şöyle bitirdi: "işitiniz ve işittiriniz. Sizin yararınız için sağlığım, ömrünü vakf ve hasr eden adam sıhhattedir ve sizin için çalışacaktır. O sizin için yaşıyor. Bu millet, bu memleket, yeni rejimi üzerinde, dünya348 Üçüncü Bölüm
mn en makbul bir varlığı olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle gör meden ölmeyeceğim." Her cümlesi alkışlanıyordu. Son cümlesi "Çok yaşa" haykırış ları ve şiddetli alkışlarla karşılandı. Gazi 'artik dinlenmelerini rica ederek içeri girdi. Halk istemeye istemeye dağıldı. 1
272
GAZI Yalova kaplıcalarının çok övüldüğünü duymuştu. Ertuğrulyatı ile Yalova'ya geldi. Yunanlılar bu kesimden çekilirken körfez deki kasaba ve köylerle birlikte Yalova'nın büyük bir bölümünü de yakmışlardı. Kasaba kendini yeni toparlıyordu. Köyler sefildi. Yapı lacak çok iş vardı. Gazi gayrete gelmeleri için yöneticileri uyardı. Gazi ve maiyeti 12 Eylülde Yalova'ya geldiler. Afet gelmemişti, öğretmenlik sınavına gireceği için harıl harıl çalışıyordu. Aradan üç hafta geçmişti. Yollar genişletilip oldukça düzeltilmiş, ortalıkta yıkım artıkları kalmamış, çerçöp toplanmış, yol kıyılarına ağaç fi danları dikilmişti. Gazi buranın doğasını, havasını, denizini çok beğenmişti. Bu rada kurulacak örnek bir çiftliğin çevredeki köylülere çok yararı olacağını düşündü. Gece otelde kaldılar. Gündüz çevreyi gezip in celiyor, çiftlik için uygun arazi arıyorlardı. Araba ile orman yolundan geçiyorlardı. Gazi, yol kıyısında çocuk yaşta bir çoban gördü. Konuşmak istedi. Arabayı durdurdu. İndi. Salih Bozok, Nuri Conker ve Kılıç Ali de indiler. Çoban zayıf, yoksul bir çocuktu. Kasketi eski püskü, ayakkabıları yırtık pırtıktı. Yaşı 11-12 olmalıydı. "Çocuk.." dedi, "..Biz yolu şaşırdık galiba. Bü yük otele nereden gidebiliriz?" Çocuk güldü: "Ohoo, tersine gelmişin. Geriye dön, çatal yola gelince.." Sol kolunu gösterdi: "..bu yana sap." Kuşkuyla baktı: "Anladın mı?" "Anladım. Adın ne senin?"
"Mustafa." "Adaşız demek. Ne iş görürsün?" "Sığırtmacım. Şu sığırları güderim." Üçüncü Bölüm 349
"Ayda ne kazanıyorsun?" "Üç lira" "Yılda kaç lira eder?" Düşündü, hesaplayamadı: "Hesaplayamadım." "Otuz altı lira eder. Ben sana otuz altı lira versem ne yapar sın?" Sığırtmaç Mustafa kızdı: "Almam beyim" "Neden?" | "Bunu bilmeyecek ne var? Çok para. Niye aldın diye sorarlar adama." "Karşılıksız değil ki. Yolu gösterdiğin için vereceğim." Mustafa düşündü, bir yol tarif ettiği için o kadar para almayı içine sindiremedi, torbasından küçük bir çıkın çıkardı: "Bunun içinde ceviz var. Sen bunu alırsan ben de parayı alırım, ödeşmiş oluruz. Tamam mı?" ii
»T*
99
Tamam. Gazi ceviz çıkınını aldı. Salih Bozok da sığırtmaç Mustafa'nın torbasına bir tomar kâğıt para koydu. Gazi sohbete devam ettti: "Benim çiftliğim var, orada çalışır mısın? Ayda dört lira veri rim." | | |^."Oo, iyimiş. Babam izin verirse gelir çalışırım." "öyleyse görüşeceğiz. Benim adım da Mustafa ama yanında bir de Kemal var" "Mustafa Kemal mi yani?" ' "Evet.% I Mustafa dikkatle baktı. Birdenbire ayı İdi: "Aman diyeyim, yoksa sen..."
Nuri Conker başını 'evet' anlamında salladı. Mustafa heyecan la başından kasketi çıkarırken bir yandan da sitem etti: "Daha önce söyleseydin olmaz mıydı?" Saygıyla Gazi'nin elini öptü Ayrıldılar. Otele dönerken Gazi Salih Bey'e, " S a l i h . " dedi» "..Ai lesiyle konuş. İzin verirlerse Mustafa'yı İstanbul'a götürelim. Bu akıllı çocuğun geleceğini üzerime almak İstiyorum. "Peki Paşam" 19
350 Üçüncü Bölüm
Ailesi izin verdi. İstanbul'a birlikte döndüler. Mustafa'ya elbi seler, ayakkabılar vb. aldılar. Gazi Mustafa'yı okula vermeden önce güçlensin diye hastaneye yatırttı. Doktor zayıf bulmuştu. AKŞAM, olayı öğrenen Afet ve kızlar meraklandılar. Mustafa niye hastaneye yatmıştı? Hasta mıydı? "Hayır canım. Okula başlamadan önce bir bakımdan geçsin is tedim. Merak etmeyin, bir şeyi yok. Biraz zayıf." Bir süre sustu. Sonra dedi ki: "Kırk bin köyde daha nice sığırtmaç Mustafa yaşıyor. Birinin derdini çözmek neye yarar? Çözmemiz gereken o kadar çok soru numuz, derdine çare olmamız gereken o kadar çok insanımız var ki. Ama devletimizin bütçesi, bir silah tüccarının gezip tozmaya har cadığı para kadar bile değil. Bu zavallı bütçe ile hangi birine yetişe ceksin. Oysa kafamda geleceğe ait birçok hayal kaynaşıyor. Bazen hayallerimi paylaşacak birilerini bulmakta bile zorluk çekiyorum." GAZİ Yalova'da iki parça çiftlik aldı. Genişçe bir ev yaptırmaya karar verdi. Çiftliklerin başına müdür olarak Tarım Mühendisi Ne cati Bey'i (Turgay) getirdi. Şu talimatı verdi: "Köyler sefil halde. Onlara iş ver. Sebze, meyve fideleri, fidan ları, bağ çubukları yetiştirip parasız dağıt. Çevreyi gezdim. Bir tek sebze bahçesi yok. Oysa toprağın çok verimli olduğu anlaşılıyor. Doğru tarım usullerini öğret. Bizim pulluklarla onların tarlalarını da sürün." "Başüstüne." * 272
21 EYLÜL günü hastaneye giderek Mustafa'yı ziyaret etti. Uy gun armağanlar almıştı. Onları yatağın ayak ucuna bıraktı. "Nasılsın? Sana iyi bakıyorlar mı?" "Bakıyorlar" "Yemekleri beğeniyor musun?" "Beğenilmez mi? Eti var, yağı var." "Aylığın bunların parasını ödemeye yetişecek mi?" "Yetmezse üstünü sen verirsin artık. Koskoca Gazi Paşasın" Gazi ve yanındakiler güldüler. Mustafa kuşkulandı: "Verirsin değil mi?" Üçüncü Botum 35)
İ
Gazi Mustafa'nın saçlarını sevgiyle karıştırdı: "İçin rahat olsun, veririm." İyi. 1 "Haydi bakalım, iyi geceler oğlum." "Gidiyor musun?" "Gidiyorum ya. Uyuman gerek." T ^Mustafa karyoladan inmek için davrandı. Gazi engelledi: "Hayır, kalkma." "Uğurlamadan olur mu?" | "Bu seferlik böyle olsun. Doktor Bey izin verirse sen de beni ziyarete gelirsin." "Senin evin nerede?" "Doktor Bey tarif eder."
GAZİ sığırtmaç Mustafa'yı bir gün için Dolmabahçe'ye aldırdı. Yeni takım elbisesinin içinde pek şıktı. Saçları gü zelce kesilmişti. Afet Mustafa'yı kısa bir eğitimden geçirdiği için sofrada ve ko nuşurken pek pot kırmadı. Akşam üzeri Gazi çocuklarla rıh tımda dolaşmaya çıktı. Mustafa sarayın büyüklüğünü hayranlıkla seyrediyor, şaşkınlığı kızları gizli gizli güldürüyor du. Gazi elini Mustafa'nın omuzuna koydu: "Bu saray eskiden padişahlarındı. Sığırtmaç Mustafa » • , .„ L. ^ ı ı r Dolmabahçe Sarayında Ama artık milletin. Demek kı buranın sahiplerinden biri de sensin. Ben burada senin misafirin olarak bu lunuyorum. İstemezsen beni buradan çıkartabilirsin." "Yok, yok, istediğin kadar otur" "Sağ ol çocuk." m Kızlar kıkırdadılar. Mustafa bir süre daha hastanede kalacak, iyice düzelince askeri okula yazdırılacaktı. 273
RUKIYE ve Zehra İstanbul'da, okullarında kaldılar. Gazi, Afet ve görevliler l Ekim günü Ankara'ya döndüler* 352 üçüncü Bölüm
Afet öğretmenlik sınavına girdi. Kazandı. Musiki Muallim Mektebine tarih ve yurtbilgisi öğretmeni olarak atandı. Okul açıl mıştı. Hazırlık yapıp hemen derslere başladı. Yakında sağlığı düzelen Sabiha da Fransa'dan dönecekti. Köşk yetmeyecekti. Gazi Genelkurmay binasının planını çizen ünlü mi mar Holzmeister'i davet etti. Mimar, büyük bir tantana ile karşıla şacaklarını samyordu. Öyle olmadı. Cumhurbaşkanın evi ve resmi konutu iki katlı küçük bir köşktü. Sessizce huzura alındı. Gazi Avus turyalı mimarı ve tercümanı ayakta karşıladı. Üzerinde hiçbir nişa nın bulunmadığı, sade, sivil bir elbise vardı. Oturdular. Avrupa'da beliren şatafat hastası diktatörlerle hiçbir benzerliği yoktu. Sade bir cumhurbaşkanıydı. Bu köşk mü büyütülmeliydi, yoksa bu yıkılıp yerine ihtiyacı karşılayacak yeni bir köşk mü yapılmalıydı, ya da bu köşk kalmalı, ayrı bir Cumhurbaşkanlığı köşkü mü yapılmalıydı? Mimar üçüncü seçeneği savundu. Gazi mimardan iki şey iste di: Çok kitap alacak büyük bir çalışma odası ile çocuklar için güzel odalar. Mimar küçük köşkün az ilersindeki hafif tepeyi beğendi. Tepe yi düzleyip büyük köşkü oraya oturtacaktı. ANKARA'dan binlerce kilometre uzakta, dünyanın en zengin ülkesinde, ABD'de, 24 Ekim günü borsa dibe vurdu. Bugün tarihe 'kara gün' diye geçecekti. 1929 yılının fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar bir günde yok oldu. 4.000 kadar banka batacak, binlerce insanın mal varlığı sıfır olacak, insanlar işsizliğe ve açlığa sürüklenecekti. ABD Başkanı liberalizmin gereği olduğu düşüncesiyle devlet mü dahalesine yanaşmayacak, felaket daha da büyüyecekti. Başkan ve ekibi müdahale etmek gerektiğini anladıkları zaman çok geç kalmış olacaklardı. Felaket yayılacak ve dünyayı etkileyecekti. 274
1929 YILI Cumhuriyet Bayramı yurtta ve elçiliklerimizde tören lerle kutlandı. Geçit törenleri, konuşmalar, taklar, toplantılar, balolar yapıldı. Türkiye bayraklarla donandı. Amasya'da Gazi heykeli açıl dı. Hava Kurumu uçakları da gösteriler yaptılar. Gece fener alayları düzenlendi. Minareler arasına mahyacılar 'Yaşasın Cumhuriyet* gibi yazılar dizdiler. Elektrik olan yerlerde binalar ışıklarla süslendi. Üçüncü Bölüm 353
Gazi 1 Kasım konuşmasını yapmak için Meclis'e frak ve pele rin giymiş olarak geldi. Elinde silindir şapka vardı. Bir tören birliği ile Meclis Başkanı Kâzım Özalp ve İsmet Paşa tarafından karşılan dı. Onlar da fraklıydı; Gazi imkânlara göre başarılı geçen bir yılın özetini yaptı. 1929 yılında 4 5 0 km. demiryolu yapıldığını açıklaması büyük alkışlar la karşılandı. Bu kez de toprak sorununa değinerek hükümeti ve Meclis'i uyardı: "Çiftçiye toprak vermek hükümetin devamlı takip etmesi lazım gelen bir konudur? Aynı gün akşam, yaz tatiline girmiş olan Millet Mektepleri yine her yerde törenlerle açıldı* M. Necati Bey rahmetle anıldı. Öğretmenler Birliği Adapazarı şubesi Yönetim Kuruluna se çilmiş olan Fatma ö ğ r e t m e n çalışkanlığı, ciddiliği ve bilgisi ile öne çıkmıştı, ö ğ r e t m e n l e r lokalinde 'M. Necati Bey ve halk eğitimi* ko nulu bir konferans verdi. Saygıyla dinlendi. GAZI Askeri Şûra üyelerini akşam yemeğine davet etti. Hep si Milli Mücadele'ye katılmış gazi paşalardı» her başarıda, zaferde payları vardı. Bu rütbeye kolay ulaşılamazdı. Büyük hayat, görev ve 354 Üçüncü Bölüm
namus sınavlarından geçmek gerekirdi.* Bu nedenle de bu rütbeye gelmiş olan askerlere büyük saygı gösterirdi. Her biri on binlerce askerin hayatı ve onuru teslim edilen insanlardı. Yemekten sonra, "Benim artık askerliğim kalmadı" diyerek bütün askeri giyimlerini ve teçhizatını getirtti. Her birini bir şûra üyesi paşaya armağan etti. Avrupalı diktatörler sivil oldukları halde süslü askeri üniforma lara, sırmalara bürünürlerken, asker olan Gazi sivil giyiniyordu. Fahrettin Altay Paşa'ya yakasında mareşal alameti olan peleri nini, Ilgın'da Süvari Kolordusunu denetlerken taktığı gümüş kılıcı ve altın işlemeli hançerini verdi. 2743
SABİHA Fransa'dan oldukça sağlıklı döndü. Ufak tefek bir genç kız olmuştu. Türkiye'ye döndüğü için çok mutluydu. "Dinlen, sana Ankara'yı gezdireyim. O da senin gibi gelişip bü yüdü. Güzel bir şehir oldu. İkizin sayılır." Ertesi gün Sabiha görmek için sabırsızlanınca şehri gezmeye çıktılar. Ne çok yeni bina yapılmıştı. Yollarda başı açık hanımlar vardı. Bir milletvekili eşiyle birlikte çarşıya alışverişe çıktı diye ne çok dedikodu yapıldığını hatırlıyordu. O günler uzun yıllar önce sinde kalmış gibiydi. Yenişehir dolmuş, yollar genişlemiş, ağaçlanmıştı. Meclis Bahçesi'ne, Başbakanlığın arkasındaki bahçeye, Kızı lay Bahçesi'ne bayıldı. Ankara yeşil bir şehir olmuştu. Çiftliğe hayran kaldı. Gazi salı günleri 17.00-19.00 arasında dostlarıyla Ankara'daki kordiplomatiği Marmara Köşkü'nde çaya davet ediyordu. Halil Onayman küçük bir orkestra ile hafif müzik çalıyordu. Cevat Memduh Altar her salı köşkte bulunmakla görevliydi. Afet Hanım ile Sabiha bu davetlere sevinçle katılıyorlardı. İşten kaçabilirse İsmet Paşa da katılıyordu. Bu düzey üç-dört yıl önce bir hayaldi. Cevat Memduh Altar'ı Gazi bir salı günü erken çağırdı. Müziğe büyük önem veriyordu. Önündeki sehpanın üzerinde kalın bir ki tap vardı. Cevat Memduh Altar kaçamak baktı. Şaşırdı. Gazi büyük müzik bilimcisi Lavinyak'ın Müzik ve Müzisyenler adlı Fransızca kitabını okuyordu. Bazı cümlelerin altını çizmiştik
Konu müzikti. Gazi bazı sorulara yanıt arıyordu. Klasik Türk müziğinden, halk müziğinden yararlanarak, o havayı, özü, kökü koÜçüncü Bölüm 355
ruyarak modern teknikle eserler verilebilir miydi? Yalnız Türklerin dinlediği ve zevk aldığı bir müzik Türk kültürünü temsil edebilir miydi? Ne yapmalıydı? Genç Cevat Memduh Altar, bunca işin ve çetin sorunun için de Gazi'nin müzik sorunu ile de uğraşmasına büyük saygı duydu* Bu kadar kısa zamana bu kadar çok işi nasıl sığdırıyordu? Gazi'nin günü 240 saat miydi? 2745
AFET'in Yurt Bilgisi dersi için okutacağı kitabı ve hazırladığı notları Gazi gözden geçirdi ve yeterli bulmadı. Hayır, genç insan lara daha geniş ve çağdaş bilgiler vermek gerekti. Bunlar geleceğin insanlarıydı. Yeni insanlardı. Devleti, rejimleri, demokrasiyi, hakla rı, görevleri iyi bilmeliydiler. Konuyla ilgili Fransızca bir kitaptan çeviriler yapmasını istedi. Bazı kitaplar getirterek çevirtti. Kendi de Yurt Bilgisi dersi konula rını oluşturan, millet, devlet, demokrasi vb. hakkında notlar yaz d ı . Gazi'nin notlarının bir bölümü tasarılarını da içeriyordu. 275
İSMET PAŞA'dan demiryolları konusunda bilgi vermesi için Bayındırlık Bakanı Recep Peker'i göndermesini rica etti. Recep Bey birçok harita ve çizelge ile geldi. Hükümet demir yolu konusunu iki yönlü olarak ele almıştı. Yabancıların işlettiği demiryollarını satın almak ve yeni demiryolları yaparak genel ula şımı ve yurt bütünlüğünü sağlamak. Hükümetin programı kısacası memleketi demir ağlarla örmekti. Recep Bey haritaları masanın üzerine serdi. Satın alınacak hat ları gösterdi ve satın alma için hazırlanan mali plan hakkında bilgi verdi. Sonra yapılacak yeni demiryollarına geçti. Zonguldak, Çan kırı üzerinden Ankara yoluna bağlanacaktı. Sivas yolu Erzurum'a kadar uzatılacak, Kars demiryoluyla buluşacaktı. Kayseri'den bir yol güneye inerek Ulukışla'ya, oradan Mersin-Adana arasındaki Yenice istasyonuna bağlanacaktı. Sivas Malatya'ya bağlanacaktı* Buradan bir yol Elazığ'dan Tatvan'a, bir yol Diyarbakır üzerinden Kurtalan'a, bir üçüncü yol da Malatya'dan Maraş'a, Gaziantep e uzanacak, gü ney sınırındaki demiryolu ile buluşacaktı* 356 Üçüncü Bölüm :$
Gazi'nin yüzü pırıl pırıl aydınlanmıştı. Olafianüstfi Ki, JuJda Afet Hanıma, "Memleketi bu yollarla ' bağlayacağız, yekpare bir vatanımız olacak» ded! ** * * * * * Çok büyük bir projeydi bu. Afet Hanım t ^ A A «Bunlar ne zaman yapılacak?» "<Mute . Gazi sevgiyle güldü: "Bu planlar kâğıt üzerinde kalsın diye c i r i l m i , görürsün. Hepsi yapılacak." * Çizilmiyor. Yapıldıkça 8
te
27
Y
Neşeyle devam etti: "Memleketi bütünlüyoruz D m ü n v u memleketin doğusu ile bat.s, arasında sadece" olacak. Kars'taki toplar Afyon ceohe.in. ! ? bilmişti. Bunları
m U Ü U
d ü ş t ü
v
• ^ b l r
U 2 a k h k
JPf|
Üçüncü Bölüm 357
İ l i 1930 I 1 Ocak 1930-31 Aralık 1 9 3 0
2 7 6
KIŞ her açıdan sert geçti. İktisadi hayat sarsıntılar geçirmeye başladı. Dünyayı kasıp kavuran krizin etkisi Türkiye'yi de etkile mişti. Ürünlerin fiyatı gittikçe düşüyor, ihracat azalıyordu. Köylü zor durumdaydı. Avrupa'da da pek çok şirket zircirleme iflas etmekteydi. İsmet Paşa ilgili bakanlar ile sık sık toplanıyordu. Durumu gö rüşüyor, sonra Gazi'ye gidip bilgi sunuyor, görüşünü alıyordu. Gazi bugünlerde iktisatla, mali durumla daha yakından ilgilenmekteydi. "Bizim çoğu sermayesiz, tecrübesiz, yurtdışında çevresi olma yan tüccarımızla, ihracatçımızla, sanayicimizle bu dar geçitten çı kıp esenliğe çıkmamız çok zor. Uzun yıllar beklememiz gerekecek." İsmet Paşa'ya devletçiliğin uygulanması konusunda ciddi bir ön hazırlık yaptırmasını rica etti. Tam zamanıydı. Sistemin adı da artık söylenebilirdi. Halkın durumunu ve düşüncesini anlamak için 26 Şubat ak şamı İzmir'e hareket etti. Çevreyi gezdi, halkı dinledi. 5 Mart günü sabah çok erkenden karayoluyla Antalya'ya hareket etti. Yol üzerin deki köylerde, kasabalarda dura dura öğleye doğru İsparta'ya geldi. Görevliler ve halkla görüştü, ö ğ l e d e n sonra Burdur'a hareket etti. Orada da halkı dinledi. Akşamüzeri toprak dağ yollarından geçerek Antalya'ya ulaştı. Yorgun gelmişti. Gergin, üzgün bir hali vardı. Bütün büyük idealistlerin çektiği azabı çekmekteydi. İdeali büyük, imkânlarsa kısıtlıydı. Halk Cumhuriyetten çok şey bekliyordu. Yazık ki Cumhuriyet henüz birçok derde deva olabilecek güçte değildi. Bazı iyileştirmeler olmuştu ama yoksulluk genel olarak sürü yordu. Ürünü köylünün elinde kalmıştı. Para olmayınca bir kuruş luk verginin bile halka zulüm gibi geldiği anlaşılıyordu. Hasan Rıza Soyak'a halkın yakınmalarından, halka yukarıdan bakan, yetersiz yöneticilerden, çıkarcı particilerden, maddi imkân sızlıklardan söz etti. Konuşurken zihninden yamalı giysileri, yarım 358 Üçüncü Bölüm
çarıkları, toprak rengi yüzleri ile köylüler, sıtmalı çocuklar a k ı y o r d u . Gözleri nemienmişti. Bir kahve içerek sakinleşmeye çalıştı: "Her ne hal ise. Ümit ve şevk içinde yolumuza devam etmeli yiz. Er geç fakat muhakkak gayemize varacağız." Antalyalılarla da konuştu. Sorun aynıydı. * Toprak yollardan geçerek Burdur'a, oradan Afyon'a geldüer. Trenle Ankara'ya dön düler. Bir daha iman ettiler ki demiryolu uygarlığın ta kendisiydi» Yolculuk izlenimlerini İsmet Paşa'ya anlattı: J "Gezdiğim yerlerin çoğunda bir yatırım görmedim." Olan lar da atölye çapında küçük iş yerleri. İşsizlik artıyor. Halk Ziraat Bankası'nın zor kredi verdiğinden, bazı ürünlerin ihraç edilemeyip elde kaldığından, vergilerden, kimi yöneticilerden, kırtasiyecilik ten, memurlardan şikâyetçi. Göçmenlerle ilgili bazı sorunlar de vam ediyor. Adamlara ev vermişiz ama tapusunu vermemişiz. Her an çıkarılma korkusuyla yaşıyorlar. Yazık bu insanlara. Cumhuriyet anlayışını, devrimlerin esaslarını halkın idrakine yerleştirmek ge rek. Halk eğitimi bakımından çok zayıfız. Bazı köylere Cumhuriyet girmiş değil. Türk Ocağı bu konuda yetersiz kaldı. Partinin şubeleri, her şeyi senden, benden bekleyerek uyuyor, haberin olsun. Halk ile aydınlar arasında bir uzaklık var. Bir şeyler yapıp halk ile aydınları kaynaş tırmalıyız" Söz konusu yöneticilerin değiştirilmesinin, işbilir, idealist, hal kı ve kaynakları harekete geçirecek yöneticiler bulunmasının şart olduğunu söyledi. Aynı kanunlar ve ödeneklerle bazı yöneticiler harikalar yaratıyor, memurları çalıştırmayı biliyorlardı. Ama sayı ları çok azdı. Sorunları bir daha gözden, elden geçirmeliydi. İlgili Bakanlar ne yapıyorlardı? Halkla temasları yok muydu bunların? İleri ülkelerin halk eğitimine çok önem verdikleri biliniyordu. Ama ne yaptıkları, nasıl yaptıkları pek bilinmiyordu. "Bu konuda geniş bir araştırma yaptır İsmet." "Peki." I 277
377
TARİKATLARIN, tekkelerin kapatılması üzerine Nakşibendi tarikatı başı olan Şeyh Esat Efendi Erenköyü ndeki köşküne çekil mişti. Ama etkinliğini müritleri ve Anadolu'ya yolladığı halifeleri (temsilcileri) aracılığı ile sessizce sürdürüyordu. Üçüncü Bölüm 359
Şeyhin en önemli adamlarından biri de Manisa Askeri HasI tanesi imamlığından emekli olan Laz İbrahim Efendi idi. Manisa yöresine başhalife olarak atamıştı. Zaman zaman İbrahim Efendi'ye para yolluyordu. Laz İbrahim Efendi Muradiye camiinde imamlık yapmaya başlamıştı. Gençleri, esnaf çıraklarını, yakın köylerdeki H köylüleri etkilemeye çalışıyordu. Tarikata girenlere Esat Efendi'nin yolladığı paraları dağıtıyordu. İşsiz gençler, darlık çeken esnaf ve yoksullar için tarikat geçim kapısıydı. | Son olarak anayasadan devletin dininin İslam dini olduğu hakkındaki maddenin çıkarılması dinci çevreleri tedirgin etmişti. Dinciler için genel amaç ve ümit, gizlice taraftarlar çoğaltmak ve vakti gelince harekete geçmek, Cumhuriyeti yıkmaktı. Nakşibendi tarikatının Manisa kolu da etkinlikleri artırdı. Laz İbrahim Efendi'nin etkileyip tarikata aldıklarından biri de Giritli bir göçmen olan Mehmet'ti. Kendine Derviş Mehmet dedirtirdi. Tuhaf, uçuk bir kişiliği vardı. Bir gün şaşırtıcı bir şey yapacağı belliydi. 2775
MEVHİBE HANIM üçüncü çocuğuna hamileydi. Doğum san cıları başladığında İsmet Paşa rastlantı eseri evdeydi. Hem ebe ça ğırdı, hem doktor. Eşinin çektiği acıyı gördükçe çok üzülüyordu. Çevriye Hanım oğlunu yatıştırdı: "Oğlum, merak etme, kadınlar 'ölüyorum* demeden doğur mazlar. Sen git, keyfine bak." Bahçeye çıktı. Aklı evdeydi, ikide bir eve adam yollayıp duru mu soruyordu. Sonunda seyis koşarak müjdeyi getirdi: "Bir kızınız oldu Paşam." Çok sevindi. Kızma ö z d e n adını k o y d u . 277c
AFET HANIM sınıfta bir belediye başkanlığı seçimi denemesi yaptırdı. İki aday vardı. İkisi de öğrenciydi. Biri kızdı, öteki erkek. Oy sayımı bitti. Sonuç açıklandı: Seçimi kız öğrenci kazanmış tı. Kızlar arkadaşlarını sevinçle kutladılar. Afet Hanım da kutladı. Güzel bir uygulama olmuştu. Bir erkek öğrenci ayağa k a l k t ı : "Hocam, özür dilerim ama bu uygulama kanuna aykırı." "Aykırı mı?" 360 Üçüncü Bölüm
"Evet. Çünkü kadınların ne seçme hakkı var, ne de seçüme. Kız arkadaşlar boşuna sevindiler. Kız arkadaşlarımızın verdiği ve kız arkadaşımıza verilen oylar geçersizdir. Seçimi erkek arkadaşımız kazanmıştır/' Afet Hanım donup kaldı. Erkek öğrenciler sevinç haykırışla rı içinde ayağa fırladılar. Afet Hanım çok da utanmıştı. Üzüntülü bir halde köşke gitmek istemedi. Yalnız kalmak istiyordu. Marmara Köşkü'ne gitti. Biraz sonra Gazi İçişleri Bakanı Şükrü Kaya üe bir likte Marmara Köşkü'ne geldi. Gazi mahzun oturan Afet Hanım'ı görünce şaşırdı: "Ne oldu?" Afet Hanım olayı anlatmak zorunda kaldı. Anlatırken gözleri doluyordu: "..Çok üzüldüm. Çok utandım. O erkek öğrencim kadar hak sahibi olmadan o sınıfta ders vermeyeceğim." Şükrü Kaya avutmaya çalıştı: "Belediyeler Kanunu tasarısı Meclis'te görüşülüyor. Belki bu sırada kadınların seçim hakları da ele alınabilir." Afet Hanım sesini yükseltti: "Bu hak tasarı hazırlanırken düşünülemez miydi? Düşünülme si gerekmez miydi? Cumhuriyet halk idaresidir diyoruz. Halk yalnız erkeklerden mi ibaret?" Şükrü Kaya durumu kurtarmaya çalışırken Gazi, "Sus Şükrü Bey.." dedi, "..lafı gevelemenin âlemi yok. Afet haklı." Akşam yemekte Afet Hanım'a, "Hamdullah Suphi Bey davet etti." dedi, "..yarın Türk Ocağı'nm yeni binasını görmeye gidece ğim. Seninle birlikte gitmek istiyorum. Kadınların seçim hakları konusunda seninle, orayı gördükten sonra konuşacağım." ERTESİ GÜN Türk Ocağı yeni Genel Başkanlık binasına gitti ler. Hamdullah Suphi Bey ve Yönetim Kurulu üyelerince karşılan dılar. Binayı gezdiler. İkinci katta ortadaki locaya girdiler. Buradan büyük salon, öteki localar ve sahne görünüyordu. Görüntü etkileyi ciydi. Gazi Afet Hanım'ı elinden tutarak locanın önüne götürdü: "Beğendin mi?" "Evet, çok güzel." Üçüncü Bölüm 361
"Şimdi beni iyi dinle. Kadınlarımız Çanakkale Savaşı sırasında cephe gerisinde gönüllü hemşirelik yaptılar, evlerini yaralılara açtı lar, askerlere torba torba armağanlar yolladılar. Milli Mücadele'de yalnız cephane taşımakla kalmadılar, silahlanıp dövüştüler, erkek siz kalan köylerde her işi üstlendiler, işçi taburlarında görev alıp si per kazdılar, askere çorap, çamaşır yetiştirdiler, demiryolları tamir edilirken işçi olarak çalıştılar. Şimdi de dağ köylerine okuma yazma Öğretmeye koşuyorlar. Kadınlarımıza çok şeyborçluyuz. Borcumu zu tamamen ödeyemedik. Yüzlerce yıllık, kemikleşmiş anlayışı yık mak kolay değil çocuk. Seçme ve seçilme hakkı istiyorsan, bu öyle üzülüp kızmakla, küsmekle olmaz. Düşünceni savunacaksın!" I "Ben mi? Nasıl?" f § "Otur çalış, konuyu iyice incele, sonra da bu güzel salonda bir konferans ver, hakkınızı iste! Yetkilileri demokrasinin gereğini ye rine getirmeye davet et!" Afet Hanım'ın gözleri büyüdü: "Yoo, hayır, burada asla konuşamam. Korkudan sesim bile çık maz." "Konuşacaksın." GAZİ 'konuşacaksın' demişti. Onun sözünü dinlememek olur I muydu? Çalışmaya başladı. Gazi de yardım ediyordu. Konferansta cüppeyi andıran şık bir üstlük giymesini istedi. Üstlüğün resmini de kendi çizdi. Gazi bir akşam çeşitli misafirler çağırdı. Kadınların seçim hak larını görüşme konusu yaptı. Kimi bu hakkı vermekte geç bile ka lındığını söylüyordu, kimi de kadınlara seçme, hele seçilme hakkı verilmesinin karşısındaydı. Afet Hanım kadın karşıtı anlayışı somut olarak gördü.
Gazi misafirlerin erken kalkmalarına izin verdi. Yalnız kaimce Afet'e dedi kî: "Konuşmaları dinledin. Senin gibi düşünenler var. Ama karş olanlar da var. Kadın haklarından yana olduğumu bildikleri halde kamlarını inat ve azimle savundular. Tek çare bunları ikna etmekti] Başka çare yok* Emir kulu değil ki bu insanlar. Onun için dinleyici lerini düşüncene kazanmaya çalış" "Çok korkuyorum." 362 Üçüncü Bölüm
"İlk birkaç cümleden sonra rahatlarsın. Prova da yaparız. Bak, seçme hakkını da isteyeceksin, seçüme hakkını 4a. Lütuf istemiyor sun, hakkınızı istiyorsun. Göreyim seni Afet, bir Cumhuriyet kızı olarak bu görevin üstesinden gel. Kadın haklarını genç bir hanımın savunması, bizim savunmamızdan daha etkili olur. Siyasetçilerimi zin ufkunu aç." Afet birçok kaynaklardan yararlanarak konferansını hazırladı. Misafirsiz akşamlarda prova yapıyordu. Dinleyicileri Gazi ile Sabiha idi. Sabiha sessizce izliyor, Gazi arada uyarıyordu: "Daha yüksek sesle... Aferin... Bunu daha kesin söyle... Güzel... Sesini yükselt... Tamam..." 3 NİSAN 1930 günü TBMM'de Belediye Kanununun görüşül mesi sona erecek, akşam da Türk Ocağı salonunda Afet Hanım 'ka dın hakları' konusunda konferans verecekti. Gazi konferansın yankı uyandırmasını istiyordu. Genel Sek reterden, hükümet üyelerini, milletvekillerini, yüksek yöneticileri, aydınları ve bütün gazete temsilcilerini bilgilendirmesini istedi. Meclis'te kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmasıyla ilgili maddelere 316 milletvekilinden 198 mil letvekili olumlu oy verdi, 117 milletvekili oya katılmadı. Sonuç ola rak Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmış oldu. Akşam Türk Ocağı salonu, alt ve üst localar, balkon dolmuş, konferansın başlamasına çok az zaman kalmıştı. İlk sırada Bakanlar ve eşleri oturuyorlardı. Salonda birçok kadın dinleyici vardı. Fındık kabuğu şapkasıyla Leman Hanım dikkati çekiyordu. Bir yandan Yakup Kadri Bey e tafrayla bakarak, alçak sesle "Haydi Afetciğim." dedi, "..oku şu erkeklerin canına!" Yakında oturan birkaç hanım Leman Hanım'ı duyup gülüştüler. Büyük locada Gazi, Kâzım Özalp ve eşi Müveddet Hanım, İs met Paşa ve Mevhibe Hanım yer almışlardı. Gazi sağ dizini sürekli oynatıyordu. İsmet Paşa eğildi:
"Heyecanlısın." "Hem de nasıl! Kızcağıza bütün gün 'heyecanlanacak ne var' diye söylenip durmuştum." Üçüncü Bölüm 363
Sessizce gülüştüler. Salonun ışıkları kararırken sahne aydın landı. Kadife perdenin önüne yüksekçe bir kürsü konulmuştu. Afet Hanım yan kapıdan girdi. Üzerinde modelini Gazi'nin çizdiği şık üstlük, altında kapalı yakalı bir beyaz bluz, siyah eteklik vardı. Va kur adımlarla sahneye çıktı, kürsünün yanında durup başını eğerek Gaziyi ve dinleyicileri selamladı. Alkışlandı. Kürsünün arkasına geçti. • . §. . $ . Gazi heyecanla öne eğildi. Bu ânı kaç kez prova etmiş olan Afet Hanım sükûnetle konuşmaya başladı: "Aziz Cumhurbaşkanım, sayın dinle yiciler, yüksek huzurlarınızda ele almaya cüret edeceğim konu, seçim sorunudur. Bu sorunla ilgilenmemin iki nedeni var. Birincisi bir Türk vatandaşı olarak seçim hakkının cinsiyet farkı gözetilmeden, herkesi kapsamasını istiyorum." Dinleyicilerin büyük bölümünden şiddetli bir alkış koptu. ".İkincisi Yurt Bilgisi dersi veriyo rum. Dersimin programında seçim ko nusu da yer almaktadır." iyi bir giriş yapmıştı. Dikkatle dinlendiğinin farkındaydı. Ko nuşmasına daha güvenle devam etti: "..Kurtuluş Savaşımızda Türk kadınının, kabiliyetini, ehliyetini, memleket işleriyle ilgisini kanıtlayan pek çok örnek vardır. Kadınla rımız, seçmek ve seçilmek hakkını kazanmalıdır. Çünkü demokra sinin mantığı bunu gerektiriyor.." Alkışlar bu kez daha da yükseldi. Konuşmasına özetle şöyle de vam etti: "..Rejimimiz eşitlik ilkesine dayanıyor. Seçim sandığı önünde, en cahil ile en büyük devlet adamı eşittir. Kadın hangi nedenle bu eşitliğin dışında tutuluyor? Milli çalışma ve çabada kadının payını hor görme hakkı kimseye verilmemiştir." Alkışlar gittikçe şiddetleniyordu.
İ
TU
" .Türkiye Büyük Millet Meclisi bugün, Türk kadınına belediye seçimlerine katılma hakkını tanımış. Teşekkür ederiz. Bu ilk adı64 Üçüncü Bölüm
mı, milletvekili seçme ve seçilme hakkının da yakın zamanda kabul olunacağının mutlu bir işareti olarak görüyorum.." Alkışlara, "bravo" sesleri de katılmaya başlamıştı. Gazi'nin yü zünden iftihar içinde olduğu görülüyordu. ".Demokrat Türkiye Cumhuriyeti'nin fazileti, bu hakkı da ver meyi elbette fazla geciktirmeyecektir." Başını eğerek selam verdi. Salon, loca ve balkcndakilerin bü yük bölümü alkışlayarak, "Bravo" diye bağırarak ayağa fırladı. Gazi köşke dönerken Afet Hanım'a dedi ki: "Yürekten kutluyorum Afet. Seninle iftihar ettim." Afet Hanım'ın yüzü pembeleşti. "..Bugünkü oylameya katılmayan 117 milletvekili kimler bili yor musun? Fesi kafalarından çıkarıp beyinlerine geçirenler." 278
O GUN istanbul Şehir Tiyatroları topluluğu Ankara'ya gel mişti. Yirmi kişiydiler. Topluluğun ban Muhsin Ertuğrul Bey'di. Yurtdışından dönmüş, tiyatronun başına geçmişti. Belvü Oteli'ne indiler. Türk Ocağı sahnesinde oynayacaklardı. Böyle güzel bir salon ve yeterli sahne İstanbul'da bile yoktu. Birkaçı matine olmak üzere on beş temsil verdiler. Her temsilde doldular. İstanbul'da bile görmedikleri bir ilgiydi bu. Ne çekirdek yiyen vardı, ne sakız çiğneyen. Bilet gişesi önünde itiş kakış olma mış, sıraya girmişlerdi. Tiyatroya ciddi giyinerek gelmişlerdi. Yeni başkentin halkında İstanbul'da olmayan bir düzen ve özen duygusu vardı. Alkışları da boldu. Başka türlüydü Ankara seyircisi. Baş seyirci Gazi Paşa'ydı. Çoğunlukla Afet Hanım ve Sabiha ile geliyordu. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım'la geldiği de oldu. Tiyat roya çok Önemli bir sanat, bir uygarlık göstergesi olarak bakmak taydı. Topluluk Aynaroz Kadısı, Kafes Arkasında, Kör ve Hamlet gibi oyunlar oynadı. Eğitim Bakanı sanatçılara Ankara Palas'ta birçok ileri gelenin katıldığı bir öğle yemeği, Türk Ocağı yine kalabalık bir çay ziyafe ti verdi. Sanatçılar Cumhuriyet için çok değerliydi. Uygarlığın bir kanadı bilim ve teknik ise, öteki kanadı da her dalıyla sanattı. Bü tün uygar ülkeler bilimi ve sanatı, türlü yollarla destekliyor, geliş melerinin önünü açıyorlardı. Türkiye de bu ülkelerden biri olmak yolundaydı. 279
Üçüncü Bölüm 365
Bilimsiz ve sanatsız hiçbir şey olunamayacağını anlayanlar gün geçtikçe artıyordu. Bilim ve sanat toplumu bir kör kalabalık, bir yığın olmaktan çıkarıyordu. Gazi 12 Nisan akşamı sanatçıları ve bazı sanatsever milletve killerini Marmara Köşkü'ne akşam yemeğine davet etti. Yemek çok güzel geçti. Tiyatro ve sanattan konuşuldu. Gazi Ankara'da resmi bir tiyatronun kurulmasını istiyordu. Bunun yolları ve İstanbul ti yatrolarının sorunları görüşülürken Gazi Muhsin Bey'e sordu: "Muhsin Bey ne istersiniz benden?" İstenecek çok şey vardı. Yokluk içinde kıvranıyorlardı. Ama i Muhsin Bey hiç düşünmeden bir tek şey istedi: "Bir tiyatro okulu açalım, onu istiyoruz." Okullu tiyatronun yolunu bu soru ve bu yanıt açacaktı. Gece yarısını iki saat geçmişti. Ertesi gün Eskişehir'e gideceklerdi. Dr. Reşit Galip Bey durumu öğrenince Gazi'ye "Paşam.." dedi, ".sanat çılar zatıâlinizden izin istiyorlar. Sabah Eskişehir'e gidecekler." "Peki, daha fazla rahatsız olmasınlar." Veda ânı gelmişti. Dr. Reşit Galip Bey bir şey daha dedi: "İzin verirseniz veda ederken elinizi öpmek istiyorlar." Gazi bu isteği kesin bir tavırla "Hayır!" diye reddetti. Sanatçılar bir yanlış mı yaptık acaba diye kaygılandılar. Gazi yüksek bir sesle devam etti: "Hayır, el öpemezler." Sanatçı olmayan misafirlere döndü:
"Efendiler, biz hepimiz milletvekili oluruz, bakan oluruz, hatta cumhurbaşkanı olabiliriz» Ama hiçbirimiz sanatçı olamayız. Böyle de olunca sanatçı el öpmez, sanatçıların eli öpülür!' Bunu bir Cumhurbaşkanı söylüyordu. Sanatçıların gözleri dol du. Daha kısa bir süre önce tanıklıkları kabul edilmiyordu. Dr. Reşit Galip Bey hiç duraksamadan dedi ki: "Evet Paşam, hepimiz milletvekili, bakan oluruz, hatta cum hurbaşkanı olabiliriz. Fakat hiçbirimiz, bu dünyada hiç kimse bir Mustafa Kemal olamaz. Onun için izin verin de elinizi öpsünler." Muhsin § Ertuğrul Bey ve arkadaşları M a r m a r a ! Köşkü nden Gazinin elini öperek ayrıldılar. 280
366 Üçüncü Bölüm
f TÜRK OCAKLARI Altıncı Kurultayı 23 Nisan 1930 günü Türk Ocakları Genel Merkezinin salonunda toplandı. Afet Hanım kurul taya Aksaray delegesi olarak katılmış, sessizce izlemişti. Akşam dönünce Gazi'ye toplantıyı anlattı. Gazi Türk Ocakla rı tüzüğünü okumuştu. Amaç maddelerinin üzerinde durdu. Türk tarihinden söz ediliyordu. Ama bir etkinlik yoktu. Afet'e yeni bir görev verdi: "Söz alıp konuşacaksın. Türk tarihinden söz eden bu madde lerin uygulanmasını kurultaydan isteyeceksin. Maddesi var, uygu laması yok." Gazi bunu, Türk tarihinin geniş olarak araştırılmasına başlan ması için yararlı bir ilk adım olarak görmüştü. Afet Hanım çalıştı. Gazi'nin de yardımıyla konuşmasını hazır ladı. Gazi sonuç almak için bazı hazırlıklar yaptı. Yemeğe kurultay üyesi bazı kimseleri çağırdı. Afet'e konuşmasını okuttu. Tartışmaya açtı. Afet Hanım kurultaya bir tarih kurulu kurulmasını öneriyor du. Bu öneri uygun bulundu. Kurultayda olumlu sonuç almayı sağ layacak bazı kararlar verildi. Ertesi gün kurultayın son günüydü. Kurultayı izlemeye Gazi de geldi. Afet Hanım konuştu. Amaç maddelerine değinerek, Türk ta rihinin yeni metod ve belgelere göre geniş bir biçimde incelenmesi gerektiğini ileri sürdü. Geç bile kalınmıştı. Bir kurul kurulmasına ilişkin önergeyi başkanlığa sundu. Onun konuşmasını ve verdiği önergeyi, yemekte alınan kararlar uyarınca, Sadri Maksudi Arsal ile Dr. Reşit Galip Bey desteklediler. Kurultay Türk Tarih Heyeti kurulmasını kabul etti. Üyeleri seçti. Başkanlığa Tevfik Bıyıklıoğlu, ikinci başkanlıklara Yusuf Akçura ve Samih Rıfat, genel sekreterliğe de Dr. Reşit Galip Beyler seçildi. Türk tarihi Türkiye'nin gündeminde yer aldı. Akşam birlikte yemek yediler. 281
HÂKİM Nezahat ve Beyhan Hanımlar asliye hukuk hâkimlik lerine atanmışlardı. Göreve başladıkları gün çekilen hâkim cüppeli fotoğraları bütün gazetelerde yer aldı. Bu büyük bir devrimdi. Üçüncü Bölüm 367
I
Böyle gelişmeler gelenekçileri öfkeyle titretiyordu. Gittikçe geri dönme olasılığının kalmadığını arılıyorlardı. Osmanlı yöneti minde görev almış eski yöneticilerin bir bölümü ise bu gelişimi dikkatle izliyor, Cumhuriyeti, özgürlüğü, yenilikleri, görgüleri içinde eriterek, yavaş yavaş benimsiyorlardı. Çocukları çoktan Cumhuri yetçi olmuştu. Bakırköy'de oturan emekli Osmanlı yöneticileri akşamları 'ekâbir kahvesinde' buluşur, eski, yeni olayları konuşur, yüksek dediko du yaparlardı. Yine buluşmuşlardı. İçlerinden emekli bir müsteşar, kadın hâkimlerin resimlerini göstererek dedi ki: "Eğri oturup doğru konuşalım. Biz bunu istesek de başaramaz dık. Çünkü bağnazlığı yenecek gücümüz yoktu. Bu işi başarabilmek için Padişahın başında olağanüstü bir zafer tacı bulunmalıydı. Ka nuni Sultan Süleyman'dan bu yana böyle bir zafer ancak Mustafa Kemal Paşa'ya nasip oldu. Allah millete bağışlasın. Daha uzun za man Mustafa Kemal Paşa'ya ihtiyaç var. Çünkü eksiğimiz, noksanı mız çok." BU SIRADA bütün Türkiye'de olduğu gibi, Bakırköy'deki Taş Mektep'te de Millet Mektebinin ikinci dönemine katılanlara 'başarı belgeleri' veriliyordu. Tören alt kattaki yemekhane salonunda yapı lıyordu. Kursu başarıyla bitiren büyükanne ve babaların, annelerin, babaların, ablaların törenine eşler, aileler, çocuklar, torunlar, hatta bazı komşular da katılmışlardı. Salon bayram yeri gibiydi. Belgesi ni alan sevinç içinde ailesinin yanma koşuyor, çığlık çığlığa sarmaş dolaş oluyorlardı. İkinci dönemde hesap, yurt bilgisi, tarih gibi konularda genel bilgiler öğrenmişlerdi. Kurslarda akşamları ücretsiz görev yapan öğretmenlere de teşekkür edildi. TEVFİK BEY "İstanbul'a ne zaman gitmeyi düşünüyorsunuz?" diye sordu. "Hazirana girdik. Gidebiliriz. Ama tarihle ilgili bütün kitapları götürelim. Çalışırız." Ağrı bölgesindeki çapulculukla karışık isyanla ilgili üçüncü ha reket başlayacaktı. Ama bütün planı biliyor, sonucunu kestiriyordu. Ankara'dan iç rahatlığı ile ayrılabilirdi. * 281
368 Üçüncü Bölüm
9 Haziran günü İstanbul'a törenle uğurlan dılar. Reşat Nuri Bey'in yeni çıkan Yaprak Dö kümü romanını okuyordu. Yolda bitirdi, önemli Türk romancılarının romanlarını fırsat yaratıp okuyordu. İsmail Habip Bey'in Edebiyat Tarihini de dikkatle okumuştu. İstanbul'da yine büyük coşkuyla karşılan dılar. Romanı Afet Hanım'a verdi. "Oku, kızlara da okut.." dedi, "..çağdaşlaşmayı dans etmek, saReşat Nuri Bey fahat, maskaralık sanan, şaşkın bir aile. İradesiz, zavallı bir baba. Bu aile ile birlikte, gelişen, aydınlık, olumlu, den geli bir aileyi de işleseydi daha iyi olacakmış. Okuyucu ilk ailenin yanlışlığını daha iyi anlardı." Gazi Yalova'ya giderek köşkün yapımını ve çiftliği denetledi. Köşk bitmişti. Sade bir biçimde döşenecekti. Büyük bir termal otel yapılıyordu. Çevrede küçük köşkler yükselmişti. Gelişime memnun oldu. İstanbul'a döndü. Gazi bir yandan iktisadi durumu izliyor, bir yandan da tarihle ilgileniyordu. Yemekte önemli birkaç tarihçi bulunuyordu genel likle. Türklerin anavatanı Orta Asya'ydı. Bazı nedenlerle oradan doğuya batıya dağılmışlardı. Ne zaman dağılmışlardı? Anadolu^» ne zaman gelmişlerdi? 1071'de mi, yoksa çok önce mi? Anadolu ve çevresinde hangi uygarlıklar yeşermişti? Bunların Türklerle, dilleri nin Türkçeyle ilgisi var mıydı? Nasıl? Gece yemekleri tarih seminerleri gibi geçiyordu.
282
10 HAZİRAN günü Ankara'da, Dışişleri Bakanlığında Türkiye ve Yunanistan temsilcileri biraraya geldiler. Resmi ama yumuşak bir hava esiyordu. İki yanın uzmanları biraraya gelmişler, İsmet Paşa'nın ve Venizelos'un uzlaştırıcı tavsiyeleri ile sorunları sonlandıracak çö zümler üretmişler, sonunda anlaşmayı imzaya hazır hale getirmiş lerdi. Sade bir törenle imzalar atıldı. Üçüncü Bölüm 369
Bu anlaşma Türk-Yunan dostluğunun kapısını açacaktı. An laşmanın imzalandığı gün İsmet Paşa, Yunanistan Başbakanı Venizelos'a bir mektup yazarak kendisini Türkiye'ye davet etti. Bu ziyaret büyük bir tarihi olay, bir dönüm noktası olacaktı. , KIZLAR İstanbul'da kaldı. Gazi, Afet Hanım ve bazı görevliler Yalova'ya geçtiler. Köşk Gazi'nin istediği gibi sade bir biçimde dö şenmişti. İkinci çiftlikte de Gazi için deniz kıyısında, terasından, gün batımının bütün güzelliği ile görülebileceği iki katlı, ahşap bir ev yapılmıştı. Yanındaki çınar ağacı sorun çıkarıyordu. Bir dalı rüzgâr lı havalarda binanın çatısını zorlamakta, alçak bir dalı da terastan denizi görmeyi engellemekteydi. Mimar çınarı dikkate almadan evi yanlış yere oturtmuştu. Kolay çözüm dalları kesmekti. Ama güdük bir iğde ağacının kesilmesine günlerce üzülmüş bir insan çınar ağa cının kocaman dallarının kesilmesine razı olur muydu? Gazi duraksamadan evin yıkılmasını istedi. Ağaç bir canlıydı. Evden daha değerliydi. Bu emre herkes kendi üslubunca itiraz etti. Sonunda evin kaydırılarak ağaçtan 5 metre uzağa çekilmesi karar laştırıldı. Bu, dünyada ilk kez yapılacak bir işlem olacaktı. Daha dünya da doğayı, çevreyi koruma bilinci uyanmamıştı. Bu bilinç Yalova'da anıtla saçaktı. * 282
KENDİNİ en çabuk toparlayan il İzmir'di. Vali de, Belediye Başkanı da, halkı da çalışkandı ve yaşama sevinciyle doluydu. flzmir'e başlıca tiyatrolar geliyordu. En çok Elhamra Sineması'nda oynuyorlardı. Vali Paşa'nın tiyatro sever kızı Şükran Ha nım da iki günde bir değişen oyunları vali locasından izliyordu. Aktör Muammer Karaca ile tanıştılar. Muammer Bey yakışıklı, ki bar, zarif bir beydi. Ama o zamanın anlayışıyla Şükran Hanım'ın annesine göre büyük bir kusuru vardı: Tiyatrocuydu, herkes evet dese o demezdi. Vali Kâzım Dirik'in kızı Şükran Hanım Muammer Karaca'ya kaçtı. Bu büyük bir olay oldu. Devletin gücü engel olmayı başarama dı. Aşk galip geldi. 282b
370 Üçüncü Bölüm
YAZ TATİLİ nedeniyle Fethi Bey Paris'ten İstanbul'a geldiği gün, büyük bir olay sonuçlanmış, demiryolu Sivas'a ulaşmıştı (22 Temmuz). Bu gelişmeye çok sevinen Gazi, İsmet Paşa'yı çok güzel bir telgrafla kutladı. Gazeteler bu büyük haberle doluydu. Yolun son eksikleri tamamlanıyor, istasyon binasını bitirmeye çalışıyor lardı. Bir rüya daha gerçekleşiyordu. Büyük açılış töreni bütün eksiklerin bittiği gün, 30 Ağustosta yapılacaktı. Fethi Bey Gazi'yi ziyaret etmek istediğini bildirmişti. Gazi he men davet etti. Fethi Bey geldi. Yemeklerde tarih konuşuluyordu. Gazi, Türklerin ikinci dere ce, sarı ırktan, uygarlık dışı bir millet olmadığının kanıtlanması nı, dünyaya bu gerçeğin bilimsel yollarla duyurulmasını istiyordu. Halk tarihi ile gurur duymalıydı. Türk Tarihini Tetkik Heyeti üyeleri bu isteği saygıyla karşıla dılar. Bu gerçeği kanıtlamayı ödev bildiler. Durmaksızın kitaplar deviriyor, notlar alıyorlardı. İhtiyaç duyulan bir kitap olursa Gazi hemen getirtiyordu. Bu konular Fethi Bey'i ilgilendirmiyordu. Yemek saatleri dışın da, fırsat düştükçe, yeri geldikçe, nazik bir dille hükümetin iktisat siyasetini eleştirmeye başladı. Demiryolunun Sivas'a varmasından hiç etkilenmemiş görünüyordu. Demiryollarının satın alınması ve yapılması gibi pahalı işlerin giderlerinin bir neslin sırtına yüklen mesini doğru bulmuyordu. Bu gibi büyük işleri, uzun vadeli kre diler bularak, zamana yaymalıydı. Kapıları da yabancı sermayeye açmalıydı. Yabancı sermayeden korkmak gereksizdi. Fransa bile ya bancı sermayeden yararlanıyordu. Vergileri azaltmalıydı. Afet Hanım Fethi Bey'in tarihe ilgi duymamasına şaşmış, de miryolları hakkındaki konuşmalarını üzülerek dinlemişti. Demir yolu konusunda Gazi'yi o kadar sevindiren gelişmeler yanlış mıydı? Demiryolu planları, haritalar, hesaplar kâğıt üzerinde mi kalacaktı? Gazi'nin neden sustuğunu da anlamıyordu. Afet Hanım'ın bilmediği şuydu: Gazi bu eleştirilerle ilgili de ğildi. Fethi Bey'de aradığı güvenilir muhalefet liderini görmeye baş lamıştı. Cumhuriyetçi ve laikti. Dedi ki: "İki yıldır çevremi yokluyor um. Çok partili döneme geçme konusunda bazı arkadaşlar olumlu düşünüyorlar. Bazıları kademe1
Üçüncü Bölüm 371
li bir geçişi Öngörüyorlar. Hiç istemeyenler de var. Ben Meclis'te jl ciddi bir denetimin sağlanabilmesi için bir an önce ikinci bir parti nin kurulmasından yanayım. Hepimiz faniyiz Fethi Bey. Tarihe tek partili bir idarenin başı olarak geçmek istemiyorum. Ölmeden evvel isterim ki millet özgürlüğe alışsın." * Fethi Bey duygulandı. Gazi'nin gençliğinden beri özgürlükçü olduğunu bilirdi. Ama İsmet Paşa'dan çekiniyordu: "İsmet Paşa ne düşünüyor?" "O da Meclis'te denetim mekanizmasının çalışmasının şart ol duğu görüşünde." Bir sessizlik oldu. Sonra Gazi, "Mesela sen bir parti kurmayı düşünmez misin?" diye sordu. Fethi Bey şaşaladı. Particiliğin zor iş olduğunu bilirdi. Zorluklarına katlanmak kolay değildi. Paris'te çok rahattı. Kibarca itiraz etti: "Beni lütfen affedin." "Dur, acele etme. İsmet ve Kâzım Paşalar da geliyor. Birlikte bir daha konuşalım. Sonra karar verirsin." Fethi Bey'in İsmet Paşa'ya kırgınlığı sürüyordu ama belli et medi. 282
İSMET PAŞA konu açılınca, "Muhalif bir parti kurulmasını ben de desteklerim.." dedi, ".Bir gün nasıl olsa çok p a ı İ i i hayata geçecektik. Bu iyi bir başlangıç olur." Gazi de, "Teşkilat kurmanız için gereken parayı v^ bilirim" dedi. ' • ft' * İsmet Paşa devam etti: "Meclis'te etkili bir grup kurabilmeniz için partimizden, gö rüşlerinizi paylaşan kırk-elli milletvekili de alabilirsiniz." 282d
282e
Gazi güvence olsun diye, "İstersen kız kardeşimi de al.." dedi, ".Karabekir ve Refet Paşa gibi kimseler seninle işbirliği yapmak i s i terlerse bunda da hiç sakınca görmem. O arkadaşları da yeniden siyasi hayata kazanmış oluruz." Fethi Bey, "Güveninize teşekkür ederim.." dedi, "..Ama bana düşünmek için birkaç gün izin veriniz." Gazi kabul etti. Kâzım Özalp Gazi'ye d ö n d ü : | "Paşam, sizin durumunuz ne olacak?" 372 Üçüncü Bölüm
"Yeni bir partide arayacağım tek özellik, Cumhuriyetçi ve laik olması. Hepsi bu. Bu çizgiden ayrılınmadığı sürece tarafsız kala cağım tabiidir. Çok tartışmalı günlerinde ikisini de soframa davet edeceğim, hakem olacağım. Fethi Beyefendi'ye güvenim dolayısıyla Cumhuriyetçi ve laik çizgiden ayrılınmayacağına kesinlikle inanı yorum. Yoksa din aktör ve tüccarları yüzünden, bu güzel rüya da kâbusa döner" 283
FETHİ OKYAR parti kurmayı kabul etti. Partisi 'liberal bir parti* olacaktı. Partinin adını da Gazi koydu: Serbest Cumhuriyet Partisi. 6 Ağustos günü yapılan toplantıda yeni partinin kuruluşunun kamuoyuna nasıl duyurulacağı konuşuldu. Varılan anlaşmaya göre Fethi Okyar yeni bir parti kurmak istediğini Cumhurbaşkanına bil direcek, Cumhurbaşkanı da bu isteği uygun bulduğunu ve destek lediğini açıklayacaktı. Ş Fethi Bey'in mektubu 10 Ağustosta, Cumhurbaşkanının yanıtı 11 Ağustosta bütün gazetelerde yayımlandı. Gümüşhane'de ara seçim yapılacaktı. Fethi Bey'in oradan mil letvekili seçilmesi için CHP'nin destek vermesi kararlaştırıldı. 284
8 AĞUSTOS günü evi kaydırma işlemine başlandı. Terasın ve evin temeli altına büyük bir emek ve ustalıkla tramvay rayla rı döşenmişti, ö n c e betondan yapılmış teras bölümü kaydırıldı. 9 Ağustosta evin santim santim kaydırılmasına başlandı. Müdür 10 Ağustosta işlemin bitirileceğini haber verdi. Gazi, Fethi Bey, arkadaş ları bu büyük olayı izlemeye geldiler. Müdür evin uzağına koltuklar, iskemleler koydur muştu. Meraklılar da gelmişti. Sürekli fotoğraf çekiliyordu. İki katlı ev mühendisle rin gözetimi altında usul usul itilerek, çekilerek, çınar ağa cından beş metre ötede açılan kaydırma çalışmalarından
. ,
, ı «
,
yeni temele kadar raylar uze-
E v i
bir görüntü
Üçüncü Bölüm 373
)
rinde santim santim kaydırıldı. Olağanüstü işlem alkışlar arasında sona erdi. Ev yeni temele yerleşti. Akşam olmuştu. Gazi bu işi plan layanlara, emeği geçenlere teşekkür etti. Köşke dönerken yolda sevinç içinde, "Ağacı kurtardık" dedi. * * 2
4
FALİH RIFKI BEY yurtdışındaydı. Dönünce yeni parti kurula cağını öğrenmişti. Yalova'ya gelerek Gazi'yi gördü. Gazi gelişimden çok memnundu. Neşe içinde sordu: • "Ne diyorsun?" "Kusura bakmayın, yeni bir parti kurulmasını erken buluyo rum. ' Gazi kızdı ama kızgınlığını içine attı: "Neden?" "Devrim henüz taze. Eski düzeni diriltmek isteyecekler pusuda bekliyorlar. Sessiz kalmaya devam edecek değiller elbette. Bu fırsat tan yararlanacak, yeni partinin etrafını yine bunlar saracaktır." Gazi Falih Rıfkı Bey gibi aydın, ileri görüşlü, özgürlükçü arka daşlarının bu gelişimden memnun olacaklarını düşünmüştü. Çok partili hayata geçişin sevinci içindeydi. Bu karamsar, uğursuz iddia canını sıktı: "Hayır efendim, Fethi Bey buna asla fırsat vermeyecektir." Ayağa kalktı: "..Çok partili hayata, eleştiriye, hesap vermeye alışmamız gerek. Bu özgür hayat tarzı, laik Cumhuriyetle birlikte kökleşirse, geleceğin Türkiyesinde, gericilik bir daha hayat hakkı bulamaz, siyasi macera ve kavgalar yaşanmaz. Bunu bütün yüreğimle ümit ediyorum." Gazi o kadar inançlı ve memnundu ki Falih Rıfkı Bey sustu. "Umarım ben haksız çıkarım" diye düşündü. Ankara'ya döndü. 1
284b
SERBEST CUMHURİYET İPARTİSİ 12 Ağustos 1930ya kuruldu. Başkan Fethi Bey'di. Nuri Conker Genel Sekreter oldu. On bir maddelik liberal nitelikte kısa bir program hazırlandı. Prog ram genel olarak Fethi Bey'in düşüncelerini yansıtıyordu. Gazi partinin kuruluşu için gerekli parayı vermişti. Parti yöne timi Genel Başkana güzel bir araba aldı. 2840
285
286
374 Üçüncü Bölüm
Halk yeni partiye ilgi gösterdi. Yalova'ya telgraflar geliyordu. Yeni partinin öncüleri, gönüllü yandaşları Gazi'nm Fethi Okyar'la birlikte olduğu fotoğrafları çoğaltıp dağıttılar, dükkânlara astılar. Kulaktan kulağa şu fışıklanacaktı: "Gazi'nin hakiki partisi Serbest Cumhuriyet Partisi'dir" Son dört yıllık muhalifsiz, denetimsiz tek parti hayatı Halk Partisi'nin yerel örgütlerini iyice gevşetmiş, tembelleştirmişti. Ba zıları sonsuza kadar iktidarda kalacaklarını sanıyordu. Bal tutan parmağını yalıyordu. Yeni kuruluşun heyecanı içindeki parti ile ya rışmada zorluk çekeceklerdi. SALİH BOZOK ile Kılıç Ali huzursuz olmuşlardı. Gazi ile yal nız kalabildikleri bir sırada Salih Bey kaygı dolu bir sesle, "İnşallah bunlar Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticileri gibi gafil ol mazlar" dedi. Gazi "Kaygılanmayın." diye arkadaşlarını yatıştırmaya çalıştı, "..yeteri kadar uyardım. Üstelik Fethi Bey de, Nuri de, Cumhuriye tin bir küçük taşı yerinden oynasa, arkasından neler gelebileceğini kestirebilecek insanlar. Onun için irticaya fırsat vermezler. Dini si yasete alet etmezler. Çünkü bunun rejimi bitireceğini, halkı bölece ğini, devleti parçalayacağını iyi bilirler. Benim tek emelim demok ratik Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmektir. Bunu sağlamaya çalışıyorum. Kaygılanmayın, sevinin." Dostça baktı: "Çok partili sistem yerleştikten sonra Cumhurbaşkanlığından ayrılıp dünya gezisine çıkmak, kendimi tarihe vermek istiyorum." 287
BASIN yeni bir parti kurulmasını haklı olarak çok önemsemiş ti. Fethi Bey'den sık sık demeç alıyorlardı. Fethi Bey artan ilgiden çok memnundu. Bu rüzgârla çok konuşmaya başladı. O sakin, akıcı, nükteli üslubu giderek katılaşıp acılaştı. Cumhuriyetin ilanından beri, yedi yıldır iktisat alanında ne yapılmışssa hepsini eleştirmekteydi. Bunun bir bölümünde kendi baş bakandı. Üstelik birçok iktisadi konuda Gazi'nin payı ve etkisi çok büyüktü. En başta demiryolları geliyordu. Bunları hesaba katmıyor, toptan konuşuyordu. Gazi, Fethi Beyin cesaretini kırmamak için olsa gerek, susuyordu. İsmet Paşa parti örgütlerine Serbest Parti'yi Üçüncü Bölüm 375
dostça karşılamalarını tavsiye etmişti. Eleştirileri duymazdan gele rek şöyle demişti: "Fethi Bey arkadaşıma güveniyorum. Bu nedenle yeni partiyi sevinçle karşıladım, inşallah memleket için hayırlı olacaktır. Düşüncelerini Meclis kürsüsünde savunabilmesi için milletveki li olmasına destek vereceğim." * Eleştirilere yanıt vermek için 30 Ağustosa kadar bekleyecekti. Fethi Bey iktidara gelmekten de söz etmeye başladı. 24 Ağus tos 1930 tarihli Akşam gazetesine şu açıklamayı yaptı: "İktidar mevkiine geçeceğiz, ilk fırsatta ve en kısa zaman da!" " | Her parti iktidara gelmek isterdi. Bu onun en doğal hakkıy dı. Ama kurulalı daha on iki gün olmuştu. Yeni yeni örgütlenmeye çalışıyordu. Aceleciliği, zamanı değilken seçim havası yaratması iyi karşılanmadı. "Acele işe şeytan karışır!" Arif Oruç'un Yarın gazetesi, Fethi Bey'in hoş görmesiyle Ser best Parti'nin organı, sözcüsü gibi davranıyordu. Ayrıca Arif Oruç iktidar ve ismet Paşa hakkında çok sert yazılar da yazmaktaydı. Fevzi Çakmak Paşa'nın Cumhurbaşkanı olmasını, Gazi'nin Başba kanlığı üstlenmesini de önerecekti. Zamir Bey Arif Oruç'u kastede rek "Şeytan işe karıştı bile" dedi. Mahmut Esat Bey kızgındı: "Türkiye Fethi Bey'in modası geçmiş liberal reçeteleri ve ya bancı sermaye ile ortaçağdan nasıl çıkacak? Osmanlı bu yüzden battı. 1839 ticaret sözleşmesinin öldürücü sonuçlarını bilmiyor herhalde/' * Ş § 287
2870
2870
288
288
Ali Çetinkaya, "Dün bir, bugün iki, bu ne hırs!" diye söylene cekti, f Faik Öztrak bir arkadaşına dedi ki: "Bir harabe devraldık. Bu mirası devralanlar arasında Fet hi Bey de vardı. Bakanlık, Meclis Başkanlığı, Başbakanlık yaptı. Ama memleketin, halkın durumuna hiç dikkatle, ilgiyle, üzülerek bakmamış. Devletin ayakta kalmasının bile marifet olduğunu hiç kavramamış. Binbir güçlükle sağlanabilmiş maddi gelişmeleri bir yabancı soğukluğu içinde küçümseyip eleştiriyor. Sosyal, kültürel, hukuki, insani gelişmeleri yok sayıyor. Belli de bunların önemini hiç 376 Üçüncü Bölüm
anlamamış. Birine bile değinmiyor. Laikliği savunmuyor. Çok par tili hayata geçiş dönemindeyiz. Fethi Bey'e muhalefet yapmak gö revi düştü. Fethi Beyin bu geçiş döneminde ölçülü, örnek olması, olgun davranması gerekmez mi? Tersine Meşrutiyet dönemindeki gibi sert parti çatışmalarını başlatacak bir üslubu var. Korkarım bu tutumu ve aceleciliği ile bu güzel girişimi tehlikeye sokacak." CHP tedirgin olmuştu. 2880
ANKARA-SİVAS demiryolu ile ilgili bütün eksiklikler tamam lanmış, Sivas istasyon binası da bitmişti. Açılış için her yan bayrak larla donandı. Bir gün önce Ankara'dan hareket eden bir özel katar ile İstanbul'dan yola çıkan çıkan iki özel katar, 30 Ağustos günü kısa aralıklarla alkışlar, sevinç haykırışları arasında geldiler, Sivas istas yonunun girişinde arka arkaya durdular. Demiryolcular üç lokomo tifin göğsünü bayrak ve taflanlarla süslemişlerdi. Peronları, istasyon çevresini dolduran otuz bini aşkın Sivaslı ile yola emeği geçenler, bu mutlu ânı bekliyordu. Çoğunun gözleri yaşardı. ilk katardan Başbakan ismet Paşa, Bayındırlık Bakam Recep Peker, milletvekilleri, bakanlık ileri gelenleri, demiryolcular, eğitimciler inmişlerdi. İstanbul katarları istanbul da tatil yapan mil letvekillerini, üniversite hocaları ve öğrencilerini, öğretmenleri, gazetecileri, oda ve dernek temsillerini getirdi. Konuşmalar için istasyonun yakınında yüksek bir kürsü h a z ı r lanmıştı. Kürsü bir i n s a n denizinin ortasında küçücük bir ada gibi kaldı. Saat 15.30'da Sivas Belediye Başkanı, daha sonra Sivas Memle ket Hastanesi doktorlarından Necdet Bey çok heyecan verici, gözleri yaşartan konuşma yaptı. Kürsüye son olarak İsmet Paşa geldi. Konuşması bir saati aşacaktı. Halka hesap verdi, Fethi Beyin eleş tirilerini de yanıtladı. Demiryolu siyasetinin ne demek olduğunu anlattı, özetle dedi ki: "Sevgili vatandaşlarım, sevincinizi anlıyorum. Ben sizden daha heyecanlıyım. Sizi kutlamaya, bütün memleketin sevinmeye değer bir başanya eriştiğini ilan etmeye geldim. Bu noktaya gelmek için yedi yıldan beri ıstırap çekiyorum. Üçüncü Bolum 37
öncelikle şunu söylemeliyim ki bizim siyasetimizin ana hatları, Türk tarihinin gelişimi, ıstırapları ve ihtiyaçları göz önünde bulun durulmaksızın anlaşılamaz. Biz gerekli gördüklerimizi yalnız oku yarak, düşünerek bulup çıkarmadık. Halkımız, ihtiyaçlarını, 25-30 yıllık didinme yıllarında her gün başımıza vura vura dayatmıştır. Milli Mücadele sırasında isyanları bastırmayı ve İnönü başa rılarını sağlayan başlıca vasıta, beş-altı yüz kilometrelik KonyaAfyon-Eskişehir-Ankara demiryoludur. Eğer Erzurum-Ankara de miryolu var olsaydı Avrupa'nın Sakarya seferini göze alması şüpheli olurdu. Büyük Taarruz'dan önce, dost sınırlardan gelecek kağnıları altı ay beklemişizdir. Diyarbakır'dan, Van'dan, Erzurum'dan bir in san kafilesinin Akşehir'e kaç günde geldiğini hiç hesap ettiniz mi? Hesaba hacet yok. İçinizde bunu yaşayıp öğrenmiş kadınlar ve er kekler çoktur|f Büyük Millet Meclisi'nin Gazi'nin başkanlığında toplanan ilk hükümeti, 1920'de, dünyanın bütün ateşleri başına yağarken, yarınki varlığı hazin bir şüphe altındayken, vatandaşlar yalınayak, sopa ile istilacılara karşı koymaya çalışırken, bütün bayındır yerler elden git mişken, hazinesinde bir tek lirası yokken, ilan ettiği ilk programında Ankara'dan Yahşıhan'a demiryolunu uzatacağını söylüyordu. Bütün bu söylediklerim, bu memlekette demiryolu konusunun, 'demiryolu lazım mı, değil mi, yapılmasın demiyoruz' gibi düşün celerden başka bir şey, çok daha fazla bir şey olduğunu göstermek içindir. Milli devlet için demiryolu ihtiyacı, milli bütünlük, milli sa vunma, milli siyaset ve milli bağımsızlığın korunması sorunudur. Milli bütünlük ve milli varlığın çaresi olan önlemleri almak, her düşünce ve ihtiyaçtan önce gelir. Bu önlemin bir gün geciktirilmesi affolunmaz, onarılmaz bir yanlıştır. Sivas'a gelmek için yedi yıl geçti. Sınıra varmak için belki bir yedi yıl daha geçecek. Bu kadar aceleci ve telaşlı olmamıza rağmen ancak 15 yılda çözülebilecek bir sorunun, daha kaç yıl sürünceme de kalmaya tahammülü olduğunu kim, hangi cesaretle ve neye gü venerek iddia edebilir? Lozan'da milli haklar kabul edildi. Fakat Avrupa yoksun bıra kıldığı bütün ayrıcalıkları, Türk milletinin geçireceği mali krizler sayesinde tümüyle geri almak ümidinde idi. Bu bir tahmin değildir. 378 Üçüncü Bölüm
I
Bu sözler benim yüzüme karşı söylenmiş açık düşüncelerdir. Mil li Mücadele alanlarında her millet, esaslı sınavları kendisi vermek zorundadır. Bu nedenle biz Avrupa'nın hitabını, acı bir sınav daveti saydık. Geçireceğimiz mali sınav, çetin bir sınavdı. Ben Lozan'dan döndüğüm zaman Avrupa, Türkiye'nin mali tarihini daima bir bataktan öteki batağa düşmeye mahkûm, içinI den çıkılmaz bir durumda düşünmekte haksız değildi. Ya memleket I kendi imkânlarıyla kalacak, memurun aylığını veremeyen, yanmış m yıkılmış harabeler içinde, hiçbir imar yapamayan durumda, acı ve I umutsuzlukla, kendi kendine çöküp göçecek ya da yaşayabilmek i için Avrupa'nın karşısında diz çökerek, Milli Mücadele'nin bütün I kazançları pahasına ekmek parası arayacaktı. Biz işte bu mâli sınavı vermek zorundaydık. Milli Mücadele'nin bütün sonuçlarını koru yacak, hatta güçlendirecek, memleket içinde herkesin hakkını öde yecek ve bundan başka memleketin imarı ve gelişimi için mutlak işler yapacağız. İşte yedi yıldır Cumhuriyetin verdiği büyük sınav budur. Bundan da fazladır. Uygun şartlarla borç alınabilirdi diye muhaliflerimin söylen diklerini işitmiyor değilim. Bize zararı olmayan şartlarla para geldi de kabul etmedim mi demek istiyorlar? Herhalde uygun şartlarla gelen parayı reddedecek kadar işten anlamaz değilim. Bu gibi iddi alarda bulunanlar bilerek bilmeyerek gerçek dışına düşüyorlar. Haydarpaşa-Ankara-Konya-Adana hattını bir an önce satın almam için beni ısrarla teşvik edenler arasında sayın Fethi Bey de vardı. 1925'ten beri yabancı sermayenin gelmesine elverişli şartlar içinde olmadık. İsyan, savaş olasılığı, iki kez seferberlik, nüfus de ğişimi gibi sorunlarımız oldu. Zor günlerden geçtik. Bu şartlarda sermaye gelir miydi, borç verirler miydi? Borç alarak demiryollarımızı yapmak isteseydik bu güne kadar daha bir metre için kazma vurmamış olacaktık. Bütün sıkıntıları göğüslemişiz, biri ötekinden karışık bütün dış sorunlarımızı çözmüşüz. Memleket içinde milletin savunması, vatandaşın hakkı için lazım olan bütçeyi sağlamışız. Fazla olarak 1.800 km. demiryolunu millete mal etmişiz. Bütün bunlar yanlış imiş, öyle mi? Üçüncü Bölüm 379
Memleketin bütün yükünü bir nesile yüklediğimden şikâyet olunuyor. Bizim bayındırlık işlerine sarf ettiğimiz para yılda yak laşık 30 milyon liradır. Daha yüz yıl boyunca her yıl bu kadar para harcasak yine ihtiyaçları, eksikleri karşılayamayız, açığımız kalır. Bu parayı artıracaksınız ve bunu yüzlerce yıl harcayacaksınız. Yük sek ve medeni, ileri bir millet olmak davası, oyuncak mıdır? Aşar vergisini kaldırdığımız zaman samimi tereddüt ve itirazı köylülerden gördük. Bu kadar büyük vergiden vazgeçilerek devletin nasıl idare olunacağından endişe etmişlerdir. Devlet denilen şeyin ne ile idare olunacağını köy ihtiyarları hiç olmazsa bizim kadar bi lirler. Bu memleketin her köyünde bir başbakan oturduğunu hesap ederek söz söylemeliyiz. Liberalizm memleketimin güç anlayacağı bir şeydir" Yönelecekleri sistemin adını da açıkladı: "..Biz iktisadi olarak mutedil devletçiyiz. Bizi bu yöne sevk eden milletin eğilimidir. Devletçilikten büsbütün vazgeçip her ni meti sermayedarların faaliyetlerinden beklemek bu memleketin anlayacağı bir şey midir? Yıllardan beri yabancı sermaye propagandası milli siyaseti çü rütmek için çalışmaktadır. Geçen yıllarda sermaye getirecek ada mın ileri sürdüğü şartları kabul edebilecek adamın, akşama yiyeceği olmayan, kapısını alacaklıların zorladığı, gözü kararmış biçare bir adam olması lazımdı. Hükümetin başarısı, her ne pahasına olursa olsun milleti böyle bir duruma düşmekten kurtarmış olmasıdır. Vergilerin köylüyü ezdiği iddiasına gelince, aşar döneminde yüz milyonluk bütçenin kırk milyon lirasını, yani yüzde kırkını köylü aşar ve ağnam vergisi olarak verirdi. Şimdi 225 milyon liralık bütçeye köylü arazi ve sayım vergisi olarak yirmi milyon veriyor. Para olarak eskinin yarısı kadar, yüzde olarak eskinin dörtte biri ka dar, yüzde on J>ir. İsmet Paşa'nın aldığı iddia edilen yüksek vergiler konusu da böyle. Türkiye demiryolları sayesinde siyasetçe ve iktisatça en azın dan bir kat daha kuvvetli olmuştur. Vatandaşlarıma eski bir asker olarak serinkanlılıkla söyleyebilirim ki demiryolunun Sivas'a gel mesi ile bu vatanın herhangi bir sınırının savunması bir kat daha kolaylaşmıştır." 380 Üçüncü Bölüm
Konuşması dikkatle dinleniyor, sık sık alkışlarla kesiliyordu. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Katarlar Asya'nın büyük şehri, Anadolu'nun bayındır beldesi olan Sivas'a girmeden önce, esaslı bir görevi yerine getirmek isti yorum." Sesini iyice yükseltti: "Türk işçisi, Türk fenni! Bu yollar Türk işçisinin, Türk fenninin çetiı e muzaffer bir sınavıdır. Mühendislerimize ve bütün işçilerimize vatan minnet tardır." Büyük Zafer dolayısıyla Gazi'yi minnet ve saygı ile anarak, coş kun alkışlar arasında kürsüden indi. Saat 17.00 olmuştu. 289
Birinci Katarın Sivas istasyonuna gelişi
İlk lokomotifin önündeki kurdeleyi kesti. İstim üzerinde bekle yen katarlar, buhar sala sala, düdük çala çala, alkış, sevinç gösterile ri ve gözyaşları içinde, dualar arasında hareket ettiler, makaslardan geçerek üç yoldan ilerleyip istasyona girdiler, yan yana durdular. Göğüsleri süslü lokomotifler buhar salıyor, makinistler, ateşçiler gururla el sallıyorlardı. Hayal gibi bir görünümdü. Üçüncü Bölüm 381
Sivas göğü şimdiye kadar hiç böyle güçlü zafer ve mutluluk çığlıkları ve alkış sesleriyle dolmamıştı. MİSAFİRLER istasyonda ağırlandılar, ismet Paşa, Recep Peker ve Devlet Demiryolları Genel Müdürü ile mühendisler müdürün odasında topladılar. İsmet Paşa'ya önce Sivas'ta yapılacak lokomotif ve vagon tamir haneleri hakkında bilgi verildi. Sivas, demiryolu ağının en önemli merkezlerinden biri olacaktı. Sivas-Divriği'de büyük demir yatak ları olduğu keşfedilmişti. Ağır sanayi kurmak açısından bu büyük bir talihti. Sivas-Erzurum yolu konuşuldu. Yolun 546 kilometre olacağı hesaplanmıştı. Yol uçurum, nehir, dere ve vadileri birçok köprüyle aşacaktı. Erzurum'a kadar 138 tünel açmak gerekiyordu. "Kaç??" f ... "138 efendim." Tünellerin uzunluğu toplam 23 kilometreyi buluyordu. Yolun 75-80 milyon liraya çıkacağının hesap edildiği söylendi. İhale sonuçlanınca yolun yapımına başlanacaktı, ihale işlemleri hayli za man alıyordu. Bu sırada Falih Rıfkı Bey istasyonun büyük holünü dolduran kalabalık içinde, çevresindekilere bir hikâye anlatıyordu: "İstanbul'da mercan balığı az çıkar ve Yahudiler bunu pek severlermiş. Bir gün Hahama gitmişler: 'Ne yapsak da bu balığı Türkler yemese, hem fiyatı artmaz, hem de bize kâfi gelir.' Haham demiş ki: 'Adını bugün Yahudi balığı koyun.' Türkler balıkhanelerde ve dükkânlarda Yahudi balıftı sözünü duyunca güzel mercandan ürker olmuşlar, bu nimet Musevi vatan daşlara kalmış" Hikâyesini şöyle tamamladı:
"Köprü yapmak, bend yapmak, demiryolu yapmak» hatta İşlet mek, bütün bunlar, bunlara benzer işler Cumhuriyet devri gelene kadar Türkler için Yahudi bal I R I idi."
390
Cumhuriyet Tttrkiyesi'nde artık hiçbir şey Yahudi balıftı olma yacaktı* Her iş, her meslek Cumhuriyet vatandaşlarına açıktı. 382 Üçüncü Bölüm
FETHİ BEY İsmet Paşa'nın Sivas konuşmasının özetini akşam radyodan dinlemiş, tümünü sabah gazetelerde okumuştu. Arkadaşlarıyla toplandı. i. Ege bölgesinde kriz dolayısıyla sorunları artan halk yeni partiye ilgi gösteriyordu. Milletvekili seçme ve seçilme hakkını savunaca ğını açıkladığı için kadınların da Serbest Parti'ye destek verecekleri ümit ediliyordu. İsmet Paşa'ya İzmir'ae yapılacak büyük bir mitingte yanıt vermeyi uygun gördü. İzmirlüer ısrarla davet ediyorlardı zaten. Arkadaşları da bu düşünceyi beğendiler. İzmir örgütü daha kurulmamıştı. Ama bir öncü, gönüllü ör güt vardı. Bunlara bilgi verildi, mitinge mümkün olduğu kadar çok insanın katılmasını sağlaması istendi, ö r g ü t Gazi ile Fethi Beyin birlikte oldukları fotoğraftan rozet yaptırdı. Fethi Bey İzmir'e hareket etmeden önce veda için Gazi'yi ziya rete geldi. Ülkenin çeşitli yerlerinden ve de /letin türlü birimlerin den gelen bilgiler Gazi'de toplanıyordu Gazi Fethi Bey'e şu tavsi yede bulundu: "İzmir'de gayet temkinli hareket etmelisiniz. Çok yumuşak ve soğukkanlı açıklamalar yapınız. Mücadeleyi hiçbir zaman çatışma şekline sokmayınız." Son olarak da şunu ekledi: "Herhangi bir zorluk çıkarsa beni derhal haberdar ediniz." Fethi Bey ayrıldıktan sonra, Nuri Conker'e de, 'tatsız olaylara meydan vermemesi için' - y a n i Fethi Bey'in yumuşak ve soğuk kanlı konuşmasını sağlaması i ç i n - İzmir'e gitmesi tavsiyesinde bulundu. İzmir Valiliğine de Fethi Bey'in iyi korunması talimatını verdi. 291
292
ÖĞLEDEN sonra Sadri Maksudi Bey geldi. Türk Dili İçin adlı bir eser yazmıştı. Gazi'den bir sunuş yazmasını diledi. Dil sorunlarıyla ilgili kitaba Gazi bir sunuş yerine genel bir de ğerlendirme yazdı: "Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin mil li ve zengin olması, milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendin Türk dili dillerin en zenginlerindendir Yeter ki bu dil bilinçle işlen sin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır? Bu cümle dilciler ve yazarlar için bir rehber olacaktır. Üçüncü Bölüm 383
ADALET BAKANI Mahmut Esat Bey seçim bölgesi olan İzmir'e Fethi Bey'den iki gün önce gelmişti. İki partiyi tutan gazeteler Fethi Beyin İzmir'e geleceğinin öğrenildiği günden beri kıyasıya bir ka pışma içindeydiler. Başlıklar, yazılar iki yanı da çok germişti. Hava elektrikliydi. Oysa İzmir 9 Eylül gününü Kutlamaya hazırlanmaktay dı. Bu çekişme ve Fethi Bey'in 9 Eylülün arifesinde İzmir'e geliyor olması birçok İzmirlinin canını sıktı. 9 Eylül parti tartışmaları içinde kutlanacak bir gün değildi. Çok büyük bir gündü o . Mahmut Esat Bey bir olay çıkmaması, günün güzelliğinin bozulmaması için Gazi'ye bir telgraf çekerek Fethi Bey'in İzmir'e gelmemesini istedi. Gazi bu isteği Fethi Bey'e duyurdu ama 'gitme' demedi. Fethi Bey'den önce çevre il, ilçe, nahiye ve köylerden trenler le, kamyonlarla, arabalarla İzmir'e pek çok kişi gelmeye başladı. İzmir'de kendiliğinden oluşan Serbest Parti örgütünün iyi çalıştığı anlaşılıyordu. Örgütün başında genç bir doktor vardı, Hayri Üstündağ. İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'ın kardeşi. Biri iktidarın yö neticisiydi, öteki muhalefetin öncülerinden biri. Ne Vali görevden alındı, ne kardeşine baskı yapıldı. Halk pek heyecanlıydı. Gazi'nin yeni kurduğu partinin başkanını karşılayacaklardı. Hepsinin yaka sına Gazi-Fethi Bey rozeti takıldı. Alsancak ve yakınında oturan İz mirliler evlerine çekildiler. Fethi Bey 4 Eylülde gemiyle İzmir'e geldi. Kıyı Fethi Bey'i bek leyen binlerce kişiyle doluydu. Davullar zurnalar çalıyordu. Bu ciddi bir gövde gösterisiydi. "Yaşasın Gazi!", "Yaşasın Fethi Bey!", "Yaşasın Serbest Parti!" diye bağırıyorlardı. Fethi Bey gemiden karaya çıktı. Halkı zorlukla yararak, kıyıda ki İzmir Palas oteline ulaşabildi. İzmir Valisi Kâzım Dirik Paşa'dan bir yazı geldi. Vali Paşa, 'güvenliği sağlamakta güçlük çektiğini, bu nedenle ertesi gün yapacağı konuşmadan vazgeçmesini* istiyordu. Fethi Bey engellemeleri aşarak durumu Gazi'ye bildirmeyi ba şardı. 293
294
GAZİ telgrafı alınca çok öfkelendi: "Bu nasıl iş? İdare tarafsız olmazsa muhalefet nasıl yaşar? Gü venliği sağlamak idarenin başlıca görevi değil mi? Otur, hemen ya nıt verelim." 384 Üçüncü Bölüm
Tevfîk Bey oturdu. Gazi çekilecek telgrafı yazdırdı: "İzmir'de Serbest Parti Reisi Fethi Beyefendi Hazretlerine, Anlıyorum ki sana konuşmanı yaptırmak istemiyorlar. Fakat sen konuşmanı mutlaka yapacaksın ve rastlayacağın herhangi bir engeli derhal bildireceksin." Tevfîk Bey'e emretti: "Bu telgrafın birer suretini hemen şimdi Başbakana, İçişleri Bakanına ve Valiye de gönderin." 294
MİTİNG ve konuşma 7 Eylüle ertelenmişti. Bu erteleme iyi ol madı. 6 Eylül günü boş kalan on binler şehre dağıldılar. Kalabalık bir grup Halk Partisi binasının önünden geçerken, Halk Partililere küfretti. Bir Halk Partili karşılık verince kıyamet koptu. Binaya sal dırdılar. Camları, pencereleri, kapıyı kırdılar, içeri daldılar. İsmet Paşa'nın asılı bir resmine ateş edildi, resimleri yerlere atıldı. Gö revlilerden birinin başını yardılar. Bina önündeki parti otomobilini parçaladılar. Vali ve polis buraya gelirken, bir başka kalabalık da CHP'yi tutan Anadolu gazetesini kuşatmıştı. İçeri girmeye ça lışıyorlardı. Bir silah patladı. Kurşun bir çocuğun başına rastladı, yaraladı. Babası, can çekişen çocuğu hastaneye götürmedi, kucağı na alarak yüzlerce kişiyle İzmir Palas'ın önüne geldi, çocuğu kapıya inen Fethi Bey'in ayaklarının dibine bırakarak bağırdı: "Al emanetini!" Zavallı çocuk Fethi Bey'in ayakları dibinde öldü. Fethi Bey otel önündeki kalabalığı yatıştırmaya çalışırken, Anadolu gazetesinin önündeki kalabalık da "Kana kan isteriz!" diye bağırıyor, gazete bi nasını taşlıyor, camları parçalıyor, içeri girmek için kapıyı zorluyor du, Gazeteciler içerdeydi. Girseler kimbilir neler olurdu. 31 Mart gericilik olayından beri Türkiye'de böyle olaylar olmamıştı. Serbest Parti yöneticileri denetimi kaybetmişlerdi. Binanın önündeki bir avuç polis halkın binaya girmesini önlemek için mücadele ediyor du. Atılan bir taş bir polisin başını yardı. Bir komiser yardımcısı ateş etti. Kavga büyüdü. On beş kişi yaralandı. Jandarma yetişti. Halk jandarmayı da taşladı. Dipçikler çalışınca kızgın, azgın kala balık dağıldı. Gazeteciler kurtarıldı. 2943
2945
2940
295
Türk hukuk devriminin büyük hizmetkârı Adalet Bakanı Mah mut Esat Bey de düşmanca tepkiler üzerine bir karakola sığınmıştı. Üçüncü Bölüm 385
Vali de olayları önlemek için geldiği CHP binasında kalmış, dışarı çıkamıyordu. İzmir işgal altında gibiydi. ' /• '• • Asker ve polis, şehirde düzeni zorlukla sağlayabildi. Gazi'nin özlemle beklediği çok partili hayat İzmir'de böyle başlamıştı. Bir ölü, birçok yaralı, birçok tutuklu. Eski Batı Cephesi Komutanı İs met Paşa'nın kurşunlanan, yerde sürüklenen resimleri... 296
GAZİ, gelen haberler üzerine, "Kâzım Paşa Balıkesir'de ola caktı. Hemen İzmir'e giderek durumu araştırıp sonucu bildirmesini rica edelim.." dedi, "..gelen haberler abartılı olabilir." Hayal kırıklığını belli etmemeye çalışıyordu. Sordu: "Fethi Bey bugün konuşmayacak mıydı?" "Konuşmasını yarına ertelemiş efendim." "Peki." Daha çabuk haber alabilmek için o gün Yalova'dan İstanbul'a döndü. Kâzım Özalp'e bir de mektup yazdı. * 296
MİTİNG için Alsancak stadı ayrılmıştı. 7 Eylül günü Fethi Bey sıkı koruma çemberi içinde geldi. Stad tümüyle dolmuştu. "Yaşa sın Fethi Bey" haykırışlarıyla karşılandı. Hazırlanan yüksek, büyük kürsüye çıktı. Sağında Nuri Conker, solunda Tahsin Üzer yer aldı lar. Kürsünün önünde Gazi'nin çerçeveli, büyük bir resmi yer alı yordu. Fethi Bey'in sesi bu kadar kalabalığa ulaşmıyor, duymayanlar şikâyet ediyorlardı. Nuri Conker, Fethi Bey'in söylediklerini gür sesiyle tekrar ederek herkese ulaştırdı. Fethi Bey İsmet Paşa'nın Sivas konuşmasına yanıt olarak şim diye kadar söylediklerini yineledi: Demiryolları, yedi yıldır hiçbir şey yapılmadığı vb. 297
Alkışlar ve haykırışlar yükseliyordu: "Yaşasın Fethi Bey!" "Kahrolsun İsmet Paşa!" Fethi Bey bir ara başındaki şapkayı çıkarıp gösterdi:^ "Bizim şapkayı çıkaracağımızı söylüyorlar. İftiradır" diyecekti, daha şapkayı çıkarıp da "Bizim şapkayı çıkaracağımızı.." der de mez, biri "Kahrolsun şapka!" d ive bağırdı, birçok kişi., başlarından 386 Üçüncü Bölüm
şapkalarını, kasketlerini yere attı, bazıları atmakla kalmayıp bir de çiğnediler. j Fethi Bey çok şaşırmıştı. Adeta feryat etti: "Hayır, yanlış anladınız, öyle söylüyorlar. Bu doğru değildir, if tiradır. Devrimlerle aynı fikirdeyiz." Acele edenler eğilip şapkalarını, kasketlerini yerden aldılar, tozunu toprağını silkeleyip yine başlarına geçirdüer. Fethi Bey'in her cümlesi, Nuri Conker tarafından tekrar edil diği için miting uzadı, üç saate yakın sürdü. Kalabalık askerin ve polisin dikkati altında olaysız dağıldı. Dışardan gelenler geldikleri araçlarla İzmir'den ayrıldılar. İzmir sakinledi. Serbest Parti yönetimi, binalara saldırılmasını da, İsmet Paşa'ya yapılan saygısızlığı da kınamadı. Yönetime göre hiç kusurları yoktu! Bütün kusur Valinin ve CHP'nindi. Bu yaklaşım fırsatçıları cesaretlendirecekti. 297a
298
MECLİS BAŞKANI Kâzım Özalp 8 Eylül akşamı İzmir'e geldi. On bügiler aldıktan sonra akşam valilikte Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey'i, Vali Kâzım Dirik Paşa'yı, Fethi Bey'i, Garnizon Komu tanı Hüseyin Hüsnü (Erkilet) Paşa'yı, Halk Partisi müfettişi Zühtü (Durukan) Bey'i toplantıya çağırdı. ^ Hepsinin olayları kendi açılarından telgraflarla Gazi'ye bil dirdiklerini öğrenmişti. Çektikleri telgrafları okumalarını rica etti. Hiçbiri yanaşmadı. Çünkü birbirleri aleyhinde ağır sözler yazmış lardı. "Mustafa Kemal Paşa'nın ricası böyle. Okuyalım, tartışalım, gerçeği açığa çıkaralım."
Postaneden telgrafları istedi. lSTANBUL'da Gazi, Y ünus Nadi Bey'e "yemeğe kalınız" demiş ti* İzmir'den birçok telgraf almış, karşılaştırmış, durumu anlamıştı. Yemekte İzmir olayları konuşulduJYunus Nadi Bey bu konuda bir yazı yazmak istiyordu. Gazi ertesi günü Cumhuriyet'te yayımlan mak üzere Yunus Nadi Bey e kısa bir yazı yazdırdı. Bu Gazi'ye yöne lik bir açık mektup olacak, Yunus Nadi Bey'İn imzası île yayımlana cakta Gazi d§ bir güri sonra bu açık mektubu yanıtlayacaktı. Üçüncü Bölüm 387
Serbest Cumhuriyet Partisi'nin ve üyelerinin uyarıya ihtiyaç ları vardı. 299
KAZIM ÖZALP Gazi'ye yollanan telgrafları yüksek sesle oku maya başladı. Okurken bazı sözcükleri yumuşattığı halde büyük tartışma çıktı. Her sözcüğü yumuşatmaya da imkân yoktu. Vali Fet hi Bey için 'ayak takımı ile omuz omuza', Fethi Bey Vali için 'palav racı) Mahmut Esat Bey için 'sarhoş' gibi sözcükler kullanmıştı. Az kaldı dövüşeceklerdi. Dövüşmelerine Kâzım ve Hüseyin Hüsnü Paşalar engel oldular. Hepsini zorlukla oturttular. Tartışma uzun sürdü. Olayları yönetenlerin, yaşayanların hepsi toplantıday dı. Konuşmalar gerçeği açığa çıkardı. Kâzım Özalp durum hakkında bir rapor yazdı. Okudu. Raporu hepsi imzaladı. Kâzım Özalp telgrafı şifreletip acele Gazi'ye yollattı. Sabahı bulmuşlardı. 9 Eylül törenleri başlamıştı. Şehre girer ken şehit olan süvarilerin mezarlarını ziyarete gittiler. Bu güzel güne çirkin olayların gölgesi düşmüştü. 300
O GÜN Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi Bey'in Gazi'ye seslenen açık mektubu yayımlanmıştı. Gazete o gün İzmir'e akşam gelecekti. Ama istanbul'daki parti yöneticileri açık mektubu telaş içinde telgrafla İzmir'e geçtiler. Yunus Nadi Bey kısaca diyordu ki: "izmir'de bir gazetemize saldırıldı, CHP binası taşa tutuldu. Memlekette bize düşen yeni görevlerin önemini anlıyoruz. Yeni par tilerin Sizi kendilerine mal etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Duru munuzu açıklığa kavuşturmanızı istirham ediyoruz? Türkiye Gazi'nin vereceği yanıtı bekledi. YANIT ertesi gün Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. Gazi özetle diyordu ki: "Ben Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanıyım. CHP, Anadolu'ya ilk ayak bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk C e m i y e t i n i n deva mıdır. Bu kuruluşa tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmek için hiçbir se bep ve icap yoktur ve olamaz. 388 Üçüncü Bölüm
İşaret olunan olaylar arasında bir gazete idarehanesine ve CHP merkezine her ne sebep ve suretle olursa olsun, vukubulmuş teca vüzlerden ve hükümet ricaline ve otoritesine karşı, bazı idraksizler tarafından yapılan çirkin tecavüzlerden çok müteessir olduğumu tahmin etmek güç değildir. Bu teessürümü akan kanlar ve zayi olan hayat şiddetlendirmiştir. Bu gibi mütecavizler ve tahrikçiler Cum huriyet kanunlarının takiplerinden tabii kurtulamazlar." GELİŞEN olaylar Fethi Bey'in bu açıklamanın ciddi bir uyarı olduğunu anlamadığını, kavramadığını gösteriyordu. Fethi Bey muhalefeti Meclise taşıyacağına, üç hafta sonra, Ekim başında yapılacak olan belediye seçimlerine apar topar katıl maya karar verdi. Oysa daha Ankara'da parti genel merkezini bile kurabilmiş değillerdi. izmir den Manisa'ya geçti. Aydın'a gitti, Akhisar'a, Menemen'e uğrayıp konuştu. Balıkesir'de uzun bir konuşma yaptı. Akhisar'da dini yazılarla, Balıkesir'de yeşil bayraklarla, ilahilerle karşılanmış, soruşturma açılmıştı. Balıkesir'de bir şeyhin, hâlâ tekke olarak kul landığı iddia edilen evinde kaldı. Bu gezinin yankısı çok oldu. 301
302
ETKİSİ DE çok olmuştu. Devrime karşı olan bazı kişiler ve gruplar Serbest Parti'ye girmeye ya da ondan yana görünüp kendi düşünceleri doğrultusunda çalışmaya başladılar. Parti toplantıla rında açıkça hükümetin suçlanması, kadınların yüzlerinin açıldı ğından, zorla şapka giydirildiğinden söz edilmesi din devletine dö nülmesini isteyenlere cesaret veriyordu. Devletin güçsüz, çaresiz göründüğü bir ortam oluşmuştu. Dincilerin gizli toplantıları artmıştı. Derviş Mehmet'in çok gü vendiği altı arkadaşı vardı. Harekete geçmeye, uygun bir zamanda yangını başlatmaya karar verdi. Bunun için Menemen'i seçmişti. Orada birkaç tanıdık vardı. Hükümete el koyar, durumu İstanbul'daki Şeyh Esat Hocaya telg rafla bildirirdi. Sonra ne yapılacağına o karar verirdi.* * 02
Üçüncü Bölüm 389
İSMET PAŞA İstanbul'da Gazi ile durumu değerlendirdi. Cumhuriyete ve devrimlere karşı doğuda, batıda tavır almış, karşı çıkmış, tanınan, bilinen insanların, Serbest Parti'de barınak buldukları görülüyordu. Bu ciddi bir sorundu. Tîırk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi Bey Serbest Parti'nin kuruluşunu bir yazı ile selamlamış, halka "Bu denetim se sini koruyacaksın!" diye seslenmişti. Bazı Türk Ocağı yöneticileri ve üyeleri, belki de bu seslenişin etkisiyle, derneğin tüzüğüne aykırı olarak, siyasete karışmışlardı. Serbest Parti için çalışıyorlardı. Siya sete karışmaları, Ocakların birleştirici görevine bütünüyle tersti. İzmir ve sonrasındaki olaylar Gazi üzerinde ürkütücü bir etki yapmıştı. "Her şeye yeniden başlamak zorunda kalınabileceğini" söyledi. İsmet Paşa daha sakindi. "İktidarı da bırakabiliriz, niha yet karşı tarafta güvendiğimiz arkadaşlar var" diye düşünüyordu. Gazi'ye, "Endişe etme. O kadar ileri bir şey görmüyorum" dedi. "O kadar ileridir." İsmet Paşa Ankara'ya dönmek üzere akşam trene bindi. Yolda uyuyamadı. Gazi'ye her yerden haber gelirdi. Boşuna kaygılanmazdı. Olağanüstü bir öngörüsü vardı. Tehlike, olayların güvendikle ri arkadaşların idaresinden çıkıp da bütün memleketi, herkesi zor durumda bırakabilecek hale gelmesindeydi. Böyle bir durum olur muydu, olursa nasıl aşılabilirdi? mS!^ Ankara'da vakit geçirmeden Bakanlar Kurulunu topladı. Yeni durumu ve olayları görüştüler. Partiye çekidüzen vermek, çok par tili hayata alışmak gerekiyordu. Bakan arkadaşlarından 'sabırlı ol malarını' istedi. Ü^BT 303
Kriz dolayısıyla Türk parasının değeri düşüyordu. Milli para siyasetini belirlemek ve yeni yetkiler almak üzere TBMM'nin ola ğanüstü toplantıya çağrılması gerekli görüldü. Durum Cumhurbaş kanlığına arz edildi. Gazi, TBMM'ni 22 Eylül için olağanüstü top lantıya çağırdı.
FALİH RIFKI BEY Yalova nasihatlerine uyuyor, muhalefet ga zeteleri ve yöneticileri ile tartışmaya girmiyordu. Ama Fethi Bey'in yedi yıldır yapılanlardan Mustafa Kemal'in hiç haberi yokmuş gibi davranması ve yeni particilerin Gazi'yi Serbest Parti yanlısı gibi 390 Üçüncü Bölüm
göstermeleri üzerine gazetede 'Politika' diye bir köşe açtı ve pole miklere başladı. İlklerden biri özetle şöyleydi: "Serbest Particiler meğer şöyle sanıyorlarmış: Mustafa Kemal bir gün Anadolu'ya çıkmış, hiç yoktan ordular kurmuş, Türk top raklarını yedi düvelin elinden kurtarmış, kendi partisi ile yedi yıl yetmiş devrim yapmış. Fakat, 'ben hükümet işine ne karışırım, ne isterseniz yapınız' diye, bütün tarihi sorumluluğunu taşımakta ol duğu eserini tanıdıklarına, tanımadıklarına teslim etmiş. Bu kimseler ondan habersiz, mali, siyasi, iktisadi, içtimai bin lerce teşebbüste bulunmuşlar. Vatanın, buhran ve zulüm içinde yı kılıp gittiğini gören M. Kemal, Ah şu memleketi, şu milleti kim kur taracak?' diye bir kurtarıcı bekliyormuş." Falih Rıfkı Bey "Kurtarıcı olarak Fethi Bey çıkageldi" diye yaz dı, sonra Fethi Bey'le alay ediyor olmamak için bu cümleyi sildi, kurtarıcı diye Arif Oruç gibilerin adlarını saydıktan sonra yazısını şöyle bitirdi: "Eski düşman orduları Müslüman ordularını şaşırtmak için mızraklarına Kuran takarlardı. Halk Partisi'ni taşlayan Cumhu riyet ve düzen düşmanları yakalarında M. Kemal'in resmini taşı yorlar!'™* § FETHİ BEY iktisat işleri yanında, adliyeyi de eleştirmiş, yavaş çalıştıklarını ileri sürerek mahkemelerin gözetim ve denetim altın da tutulması gerektiğini söylemişti. Hâkimlerin bağımsızlıklarına aykırı düşen bu öneri Mahmut Esat Bey'i çok kızdırdı. Öfkesini artıran bir konu daha vardı. Borç luyu borcundan ötürü hapsetmek ilkel bir cezaydı. Uygar ülkelerde bu ceza çoktan kaldırılmıştı. Yeni İcra ve İflas Kanunu'nda da borç luya hapis cezası verilmesi kaldırılarak uygar anlayışa uyulmuştu. Fethi Bey sermaye çevrelerinin etkisi altında, hapis cezasının kal dırılmasına da karşı çıkmıştı. İktidara gelince hapis cezasını geri getireceğini vaadediyordu. Mahmut Esat Bey 17 Eylülde Ödemiş'te, Adalet Bakanı ola rak değil, hukukçu bir milletvekili olarak Fethi Bey'i ağır bir dille eleştirdi. Konuşma tepki topladı. M. Esat Bey İsmet P a ş a ya, "yanlış düşüncelere karşı milletvekili olarak daha serbest mücadele edebiÜçüncü Bölüm 391
leceğini ileri sürerek" Bakanlıktan istifasını verdi. Bu üçüncü istifa girişimiydi. istifası bu kez kabul edilecekti. 305
RUKİYE ile Zehra okullarına katıldılar. Gazi 19 Eylülde Afet Hanım ve Sabiha ile Ankara'ya döndü. Trende son olaylarla ilgili konuşmak isteyen arkadaşlarını sus turdu. Durgun bir hali vardı. Afet Hanım ve Sabiha izin alarak er kenden kompartımanlarına çekildiler. "Galiba çok tatsız olaylar oluyor Sabiha." "Evet, neşesi kaçtı." "Kaçmaz mı? Söylenen doğruysa Balıkesir'de Fethi Bey'i yeşil bayraklar ve tekbirlerle karşılamışlar. Bazıları fesi, eski yazıyı, hatta hilafeti geri getireceklerini söylüyorlarmış." "İnanmıyorum!" Tren çığlık atar gibi acı acı düdük çaldı. ERTESİ GÜN Meclis toplanacaktı. Milletvekilleri Ankara'ya gelmekteydiler. Bir kısmı Ankara Palas'ın arkasındaki geniş, güzel bahçede oturdular. Süreyya Yiğit, Serbest Parti'den yakınarak "İrticayı hortlatacaklar" dedi. Yakup Kadri Bey "Kimseye kızma." dedi, ".laik Cumhuriyet anlayışını halka yaymayı başaramadık." Süreyya Bey içerledi: "İnsaflı ol. Altı-yedi yılda on dört milyon insanı nasıl eğitirsin? Elli bin okul yaptırmak, elli bin öğretmen yetiştirmek gerek. Kıy tırık bir bütçeyle ve bu kadar kısa zamanda bu başarılabilir miy di? Bence Gazi bu işte acele etti." Dr. Reşit Galip bahçeye girdi, bakındı, kalabalık bir masayı gözüne kestirdi, otur du. Masada oturanlara açıklama yaptı: "Gazi'nin ricası üzerine Serbest Parti'ye geçmiştim. Bu parti bana çok ters geldi. Geri döndüm" Şükrü Saraçoğlu da masasındaki mil letvekillerine, "Halktan oldukça uzaklaşmış durumdayız." dedi, "..Seçimde zorluk çeke392 Üçüncü Bölüm
Süreyya Yiğit
biliriz* Parti kendini toparlamalı. Yerel örgütlere halkın partisi ol duğumuzu hatırlatmalıyız! Bazılarına bakarsan, onlar halka hizmet için değil, halk onlara hizmet için var." 22 EYLÜL günü Meclis olağanüstü olarak toplandı. Türk para sının değerini korumak için hükümet ek yetkiler istiyordu. Başbakan İsmet Paşa, Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu konuştu lar. Sonra CHP'nin desteği ile Gümüşhane'den milletvekili seçilen Fethi Bey kürsüye geldi. Sakin bir dille eleştiride bulundu. Kendisi ne Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile Celal Bayar yanıt verdiler. Tasarı muhalefetin de olumlu oylarıyla kanunlaştı. Meclis içi ilişkiler kavgasız, düzeyli bir biçimde başlamıştı. Bazı bakanlıklardaki boşalmalar dolayısıyla İsmet Paşa istifa etti. Gazi tarafından yeniden Başbakanlığa atandı. Yeni Bakanlar Kurulunu kurdu. Yeni hükümetin programı 2 Ekim günü Meclis'te görüşüldü. Fethi Bey liberalizmi savundu. Yeni İktisat Bakanı Mustafa Şeref Özkan söz aldı. İsmet Paşanın Lozan'dan tanıdığı ve güvendiği biri, bir bilim adamıydı. Fethi Bey'i yanıtlarken kamuoyunu da devletçi lik konusunda aydınlatan önemli, geniş, sakin, öğretici bir konuş ma yaptı. Devletçiliğin özünün milli iktisat olduğunu belirtti. Bu konuşma iktisat siyasetinin daha kapsamlı bir biçimde devletçiliğe yöneleceğini gösteriyordu. 305a
3050
Parti Genel Sekreterliğine Saffet Arıkan ın yerine daha pratik olan Recep Peker getirildi. 1. UMUMİ MÜFETTİŞLİK Güneydoğu için beş yıllık bir ıs lahat programı yapmıştı. Bütçenin izin verdiği oranda yollar, köp rüler, okullar, sağlık merkezleri açılıyordu. Dersim ele alınamamış, genel silah toplama sağlanamamış, uygarlık kurumları yaygınlaştırılamamıştı. Dersim'de Hozat ve Nazimiye yollarının yapımı sürüyordu. Ancak Pülümür'de bir okul yapılmıştı. Programın aksamasının nedeni, Dersim'de Pülümür aşiretleri nin ayaklanması, Irak sınırında İngilizlerin, Suriye sınırında Fran sızların Türk sınırı içindeki aşiretleri olumsuz etkilemeleriydi. AsÜçüncü Bölüm 393
ker Pülümür ayaklanmasını bastırırken, Umumi Müfettişlik de sınır aşiretleri ile ilgileniyordu. Gazi de, İsmet Paşa da barışçı yolları tüketmeden, beylerin, ağaların, seyitlerin sömürdüğü, bilgisizlik içinde yüzen dertli Der sim üzerine askeri bir hareket yapılmasına karşıydılar. "Dersim konusu ileriye bırakıldı. 3050
3050
BELEDİYE seçimi 502 yerde yapılacaktı. Üç yenilik vardı: Se çim tek dereceli olacaktı, kadınlar da seçime seçmen ve aday olarak katılacaklardı ve ilk kez iki partili bir seçim yaşanacaktı. CHP örgüt leri kendi bölgerinde Serbest Parti'nin örgütlenip örgütlenmediğini bildiriyor, örgütlenmeye başlamışsa yöneticiler, öncüler hakkında hem parti merkezine, hem İçişleri Bakanlığına bilgi veriyorlardı. Serbest Parti 502 yerin 101'inde örgütlendi. Bazı yerlerde kadın adaylar da gösterilmişti. Mesela İstan bul'da CHP listesinde 8, Serbest Parti listesinde 4 kadın aday yer alıyordu. Sabiha Sertel bağımsız olarak adaylığını koydu. Serbest Parti örgütlenmeye vakit bulamadığı için başkent Ankara'da seçime katılamadı. Seçimler Ekim başında başladı. Serbest Parti'nin katıldığı bir çok yerde olaylı, tartışmalı, dövüşlü geçti. Katılım oranı düşüktü. İçişleri Bakanlığı Serbest Parti'nin 502 belediyeden 22'sini kazandı ğını açıklayacaktı. Sonuç Fethi Bey'i memnun etmemişti. Seçimle ilgili şikâyetle rini Kasım ayında İçişleri Bakanı hakkında gensoru vererek Meclis'e taşımaya karar verdi. 306
307
308
309
YUNAN BAŞBAKANI Venizelos İsmet Paşanın davetini ka bul ederek, eşi, Dışişleri Bakanı, görevliler ve gazetecilerle birlikte 26 Ekimde İstanbul'a geldi. Törenle karşılandı. Ankara'ya hareket etti. ^Ankara'da daha büyük bir törenle karşılandı. İsmet Paşa kar şılamaya Mevhibe Hanım'la gelmişti. Venizelos Yunan ordusunun ele geçirmek için çalıştığı Ankara'nın büyükçe bir kasaba olduğunu duymuştu. Şimdi modern bir başkent olmuştu. Gazi ile de konuştu. Gazi hakkında Fransız Büyükelçisi Kont C h a m b r u n e saygı içinde şöyle diyecekti: 394 Üçüncü Bölüm
"Çok büyük bir insan!" Gazi'nin özellikle barışçılı ğına hayran olmuş, Türk-Yunan dostluğuna verdiği önemden çok etkilenmişti. İncelik dolu sözleri dinlerken içinden -herhaldebüyük bir pişmanlık geçiyordu. İzmir'e çıkardığı ordu İzmir ve çevresinde utanılacak kıyımlar yapmış, kaçarken, Anadolu'nun en mamur bölgesi Ege'yi yakıp yıkmıştı. Ankara'da bir antlaşma, bir protokol, bir de sözleşme imzalan dı. Antlaşma sağlam bir Dostluk Antlaşmasıydı. Protokol iki tarafın deniz kuvvetleri yarışını durdurmak amacıyla deniz kuvvetlerininin sınırlandırılması hakkındaydı. Sözleşme Oturma, Ticaret ve Denizcilik Sözleşmesiydi. Şerefine ziyafetler verildi. Cumhuriyet bayramı yine coşkuyla kutlandı. Geçit töreni sırasında şeref tribününde yer aldı. Tribünde yeni bir devlet ileri geleni daha vardı. Muhalefet Partisi Başkam Fethi Okyar. f § Venizelos Türk ordusunu temsil eden birlikleri dikkatle izledi. Pangalos ya da Kondilis'in bir delilik yapıp da Türkiye ile savaşa kalkışmadıklarına şükretti. Geçenler belli ki çok disiplinli, güçlü, gururlu bir ordunun temsilcileriydi. Yüz kez savaşsalar yüz kez de Türkler galip gelirdi. Otuz uçak oldukça alçaktan uçarak geçtiler, herkesi heyecana verdiler. Venizelos Cumhuriyet balosuna eşiyle katıldı. Baloya Associa ted Press muhabiri Miss Doroty Ring de katılmıştı. Gazi'ye şu so ruyu sordu: "Türkiye'nin hangi bakımlardan Amerikanlaşması düşünülü310
311
311a
yon Bu aptal soruya Gazi şu yanıtı verdi: "Türkiye bir maymun değildir, hiçbir milleti taklit etmeyecek tir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batı lı la saçaktı r, o sadece özleşecektirP 12
Üçüncü Bölüm 395
Başbakan Venizelos 1 Kasım günü İstanbul'dan törenle uğurlan dı. Mutlu gitti. Türkiye ile Yunan dostluğu başlamıştı. Kıbrıs olayları çıkana kadar bu dostluk yıllarca sarsılmayacak, gelişecekti. 313
1 KASIM günü Gazi Meclis'in üçüncü dönem 4. toplantı yılını bir konuşma ile açtı. Salon, localar ve balkonlar doluydu. Serbest Partili milletvekilleri başlarında Fethi Bey birarada oturdular. Din leyiciler arasında yine birçok hanım bulunuyordu. Herkes Meclis e saygı gereği koyu renk giyinmişti. Gazi frakının içinde pek sağlıklı, genç ve dinç görünüyordu. Saçları avizelerin ışıkları altında parlıyordu. Bir hanım "Altından bir taç gibi" dedi. Gazi çeşitli konulara değindi. Başarıyla biten Ağrı harekâtı için orduya teşekkür etti. Dünya krizine ve Türkiye'de yarattığı sorun lara değindi. Alınan önlemleri belirtti. Her konuda tasarrufa de vam edilmesini istedi. Demiryolunun Sivas'a ulaşmasını 'önemli bir olay' olarak niteledi ve şöyle dedi: "Bu kadar zorluk içinde vatanı bir misli daha genişletmeye ve kuvvetlendirmeye yardımcı olan bu eserin gelecek Türk nesilleri ta rafından şükranla yad olunacağına eminim." Halk Partili milletvekilleri alayla Fethi Bey e baktılar. Fethi Bey renk vermedi. Saygıyla dinlemeyi sürdürdü. Gazi çok partili hayata geçişle ilgili olarak, uyarı niteliğinde bir konuşma yaptı: "Siyasi hayatımızda yeniden partilerin ortaya çıkması, mem lekette belediye seçimlerinden önceki yakın günlerde vuku buldu. Bu münasebetle dikkate değer safhaların şahidi olduk. Bu gözlem lerin verdiği tecrübelerden, Türk milleti, Cumhuriyetin devamlılığı ve gelişmesi için istifade etmelidir. Siyaset sahasında karşılıklı fa aliyetin feyizli gelişmeleri, ancak vatandaşlar arasında düşmanlık meydana gelmesine yer verilmemesiyle temin olunabilir. Bunun çareleri, partilerin içine girebilecek gayr-i samimi ve gizli maksatlı unsurların, kanun üstünde netice isteyen emel sahiplerinin bütün milletçe nefret verici görülmesi ve bir de Cumhuriyet esası üzerin de çalışan partilerce bu gibilerin faaliyetinden daima uzak kalın-
maşıdır? Basın için de şöyle dedi: 396 Üçüncü Bölüm
"Memlekette kalem hürriyetinin de, demokrat bir idareye layık vakar ile kullanmakta daha dikkatli bulunulacağını ümit ederim. Hürriyet suiistimalinin doğurduğu birçok felaketleri çekmiş olan bu D memlekette, bu dikkate bilhassa lüzum olduğu kanaatindeyim." Dışişleri Bakanı Dr. Tevfîk Rüştü Aras'ı özenle ağırlayan Sov yetler Birliği'ne teşekkür etti. Yunanistan ile imzalanan Dostluk Anlaşmasını övdü. TBMM'nin memleketin düzeni, iç ve dış güvenliği ve dokunul mazlığı için en büyük güvence olduğunu belirterek sözlerine son verdi. Coşkun ve sürekli alkışlar arasında kürsüden indi.
314
FETHİ BEY ile Gazi, 13 Kasıma kadar birkaç kez buluşup gö rüştüler. Gazi Meclisi açış söylevinde de Serbest Parti ye uyarıda bulunmuştu. Fethi Bey ve yakın arkadaşlarının bu uyarıyı da an lamadıkları görülüyordu. Sorunları Gazi'nin Halk Partisi Başkanı olmasıydı. 'Parti Başkanlığından istifa et' diyemiyorlardı ama iste dikleri buydu. Bir ara Fethi Bey Gazi'ye ömür boyu Cumhurbaşkan lığı gibi diktatörlüğe özgü bir öneride bulunarak bu yolla bir çözüm aramış, şiddetli tepki g ö r m ü ş t ü .
3144
Gazi'nin gidişten şikâyeti artıyordu. İsmet Paşa'ya durumu "Yanıyoruz!" diye özetlemişti, ö z e l Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak'a da dedi ki: "Yapacağımız şey basittir. Devlet Başkanlığından çekilmek ve partinin başına geçmek, Serbest Parti'deki arkadaşlarla birlikte, il
kin, beliren anarşi ve gerilik istidatlarını ortadan kaldırmak? Bu düşüncesini sürpriz olmaması için Fethi Bey'e de açıkladı: "Ben Cumhurbaşkanlığından ayrılarak partimin başına geç meyi düşünüyorum. Ben Halk Partisi Başkanı, siz de partinizin Başkanı olarak, prensipler etrafında mücadele ederiz." Fethi Bey'in yüz kasları gerildi: "Bu kabil değil." "Kabildir. Niye olmasın?" "Bu prensipler etrafında mücadele değil, sizinle karşı karşıya gelmek olur. Bu imkânsız bir şey* Partimizi kapatırız." Üçüncü Bölüm 397
"Hayır! Zannettiğin tarzda karşı karşıya gelecek değiliz, inan dığımız bir dava uğruna, yan yana, arkadaşça yürüyeceğiz, birbiri mizin gayrederini tamamlayacağız." Görüşme bir sonuca varmadı. Fethi Bey 'partiyi kapatırım* di yordu. Gazi son olarak, "Bu düşüncenizi düzelteceğinizi, muhalefe te devam edeceğinizi ümit ederim" dedi. 314b
BİR ŞEYLER iyi gitmiyordu. Gazi İsmet Paşa ile görüşerek bü yük bir yurt gezisine karar verdi. Bu geziyi karma bir kurutta bir likte yapacaktı, ön hazırlık için gündüzleri zaman zaman Genel Sekreter Recep Peker ve Bakanlık yetkilileri ile görüşüyordu.Sayfa lar dolusu not alıyor, not yazdırıyordu. Gerektikçe İsmet Paşalara gidiyor, çalışma odasına kapanıyorlardı. Akşamları ise genel olarak tarihçiler ve dilciler ile birlikte olu yordu. Bu merak verici konuşmaları Afet Hanımla birlikte ara sıra Sabiha da izliyordu. Türk Tarih Heyeti birçok yabancı kaynağa dayanarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı 600 sayfalık bir eser hazırlamış, tartı şılması, değerlendirilmesi için 100 tane bastırılarak tarihçilere ve ilgililere dağıtılmıştı. On bir bölümden oluşan eser Türk tarihini en eski çağlardan Cumhuriyete kadar anlatmakta idi. Bu kitapla yeni bir tez atılmıştı ortaya. Tarih Tezi diye adlandırılan bu tez özetle şöyleydi: "Tarihin en eski devirlerinden başlayarak Orta Asyadan do ğuya, batıya, güneye, kuraklık ve ekonomik nedenlerle büyük göç ler olmuştur. Bu göçmenler brakisefal alpin tipte [yani Avrupalı lara benzeyen, ikinci sınıf bir ırk olmayan] ve Türkçe konuşan insanlardır. Bunlar gittiklere yere ileri bir uygarlığı da birlikte götürmüşlerdir!^ ^ Tez yabancı ve dikkate değer kaynaklara dayanıyordu. Tarihi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ile başlatan kısır impara torluk tarihçiliğinin dönemi kapanmıştı. Osmanlı, Türk tarihine de, Anadolu tarihine de, dünyada olup bitenlere de merak duymamıştı. Gazi ve tarihçiler, bu tezle, Türkleri uzun zaman aşağılık duygusu na sürükleyen kısır, sınırlı tarih anlayışına isyan ediyorlardı! 1
Gazi kazı yapacak, Anadolu ve Türk uygarlıklarını araştıracak, tezi bilimsel olarak işleyecek ve geliştirecek, gerekli eski-yeni dil398 Üçüncü Bölüm
leri öğretecek bir bilim kurumu kurmayı düşünüyordu. Daha tam olgunlaştırmadığı için düşüncesini açıklamıyordu. Sadece Afet Hanıma çıtlatmıştı. 15 KASIM Cumartesi günü Meclis'te Fethi Bey'in verdiği 'se çimlere yolsuzluk ve fesat karıştırıldığı, seçmenlerin oyunu kullan masına engel olunduğu' hakkındaki gensoru önergesi görüşülecek ti. CHP'nin de Serbest Partililerin^seçimler sırasındaki hareketleri, propagandaları hakkında birçok şikâyeti vardı. CHP irtica koalisyo nunun Serbest Parti'yi kullandığını, Fethi Bey'in bu konuda gerekli dikkati göstermediğini düşünüyordu. Şikâyetler çarpışacaktı. Hava gergindi. Gazi de Cumhurbaşkanı locasında yerini aldı. Fethi Bey kürsüye geldi. Sakin, düzeyli bir üslupla konuşma ya başladı. "Serbest Cumhuriyet Partisi, Büyük Gazi'nin teşvik ve tasvibi ile Büyük Millet Meclisi'nde murakabe (denetim) hayatını uyandırmak için meydana çıkmıştır" dedi. Hakkı Tarık Us oturdu ğu yerden "Fakat öyle yapmadınız!" diye seslendi. Görüşmeyi dinleyici balkonundan izleyen ö z e l Kalem Müdü rü Hasan Rıza Soyak o ânı anılarına şöyle yansıtacaktı: "Bu hatırlatma üzerine Serbest Parti lideri çok güç duruma düşmüştü. Meclis içinde murakabe hayatını uyandırmak için ku rulmuş olan bir parti liderinin, aradan daha 10 gün geçmeden, o zamana kadar yapılan işleri, Meclis dışında, gittikçe sertleşen bir dil ile tenkide başlayıp, bunların memleketi bir çıkmaza süreklediğini mütemadiyen iddia ve tekrar eylemesini, büyük halk kitlelerini heyecana getirecek nutuklar vermesi gibi aşırı hareketlerini, mantık çerçevesi içinde izah edebilmesi gerçekten güçtü." * 314
Fethi Bey soruyu duymazlıktan gelerek atlatmaya çalıştı. Hakkı Tarık Bey ısrar edince dedi ki: "Halkın ayaklanacağını bilemezdim... Bunu tahrikçilere, baldırı çıplaklara yüklemek doğru değildir. Bun da halkın iktisadi sıkıntıdan duyduğu mahrumiyet manası vardır." Güç durumu bu sözlerle geçiştirdikten sonra şikâyetlerini, yer belirterek uzun uzun sıraladı.
315
Konuşması uzadıkta söz atmalar,
itirazlar başladı, gittikçe çoğaldı. Fethi Bey'in sinirlendiği görülü yordu. Konuşmasını bütün belediye seçimlerinin yenilenmesini is teyerek bJtiıdi.
316
Üçüncü Bölüm 399
Fethi Bey'den sonra sekiz Halk Partili mil letvekili söz aldı. Onlar da şikâyetlerini sırala dılar. Vasıf Çınar, Ali Çetinkaya Fethi Bey'i ağır bir dille eleştirdiler. Sonra İçişleri Bakanı Şükrü Kaya söz aldı. Tek dereceli seçim kanununun yeni olduğunu, bu nedenle uygulamada bazı aksaklıklar oldu ğunu kabul etti. Ama seçmenlere baskı yapıl dığını, engel olunduğunu, seçimlere hile karış tırıldığını kesin olarak reddetti. Hiç ayıklama yapılmadan herkesin partiye alındığını, bunun Vasıf Çınar Serbest Parti'nin tüzüğüne de aykırı olduğunu belirtti. Yapılan propagandaların halkı, devletinden, hükümetinden, Cumhuriyetin eseri olan her şeyden soğutacak nitelikte olduğunu söyledi. Fethi Bey'in şikâyet ettiği bazı olaylar Bakanlıkça incelen mişti. Sonuçlar Fethi Bey'in iddialarını desteklemiyordu. Antalya seçimleri ve olaylar hakkında ayrıntılı, belgelere dayalı bilgi verdi. İzmir'i, Manisa'yı ve Balıkesir'i dolaştığını, halkın ikiye bölündüğü nü gördüğünü, birbirleriyle selamlaşmadıklarını anlattı. Sahte bel gelere bir örnek verdi. Beş yüz parmak izi bulunan bir dilekçedeki parmak izlerinin birkaç kişiye ait olduğunun saptandığını açıkladı. Bakandan sonra Fethi Bey yeniden söz aldı. Siniri yatışmış gö rünüyordu. Nükteli, etkili bir konuşma yaptı. Ama konuşma uzayınca söz atmalar, itirazlar, suçlamalar yeniden başladı. Yorulmuş tu. Gittikçe sinirlendi. Direncinin azaldığı görülüyordu. Son birkaç cümlesi olacakları haber veriyordu: "Bizi Gazi'nin şahsına karşı bir parti olarak mı göstermek is tiyorsunuz?.. Gazi'ye karşı çıkmak vaziyeti hasıl olduğu zaman ya pacağımız ilk iş bunun imkânsız olduğunu söylemek ve imkânsız peşinde koşan adamlardan olmadığımızı göstermektir? Fethi Bey daha devam edecekti ama notları birbirine karışmış tı. Konuşmasını kesip kürsüden indif Partisinin birkaç milletvekili tarafından alkışlandı, ötekiler oraya buraya dağılmışlardı. Bakan bir daha söz aldı. Son olarak Vasıf Çınar konuştu. Özetle dedi ki: 317
"Fethi Bey Halk Partisi'ne karşı çıkıyor. Onu yenmek istiyor. Halk Partisi'ne karşı çıkarken, onun Başkanıyla karşı karşıya kalır mı, kalmaz mı? Sağduyusu olan anlar." 400 Üçüncü Bölüm
Çok alkışlandı.
Bir önerge Bakana güvenoyu verilmesini, Fethi Bey'in önergesi ise Bakanın Meclisçe 'kınanmasını' istiyordu. Oylama yapıldı. Oylamaya 231 milletvekili katıldı. 221 millet vekili güvenoyu, 10 milletvekili ise güvensizlik oyu vermişti. Bakan Meclis' e teşekkür etti. H Başkan oturumu kapattı. Saat gece yarısını geçmişti. FETHİ BEY Meclis'te kendilerine verilen odada arkadaşlarıyla toplandı. Partiyi feshetmek düşüncesinde olduğunu bir gün önce açıklayarak arkadaşlarının onayını almıştı. Gazi Halk Partisi Başka nı kaldıkça, bir adım sonrası Gazi ile karşı karşıya kalmaktı. Bu ne kendilerine yakışırdı, ne Türkiye bunu kaldırabilirdi. Gensoruyu tarihe bir not düşmek ve olası suçlamaları karşıla mak için vermişti. Bunu başardığını düşünüyordu, ölü evi sessizliği içinde partinin kapatılması kararını imzalayıp dağıldılar. Çok partili dönem ancak üç ay sürmüştü. Ertesi gün saat 17.00'de Nuri Conker'le birlikte Gazi'ye gittiler. Gazi partinin kapatılmasını uygun bulmadı, inceleme gezisinden dönmesini beklemelerini rica etti, iknaya çalıştı ama kararlarından caymadılar. O gün partiyi kapatma kararını kamuoyuna açıkladılar. 318
319
YAVER okuldan gelen Afet Hanım'a "Gazi Paşa çalışma oda sında sizi bekliyor" dedi. %• "Peki." I Ellerini yıkayıp koşar adım yukarı çıktı. "Hoşgeldin Afet." "Hoşbulduk efendim." "Oturmaz mısın?" "Teşekkür ederim" Çalışma masasının önündeki iskemleye oturdu. Gazi neşesizdi: "Ümitlerimize yazık oldu değil mi?" "Evet. Çok partili hayat başladı diye çok mutluydunuz." "Ama yürümedi, yürütemedik. Anarşinin eşiğine geldik. Çok partili hayata yeniden, ne zaman geçebiliriz, kestiremiyorum. Ama o tarihe kadar demokrasi anlayışını koruyup yaşatmak, özellikle Üçüncü Bölüm 401
İ
*
.fi *Lgençleri demokrasi konusunda bilgilendirmek, demokrasi yolunu açık tutmak için bir şey yapmalıyız. Ortaokul ve liseler için bir Yurt Bilgisi kitabı hazırlayamaz mısın?" "Bilmem ki başarabilir miyim?" "Tabii başarırsın. Bildiklerini yazacaksın. Demokrasi gibi ko nularda ben de sana yardımcı olurum. Çocuklarımıza demokrasi nin özelliklerini, kurallarını öğretelim." "Peki efendim." % "Ben öbür gün gidiyorum Afet. Karşılıklı yapılan yanlışları dü zeltmek, birliği sağlamak, sorunları iyice saptamak gerekiyor. Ben dönene kadar hazırlığını bitir. Lütfen." "Başüstüne." ERTESİ GÜN Eğitim Bakanı Esat Bey, İsmet Paşa'nın emriyle Gazi'yi ziyarete geldi. Elinde kalınca bir dosya vardı. Birçok ülkede halk eğitimi için yapılan çalışmalar ve kuruluşlar ayrıntılı bir biçim de incelenmişti. "Ben bize uygun bir kuruluşu rahmetli Necati Bey'in tasarla yacağını bekliyordum. Çok yazık ki ömrü vefa etmedi. Çalışma için emeği geçenlere teşekkürlerimi iletiniz." "Emredersiniz. Çekoslovakya'da beden eğitimi öğrenimi görmüş olan Vildan Aşir Bey de (Savaşır) bir rapor verdi. Çekoslovakya'daki Sokol (şahin) adını taşıyan kültür merkezlerini geniş olarak anlatıyor. Raporunu 'Türkiye'de de Sokollar gibi kültür mer kezleri kurulamaz mı' diye bitiriyor. Rapor ilgi topladı. Önerdiği kültür merkezlerinin adının halkevi ya da halkınevi olabileceğini belirtiyor" Gazi Halkevi adını çok beğendi.
3193
17 KASIM 1930 akşamı Gazi, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, CHP Genel Sekreteri Recep Peker, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, her ba kanlıktan bir müfettiş ile özel olarak çağrılmış bazı uzmanların katıldığı geniş bir kurul ve ©%el bir tren ile Türkiye gezisine çıktı. Meclis Başkanı, Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri, yöneticiler ve komutanlarca uğurlandı. Bu çapta bir inceleme, araştırma, de netleme, ne daha önce yapılmıştı, ne de sonra yapılacaktır. 320
402 Üçüncü Bölüm
Hasan Saka, Ali Çetinkaya, Cemil Uybadın gibi bazı önemli milletvekillerinin de gezi programı dışında kalan bölge ve şehirleri incelemelerini rica etti. Her durulan yerde ilgili müfettişler saptanan konularda ince leme ve denetim yaptılar. Gazi'nin başkanlığında ziyaretlerde bu lunuldu, yöneticiler, particiler, halk, kuruluş, dernek, kooperatif ve yakın illerin temsilcileri dinlendi, konuşmalar tutanak kâtiplerince kaydedildi. Bazı sorunlar çözüme bağlanıyor, olmazsa sorun gereği için telgrafla Başbakanlığa bildiriliyordu. Yasa gerektiren konular raporlarda belirtilecekti. Yolda konular tartışılıyor, çözümler üre tiliyordu. Gazi her yerde konuşuyor, Serbest Parti'nin neden, nasıl kurul duğu, neden kendini kapattığı konusunda da bilgi veriyor, toplum birliğini yeniden kurmaya önem veriyordu. Tam milletleşmemiş bir toplumda cephelere ayrılmanın nelere mal olduğunu Osmanlının son yıllarında ve Milli Mücadele başında yaşamışlardı. Birliği, uz laşmayı zaferlerin gölgesi altında sağlamışlardı. Yanına Esat Bey'in verdiği dosyayı da almıştı. Fırsat buldukça okuyor, önemli satırların altını çiziyordu. Dünyada halk eğitimiyle ilgili birçok kuruluş ve yöntem vardı. Ama hiçbirini içine sindire medi. Bunlar gelişmiş toplumların kuruluşlarıydı. Yurt şartlarına ve insanımıza uygun bir kuruluş kurmak gerekiyordu. Bu ihtiyacı gezi boyunca sürekli duyacaktı. Dosyayı Dr. Reşit Galip Bey'e verdi: 320a
"Bunu oku, düşün, konuya ilgi duyan arkadaşlarla görüş, ko nuşalım!" "Peki Paşam." Gezi programı şöyleydi: Kayseri, Sivas, Tokat, Turhal, Amasya, Çarşamba, Samsun, gemi ile Trabzon, oradan 1 Aralıkta İstanbul. Gazi bir süre İstanbul'da kalarak birçok kuruluşu ve kurumu ziyaret etti. Kurul üyeleri de incelemelerini sürdürdüler. 3 ARALIK 1930'da Yüksek İktisat Meclisi Ankara'da toplantıya çağrıldı. Meclis, üyelerinin çoğunun özel kesimden geldiği karma bir kuruldu. İktisat B ^ a m Mustafa Şeref Bey Yüksek İktisat Meclisini açtı. Devlet fa ' • nki genel değişimi sakin, öğretici üslubuyla açık ladı, üze&c dedi ki: Üçüncü Bölüm 403
%
"Dün devlet teşkilatı içinde bu kurul gibi bir birim yoktu. Bugün ise siz, yasal bir varlıksınız. Bu fark devletin görmeye çalıştığı görevlerin ni teliği hakkında derin bir değişim olduğunu göste rir. Devletin görevlerinde gün geçtikçe değişimler olurken devletin jandarma devleti olarak kalması mümkün değildir. Bugün bir devlet tam teşekkül etmiş sayılabilmek için iktisadi birimlerle dona- Mustafa Şeref tılmış olmalıdır. Bugünün devleti iktisat devletiÖzkan dir. İktisat millet ve memleketin maddi, manevi ve ahlaki ilerleme şartlarının dayandığı esastır. İktisadi birimlerimiz İ gelişecektir. Çünkü modern hayatta bu gelişme olmadıkça yaşamak kabil değildir." 321
DERVİŞ MEHMET ve adamları, 6 Aralık günü Manisa'dan ay rıldılar. Bunlar Manisa'dayken sakal bıyık bırakmışlar, bir kahveyi sık sık toplandıkları bir tekke haline getirmişler, kahve kapatılınca Tatlıcı Hüseyin'in evinde buluşmuşlardı. Derviş Mehmet Menemen'e ne için gideceğini toplantılara ka tılanlara söylemişti. Manisa'dan Giritli İsmail ile Bıçakçı Mustafa'nın verdiği iki silahı alarak ayrıldılar. Bazı kişiler de silahlanıp arkalarından ge leceklerini vaadetmişlerdi. Altıncı adamı Recep yolda ayrılıp kaç tı. Beş arkadaşı kaldı. Paşaköy'de üç gün kalıp yeni silahlar tedarik ettiler. Kaldıkları köylerde esrarlı sigara içerek ve zikrederek iler lediler. Son olarak Bozalan köyüne geldiler. Derviş Mehmet bir zi kir sırasında coşarak Mehdiliğini ilan etti. Şeriatın geri geleceğini müjdeledi. Yanındaki beş esrarkeş de Derviş Mehmet'i huşu için de onayladı. " Mehdi demek bütün insanlığı mutluluğa erdirecek olan, doğru yolu bulmuş, seçilmiş kişi demekti. Mehdi'ye kurşun işlemeyeceğine, Mehdi'nin ölmeyeceğine inanılırdı. 321
Çukurköy'den geçerek 23 Aralık günü Menemen'de olacaklardı. GAZI Trakya gezisinden önce, kurul üyelerini Dolmabahçe'de büyük bir masanın başında topladı. Sorunlar ele alınıp tartışıldı. Kü çük sorunlardan yola çıkarak derdin esası saptanmaya çalışıldı. Der din esası cahillik .yoksulluk, devletin acemiliği ve dünya kriziydi. 404 üçüncü Bölüm
Bir sorun olarak, yönetimlerin yasakçı anlayışı da dikkati çek mişti. Sorunu çözmektense yasağa sarıldıkları ya da işlemi sürün cemede bıraktıkları anlaşılıyordu. İşini ve halkı sevmeyen, mızmız, astını ezen, üstüne dalkavuk, kırtasiyeci, zorluk çıkarmaktan zevk alan memur tipi can yakıyordu. Birçok yerde dinamik, işbitirici, hal ka saygılı ve yardımcı yöneticilerin yokluğu hemen belli oluyordu. Sorunlar ve öneriler görüşülüp yazıldı. |19 Aralık günü Trakya'ya gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldılar. 20 Aralıkta Alpullu, Kırklareli, Çorlu'da oldular. Yolculuğa otomo billerle devam ettiler. Köylerde dura dura 21 Aralıkta Edirne'ye gel diler. 22 Aralıkta Edirne'de incelemelere ve görüşmelere başladılar, DERVİŞ MEHMET ve beş adamı 23 Aralık günü sabah na mazından önce Menemen'e geldiler. Başlarında külah, arkalarında cüppe vardı. Menemen Menemenliler ile göçmenlerin yaşadığı, dört-beş bin nüfuslu, Milli Mücadele'de kıyım görmüş dertli bir ilçeydi. İlçede, çok küçük bir jandarma birliği ile şehrin oldukça dışında 43. Piyade Alayının kışlası bulunuyordu. Müftü camisinde sekiz-on yaşlı kişiyle sabah namazını kıldı lar. Derviş Mehmet namazdan sonra kendini Mehdi olarak tanıttı, dini korumaya geldiğini, yetmiş bin kişilik Halife ordusunun da yolda olduğunu bildirdi. Müezzin minareye çıkıp aldığı müjde şere fine bir el ateş etti ve yaklaşan Halife ordusunu beklemeye başladı. Mehdi Derviş-Mehmet camideki yeşil sancak-ı şerifi alıp, öğleye kadar bu sancağın altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söyledi. Sancağı bir Menemenlinin hükümet meydanının ortasında açtığı çukura dikti. J Sancağın çevresinde dönerek tekbir getirmeye, zikretmeye başladılar. Arada bir duruyorlar, Derviş Mehmet konuşuyordu: "Ey Müslümanlar! Ne duruyorsunuz? Halife Abdülmecit sınıra geldi, sancak-ı şerif çıktı, gelin altında toplanın, şeriat isteyelim!" Esnaf dükkânlarını açıyordu. Çevrelerinde kimi etkilenen, kimi meraklı bir kalabalık toplandı. "Şapka giyenler kâfirdir! Yakında fes giyilecek!" Etkilenenlerden bazıları Mehdi'yi dinlemekle yetiniyordu. Ba zıları zikre katıldı. Bir yazıcı er durumu görünce, koşup Jandarma Komutanını uyandırdı. Yüzbaşı giyinip olay yerine geldi. Gericilere Üçüncü Bölüm 405
nasihatta bulunduysa da etkili olamadı. Piyade alayına telefon et mek için hükümet konağına girdi. Bu sırada kışlada yedek Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay eği time çıkmak üzere birliğini hazırlamaktaydı. Jandarma Komutanı telefonla alaydan kuvvet isteyince, kışlaya gelmiş olan Alay Komu tan Yardımcısı, Asteğmen Kubilay'a, birliğini hemen olay yerine hareket ettirmesini emretti. Asteğmen tabancasını bile almadan birliğiyle hareket etti. Birliğinin erlerinde de yalnız manevra mer mileri buluyordu. Koştular. Olay yerine yakın bir yerde birliği durdurdu. Kendi Derviş Mehmet ve adamlarına yaklaşıp silahlarını bırakmalarını, teslim olma larını istedi. Derviş Mehmet hiç tartışmadı. Bu Cumhuriyetin subayıydı. Hepsin den nefret ederdi. Vatanı kurtarmış olmaları onu hiç ilgilendirmiyordu. Padişah gitmiş, fes gitmiş, medrese, tekke gitmişti ya, bu yeterdi düşman Yedek Asteğmen olmaya. Ânında silahını ateşleyip Öğretmen Kubilay Kubilay'ı vurdu: "Al sana!" Kurşunu yiyen Kubilay yere düştü. Zorlukla doğrulup uzaklaş maya çalıştı ama birkaç adım sonra yığılıp kaldı. Birliği az ilerde bu faciayı izliyordu. Birliğin başındaki çavuşlar kaçınca acemi asker dağıldı. Meydan Derviş Mehmet'e kalmıştı. Bir adamıyla birlikte Kubilay'ı tuttu. Başını taşa dayadı. Kubilay daha canlıydı. Torbasın dan çıkardığı testere ağızlı bağ bıçağı ile Kubilay'ın başını gövdesin den ayırdı. Mehmet'in adamları tekbir çekiyor, bazı rezil seyirciler de bu vahşeti alkışlıyorlardı. Mehmet kesik başı bir iple yeşil sanca ğın sopasına bağlamak istedi. Gayretkeş bir seyirci koşarak ip bulup getirdi. Kubilay'ın kanı akan başını sancağın tepesine bağladılar. Derviş Mehmet elleri ve yüzü kan içinde nutuk atmaya devam etti: "Cumhuriyet bitmiştir../'. Bu haliyle iblise benziyordu.
I
14
406 Üçüncü Bölüm
Çarşı bekçileri Hasan ve Şevki'nin nöbetleri sona ermiş, evle rine gidiyorlardı. Silah ve alkış seslerini duyunca geri dönüp olay yerine geldiler. Kanlı başı, sancağı, zikredenleri gördüler. Durumu kavrayan Hasan silahını çekip ateş etti. Derviş Mehmet'in adamla rından birini yaraladı. Şevki de silahına sarıldı. Deliler Hasan'ı ve Şevki'yi şehit ettiler. Alaydan yollanan makineli tüfek birliği yetiş mişti. Birliğin Komutanı bağırdı: "Teslim olun!" Kan sarhoşu Derviş Mehmet yanıt verdi: "Bize kurşun işlemez!" "Öylemi?" Komutan askerlerine döndü: "Ateeeş!" Tüfekler takırdadı. Mehdi Derviş Mehmet ve iki adamı kalbura dönüp ânında öldüler. Ötekiler çil yavrusu gibi dağılan kalabalığa karışıp kaçtılar. Jandarma ve polis harekete geçti. İki gün sonra ya kalandılar. 322
GAZİ haberi alınca olağanüstü üzüldü ve öfkelendi. Yurt gezi sini kesip İstanbul'a döndü. Olay bütün yurtta, Meclis'te, hükümet te, basında, kamuoyunda sert tepkilere yol açtı. Gerçek dindarları çok üzdü. Dolmabahçe'de Gazi, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 2. Ordu Komutanı Örgenerai Fahrettin Altay ın katılmasıyla bir toplantı yapıldı, irtica kanlı pençesini göstermişti. Gazi üç-beş kişi de olsalar bazı Menemenli lerin bu gaddarlık olayını alkışlamalarını affedemiyordu. İbret için halkın boşaltılarak Menemen ilçesinin yıkılmasını emrettiyse de büyük öfkesi yatışınca emrinde ısrarcı olmadı. * İçişleri Bakanı ile Ordu Komutanının hemen Menemen'e ha reket etmesi, Menemen ile Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde sıkıyönetim ilan edilmesi kararlaştırıldı. Orgeneral Fahrettin Altay Sıkıyönetim Komutanlığına getirildi. Sıkıyönetim Mahkemesi ku ruldu. Büyük bir soruşturma başlatıldı. Van Valisi Bekir Sami Bey (Baran) İstanbul'daydı. Gazi'yi ziya 322
322b
ret etti. Gazi çok üzgündü. Bekir Sami Bey e dedi ki: Üçüncü Bölüm 407
I m ™
"Olayın failleri arasında iki Hasan var. Biri 50 yaşında, biri 18 yaşında. Menemen olayı elbette çok önemli, çok üzücü. Ama beni olayın kendisinden de daha çok üzen 50 yaşındaki Hasan ile 18 ya şındaki Hasan'ın aynı şeyi düşünmüş ve yapmış olmalarıdır. Genç bir insandan bunu beklemiyordum/' 3220
Bazı sanıklar
Şehit Kubilay, Hasan ve Şevki Menemen'de acı veren bir tö renle toprağa verildiler. Devlet adına İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Kubilay'ın mezarı başında konuştu: "Bu şehitlere, devrime ve vatana karşı bu cinayeti işleyenler cezasız kalmayacaktır." GAZİ orduya bir başsağlığı bildirisi yayımladı:
"Kubilay şehit olurken gericilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen'deki ahaliden bazılarının alkışla .olayı uygun buldukla rını belirtmeleri bütün Cumhuriyetçi vatanseverler için utanılacak bir durumdur. Vatanı savunmak için yetiştirilen, her türlü siyaset ve anlaşmazlığın dışında ve üstünde, saygıdeğer bir durumda bulu nan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin, vatan daşlarımızca yalnızca saygı ile karşılandığına şüphe yoktur. Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin idealist Öğretmen topluluğunun değerli üyesi Kubilay'ın temiz kam ile Cumhuriyet, canlılığım tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır!' (28 Aralık) 408 Üçüncü Bölüm
31 ARALIK günü İstanbul Üniversitesi öğrencileri üniversi te meydanında toplanmaya başladı. Bu kendiliğinden oluşmuştu. Kalabalığı gören öğrenciler katılıyordu. Basında yer alan bilgiler, herkes gibi gençlerin de canını yakmış, gericilerin vahşeti hepsini utandırmıştı. Yurttaşların arasında böyle bir tek insanın bulunma sını bile hazmetmek çok zordu. Toplantıya yakın çevredeki esnaf da katıldı. Bir öğrenci olayı lanetleyen, Kubilay'ı ve şehitleri yücelten bir konuşma yaptı. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Kubilay'ı da, Derviş Mehmetleri de unutmayacağız. Kubilay'ı minnetle, Derviş Mehmetleri lanetle anacağız!" Olay aynı gün Uşak'ta yapılan bir mitingle protesto edildi. 323
Üçüncü Bölüm 409
Yıl: 1 9 3 1 | 1 Ocak 1931-31 Aralık 1 9 3 1
3 2 4
KUBİLAY olayı nedeniyle yeni yıla genel olarak eğlencesiz gi rildi. Birçok yer yılbaşı gecesi açılmadı. Evlerde de pek az toplantı yapıldı. Hepsi sessiz geçti. Acı çok taze, olay çok düşündürücüydü. Bağnazlık azdı mı, dinden de insanlıktan da çıkıyor, canavar oluyordu. Bazı Mene menlilerin vahşeti alkışlaması da eğitimsizliğin insanı ne kadar ilkelleştirdiğini, hayvan düzeyine indirdiğini, kandırılmaya ne kadar açık hale getirdiğini gösteriyordu. Yeni yılın ikinci günü Menemen'de büyük bir toplantıyla Kubilay anıldı. Yurdun birçok yanından gelen öğretmenler, öğrenciler, izciler, yurttaşlar ile Kubilay'ın annesi, 4 3 . Alay mensupları, Mene menliler törene katıldı. Menemen bayraklarla donatılmıştı. Toplan tıda bir izci Kubilay için yazılmış bir şiir okudu, İzmir miletvekiii Vasıf Çınar konuştu. '^^^Ri^H Herkesi ağlattı. | iHllİŞİ GAZI Dr. Reşit Galip Bey e sordu: "Çalışıyorsunuz değil mi Doktor?" "Evet Paşam. Her fırsatta." Bunun üzerine Cumhuriyet gazetesinde 2 Ocakta bir haber yayımlandı. Büyük bir olayı bildiren kısa bir açıklamaydı. Gazi şöyle de mişti: "Büyük halkevleri kurulacak."
Ira*
Dr. Reşit Galip
KURUL iki gün için Bursa'ya geldi. | 6 Ocakta İstanbullular İstanbul'a gittiler, Ankaralılar Ankara'ya döndüler. 325
Bu sırada Ankara'da Birinci Ziraat Kongresi vardı. 19 Ocağa kadar sürecekti kongre. Sorun ve istek çoktu. Tarımcılar ilk kez doğrudan sorunlarını ilgilendiren bir kongrede biraraya gelmişler di. Aralarında yarım çarıklı köylü de vardı, toprak ağası da, traktör 410 Üçüncü Bölüm
satıcısı da. Dertlerini, dileklerini dile getiriyorlardı. Büyük sorun bütün ürünlerin fiyatlarının düşmüş olmasıydı. Gelir gideri karşıla mıyordu, ithalat yapan ülkeler krizle boğuştukları için ihracaat da azalmıştı. Bereketli bir ülkeydi Türkiye. Ürün çeşidi bakımından çok zengindi. Başı karlı dağında kardelen açıyor, dağın eteğinde limon yetişiyordu. Yiyecek bakımından kendi kendine yeterli birkaç ülke den biriydi. Demiryolu ağı tamamlanınca bütün ürünler her pazar da bulunabilecekti. Hayvancılık bakımından da talihliydi. Deneyli yetiştiriciler ve geniş otlaklar vardı. Ama çoğu yerde hâlâ ilkel tarım ve bakım usulleri kullanılıyordu. Kağnıdan arabaya, karasabandan pulluğa, kol kuvvetinden makineye geçilememişti. Köylünün çoğu topraksızdı. Çiftçi değil tarım işçisiydi* kiracıydı, emek ortağıydı, güneydoğunun bazı yerlerinde toprak kölesiydi. Kıt kanaat yaşı yordu. Ziraat Sergisini Gazi de gezdi. Sergiye katılanların dertlerini, önerilerini dinledi. Tavsiyelerde bulundu. Tarımcılar bir kahveleri ni içmeden Gazi'yi bırakmadılar. AKŞAM Afet Hanım Yurt Bilgisi kitabı için yazdıklarını okudu, Gazi dinledi. Beğendi. Odada gezinerek bazı ek notlar yazdırdı;;
"Artık bugün demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andır maktadır. Yirminci yüzyıl, birçok diktacı hükümetlerin bu denizde boğulduklarını görmüştür... Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, seçtiği dinin gereklerini yapmak ya da yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin vicdanına hâkim olunamaz. Herkes düşündüğünü istediği gibi söyleyebilmelidir. En büyük hakikatler ve gelişmeler, düşüncelerin serbestçe ortaya konması ile meydana çıkar.." I Sabiha Gazi'ye kahve, Afet Hanım'a çay yapmıştı. Sehpalarına bıraktı. Oturup dinlemeye başladı.
"Yeryüzünde hiçbir uygar millet siyasi partilerin varlığından ve faaliyetinden uzak kalamaz. Her halde uygar ve demokrat memle ketlere partiler gereklidir. Partiler milletlerin siyasi kökleridir..."* 26
Sabiha hayret ve hayranlık içinde izliyordu. Kimilerinin diktatör dediği insan yazdırıyordu bu notları. Öğretmenler ve geleceği Üçüncü Bölüm 411
kuracak olan öğrenciler okuyacaklardı. Gazi not yazdırmaya ara ve rip oturdu. Kahvesinden bir yudum aldı: "Sağ ol kızım. Eline sağlık." "Afiyet olsun." Afet Hanım'a döndü: "Kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkına yer vermeyi unutma." Afet Hanım güldü: "Unutmam efendim." YURT gezisinin ikinci bölümüne başlamadan önce Gazi M. Necati'nin eseri olan Gazi öğretmen Okulu'nu gezdi. Okulu çok beğendi. İçi yanarak M. Necati Bey'i andı. öğretmenlerle, öğren cilerle konuştu. Yakında resim, müzik ve beden eğitimi öğretmen liği bölümlerinin açılacağını öğrenerek memnun oldu. Sonra Milli Savunma Bakanlığı'nın yeni binasını, İsmet Paşa Kız Enstitüsü'nü ziyaret etti. Bazı bölgelerde inceleme yapmalarını rica ettiği milletvekilleri ile toplanarak bilgi aldı. Gözlemleri ve kanıları Gazi'nin gözlem ve kanılarıyla ortaktı. KOMEDIE FRANCAISE gelmişti Ankara'ya. Gazi, Afet, Sabiha, Kâzım ve İsmet Paşalar eşleriyle birlikte Comedie Française'in Türk Ocağı'nda oynadığı oyunu izledi. Salon ve localar sanatsever Bakanlar, milletvekilleri, yöneticiler, öğret menler ve eşleri ile doluydu. Herkes ciddi bir toplantıya, önemli bir törene katılır gibi özenli giyinmişti. Fransızlar Küçük Asya'nın ortasında rastladıkları bu dikkate ve sanata saygıya şaşırdılar. Ankara farklıydı. Cumhurbaşkanının ve Başbakanın sofrasında birçok akşam bir yazar ya da sanatçı, bilim adamı, düşünür bulunurdu. Gazi'nin ve İs met Paşa'nın ölümlerinden sonra bu incelik tarihe karışacaktı. MENEMEN olayıyla ilgili soruşturma ve aralarında Şeyh Esat Efendi'nin de bulunduğu ilk 105 sanığın duruşmaları sona ermişti. Duruşmalar Menemen'de sonradan adı Kubilay İlkokulu olan Za412 Üçüncü Bölüm
fer İlkokulunun salonunda yapıldı. Mahkeme 21 Ocakta kararını açıkladı. 105 sanıktan 37'si hakkında idam, 27'si için beraat kararı ver mişti. Kalanlar çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştı. İdam cezala rından 51, yaşlılık dolayısıyla 15-24 yıl ağır hapis cezasına dönüş türüldü. İdam kararları TBMM'nce onaylanınca, kararlar 4 Şubat günü Menemen'de yerine getirilecek, Derviş Mehmet'in adamlarından biri, Kubilayln başının kesildiği yerde asılacaktı. 327
KARPIÇ te bütün masalar doluydu. Baba Karpiç masa masa dolaşarak hatır soruyor, ikramda bulunuyordu. Birçok masada dip lomatlar ve eşleri vardı. Yunus Nadi Bey, Zamir Bey, Süreyya Yiğit, Nuri Conker bir masada oturuyorlardı. Yunus Nadi Bey "Gazi yarın yine uzun bir memleket gezisine çıkıyor" dedi. Nuri Conker başını önüne eğdi: "Ne yapsın, kırıp döktüklerimizi tamir etmeye çalışıyor." Gazi kaç zamandırf o kadar sevdiği, ayrı olamadığı Nuri Conkerl sofrasına çağırmıyor, Salih Bozok ve Kılıç Ali de ümit ve rici bir haber getirmiyorlardı. 328
İKİNCİ yurt gezisi 25 Ocakta başladı, istanbullular da Ankara'ya gelip kurula katılmışlardı. Programda Uşak, İzmir, Ay dın, Nazilli, Denizli, Balıkesir vardı. Buradan İzmir'e dönülecek, deniz yoluyla Antalya'ya, Mersin'e, trenle Malatya'ya, Dörtyol'a, Adana'ya, Konya'ya, Afyon'a gidilecek, Ankara'ya dönülecekti. Adana-Malatya demiryolu açılmıştı. Karadeniz'le Akdeniz'in birbirine bağlanmasına çok az zaman kalmıştı. Yolculuk sırasında ara istasyonlarda da durularak halkla görü şüldü. Gazi her yerde sivil ve askeri kurumları, okulları, müzeleri geziyor, birçok yerde konuşuyor, ilgilileri ve halkı kurulla birlikte dinliyordu. Parti çatışmalarının olduğu yerlerde bölünmeler, dargınlıklar, düşmanlıklar belirmişti. Siyasi farklılık çabucak düşmanlığa dönü şüyordu. 329
Üçüncü Bölüm 413
Gazi birliğin yeniden kurulmasına çalışıyor, Türklerin kurdu ğu devletleri, uygarlıkları, başarıları anlatıyor, halkı uygarlık çev resinde toplamak, özgüvenle donatmak, milli bilinci yükseltmek istiyordu.. Konya'da Mevlana türbesi, müzeye dönüştürülerek halkın zi* yaretine açılmıştı. Gazi müzenin düzenlenmesini çok beğendi. Yüzlerce yıllık ihmal sonucu bazı antik ve tarihi eserlerin bakım sız hali dikkatini çekti. Ankara'ya dönünce antik eserler ile Selçuklu dönemi eserlerinin bakımı için Başbakana yazı yazacak, arkeolog yetiştirilmesi gerektiğinden de söz edecekti. Binlerce antik şehrin, eserin bulunduğu ülkede, bir tek Türk arkeolog yoktu. Konya Orduevinde verilen baloya katıldı. Baloda subay aileleri ile birlikte öğretmenler, aydınlar da vardı. Bu uygar, düzeyli toplum Gazi'yi çok memnun etti. 329
3 Martta Ankara'ya dönüldü. Törenle karşılandılar. Gazi Çankaya'ya İsmet Paşa ile birlikte çıktı. GÖZLEM ve düşüncelerini anlattı. Halkın güvenini yoklamak için hemen seçime gidilerek Meclisin yenilenmesini önerdi. Yeteri kadar ilde bağımsızların seçime katılması kolaylaştırılmalı, Meclis'e farklı düşünen millet vekilleri girmeli, Meclis'te denetim sürdürülmeliydi. Köylü ve işçi adaylar göstermeliydi. Para yetersizliği ve özel girişime bel bağlanılması yüzünden, zaman kaybedilmişti. Milletin sabırsızlığına yanıt vermek, gelişimi hızlandırmak, vakit geçirmeden devletçiliğe geçmek şarttı. Gericiliğin yayılmasını önleyici çareler bulmak da gerekiyordu. Bunun için bazı Cumhuriyetçi güçleri birleştirmenin çok yararlı olacağını düşünüyordu. 32913
4
İSMET PAŞA seçim konusunu vakit geçirmeden parti yöne timine götürdü. Parti yönetimi de erken seçim yapılmasını kabul etti. Meclis tasarruf siyasetini desteklediğini göstermek için 500 lira olan milletvekili aylıklarını 350 liraya indirdi ve seçimin yenilenme sine karar verdi. Bu karara Fethi Bey ve arkadaşları da katıldı. Seçim 24 Nisanda yapılacaktı. 414 Üçüncü Bölüm
ölçüler Kanunu da kabul edildi. Arşın, endaze, fersah, batman, okka, kile, dirhem, çeki vb. gibi hem milletlerarası ölçülere uyma yan, hem bölge bölge değeri değişen ölçüler yerine değişmez metre, kilo, litre gibi ölçü birimleri kabul edildi. Kargaşalık sona erdirildi. Çağdaş dünyaya bir adım daha yaklaşıldı. GAZİ Türk Ocakları İlim ve Sanat Kurulu üyesi olan Ruşen Eş ref Bey'i Çankaya'ya çağırdı. Türk Ocaklarından şikâyetçiydi. Ama ayrıntıya girmedi. Dokunup geçti. Ruşen Eşref Bey ortalıkta dola şan eleştirileri biliyordu zaten. Gazi dedi ki: "Türk Ocağı'nın hizmetlerini her zaman takdir ettiğimi bilirsi niz. Türk olmanın adeta suç, kusur gibi görüldüğü uğursuz, rezil bir dönemde, 3 Temmuz 1911'de ortaya çıkmış, milli duyguyu canlan dırmıştır. Çanakkale zaferinde Türk Ocağı'nın bu hizmetinin olumlu etkisi olduğunu unutamayız. Fakat artık Türkiye adını taşıyan, milli bir devletimiz var. Ocağın işlevi kalmadı. Fakat belki halk eğitimi için yararlanabiliriz ümidi ile 1927'de Ocağı az çok parti denetimine bağ ladık. Paraca destek verdik. Ne var ki halk eğitimi konusunda ümit ettiğimiz verim alınamadı. Bütün insanlarımızı toplayıcı, kucaklayıcı olamadı. Irçılıkla ümmetçüik arasında ciddi bir fark yok. İkisi de mil li bir devlet için sakıncalı. Zaman içinde düzelir diye bekliyordum. Menemen olayı beni çok düşündürdü. İrtica konusunda ihmal fela kete yol açar. İrtica her fırsattan yararlanmak için hazır bekliyor. İrticaya, parçalanmaya yol açıcı hareketlere ve dış oyunlara karşı, bütün maddi ve manevi kuvvetlerimizi bir yerde toplamalıyız. Geniş, cid di, bilinçli bir halk eğitim kurumu kurmalıyız. Kısacası Ruşen Eşref Bey, bunun sağlanabilmesi için Türk Ocağı'nın kendisini kapatarak, üyeleriyle birlikte partiye katılmasını istiyorum. Bu isteğimi size bir demeç olarak vereceğim. Uygun göreceğiniz bir gazetede yayımlatır sınız. Kamuoyu Öğrenmiş olur. Siz de Ocak yönetimindeki arkadaş larımıza düşüncelerimi aktarırsınız." "Peki efendim/' *? 330
331
33
TÜRK OCAĞI Merkez fVÖnetim Kurulu çoğunluğu Gazi'nin isteğini kabul etmişti. Buna karşılık Başkan Hamdullah Suphi Bey ile bazı üyeler ise benimsememişlerdi. Son bir kez görüşmek üzere akşamüstü Gazi'yi ziyarete geldiler*! Üçüncü Bölüm 415
Konuşmalar uzayınca Gazi Türk Ocağı Yönetim Kurulu üyele rini yemeğe alakoydu. Bazı misafirler daha geldi. Yemekte de konu yu görüşmeye devam ettiler. Gazi düşüncelerini açıklamayı sürdürdü. Halkı ciddi olarak eğitmek hayati bir zorunluluktu. Türk Ocağı halkı eğitme, aydınlat ma görevini başaramamıştı. Halkı eğitmek başarılamazsa, uğrunda binlerce insanın şehit ve gazi olduğu Milli Mücadele boşa gidebilir, bütün idealler, milli egemenlik de, uygarlığa ulaşma rüyası da, ak lın özgürlüğü de, kadın hakları da, laiklik de, milletleşme de, kal kınma da çökebilirdi. Bağımsızlık anlayışı da gevşerdi. Bilgisizlikle kalkınma, uygarlaşma, demokrasi uzlaşabilir miydi? Ortaçağ her alanda geri gelirdi. Emperyalistler yine Anadolu'nun birliği ve bü tünlüğü üzerinde oynamaya yeltenebilirlerdi. Daha büyük, şartlara daha uygun, daha gerekli, daha yararlı, hiç siyasete bulaşmayacak, herkesi kucaklayacak, çok yönlü, gerçekten milli bir örgüt kurmak zorunluydu. Hamdullah Suphi Bey direnmeye çalışıyordu. Gazi, "Son 3 Temmuzda kuruluş yıldönümünüzü kutlayacaktınız.." dedi, "..Türk Ocağı'nda bir tören düzenlediniz. Siz konuşacaktınız. Herhalde yine çok güzel bir konuşma yapacaktınız. Ama hiç kimse gelmedi. Öyle değil m i ? " Hamdullah Suphi Bey sarsıldı. Gerçekten öyle olmuştu. Bek lemişler ama kimse gelmemişti. Bu hatırlatma Hamdullah Suphi Bey'in direncini kırdı. Türk Ocağı gerçekten ömrünü tamamlamış tı. Arkadaşları da tartışmayı yeterli görünce Gazi'nin önerisini ka bul etti. 333
Uzlaşıp anlaştılar. Gece yarısından sonra ayrıldılar. 12 NİSAN 1931 günü Türk Ocağı olağanüstü kurultayı toplan dı. Ocak Genel Başkanı Hamdullah Suphi Bey hazırladıkları raporu okudu. Raporda Gazi'nin önerisi açıklandıktan sonra 'Türk Ocağının kapatılarak bütün hakların partiye devredilmesinin yerinde olacağı' belirtiliyordu. Kurultayın konuyu incelemek üzere kurduğu kurul da Öneriyi uygun buldu. 416 Üçüncü Bölüm
öneri kurultayda oybirliği ile kabul edildi. Türk Ocağı'nın bü tün haklan ve borçlan, daha yaygın ve etkin bir kurum kurulması için partiye devredildi. 334
GAZİ Türk Ocağı bünyesi içinde oluşturulan Türk Tarih He yeti üyelerini toplantıya çağırdı. Türk Ocağı kapanmış, heyet daya naksız kalmıştı. Gazi, "Çok işimiz var.." dedi, "..Ortaokul ve lise için tarih dersi kitapları hazırlamalıyız. Bu okul dönemine yetiştirelim. Ama önce size bir tüzel kişilik kazandırmak gerek. Dernek olun. Kimseye bağ lı olmadan çalışırsınız. Bir bilim kuruluna da bu yakışır." Tarihçiler 15 Nisan 1931'de İçişleri Bakanlığına başvurarak, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ni kurdular. Ekim 1935'te adı Türk Ta rih Kurumu olarak değiştirilecek, dünyanın önemli bilim kurumla rından biri sayılacaktı. 3343
GAZİ vakit geçirmeden, ikinci inceleme gezisiyle ilgili raporu nu da hazırlayıp Başbakanlığa yolladı. İkinci seçmenlere bir bildiri yayımladı. Yirmi iki ilin aday lis telerinde toplam 30 bağımsız aday için açık yer bırakılacaktı. İkinci seçmenlerin bu açık yerlere dilediklerini, CHP programını, etkinli ğini beğenmeyenleri seçmelerini istedi. CHP adaylarının arasında bu kez köylü ve işçilere de yer ve rilmişti. Seçim bildirisinde de, yeni dört yıl için uygulanacak progra mın ana hatlarını açıkladı. Partinin devletçi olduğunu belirtti. Dev letçiliği şöyle tanımladı: "Bireysel çalışma ve etkinliği esas tutmakla birlikte, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındır lığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdi ği işler ile iktisadi alanda devleti fiilen ilgili ve etkin kılmak" Türkiye'nin izleyeceği genel siyaseti kısa bir cümle ile özetledi: "Yurtta barış, dünyada b a r ı ş " Aklın ve şartların gereği olan bu ilkeyi Cumhuriyet hükümet335
336
leri milli siyaset olarak benimseyeceklerdi. Üçüncü Bölüm 417
23 NİSAN Milli Egemenlik Bayramı yine güzel törenlerle kut landı. Cumhuriyetin ve bütün milli bayramların temeli bu gündü. Çocuk haftası da başladı. Birçok yerde çocuk baloları verildi. Yeni bir moda başlamıştı. Gürbüz çocuk yarışmaları yapılıyordu. Cumhuriyet çocuklara sahip çıkmıştı. Çocuk şarkıları besteleniyor du. Süt Damlası süt dağıtmayı sürdürüyordu. İlkokul ders kitaplarının çocukların zevklerini yükseltmek için çok özenli basılmasına dikkat ediliyordu. Dilenci çocuk, sokak çocuğu, köprü altı çocuğu kalmamış ya da çok azalmıştı. Eğitim Bakanlığı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakan lığı, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay, Belediyeler el birliği ile her yerde kimsesiz çocuklara sahip çıkıyorlardı. Kimsesiz çocuklar için yatılı okullar kurulmuştu. Yaşı uygun olanlar için meslek kursları ve riliyor, gelecekleri güven altına almıyordu. Bir-iki yerde çocuk parkı açılmıştı. Çocuk eğitimi konusunda radyolarda yararlı konuşmalar yapılıyor, bebek bakımı hakkında da bilgiler veriliyordu. Pek çok yurttaşı memnun eden bir gerçek vardı: Ağır dünya kri zine rağmen Türkiye gerilemiyor, yerinde saymıyor, küçücük bütçe siyle zorlukla da olsa ilerliyor, gelişiyor, çağa ve dünyaya açılıyordu. Ç O C U K balosundan Köşke neşeli dönmüşlerdi. Gazi bir süre sonra durgunlaştı. Hiç beklenmedik anlarda ara sıra böyle oluyor du. Afet Hanım, "Paşam ne oldu? Keyfiniz kaçtı, çocuklarla çok mutlu olmuştunuz" dedi. Gazi kararsız bir an geçirdi. Sonra durgunluğunun nedenini açıklamaya karar verdi:
"iki milletlerarası konu var ki o n l a r ı halletmeden rahat et meme imkân yok. B u n l a r aklıma gelince içime sıkıntı basıyor. Biri Boğazlar sorunu. Avrupa yine sorunlu. Boğazları silahlandırmak hakkını elde etmemiz gerek. Şimdi türlü yollarla bu sorunu çözmek için usul usul çalışıyorum. İkinci konu Hatay. Öyle zor durumday dık ki Fransızlarla Ankara Anlaşmasını yapabilmek için Hatay in, özel bir statü içinde ama yazık ki anavatandan ayrı olmasına içimiz yanarak razı olmuştuk. Bu eksikliği tamamlamamız şartfGerekırse Cumhurbaşkanlığından ayrılıp milis kuvvetleri kurmaya, Hatay için savaşmaya kararlıyım. Herhalde galip geleceğimi tahmin eder sin* İste Afet beni zaman zaman u y u t m a y a n , dur&unlaştıran bu iki konu. Dert etme. İkisini de halledeceğim.* 4 1 8 Üçüncü Bölüm
SEÇÎM 24 Nisanda yapıldı. 317 milletvekili seçilecekti. Seç menler Halk Partisi adaylarıyla birlikte, bağımsızlardan beğendik leri yirmi kişiye de oy verdiler. On yerde bağımsızlara oy verilmedi. Bağımsız olarak adaylıklarını koyanları beğenmemiş olacaklardı. Bütün CHP adayları seçilmişti. Serbest Parti dolayısıyla dal galanan ortamın durulduğu, Serbest Parti propagandacılarının ik tidarın tabanının dağıldığı hakkındaki iddialarının doğru olmadığı anlaşılmıştı. Gazi millete teşekkür etti. TBMM'nin dördüncü dönemi başlıyordu. MECLİS 4 Mayıs günü olağanüstü olarak toplandı. Salon, localar ve balkon doldu. Yemin edilmesinden ve başkan lık divanı seçiminden sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Gazi, bağımsızların da katılmasıyla, var olan 289 milletvekilinin oybirliği ile üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçildi. Kısa bir aradan sonra saat 19.30'da Gazi, yeniden seçilen Mec lis Başkanı Kâzım Özalp'in eşliğinde salona girdi. İkisi de fraklıydı. Bütün bakanlar, milletvekilleri, Genelkurmay Başkanı, kordiploma tik ve dinleyiciler saygı ile ayağa kalktılar. Kâzım Özalp kürsünün ilk basamağında bekledi. Gazi başkanlık kürsüsüne çıktı. Meclis'e alçakgönüllü bir konuşmayla teşekkür etti. Konuşması bitince de yemin etti. 337
Çok alkışlandı. Gazi aynı gün İsmet Paşa'yı yeniden Başbakanlığa atadı. Yeni Bakanlar Kurulu kuruldu. 338
339
GAZİ kaç zamandır nefes almadan çalışmıştı. Böyle anlarda ya Çiftliğe ya Söğütözü'ne giderek dinlenirdi. * Yaver arabayı hazır latmıştı. "İstemem" dedi. Kaç zamandır ata binmemişti. Sabiha'ya "Ata binelim mi?" diye sordu. Sabiha ata binmeyi öğrenince Gazi ona çok güzel bir Arap kısrağı armağan etmişti. Adını Sülün koy muşlardı. 339
Seyis atları getirdi. Gazi binmeden atını sevip okşadı, alnından öptü. Atın da sahibini özlediği anlaşılıyordu. Kokluyor, eşiniyor, ba şını dayıyor ve sevinçle yelesini savuruyordu^ Başyaveri ve İsmail Hakkı Tekçe birlikte gelmek istediler ama izin vermedi. Sabiha ile bahçeden geçerek araziye çıktılar. Açık arauçüncü Bölüm 419
ziye çıkınca atları koşturmaya başladılar. Gazi'nin traktörle geçtiği yoldan Çiftliğe kadar gittiler. Bahar patlamış, kır çiçekleri fışkırmış tı. Gazi kahve, Sabiha süt içti. Çiftliği gezdiler. Sonra aynı yoldan atları zaman zaman dörtnala kaldırarak köşke döndüler. Başyaver ile İsmail Hakkı Tekçe, telefon başında Çiftlikteki görevlilerle ilişki içindeydiler. Gazi dönünce içleri rahatladı. 10 Mayısta CHP'nin üçüncü büyük kurultayı toplanacaktı. Gazi dinlenmişti. Kurultay hazırlıklarıyla ilgilenmek için masasının başına geçti. KIRIKKALE'de memur ve işçiler için lojmanlar, elektrikli fırın, doğumevi yapılmıştı bile. Spor alanı, alışveriş merkezi, sinema sa lonu, park ve ilkokul yapımı da sürüyordu. Memur ve işçiler fabrikalara yeni alınmış otobüslerle taşını yordu. Barut, silah ve fişek fabrikaları üretime geçmişti. Top ve mer mi fabrikaları üretime geçmek üzereydi. Deneme çalışmaları yapı lıyordu. Kısa zamanda bütün askeri fabrikalar eksiksiz çalışmaya başlayacaklardı. BÜYÜK KURULTAY 10 Mayıs 1931 Pazar günü Meclis'te top landı. Salon ve balkonlar doluydu. 400'den fazla kurultay üyesi ka tılmıştı toplantıya. Genel Başkan Gazi M. Kemal Paşa 14.30'da salona girdi ve al kışlar arasında başkanlık kürsüsüne çıktı. Divan kâtiplerinin seçi minden sonra Genel Başkan olarak bir konuşma yaptı. Seçim so nuçları dolayısıyla millete teşekkür etti: "Büyük milletimizin, parti mize göstermekte olduğu ilgi ve güvene karşı.." Tam burada ayağa kalkı. Gazi'nin ayağa kalktığını gören üyeler ve dinleyiciler de ayağa fırladılar. Gazi cümlesini ayakta tamamladı: "..en derin tazim ve saygıyla eğilir ve ona minnet ve şükranla rımızı sunarız." Salon alkıştan yıkılacaktı. Kimse milletine bugüne kadar bu saygıyı göstermemişti. Cümcesi bitince oturdu ve konuşmaya devam etti. Sonra İsmet Paşa Ge nel Başkanlığın sorunlar ve düşünülen çözümler hakkındaki bildi risini okudu. 340
420 Üçüncü Bölüm
Kurultay 18 Mayısa kadar sürdü. CHP ilk kez her konudaki görüşünü açıklayan ayrıntılı bir program saptadı. Partinin ana ni telikleri devletçiliğin ve devrimciliğin eklenmesi ile bu kez tamamlandın "a. Cumhuriyetçi, b. Milliyetçi, c. Halkçı, ç. Devletçi, d. Laik, e. İnkılapçı (devrimci)| Programda başka esaslar ve tanımlar da vardı. Bir halk eğitim kurumu kurulması da kabul edilmişti. Recep Peker yeniden Genel Sekreterliğe seçildi. Altı ilkeyi altı ok halinde simgeleştirecekti. 341
1
YENİ MECLİS ara vermeden çalışmaya devam etti. Bazı kanunlarda iyileştirme yapmak, bazı konularda ise yeni kanunlar düzenlemek gerekiyordu. Yeni Meclis ve hükümet çok hızlıydı. 25 Temmuza kadar 87 kanun görüşülüp kabul edilecekti. Bu yoğun çalışma sırasında üç milletvekilinin verdiği bir gen soru önergesi gündeme alındı. Gensoruyu veren üç milletvekilin den biri ünlü edebiyatçı Fazıl Ahmet Aykaç, biri yaşayan en eski basın mensubu Ahmet İhsan Tokgöz, biri de hukukçu A. Süreyya Örgeevren'di. Önergenin konusu, 'bazı gazetelerin izledikleri ya yın tarzı hakkında hükümetçe ne gibi önlem alındığı' hakkındaydı. İstanbul'da çıkan bazı gazeteler, özellikle Yarın ve Son Posta ga zeteleri hakkında ağır konuşmalar yapıldı. Arif Oruç ve Zekeriya Sertel'in yazılarından örnekler verildi. Yazılar çok tepki topladı. 17 kişi konuştu. Basının büyük Önemi ve büyük sorumluluğu belirtildi. En ağır konuşmayı Ahmet İhsan Tokgöz yaptı. Sorumsuz, saygısız bulduğu gazete yazarlarını 'basın haydutları, basın serserileri' diye niteledi. Başbakan ismet Paşa da iki kez söz aldı. Şu cümleleri akıl da kaldı: 1 "Namus sahipleri haysiyetlerini - b u basın yüzünden- tehlike de görerek, memleketin mukadderatında söz sahibi olmaktan yavaş yavaş kendilerini siliyorlar! Herkes herhangi bir vesile ile kendisi ni basının diline düşürüp de haysiyetinin örselenmesinden, insan yüzüne bakamayacak hale gelmesinden korkuyor. Arkadaşlar! Eğer bir memlekette namus sahipleri en az eşirra (kötüler, namussuzlar) kadar sabırlı olmazsa o memleket mutlaka batar." 342
343
Üçüncü Bölüm 421
Gensoru görüşmeleri Hükümetin yeni bir Basın Kanunu hazır landığını açıklamasıyla sona erdi. 344
I i
IRAK KRALI Faysal, bazı Nazırlar ve görevliler, 6 Temmuz günü Ankara'ya geldi. İstasyonda Gazi, Meclis Başkanı, Başbakan, Bakanlar ve ileri gelenlerce karşılandı. Gazi Krala kalacağı Ankara Palas'a kadar eşlik etti. Faysal, Mekke Şerifi Emir Hüseyin'in oğlu idi. Ünlü casus Lavvrens'le birlikte kurduğu Arap birliği ile 1918'de İngiliz ordusu nun yanında yer almış, Türk birlikleri ile dövüşerek Kudüs'ün İngi lizlerce işgalini kolaylaştırmıştı. Türkiye eski defterleri karıştırmı yordu. Dostluk kinden değerliydi. Gazi akşam Irak Kralı şerefine bir ziyafet verdi. Ankara Palas yine büyük günlerinden birini yaşadı. Cumhurbaşkanı dokunaklı bir konuşma yaptı. Irak'ı 'komşumuz ve dostumuz' diye selamladı. Kral da güzel bir yanıt ile Irak'ın dostluk duygularını belirtti. Yemekten sonra Gazi ile Kral bir tercümanla sakin bir köşeye çekildiler. Gazi sohbetin bir yerinde Musul'a temas ederek, 'Türkiye'nin Musul'u İngilizlere değil, Iraklı kardeşlerine bıraktığını' hatırlat mış. Kral şu yanıtı vermiş: "Fakat buna karşılık bütün Irak'ı kazandınız. Bugün Bağdat caddelerini hep Gazi'nin hayranları ve sevenleri dolduruyor." Kral şerefine İsmet Paşa da bir öğle yemeği verdi. Kral Ankara'yı ve bazı kurumlan gezdi. Ankara'ya bayıldı. Yeni, tertemiz, düzenli bir şehirdi. Ertesi gün törenle uğurlanarak İstanbul'a hareket etti. Gazi'nin misafiri olarak altı gün Dolmabahçe'de kaldı. 14 Temmuzda İstanbul'dan ayrıldı. 345
ÇEŞİTLİ olaylar altı kişiyi Ankara'da buluşturmuştu. Bunlar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, eşi Leman Hanım'ın kardeşi Burhan Asaf Belge, ŞeVket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, İsmail Hüsrev Tökin ve Şevki Yazman'dı.
Y. Kadri ve Burhan Asaf Beyler sola açık iki aydındı. * Şev ket Süreyya ve Vedat Nedim Beyler Türkiye Komünist Partisi'nin eski üyesiydiler. Hapse girmişlerdi. Düşüncelerini gözden geçirerek TKP'den ayrılmışlardı. İsmail Hüsrev de Rusya'da eğitim görmüştü, istanbul'a dönünce bir değerlendirme yaparak o da sol hareketten 345
422 Üçüncü Bölüm
kopmuştu. Şevki Yazman Çanakkale Savaşı'na katılmış, kitaplar ya zan, siyaset dışı bir askerdi. Hepsi Gazi'ye hayrandı. Hepsinin iyice işi vardı. En yaşlıları Y. Kadri Bey 4 3 , en gençleri İsmail Hüsrev Bey 32 yaşındaydı. Y. Kadri Bey CHP'nin ilkelerini yayıcı, anlatıcı bir yayın düşün mekteydi. Ş. Süreyya Bey'in Ocak ayında Türk Ocağı'nda verdiği bir konferans çok ilgi çekmişti. Ş. Süreyya Bey konferansta demişti ki: "Yaşanan sorunların nedeni, devrimin dinamik prensiplerinin ye terince işlenememiş olmasıdır. Bu açıklamayı ve işlemeyi yapacak olan da öncü bir kadrodur... Türk devrimi gerek hareket noktaları, gerek seyrindeki yön bakımından, mevcut akımların hiçbirinin uy dusu ve kopyası olmayan bağımsız bir harekettir." Şevket Süreyya Bey'le tanışmak istedi. Burhan Asaf Bey Şevket Süreyya Bey'i tanıyormuş, ikisini tanıştırdı. Üç kişi ettiler. Zaman zaman buluşup konuşacaklardı. 345b
GAZİ Dr. Reşit Galip Bey'i rica etti. Halkevi konusunda yapı lan çalışmalar hakkında bilgi istedi. Doktor gerekli, ilgili, meraklı herkesle toplanıldığını, konunun geliştirildiğini söyledi. Vildan Aşir Bey'le de görüşmüştü. Bilgi ver di. Var olan dış örneklerden yararlanarak ortalama bir model geliş tirmişlerdi. "Anlatır mısın?" Anlattı. Gazi ısınamamıştı: "Bu biraz yabancı olmuş doktor. Bize özgü, bizim olsun" Bu konuda o da birçok şey düşünmüştü. Düşüncelerini, tasarı larını, önerilerini anlattı. "Sizin çalışmalarınızı, benim söylediklerimi, hepsini biraraya getir. Köye, kasabaya, şehire, bilgisize, okumuşa, aydına, kadına, erkeğe, gençlere, olgunlara, yaşlılara seslenecek bir eğitim kurumu tasarla! Herkesi kucaklasın. Hayat gibi çok yönlü ve gerçekten hal kın evi olsun."
"Anladım Paşam." '
T Ü R K TARİH K U R U M U 19 Temmuz 1931'de eski Türk Ocağı
binasının Doğu salonu denilen geniş salonunda Gazi'nin başkanlı ğında toplandı. Gazi, Eğitim Bakanını da birlikte getirmişti. Üçüncü Bölüm 423
Çalışkan tarihçiler lise tarih kitaplarının birinci cildini hazır lamışlardı. Başkan dosyayı Gazi'ye sundu. Gazi dosyayı parça parça okuyup incelemişti. Bir daha hızla gözden geçirdi. Yanında oturan Eğitim Bakanı Esat Bey'e verdi: "Hemen bastırılmasını ve kitabın öğretim yılı başına yetiştiril mesini rica ederim." / P e k i efendim" Tarihçilere döndü: "Ben İstanbul'a gidiyorum, siz de gelin. Dolmabahçe'de çalışı rız. Lise tarihinin öbür ciltlerini hazırlayıp baskıya verelim." fJLise tarih kitabının 4 cilt, her cildin yaklaşık 4 0 0 sayfa olma sı planlanmıştı. Birinci cUt tamamdı ama ön hazırlıklara dayanıla rak daha üç cilt yazılacak ve basılacaktı. Derneğin sekreteri Uluğ İğdemir'e göre Gazi hesapsız bir istekte bulunmuştu. Bu kısa za manda üç cildi yetiştirmek imkânsız diye düşünüyordu. GAZI, Afet Hanım, Sabiha ve görevliler 20 Temmuzda istan bul'a geldiler. İstanbul Gazi'yi her zamanki gibi büyük coşkuyla kar şıladı. Gazi yoğun işleri arasında zaman yaratıp Zehra ile Rukiye'nin dersleri ile ilgilenir, bilgilerini tartardı. Bu kez de vakit ayırdı. Zeh ra okumaya daha istekli görünüyordu. Lise bitince onu yurtdışına göndermeye karar verdi. Tarihçiler Dolmabahçe'ye yerleştiler. Gazi her gün tarihçiler le konuşuyor, yazılanları okuyor, düşünce ve eleştirilerini söylüyor, yazıyor, şevklendirici konuşmalar yapmayı da ihmal etmiyordu. Onlar da hem zevkle, hem mahcup olmamak için canla başla, hiç durmadan çalışıyorlardı. Gazi Yalova'daysa yazılan metinler oraya gönderiliyor, Gazi'nin ayrıntılı, uyarılarla dolu mektupları ile geri geliyordu. Mektuplarında geçen üç notu unutulmayacaktı: "Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar olmalıyız? "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahi
yet alır? "Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve geniş medeniyetle re de sahip olmuşlardır. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve ciha346
424 Üçüncü Bölüm
na bildirmek bizler için bir borçtur Türk çocuğu ecdadım tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır?** Eylül ortasında üç cildin yazımı bitti. Son bir kez daha genel olarak gözden geçirildi. Baskıya gönderildi. Uluğ Bey'in inanmadığı şey gerçek olmuş, üç cilt de yetişmişti. Yeni öğrenim yılında okunmaya başlanacaktı: Tarih I, Tarih II, Ta rih III, Tarih IV | § Hepsi ciltli olacak ve birinci hamur kâğıda basılacaktı. Osman lı tarihi ile ilgili üçüncü ciltte 6 tablo, 19 harita, 195 resim vardı. Osmanlı tarihi hakkındaki kitapların en özenlisi ve en niteliklisi olacaktı. Cumhuriyetin Osmanlı tarihini reddettiği, aşağıladığı gibi yavan dedikodular, kulaktan kulağa fısıldanan yakıştırmalar sona erdi. Cumhuriyet padişahlık rejimini elbette reddediyordu. Bir kaç padişahçı memnun olsun diye 20. yüzyılda padişahlığı övecek değildi ya. Gazi Türk Tarih Kurumu üyelerine Yalova'da yemek verdi. Hepsine teşekkür etti. Tarih çalışmalarına Ankara'da devam edi lecekti. 7
348
AFET HANIM kendi ders notlarından ve Gazi'nin yazdırdı ğı notlardan yararlanarak hazırladığı kitaba Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adını vermişti. Bu çalışmaya paralel olarak Recep Peker de anayasa, Meclis, hükümet, bakanlıklar, mahkemeler vb. hakkında ders kitabı niteliğinde bir kitap yazmıştı. Gazi, bir gün hiç uyumadan büyük bir dikkatle iki taslağı da okuyup bitirdi. Sonra Başbakanlığa bir yazı yazarak, bu kitapların Vatandaş İçin Medeni Bilgiler I ve // adlarıyla, birbirini tamamlayan iki kitap olarak okullarda okutulmak üzere Eğitim Bakanlığınca ince lenmesini diledi. İki yazar da bakanlıktan telif ücreti istemiyorlardı. Gazi, Afet Hanım, Sabiha ve görevliler 26 Eylülde Ankara'ya döndüler. YAKUP KADRİ BEY devrimin ilkelerini tanıtacak bir dergi çı karmak niyetini kararlılıkla sürdürüyordu. Şevket Süreyya Bey ise dergi konusunu uygun bulmuyordu. Sonunda Yakup Kadri Bey ağır bastı. Üçlflye Vedat Nedim Tor, İsmail Hüsrev Tökin, daha sonra da Binbaşı Şevki Yazman katıldı.. Üçüncü Bölüm 425
Yakup Kadri Bey Genel Sekreter Reeep Peker'e dergi düşünce sini açtı. Şu yanıtı aldı: "Bu görev bizimdir, sana vermem." Y. Kadri Bey Gazi'ye çıktı. Gazi -devrimin ilkelerini tanıtacak bir derginin çıkarılmasını— uygun buldu. Dergiyi çıkarmak için ha zırlıklara başladılar. * * Derginin adının Kadro olması kararlaştırıldı. Kadro, devrim il kelerini tanıtmaktan farklı bir dergi olacaktı, devrimin ideolojisini yapmaya çalışacaklardı. Bu niteliği olumlu olumsuz yankılara yol açacaktı. 348
İSMET PAŞA, eşi, Dışişleri Bakanı, eşi ve kızı, bazı görevli ler ve basın mensupları Ege vapuruyla Yunanistan'a gittiler (3 Ekim 1931). f Mevhibe Hanım bir Başbakanın eşi olarak ilk kez yurtdışına çıkıyordu. Avrupa'da hâlâ Türkiye'yi bir Doğu ülkesi sanan, ona göre değerlendiren, küçümseyen, önemsemeyen, ciddiye almayan pek çok insan vardı. Hayır, Türkiye'nin ortaçağdan çıktığını, yeni çağa girdiğini göstermek gerekti. Mevhibe Hanım yeni, uygar, çağ daş Türk hanımını, Cumhuriyetin şerefini temsil edecekti. Bilinçli bir yurttaş olarak bunun büyük sorumluluğu ile hazırlanmış, sade, ağırbaşlı, zarif elbiseler diktirmiş, şapkalar yaptırmıştı. Gemide kalmaları şartıyla Çevriye Hanım ile Ömer ve Erdal'ı da götürmüşlerdi. Çok iyi karşıladılar. Gazetelerde Rumların yine Anadolu'ya döneceği hakkında haberler yer almıştı. Oysa böyle bir olasılık söz konusu değildi. Venizelos'a gazeteleri göstererek sordu: "Bu ne?" "Saçmalık. Ciddiye alma. Biz istikrarlı, kalıcı bir dostluk isti yoruz." Avrupa'da büyük devletler arasında bir çekişme başlamış, bu çekişme Balkan devletlerinde birbirlerine dayanma ihtiyacı yarat mıştı. 349
İsmet Paşa Atina'dan sonra Budapeşte'ye geçti. 19 Ekimde istanbul'a döndüler. Kadın gazeteci Suat Derviş Hanım hiçbirini 426 Üçüncü Bölüm
konuşturamayınca küçük Ömer'i yakaladı. Küçük çocuğa sorutabi lecek en anlamsız soruyu sordu: "Sen babanı en çok niçin seversin? Muzaffer bir komutan olduğu için mi, yoksa Lozan kahramanı ya da Başbakan olduğu için mi?" Ömer gazeteci hanıma şaşarak baktı: "Babamı babam olduğu için severim." Ankara'ya döndüler. İstasyonda Gazi, Meclis Başkanı, Bakan lar, milletvekilleri, yöneticiler, komutanlarca karşılandılar. Sovyetler, bu gezinin Moskova'ya kadar uzatılmasını istemişti. Sovyetler'e bundan sonraki ilk gezinin Sovyetler Birliği'ne olacağı konusunda söz verildi. GAZİ Zübeyde Hanım'ın manevi kızı Vasfiye'yi, annesinin ölümünden sonra köşke almıştı. Çok sadık, vefalı, işbilir bir hanım dı. Kimi kez köşkün işlerine bakıyor, kimi kez de Ankara'ya geldiği zaman Makbule Hanım'a yardımcı oluyordu. M Gazi'nin kaç zamandır düşündüğü bir şey vardı. Tahsin Coşkan'a danıştı. O da Çiftlik istasyon şefini çok beğeniyordu. Makbule Hanım'ın da görüşünü aldı. Vasfiye ve şefle konuştu. Sonunda Vasfiye ile Mehmet Ali Bey'i evlendirdi. Sade ama güzel bir düğün yaptı. 3 EKİM 1931 günü T . C Merkez Bankası, bir yılı aşkın bir ha zırlık döneminden sonra faaliyete geçti. Bir yandan İş Bankası, merkez bankası yetki ve görevlerini üst lenmeye talipti, ö t e yandan Osmanlı Bankası bugüne kadar sahip olduğu merkez bankası yetki ve işlevlerini sürdürmek istiyordu. Hükümet iki yanın baskısına da direnmiş, sonunda bağımsız, milli Merkez Bankası'nı kurmuştu. Kanuna göre banka bir anonim şirket olarak kurulacak, ser mayesi 25 milyon TL olacaktı. Kaynak bulmak, bu kriz dönemin de çok zordu ama bu zorluk aşıldı. Kibrit tekeline karşılık olarak The American-Turkish Investment Corporation'dan % 6,5 faizle 10 milyon dolar alındı* Bu anlaşma gereğince Türkiye her yıl 200.000 dolar da ek gelir elde edecekti. Merkez Bankasının kurulması için gerekli kaynağın esasını bu para oluşturmuştu. Kalan miktar yerÜçüncü Bölüm 427
li ve yabancı bankalar ile özel kişilere verilecek hisse senetleri ile tamamlandı. * T.C. Merkez Bankası, sade bir törenle, Ziraat Bankası Ge nel Müdürlük binasının bir bölümünde çalışmaya başladı. Artık Türkiye'nin bir Merkez Bankası vardı. En güçlü iktisadi araçlardan biri devreye girmiş oldu. 349
AYNI GÜN Afet Hanım'ın yazmış olduğu Vatandaş İçin Mede ni Bilgiler Ikitabı okullarda okutulmaya başlandı. Güzel bir kâğıda basılmış, ciltlenmişti. İyi bir yurttaş olmak için gerekli bilgileri içe riyordu. Kitapta tek partili rejimi savunan bir tek satır bile yoktu. Çok partili demokrasi yüceltiliyordu (s.204). Recep Peker'in kitabı gelecek yıl okutulmaya başlanacaktı. iMillet Mektepleri de yine sevimli törenlerle açıldı. ÖZEL KALEM MÜDÜRÜ Hasan Rıza Bey "Eğitim Bakanı Esat Bey telefon etti efendim." dedi, "..Vildan Aşir Bey bu akşam Ankara radyosunda halk eğitimi hakkında bir konuşma yapacakmış." "Güzel." W-' Konuşmayı Dr. Reşit Galip Bey'e de duyurdu. Radyoyu dikkatle dinledi. Vildan Aşir Bey'i daha radyodan ayrılmadan telefonla bul du. Gazi'nin aradığı söylenince adamcağız heyecan içinde kalmıştı. Gazi Vildan Aşir Bey'i kutladı. Teşekkür etti. "Sizinle görüşeceğiz" dedi. 350
İKİNCİ Balkan Konferansı İstanbul'da başladı (20 Ekim 1931). Delegeler akşam yemeğini Moda Kulübü'nde yediler. Geç saatte son toplantı için çift lokomotifli özel bir katarla Ankara'ya geldiler. Toplantı TBMM salonunda yapılacaktı. Delegeler sabahleyin eski ve yeni Ankara'yı gezdiler. Ankara dünyanın en yeni başkentiydi. Yeni Ankara'yı çok beğendiler. Boz kır ortasında bir vaha gibiydi. Yemyeşildi. Dışişleri Bakanı öğleyin Ankara Palas'ta 250 kişinin katıldığı bir ziyafet verdi. Yemekten sonra yürüyerek hemen karşıdaki Meclis'e geçtUer. Salonda toplandılar. Bakışlarından Meclis binasını, hele toplantı salonunu çok beğendikleri anlaşılıyordu. Yanıp yıkıldığını bildikleri Türkiye dokuz yılda nereye gelmişti! 428 Üçüncü Bölüm
Gazi, saat 15.30'da Meclis Başkanı, Başbakan ve İçişleri Baka nı ile geldi. Başdelegeler delegeleri Cumhurbaşkanına takdim etti ler. Takdim töreni sona erince konferansın son toplantısını açmak üzere Gazi, konuşma kürsüsüne çıktı. Bir alkış tufanı salonu sarstı. Bütün delegeler ayağa kalkmışlardı. Gazi, alkış kesilince ve herkes oturunca konuşmasına başladı. Fransızca konuşuyordu, özetle Balkan milletlerinin kardeş oldu ğundan söz etti. Barış amaçlı Balkan birliğinin bütün uygar insanlık tarafından takdirle karşılanacağını belirtti. Dedi ki: "Artık insanlık kavramı, vicdanlarımızı arındırmaya ve duy gularımızı ulvileştirmeye yardım edecek kadar yükselmiştir. (...) İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak gayr-i insani ve son derece esef verici bir sistemdir. İnsanları mutlu ede cek tek vasıta, onları bit birine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sev direrek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını sağlayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın hakiki mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve başarılı olmaları ile müm kün olacaktır." Gazi konuşmasını, "sizi ve asil milletlerinizi saygıyla bir daha selamlarım" diye bitirdi. Ayakta, dakikalarca, ısrarla alkışlandı. Muzaffer bir askerden barışı yücelten ve ender duyulan güzellikte barışçı sözler duymak bütün delegeleri büyülemişti. Delegeler akşam yemeğinden sonra eski Türk Ocağı binasında verilen konsere katıldılar. Gazi de İsmet Paşa, Dr Tevfik Rüştü Aras, Yunanistan, Yu goslavya ve Romanya Başdelegeleriyle birlikte Cumhurbaşkanlığı locasından konseri izledi. Balkan ülkelerinin temsilcileri Türkiye'den iyi duygularla ayrıl dılar. Türkiye'nin çağdaşlaşmada gösterdiği büyük ilerleme hepsini etkilemişti SABİH Adan Zehra'ya:
"Canım kardeşim, Cumhuriyet Bayramı yine büyük coşkuyla kutlandı. Geçit tö reni çok görkemli oldu. Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinov ve eşi de Ankara'daydı. Geçit törenini izlediler* Akşam baloya da katıldılar* Üçüncü Bölüm 429
Gazi Paşa geçit töreninden sonra Genelkurmay Başkanlığının yeni binasının açılışına gitti. Neşeyle döndü. Binayı çok beğenmiş. Ak şam baloya biz de katıldık.! Keşke ikiniz de burada olsaydınız. 1 Kasım günü Gazi Paşa'nın Meclis'i açış konuşmasını dinlemek için Afet Ablamla birlikte Meclise gittik. Meclis'i ilk kez gördüm. Ne ka dar güzelmiş. Gazi Paşa çok güzel konuştu, müthiş alkışlandı. Bir arkadaşı Gazi Paşa'ya bir kâp ek armağan etmiş. Adı Foks. Hepimiz sevdik. Siz de bayılacaksınız. Güzel gözlerinden öpüyorum. Özlemle!* MISIR'ın en büyük gazetelerinden El-Ehram'm yazarı Mahmut Ebul Feth Bey Ankara'da Gazi ile bir konuşma yapmıştı. Yazısını telgrafla gazetesine yolladı. Yazı Kasım başında yayımlandı. Mısırlı yazar diyordu ki: Gazi Hazretleri tarihte misline ender tesadüf edilir bir şah siyettir. Demirden bir şahsiyet. Çelikten bir irade ve insanlık his lerinin en yüksekleriyle dolu bir ruh. Hakikaten seçkin bir devlet adamı ve uzun bir zaman felaketler içinde yaşayan bir millet için en mükemmel rehber. Büyük bir asker olduğu ve tarihin en parlak zaferlerini kazan dığı halde, her devlet başkanından fazla barış prensibinin en sami mi savunucusu. Bana dedi ki: 'Türk siyasetinin en esaslı prensipleri barış ve insaniyetseverliktir. Biz bunlar için çalışıyoruz? Arap ülkeleri yönetimleri ve aydınları yeni Türkiye'nin büyük önemini gittikçe daha iyi anlamaktaydılar. Ortadoğu'nun en saygın, en güçlü ve en özgür ülkesi olmuştu. Ortadoğu coğrafyasında yer alan Avrupalı bir ülkeydi artık. u
351
Ürdünlü, Iraklı, Suriyeli, Mısırlı aileler yaz tatili için Türkiye'ye geliyor ve gelir gelmez hanımlar örtülerini atıyor, yüzlerini açıyor lardı. Türkiye kadın cennetiydi.
430 Üçüncü Bölüm
Yıl: 1 9 3 2 1 Ocak 1932-31 Aralık 1 9 3 2
352
YENİ YILA güzel bir olayla girildi. Ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel Akın adlı manzum bir oyun yazmıştı. Türklerin kuraklık yü zünden Orta Asya'dan çıkışlarını işliyordu. Tarih Tezi sanatı etkile meye başlamıştı. Gazi Türk yazarların romanlarını, şiirlerini hemen okurdu. Oyunlarını izlemeyi de bir görev bildi. 4 Ocak akşamı Türk Ocağı salonunda İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Gazi Eğitim Enstitüsü öğ rencilerinin oynadığı Akın\ izledi. Bu yıl Behçet Kemal Çağlar'ın Çoban, Aka Gündüz'ün Mavim Yıldırım oyunlarını da izleyecek, Milli Mücadele hakkında bir se naryo yazmak isteyen Münir Hayri Egeli'ye yardım edecekti. O HAFTA içinde Dr. Reşit Galip Bey'i davet etti. Geniş bilgi aldı. Bu kez yapılan hazırlığı beğendi. "Şimdi tamam doktor, teşekkür ederim. İstediğim gibi olmuş. Hepiniz iyi çalıştınız. Halkımıza sonsuza kadar hizmet edecek güzel bir kurumumuz olacak. Şu söyleyeceklerimi her ilgiliye duyur: Parti cilik ve parti tartışmaları Halkevlerine hiçbir surette girmeyecek. O eşikten atlayanlar, her samimi düşünceye sevgi ve saygı besleyen iyi ve uygar birer Cumhuriyetçi vatandaş kimliği ile hareket edecek." Başbakana onayını bildirdi. Türkiye'de özgün bir halk eğitim kurumu doğuyordu. Bu da bir ilkti. Bundan sonraki işlemleri hükümet yerine getirecekti. 353
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ bazı bölümleriyle medrese hava sını ve anlayışını koruyor, Türkiye sorunlarına uzak kalmayı azimle sürdürüyordu. Cumhuriyet yönetimi sonunda bu medrese uzantısı üniversite yi kapatmaya, yeni, çağdaş bir üniversite kurmaya karar verdi. Sabrı tükenmişti. Cumhuriyetin bilim ayağı eksikti. Üniversite anlayışı, kuruluşu, çalışması hakkında ayrıntılı bilgi sahibi kimse yoktu. Üçüncü Bölüm 431
Eğitim Bakanlığı ciddi bir araştırmadan sonra Cenevre Üniver sitesi pedagoji profesörlerinden, rektörlük de yapmış olan Albert Malche ile anlaştı. Prof. Malche Ocakta Ankara'ya geldi. Bakanla ve ilgililerle görüştü. Prof. Malche'den üniversiteyi inceleyerek bir ra por hazırlaması, tavsiyelerde bulunması istendi. İstanbul'a döndü. Üniversitede kendisine yer ayrılmıştı. Çalışmaya başladı. Fakülteleri, sınıfları, klinikleri, laboratuvarları, kütüphaneleri gezdi. Nazik, sevimli ve bilgiliydi. Herkesle konuşacak, Türklerle iliş ki kurmada ve düşüncelerini öğrenmede güçlük çekmeyecekti. 3533
GAZİ Ocak ayı ortasında İstanbul'a geldi. Ramazan başlamıştı. Hafız Yaşar Bey'i de getirdi. Ondan İstanbul un seçkin hafızları nın' listesini istedi. Çarşamba günü hafızlar geldiler. Türkçe tekbiri meşk ettiler. Ezanın Türkçeleştirilmesine çalıştılar. Sonra Gazi, Ce mil Sait Bey'in Kuran çevirisini eline aldı, ayağa kalktı. Ceketinin önünü ilikledi. Fatiha suresinin çevirisini açtı, halka hitap ediyor muş gibi okudu. Hafızla la halkın huzurunda nasıl durmaları gerek tiğini gösteriyordu: "Arkadaşlar, bu mübarek ay vesilesiyle görevli olduğunuz ca mide önce bir sureyi, sonra Türkçe çevirisini okuyunuz. Halk din lediği surenin manasını anlasın." Hafızların her birine Cemil Sait Bey'in Kuran çevirisini arma ğan etti. Hepsini sevgiyle uğurladı. Kılıç Ali Bey'e, "Gazetelere ha ber veriniz.." dedi, ".Yaşar Bey Cuma günü Yerebatan Camisi'nde Yasin suresini ve Türkçe çevirisini okuyacak. Camide yapılacak tö reni düzenlemenizi rica ediyorum." BİRÇOK gazete, haberi, "Hafız Yaşar Türkçe Kuran okuyacak" diye vermişti. Bu yanlış haber birçok söylentiye yol açtı. 22 Ocak 1932 Cuma günü Yerebatan Camisi tıklım tıklım dol muş, cemaat dışarı taşmıştı. Bir köşeye üzeri şallarla örtülü bir kür sü konmuştu. Çevresinde birçok gazeteci ve foto muhabiri vardı. Zamanı gelince Hafız Yaşar Bey kürsüye çıktı. Merakla nefes ler tutuldu. Yaşar Bey besmele çektikten sonra Yasin suresini Arap ça okumaya başladı. Kuran'ı Türkçe okuyacağını sananlar şaşırdılar. Sureyi okuduktan sonra, "Vatandaşlar.." dedi, "..36. sure olan Yasin 432 Üçüncü Bölüm
suresi 83 ayettir. Mekke-yi Mükerreme'de indirilmiştir. Şimdi size bu surenin Türkçe çevirisini okuyacağım." Cemil Sait Bey'in Yasin çevirisini okudu. Çeviri bitince Türkçe olarak dua etti. Her duadan sonra cemaatin ciğerinden ko pan 'amin' haykırışları camiyi sarsacaktı. "Ulu Tanrım! Bu okuduğum Yasin-i şeriften hasıl olan seva bı cenab-ı Muhammet Efendimiz Hazretlerinin ruh-ı saadetlerine ulaştır Tanrım! Hak ve adalet üzere hareket edenleri sen payidar eyle! Türkiye Cumhuriyeti'ni ilelebet payidar kıl! Türk milletini sen muhafaza et! Şanlı Türk ordusunu ve onun değerli, kahramanı ku mandan ve erlerini karada, denizde, havada her veçhile muzaffer kıl ya Rabbi! Vatan uğrunda feda-yı can ederek şehit olan asker kar deşlerimizin ruhlarını şad eyle! Vatanımıza kem gözle bakan düş manlarımızı perişan eyle! Topraklarımıza bol bereket ihsan eyle! Memleketin ve milletin refahına çalışan büyüklerimizin umurların da (işlerinde) muvaffak bilhayr eyle! Amin." 353b
354
AYNI OLAY 29 Ocak Cuma günü Sultan Ahmet Camisi'nde yaşandı. Bu kez hafızlar dokuz kişiydi. Caminin içinde dışında on bin kişi vardı. Fatih Camii hatibi Hafız Şevket Efendi bir hutbe okudu. Sonra cuma namazı kılındı. Tekbir alınmaya başladı. Tekbire on bin kişi ka tıldı. Tekbirden sonra her hafız Kuran okudu ve çevirisini açıkladı. Halk huşu içinde dinlediği Kuran'ın anlamını anladı. Etkisi yal nız ruha değil, zihne de işledi. * 355
HAFIZ YAŞAR BEY akşamki törenin ayrıntılarını Gazi'ye arz etti. Gazi halkın ilgisine çok memnun oldu. 3 Şubat 1932 gecesi ka dir gecesiydi. Gazi, Ayasofya Camisi'nde mevlit okunmasını, oku nacak surelerin Türkçesinin yine halka açıklanmasını diledi. Mevlit radyodan da verilecekti. Bu ilk kez oluyordu. Sabahtan ilan edildi. Camiye gelemeyenler, gelip de yer bulamayanlar rad yoların başına toplandı. Cami dolup taştı. Hafızlar polislerin yardı mıyla içeri girebildiler. Teravih namazını Hacı Faik Efendi kıldırdı. Mevlide yirmi hafız katılıyordu. Mevlitten ve Kuran'dan başka ilahiler de okuyacaklardı. Hepsinin başı açıktı. Hepsi boyunbağlı, koyu renk elbiseli ve çoraplıydı. Üçüncü Bölüm 433
(
Kurandan okunan sure biter bitmez Türkçe çevirisi açıklanı yordu. Bu güzel sunuş halka çok sıcak gelmişti. Mevlit yayınını Gazi de dinledi. Beğendi. Ertesi akşam hafızları iftara davet etti. Sarayın üst katında denizi gören salonda mükellef bir iftar sofrası hazırlatmıştı. O da sofraya oturarak birlikte iftar etti. Biraz sohbet ettiler. Hafızlar bazı çevrelerin adını dinsize çıkardığı Gazi Paşa'nın din konusunda ne kadar bilgili ve saygılı olduğunu derin bir hayretle anladılar. Ne çok yalancı vardı! Hafızlara Kuran okuttu. Hafızlar ayrılırken Başyaver her birine sessizce 2 0 0 lira verdi. Hepsi evlerine otomobillerle gönderildi. Gazi, Mehmet Akif Bey çeviriyi bitirince bu sunuşların ne ka dar etkili, güzel ve anlamlı olacağını düşündü. Bu sırada Mehmet Akif Bey durmadan çalışıyor, çabalıyor, yaptıklarını beğenmeyip yırtıyor, yeniden başlıyor, 'bu büyük görevi hangi cesaretle üstlen dim'diye kendini yiyip bitiriyordu. 356
KADRO dergisinin ilk sayısı Ocak ayı başında yayımlanacaktı. Ancak ay so nuna yetiştirebildiler. Büyük boy, çarpıcı bir kapağı olan, değişik bir dergiydi. İç kapağında kurucuların adları yer alıyor du. Sonra katılacağı için Şevki Yazman'ın adı yoktu. İmtiyaz sahibi Y. Kadri Bey'di. Birinci sayıda Kjadro başlığı altında ki başyazı derginin tutumunu açıklıyor du: Devrimin idelojisinin yapılması, il kelerinin açıklanması, dünya görüşünün oluşturulması. Kadro dergisinin birinci • • ;j kuruştu. 3.000 basılmıştı. Çabusayısının kapağı cak bitti. İlk sayı ikinci baskı yaptı. Eğii tim Bakanlığı 6 0 0 , Köşk de 10 dergiye abone oldu. * Dergi olumlu, olumsuz çok yankı uyandıracaktı. 25
356
GAZİ Şubat ortasında Ankara'ya döndü. 14 Şubatta Türk Tarih Kurumu'na bir yazı yazdı. Dört ricası vardı: 434 Üçüncü Bölüm
Tarih Kurumu'nun, yeni tarih görüşünün tartışılması ve ayrın tılı bir biçimde anlatılması için Temmuz ayında bütün tarih öğret menlerinin katılacağı bir kurs düzenlemesi, Türk Tarihinin Ana Hatları adlı büyük kitabın, son inceleme ler ve belgeler dikkate alınarak yeniden yazılması, Okullar için hazırlanan 4 ciltlik tarih kitaplarında gerekli dü zeltmelerin yapılması, İlkokullar için yeni tarih kitapları yazdırılması. Kurum yönetimi ardarda toplanarak gerekli kararları aldı. Ça lışmaya başladı. 357
DR. REŞİT GALİP BEY ile Recep Peker, Gazi'yi ziyaret ederek Halkevlerinin 19 Şubat Cuma günü, eski Türk Ocağı salonunda tö renle açılacağını bildirdiler. Programı sundular. Gazi teşekkür etti, başarılar diledi. Halkevlerinin açılış programı gazetelere bildirildi. *Tören 15.00'te başlayacaktı. Herkes davetliydi.fKimseye davetiye yollannadı. Açılış radyodan yayımlanacaktı. Gazi töreni radyodan dinledi. Ankara Halkevi'nin açılışına TBMM Başkanı Kâzım Özalp, Ba- ; kanlar, milletvekilleri, yöneticiler, öğretmenler, halk ve gazeteciler geldiler. Birçok kişi yer olmadığı için içeri giremedi, dışarda kaldı. 1 Program saat 15.00'te İstiklal Marşı ile başladı. Recep Peker, Dr. Reşit Galip Bey konuştular, Behçet Kemal Çağlar açılış için yazdığı şiiri okudu. Son olarak da Çoban oyunu temsil edilecekti. Aynı saatte 13 Halkevi daha törenle açılacaktı. * İstanbul Halkevi'nin açılışında ismet Paşa, öteki Halkevlerinin açılışlarında da Valiler, Belediye Başkanları, ko-
mmnmmmaıM^. l\*mtm»\\\\mH\mmm
357
Ankara Halkevi, estoTürkOcağı OeneN Meıte*.
mu t ani ar, öğretmenler, yöneticileri Üçüncü Bölüm 435
ve halk bulunacaktı. Kriz unutulmuş gibiydi. Bu şehirlerde bayram havası esiyordu. Halkevlerinin görev ve işlevleri her yere duyurul muş, aydınlarda ve halkta büyük ilgi uyandırmıştı. Recep Peker konuşmasında, 'halkevlerinin parti ve siyaset dü şünceleri dışında, milli amaçlar için çalışacaklarını, toplumu gele ceğe hazırlayacaklarını' açıkladı. Dr. Reşit Galip Bey heyecan dolu bir konuşma yaptı: "Davamız, uygarlık yarışında yitirilen zamanı en kısa zaman da kazanmak, layık olduğumuz dereceye, yani en ileriye varmaktır. • Bugün 14 ilimizde birden, partili partisiz her vatandaşın yararla nabileceği Halkevleri halkın hizmetine giriyor. Bu sayı her yıl yeni katılacak Halkevleri ile binleri aşacak ve bu kültür ve eğitim ku rumları bütün yurdu kaplayacaktır. Ara sıra devrimlerin bittiğin den bahsedenlere rastlıyoruz. Bu görüş tembel, yorgun, cesaretsiz ruhların görüşüdür. Çünkü bitmeyen bir özlem, yorgunluk tanımaz bir çalışma, gevşekliğe düşman bir irade ile ilerlemek, engelleri ça tır çatır kırmak, yol kesen olumsuz ruhu nerede bulursak orada bo ğarak, arayı ışık hızı ile kapatmak zorundayız." Halkevleri hakkında bilgi verdi. Bir halkevinde başlıca dokuz kol bulunacaktı: 1. Dil ve edebiyat, 2. Güzel sanatlar, 3. Tiyatro, 4. Spor, 5. Sosyal yardım, 6. Tarih ve müze, 7. Halk dershaneleri ve kurslar, 8. Kütüphane ve yayın, 9. Köycülük. Her halkevi kendi yönetim organlarını kendi seçecekti. Hal kevleri gerçekten halkın evleri olacak, tüm vatandaşları hiçbir ay rım gözetmeden kucaklayacaktı. Ankara'da bir Genel Merkez bu lunmayacak, sadece eşgüdümü sağlamak için bir 'Halkevleri Büro su'kurulacaktı. Bu amaçlarla konferanslar, sohbetler, konserler, kurslar, tiyat ro gösterileri, filmler, anma toplantıları, ^evre ve köy araştırmaları, folklor çalışmaları, derlemeler, sosyal yardım, bireysel ve kitle spo ru, kitap ve dergi yayımlama ve benzeri her türlü yararlı, eğitici, aydınlatıcı etkinlikler yapacaklardı. Her halkevinde mutlaka geniş bir kütüphane ve okuma odası bulunacaktı. Gezici kütüphaneler oluşturulacaktı. § |i Kısacası hayatın bütün alanlarında çalışılacak, halka el uza tılacaktı. Çalışmaya hazır bekleyen büyük kuvvet öğretmenler ile kadın ve erkek gönüllülerdi. 436 Üçüncü Bölüm
358
İlk dergiyi Ankara Halkevi yayımlayacaktı: Ülkü dergisi. Bu ça lışmayı başka birçok Halkevi izleyecekti. MART AYINDA -Gazi'yi kızdıran bir kusur işlemiş olan- Tevfik Bıyıklıoğlu'nun yerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine Kabil Büyükelçisi Hikmet Bayur atandı. Hikmet Bey 31 Mart tari hinde Ankara'ya geldi ve göreve başladı. Türk Tarih Kurumu Baş kanlığına da Yusuf Akçura seçildi. Bu günlerde Başbakan Rusya gezisine hazırlanıyordu. Birkaç kez Gazi ile görüştü. Cumhuriyet yönetimi Sovyetler Birliği ile dostluğa büyük önem veriyordu. Milli Mücadele başladığı zaman Ankara-Moskova arasında ortak cepheye karşı bir dostluk kurul muştu. Dostluk sürüyordu. Fakat Türkiye'nin Balkan ülkeleriyle ya kınlaşması, Batı ile sakin ilişkiler içinde olması, Sovyet yönetimini Türkiye'nin Batı cephesine kayması olasılığından kuşkulandırmaya başlamıştı. Bu söz konusu değildi. Türkiye bağlantısızlığını koru yordu. Ama Sovyet rejiminin başlıca özelliklerinden biri her şey den ve herkesten kuşkulanmasıydı. Durumu yüz yüze konuşarak anlamak istiyorlardı. İsmet Paşa özellikle bu güveni vermek için gidiyordu. GAZI Hikmet Bayur u Diyanet işleri Başkanı Rıfat Hoca Efen di ye yolladı. Tekbir, sala ve ezanın Türkçeleştirilmesi için yapılan çalışmalar hakkında bilgi sunmasını, Türkçe metinleri vermesini istedi. "Hoca Efendinin görüşünü öğren." MİMAR HOLZMEISTER'ın yaptığı yeni ve büyük Çankaya Köşkü bitmişti. Köşkün üst katı özel ikametgâh, alt katı Cumhur başkanlığı dairesi olarak düzenlenmişti. Afet Hanım, Sabiha ve görevliler yeni köşkü çok beğenmişler di. Cumhuriyete yakışmıştı. Gazi en çok çalışma odasını ve kitaplığı beğendi. Kızların her biri için ayrı, güzel odalar yapılmıştı. Köşkün döşenmesinin Temmuza kadar bitirilmesini, her şeyin her zamanki gibi sade olmasını, bahçesinin zevkle düzenlenmesini istedi]
1
Üçüncü Bölüm 437
ALIH BOZOK ile Kılıç Ali, Gazi'nin Nuri Conker'le barışma sı için sürekli fırsat kolluyorlardı. Gazi hiç yüz ve fırsat vermiyordu. Onca olaydan sonra Ali Fuat Cebesoy Paşayı bile yemeğe çağırmış, dostluğunu tazelemiş ama Nuri Conker'i çağırmamıştı. Gazi yemekten sonra "Haydi Ankara Palas a gidelim" dedi. Afet Hanım, Sabiha, Ruşen Eşref Bey ve eşi, Salih Bozok ve eşi, Kılıç Ali, Rüsuhi Bey yola çıktılar. Gece Kulübü doluydu. Çok tanıdık vardı. Bir orkestra hafif dans müziği çalıyor, bazı çiftler dans ediyorlardı. Gazi'yi görünce dans edenler durdular, oturanlar derin bir saygı ile ayağa kalktılar. Gazi, hazırlanan yere oturuncaya kadar ayakta beklediler. Nuri Conker ile eşi de bir masada oturuyorlardı. Gazi gelince görünmemek için ufaldılar, başları öne düştü. Afet Hanım Gazi'ye, "Nuri Bey de burada" diye fısıldadı. Gazi de fısıltıyla, "Gördüm." dedi, "..Ona bu kadar ceza yeter. Birazdan masasına baskın yapalım" Afet Hanım sevindi. Salih ve Kılıç Ali Beyler bir şey sezmişlerdi ama soramıyor, merak içinde kıvranıyorlardı. Pist dolmuştu. Gazi dans edecekler miş gibi Afet Hanım'ı kaldırdı, yürüdüler ve Conkerleri selamlayıp masalarına oturuverdiler. Salih Bozok o kadar sevindi ki hayatında ilk kez eşini dansa kaldırdı. Sevinçten ağzını kapatamıyordu. 358a
CUMHURİYETİN 10. yıldönümünün en geniş biçimde kut lanması için birçok hazırlıklar yapılıyordu.
Ekrem Reşit Rey
438 üçüncü Bölüm
Faruk Nafiz Çamlıbel
Behçet Kemal Çağlar
Bu amaçla 10. yıl ile ilgili bir marş için yarışma açılmış, jüri Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar'ın birlikte yazdıkları şiiri marş güftesi olarak seçmişti. Gazi Behçet Kemal Çağlar'ı çağırdı. Kutladı. Bir şey istedi: "Bu güfteye demiryollarını ekleyin. Cumhuriyet döneminde birçok destan yaratıldı. En önemlilerden biri demiryollarıdır." Şairler bu isteği heyecanla yerine getirdiler. Güfte bestelemesi için Cemal Reşit Bey'e verildi. Cemal Reşit Bey Nişantaşı'nda Şair Nigâr sokağındaki baba konağında annesi, ağabeyi Ekrem Reşit Bey, İstanbul Senfoni Or kestrasında kemancı olan kız kardeşi ve kız kardeşinin eşi orkest ranın başkemancısı Semih Argeşo ile birlikte oturuyordu. Hayatları müzikti. Cemal Reşit Bey ile Ekrem Reşit Bey Batı müziğini halka sevdirmek için operetler yazıp bestelemeye karar vermişlerdi. Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz-Caz gibi ünlü operetler oynandıktan za man çok ilgi toplayacaklardı. Cemal Reşit Bey 10. Yıl Marşı'nı bestelemek için piyanonun başına geçti. Güfte çok hoşuna gitmişti. Hevesle çalışıyor fakat yap tığı çalışmaları Ekrem Reşit Bey'e beğendiremiyordu: "Olmamış Cemal," Cemal Reşit Bey bestelemeye yeni baştan başlıyordu, İSMET PAŞA, Mevhibe Hanım, Dışişleri Bakanı ve eşi, bazı görevliler, 24 Nisanda Ankara'dan törenle uğurlandılar, İstanbul'dan bir Türk gemisiyle Odesa'ya gidildi. Oradan Moskova'ya geçildi. Moskova'da büyük bir törenle karşılandılar. Sovyet yönetiminin en önemli isimleri karşılamaya gelmişti. Sovyetler Birliği iktisadi bakımdan sıkıntı içindeydi. Ama Türkiye'ye yardımcı olmaya kararlıydılar. Stalin çok dostça davra nacaktı. Görüşmeler başladı. Gündem konuları kredi ve ticari iliş kilerdi. Türkiye'ye sekiz milyon dolarlık bir kredi açılması kabul edildi. Süresi 20 yıldı. Faiz istemiyorlardı. Taksitler mal olarak öde necekti. Bu kredi sanayileşme hareketinin motoru olacaktı. Ticari işlerde Sovyet bürokrasisi yüzünden sorun vardı. Zaman içinde dü zeleceği vaadedildi. İsmet Paşa da, Sovyet yüksek yöneticilerin topluca bulunduğu bir toplantıda Sovyet kuşkularını giderici açıklamalarda bulundu. Üçüncü Bölüm 439
ismet Paşa ayrıca Plan Dairesi yetkilileri ile görüştü. Beş yıllık ik tisadi planı ilk kez Sovyetler yap mışlardı. Az para ile verimli sonuç almak planlı olmayı gerektiriyordu. Avrupa'da da plan düşüncesi tartı şılmaya başlamıştı. Planlama konu sunda yardımcı olmak üzere bir ku rul yollamaya söz verdiler. Programda Leningrad var dı. Çariçe Katerina'nın ve Çar II. Nikola'nın saraylarını gezdiler.! Bu kan dökücü, savaşçı hükümdarların süslü saraylarını Türk ve Sovyet yönetici ve diplomatları barışçı ko nuşmalar yaparak, şakalaşarak dolaştılar. Olumlu sonuçlar elde eden İsmet Paşa, eşi ve görevlilerle 11 Mayısta Ankara'ya döndü ve törenle karşılandı. 359
HALKEVLERİ çalışmaya başlamıştı. Tiyatro kolunun yararla nabileceği şimdilik iki oyun vardı elde: Akın ve Çoban. Bunlar uzun ve ağır gelince bazı öğretmenler kısa oyunlar yazdılar. Küçük şehir lerde kadın rollerini hanım öğretmenlerin üstlenmesi zorunluydu. Bazı ortaçağlılar hemen dedikoduya başlayacak, bu öğretmen leri karalayıp aşağılayacaklardı. Bunu en iyi öğretmen hanımlar bi liyorlardı. Aldırmadılar: § "Söyleyen aptal, inanan daha aptaldır!" 9 MAYIS günü 1 9 3 2 | Harpokulu mezunları 1 İstanbul Taksim'deki Cumhuriyet anıtı önünde, "Türk gençliğine emanet olan vatan ve Cumhuriyetin muhafazası uğrunda canlarını fedaya hazır olduklarını" and içerek belirttiler. Okul Komutanı bu olayı Cumhurbaşkanına arz etti. Gazi Komutana şu telgrafı çekti: "...Genç Harbiye mezunlarının samimi duygularından çok duy gulandım. Memlekete büyük hizmetlerde bulunmalarını ve parlak bir geleceğe mazhar olmalarını dilerim. Haklarındaki derin sevgile440 Üçüncü Bölüm
rimin ve ordu ve memleketimiz için yüksek ümitlerimin kendileri ne tebliğini rica ederim efendim. Reisicumhur Gazi M. Kemal" | Komutan, Gazi'nin telgrafını avluda topladığı mezunlara oku du. Telgraf bitince, bin gencin bir ağızdan top gibi gürleyişi çevreyi titretecekti: |"Sağoool!" İNGİLİZ Büyükelçisi George Clerk Cumhurbaşkanını ziyaret için randevu istemişti. 21 Mayıs günü Büyükelçi tam zamanında geldi. Genel Sekreter ve Protokol Genel Müdürü Büyükelçiyi bekliyorlardı. Cumhurbaş kanının huzuruna kabul edildi. Gazi'nin yanında Dışişleri Bakanı vardı. Büyükelçi elinde çok güzel ciltlenmiş iki kitapla gelmişti. Bu kitapları hükümeti adına Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Paşa Hazretlerine takdim edecekti. Kitaplar Çanakkale Savaşı ile ilgjU ingiliz resmi tarihinin birinci ve ikinci ciltleriydi. Bir komis yonun yardımı ve bütün belgelerin incelenmesi sonucu General Aspinall-Oglander tarafından yazılmıştı. General Çanakkale kara savaşlarına katılmış bir subaydı. Savaşı yakından görmüş, Albay M. Kemal Bey'in komuta ettiği Türk birlikleri önünde İngiliz yenilgi sini yaşamıştı. Kitap Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına şu hitabe ile su nulmuştu: "Büyük bir komutan, asil bir düşman ve alicenap bir dost şere fine, Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine, Haşmetli İngiliz Kralı'nın hükümeti tarafından takdim kılınmıştır." İngiliz Çanakkale Savaşı Resmi Tarihi'nde Gazi şöyle değerlen diriliyordu:
"Çanakkale'de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs, Af. Kemal'di. Çanakkale muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve idare, fedakârlık ve feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu konuda ne söylense azdır. Başlangıçta M. Kemal Paşa Gelibolu yarımadasında bir piya de tümeninin başında, harbin sevk ve idaresi yönünden çok dikkati çeken, açık bir deha örneği vermiştir. 25 Nisanda, Ariburnu çev resindeki durumu derhal kavramış olmakla, Anzak Kolordusunun Üçüncü Bölüm 441
karaya çıkarıldığı ilk günde, hedefine erişmemesini ve mağlubiyetini sağlamıştı. Bu önemli bir sebep olarak İngiliz kuvvetlerinin kıyıda saplanıp kalmaları sonucunu doğurmuştur. İngilizlerin hâkim nok taları elde edemeyecek dar kıyıda sıkışıp kalmaları ve 9 Ağustosta [Suvla-Anafar talar kesimindeki] İngiliz Kolordusunun iflas ve hezi metinin de başlıca sebebi yine Gazi M. Kemal'den başkası değildi. Anafartalar Grup Komutanlığı kendisine verilince, derhal yap tığı sert ve şiddetli bir hareketle İngiliz Kolordusunun karaya çık tıktan sonraki gecikmiş hareketini hem durdurmuş, hem de bu yeni İngiliz Kolordusunu hezimete uğratmıştı. Gelibolu yarımadasındaki başarısı yalnız bu da değildir. Anafartalar'da İngiliz Kolordusunun ileri hareketini durdurup hezi mete uğrattıktan 24 saat sonra, bir başka cephede, Türk ordusu na parlak bir zafer daha sağlamıştır. Bizzat yaptığı keşif sonunda, Conkbayırı'nda, İngilizlere parlak bir karşı taarruz yapmıştır, işte bu taarruzda kazanılan zafer sonunda Türkler, Çanakkale boğa zına hâkim olan Sarıbayır sırtına [Conkbayırı ve çevresine] yerleş mişler ve kesin olarak orada tutunmuşlardır. Bu suretle Çanakkale savaşlarının kaderinde tek tayin edici rolü oynamış, Çanakkale'nin kaderini tayin etmiştir. Kısacası Geli bolu muharebeleri, bütünüyle M. Kemal'in üstün deha ve zekâsının etkili olduğu bir tarihi anlatır? Yenilmiş düşman bile Gazi'nin büyüklüğünü teslim ediyor du. I I | 360
PROF. ALBERT MALCHE 1 Haziranda Ankara'ya geldi. 6 Ha zirana kadar kaldı. Hazırladığı raporu verdi. Eğitim, Adalet, Dışişleri Bakanları ve Başbakan ile görüştü. Bilgi sundu. Soruları yanıtladı. Raporunda İstanbul Üniversitesi du rumunu özetlemiş ve yeni üniversite hakkında gerekli tavsiyelerde bulunmuştu. Raporu Gazi de dikkatle inceledi. Birçok not aldı. * Eski üniversitenin kapatılması, üniversitenin yeniden,! çağ daş bir üniversite olarak kurulması kararlaştırıldı. Eski üniversite yeni üniversiteye dönüştürülürken, öğretim görevlileri arasında bir ayıklama yapılması gerekecekti. Bu kolay iş tl eğildi.? Tepkileri göğüsleyebilecek, kararlı, objektif bir Eğitim Bakanı na ve yeni bir Üniversite Kanununa ihtiyaç vardı. 460
442 Üçüncü Bölüm
ÖĞLE YEMEĞİNİ Çiftlikte Gazi, Afet Hanım ve Hikmet Bayur birlikte yediler. 20 yeni Halkevinin daha açıldığı gündü (20 Ha ziran 1932). I M> Afet Hanım sevincini belirtti. Gazi, "Evet.." dedi, "..Halkevleri geleceğin demokrat, ileri, aydın Türkiyesi için çok verimli, sağlam bir zemin hazırlıyor. Her yerden iyi haberler geliyor. Halkla aydınları kaynaştırmasını, Cumhuriyet anlayışını yaymasını, toplumsal yaşayışa önayak olmasını çok bü yük hizmet olarak görüyorum." Hikmet Bayur'a, "Tarih kurultayı hazırlıkları bitti mi?" diye sordu. "Evet efendim. 2 Temmuzda toplanacak." "Güzel. Kurultay bitince İstanbul'a gideriz." BU SIRALARDA Türkiye'nin de Milletler Cemiyetime üye ol ması gündeme gelmişti. İ Gazi, İngiliz ve Fransızların etkisindeki Milletler Cemiyeti'nden rahatsızdı. Cemiyetin Musul konusundaki taraflı tutumunu unutamıyordu. Milletler Cemiyeti Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan barış andlaşmalarıyla kurulan düzeni yaşatmak için galiplerin kurduğu ve çıkarma göre yönlendirdiği bir kurumdu. Ama bütün barış iste yenler Milletler Cemiyeti'ne girerek olası bir savaşa karşı bir barış cephesi oluşturmak istiyorlardı. Milletler Cemiyeti ile ilgili diplomat Abdüllahat Akşin'den alı nan bilgi Gazi'yi destekliyordu: "Cemiyete İngiliz ve Fransızlar hâkimdir. Sekreterliğin her şu besinde ya şef yahut da onun maiyetinde bir memur İngilizdir. Her şey o İngilizin dediği gibi olur. Cemiyetin kırtasiye levazımı bile İngiltere'den sağlanır. Sekreterlikte eski İngiliz ve Fransız bürok rasisi hâkimdir. Genel Sekreter her şeye hâkimdir ve o bu mevkide kaldıkça vaziyet böyle olmaya devam edecektir." Gazi, ilgililere, "Durum girmemizi gerektiriyorsa.." dedi, "..Sov yet Rusya'nın rızasını alalım. Ayrıca Milletler Cemiyeti'nin kapısın da beklemeyelim. Bizi üyeliğe Milletler Cemiyeti davet etsin, biz de komşularımızla barışçı çizgimizi koruyarak üye olalım." Hariciyeciler dehşete kapıldılar! Milletler Cemiyeti'ne böyle bir öneride bulunulabilir miydi? 361
Üçüncü Bölüm 443
Ama Gazi emretmişti. Durum Genel Sekretere ve üye ülkele re diplomatik üslupla duyuruldu. Milletler Cemiyeti Genel Sekre terliği, Türkiye Cumhuriyeti'ni üyeliğe davet etmeyi uygun buldu. Türkiye Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanların ortasında, iki boğazla Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan, dünyanın en stratejik noktası, bir kilit ülkeydi. Çok kısa bir zaman içinde ortaçağdan yeniçağa geç meyi başarmıştı. Olamaz sanılan olay olmuştu. Genel Sekreter bu amaçla Milletler Cemiyeti Genel Kurulunu 18 Temmuz günü olağanüstü toplantıya çağırdı. 2 TEMMUZ 1932'de Ankara Halkevinde 1. Türk Tarih Kong resi toplandı. Kongrede bildiri sunacaklar uzun süre çalışmışlardı. Gazi iste dikleri her yabancı kitabı getirtmişti. Tarih tezini destekleyen, güç lendiren birçok kaynak eser daha bulunmuştu. Bildirileri önceden okuyor, düşüncelerini söylüyordu. * Kongreye yirmi beşi Türk Tarih Kurumu üyesi, onu üniversite öğretim üyesi, biri Güzel Sanatlar Akademisi öğretmeni, yüz dok san altısı lise, öğretmen okulu, ortaokul, askeri ortaokul ve lise ta rih öğretmeni olmak üzere 232 kişi katıldı. İçlerinde Gazi yi ilk kez görecek olanlar vardı. 33 kişi bildiri sunacak ve konuşacaktı. Bu ilk kongreye yabancı bilim adamları çağrılmamıştı. Yalnız bir Macar Türkolog katılmıştı. Kongreyi Gazi de izledi. Kongre Eğitim Bakanının ko nuşmasıyla açıldı. Başkanlık kür süsünü Yusuf Akçuraoğlu'na bı raktı. Kâtipler seçildi. İki tarih öğ retmeninin kısa konuşmasından sonra ilk sözü Afet Hanım aldı. sn Bildirisini okudu. İkinci bildiri dilci Samih Rıfat Beyindi. Arada Fuat Köprülü, Şevket Aziz Kansu, Hasan Cemil Çambel, Ahmet Caferoğlu söz alıp konuştular. 361
Ü
444 Üçüncü Bölüm
Birçok yabancı, ciddi eserden ve bilginlerin görüşlerinden ya rarlanarak hazırlanan bildiriler yeni tarih görüşünü (tezini) destek liyordu. İkinci gün Dr. Reşit Galip Bey de yeni tarih görüşünü destek leyen, pek çok kaynağa dayanan uzun bildirisini sundu. Ayrıca Zeki Velidi Togan ile Şevket Aziz Kansu da konuştular. Kongre 11 Temmuza kadar sürdü. Bildiri veren öteki isimler şunlardı: Afet Hanım (ikinci kez), Hasan Cemil Çambel, Hikmet Bayur, Şevket Aziz Kansu, Şemsettin Günaltay, Yusuf Ziya Bey, Ma car Türkolog Prof. Zayti Ferenç. Yeni tarih görüşüne kimse itiraz etmedi. Milletlerarası kaynak lar, belgeler görüşü destekliyordu. Yalnız Zeki Velidi Bey ile Avram Galanti bazı ayrıntılar hakkındaki karşı görüşlerini açıkladılar. İlgili ler bu itirazları yanıtladılar. Büdiri sunanların ve konuşanların daya nak olarak ileri sürdükleri çeşitli dildeki kaynakların çokluğu, zengin bir kitaplık kurulduğunu ve hepsinin tarandığını gösteriyordu. Afet Hanım ikinci bildirisinde yine birçok ciddi kaynağa daya narak ortaçağı, Türklerin rollerini, Doğu dünyasının zamanla ne den geri kaldığını ayrıntılı olarak anlattı. Çalışkanlığı, bilimsel ve ağırbaşlı üslubu ile büyük takdir kazandı. Gazi Kongre üyelerine 8 Temmuz akşamüstü Marmara Köşkü'nde ve bahçesinde çay ziyafeti verdi. O güne kadar Gazi'yi hiç görmemiş ya da ancak uzaktan görebilmiş olan öğretmenler gör mekle kalmadılar, aralarına aldılar, elini sıktılar, isteyenler de ko nuştu. Toplu fotoğraflar alındı. Kaç yüzyıldır Osmanlı yönetimi oluşturan devşirmeler, dön meler, yanaşmalar, bunlara yaranmak isteyen onursuz Türkler ta rafından hor görülen, adı unutturulmak istenen bir milletin tarih öncesine uzanan görkemli tarihi hakkındaki bildiriler ve konuş malar, Gazi'den gördükleri sevgi ve ilgi, öğretmenlere büyük gurur vermişti. 362
362a
363
GAZİ Kongre sırasında her akşam Türk Tarih Kurumu üyeleri ni yemeğe çağırıyor, günün değerlendirmesi yapılıyordu. Bu yemeklerden birine Macar Türkolog Zayti Ferenç de davet edilmişti. Gazi misafir bilim adamını sağına oturttu. Tarihten koÜçüncü Bölüm 445
nuşuluyordu. O gecenin tanıklarından Hasan Cemil Çambel gece nin devamım anı defterine şöyle yazdı (özet): "Çok geçmeden sofra, cazibesine doyulmaz bir ilim ve kültür sahnesi oldu... Gazi yanındaki seçkin misafire dönerek dedi ki: j Profesör, Türkler ve Macarlar iki kardeş millettir. Bu iki kardeş millet kendi yüksek milli gayelerini ve büyük geleceği düşünen ve gören iki olgun kardeş millet gibi mi hareket etti? Hayır. Ne yazık ki hayır. Biz Türkler İslam âleminin önüne geçtik. Siz Macarlar Hı ristiyan dünyasının önüne düştünüz. Asırlarca birbirimizi kırdık. Fakat ne için? Hangi büyük maksat, hangi milli gaye, hangi yüksek gelecek için? Ve kimin için? Kimin hesabına? Böyle yapacağımıza, eğer gurur ve ihtirasa, boş davalara, manasız, hayalperest emellere ve başkalarının maksatlarına kapılmayıp da iki kardeş millet el ele barış içinde birleşseydik, hem kendi milletimizin, hem de bütün in sanlığın refah ve saadetine hizmet etmiş olmaz mıydık?' Macar bilgin ruhundan yaralanmış bir canlı heykel gibi, yüzü kıpkırmızı ve gözleri dolu ayağa kalktı, sandalyesini geriye itti ve Gazi'nin önünde iki dizi üstüne çökerek ve onun elini iki eli arası na alarak, tekrar tekrar öptü, öptü, yüzüne, gözüne sürdü. Bu ulvi manzara önünde sofrayı bir mabet sessizliği kaplamıştı." 3633
11 TEMMUZ Kongrenin son günüydü. Yusuf Akçura söz aldı. Kapanış konuşma sı yapacaktı. Kongre için, "Bu Türk tarihinde önemli bir gelişim aşaması değil* Türk tari hi bakımından çok önemli bir olaydır" dedi. Gazi'ye dönerek dedi kirf "Sen bize hakikat yolunu gösterdin. Sen bize milletimizi, benliğimizi tanıttın, sen bize kendimizi öğrettin. Türk milleti sana minnet tardır" Bir üniversite öğretim üyesi ve iki öğret menin konuşmasından sonra Eğitim Bakanı nın kısa konuşmasıyla Kongre sürekli alkışlar arasında son buldu. Kongre Türk tarihi bakımından büyük bir dönemeç olmuştu. 446 Üçüncü Bölüm
Yusuf Akçura
GAZİ Kongrenin kapandığı akşam Türk Tarih Kurumu üyeleri ile birlikte Falih Rıfkı Atay ve Ruşen Eşref Onaydın'ı da yeni köşke yemeğe çağırmıştı. Yeni köşke taşınmışlardı. Her şey sade ve zarifti. Fazla bir tek süs, gereksiz bir sehpa, bir tablo bile yoktu. Çalışma odasına bitişik kitaplık bölümü hepsinin gözlerini kamaştırdı. O kadar çok kitap vardı. Bir süre tarih ile ilgili konular görüşüldü. Gazi, "Dil işlerini düşünecek zaman da geldi, ne dersiniz?" diye sordu. Hazır bulu nanlar bu öneriyi sevinçle onayladılar. Dilde Arapça ve Farsça etkisi sürüyordu. Birçok gazete haberlerini öğrenciler anlamakta zorlanı yorlardı. Az okumuşlar hiç anlamıyorlardı.* "Öyleyse Türk Tarihini Tetkik Derneği gibi bir de ona kardeş dil derneği kuralım. Adı Türk Dilini Tetkik Heyeti olsun," Bir dilekçeyle başvurmak gerekiyordu. Bunun için en az dört kurucunun belirlenmesi gerekti. Samih Rıfat Bey'in Başkan, Ruşen Eşref Ünaydın'm Genel Sekreter, iki üyenin de Y. Kadri Karaosmanoğlu ile Celal Sahir Erozan olmaları kararlaştırıldı. Dernek için bir tüzük hazırlamak gerekiyordu. Gazi kolay yolu gösterdi: "Şimdilik Türk Tarih Kurumu'nun tüzüğünü alırsınız. Lazım gelen yerlerine cemiyetinizin adını ve gayesini yazarsınız. Yenisini sonra düşünürüz." Dil Kurumu'nun koruyuculuğunu da üstlendi. Tarih gibi dil sorunlarıyla da ilgileneceği anlaşılıyordu. 12 Temmuzda kuruluş dilekçesi verildi. Dil Derneği kuruldu, Ankara Halkevi'nde açılan bir odada çalışmaya başladı. 26 Eylül Kurultayından sonra Ziraat Bankası Genel Müdürlü ğünün arkasındaki iki katlı küçük bir binada çalışacaktı. 364
365
15 T E M M U Z akşamı Gazi, Afet Hanım, Sabiha ve maiyeti İstanbul'a gideceklerdi. Diyanet İşleri Başkanlığından gelen bir ha berin Gazi'yi çok memnun ettiği görüldü. Aldığı haberi açıklamadı. Türk Dil Kurumu Başkanı Samih Rıfat Bey'le Genel Sekreter Ruşen Eşref Ünaydın'ı da birlikte gelmeleri için davet etmişti. Yolda dil konularını görüştüler. Üçüncü Bölüm 447
Osmanlı'dan, sorunlu, yaralı, derdi çok, bakımsız bir dil dev ralmışlardı. Larousse'un Türkçeye çevirisi için çalışıldığı zaman Osmanlıcanın kavramlar ve terimler bakımından ne kadar yetersiz, kısır olduğu anlaşılmıştı. Türkçeyi hem Arapça ve Farsça etkisinden temizlemek, hem sadeleştirerek konuşma diliyle yazı dili arasındaki büyük ayrılığı azaltmak, hem de zenginleştirerek bir bilim ve kültür dili yapmak gerekiyordu. Gazi dedi ki: "Bir dil kurultayı toplayalım. Türkçenin bütün sorunlarını içe ren bir gündem hazırlayın. Dilde sadeleşmeye karşı olanları, duraksayanları, kuşkusu olanları da çağırın, isterseniz kadın, erkek halk da katılsın. Genelkurmay'dan izin alın, subaylar da katılabilsin. Bu dil hepimizin. Dilimizi böyle geniş ve özgür bir ortamda tartışalım. Yolumuzu ona göre çizelim." 366
3663
367
RUKÎYE ve Zehra, Dolmabahçe'de bekliyorlardı. Sabiha ile bu luşmaları pek heyecanlı oldu. Birbirlerini çok özlemişlerdi. Sabiha yeni köşkü ve kendilerine ayrılmış odaları anlata anlata bitiremedi. "Düşünün, hepimizin odası var!" "Gazi Paşa'ya söyle, bizi de birkaç günlüğüne Ankara'ya aldır sın. Odalarımızı görelim." "Ben söylemeye çekinirim. Ama belki Afet Ablam söyler." t* Konuyu Afet Hanıma açtılar. Afet Hanım güldü: "Tabii söylerim. Evinizi görmek ikinizin de hakkı" GAZİ Salih Bozok ve Kılıç Ali'yi yemeğe tutmuştu ama, "Ben bu akşam erken yatacağım, ona göre" dedi. Salih Bozok itiraz etti: "Yapmayın Paşam. Biz de Yat Kulübe gideriz diye sevinç içinde gelmiştik." "Kusura bakmayın, sabah erkenden kalkmam gerek." Bir şey mı var?
"Evet, bir şey var." 18 TEMMUZ 1932 sabahı istanbul derin bir sessizlik içindey di. Bir-iki martı sesi duyulup söndü. Boğaz'ın üzerinde ipek gibi bir sabah sisi vardı. Tanyeri ağarmaya başlamıştı. 448 Üçüncü Bölüm
Gazi erkenden kalkıp balkona çıkmış, bekliyordu. Yumuşak, yüreğe akan bir ses saba makamında sabah ezanını okumaya başla dı. Müezzin Türkleri kulluğa Türkçe çağırıyordu: Tanrı uludur Tanrı uludur Tanrı uludur Tanrı uludur Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrıdan başka yoktur tapacak Tanrının elçisidir Muhammet Haydin namaza Haydin namaza § Haydin felaha Haydin felaha Tanrı uludur Tanrı uludur Tanrıdan başka yoktur tapacak
|
Diyanet İşleri Başkanlığı ezan ve kametin Türkçe okunmasını uygun bulmuştu. Gazi'yi Ankara'dan ayrılırken memnun eden ha ber buydu. !| MİLLETLER CEMİYETİ Genel Kurulu da bugün olağanüstü olarak toplandı. Gündem Türkiye'nin üyeliğe davet edilmesiydi. Söz alan bütün temsilciler Türkiye'yi övdüler. Cemiyetin üyesi olan devletler oybirliği ile Türkiye Cumhuriyeti'ni Milletler Cemiyeti'ne üye olmaya davet ettiler. Türkiye Cumhuriyeti Dışişle ri Bakanı Türkiye'nin üye olmaya hazır olduğunu yazılı olarak bil dirmişti. Genel kurul 43 üyenin oybirliği ile Türkiye'nin üyeliğini kabul etti. § Ş&Ş Türkiye Cumhuriyeti Milletler Cemiyeti'ne böyle üye oldu. Olay Türkiye'nin büyük saygınlığını gösteriyordu. 368
TÜRKÇE EZANI duyan Mazhar Müfit Kansu heyecan içinde Başyaverliğe telefon ederek Gazi ile görüşmek istediğini bildirmiş ti. Yaver biraz sonra aradı:
"Gazi Paşa akşamüzeri sizi bekliyor" Üçüncü Bölüm 449
Mazhar Müfit Bey akşamüzeri geldi. "Hayırlı olsun Paşam" "Bir gün aklıma geldi de ezan Türkçe okunsun diye karar ver dim sanmazsın herhalde." "Bu gibi konularda kırk kişiye danışmadan, kırk kez düşünme den karar vermeyeceğinizi iyi bilirim." "Bir yıl boyunca hemen her bilenle görüştüm. Doğru bulan da oldu, karşı çıkan da. Yanlış olsaydı Diyanet İşleri Başkanlığı elbette kabul etmezdi. Ben de bu girişimde bulunmazdım" Ezanın ve tekbirin Türkçe okunmasını, Müftülüklere bildirdi. Mazhar Müfit Bey'e de bir kahve söyledi. TÜRKİYE'nin Milletler Cemiyeti'ne davet edilmesinin yarattı ğı gurura, yeni bir haber neşe de kattı. Türkiye güzeli olarak Belçika'daki dünya güzellik yarışmasına katılan Keriman Halis Hanım Dünya Güzellik Kraliçesi seçilmişti. Gazeteler birinci sayfalarını bu güzel ha bere göre yeniden düzenlediler. Keriman Halis Hanım'm boy boy fotoğraflarına yer verdiler. Türkiye güzellik yarışmasını Cumhuri yet gazetesi düzenlemişti. Gazi bu olayla ilgili olarak Yunus Nadi Bey'e bir demeç verdi. De meç gençlere yönelik şu çok anlamlı cümle ile son buluyordu: § ..Bununla beraber asıl uğraşmaya mec bur olduğunuz şey, analarınız ve atalarınız gibi yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır." 369
SOVYETLER sözlerini tutarak plancı Prof. Orloff un başkanlı ğında bir uzmanlar kurulunu Türkiye'ye yolladılar. Kurul Ankara'da temaslara başladı. İktisat Bakanı Mustafa Şeref Bey ve ilgililerle görüşmeler başladı. Ama izmit'te kurulması düşünülen bir kâğıt fabrikası için İş Bankası ile İktisat Bakanlığının ilgili dairesi arasında görüş ayrılık ları vardı. İş Bankası kâğıt fabrikasıyla ilgileniyordu. Durum Gazi'ye iktisat Bakanlığındaki Genel Müdür kâğıt fabrikasının kurulma450 Üçüncü Bölüm
sına zorluk çıkarıyor* diye yansıtıldı. Genel Müdür Şeref Ön ay m tutumu birçok kişiyi rahatsız etmekteydi. Tek çivi çakılmasına bile sevinen Gazi'yi bu geciktirici tutum çok rahatsız etti. Mustafa Şeref Bey Yalova'ya plan hazırlıkları için bilgi sunmaya gelmişti. Akşam yemekte kâğıt fabrikası konusu açıldı. Gazi Bakana bu işe engel ol duğu söylenen Genel Müdür için ne düşündüğünü sordu. Bakan Genel Müdürü hakkında olumlu konuştu.* Gazi Genel Müdür yüzünden Mustafa Şeref Bey'i azarladı. Mustafa Şeref Bey kibarca sofranın sonuna kadar kaldı. Ankara'ya döndü ve istifa etti. * Yerine Celal Bayar atandı. Celal Bayar İş Bankası Genel Müdürlüğünden ayrılarak ikti sadi hayatın başına geçti. Celal Bayar da yeni iktisat programını, devletçiliği savunmak ve uygulamakla görevliydi. İlk iş olarak Sovyet kurulunun yazdığı pembe kapaklı raporu okumaya başladı. 369
HÜKÜMET yalnız Sovyet uzmanlarının raporu ile yetinme di. Eldeki azıcık parayı yanlış harcamamak için farklı görüşleri de öğrenmeye önem verdi. Bir ABD iktisat kurulu davet edildi. Bu ku rulun verdiği raporlar cesaret verici olmayacaktı. Küçük, yoksul bir ülkenin sanayileşmeye çalışmasını yadırgadıkları anlaşılıyordu. Hükümet, İktisat Bakanlığı ve ilgili birimler, bu raporlarda yer alan cesaret kırıcı ifadelere önem vermeden, yararlı bilgi, tavsiye ve uyarıları dikkate alarak, öncelikle de Türkiye'nin imkânlarına, şartlarına, ihtiyaç ve emellerine uygun bir sanayileşme planı hazır lamayı doğru buldular. öyle de yaptılar. 369b
BU SIRADA bir değişiklik daha oldu. Eğitim Bakanı Esat Bey yorulmuştu. İstifa etti. Yerine -bir zamanlar kendini ağır bir üslupla eleştirmiş olan- Dr. Reşit Galip Bey'in atanmasını tavsiye etti. Dr. Reşit Galip Bey Eylül bitmeden Eğitim Bakanı oldu. Üniversite olayına el koyacak Bakan bulunmuştu. 3690
Üçüncü Bölüm 451
DOĞUDA Dersim sorunu daha çözülmemişti ama çevredeki yollar ve Dersimle bağlantıyı sağlayacak beton köprüler yapüıyordu. En çok okulun Dersim'de açılması planlanmıştı. Toprak dağıtı mı kadastro olmadığı için ağır yürüyordu. Demiryolları gelişiyordu. Sağlık en önemli sorun olarak ele alınmıştı. Trahomu, sıtmayı ve cüzzamı bitirmek için çok çalışılıyordu. Her doktor bir fedai idi. Halkevleri Doğuda da ilgiyle karşılanmıştı. Halkevi açılan Erzurum'da, Van'da ve Diyarbakır'da hanımlar da eşleriyle birlikte tiyatro seyretmeye, halk müziği konserlerini dinlemeye Halkevle rine gelmeye başlamışlardı. Bir özel tiyatroya, konsere, gösteriye hiç birlikte katılmış değillerdi. Devletin ciddiliğine, aileye saygısına güveniyorlardı. Ama yüzyılların biriktirdiği sorunlar çok, derin ve büyüktü. Daha uzun yıllar ve durmadan çalışmak gerekiyordu. DİL KONUSUNDA iki akım vardı. Evrimciler, dilde sadeleşmeyi kabul etmekle birlikte Türkçeleş meye doğru hiç zorlama yapılmamasını istiyorlardı. Dilin zaman içinde kendi kendine sadeleşeceğini savunuyorlardı. Amaç Türkçe leştirme değil, sadeleştirme idi. Oysa dilin tek sorunu sadeleştirme değildi ki. f Hüseyin Cahit Yalçın evrimci akımın sözcülüğünü yapacak tı. Dilde sadeleşme tartışmaları başlayalı uzun yıllar olmuştu ama sadeleşme çok yavaş yürümekteydi. Gazetelerin haber dilleri bile ağırdı. Konuşma dili ile yazı dili arasında hâlâ büyük fark vardı. Okullardaki matematik, geometri, fizik, kimya derslerinin bütün terimleri Arapçaydı. :
İkinci ve büyük grup devrimcilerdi. Amaç* dili Türkçeleştir mek, millileştirmekti. Dilcilerin, edebiyatçıların, dil konusuyla il gilenenlerin büyük çoğunluğu dilde devrimden, dilin temizlenmesi ve zenginleştirilmesinden, bir bilim ve kültür dili yapılmasından yanaydı. Bir de devrimcilerin aşırdan vardı. Onlar köy gibi, merdiven gibi yüzlerce yıl önce Türkçeleşmiş sözcükleri bile asılları Türkçe olmadığı için dilden atmak istiyorlardı. Bunlar 'tasfiyeciler' diye anılacaklardı. 370
452 Üçüncü Bölüm
Gazi her akşam dilcilerle birlikte oluyor, tartışmalarım dinli yor, kendi görüşlerini de belirtiyordu. Dille ilgili Türkçe ve Fransız ca çok kitap incelemişti. Dile tarih kadar önem veriyordu. Tarih Tezi dile de yansımıştı. # BİRİNCİ Türk Dil Kurultayı 26 Eylül 1932 Pazartesi günü saat 14.00'te Dolmabahçe Sarayı'nın girişindeki büyük salonda açıla caktı. Bildiri sunmak, konuşmak, dinlemek, üye olmak isteyenler akın akın geliyorlardı. Herkes davet edilmişti. Birkaç da öğrenci gelmişti. Biri birkaç yıl sonra Özel Kalem Müdürlüğünde görev alacak olan Haldun Derin'di. Uyarılmadıkları halde hemen herkes koyu giysiliydi. Katılanların sayısı 917'ye ulaştı. Büyük salona zor sığıldı. Aralarında Halit Ziya Uşaklıgil de, Nezihe Muhittin Hanım da, saz şairleri de, başı yeldirmeli köylü kadınlar da vardı. Saat 14.00'te Gazi de alkışlar arasında salona girerek yerini aldı. Türk Dil Kurumu Başkanı Samih Rıfat Bey bir konuşmayla Ku rultayı açtı. Başkanlığa TBMM Başkanı Kâzım Özalp seçildi. Başkanlık divanının kurulmasından sonra ilk konuşmayı Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey yaptı. Neden dilde bir devrim yapılması gerektiğini çok güzel anlattı. Şiddetle alkışlandı. J Kurultay dokuz gün sürdü. Gazi her toplantıyı izledi. Türkçenin eskiliği, anadil niteliği taşıdığı, başka dillere etkisi, gelişimi, ihtiyaçları, sorunları açıklandı, görüşüldü. Bildirilerde birçok kay nak gösterildi, örnekler verildi. Gündem dağıtılmıştı. Görüşmeler o gündeme göre yürütüldü. İki kişi, Faik Ali Ozansoy ile Hüseyin Cahit Yalçın nazik bir üslupla evrimciliği savundular. Dilde zorlama yapılmasının doğru olmayacağını söylediler. Bu konuşmaları yanıtlayan dilciler ve ede biyatçılar niye devrimci bir hamle yapmak gerektiğini açıkladılar. Dilin sorunu çoktu. Bu sorunlar kendiliğinden düzelecek sorunlar değildi. Çoğu teknik sorunlardı. Uzmanların karışması zorunluydu. Hüseyin Cahit Bey ikinci kez söz aldı, birçok konuda devrimciler gibi düşündüğünü açıkladı. Fuat Köprülü dil devriminin bir rÖnesans olduğunu söyledi, devrimi ve Gazi'yi göklere çıkardı* Üçüncü Bölüm 453
26 Eylülün Dil Bayramı olarak kutlanması kabul edildi. Derne ğin tüzüğü görüşülerek kabul edildi. Seçim yapıldı. Türk dili için ük kez yapılan bu büyük Kurultay Kâzım Özalp'in konuşmasıyla 9 Ekim günü sona erdi. 371
GECE Türk Dil Kurumu'nun yeni Yönetim Kurulu üyelerini Gazi yemeğe davet etti. Kurultayın gördüğü büyük ilgi hepsini mutlu etmişti. Ermeni asıllı üç Türk dücinin güzel, bilgili konuşmaları takdirle izlenmiş ti. Halit Ziya Uşaklıgil, Abdülhak Hamit Bey, Sami Paşazade Sezai Bey gibi önemli edebiyat çıların devrimi benimsemiş olmaları, devrimin ne kadar gerekli olduğunu gösteriyordu. Gazi dil ile ilgili yeni kitaplar alınması için 40.000 lira verdi. # Evrimcilerin oldukça yumuşamaları, Türkçenin bakım ve onarıma muhtaç olduğu Halit Ziya Uşaklıgil nu kabul etmeleri bir aşamaydı. Ama Osman lıca tiryakileri, dilde gericiler, dinciler Osmanlıcayı savunmayı sür düreceklerdi. Devrimin özü bir kez benimsendikten, dil temizlenip zenginleştikten sonra bu gibi tarihin mantığına ters inatların ciddi bir anlamı kalmazdı. Dil açılan yolda akmaya devam ederdi. Hikmet Bey Gazi'ye büyük bir sevgi ve şefkatle baktı. Daha uzun zaman Türkiye'ye gerekliydi. t |§tş "Kendinize iyi bakın Paşam, ne olur!" $Ş^ff "Bakmaya çalışıyorum çocuk." 372
373
YENİ kalkınma çabaları arasında bir iş adamı olarak yavaş ya vaş dikkati çekmeye başlayan Vehbi Bey (Koç) kaç zamandır ger ginlik içindeydi. | Ankara Numune Hastanesi'nin beton iskeleti bir Alman şirketi tarafından yapılmıştı. Şirketin işi bitmişti. Binanın her bakımdan tamamlanması ihaleye çıkarılacaktı. Hemen her şeyi yurtdışından getirtmek gerekiyordu. Üstelik işin 1 9 3 3 Cumhuriyet Bayramına yetiştirilmesi isteniyordu. Çok zor işti. Ama eser tamamlanırsa An kara için bir anıt olacaktı 454 Üçüncü Bölüm
Vehbi Bey bu çapta bir inşaat işi yapmamıştı fakat Cumhuriye tin bu önemli eserini yapmayı, bütün riskleri göze alarak üstlenmek istiyordu. Bazı arkadaşlarının 'ihtiyatlı olmasını* tavsiye etmelerine rağmen, karar verdi ve ihaleye katıldı. ZEHRA ve Rukiye liseyi bitirmişlerdi. Gazi İngiltere'deki yük sek eğitim kurumları hakkında bilgi toplamıştı. Topladığı bilgileri Zehra'ya açıkladı. Bu eğitim kurumlarından birini seçmesini istedi. Zehra ayrılmak istemiyor ama okumaya da can atıyordu. Birini seçti. Elçilikten bir görevli karşılayacak, yardımcı olacaktı. Zaten iyi İngilizce bildiğine göre zorluk çekmeyecekti. Zehra'ya yeni elbise ler yaptırıldı. Güzel ayakkabılar alındı. GAZİ 23 Ekimde Ankara'ya döndü. Törenle karşılandı. Zehra ve Rukiye'yi birlikte getirmişti. Kızlar sevinç çığlıkları atarak odalarını gör düler. İkisinin de odası Sabiha'nın odası gibi döşenmişti. Afet Hanım komodinlerinin üzerine küçük vazo lar içinde taze çiçekler koydurmuştu. Köşke de hayran kaldılar. Dolmabahçe gibi şatafatlı, süslü olmaması hoş larına gitti. Öğleyin hep birlikte, aile ce yemek yediler. Köşkü ve odalarını görmüşlerdi. Zehra için ayrılık saati Zehra, Rukiye, Sabiha kardeşler çalmıştı. Ağlayarak Gazi'nin ellerini optu. Afet Hanım, Sabiha ve Rukiye, kardeşleri Zehra'yı yolcu ettiler. Rukiye köşkte kaldı.
373a
TARİH ve dil çalışmaları sürdürülecekti. Gazi yemek salonuna bu nedenle bir karatahta koydurdu. Çalışmalar sırasında gereke
cekti.
Üçüncü Bölüm 45
Ruşen Eşref Bey'e Dil Kurumunun çalışmaları hakkında yön verici notlar yazdırdı* Bu notlar Gazi'nin konuyu ne kadar geniş ve f| ayrıntılı düşündüğünü de gösteriyordu. iktisadi durum ve çalışmalar hakkında bilgi aldı. Beş yıllık sa nayi planıyla ilgili hazırlık, inceleme ve araştırmalar sürüyordu. 374
CUMHURİYETİN dokuzuncu yıldönümü bütün yurtta se vinçle kutlandı. Bayraklar, sancaklar dalgalandı. Büyük birliklerin göze çok hoş gelen düzenli geçişleri halka güven veriyordu. Yaşlılar, orta yaşlılar, askerlerin üniformasız, sırt çantasız, matarasız, ayaklarında çarıkla savaşa gittiklerini iyi bilirlerdi. İşgal görmüş yerlerde askere gösterilen sevgi başka türlüydü. Kadınlar kurtarıcı süvari subay ve erlerinin çizmelerinin, postallarının tozu nu sürme diye gözlerine sürmüşlerdi. Bu askerlerin ağabeyleri 27 Ağustosta, başlarında subayları, Afyon'un kayalık tepelerini çıplak ayak aşarak Sincanlı ovasına ta banları parça parça, kan içinde ayak basmışlardı. İnsan olan bunu unutabilir miydi? Piyade de, süvari de, deve kolları da, kamyonlar da, kağnılar da İzmir'e aynı gün varmışlardı. Fransız Yüksek Komiseri General Pelle bunun sırrını çözememişti. Çözemezdi elbette. Anlayıp çözmek için ya İzmirli ya da Kuva-yı Milliyeci, Müdafaa-yı Hukukçu olmak gerekirdi. Bazı yaşlılar, bir süre, çocuklar gibi, askerle birlikte yürüyor lardı. Sancak geçerken herkes ayağa fırlıyor, saygı içinde dimdik du ruyordu. Sancak zaferi, kurtuluşu, bağımsızlığı, Milli Mücadele'yi, hayatı, şerefi, Cumhuriyeti, güzel geleceği, mübarek şehitleri ve yi ğit gazileri temsil ediyordu. |i
Cumhuriyet Bayramı bu yıl ilk kez 34 ildeki Halkevinde zengin
programlarla kutlandı. Milli Mücadele, Cumhuriyet ve devrimler anlatıldı, öğretmenler arı gibi çalışmışlar» müzik toplulukları, halk oyunları ekipleri kurmuşlardı. Milli Mücadele ile ilgili kısa oyunlar yazıp sahnelemişlerdi. Gelecek yıl Cumhuriyetin 10. yılıydı. Kutlama hazırlıklarına başladılar. 456 Üçüncü Bölüm
GAZİ'nin kulağına güzel bir haber fısıldandı. Vasfiye hamiley di. Gazi ve Afet Hanım Çiftliğe gittiler. Vasfiye ile eşini ziyaret etti ler. Doğum oldukça yalan görünüyordu. Gazi, "İster kız, ister oğlan, çocuğun adı Ülkü olsun" dedi. Anne baba övünçle "Başüstüne" dediler. Kasım ayı sonunda bir kızları doğdu. Ülkü Gazi'nin çocuk sev gisinin simgesi olacaktı. GAZİ 1 Kasım günü Meclisin dördüncü döneminin ikinci top lanma yılını kısa, yoğun, üslup bakımından sade bir konuşma ile açtı. Barışı yücelten bir konuşmaydı. Dünya ile ilişkiler konusunda dedi ki: "Komşularımızla ve bütün milletlerle münasebetlerimiz ciddi, samimi, barış ve emniyet fikrine dayalı olarak gelişmektedir." Şu hususları belirtti: "Demiryolu programının tatbikine devam edeceğiz. Milli ihti yaç ve menfaatlerimizin kaçınılmaz kıldığı sanayi şubelerinin bir an önce tahakkuk ettirilmesine hassasiyetle çalışıyoruz. Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türkiye Cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, alâkalı olmasını isteriz." Sürekli alkışlar arasında kürsüden indi. Ç Devrimin bittiğini sananlar şaşırıyorlardı. Bir ufka varınca yeni bir ufkun belirmesi gibi bir devrimi bir başka devrim izliyor, tamamlıyordu. 374a
ANKARA Numune Hastanesinin ihale si Vehbi Koç'un üzerinde kaldı. Çok sevindi. Ama 29 Ekim 1933'e yetiştirmek zorundaydı. Çok değil, bir yıl vardı. Hastane binasının kullanılır hale gelebil mesi için hemen her şeyi dışardan getirtmek gerekiyordu. Bunların bedeli takas yolu ile ödenecekti. Yani yumurta ve tütünle. Bir yan dan ihtiyaç duyulan malzemenin ithalatı ile uğraşacak, bir yandan da yumurta ve tütün
ihracatçıları ile anlaşacaktı. Bir büyük zorluk daha vardı: İşinin ehli ustalar, işçiler bulması gerekecekti. Türk ustaların sayısı büyük imar hareketinin ihtiyacını karşılayacak sayıda değildLIHer yanda binalar, köprüler yapılıyor, yollar açılıyordu. Vehbi Bey durmadan koşuşturacak, eve yalnız elbise değiştir mek için gelecek, bir süre sonra da inşaatta yatmaya başlayacaktı. 375
HAROLD ARMSTRONG adlı bir İngiliz subayının Gazi hak kında yazdığı Gray Wolf (Bozkurt) adındaki kitap tepkilere yol açtı. Yazar işgal sırasında İstanbul'da istihbarat subayı olarak bu lunmuş bir yüzbaşıydı. Yine istihbaratçı olan ve birçok kirli işler çeviren Yüzbaşı Bennet gibi o da arkasında kötü bir ün bırakarak İstanbul'dan ayrılmıştı. Kitapta birçok yanlış, iftira, yakıştırma vardı. Gazi Önceleri gülüyor, çevresindekiler ise bu kitaba mutlaka bir yanıt vermek ge rektiğini söylüyorlardı. Gazi kabul etti, Akşam gazetesi başyazarı Necmettin Sadak'a bazı notlar yazdırdı. Necmettin Sadak kendi imzası ile kitap hakkında gerekli açık lamaları yaptı, gereken yanıtları verdi. Buna benzer bir haksızlığı da Halide Edip Adıvar yapacak, İn gilizce yayımladığı The Turkish Ordeal adlı anılarında Gazi'ye de, kendine de yakışmayan iddialarda bulunacaktı. Yurtdışında bu iki düzeysiz kitap dışında Gazi aleyhinde kitap yayımlanmayacaktı. Falih Rıfkı Bey Yakup Kadri'ye şöyle diyecekti: "Ben sana demiştim. Halide Hanım düşüncelerini kabul ettiremeyince önce küser, sonra düşman kesilir. Onbaşı önerilerini dinle mediği için Türkiye'yi kurtaran Başkomutana çamur atıyor. Doğulu olmak bu demek işte. Bir yaprağı sorun edip kocaman bir ağacı yakar." . . • 376
16 ARALIK 1932 cuma günü Türk demiryolculuğu için önemli bir gün oldu.
Samsun-Sivas demiryolu işletmeye açıldı. Böylece Çarşamba, Samsun, Amasya, Zile, Ankara ya, istanbul a, izmir'e, Konya ya, Adana'ya bağlanmıştı. Birbirine uzak parçalardan oluşan vatan git tikçe bir bütün oluyordu. 458 Üçüncü Bölüm
Özel katarın taflan ve bayraklarla süslü lokomotifinin göğsüne 'Karadeniz'den Selam' yazılı büyük bir bez gerilmişti. Sivas istasyo nuna alkışlar içinde girdi. Sevinçle, bandoyla karşılandı. Ateşçiden son yolcuya kadar herkese ayran ikram edildi. Özel katar buradan Ankara'ya gidecekti. Karadeniz Anadolu'nun kalbine bağlanmıştı. Çok geçmeden Sivas-Kayseri-Niğde-Ulukışla demiryolu da bitecek, Karadeniz, Ulukışla yoluyla Adana'ya, Mersin'e, Akdeniz'e bağlanacaktı. Karadeniz ile Akdeniz'i birbirine bağlamak Cumhuriyetin bü yük rüyalarından biriydi. 0
0
Özel katar Sivas'tan sonra Ankara istasyonuna, katarı bekleyen Bayındırlık Bakanlığı ve DDY Genel Müdürlüğü memurlarının al kışları arasında girdi. Gelenlerle bekleyenler sarmaşdolaş oldular. Hepsine günün şerefine armağanlar verildi. GAZİ'nin ve Heyet-i Temsiliye'nin Ankara'ya geliş günü olan 27 Aralık günü, on üç yıl sonra ilk kez bu yıl kutlanacaktı. Töreni izle mek için Gazi, Afet Hanım ile birlikte Kılıç Ali'nin Zafer Meydanı'nı gören evine geldi. Evden bütün meydan görünüyordu. Seğmenler alkışlar arasında atlarıyla Dikmen yönünden geldi ler ve meydanda toplanan binleri hayran bırakan gösteriler yapma ya başladılar. Gazi töreni sessiz bir heyecanla izliyordu. Gözleri nemlenmişti. "Biliyor musun Afet.." dedi, "..pek çok zorluktan geçtik. Askere yetişecek kadar üniforma, postal ve silahımız olmadığı için sefer berlik ilan edemedik. Sakarya Savaşı'nın başlayacağı günlerde Sü vari Kolordusunun, yani üç tümen süvarinin elinde sadece 118 kılıç vardı. Süvarilerimiz mızrak niyetine uçlarını sivrilttikleri sopalarla dövüşüyorlardı. Sonunda, işte şu bir parçasını gördüğün milletin sabrı, namusu, cömertliği ve yiğitliği sayesinde, Anadolu'yu parça lamaya hazırlanan zengin ve kudretli galipleri yendik, kovaladık, denize döktük."
Seğmenleri izleyen halk gittikçe coşuyordu. CUMHURİYET yönetimi yeni yıla, Kızılay'ın Ankara Palas'ta düzenlediği yılbaşı şenliğine hep birlikte katılarak, neşe ve kıvanç içinde girdi. Bu yıl Cumhuriyet 10 yaşına basacaktı. Üçüncü Bölüm 459
Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri, üst yöneticiler, komutan lar eşleriyle, büyük çocuklarıyla birlikte gelmişlerdi. Bir büyük aile gibiydiler. Gece yarısına doğru aile reisi Gazi de Afet Hanım, Sabi ha, Rukiye ve arkadaşları ile geldi. Neşe kanatlanıp doruğa çıktı.
460 Üçüncü Bölüm
Yıl: 1933 |j 1 Ocak 1933-31 Aralık 1 9 3 3 377
SAAT 24.00'ü geçmiş, yeni yıla gireli bir saat olmuştu. Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey bir konuşma yaparak Gazi'ye yeni yıl armağanı olarak yeni basılmış üç kitap sundu. Bunlar Tarih ve Dil kongrelerinin tutanaklarıyla Derleme Kılavuzu'ydu. Armağanlar Gazi'yi çok sevindirdi. Herkese seslendi: "Şu anda duyduğum mutluluk büyüktür. Değerli Eğitim Baka nımızın bu armağanından dolayı teşekkür ederim. Kendisinden ve öteki Bakanlarımızdan her an böyle armağanlar beklerim." Salonun şevkine can kattı. Gün ağarana kadar gülüp eğlendiler. OCAK AYININ en dikkate değer olayı Almanya'da Nasyo nal Sosyalist Parti'nin lideri Adolf Hitler'in Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından Başbakanlığa getirilmesi oldu. Seçimlerde 17.277.000, % 43,9 oy almıştı. Nasyonal Sosyalist Parti çok etkili bir propaganda, gençlik ve parti örgütlerinin çalışkanlığı, yıldırıcı etkinlikleri, sanayicilerin ve büyük iş adamlarının desteği ile seçimi kazanmıştı. Hitler iktidara gelirse uygulayacaği düşüncelerini ve programını Kavgam adh ki tapta açıklamıştı. Nazi yönetiminin hem ülkeyi, hem dünyayı kana bulayacağını, Almanya'da özgürlüğün sona ereceğini, bütün siyasal erklerin ikti darda, dolayısıyla Hitler'de toplanacağını, Yahudilerin, Çingenele rin büyük kıyıma uğrayacağını, Yahudi bilim ve sanat adamlarının Almanya'dan kaçmak zorunda kalacaklarını, muhaliflerin hapse atı lacaklarını kimse tahmin etmiyordu. Ya da tahmin edenlerin uyarı ları kimseyi etkilemiyordu. Almanya Versay Andlaşmasimn demir çemberini kırma aşkıyla Hitler'in çevresinde toplanmaktaydı. İktidar dünyada örneği görülmemiş bir ırkçılık rüzgârı estire cekti. Üçüncü Bölüm 461
GAZI 4 Ocak günü öğleden sonra Türk Dil Kurumu'nu yeni binasında ziyaret etti. Çalışmalar hakkında bilgi aldı. Derleme işi nin çabuklaştırılmasını diledi. Türkçe bütün zenginliği ile halkta yaşıyordu. Akşam da Başbakan. Bakanlar, Afet Hanım, Sabiha, Rukiye ve davetlilerle birlikte Musiki Muallim Me"ktebi'nde verilen konseri iz ledi. Yeni binanın konser salonu çok güzel olmuştu. Bu konserlere en çok İsmet Paşa katılacaktı. 15 OCAK 1933 akşamı yeni bir yurt gezisine çıkacaktı. Yağ murlu bir gündü. İstasyon uğurlamaya gelenlerle doluydu. Birden halk arasından biri fırladı, Gazi'nin ayaklarına kapandı. Yer ıslak ve çamurluydu. Köylüyü yerden kaldırdılar. Yüzü gözü, üstü başı sulu çamura bulanmıştı. Gazi sordu: "Nasılsın yurttaşım?" "İyiyim Paşam, iyiyim" "İyi olmana sevindim. Benden ne istiyorsun?" "Hayır Paşam, bir şey istemiyorum." "Niçin geldin öyleyse?" "Seni gördüm, kendimi tutamadım, ayaklarına kapanmak is tedim." "Yok, sen benden bir şey istiyorsun. Söyle bana, yapacağım." "Sağlığından başka isteğim yok Paşam." Gazi köylüye baktı: "Ben biliyorum senin benden ne istediğini. Sen beni kucakla mak istiyorsun." Köylünün gözleri ateş gibi parladı: "Evet Paşam. Gözlerimi kapamadan bir kucaklasam diyor dum." Gazi üstü başı, yüzü gözü çamur içindeki köylüyü kolları ara sına aldı, yanaklarından öptü. Onun da yüzü gözü, paltosu çamur içinde kaldı. Köylünün sevinç gözyaşları çamurlu, kirli yüzünde iz bırakarak akmaya başladı. "Sağ ol Paşam." "Allahaısmarladık hemşerim" "Selametle Paşam." 462 Üçüncü Bölüm
378
Yanında İktisat Bakanı Celal Bayar, Ali Çetinkaya, Saffet Arıkan, bazı iktisatçılar, arkadaşları ve yeni Başyaver Celal Uner vardı. Süresi dolan Rüsuhi Savaşçı yeni bir göreve atanmıştı. Sabah Eskişehir'de Valiliği, Belediyeyi, Komutanlığı, Hava Alayı'nı, demiryolu atölyesini ziyaret etmişti. Demiryolu memur ve işçilerinin çocukları için yatılı bir ilkokul açılmış olmasına çok memnun oldu. Böylece dağ başlarındaki istasyonlarda görev yapan demiryolcuların çocuklarının okumaları sağlanmıştı. Hava göste rilerini izledi. Halkevinde Eskişehirlilerle görüştü. Temyiz Mah kemesi Eskişehir'deydi. Onları da ziyaret etti. Her şehirde Halkev lerine uğrayacak, halkevciler ve halkla konuşacaktı. Öğretmenler Halkevlerinde toplanıp çalışmaya başlamışlardı. Akşam Eskişehir'den ayrıldı. Trenden Derince'de indi, Gülcemal vapuru ile Mudanya'ya çıktı. Yol boyunca sanayi planını, özel likle fabrikaların Türkiye'ye dağılımını konuştular. Akşam Bursa'ya geldi. Sabah Valiliği, Belediye Başkanlığını, Komutanlığı ziyaret etti. Birinden öbürüne yürürken halkın arasın dan bir ses yükseldi: "Gazi baba, dur, sana diyeceklerim var!" Gazi durdu, baktı. Bu 12-13 yaşında, yoksul bir köylü çocuğuy du. Gaziye yaklaştı. Yırtık kasketini çıkardı: "Gazi Paşa, beni iyi dinle. Ben Demirtaş köyünden İbrahim'im. Beni burada bırakma. Köyde okul yok. Nereye başvurdumsa alma dılar. Sen benim babamsın. Sana evlat olayım, beni okut" Gazi İbrahim'le konuştu. Verdiği akıllı, içten yanıtlar hoşuna gitti. Kirli, dağınık saçlarını okşadı. İbrahim'e elbiseler, ayakkabılar ve güzel bir bavul aldırttı. Bavul gerekli eşyalarla dolduruldu. Ce bine harçlık konuldu. Bir okula yerleştirilmesi sağlandı. Sabah Gemlik'e gelerek zeytin üreticileri ile görüştü. Görevli ler not alıyorlardı. Ertesi gün Çelik Palas yapımını, İpek-iş fabrika sını, Çekirge'deki Askeri Hastaneyi ziyaret etti. 20 Ocakta Bandırma'ya gelerek trenle Balıkesir'e geçti. Resmi ziyaretlerini yaptı. Halkı ve yöneticileri dinledi. Liseyi ve öğretmen Okulunun yeni binalarını gezdi. Derslere girdi. Öğretmen ve öğ rencilerle konuştu. Sözcük derleme işine önem verilmesini istedi. Orduevine uğrayarak bir çay içti. Akşam da bir müsamere izledi. Üçüncü Bölüm 463
23 Ocak günü saat 16.00'da Kütahya'ya geldi. Neredeyse tüm Kütahyalılar istasyon ve çevresini doldurmuştu. Yürüyerek Valiliğe geldi. Yöneticilerle görüştü. Kütahya kiremit ve çini fabrikalarım gezdi. Eski Türk çiniciliğini yaşatmalarını istedi. Ertesi gün bazı okulları ziyaret etti. Halkevinde çalışma kollarındakilerle bir top lantı yaptı. Her yerde, her zamanki gibi uygarlık veliliği yapıyordu. Akşama doğru Kütahya'dan yine büyük sevgiyle uğurlanarak Adana'ya hareket etti. Afyon ve Konya'da çok kısa kalarak yola de vam etti. Adana'da resmi ziyaretlerde bulundu. Konuştu. Sorunlar ve gelişmeler hakkında bilgi aldı. Gazi Ramazan bayramını Gaziantep'te geçirmek istiyordu. Gaziantep e bu istek bildirildi. Şehir Gazi'yi karşılamak için hazır- | lanmaya başladı. Fevzipaşa-Narlı demiryolu işletmeye açılmıştı. Adana'dan I Narlı'ya kadar trenle gittiler. Gaziantep temsilcileri Gazi'yi Narlı'da karşıladılar. Otomobillerle Gaziantep'e hareket edildi. 26 Ocak günü i saat 11.00'de Gaziantep'e girildi. Bütün şehir Gazi'yi karşılamaya m çıkmıştı. Şehir bayraklarla donanmıştı. Her meydanda davul-zur- I na çalıyordu. Çalışkan Gaziantepliler Fransızların yarıdan fazlasını I yakıp yıktıkları şehirlerini onarmış, yenilemişlerdi. Biraz yürüye- I rek, halkla selamlaşarak, konuşarak, biraz arabaya binerek, Halkevine geldi. Çeşitli kuruluşların temsilcileriyle görüştü. Bu uyanık şehrin temsilcilerinin anlattıkları Gazi'yi mutlu etmişti. Gaziantep Gazi'nin adaşı sayılırdı. T B M M yalnız M. Kemal Paşa ile Antep'e gazi sanını vermişti. Akşam büyük bir ziyafet düzenlendi. Ziyafette bir konuşma yapan Gaziantep milletvekili, Gaziantep kahramanla rından Kılıç Ali, "Senin asıl adın Türkiye'dir" dedi. j Ertesi gün, 27 Ocak Cuma, bayramın birinci günüydü. Gazi Valilikte yapılan bayramlaşma törenine katıldı. Buradan belediyeye geldi. Şehrin sorunlarını konuştular. Gaziantep'te bir ortaokul var dı. Lise açılmasını istediler. Gazi bu dileği telgrafla Ankara'ya iletti. Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey gecikmeyecek, üç gün sonra 1 Şubat günü Gaziantep ortaokulunun lise yapıldığını bildirecekti.
Garnizonu da ziyaret ederek subay ve erlerin bayramım kutla dı. Şehir Meclisi Gazi'ye hemşerilik beratı verilmesini kararlaştırdı Gazi, Gaziantep nüfus kütüğüne, 'Bey mahallesi» hane 4. cilt 86 464 Üçüncü Böl um
sayfa 56' olarak kaydedildi. Hemşerilik beratı Gazi'ye Narlı istasyo nunda yolcu edilirken sunuldu, Gazi çok teşekkür etti: "Gaziantep güzel şehir, Gaziantepliler vatansever, cesur ve çok çalışkandır. Bu şehir her hizmete layıktır." 28 Ocakta Adana'ya döndü. Halkevini ziyaret etti. Çalışmalar hakkında bilgi aldı, oradan Mersin'e geldi. Mersin ve Tarsus yöne ticileri ve halkla konuştuktan sonra gemiyle Antalya'ya geçti. İsmet Paşa Antalya ve çevresinde incelemeler yapıyordu. İsmet Paşa ile birlikte Antalya ve Burdur yöneticileri, ayrıca birçok aile gemiye geldi. Gazi Halkevi çalışmalarını, sözcük derleme çalışmalarını sor du. Akşam Antalya'dan ayrıldı. Koyları görerek 31 Ocakta İzmir'e geldi. Dünyanın en güzel mavi-yeşil kıyısından geçmişlerdi. Gemi Konak iskelesine yakın demirledi. İzmirliler Konak mey danını ve civarını doldurmuştu. Bütün şehir kırmızı-beyazdı. Beyaz köşke indi. Resmi ziyaretlerine başladı. Bu sırada Bursa'da yüz kadar kişi, ezan ve kametin yine Arap ça okunması için Valilik önünde toplanmışlardı. Güvenlik güçleri önayak olanları gözaltına alarak topluluğu dağıtacaktı. Gazi İzmir'deki okulları ziyaret ediyordu. Bornova'da yeni bir tarım okulu açılmıştı. Onu gezdi. Derslikleri, yatak, yemek ve kon ferans salonlarıyla çok güzel, ileri bir okul olmuştu. Eskişehir Şeker Fabrikasının temelinin atıldığı haberini sevinçle karşıladı. Bu yılın sonuna doğru da Turhal'da bir şeker fabrikasının temeli atılacaktı. Yüzü parlıyordu. Bu sırada Bursa olayını öğrendi. Celal Bayar ve iktisatçıları İzmir'de bıraktı. Gezisini yarıda keserek trenle Afyon'a geldi. Burada Antalya çevresinden gelen ismet Paşa ile buluştu. Bilecik'e hareket ettiler. 5 Şubat akşamı Bursa'ya geldiler. 379
Yolda, yolculuk sırasında edindiği izlenimleri ve aldığı bilgileri anlattı. Yeni kanunlar ve önlemler dolayısıyla genel durumda bir iyileşme olduğu anlaşılıyordu. Yakılan şehirler kendilerini yenili yorlardı. İzmir'in ortasındaki yangın yeri de hayli temizlenmiş, bir bölümü park haline getirilmişti. Belediye Başkanı Behçet Uz burayı panayır (fuar) alanı yapmaya çalışıyordu. İçişleri ve Adalet Bakanları da Bursa'ya çağrılmıştı. Soruştur ma sürerken Gazi Anadolu Ajansı'na bir açıklama yaptı: Üçüncü Bölüm 465
"Bursa'ya geldim. Olay hakkında ilgililerden bilgi aldım. Olay aslında fazla önemli değildir. Her halde cahil mürteciler Cumhuri yet adliyesinin pençesinden kurtulamayacaktır. Olaya dikkatimizi çevirmemizin nedeni dini, siyaset ve herhangi bir tahrike vesile et meyi asla hoşgörmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır. Sorunun niteliği esasen din değil dildir. Kesin olarak bilinmelidir ki Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır." 6 Şubat günü Bursa'dan ayrılarak İstanbul'a geldi. * 379
f 24 ŞUBAT 1933 günü Halkevlerinin kuruluşunun birinci yıl dönümü Ankara Halkevi'nde kutlandı. İsmet Paşa ve Necip Ali Bey konuştular. Töreni radyodan dinleyen Gazi konuşmaları çok beğenmisti, bir telgrafla ismet Paşa'yı ve Necip Ali Bey'i kutladı. 21 Halkevi daha açılmış, Halkevlerinin sayısı 55'e çıkmıştı. Yıl içinde okuma-yazma, tiyatro, saz, koro, yabancı dil kursları açılmış, köycülük kolları köyleri ziyarete başlamış, folklorla ilgili araştırma lar, derlemeler ilerletilmiş, yardım kolları yardıma muhtaç olanla ra kimsenin dikkatini çekmeden yardım yapılmasını örgütlemişti. Toplam 300 konferans verilmiş, 1.000 civarında sohbet toplantısı yapılmıştı. Sohbet toplantıları herkese açıktı, isteyen söz alıp dü şüncesini söylüyor, eleştirisini yapıyor, önerilerde bulunuyordu. Halkevlerinde yaklaşık on bin gönüllü çalışıyordu. Maya tutmuştu. Halkevleri Bürosu yazarlara tiyatro kollarının oynayacağı oyunlar ısmarlamaya başladı. GAZİ 26 Şubatta Ankara'ya döndü. ö n c e İsmet Paşa ile buluştu. Birikmiş işleri konuştular. Hükü met 10. Yıldönümü dolayısıyla genel af ilan edilmesini tasarlıyordu. Gazi gülerek, "Biz-de özel bir af ilan edelim.." dedi, "..Ali Fuat Paşa'yı, açılacak bir yerden aday göstersek, milletvekili seçilmesini sağlasak iyi olmaz mı?" İsmet Paşa da güldü. Kaç zamandır Gazi'nin bu öneriyi yap masını bekliyordu. Ne kadar vefasızlık, haksızlık, yanlışlık yaparsa yapsın Ali Fuat Paşa'yı affederdi. "İyi olur;" | | 380
466 Üçüncü Bölüm
Gazi yaza kadar Dil ve Tarih Kurumu çalışmalarıyla ilgilendi, bazılarına katıldı. Kendi de Türkçe köklerden yeni Türkçe terimler oluşturmaya çalışacaktı. Dilde sadeleşme başlamıştı. Üretüen sözcüklerden kimi tutu yor, kimi tutmuyor, unutuluyordu. Bir dili yüzlerce yıllık tortular dan, takıntılardan temizlemek, dili çağa uydurmak, benliğine ka vuşturmak kolay mıydı? Dilin asıl sahibi halk da sözcük üretmeye başlamıştı. Kaptıkaçtı o günlerin dile armağanıydıŞ Türkçe kendine geliyordu. Sanayi planı hakkında sık sık bilgi alıyordu. İktisat Bakanlığı, sanayi planına hazırlık olmak üzere sanayinin her dalı için ayrıntılı raporlar hazırlamaktaydı. Birinci Beş Yıllık Planı uygulamaktan sorumlu olacak bir üst birim oluşturmak gerektiği anlaşıldı. Bunun için Sümerbank adını taşıyacak olan bir kurum kurulması kararlaş tırıldı. Kanun Haziran başında Meclis'te kabul edilecekti. istanbul Üniversitesi hakkındaki reform kanunu da hazırlanı yordu. Bazı öğretim üyelerinin emekli edileceği ya da üniversiteden çıkarılacağı söylentisi yayılmıştı. Üniversite kaynamaya başladı, özellikle bazı eskici öğretim üyeleri telaşa kapılmışlardı. Hiç ciddiye almadıkları yeni devlet so nunda harekete geçmişti. Paçaları tutuştu. Üniversitede kalabilmek için torpil, arka, dayı, tanıdık, koruyucu, efendi, öpülecek el ara maya başladılar. istanbul Üniversitesinde 88 profesör, 36 doçent, 44 okutman, 72 asistan vardı, toplam 240 öğretim elemanı. 13 profesör İlahiyat | Fakültesi kadrosundaydı. Ama bu fakültede hiç öğrenci yoktu. Açı lan imam-hatip okulları da öğrencisizlikten kapanmıştı. Ayıklama bunlar arasında yapılacaktı. 381
3818
26 MART Pazar günü Mısır Büyükelçiliğinde bir davet vardı. Cumhuriyet yönetiminin ileri gelenleri ile kordiplomatik büyükel çiliği doldurmuşlardı. Geç saatte Gazi de geldi. Sabaha kadar süren unutulmaz bir gece oldu. Gün ağarırken Gazi bütün davetlilere dedi ki:
"Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakinizi Bugün günün ağar d ığmı nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışını Öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak Üçüncü Bölüm 467
daha çok kardeş millet var. Onların yeniden doğuşları şüphesiz kiljjğ ilerlemeye ve refaha yönelik olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen manileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve em peryalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir!' Gazi konuşurken özellikle Müslüman ülkelerin elçilerinin baş ları dikiliyordu. Çoğu hâlâ tam bağımsız değildi. Mısır Büyükelçisi Ahmet Remzi Bey Kahire ye yollayacağı raporda bu konuşmayı ya pan Gazi'yi şöyle tarif edecekti: "Gazi neşe içindeydi ve yüzündeki hatlar onun tarihe ismi ge çecek unutulmaz adamlardan biri olduğunu ifade ediyordu." 382
AVRUPA'nın ortasında, Almanya'da ise insanlık ve özgürlük güneşi batıyordu. 1 Nisan 1933 günü Nazi Partisi bütün Alman ları, Yahudi dükkânlarını, avukatları, doktorları vb. boykot etmeye çağırdı. "Almanlar kendinizi sakının! Yahudilerden alışveriş yap mayın!" yazılı pankartlar dağıtıldı. Yahudileri bu pankartları kendi dükkânlarının vitrinlerine yerleştirmeye, bürolarının görünür yer lerine asmaya zorladılar. Bu dükkânların önünde silahlı parti birliği SA'dan kimseler bekliyor, müşterileri uyarıyorlardı. Genç bir Alman hukukçu, Doç .Dr. Ernst Hirsch gelişmelerden Yargıçlar Birliği Başkanına yakındı. Başkan, "Genç meslektaşım, si zinle birlikte sessizce tahammül ediyoruz" dedi. Gülümsüyordu. |Hx. och tepki gösterdi: "Hayır, siz sessizce tahammül etmiyorsunuz, sessizce müsa maha ediyorsunuz." Hitler'in Kavgam kitabını okumuştu. Geleceği görüyordu, ö z gürlüğün olmadığı yerde bilim yapılamazdı. Almanya'yı terk ede cek, Özgür bir ülke arayacaktı. 3823
23 NİSAN yine güzel törenlerle kutlandı. Çocuk Bayramı da başlamıştı. Gazi törenlerden sonra eve d ö n d ü . Büyük oturma oda sında Afet Hanım, Sabiha ve Rukiye ile oturuyordu. G a z i y e plağa ses kaydeden yeni buluş bir aygıt armağan etmişlerdi. Konuşuyor, seslerini plağa kaydediyor, plağı çalıp konuşmalarını dinliyor, çok 468 Üçüncü Bölüm
eğleniyorlardı. Başyaver telefonla Dr. Reşit Galip Bey'in ziyaret için izin istediğini bildirdi. "Nerde şimdi?" "Burda efendim, yaver odasında." "Yukarı gelsin."' Doktoru üst kata, oturma odasına aldılar. Bu pek az kimseye ta nınan bir ayrıcalıktı. Doktor dördünün de elini sıktı, 23 Nisan bayra mını kutladı. Otururken Afet Hanım'a bir kâğıt uzattı. Dedi ki: "Sabah ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek isterken, bu and meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarımıza armağanı." Afet Hanım Gazi Ye baktı, onayladığını görünce andı yüksekljf sesle okudu:
Türküm, doğruyum, çalışkanım Yasam küçüklerimi korumak Büyüklerimi saymak Yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir Ülküm yükselmek, ileri gitmektir Varlığım Türk varlığına armağan olsun Andı Gazi de beğendi. Toplumu millet yapma, iyi insan ve iyi yurttaş yetiştirme yo lunda yararlı bir uygulama olacağını düşündü. Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu 10 Mayıs 1933 gün ve 101 sayılı kararla öğrenci andının ilkokullarda her sabah, her sı nıfta birlikte ve özenle okunmasını kararlaştırdı. 383
MİLLİYET gazetesinde Mahmut Soydan Miüici takma adıyla Milli Mücadele ile ilgili ilginç anılar yayımlıyordu. Erzurum'la ilgi li bir bölüm dolayısıyla Kâzım Karabekir bir mektup yolladı. Milli Mücadele'nin doğru anlatılıp yazılmadığını ileri sürdü. Bazı iddia larda bulunduİBeş mektup daha yazdı. Her mektubuna birçok kişi yanıt verdi. Gazi bazı bakanları, milletvekillerini ve arkadaşlarını yemeğe davet etmişti. Karabekir konusunun açılacağını sanan ve bekleyen ler yanıktılar. Gazi yemekte bu konuyu açmadı, açılmasına da izin vermedi. Gerekli yanıtlar verilmişti, veriliyordu. * 383
Üçüncü Bölüm 469
Çâ
.İ "Cumhuriyetin onuncu yılındayız. Bu on yılı değerlendirelim] Enine boyuna, objektif olarak, on yılı değerlendirdiler. Devrimler, başarılar, gelişimler ve eksiklikler konuşuldu, eleştiriler yapıldı. Afet Hanım sofrada her zamanki yerini almıştı, Gazi'nin sağ yanında, önünde not defteri, önemli düşünceleri not ediyordu. Konu demokrasi ve kadın haklarına odaklandı. Kadınlara milletve kili seçme ve seçilme hakkının verilmesi gerektiği savunulmaktay dı. Gazi hak verdi: "Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemi ile devlet şek li demektir... Demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe tatbikata koymalıdır. Kadın haklarını tanımak da bunun bir gereği olacaktır? * '%
I
383
ALLAHÜEKBER DAĞININ eteğinde Şenkaya köyü vardı. Bu dağ kışın cehennem, yazın cennetti. Büyücek bir köydü Şenkaya. Erkekleri Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra yurtlarını Er meni işgaline karşı korumak için çevre köylerle birlikte silahlanmış, milis birlikleri kurmuşlardı. Barış görüş olunca silahlar bırakıldı. Bu köyün aydınlık insanlarından Hüseyin KÖycü dedi ki: "Bundan sonra yöremizi, yurdumuzu ŞH^y£ onarmak, fkalkındırmak için dişimizle, tır nağımızla, canımızla, terimizle çalışmamız gerek. Başımıza ne geldiyse cahillikten gel di. Bir şu Rusların yaptığı binalara, yollara, demiryollarına, caddelere bakın, bir bizim halimize. Adam yol yapıyor, yolun onarımı gerekince kullanılacak taşı kumu da yolun yakınına getirip bırakıyor. Öyleyse her şey den önce eğitim." Köyünde tek odalı eski bir evi parasız Hüseyin Köycü özel okul yaptı. Öğretmenin parasını cebin den verdi. Sık sık köyün bağlı olduğu Oltu ilçesine gidiyor, köyüne, yol, ebe, okul, eğitim aracı, kitap, ilaç istiyor, yalvarıyor, her devlet kapısını zorluyordu.. ö ğ r e n c i l e r küçük, tek odaya sığmaz olmuştu. Kışın da iyi ısın mıyorlardı. Köylü okulun önemini kavramıştı. Harekete geçti. Sırt larında taş taşıyarak, imece usulü iki sınıflı bir okul binası yaptılar. 4 7 0 Üçüncü Bölüm
İki sınıfın arasına, iki yanı da ısıtacak Rus usulü bir ocak yerleştirdi ler. Ocağının yanına odun yığdılar. Oltu Eğitim Müdürü ile Kayma kam bir gün köye gelip yeni özel okulu, yerlerde oturan öğrencileri ve öğretmeni gördüler. Bu çaba karşılıksız bırakılamazdı. Bakanlığa durumu bildirdiler. Kaymakam içini çekti: "Her köyde bir Hüseyin Köycü ve her köy böyle olsa, eğitim sorunumuz yarı yarıya azalır." Eğitim Müdürü iyimserdi: "Gün gelir bütün köyler uyanır. Eğitimin değerini kavrar. Köy lü daha gözlerini yeni yeni aralıyor. Bin yıllık uykudan uyanmak kolay mı? O da yüzyıl sürer" Türk alfabesinin kabul edildiği yıl devlet, Örtülü köyünde il kokul açtı. Bir kamyonla sıralar, masalar, dolaplar, kâğıtlar, kalem ler geldi. Devletin öğretmeni de birlikte gelmişti|Köy bayram etti. Okul üçüncü sınıfa kadar eğitim verecekti. Okulu bitirenler öğret men okullarına yatılı gideceklerdi. Hüseyin Köycü boş durmadı. Birçok yararlı işinin arasında bir de okul gecesi diye bir şey icat etti. Yılda bir-iki kez okul gecesi yapılacaktı. Bu okulu bitiren Sabahattin Avcı yıllarca sonra okul ge celerini şöyle anlatacaktı: "Okul gecesi yapılacağı gün köy bayram sevinci içinde olur. Saat 20.00'de toplantı başlar. Yarışma yapılacaksa jüri üyeleri ve gruplar Önceden yerlerini alırlar. Bu gruplardan birine girebilmek için okulu ya da halk dershanesini bitirmiş olmak şarttır." Okul gecelerine tüm köy halkı, kadını, kızı, genci, yaşlısı katılıyordu. Yakın köylerden dinlemeye gelenler de oluyordu. Münaza ralar, bilgi yarışmaları yapılıyor, müsamereler düzenleniyordu. Ye nilen grup mutlaka cezalandırılıyordu. Cezalar şöyleydi: Müsamere hazırlamak, konferans vermek, bilmeyenlere okuma-yazma öğret mek, durumu elverişli olmayan çocuklara yardım etmek vb.
1933 yılında Allahüekber dağının eteğindeki sapa Şenkaya kö yünde bunlar oluyordu. 3830
GAZİ Ankara'dan ayrılmadan önce Çiftliğe uğradı. Tarım okul larından gelen stajyerler için yatakhane yapılmıştı. Yakın köylerden gelerek modern tarım ve hayvan bakıcılığını öğrenmeye çalışan Üçüncü Bölüm 471
köylü gençler de vardı. Onlar da misafir ediliyorlardı. Bu hareketli lik Gazi'ye kıvanç veriyordu. 30 Haziranda Afet Hanım, Sabiha, Rukiye ve görevlilerle İstanbul'a geldi. Her zamanki gibi coşkuyla karşılandı. Coşku hiç azalmıyordu. Türlü nedenlerle bu sevgiden rahatsız olanlar vardı. Okulda Gazi'nin ve Cumhuriyetin büyüklüğünü, çağdaşlaşmanın, laikliğin önemini,^sağlanan büyük gelişimi, ülkenin demir ağlarla örüldü ğünü öğrenen, evde bu bilgileri neşeyle tekrar eden, yeni marşları söyleyen çocuklarını, torunlarını azarlıyor, neşelerini kırıyor, Gazi ve Cumhuriyeti küçültecek şeyler söylüyor, laikliği dinsizlik diye niteliyorlardı. Zamanla bunların da kendileri gibi düşünmelerini, Gazi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanı olmalarını istiyorlardı. Bu ço
cuklardan bazıları büyüyünce belki de siyasete atılacak, gazeteci» öğretim üyesi, bürokrat olacaktı. 472 Üçüncü Bölüm
Dolmabahçe'ye indiler. Gazi Afet Hanım'ın bazı tarihi eserleri ve kalıntıları görmesini istiyordu. "Bizim evi de görürsün" dedi. Selanik, Atina, Girit, Mısır, Filistin ve Suriye'yi kapsayan güzel bir gezi programı yaptı. Afet Hanım Ruşen Eşref Bey'in eşiyle gidecek, Cumhuriyet Bayramından önce Ankara'ya dönecekti. 384
YENİ üniversite kanunu TBMM'nce 31 Mayısta kabul edilmiş, kanunun uygulanması ve gerekli işlemlerin yapılması için bir ku rul kurulmuştu. Kurul Eğitim Bakanının başkanlığında Salih Zeki Bey, Avni Başman, Rüştü Uzel gibi eğitimciler ile Kerim Erim gibi bir bilim adamından oluşuyordu. Üniversite reformu ile ilgili bütün çalışmaları bu kurul yürütecekti. Bu tarihte Almanya'da, İstanbul Üniversitesini ve Türk bilim hayatını etkileyecek olaylar yaşanmaktaydı. Nazi yönetimi ülkedeki Yahudileri ve Nazi karşıtlarını sindirmeye, ezmeye başlamıştı. Yahudi ya da Nazi karşıtı bilim adamları için hayat zoriaşıyordu. Bir kısmı İsviçre'ye geçmişti bile. Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyetini kurmuşlardı. Üniversite reformunu duyan Cemiyetten Prof. Schwartz Türkiye'ye geldi. Kurul yeni üniversitede öğretim üyeliği yapacak bi lim adamları arıyordu. Prof. Schwartz ile işbirliği yaptılar. * Türkiye Yahudi ya da Nazi karşıtı Almanlar için bir sığınak olacaktı. Burada ne ırkçılık vardı, ne partiye bağlı silahlı birlikler. Camiler gibi havralar, kiliseler de açıktı. Durumları bilindiği için resmi pasaport bile istenmiyordu. Bilimsel özgürlükleri güvence altında olacaktı. Almanlara bir süre sonra Fransız ve İtalyan bilim adamları ve sanat öğretmenleri de katılacaktı. 384
I § 1 | j
Alman Hukukçusu Doç.Dr. Ernst Hirsch de Ekim 1933'te öz gür bir ülke olarak Türkiye'yi seçecek, üniversitede Ticaret Hukuku Kürsüsü Profesörü olacaktı. 3846
EKREM REŞİT BEY nihayet besteyi beğenince Cemal Reşit I Bey Ankara'ya geldi^Bu iş için oluşturulan kurula marşı piyanoda çaldı ve söyledi. Sade, kolay, etkili, unutulmaz, eskimez bir marş olmuştu. Bir daha da böyle bir marş yazılıp bestelenemeyecektij Kurul marşı kabul etti. Zeki Üngör piyanoda Gazi'ye çaldı. Gazi de beğendi: Üçüncü Bölüm 473
"Bunun güftesini ve notasını çoğaltıp her yere yollasınlar. 10. Yıldönümünde bu güzel marşı hep birlikte söyleyebilelim." Emri yerine getirildi. Bütün okullara, Halkevlerine, birliklere, Öğretmen Birliklerine, üniversiteye, dernekle re, gazetelere yollandı. Zaman zaman radyolar da da çalınacak, 10. Yıla herkes marşı öğrenmiş olarak girecekti. 'Dağ Başını Duman Almış' marşı ile 1 0 . Yıl
j s t
*
, a l M a r
5
ı m
»»
n
bestecisi ve orkestra şefi
Marşinı duyunca yeni devlet ve M. Kemal Paşa karşıtları eskicilerin sinirleri bozulacaktı. Çün- Osman Zeki Üngör kü Milli Mücadele'nin, yeni çağın, özgürlüğün, bağımsızlığın, uygarlığın, medeni kanunun, dev rimlerin, yeni alfabenin, kısacası Türkiye Cumhur iye ti'nin marşla rıydı bunlar. Bir coşkuya ihtiyaç olunca herkes bu marşları söyleyecekti. SÜMERBANK Genel Müdürlüğü'ne Yüksek İktisat Meclisi üyelerinden Nurullah Esat Sümer atandı. 5 yıllık sanayi planını uy gulamak ve eşgüdümü sağlamak gibi çok önemli bir görev yüklenen Sümerbank 4 Eylül 1933 günü faaliyete geçti. Kalkınma planının stratejisi, öncelikleri saptanmış, bazı fabri kaların planları bile hazırlanmıştı^ Bu hız bazılarının başını döndürüyordu. Oysa bu hız eksilme den sürse bile çağdaş uygarlığa ulaşmak için daha upuzun yıllar, hiç durmadan çalışmak gerekti. Ara o kadar açıktı. Cumhuriyet ilk ihti yaçları karşıladıktan sonra ağır sanayi hamlesini de başlatmayı düşü nüyordu. Ağır sanayi olmadan sanayileşmeden söz edilemezdi. Cumhuriyet yönetimi ufkun ötesine bakıyordu* D R . R E Ş İ T GALİP BEY yapılamaz sanılan bir işi başardı. Tıp
Fakültesi'nin I laydarpaşa'da kalmasını isteyen büyük doktorları dinlemedi, fakültenin İstanbul yakasına alınmasını saftladı. Bu dok* torların düşmanlığını kazandı, üniversiteden uzaklaştırılacakların yer aldığı liste de büyük tart ışmalara yol açacaktı. ** 3
4 7 4 Üçüncü Bölüm
Eski İstanbul Üniversitesi (Darülfünun), kanun gereği, 31 Temmuz günü kapatıldı. Kadro dışı kalanlara durum Dr. Reşit Ga lip Bey'in nazik bir mektubu ile bildirildi. 1 Ağustos günü İstan bul Üniversitesi, 4 fakülte, 624 kız, 2.813 erkek öğrenci, 65 öğretim üyesi ile açıldı. Öğretim üyelerinin 351 yabancı idi. İktisat Bakanlığına bağlı olan İktisat Mektebi ile Bayındır lık Bakanlığına bağlı Yüksek Mühendis Mektebi de İstanbul Üni versitesine bağlandı. Rektörlüğe Dr. Neşet Ömer İrdelp getirildi, istanbul Üniversitesi yalnız Türkiye'nin değil, bütün Müslü man ülkelerin de ilk üniversitesiydi. ANKARA yeni bir şehir olmuştu. Caddeler asfalt ya da parke taştandı. Bütün yeni caddelerin ve sokakların iki yanında artık iyice boy atmış akasya ve kestane ağaçları vardı. Kurtuluş Parkı, Kızılay Parkı bitmişti. Bir yıl sonra Güven Parkı adını alacak olan boşluk da park yapılıyordu| Parkın planını mimar Holzmeister çizmişti. Demek ki bir sanat eseri olacaktı. İlerde Gençlik Parkı diye anılacak olan eski bataklık büyük, yeşil, güzel bir parka dönüştürülüyordu. Kızılay meydanının ortasında bir trafik polisi duruyor ve trafi ği idare ediyordu. Otomobiller o kadar çoğalmıştı. Bazı mahalleler dışında her yer yerde elektrik vardı. Gece olunca caddeler ışıl ışıl aydınlatılıyordu. Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Ba kanlığı, Hıfzıssıhha Enstitüsü, Sayıştaş Başkanlığı, Konservatuvar, Merkez Bankası Başkanlığı, Türkiye İş Bankası Genel Müdürlüğü, Kızılay Genel Merkezi, Türk Hava Kurumu Genel Başkanlığı, Sıh hiye Orduevi ve bazı Bakanlık binalarının yapımı bitmişti. Sıhhiye meydanının ortasına fıskiyeli, çok güzel bir havuz yerleştirilmişti. Bugünkü Ulus meydanı civarında birçok lokanta daha açılmıştı. En ünlüsü Cumhuriyet lokantasıydı. Bunu Yeşil Fıçı izliyordu. Yenişehir modern evler, apartmanlar ve yeni mağazalarla d o l m u ş t u . Birkaç da pastane açılmıştı. İlk açılanın adı Kutlu'ydu. A t a t ü r k Bulvarı adı verilen caddenin yıllarca önce iki yanına Gazi'nin zoruyla dikilen kestane ağaçları iyice büyümüştü. Anneler s a b a h l a n geniş, temiz kaldırımlarda arabalar içinde bebeklerini gezdiri yorlardı. Üçüncü Bölüm 475
Bankalar Caddesi, Ulus
Ulus meydanı, arkadaki büyük beyaz bina Sümerbank Genel Müdürlüğündür 476 Üçüncü Bölüm
İlk Gençlik Bayramı
Siyasal Bilgiler Okulunun Ankara'daki yeni binası
Kızılay meydanından Maltepe'ye Doğru
İSTANBUL'un ve evvel zamanın hayranı yazar Abdülhak Şinasi Hisar Ankara'ya gelmiş ve şaşırmıştı. İzlenimlerini Varlık dergisi nin 15 Ağustos sayısında yayımladı (özet):| "Etrafı bahçeli evler, kaldırımları ağaçlı, bol elektrikli geniş ve t; temiz caddeler, üstlerinde otomobillerin rahatça kaydıkları asfalt sokaklar, şehrin birçok noktalarında ağaçlı, çiçekli, havuzlu ve otu rulacak sıralı meydanlar ve bahçeler En güzel ve sağlam binalar da milletin çocuklarına açtığı birer kucak gibi birçok mektepler. Devlet mahallesinde (bugünkü Bakanlıklar kesimi) mevcut yahut yapılmakta olan büyük, temiz ve millete layık hükümet daireleri. Konserleri, korolarıyla musiki ihtiyacını tatmin eden bir musiki mektebi?**** GAZİ Türkiye'deki gelişimin filme alınmasını istiyordu. Film sanatının değerini kabul etmişti. "Sinema sanatına layık olduğu önemi vermeliyiz" diyecekti. Sinema % sanatının gelişmesine büyük katkıları olan Sovyet Rusya'dan bu gelişimi filme çekecek filmciler istendi. Moskova iki önemli filmciyi, Sergei Yutkevich ile Lev Oskaroviç Arnstam'ı yol ladı. Bu Rus sanatçılara Reşat Nuri Güntekin ile Fikret Adil Beyler yardımcı olacaklardı. Çekilecek film Türkiye'nin Kalbi Ankara adını taşıyacak, bir bakıma Rus-Türk ortak yapımı olacaktı. 385b
SİVAS-ERZURUM demiryolunun uzun süren ihale işlemleri sonunda bitmişti. 4 Eylül günü Sivas-Erzurum demiryolunun ilk kazması vurulacaktı, ismet Paşa Bakana telefon etti: "Erzurum'a ulaşmak ne kadar sürer diyorlar?" "Beşyıl." | ]'.' "Bir şey değilmiş. Kolay gelsin." Cumhuriyet çok sabırlıydı. Törene Sivas Valisi, Belediye Başkanı, DDY Genel Müdürü, demiryolcular, müteahhitler, mühendisler, ustalar, işçibaşılar, işçi ler ve halk katıldı. Kurbanlar kesildi.
DDY Genel Müdürü besmele çekerek ilk kazmayı vurdu. 478 Üçüncü Bölüm
ÜNİVERSİTE ile ilgili böyle büyük bir operasyonun türlü tep kilere yol açmaması imkânsızdı. Bir çeşit medreseden, bütün kural ve yöntemleriyle farklı bir öğretim kurumuna, üniversiteye geçili yordu. Kadro dışı kalanlar kıyameti koparıyorlardı. Bir şey daha oldu. Yeni Rektör bir yazıyla Dr. Reşit Galip Bey e, Türk İnkılap Tarihi kürsüsünde 'fahri profesör' olarak ders ver mesinin üniversite yönetimince kararlaştırıldığını bildirdi. Bu karar yeni tepkilere yol açtı. Birikmiş alınganlıklar, kıskançlıklar, gürül tüler büyüdüŞRektör istifa etmek zorunda kaldı. Edebiyat, Tıp ve Hukuk Fakülteleri dekanları da istifa ettiler. Dr. Reşit Galip Bey kısa bir süre önce bir deniz kazasında eşini ve iki çocuğunu kurtarmak için uzunca bir süre denizde kalmış, çok yorulup hastalanmıştı. 25 Temmuzdan beri İstanbul'daki evde hasta yatıyordu. Zate bir ciğeri sakattı. Hasta hasta Yalova'ya gitti. Gazi'ye gerçekleri anlattı. Sorun olmamak için istifasını verdi. Geçici bir süre Bakanlığa Dr. Refik Saydam vekâlet etti. Cum hurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hikmet Bayur, ilk ara seçimden ya rarlanarak Manisa'dan aday gösterilecek, milletvekili seçilip Eğitim Bakanlığına getirilecekti. Bu süre içinde ortalık oldukça sakinleşecekti. 485c
SEYİRCİLER müthiş gerilmişlerdi. Maksim salonunun sahne sinde 19 Eylül akşamı Türk-İtalyan milli güreş takımları karşılaşı yordu. İtalyanların çetin ceviz oldukları anlaşılmıştı. Takımlar ga libiyet bakımından berabere durumdaydılar. Son olarak ağır sıklet karşılaşması yapılacak, kimin güreşçisi galip gelirse o takım bir farkla karşılaşmayı kazanmış olacaktı. Türk takımının ağır sıkleti Balıkesirli Çoban Mehmet'ti. Kar şılaşmaları radyoda Eşref Şefik Bey anlatıyordu. İtalyan ağır sıklet güreşçisinin çok usta, çok çevik, çok da güçlü olduğunu birkaç kez söyledi. Dinleyicileri bir yenilgiye hazırlıyor gibiydi.
Gazi de karşılaşmaları heyecanla radyodan dinlemekteydi. Ga libiyetlere sevinmiş, yenilgilere üzülmüştü. Takımın galibiyeti son karşılamaya kalınca, özel Kalem Müdürüne, "Maksimi ara.." dedi, " .Oraya geliyoruz. Son karşılaşmayı birkaç dakika bekletsinler." Hemen kalktı. Çoban Mehmet'i geçen yıl Çınarcık'ta izlemiş, biraz durgun bulmuştu. Morale ihtiyacı olmalıydı. üçüncü Bölüm 479
1
Ağır sıklet güreşçilerin mindere çıkması gerekiyordu. En he yecanlı sırada ara uzamıştı. Ne oluyor derken kulaktan kulağa Gazi'nin yolda olduğu haberi yayıldı. Halk coştu. Saat 22.40'tı. Bu saatte yollar kalabalık değildi. Dolmabahçe'den Maksime, Önde motorsiklet, yıldırım gibi geldiler. Gazi alkışlar, 'y Ş > var ol' sesleri arasında salona girdi. En öne konulan koltuğa oturdu. ö n c e orta ve yan hakemler, sonra da iki yandan İtalyan güreş çi ile Çoban Mehmet mindere çıktılar. Çoban Mehmet'e Gazi'nin geldiği söylenmişti. Gazi'den yana baktı. Gazi de gözlerini dikmiş, sevgi ve güvenle kendine bakıyordu. İçi coştu. Sahneden inip elini öpemediği için dizleri üzerine çöküp minderi öptü. Gazi de gülüm seyerek selam verdi. ft~ Salon yıkılıyordu. Güreş başlayınca uğultu, haykırışlar kesildi. Salonu elektrik dolu bir sessizlik kapladı. El-enselerin şakırtısı duyuluyordu. Birkaç ısınma, yoklama hareketinden sonra Çoban Mehmet fırtına kesildi. Bir ağır sıklet güreşçinin bu kadar hızlı olduğu hiç görülmemişti. Ardarda oyundan oyuna geçerek, İtalyan güreşçiyi daha ilk devrede köprüye getirdi. İtalyan kurtulmak için bütün ustalığı ve gücüyle çabalıyordu ama nafile. Abandı, sırtını mindere yapıştırdı. Ağır ağır kalktı. Elini göğsüne götürüp baş keserek Gazi'yi, sonra da seyirci leri selamladı. Seyirciler ayakta alkışlıyor, avaz avaz bağırıyorlardı. Pek çoğu nun gözleri yaşarmıştı. Türk takımı galipti. a
a
386
20 EYLÜL günü Türk demiryolculuğunun yeni bir zafer günü oldu. Kayseri-Ulukışla demiryolu törenle işletmeye açıldı| Törene Bayındırlık Bakanı, DDY Genel Müdürü ve ileri gelenleri katılmıştı.
Karadeniz, Samsun-Sivas-Kayseri-Ulukışla-Adana-Mersin yo luyla Akdeniz'e bağlanmıştı. Büyük rüya gerçekleşmişti. Program öyle ustaca düzenlenmişti ki konuşmalardan sonra Samsun'dan gelen iki vagonlu özel bir katar düdük çalarak süslen miş Ulukışla istasyonuna girdi. Lokomotif de bayrak ve defnelerle süslüydü. Göğsündeki dövizde kocaman bir yazı vardı: 80 Üçüncü Bölüm
"Karadeniz'den Akdeniz'e selamlar!" Özel katarla hep birlikte güle eğlene Ulukışla'dan Mersin'e gel diler, öğrenenler yol boyunca 10. Yıl Marşı'nı söylediler:
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan Demirağlarla ördük anayurdu dört baştan Kıyıdaki bir lokantaya oturdular. Akdeniz'e bakarak kadehle rini kaldırdılar: "Cumhuriyetin, demiryolculuğun, emeği geçen herkesin şere fine!" Mersin'den bir özel katar da göğsünde "Akdeniz'den Karade niz'e selam" yazısıyla Samsun'a gidecekti.
•
İSMET PAŞA siyasetten çekilen Venizelos'u birkaç gün için özel olarak istanbul a davet etmişti. Mevhibe Hanım'la birlikte, ge miyle gelen Venizelos ve eşini Galata rıhtımında karşıladılar. Venizeloslara İstanbul'u gezdirdiler. Gazi de ertesi gün Venizelos'u kabul etti. Uzun uzun sohbet ettiler. Konuşmada Dışişleri Bakanı da bulundu ve not tuttu. Venizelos Gazi'nin yanından bir kez daha hayran olarak ayrıl dı. Gazi'ye olan büyük hayranlığını mutlaka göstermek istiyordu. Unutulmaz bir çare aradı ve buldu. Türkiye'den bu konuda kimseye bilgi vermeden ayrıldı. 387
Üçüncü Bölüm 481
GAZI güreş takımını ve yöneticileri yemeğe çağırdı. Takım ve yöneticiler, bir örnek ve tertemiz giyinmiş olarak geldiler. Hepsi boyunbağlıydı. El öptüler. Hepsini tek tek kutladı, övdü. Biraz sohbetten sonra sofraya geçildi. Gazi güreşi sever, kimi zaman Muhafız Birliğinin askerlerini karakucak güreştirir, hatta kendi de birkaç dakika güreş tutardı. Güreşi milli sporların en ba şında sayıyordu. Yemek çok keyifli geçti. Güreş hikâyeleri anlattılar. Gazi Çoban Mehmet e takıldı: "Sen herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet, italyan'a acıdım. Adamı birkaç dakika içinde bitirdin. Seninle güneş tutsak beni de öyle kolayca yenebilir misin?" Koca pehlivan çocuk gibi utanmıştı. Başını kaldırmadan, "Sizi bütün cihan yenemedi Paşam." dedi, "..ben nasıl yenebilirim?" Yanıt Gazi'nin yüreğine dokundu. Ayağa kalkıp Çoban Meh met'e yürüdü. O da kalktı. Pehlivanı alnından öptü. "Sağ ol çocuk " YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜSÜ Cumhuriyet Bayramından sonra açılacaktı. Birkaç yıllık emek sonuç vermiş, yollar, binalar, derslikler, laboratuvarlar, uygulama alanları ve yurtlar bitmişti. Yö netim gazetelere ilan vererek öğrenci kaydetmeye başladığını du yurmuştu. Bu duyuruyu okuyup da gelenlerden biri de Hadiye Çeçen'di. Annenin çabasıyla büyüyüp yetişmiş, babasız beş kardeşten biriydi. Annesi, ancak Hadiye ile erkek kardeşini okutabilmişti. Okulu biti rebilir* *k kadın tarım mühendisi olacaktı. Okulun içi de, dışı da güzeldi. Her şey yepyeniydi. Yerler, du varlar, lambriler, kapılar, masalar, iskemleler, yurtlarda karyolalar, yataklar pırıl pırıldı. Cila ve özen kokuyordu. Dünyada ilkokuldan yükseköğrenim bitene kadar öğrenimin parasız olduğu olduğu birkaç ülkeden biri Türkiye idi. 388
BU SIRADA Budapeşte'de Baronesse Elfriede Karwinski'nin ortaokul öğrencisi kızı Nermin -adını babası koymuştu—^Türkiye hakkındaki haberleri okuyor, öğrenimin parasız olmasına şaşıyor, imreniyordu. Macaristan'da öğrenim paralı ve pahalıydı* Oysa oku mak istiyordu. Yaşamak da zorlaşıyordu. Amiral Horti faşist bir yö482 Üçüncü Bölüm
netim kurmuştu. Okuyabilmek için babasının ülkesine, Türkiye'ye gitmek istiyordu. Bir Türk'ün kızıydı. Daha küçükken babası ölmüştü. Annesi ile İstanbul'dan ayrılıp Macaristan'a dönmüşlerdi. Zorluk içinde ya şıyorlardı. Baronesse Karwinski'nin geliri, Nermin'in ortaokuldan sonra öğrenim görmesine yetecek durumda değildi. Nermin ücretsiz okuma imkânından yararlanmak için bir gün karar verecek, Budapeşte'den 14 yaşında, Türkçe bilmeden, tek ba şına ayrılacak, İzmir'e, babasının akrabaları yanına gelecek, oku yabilmek için birçok zorluğa katlanacak, sonunda Prof.Dr. Nermin Abadan-Unat olacaktı. Bir büyük bilim insanı ve yurtsever. 389
x
GAZİ İstanbul'dan 9 Ekim günü büyük bir törenle uğurlandı. Her yeri 10. Yıl havası sarmıştı. Haydarpaşa Garı süslenmeye baş lanmıştı bile. Ankara'da da büyük bir törenle karşılandı. Vasfiye'ye haber yolladı, bebeği alıp gelmesi için. Vasfiye kucağında Ülkü geldi. Yuvarlak yüzlü, güzel gözlü, şipşirin bir bebekti. Daha yürüyemiyordu. Ama bazı sözcükleri tekrar ediyordu. Güleç, oyunbaz bir kızdı. Gazi bayüdı. İlk kez bir bebeği kucağına aldı. Kız küçük elle ri ile yüzüne dokunuyor, saçları ile oynuyor, kıkır kıkır gülüyordu. Güldükçe gamzeleri görünüyordu. "Çocuklar, şu maskaraya bakın! Ne güzel şey." Sonra bebeğin annesine döndü: "Vasfiye, Ülkü'yü sık sık bana getir. Hatta babası izin verirse buraya taşının" # "Emrin olur Paşam." Bir süre sonra annesiyle Ülkü Çankaya'ya taşınacaktı. ANKARA da 10. Yıla hazırlanıyordu. İstasyonla Meclis ara
sındaki koşu yeri denilen yer, geçit töreni alanı olarak hazırlanı yor, şeref tribünü ile protokol ve halk için tribünler yapılıyor, geniş toprak yol sulanarak silindirlerle sıkıştırılıyordu. Büyük geçit töreni burada yapılacaktı. Dört bir yandan trenlerle izciler, Öğretmenler, il temsilcile ri ve büyük töreni görmek isteyen yurttaşlar geliyordu. Yakın ilçe Üçüncü Bölüm 483
ve köylerden de kamyonlar, kağnılar, at arabaları, atlar, eşeklerle Ankara'ya gelen geleneydi. GAZİ sürpriz olarak köşke bir sinema makinesi aldırmıştı. Ankara'ya geldikleri akşam bazı arkadaşlarını eşleri ve çocuklarıyla davet etti. Neşe içinde yemek yediler. Sonra sinema makinesinin kurulduğu salona geçtiler. Koltuklar, iskemleler sıralanmıştı. Ruki ye sinema makinesi alındığını duymamıştı. Sevinç çığlığını bastı, sonra da çok utandı. En arka sıraya gidip oturdu. Dünya haberlerini seyrettiler. Mussolini ile Hitler'in abartılı hareketlerine, büyük jestlerle konuşmalarına güldüler. Sonra Muh sin Ertuğrul Bey'in yönetmenliğini yaptığı Bir Millet Uyanıyor fil mini izlediler. O günleri bilenler çoktu aralarında. Çok duygulandılar. İSMET PAŞA Kadro dergisinin isteğini kırmadı. Cumhuriyet sayısı için bir yazı yazdı. Yazısına "Partimizin Devletçilik Vasfı" başlığını koydu. Devletçiliği anlattı. Bazı iş adamlarına göre devlet sadece girişimcilere yardım et meli, fakat iktisata karışmamalıydı. Bazıları devletçiliği komünizm sanıyordu. Bir de ne yapsa iktidara kızanlar vardı. Devletçiliğin ne olduğunu anlatmayı yararlı buldu. Sade, basit cümleler, herkesin anlayabileceği örneklerle dev letçiliği anlattı. Yazı etkili oldu. Buna karşılık müfrit particiler Kadro dergisine yazı yazdığı için kızdılar. Onlara göre Kadro, bazı konularda parti den farklı düşünen, öyleyse zararlı bir dergiydi. Bunlara karşılık Gazi dergiye başarı dileyen bir mesaj gönderdi. * 389
VEHBİ KOÇ uzun zamandır ilk kez eve akşam yemeğine geldi. Çok yorgun ama mutluydu. "Hastane yetişecek, bir-iki küçük eksik kaldı, o kadar.." dedi, "..Cumhuriyet Bayramında eksiksiz açacağız* Akşama da Ankara Palas'a baloya gideceğiz. Hazırlıklı ol. ' 19
Bu, 'kendine tuvalet diktir' demekti. Kendi de smokin diktirecekti. 484 Üçüncü Bölüm
26 EKİM iDUtfÜ TBMM'de iki kanun kabul edildi* Birincisi, söylentisi bütün hapisanelerdeki mahkûmların uykularını kaçıran Genel Af Kanunu idi. Meclis Cumhuriyetin 10. Yılı şerefine bütün suçları affetmişti. Karar duyulunca bütün hapisanelerde bayram başlayacak, de mir parmaklıklardan dışarı 'Yaşasın Cumhuriyet!' çığlıkları taşa caktı. Hapisaneler kötüydü, geriydi. Çağın gereklerine ve insanlık anlayışına uygun değildi. Yalnız siyasi mahkûmlara iyice davranılıyordu. İkinci kanunla kadınlara köy ihtiyar heyetlerine seçme ve se çilme hakkı tanındı. Erkeklerin eli bir türlü kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı vermeye gitmiyordu. Kadını küçümseyen ilkel anlayış direniyordu hâlâ. SOVYETLER BİRLİĞİ İsmet Paşa'nın ziyaretini iade etmeye ve Cumhuriyetin 10. Yıldönümüne katılmaya büyük önem vermişti. Bakanlar Kurulu Başkanı Molotof hasta olmuştu. Yoksa o gelecekti. Onu da temsil etmek üzere Kızılordu Başkomutanı ve Savunma Ba kanı Mareşal Voroşilof'un başkanlığında, Kızılordu Süvari Kuvvetle ri Komutanı General Budyenni, Dışişleri Bakan Yardımcısı, Eğitim Bakanı, Eğitim Bakanı Yardımcısından oluşan bir kurul kurdular. Kurulu Sivastopol'dan bir Türk gemisi aldı. Boğaz ağzında sa vaş gemileri ve uçaklar tarafından karşılandılar. Birçok İstanbullu motorlarla gemiye eşlik etti. Halk Ruslara büyük sevgi gösteriyor du. Rus filmciler bu büyük karşılanışı filme aldılar. Milli Mücadele sırasındaki Sovyet yardımlarında Mareşal Voroşilof'un büyük katkısı olmuştu. Nitekim Taksim Cumhuriyet anıtında Türkiye'nin vefası gereği, yine büyük yardımı dokunan Ge neral Frunze ile birlikte Voroşilof'un heykeli de yer alıyordu. Mareşal Voroşilof Haydarpaşa'da peronu dolduran halka va gon penceresinden şöyle seslendi: "Size dost Sovyet Rusya'nın candan selamlarını getirdim. Size kardeş Rus ordusunun yenilmez Türk ordusuna selamlarını getir390
* dım. m
f$
Alkışlar içinde Ankara'ya uğurlandılar. 27 Ekimde Ankara'ya geldiler. Tren istasyona girerken izciler selam borusu çaldılar. İstasyon Türk ve Sovyet bayrakları ile süslenÜçüncü Bölüm 485
misti. Başbakan îsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Bakanlar, komutanlar, ileri gelenler, subaylar, gazeteciler, foto muhabirleri, kameramanlar ve halk tarafından büyük dostlukla karşılandılar. Tören birliğini selamladılar. Kısa bir dinlenmeden sonra İsmet Paşa'yı, Dışişleri Bakanını, Meclis Başkanını ve Fevzi Paşayı ziyaret ettiler.. Saat 17.00'de Gazi tarafından kabul edildiler. Bu kabulde Türk Dışişleri Bakanı, Moskova Büyükelçisi de bulundu. Voroşilof ve Budyenni Gazi'yi, her ülke ve zaman için geçerli olan asker terbiye siyle, başlarını eğerek askerce selamladılar. Kısa ama yararlı, dostça bir sohbet oldu. Cumhuriyet Bayramı akşamı saatlerce konuşacak lardı. Akşam Ankara Palas'ta İsmet Paşa şereflerine Moskova'daki ziyafetleri aratmayan zengin bir ziyafet verdi. Kurul ertesi gün eski ve yeni Ankara'yı gezecek, 29 Ekim günü bütün tören ve programlara katılacaktı. Rus filmciler de birlikte gelmişlerdi! 10. Yıl törenlerini ve Türkiye'nin kalbi olan Ankara'yı filme alacaklardı. 391
ERNST HIRSCH'in anılarından: "Dekanlık sekreteri bana Türkçe ve Fransızca hazırlanmış bir davetiye takdim etti. Davetiye 28 Ekim akşamı Dolmabahçe Sarayı'nda verilecek resmi bir davet içindi. Hem çok şaşırmış, hem de çok heyecanlanmıştım. Gerçi daha önce şehirde her tarafta ya pılan hazırlıklar gözüme çarpmıştı. Bunların Cumhuriyet Bayramı için yapıldığını biliyordum. Özellikle de köprünün, bütün meydan ların üzerinde, camilerde minareden minareye ve kubbelerde bir taç gibi rengârenk elektrik ampullerinin asıldığı sayısız elektrik hattı çekildiği ilişmişti gözüme. Caddelerde adım başı bez pankart lar geriliydi. Pankartlarda devlet başkanının ünlü sözleri yazılıydı. Resmi binalar, bankalar, özel ticarethaneler, hatta evler bile renkli ampullerden oluşan çelenk biçimi süslerle bezenmişti...
28 Ekim akşamı Dolmabahçe Sarayı'na gitmek için frakımı giy dim. Yola çıktım. Denizin üstünde son derece etkileyici bir havai fişek gösterisine şahit oldum. Şenlik bir gün sonraki Cumhuriyet Bayramını müjdeliyordu. Gemiler düdüklerini öttürüyor, kıyılarda davul sesleri yükseliyor, limanda demirli askeri filo top atışlarıyla 486 Üçüncü Bölüm
şenliği selamlıyordu. Altın Boynuz'un ve Boğaz'ın üzerinde binler ce havai fişek ses çıkartarak gökyüzüne dalıp patlıyor, camilerin, köprünün, tüm kentin caddeleriyle meydanlarının üzeri rengârenk ampullerle donatılmış bir ışık deryasını andırıyordu... Davet muazzam büyüklükteki taht salonundaydı. Mermer rıh tım ışıl ışıl bezenmişti. Ve işte ben, kendi Alman vatanında Yahudi olduğu için hor görülen, 'aşağılık' ırka mensup olduğu için işgal et tiği mevkilerden kovulan, evini yurdunu terk edip yabancı ülkelere kaçmak zorunda bırakılan ben, mülteci ben, dünyanın bir ucunda ki Türkiye'de, nice billurlarla, mermerler, somaki taşı, su mermeri, paha biçilmez kakma işlerinin ihtişamıyla parıldayan, nice değerli mobilyayla, halıyla, resimle süslü, bir zamanların taht salonu olan bu mekânda, ülkenin ilk bin seçkininden sayılan, saygıdeğer bir Al man profesör sıfatıyla hazır bulunmaktaydım. Talihin yüzüme gül düğü olağanüstü bir ânı yaşıyordum." 3913
BÜTÜN şehirler gibi Ankara da gelin gibi süslenmişti. Cad deler ve meydanlar, taklar, bayraklar, çiçekler, Cumhuriyeti öven dövizlerle, duvarlar 10 yıllık gelişimi gösteren grafikli, sayılı, açık lamalı, resimli çeşit çeşit afişlerle doluydu. Bütün şehirlerde olduğu gibi çeşitli yerlere halk kürsüleri kon muştu. Bu kürsüler her Cumhuriyet Bayramında kurulacak, her is teyen özgürce konuşacaktı. Sanat Okulu'nda ve İsmetpaşa Kız Enstitüsü'nde öğrencilerin yaptığı el işleri, Ticaret Okulu'nda Kırıkkale Askeri Fabrikaların da yapılan ürünler sergileniyordu. Haikevinde Kayseri'de yapılacak büyük dokuma fabrikasının büyük maketi sergilenmişti. Görenler 39115
soruyorlardı: "Bu kocaman fabrika bizim mi olacak?" "Evet!!!"
t
Birçok bina;gece binlerce ampulle ışıklandırılacaktı. Fener alayları da hazırdı. Meydanlardaf parklarda askeri bandolar, yeni kurulan Halkevi bandosu konserler verecek, halk oyunları oynana caktı. Birlikler bir gün Önce çok beğenilen bir prova yapmışlardı. Ge çit töreni yeri bugün sulanmış, dinlendiriliyordu. Üçüncü Bölüm 48*
î
Gazi çalışma odasında dolaşa dolaşa 10. Yıl için yazdığı söylevi okuyordu. Söylevinin esasını eski yaveri Cevat Abbas Bey'e yazdır mış, üzerinde sonra eklemeler çıkarmalar yapmıştı. Afet Hanım uzun geziden döndü. Gazi'yi 10. Yıl söylevine çalışırken buldu. Cumhuriyet Bayramına yetişmişti. El öptü. I Gazi, "On yıl önce bugün, biliyor musun, ne mücadele içindey dik" dedi. Söylevine çalışmayı bıraktı. Takılmadan okuyordu artık. Oturdular. Sordu: "Selanik'te bizim evi gördün mü?" •"Evet" . i . "Anlat." Uzun uzun anlattırdı. Duygulandığı belli oluyordu. Akşam yemeğinde silah arkadaşı paşaları ağırladı: Cevat Ço banlı, Ali Sait Akbaytugan, İzzettin Çalışlar, Fahrettin Altay, Ali Hikmet Ayerdem. Dört de sivil arkadaşını çağırmıştı: Yeni Eğitim Bakanı Hikmet Bayur, Nuri Conker, Tahsin Coşkan ve yazar Nec mettin Sadak. Dış ve iç düşmanlarla ve her çeşit yoklukla mücadele edilen günleri andılar. Olağanüstü mutluydular. Çünkü düşmanları da, yokluğu da yenmişlerdi. Erken dağıldılar. Gazi sabah erken kalkacaktı. Hemen yattı. 392
SABAH çok erken uyandı. Berberi Mehmet tıraş etti. Yıkandı, frak giydi. Afet Hanım göğsünün sağ yanına İstiklal Madalyasını taktı. Sabah kahvesini içti. Köşkten çıktı. 29 Ekim törenleri TBMM'de sabah 09.15'te Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Paşa'nın tören salonunda kutlamaları kabul etme siyle başladı. Siviller fraklı, askerler büyük üniformalıydı. Kordiplomatik de tören giysileri ile gelmişti. Aralarında bugün için özel olarak gelmiş Yugoslav, Bulgar, Yunan ve Macar kurulları da vardı. En kıdemli diplomat Sovyet Büyükelçisi Suriç idi. Kordiplomatik adına bir ko nuşma yaparak Cumhuriyetin 10. Yılını ve Cumhurbaşkanını kut ladı, mutluluk ve başarı diledi. Gazi de barışı, dostluğu, insanlığı öven yüksek düzeyde bir konuşmayla yanıt verdi. Etkileyici konuş masını şöyle bitirdik
"Efendiler! Türk inkılabı kurucudur. iTürk ihtilali yüksek bir insani ülkü ile birleşmiş vatanseverlik eseridir. Çocuklarına bütün 4 8 8 Üçüncü Bölüm
güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir. Bu inkılabın hararetli ve imanlı bir yapıcısı sıfatıyla dünyaya açık yürekle, gönül temizliğiyle ve dostlukla bakıyorum. Bu heyecan ve büyük sevinç gününde size bu samimi güvenceyi vermekle, memleketlerinize karşı olan hissiya tımı en iyi bir tarzda ifade etmiş oluyorum? TBMM'deki törenden sonra otomobillerle geçit alanına hare ket edildi. Hâlâ alana koşanlar vardı. Halk tribünleri çoktan dol muştu. Çoğunluk töreni ayakta izleyecekti. Geçit alanına gelenler daha sabah erkenden yüzbini geçmişti. Şimdi sayı daha da artmış olmalıydı. Uzun geçit yolunun iki yanı halkla doluydu. Erkeklerin çoğu lacivert bayramlık elbiseleriyle gelmişlerdi.
ot ve nni
'3Gazi, Genelkurmay Başkanıyla birlikte, üstü açık bir otomo bille geçit törenine katılacak askeri birlikleri ve izcileri denetledi. Kızılaycıları, dernek ve il temsilcilerini selamladı. Sonra geri döndüler. Araba şeref tribününün önünde durdu. Voroşilof ve arkadaşları da şeref misafirleri olarak şeref tribününe alınmışlardı. Gazi arabadan iner inmez Mareşal Voroşilof ve Gene ral Budyenni esas duruşa geçerek Gazi'yi selamladılar. Gazi yandaki merdivenle şeref tribününe çıktı, Recep Peker yakasına yeni yaptırdığı parti amblemini iğneledi. Konuşmasını bü tün alana yayacak biçimde ses düzeni kurulmuş, tribünün önüne birkaç büyük mikrofon yerleştirilmişti. Konuşmayı radyo da yayımÜçüncü Bölüm 489
layacaktı. Tribünün altında filmciler ve fotoğrafçılar toplandılar Aralarında Ruslar da vardı. Gazi çok ünlü olacak 10. Yıl konuşmasını büyük bir heyecan ve inançla yaptı. Mutluluğu, sevinci sesine vansımıştı.^Hemen her cümlesi halkın alkışları ile kesiliyordu. Şeref tribünündekiler Gazi'nin heyecanını görüyorlardı. Bu heyecan, özgüven, sevgi on ları da sarsmaya başladı. Çoğunun gözleri dolmuştu. Gazi bu güzel anlamca çok zengin konuşmayı şöyle bitirdi: "Türk milleti! Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!" Alkışlar ve çığlıklar uzun zaman devam etti. 393
Ne Mutlu Türküm Diyene!
490 Üçttncü Bölüm
Afet Hanım, Sabiha ve Rukiye konuşmayı radyodan dinlemiş lerdi. Gazi'nin sesindeki coşku üçünü de ürpertti. Gözyaşlarını tu tamadılar. Büyük bando şeref tribününün karşısında yer aldı. Geçit töreni başladı, ö n c e Tören Komutanı ve karargâhı geçti. Onları geniş saf lar halinde çok düzenli geçen piyadeler, denizciler, süvariler, hafif ve ağır topçular ve ilk kez geçen tanklar izledi. Sancaklar Cumhur başkanına yaklaşınca saygıyla eğiliyordu. Birlikler Gazi'yi selamla dıkça Voroşilof ve Budyenni de birliklere selam duruyorlardı. Tank lar geçerken birçok uçak gökyüzünü doldurdu. Once törene katılan oymakların flamaları topluca geçtiler. Sonra illerden gelen kız ve erkek izciler, çiçeklerle süslü Kızılay ara baları, hemşireler, dernek ve parti temsilcileri geçtiler. Beklenmeyen bir şey oldu. Bunların arkasına geçit töreni ni seyretmiş olan halkın bir bölümü de katıldı. Şeref tribününün önünden on binlerce insan, kadın erkek, yaşlı genç, çocuk, köylü şehirli, elini, şapkasını, kasketini sallayarak, neşe içinde akıp geç meye başladı. Bando 10. Yıl marşını çalıyordu. Aralarında tahta bacaklı, kolsuz gaziler de vardı. Duygusuz diye dedikodusu yapı lan Ali Çetinkaya'nın gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Gazi şap kasıyla selam vermeyi yeterli bulmadı. Elini sallayarak "Merhaba, merhaba" diye sesleniyordu. Hızlı yürüyemediği için en sona tek başına, beli bükük, yaşlı bir köylü kalmıştı. Sağ yakasında İstiklal Madalyası parlıyordu. Herkes saygıyla bu yaşlı gazinin geçişini bekledi. Şeref tribününün hizasına gelince silkinip doğruldu, başını iyice kaldırdı, askerce selam vere rek dimdik yürümeye başladı. Şeref tribünündekiler, başta Gazi, Rus misafirler, herkes yaşlı gaziyi saygıyla selamladılar. Halk çılgınca alkışlıyordu. Bir destandan çıkıp gelmiş gibiydi. 394
GEÇİT TÖRENİNDEN sonra Dr. Refik Saydam, Sağlık Bakan lığı ileri gelenleri açılış töreni için Numune Hastanesi'ne geldiler. Dr. Refik Bey bütün titizliği ile ikide bir uğrayıp bakmış, binayı gezmişti. İçi rahattı, Vehbi Bey dev binayı iskelet halinde almış, bir yıl içinde birçok zorluğu yenerek, eksiksiz kullanılacak hale getir mişti. Gerçekten örnek bir hastane olmuştu. Üçüncü Bölüm 491
Bir gümüş tepsi içinde uzatılan makası aldı, kapıya gerilen ipek kurdeleyi alkışlar ve hayır dilekleri arasında kesti. Vehbi Bey'i kut ladı ve teşekkür etti. Kalabalık, ev sahibi gibi kapıda bekleyen Vehbi Beyi kutlaya rak içeri girdi. Hastaneden teşekkür ederek ayrıldılar. SELANİK Belediye Meclisi 29 Ekim günü toplanarak, Gazi'nin doğduğu evin, bir anı plaketi çakılarak Gazi'ye armağan edilmesini kararlaştırdı. Selanik Belediye Başkanı Kir Kosmopulos kararı Selanik'teki Türk Konsolosu Salim Fevzi Bey'e bir yazıyla bildirdi: "Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Yıldönümü münasebetiyle Tür kiye Cumhuriyeti'nin Reisi ve Kurucusu olan şanlı Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin doğduğu evin satın alınması ve duvarına bir hatıra levhasının konulması hakkındaki Belediyemiz Meclisi'nin 4 8 8 numaralı ve 29.10.1933 tarihli kararnamesini zat-ı âlinize isal ile kesb-i şeref eylerim. Bu kararname Gazi Hazretlerinin doğduğu şehir olmasından şeref ve gurur duyan Selanik ahalisinin Gazi Hazretlerine olan takdirkâr ve samimi hissiyatının pek küçük bir kısmını teşkil ettiğini beyan ile beraber, kararnameyi Reisicumhur Hazretlerine takdime aracılık etmenizi rica ve istirham eylerim." 395
HAVA kararınca istanbul da, izmir de yalnız yollar ve bazı bi nalar aydınlatılmadı, savaş gemileri, boğaz ve körfez gemileri, li manlarda bekleyen gemiler de inci dizisi gibi ışıldayacak donanma ışıklarını yaktılar. Denizler de ışık kesildi. İstanbul Beyazıt meydanındaki büyük havuz da ışıklandırıl mıştı. Fıskiyeler havaya rengârenk fışkırıyordu. Her yandan bando, şarkı, marş sesleri, coşku çığlıkları yükseliyordu.
ANKARA'da da hava kararınca binlerce ampul yanmıştı* Cad deler gündüze döndü. Binalar donandı. Havai fişekler göğü süsle d i ! Fener alayları Ankara'yı dolaşmaya başladı. Bandolar çalıyor, Türkiye'nin dört yanından gelenler, davul zurna, saz, tulum, ke~ 492 Üçüncü Bölüm
mence, akordeon eşliğinde horon, zeybek, hora, halay, bar ve Kaf kas oyunları oynuyorlardı. Gazi akşam yemeğine yalnız Rus kurulunu davet etmişti. Musiki Muallim Mektebi'nin birörnek giyinmiş öğrencileri kısa bir gösteri yaptılar, yemekten önce Türkçe ve Rusça şarkılar söylediler. Bu sırada Kılıç Ali Bey, Afet Hanım, Sabiha ve Rukiye'yi ışıklar içindeki şehri görmeleri için gezdiriyordu. Gazi ve misafirleri saat 24.00'te kalktılar, birlikte Ankara Palas'taki Cumhuriyet balosuna katıldılar. Salona girince 10. Yıl Mar şı ile karşılandılar. Balo şenliğe dönüştü. Saat 03.00'te İsmet Paşa'yı da alıp Orduevi'ne geldiler. Komutanları selamladılar, kılıçlarını ve yıldızlarını takarak orduya yeni katılan subayları kutladılar. Orduevini coşku içinde bırakarak 04.00'te ayrılıp Halkevindeki eğlenceye katıldılar. Burada halk çoğunluktaydı. Öyle neşe içindeydiler ki aşka gelen Voroşilof bir Rus dansı yapınca, Gazi de zeybek oynadı. Ne unutulmaz bir geceydi! Gün doğarken ayrıldılar. 396
B Ü T Ü N TÜRKİYE'de Cumhuriyet Bayramı çok güzel, çok candan kutlanmıştı. Halkevlerinde güzel geceler düzenlenmişti. Bugünden başlayarak hapisaneler boşalacak, Kasım ayı başında Millet Mektepleri açılacaktı. Yüksek Ziraat Ens titüsü Rektörlüğüne Prof. Dr. Falke atan mıştı. Fakülte yöneti cileri, öğretim üyeleri, yardımcıları belli ol muştu. 397
Yüksek Ziraat Ens titüsü, yeni Eğitim Ba kanı Hikmet Bayur'un, Eğitim ve İktisat Ba kanlığı ileri gelenle rinin, öğretim üyeleri, yardımcılar ile öğrencilerin ve misafirlerin katılımıyla 30 Ekim 1933 günü öğrenime açıldı. Açılıştan sonra beş fakültenin öğretmen ve öğrencileriyle mi safirlerin katıldığı büyük şenlik başladı. Üçüncü Bölüm 493
GAZİ sabah yatmıştı. Geç uyandı, öğleden sonra îsmet Paşala ra uğradı. Saat 22.00'ye kadar kaldı. Kaç ateş çemberinden, tuzaktan, kapandan geçmiş, uçurumdan atlamışlardı. Herhalde o günleri ko nuşup gülüştüler. Köşkte arkadaşları Gazi'yi bekliyordu. Aralarında Ruşen Eşref Bey de vardı. Ertesi gün Hikmet Bey'in yerine Cumhur başkanlığı Genel Sekreterliğine atanacaktı. Gazi Köşke geldi, hepsini alıp Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü binasındaki baloya götürdü. Hepsi bir gün öncenin yorgunluğıriçindeydi. Bir o dinçti. Hayat doluydu. TBMM'nin dördüncü döneminin üçüncü çalışma yılı Gazi'nin konuşmasıyla açıldı. Havada Cumhuriyetin 10. Yılının sevinci vardı. Gazi dedi ki: "Geçen on yıl, gelecek dönemler için bir başlangıçtan başka bir şey değildir. Bununla beraber eski dönemlerin tarihi karşısında Cumhuriyetin bu on yılı, eşi görülmemiş bir diriliş ve göz kamaştı rıcı bir ileri atılış abidesidir." İç ve dış gelişimler hakkında bilgi verdikten sonra konuşması nı şöyle bitirdi: "Açmakta olduğumuz ikinci on yıllık dönemin ilk yılı, yeni bir azim ve kudret döneminin parlak bir misali olacaktır." Tutanak kâtipleri konuşmanın bitimindeki tepkileri şöyle not ettiler: "Ayakta, sürekli alkışlar, şiddetli alkışlar, bravo, yaşa Gazi sesleri." 398
11 KASIMDA Ankara'da Hukuk Mektebi'nde diploma töreni vardı. Cumhuriyetin altıncı kuşak hukukçuları mezun olmuşlardı. Törende Başbakan konuştu. Yeni hukukçulara başarılar diledi.-V Bu güzel töreni 18 Kasımda İstanbul Üniversitesi'nin öğrenime açılış töreni izledi. Açış konuşmasını Eğitim Bakanı Hikmet Bayur yaptı. Üniversitenin zemin katındaki büyük avluda toplanılmıştı. Avlu yöneticiler, Türk ve yabancı öğretim üyeleri, yardımcıları, öğrenciler ve basın mensuplarıyla doluydu. Bayur konuşmasından sonra Türk ve yabancı öğretim üyelerini bulunanlara tek tek tanıttı* Her profesör alkışlarla selamlandı. istanbul Üniversitesi bir türlü toplumun beyni olamamıştı. Şim di yeni bir dönem açılıyordu. Her konuda bilimin ışığından yararlan* mak isteyen hükümet için üniversite büyük bir danışman olacaktı.
4 9 4 üçüncü Bölüm
1 ARALIK günü İktisat Bakanı Celal Bayar İsmet Paşayla gö rüşmek için Başbakanlığa geldi. Önceden randevu aldığından bek lemedi. Özel Kalem Müdürü Bakanı Başbakanın odasına aldı. Celal Bayar dosyalarla gelmişti. İktisat Bakanlı ğınca 5 yıllık sanayi planı ile ilgili olarak uzun zamandır hazırlanan raporları ge tirmişti. Saygıyla Başbakana sundu. İsmet Paşa teşekkür etti. Planın esasları kesinleşince, İktisat Bakanının bir basın toplantısı ile ka muoyuna bilgi vermesi kararlaştırıldı. Açılacak fabrikalar, Anadolu'ya dengeli bir şekilde yerleştirile cekti. En önemli ilkelerden biri buydu. ESKİŞEHİR yeni bir bayram yaşıyordu. Eskişehir Şeker Fabri kası yapımı bitmiş, bugün işletmeye açılacaktı. Fabrika alanı, yöneticiler, işçiler, özel bankaların kurduğu Anadolu Şeker Fabrikaları T.A.Ş.'nin temsilcileri, pancar üreticileri ve Eskişehirlilerle doluydu. Başbakanı bekliyorlardı. Binlerce köylü şeker pancarı üretimine dönmüştü. Cepleri para görecekti. Fabri kanın 1.200 işçisi vardı. Bu da dört kişilik aile hesabıyla 4.800 kişi ediyordu. Şeker fabrikası yan işlere de yol açacak, Eskişehir'de işsiz kalmayacaktı. Her yeni fabrika gibi Eskişehir Şeker Fabrikası da, çayhanesi, lokantası, misafirhanesi, konferans salonu, spor alanları ile bir kül tür ve sosyal hareketlilik merkezi olacak, Halkevi ile uyumlu çalı şacaktı. Ankara ve istanbul'dan özel trenler kaldırılmış tı. Birçok davetli geliyordu. Ankara'dan beklenen tren geldi. Trenler şeker fabrikası nın önünde durdular. Başba kan alkışlar arasında trenden indi. Son konuşmayı yaptı, özetle dedi ki:
Üçüncü Bölüm 495
"Sanayide geri kalmış memleketler sanayi kurmaya giriştikle ri zaman, ileri memleketler onlara gülerler. Bir memlekette sanayi kurmak, heves edildiği kadar kolay değildir. Teşkilat ister, sermaye ister. En hevesliler iki yıllık zorluk karşısında girişimlerinden ca yarlar. Sanayide geri kalmış memlekeder bu güçlükler yüzünden büyük sanayi kuramamışlardır. Bu fabrika altı ayda kuruldu. Böyle büyük bir kurumu altı ayda kurarak teşkilat kuvvetimiz bakımından iyi bir sınav vermiş olduk. Şeker fabrikası büyük sanayidendir. Bunu başarmak gelecek için ümit veren bir örnektir. Milletler ailesi içinde layık olduğu mevkii tutmak için mutlaka sanayii kurmak gereklidir" Tören sona erince bu en büyük şeker fabrikası, müdürün işa retiyle çalışmaya başladı. Silolanmış pancarlar oluklardan su yar dımıyla gürleyerek aktılar. Bu tozlu topraklı yumrular çeşitli aşa malardan geçip yıkanacak, parçalanacak, kaynatılacak, sonunda sütbeyaz şeker olacaklardı. 399
496 Üçüncü Bölüm
Yeni Türkiye'nin nasıl bir maddi miras devraldığı sırası geldik çe belirtildi, özetlersek: Kurulan yeni devlet yaklaşık 12 milyon nü fuslu, ilkel bir köylü devletidir. Orta sanayi sıfıra yakın, ağır sanayi sıfır. Şeker ve yolsuzluk yüzünden un dışardan getirtiliyor. Maden lerin büyük çoğunluğu, limanlar ve demiryolları yabancıların elin de. 153 ortaokul ve lise, medrese uzantısı bir üniversite var. Halkın sadece % 7'si okur-yazar. Kadınlarda bu oran binde 4, yani sıfıra yakın. Okul çağma gelmiş çocukların yalnız dörtte biri okula gi debiliyor. Ortaokullarda sadece 543, liselerde 230 kız öğrenci oku yor. Ekonomik bakımdan yarı sömürge. Kapitülasyonlar sürüyor. Altyapı yetersiz. Bilim hayatı ve düşüncesi yok sayılacak düzeyde. Anadolu araştırmayan, dünya bilimlerine yer vermeyen, sadece es kilerin söylediklerini aktaran medreselerin elinde. Kanunlar çağın çok gerisinde. Kadınların ilke olarak hiçbir sosyal hayatları ve hak ları yok. Bir gün kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olacak larını, avukatlık, hâkimlik, profesörlük, milletvekilliği, atletizm ya pabileceklerini hayal etmek bile zor. Ne seçme hakları bulunuyor, ne seçilme. Yani vatandaş sayılmıyorlar. Ülke neredeyse bütünüyle ve birçok alanda ortaçağı yaşıyor. Osmanlıdan kalan, hiçbir işe ya ramamış borç maliyenin belini bükecek. Sağlık sorunları can yakı yor. Devletin elindeki doktor sayısı 337. Kırk küsur bin köy var. Ebe sayısı 2 0 0 bile değil. Nüfusun üç milyonu trahomlu. Verem, frengi, sıtma yaygın. Bebeklerde ölüm oranı % 60'ı aşıyor. İşte Cumhuriyet böyle bir miras devralmıştı, ilk on yıl içinde bir büyük isyan (Şeyh Sait isyanı), irili ufaklı çatışmalar, iki kısmi seferberlik ve büyük dünya krizini yaşadı. Küçücük bütçesiyle ye tindi, borcun yarattığı belaları bildiği için borç almadı. Bağımsız lığa kıl kadar aykırı bir anlaşma yapmadı, hiçbir ülkeye ve şirkete ayrıcalık tanımadı. Denk bütçe ilkesini şiddetle korudu. Açık dip lomasi yürüttü. Bütün komşuları ile dost oldu. Yurtta ve cihanda barış ilkesinden ayrılmadı. Milletler Cemiyetine ancak davet edi lince girdi. Saygınlığı nedeniyle Milletler Cemiyeti Konseyi'ne üye seçildi. Bağlantısızlığını korudu. Üçüncü Bölüm 497
Buna karşılık ortalama % 10 kalkınma hızım yakaladı. Sana yileşme hızı bunun iki misli olacaktır. Neler yapıldığını okudunuz. Bundan sonraki beş yılı yalnız önemli olayları belirterek anlatmaya çalışacağım. Tabii hep geçerli belgelere dayanarak. Cumhuriyetin Gazi M. Kemal Atatürk döneminin sona erme sine beş yıl kalmıştı.
Cumhuriyet, dağları delerek, uçurumları ve nehirleri aşarak hiç durmadan geleceğe yürüyordu
Yıl: 1 9 3 4 1 Ocak 1934-31 Aralık 1 9 3 4
400
8 OCAK günü iktisat Bakanı Celal Bayar bütün gazetelerin temsilcilerini kabul etti. Memleketin sadace tarım ürünleri ve hammadde ülkesi olarak kalamayacağını, mutlaka sanayileşmesi gerektiğini belirterek, 5 yıl lık sanayi planının esaslarını özetledi. Kurulucak fabrikaları ve işletmeleri, işletilecek madenleri, ça lıştırılacak işçilerin sayılarını ve kaça mal olacaklarını açıkladı. Yeri belirlenmiş fabrikaların adlarını verdi. En büyük fabrika Kayseri'de kurulacaktı. Sanayileşme için gerekli mühendis ve tek nisyenler yurtdışında yetiştirilecekti. Bugüne kadar gönderilenlere bu yıl 50 öğrenci daha ekleniyordu. Gazetecilerin açıklanan büyük program karşısındaki sevinçli ve şaşkın hallerine içinden keyifle güldü. •
ESKİ Yunanistan Başbakanı Venizelos 12 Ocak 1934 günü, Oslo'daki Nobel ö d ü l Komitesi Başkanlığına bir yazıyla başvuruda bulundu: "Bay Başkan Yedi asra yakın bir süre zarfında Yakın Doğu ve Orta Avru pa'nın büyük bir kısmı kanlı mücadelelere sahne olmuştur... Mus tafa Kemal Paşa'nın mühasımlarına karşı yaptığı milli harekâtın galibiyetle sonuçlanmasını müteakip 1923 yılında Türkiye Cum huriyetinin kurulması, bu istikrarsız duruma son verdi. Bir milletin hayatında bu kadar kısa bir süre içinde böylesine köklü bir değişim nadir vuku bulmuştur. Teokratik bir rejim için de yaşayan, din ile hukuk kavramlarının birbirine karıştığı çökme yolundaki bir imparatorluğun yerini güç ve hayat dolu modern ve milli bir devlet almıştır. Büyük devrimci Mustafa Kemal Paşa'nın
başlattığı
hızla,
mut-
lakiyetçl sultanlar rejimi yıkılmış ve gerçekten laik bir devlet kurul* Üçüncü Bölüm 499
muştun Millet tümüyle çağdaş uygarlıkların önünde yer almak için I şevk ile ilerleme yolunda bir atılım yapmıştır* Barışı takviye hareketi, yeni ve seçkin Türk DevletVne bugünkü görüntüsünü veren tüm iç reform hareketleriyle birlikte yürümüştür. Türkiye yabancı unsurlarla meskûn vilayetlerini terk etmek husu sunda tereddüt etmemiş ve antlaşmalarda belirtildiği üzere kendi milli sınırları ile samimi şekilde iktifa ederek Yakın Doğuda barışın gerçek bir savunucusu olmuştur. Kanlı mücadeleler nedeni ile uzun yıllar Türkiye ile düşman durumunda kalan biz Yunanlılar, Osmanlı İmparatorluğunun ye rini alan bu ülkede vuku bulan bu köklü değişikliğin etkilerini du yan ilk kimseler olduk. Anadolu faciasının hemen akabinde kendini yenileyen Türkiye'ye bir anlaşma fırsatı görerek elimizi uzattık. O, bu uzanan eli samimiyetle kabul etti. Ciddi anlaşmazlıklarla ayrılmış olan milletlerle samimi bir barış örneği veren bu yakınlaşmadan sadece, iki ülke için olduğu kadar Yakın Doğu barışı için de yararlı sonuçlar doğmuştur. Barışın borçlu olduğu bu kıymetli katkının sahibi kimse Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşadır. Bu nedenle 1930 yılında anan Hükümet Başkanı sıfatı ile ben Türk-Yunan Paktı'nın imzası /e Yakın Doğuda barışa doğru yeni bir devir başlarken, Mustafa Kemal Paşa'yı Yüksek Nobel Barış Ödülü için aday göstermekle şeef kazanırım. Üstün saygılarımın kabulünü rica ederim, Bay Başkan. E.K. Venizelos"
I
Eski ^üyük düşmanı, tanıdıkça hayran olduğu Gazi'yi barış ödü lüne aday gösteriyordu. Kurulda olsa her' aide bu ödülün verilmesi için çok mücadele ederdi. Olay, 'büyük insan, düşmanının bile büaklüğünü kabul ettiği insandır' özdeyişi için tam bir örnekti. 401
GAZİ'ye Kırşehir öğretmenleri bir şikâyet mektubu yollamış lar, birkaç aydan beri aylıklarını alamadıklarını bildirmişlerdi. M. Necati Bey'in ölümünden sonra bu konuda ilgililer gevşemişlerdi demek ki. Gazi'nin akşam yemeğine misafirleri vardı. Eğitim Bakanı Hik met Bey'i de çağırdı. Kar yağıyordu. Bakanın arabası Çankaya yo500 Üçüncü Bölüm
kuşunu oldukça zor tırmandı. Gazi yemeğin sonuna doğru öğret menlerin şikâyetini açtı. Hikmet Bey durumu idare etmeye yöneldi, sanki birkaç aydan beri kar varmış gibi, "Havalar kış, belki de onun için postalar işlememiştir" diyerek aylıkları geciktirenleri korumak gafletinde bulundu. Gazi dehşetli içerledi: "Yaa, demek kışın kuşatması altındayız. Demek onun için öğ retmenler birkaç aydır aylık alamıyor, sonunda bana başvurmak zo runda kalıyorlar. O halde şimdi kalkar gider, hem yolu açarız, hem Kırşehir'de öğretmenlerin dertlerini yakından dinleriz." Yavere "Yola çıkıyoruz" dedi. 31 Ocak 1934 gece yarısı otomobillerle yola çıkıldı. Misafirler den bazılarını ve Genel Sekreter Ruşen Eşref Ünaydın'ı da birlikte götürdü. Bir ara sis yüzünden yolu kaybettiler. Bir koy kahvesine sığınarak sobayı yaktırıp ısındılar. Tekrar yola çıktılar. Bütün oto mobiller yolda iki kez kara saplandı. Ancak saat 17.00'de Kırşehir'e gelebildiler. Gazi bütün öğretmenleri çağırdı. Hepsini dinledi. Tabii hep sinin aylıkları tıkır tıkır ödenmişti. Kusurluları unutamayacakları f| biçimde azarladıktan sonra dedi ki: "Herkesten ve her şeyden önce Öğretmenlerin aylıkları verile cek, öğretmenlerin değerini, önemini anlamayanın aramızda yeri yoktur." Öğretmenlere "Çocuklarınıza hayatla ilgili birçok küçük beceri ler, el işleri öğretin" dedi, "..ilkokulu, ortaokulu bitiren bir erkek ço cuğumuz hayatla ilgili pratik şeyler, bir şeyleri onarmayı bilsin, kızlar dikmeyi, yama yapmayı, örmeyi, düğme dikmeyi öğrensinler." f Öğretmenler gururla "öğretiyoruz" dediler. "Güzel. Teşekkür ederim." Öğretmenlerin sorununu çözmüştü. İç rahatlığı ile Kırşehir'den ayrıldı. Karlı havada zorlukla saat 21.30'da Yerköy istasyonuna ge lebildiler. Hava çok soğuktu. Geceyi kör hatta çekilmiş bir vagonda geçirdiler. Gazi Ankara'ya dönmek istemedi. "Buraya kadar gelmiş ken Yozgat'a gidelim" dedi. Vali eski Kuva-yı Milliyecilerden Be kir Sami Baran'dı. Valiye haber verildi. Yozgat Gazi'yi karşılamaya hazırlandı. Şehir bayraklarla süslenirken, Vali Yerköy-Yozgat ara sındaki karlı-buzlu yolu açtırdı. Kendi de Yerköy'e geldi. Kafileyi Yozgat'a girmeden atlılar karşıladı. Yozgat'ta binlerce insan yağan Üçüncü Bölüm 501
karın altında bekliyordu. Gazi'ye büyük sevgi gösterdiler. Gazi hal kın hatırını sordu, Valiliği, Orduevini, Halkevini, Belediyeyi ziyaret etti. Sonra lisede derslere girdi. Her yerde dinliyor ve konuşuyordu. Geceyi Yozgat'ta geçirdi. Geç saatlerde kadar Yozgat yöneticilerini dinledi ve düşüncelerini açıkladı. Yerköy'de özel tren bekliyordu. Sabah Yerköy'e gelip Kayseri'ye hareket ettiler. Kayseri'de müzeyi, Mimar Sinan Camisi'ni, Talas'ı ve Uçak Fabrikasını ziyaret etti. Fabrika avcı uçakları yapımına başlamış tı. Bu gelişme Gazi'ye ve beraberindekilere heyecan verdi. Türkiye uçak yapımında -birkaç büyük ülke dışında— dünyanın ilk ülkele rinden biri oluyordu. Kayseri'den Niğde'ye, oradan Konya'ya geçtiler. 7 Şubatta Ankara'ya döndüler. Törenle karşılandılar. 4018
İKİ GÜN sonra Atina'da ev sahibi Yunanistan, Türkiye, Ro manya, Yugoslavya Dışişleri Bakanları biraraya geldiler. Uzun süren ön çalışmalar sonuçlanmıştı. Büyük bir törenle Balkan Paktı (anlaşması) imzalandı. Yuna nistan Dışişleri Bakanı Maksimos, Romanya Dışişleri Bakanı Titulesko, Yugoslavya Dışişleri Bakanı Yevtiç bir telgrafla Gazi'ye saygı larını sundular, Gazi de Dışişleri Bakanlarını kutladı. Balkanlarda savaş için anlaşma olurdu. İlk kez Balkan Paktı ile Balkanlarda bir barış anlaşması imzalanıyordu. Anlaşma Arnavut luk ve Bulgaristan'ın katılımına da açık tutulmuştu. 402
23 ŞUBAT 1934 günü Halkevlerinin ikinci kuruluş yıldönü mü Ankara Halkevi'nde kutlandı. Salon, localar, balkon dolmuştu* Salona giremeyelerin konuşmaları dinlemesi için yan kapılar açık bırakıldı. Necip Ali Bey ile Başbakan ismet Paşa konuştular. Başbakan Halkevlerine bugün 24 Halkevi daha katıldığını müjdeledi. Bura larda bayram vardı. Halkevi sayısı 80'e çıkmıştı; Yalnız illerde de ğil Bafra, Alanya, İnebolu, Urla, Nazilli, Milas, Mudanya, Bergama Kula, Silvan, Ünye, Ürgüp, Ödemiş gibi ilçelerde de Halkevleri açı lıyordu. Özetle dedi ki: 502 üçüncü Bölüm
"Halkevlerine yön gösteren düşünce yurtseverliktir. Halkevleri bütün vatandaşların ortak malıdır. Herkes burada biraraya gelerek vatanın geleceği için programlar geliştirecektir. Yeni Türklerin bi lim, kültür ve spor çerçevesinde yetiştirilmesine çalışıyoruz" 1933 yılında Halkevlerinde 1.663 toplantı yapılmış, bu toplan tılara 500.569 kişi katılmıştı. 915 konferans, 373 konser, 511 tem sil verilmiş, bunları da 478.837 kişi izlemişti. Kitaplıklarda toplam kitap sayısı 60.0001 aşmıştı. Kitaplıklardan yararlananların sayı sı 150.000'i geçiyordu. Sözcük, atasözü, masal, halk müziği, halk dansları, halk şiirleri, halk hikâyeleri, yerel meslek terimleri derlen mekteydi. Amatörler için tiyatro kursları açılmıştı. Birçok büyük sanatçı bu kurslarda yetişecekti.. Türkiye tarihi boyunca böyle bir canlılığı hiç yaşamamıştı. Gazi töreni radyodan dinledi. İşte hayalini kurduğu halk eği tim kurumu buydu. Dr. Reşit Galip Bey'i sevgiyle andı. Özlemişti. 403
DR. REŞİT GALİP BEY hasta yatıyordu. Hastalığını grip sanı yordu. Nedense ateşi bir türlü düşmüyordu. Rafları kitaplarla dolu çalışma odasına taşıtmıştı yatağını. Doktor arkadaşları yataktan çıkmasına izin vermedikleri için yat tığı yerde kitap okuyor, not alıyordu. Bazı İstanbul doktorlarının hastalığını öğrenip de geleceklerini öğrenince yeni bir yorgan aldır dı. Yorgandan artan son parasını da yardım isteyen bir öğrenciye yolladı. Gazi doktorun hasta olduğunu duyunca hemen Ruşen Eşref Bey'i evine yollamıştı. Ruşen Eşref Bey dönüşte doktorun "Bir şe yim yok, grip, birkaç günde geçer" dediğini, 'saygılarını sunduğunu' söyledi. Birçokları gibi Gazi ve çevresi de doktoru grip sandı* Ankara'daki arka daşlarıyla İstanbul'dan gelen arkadaşları Dr. Reşit Galip Bey'i birlikte muayene ettiler. Doktor zatürreeydi. Ateş 40'tı. Üçüncü Bölüm 503
Nabız 170. Geç kalınmıştı. Ciğerleri ve bedeni ancak iki gün daya nabildi. Kitaplarının arasında, arkasında unutulmaz eserler bırakıp bir namus anıtı olarak 5 Mart 1934 sabaha karşı sonsuzluğa karıştı. Cenazesi çok kalabalık oldu. Cumhurbaşkanı cenaze törenine Genel Sekreter Ruşen Eşref Bey'i, Afet Hanım'ı ve Başyaveri Celal Bey'i yolladı. Çok üzülmüştü. Namazı Hacıbayram'da kılındı. Herkes gelmişti. Cenaze alayı nın başı Sıhhiye meydanındayken sonu daha camideydi. Tabutu eller üzerinde taşındı. Yüzlerce çelenk tabutunun önünde gidiyordu. Cebeci'de toprağa verildi. Hemen ertesi gün Ankara Halkevi'nde Dr. Reşit Galip Bey için büyük bir anma töreni düzenlendi. 404
HUKUK MEKTEBİNDE İnkılap Tarihi kürsüsünün ilk dersini 20 Mart günü Başbakan İsmet Paşa verecekti. Salon davetliler, öğretim üyeleri ve öğrencilerle doluydu. İsmet Paşa her zamanki gibi özenli giyinmişti. Mektep müdürünün daveti üzerine alkışlar arasında kürsüye geldi. Milli Mücadele'nin ve devrimler tarihinin ikinci adamı, ilk dersi vermeye başladı: "Hanımlar, efendiler! Türk milletinin içinde yaşadığımız ve devam etmekte olan in kılabı, yabancı istilasına ve Osmanlı düzenine karşı çifte cepheli bir savaş ile başlamıştır." Milli Mücadele'nin hem bir kurtuluş savaşı, hem Osmanlı düzenine karşı bir ihtilal olduğunu vurguladı. Osmanlı düzeni üe Türk devriminin özelliklerini açıklayarak şu gerçeği belirtti: "Türk inkılabının hamleleri, Osmanlı ıslahat ve hatta ihtilal ha rekelerinin devamı ve tekâmülü değildir." Türk devriminin amacını da şöyle anlattı: "Türk milleti olarak var olmak ve büyük insanlık ailesi içinde yüksek bir cemiyet olarak yaşamak." Uzunca süren ve çok dikkatle izlenen konuşmasını Gazi'yi say gıyla anarak bitirdi. Kürsüden alkışlar arasında indi. Birçok insan, içinde yaşadıkları devrimin Önemini, anlamını, büyüklüğünü daha iyi anladı. 404a
504 Üçüncü Bölüm
ARNAVUTLUK Cumhurbaşkanı Zogo'nun 1928'de cumhuri yet rejimine son verip kendini kral ilan etmesi, Cumhuriyet yöne timini kızdırmış, Tiran'daki Türk Elçisi geri çağrılmış, 1934 yılına kadar yeni bir elçi gönderilmemişti. Bu kadar kayıtsızlığın yeterli ceza olduğu düşünülerek bir elçi gönderilmesine, Türk-Arnavut ilişkilerin yeniden kurulmasına ka rar verildi. İtalyan tehlikesi dolayısıyla Arnavutluk'un ciddi bir dos ta ihtiyacı vardı. Dışişleri Bakanlığının önerdiği adları Gazi beğenmedi. Sonun da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Ruşen Eşref Ünaydın'ın Ti ran Elçisi olmasına karar verildi. 1 Nisan günü, gitmeden önce, Ruşen Eşref Ünaydın'ı kabul etti. Krala sözlü olarak aktarılacak mesajı yazdırdı. Tutumu hakkında da çeşitli tavsiyelerde bulundu. İtalya için şu talimatı verdi: İtalya aley hinde bulunulmayacak ama lehinde de konuşulmayacaktır. Övgüle re katılınmayacak, önemsemez, umursamaz davranılacaktır. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine Hasan Rıza Soyak, Özel Kalem Müdürlüğüne Süreyya Anderiman getirildi. 404b
İRAN ŞAHI Rıza Pehlevi'nin Haziran ayında Türkiye'ye gelece ği kesinleşmişti. Gazi Şah için büyük bir program düzenlenmesini ve hazırlık yapılmasını emretti. İran'la ilgili ciddi kitaplar okuyarak kendini de hazırlamaya başladı. İki komşu devlet tarih boyunca düşmanca ilişkiler içinde yaşa mışlardı. Bu düşmanlık Ağrı ayaklanmaları sırasında da yaşanmıştı. Düşmanlığı kalıcı bir dostluğa çevirmek istiyordu. •<§ Şah için Halkevinin ikinci katındaki bir bölümün özel olarak döşenip hazırlanmasını emretti. Yüklü bir askeri program yapılmıştı. Beğendi. Ama Şah'la bir likte ziyaret edecekleri birlikleri, bir aksaklık olmaması için önce den denetlemeyi gerekli gördü. Bu amaçla 7 Nisan akşamı trenle Ankara'dan ayrıldı. Uşak'taki topçu alayından başlayarak ziyaret edecekleri bütün askeri birlikleri denetledi. 16 Nisan akşamı Ankara'ya geldi. Gazi ile birlikte yoğun programa katılanlar bitik dönmüşlerdi. O hiç yorul mamış gibiydi. Oysa hiç dinlenmemiş, 18 birliği denetlemiş, iki de baloya katılmıştı* 405
Üçüncü Bölüm 505
BAKANLAR KURULU 5 yıllık sanayi planını ve ekleri olan ra porları 11 Nisan 1934 günü onayladı. Bakanlar Kurulu karan 19 maddeydi. Plan Sümerbank Genel Müdürlüğüne yazılan 17 Nisan tarihli gizli bir emirle yürürlüğe konuldu. Hiç vakit yitirilmeden uygulan masına geçildi. 406
BUGÜNLERDE önemli bir olay oldu. ıŞİki uçak filosu Yeşilköy havaalanında, 24 Nisan 1934 sabahı er kenden uçuşa hazır beklemekteydi. Teknisyenler günler önce uçak ların bakımını yapmışlardı. Komutan olasılıklara göre gerekli son emirleri verdi, 'hayırlı bir uçuş' diledi. Pilotlar çift kanatlı, tek kişilik uçaklarına koştular. Bindiler. Motorları çalıştırdılar. Görevli işaret vererek uçakları sı rayla pist başına aldı. Uçaklar ardarda uçtular. Havada dönerek bütün uçakların uçmasını beklediler. Önceden kararlaştırılan düzene girdiler ve Karadeniz'e doğru yol almaya başladılar. Hedef Moskova havaalanıydı. Koyu lavicert Karadeniz altların da çırpmıyordu. Birbirlerinden ayrılmadan ilerliyor, gerektikçe basit işaretlerle konuşabiliyorlardı. Önce Odesa'da, sonra Sivastopol hava alanında mola vererek benzin aldılar. Hiç dinlenmeden Moskova'ya yöneldiler. Rüzgâra kapıldılar, kalın bulutlara girip çıktılar, yağmur yediler. Ara havaalanlarına inerek benzin alıp uçtular. Moskova'ya yaklaşmışlardı. Gün batmak üzereydi. İki Rus uça ğı yol gösterdi. Toplam 12 saat, 1.800 km. uçmuşlardı, önceden planlanan sa atte, sıraya girerek süzülüp ardarda Moskova havaalanına indiler. Törenle karşılandılar. Bu Türk askeri uçaklarının ilk uzun ve yurt dışı uçuşuydu. Rus pilotları meslektaşlarını çok sıcak karşıladılar. Bu küçük uçaklarla yapılabilecek en zor uçuşu başarıyla gerçekleş tirmişlerdi. Kucaklayarak kutladılar. 4
Gazi'nin, İsmet Paşa'nın, Genelkurmay Başkanının, Milli Sa vunma Bakanının, havacıların, olayıfbilenlerin aklı bütün gün buŞolayda kalmıştı. Moskova Büyükelçiliği uçakların esenlikle Moskova'ya vardığını bildirince hepsi rahatladılar. * 506 Üçüncü Bölüm 406
GAZİ Türk-İran dostluğunu başlatmak, kalıcı kılmak için Şah Rıza Pehlevi'nin şerefine, kardeşliği işleyecek bir Türk operası besteletmeyi ve sahneletmeyi düşündü. İranlı büyük şair Firdevsi'nin Şehnamesinden yararlanarak Türk-İran kardeşliğini i işleyen bir hikâye tasarladı. Münir Hayri Egeliye anlattı. Yazmasını istedi. Operanın adı öz Soy olacaktı. Besteci için Cevat Memduh Altar'a da nıştı. Cevat Memduh Bey Adnan Saygun'u tavsiye etti. Adnan Saygun devlet bursu ile yurtdışına gitmiş, iki yıl önce dönmüştü. Emekliye ayrılan Zeki Bey'in yerine senfoni orkestrasının şefliğini yapıyordu. Gazi'nin isteğini öğrenen Adnan Bey çok korktu. Pek az zaman vardı ve hangi solistler, hangi koro, hangi yönetmenle bu opera sergilenebilirdi? Metin de çok uzun du. 3 perde 12 tabloydu. Dostları destek verdiler: 3 Aanan baygun Başarırsın Adnan! Düşün, ilk Türk ope ra eseri olacak! Her ilk sancılı olur. Haydi!" Pek az uyuyarak çalışmaya başladı. Münir Hayri Egeli önemli bir sanatçı değildi, opera konusun da hiç deneyi, bilgisi yoktu ama pratik, işbilir, cesur bir adamdı.l Eserin yönetmenliğini üstlendi. Böylece ilk opera yönetmeni oldu. Bu iş için uygun bir orkestra kurulmasını sağladı. Solistler için yurtdışında şan öğrenimi görmüş ya da operaya yatkın sanatçılar bulundu: Nurullah Taşkıran, Nimet Vahit Hanım ve Semiha Berksoy. Bale için Musiki Muallim Mektebi öğrencilerinden yararlanı lacaktı, koro Musiki Muallim Mektebi öğrencileri ile Ankara'daki okullardan derlenen sesi güzel öğrencilerden kurulacaktı. Dans ve koreografi için Selma ve Azade Selim Sırrı Hanımlar, koro için Gazi Eğitim Enstitüsü müzik öğretmenleri Halil Bedii Yönetken ve Mediha Adnan seçildiler. Halkevi'nde çalışmalar başladı. * 4061
3 MAYIS 1 9 3 4 günü havacılıkla ilgili önemli bir olay daha ya şandı. Kayseri uçak fabrikasında tek kanatlı altı avcı uçağın yapımı Üçüncü Bölüm 507
sonuçlanmış, açık arazide deneme uçuşları yapılmıştı. Deneme pi lotları uçakları çok beğenmişlerdi. Bu güzel uçaklardan biri daha uzun bir deneme uçuşu için Kay seri havaalanından küçük bir törenle havalandı. Uçak, şehir üze rinde bir tur attıktan ve kanatlarını sallayarak havaalanında kileri selamladıktan sonra Ankara'ya yöneldi. Motor tıkır tıkır çalışıyor, uçak her komuta ânında yanıt veriyordu. 45 dakikalık bir uçuştan sonra ufukta Ankara göründü. Çiftlik bir büyük orman olmuştu. Al çalarak alana yaklaştı. Alanda bekleyenleri görüyordu. Hangarlara bayraklar asılmıştı. Törenle karşılacaktı elbette. Gelen ük Türk yapımı avcı uça ğıydı. Yumuşakça alana indi, pistte ilerledi, kalabalığın beklediği yere yaklaşıp durdu. Uçağın gövdesinde kırmızı-beyaz bir dörtgen, kuy ruğunda ay-yıldız işareti vardı. Kalabalık uçağı ve pilotu alkışlama ya başladı. Uçaktan inince bir havacı binbaşı sevgiyle kucakladı ve sordu: "Uçağı nasıl buldun?" "Harika/' | Bu tip uçakların yapımına devam edilecek, yurdışına da satı lacaklardı. 20 MAYIS 1934 Pazar günü Kayseri istasyonu yine tıklım tıklımdı. Başbakanı ve beraberindeki heyeti bekliyorlardı. 5 yıllık sana yi planının ilk eseri Kayseri kombinasının temeli atılacaktı bugün. Tren zamanında geldi. Başbakan alkışlarla karşılandı. Bu bü yük sanayi kuruluşu için şehir olarak Kayseri'nin seçilmesi dolayı sıyla hükümete minnettardılar. Fabrika için şehirle istasyon arasındaki geniş arazi seçilmişti. Temel atma töreni için oraya kadar yürüye yürüye 10. Yıl Marşı söylenerek gidildi. Havada Başbakan ve temel atma töreni şerefine iki avcı uçağı uçuyordu. Sümerbank, fabrikanın yapımı için mühen dis Şevket Torgut'u görevlendirmişti. İsmet Paşa yürürken Şevket Bey e sordu:
"Bu fabrikayı ne kadar zamanda yapabilirsin?" "On sekiz ayda." "Buranın kışı sert ve uzundur. Kışın inşaat durmaz mı?" 508 Üçüncü Bölüm
"Ben yapım programını bunu dikkate alarak hazırladım. Fabri kanın bir an önce çalışmasının ne kadar önemli olduğunun farkın dayım. Her saniyeden yararlanacağım. Makinelerin erken getirilip yerleştirilmesini sağlayacağım." "Teşekkür ederim" Devlet, ilk büyük, sivil fabrikasını kuruyordu. Amaç kâr değil, sosyal bir devlete özgü özenler, dikkatler ve ülkülerdi. Sanayileşme yi başlatmak, pamuğu yurtiçinde değerlendirmek, iş alanı açmak, iktisatı hareketlendirmek, iç üretimle ithalatı azaltmak, çalışanlara bütün sanayicilere örnek olacak biçimde iyi bir hayat düzeyi sağla maktı. Burası hem iplik, hem bez dokuma fabrikasıydı. 33 bin iğ ve binden fazla dokuma tezgâhı bulunacaktı. İhtiyacı olan enerjiyi kendi üretecek, fabrikada şimdilik 1.500 işçi, 200 memur çalışa caktı* Bu sayı üç vardiya çalışılırsa üç katına çıkacaktı. Bu, aileleri ile birlikte en az yedi bin kişi demekti. Hepsi insanca yaşayacak, çocukları okula gidecek, doğumu ebe yapacak, hastaya parasız ba kılacak ve ilaç verilecekti. Devlet sadece fabrika yapmakla yetinmeyecekti. İşçi ve me murlar için lojman, bekâr evi, revir, okul, gazino, yemekhane, spor alanları ve misafirhane de yapacaktı. Cumhuriyet, bütün Anadolu şehirleri gibi bir ortaçağ şehri olan Kayseri'yi çağa açıyordu. Rusya'ya 70 usta ve teknisyen staja yollanmıştı. Nazilli'de açı lacak kombina için de 60 usta ve teknisyen, 10 stajyer mühendis yollanacaktı. Kombinanın açılışına hazırlık olarak Kayseri'de bir Dokuma Okulu kurulacaktı. Her şey birbiriyle uyumlu götürülü yordu. İsmet Paşa kısa bir konuşma ile fabrikanın özelliklerini belirtti. Özetle dedi ki: "Büyük sanayii kurmak için derli toplu bir program halinde faaliyete yeni başlamış bulunuyoruz. Bugün temelini atmakla se vindiğimiz eser, elde bulunan büyük sanayi programının bir parça sıdır... Ümit ederim ki gelecek, büyük sanayi programının ilk ese rinin kurulduğu bu günü, memnunlukla ve bu toplantımızı zevkle hatırlayacaktır." Hayır dileyerek temele ilk harcı koydu. 407
Üçüncü Bölüm 509
IRAN ŞAHI 11 Haziran 1934 günü geniş maiyeti ile Gürbulak kapısından Türkiye'ye girdi. Kars-Erzurum-Bayburt-Gümüşhane yoluyla Trabzon'a geldi. Şah için bile ne kadar zordu Türkiye'de yol culuk. Zavallı Anadolu bu zorluğu yüzyıllardır yaşıyordu. Trabzon'dan Yavuz zırhlısıyla Samsun'a, Samsun'dan trenle Ankara'ya geldi. Gazi tarafından ve büyük bir törenle karşılandı. Şah'ın kalması için Halkevinin ikinci katındaki bir bölüm özel ola rak hazırlanmıştı. Türkiye'nin Şah'lı günleri başlamıştı. Ziyaretler, ziyafetler, ge ziler, gösteriler, törenler birbirini izleyecekti. BU ARADA TBMM İskân (yerleşme) Kanununu 14 Haziran 1934'te kabul etmişti. Türkiye'ye göçler ve sığınmalar sürüyordu. Kanun, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın açıklamasına göre, 'dil, uy garlığa girme, göç, yerleşme ve topraklandırma' sorunlarına çözüm getirmek için düzenlenmişti. "Yasaya göre, aşiretlere tüzel kişilik tanınmayacaktı. Aşiret re isliği , ağalığı, şeyhliği ve bunlara bağlı her türlü örgüt ve kuruluşlar kaldırılıyordu. Onlara ait kayıtlı, kayıtsız bütün taşınmazlar devlete geçecek, devlet bunları dilediği biçimde dağıtabilecekti. Aşiretler de reislik, ağalık ve şeyhlik yapmış olanlar ile yapmak isteyenler, Bakanlar Kurulu kararı ile aileleriyle birlikte başka yerlere göçürüleceklerdi. Bazı bölgeler yerleşime kapanacaktı. Bu yasak bölgelere ancak İçişleri Bakanlığının izni ile yerleşilebilecekti. Söz konusu İskân Yasası yürürlüğe girdikten sonra Dersim ve civarı, anlaşmazlıklara yol açılmaması için yeni yerleşmelere ka pandı, yasak bölge ilan edildi." Bu kanun beylik/ağalık düzeninin, silahsız, kansız bir biçimde sona erdirilmesinde önemli bir aşamaydı. Kanunun Doğulu yurt taşları da memnun edeceği ümit ediliyordu. 408
19 HAZİRAN 1934 günü saat 15.30'da Ankara Halkevi salonu
Cumhuriyet yöneticileri ile doluydu. Herkes resmi giyinmişti. Or kestra yerini almıştı. Oz Soy operası 15.45'te başlayacaktı. Gazi ve Şah başlama saatine birkaç dakika kala büyük locaya girdiler. Herkes ayağa kalkarak Gazi'yi ve misafirini alkışladı. Son zil çaldı. Işıklar ağır ağır söndü, öz Soy operası başladı. Gazi daha 510 Üçüncü Bölüm
Öz Soy Dnta» 3 PM*
U Tablo.
MOnlr Hayrl
Arnçet
Adnan
ftl#»li2_ bdMM K o o m i . i I h t v i y * y ! ı tadaf fcayalfyte Kreaatı Cûaıto B««A> Hıytti D u t »e i c f o s r s f i : Selaa vc Atade Selini Sırrı SMoe:
Dekor ve kcslütnl*r:
KaaJ
M«tıu>ul - Gelip
Koro i d a r e s i : Mualllss Halil Bedl, Mı-dtba Adnan. Koro:
Ankara > |Sp
Kondun: 8ufl5r
•**—
Kı* îise&l K ı r ortameklebi Bedeo TerWr*»t EneUtfleO,,laleb< *l ,
Şevkti.
: '..Enver Keetp
•
. .
•
.......
JWî
mı
önce provayı izlemiş olduğu için bu ilk operayı iç rahatlığı ile iz leyecekti. Provadan sonra sanatçıları kutlamış, düşüncesini şöyle açıklamıştı: "Bu bir devrim hareketidir!" Beste güzel, oynanış özenliydi. Elden gelen yapılmıştı. Adnan Saygun ve Necil Kâzım Akses'ten iki küçük opera daha istedi: "Durmayın, yeni eserler yazın! Arayışlarınızı sürdürün ama vakit geçirmeden eserler de verin!" Öz Soy perde ve tablo sonlarında alkışlanarak zevkle izleni yordu. Üçüncü perdenin son tablosunda, birbirini kaybetmiş iki kardeş Tur ile İraç (Türkiye ile İran), çeşitli serüvenlerden sonra buluşacaklardır. Finalde babaları sordu: "Peki ama ben Tur ile İraç'ı göremiyorum, nerededirler?" f Hikâyeyi sunan Ozan, öne geldi, Cumhurbaşkanlığı locasında oturan Gazi'yi ve Şah'ı gösterdi: "İşte Tur, işte İraç. Her Türk bir Tur, her İranlı bir îraç'tır* Bir alkış kasırgası patladı. Şah heyecan içinde Gazi'ye döndü ellerine sarıldı: UçüııcÜ Bölüm 51!
I
"Menim kardaşım!" Gazi ve Şah'tan sonra sanatçılar da uzun uzun alkışlandı. İlk Türk operası doğmuştu. Müziğin, konunun, oynayışın, dansların ve dekorların verdiği üstün zevk yanında sonuçtaki sürpriz çok et kili oldu. O dostluk heyecanı ile Halkevinden çıkılıp Dışişleri Ba kanlığına gidildi. Arada var olan bütün pürüzler giderildi. Yüzyıllar sürmüş olan düşmanlık bozulmaz bir dostluğa dö nüşmüştü. 409
KADRO dergisinin 30. sayısında Şevket Süreyya'nın bir maka lesi çıktı. Şeker fabrikaları, şeker fiyatları, devletin verdiği destek gibi konular tartışılıyordu, iktisat Vekili Celal Bayar Avusturya'dan Dr. Mikusch adında bir uzman çağırmış ve bir rapor istemişti. Şevket Süreyya Bey Dr. Mikusch'un şeker uzmanı da, tarımcı da olmadığını, sadece şeker sanayii alanında da çalışmış bir istatis tikçi olduğunu açıklıyor, verdiği raporun yetersizliğini belirtiyordu. Bu yazı önce Celal Bayar'ı zor duruma düşürdü. Recep Peker ve bazı parti yöneticileri derginin 'partinin iktisadi siyasetini balta ladığı' düşüncesindeydiler. Bunlar da Celal Bayar'a katıldılar, şikâ yetlerini Gazi'ye ilettiler. Dergiye açılan savaş sürecekti. * 409
GAZİ ile Şah sabah Ankara'dan ayrılmışlardı. Eskişehir'deki Havacılık Okulunu gezerlerken TBMM önemli bir kanunu görüşüp kabul etti. 15 maddelik kanun Soyadı Kanunu adını taşıyordu. Türkler eskiden beri soyadı kullanırlardı. Bu güzel töre şehir lerde unutulup gitmiş, yalnız köylerde kalmıştı. Karaların ya da Karagillerin Ali gibi. Şehirlerde kimin kim olduğu zor anlaşılıyor du. Bu sakıncayı önlemek için bazı kurallar belirmişti ama yeterli değildi. Askerlikte subaylar ayırt edilmek için adlarını şehirleriyle birlikte söylüyorlardı. Mesela Yüzbaşı Ahmet Kastamonu. Kanun bu kargaşalığı, kuralsızlığı sona erdiriyordu. Yurttaşla ra soyadı alması için iki buçuk yıl süre tanınmıştı. Birçok kimse beklemeden soyadı aldı. Gazi'ye nasıl bir soyadı verileceği önemli bir sorundu. 512 Üçüncü Bölüm
ŞAH çok memnun kaldığı programın sonuna gelmişti. 21 gündür Türkiye'deydi. Gazi ile birlikte birçok şehir, birlik, okul, müze, kurum ve kuruluş ziya ret etmiş, şerefine birçok askeri ve sivil gösteriler düzenlenmişti. Halktan büyük sevgi görmüştü. Gazi ile protokolü bir yana atıp kueaklaşarak vedalaştılar. Dedi ki: "Doğuda senin bir kolordu kumandanın vardır, unutma." iran'a dönmek üzere sağlam bir Türk dostu ve Türkiye hayranı olarak Ege vapuru ile Trabzon'a hareket etti. GAZİ 8 Temmuzda Ankara'ya döndü. 21 gün fırtına gibi geçmişti. Bahçede, Çiftlikte yürüyerek, ata binerek, kitap okuya rak dinlenmeye çalıştı. Türk yazarların yeni romanlarını okudu. Kızılcahamam'ın övgüsünü işitirdi. "Haydi Kızılcahamam'a gide lim, bir gün olsun ormanda, çadırda kalalım" dedi. Yola çıktılar. Gazi, Afet Hanım, Nuri Conker, Başyaver Celal Bey bir ara badaydı. Öteki arabalarda İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Orgeneral Fahrettin Altay, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı, Kılıç Ali ve Salih Bozok Beyler, yaverler vardı. Yol boyunca köylüler, nasıl duymuşlarsa, yer yer toplanıp yola çıkmışlar, dallardan çardaklar, taklar yapmışlardı. Kazan köyünde durmak zorunda kaldılar. Öğrenciler öğretmenleriyle birlikte yol kıyısına sıralanmışlardı. Kadınlı erkekli köylüler bekliyorlardı. Gazi halkı selamlamak için arabayı durdurdu. Saygıdan cesaret edip de yaklaşan olmadı. Güzel köylü elbisesi içinde yağız yüzlü bir kadın geldi: "Paşam hoş geldin. Senin için yer hazırladık, ayran yaptık, insene." Gazi yolun uzun olduğunu, her yerde durmanın mümkün ol madığını anlattı. Kadın Kazan köyünün yeni seçilmiş muhtarı Satı Üçüncü Bölüm 513
Hanım'dı. Ayranları otomobillere getirtti, herkese ikram etti. Ko nuşması, tavrı hepsinin dikkatini çekmişti. Köylüleri, öğretmeni ve öğrencileri selamlayıp Satı Hanım'a te şekkür ederek ayrıldılar. Gazi, "İşte milletvekili olacak kadın. Adını, köyünü kaydet Afet" dedi. Geceyi Çamlık'ta ormanda, çadırlarda geçirdiler, ö ğ l e yemeği ni Gerede'de Esentepe'de yediler. Bohı'ya geldiler. Bolu baştan başa bayraklarla donatılmış, caddelere taklar yapılmıştı. Bütün Bolu karşılamaya çıkmıştı. Köylüler bayramlık elbiselerini giymişlerdi. Gazi halkı selamladı, Valiliği, Belediyeyi ziyaret etti. Akşam yemeği Bolu Halkevi'nde yenildi. Bolulular gece fener alayı düzenlemişler di. Gazi yanlarına indi, eğlencilerine katıldı. Sabah alkışlar içinde Bolu'dan ayrılındı. İzmit'te trene binilerek İstanbul'a gidildi. 20 Temmuzda Yalova'ya geldiler. 410
KADRO dergisi yayımı sürdürüyordu ama dergiyi kapattır mak, yazı kadrosunu dağıtmak isteyenler boş durmuyorlardı. Bun lar kendilerinden biraz farklı düşünenlere katlanamayan bazı dar açılı particiler, yöneticilerdi. Konuyu büyük bir incelikle sık sık Gazi'nin sofrasına, sohbet lerine taşıma ustalığını gösterdiler. Konu Gazi için sorun olmaya başladı. IHİTLER Hindenburg'un ölümünden sonra, Meclis'ten bir yetki yasası çıkartarak hem Devlet Başkanlığını, hem Başbakanlığı üzerine aldı, Führer oldu. Yasama ve yürüt me erklerini elinde topladı. Yetki kararının Meclis'ten geçmesi için 2/3 çoğunluk gere kiyordu. Bunu sağlamak için 81 komünist milletvekili gözaltına alındı. Meclis SA'lar tarafından kuşatıldı. Bazı sosyal demokrat milletvekilleri Meclis'e sokulmadı. Bütün yetkilerini Hitler'e devreden Meclis 4 yıl tatile girdi. Tek kudret Hitler'di.
514 Üçüncü Bölüm
Almanya, İtalya ve Japonya Milletler Cemiyeti üyeliğinden çe kilecekler, ayrı bir blok oluşturacaklardı. Barometre fırtına gösteriyordu. 16 TEMMUZ 1934'te ilk süttozu fabrikası Bursa'da açılmıştı. 8 Ağustos 1934'te MalatyaElazığ arasındaki 118 km.lik de miryolu tamamlanmıştı. Lokomo tifi bayraklar, defneler,itaflanlar W NE MUUUTÖRK ÇOCUĞUNA ile süslü özel katar, alkış yağmuru "" m * * altında jElazığ istasyonuna girdi. Özel katarla yeni Bayındırlık Ba kanı Ali Çetinkaya da gelmişti. Ali Çetinkaya demiryolu siyasetine dört elle sarılacak, demiryolcu ların çok sevdiği bir Bakan ola caktı. Bundan sonraki rüya, bir kolla Elazığ'dan Tatvan'a, bir kolla Diyarbakır'a ulaşmaktı. 13 Ağustos 1934'te 5 yıllık sanayileşme planı gereğince iğ sayısı 1.600 iğden 9.000 iğe çıkarılan Bakırköy bez fabrikası hizmete açıldı. 14 Ağustos 1934'te İzmit birinci kâğıt fab rikası ile Paşabahçe şişe ve cam fabrikasının te meli atıldı. 1 5 Ağustos 1934'te Zonguldak'ta kömür yı kama fabrikası hizmete açıldı, antrasit f a b r i k a sının temeli atıldı.
zmit Kâğıt Fabrikası
Üçüncü Bölüm 51S
kürt, İsparta'da gülyağı fabrikaları işZonguldak Kok Fabrikası letmeye açıldı. 19 Ekim 1934'te Turhal şeker fabrikası hizmete açıldı. 33.500 çiftçi geçimini pancardan sağlayacak, fabrikada 1.000'den fazla işçi ve memur çalışacaktı. Bu fabrikadan doğrudan yararlanacak olan lar topluca 150.000 kişi ediyordu. 20 Kasımda Konya Ereğli'de ince bez fabrikasının temeli atıldı. 15.000 iğ ve 250 tezgâhlı bir fabrika olacak, 1.250 işçi çalışacak, 4 milyon metre ince bez, patiska vb. dokuyacaktı. Sanayi programının birinci 6 ayında bunlar gerçekleşmişti.
!
BU ARADA başka şeyler de oluyordu: İkinci Türk Dil Kurultayı 18 Ağustos 1934 Cumartesi günü saat 14.00'te Dolmabahçe Sarayı'nda toplandı. Toplantı Gazi'nin gelmesi ve İstiklal Marşı'nın söylenmesiyle başladı. Gazi bütün top lantıları izledi. Gündem yoğundu. Birçok bildiri sunulacaktı. Bu kurultaya iki Sovyet, iki Alman Türkolog katılmıştı. Toplantıyı yeni Eğitim Bakanı Abidin özırien açtı. Kâzım Özalp Kurultay Başkanlığına seçildi. Samih Rıfat ve Dr. Reşit Galip Beyler için saygı duruşunda bulunuldu. Komisyonlar
İ
seçildi. Genel Sekreter İbrahim Necmi Dilmen Türk diliyle ilgili
olarak yapılan çalışmaları anlattı. 1 2 9 . 7 9 2 sözcük fişi toplandığını, 150'den fazla dille ilgili yazma ve basma ana eserin tarandığını açık
516 Üçüncü Bölüm
ladı. Tarama dergisi 1.300 sayfayı aşıyordu. Hiç durmadan çalışıldı ğı anlaşılmaktaydı. Yeni çalışma programını da açıkladı. Türk dili, dünya dilleriyle ilişkileri, dil sorunları hakkında bil diriler sunuldu. Dillerin gelişim süreçleri üzerinde duruldu. Büyük zorunluk olmadıkça bütün terimlerin Türkçe kök ve eklerle yapıl ması kararlaştırıldı. Komisyonlardan gelen raporlar okundu. Seçim yapıldı. Kurul tay 23 Ağustos 1934 günü sona erdi. Dilde sadeleşme, terimleri Türkçeleştirme hızlanmıştı. Bu dö nemde tasfiyeciler öne çıkmış, Gazi de bunlara destek vermişti. Tasfiyecilik birçok kimseyi rahatsız ediyordu. Her konuda ölçülü ve gerçekçi olan Gazi'nin bu aşırılığı desteklemesi bu kimseleri şa şırtmaktaydı. Marmara Köşkü'nde toplanmışlardı. Bazı sözcükler tartışılı yordu. Tarihçi Hüseyin Namık Orkun Gazi'ye tasfiyecileri destek lemesinin nedenini sordu. Hüseyin Namık Orkun'un önünde bar dak ve bira şişesi vardı. Saygıdan içmiyordu. Gazi, "Buyrun, önce biranızı için" dedi. Hüseyin Namık Orkun telaşla bardağına birayı doldurdu. Bira kabarıp köpürdü, köpükler bardaktan taştı. Gazi suskun bekliyordu. Bir zaman sonra köpükler söndü, bardakta, üzerinde birkaç köpük kabarcığının yüzdüğü bira kaldı. Dedi ki: "Benim yaptığım da bu işte. Dili köpürtmek. Zamanla köpük ler ya akar ya söner, yani aşırılıklar, yanlışlıklar, zevksizlikler gider, geride herkesin anlayarak, severek kullanacağı güzel, duru, doğru bir Türkçe, bir bilim ve sanat dili, Cumhuriyet Türkçesi kalır. Anla tabildim mi? Yoksa dilimizi Türkçeleştirme işi çok uzun yıllar süre cek. Aydınlarımızı alışkanlıklarından koparmanın kolay olmadığı nı bilirsiniz. Bu nedenle hedefi büyük tutuyorum. Merak etmeyin, Türkçe çok geçmeden doğal yatağını bulup tertemiz akacaktır." 411
412
GÖKÇEN'den Zehra'ya:
"Sevgili kardeşim, Gazi Paşa ilk soyadını bana verdi, Gökçen dedu Şimdi herkes bana Gökçen diyor Sana da tatilde geldiğinde ya da bir mektup yazarak soyadı verecektir, ingiltere'yi yadırgamam anlıyorumJjjBen OçÜncü Bölüm 517
de Avusturya ve Fransa'da hep memleketimi, sizi özlemiştim* Alışıp huzur bulacağını ümit ediyorum. Gazi Paşa İstanbul'da Florya'ya gitmiş, denizini ve kumunu çok beğenmiş. Hayatında denize girmemiş. Galiba şimdi girmek ve yüzmek istiyor. İstanbul belediyesinin Florya'da Gazi Paşa için de niz üzerinde bir ev yaptıracağını duydum. Deniz üzerinde ev nasıl olur, anlamadım, soramadım da. Buy ilki Cumhuriyet Bayramı da çok güzel oldu. Geçit törenini biz de izledik. Ordumuzla iftihar ettik. İzciler de çok başarıyla geç tiler. Gazi Paşa 1 Kasımda Meclisin son çalışma dönemini güzel bir konuşmayla açtı. Günler dolu dolu geçiyor. Her gün güzel olaylar oluyor, iyi ha berler duyuluyor. Küçük Ülkü'den söz etmiştim. Ufaklık civciv gibi koşmaya, çok şirin konuşmaya başladı. Foks ile de iyi anlaştı, ikisi Gazi Paşa'yı çok güzel eğlendirip dinlendiriyorlar. Hepimiz güzel gözlerinden öpüyoruz? 413
AFET HANIM merakla sordu: "Niye Gökçen? Havacı mı olacaksın? Hiç söylememiştin" Sabiha güldü: "Hayır abla, havacılık aklımın köşesinden bile geçmiyor. Gazi Paşa güzel bir sözcük diye seçmiş olmalı. Güzel değil mi?" i'Güzer "Sizinki ne olacak?" "Babam Uzmay soyadını almış." "Hayırlı olsun." "Teşekkür ederim." YAKUP KADRİ BEY Türkiye'ye döndü. İstanbul'da rastladığı Vasıf Çınar dergi aleyhindeki faaliyetleri anlattı. Ankara'ya geldi, karan Gazi'den öğrendi: Tiran'a, Ruşen Eşref Bey'in yerine Elçi atanmış, Ruşen Eşref Bey Atina'ya alınmıştı. Sarsıldı. Yakup Kadri Bey 'partiden çıkarılması nın bile önerildiğini' öğrenecek, bu atama çözümünün Gazi'nin bir inceliği, koruyuculuğu olduğunu anlayacaktı. Gazi Y. Kadri Bey'i Ankara'dan ayrılana kadar hemen her akşam* yemeğe davet etti. 518 Üçüncü Bölüm
En seçkin dostlarından biri olduğunu belli M etti. Kadro'cul&r toplandılar. Kadro'yu. Ya- m kup Kadri'siz yürütmeyi doğru bulmadılar, p Bir-iki sayı daha çıkarıp dergiyi kapatmaya m karar verdiler. || Yakup Kadri Bey Kasım sonunda fi Tiran'da göreve başlayacak, dergi yıl so- p nunda, 36. sayıda kapanacaktı. * Û 413
1 KASIM 1934 günü de Güven Anıtı 1 ve parkı törenle açıldı. Görkemli anıtı An- m ton Hanek-Jozef Thorak yapmıştı. Heykel ^mfm^^^k^s^^şm, grubunun kaidesine Gazi'nin şu dört sözKadro son sayı cüğü yazılmıştı: Türk, öğün, çalış, güveni Parkı mimar Holzmeister planlamıştı. Heykelin karşısında bü yük, dikdörtgen, mermer bir havuz, havuzun iki yanında, taflanlar arasında yarım daire biçiminde sıralanmış beyaz mermerden oyulu çok güzel koltuklar vardı. Sanat eseri bir park olmuştu. Birkaç gün sonra da Ankara Sergi Evi binası açıldı. İlk sergi Sa nayi Sergisi oldu. Bunu da devlet mahallesindeki 260 odası olan Ba yındırlık Bakanlığı binasının açılışı izledi. Bu açılışa Gazi de katıldı. 414
415
BUGÜNLERDE Gazi'ye verilecek soyadının kesinleştirilmesi isteniyordu. Birçok öneri vardı. Sonunda Gazi'ye, rızası alınarak Atatürk soyadı verilmesi kararlaştırıldı. Bu adın bulunmasında Saf fet Arıkan'ın bir önerisinin yardımı olduğu söyleniyordu. İsmet Paşa ve 22 arkadaşı Meclis'e yeni Türkiye'nin kurucusu ve uygarlık yolundaki önderi Gazi M. Kemal Paşa'ya Atatürk soya dının verilmesini önerdiler. öneri 24 Kasım 1934 günü gündeme alındı. İsmet Paşa öneri hakkında kısa bir konuşma yaptı. Büyük önderin taşıyacağı soyadı nı belirlemenin Büyük Meclis'in borcu ve hakkı olduğunu düşün düklerini, Atatürk adı ile, büyük Türk ulusunun en büyük oğluna, en büyük ve en saygılı hitabın yapılmış olunacağına inandıklarını söyledi. öneri oybirliği ile kabul edildi. Üçüncü Bölüm 519
Gazi'ye artık Atatürk diye hitap edilecekti. Adının başına yü celtme sözcükleri getirilmesini, Ata diye hitap edilmesini isteme yecekti. 416
MECLİS e üç devrim tasarısı geldi. 26 Kasım 1934'te Bazı Lakap ve Unvanların Kaldırılması Hak kında Kanun ile 3 Aralık 1934'te Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceği Hakkında Kanun kabul edildi. 5 Aralık 1934 günü Türk tarihi bakımından büyük bir gün oldu. Meclis, kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkını ta nıyan anayasa değişikliğini gündeme aldı. Öneriyi Başbakan İsmet Paşa ve 191 arkadaşı imzalamıştı. İsmet Paşa özlü bir konuşma yap tı. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Gelecek nesiller Dördüncü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, Türk kadınına bütün haklarını vermek için gösterdiği gayreti min net ve şükranla anacaktır." İsmet Paşa'dan sonra söz alan Refik Koraltan, Sadri Maksudi Arsal, Refik Şevket İnce gibi milletvekilleri kadınları yücelttiler ve tasarıyı desteklediler. Meclis'te 258 milletvekili vardı. Tasarı oybir liği ile kanunlaştı. Ertesi gün Ankara'da kadınlar Ankara Halkevi'nde toplanarak Meclis'e teşekkür ettiler. 417
AFET HANIM sevinçten uçuyordu. Bu kararda bir damla da olsa katkısının bulunduğunu biliyordu. Her fırsatta kadınların siya si haklarına değinmeyi ihmal etmemişti. Atatürk'e "Bu kararı kutlamayacak mıyız?" diye sordu. "Kutlayacağız. Çiftliğe gidiyoruz." Sabiha'yı, Rukiye'yi, Ülkü ile annesini ve Foks'u da aldılar. Mar mara Köşkü'nde kalabalıkça bir aile olarak güle oynaya yemek ye diler. Çiftlik ürünü ayran ve üzüm suyu içtiler. Gramofon çaldılar. Sabiha Atatürk'ün Afet Hanım'ı kadın hakları konferansına nasıl hazırladığını muzip bir dille anlattı, herkesi güldürdü. Atatürk, "Akşama bu düşüncenin Meclis'çe benimsenmesi için çok çalışan bazı arkadaşları davet ettim.." dedi, "..Ama Afet, sen ye520 Üçüncü Bölüm
mekten önce, bir ara İnönü'ye uğrayıp teşekkür etmelisin. Bu kara rın öncülüğünü o yaptı." "Peki Atatürk." BİR GÜN sonra da kadınlar İstanbul'da birkaç yerde toplandı lar. Beyazıt'taki büyük mitingte Kadınlar Birliği adına Saadet Rıfat Hanım konuştu. Hükümete, Meclis'e ve Atatürk'e kadınların say gılarını sundu. Ahmet Cemalettin Efendi Çınaraltı'nda oturup bir çay içmek için Beyazıt'a gelmişti. On binden fazla ve çoğu açık başlı kadını birarada görünce tansiyonu yükseldi, sakalları diken diken oldu, çar pıntısı arttı. Bu bir kuru kalabalık değildi. Bu gidişin geri dönüşü olmayacağı anlaşılıyordu. Allah'ın rızası olmadan yaprak bile kıpırdamaz diye bilirdi. Bü tün bunlar, zafer, barış, Cumhuriyet ve sonrası, kadınların bu hali, Allah'ın rızası olmadan gerçekleşebilir miydi? Allah'ın rızası varsa bu gidişe karşı çıkmak doğru muydu? Yorgun aklı büsbütün karıştı. Bu konuyu birilerine danışmalıydı. 418
ATATÜRK un Ankara'ya gelişinin 15. jp yıldönümü dolayısıyla Halkevinde 27 Ara A TfA T Ü R K lık günü saat 21.00'de bir kutlama gecesi düzenlenmişti. Bu gece, iki Türk bestecisi Müziksel Festival ile müzik ve sahne sanatçılarının Atatürk'e bir armağanıydı. Program şöyleydi: Bayönder İstiklal Marşı Taş Bebek Necip Ali Küçüka'nın konuşması Bayönderden bir parça Taşbebek Bayönder Necil Kâzım Akses'in^T
Halkevi
a»
Uf*
2
7
i l k
K â n u n
tmmUal
1 9 3 4
Üçüncü Bölüm 521
nı anlattı. O çetin ve büyük günleri hatırlattı. Sonra Bayönder, kısa bir aradan sonra da Taşbebek oynandı. Eserler çok alkışlandılar. Atatürk bestecileri ve kalabalık sa natçıları Necip Ali Küçüka aracılığıyla kutladı. Adnan Saygun'u sık sık sofrasına davet ederek müzik konuları ve sorunları hakkında konuşacak, küçük deneme parçaları besteletecek ve misafirlerine dinletecekti. Devrimin musiki ayağını güçlendirmek istiyordu. 419
YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜSÜ öğrencileri arasında sevinç ve şaşkınlık biraradaydı. Enstitünün, ikinci sınıfa geçen öğrencile ri, Uludağ'a kış tatiline yollayacağı öğrenilmişti. Bunun için gerekli giysiler yaptırılacak, her öğrenciye kayak ayakkabısı ve kayak veri lecekti. Bu her yıl yapılacaktı. Öğrencilerin sağlığı ve mutluluğu, bilgi düzeyleri kadar önem liydi. Bu nedenle Enstitüde bir de Beden Terbiyesi Enstitüsü kurul muştu. Yıl içinde de tenis oynanmış, ata binilmiş, dileyenler güreş, boks da yapmışlardı. Yılbaşında Uludağ'daki kayak evi ve üç otel dolu olacağı için yılbaşı geçince gidecekler, bir kuruş harcamadan bir ay kalacaklar, kayak öğrenecekler, yarışacaklar, doğanın, kışın, karın, temiz havanın ve genç olmanın tadını çıkaracaklardı. Hadiye Tuncer de ikinci sınıfa geçmişti bu yıl. O da gidecekti. Sevinçten uçuyordu. Bu ne güzel devletti. 4194
KIZILAY gelir elde etmek amacıyla yeni yıl için bu kez Sergi Evi'nde bir şenlik düzenlemişti. Atatürk ve büyük Cumhuriyet ailesi bu şenliğe çoluk çocuk katılarak yeni yılı neşe içinde karşıladılar. Bütün hanımlar şık ve zarifti. Hepsinin giysileri yerli malı kumaşlardan^yapılmıştı.
522 Üçüncü Bölüm
Yıl: 1935 1 Ocak 1935-31 Aralık 1 9 3 5
420
YENİ SEÇİMLER 8 Şubat 1935'te yapıldı. Seçime ilk kez kadınlar da katıldı. 16 ilde bağımsız milletvekilliği için açık yer bıra kıldı. Azınlıklara mensup olanların da seçimlere aday olarak katıla bilecekleri açıklandı. Refet Paşa yine bağımsız olarak aday lığını koymuştu. CHP yönetiminin desteği olmadan seçilemeyeceğini bilirdi. Varlığı nı hatırlatıyordu. Atatürk engin hoşgö rüsüyle Meclis'e girmesini uygun gördü. CHP yönetimi bir bildiri ile Refet Bele'nin bağımsız olarak seçilmesini destekledi. Refet Bele bağımsız istanbul milletvekili seçildi. Rastlaştıkları zaman konuşacaklar ama Atatürk Refet Paşa'yı Ali Fuat Paşa gibi sofrasına davet etmeyecekti. 383 erkek, 17 kadın milletvekili seçil di, ilk ara seçimde bir kadın milletvekili Ankara Milletvekili Satı daha seçilecek, kadın milletvekillerinin sa- Hanım Meclis kürsüsünde yısı 18 olacaktı. Bu, Cumhuriyet tarihinde kadınların en yüksek oranda Meclis'e ka tıldığı seçimdi. 421
421a
Bir daha bu orana yaklaşılamadı. Kazan köyünün muhtarı Satı Hanım da Ankara milletvekili seçilmişti. 42115
HALKEVLERİNİN üçüncü kuruluş yıldönümü Ankara'da ve Türkiye'deki 80 halkevinde ve yeni halkevlerinde 22 Şubat 1935 günü kutlandı. Ankara'da önce İnönü, sonra Necip Ali Küçüka konuştu. 80 Halkevine bu yıl 23 yeni Halkevinin daha katıldığı açıklandı. Genel sayı 103 olmuştu. 422
Üçüncü Bölüm 523
Birçok şehir ve ilçeden Halkevi açılması için istekler yağıyor du. Demokratik bir hayat ve ileri bir teknik için ilkel olmayan bir kültür gerekiyordu. Halkevleri çağı kavramak için gerekli olan ge nel kültürü, görgüyü, birlikte yaşama, çalışma, eğlenme, düşünme alışkanlığını yaymakla görevliydi. Özellikle sohbetlerde katılanlara kırmadan gücendirmeden, uygun bir dille, gerekli görgü kuralları öğretiliyordu. Kasketle gelenler kasketlerini toplantı salonunun ka pısında çıkarıp içeri öyle giriyorlardı artık. Yaşlı biriyle, bir hanım la, bir yabancıyla konuşurken kasket çıkarmayı da biliyorlardı. Birçok şehirde halk Halkevleri sayesinde gerçek tiyatro, kon ser nedir tanımıştı. Tiyatroda başkaları için üzülmeyi, sevinmeyi öğreniyor, kendi küçük dünyalarının dışına çıkıyorlardı. Okumayazma, satranç, daktilo, tiyatro, saz, koro, biçki-dikiş, halı, çocuk bakımı, çocuk eğitimi, ilk yardım kursları açılmıştı. Mimar Sinan, Fuzuli, Ziya Gökalp, Namık Kemal gibi Türk büyükleri anılmıştı. Küçük orkestralar, bandolar, korolar kurulmuştu. Spor çalışmaları yapılmaktaydı. 26 Eylülde dil bayramı da kutlanmıştı. Konferanslar verilmiş, sohbet toplantıları düzenlenmişti. Bir yıl içinde yüz köye giden Halkevleri vardı. Şimdi doktorlar, fenciler, tarımcılar, ebe ler, öğretmenler köylere Halkevlerinin köycülük kolları ile birlikte gidiyorlardı. Köycülük kolları başta acemilik çekmişlerdi ama kısa zamanda acemiliği atmışlardı. Köylülerle çabucak dostluk kuruyor, birçok konuda bilgi veriyor, eğitici minik kitapçıklar dağıtıyorlardı. Toprak bayramına, bağ bozumuna, harmana, hıdırelleze, nevruza katılıyor, emek ve sevinçlerini paylaşıyorlardı. Şehirlilerle konuşan köylü gençlerde koyu yerel şive şehirli ağzına dönüyordu. Dergi çıkaran Halkevlerinin sayısı artmıştı. Derledikleri türkü lerin notalarını basıyorlardı. Böylece her yer birbirinin türküsünü öğrenip söyleyecekti. Bütünlük bir de böyle sağlanıyordu. Halkın yaktığı güzel bir türkü herkesin türküsü oluyordu! 423
İLKOKUL açılabilen köyler damla damla çoğalıyordu. Okullu köylerde, öğretmenin önderliğinde, Cumhuriyet, 23 Nisan Bayram ları, 13 Eylül Sakarya, 30 Ağustos zaferleri şenliklerle, davul zurna lar, oyunlar, şiirler, türküler, yarışmalarla kutlanmaktaydı. Köy ço cukları, okuma-yazma, hesap, güzel marşlar, çocuk şarkıları, çocuk oyunları öğreniyorlardı. Sınıfları büyüdükçe bilgileri artıyordu. 1
524 Üçüncü Bölüm
Büyüklerin hiç bilmediği şeyler öğreniyor, akıl öğretiyor, babaları nı, dedelerini şaşırtıyorlardı: "Vay bücür vay!" Çatısında al bayrağın dalgalandığı beyaz badanalı, tek katlı, küçük köy okulları köylere Cumhuriyeti, uygarlığı, bilgiyi, aydın lanmayı getirmişti, öğretmen köye tarımda, hayvan bakımında, sağlık konusunda bilgice yardımcı oluyordu. Köy İhtiyar Heyetinin kâtipliğini yapıyordu. Köylü, el altından dinsiz diye tanıtılan köy öğretmenlerinin dini de iyi bildiklerini görüp ayılmaktaydı, öğret men köylüyle aynı dili konuşuyorduk Hepsi köy kökenliydi çünkü. Köyü, köylüyü iyi biliyordu. Köy için yetiştirilmişlerdi. Okuma-yazma öğrenen köylünün kitaplardan yarar lanması, okumayı unutma ması için köylerde okuma odası kurulmaya başlanmış tı. Bunlar ya muhtarlığın bir bölümü, ya köy okulunun bir köşesi, belki bir raftı. Bakan lık buralara parasız kitaplar yolluyordu. Köycülük kolları da okuma odası olan köylere ziyarete geldikleri zaman armağan olarak kitaplar getiriyorlardı. Ne yazık ki bu güzel köy okullarının sayısı yetersizdi. Geride okul bekleyen, her türlü bilgiye aç on binlerce köy vardı. "Devlet zengin olsa sorun muydu bu be? Bir yılda kırk bin köye kırk bin okul yapıverirdi alimallah." Velakin Osmanlı Devleti, birçok Batılı ülke gibi sömürgecilik yapmadığı, dünyanın zenginliğini talan edip İstanbul'a taşımadığı, sermaye biriktirmediği için yeni Türkiye'ye borç bırakabilmişti. Orhan, öğretmenler Birliği lokalinde, "öyle kirli ve kanlı zen ginlik kalacağına borç kalması daha iyi" demişti. Kimse de bu gö rüşü yadırgamamıştı. On yıldır az ama namuslu paranın bereketini görmekteydiler. Devlet hiç borç almamış, buna karşılık demiryolu Karadeniz'le Akdeniz'i kavuşturmuştu/ Şimdi bir kolu Erzincan'a yol alıyordu, bir kolu Tatvan'a, bir kolu Diyarbakır'a. Büyük fabrika ların temelleri atılıyordu. Medeni Kanun kabul edilmişti. OkumaÜçüncü Bölüm 525
yazma altı ayda öğreniliyordu. Kaç-goç bitmişti. Kadınlar milletve kili olmuşlardı. Halkevleri açılmıştı. On yıl Önce biri bunları söylese 'sen delisin' diye alaya alınırdı. Birçok tutucu Türk de bu büyük geli şimin farkındaydı. Cumhuriyetin nimetleriyle birlikte gururunu da paylaşıyorlardı artık. Şimdi dürüst yabancılar bu duruma saygıyla Türk mucizesi diyorlardı. I MART 1935 günü beşinci dönem TBMM toplandı. Kadın milletvekilleri koyu renk tayyörler, alçak topuklu ayakkabılar giy mişlerdi. Hepsinin başı açıktı. Hepsi ağır başlı, ciddi insanlardı. Çoğu okul müdürlüğünden gelmişti. Meclis Başkanlığına bu kez Abdülhalik Renda seçildi. Atatürk 386 milletvekilinin oybirliği ile dördüncü kez Cum hurbaşkanı seçildi. Frak giymiş olarak geldi, and içti ve kısa bir ko nuşmayla milletvekillerine teşekkür etti. İsmet İnönü'yü bir kez daha Başbakanlığa atadı. 424
II MART akşam yemeğinde Atatürk'ün on misafiri vardı. Bir kaçı Bakan, ötekiler milletvekiliydi. Yemekten erken kalkılmış, yan daki salonda konuşuluyordu. Konu kültür, dil ve tarihti. Atatürk bu konularda bir fakülte kurulması hakkındaki düşüncesini yine tar tışmaya açtı. Bu konuya zaman zaman değiniyor, hem düşüncesini olgunlaştırıyor, hem çevresini bu düşünceye hazırlıyordu. Konu ge nel onay görünce Eğitim Bakanı Abidin özmen'e, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin kuruluşu ile ilgili düşünceleri not ettirdi. Türk tarihinin ve dilinin geniş ve bilimsel olarak incelenmesi, araştırılması, işlenmesi amacıyla bu fakültede, tarih, coğrafya, filo loji, arkeoloji, atropoloji, etnoloji, sanat tarihi, Fransızca, Alman ca, İngilizce, Arapça, Farsça, İspanyolca, Rusça gibi genel diller ile Çince, Hintçe, Hititçe, Sümerce, eski Yunanca, Latince gibi Türk ve Anadolu tarihiyle ilgili dillerde öğretim yapılacak, bilim insanları, uzmanlar yetiştirilecekti. Bilim, tarih ve dil konusunda gerçek, doğ ru, güzel, iyi neyse ona sahip çıkacaktı. Gerekli bölümlerin başına dünyadaki büyük bilim adamları davet edilecekti. || Atatürk önemli üniversitelerin tüzük ve programlarının getirtilmesini, bunlardan yararlanılarak Türkiye'nin ihtiyacına göre 526 Üçüncü Bölüm
bir düzen kurulmasını istedi. Eğitim Bakanlığı amacı göz önünde tutarak geniş bir hazırlık yapacak, 14 Haziran 1935'te Ankara Üni versitesinin ilk fakültesi olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin i kurulması TBMM'nce kabul edilecekti. Dünyada benzeri bulunmayan bir fakülte olacaktı. MİLLETLERARASI Kadın Haklan (sufrajistler) Derneğinin XII. Kongresi 22 Nisan 1935'te İstanbul'da Yıldız Sarayı'nda toplan dı. Amacı bütün kadınlara siyasi hakların verilmesi için çalışmak olan büyük, etkin bir dernekti. Kongrede delege olarak dil bilen, iyi yetişmiş Türk kadınları da bulundu. Batılıların Türkleri geri, ilkel, hor gördüğünü, her fırsatta alay ettiklerini bilen kadınlar giyimle rine, saç tuvaletlerine çok önem verdiler. Hiçbir Batılıdan geri kal mamak, Türk kadınlığını küçük düşürmemek için bilinçli bir dikkat içinde oldular. Türk kadınlarının siyasi hakka kavuşması nedeniyle Kongre, Atatürk'e bir telgraf çekerek minnetlerini bildirdi. Atatürk bu telgrafa özetle şu yanıtı verdi: "Siyasi ve toplumsal hakların kadınlar tarafından kullanıl masının insanlığın saadeti ve prestiji bakımından elzem olduğuna eminim." Hükümet bu kongreye çok yardımcı oldu, üyeler çok güzel ağır landı. Kongre nedeniyle 15 pulluk çok güzel bir dizi de bastırılmıştı. Pullardan elde edilecek gelirin yarısı bu derneğe verilecekti. 26 Nisanda Kadınlar Kongresi Başkanı ve Kongrece seçilmiş bir kurul Ankara'ya geldi. Kadın milletvekilleri ile Ankara'daki kadın dernekleri temsilcileri tarafından karşılandılar. Ankara'yı gezdiler. Dışişleri Bakanlığı kurul şerefine Marmara Köşkü'nde bir öğle ye meği verdi. Akşamüzeri Atatürk tarafından kabul edildiler. Başkan Kongrenin Atatürk'e saygılarını bildirerek, Türkiye'de gördükleri eşsiz misafirseverlikten dolayı teşekkür etti. Mısır temsilcisi Hûda Şaravi de şöyle dedi: 425
"Türkler sizi Atatürk, yani Türklerin Babası olarak isimlendi riyorlar. Ben ise sizi Atadoğr, yani Doğunun Babası olarak isimlen dirmek istiyorum."
Kurulda iki de gazeteci kadın vardı. Gazeteleri için Atatürk'ten birkaç söz söylemesini istediler ve şu soruyu sordular: üçüncü Bölüm 527
"Türk kadınlarını asker de yapacak mısınız?" Atatürk bu fantezi soruyu şöyle yanıtladı: "Biz erkeklerimizi bile harp felaketinden uzak bulundurmak isteyen insanlarız. Fakat harp etmek zorunda bırakılırsak, yurt sa vunmasında kadınlarımız erkeklerimizle beraber bulunacaklardır. İstiklal Savaşımız bunun yakın bir örneğidir" Yüzlerce seçkin, enerjik kadın dünyanın dört bir yanma dağıla cak ve kısa zamanda büyük atılımlar yapmış, kadınlarla erkeklerin eşit olduğu yeni Türkiye'yi anlatacak ve öveceklerdi. 426
BİR YILDAN beri sessiz bir hazırlık vardı. Türk Hava Kurumu An kara Akköprü'de büyük bir atölye açmıştı. Bir Rus mühendisin göze timinde burada planör yapılıyordu. Türk Ha .. Kurumu Başkanı Fuat Bulca sık sık Atatürk'e uğruyordu. Atatürk Türk Hava Kurumu kurulurken 'uçan genç Türk Kuşu planör atölyesi lik' istemişti. Sıra buna gelmişti. Türk Hava Kurumu'na bağlı bir kuruluşun gençlere havacılıkla ilgili eğitim ver mesi, eğitimi giderek genişletmesi kararlaştırıldı. Kuruluşun adını Atatürk koydu: Türkkuşu. Ankara'da Ergazi'de küçük bir meydan ile planörleri ve uçak ları korumak ve gerektiğinde onarmak için hangarlar yapıldı. Ders likler için de bir baraka kuruldu. 3 Mayıs 1935 sabahı Atatürk Gökçene "Haydi bakalım Gök çen." dedi, "..Gidiyoruz. Bugün bizim için bayram günüdür. İlerde çok öğüneceğimiz bir kuruluşun açılışını yapacağız." Türkkuşu'nda ilk açılan okul planör ve paraşüt okulu idi. Rusya'dan iki öğretmen getirilmişti. Alanda büyük bir kalabalık vardı. Atatürk büyük bir coşku ile açılışı yaptı:
528 Üçüncü Bölüm
"Hava işine, onun bütün dünyada aldığı önem derecesine göre genişlik vermek gerekti... Türk, yurdun dağlarında, ormanlarında, ovalarında, denizlerinde, her bucağında nasıl bir bilgi ve kendine güvenle dolaşıyorsa, yurdun göklerinde de aynı surette dolaşabilmeliydi. Bu ise Türkü, çocukluğundan vatan kuşlarıyla, vatan ha vası içinde yarışa alıştırmakla başlar. Türk çocuğu! Her işte olduğu gibi havacılıkta da en yüksek seviyede gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan hakiki dostların sevinecek, Türk milleti mesut olacaktır" Konuşmadan sonra Rus öğretmenler planörle uçuş gösterileri ve paraşütle atlayışlar yaptılar. Bunları yakından seyretmek Gökçen'i heyecandan heyecana sürükledi. Atatürk Gökçen'e eğildi: "Gökçen, görüyorum çok heyecanlandın. Hareketler seni çok ilgilendirdi. Nasıl, sen de böyle havalarda süzülebilir, paraşütle at layabilir misin?" "Haklısınız. Gerçekten çok heyecanlandım ve çok beğendim bu gösterileri. Onların yerinde olmak isterdim." "Cesaretini beğendim. Gökçen soyadına havacılık çok yakışır doğrusu." Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca'ya döndü: "Gökçen paraşütle atlamak istiyor. Demir tavında dövülür." Gökçen ertesi günden başlayarak Türkkuşu'na gelecek, para şütle atlamak için gerekli kuralları öğrenecek, giderek planör uçuş larına ilgi duyacaktı. Uçmaktan büyük zevk almaktaydı. Atatürk her gün Gökçen'i karşılıyor, "Anlat." diyordu, "..bugün neler yaptın?" Gökçen güncesine şu notu yazdı: "Bir Türk kızının havacı olması Atatürk için tarif edilmez bir mutluluk" 427
CHP IV. BÜYÜK KURULTAYI 9 Mayıs 1935 günü bayraklar la süslenmiş Meclis'te toplandı. Toplantıya bütün milletvekilleri ile 160 il temsilcisi katılmıştı. Dinleyici balkonu ile basın ve kordip lomatik locaları doluydu. Atatürk Kurultaya on dakika önce geldi, çok alkışlandı, ön sıraya oturdu. Zamanı gelince kürsüye çıkıp Ku rultayı bir konuşmayla açtı: "Kurultayın sayın üyeleri, karşılarında bulunmakla haz duydu ğum delege arkadaşlarımı selamlarken, yüce ulusumuzu saygı ile anarım. Bu anda, bundan önceki kurultayları ve partimizi doğurÜçüncÜ Bölüm 529
muş olan ilk Sivas kurultayını - k i dış ve iç düşmanların süngüleri altında kurulmuştur— hatırlamak, geçen 16 yılın bütün hadiselerini göz önüne getirmeyi kolaylaştırır. Uçurum kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı bo ğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler, işte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı... Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, sanat, müzik ve teknik kurumları ile kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk toplumu bu son yıljjların eseridir... Akdeniz'i Karadeniz'e demirle bağladık. Anadolu'da özel şirketler elindeki bütün yolları, İstanbul ve İzmir'de liman ve rıhtım işletmelerini satın aldık..." Milli Mücadele'yi ve yeni Türkiye'yi böyle anlattı Atatürk. Kurultay yedi gün devam etti. Devletçilik tanımı biraz daha ge nişletildi. Partinin programı ve tüzüğü Türkçeleştirildi. Bu girişim siyaset ve hukuk dilinin Türkçeleştirilmesi yolunda önemli bir adım oldu. Kurultay Genel Yönetim Kurulu'nun seçimiyle sona erdi. Bu, Atatürk'ün katıldığı son Kurultaydı. 428
429
AMERİKALI gazeteci Miss Gladys Baker 26 Mayısta Atatürk'le uzun bir görüşme yaptı. Son sorusu şu oldu: "Mutlu musunuz?" "Evet, çünkü muvaffak oldum." 430
14 HAZİRAN 1935 günü sanayileşme ve altyapı ile ilgili ola rak üç kanun kabul edildi. Birincisi Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü'nün (MTA) kurulması hakkındaydı. Yeraltı servetlerini araştıracak, jeoloji ve deprem haritalarının yapımı ile görevli ola caktı. İlk kez Türk Devleti her çeşit maden varlığını bilimsel olarak saptayacaktı. İkincisi, Etibank'ın kuruluş kanunuydu. Görevi, bilinen ve MTA'nın bulacağı madenleri değerlendirmek, işletmek ve bu ko nuyla ilgili her türlü çalışmaları yapmaktı. En kısa zamanda faali yete geçecekti. 431
Üçüncü kanun Elektrik İşleri Etüd İdaresi'nin kurulması hak kındaydı. Her türlü enerji kaynakları ve elektrik işleriyle ilgili araş tırma, planlama ve uygulama ile görevliydi. Cumhuriyet yönetimi nin temel amaçlarından biri bütün Türkiye'yi elektriğe kavuştur530 Üçüncü Bölüm
maktı. İlerde yapılacak bazı büyük barajlar hakkındaki ön araştır malar, bu idarenin eseriydi. Amaç Türkiye'yi taramak, milletin malı olan madenleri ara mak, millet yararına işletmek, enerji konusunda gerekli her türlü çalışmayı başlatmaktı. Türkiye teknik uygarlığa doğru büyük yürü yüşe geçmişti. Giderek koşacaktı. HÜKÜMET Eğitim Bakam Abidin Özmen'i, yönetim hayatın daki deneyinden dolayı 1. Umumi Müfettişliğe atadı. Abidin özmen Bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa etti. İnönü uzun bir Doğu gezisi yapmaktan söz ediyordu. Başbakan gelmeden önce görevinin başında olmak istedi ve Diyarbakır'a gitti. Eğitim Bakanlığına Saffet Arıkan getirildi. Eğitimle ilgili sa yılar yeni Bakanı düşündürdü. Gelişimi hızlandırmak gerekiyor du. Nasıl hızlandırılabilirdi? En önemli konu köy öğretmenlerinin, dolayısıyla köy okullarının sayısını artırmaktı, öğretmen, hele köy öğretmeni kolay ve çabuk yetişmiyordu. Eğiticilik bir sanattı. Önce öğretmen sorununu çözmek zorundaydı. Ama nasıl? 432
ATATÜRK ile İnönü Haziran ayı içinde birkaç kez biraraya geldiler. Sorunları geniş olarak görüştüler. İnönü uzun bir zaman ayırarak Güneydoğu, Doğu, Kuzeydoğu ve Karadeniz illerini denet lemek, gerçek durumu kendi gözüyle görmek istiyordu. "Çok iyi olur. Ne zaman dönersin?" "Eğer bir aksilik olmazsa 8 Ağustosta İstanbul'da olu rum." "Güzel, öyleyse İstan bul'da buluşuruz." Atatürk de İstanbul'a gi decekti. Florya'da belediyenin yaptırdığı deniz köşkünün yapımı ilerlemiş olmalıydı. Halkla birlikte denize gire
cekti. Kardeşçe vedaiaştılar.
Florya deniz köşkü Üçüncü Bölüm 531
Atatürk İstanbul'a gitmeden, Gökçen'e dedi ki: "Planör çalışmaların başarıyla bitti, öğretmenlerin senin disip lininden, yeteneğinden çok memnun. Ben seni bu kadarla bırakmak istemiyorum. Planörcülüğün yüksek eğitimini yapmanı, bu alanda öğretmen olmanı, gençlerimizi yetiştirmeni istiyorum." "Peki efendim." Atatürk İstanbul'a indiği gün Florya'ya geldi. Kıyıdan 70 metre ilerde çelik kazıklar üzerinde yükselen tek katlı, beyaz, çok güzel bir ev yapılmıştı. Ev kıyıya genişçe bir ahşap yol ile bağlıydı. Yapım bit mek üzereydi. Gezdi. Beğendi. Mimarı Seyfi Arıkan'a teşekkür etti. İNÖNÜ 29 Haziran 1935'te Ankara'dan ayrıldı. Dura dura, ilçeleri, gerektiğinde nahiyeleri, köyleri de göre rek, yönetici ve halka konuşa konuşa, dinleye dinleye, sorunları, çözüm önerilerini, eksikleri, yanlışları not ederek Adana, Maraş, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Bitlis'e geldi. Küçük bir kurul İnönü'ye eşlik ediyordu. Ayrıca yerine göre I. Umumi Vali, Valiler, Kaymakamlar, Birlik Komutanları da birlikte oluyorlardı. \bidin Özmen kısa zamanda bölgesini taramış, tanımış, sorunları ,aptamıştı. İnönü memnun oldu. Raporu için not almaya başladı. Sorun çoktu. Doktor sayısı yetersizdi. Sıtma ve trahom canavarları daha öldürülememişlerdi. İçme suyu ve sulama sorunu vardı. Ela zığ ovasında yeraltı sularının azaldığı anlaşılmıştı. Buna bir çözüm bulmak gerekiyordu. Su mühendisi yok denecek kadar azdı. Mes ken darlığı Ijjbaylar ve memurlar iç Nüyük dertti. Devletin gücü lojman yapmaya yetmiyordu. Ma--.în'de Fransızlarla esaslı sınır anlaşmazlıkları çıkıyordu. Bir dert de eşkıya Abdurrahrrv*. i ıhı idi. Türkiye'ye geçip soygun yapıyor, ğ / r ^pluyor, sonra Güneve, Fransız bölgesine (Suriye) kaçıyorav iııoıai aldığı bilgileri şöyle notladı: "Kaçakçılığı Fransızlar koruyor. Türk hükümeti ile müca dele edecek haydut kollan yetiştirmiş bulunuyorlar." Dicle'yi salla geçti. 4323
532b
v
Siirt'te de t r a h o m büyük dertti. İçme suyu yoktu. Halkı ağalar dan kurtarmak genel şarttı. Bitlis'e geldi. İnönü Bitlis'i çok önemsi yordu. "Bir Türk yuvası ve kalesi" diye not aldı. 532 Üçüncü Bölüm
O GÜN ordunun Avrupa binicilik yarışmalarında 4 birincilik kazanmış olan başarılı ekibi İstanbul'a dönmüştü. Süvarileri Sirke ci'de ilgililer, halk ve basın büyük sevgiyle kar şıladılar. Fotoğrafları çekildi, filmleri alındı. Yalova'da olan Atatürk hepsine Başyaveri ile imzalı, değerli kol saatleri yolladı. Bu başarıları, süvarilerin daha büyük, çok iddialı bir başarısı izleyecekti. İNÖNÜ denetlemeye devam etti. Van'a Tatvan'dan göl moto ruyla geçti. Devam etti. Erciş, Muş, Bulanık, Malazgirt, Karaköse (Ağrı) ve İğdır'a geldi. Van'ı önemsiyordu. Bazı köylere kadar gitti. Erciş ve Adilcevaz'dan Türk şehirleri' diye söz etti. Buralar hep okul istiyorlar dı. Van'a Cumhuriyetten beri ondan fazla Vali gelmiş. Her birinin programı ötekinden ayrı olmuş. Birçok önemli yer vekâletle yöne tiliyordu. Uygun, üstün yönetici bulmak büyük sorundu. Bir buçuk milyon dönümlük çok verimli Muş ovasından yeteri kadar yarar lanılamadığını gördü. Sınır dışında kalmış yerlerden gelen göç menlerin durumu iyi değildi. Birçok bürokratik sorun sürüyordu. Bulanık'ın genç Kaymakamı çaresizlikten hüngür hüngür ağladı. İğdır için şu notu düştü: "Subaylar, aileleri ve çocukları çev renin en yüksek dekorunu teşkil ediyorlar. Her yerde subay hem Cumhuriyetin hem Türk medeniyetinin en temiz örneğidir." Aras nehrinden Türkler ve Sovyetler yarı yarıya yararlanıyor lardı. Sovyetler gerekli tesisi yapmışlar, topraklarını güzelce suluyorlardı. Türkiye ise bu tesisin kendi tarafındaki kapaklarını ve ka nallarını para yetersizliğinden yapamamıştı. İş çok para istiyordu. Hükümetin sulama sorununu çözmek için bu işi kesinlikle tamam laması gerekiyordu. İğdır'a bağlı Alican köyünde Türkiye-Ermenistan arasındaki Alican sınır kapısı bulunmaktaydı. Ermenistan Başbakan Yardımcı sı, Tarım Bakanı ve mühendisler Türk tarafına geçmişlerdi. Türkiye ile Ermenistan arasında hiçbir sorun yoktu. Türkiye de Ermenistan da yeni, modern devletlerdi. Geçmiş Kars ve Lozan Andlaşmalarıyla kapanmıştı. Kin ve intikam ortaçağa özgü duygulardı. Yeni devlet lere barış, insanlık, komşuluk yaraşırdı. Su konusu görüşüldü. GöÜçüncÜ Bölüm 533
rüşmeden sonra Başbakan İnönü'yü ve yanındakileri Ermenistan tarafına davet ettiler. İnönü ve yanındaküer Ermenistan'a geçtiler. Serdarabat barajı kıyısında birlikte öğle yemeği yediler. 433
BUGÜNKÜ Ulus gazetesinde bir haber yer aldı. Ekmek fiyatı ucuzlatılmış, 11 kuruştan 10 kuruşa indirilmişti. Bu bir daha hiçbir zaman rastlanmayacak bir haberdi. Halk bir süre yanlışlık olduğu nu sandı. * Bir de gazetelerde henüz yer almayan bir olay vardı. İngiliz Bü yükelçisi Sir Percy Loraine Ürdün'den gelen bir bilgiyi İçişleri Baka nına imzasıyla acele bir not olarak yollamıştı. Nota göre Ürdün'de Atatürk'e bir suikast planlanmış, suikastçılar Suriye sınırından Türkiye'ye girmek üzere yola çıkmışlardı. Bütün güney sınırı valileri uyarıldı. Bir gelişme olursa İsmet Paşa'ya ânında bildirilecekti. 433
INONU İğdır'dan Kağızman'a, oradan Sarıkamış a geldi. Ruslar dan kalma bütün binalar bakımsızlıktan çöküyordu. Damları akıyor du. Döşemeler yerinden oynamışlardı. İnönü yolculuk için yanlarına aldıkları paradan birazını damların onarımı için verdi. Ormanların azaldığı bir görüşte anlaşılıyordu. Sarıkamış ormanlarının denetim altına alınması için komutanlara kesin talimat verdi. Kömür olmadığı için devlet daireleri de, halk da tezek yakıyor, ısınılamadığı için kaçak olarak ormanlara kıyıyorlardı. Kars'ı, Artvin'i ziyaret etti. Kıyıya indi. Gemi ile Rize'ye gel di. Buranın büyük sorunu işsizlikti. Devletin çabasına rağmen halk daha çayla tam barışmamıştı. Rize'den Trabzon'a geçti. İlçe ve köylerden heyetler gelmişti, iki şey istiyorlardı: Hastane ve okul. inönü bu çevre için genel olarak şu notu düştü: "Ruslar nereye girdilerse yol getirmişler. Dağları yaban domuzu ile doldurmuşlar ve insanla ra frengi aşılamışlar."
IDoğunun kalesi Erzurum'a geldi! Burada da trahom salgındı. Van, Kars ve Erzurum'un ihmal edilmişliği canını sıktı, Erzincan'a geçti. Halkevinde halkı dinledi. Dersimliler tarafından soyulan halk dert yandı, inönü şu notu düştü: "Hikâyeler çok acıklıdır. Dersim ürtlerine karşı vaktiyle set olan Türk köyleri dağılıp zayıfladıkları 34 Üçüncü Bölüm
için Dersimlilerin istilasına karşı meydan tamamen boş kalmıştır. Erzincan da sıtma ve trahomdan perişan" H a Bütün gezisi boyunca Dersim konusunu anlamaya, doğruyu öğrenmeye çalışmıştı. İnönü yaklaşan demiryolunu bir kurtarıcı olarak görüyordu. İletişimi sağlayacak, uygarlık taşıyacaktı. İSTANBUL Yeşilköy havaalanında 11 Temmuzda çift kişilik 7 uçak yüksek planör eğitimi görecek olan yedi yeni havacıyı .uçur mak için bekliyordu. Pilotlar yerlerini aldılar. Planörcüler uçakların rasıt yerine bindiler. İşaret verildi. Uçaklar arka arkaya uçtu. İlk durak Odesa'ydı. Bir gün Odesa'da kalındı. Sonra Sivastopol, oradan Yalta, sonra Feodosya, en son Koklebel. Planör Yüksek Okulu buradaydı. Okulun kapısına Türkçe 'hoşgeldiniz' pankartı asılmıştı. Bu incelik hepsini mutlu etti. Gökçenin yanma Zeynep adında bir Azerbaycanlı kız verdiler. Sıkı eğitim başladı. İ N Ö N Ü ve birlikte olanlar, Şebinkarahisar üzerinden Gire sun'a geldiler. Halk İnönü'yü Cumhuriyet marşıyla karşıladı. Bura da da frengi büyük yaraydı. İnönü Valiye halkı kahvelerden kurtarıp spora, dağlara, denize çekmesi emrini verdi. Ordu fındıkla geçinen küçük, güzel bir şehirdi. Özel idare öğ retmen aylıklarını ödeyemeyince, yönetim, gideri azaltmak için kırktan fazla öğretmenin işine son vermiş, bazı okulları kapatmış. Kalan öğretmenlere daha beş aylık borç vardı. "Bu halin nedeni ne?" "Bundan önceki yöneticilerin hesapsızlığı." İnönü acıyla şöyle not yazdı: "Aciz veya fena idare amirlerinin faydasız değil, çok zararlı olduğunu bir daha görmüş oldum." Ordu'dayken güzel bir haber aldı, teselli buldu: Demiryolu Ergani'ye ulaşmış ve işletmeye açılmıştı. Diyarbakır'a varmaya az kalmıştı. Yol açılmış, son sağlamlaştırmalar yapılıyordu. Ordu'dan Samsun'a geldi. Buranın sorunu azdı. Suyu ve elek triği vardı. Gemiyle İnebolu ve Zonguldak'a geçti. Genel olarak ver gi görevlilerini hiç beğenmediğini raporuna yazacaktı. Vergi konu larında biri bile bir çözüm önerememişti.
8 Ağustosta İstanbul'a geldi.
434
Üçüncü Bölüm 535
İJNUJN u nemen o gun AtaturK u gorau. ouiKası Konusunua uır gelişme yoktu. Sınır valileri, jandarma, polis ve MAH tetikteydi. İnönü ziyaret ettiği iller, yöneticiler hakkındaki kanılarını, so runları ve düşündüğü çözümleri ayrıntılı olarak arz etti. Raporu da hızla bitirip sunacağını söyledi. Birçok tasarının yanında, Doğuda iller arasında eşgüdümü sağlayacak ve denetim yapacak yeni bir Umumi Müfettişlik (III. Umumi Müfettişlik) ile Dersim için özel yetkili bir Valilik kurulma sını düşünüyordu. Atatürk de İnönü de, alışkanlık ve bilgisizlik nedeniyle ısrarla uygarlığa kapanan, silahı bırakmayan Dersimle ilgili sorunun kav gasız gürültüsüz, barış içinde çözülmesini istiyorlardı. 1926'dan 1935'e kadar on yıl bu yüzden sabırla, çapul olaylarına, cinayetlere, ağaların ve seyitlerin sömürülerine kızsalar bile devletin kuvveti ni kullanmadan beklemişlerdi. Sorunun Dersim'de ve çevresinde görevlendirilen yöneticilerin, öğretmenlerin nasihatları, uyarıları, telkinleriyle çözülmesini istemişlerdi. Özel Valilik, zaman geçtikçe kemikleşen bu sorunun çözümü konusunda ciddi bir ümitti. Rapor bitince Bakanlar Kurulunu 21 Ağustos günü İstanbul'da toplamayı ve görüşmeyi kararlaştırdılar. Özel Valilikle ilgili bölüm geçici bir süre gizli tutulacaktı. ATATÜRK bu süre için de her gün Florya'ya gelmeye başladı. Sandala biniyor, plaja gelen insanlarla konuşuyordu. Atatürk'ün Florya'yı sevdiği du yulunca gelenlerin sayısı çok artmıştı. Başyaver ile İsmail Hakkı Bey için güvenliği sağla mak ciddi sorun olmuştu. A m a halktan hiçbir zaman olumsuz bir hareket beklemeyen ve bu konuda kesin haklı çıkan Atatürk, halkı incitecek koruma önlemleri alınmasını, hele üniformalı polislerini. Muhafız Birliği askerlerinin kullanılmasını yasaklamıştı. Başyaverin ve İsmail Hakkı Bey'in kay gılanmalarına gülüyor ve halkın içine karışıyordu. 536 Üçüncü Bölüm
ideniz evi Atatürk ün emri uyarınca gayet sade olarak döşen mekteydi. Kıyıda misafirler, görevliler için de küçük, portatif evler yapılıyordu. Evlerden birinde mayosunu giydi, beline kadar deni ze girdi. Atatürk'ün nesli mayo giyip yüzmemişti. Denize girmek ayıplanırdı o zamanlar. Yüzmeyi bilmiyordu. 54 yaşında öğrenmeye karar vermişti. Mevsim bitmeden yüzmeyi iyice öğrenecek, yüz mekten yürümeyi yeni öğrenmiş bir çocuk gibi zevk alacaktı. Bazı günler deniz evinde kalmaya başladı, 21 AĞUSTOS 1935 günü Bakanlar Kurulu Florya deniz evinde Atatürk'ün başkanlığında toplandı. Bakanların çoğu deniz evini ilk kez görüyordu. Ev yeni döşenmişti. Her şey beyaz ve uçuk griydi. Pencerelerden içeri deniz kokusu ve serinliği doluyordu. Başbakan İnönü raporunu -özel yetkili Vali bölümünü atlaya r a k - okudu, gerektikçe de durup açıklama yaptı, ayrıntı verdi. Do ğuda III. Umumi Müfettişliğin kurulması ile öteki bütün gereken işlerin yerine getirilmesi kabul edildi. Bunların içinde birçok yeni yol, köprü, sulama tesisi ve bina vardı. Sağlık ve eğitime de yeni ödenekler ayrılacaktı. Özel yetkili Vali konusu, Fevzi Çakmak "a konuştuktan sonra ele alınacaktı. Celal Bayar izin alarak toplantıdan erken ayrıldı. Ertesi gün izmir Milletlerarası Panayırını (fuarını) açacaktı. BU SIRADA Maraş Valisi Suriye'den gelen Yahya adında kuş kulu bir adamın Üzeyir adında birinin ihbarı üzerine jandarmaca yakalandığını bildirdi. Yahya kendisini ve arkadaşlarını Ürdün'de yaşayan Asi Ethem ve kardeşi Reşit Bey'in yolladığından söz ediyordu. 4343
B E Ş İ N C İ Milletlerarası İzmir Panayırına (fuarına) 165 yerli, 38 yabancı firma, 38 oda ve resmi kurum, beş de devlet katılmıştı: Sovyetler, Iran, italya, Yugoslavya ve Yunanistan. Fuara ayrılan yer genişletilmiş, güzel yollar, çeşitli ağaçlar, çiçekler, havuzlar, fışkı+
yelerle süslenmişti. Ayrılan yer her yıl daha büyütülecek, izmir in ortasında bir cennet oluşacaktı. Üçüncü Bölüm 537
Fuarı iktisat Bakanı Celal Bayar Türk iktisat hayatındaki gelişme leri anlatan, Atatürk ve İnönü'yü saygıyla anan bir konuşma üe açtı. Atatürk devletçiÜk ilkesinin tanımını Bayar'a not ettirmiş, İzmir'de 'kelime kelime okuması için* emir vermişti. Bayar okudu: "Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi, 19. yüzyıldan beti sosyalizm nazariyatçılarının ileri sürdüğjü fikirlerden alınarak ter cüme edilmiş bir sistem değildir Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizde manası şudur: Ferdlerin hususi teşebbüslerini esas tutmak fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeyle rin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket iktisadiyatını dev letin eline alması."* 34b
22 Ağustos 1935'te açılan Fuar, güzel İzmir'i daha da canlan dırmıştı. Fuarda her keseye göre lokanta, çayhane, eğlence yerleri açılmıştı. Tiyatro kumpanyaları da Fuara koşa koşa geleceklerdi. Ertesi gün daha büyük bir olay yaşanacaktı. NAZİLLİ, Izmir-Denizli demiryolu üzerinde, Aydın'a 42 km. uzaklıkta, 9.300 nüfusu olan sessiz bir ilçeydi. 23 Ağustos 1935 günü binlerce yeni insanla dolmuştu. Bunların büyük bölümü çev renin pamuk üreticileriydi. İstasyon ile temeli atılacak fabrika ara sındaki yol bayraklarla süslenmişti. İzmir'den beklenen trenle İktisat Ba kanı Celal Bayar, Sümerbank yetkilileri ile bazı Aydın ve İzmir milletvekilleri, ka labalık bir basın grubu geldi. İnönü, Ata türk ve Fevzi Çakmak'la görüşmek için istanbul da kalmıştı. Nazilli kombinası hem iplik, hem bez dokuma, hem basma fabrikası ola caktı. Birden fazla işi yapan fabrikalara kombina deniyordu. Yapımı için 4.000'e yakın işçi çalışacaktı. 2 8 . 2 3 6 iğ, 7 6 8 do kuma tezgâhı, 4 basma makinesi buluna caktı. Yılda 23 milyon metre bez dokunacaktı. Gereken paranın asıl kaynağı halktan alınan vergilerdi. Bu eserleri gördükçe vergilerden sızlananlar 'helal olsun' diyeceklerdi. 4346
538 Üçüncü Bölüm
Son konuşmayı yapan Celal Bayar dedi ki: "Ben Serbest Parti vakalarından sonra Nazilli'ye gelmiştim. O vakit, bana mahsulün (pamuğun) para etmediğinden bahsetmişti niz. O vakit, liberalizm denilen iktisadi sistem bilinerek bilinmeye rek münakaşa ediliyordu. O zaman size 'mahsûlü dışarıya satmak zordur' dedim, 'fabrika yapmak lüzumuna işaret ettim. Bu fabrikayı kendi imkânlarınızla kurabilir misiniz?' dedim. Bunun cevabı 'hayır' oldu. 'Memleketin başka yerlerindekiler gelip de sizin ihtiyacınız için bu fabrikayı kurarlar mı?' dedim. Bittabi bu büsbütün imkân sızdı. 'Bu büyük işi, ancak, devlet eline alır, bir gün Nazilli'ye gelir, fabrikayı kurar, pamuklarınızı alır, bunun adına devletçilik derler. Böyle bir devletçiliğin taraftarı mısınız?' diye sordumdu. 'Kurbanı yız' diye bağırmıştınız. İşte devlet geldi, fabrikanızı kuruyor." Alkışlar Nazilli ovasını doldurdu. Celal Bayar Atatürk'e bağlılığını, "Atatürk'ü sevmek daima bir ibadettir" diye belirtti. Arkasından Başbakanı İnönü'yü de çok övdü: "Bir hükümet reisimiz vardır, biliyorsunuz ki adı İnönü kahra manı, Lozan kahramanı İsmet İnönü. Bu iki ismi birarada söylemek ten maksadım şudur ki İsmet İnönü harp cephelerinde olduğu kadar bütün cihan diplomatları karşısında da zekâ, irfan ve kabiliyetle mu vaffak olmuş, Lozan Andlaşması gibi bir şaheser hediye etmiştir." Nazilli kombinasının temeline ilk harcı koydu. 4340
SUİKAST işiyle ilgili soruşturma sürüyordu. Yahya her aşama da ifade değiştiriyordu. Yahya'yı ihbar eden Üzeyir'in de ifadesi alınmıştı. Üzeyir Yahya'nın ve arkadaşlarının suikast için geldiklerini, bunların Urfa milletvekili Ali Saip Ursavaş ile görüşmek istediklerini iddia etmiş ti. İfadesini daha da genişletecek, Ursavaş'ı suikast işiyle ilişkilendirecekti. Urfa milletvekili Ali Saip Ursavaş'ın adının olaya karışmış olması Atatürk'ü çok tedirgin etti. Yakın arkadaşıydı. Bir yakın ar kadaşı böyle bir olayın içinde yer alabilir miydi? Lş gittikçe büyüyordu. DOĞU BÖLGESİNDE III. Umumi Müfettişliğe Tahsin Üzer
atandı. Müfettişliğin bölgesi şöyle saptanmıştı: Erzurum, Kars, GüOçüncü Bölüm 539
müşhane, Çoruh, Trabzon, Ağrı, Erzincan. İlerde Rize de III. Umu mi Müfettişliğin bölgesi içine alınacaktı. III. Umumi Müfettişliğin Merkezi Erzurum'du. Özel yetkili Valilik tasarısına son biçimini vermeden önce İnö nü, Kâzım Orbay ve Abdullah Alpdoğan Paşaları Dersim'e yolladı. Dersimi baştan başa dolaşmalarını, Dersimin uygarlığa açılması için gerekli önerilerle geri gelmelerini istedi: "Güzel bir program yapalım. Dersimlileri bir an önce ağaların, seyitlerin, yoksulluğun, bilgisizliğin elinden kurtarıp uygarlığa, öz gürlüğe, yola, okula, hastaneye, Cumhuriyete kavuşturalım." EĞİTİM BAKAMI Saffet Arıkan randevu alarak Atatürk'ü zi yarete geldi. Atatürk'ün yanında yeni III. Umumi Müfettiş Tahsin Üzer ve birkaç kişi daha vardı. Eğitim sorunlarını, özellikle köy okulları sorununu anlatmak istiyordu. Atatürk'ün bu konuda titiz lendiğini ve sabırsızlandığını biliyordu. Elde para vardı ama köye elverişli öğretmen yetiştirmek kolay değildi ki. Çünkü köy öğretme ninin yalnız çocukları eğitmekle kalmaması, birçok konuda köylüye de rehber olması gerekmekteydi. Eğitimciler bugünkü usullerle bu sorunun çözümü için uzun yıllara ihtiyaç olduğunu hesaplamışlar dı. Bunu anlatmak istiyordu. Fırsat olunca anlattı. Atatürk bir süre daldı, sonra birden "Saf fet Bey!" dedi. "Buyrun efendim." "Bir düşüncem var. Belki beğenirsin, özellikle Cumhuriyetten sonra askerden onbaşı, çavuş olarak terhis edilmiş birçok çocuğu muz bulunuyor. Bilirsin, bunlar iyi yetiştirilmiş, okur-yazar, insan yönetiminde deneyimli gençlerdir. Bu gençlerden öğretmenliğe el verişli olanları kısa süreli yoğun kurslarla köy öğretmenliğine ha zırlayamaz mıyız? Bunlara öğretmen demeyiz, eğitmen deriz. Ne dersin? Eğitimci arkadaşların ne der?" 435
Saffet Bey fırlayıp Atatürk'ün elini öptü. Karmaşık bir sorunu çözen çok basit, pratik, iş bitirici bir buluştu bu! Kendi de askerdi. Hiç aklına gelmemişti şimdiye kadar. Bilgi verdiği zaman eğitimci arkadaşları da şaşıracak ve çok sevineceklerdi. 540 Üçüncü Bölüm
•
KAYSERİ Kombinasının yapımı, planlanan zamandan önce bitti. Sümerbank'ın desteği ile Mühendis Şevket Torgut tüm yapıla rı iki ay önce, 483 günde bitirmişti. Makineler de demiryoluyla za manında gelmiş ve hızla kurulmuştu. Kayseri demiryolu sayesinde bütün limanlara bağlıydı artık. Denemeler çok başarılı olmuştu. 16 Eylül 1935 günü kombinanın bahçesi misafirler, Kayserili ler, fabrikanın görevlileri ile tıklım tıklım doluydu. İğ işçileri tez gâhlarının başında bekliyorlardı. Ankara'dan iktisat Bakanı Bayar, Sümerbank yetkilileri ve ga zeteciler gelmişlerdi. Cumhuriyetin ilk büyük fabrikası birazdan faaliyete geçecekti. İktisat Bakanı Bayar konuşmasında İnönü'den, "Şefim ve hükümet rei sim, büyük İnönü" diye söz etti, iktisadi gelişme hakkında geniş açıklama yaptı. Malatya'da da büyük bir kombina kurulacağını bildirdi. Kayseri fabrikası hakkında şu bilgiyi verdi: "Fabrikamızı üç ekip çalışmak şartıyla 4.500 işçi işletecek. Yılda 30 milyon metre pamuk lu bez verecek. Yılda 127.000 balya pamuk kullanacak." Alkışlar ve iyi dilekler arasında dev fabrikayı işletmeye açtı. Binlerce iğ birden çalışmaya başladı. Uğultusu herkesi mest etti. 436
O GÜN birçok kişiyi memnun eden başka bir başarı daha ka zanıldı. 4. Balkan güreş şampiyonasında Türk milli güreş takımı şampiyon olmuştu. Buna çok sevinenlerden biri rütbesi teğmenliğe yükseltilen Çı narlı köyün Gazi Çavuşuydu. Eskişehir'e atanmıştı. Eşini ve kızını almış, Eskişehir'e yerleşmişti. Burada çocuğunu güzelce okutabile ceği için çok memnundu. Ankara ve İstanbul gazetelerini tren getirirdi. Eskişehirliler olup bitenleri birçok şehirden önce öğrenirlerdi. Üçüncü Bölüm 541
Okuduğu, duyduğu, gördüğü her başarı Gazi Teğmeni mutlu ediyordu. Çünkü Büyük Savaşı, esirliği, yenilgiyi, işgali, Kurtuluş Savaşı'nı, yanıp yıkılmış şehirleri, o yaman, çetin, yokluk ve acı dolu günleri hiç unutmuyor, bu nedenle her başarının değerini biliyor, en küçük bir gelişme, bir adımlık bir ilerleme bile içini sevinçle dolduruyordu. Kayseri fabrikasında uçak yapıldığını okuduğu gün sevinçten ağlamıştı. Kendisi kadar sevinmeyenlere şaşarak bakıyordu.O günleri unutmak, bugünün kadrini bilmemek olur muydu? İnsana yakışır mıydı? ATATÜRK 21 Eylül günü İnönü ile Mareşal Fevzi Çakmak'ı kabul ederek görüştü. Önce Dersim konusunu, özel Valinin yetkilerini konuştular. Mareşal Dersim konusunda Atatürk ve İnönü kadar sabırlı değildi. Çapulu, devlete kafa tutmayı, kanunlara uymamayı hoşgörmüyor, geç kalındığını düşünüyordu. Dersim, devletin orta yerinde bir bil meceydi. Bu bilmeceyi çözmek şarttı. Atatürk bir de Boğazlar sorununu açtı. Türkiye oldu bitti ile Boğazlara askerini soksa, savunma ön lemleri alsa buna itiraz edecek pek kimse yoktu. Ama yürürlükte ki sözleşme dışı hareket etmek niyetinde değildi. Buna karşılık her fırsatta Lozan'a ek Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesini, Boğaz ların artık Türk ordusuna açılması gerektiğini uygun ortamlarda dile getiriyordu. Avrupa'da hava bozulmaktaydı. Bir savaş halinde Türkiye Boğazları savunma hakkına sahipti ama son dakikada yapı lacak hareketlerle savunmanın yeterli olmaması olasılığı vardı. Atatürk, "Bence artık ciddi bir diplomatik girişimle Boğazla rın Türk ordusuna açılmasını isteyebiliriz.." dedi, "..Avrupa durumu böyle bir girişim için elverişli. Bu işi başarırız." İnönü de Çakmak da bu görüşü paylaştılar. Genelkurmay bir savaş halinde ne yapılacağını planlamıştı. Yasak bölge sınırında ge rekli önlemler alınmıştı. Bir savaş halinde yasak bölgelere dalıp el koyacaklardı. Ama bir anlaşma sonucu Boğazların orduya açılma sının çok büyük anlamı, yararı olurdu. Ordu gerekli ön hazırlıkları yapar, Boğazlara telaş etmeden yerleşir, sükûnetle savunma düze nini kurardı. 542 Üçüncü Bölüm
Anlaştılar. Bir de İtalya sorunu vardı. Haberler ve Roma elçiliğinden gelen raporlar İtalya'nın denizaşırı bir savaşa hazırlandığını gösteriyor du.12 Adaları da siiahlandırmıştı. Hedefi belli değildi. İkinci Ordu alarma geçirildi. 22 Eylülde Ankara'ya döndüler. İTALYA çok geçmeden taşacaktı. Aklını taktığı Güneyba tı Anadolu'ya hücum etmeyi göze alamayacak, 3 Ekim 1935'te Habeşistan'a saldıracaktı. Mussolini "Bir imparatorluk sömürgesiz olamaz!" diyordu. Almanya'nın da kara, deniz ve hava kuvvetlerini çok güçlen dirdiği, onun da bir savaşa hazırlandığı belli oluyordu. 20 EKİM 1935'te ikinci nüfus sayımı yapıldı. Sayım sırasında Atatürk Güneş-dil teziyle ilgili notlarını yazmaktaydı. Sonuna gel mişti. Bu bir emir, kural, yasa değil, bir tez, dilin kaynağı hakkında bir görüştü. Bir görüş oluşturacak kadar çok dille ilgili kitap oku muştu. Bilim ahlaklı bir insan olarak notlarının baş kısımına şöyle bir not düştü: "Bu notları sunarken ricamız şudur: 1. Tenkit ediniz, 2. Reddediniz, 3. Değiştiriniz, 4. Tamamlayınız, 5. İzah ediniz." Kısacası tezini her türlü tartışmaya açıyordu. * § 436
SAYIM bitene kadar yine sokağa çıkılmadı. Halk yine birkaç günlük ekmek ve yiyecek aldı. Aç kalma korkusu savaş görmüş hal kın hücrelerine işlemişti. Nüfus 16.188.767'ydi. Nüfus beş yılda 2.540.497 kişi artmıştı. Artış oranı % 18,6'ydı. Nüfusu 100.000'i geçen üç şehir vardı: İstanbul, İzmir, Ankara. 437
Ücüncu Bölüm 543
ATATURK'e bir suikast girişimi olduğu gazetelere yansıdı. Atatürk'e her yandan, birçok kurumdan ve kimseden suikast girişi mini lanetleyen telgraflar yağmaya başladı. istanbul'da üniversite gençliği Beyazıt'ta ve Üsküdar'da iki bü yük mitingi yaparak olayı lanetledi. Ankara'da Ulus meydanında, Zafer heykelinin çevresinde 50.000 kişi toplandı. Olayı lanetlediler, Atatürk'e bağlılıklarını belirttiler. CUMHURİYETİN 12. Yıldönümü, bu sui kast haberi yüzünden, başta Ankara, bütün şe hirlerde, ilçelerde, na hiyelerde, okullarda, kurumlarda, birliklerde, Halkevlerinde daha coş kun kutlandı. Okulu olan köylerde öğretmenler şenlikler düzenlediler. Donanma Komu tanlığına bağlı bir grup savaş gemisi Boğaz'dan, halkın alkışları arasında geçti. Mürettebat beyaz giysileriyle güvertelere sıralanarak denizci usulü halkı selamladı. Bu sırada Yeşilköy'den kalkan avcı ve bombardıman uçakla-
Ankara
istanbul
rı da donanmanın üzerinden tören uçuşu ile geçtiler. Birçok yerde balolar verildi. Binbaşı Faruk ve Nesrin akşam Halkevindeki Cumhuriyet ba losuna katıldılar. Nesrin Numune Hastanesi'ne Başhemşire olarak atanmıştı. Hem Cumhuriyeti hem bu atamayı kutladılar. Baloya eşiyle birlikte gelmiş olan Dr. Kâmil Bey'i görünce heyecanlandılar. Yıllarca önce İstanbul-İnebolu-Ankara yolunu birlikte geçmişlerdi. Kâmil Bey'in ve eşinin ellerini Öptüler. 544 Üçüncü Bölüm
1 KASIM 1935'te Atatürk Meclisi açtı. Dik duruşu, çevik adımları, bitmeyen enerjisiyle genç ve sağlıklı görünüyordu. Daha uzun yıllar devletin başında kalacağı sanılmaktaydı. Atatürk'ün de bir gün öleceği kimsenin aklına gelmiyordu. Bu konuşmasında da barışı övdü, 'Dersim bölgesinde esaslı bir ıslahat programının uygulanmasının düşünüldüğünü' bildirdi, ba yındırlığa, sağlığa, demiryollarına, sanayileşmeye, dile, tarihe, kül türe, sanata verilen önemi anlattı. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Meclis, vatanseverliğin, çalışkanlığın, tedbirde isabetin ideal örneğidir. Meclis yurdun korunması, onun bayındırlığı için en yük sel ulusal ilham ve kudret kaynağıdır." Meclis'e duyduğu saygı içtendi, bunları inanarak söylüyordu. Milli Mücadele sırasında en zor günleri bile çalışılması zor, hırçın Meclis'le yürütmüş, onu büyük dayanak olarak görmüştü. Meclis Başkanlığına yine Abdülhalik Renda seçildi. 438
BİR SÜRE SONRA acı bir olay oldu. Londra Büyükelçisi Fethi Bey Türkiye'ye geliyordu. Atatürk gelirken Zehra'yı da getirmesini rica etmişti. Kısa bir tatil kıza iyi gelir diye düşünmüştü. Paris Bü yükelçiliğinden gelen bir haber Atatürk'ü yıldırımla vurulmuşa dön dürdü. Fethi Beyler ve Zehra Fransa'dan geçerken, Zehra hava almak için kompartımandan ayrılıp koridora çıkmış ve trenden düşerek ölmüştü. Atatürk acısının içinde Gökçen'i düşündü, "Aman Gökçen duymasın.." diye tembih etti, ".Zehra'yı çok severdi. Çok üzülür." Gökçen bu sırada heyecan içinde Yüksek Planör Okulunu bi tirme sınavlarına hazırlanıyordu. 439
TÜRKİYE hızla yürümekteydi: 23 Ekimde yeraltı değerlerinden sorumlu Etibank faaliyete geçmişti. 12 Kasımda Zonguidak-Irmak (Kırıkkale) demiryolu işletmeye açıldı. 22 Kasımda lokomotifi bayraklarla, defnelerle süslü özel katar düdük öttürerek, yolcular pencerelerden bayraklar sallayarak Di yarbakır istasyonuna girdi. Diyarbakır'a da ulaşılmıştı. Havai fişekler atıldı, bandolar, davul zurnalar çaldı, bayram topları gürledi, oyun lar oynandı, sevinç çığlıkları kaleyi sarstı. Büyük bir rüya daha gerÜçüncü Bölüm 545
çekleşmişti. Demiryolu daha Doğuya, Kurtalan'a kadar uzatılacaktı. 28 Kasımda Bursa'da Merinos Fabrikası nın, Gemlik'te Suni İpek Fabrikasının temelleri atıldı. 10 Aralıkta Zongul dak'ta Antrasit Fabrikası hizmete girdi. Sanayii Teşvik Kanu nundan yararlanan sa nayiciler küçük, yararlı iş yerleri açmaktaydılar. İkinci Beş Yıllık Sa nayi Planının hazırlıkla rına başlanıldı.
Zonguldak treni Ankara yolunda
SURİYE Türkiye aleyhindeki birçok çalış maların merkezi halin İlk tren Diyarbakır'da deydi. Ayrılıkçı Hoybun ile Ermeni Taşnak örgütü buradaydı, 150'lik Çerkezler de Ürdün'de toplanmışlar, bir dernek kurmuşlardı. Hepsinin ortak hedefi Türki ye Cumhuriyeti ve Atatürk'tü. Hepsi de en çok Fransızlardan destek görüyordu. Fransa Çukurova'yı kaybetmiş olmayı içine sindirememişti. Bağımsızlık anlayışının, sömürdüğü Suriye'ye, Lübnan'a bu laşmasından da çekiniyordu. Türkiye'nin başı hep dertte olmalıydı. Ah mümkün olsa da parçalansaydı. Suikast konusuyla ilgili soruşturma bu yüzden geniş tutuldu. Bu olay nedeniyle Halep'ten sonra, Şam'da da bir konsolosluk açıldı. Savcı Urfa milletvekili Ali Saip Ursavaş'ın dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmiş, talep Meclis'e sunulmuştu. Savcının id diaları ürkütücüydü. Emniyet Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan bazı belgeler Ali Saip Ursavaş aleyhindeydi. Kaçakçılarla işbirliği 546 Üçüncü Bölüm
içinde olduğu iddiası yaygındı. Ceyhan'daki çiftliğinin kaçakçıların sığınağı olduğu ileri sürülüyordu! Ali Saip Ursavaş Meclis'te söz alarak şöyle bağırdı: "Ben töhmet altındayım. Umumi efkâr önünde yargılanmalı ve bütün dedikoduları mutlaka kaldırmalıyım. Beni hâkime gön derin!" Cumhuriyet mahkemelerine sade halkın da, siyasetçilerin de, aydınların da, suçluların da güveni vardı. Meclis dokunulmazlığı kaldırdı, Ali Saip Ursavaş tutuklandı. Dava Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülecekti. Savcı Baha Arıkan, Başkan Osman Talat Iltekin, üyeler Hayrullah ve Celal Beylerdi. 1 Mahkeme Atatürk'e suikast davası gibi çok önemli, bütün Tür kiye'nin ve dış dünyanın ilgisini çeken ve yakından izlenen önemli bir davaya bakacaktı. •' 4393
SAFFET ARIKAN Atatürk'ün önerisini yakın çalışma arkadaş larına açmış, hepsi çok heyecanlanmışlardı. Günlerdir bu önemli ta sarımı uygulayacak işbilir, köy hayatını bilen bir eğitimci arıyordu. Müdür ısrarla çağırıyordu. Daha faz la erteleyemedi, Gazi Eğitim Enstitüsü'nü ziyaret etti. Enstitüye girmeden, bahçede küçük bir ev yapan öğretmen adaylarını ve başlarındaki resim-iş öğretmeni İsmail Hakkı Tonguç'u gördü. İlgilendi. Konuştu. Tonguç'un pratikliği, bilgisi, becerisi dikka tini çekti. "Bana Bakanlığa gel" dedi. Gelince Tonguç'tan ilköğretim hakkın da ne düşündüğünü öğrenmek istedi. Tonguç, "İzin verirseniz bir raporla arz edeyim" dedi. İsmail Hakkı Tonguç ''Peki/' ' $ . İlköğretim ve köy okulları Tonguç'un ana konusuydu. Bu ko nuyu en önemli memleket sorunu olarak görüyordu. Kısa zamanda raporunu yazıp sundu. Bakan raporu okudu ve Tonguç'u İlköğre tim Genel Müdürü yaptı. Sonra da Atatürk'ün eğitmen düşüncesini açtı. Tonguç bir süre düşündü, sonra dedi ki: Üçüncü Bölüm 547
Düşüncemi açıklamadan önce geniş bir inceleme yapmamı uygun görür müsünüz?" "Acele e t " "Peki." Tonguç vakit geçirmeden Orta Anadolu köylerine daldı. Köy leri gezmeye başladı. 440
BU TARİHTE Afet Hanım Kız Lisesinde Tarih ve Yurt Bilgisi dersi vermekteydi. Eğitim Bakanlığı Afet Hanım'ı yakında açılacak olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih kürsüsünde öğretim üyeliğine atamak istiyordu. Afet Hanım bu görevi ancak lisans ve doktora yaptıktan sonra üstlenebileceğini bildirdi. Araştırdı, öğ renim için Cenevre Üniversitesi Yakın Çağ ve Modern Tarih bölü münü seçti. Atatürk Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin açılışında bulunma sını, Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı olarak ilk dersi vermesini, sonra gitmesini istedi. İlk dersi bir hanımın vermesini önemsiyordu. "Peki Atatürk." 25 ARALIK 1935'te TBMM Tunceli İlinin İdaresi Hakkında Kanunu kabul etti. Kısaca Tunceli Kanunu diye anılacaktı. . 1925'ten beri Dersim hakkında birçok inceleme yaptırılmış, kurullar kurulmuş, raporiarf yazdırılmıştı. Kanun bu birikimin ürünüydü. Seyitleri, ağaları, tatsız olayları düşündüren Dersim adı Tunceli olarak değiştirilmiş, böylelikle beyaz bir sayfa açılmıştı. Yeni iller, ilçeler kurulmuştu. Tunceli'ye, ordu ile ilgisi devam etmek üzere, rütbesi ile ilgili yetkilere, ayrıca özel yetkilere sahip bir Korgeneral, Komutan ve Vali olarak atanacaktı. Bu göreve atanan kimse aynı zamanda IV. Umumi Müfettiş unvanını alacaktı. Subaylar kaymakam ve nahiye müdürü olarak atanabilecekti. Vali-Komutan gerekli görürse il içindeki bazı kimseleri bipyerden bir başka yere nakletmeye, il sınırları içinde kalmalarını yasakla maya yetkiliydi. Yargılamayla ilgili süreler kısaltılıyor, Valiye yargı konusunda da bazı yetkiler tanınıyordu. Kanun 4 Ocak 1936'da yü rürlüğe girecekti. 4403
441
548 Üçüncü Bölüm
Yıl: 1936 J 1 Ocak 1936-31 Aralık 1 9 3 6
442
6 OCAKTA IV. Umumi Müfettişlik kurulması hakkındaki Ba kanlar Kurulu kararı da yayımlandı. Kararda özetle şöyle deniliyor du: "Dersim çevresinde idare ve inzibat işlerinin esaslı surette tan zim ve hükümet murakabesinin daha yakından ifasını temin için, yeniden kurulacak Bingöl ve Tunceli ve I. Umumi Müfettişlikten ayrılacak olan Elazığ illerini kapsamak üzere, IV. bir Umumi Müfet tişliğin kurulması onanmıştır." Birkaç gün sonra da Tunceli Valiliğine, dolayısıyla IV. Umu mi Müfettişliğe Sekizinci Kolordu Komutanı Korgeneral Abdullah Alpdoğan atandı. Alpdoğan 1943 yılı Haziranına kadar, yedi yıldan fazla, bu önemli görevde kalacaktır. 443
9 OCAK 1936 günü Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde suikast davasına başlandı. Davanın sekiz sanığı vardı: Yahya, Üzeyir, karde şi Arif, Şaban Çavuş, İsmail, İdris, Çokak Nahiye Müdürü Şemset*
tin ve Ali Saip Ursavaş. Sanıkların avukatlığını Hamit Şevket İnce ve seyrek olarak da Zühtü Velibeşe yapacaktı. Başkan oturumu şu sözlerle açtı: "Cumhurbaşkanı Atatürk'e suikast yapmak için aranızda silahlı bir ittifak vücuda getirmekten suçlu olarak hakkınızda yapılan tah kikat üzerine muhakeme edilmek üzere mahkememize verildiniz. Şimdi hakkınızdaki tahkikat evrakı okunacaktır. Evrak uzundur. Oturarak dinlemenize müsaade ediyorum." Tahkikat dosyasının okunmasından sonra sorgulamaya geçil di. Ali Saip Bey dışındaki bütün sanıklar tahkikat dosyasında olan ifadeleri reddettiler, ağır baskı ve işkenceden kurtulmak için o ifa deleri verdiklerini söylediler, suikast olayıyla hiçbir ilgileri olma dıklarını söylediler. Ali Saip B e y i n gözleri sorgusu sırasında yaşar dı* Ağlayarak dedi ki: Üçüncü Bölüm 549
"17 seneden beri sadık bir nefer gibi arkasından ayrılmayarak daima gölgesinde olmayı şeref bildiğim büyük Atatürk'ün hayatına yapılacak bir suikasta ismimin karışması karşısında ben ağlamaya yım da kim ağlasın?" Sorgulamalar bitince duruşma birkaç gün sonraya bırakıldı. AYNI SAATLERDE Ankara Halkevi'nin büyük salonunda An kara Üniversitesinin çekirdeğini oluşturan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin açılışı yapılıyordu. Salonu Bakanlar, ileri gelenler, davetliler, fakültenin yabancı ve Türk öğretim üyeleri ve kordiplomatik doldurmuştu. Yabancı öğre tim üyeleri arasında antik çağlarla ilgili dünyaca ünlü bilim adamla rı bulunuyordu. 4 0 0 de öğrenci vardı. Bunların 120'si yatılı, ötekiler gündüzcü idi. Bu kültür hamlesine bütün devlet katılmıştı. Cum huriyet yönetimi için kültürce gelişme sanayileşme kadar değerli ve önemliydi. Biri olmadan öteki eksik kalıyordu. Töreni locasından Atatürk de izledi. Yanında Türkiye'yi ziyaret eden Afgan Dışişleri Bakanı da vardı. Açılış konuşmasını Eğitim Bakanı Saffet Arıkan yaptı. Sonra ilk dersi vermek üzere Afet Hanım kürsüye geldi. Konu Tarihe Giriş idi. İlk ders ve açılış töreni büyük alkışlarla sona erdi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi güzel binası yapılana kadar bu gün Küçük Tiyatro'nun bulunduğu Vakıf Apartmanı'nın iki katında çalışacaktı. Zemin katında büyük bir konferans-tiyatro salonu bu lunuyordu. Mimar Kemalettin Bey'in yadigârıydı. İkinci katın bir bölümü kızlar yatakhanesine ayrılmıştı. Yatılı olma hakkını kazanan
550 Üçüncü Bölüm
öğrencilerin giyimini de devlet üstleniyordu. İyi yemek yemelerine özen gösteriliyordu. Öğrenci de öğretmen kadar değerliydi Cum huriyet için. Bir üniversite böyle geniş bir anlayışla açılıyordu. Afet Hanım bavulunu hazırladı. Eşyalarının arasına bir de Türk bayrağı koydu. Birkaç gün sonra Cenevre'ye gitti. SINAVLARI başarıyla geçen Gökçen ve altı arkadaşı 11 Ocak günü Koklebel'de yapılan görkemli bir tö renle planör öğretmeni unvanını ve diplomalarını aldılar. Arkadaşları ve kendi adına Gökçen törende güzel bir konuşma yaptı, öğret menlere ve yöneticilere teşekkür etti. 14 Ocakta Moskova'ya geldiler. Büyükelçi ve eşi tarafından karşılan dılar. Burada bir süre daha kalacak, motorlu uçak okuluna gidecek, pilot olacaklardı. Böylece havacılık dallarının hepsine öğretmenlik ya pabileceklerdi. Büyükelçi Gökçen'e Büyükelçilikte bir oda ayırtmıştı. Birikmiş mektuplar odasına konulmuştu. Bir boşboğaz mektuplardan birinde sevgili kardeşi Zehra'nın ölümünden söz ederek baş sağlığı diliyordu. Gökçen yıkıldı. Bu üzüntü ile eğitime devam edemezdi. Ağlayarak Atatürk'e bir mektup yazdı, geri çağırmasını diledi. Atatürk hak verdi. Gökçen'in geri dönmesini uygun gördü. SUİKAST davası üç duruşma daha sürmüş, Başkan savcının iddianamesini okuması için davayı 30 Ocak gününe ertelemişti. Duruşmalar sırasında savcı ile avukat Hamit Şevket ince arasında çok şiddetli tartışmalar yaşanmıştı.
30 Ocak günü savcı iki yeni tanık dinletti. Duruşma 6 Şuba ta kaldı. Salon meraklılar ve gazetecilerle doluydu. Herkesin gözü mahkemenin üzerindeydi. Atatürk'e suikast davasıydı bu! Savcının iddianamesini okuması altı saat sürdü. İddianamesini çok heyecanlı bir sesle şöyle bitirdi: Üçüncü Bölüm 551
"Cumhuriyetin büyük hâkimlerisiniz. Bu davayı önünüze ge tirirken elimi vicdanıma koymuştum. Şimdi yine elim vicdanımın üstünde, bütün kudret ve kuvvetimle bağırıyorum, karşınızdaki sanıklar Atatürk'ü, onun şahsında toplanan Cumhuriyeti yıkmak istemişlerdir. Bu bir hakikattir. Sizler de bu hakikati hissedecek, görecek ve icabını yapacaksınız. Sanıkların 168. madde mucibince cezalandırılmalarını istiyorum." 168. maddeye göre çete reisine en az on yıl, üyelere en az beş yıl hapis cezası söz konusuydu. jfHamit Şevket İnce savunmasını 8 Şubatta yapacaktı, ff AFET HANIM'dan Atatürk'e, Cenevre, 1 Şubat 1936 Atatürk (..) Piri Reis haritasını coğrafya profesörüne gösterip düşüncesini istedim. Haritayı ve yazdığım kitabı görünce şaşırdı: "Türkleri, Avru pa, korsan ve soyguncu (pilleur) olarak tanır. Bu kadar güzel ve bilim sel eserin olduğunu tanıtmak ne büyük bir ulusal görev" dedi. (..) İyilik haberlerinizi bekler, ellerinizden pek çok öperim. H A M Î T ŞEVKET İNCE 8 Şubatta savunmasını yaptı: "Atatürk konusunda bütün heyecanımızla Savcı Baha Arıkan'la beraberiz, hukuki olayın teşhisinde asla beraber değiliz." Uzun süren savunmadan sonra, Başkan kararın 14 Şubatta bil dirileceğini söyleyerek duruşmayı erteledi. Mahkeme heyeti karar dan önce, bir açık nokta kalmaması için, ilk sorgu hâkimi ile sulh ceza hâkiminin dinlenmesine karar verdi. Savcı son olarak İçişleri |Bakanlığı Müsteşarının, Ankara Valisinin ve Emniyet Genel Müdü rünün de dinlenmelerini talep etti. M a h k e m e bu talepleri de kabul etti. Bu kimseleri de dinledi. 17 Şubat günüfsanıklar son savunmalarını yaptıktan sonra M a h k e m e Heyeti kararını belirlemek için odasına çekildi* Saat 16.15'ti.
Kararın çabuk verileceği ve bütün sanıklara kanunun öngör düğü en yüksek cezanın verileceği tahmin ediliyordu. Buna karşı lık hâkimlerin görüşmeleri uzadıkça uzadı. Başkan ve iki üye saa 21.15'te yerlerini aldılar. Herkes soluğunu tuttul 552 Üçüncü Bölüm
Başkan Osman Talat Bey, "davanın gerek Mahkemeyi, gerek kamuoyunu uzun zamandan beri hakkıyla ve şiddetle alâkadar etti ğini, Mahkemenin inceden inceye tetkikler yaptığını" belirtti, "ka rarın şimdilik özet olarak bildirileceğini, tafsilatlı gerekçenin ayrıca hazırlanacağım" söyledi, sonra özet karan okudu. Bütün sanıklar beraat etmişti. Salon şaşırmıştı. Başkan, kendilerini bu karara sevk eden etkenleri şöyle özetledi: 1. İkrar (suçu kabullenme), maddi delillerle belgelenmedikçe bir kanaat veremez, 2. Halbuki bu davada sanıkların ikrarları maddi kanıtlarla bel gelenmemiştir, 3. Sanıklar zaruri haller altında (baskı, işkence) itiraflarda bu lunduklarını söylemişlerdir ve bunun aksi sabit olmamıştır, 4. Mantıki seyir de (olayların akışı) sanıkların itiraflarının doğru olmadığını göstermiştir, 5. İtiraflar arasındaki birbirini tutmazlık, mahkemenin vicda ni bir kanaat edinmesini sağlamamıştır. Savcı hâkimlere sanıkları cezalandırarak rejimi kuvvetlendir melerini istemişti. Tam tersine bu adil, hukuk açısından inceliklerle dolu önemli karar, rejimi daha kuvvetlendirmişti. SERT kış havası Atatürk'e dokunmaya başlamıştı. O nedenle bu sırada İstanbul'da bulunuyordu. Başından beri dava ile hemen hemen hiç ilgilenmemişti. Nasıl olsa mahkeme gereğini yapardı. Sadece Ali Saip Ursavaş'ın olayla ilişkisi olup olmadığına önem ve riyordu. Beraat kararını telefonla öğrenen Hasan Rıza Soyak durumu Atatürk'e arz etti. Atatürk kararı gayet tabii karşıladı. Hasan Rıza Bey not defterine şu notu düştü: "Atatürk, memleket menfaatlerine ve rej ime bağlılık hususunda hiç kimseden geri kalmadıkları şüphesiz olan Mahkeme Heyetinin kararını, şahsi duygularına göre değil, vicdani kanaatleri altında, kanun hükümlerine uygun olarak vermiş olmalarından memnun luk duydu." Yalnız Ali Saip Ursavaş hakkındaki iddialar Atatürk'ün canını sıkıyorduk Neden sanıklar Ali Saip Ursavaş'ı bu konuyla ilişkilenOçüncü BÖlüm 553
dirmişlerdi? Neden sanıklar, ilk ifadelerinde 'Ası Ethem ve karde şinden, Ali Saip Ursavaş'la konuşmaları için talimat aldıklarını" söylemişlerdi? Suikast düzenleyiciler bu adamlara neden onunla konuşmalarım söylemişlerdi? Ali Saip Beye karşı alacağı vaziye ti kararlaştırmak için bu sorunların aydınlanmasını istiyordu. Bir
soru listesi hazırlattı ve hükümete gönderdi. g Savcı ve Emniyet Genel Müdürü soruları inceleyince, yazı ile
yanıtlamanın zor olacağını düşünerek, bütün belgeleri alıp Atatürk'e sözlü açıklamada bulunmayı uygun buldular. İstanbul'a geldiler. O sabah İnönü ile Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu da İstanbul'a inip doğru saraya gelmişlerdi. Atatürk daha uyuyordu. Beklerlerken İnönü Hasan Rıza Bey'e "Atatürk mahkeme kararından müteessir oldu mu?" diye sordu. "Hayır, katiyen. Onun hâkimlerin bağımsız ve kararlarında tam serbestliğe sahip olmaları konusunda ne kadar hassas ve titiz oldu ğunu bilirsiniz. Bu itibarla tam aksine memnunluk duyduğuna şahit oldum" Damat Ferit dönemi mahkemelerini ve uğursuz kararlarını bi len her Cumhuriyetçi için mahkemelerin bağımsızlığı ve kararla rında serbest olmaları çok önemliydi. Devletin şerefiyle ilgiliydi. "öyleyse o soruların nedeni ve anlamı nedir?" "Maksadı, bundan böyle şahsen Ali Saip Bey'e alacağı vaziyeti tayin etmek istiyor." "Anladım." Akşam soruşturma belgeleri baştan sona okundu, sabaha ka dar konuşulup değerlendirildi. Atatürk şu sonuca vardı: "İngiliz Büyükelçisinin notuna ve Amman Emniyet Müdürü nün ifadelerine göre bir suikast tertip ve teşebbüsü olduğu mu hakkak. Ama Ali Saip bu suikast teşebbüsünden haberdar değildir. Fakat anlaşılmıştır ki o, bütün Güney çevresinde yaygın söylendiği gibi kaçakçılık işleriyle yakından ilgilidir. Çiftliğini onlara sığıntı yeri yapmıştır. Suikastı tertip eden Çerkeş Ethem ve arkadaşları da bunu bilmektedirler. Suikast için teşvik ettikleri Yahya ile arkadaş larını cesaretlendirmek maksadıyla onlara Ali Saip'in de işin içinde bulunduğunu söylemişlerdir." 554 Üçüncü Bölüm
Bu kanıya varan Atatürk için konu kapandı. Ali Saip İstanbul'a gelip Atatürk'ü görmek isteyince kabul etmedi. Kaçakçılık işlerine bulaştığı anlaşılan Ali Saip Bey'le bir daha da görüşmedi. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, verdiği karar nedeniyle hukukçularca üzün yıllar büyük saygıyla anılacaktı. 444
İSMAİL HAKKI TONGUÇ soğuk, kar dinlemedi, arada bir An kara'ya uğrayıp yeniden yola çıkarak birçok köy gezdi, terhis olmuş onbaşıları, çavuşları buldu, konuştu, denedi, sınadı. Büyük bir he yecan içinde döndü: "Bu büyük bir düşünce sayın Bakan. Birçok etkileyici, öğretici, göz yaşartıcı örnekler yaşadım. Asker kökenli eğitmenlerin kısa süre li kurslardan geçirildikten sonra köyü uyandırma yolunda çok yararlı birer kılavuz olarak çalışabileceklerine inandım. Eğitmenleri tarım ve hayvancılık alanında da bilgiyle donatmak için Tarım Bakanlığı ile ortak bir program hazırlayalım. Hiç vakit yitirmeden, hemen faaliye te geçmeliyiz. Anadolu binlerce eğitmen adayıyla dolu." Kuru tarım yapılan, bir haranın da olduğu Eskişehir uygun bu lundu. İlk kurs Eskişehir'in Mahmudiye bucağında açılacak, dört aylık bir deneme yapılacaktı. Deneyli eğitimciler heyecan içindeydiler. Ortaçağda yaşayan talihsiz köyler uyandırılacaktı. Birçok fabrika açmak kadar önemli bir olaydı bu. Tarım Bakanlığı ile program, görevlendirilecek tarımcılar, ve terinerler, çalışma şartları ve giderler konusunda görüşmeler baş ladı. İki Bakanlık ve temsilcileri arasında, başarı için, tam bir uyum şarttı. Sonra da eğitmen adaylarını seçmek ve bir ön sınavdan ge çirmek gerekiyordu. İki Bakan uyum için memurlarına örnek olacaklardı. M U A Z Z E Z Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne öğrenci alına cağı ilanını görmemişti. Babası duymuştu, haber verdi. Muazzez bu sırada 21 yaşında, yeni mezun bir öğretmen olarak Eskişehir'de bir ilkokulda öğretmenliğe başlamıştı. Küçük aylığı ile eve yardım edi yordu. Gidip fakülteye kaydolursa eve yardım edemeyecek, üstelik babasına yük olacaktı. Bir süre bocaladı. Arkadaşı Hatice de "gide lim" diye zorluyordu. Babası "Bu, Atatürk'ün kurduğu yeni bir okul, Üçüncü Bölüm 555
git kızım" deyince razı oldu. Eşyasını bir küçük denk yapıp Hatice ile Ankara'ya geldi. Dengini istasyona bıraktı. Kayıt için geç kal mış olmaktan korkuyorlardı. Okul Ocakta açılmıştı. Şimdi Şubatın 15'iydi. Milletvekili seçilmiş olan Fakihe ö y m e n öğretmen Okulunda öğretmenleriydi. Telaş içinde Fakihe öymen'i buldular. Fakihe Ha nım okula telefon etti, fakülte öğrenci almaya devam ediyordu. "Gidin kaydınızı yaptırın!" Fakülteye koştular. Görevli "Hangi şubeyi istiyorsunuz?" diye sordu. Muazzez "Fransızca" dedi. Aklına başka bir yer gelmemişti. "Orası dolu. Ben size hocası yeni gelen bir bölüm tavsiye ede yim." "Buyrun." "Hititoloji. Yanında Sümeroloji ile Arkeoloji derslerini de ala caksınız. Tamam mı?" Bu sözcükleri ilk kez duyuyor, ne olduğunu hiç bilmiyorlar dı. Ama ikisi birden atılıp "Tamam" dediler. Amaç yükseköğrenim yapmaktı. Kaydoldular. Yüzleri güldü. Duruşlarına bir çalım geldi. Artık bir fakülte öğrencisiydiler. f Samanpazarı'nda çok odalı bir evin alt katında çıplak bir oda buldular. Camı gazete kâğıdı ile kapatıp yataklarını serdiler. Mev sim kış, aylardan şubat. Soba yok, ocak yok, su yok, elektrik yok, eşya yok, üzerinde çalışılacak eski bir masa bile yok. Yakın bir aşçı dükkânından tek kişilik yemek alıp paylaşacaklardı. Tutumlu yaşa mak zorundaydılar. Donmamak için yatağın içinde çalışacaklardı. Hocaları Alman Landsberger'di, yardımcısı Güterbock. Hoca dersi Almanca anlatıyordu. Çevirmen Türkçeye çeviriyor, öğrenci ler not tutuyorlardı. Hepsi üç-beş öğrenci. Kaytarmak imkânı yok tu. Hoca bir gün önce anlattığını ertesi gün istiyor. Sıkı çalışmak şart. Ama geçim için para da gerek. Muazzez bir yandan da iş ara maya başladı.
Sabahları fakülteye ısınmak için koşa koşa gidiyorlardı. Fakül te hamam gibi sıcaktı.; Küçük bir çay ocağı vardı. Çayla içleri de ısınıyordu. Hiçbir sorunu büyütmeden, üşüyünce ağlamadan, aç kalınca sızlanmadan, ışık yok diye hayata küsmeden, masasız çalı şılır mı diye isyan etmeden okumaya kararlıydılar* Yatılı olma hak556 Üçüncü Bölüm
kını kazanınca rahatlayacaklardı. Devlet yatılı öğrencilere çok iyi bakıyordu. Muazzez ünlü bir Sümerolog olacak, Türkiye onu Muazzez İlmiye Çığ olarak tanı yacaktı. 445
HALKEVLERİNİN dördüncü kuruluş yıldönümü 22 Şubat Cumartesi günü bütün halkevlerinde toplantılarla kutlandı. Recep Peker Ankara Halkevi'nde yapılan büyük topT lantıda yeni açılan Halkevlerini açıkladı. Yeni lerle birlikte Halkevlerinin sayısı 136'ya yükselmişti.Yeni Halkevleri Acıpayam, Akhisar, Ayancık, Babaeski, Bandırma, Birecik, Bolva din, Bor, Çapakçur (Bingöl), Çarşamba, Develi, Devrek, Elbistan, #
Ereğli, Fethiye, Gebze, Gelibolu, Gerze, Gönen, Harput, İskilip, Kilis, Kırşehir, Lüleburgaz, Nevşehir, Niksar, Salihli, Siverek, Turgut lu, Yalvaç, Safranbolu ve Zile'de açılmıştı, Anadolu'ya dengeli bir jj biçimde dağılmışlardı. Halkevlerinin 55.000 üyesi olmuştu. Nafi Atuf Kansu 1935 yılında bütün Halkevlerinde neler yapıldığının hesabını verdi. Sayıları açıklarken yüzü olağanüstü bir haber getirmiş müjdeciye benziyordu. 782 gösteri düzenlenmiş, 294.000 kişi gelmişti. 776 konser verilmiş, 137.000 kişi dinlemişti. 636 film | gösterilmiş, 296.000 kişi izlemişti. 1503 konferans verilmiş, konfe- | ranslara 322.000 kişi katılmıştı. 233.000 kişinin katıldığı 740 özel 1 gece yapılmıştı. 23 sergi açılmış, 34.000 kişi gezmiş, 36 yerli malı 1 gününü 224.000 kişi paylaşmıştı. 48.000 kişinin izlediği 1.867 spor İ günü yapılmıştı. 495 köy gezisine 21.000 kişi, 1.370 eğlence gece- | sine 400.000 kişi katılmıştı. Halkevlerindeki kitap sayısı 107.000'e 1 ulaşmıştı. 46.000 kişinin katıldığı 211 çaylı sohbet toplantısı yapıl- | mıştı. Sözcük derleme çalışmalarının sonucunda toplam 40.000 fiş î elde edilmişti. Ankara Halkevi edebiyat kolu 29 konferans, 15 otu- I rum, güzel sanatlar kolu 25 konser düzenlemişti. 1 Köylerdeki halk ozanlarına ulaşılmıştı! Kooperatifçilik d e s - 1 tekleniyor, isteyenlere yol gösteriliyordu. Halk müziğinde derleme sürüyordu. Ankara ve Bartın'da köylü koroları kurulmuştu. Tiyatro kolları bucakları» köyleri dolaşıyor temsiller veriyorlardı. İlerinin rüyası bölge tiyatrolarının temelleri Halkevlerinde atılıyordu. Köy Üçüncü Bölüm 557
seyirlik oyunları derlenmeye başlamıştı. Birçok Halkevinde küçük orkestralar ve korolar vardı. Her yerde sessiz ve en başarılı çalışan kollar sosyal yardım kollarıydı. Kursların ve katılanların sayısı artıyor, Halkevi kitaplıklarında kitap okuyanların sayısı gittikçe çoğalıyordu. Gençler Halkevlerine evlerine gelir gibi rahatlıkla geliyor ve diledikleri sanat etkinlikleri ne hazırlanıyorlardı. Ankara Halkevi nin Ankara Cezaevi'nde açtığı kursta 300 hü kümlüye okuma-yazma öğretilmiş, genel bilgi verilmişti. Aydınlanma ve birlikte yaşama bilinci ve görgüsü illerden il çelere, ilçelerden usul usul bucaklara, bucaklardan köylere, obala ra yayılıyordu. 4453
BEKLENEN oldu: Almanya 7 Mart günü ordusunu, Fransızla rın Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra galibiyet hakkı olarak ülkesine kattığı Batı Ren bölgesine yürüttü, Ren nehri köprülerinden geçe rek Fransız işgali altındaki Batı Reni geri aldı. | Fransa savaşırsa, bu çatışma Avrupa'ya yayılabilirdi. Fransa çatışmadı. Bunu göze alabilecek yöneticileri yoktu. Fransa siyasi kavgalar içinde tarihinin en kararsız dönemini yaşı yordu. Almanya bundan sonra gözlerini Avusturya'ya çevirdi. 446
AFYON, iklimi sert bir şehirdir. Mart sonunda soğuklar sürer. Ama bu yıl 24 Mart günü hava güzeldi. Serince bir yel esiyordu. Gökyüzü masmaviydi. Afyon Zafer Parkı'nda bugün heykelci Krippel'in yaptığı Afyon Zafer Anıtı'nın açılışı yapılacaktı. Anıt büyük bir bayrakla örtülüydü. On sıralarda istiklal Madalyalarını takmış gaziler vardı. Kimi sağlamdı, kimininse bir kolu, ya da bir bacağı, kiminin tek gözü, kulağı, eli yoktu. Hepsinin gözleri, yüzleri ışıl ısıldı. Bu anıtın onla rın yiğitliğinin, özverisinin anıtı olduğunu biliyorlardı. Cumhuriyet onları böyle onurlandırıyordu. 447
Başbakan inönü, Bayındırlık, Maliye ve İktisat Bakanları, Parti Genel Sekreteri ve gazeteciler saat 10.30'da trenle Afyon'a geldiler. Törenle karşılandılar. 558 Üç üncü Bölüm
tik konuşmayı Halkevi Başkanı yaptı. Valinin konuşmasından sonra İnönü, bay rağı tutan kurdeleyi kesti. Bayrak usulca kayıp açıldı, anıt göründü. Anıt halkın azmini, emperyalizmin yenilişini temsil ediyordu. Anıtın yüzü şehre, arkası Afyon kalesine dönüktü. Heykel kaidesinin dört yanında Atatürk'ü, Atatürk-İnönü ve Çakmak'ı, Afyon'a giren sancağın karşılanışını ve bir savaş sahnesi ni yansıtan bronz kabartmalar bulunuyor du. Bir de yazıt vardı: Bu anıt milli orduya ve büyük milli kahraman Atatürk'e Afyonluların şükran hatırası olarak dikilmiştir Kalabalık, bir süre soluğunu kesip anıta, milleti temsil eden heykelin kaslarını kabartan azme, hırsa, öfkeye, inanca ve korkudan donup kalmış olan emperyalizme baktı. Sonra alkışlar bomba gibi patladı. ^ Son olarak Başbakan İnönü konuştu. Gözleri hep gazilere ta kılıyor, içi titriyordu. Bu titreyişin sesine yansımasını engellemekte zorluk çekti. Yokluk içinde kazanılan büyük zaferi ve zaferin sahibi olan milleti ve Başkomutanı anlattı. Gaziler İnönü'yü elini öpmeden, kucaklamadan bırakmadılar. Afyon milletvekili ve Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya, "Bu anıtı görüp de şehitleri rahmet, gazileri, komutanları ve Atatürk'ü minnetle anmayan tek kişi bile olamaz!" dedi. Haklıydı. Afyon, kurtuluşun anlamını, kurtaranların kadrini iyi bilen gazi bir şehirdi. 448
ATATÜRK Gökçen'e, "Haydi bakalım Gökçen.." dedi, "..bu ka dar dinlenmek yeter. Yarın Türkkuşu'na giderek çalışmalarım sür düreceksin. En güzel ilaç iştir." Gökçen ertesi günü Er&azi'ye gitti. öğrendiklerini Türkkuşu'nun öğretmen ve öğrencilerine an lattı. Gösterdi. Yan fırtınalı bir havada uçup paraşütle atladı. RüzÜçüncü Bölüm 559
garla boğuşa boğuşa istediği noktaya inmeyi zor da olsa başardı. Atatürk gelmiş, kendisini izliyordu. Şaşırdı. Koştu elini öptü. "Aferin Gökçen. Hem cesaretini gösterdin, hem ustalığını. Bence artık motorlu uçak derslerine başlamalısın/' | Eskişehir Askeri Uçak Okulu'ndan bir motorlu uçak ile iki de öğretmen geldi. Teorik dersleri uçuş dersleri izledi. Öğretmen Mu hittin Bey'le birlikte uçuyor, öğretmen kısa süreler için uçağın yö netimini Gökçen'e veriyordu. Gökçen havacılıktan büyük haz almaya başlamıştı. PARTİ Genel Sekreteri Recep Peker, Edirne'deki parti temsilci sinin etkisiyle Trakya Umumi Müfettişi Kâzım Dirik'le uğraşıyordu. Bazı parti yöneticilerinin devleti temsil eden valilere karıştık ları duyulmaktaydı. Bu olaylar Atatürk'ü çok kızdırıyordu. Hasan Rıza Soyak'a dedi ki: "ittihat ve Terakki Partisi'nin başarısızlığının en önemli nede ni, yönetimi sorumlu görevliler yerine sorumsuz particilerin eline bırakmış olmasıdır. Bundan dolayı çok büyük kayıplara uğradık. Partinin devlet temsilcilerine karışması söz konusu olamaz. Recep Bey yine Kâzım Dirik'ten şikâyet etti. Görevden alınmasını isti yor. Şikayetiyle ilgili belgeleri hükümete vermesini istedim. Kâzım Dirik'i yemeğe çağır. Konuş. Sor. Dinle. Bana sonucu bildir." Soyak Umumi Müfettiş Kâzım Dirik'le yemek yedi. Konuştu. Sordu. Dinledi. Genel olarak olumlu bir sonuca ulaştı. Atatürk'e görüşünü arz etti: "Eğer hükümet Dirik'in girişim ve düşüncelerini benimser, bir elemeden geçirir, daha derli toplu, daha hesaplı, daha kapsamlı bir biçime koyarsa, ele mükemmel bir 'köyleri kalkındırma programı' geçebilir." * f j | '| | I Atatürk Harp Akademisi tatbikatlarını izlemek için İstanbul'a geldi. Tatbikat bitince kara yoluyla Çorlu'yu ziyaret etti. Orada trene bindi, istasyonlarda duruldu. Halkı dinledi, istanbul'a, sonra da Ankara'ya dönüldü. 448
I
Recep Peker'in Kâzım Dirik konusunda haksız olduğu kanısına ardı. Cumhurbaşkanı bir kanıya varmak, karar vermek için konuyu ya inceletiyor, ya inceliyordu. Parti Genel Sekreteri Recep Peker'in devlet ve hükümet işlerine karışmaya başlamış olmasından dolayı
560 Üçüncü Bölüm
çok rahatsızdı. Parti devlete ve hükümete karışamaz, hele asla ta hakküm edemezdi. Bu ancak Sovyet Rusya, İtalya ve Almanya'da olurdu. BOĞAZLAR Sözleşmesinin milletlerarası bir konferansta ele alınarak değiştirilmesi konusu Bakanlar Kuruluna getirilip görüşül dü. Atatürk'ün bu kritik girişimi onaylıyor olması Bakanlara güven verdi. Sözleşmenin değiştirilmesi için harekete geçilmesi kabul edildi. Sovyet Rusya ile yoğun danışmalardan sonra anlaşmaya va rıldı. İngiltere'ye önceden haber verildi. Balkan ülkelerinin anla yış göstereceği biliniyordu. 11 Nisan 1936 günü, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni imzalamış bulunan devletlere birer muhtıra verile rek, yeni bir Boğazlar rejimini belirlemek üzere bir konferans top lanması istendi. Muhtırada söz konusu sözleşmenin imzalandığı tarihteki Avrupa durumu ile bugünkü durum arasındaki farklara, savaş araçlarındaki gelişmelere dikkat çekiliyor, şöyle deniyordu: "Türk hükümeti son on yıl içinde ortaya çıkan pek çok durum ve şartlarda, tüm devletlerce övülen bir uzlaşma, yükümlülüklerine saygı, barış idealine içtenlikle bağlılık göstermiştir. Türkiye başka larına her zaman sağladığı güvenliği kendisi için de istemek hakkı na sahiptir." Devletler Konferans toplanmasını kabul ettiler. Bu ümit verici bir gelişmeydi. Türkiye'nin uzlaşma yolunu seçmesi, oldubittiden kaçınması, anlaşmazlıklardan bunalmış olan dünya kamuoyunda büyük memnunluk uyandırdı. Türkiye ilgili devletleri 22 Haziranda İsviçre'nin Montreux şehrinde toplanmaya davet etti. İngiltere, Fransa, Sovyet Rusya, Ja ponya, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan geleceklerini bildirdiler. Yalnız İtalya katılmak istemediğini açıklamıştı. 449
ATATÜRK ve görevliler İstanbul'a gidecekti. Gökçen uçak eği timine İstanbul Yeşilköy'de devam edecekti. Afet Hanım eğitimi İzin verirse yazın Cenevre'den İstanbul'a gelecekti. Köşk İstanbul'a gidişe hazırlanıyordu. Üçüncü Bölüm 561
!
Atatürk 14 Haziran akşamı bir veda yemeği verdi. Yemek te Başbakan, birçok Bakan, bazı misafirler ve Recep Peker vardı. Montreux Konferansı konuşuluyordu. En öncelikli ve önemli konu oydu. Recep Peker, herhalde Başbakanın ve Bakanların bulunması nı yararlı görerek, yer ve zaman hiç elverişli olmadığı halde Kâzım Dirik konusunu yeniden açtı. Kâzım Dirik'in değiştirilmesini istedi. "Ben Parti Genel Sekreteriyim. Bir şahsiyetim vardır. Aynı zamanda bu hususta söz sahibiyim" gibi bir konuşma yaptı. Atatürk gülerek baktı: "Ya öyle mi? Ama ben de aynı partinin Genel Başkanıyım. İste ğini doğru bulmuyorum. Şu halde meseleyi nasıl halledeceğiz?" Recep Peker'in gözlerine bakmayı sürdürüyordu. Recep Peker bu bakışı bilirdi. Yanlış yaptığını anladı ama geç kalmıştı. İzin iste yerek sofradan çekildi. Ertesi sabah kamuoyuna bir bildiri yayımlandı: "Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterini Atatürk vazifeden affetmiştir. Şimdilik bu vazifeyi Atatürk'ün vekili olarak İnönü ifa edecektir" Atatürk, Gökçen, Ülka ve annesi, görevliler, bazı arkadaş ları saat 12.00'de özel trenle İstanbul'a gitmek için Ankara'dan ayrıldılar. * 449
DOLMABAHÇE'ye indiler. Afet Hanım da Cenevre'den geldi. Atatürk sık sık Florya'ya geliyor, kimi kez gece de kalıyordu. 17 Ha ziran günü İnönü geldi. Birlikte deniz evinden çıktılar. Civarda yaya dolaşarak uzun uzun konuştular. Düşünceli çıkmışlardı. Güler yüz le döndüler. Bir çıkış yolu buldukları ve anlaştıkları anlaşılıyordu. Partinin devlete tasallutunu önleyecek bir çözüm bulmuşlardı. Bunun da kendine göre sakıncaları vardı ama devleti partinin değil, devletin kurumlarının ve görevlilerinin yönettiğini gösterecek bir çözümdü. Çözümü ertesi gün İnönü açıklayacaktı.* Şİnönü uçakla Ankara'ya döndü. O GUN Mehmet Akif Ersoy da İstanbul'a döndü. Çok zayıf lamıştı. Hastaydı. Tedavi olmak için gelmişti. Hayatında bir damla alkol almamıştı. Ama siroz olmuştu. Yakınları hemen hastaneye ya tırdılar. Hepsi Kuran çevirisinin ne olduğunu merak ediyordu*. 562 Üçüncü Bölüm
Bildikleri bir şey vardı. Diyanet İşleri Başkanlığı sözleşmede saptanan süre bitince Mehmet Akif Bey'e bir yazı yazarak çeviriyi istemiş, Mehmet Akif Bey aldığı bin lira avansı geri vermiş, sözleş me feshedilmişti. Ama çeviri yapmayı bırakmadığını, devam ettiği ni duymuşlardı. Evet, devam etmişti. Bir ara Mısır'a giden Eşref Edip Bey çevi riyi görmüş, hayran olmuştu. Ama M. Akif Bey beğenmiyor, sürekli düzeltiyor, değiştiriyor, yeniliyordu. M. Akif Beyin herkese anlat madığı bir olay vardı: Mısır'dan ayrılırken çeviriyi dostu Mahmu diye Medresesi müderrisi Yozgatlı İhsan Efendi'ye bırakmış, şöyle vasiyet etmişti: "İyileşirsem bana geri verirsin, ölürsem yakarsın." Şairi yormamak, üzmemek için çeviri konusunu açmadılar. 4490
18 HAZİRAN günü Genel Başkan Vekili İnönü'nün imzasıyla bir genelge yayımlandı. | Genelgeye göre İçişleri Bakanı, Parti Yönetim Kuruluna alın mış, kendisine Genel Sekreterlik görevi verilmişti. Bütün illerde il parti başkanlığı görevini ilin Valisi yürütecekti. Partinin devlet görevlilerine ve görevlerine karışması böylece sona erdirilmişti. * 44
TÜRK DELEGASYONU Dışişleri Bakanı Dr. Tevfık Rüştü Aras, Londra Büyükelçisi Fethi Okyar, Paris Büyükelçisi Suat Davaz. Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu, Genelkurmay ikinci Başkanı Korgeneral Asım Gündüz, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ndeki sürekli delegesi Necmettin Sadak'tan olu şuyordu. Delagasyona 24 danışman ve uzman eşlik ediyordu! Konferans 22 Haziran 1936 günü saat 16.00'da Montreux Palas otelinin büyük salonunda, İsviçre Dışişleri Bakanlığından M. Motta tarafından açıldı. Başkanlığa Avustralya'nın Milletler Cemiyeti de legesi Mr. Bruce seçildi. İlk sözü Dr. Aras aldı, yeni sözleşme projesinin konferan sa sunulduğunu bildirdi. Sözleşmeyi yenileme isteğinin gerekçe sini ayrıntılı olarak açıkladı. Sonra bütün başdelegeler söz alarak Türkiye'nin barışçı siyasetini övdüler, konferansa uzlaşma anlayı şıyla geldiklerini bildirdiler. Üçüncü Bölüm 563
Sözleşme projesi görüşülmeye başlandı. Sorun savaş gemileri nin Boğazlardan geçişleri hakkındaki sınırlamalar konusunda çıktı, ingiltere, Sovyet Rusya ve Japonya anlaşamıyorlardı. Konferans bir sonuca varmadan dağılma tehlikesi yaşamaktaydı. Atatürk, hükümet ve Dışişleri Bakanı ile sürekli ilişki içindeydi ve görüşlerini büdiriyordu. Ayrıca Yunus Nadi Bey'i gerektikçe Ça ğırıyor, görüşlerini dikte ediyor, yazı Yunus Nadi Bey'in imzasıyla yayımlanıyordu. 10 Temmuzda yayımlanan yazı ciddi bir uyarı ile bitmekteydi: "Türkiye'nin evinin kapıları olan Boğazlardan her isteyen, is tediği gibi geçebilmek hakkını elde tutmak yoluna giderse, işte o zaman Boğazlar meselesi tam hallolunmuştur. Şöyle ki: Bu takdirde Türk der ki: 'Kapılarım kapalıdır. İstediğime, istediğim zaman aça rım ve buna muktedirim."' Bu yazıların Atatürk tarafından yazıldığı, yazdırıldığı bilini yordu. Üslubundan belliydi. Büyükelçiler yazıyı çevirtip telgrafla ülkelerinin Dışişleri Bakanlıklarına, Bakanlıklar da Montreux'deki delegasyonlarına geçiyorlardı. TÜRKKUŞU hızla gelişiyordu. Ardarda paraşüt, planör, mo torlu uçuş ve model uçak okulları açılmıştı. Ziraat Enstitüsü öğ rencisi Hadiye Çeçen de paraşüt ve planör çalışmalarına katılmıştı. Planör eğitimi için bir merkez aranıyordu. Bunun için ideal bir yer bulundu: İnönü. 10 Temmuz günü İnönü Planör Kampı hizmete açıldı. Burası küçük b*| pist ile portatif hangar ve barakalardan kurulu bir eğitim merkeziydi. Coğrafi durumu ve hava özellikleri bakımından planör çalışmaları için dünyanın en elverişli birka yerinden biriydi. Bura da binlerce kanatlı genç yetişecekti. Türkiye'de Türkkuşu'ndan sonra gençler için yeni, başka bir gençlik kurumu kurulmadı. v
4494
ISPANYAda seçimi Cumhuriyetçi Halk Cephesi kazanmıştı. 17 Temmuz 1936 günü General Franco'nun komutasındaki faşistler^ isyan ettiler. Bütün dünyayı yakından ilgilendiren İspanya iç savaşı başladı. Hitler ve Mussolini Franco yandaşlarına, faşizm karşıtları Cumhu-|| 564 Üçüncü Bölüm
riyetçilere yardım edecekler, İspanya milletlerarası bir arena halini alacaktır. Savaş başlar başlamaz Hitler ve Mussolini, Franco'nun emrine birer uçak filosu gönderdiler, 13.500 kişiyi cumhuriyetçiler le savaşmak üzere Fas'tan İspanya'ya taşıdılar. İç savaş üç yıl sürecek, büyük yıkıma, birçok ölü ve yaralıya mal olacaktır. 4496
ZAVALLI İspanya kan gölüne dönerken Türkiye'de köyleri uyandırmak için çalışılıyordu. Bazı eğitimciler - v e bazı aydınlar- onbaşılardan, çavuşlardan öğretmen olamayacağı görüşündeydiler. Bildikleri yolların dışında bir çözüme akılları yatmıyordu. Seçme sınavlarına katılan bu eği timciler şaşırdılar. Orduda verilen eğitimin düzeyi, eğitmen adayla rının ciddiyeti, nitelikleri, bu çözüme karşı çıkanları afallattı. Sına va girenlerin büyük çoğunluğu sınavı kazandı. Kazananlar Ankara istasyonunda toplandılar. Tahta bavullarıyla gelmişlerdi. Trenle Eskişehir'e yollandılar. Oradan Mahmudiye'ye gideceklerdi. Eğitmen adayları için özel eğitim programları hazırlanmıştı. Temmuz bitmeden tarım, sağlığı koruma ve eğitim tekniği ile ilgili yoğun kurslar başladı. Bu çalışma İsmail Hakkı Tonguç'un zihninde birçok yeni buluşa, sonuç olarak Köy Enstitüleri düşüncesine yol açacaktı. ZİRAAT ENSTİTÜSÜ'ne ilk giren öğrenciler uzun süren son sınavlara giriyorlardı. Başaranlar mezun olacaklardı. Çok güzel bir öğrencilik hayatı yaşamışlardı. Bilgice ve gör güce zenginleşmişlerdi. Burası öyle bir okuldu ki hayata eksiksiz atılmaları için dans dersleri bile verilmişti. Sonunda bütün sınavlar bitti. Hadiye Çeçen ve dört kız arka daşı Türkiye'nin ilk kadın Tarım Yüksek Mühendisleri olarak me zun oldular. İş bulamamak diye bir sorun yoktu. Her yer diplomalı uzmanları dört gözle bekliyordu. Üstelik çok iyi eğitilmişlerdi. Hadiye ailesinin yaşadığı İstanbul'u istedi. Yeşilköy Tohum İs lah İstasyonuna atandı. Kendini işine ve araştırmalara verdi * 449
Oçfincü Bölüm 565
MONTREUX'de özel konuşmalar yoğunlaştı. Türk delegeler ve yardımcıları çok iyi çalıştılar. Türkiye'nin Lozan'dan büyük deneyi vardı. Kulisin önemini biliyorlardı. Avrupa'nın yeni bir anlaşmazlı ğa katlanacak hali de yoktu. Uzlaşmanın sağlanacağı belli oldu. Ordu Boğazlara inmek için gerekli bütün ön hazırlıkları yap mıştı. İstanbul Boğazı her dakika ordunun gözlemi altındaydı. Ça nakkale Boğazı ile Gelibolu'yu da sivil elbiseli kurmaylar yıllardan beri defalarca incelemiş, her türlü bilgiyi derlemişlerdi. Zaten or duda Çanakkale'yi ve Gelibolu yarımadasını çok iyi bilen birçok su bay vardı. Oralarda savaşmışlar, İngilizleri ve Fransızları karada ve denizde yenmişlerdi. Türk delegasyonunun bilinçli çabası ve devletlerin temsilcile rinin anlayışı ile sonunda uzlaşma sağlandı. Sözleşmeye Türkiye'nin hemen harekete geçmesini sağlayan bir de protokol eklenmişti. 20 Temmuz 1936 Pazartesi günü saat 22.00'de Montreux Pa las otelinin büyük salonunda Montreux Sözleşmesi ve ek protokol törenle imza edildi. Ek protokole göre Türkiye Boğazlardaki askersizleştirilmiş bölgelere birliklerini hemen sokabilecek, yeni geçiş rejimini 15 Ağustosta uygulamaya başlayabilecekti. Çok önemli bir başarıydı bu. Sözleşmenin imzalandığı telefon la ve yıldırım telgrafla Türkiye'ye duyuruldu. Atatürk "Şimdi sıra Hatay'a geldi" diyecekti. 450
BOĞAZLARA girip yerleşmek için hazırlanan piyade, topçu, süvari, istihkâm, muhabere birlikleri, askersizleştirilmiş bölgelerin sınırlarında, malzeme dolu iki gemi de Marmara'da bekliyordu. O gece öncüler askersizleştirilmiş bölgelere girip el koyacaklar, bü yük birlikler sabah harekete geçeceklerdi. Sözleşmenin imzandığı öğrenilir öğrenilmez, İstanbul'da, Av rupa ve Asya yakasında bekleyen birliklerin öncülerine, konakçıla ra, gece yarısına doğru, hareket emri verildi, öncüler askersizleş tirilmiş, kısacası askere yasak bölgelere girip ilerlemeye başladılar. Halkın coşkusu anlatılabilir gibi değildi. Öncüler Boğazın Karadeniz ağzına ve iki kıyıdaki eski mev zilere el koyarlarken, olayı öğrenen Boğaz vapurları düdüklerini öttürerek, ışıkdaklarıyla havada daireler çizerek askerleri selam lıyorlardı. Yalılar bütün ışıklarını açmışlardı. Yıldızlı yaz göğünde 566 Üçüncü Bölüm
havai fişekler patlıyordu. Torpidobotlar eski iskelelerine yanaşıp halat attılar. , Çanakkale bölümündeki askersizleştirilmiş bölgeye Bursa'dan gelen birlikler yanaştırılmıştı. Halk uyumamış askerlerin girişini bekliyordu. Emir gelince öncüler, gece yarısı köylülerin, şehirlilerin duaları, sevinç çığlıkları, gözyaşları arasında ilerlemeye başladılar. Halk 14 yıldır burada jandarmadan başka asker, subay, sancak, sü vari, top, bando görmemişti. Kendilerinden geçtiler. Derken karşı kıyıya yanaşan torpidobotların ışıkları parladı. Karşı kıyıdaki askersizleştirilmiş bölge de vatana geri dönmüştü. Torpidobotlardaki uçarı denizciler aydınlatma fişekleri atarak ge ceyi şenliğe çevirdiler. Gelibolu yarımadasında yer alacak birlikler Bolayır, Gelibolu yoluyla geleceklerdi, ö n c ü tabur çok yakına gelmiş, bekliyordu. Emir alır almaz alay komutanı, karargâhı ve sancakla birlikte yü rüyüşe geçti. Gelibolulular da tıpkı karşı kıyıdakiler gibi askerin, bayrağın özlemi içinde kavruluyorlardı. Yolu meşalelerle, çoban ateşleri yakarak, mum fenerleriyle aydınlatmışlardı. Bir kalabalık Gelibolu'nun girişinde taburun yolunu kesti. Ak sakalı göğsüne inen bir yaşlı adam komutana selam verdi: "Komutan, sancağımızı görmeye geldik, hepimiz aptesliyiz, bayramlıklarımızı giydik, al sancağımızı göster bize." İhtiyarın heyecandan ak sakalı tel tel dikilmişti, gözleri yaş içindeydi. Arkasındakilerin yüzüne yol kıyısında yaktıkları ateşin alevleri yansımaktaydı. Hepsinin gözlerinde yaş parlıyordu. Komu tanın da gözleri doldu. Kurala aykırıydı ama 'halkın bu yürekten isteğinden daha geçerli kural olur mu' diye düşündü. Emir verdi. Sancaktar ve muhafızlar alayın sancağını açtı. Binlerce ağızdan bir dua yükseldi: "Elhamdülillah!" Kalabalık, alayın yolu üzerinden iki yana çekildi. Sancağa be denleri ve ruhlarıyla selam durdular. Minarelerden sala sesleri yük seldi. Tabur ilerlemeye başladı. Şehir içindekiler bir yandan ağlıyor, bir yandan da bir şeyler ikram etmek için çırpınıyorlardı. Kızlar askerlerin başlarına gülsuyu, kolonya, gelin teli serpiyordu. İki kıyıda da tabyalara ilk girenler şükür secdesine kapandı lar. Aralarında Mondros Mütarekesi'nden sonra, genç subayken bu Üçüncü Bölüm 567
tabyaları ağlayarak İngilizlere teslim etmenin unutulmaz acısını ya şamış olanlar vardı. Ertesi gün sabah erkenden iki kıyıda da büyük birlikler tari he karışmış olan askersizleştirilmiş bölgelere girmeye başladılar. Kendilerine ayrılan kesimlere gideceklerdi. Gemiler Çanakkale ve Eceabat'a yanaşarak malzeme indirdi. Yerleşme ve coşku akşama kadar sürdü. Her yer bayrak içinde yüzüyordu. Yer kırmızı, gök beyazdı. İstanbul Boğazı'nın iki yanına, bütün Gelibolu'ya ve Boğaz'ın Çanakkale kıyısına el koyma işlemi sona erdi. Şehit mezarları ziya ret edildi, ruhlarına fatihalar gönderildi. Artık sessiz sedasız, gözlerden uzak, türlü savunma düzenleri alacaklardı. 451
* GÖKÇEN Yeşilköy'e gitmek için erken uyanıp hazırlanmıştı. Bugün son sınav vardı. Atatürk'ü de giyinmiş, hazır görünce şaşırdı. Atatürk "Yeşilköy'e ben de seninle birlikte geleceğim" dedi. "Teşekkür ederim. Sınav uçuşumu yakından izlemiş olursu nuz." Yeşilköy'e geldiler. Muhittin Hoca uçağın başında bekliyordu. "Sınava hazır mısın?" Kaç kez uçmuşlardı. Farklı bir uçuş olmayacaktı ki. Gökçen öyle düşünüyordu. Rahatça "Hazırım" dedi. "Ama bugünkü sınav her günküne benzemeyecek." "Anlayamadım. Yine birlikte uçacak ve sizin sorularınızı yanıt lamayacak mıyım?" "Hayır. Bugün ilk kez yalnız uçacaksın." Gökçen'in dili tutuldu. Başını çevirdi. Atatürk'le göz göze gel di. Heyecanlanacak zaman değildi. Zaten heyecanlanacak zaman da kalmamıştı. Uçağa bindi. Motoru çalıştırdı. Her şeyi unutup kendi ni işine verdi. Uçak yürüdü. Az sonra tekerlekleri yerden kesildi. Uçuyordu. Havaalanından fazla uzaklaşmadan yapılması gerekli hareketleri yaptı. Uçağa hâkim olduğunun farkındaydı. Bu güven içinde uçuşu bitirdi. İndi. Yanına ilk gelen Atatürk oldu: "Gençlere örnek olacaksın. Kutlarım. Şimdi senin için düşün düğüm şeyi açıklayabilirim. Fevzi Paşanın da onayım aldım. Dün568 Üçüncü Bölüm
yada ilk askeri pilot olacaksın. Bunun için Eskişehir Askeri Uçak Okulu'na gitmen gerekiyor/' Dikkatle Gökçen'e baktı. Gökçen esas duruşa geçti: "Emredersiniz." AKŞAM Atatürk'ün kalabalık sofrasında Mehmet Akif Bey ko nuşulmuş, saygı ve şefkatle anılmış, sofrada bulunan gazeteci ve milletvekili Hakkı Tarık Us bu konuşmalara tanık olmuştu. Araştır dı. Yakınlarının M. Akif Bey'i hastaneden Beyoğlu'nda Mısır apart manının bir dairesine taşıdıklarını öğrendi. Görmeye gitti. Amacı çok güzel olduğuna inandığı çevirinin Diyanet İşleri Başkanlığına9 verilerek basılmasını sağlamaktı. M. Akif Bey'i çok zayıflamış gördü. Üzüntüsünü belli etmeme ye çalıştı. Uygun bir dille akşamki konuşmaları anlattı. Hakkı Tarık Bey'in amacını öğrenen M. Akif Bey çeviriyi Mısır'da bir dostuna bıraktığını söyledi: j| "Yaptığımı beğenmedim. İnşallah iyi olursam yeniden bir sure çevirir, Atatürk'e takdim eder, beğenirlerse çeviriye devam ede rim/' 4' Hakkı Tarık Us "Atatürk'ün kendisi hakkında hüsnüniyet le dolu olduğunu" söyleyince M. Akif Bey heyecanlandı, doğrul maya çalışarak, "Tarık Bey.." dedi, "..Ben yemin etmem. Fakat işte yemin ediyorum, ben Milli Mücadele'de yanında bulundum, ya kından tanıdım. Vallahilazim eğer Atatürk olmasaydı, bu zafer kazanılmazdı." Hakkı Tarık Us şifa diledi, izin isteyip çıktı. İçeri M. Akif Bey'in hayranlarından Mithat Cemal Kuntay girdi. r
• • • - • I"
4513
24 AĞUSTOSTA Dolmabahçe Sarayı'nda üçüncü Dil Ku rultayı saat 14.00'te toplandı. Üyelerin ve davetlilerin dışında, 15 yabancı dil bilgini, 45 Halkevi temsilcisi ile Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin Türkoloji Bölümünden de 15 öğrenci katılıyordu. Toplantıyı Eğitim Bakanı Saffet Arıkan açtı. Kurultay Başkanlı ğına da Arıkan seçildi. İlk konuşmayı yaz tatili dolayısıyla İstanbul'a gelen Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Afet Hanım yaptı. Dil Kurumu Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen yıllık çalışma raporunu okudu. Dil çalışmalarında gözetilen amacı şöyle açıkladı: Üçüncü Bölüm 569
"Türk dil devriminin ameli dileği, yazı dili ile konuşma dili arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak, böylece Cumhuriyet Türkiyesi'nde herkesin kolaylıkla okuma-yazma öğrenmesine, okudu ğunu anlamasına, düşündüğünü yazmasına meydan açmaktır." Bu kurultayın ana konusu Güneş-Dil Tezi'ydi. Kurultay bu tezi tanıtmak için düzenlenmişti. Tez kimi eleştiriler dışında genellikle olumlu bulundu. Dile ilişkin başka bildiriler de görüşülüp tartışıldı. Dünya dil bilimi âlemine dilin kaynağı hakkında yeni bir görüş, bir öngörü sunulmuştu. Kurultay 31 Ağustos 1936'da sona erdi. Atatürk'ün katıldığı son dil kurultayıydı bu. 452
HARPOKULU İstanbul'un işgali üzerine kapanmış, Ankara'da subay yetiştirmek üzere bir subay talimgahı açılmıştı. Burayı ilk bitirenlerin büyük bölümü Sakarya Savaşı'nda şehit olmuştu. Ba rıştan sonra Harpokulu İstanbul'da eski binasında açıldı. Genel kurmay Harpokulu'nu, Cumhuriyetin başkentine, Ankara'ya almak istiyordu. Harpokulu için Ankara'da Dikmen yolu üzerinde yeni, modern binalar yapılıp döşendi, arazi ağaçlandırıldı. Harpokulu öğrencileri, subaylar, trampet ve boru takımı, ban do, sancak ve muhafızları ile Harpokulu Komutanı 25 Eylül 1936 Cumartesi günü birbirini izleyen iki katarla akşama doğru Ankara'ya geldiler, Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı, Ankara Valiliği ta rafından törenle karşılandılar. Karşılayanlar arasında halktan birçok kimse de vardı. Harpokulu istasyonun önündeki alanda yürüyüş düzenine girdi. Öğrenciler silahlıydı. Eşyaları taşıyan kamyonlar daha sonra okula gelecekti. Bando, trampet ve boru takımı öne geçti. Onla rı Komutan, karargâhı, sancak, subaylar ve öğrenciler izleyecekti. Harpokulu bir gösteri yürüyüşüne hazırlanıyordu. Sergi Evi'nin ya nından AtatürkBulvarı'naçıkacak, Sıhhıye'denDevlet M a h a l l e s i n e (Bakanlıklar) kadar, yolun iki yanma sıralanmış Ankaralıların önün den geçeceklerdi. Komutlar yükseldi. Alay yürüyüşe geçti. Trampet ve boru takı mının kısa bir gösterisinden sonra bando Harbiye Marşına başladı. Komutanla birlikte binden fazla Harbiyeli Öğrenci ve subay marşa başladılar: 570 Üçüncü Bölüm
Yıldırımlar yaratan bir ırkın Tufanları gösteren tarihlerin Kanla, irfanla kurduk biz bu Cehennemler kudursa ölmez
ahfadıyız yâdıyız Cumhuriyeti nigâhbanıyız
Yeni dökülmüş tunç heykellere benziyorlardı. Komutan ka labalığa yaklaşırken Sancağı açtırdı. Alkışlar, haykırışlar yükseldi. Kalabalık arasında yaşlı hanımlar da vardı. "Allah bağışlasın!" diye bağırıyorlardı. Herkes esas duruşa geçti, şapkalar, kasketler çıka rıldı. Küçük öğrenci erkekler ve kızlar, ellerini alınlarına götürerek sancağı askerce selamladılar. Yaşa var ol Harbiye yıkılmaz satvetinle , Göklerden gelen bir ses sana ne diyor dinle Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen Kartal yuvalarında hürdür millet seninle Harpokulu her milli törende yer alacak, duruşu, yürüyüşü, cid diliği, havası ve marşıyla Ankara'nın gururu ve sevgilisi olacaktı. 453
GÖKÇEN Eskişehir Askeri Uçak Okulu'na gitti. Erkek arka daşlarının giydiği üniformayı giydi. Aynı görevleri yerine getirecek, disiplini ve terbiyesi ile büyük saygı uyandıracaktı. Afet Hanım Cenevre'ye üzgün gitti. Atatürk'te bir sinirlilik, huzursuzluk belir mişti. Yüzünden zaman zaman bir yorgunluk bulutu geçiyordu. Atatürk 7 Ekimde sevgili Ülkü ile birlikte Ankara'ya döndü. Şimdi Hatay sorununu çözmek için çalışacaktı. Geldiği gün Başba kan İnönü ile Milli Savunma Bakanı Kâzım Özalp'i kabul etti. Uzun süre görüştüler. Konu Hatay'dı. 1921 YILINDA Fransa ile imzalanan Ankara Anlaşmasıyla Adana, Gaziantep, Mersin ve çevresindeki Fransız işgali sona eri yor, buralar anavatana dönüyordu. Hatay'ı geri almak kabil olma mıştı. Fransızlar bu konuda olağanüstü direnmişlerdi. O dönemin şartları bir anlaşmayı gerektiriyordu. Anlaşma imzalandı. Anlaş maya Hatay hakkında özel bir madde koyduruldu: "İskenderun (Hatay) bölgesi için özel bir yönetim rejimi kuru lacaktır. Bu bölgenin Türk soyundan gelen halkı kültürlerinin geUçûncü Bölüm 571
üşmesi için her türlü kolaylıktan yararlanacaktır! Türk dili orada resmi bir niteliğe sahip olacaktır. (7. madde) Kısacası Suriye'den farklı, özerk bir bölgeydi. Fransızlara geçici olarak terk edilmişti. Ama Suriye'yi yönetimi altında tutan Fransız lar, Ankara Anlaşması'na aykırı olarak Hatay'ı Suriye'nin bir parça sı gibi yönetmişlerdi. Halk da Türkiye de bundan acı duyuyordu. Tayfur Sökmen Hatay için mücadele eden kahraman bir ay dındı. Fransızlar tarafından ölüme mahkûm edilmiş, mallarına el konulmuş, bunun üzerine Anadolu'ya geçmişti. Atatürk Tayfur Sökmen'in rahat olması ve serbest çalışması için milletvekili seçil mesini uygun görmüş, Antalya'dan bağımsız milletvekili seçilmesi ni sağlamıştı. Atatürk Hatay işi ile ilgili olarak Hasan Rıza Soyak'tan da Tay fur Bey'le birlikte çalışmasını, Hatay işini dikkatle izlemesini iste mişti. Fransa üç yıl içinde Suriye'ye bağımsızlık vereceğini açıklamış tı. Alman bilgiler Hatay'ı Suriye'ye bırakacağını gösteriyordu. Atatürk ve Türkiye Fransız görüşünü kabul edebilir miydi? Atatürk 1923'te Adana'da Hatay temsilcilerine "Kırk yüzyıllık Türk yurdu, yabancı elinde esir kalamaz, günü gelecek siz de kurtulacak sınız" demişti. 9 Ekim 1936'da ilk yazılı girişimde bulunuldu. Fransa'ya bir mektup-nota verildi. Dostça bir üslupla, Fransa'nın Suriye ve Lüb nan'a tanımaya karar verdiği bağımsızlığın, halkının çoğunun Türk olduğu Hatay'a da tanınması isteniyor, bunun 1921 anlaşmasının doğal sonucu olduğu belirtiliyordu. Fransa da dostça bir üslupla, Suriye'nin bölünemeyeceği, bu nedenle Hatay'a bağımsızlık verilemeyeceği, yerel özerkliğin dikka te alınacağı yanıtını verdi. Fransa'da sık sık iktidar değişmekteydi. Sağ-sol çatışmaları hükümetleri çabuk yıpratıyordu. Milli Mücadele dönemini bilen Fransız siyasetçi kalmamış gibiydi. Yeni yönetimlerin Atatürk'ün ve Türkiye'nin sabrını ve kararlılığını hatırlamadıkları anlaşılıyordu. Atatürk 21 Ekimde Genelkurmay Başkanlığına geldi. Törenle karşılandı. Fevzi Paşa ile baş başa iki saat görüştü. Konu elbette Hatay'dı. 9
572 Üçüncü Bölüm
29 EKİM Cumhuriyet Bayramı Boğazların yeniden Türk aske rine açılması ve Hatay için harekete geçilmesi dolayısıyla çok heye canlı geçti. Ankara'da Türkkuşu'nün paraşütçüleri atladılar.!Kelebekler gibi uçuşup yere indiler. Çok alkışlandılar. * Bu yıl her zamankinden iki kat fazla uçak geçti. Aralarında Kay seri uçak fabrkikasında yapılan üç avcı uçağı da vardı. Askeri kam yonlarla çekilen 15 cm.lik ağır toplar Kırıkkale yapımıydı. Askerlerin tüfeklerinin de yenilendiği görülüyordu. Bunlar da yeni Kırıkkale tüfekleriydi. İnce uzun süngüleri güneş altında parıl parıl parlıyordu. 453
MAHMUDIYE'deki kurslar ve sınavlar da Cumhuriyet Bayramı günü sona erdi. Cumhuriyet Bayramı'nı birlikte kutladılar. Törene bucak halkını da davet ettiler. Milli bir günün nasıl kutlanacağını eğitmenlere gösterdiler. Kurs yöneticisi eğitmenlere son söz olarak dedi ki: "Telaş etmeyin, adım adım gidin, sözleriniz ve hareketleriniz ile köylünün güvenini kazanın. Sonra bilgili iş yapmanın, temizli ğin, okulun, okumanın, üretmenin önemini, yollarını, yararlarını ve Cumhuriyeti anlatırsınız. Örnek olmaya bakın." Kazananlar köylere atandı. Tonguç iki deneyli, babacan Öğretmeni Ankara'ya çağırdı. Sü leyman Edip Balkır ile Ferit Oğuz Bayır'a önemli bir görev verdi. Yeni atanan eğitmenlerin köylerine gidecek, durumu değerlendirecekler di. Eğitmenlere yardımcı olacak, bu ilk deneme başarılıysa kursları çoğaltacaklardı. §1 KASIM GÜNÜ Atatürk 5. Dönem ikinci toplantı yılını aça caktı. Salon, balkon, localar doluydu. Genelkurmay Başkam Fevzi Çakmak da locasında yerini almıştı. Atatürk'ün yapacağı konuşma nın Hatayla ilgili bölümünden bilgisi olanlar kordiplomatik loca sında Fransız Büyükelçisinin olup olmadığına baktılar! Büyükelçi locadaydı. Konuşma biter bitmez Büyükelçiliğe nasıl telaşla koşa rak durumu Paris'e telleyeceğini düşünerek güldüler. i Üçüncü Bölüm 573
Genel konulara değinen Atatürk toprak dağıtımı konusunda şöyle dedi: "Toprak Kanunu'nun bir neticeye varmasını Kamutayın yüksek himmetinden beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalı şacağı toprağa malik olması behemahal lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve imarı bu esastadır!' Hatay konusunu konuşmasının sonuna bırakmıştı. Dedi ki: "Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca bü yük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun-Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz. Daima kendisiyle dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızdaki tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler." Bütün milletvekilleri ayakta alkışlamaya başladılar. Yüzlerce din leyici de bir anlık bir duraksamadan sonra ayağa fırlayarak alkışa ka tıldı. I 454
BAŞBAKAN İktisat Bakanı Celal Bayar'ı kabul ederek bir ri casını iletti: "Doğu ve Karadeniz illerini bir de siz geziniz. Ne yapılmış, ne yapılıyor, ne yapılmıyor? Bunları saptayınız. İktisatçı gözüyle so runları bir de siz değerlendiriniz. Yanınıza gerektiği kadar uzman alınız." "Başüstüne." [ """ ; "fj Bayar hazırlığa başladı. Her şeyden önce İnönü'nün raporunu bir daha okudu. 454a
2 KASIMDA Ankara'da Hıfzıssıhha Oku lu Dr. Refik Saydam'ın konuşmasıyla eğitime açıldı. 3 Kasımda Türkiye'nin ilk barajı Ankara Çubuk Barajı büyük törenle açıldı. Çok güzel bir bahçesiyle modern bir lokantası vardı. 6 Kasımda İzmit'te Birinci Kâğıt ve Karton Fabrikası işletmeye açıldı. 574 Üçüncü Bölüm
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Refik Saydam
Çubuk Barajı Aynı gün ikinci kâğıt fabrikasının temeli atıldı. Hükümet Siyasal Bilgiler Okulu'nu da Ankara'ya almak istiyor du. Okul için Cebeci'de güzel ve geniş bir bina yaptırılmıştı. Siyasal Bilgiler Okulu öğrencileri ve öğretim üyeleri 6 Kasımda Ankara'ya geldiler, törenle karşılandılar ve yeni okullarına yerleştiler. Filyos (Zonguldak)-Irmak arası 391 km.ydi. Bu yola 'kömür yolu' adı takılmıştı. Yol bitince kömür havzası bütün Türkiye'ye bağ lanmış olacaktı. Kömür yolu adı çalışanlara özel bir şevk vermişti. 37 tünel, birçok menfez ve köprü yapılmıştı. Türk demiryollarının en uzun tüneli Batıbel tüneli de (3.344 m.) bu yol üzerindeydi. De miryolu Zonguldak'ın kömürü ile Divriği'nin demirini Karabük'te buluşturacak, gelecek yıl ağır sanayinin ilk büyük kuruluşu Kara bük Demir-Çelik Fabrikası'nın temeli atılacaktı. Sümerbank bunu sağlamaya çalışıyordu. 18 Kasım günü ilk kömür treni Ankara'ya geldi. Kaç yıllık rüya gerçekleşti. Lokomotif bayraklarla, yeşil dal larla süslüydü. İlgililerin alkışları arasında son perona girip durdu. Türkiye önemli bir adım daha atmıştı. 15 Aralıkta da 25.000 kişilik Ankara Stadyumu, Başbakan İnö nü'nün konuşmasıyla açıldı. Mimarı ünlü spor kuruluşları mimarı Vietti Violi idi. Olağanüstü güzel bir stadyum olmuştu. Spor alam yemyeşil çimendi. Alanın çevresinde atletizm pisti vardı. Maraton 455
Üçüncü Bölüm 575
koşusunu izlemek için maraton kulesi, stadyumun bir yanında açık tenis kortları ve basketbol alanları, stadyumun istasyona bakan ya nına da çok güzel bir bahçe içinde bir poligon yapılmıştı. Onun ya nında da paraşüt kulesi yapılıyordu. Geride hipodrom/geçit töreni alanı yapılmaktaydı. 25 Aralıkta Sirkeci-Edirne demiryolu, 28 Aralıkta Ereğli Kö mür Şirketi satın alındı. Ardarda eklenen eserler, yapılan işler, geri alınan milli değerler baş döndürmekteydi. MAHMUT ESAT BOZKURT ile eşi birkaç günlüğüne İstan bul'a kaçmışlardı. Beyoğlu'nda vitrinlere bakarak yürüyorlardı. Mağaza adları Türkleşmişti. Vitrinler yerli mallarla doluydu. Halk temiz giyimliydi. Yan sokaktan ansızın kara çarşaflı, yalnız gözleri ile burnu görünen bir hanım çıktı. Mahmut Esat Beyin hanımı ile burun buruna geldi. İki hanım da birbirlerinden ürktüler. Çarşaflı hanım hızla bir başka sokağa girdi. Mahmut Esat Bey güldü: "Her çağın bir giyimi var. Erkeklerde fes, kadınlarda çarşaf da ortaçağın giyimi. Fes tarihe karıştı gitti. Bütün çabalar, didinmeler ortaçağı yenmek için. Öyleyse bir gün ortaçağı temsil eden kara çarşaf da tarihe karışıra f "Ne zaman?" "Birçok yerde okullar, Halkevleri, spor alanları, çocuk bahçele ri, okuma odaları açılırsa, bu çağdaşlaşma ruhu korunursa, bu ha yat hamlesi sürerse, birkaç nesil sonra." "Yani biz göremeyiz, öyle mi?" f • "Zarar yok. Ama torunumuz görür." • "İnşallah; | ' '| • | HATAY konusu TBMM'nde görüşülmüş, hükümete destek ve rilmiş, Fransa'ya da ciddi uyarılarda bulunulmuştu. Fransa konuyu Milletler Cemiyeti'ne götürmeyi önerdi. Türkiye duraksamadan kabul etti. Haklı olduğuna güveniyordu. Tarih, anlaşmalar ve sayılar Türkiye'den yanaydı. Fakat Fransa Milletler Cemiyeti'ni etki altında bırakabilirdi. Bunu önlemek gerekiyordu. Fransa 1 Aralık tarihindeki Suriye Meclisine milletvekili seçi mine Hatay halkını da kattı. Seçimler iki dereceli yapılıyordu. Bir kaç koltuk kapma meraklısı dışında Hataylılar ikinci seçmen seçi576 Üçüncü Bölüm
mine katılmadılar. Suriye Meclisi ile ne ilgileri vardı? Zorunlu oy oranı oluşmayınca sömürgeciler ve işbirlikçi yerel görevliler biri lerini ikinci seçmen seçmek için sandıklara sahte oylar attılar. Bu yolla ikinci seçmen seçilenler birer ikişer istifa ettiler. Fransız yöneticiler ve onların anlayışındaki yerel görevliler, ikinci seçmenleri süngüler altında, gece, kamyonlara doldurarak seçim yerlerine götürdüler. Bir bölümü kaçtı. Kalanlarsa oy ver mediler. Oy pusulaları yerel görevlilerce doldurup sandıklara atıl dı. Bu sahte seçim sonunda Hatay'dan Fransızların uygun gördüğü dört kişi Suriye Meclisi'ne seçilmiş oldu. Ama Hatay bu uydurma temsilcileri kabul etmedi. Bu durumu protesto etmek için bütün Antakyalılar -Türk, Çerkez, Taşnak olmayan Ermeniler- hükümet konağına yürürlerken, seçilmiş iki sözde milletvekilinin evinden kalabalık üzerine ateş açıldı. Olay yerine koşan emniyetçiler de bu ateşe katıldılar. Halktan ölenler oldu, birçoğu yaralandı. . Manda yönetimi sıkıyönetim ilan etti. Hatay'a Türk karşıtı çeteler getirildi. Sınıra asker yığdılar. Hoybun gibi ayrılıkçı, Taşnak gibi düş man kuruluşlar, Suriye'deki ve Ürdün'deki 150'likler, kaçaklar, Cum huriyet düşmanları Türkiye aleyhine büyük bir kampanya açtılar. Paris Büyükelçisi 4 Aralık günü Fransa hükükümetine uzun bir nota verdi. Nota şöyle özetlenebilirdi: Bu olaylar karşısında Türk hükümeti kayıtsız kalamaz! Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliğine de bir telgraf çekilerek Hatay anlaşmazlığının Milletler Cemiyeti Konseyi'nin 10 Aralıkta yapacağı toplantının gündemine alınması istendi. |Dışişleri Bakanının başkanlığındaki üç kişilik Türk kurulu 9 Aralıkta Ankara'dan hareket etti. Atatürk konuya verdiği olağanüs tü önemi belirtmek için üyelerden birinin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak olmasını istemişti. Kurula danışmanlar ve uzmanlar eşlik ediyordu. Kurulu Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri yolcu etti. İstasyonu dolduran kızgın halk, "Yeni bir Montreux bekliyoruz!" diye bağır mıştı. Kurul yoldayken Başbakan İnönü Yerli Mallar Haftasını açar ken Hatay davasına da değinmiş, özetle demişti ki: "Biz İskenderun ve Antakya mıntıkasının, gelişen olaylar için de, bağımsızlığa kavuşmasını istiyoruz. Sükûnet içinde konuşabilÜçüncü Bölüm 577
mek için her şeyden önce bu mıntıkada güvenliğin sağlanmasını gerekli ve önemli buluyoruz... Bir de sorunun Suriyelilere dönük cephesini izah etmek istiyorum. Bazı Suriye devlet adamları, bu sorun vesilesiyle son zamanlarda sinirlilik gösterdiler. İskenderun ve Antakya havalisinin Suriye'den ayrılmasına itiraz ediyorlar. Biz Türklerin, Suriye'den kıymetli bir parça almak istediğimizi Arap milletine ilan ediyorlar. Bizi inciten nice acı sözler söylemekten çekinmiyorlar. Önce şunu söyleyeyim ki biz İskenderun ve Antak ya mıntıkasını hiçbir zaman Suriyelilere vermiş değiliz. O tarihte Suriye diye bir devlet yoktu bile... Milli devletimiz ilk temellerini atarken, Arap memleketlerini Arap milletine bırakmayı siyasetine esas tutmuştur. Bunu resmi olarak Milli Misak'ta ilan ettik... Suriye devletini, doğarken, sevgiyle selamlıyoruz. Fakat onun daha doğar ken Türk illerini elde etmek hevesleri göstermesini doğru bulmu yoruz... Biz Suriye'ye de Irak gibi değerli bir komşu gözü ile bakmak istiyoruz... Suriye'nin istiklale giderken, bir Türk ilinde hâkimiyet arzusu göstermesini yanlış, haksız ve çok zalimane buluyoruz. İyi komşuların içinde bulunduğu huzur havası, en cazibeli mücadele lerin verebileceği menfaatlerden üstündür." Bu olgun üslup, yeni devlet olmaya çalışan, devlet sürecinden hiç geçmemiş, bu yüzden ham kalmış Suriyeli siyasetçilere paha biçilmez bir ders niteliğindeydi. 4553
ATATÜRK İnönü ile birlikte bir kez daha Genelkurmaya geldi, l o . j n l e karşılandı. Konu belliydi: Hatay ve bu konudaki olasılıklar. Bu top lantıları elbette Fransız Büyükelçiliği de izliyor, yorumluyor ve Paris'e bildiriyordu. FRANSA ve Türkiye Konsey'de görüşlerini açıkladılar* Uzlaşma olmadı* Konsey Hatay'a durumu yerinde ince lemesi için üç gözlemci göndermeye karar verdi. Fransız delegesi hükümetinin, bu sorunun çözümüne kadar Fransa-Suriye Andlaşmasının onaylanmasını geri bırakacağını bil d i r d i. 578 Üçüncü Bölüm
Türk Kurulu Cenevre'den Paris'e geçti. Fransa Başbakanı, Dışişle ri Bakanı ve ilgililerle yapılan görüşmelerde bir sonuç elde edüemediJH Diplomatik temasların süreceği açıklanarak görüşmelere son verildi. Fransa'nın Ankara Büyükelçisi M. Ponsot da Paris'teydi. Kurulun kal dığı otele geldi ve Dışişleri Bakanı ile Hasan Rıza Bey'e şöyle dedi: "Yılbaşından sonra Ankara'ya döneceğim. Sorunun iki yanı da memnun edecek biçimde çözümü yolunda çok iyi haberler ge tireceğim." Bu olumlu mesajı alan kurul Ankara'ya iyimser döndü. La Tribuine des Nation gazetesinde Jean-Pierre Gerard imzasıyla bir yazı yayımlandı. Yazı şöyle bitiyordu: "M. Kemal Türklerinin, İskenderun Türklerini Şamlıların eline bırakacaklarına ihtimal vermek, onları tanımamak demektir." Benzer yazıların sayısı artacaktı. Basın Fransız hükümetinden önce uyanmıştı. * 4551
AFET HANIM yılın son pazar günü Cenevre'deki pansiyonda bir Çinli kızla birlikte yalnız kalmış, ötekiler kiliseye gitmişlerdi. Birden içinde büyük bir istek parladı. Koşarak odasına çıktı. Bavulundan Türk bayrağını çıkardı. Yere serdi. Başını bağladı. Sec deye vardığı zaman alnı bayrağa gelecek biçimde namaza durdu. Namaz bitince ellerini açtı, ölmüşleri, şehitler, ailesi, Türkiye ve Atatürk için uzun uzun dua etti. 456
GAZİANTEP'in 15. Kurtuluş Yıldönümü dolayısıyla Atatürk 25 Aralık günü Gazianteplilere telgraf çekti: "Türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü, Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilir" Bu telgraf Gaziantep için ikinci bir gazilik unvanı, bir istiklal madalyasıydı. HASAN RIZA SOYAK yılın son günü İstanbul'a döndü. Ata türk İstanbul'daydı. Atatürk'e Konsey ve Paris görüşmeleri hakkın da ayrıntılı bilgi sundu. Büyükelçi M. Ponsot'nun verdiği olumlu bilgiyi de ekledi. Atatürk kısa konuştu: "Peki. Bekleyelim bakalım." Uzun zaman bekleyecek gibi görünmüyordu. Üçüncü Bolüm 579
Yıl: 1937 g 1 Ocak 1937-31 Aralık 1 9 3 7
457
YENİ YILIN ilk saatleri içinde İstanbul-Edirne arasındaki hattı işleten Fransız şirketinin adamları ayrıldılar, yerlerini DDY'nin la civert elbiseli, sırmalı, kasketli görevlileri aldı. önceden planlandı ğı için hiçbir aksaklık olmadı. Şef trenden hareket memuruna kadar herkes değişti. Yalnız in sanlar değil, trendeki ve istasyonlardaki tabelalar, yazılar da değişti. Camlara ay-yıldız işlendi. Bütün bunlar gece yapıldı. Sabah ilk tren Sirkeci-Edirne postasıydı. Lokomotif süslenmiş ti. Bütün istasyonlara bayraklar çekilmişti. Türkiye'de yabancıların işlettiği bir demiryolu kalmadı. 458
KONSEYİN durumu yerinde incelemek üzere seçtiği üç göz lemci İstanbul'dan geçerek Halep'e gittiler. Biri Norveçli, biri Hol landalı, biri de İsviçreliydi. Hataylılardan ve haberalma görevlilerinden gelen bilgilere göre Fransızlar gözlemciler görmesin diye Hatay'a getirdikleri as keri birlikleri geri çekmişlerdi. Fransız subaylar, yanlarında milisler, Türk köylerini geziyor, gözlemcilere yönetimi şikâyet etmesinler diye halkı korkutmaya çalışıyorlardı. Dışişleri Bakanı Ankara'ya dönen Fransız Büyükelçisi ile gö rüştü. Büyükelçi hiçbir olumlu haber getirmemişti. "Sorunun iki yanı da memnun edecek biçimde çözümü yolunda çok iyi haberler getireceğim" dediğinden habersiz gibi konuşmuştu. Bu diplomatik oyalama öfkeye yol açtı. Başbakan parti meclisini topladı. Konu görüşüldü. Bir bildiri ile gelişmeler kamuoyuna açıklandı. Son cümle çok dikkati çekmiş ti: "Meselenin nasıl bir yürüyüş alacağını tasavvur etmenin müm kün olmadığı anlaşılmıştır" HASAN RIZA SOYAK birikmiş işler dolayısıyla Ankara'ya dönmüştü. 5 Ocak gece yarısı telefon sesiyle uyandı. Arayan İs tanbul'dan Başyaverdi. Atatürk Genel Sekreterine şu talimatı ver mişti: "Hatay'la ilgili her belgeyi ve gerekli kişileri birlikte alarak bana katılınız." 580 Üçüncü Bölüm
Başyaver, "Saat 03.00'te trenle Konya'ya hareket edecekler.." dedi, "..Başbakanı, Dışişleri Bakanını ve Genelkurmay Başkanını da Eskişehir'de buluşmak üzere çağırdı. Yol üzerindeki komutanların da bu yolculuktan bilgilendirilmelerini istedi. Yüksek sesle konuş tu. Park Otel'de. Herkesin içinde." "Sinirli miydi?" 4 "Evet. Fransız Büyükelçinin Dr. Aras'Ia konuşurken, vaadettiği iyi haberden bilgisiz gibi görünmesi Atatürk'ü çok sinirlendirdi." Hasan Rıza Soyak İnönü'yü aradı. Telefona özel Kalem Müdü rü Vedit Uzgören çıktı: "Eskişehir'e gitmek üzere özel bir tren hazırlatılıyor.'' Hatay Derneği ve konuyla ilgili Hataylılar İstanbul'daydı. Anka ra'da Hatay olaylarını yakından bilen Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer vardı. Onu uyandırdı: "Atatürk'e gidiyoruz. Hatay'la ilgili bütün önemli belgeleri ve dosyaları al. İstasyonda buluşalım." "Tamam." Hasan Rıza Bey istasyona geldi. Az sonra da Başbakan, Dışiş leri Bakanı, Genelkurmay Başkanı ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da geldi. İnönü çok gergin görünüyordu. Tren hareket etti. Kısa bir süre birlikte oturdular. İsmet Paşa Hasan Rıza Bey'e, "Yarın büyük kavga olacak" dedi., "Niçin Paşam?" "Anlamıyor musun, memleket Fransızlarla savaşa sürükleniyor." Hasan Rıza Bey, "Atatürk'ün ne kadar ihtiyatlı, dikkatli, hesap lı olduğunu bilirsiniz. Müsterih olunuz. Böyle bir olasılık yoktur. Bence bizi ve Fransa'yı daha hızlı davranmaya davet ediyor." "Bakalım, yarın belli olur." İnönü'de de, yorgunluktan, bir sinirlilik, hırçınlık belirmişti. Gün de en az on saat çalışıyor, eve de dosyalar ya da ilgililerle geliyordu. Sabah gazeteleri Başbakan, Dışişleri, İçişleri Bakanları ile Mareşal'in Atatürk'le buluşmak üzere Eskişehir'e hareket ettiklerini yazdı lar. Cumhuriyet gazetesinde de Atatürk'ün dikte ettirdiği anlaşılan bir başyazı yer almıştı. Yunus Nadi Bey'in imzasıyla Atatürk diyordu ki: "İş, Fransa'nın yeni Türkiye hakkında yoğun bilgisizliğine bıra kılsa, Hatay anlaşmazlığından dolayı milletlerarası, olmadık ve bek lenmedik olaylar çıkması işten bile değildir. Fransa'nın Suriye'deki Üçüncü Bölüm 581
[
sömürge memurları olanca kuvvet ve gayretleri ile buna hizmet et mektedirler... Yeni Türkiye'yi Suriye'deki sömürge memurlarından öğrenen bugünkü Fransa Türkiye'nin askeri kudretini yine o zavallı ve yukardan konuşan sömürge memurlarından aldığı bilgiyle ölçüp biçmekte olacak. Suriye'deki sömürge memurları nerden bilsinler ki yeni Türkiye İskenderun, Antakya ve havalisini yalnız 24 veya 48 sa atte ekstra milli kuvvetlerle işgal edebilir ve onlar nasıl takdir eylesinler ki aynı kuvvetlerle bütün Suriye'nin işgali de nihayet çok sınırlı bir zaman meselesidir. Ama denilecek ki bu Fransa ile bir savaştır, bunu Türkiye ister mi? Açık söyleyelim ki istemez fakat mecbur olduğu zaman bunu böyle yapabileceğinden emindir ve icab ederse bütün dünyaya karşı koymaya hazırdır... Fransa bu açıklamamızdan sonra da Türk dostluğunu, sömürge memurlarının manasız düşünceleri ile kaybetmekte bir sakınca görmemek yolunda devam ederse, bu tak dirde sorumluluk artık bütünüyle Fransa'ya ait olacaktır." Bu bir başyazı değil, bir ültimatomdu. Sabah Atatürk, Başbakan, Bakanlar ve Mareşal Atatürk'ün tre nindeki salonda toplandılar. Toplantı dört saat sürdü. Atatürk'ün treni Konya'ya gitmek üzere Eskişehir'den ayrıldı, Ankara treni geri döndü. Hasan Rıza Bey not defterine şu notu düştü: "İsmet Paşa sükûnet bulmuştu." ATATÜRK'ün gösterişli, her yana duyurulan yolculuğunun yankıları çok geniş oldu. Fransız Başbakanı M. Blum sorunu ele almak zorunda kaldı. Bir gazete "Türkiye'nin sabrını denemeyin" diye yazdı. Hasan Rıza Bey ne konuşulduğunu merak ediyordu. İnönü'nün sözünü ettiği büyük kavga olmuş muydu? Konuşmaları Dr. Tevfik Rüştü Aras'tan öğrendi. Tartışma olmamış. Durum her açıdan dikkatle incelenip de ğerlendirilmiş. Sorunun barışçı yollarla çözümüne devam edilmesi ama daha aktif davranılması kararlaştırılmış. Atatürk Konya-Kayseri üzerinden Ankara'ya döndü ve Bakan lar Kuruluna başkanlık etti. Bakanlar Kurulu dağılınca Hasan Rıza Bey Atatürk'ün yanına girdi. "Otur; I | Oturdu. Atatürk son yolculuğu hakkında görüşlerini sordu. Hasan Rıza Bey 'hükümetin Fransızlarla bir savaşa sürükleniriz diye korktuğunu' söyledi. Atatürk güldü: 582 Üçüncü Bölüm
"Çocuk, biz istesek bile Fransızlar Hatay için bizimle bir savaşa girerler mi hiç? Görmüyorlar mı ki bugün Fransa'nın bizzat anava tanı büyük tehlikelerle sarılı bir haldedir... Ben son yolculuğumu |gbilerek askeri bir hareketin başlangıcı gibi düzenledim. Bunu da her Sİmemlekete mensup ajanlarla dolu bir otelde başlattım. Bu ciddi bir uyarıdır. Yani çocuk ben bu hareketi memleketi savaşa sokmak için değil, tersine bir savaştan korumak için yaptım" "Ama efendim karşı taraf hakkı teslim etmemekte ısrar eder ve silaha sarılmaktan başka çare kalmazsa ne yaparız?" "Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman İngilizler İskende run'a asker çıkarmaya kalkıştılar. Oysa orası mütareke sınırı dışındaydı. Askerlerime ateşle karşılık vermelerini emretmiştim. İsken derun ve Antakya havalisi Türk elidir. Bu sınırı korumak istiyordum. Ama İstanbul hükümeti beni geri çekti. Hatay İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edildi. Ondan sonra da geri almayı başaramadık. Bu nedenle Hatay'a şahsi davam olarak bakıyorum. Sözünü ettiğin bir durumda tutacağım yolu çoktan kararlaştırmış bulunuyorum. Cumhurbaşkanlığından, milletvekilliğinden istifa edeceğim, serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla bir likte Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi bunun emin yol ları var. Oradaki mücahitlerle ve anavatandan kaçıp bize katılacak kuvvetlerle sorunu yerinde ve içten halledeceğim. İsterse Türkiye hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder, hakkımızda soruştur ma da açar. Ben Fransızların Suriye ve Lübnan'a kolayca bağımsız lık vereceklerini sanmıyorum. Biz hareketimizi oralara da yayarak Suriye ve Lübnan'ın gerçek bağımsızlıklarını da sağlayabiliriz. Ama göreceksin dava yakında istediğimiz gibi çözülecektir." Konuşmasını "öyle sanıyorum ki sabrımızın tükendiğini anla dılar" diye bitirdi. 459
BİRKAÇ GÜN sonra Atatürk'ün kardeşi gibi yakını Nuri Conker öldü. Bu haberi Atatürk'e söylemek yürek isterdi. Herkes kaçıştı. Haberi vermek Başyaver Celal Bey'e kaldı. Başyaver sakin olmasına çalıştığı bir sesle Atatürk'e acı haberi verdi. Atatürk donup kaldı. O gün kimseyi kabul etmedi, odasından çıkmadı. Acısın I Cenev re'de bulunan Afet Hanım'a yazdığı mektupta şöyle belirtti: Üçü ıuü Bölüm 583
"Hatay üzüntüsüne Conker'in ölümü acısı karıştı. Bu acının açtığı yaranın derinliğini tahmin edersin!' Arkadaşlarının sağlığını dert eder, ölümlerine çok zor katlanır dı. Günlerce bu acının etkisiyle gözleri nemli yaşadı. ATATÜRK Kurun gazetesi sahibi Asım Us'a arka arkaya beş yazı dikte etti. Yazılar Asım Us un imzasıyla 22-27 Ocak tarihleri arasında gazetede yayımlandı. Yazılar içeriği sert olan dikkatli bir üslupla yazılmıştı. Fransa'yı yönetenleri, sömürge görevlilerini şiddetle uyarıyordu. Son yazı şöyle bitmekteydi: "Davasında haklı olan Türkiye'dir, Türk'ün sözüne uyma mak, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret gösterenle rin, düşünmedikleri bir akıbetle karşılaşacaklarına asla şüphe edilemez?™* f MİLLETLER CEMİYETİ'nin şemsiyesi altında Cenevre'de gö rüşmeler yeniden başlamıştı. Fransızlar inatlaşmadan, zorluk çı karmadan uzlaşmaya yanaşmıyorlardı. Kendi tezlerinin görüşme konusu yapılması için ısrar ettiler. İktidarda sosyalist bir parti vardı ama emperyalist anlayış varlığını koruyordu. Kurul üyesi Necmet tin Sadak, Hasan Rıza Bey'e, "Emperyalist siyaset bunların milli ka rakteri olmuş" dedi. "Haklısınız." Sonunda Hatay'ın başlıbaşına bir varlık olduğu esası kabul edildi. Sonrası kolay yürüdü. Türkçe resmi dil olacaktı. Atatürk sabah ve akşam telefonla görüşmeleri izliyor ve gerek tikçe görüşünü bildiriyordu. Konsey 27 Ocak 1937 günü saat 16.00'da toplandı. Raportörün hazırladığı rapor derin bir sessizlik içinde dinlendi. Dr. Tevfik Rüştü Aras'ın ve Fransız Dışişleri Bakanının konuşmasından sonra, Roman ya, İngiltere ve Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanları ile Çin delegesi söz aldılar, anlaşmazlığın böyle dostça sonuçlanmasından duydukla rı memnunluğu belirttiler. Rapor oybirliği ile kabul edildi. Konsey Hatay'ın Suriye'den ayrı bir varlık olduğunu, bağımsız lığını onaylamıştı. ATATÜRK bir telgrafla Hükümeti kutladı. İnönü de Atatürk'e teşekkür etti, dedi ki: "Hatay davasında hükümetin takip ettiği usul 584 Üçüncü Bölüm
ve hareket yüksek şahsınızın ilham ve telkini eseridir... Derin ve engin saygılarımızı kabul buyrunuz büyük Atatürk." Haber duyulur duyulmaz Hatay'da ve Türkiye'de şenlikler, top~~| lantılar başladı. Halk bayram sevinci içinde bu diplomatik zaferi kutluyordu. Buna karşılık Suriye'de de bazı siyasetçilerin ateşlemesiyle Milletler Cemiyeti Konseyi'nin kararını protesto eden gösteriler başladı. Bazı Türklere hücum edildiği öğrenildi. Suriye de her yeni devlet gibi henüz taşkın ve hesapsızdı. Fransızlar gidince Suriye ile Türkiye ebediyen komşu olarak kalacaklardı. Türkiye deneyli bir devlet olarak, iyi komşuluğu koru mak için bu taşkınlıkları görmezden geldi. İstanbul'da Beyazıt meydanında büyük bir mutluluk mitingi yapıldı. Mitinge İstanbul'daki Hatay Derneği'nin üyeleri de katıl mışlardı. Ama ağlamaktan konuşmaları duyamadılar, konuşanları göremediler. Mitingten sonra birkaç Boğaz gemisine dolan halk Dolmabahçe önüne geldi. Marşlar, şarkılar söylüyor, "Yaşa Ata türk!" diye bağırıyorlardı. Atatürk balkona çıktı. Bütün bu zaferlerin, başarıların, sevinçlerin, bayramların yapı cısı, balkonda tevazu içinde ayakta durarak, saygıyla, sevgiyle halkı selamlayan insandı. Halinde kibir, övünme, büyüklenme, kendini farklı görmenin damlası yoktu. Bu küçük duyguları hiç tanımamış tı. Halk hayranlık ve minnet içinde baktı.f Ankara'da da Ulus meydanında büyük bir miting yapılmış, bin lerce kişi mitingten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin önün den geçerek, Meclis'i saygıyla selamlamıştı.
I
21 ŞUBAT 1937 günü Halkevlerinin kuruluşunun 5. yılı kut landı. Yeni açılan Halkevleri ile toplam Halkevi sayısı 167 oldu. Et kin üye sayısı 100.000'e yaklaşmıştı. Bu yıl 3.056 konferans, 1.264 konser, 1.549 temsil verilecek, 179 sergi açılacaktı. Kitap sayısı 100.000'i geçecek, okuyucu sayısı iki milyona yaklaşacaktı. 1.500'den fazla köye gidilecek, Halkevlerinin açtığı halk ders hanelerinin sayısı 16.000'i geçecekti. 460
Üçüncü Bölüm 585
f|
Bakırköy Halkevi yardım kolundan bir üye hanım bir misafir gününde. Bakırköy'ün yakınındaki Osmaniye köyündeki bazı aile lere yardım yapıldığını iyi niyetle anlatmıştı. Bunu duyan yardım kolu başkanı, Taş Mektep Müdürü Şükrü Kafaoğlu çok kızdı: "Nerede, kime, ne yardım yapıldığı-açıklanamaz, bununla övünülemez, bilgi verilemez, yardım yapan yaptığı yardımı hemen unu tur. Kimsenin onuru hiçe sayılamaz. Bu kurallar size anlatılmıştı." "Ama ben kimsenin adını vermedim, genel konuştum, Osmaniyeliler dedim." "Daha kötü. Bütün Osmaniyelileri aciz, yardıma muhtaç du rumda bırakmışsın." "Ah, özür dilerim." "Yardım işi gösteriş, övünme, boşboğazlık ve özür kaldırmaz. Üyeliğinizi iptal ediyorum. İyi günler."
BİRKAÇ GÜN sonra İnönü Musiki Muallim Mektebi'ni ziyaret etti. Yeni, güzel, büyük binası, yeni açılan konservatuvar sınıfları, öğretmenleri, çalışkan öğrencileri ile ciddi bir sanat ocağı olmuştu. İnönü sınıflara girdi, çalışmaları izledi. Müzik bölümü inönü'yü iyi tanırdı. Her konsere gelirdi. Görüş ve tavsiyelerinden yararlanmak için Bela Bartok, Hindemith gibi iki önemli müzisyen, opera ve tiyatro için Cari Ebert davet edilmişti. Devlet sanata bütün gücüyle destek oluyordu. inönü bütün öğrencilere seslenerek önemli bir soruna değindi: "Milli varlığın en güzel yanı olan güzel Türkçemiz en doğru ve en düzgün telaffuzunu Türk sahnesinde bulacaktır. Bunu sizden bekliyorum" Bütün dünyada böyleydi. Bir dilin en güzel, en doğru, en düz gün söylenişi eğitimli sanatçıların çıktığı tiyatro sahnelerinde işitilir, bu söyleyiş örnek alınırdı. Bazı yeni öğretmenler inönü nün bunu biliyor olmasına şaştılar. 461
ROMANYA Dışişleri Bakanı M. Antenesco Ankara'ya gelmiş ti. Dr. Tevfîk Rüştü Aras, meslektaşı için Ankara Palas'ta bir ziyafet verdi. Balkan devletleriyle dostluğa önem veren Atatürk de ziyafete katıldı. M. Antenesco ile unutulmaz bir sohbette bulundu. İyimser ve neşeliydi. Dünyaya, çağının bütün devlet adamlarından farklı, insanca, dostça bakıyordu: 586 Üçüncü Bölüm
"Hayatta tam zevk ve saadet ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, saadeti için çalışmakta bulunabilir... En mesut olanlar hiz metlerinin bütün nesillerce meçhul kalmasını tercih edecek ka rakterde bulunanlardır... İnsan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hizmet etmeye elin den geldiği kadar çalışmalıdır... En uzak bir hadisenin bir gün bize temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için beşeriyetin hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir uzvu addetmek icap eder. Bir vücu dun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün aza müteessir olur... İşte bu düşünüş insanları, milletleri ve hükümetleri karamsarlıktan kurtarır. Bencillik şahsi olsun, milli olsun, daima fena telakki edil melidir:' 20. yüzyıl kısa görüşlü, dar açılı, hırs içindeki yöneticilerle ka ranlık, kanlı bir geleceğe yürürken yeni Türkiye'nin kurucusu böyle düşünüyordu. 462
SÜLEYMAN EDİP BALKIR ve arkadaşı Ferit Oğuz Bayır eğitmenlerin atandıkları köyleri, okulları gezerek değerlendirme ye başladılar. Bazı köylere İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç da geldi. 180 km. uzunluğunda bir yol üzerinde 14 köye uğradılar. Her gittikleri köy okuluna tebeşir, defter, silgi, kalem, mürekkep gibi bazı küçük armağanlar götürdüler. Böyle bir ödenek yoktu. Parasını ceplerinden verdiler. Sonuç üçünü de çok mutlu etti. Etkilendikleri birçok sahneye tanık oldular. Eğitmenlerin atan dıkları köylere kısa zamanda bir başkalık gelmişti. Köylünün eğit menin köyü düşündüğüne inandığı belli oluyordu. Eğitmen öğleden önce çocukları okutuyor, öğleden sonra tarım işleriyle uğraşıyor, köylüye örnek olacak çalışmalar yapıyor, gece köylüyü yetiştiriyor du. Devletin yolladığı kitapları okutuyor, okuyor, haftada bir gün köyde genel temizlik yaptırıyordu. Cumartesi günü tatilin başladığı saatte bayrağı çektiriyor, köylüye selamlatıyordu. Gözü haslalıklı çocukları tedavi için şehre yollamakta, su birikintilerini yok etmek te, köyler arasındaki bozuk yolları düzeltmek için kendi de başları na geçip köylüleri çalıştırıyordu. Üçüncü Bölüm 587
-
Köylüler onun tarım, eğitim, temizlik, sağlık hakkında söyle diklerini dinliyor ve yapıyorlardı. Cumhuriyeti, uygarlığın gerekle rini öğreniyorlardı. F •' Ş Eğitmene biraz toprak ile tarımla ilgili araç gereç, türlü fidan lar verilmişti Eğitmenin bahçesi köylü için iyi bir örnek oluyordu. Okullar küçüktü, yetersizdi. Ama köylünün, önemini kavradıkça okula sahip çıkacağı anlaşılmaktaydı. Bazı yerlerde okul olarak ayrılan tek odanın yanına imece yoluyla bir oda daha eklemişler, okulu ısıtmayı üstlenmişlerdi. Ç Köylülerin önünde eğitmene saygı gösterdiler, önem verdik lerini belli ettiler. Durumunu güçlendirdiler. Devlet öğretmenin, eğitmenin, okulun yani Cumhuriyetin, uygarlığın, aydınlanmanın, temizliğin ve bilginin arkasında dağ gibi duruyordu. Sonuçlar olumluydu. Nisanda yeni eğitmen kursları açılması na karar verildi. 463
TUNCELİ'yi çevreleyen, şehrin içinden geçen ırmaklar, dereler üzerinde bazı köprüler yapılmıştı, yenileri de yapılıyordu. Başlıca yollar açılıyor, okul, sağlık ocağı, hükümet konağı, karakol, memur evleri, kışla gibi yapıların ya temelleri atılıyor, ya temelleri atılmış olan binalar yükseliyordu. Bu işler ile Sivas-Erzincan, Elazığ-Bingöl demiryolunda Tuncelililer çalışıyor, ceplerine emeklerinin karşılığı olan temiz para giriyordu. Asayişi sağlamak için ilçelere, bucaklara küçük jandarma birlikleri yerleştirilmişti. Köylülere toprak dağıtımı sürüyordu. Kaymakamlıklara, bucak müdürlüklerine ya asker, ya de neyli sivil yöneticiler atanmıştı. Halka saygıyla muamele ediyorlardı. Tunceli Valisi Alpdoğan Paşa Tunceli'yi geziyor, herkesle konuşuyor du. En kıdemli ve nüfuzlu seyit olan Seyit Rıza Efendi ile de görüşmüştü. Halk inançlarına karışılacağından korkuyordu. Yıllarca kendilerine özgü inançları yüzünden aşağılanmış, çok eski yıllarda kıyım da görmüşlerdi. Alpdoğan Paşa şimdi böyle bir şeyin söz konusu olamayaca ğım söylüyordu! Türkiye'de milyonlarca Alevi vardı. Hepsi serbestçe yaşıyor, çalışıyordu. Seyit Rıza Efendi
588 Üçüncü Bölüm
Ne var ki Seyit Rıza Efendi'yi korku basmıştı. Yüzyıllardır Tun celi'ye sızamamış olan devlet silah atmadan, usul usul Tunceli'ye girmişti. Bu gidişe göre ağalık, beylik, seyitlik yakında tümden sona erecek, silahlar toplanacak, halkı sömürme bitecek demekti. Halk belki de ağaya, beye, seyite kafa tutacaktı. Seyit Rıza Efendi başka ağaları, beyleri, seyitleri uyardı. Korkusunu anlattı. Hepsini büyük bir huzursuzluk kapladı. Bu gidişe razı mı olmalı, yoksa dev letle savaşa mı girmeliydi? Uzun konuşmalardan sonra 31 aşiret Seyit Rıza Efendi'nin gö rüşüne uydular, and içtiler. Savaşacaklardı. Koca bir memleketin orta yerinde 3-5 bin silahlının devlete isyan etmesinin hiçbir anlamı olamayacağını kestiren 18 aşiret ise bu çatışmanın dışında kalacaktı. 464
465
ANKARA'da bulunan Bursalı gençler Ankara Halkevi'nde bir Uludağ gecesi düzenlemişlerdi. Konuşmaları halk müziği ve halk oyunları izleyecekti. Gece için tiyatro salonunun yanındaki büyük salon ayrılmıştı. Geceye Bursa milletvekilleri ile Celal Bayar da katılmıştı. Prog ram gençlerin, ' y ° l d a n Atatürk'ün izini takip edeceğiz' diye yemin etmeleriyle başladı. Bayar çok etkilenmişti. Köşke telefon ederek bu olayı Atatürk'e arz etmesi için Başyavare anlattı. Gecenin ilerleyen saatlerinde Atatürk habersizce çıkageldi. Sa lon şenlik yerine döndü. Atatürk gençlerle sohbet etti, halk oyun larını neşeyle izledi, bazı Rumeli türkülerine katıldı. Ayrılmadan önce dedi ki: "Gençler, benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstle nen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençli ğe bırakacağımdan dolayı çok memnunum ve mutluyum!'**** ru
ma
TUNCELİ'de gece karanlığında sessiz gölgeler, ellerinde tüfekler, hedef olarak verilmiş olan köprüye ve karakola doğru ilerliyorlardı. Hepsi emir kuluydu. Büyükleri 'yakın, yıkın,|öldürün' diye emir vermişlerdi^Güzel Tunceli, okuldan, yoldan, sağlık ocağın dan, karakoldan, köprüden, mahkemeden korkanlar yüzünden kana bulanacaktı. 467
Üçüncü Bölüm 589
1
21 Mart 1937 gecesi Tunceli-Erzincan yolunda, Hınçak deresi üzerindeki tahta köprü, Haydaran ve Demenan aşiretinin adam larınca yakıldı. 33 jandarma öldürüldü. Kahmut'la Pah arasındaki telefon telleri kesildi. Kahmut karakolunu takviye için gönderilen jandarma birliğine pusu kuruldu. Pah bucağı karakolu basıldı. Tunceli olayı böyle başladı. Saldırıya, baskına uğrayan karakollar ve birlikler ateşle karşılık verdiler. Bazı saldırıları süngü hücumu ile defettiler. İsyancılar vurkaç yöntemi ile vuruşuyor, bunu iyi biliyorlardı. 26 Nisanda Askisor bucağındaki karakola hücum edildi. Seyit Rıza Efendi'nin emri ile Sin karakolu basıldı. 26-27 Nisan gecesi Pah yakınlarında bulunan 9. Seyyar Jandarma Taburunun Süvari Bölü ğüne baskın düzenlendi. 29/30 Nisan gecesi Palu hükümet konağı yakıldı, eşyası yağma edildi. 1/2 Mayıs gecesi Mazgirt'in kuzeydoğu sundaki Beşiktepe'de bulunan 9. Seyyar Jandarma Taburuna, 2. Jan darma Süvari Birliğine, Mazgirt Sabit Jandarma Bölüğüne aynı anda baskın yapıldı. Bir başka grup Mazgirt köprüsünü tahrip etti. Dört ilden sorumlu IV. Umumi Müfettişliğin emrinde bu sırada sadece toplam 122 subay, birçok noktaya dağılmış olarak 4.683 er vardı. Olayların genişlemesi üzerine Genelkurmay Başkanı ilk adım olarak 15 uçak yolladı. Filo 1 Mayıs günü Elazığ'a indi. Savaş pilot larının arasında, stajını yapan Gökçen de vardı. Gökçen okulda on bir ay uçucu olarak yetiştirilmiş, 1. Uçak Alayında da altı ay kadar çalışarak savaş eğitimi görmüştü. Daha diploma almamıştı. Görev diye gelmişti. Pilotlar nöbetleşe keşif uçuşları yapacak, gerektikçe asi birlikleri bombalayacaklardı. 468
469
I
ABD Büyükelçiliği olayı Washington'a şöyle bildirdi: "Türkiye'nin Doğu bölgesinde yer alan Dersim yüzlerce yıldır hükümet için ciddi problem oluşturmaya devam ediyor... Hırsızlık ve eşkıyalık yörede oldukça yaygın ve yalnız yöre insanları değil, komşu vilayetlerin insanları da bundan etkileniyor... Türk hükümeti ekono mik açıdan sorunu çözmeye çalışıyorsa da yöre insanları yollar, köp rüler, okullar vb. yapılmasına karşı koyuyor... Bölgede sahip oldukları iktidarın
elden gitmesi
uçurdular"
m
590 Üçüncü Bölüm
tehdidi
karşısında,
bütün
köprüleri
havaya
I
BAK ANLAR KURULU 4 Mayıs günü Cumhurbaşkanı Ata türk'ün başkanlığında toplandı. Toplantıya Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak da katıldı. Herkes gergindi. Hatay olayı kritik bir aşamaya gelmişti. Fransız sömürge memurları ile Suriyelilerin bazı oyunlar peşinde oldukları seziliyordu. Suriye sınırından Anadolu'ya yeniden çeteler sızdırmaya başlamışlardı. Bunlara karşı ciddi önlem almak gerekecekti. Tunceli'deki durumu değerlendirmeye geçtiler. Ağalar, beyler, seyider yazık ki Tunceli halkının bir bölümünü kandırmış, şaşırtmış, isyana sürüklemişlerdi. İki yıl sabretselerdi Tunceli, yolları, köprüleri, karakolları, okulları, sağlık ocakları, mah kemeleri, halkevleri, okuma odaları, okumaya başlayan oğulları, kız ları, toprak sahibi olmuş köylüleri, kredi verecek bankaları ile bir Batı ili gibi olacaktı. Aşiretler arası hırsızlık ve cinayet sürüp gitmekteydi. Bu kirli olaylar da sona erecekti. Kimsenin inancına karışılmıyordu. Onların inançlarına da kimse karışmayacaktı. Türkiye'de pek çok Alevi vardı. Herkes dilediği okula gidiyor, fakülteye kaydoluyordu. Kimsenin ırkı da, mezhebi de sorulmuyordu. Tuncelililer de okusalar, doktor, hâkim, memur, öğretmen, avukat, mühendis çıksalar, kaymakam, belediye başkanı olsalar, kötü mü olurdu? Ortaçağ kafası bunun ne büyük bir nimet olduğunu anlama mıştı. Onun dünyası çıkarı kadardı. Çıkarı için Tunceli'yi kana bu luyordu. Bakanlar Kurulu, 10 yılı aşan bir sabırdan sonra, Tunceli soru nunun çözülmesi için gerekli önlemlerin alınmasını kararlaştırdı. IV. Umum Müfettişlik emrindeki birlikler takviye edilecekti. Dağ savaşları için yetiştirilmiş jandarmalar, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nın iki taburu hemen savaş kesimine gönderildi. Yol, köprü, okul, karakol, sağlık ocağı yapımına ara verilmeye cek, çatışma olmayan her yerde yapımlara aynı hızla devam edile cekti. Tunceli sorununun ilacı güvenlik, iş ve eğitimdi. En çok okul Tunceli'ye yapılacak, Tunceli okur-yazar oranı en yüksek il olacaktı. .Elazığ'da yatılı bir kız okulu açılacak, yöredeki ailelerinin izin verdiği kızlar bu okula alınacak, bitten temizlenecek, giydirilecek, eğitilecek, birçok beceriyle donatılacak, meslek sahibi yapılacaklardı. Ağalar, beyler, seyitler bu güzelliklerden korkuyorlardı. 471
t
Üçüncü Bölüm 591
İSMAİL HAKKI TONGUÇ Süleyman Edip öğretmeni çağır dı, "Eğitmen kursunu iyice yaygınlaştırmadan, son açacağımız iki kursu iyice değerlendirelim," dedi, "..Nisanda başlayacak kursların • adaylarını Mahmudiye'de topluyoruz. Bir bölümü Hamidiye'ye gi decek. Orada da bir kurs açıyoruz. Senin Mahmudiye eğitim kursu nun eğitim şefi olmanı istiyorum." Süleyman Edip Öğretmen ne pazarlık etti, ne itiraz, "Başüstüne" dedi. Çünkü son hücresine kadar öğretmendi. "Mahmudiye bir kerpiç yığınıdır, sivrisinek yuvasıdır" diyen gevezeleri, cesaret kırıcıları dinlemedi, gitti. Mahmudiye ne kerpiç yığınıydı, ne de tek sivrisinek vardı. Kursun eğitim işlerinin başına geçti. Bakanlık emrine iki yar dımcı ve yeteri kadar öğretmen verdi. Tarımcılar ve veterinerler de konunun önemini anlamış, yurtsever, çalışkan insanlardı. Bir uyumsuzluk olmadı. Ankara, Afyon ve Eskişehir'den seçilen eğit men adayları geldiler. Hepsi ciddi, efendi, dikkatli, aslan gibi erkek lerdi. Süleyman Edip öğretmen not deftirine şöyle yazdı: "'Köytû çavuştan eğitmen* bir buluştur. Bence Türkiye için bu hardan, radyodan daha önemli bir buluş. Bulanlara ve bunu yürü tenlere ne mutlu" SÜMERBANK'ın yaptığı hazırlıklar sonuçlanmıştı. Karabük Demir ve Çelik Fabrikası'nın temeli 3 Nisan 1937 günü Başbakan İnönü tarafından atıldı. Fabrikartin montajı iki yılda bitecekti. İlk entegre demir-çelik fabrikasıydı. 5.000 işçi çaltşacaktı. Küçücük Karabük büyüyecek, üniversitesi bulunan bir şehir olacaktı. Çimento ve şeker fabrikalarının, kara ve demiryolu köprüle rinin, tersane, baraj ve santrallerin, radyo vericilerinin imalat ve montajını, ayrıca ilerde kurulacak Erdemir, İsdemir ve Seydişehir Alüminyum gibi büyük sanayi kuruluşlarının imalat ve montajını da gerçekleştirecek, 'fabrikalar yapan fabrika' diye anılacaktı. ERTESİ GÜN de Konya Ereğli'de Sümerbank Dokuma ve Bez Fabrikası, bayram sevinci içinde işletmeye açıldı. Şimdilik 700 ça lışanı vardı. İşçi sayısı giderek artacak, 1.500'e ulaşacaktı. Küçük ilçe kısa zamanda büyüyecek, nüfusu 70.000'i geçecek, birçok işyeri açılacaktı. 592 Üçüncü Bölüm
Devlet sadece fabrika kurmakla kalmıyor, revir, misafirhane, lokanta, spor alanı, çayhane, kantin, bahçe ve lojmanlar da yapıyor du. İlerde bir ilkokul da açacaktı. Bunlar devletin halkçı (sosyal) niteliğinin gerekleriydi. Atatürk sadece güvenlikten ve adaletten sorumlu, çıplak bir devlet kurma mıştı. Türkiye Cumhuriyeti, halkı için 'devlet babaydı. Devlet halk için vardı. BU GÜNLERDE Cenevre'de karma bir bilim kurulu, bağımsız lığı kabul edilmiş olan Hatay'ın statüsünü ve anayasasını hazırlama ya çalışıyordu. Kurul İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı uzmanlardan oluşuyordu. Kurulda Türklerin ve Fransızların da temsilcisi vardı. Türkiye'nin hazırladığı anayasa tasarısı Atatürk'ün başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'nda görüşülmüş ve uygun bulunmuştu. Ortak çalışmayla statü, anayasa ve sınırları gösteren belge ke sinleşti. Konsey Mayıs ayının son gününde, kurulun hazırladığı sta tüyü, anayasayı ve sınırları gösteren belgeyi kabul etti. Aynı gün Türkiye ile Fransa bir andlaşma imzalayarak, Hatay'ın toprak bü tünlüğünü birlikte güvence altına almayı kabul ettiler. Anayasa 29 Kasım 1937 tarihinde yürürlüğe girecekti. 15 Nisan 1938 tarihine kadar Hataylılar iki dereceli seçimle Hatay Meclisi'ne 40 üye seçeceklerdi. Türkiye-Suriye sınırı zaten sorunluydu. Suriyeliler ile Fransız sömürge görevlileri, bağımsızlık tarihine kadar, Türk çoğunluğu nu bölmek, seçimi etkilemek, yandaş milletvekillerinin seçilmesini sağlamak için Hatay'da türlü sorunlar çıkarmayı, fırıldaklar çevir meyi de sürdüreceklerdi. TÜRKİYE 1918'den beri hızla, inanılması zor bir süreçten geçiyordu. Bu yüzden birçok şey ancak zamanla idrak ediliyordu. Bunlardan biri de 19 Mayıs günüydü: Atatürk ve arkadaşlarının Samsun'da mübarek Anadolu toprağına ayak bastıkları uğurlu gün. Atatürk yer yer başlamış olan küçük dirençleri birleştirecek, bağımsızlık bayrağını açacak, yorgun halkı ne kadar süreceği bi linmeyen yeni bir savaşa davet edecekti. Hem de kimlerle savaşa? Dünyanın yarısından çoğuna egemen olan emperyalistler ve onun yardakçılarıyla. Halk bu çetin savaşı kadını erkeği, köylüsü şehirlisi, genci yaşlısı ile göze alacak, dört yıl, dört cephede, yokluk içinde dövüşecek ve sonunda emsalsiz bir zafere, kurtuluşa ulaşılacaktı. Üçüncü Bölüm 593
19 Mayıs bu büyük destanın ilk dizesiydi. Biri bugünün önemini hatırlatınca, Eğitim Bakanlığı Atatürk'ün onayını alarak, harekete geçti. 1937 yılının 19 Mayıs günü, Ankara Stadyumu'nda ilk 19 Mayıs Gençlik Bayramı kutlandı. Bayramı İçişleri Bakanı Şükrü Kaya günün anlamını ve değerini açıklayan bir konuşma ile başlattı. Selim Sırrı Tarcan İstanbul'da birkaç kez spor günü düzen lemişti. Milli Mücadele dönemi sırasında Ankara'da da okullar ve askeri birlikler jimnastik ve spor gösterileri yaparlardı. Bütün bi rikim buydu. Bayramı düzenleyenler bu birikimin üzerine çeşitli buluşlar ekleyerek, bu büyük spor gününü güzelleştirip zenginleş irdiler. Halk bu kadar çok ve güzel gösteriyi bir arada hiç görmemisti. Gençleri ve onları yetiştiren öğretmenleri coşkuyla, iftiharla, gururla alkışladı. 19 Mayıs zamanla en büyük ve anlamlı bayramlardan biri ola cak, gençlik gösterileri gelişecek, bütün şehirlere yayılacaktı. 472
TÜRK TARİH KURUMU Eylül ayında İstanbul'da toplanması kararlaştırılmış olan tarih kongresi ile ilgili hazırlıkları sürdürüyor du. Türk tarih tezini destekleyecek büyük bir sergi açmayı da tasar lamışlardı. Atatürk bu tasarıyı onayladı. Bu kongreye birçok yabancı bilim adamı davet edilmiş, 46'sı gel meyi ve bildiri vermeyi kabul etmişti. Türk tarih tezi, sergiyle bir594 Üçüncü Bölüm
likte, bu kongrede dünya bilim âleminin ilgi ve değerlendirmesine sunulacaktı. Arkeolojik kazılar da başlamıştı. Onların sonuçları da açıklanacaktı. İkinci Kongre böylece milletlerarası büyük bir bilim toplantısı niteliği kazanmıştı. MAYIS ayının sonunda Türkiye'ye Arap dünyasından bir misa fir geldi. Ankara Ürdün Emiri Abdullah'ı törenle karşıladı. Eski Hi caz Emiri Hüseyin'in büyük oğluydu. Kardeşi Faysal Irak Kralıydı. Emir Abdullah İstanbul'da eğitim görmüş, 1908 Jöntürk hareketine katılmıştı. Güzel Türkçe biliyordu. Çankaya Köşkü'nde Atatürk'ü ziyaret etti. Sonra istanbul'a gitti. Emir Abdullah İstanbul'da Beylerbeyi Sarayı'nda misafir edildi. Vali Muhittin Üstündağ Emir'in İstanbul'u ge zip özlemini dindirmesine yardımcı oldu. Atatürk Emir'in Ankara zi yaretini karşılıksız bırakmadı, İstanbul'a gelerek Emir Abdullah'ı ziya ret etti, Emir'e bir Türk müziği ziyafeti verilmesini emretti. Atatürk'ün inceliği ile seçkin sanatçıların verdiği konser Emir Abdullah'ı çok duy gulandırdı, konser boyunca gözlerinden sakalına ip gibi yaş indi. ATATÜRK iki gün sonra İzmir vapuru ile Trabzon'a hareket etti. Gemi iskele karşısında demirledi. Sandallar gemiyi sardı. Bü tün yöneticiler bir motorla gelip gemiye çıktılar, Atatürk'e 'hoş gel diniz' dediler. İskele ve çevresi bir mahşerdi. Şehir ayaktaydı. Çevre illerden de birçok gelen olmuştu. Trabzonlular Soğuksu'da bulunan beyaz, çok güzel bir köşkü Atatürk'e armağan etmişlerdi. Akşam yemeği burada yendi. Atatürk ertesi gün Valiliği, Belediyeyi, Halkevini, Mevki Ko mutanlığını ziyaret etti. III. Umumi Müfettişlikte bütün yönetici ler, çevreden gelen Valiler, kurul üyeleri, çeşitli kuruluşların tem silcileri ile büyük bir toplantı yaptı. Bölgenin sorunları konuşuldu. Görevliler not alıyorlardı. Herkes ezilip bükülmeden, çekinmeden, bütün sorunları açık lıyor, yanlış yapılmış işleri eleştiriyor, eksikleri belirtiyordu. Bu rahatlık, özgür hava Atatürk'e büyük bir huzur ve güven verdi. O çekingen, ürkek, kırtasiyeci, iktidar dalkavuğu yönetici tipi gitgide azalıyordu. Yakında hiç kalmayacaktı. Üçüncü Bölüm 595
Toplantıdan sonra Köşke döndüler. Atatürk kaç zamandır düşündüğü, konuştuğu bir şeyi gerçekleştirdi, o güzel hava içinde arkadaşlarına, "Mal-mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime bağışlamakla mutluluk duyacağım" dedi, Başbakan İnönü'ye bir telgrafla 'bütün çiftliklerini, milletçe armağan edilmiş evleri, her şeyini millete bağışladığını' bildirdi, 'gerekli kanuni işlemlerin ya pılmasını'diledi. Çok hafifledi. Halk Köşkün bahçesinde şenlik yapıyordu. Bah çeye çıkıp bu şenliğe katıldı, milli oyunlar oynadı, türküler söyledi. 12 Haziran 1937'de Meclis Atatürk'e teşekkür etti. Atatürk o gün halkın sevgi gösterileri arasında Trabzon'dan ayrıldı. Bir daha Trabzon'u göremeyecekti. Son, usul usul, sinsice yaklaşıyordu. 4723
TUNCELİ'de parça parça çatışmalar sürüyordu. Önce Fevzi Çakmak uçakla geldi. Durumu değerlendirdi. Uçaklarla Türkçe, Zazaca, Kürtçe ve ayrıca eski yazı ile bildiriler atılarak Tuncelililer uyarılmıştı (özet): "İçinizde bazıları şahsi menfaatleri için sizi kurban ediyor, .umhuriyet hükümeti bu gerçeği bildiği için sizlere son ihtarını yapıyor: Sizi ayaklandırmaya çalışanları Cumhuriyet hükümeti ne teslim ediniz veya onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Bu suretle hiçbirinizin burnu kanamayacaktır. Aks* ikdirde, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Bu bildiriyi 24 saat çoluk ve çocuğunuzla birlikte okuyun, düşünün ve çabuk cevap verin. Yoksa hiç istemediğimiz halde kuvvetlerimiz harekete geçecektir. Devlete itaat gerekir." Bir bölüm isyancı teslim oldu. Kalan çoğunluk isyanı sürdürdü. Ağalar öyle istiyor, orduyu yenebileceklerini, eski düzenlerini sürdü rebileceklerini, Dersim'de hüküm sürebileceklerini hayal ediyorlardı. Bu hesapsız hayal nice Tuncelililerin ve askerin canına mal olacaktı. Savaşı Bahtiyar aşireti reisi Şahin Ağa yönetiyor, kendisine Alişir Efendi yardım ediyordu. Birlikler bir yandan isyancılarla çatışıyor, bir yandan da silah topluyordu. 596 Üçüncü Bölüm
Başbakan İnönü de Dr. Refik Saydamla birlikte 19 Haziran da Elazığ'a geldi. Ertesi gün Tunceli'ye geçti. İsyan dışında kalmış halkla görüştü. Çok saygıyla karşılandı. Askeri birlikleri ziyaret etti. 22 Haziranda Ankara'ya döndü, durumu Atatürk'e arz etti. Çetin arazi şartlarına rağmen isyan kışa kalmadan bastırılırdı. İsyan dı şında kalan halkın devletle bir sorunu yoktu. Birliklere yeni bir düzen verildi. Bütün birlikler 24 Haziranda arama ve tarama için her yanda harekete geçtiler. Hedef, isyanı çıkaran ve yürüten etkili altı aşiret reisi idi. Bunlar yakalanmamak için yer değiştiriyorlardı. Ama nerede oldukları kısa sürede belirle niyor, çember içine alınıyorlardı. Alişir Efendi ile Bahtiyar aşireti Reisi Şahin Ağa'yı hemşerileri öldürdü. Dört reis ordu tarafından yakalanarak adalete teslim edildi. ^ Yakalanamayan bir kişi kalmıştı: Seyit Rıza Efendi. 473
474
475
IRAK'ta ingiliz üsleri duruyordu. İngiltere Irak dış siyasetinde söz sahibi idi. Irak bir denge sağlamak ümidiyle Türkiye ve iran'a saldırmazlık andlaşmaları yapmayı önerdi. Irak'la İran arasında toprak ve mezhep anlaşmazları da vardı. Türkiye, ayrı ayrı saldırmazlık andlaşmaları yapmak yerine, Türkiye, İran ve Irak arasında, Balkan Paktı gibi bir pakt imzalan masını önerdi. Görüşmeler sonunda andlaşmaya Afganistan'ın ka tılması da kararlaştırıldı. Dört devletin yetkili temsilcileri Tahran'da, Şah'ın yazlık Sadabat Sarayı'nda 8 Temmuz 1937 günü Sadabat Andlaşması'nı imza ladılar. Bu dört ülke arasında tarihte ilk kez bir dostluk andlaşması imzalanıyordu. ATATÜRK'ün sağlığında bazı sorunlar belirmişti. Kaşınma başlamıştı. Neden olarak karıncalar ileri sürüldü. Köşk ilaçlandı. Atatürk'ün zaman zaman burnu da kanıyordu. Oldukça sinirli, hatta alıngan, fazla titiz olmuştu. Afet Hanım yaz tatili dolayısıyla Türkiye'ye dönmüştü. Onun sakin, vakur, huzur veren varlığı Atatürk'e iyi geldi. Afet Hanım'ın yeni Türkiye'yi tanıtmak için yaptığı çalışmalar, verdiği konferanslar, tarihle ilgili araştırmalar da Atatürk'ü gururlandırıyordu. Şimdi de İkinci Tarih Kongresi için hazırlanan büyük sergiyle ilgilenecekti. 476
Üçüncü Bölüm 597
Atatürk İnönü ve Çakmak ile Çerkezköy'e gelerek büyük Trak ya manevralarını izledi. Çorlu ve Lüleburgaz'daki askeri birlikleri ziyaret etti. Gördüğü düzen ve başarı Atatürk'e can verdi. Kimsenin aklına kaşınmanın, burun kanamalarının, gittikçe duyarlı olmanın bir hastalığın, mesela sirozun belirtileri olduğu gelmiyor, Atatürk'e bir hastalık kondurulmuyor, yakıştırılmıyordu. Durmadan çalışmasına, yorgunluğa bağlanıyordu. GÖKÇEN pilot okulunda her çeşit uçağı kullanmayı öğrenmiş, 1, Uçak Alayında da altı ay savaş eğitimi görmüştü. Son sınavlar Temmuz ayı içinde başladı ve sona erdi. Gökçen bütün sınavlarda başarılı oldu. Artık dünyanın ilk askeri kadın pilotuydu. 30 Ağustosta diploma töreni yapıldı. Törene Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan, Rukiye ile eşi, Orgeneral Fahrettin Altay da katıldılar. Eskişehir'e Atatürk'ün Özel treni ile gelmişlerdi. Tören Uçak Okulu'nda yapıldı. Okul Komutanı, sonra 1. Ordu Komutanı Orgeneral Fahrettin Altay konuştu. Övüldüğü için Gökçen de bir teşekkür konuşması yaptı. Atatürk de telefonla kutladı. Tören gecesi büyük uçak hangarında bütün havacıların katıldı ğı büyük bir balo verildi. Bütün gazeteler, birçok yabancı gazete, ilk askeri pilot Gökçen'le ilgili yazılar ve fotoğraflarla dolup taşacaktı. Gökçen 1. Uçak Alayına pilot olarak atandı. Erkek arkadaşla rından ayırt edilmeden, eşitlik içinde görevlerini yerine getirecekti. SEYİT RIZA EFENDİ iki adamıyla çemberden sıyrılmayı ba şardı. 75 yaşındaydı!Düşmemek için kendisini atın semerine bağ lattı. Başını örttü. Böyle yol aldılar. Niyeti Erzincan çevresindeki dost aşiretlere sığınmaktı. Ordunun her yere girebileceği anlaşıl mıştı. Kuzeye doğru ilerlediler. Bir köprüyü geçerken askerlerin dikkatini çektiler. Askerler çevrelerini sardı. İt T/* I
•_•
r%tf
Kimsiniz? Seyit Rıza Efendi kurtuluş olmadığını anladı. "Seyit Rıza dedikleri benim. ' Tutanak tutuldu. Yanındakiler de birlikte gelmek istediler ama askerler izin vermedi: "Siz geri dönün. Biz götürürüz? 1
598 Üçüncü Bölüm
Seyit Rıza Efendi Erzincan'a sevk edildi. Oradan da yargılan mak üzere Elazığ'a yollanacaktı. Durum Ankara'ya bildirildi. Ordu silah toplamaya devam ediyordu. Bu işlem 19 Ekime ka dar sürdürülecek, kış yaklaştığından hareket durdurularak, birlik ler garnizonlarına dönecektir. 477
İKİNCİ Türk Tarih Kongresi İstanbul'da toplanacaktı. Atatürk bazı yakınlarına bir veda yemeği verdi. İnönü baş davetliydi. Ertesi gün İstanbul'a Atatürk'le birlikte gideceklerdi. , Atatürk ile İnönü bazı konularda farklı düşünür, baş başayken tartışır, kavga eder ama bunu asla sorun yapmaz, birbirlerine son suz bir güven içinde ilişkilerini sürdürürlerdi. Bu gece İnönü yorgun ve sinirliydi. Hiç yapmadığı bir şey yap tı, yemekte Atatürk'le ters ters konuştu, herkesin içinde Atatürk'e nazik olmayan yanıtlar verdi. Özür de dilemedi. Atatürk sofradan ayrıldı. Gece böyle bitti. 478
ERTESİ GÜN trende ikisi yalnız kaldılar. İnönü gece düşünmüş, çok pişman olmuştu. Çok üzgündü. Ağlayacak halde idi. Atatürk'ün gönlünü almak istiyordu, "Çok mustaribim, bilmiyorum nasıl oldu" dedi. Atatürk sakindi, "Şimdiye kadar beraber çalıştığımız zaman larda çok kavga etmişizdir.." dedi, "..Ama hiç bu kadar açıktan, bu kadar sert olmamıştı" Sonra sordu: "Ne düşünürsün?" İnönü bu soru üzerine uyandı. Her zamanki gibi akşamki olay da unutulup geçilecek diye düşünüyordu. Bu soru ayılmasını sağladı: "Bir şey düşünmedim. Ne emrederseniz öyle yaparız." "Çalışmamıza bir ara verelim." "Hay hay, size müteşekkir olurum. Gerçekten çok yorgunum." Şekli nasıl olacak? it Hastalık."
İnönü özür diledi: Üçüncü Bölüm 599
"Çok yorgunum, gidip yatayım." "Peki. Kararımızı gizli tutalım" "Olur" f "Kimi düşünürsün? İnönü bir ad vermekten kaçındı: "Mazur gör, kimseyi söyleyemem" "Celal Bayar?" "Çok münasip, isabetli olur." Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Cumhurbaşkanı-Başbakan ola rak 14 yıl sürmüş olan yazgı birliği sona eriyordu. Dostlukları sü recekti. ' 479
İKİNCİ TARİH KONGRESİ 20 Eylül 1937 Pazartesi günü saat 15.00'te Dolmabahçe Sarayı'nda başladı. Kongrede 97 bildiri sunulacaktı. 46'sı yabancı bilim adamları nın bildirileriydi. Yabancı dilde hazırlanmış bildiriler hemen çevri lecek ve broşür halinde dağıtılacaktı. Kongreye Türk Tarih Kurumu üyelerinden başka, öncelikle üniversite öğretim üyeleri ile ortaokul, lise, öğretmen okulları öğ retmenleri ve müze müdürleri katıldılar. Kongre kadar önemli bir olay da sarayın büyük salonunda ha zırlanan görkemli sergiydi. Atatürk sabah önce sergiyi, sonra da re sim galerisini açmıştı. Sergide tarih öncesinden başlayarak Türkistan, Iran, Sümer, Anadolu, Mısır, Miken, Girit, Babil, Yeni Babil, Hitit, Frik, Asur, Grek, Etrüsk, Roma, Bizans, Atlı Kavimler, Hun, Avar, Uygur, Selçuk ve Osmanlı uygarlıkları, çeşitli harita, pano, fotoğraf, mulaj, maket, seramik, silah, aygıt, süs ve başkaca eserlerle canlandırılmıştı. Alişar, Pazarlı, Alacahöyük gibi kazılarda bulunan türlü eserlere de yer verilmişti. Serginin son bölümü Cumhuriyet dönemine "ayrılmıştı. Türkiye müzelerinde bulunan eserlerden başka, Ortadoğu, Avru pa ve Amerika'nın en tanınmış müzelerinden eserler, orijinal ya da kopya olarak getirtilmişti. Fransa'dan, İtalya'dan, Macaristan'dan, ingiltere'den, Mısır'dan, Irak tan, Irandan, Amerika dan ve Rusya dan belli başlı tarihi eserlerin kopyaları özenle yapılarak yollanmıştı. Sergi Kongre sırasında da, sonra da büyük ilgi görecekti. Türk Tezi'nin somut anlatımıydı. Atatürk, serginin bozulmamasını, hal kın ve okulların yararına sürekli açık bulundurulmasını emretti. 480
600 Üçüncü Bölüm
?İ
Kongreyi Atatürk, solunda İnönü ile birlikte izledi. İnönü kü çük bir kâğıda şöyle yazarak Atatürk'ün önüne kaydırdı: "Demek bana çok dargın değilsin!* Atatürk yazılı olarak şu yanıtı verdi: "Hayır, her şeyi unuttum. Bildiğin gibi arkadaşım, kardaşımsın » 4 8 1 Bildiriler Türk Tarih Tezi'ni destekliyordu. Bu kongre Atatürk'ün katıldığı son tarih kongresiydi. 482
İNÖNÜ bir dilekçe ile şiddetli sürmenajdan dolayı dinlenmek için bir buçuk ay izin aldı. Cumhurbaşkanlığı bu isteği uygun gördü. Başbakanlık vekilliğine İktisat Bakanı Celal Bayar atandı. İnönü, Atatürk ile aralarında kararlaştırdıkları gibi bir buçuk ayın sonuda, 25 Ekimde Başbakanlıktan istifa edecek, yerine Bayar asaleten atanacaktı. Bu beklenilmez değişimler her çevrede şaşkın lıkla karşılandı. 4823
ATATÜRK Ankara'ya dönmüştü. Ülkü her gün biraz daha şirinleşiyor, pek güzel konuşuyor, Atatürk'ü oyalıyor, eğlendiriyor, mutlu ediyordu. Ressam Ihap Hulusi Atatürk'ü Ülkü'ye harfleri öğretirken göste ren bir resim yapmıştı. Bu güzel resim uzun yıllar alfabenin kapağı oldu. Şımarık Foks Atatürk'ün elini ısırdığı için köşkten uzak laştırılmıştı. Gökçen bazı hafta sonları Eskişehir'den geliyordu. Afet Hanım daha Cenevre'ye git memişti. EKİM ayında ikinci Ordunun Ege manevraları başladı. Ata türk 8 Ekimde Ankara'dan törenle ayrıldı. İnönü'yü de birlikte götürüyordu. inönü'nün kredi aracılarına, rüşvetçilere, yiyicilere açtı ğı amansız mücadeleyi bilen Atatürk bunların sevinmelerine fırsat vermedi. Herkese sürekli 'dostluğumuz, kardeşliğimiz sürüyor' me sajını verecekti. Ege manevralarının her aşamasında İnönü ile beraber buluna cak, Nazilli'ye de birlikte gideceklerdi. Üçüncü Bölüm 601
Nazilliye giderken: Afet Hanım, Atatürk, Fevzi Çakmak, Celal Bayar, İnönü
MANEVRA sürerken 9 Ekim günü Sümerbank Nazilli Kombi nasının açılışı yapılacaktı. Atatürk, İnönü, Bayar, Çakmak, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Afet Ha nım, Sümerbank yetkilileri ve bazı arkadaşları ile Nazilliye gelerek, kombinayı açacaktı. Güzel bir yurt parçasından geçerek Nazilli'ye ulaştılar. Atatürk'ü ve gelenleri Nazillililer, pamuk üreticileri, çevreden ge lenler istasyonda coşkuyla karşıladılar. Atatürk yolun iki yanındaki halkın alkışları arasında önce Halkevine gitti. Sonra kombinaya ge lindi. İlk binaya küçük çocukların çapraz tuttukları pamuk dalları altından geçerek girdiler. Bir masanın üzerinde kırmızı-beyaz kurdelelerle bağlanmış bez ve basma topları konulmuştu. Bunlar ilk ürünlerdi. Duvarda kombina tam bittiği zaman alacağı biçimi gösteren büyük boy bir plan vardı. Önce Nazillililer adına bir konuşma yapıldı. Sonra Bayar kom bina hakkında bilgi verdi. Konuşmadan sonra fabrikanın birörnek işçi elbiseleri giymiş kadın ve erkek işçileri geçit yaptılar. Bu geçite Kayseri kombinasının sporcuları da katıldı. Sonra ilk üretim bölümünün önüne gelindi. Atatürk verilen bir anahtarla kapıyı açtı. İçeri girildi. Burası pamuğu iplik yapan birçok iğ makinesiyle doluydu. Tezgâhların başında işçiler bekli 602 Üçüncü Bölüm
yorlardı. Derin bir sessizlik vardı. Fabrika Müdürü, "İşlemek için emrinizi bekliyorlar" dedi. Atatürk işaret verdi. Bütün makineler birden çalışmaya başladı. Fabrikayı makinele rin müziği doldurdu. Atatürk bir süre bu müziği dinledikten sonra "İşte halka refah verecek sesler" dedi. Sonra öteki bölümleri gezdiler. Nazilli Kombinası da Sümerbank'ın yeni ve büyük bir eseriydi. Edirne'den İğdır'a kadar halk Anado lu zevki dikkate alınarak çizilip renk lendirilen bu basmaları alacaktı. Atatürk, İnönü, Bayar, Çakmak ve birlikte gelenler Nazilli'den sonra çeşitli kesimlerde manevrayı izlediler. Çakmak büyük geçit töreni için kaldı. Atatürk, İnönü ve ötekiler 12 Ekimde Ankara'ya döndüler. 483
BU TARİHTE Ela zığ'daki Ağır Ceza Mahke mesinde Seyit Rıza Efendi, ağalar, beyler ve öteki sa nıkların yargılanmalarına başlandı. Sanıkların kimlikleri saptandıktan sonra ifa deleri alındı. İfadelerine göre hiçbirinin bir kusu ru, yanlışı yoktu. Hepsi Sanıklar masumdu. Hiçbiri devlete karşı değildi. Biri bile devlete karşı çıktıklarını, savaştıklarım, yeni lip yakalandıklarını söylemedi. Bazı tanıklar çok yakınları idi, onlar konuşmaya, olayları anlatmaya başlayınca paniklediler. İnkâr ederek işin içinden çıkamayacaklarını anlamaya başla* dılar. Üçüncü Bölüm 603
25 EKİMDE İnönü'nün istifası üzerine Celal Bayar'ın Başba kanlığında yeni hükümet kuruldu. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Refik Saydam değiştirilmiş, yerine Aydın milletvekili Dr. Hulusi Alataş atanmıştı. Bu olay Sağlık Bakanlığında üzüntü yarattı. Bakanlar Kurulu son İnönü hükümetinin devamı niteliğindey di. Köklü bir değişim uygun bulunmamıştı. 484
GÖKÇEN'den Afet Hanım'a Ablacığım, İstanbul'da tarih sergisini gezdim. Bayıldım. Müthiş bir sergi. Senin de emeğin varmış. Kutlarım. Cumhuriyet Bayramı yine sevinç içinde kutlandı. Ben de tö rende uçağımla akrobasi hareketleri yaptım. Dönüyor, pike yapı yor, yükseliyor, taklalar atıyordum. Yere yaklaştıkça halkın heyecan içinde bağırışlarını duyuyor, onlara el sallıyordum. Beni görüyor ve coşuyorlardı. Son olarak Atatürk'ü ve şeref tribününü selamlaya caktım. Uçağım neredeyse yere değecekti. Atatürk tribünün önünde ayakta duruyordu. Tam önünden geçerken selamımı verdim. Sonra havaalanına indim. Uçağı değiştirdim. Tören için geçecek filonun başında yerimi aldım. Ankara ve Eskişehir'den kalkan uçaklar iki şehir arasında havada buluşup üçer üçer tören düzenine giriyorlar. Bu çok heyecanlı oluyor. Sıra tankların geçişine geldiği zaman tam şeref tribününün üzerinden geçilmesi gerekiyor. Her şey saniyelerle hesap ediliyor. Uçaklar birbirlerine çok yakın uçuyorlar. Dönüşte bütün alay mensupları dönenleri bekliyor, uçaklar inerlerken alkışlıyorlar. İyi ki havacı oldum. Yine yazacağım. Özlemle. ANKARA PALAS'taki Cumhuriyet balosu görkemli oldu. Gi yim kuşam, düzen, ikram, hizmet, orkestra, her şey mükemmeldi. Atatürk baloya her zamanki gibi ilerleyen saatlerde katıldı. Al kışlarla karşılandı. Bazı davetlilerle ayak üstü konuştuİRomen Baş bakanı vardı. Misafir Başbakan, İran Dışişleri Bakanı, İngiliz, Fran sız ve bazı Büyükelçilerle bir arada oturdular. Ankara'da bulunan Ruşen Eşref Ünaydın'ı da yanlarına çağırdı^Fransı^Büyükelçisine bir şey söyleyecekti, bunun tam söylediği gibi çevrilmesini istiyor du. Fransız Büyükelçisi M. Henri Ponsot'ya dedi ki: 604 Üçüncü Bölüm
"Ben toprak büyütme dileklisi değilim. Barış bozma alışkan lığım yoktur. Ancak anlaşmaya dayanan hakkımızın istekçisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam, ye rimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem, yenilirsem bir dakika yaşayamam?** M. Ponsot donup kaldı. Hükümetinin ve Suriye'deki Fransız yöne ticilerinin sorunun önemini kavradıklarına güvenemiyordu. Sorun hiç beklenilmeyen bir sonuca gidebilirdi. Bir şey yapması gerekiyordu. s
BAYRAMIN ERTESİ GÜNÜ Ankara bir ek bayram daha yaşadı. Eski Ankara istasyonu yerine Ankara Garı, geliş-gidişe engel olma mak için parça parça yapılmaktaydı. Ekim sonunda tamamlandı. 30 Ekim günü Ankara Garı büyük bir törenle hizmete açıldı. Büyük girişi, şeref salonu, bekleme salonları, bol gişeleri, lo kantası, büfeleri, bagaj kabul yeri ve üç peronu, peronları birbirine bağlayan altgeçit ve birçok manevra yolları ile modern, güzel, baş kente yakışır bir istasyon olmuştu. Aynı anda üç katar girebilir ya da hareket edebilirdi. Milli Mücadele sırasında Atatürk'e karargâh ve ev olmuş olan direksiyon binası gar içinde korunarak milli tarihe saygı gösterilmişti. Yanına da Gar Gazinosu diye anılacak bir gazino binası ve çok güzel bir bahçe yapılmıştı. Gazino, kapalı kışlık salonu ve yazlık gü zel bahçesiyle büyük Avrupa şehirlerindeki nitelikli, zengin prog ramlı gazinoları aratmayacaktı. 486
Gar gazinosu, gar meydanı ve Ankara Garı Üçüncü Bölüm 605
1 KASIM günü Atatürk beşinci dönemin üçüncü çalışma yı lını uzun bir konuşma ile açtı. Kimsenin aklına bu konuşmanın Atatürk'ün Meclis'teki son konuşması olacağı gelmiyordu. Atatürk birçok konuya değindi, yeni hükümete yol gösterdi: "İleri hükümetçiliğin şiarı, halkı kudretine olduğu kadar şefka tine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük küçük bütün Cum huriyet memurlarında bu zihniyetin en geniş ölçüde inkişafına önem vermek çok yerinde olur." •••
"Emniyet ve hak işleriyle ilgili usullerde ve kanunlarda, kolay lık, çabukluk, açıklık ve kesinlik esas olmalıdır." «• •
"Memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir mahiyet alması. Büyük çiftçilerin, çiftlik sahiplerinin işletebileceekleri arazi genişliğini, arazinin bu lunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınırlandırmak lazımdır... Her halde en küçük bir çiftçi ailesi bir çift hayvan sahibi kılınmalıdır... Köyde ve yakın köy lerde ortak harman makineleri kullandırmak köylünün ayrılamaya cağı bir âdet haline getirilmelidir." •••
"Kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılamaz. Bununla be raber hiçbir piyasa da başıboş değildir. Sırasa gelmişken Cumhu riyetin tüccar telakkisini de kısaca ifade edeyim: Tüccar, milletin emeği ve üretimi kıymetlendirilmek için eline ve zekâsına emniyet edilen ve emniyete liyakat göstermesi gereken adamdır." •••
"Beş yıllık ilk sanayi planının geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikasını da süratle başarmak ve yeni plan için hazırlanmak icap eder" •••
"Elde bulunan madenlerin en önemlileri için üç yıllık bir plan yapılmalıdır." •••
"Demiryolları bir ülkeyi medeniyet ve refah nurlarıyla aydın latan kutsal bir meşaledir... Sivas'tan sonra, Doğuya doğru uzayıp gitmekte olan hat, ilk menzili Divrik'e varmıştır. Bu kol önümüzde606 Üçüncü Bölüm
ki yıl Erzincan'a ulaşmış bulunacaktır. Diyarbakır'dan Doğuya uza nacak hattın da inşasına başlanmıştır/' •••
"78 köprü geçişe açılmış bulunuyor. 23 köprü de inşa halinde dir. Bu köprüler her biri başhbaşına birer fen ve sanat eseri olarak yeni nesillere Cumhuriyetin armağan anıtları olacaktır." "Ankara'ya yeni bir radyo istasyonunun inşasına başlanmış ol duğunu memnuniyetle kaydederim." •••
"Büyük davamız en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığı mızı yükseltmektir... Bu büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa zamanda başarmak için fikir ve hareketi beraber yürüt mek zorundayız. Bu teşebbüste başarı ancak planlı ve rasyonel tarz da çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek, memleket da valarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli umdeleri en kısa zamanda temin etmek Eğitim Bakanlığının üzerine aldığı büyük ve ağır mec buriyetlerdir." •••
"Merkez bölgesi için Ankara Üniversitesi'ni az zamanda kur mak lazımdır. Doğu bölgesi için Van gölü sahilinin en güzel bir ye rinde, her şubeden ilkokullarıyla ve nihayet üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden fiiliyata geçilmelidir." •••
"Ordu, Türk Ordusu!.. İşte bütün milletin göğsünü itimat, gu rur duygularıyla kabartan şanlı ad! Onu bu yıl içinde kısa fasılalarla iki defa, büyük kütleler halinde yakından gördüm. Trakya ve Ege büyük manevralarında. Disiplinini, enerjisini, subaylarının vukuflu gayretini, büyük komutan ve generallerimizin yüksek sevk ve idare kabiliyetlerini gördüm. Derin iftihar duydum, takdir ettim. Ordu muz Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatansever liğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız teminatıdır.^ Üçüncü Bölüm 607
"Bu yıl içinde denizaltı gemilerimizi memleketimizde yapmaya başladık." 4863
•••
"Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının memleketimizde yapılması ve harp hava sanayiimizin de bu esasa göre inkişaf ettirilmesi gerekir." •••
"Büyük bir milli davamız olan Hatay işinin geçirdiği safhalar malumunuzdur. Milletler Cemiyeti yüksek idaresi altında cereyan etmiş olan müzakereler, Hatay halkını layık olduğu mesut ve bağım sız idareye kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi temin edecek vesikaların kabul ve imzasıyla neticelenmiştir. Yeni Hatay rejiminin yürürlüğe girmesine kısa bir zaman kaldı. Bu rejimi, kendileriyle en dostane bir zihniyetle emek birliği yapmış olduğumuz Fransızla rın, iyi niyetle ve amaçlanan gayeyi temin edebilecek şekilde tatbika başlayacaklarına şüphe edilmemelidir. Yarınki Türk-Fransız müna sebetlerinin dilediğimiz yolda inkişafına, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi, eseslı bir ölçü ve amil olacaktır kanaatindeyim." •••
"Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız millet ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ıstı rap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir. Elimizdeki programın ruhu bizi, yalnız bir kısım vatandaşla alâkalı kalmaktan meneder. Biz bütün Türk milletinin hizmetindeyiz" Konuşmanın sonunda yeni Başbakan, bakanlar, bütün millet vekilleri, dinleyiciler, gazeteciler ve diplomatlar ayağa kalkarak al kışlamaya başladılar. Atatürk kürsüden her zamanki enerjik, emin adımlarıyla indi, herkesi son bir kez daha selamlayarak salondan çıktı. Alkışlar daha da arttı. 487
İNÖNÜ artık Başbakan değildi. Pazar günü iki oğlu ile Kâzım Özalp'in oğlunu aldı, bir maç seyretmek, temiz hava almak için stadyuma gitti. Cumhurbaşkanlığı ö z e l Kalem Müdürü Süreyya Anderiman da tribündeydi. Yanına oturdu. Maçı seyretmeye baş ladılar. Halk İnönü'yü fark edince alkışlamaya, bağırmaya başladı. Alkışlar, bağırtılar gittikçe arttı. İnönü huzursuz oldu. Stadyumda 608 Üçüncü Bölüm
kalmayı doğru bulmadı. Çocukları alıp çıktı. Bazı seyirciler de dışa rı çıkmıştı. İnönü'yü sardılar. Çocukları bırakıp zorlukla bir arabaya bindi. Halk arabayı havaya kaldırmaya çalışıyordu. Şoför kalabalık tan ayrılıp uzaklaşmayi başardı. Haber dört bir yana, türlü yorumlar eklenerek yayıldı. HABERİ ilk duyanlardan biri de Salih Bozok'tu. Bu önemli ha beri hemen, herkesten Önce Atatürk'e yetiştirmeliydi. Atatürk bu sı rada kış bahçesinin havuza bakan kısmında yemek yiyor ve Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak'ın günlük işler hakkında verdiği bilgileri dinliyordu. Salih Bozok telaşla yanlarına geldi, heyecanlı bir sesle haberi verdi: 'İnönü stadyuma gitmiş, halk kendisini şiddetle alkışlamış, büyük gösteri yapmıştı.' Atatürk'ün gözleri parladı, yüzüne bir gülüş yayıldı. Sağ elini dizine vurarak, "ta, ta, ta.." dedi, sevinince böyle yapardı, "gördün mü büyük milleti? Kendisine hizmet edenleri işte böyle daima tak dir ve hürmetle karşılar, aferin! Pek memnun oldum." Salih Bozok bambaşka bir hareket, herhalde büyük bir öfke, İnönü aleyhine sözler bekliyor olmalıydı, Atatürk'ün bu sözleri kar şısında şaşkınlıktan donup kaldı. Atatürk arkadaşlarına da akşam yemekte dedi ki: "İnönü'ye, gördüğünüz yerde hürmet edeceksiniz. Bu konu ka panmıştır." * 487
DİLBER bu kez güzel, pembe, yumuk yumuk bir kız doğurdu. Anne de bebek de iyiydi. Herkes bayram etti. Heyecandan tırnakla rını yiyip bitirmek üzere olan Orhan kendine geldi. Kızlarına, cesa retine ve ciddiliğine hayran oldukları Gökçenin adını koydular. Ağabeyisi gibi o da Atatürk'ün istediği biçimde düşünmesini bilen özerk bir Cumhuriyet yurttaşı olacaktı. ATATÜRK 12 Kasım günü Başbakan Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya, Gökçen, arkadaşları ve maiyeti ile Doğu gezisine çıktı. İlk durak Sivas'tı. Sanki o kadar sevdiği ülkesiyle vedalaşıyordu. Üçüncü Bölüm 609
Törenle karşılandılar, ö n c e Halkevine, sonra Sivas Lisesi'ne geldiler. Atatürk Sivas Kongresi salonunu bir daha gördü, "Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi" dedi. Sivas'ta da lokomotif ve vagon onarımı için Eskişehir'deki gibi bir cer atöl yesi inşa ediliyordu. Sivas cer atölyesi Eskişehir'dekinden daha bü yük olacak, 1939 yılında hizmete girecekti. Atatürk geniş bir alana yayılan bu büyük kuruluşu mutluluk içinde gezdi. Avrupa'da savaş çıkacağını öngörüyordu. Bu nedenle yapılabilecek her şeyin çabuk yapılmasını, dışarıya kabil olduğu kadar muhtaç olunmamasını isti yordu. Burada ilerde lokomotif ve vagon da üretilecekti. 14 Kasımda Malatya'ya geldiler. General Alpdoğan da katıldı. Malatya Atatürk'ü 21 top atışıyla karşıladı. Subaylar büyük ünifor malarını giymişlerdi. Neredeyse bütün şehir istasyondaydı. Atatürk önce Sümerbank Malatya Bez ve İplik Fabrikası'nın inşaatını gez di. Fabrikanın bir an önce bitirilmesini emretti. Oradan Memleket Hastanesi inşaatına gidildi. Hastane bitmek üzereydi. Son olarak Halkevine geldiler. Yöneticilerle, halkla görüştü. Uygarlık veliliği yapmayı ihmal etmedi, öğleden sonra Malatya'dan ayrıldı. Atatürk'ü getiren tren saat 18.10'da yeni Diyarbakır istasyonuna girdi. Bir gazete, "Diyarbakır Diyarbakır olalı böyle kalabalık görme di" diye yazacaktı. İnsan seli istasyonu ve çevresini kaplamıştı. Bitmez tükenmez alkışlar arasında Vali Konağına gitti. Bütün caddeler bayraklar ve taklarla donanmıştı. M. Kemal Paşa'nın em rinde Ruslara karşı dövüşmüş olan Diyarbakırlı gaziler askerce.se lama duruyorlardı. Yemekten sonra gece Halkevine gidildi. Bina yeni yapılmıştı. Çok güzel olmuştu. Şerefine verilen konseri iftiharla dinledi. Sanat çıları kutlayıp teşekkür eıu. Orduevine uğradı. Komutan ve subay larla uzun süre sohbet etti. BUGÜN Tunceli olaylarıyla ilgili davanın da son günüydü. Savcı iddianamesini okumuştu. 72 kişiden 27'sinin idamını istiyor du. Sanıklar son savunmalarını yaptılar. Mahkeme sadece 7 kişinin idamına karar verdi. Birinci hü kümlü Seyit Rıza Efendi idi. Kalanların kimi çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı, kimi beraat etti. 610 Üçüncü Bölüm
İdam kararlan o gece yarısı, elektrikler kesildiği için otomobil farlarının ışığında, yerine getirildi. 16 KASIM gününü Diyabakır'da geçirdiler. Atatürk ve yanın dakiler Umumi Müfettişliği, Kolordu karargâhını, Diyabakır hava alanını, Valiliği, Atatürk'ün 21 yıl önceki karargâh binasını ziyaret ettiler. Gece Elazığ'a hareket ettiler. Diyarbakırlılar Atatürk'ü unutul maz bir uğurlama töreniyle yolcu ettiler. Elazığlılar günlerden beri Atatürk'ü karşılamaya hazırlanıyor lardı. İstasyondan şehre kadar yollara halılar döşemişlerdi. Her yer bayraktı. özel tren 17 Kasım sabahı Elazığ'a geldi. Atatürk otomobile binmedi, güvenlikçilerin uyarılarına aldırmadan Halkevine kadar yürüdü. Yolun bir yanında sanıklar için af istemeye Tunceli'den gel miş beyaz şalvarlı binlerce kişi vardı. İş işten geçmiş, mahkeme ka rar vermişti. Her olasılığa karşı, İsmail Hakkı Tekçe, Başyaver Celal' Bey, Ankara'dan gelen Emniyetçi İhsan Sabri Çağlayangil ve öteki güvenlik görevlileri elleri ceplerindeki emniyetleri açık tabancalar da, birlikte yürüdüler. Tuncelililer saygı ile izlediler. Atatürk Hal kevinden sonra IV. Umumi Müfettişliği ziyaret etti. Son olaylar ile Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl illeri hakkında geniş bilgi aldı. Daha sonra otomobillerle Tunceli'nin Pertek ilçesine doğru hareket ettiler. Atatürk yeni yapılan beton Singeç köprüsünü açtı. Pertek Halkevi'nde Pertekli gençlerle sohbet etti. Akşam Elazığ'a dönüldü. Elazığ Halkevi Atatürk ve misafirler için yemekli bir gece dü zenlemişti. Atatürk halk oyunlarını, hele 'çayda çıra' oyununu çok beğendi. Genç subaylar Harbiye Marşı'nı söylediler. Marşa Atatürk de katıldı. Bazı konuşmalar yapıldı. Vakit gece yarısını geçmişti. Atatürk ayağa kalktı, "Yürüyelim arkadaşlar!" dedi. Bütün kalabalık 'dağ başını duman almış' marşını söyleyerek istasyona kadar yürüdü. Duyanlar da evlerinden çıkıp katıldılar. Atatürk'ü ve yanındakileri coşkun gösterilerle uğurladılar. Adana, Mersin, Konya, Afyon, Eskişehir yoluyla Ankara'ya döndüler. 488
Üçüncü Bölüm 611
MİLLETLER CEMİYETİ KONSEYİ'nin kararına göre Hatay'ın özel rejimi (bağımsızlık) 29 Kasım 1937 Pazartesi günü yürürlüğe girecekti. Bu durumu Hatay'daki Fransız temsilcisinin resmi olarak ilan etmesi gerekiyordu. İlan etmediği gibi Türklerin düzenledikleri bütün törenler engellendi, toplananlar dağıtıldı. Yeni rejimin kâğıt üzerinde de olsa yürürlüğe girmesi dolayısıyla bir umumi af ilan edilecek ama Hatay'ın bağımsızlığı için çalışmış olan Türkler ağır suçlu sayılarak af dışında tutulacaktı. Onlar bu sevinci hapisanede yaşadılar. Türkiye Fransa'ya Milletler Cemiyeti kararına sadık kalması için bir nota verdi. 1926'da Fransa ile bir Dostluk Anlaşması imza lanmıştı. Bu andlaşmanın da, yeniden düzenlenmesi isteği ile fes hedildiği bildirildi. Milletler Cemiyeti seçimle ilgili bir yönetmelik hazırlanması için Hatay'a bir kurul yollamıştı. Kurul Fransız sömürge görevlileri ile çalışmış, Türkler aleyhinde hükümler taşıyan bir yönetmelik ha zırlamıştı. Türkiye bu yönetmeliği de kesin bir dille protesto etti| Gençlik, genç yurttaşlar olarak, Cumhuriyet karşıtı olaylara olduğu gibi Türkiye aleyhindeki olaylara karşı da çok duyarlıydı. İstanbul Beyazıt meydanında büyük bir miting yaparak Fransa'ya tepki gösterdiler. Milletler Cemiyeti Konseyi, bu tepkiler üzerine Hatay konusunu 1938 Ocak ayı sonunda yapacağı toplantıda görüşmeyi kararaştırdı. § FRANSA belki Büyükelçi M. Ponsot'nun tavsiyesi ile, barışçı bir girişimde bulunmak gerektiğini anladı. Mayıs 1937'de Fransa ile Türkiye Hatay'ın bütünlüğünü birlikte korumak üzere bir andlaşma im:alamışlardı. Bu andlaşmanın bir maddesine göre iki devletin Genelkurmayları arasında görüşmeler yapılması gerekiyordu. Fransa'nın Suriye'deki birliklerinin Komutanı General Hutsinger başkanlığında bir Fransız askeri kurulu Ankara'ya geldi. Görüşüldük S Ciddi bir gelişme olmadı. •#
ATATÜRK 2 Aralık 1937 gecesi geç saatte daha oturduklarım öğrenince Falih Rıfkı Ataylara gitti. Falih Rıfkı Atay, dalkavukluk iht tiyacı duymadığı için düşüncelerini dürüstçe» çekinmeden açıklayan bir aydındı. Onunla konuşmaktan yararlanıyor ve zevk alıyordu. 12 Üçüncü Bölüm
Birçok şey konuştular. Bir ara Falih Rıfkı Bey'in eşine, bir soru su üzerine dert yandı: "Kimse duymasın. Kendi rahatımı kendim bozdum. Başıma bir başbakanlık derdi icat ettim." Falih Rıfkı Bey de eşi de çok şaşırdılar. Ama bu konuyu deşme diler. Sanki duymamış gibi yaptılar. Atatürk de bir daha bu konuya dönmedi. İnönü ile konuşmadan, bakışarak anlaşırlar, birbirlerine gözü kapalı güvenirlerdi. Aralarında uzun, çetin, zor, yaman yıllara, ateşten sınavlara dayanan bir ilişki, bir yazgı birliği vardı. İnönü'den sonrasını Atatürk'ün yadırgaması doğaldı. Atatürk - b u itirafa rağmen- ince bir insan olarak Bayar'dan çok memnun olduğunu her fırsatta belli etmeye dikkat edecekti. Bayar'ın asıl değeri Atatürk'ün son günlerinde anlaşılacaktı. * 488
BU DUYARLI günlerinde Atatürk, İnönü'nün resimlerinin Baş bakanlıktan ayrıldığı için bazı parti şubeleri ve Halkevlerinden kaldı rıldığını öğrendi. Dehşetli içerledi. Başbakana bir yazı not ettirdi: "Bunu bütün parti birimlerine ve Halkevlerine bildir. Böyle bir saygısızlığı ve vefasızlığı kabul edemem." Parti Başkan Vekili Bayar imzası ile şu genelge yayımlandı: "İşgal ettiği makamlardan ziyade, yurduna ve ulusuna yap tığı hizmetlerle inkılap büyüklerimiz arasında girmiş olan İsmet İnönü'nün, parti teşkilatı ve Halkevleri binalarında, resmine gös terilen hürmet ve itibarın eskisi gibi devam etmesi tabiidir. Bu re simlerin, yalnız mevki ve makam icabı asıldığı sanısı ile indirilmiş olanları varsa, eski yerlerine konulması lüzumunu bildiririm." 489
İNGİLİZ BÜYÜKELÇİLİĞİNİN Türkiye 1937 yılı genel rapo runda İnönü'nün istifası, Bayar'ın Başbakan olmasıyla birlikte Tun celi konusu da yer aldı. Büyükelçilik şöyle diyordu: "1937'de Türkiye'de istikrar devam etti ve Kemalist Cumhu riyet gittikçe güçlendi... Dersim bölgesinde iki yıl önce başlatılan özel reform programına tepki olarak ayaklanma çıktı ve bastırıldı. Bastırmak için asker ve uçaklar kullanıldı. Hükümet kuvvetlerinin kaybı: 1 subay ve 28 asker şehit, 3 subay ve 46 asker yaralı oldu* Asilerin zayiatı ise şöyledir: 26S ölü, 20 yaralı, 27yakalanan ve 849 teslim olan... Aralarında Seyit Rıza nın da bulunduğu 7 asi idam f
H
Üçüncü Bölüm 613
edildi. Hükümet asilere davrandı?™ *
karşı
nisbeten yumuşak ve
merhametli
9
#
ingiliz haberalma servisine ve konsolosluklara göre Tunceli'de tarafların kaybı böyleydi. ATATÜRK'ün Ankara'ya gelişinin 18. yıldönümü bu yıl Ulus Meydanı'nda kutlandı. Meydan bayraklarla donanmış, anıtın çev resinde binlerce kişi toplanmıştı. Anıtın kaidesinin üstü rengârenk çiçeklerle doluydu. O gün Atatürk'ü Dikmen'de karşılayan Seğmenbaşı da, Seğ menler de daha sağdılar. Aynı coşkuyla o günü yaşattılar. Eski yılın sevinçleriyle Hatay için duyulan kaygılar birbirine karıştı. Yeni yıla bu karışık duygularla girildi.
614 Üçüncü Bölüm
Yıl: 1938 1 Ocak 1938-10 Kasım 1938 ve sonrası
490
KÖTÜ HABER Hatay'dan değil kar ve buz içindeki Tunceli'den geldi. Demiryolunda, yapım işlerinde çalışan Tuncelilerin çoğu ka zandıkları paradan 'ağa payı' vermemişlerdi. Bu işlerde çalışanlar yüzünden ağalar topraklarını işleyecek, uşaklık yapacak insan bul makta da zorluk çekmişlerdi. Ayrıca köylerde ağanın sözü yerine muhtarın yetkileri egemen olmaya başlamıştı. Bu böyle gitmezdi. Ağalar ve adamları devlet aleyhinde propa gandayı artırdılar. Devlete karşı yeni bir birlik oluşturmak şarttı! 2 Ocak günü göreve çıkan 7 jandarma erini pusuya düşürerek şehit ettiler. Ertesi gün 2 jandarma erini daha şehit ettiler. 1938 (ikinci) Tunceli olayı böyle başladı. 1937'de isyan merkezi ve alanı olan bazı kısımlar yasak bölge ilan edilmiş, buralardaki köyler boşaltılmış, bin kadar aile Batı ille rine sevk edilmiş, kalanlara Elazığ'da ve çevrede toprak verilmişti. Boşaltılan köyler yıkılmış, yasak bölge oturulmaz hale getirilmişti. IV. Umumi Müfettişlik son hareketlerin yayılacağı görüşündeydi. Bu nedenle yasak bölge sınırlarının genişletilmesini ve yeni birliklerle askeri gücünün artırılmasını önerdi. Kış dolayısıyla ara verilmiş olan silah ve kaçak arama-tarama çalışması da tamamlanmalıydı. Umumi Müfettişlik iyi bir hazırlıktan sonra arama-tarama ha reketinin en geç 1 Haziranda başlamasını öneriyordu. 491
YALOVA'da büyük otel açılmıştı. Atatürk kaşınmalarına iyi gelir ümidi ile 21 Ocakta Yalova'ya geldi. Yalova kaplıcalarının tek nik ve tıbbi yönetimi Atatürk'ün emriyle Dr. Nihat Reşat Belger'e bırakılmıştı. Doktor burada eski ve çirkin bütün binaları yıktırmış, Avrupa su şehirlerindeki gibi modern tesisler, geniş parklar, güzel yollar yaptırmıştı. Milli Mücadele cephesine ilk katılan yurtsever lerden biriydi. Atatürk şikâyetlerini söyledi. Doktor muayene etmek için izin istedi. Muayene etti. Altı ay öncekinden farklı buldu. Karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmişti. Bu açıklama Atatürk üzeÜçüncü Bölüm 615
rinde bir sürpriz etkisi yaptı. Bugüne kadar ken disine karaciğer rahatsızlığından hiç söz edilme mişti. Doktor termal tedavisi uyguladı. Sakin, öl çülü bir yaşayış tavsiye etti. Atatürk bir hafta ka dar Yalova'da kaldı. Kaşıntılar çok azaldı. İştahı açıldı. Zayıflamıştı, biraz kilo aldı. Atatürk doktorla, ilaçla başı hoş olmayan bir insandı. Sakin, hareketsiz kalmaya da karak teri elverişli değildi. Yazık ki olaylar da sakin bir hayata izin vermeyecekti. 492
Dr. N.
Reşat Belger
ATATÜRK 1 Şubatta Yalova'dan ayrıldı, Bursa'ya hareket etti. Gemlik'te S u ^ ni İpek Fabrikasının açılı şı vardı. Açılışta bulundu. Gemlik'ten Bursa'ya hare ket etti. Bursa'yı gelin gibi süs lemişlerdi. Ulucami önün de kalabalık fazlalaştı. Halk Atatürk'ün arabasına polis Gemlik Suni İpek Fabrikası kordonunu yararak yaklaş mak istedi. Polis Müdürü kalabalığı önlemeleri için polislere bağı rıp çağırıyor, polisler de halka sert davranıyorlardı. Polis Müdürü nün halkı tehdit ederek korumaya çalıştığı Atatürk'ün arabası zınk diye durdu. Kapısı açıldı. Atatürk arabadan indi. Halk Atatürk'ü aralarında görünce adeta sevgi çılgını oldu. Atatürk'ü kucakladılar. Atatürk ve halk birlikte omuz omuza hayli yürüdüler. Halktan izin alarak otomobile bindi. Yapımı bitmiş olan Çelik Palas'a geldi. 493
2 Şubat günü Bursa'da Sümerbank Merinos Yünlü Dokuma Fabrikasının açılışı yapıldı. Avrupa'nın en büyük yünlü dokuma fabrikalarından biriydi. Açılış konuşmasını Atatürk yapacaktı, son dakikada bu görevi Başbakan Bayar'a verdi. Yorgun görünüyordu. Bayar kısaca bilgi verdi. 400 bin metrekare alana yayılan kuruluş616 Üçüncü Bölüm
ta 6*000 kişi çalışacaktı. Burası yünlü dokuma sanayii bakımından Türkiye için bir okul olacaktı. Arabalara binilerek fabrika alanı gezildi. Bu tur bir buçuk saat sürdü. Bu eserleri planlayan, yaptıran, işleten Sümerbank, ürettiği malları halka ucuz ulaştırmak için satış mağazaları da açmaya baş lamıştı. Satış mağazaları bütün Türkiye'ye yayılacak, sayıları 434'ü bulacaktı. Halk kefenlik bezini de, yatak çarşafını, perdesini, ha lısını, ayakkabısını, bayramlık kumaşını da ucuz ve kaliteli olarak buralardan alacaktı. Aldatıl madiği na güvenerek. Birçok özel kuruluşun yöneticileri de bu fabrikalarda yetişe ceklerdi. Merinos Yünlü Doku ma Fabrikası da, Öteki devlet fabrikaları gibi, sadece fabri ka değildi. Bursa için Halkevi gibi, o da bir kültür merkezi olacaktı. Geniş salonunda düğünler, toplantılar, balolar yapılacak, sağlık birimi çalı şanların ailelerine bedava bakacaktı. Lojmanları, gazinosu, sineması da vardı. En yeni filmleri Merinos Sineması getirtecek, halk akın akın Me rinos Fabrikasına akacaktı. Tüketim kooperatifi kurulacaktı. Bursa'ya sporu, özellikle futbolu Merinos Fabrikası sevdirecekti. Bahçesi bir cennetti. Atatürk fabrikadan yorgun ayrıldı. Yüzü iyice solmuştu. O GECE Bursa belediyesi Atatürk şerefine bir suare veriyordu. Atatürk-doktorun tavsiyesini dinlememiş, Yalova'dan sonra dinlen memiş, iki açılışta bulunmuştu. Şimdi de Çelik Palas'ta yemek yiye cek, sonra da suareye gidecekti. Asansörle tam zamanında alt kata indi. Frak giymişti. Herkes ayağa kalktı. Sert, dinç, kıvrak adımlarla salonu dolaştı, herkese ha tır sordu. Yorgunluğu uçup gitmişti. Yüzünün solukluğu geçmişti. Sağlıklı bir pembelik vardı. Haber gazetesi muhabiri ve yazarı Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu özellikle hareketlerindeki kıvraklığı hayret içinde izlemekteydi. Atatürk neşe ile bağırdı: Üçüncü Bölüm 617
"Buyrunuz efendiler, kendinizi evlinizde saymanızı rica ederim." Saat yediye on vardı. Yemek salonuna geçildi. At nalı biçimdeki büyük masada be lirlenmiş yerlere oturdular. Selahatin Pınar'la Nubar Tekyay, ses sa natçısı Melahat Hanım da gelmişlerdi. Masalarda içki de vardı. Ata türk Selahattin Pınar'a, "Aramızda teklif tekellüf yok.." dedi, "..sen tambur, Nubar kemence çalacak, Melahat Hanımefendi ile ben de hanendelik edeceğiz." Guluşuldu. Bu gece Atatürk'ün son neşe gecesi olacaktı. Selahattin Pınar'ın tamburuna dokunmasıyla müzik başladı. Şarkıdan şarkıya geçildi. Atatürk de şarkılara hafif sesle katılıyor du. Sonra bir orkestra geldi. Birkaç artist dans gösterileri yaptılar. Zaman geçmişti. Atatürk ayağa kalktı: "Bursalıları bekletmeyelim. Saat on. Bir çeyrek geç bile kalmı şız. Bu kadarcık bir gecikmeyi Bursalılar bize bağışlarlar mı?" Çelik Palas'tan çıkıldı. Otomobillerle belediyeye gidildi. Ata türk basamakları ikişer üçer atlayarak ikinci kata çıktı. Bursalılar ikinci kattaki holde bekliyorlardı. Hanımlar tuvaletli, erkekler siyah elbiseliydi. Atatürk'ün hastalığı kulaktan kulağa yayılmıştı^ Kaygı içindelerdi. Ama çevik, sağlıklı, enerjik bir genç adam gelmişti. İç leri rahatladı. Hastalık sözü demek ki uydurmaydı. Atatürk herkesi kibarca selamladı. Kolunu Valinin eşine uzattı, kol kola büyük sa lona girdiler. Ege vapurunun orkestrası İstiklal Marşı'nı çaldı. Kısa bir ara verdikten sonra ağır tempolu bir valse geçti. Salonun üç yanına koltüidar, iskemleler konulmuş, salonun ortası dans için boş bırakıl mıştı. Herkes yerleşirken Atatürk'ün bir genç hanımın önünde eği lerek dansa davet ettiği görüldü. Bir genç çevikliği ile piste çıktı. Birkaç ay sonra yataktan kalkamayacak, dokuz ay sonra dün yaya veda edecek olan insan, büyük bir ustalık ve incelikle vals ya pıyordu. Kimse dans etmedi. Herkes Atatürk'ün zarif dans edişini izledi. Atatürk'ün topukları bir an bile yere değmiyor, parmakları nın ucunda dans ediyordu. Damının vücudu ile kendi arasındaki centilmenlik mesafesini en hızlı hareketlerde bile koruyordu. Nizamettin Nazif bütün ayrıntıları aklına kazımaya çalışmaktaydı. Bu günü yazmalı, tarihe bırakmalıydı. 618 Üçüncü Bölüm
Vals bitti. Avizeleri titreten bir alkış koptu. Damını yerine bı raktı. Kibar bir eğilişle selamlayıp geri geri çekildi. Nizamettin Nazif Atatürk'ün biraz oturup soluk alacağını sanıyordu. Yanıldı. Atatürk bir başka hanımın önünde eğilerek dansa davet etti ve çevredekilere dedi ki: "Bu sefer beni yalnız bırakmayacağınızı ummak isterim efen dim/' Herkes dansa katıldı. Salon bütün kalkanları alacak kadar ge niş olmadığı için birçok çift yandaki salonlara kaydı. Atatürk'ün sağlıklı olması herkesi çok neşelendirmişti. Kısık, zarif hanım kah kahaları duyuluyor, erkeklerin yüzleri gülüyordu. Nizamettin Nazif Atatürk'ün koltuğunun önündeki sehpaya baktı. Garsonun bıraktığı içki öylece duruyordu. Bir ara büfeye ge lip bir kadeh şampanya istemiş, ona da dudağını bile değdirmemişti. İçmiyordu. Saat bir olmuştu. Atatürk genç adımlarla orkestranın olduğu yere geldi, orkestra şefi Azerbaycanlı Mehmet'e şu emri verdi: "Zeybek!" Mehmet yayını kemanın üzerinde dolaştırdı. Atatürk'ün kes kin sesi duyuldu: "O değil. Sarı Zeybek!" Dimdik, başı yukarda, bacakları gergin, kolları biraz açık, kı pırdamadan duruyordu. Orkestradan Sarı Zeybek'in heyecan verici ezgileri yükseldi. Atatürk kollarını kanat gibi açtı, kahraman, vakur, yiğit figürleriyle Sarı Zeybek'i oynamaya başladı. Dizlerini yere vu rurken bina sarsılıyordu. Sanki ölüme meydan okuyordu. Kalabalık, bir veda törenine tanık olduğunun farkında mıydı, yoksa böyle em salsiz bir insanla aynı zamanda yaşamanın verdiği gurur yüzünden mi, gözler yaşlarla doldu. Saat ilerlemişti. Atatürk Valinin hanımını eğilerek selamladı: "İzninizi rica edeceğim." Belediye Başkanının hanımını da eğilerek selamladı: "İzninizi rica edeceğim. Bursa'nın hakkımda gösterdiği dikkate bu derece zarif bir ifade yermiş olduğunuzu hiçbir zaman unutmaÜçüncü Bölüm 619
yacağım. Hayatımın çok tatlı ve nezih bir gecesini yaşamak fırsatını bana vermiş oldunuz ." Şiddetli bir alkış başladı. Salonları alkışlanarak ve herkesi se lamlayarak geçti: "Geceniz saadetle devam etsin çocuklar." Yüzlerce davetli can ve gönülden bağırıyor, daha doğrusu dua ediyordu: "Çok yaşa Atatürk! Yaşa, varol! Atatürk uğurlamaya gelenlerin ellerini sıkarak sokağa indi. Başı açık bir süre yürüdü. Üşüdü. Kendisini adım adım izleyen otomo bile bindi. Başını bir kenara yasladı. Nizamettin Nazif son sözlerini duydu: "Ne güzel bir geceydi." 494
i
ATATÜRK Ege vapuru ile ertesi gün İstanbul'a döndü. Yanın da arkadaşı Ali Fuat Cebesoy vardı. Son yıllarda akşam yemeklerin de sık sık birlikte oluyorlardı. İstanbul'da dinlenmedi, Pera Palas'a gitti. Dönüşte ateşi çıktı. Öksürmeye başladı. Zatürree olmuştu. Dinlenmek zorunda kaldı. İnönü Atatürk'ün hasta olduğunu haber alınca, gelip görmek için izin istedi. Atatürk'ün çağırdığını bildirdiler. İnönü hemen İstanbul'a hareket etti. Atatürk İnönü'yü görünce çok sevindi. Birbirlerini özlemişler di. Bırakmadı. Bir hafta Dolmabahçe'de misafir etti. Eski günlerde ki gibi sohbet ettiler, şakalaştılar, dertleştiler, eski anılara dalddar, Türkiye'nin ve dünyanın geleceğini konuştular. İnönü Ankara'ya dönmek için izin isteyince, "Bekle, birlikte döneriz" dedi. 495
20 ŞUBAT Pazar günü Halkevlerinin kuruluşunun altıncı yıl dönümüydü. Bütün Halkevleri bu günü zengin programlarla kut ladılar. Ankara Halkevi'nde yapılan törende Şükrü Kaya 41 Halkevi daha açıldığını açıkladı. Toplam 209 Halkevi olmuştu. Halkevlerinde çalışan erkek üye sayısı 130.000e, kadın üye sayısı 6.215'e çıkmıştı. Bu yıl içinde 2.727 konferans, 18.314 ders, 1.730 temsil, 1.420 konser verilmiş, 267 sergi açılmış, 1.760 film gösterilmişti. Kitap sayısı 286.000'e, okuyucu sayısı 2 milyona yük* selmişti. Konferanslara 832.000 kişi gelmiş, filmleri 805.000 kişi iz* 620 Üçüncü Bölüm
lemisti. Konferans başına 340 kişi düşüyordu. Sohbet toplantıları ve yardım çalışmaları sürüyordu. 1.279 köy gezisi düzenlenmişti. Okuma odalarının sayısı da artmıştı. Türkiye'nin hiç yaşamadığı olağanüstü bir canlılık, hayat hamlesiydi bu. Anadolu aydınlanması yayılıyordu. Halkı kolayca yönetmeyi, gütmeyi düşünenler için halkın uyan ması, aklını özgürce kullanmaya başlaması tehlikeli, çok tehlikeli bir gelişmeydi. Gelenekçilerin ve tutucuların, din tüccarlarının, aktörle rinin büyük güvencesi halkın bilgisizliği, uyanmamış olmasıydı. Aah! Bu gidiş nasıl durdurulabilirdi? 496
DOKTORLAR Atatürk'ün daha bir süre dinlenmesi gerektiği düşüncesindeydiler. Atatürk itiraz etti: "Balkan ülkeleri devlet temsilcileri gelecek. Aralarında Yugos lavya ve Yunanistan Başbakanları var, gitmemek, onları misafir et memek olmaz, görev hastalıktan önemlidir." 24 Şubat günü Atatürk, bazı arkadaşları ve maiyeti ile Ankara'ya döndü. Ertesi gün Yunan Başbakanı General Metaksas'ı, Yugoslav Başbakanı M. Stoyadinoviç'i ve Romen Dışişleri Bakanlığı Müsteşa rı M. Cummen'i ayrı ayrı kabul etti. 27 ŞUBAT günü saat 17.00'de de Başbakanlar ve Müsteşar şerefi ne Çankaya Köşkü'nde çay ziyafeti verecekti. Sabah Gökçen'e dedi ki: "Çaya senin de gelmeni istiyorum. Askeri üniformanı giy, ma dalyanı da göğsüne tak. Balkan ülkelerinin radyoları, gazeteleri, dergileri senin buradaki çalışmalarına her zaman geniş yer veriyor lar. Seni yakından tanımalarını istiyorum." "Peki efendim." Misafirler ve ilgili Türk görevliler saatinde geldiler. Gökçen de gelmişti. Salon doldu. Gelmeyen sadece Atatürk'tü. Zamana çok dikkat eden Atatürk'ün gelmemesi merak uyandırmıştı. Bir süre sonra gelebildi. Nedeni açıklanmadı ama bilmesi gerekenler bildi. Burnu kanamış, zor durdurulmuştu. Gökçeni misafirlere tanıttı. Başbakanlar ve Müsteşar Gökçen'i ülkelerine davet ettiler. "Ne dersin bu işe Gökçen? Bir Balkan turu yapar mısın uçağın la tek başına? Başarabilir misin bu çok güç işi? İyi düşün. Erkeklerin bile kolay kolay evet diyemeyecekleri bir iş bu."
İlli
Üçüncü Bölüm 621
"Çalışırsam Balkan turunu başarabilirim." Misafirlere döndü: "Davetinize ben de kızım Gökçen de çok teşekkür ediyoruz. Yaz başında tek başına değerli ülkelerinizin başkentlerini ziyaret edecek." Ertesi gün Bayar randevu istedi ve geldi. Atatürk'ün burnunun çok kanamış olması kaygısını artırmıştı. İki yabancı hekim getirtmek gerektiğini düşünüyordu. Düşüncesini açıkladı. Atatürk dedi ki: "Teşekkür ederim. Ama ortada Hatay sorunu var. Hastalığım dışarda duyulursa fena olur. Dr. Neşet Ömer'le konuş, bizim dok torlar bir muayene ve konsültasyon yapsınlar" Çankaya'da beş doktordan oluşan bir grup Atatürk'ü muayene etti. Bir süre daha perhiz yapması, dinlenmesi gerektiğini söylediler. Atatürk kabul etti. Yeme-içme perhizine uydu ama dinlenme tavsiyesini dinleme di. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni ziyaret etti, ses sanatçısı Me lahat Hanım'ın konserine gitti, Ankara Halkevi'nde bir müsamere izledi, iki kez de Türkkuşu havaalanında uçan gençlerin gösterile rinde bulundu. ** ;l Yorulmuştu. *| Hiç bilmediği bir duyguydu bu. Bayar yabancı bir hekim geti rilmesi isteğini tekrarlayınca, itiraz etmedi, "Çocuk ne yapacaksan çabuk yap.." âe&i, "..ben hastayım." Atatürk'ün bu itirafı, hiç istemediği bir çözüme razı oluşu Bayar'ı çok sarstı ve telaşlandırdı. 11 MART 1938 günü Avusturya'daki Nasyonal Sosyalist Par tisi bir hükümet darbesi yaparak yönetime el koydu. Ertesi gün de gün doğarken Alman 8. Ordusu Alman-Avusturya sınırını aşarak Avusturya'ya girdi. Hiçbir dirençle karşılaşmadı. Avusturya Almanya'ya bağlandı. İngiltere ve Fransa bu olayı protesto ile yetindiler. Atatürk hükümeti bir daha uyardı. Her şeyin hızlandırılmasını istedi. Savaş kapıdaydı. MİLLETLER CEMİYETİ KONSEYİ 31 Ocak günlü toplan tısında Türkiye'nin itirazlarını incelemiş, durumun beş kişilik bir komisyonda karara bağlanmasını uygun görmüştü. Beşler kurulu 622 Üçüncü Bölüm
seçimle ilgili yönetmeliği incelemiş ve Türkiye'nin itirazlarını hak lı bulmuş, ayrıca seçimleri izlemek üzere 20 kadar denetçi gönde rilmesini, seçim suçlarını karara bağlamak üzere üç kişilik tarafsız bir mahkeme kurulmasını gerekli bulmuştu. Hatay'daki durumu iyi kavradıkları anlaşılıyordu. Bu hususlar Konsey'de 19 Mart günü oybirliği ile kabul edildi. Seçmenlerin kayıt işlemlerine başlanacaktı. BAKANLAR KURULU, Genelkurmay Başkanının da katıldığı toplantıda Tunceli durumunu görüştü. Yapılan hesaba göre yüz gün sürecek bir hareket için 979.007 liraya ihtiyaç olduğu hesaplandı. Bu parayla anayollar biter, birçok okul ve sağlık merkezi yapılabi lirdi. Koca para silah ve kaçak taraması, çapulcuların yakalanması için harcanıp gidecekti. Bakanlar Kurulu kararına dayanarak Genelkurmay Başkanlığı üç aşamadan oluşan bir plan yapmıştı. Birinci aşama Haziran ayın da başlayıp 7 Ağustosa kadar sürecekti. IV. Umumi Müfettişlik em rindeki birlikler arama-tarama yapacaklardı. Genelkurmay hareket alanlarını belirtti. Bu alanlarındaki halk bildirilerle uyarılacaktı. 8 Ağustosta komuta 3. Orduya geçecek, Tunceli'de 3. Ordunun büyük manevrası (2. aşama, büyük arama-tarama) başlayacak, bir hafta sürecekti. Üçüncü aşamanın tarihi ise 6 Eylüldü. Bu süre içinde reform programı ise hiçbir nedenle aksatılma yacak, yol, köprü, okul, lojman, kışla, hükümet konaklarının yapı mına, toprak dağıtımına, tapu verilmesine devam edilecekti. 497
FRANSA'dan Profesör Dr. Fissenger davet edilmişti. Doktor 30 Martta Ankara'ya geldi. Atatürk'ü muayene etti. Dr. Nihat Reşat Belger ve Prof. Neşet Ömer'in koydukları tanıya katıldı, perhize ve uzanarak dinlenmeye devam edilmesini tavsiye ettilp Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin bir bildirisi ile durum kamuoyuna, "Profesör Fissenger'in muayenesi sonucu Atatürk'ün sağlığında endişe verici bir durum olmadığı tesbit edildi, kendisine bir buçuk ay kadar istirahat tavsiyesi kâfi görüldü" diye bildirildi. Prof. Fissenger gerçekte şunları söylemişti: "Tavsiyelere dikkat edilirse hastalık geçer. Ama Atatürk'ün üç ay süre ile 24 saatin 23 saatini sırtüstü yatarak geçirmesi gerekiyor. Üçüncü Bölüm 623
Bir yıl da dinlenecek, çalışıp kendini yormayacak. İyi beslenecek, özellikle tatlıları bol yiyecek. Kesinlikle alkol almayacak." Ocak ayından beri damla alkol almıyordu zaten. İstenilen bi çime sokulabilir bir koltuğu vardı. Gecelerini yatakta, gündüzlerini bu koltukta yatarak geçirecekti. Üç ay buna katlanabilir miydi? Katlanamayacak, biraz hali olunca, Çubuk Barajı'na, her ağacı nı tanıyıp bildiği Çiftliğe gidecek, şehri de gezecekti. O kadar sev diği Ankara ile vedalaşıyordu. 498
SON Ankara akşamlarından birinde arkadaşlarıyla birlikte oldu. Tabii kimse içmedi. O geceye katılan Falih Rıfkı Atay eve dö nünce defterine şöyle yazacaktı: "Akşam sessiz ve neşesiz, o ve herkes kendi içine bükülmüş ve büyük bir sırrın karanlığına gömülmüş olarak geçti. Fırtınadan son raki deniz gibi, bitkin bir durgunluğu vardı. Dudakları güç oynu yordu. Şevk, onun bahçesine son yapraklarını dökmüştü. O kadar güzel ince dudaklarının o kadar tatlı ve ısıtıcı gülüşü, bir ıtır gibi uçmuştu. Baba Atatürk, arkadaş Atatürk, karındaş Atatürk, daha on yıl önce en güzel tanrılardan daha güzel, Omiros'un kahraman larından daha destankâri, altın saçlı, çevik ve kıvrak, o gencin hatı rası, bir asırlık eski ve uzak bir hayale dönmüştü" Bu Çankaya'da, dostlarıyla son sofrasıydı. 499
NİS ŞEHRİNDE milletlerarası konkurhipik karşılaşması yapılı yordu. Yarışmaya dört kişiden oluşan Türk ordu süvari ekibi de ka tılıyordu. Yarışma 23 Nisan günü yapıldı. Türk ekibi birinci oldu. Atatürk haberi alınca memnun oldu. Ama onun asıl önem ver diği yarışma Roma'da yapılacak olan büyük ve iddialı milletlerarası konkurhipikti. Mussolini'nin bu yarışmada ekibine çok güvendiği duyulmuştu. Yarışı izleyeceğini açıklamıştı. Bazı uzmanlara göre de favori Alınanlardı. Atatürk Başyavere, "Bizimkilerin şu soytarıları mahcup etmelerini çok isterim" dedi. Binlerce kişinin heyecan içinde izlediği yarış 2 Mayıs günü ya pıldı. Sonucu ekibin komutanı General Cevdet Bilgisin bildirdi. Atatürk'ün süvarileri, öteki devletlerin ekiplerini yenerek şampiyon olmuş ve altın kupayı Mussolini'nin elinden almıştı. * 499
624 Üçüncü Bölüm
Atatürk hastalığı geçmiş kadar sevindi: "Ta, t a , t a r Canlanmıştı. Günlerdir kimseyi ka bul etmiyordu. Üç yakın arkadaşını çağırdı. Atatürk'ü yormasın diye Ülkü'yüf Çiftliğe yollamışlardı. Getirtti. Ülkü de çocuk tutku nu Atatürk'e kaderin sunduğu bîr altın ku paydı. Yemeği güle eğlene, şakalaşarak, Ülkü ve arkadaşları ile yedi. Ülkü verdiği büyüksü yanıtlarla hepsini kahkahalara boğdu. , FRANSIZ sömürge memurları, seçim işlemlerini geciktirmek için türlü fırıldaklar çevirdiler. Ancak 18 gün kadar geciktirebildiler. 3 Mayıs günü seçmenlerin kayıt işlemleri başladı. Bu kez Türk leri, 'Türkler, Sünniler, Aleviler' gibi camialara ayırmaya çalıştılar. Lozan'da da buna benzer bir yaklaşımla karşılaşılmıştı. Batının iyi bildiği, ustaca uyguladığı ana oyunlardan biri de buydu: Bölmek, bölemezse düşmanlık yaymak, bir arada yaşamayı zorlaştırarak bir liği zayıflatmak. Suriye ve Lübnan'dan kamyonlarla Araplar taşına rak bunlara nüfus kâğıdı verildi. Suriye hapisanelerinden birtakım katiller çıkarılarak Hatay'a sokuldu. Bunların görevleri Türklerle kavga çıkarmaktı. Durum Türkler için katlanılmaz bir hal almıştı. Hatay'daki Fransız delegesi bütün bunlara rağmen Türk çoğun luğun bölünmediğini, yılmadığını görüyordu. Tek çare kalmıştı: Se çimlerin ertelenmesini önerdi. Sömürge görevlileri de Atatürk'ün çok hasta olduğunu, Bakanların başucunda beklediklerini yayarak Hatay Türklerinin direncini kırmaya, morallerini bozmaya yeltendiler. ANKARA bütün bu oyunları adım adım izliyor, Atatürk'e belki biraz yumuşatılarak arz ediliyordu. Atatürk bu oyunları bozmak, Hataylılara biraz daha sabır vermek ve Fransa'yı uyarmak için Gü neye inmeye karar verdi. Doktorlar bu yolculuğa şiddetle karşı çıktılar. Yorgunluk bu hastalığı çok hızlandırırdı. Ne var ki Atatürk bunu yapmayı kaçınıl maz bir görev olarak görmüştü, r* "Görev hastalıktan Önce gelir." Üçüncü Bölüm 625
Atatürk 19 Mayıs 1938 perşembe günü stadyumda gençlik gösterilerini izledi. Halk ve gençlik tarafın dan emsalsiz bir sevgi ve saygıyla karşılan dı. Ayrılırken Ankara halkını ve Cumhuriyet gençlerini uzun uzun selamladı. Saat 17.00'de trene binerek Mersin'e gitti. Bu gezide Atatürk'e üç de doktor eşlik etti. Mersin'e iner inmez ilgili Komutana bir geçit töreni hazırlamasını emretti. Komutana önceden bilgi verilmemişti. Atatürk bu yolla birliklerin harekete geçme yeteneklerini de denet liyordu. Komutan amacı kavradı. Çok kısa bir süre içinde kırk da kika sürecek gösterişli bir geçit töreni düzenledi. Mersin ve Adana, o zaman iki sınır şehriydi. Var olan birlikler Hatay olayı dolayısıyla bazı birliklerle takviye edilmişlerdi ve yarı alarm halindeydiler. Geçite katılan alayların sancakları güneş altında alev gibi par lıyordu. Ebedi Başkomutan Atatürk'ün önünden eğilerek geçtiler. Atatürk geçit törenini sonuna kadar ayakta izledi. Hava sıcaktı. Yo rulmuştu. Ama orduya saygısından dolayı oturmadı| Milli Müca dele döneminde Meclisin önünden geçen yarım yamalak giyimli, 499b
626ÜçüncüBölüm
daha düzgün yürümesini bilmeyen, silahı kayışsız yeni askerleri de balkona çıkarak selamlardı. Saygı, sevgi görmeyen bir ordu, milleti ve devleti için gözünü kırpmadan ölüme atılır mıydı? Ancak törenden sonra dinlenmeye çekildi. Ertesi gün Viran şehir harabelerini gezdi, motora binerek deniz havası aldı, bir por takal bahçesinde biraz dinlendi. Mersin'den halkın sevgi gösterileri arasında ayrıldı. Yorulmuştu ama Tarsus'un güzel parkında halkla görüşmeden Tarsus'u geçmedi. 24 Mayıs günü Adana'ya geldiler. Büyük törenle karşılandılar. Atatürk Adana'daki Komutana kısa, gösterişli bir geçit töreni hazır lamasını emretti. "Başüstüne!" Bu töreni de hiç oturmadan, ayakta izledi, sancakları ve birlik leri gururla selamladı. Bu kadar kısa zamanda ancak büyük ordular böyle etkili bir tören düzenleyebilirlerdi. Hatay'dan gelenler de o l muştu. Atatürk'ü öyle dimdik gördüler. Hatay'a çok kararlı, rahat ve sevinçli döneceklerdi. Her iki töreni de elbette Fransız ve Suriye ajanları da izlemiş, tankları, ağır toplan, topçu birliklerinin çokluğunu, piyadelerin yeni silahlarım, donatımlarının mükemmelliğini,* kusursuz geçişlerini görmüşlerdi. Atatürk de sapasağlamdı! Kayadan oyulmuş bir anıt gibi d i m dik duruyordu. Tören süresince bir kez bile oturmamıştı. Atatürk geçit töreninden sonra Salih Bozok'a "Dünya gözüy le Adana'yı bir daha görelim" dedi. O t o m o b i l l e Adana'yı gezdiler. Belediye Parkında oturdu. Seyhan nehrini seyrederek dinlendi. Bir sade kahve içti. Akşamüstü trenle Adana'dan ayrıldı. Törenle ve halkın büyük coşkusuyla uğurlandı. Ankara'ya çok yorgun döndü. Herkes karşılamaya gelmişti. G a r ı n şeref salonuna kadar güçlükle geldi, ayakta duramayarak oturdu. Fransız ve Suriye yalanlarına gerekli yanıtı v e r m i ş , özellikle Fransa'yı kesin olarak uyarmıştı a m a 'maddi hayatını 6-7 yıl u z a t a ^ bilmek şansını da sıfıra i n d i r m i ş t i . ' " 4
0
Köşke d ö n ü n c e , yorgunluğuna aldırmadı, dinlenmeye ç e k i l m e di. B a ş b a k a n ı , Dışişleri Bakanını ve G e n e l k u r m a y Başkanını davet etti. Hatay sorununu görüştü.'Avrupa'da savaş ç ı k a c a k , bu s o r u n askıda kalacak diye kaygılanıyordu. H ü k ü m e t e Hatay k o n u s u n d a şu tavsiyede b u l u n d u : Üçüncü Bölüm 627
"Fransızlara güvenim kalmadı. Ne yapmak lazım gelirse bir an önce yapılmalı, Türk Hatay Devleti, Milletler Cemiyeti'nin kararına uygun şekilde kurulmalı, emniyet altına alınmalı" 26 Mayıs 1938 Perşembe günü akşam üzeri İstanbul'a gidecek ti. Bütün devlet uğurlamaya gelmişti. Gözleri yaşaranlar, Atatürk fark etmesin diye arkalara kaçıyor, kalabalık içinde kaybolmaya ça lışıyorlardı. Kalabalığı eliyle selamlayarak trene bindi. Tren gözden kaybo lana kadar pencereden ayrılmadı. Bir daha Ankara'ya dönemeyecekti.
İSTANBUL'da törenle kaplandı. Dolmabahçe Sarayı'na geçti. Atatürk denizi çok sevdiği, eskiden kalma yatla bir-iki tehlike atlat tığı için Hükümet Atatürk'e Savarona yatını almıştı. Türk bayrağı çekilmiş güzel yat yoldaydı, geliyordu. Sevindi. Yatla bu yaz gezin tiler yapmayı hayal etti. Dr. Nihat Reşat Belger ve Dr. Neşet Ömer İrdelp bazı kurallar koydular: Dinlenecek, az konuşacak, yorulmayacak, ancak zorun lu hallerde yetkililerle kısa görüşecekti. Ziyarete gelenler yaverler odasındaki defteri imzalayacaklardı. Zaman zaman İstanbul'a gelen Gökçen yanında uzun kalmadan Atatürk'ü görebilecekti. ** â
49
628 Üçüncü Bölüm
Bu kuralları uygulamak Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak, Başyaver Celal Öner, Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe, özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman'ın göreviydi. Can dost ları Kılıç Ali ile Salih Bozok da yardımcı olacaklardı. Afet Hanım Cenevre'den dönünce birçok konuda ona danışılacaktı. Atatürk'ün en yakını oydu. 1- HAZİRAN günü Savarona yatı İstanbul Boğazı'na girdi. Dolmabahçe'nin karşısında durarak demir attı. Atatürk yatı çok beğenmişti. Hemen o gün öğleden sonra yata geçti. Hava sıcaktı. Güverte deki bir koltuğa oturdu. Deniz serinliği, hafif Boğaz rüzgârı iyi gel mişti. Doktor hemen geldi. Yatarak dinlenmesini rica etti. Atatürk içini çekti: "Çocuk gibi hevesle beklediğim gemi bana hastane mi olacaktı?" Sürekli yatıyor, gramofon çaldırarak sevdiği şarkıları ve türkü leri dinliyor, Ülkü ile oyalanıyordu.
ATATÜRK'ün Mersin ve Adana'ya gelmesi, geçit törenleri Fransızların inadını çökertmişti. Tehlikeyi anlamışlardı. Seçimleri erteleme önerisi geri alındı. Fransız ajanlar belki Atatürk'ün emriy le 5.000 kişilik bir milis kuvvet hazırlandığını da öğrenmişlerdi. Bütün olumsuzlukların baş aktörü olan Hatay'daki Fransız Temsilci M. Carreaux geri çekilmiş, yerine daha uyumlu olan Albay Collet atanmıştı. Yönetim ilke olarak Türklere bırakılıyordu. Dr. Abdurrahman Melek Hatay Valisi oldu. Fransızlar seçimin güvenlik içinde yapılabilmesi için askeri temsilcilerin Haziran içinde bu kez Antakya'da buluşmalarını da önerdiler. 500
Üçüncü Bölüm 629
Türk Kuruluna Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Asım Gündüz Başkanlık edecekti. Sakarya ve Büyük Taarruz'da Batı Cephesi Kurmay Başkanlığı yapmış büyük bir askerdi. İnatçılığı ile ünlüydü. Bu seçim Hatay Türklerine büyük bir sevinç verdi. Bir kahraman gelecekti Antakya'ya. Fransız kurulunun Başkanı ise yine General Hutsinger'di. Bu kez anlaşacakları ümit ediliyordu. DR. FİSSENGER İkinci kez İstanbul'a geldi. Atatürk'ü muaye ne etti. Tavsiyeleri değişmedi. Perhize ve tam dinlenmeye devam edecek, artık merdiven de çıkmayacaktı. Atatürk İnönü'nün hasta olduğunu duymuştu. Dr. Fissenger'den Ankara'ya gidip İnönü'yü de muayene etmesini, onun sağlığı ile de ilgilenmesini özel olarak rica etti. Dr. Fissenger Ankara'ya gelerek İnönü'yü de muayene etti, tav siyelerde bulundu. İnönü Atatürk'e ilgisinden dolayı minnetlerini bildiren bir mektup yolladı. Sık sık mektup yazacaktı. Atatürk de Celal Bayar'la, Gökçen'le, Tevfik Rüştü Aras'la sürekli selam ve sev gilerini yollayacaktı. TUNCELİ'de arama-tarama (2. Tunceli hareketi) Haziranda başladı. Hareket bütün Tunceli'yi kapsamıyordu. Hareket alanları isyan odaklarına ve kaçakların sığındıkları yerlere göre saptanmış tı. Birlikler arama-tarama bölgelerine ilerlediler. Yer yer çatışmalar başladı. Teslim olanlar çatışma alanları dışına sevk ediliyorlardı. Bazı aşiretlerse isyancılara katılıyorlardı. Çatışmalar şiddetlenecekti. 501
•
• • • •
BİR TURKUN Vali olması yeni sorunlara yol açmıştı ama Dr. Abdurrahman Melek iyi bir yöneticiydi. Ankara'dan da kuvvet alı yordu. Komutan Collet ile de oldukça iyi anlaşıyordu. Suriyeli mi lislerin terör hareketlerine karşı o da Türklerden oluşan bir kuvvet kurdu, bunlara jandarma yetkisi verdi. Bu jandarmalar terörist mi lisleri yıldırdılar. Olayları olaylar izliyor, sessiz, küçük, dağınık bir savaş yaşanıyordu. Gelecek askeri kurul resmi olarak Fransızların misafiriydi. Onlara Türk mahallelerinden uzakta bir ev ayırmışlardı. Dr. Melek gü venlik bakımından itiraz etti. Orgeneral Asım Gündüz ve arkadaş ları için Antakya'da Cumhuriyet mahallesinde bir ev hazırladılar. | 630 Üçüncü Bölüm
Orgeneral Asım Gündüz ve kurulu 14 Haziran günü gelecekti. Kurulun geleceği gün herkes sabahtan sınır yoluna akın etti. Bin lerce Hataylı, kurulu sınır kapısında ve yolda can ve gönülden se lamladı. Kaldıkları evin önünde toplanan çok büyük kalabalık saatlerce dağılmadı. Asım Gündüz birçok defa balkona çıkarak halkı selam lamak, konuşmak zorunda kaldı. Halk bir Türk generalini, bir Milli Mücadele kahramanını görmeye, sesini işitmeye doyamıyordu.j Ertesi gün görüşmeler başladı. General Hutsinger seçimler sı rasında bir Türk birliğinin Hatay'da bulunmasına hiç ihtiyaç olma dığını söyledi. General Asım Gündüz imzalanmış olan andlaşmayı General Hutsinger'in önüne itti. İlgili maddenin altı kırmızı kalemle çizilmişti: "Bizim burada birlik bulundurmak hakkımız var. Burada seçim sırasında siz ne kadar asker bulunduracaksanız biz de o kadar asker bulundurmak istiyoruz. Bunu görüşmek için buradayız." General Hutsinger ve yardımcıları sapsarı kesildiler. Bu müm kün değildi. . JjL GÖKÇEN Atatürk uSavarona'da ziyaret etti. Atatürk ^zayıflı yordu. Sanatçı ellerine benzeyen zarif elleri ise hiç bozulmamıştı. Gözleri yine ışık doluydu. G ö k ç e n ABD'den gelen yeni Volti askeri uçağı ile yeteri ka dar çalışmış, hiç yere inmeden bir yarım Türkiye turu da yapmıştı. Atatürk'ü bu hasta halinde yalnız bırakmak istemiyordu ama Bal kan ülkelerinden davetler gelmişti. Gitmesi gerekiyordu. Atatürk kızının saçlarını okşayarak bazı öğütler verdi, bir rüyasını anlattı: "Gazeteciler etrafını saracaktır. Barışçı bir ülkenin barışçı kızı olduğunu, yurtta ve dünyada barışı arzu ettiğini söyle. Yeni Türk toplumunu, kadınımızın yüceldiği yeri anlat. Keşke seni geçirmeye gelebilsem. Ama bacaklarımda o derman yok artık. Geçen gün bir rüya gördüm. Annemin kolları arasında buldum kendimi. Dudak larını alnıma değdirerek, 'Hoşgeldin Mustafam' dedi. Uyandım. Ne güzel bir kavuşmaydı bu." Atatürk'ün ellerini öperek, iyi dileklerini alarak odasından dı şarı attı kendini, dışarda küpeşteye yaslanıp rahatça ağladı. Sonra saraya geçti. Üçüncü Bölttm 631
Erkenden yattı. Ertesi günü sabah Yeşilköy havaalanında olma sı gerekiyordu. Balkan turu başlayacaktı. GÖRÜŞMELER devam ediyordu. Fransızlar Asım Gündüz'ün kesin tavrı karşısında bir geri adım atmış, İskenderun'da sembolik olarak bir Türk bölüğünün bulunmasına razı olmuşlardı. Görüşme tartışmaya dönüştü. Sertleşti. Bir Fransız yardımcı ikide bir dışarı çıkıyor, herhalde Şam'daki Yüksek Komiserle görü şüyor, onun hükümetten ve Genelkurmay'dan aldıkları görüşleri, emirleri, içeri girip General Hutsinger'in önüne küçük notlar olarak bırakıyordu. Türk askeri için öngördükleri sayı 500'e, sonra da 1,000'e çıktı. Orada kaldılar. Orgeneral Asım Gündüz son söyleyeceğini ilk söylemişti: "Sizin askeriniz kadar askerî Ne bir eksik, ne bir fazla." Görüşmeler ertesi güne kaldı. 16 HAZİRAN sabahı Yeşilköy alanı binlerce insanla doluydu. Muhabirler sürekli fotoğraf çekiyor, röportaj yapmaya çabalıyorlar dı. Gazeteler GÖkçen'in Balkan turuna çıkacağını bildirmiş, halk da Atatürk Kızı'nı uğurlamaya koşmuştu. Gökçen! yolcu etmeye Baş bakan Celal Bayar da geldi: "Bu bizim gözümüzde kutsal bir gezidir. Atatürk'ün çok arzu ladığı bir şeyi gerçekleştirmek sana nasipmiş." Güzel bir uçuş diledi. Gökçen tam uçağa binerken genç bir su bay koşarak bir telgraf getirdi. İnönü ve Mevhibe Hanım Gökçen'e başarılar diliyorlardı. Telgraf şöyle bitiyordu: "Güle güle gidip güle güle gelmen tek arzumuzdur. Sevgiyle göz lerinden öperiz kızım! Vakit gelmişti. Uçağa bin di. Uğurlamak için gelmiş olan lara el salladı. Motoru çalıştırdı. Halkın "Gökçen! Gökçen!" diye bağırışları motorun gürültüsü nü bastırıyordu. Sallanan bin lerce dost el esenlik diliyordu. 9
632 Üçüncü Bölüm
Uçağı havalandırdı! Marmara'ya açıldı. Boğaz'a yöneldi. Boğaz'da, Dolmabahçe Sarayı'nın karşısında kuğu gibi beyaz bir yat vardı. Atatürk'ün gemisi. Savarona. Alçaldı, Savarona'nm üzerinde bir kavis çizerek Atatürk'e veda etti. Yükseldi. Rotasını çizip uçma ya koyuldu. Tam saatinde Atina'ya vardı. Meraklı bir kalabalık ellerinde Türk ve Yunan bayrakları ile alanın çevresini doldurmuşlardı. As keri törenle karşılandı. Bir bando İstiklal Marşı'nı çaldı. Şeref salo nuna alındı. Salon gazeteciler, foto muhabirleri ve kameramanlarla doluydu. Barışı ve uygarlığı öven bir konuşma yaptı. Atina Büyükelçisi Ruşen Eşref Ünaydın'dı. Elçiliğe gider git mez Atatürk'e Gökçen'in esenlikle Atina'ya ulaştığını, çok güzel karşılandığını bildirdi. Atatürk'ün sağlığında değişen bir şey yoktu. Elçilikte kalması için ayrılan odada Atatürk'ün iyi dilek notlarıyla birlikte bir kucak çiçek buldu. Bu gittiği her yerde böyle olacaktı. Atatürk'ün sevgisi Gökçen'i izliyordu. Akşam şerefine Büyükelçilikte zengin bir ziyafet verildi. Yuna nistan'da iki gün kalacak, ertesi gün Selanik'e gidecek, orada da as keri törenle karşılanacaktı. Atatürk'ün doğduğu evi görecekti. Sonra Sofya'ya uçacaktı. ANTAKYA'daki görüşmeler sürüyordu. Fransızlar son olarak Hatay'da 1.500 Türk askerinin bulunmasını büyük bir çekişmeden sonra kabul etmişlerdi. Ama Asım Gündüz un inatçılığını yenmele ri mümkün değildi: "Sizin 2.500 kadar askeriniz var burada. Bu sayıdan aşağı bir sayıyı kabul etmeyeceğimi söylemiştim. Atatürk'ten aldığım emir bu. Askersiniz. Bunun ne demek olduğunu iyi bilirsiniz." General Hutsinger üstleriyle görüşmek için bir-iki gün süre istedi. Belli ki Genelkurmaydan ve Dışişleri Bakanlığından yeni ta limat isteyecekti. Atatürk etkeni kesin kararları bile bir daha dü şünmeyi gerektiriyordu. 150'LİKLER diye anılan hainler yurtdışına kaçalı 15 yıl olmuş tu. Bir kısmı ölmüştü. Aralarında Mustafa Sabri Efendi, Asi Ethem, son Nazırlardan Mehmet Ali Bey, Kiraz Hamdi Paşa ve benzerleri gibi Atatürk'e, Cumhuriyete hâlâ düşman olanlar vardı. Ama bazıÜçüncü Bolüm 633
larının pişmanlık içinde olduğu duyuluyordu. Atatürk Falih Rıfkı Atay'ın eski arkadaşı Refik Halit Karay için üzüldüğünü iyi bilirdi. Arkasında böyle bir sorun bırakmak istemedi. Kendi derdi ile uğ raşacağına bu can düşmanlarının sorununu çözmeye karar verdi. Bayar'a af için yeşil ışık yaktı: "Ben onları affederim, çünkü benim kalbim vardır." dedi, içini çekerek devam etti: "..Ama onlar beni affetmezler. Çünkü onların kalbleri yoktur." Atatürk'ten izin alan Hükümet 150'likler için bir af tasarısı ha zırlayarak Meclise sundu. Tasarı 29 Haziranda TBMM'nce kabul edildi. Bu kirli hesap kapatıldı. 5013
GÖKÇEN 17 Haziranda Selanik'ten Sofya'ya uçtu. Sofya hava alanında daha büyük bir kalabalık bekliyordu. Burada da askeri tö renle karşılandı. Bulgaristan'da Türkler ve Bulgarlar arasında büyük bir Atatürk sevgisi olduğunu iftiharla gördü. Ertesi gün Belgrat'a uçtu. Alanda Yugoslav Genelkurmay Baş kanı General Meriç ve birçok yüksek rütbeli subay bekliyordu. Havaalanı yine çok kalabalıktı. General Meriç çok övücü bir ko nuşmayla Gökçen'i yüceltti, Atatürk'e duydukları saygıyı belirtti. Belgrat'ta her Türk şu soruyu soruyordu: "Atatürk'ümüzün sağlığı nasıl?" "İyileşiyor.." diyordu ağlamamak için kendini zor tutarak, "..dünyanın daha ona ihtiyacı var" Bir törenle Gökçen'e Beyaz Kartal nişanı verdiler. Belgrat'tan sonra son durağı olan Bükreş'e uçacaktı. 20 HAZİRAN günü Bakanlar Kurulu, Fevzi Çakmak'ın da ka tılmasıyla, Savarona'da Atatürk'ün başkanlığında toplandı. Konu Hatay sorunuydu. Atatürk doktorların Bakanlar Kuruluna uzanarak katılması önerisini öfkeyle reddetmişti. Güzelce giyindi. Masa başında yerini aldı. Beden sağlığı iyi değildi ama aklı saat gibi çalışıyordu. Toplan tı dört buçuk saat sürdü. Hatay'dan gelen bilgiler hepsini germişti. Orgeneral Asım Gündüz'e kesin olarak ödün vermemesi bil dirilecekti. Hükümet 2.000 kişilik bir Kuva-yı Milliye ile H a t a y a »
4
girmeyi de alınması planlanan önlemler arasına kattı. 634 Üçüncü Bölüm
4 502
i
B a k a n l a r Kurulu b i t i n c e Atatürk yatağa girdi. Ç o k y o r u l m u ş t u . H e m e n sızdı. B Ü K R E Ş ' t e de G ö k ç e n i bayraklar, kalabalıklar, İstiklal Marşı ve bir kuş gibi tek başına Balkanları dolaşan bu genç kıza duyulan b ü yük hayranlık bekliyordu. Burada farklı bir istekle karşılaştı. Ertesi gün bir gösteri uçuşu yapmasını istediler. Büyükelçi de kabul e t m e sini rica etti. "Peki." Ertesi gün alan doluydu. Ö n c e R u m e n pilotlar güzel gösteriler yaptılar. Sıra G ö k ç e n ' e geldi. Havalandı. Ö n c e belirli b i r k a ç h a r e k e t t e n s o n r a hiç b e k l e m e d i k e r i bir gösteriye girişti. Ustalığını k o nuşturdu. B i r ç o k tehlikeli, z o r h a r e k e t yaptı. G ö s t e r i n i n s o n u n d a iyice alçalarak halkı y a k ı n d a n , b a ş l a r ı n ı n h e m e n üzerinden g e ç e r e k selamladı. İ n i n c e G ö k ç e n ' i ç i ç e k l e r e boğdular. B ü k r e ş ' t e n yine a s keri t ö r e n l e ayrıldı. Ver elini İ s t a n b u l , Türkiye, A t a t ü r k ! S a v a r o n a yerindeydi. Ü z e r i n d e b i r k a ç daire çizdi, s o n r a Yeşil köy'e indi. B i n l e r G ö k ç e n ' i bekliyordu. Ü z e r i n e ç i ç e k l e r yağdırdılar. G a z e t e c i l e r d e n k u r t u l m a s ı z o r oldu. Aklı Atatürk'te idi. K u r t u l u n c a Savarona'ya k o ş t u . A t a t ü r k y a t a ğ m d a y d ı . B i r a z d a h a zayıflamıştı. S a ç l a r ı n ı n o a l tın sarılığı k a l m a m ı ş t ı . Ellerini ö p t ü . "Döndüğüne sevindim. B e n i çok mutlu ettin. Kaç gündür dün y a h a b e r l e r i n i i z l i y o r u m . H e p s i s e n d e n bahsediyorlar. B ü t ü n g a z e teleri, dergileri s e n i n i ç i n b i r i k t i r d i m . B a ş a r ı n b e n i m i ç i n e n büyük mükâfat. Teşekkür ederim kızım."
503
B A Ş B A K A N B A Y A R M e c l i s tatile girmeden ö n c e bir konuşma yaptı. B u k o n u ş m a d a T u n c e l i k o n u s u n a d a d e ğ i n d i . Ö z e t l e dedi ki: " G e ç e n yıla g ö r e T u n c e l i ' d e b u yıl d a h a fazla k u v v e t i m i z t o p lanmıştır. T u n c e l i i ç i n t a t b i k e t m e k t e o l d u ğ u m u z p r o g r a m ı n icabı olarak b u s o r u n u k e s i n o l a r a k ç ö z m e k v e T u n c e l i d e n i l e n işi k e s i n olarak b i t i r m e k i ç i n a l a c a ğ ı m ı z b i r ö n l e m d a h a v a r d ı r : Y a k ı n d a o r dumuz Tunceli havalisinde manevralar yapacaktır. Bu münasebetle ordu T u n c e l i i ç i n g ö r e v a l a c a k v e g e n e l b i r t a r a m a h a r e k e t i y l e i s yanı b a s t ı r m a k u v v e t l e r i n e y a r d ı m c ı o l a r a k , b u s o r u n u k ö k ü n d e n Üçüncü Bölüm 635
kesip atacaktır. Dersindi ortaçağa ait bir zihniyetle orada oturup haydutluk yapmak istiyor. Mal çalacağız diyor. Silahla gezeceğiz, hoşgöreceksiniz diyor. Vatani görevlerimi yerine getirmeyeceğim, imtiyazlı bir insan olarak hepinizin gözü önünde dolaşacağım di yor. Büinmesi lazım gelen bir hakikat vardır ki Cumhuriyet böyle bir vatandaş tanımıyor. Cumhuriyet külfette olduğu kadar nimet te, nimette olduğu kadar külfette eşit muameleye tâbi insanlardan oluşur. Bu hakikat anlaşılıncaya kadar kuvvetlerimiz orada buluna caktır. Eğer ellerinde bulunan silahı teslim ederler ve Cumhuriyetin emirlerine uyarlarsa kendileri için yapacağımız şey sevgiyle göğsü müzü açıp kucaklamaktır." * 503
BİRLİKLER Tunceli'de hareket alanlarının hepsine girmişler di. İsyancılar çatışarak dağlara çekiliyorlardı. Ancak kendilerinin çıkabileceklerini sandıkları dağlara güveniyorlardı. Haziran sonuna kadar iki yanın kayıpları şöyleydi: Askerler: 33 şehit, 60 yaralı İsyancdar: 163 ölü ve yaralı Teslim olanlar: 866 kişi Yakılan köy: 60 Yakılan köyler yasak bölge içinde kalan köylerdi. Boşaltılarak yakılıyor ya da zaten boşaltılmış oluyorlardı. Bu arada bazı isyancı lar da isyana katılmayan kov eri basıyor, yağmalıyor, karşı dururlar sa köyü yakıyorlardı. il 1
504
ANTAKYA'da uzun, zorlu, sinir bozucu tartışmalardan sonra 00 Türk askerinin Hatay'a gelmesi konusunda anlaşma olmuştu. Fransızlar bu kez de bu birliğin içinde topçu bulunmasına ge rek olmadığını ileri sürdüler. Orgeneral Asım Gündüz'ün ve kurul üyelerinin sinirleri kopacak gibi gerilmişti. Tartışmalar yeniden başladı. Durum Atatürk'ün sabrını taşırmıştı. Hasan Rıza Soyak aracı lığı ile Hükümete, "Kabul edin.." diye mesaj yolladı, "..bize kim ta arruz edecek? Fransızlar mı? Sınırda bekleyen kuvvetlerimiz en geç iki saat içinde olay yerine yetişir ve bütün bölgeyi işgal ederler." Bu mesaj Orgeneral Asım Gündüz'e ulaşmadan 2/3 Temmuz gecesi anlaşma oldu. Durum Ankara'ya bildirildi. Topçu taburu da 636 Üçüncü Bölüm
bulunan 2.400 kişilik bir Türk birliği, iki hükümetin saptayacağı bir günde Hatay'a girecekti. Anlaşma 3 Temmuz sabahı saat 08.00'de imza edildi. „ Orgeneral Asım Gündüz ve kurul Ankara'ya dönmek üzere bü yük gösteriler arasında Hatay'dan ayrıldı. 505
HABER 2 Temmuz Cumartesini 3 Temmuz Pazar gününe bağ layan gece yarısı Ankara'ya, Ankara'dan da Cumhurbaşkanlığı Ge nel Sekreterliğine bildirilmişti. Saat 01.00'i geçiyordu. Atatürk daha uyumamıştı. Hasan Rıza Bey aldığı güzel haberi arz etti. Atatürk büyük huzur duydu. İçinde düğüm olan iki sorundan biri, Boğazlar sorunu çözül müştü, Hatay sorunu da çözüm yolundaydı. O gece sakin uyudu. HATAY'a iki kapıdan giriliyordu. Biri Hassa-Aktepe kapısıydı, öteki Payas kapısı. Hassa-Aktepe kapısından Albay Şükrü Kanat lı komutasındaki alay girecek, buradan Belen ve Antakya'ya doğru yürüyecekti. Payas kapısından Alayın Binbaşı Süleyman Bey komu tasındaki taburu girecek, o da İskenderun'a yürüyecekti. Albay Şükrü Kanatlı çok titiz bir komu tandı. Hatay'a alayında hiçbir kusur, eksik ol madan girmek istiyordu. Dünyanın gözü üzer- * lerinde olacaktı. Bu nedenle her şey elden, gözden geçiriliyordu. Erlerin de postalları bo yalı, elbiseleri ütülü olacaktı. Atların tırnakla rı boyanıyor, yeleleri örülüyordu. iki hükümet, Atatürk ün isteği üzerine, Türk alayının pazartesiden başlayarak Hatay'a girmesi konusunda anlaştılar. Fakat Şükrü Ka natlı alayın tam hazır olması için Hatay'a Salı günü girmeyi uygun gördü. Albay Şükrü Kanatlı :
YILLARDAN beri beklenen gün gelmişti. Antakya'da, İsken derun'da, sınır kapılarında zafer takları hazırlandı. Evler, dükkânlar, yollar bayraklarla süslendi. Türk-Fı ansız dostluğunun gereği olarak araya Fransız bayrakları da serpiştirildi. Üçüncü Bölüm 637
Gece belki de kimse uyumadı. Sabah erkenden otomobiller, arabalar, atlarla sınır kapılarına aktılar. Yollar askerleri bekleyen Hataylılarla doldu. Antakya'da, İskenderun'da, ilçelerde, bucaklar da, yakın köylerde, hasta ve çok yaşlı olanlar dışında evlerde kimse kalmamıştı. 5 Temmuz 1938 Salı günü sabah 06.00'da Payas kapısında kı yamet koptu. Binbaşı Süleyman Bey komutasındaki tabur görün dü. Vali Dr. Abdurrahman Melek, Albay Collet ve bir Fransız selam birliği Türk birliğini selamladı. Halk heyecandan ağlıyor, askerlerin ayaklarına kapanıyordu. Tabur alkışlar, gözyaşları, bağırışlar, haykı rışlar, dualar arasında İskenderun'a doğru yürüdü. Vali Dr. Melek oradan Hassa-Aktepe kapısına koştu. Saat 07.30'da da Hassa'dan gelen görkemli alay göründü. Önde atı üze rinde Albay Şükrü Kanatlı vardı^Arkasından süvarileri, topçuları ile alayı geliyordu. Halk kendinden geçti. Ağlayarak, süvarilerin üzengilerini, çizmelerini, askerlerin omuzlarını, ellerini, tüfeklerini öpüyor, top arabalarının tekerleklerini okşuyorlar, ^ Yaşasın Tür kiye!", "Yaşasın Atatürk!", "Yaşasın ordu!" diye hiç durmadan avaz avaz bağırıyorlardı. 20 yıl vatandan ayrı kalmanın acısını çekmişler, hep bu günü hayal etmişlerdi. Asker gelmişti ya, artık sorun yoktu! Vali Dr. Melek'in gözleri yaşardı. Özlem sona ermişti. Albay Şükrü Kanatlı'yı selamladı. Albay attan inince kucakladı. Alay alkış lar, sevinç gözyaşları, çiçek yağmuru altında ilerledi. Yol onbinierle doluydu. Belen'de karargâh kurdu.
Asker Hatay'a giriyor 638 Üçüncü Bölüm
Alayın bir taburu ertesi gün Belen'den Antakya'ya yürüyeceki. O gün bütün Antakya ayaktaydı. Oyunlar oynanıyor, kurbanlar kesiliyor, zılgıtlar çekiliyordu. Tabur Fransızların boşalttığı kışlanın önüne geldi. Bir grup Antakyalı hanım Tabur Komutanının yolunu kesti. Komutan "Hayrola hanımlar?" dedi. "Komutan, yirmi yıl önce, 'düşman askeri gidince, kışlaları bi zim askerimiz için saçlarımızla süpüreceğiz' diye and içmiştik. An dımızı tutup burayı tertemiz etmedikçe askeri kışlaya sokmayız" Komutan bu mübarek kadınları saygı ile selamladı. Mola ver di. Asker silah çatıp dinlenmeye geçti. Kadınların upuzun saçları vardı. Birbirlerinin saçlarını kestiler, uzun değneklere bağladılar. Kışlayı saçlarıyla süpürdüler, sildiler, tertemiz ettiler. "Şimdi buyrun!" 506
IV. UMUMİ MÜFETTİŞLİĞİN komutasında yürütülen ara ma-tarama çalışmaları sürüyordu. İsyan alanlarından kaçan aileler birliklere sığınıyorlardı. 8 Ağustostaki manevraya katılacak tümenler hazırlanmaya başlamışlardı. DOKTORLAR Atatürk'ün Savarona'dan Dolmabahçe Sarayı'na geçmesini istiyorlardı. Deniz havası sağlığına zararlı olmaya başla mıştı! Atatürk artık beş-on adımdan fazla yürüyemiyorduf Bu hal de görünmek istemediği için Saraya geçmeyi reddetmişti. Gökçen doktorlara sordu: "Saraya geçmesi şart mı?" "Evet. Kaldığı her dakika sakıncalı." "O zaman ben şansımı deneyeyim." "Haydi Gökçen, görelim seni. Bunu başarabilecek olursan?Ata türk'e şu sıkıntılı günlerinde en büyük yardımı yapmış olacaksın*' Yattığı kamaraya girdi. Elini tuttu. Atatürk yorgun başını Gök çen'den yana çevirdi: "Sen misin kızım?" Benim Paşam"
"Saat kaç?
11
Gökçen saati söyledi. Sf Zaman da geçmek nedir bilmiyor" Üçüncü Bölüm 63
Gökçen yere diz çöküp konuşmaya başladı. Saraya geçmesi ge rektiğini anlattı. Ağlamadan, bunu yapması için yalvardı. Atatürk I sordu: "Saraya geçecek olursam yaşayabileceğime mi inanıyorsun?" "Evet Paşam." "Doktorlar?" "Onlar da böyle düşünüyorlar. Bu nedenle ısrar ediyorlar" "Peki ama bazılarının beni bu şekilde görmesine senin gönlün razı oluyor mu?" Gökçen bütün ışıkların söndürüleceğini, taşınma işinin el ayak çekildiği saatte yapılacağını anlattı. Atatürk uzun bir düşünüşten sonra, "Peki Gökçen." dedi, "..dediğin gibi olsun." Gökçen Atatürk'ün elini Öptü. Dışarı ağlayarak çıktı. Doktorlar ve arkadaşları Atatürk'ün kabul ettiğini duyunca Gökçen'e sevinçle sarıldılar. 25 Temmuz gecesi Sarayın ve yatın bütün ışıkları söndürüldü. Birkaç maskeli ışık bırakıldı. Atatürk bir hasır koltuğa oturtularak büyük bir dikkatle önce motora, motordan Saraya taşındı. Asansörle yukarı çıkardılar. Asansör kapısından çıkınca silkinip ayağa kalktı, bir daha çıkamayacağı odasına kadar son olarak birkaç adım yürüdü. Yatağına uzandı. "İyi ki geldik. Burası yattan serinmiş." 507
AFET HANIM sınavlarını başarıyla vermiş olarak Cenevre'den döndü. Sürekli bilgi aldığı için Atatürk'ü iyi bulmayacağını biliyor du. Ama görünce çok sarsıldı. İçine ağladı. Hiç şaşırmamış gibi sükûnetle konuşmayı başararak bilgi verdi. Öğrenimini bitirmiş ol ması Atatürk'ü sevindirmişti: "Aferin Afet. Bir bilim insanı olmanı çok istemiştim. Bana bu gururu tattırdığın için çok teşekkür ederim." DOKTOR FISSENGER 16 Temmuzda üçüncü kez geldi. Kesin dinlenme tavsiyesini yineledi. H. Rıza Soyak'a dedi ki: "Bu hastalığın sırf içkiden ileri geldiği hakkındaki düşünce doğru değildir. Benim Fas, Tunus ve Cezayir'den gelen birçok has talarım var ki ömürlerinde ağızlarına herhangi ispirtolu içki koy mamışlardır. Bu bakımdan hastalığın daha başka ve önemli etkenle640 Üçüncü Bölüm
ri olduğunu kabul etmek lazımdır. Bence bunlar arasında beslenme tarzı ve aşırı peklik gibi etkenler başlıbaşına yer tutmaktadır." 508
TUNCELİ'de ikinci aşama olan 3. Ordu manevrasına katılacak birlikler Ağustos başında yerlerini almaya başlamışlardı. Birlikler gö rev yerlerine giderlerken karşılaştıkları dirençleri de kırıyorlardı. Bu manevranın birinci bölümüne 3 kolordu (7 tümen) katılı yordu. Tunceli 7 bölgeye ayrılmıştı. Her bölgede bir tümen aramatarama görevi yapacaktı. Ordu emrinde hareketin amacı şöyle açıklanmıştı: "Bu bölgedeki halkı silahtan tamamiyle tecrit etmek (arındır mak), Tunceli'nin her sene ayrı ayrı sahalarında beliren haydutluğa tamamen son vermek." Birlikler her yanda aynı gün hep birden harekete geçecek, Tun celi karış karış aranacaktı. Bu kadar çok kuvvetle ve bütün Tunceli'yi kapsayan bir arama-tarama hareketi ilk kez yapılıyordu. Batı illeri ne sevk edilecek olan kimseler Çemişkezek'te toplanacaktı. Ordu karargâhı da Hozat'a geldi. Büyük arama-tarama 10 Ağustos sabahı başladı, 3 kolordu ha rekete geçti, 7 gün sürdü, 17 Ağustos günü sona erdi. Çıkılmaz sa nılan bütün dağların doruklarına çıkılmış, ulaşılmamış bir karış yer kalmamıştı. Birlikler 31 Ağustosta büyük bir geçit töreni yapacak, manevranın ikinci bölümü 6 Eylülde başlayacaktı. 5088
24 AĞUSTOSTA Türk ve Fransız askeri birliklerinin sağladığı sükûn içinde seçim yapıldı. 40 milletvekili seçildi: İ22Türk p 9 Alevi 5 Ermeni 2 Rum 2 Arap •Hatay Meclisi 2 Eylül 1938 günü toplandı. Meclis Başkanlığına Abdülgani Türkmen, Devlet Başkanlığına Tayfur Sökmen seçildi. Başkan yeminden sonra Başbakanlığa Dr.^Âbdurrahman Melek'i atadı. Devletin adı Hatay Devleti, Atatürk'ün çizdiği bayrak Hatay Bayrağı oldu. r
Üçüncü Bölüm 641
Atatürk'ün 15 yıl önce Adana'da Hatay'ı temsil eden matem el biseli kızlara verdiği söz gerçekleşmiş, Atatürk de büyük bir huzura I kavuşmuştu. Bu huzur içinde 6 Eylülde vasiyetnamesini el yazısıyla yazdı ve Saraya çağrılan İstanbul 6. Noterine teslim etti. 509
510
ATATÜRK'ten sonra kim Cumhurbaşkanı olacaktı? Dar bir çevre içinde sessiz ve derinden bir kulis başlamıştı. Kiminin egosu kabarmıştı. Kimi de geleceğini güvenceye almak istiyordu. "Atatürk kendinden sonra kimin Cumhurbaşkanı olmasını istediğini bana söyledi" gibi yalanlar uydurmaya yeltenenler de vardı. Celal Bayar bu kulise karşı taş gibi durdu. Hiçbir oyuna ve ya lana gelmedL Bu kritik dönem için seçilmiş en güvenilir Başbakan ve Parti Genel Başkan Vekili olduğunu gösterdi. Bu acılı, kritik süreci çok dürüst ve dikkatli yönetti. 6 EYLÜLDE büyük manevranın ikinci bölümüne sıra t i . Bir kolordu ile bir tümen Tunceli'de arama-tarama hareketini tamam larken, kalan birlikler de Gaziantep bölgesinde tatbikat yapmaya başladılar. Tunceli'de yeni arama-tarama 16 Eylüle kadar sürecekti. Başbakan Bayar, Genelkurmay Başkanı Çakmak ve Milli Sa vunma Bakanı Özalp Elazığ'da buluşarak Tunceli'nin geleceğini ko nuşup şu kararlara varmışlardı: IV. Umumi Müfettişliğin birlikleri güçlendirilecek, emrine 17. Dağ Tugayı verilecek, sabit jandarma birliklerinin kuvveti 400'den 1.000'e çıkarılacak, bundan böyle ara ma-tarama sık sık sürdürülecek, yakalanamayan bazı çapulcular için takip kolları kurulacaktı. Yasak bölgeler içinde oturmaya, sak lanmaya elverişli tek yapı bırakılmayacaktı. Böylece silah kalmayacak, çapulculuk gibi Tunceli'yi küçük düşüren kötü âdet sona erecek, imar programı sürdürülecekti. Tunceli uygarlığı paylaşacaktı. 511
CELAL BAYAR Atatürk'e genel iktisadi durum ile İkinci Dört Yıllık Plan hakkında 18 Eylül günü özet bilgi sundu. Doktorlar "yor mayın!" dedikleri için kısa konuşmaya çalıştı. Bütçe çoktandır açık vermiyor, gelir fazlası veriyordu. Dış ti caret açığı da söz konusu değildi. Merkez Bankası'nda 36 milyon 642 Üçüncü Bölüm
dolar döviz, 26 ton altın vardı. Artık şeker, çimento, kereste ve deri ürünlerinde milli ihtiyacın tümü, yünlü dokumada % 83'ü, pamuk lu dokumada % 43'ü, kâğıtta % 32'si, camda ve cam eşyada % 63'ü milli üretimle karşılanmaktaydı. Demir-çelik sanayii kurulmuştu. Demiryollarımız 7.132 km.ye çıkmıştı. Güçlü Ankara radyosu ile yurtdışına yayın yapacak olan kısa dalga Ankara radyosu Cumhuri yet Bayramına yetişmişlerdi, 28 Ekimde hizmete gireceklerdi. Ma denler ve şirketler millileştiriliyor, her şey vatanın sahibi millete mal ediliyordu. Sanayileşme hızı ortalama % 20'ye yakındı. Devletin Osmanlı borcundan başka borcu yoktu. Boğazlar ve Hatay sorunla rı çözülmüştü. Yeni Dört Yıllık Planda madenlere, metal ürünlere, kimya, toprak ve gıda sanayiilerine, elektrik enerjisi ile ulaştırmaya öncelik verilecekti. Bu plan için sarf edilecek para 85-90 milyon lira olarak tahmin edilmekteydi. İngiltere üe 16 milyon İngiliz liralık kredi sözleşmesi imzalanmış, Almanya ile 150 milyon marklık bir kredi konusunda ön anlaşma yapılmıştı. Nöbetçi doktor, Afet Hanıma, "Atatürk biraz fazla yoruldu. Yanma girseniz de açıklamanın bir kısmını başka güne bıraktırabilseniz" dedi. Afet Hanım içeri girdi. Atatürk yatağında oturuyor ve büyük bir dikkatle Bayar'ı dinliyordu. Afet Hanım'a "Otur, sen de dinle" dedi. Bayar'ı sonuna kadar can kulağı ile dinledi. Bayar izin isteyip çıktı. "Bak Afet, dünya bir savaşa doğru gidiyor. Bizim iktisadi ba kımdan çok kuvvetli olmamız, kendimize yetmemiz lazım. Bunu da başaracağız. Cumhuriyet on beş yaşına girdi. Koca bir delikanlı, bir babayiğit oldu." Gözleri sevinçle parlıyordu. Kaç zamandır Ankara'ya gitmek istiyordu. Ankara'ya gidebil meyi kurtuluş olarak görüyordu. Oysa yatmaktan kasları erimişti. Birkaç adımdan fazla atamıyordu. Ankara'ya gidemeyeceğini anla dıktan sonra bir daha Ankara konusunu açmadı. "Ormanlık, serin, yeşil bir yere gitsek Afet" diyordu. 8 EKİM günü Cumhuriyetin bir rüyası daha gerçekleşti. Erzu rum'a doğru dağları yara yara yol alan demiryolu Erzincan'a ulaş mıştı. Çok güzel bir istasyon yapılmıştı. Atatürk'ün hastalığı dolayısıyla hattın açılış töreni ileri bir ta rihe ertelendi. Bayar Erzincan'a ulaşıldığını Genel Sekreterlik aracıÜçüncü Bölüm 643
lığıyla Atatürk'e arz etti. Atatürk telgrafla teşekkür etti. Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya da İnönü'ye bilgi verdi. "Erzurum'a ne kadar kaldı Çetinkaya?" "215 km. Ama Erzincan-Erzurum yolunu kabaca açtık. Ray döşüyoruz. En geç gelecek yılın sonunda Erzurum'da oluruz Paşam." "Benim hesabıma göre bugüne kadar 3.000 km. yeni demiryolu yapmışız. Doğru mu?" "Evet, çok doğru" "Atatürk'e haber verdiniz değil mi? Bu güzel haber beni diriltti. Ona da iyi gelir." "Verildi Paşam." "Teşekkür ederim." 512
ATATÜRK Ankara'ya gidemeyeceğini anlayınca, Bayar'a or duya okuması için bir mesaj yazdırdı. Bu son mesajında gözü gibi sevdiği orduya sesleniyordu: "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman za ferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman Türk ordusu! Memleketini en buhranlı ve müşkil anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtar mış isen, Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekni ğinin bütün modern silah ve vasıtaları ile mücehhez olduğun halde vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur. Bugün Cumhuriyetin on beşinci yılını mütemadiyen artan bü yük bir refah ve kudret içinde idrak eden büyük Türk milletinin hu zurumda, kahraman ordu, sana kalbi şükranlarımı beyan ve ifade ederken, büyük ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyo rum" Atatürk'ün aklından Trablus, Çanakkale, Suriye, Sakar ya, Büyük Taarruz'a ilişkin unutulmaz anılar akmaya başlamıştı. Atatürk'ün gözlerinin dolup taştığını gören Bayar daha da duygu landı. Sessizce ağlayarak Atatürk'ün sözlerini yazmaya çabaladı. "Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini, dahili ve harici tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlar ile bir kat daha kuvvetlenerek büyük 644 Üçüncü Bölüm
bir feragat A nefs ve istihkar-i hayat ile her türlü vazifeyi ifaya mü heyya olduğunuza eminim. Bu kanaatle kara, deniz ve hava ordu larımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün ulus muvacehesinde beyan ederim. Cumhuriyet bayramının on beşinci yıldönümü hakkınızda kut lu olsun!" Cumhurbaşkanı ve Başbakan birbirlerine hiç bakmadan, göz yaşlarını silecek ve kendilerine gelecek kadar zaman tanıdılar. To parlanacak kadar süre geçince Bayar izin istedi. CUMHURİYETİN 15. yıldönümü dolayısıyla TBMM'de kutla maları Meclis Başkanı kabul etti. Meclis'ten tören alanına gidildi. Bayramlık elbiselerini giymiş olan halk tribünleri ve tören yolunun iki yanını doldurmuştu. Hiçbir taşkınlık yapmıyor, zaman zaman "Yaşasın Atatürk!" diye bağırıyorlardı. Celal Bayar geçit töreni başlamadan Atatürk'ün orduya mesa jını titreyen bir sesle okudu. Mesaj ses yükselticilerle halka ve geçit töreni için sırada bekleyen birliklere ulaşmaktaydı. Bando, tören komutanı ve karargâhı, Harpokulu, kara ve deniz askerleri, süvariler, topçular şeref tribününün önünden gözyaşları nı yüreklerine akıtarak geçtiler. Sancaklar eğilmedi. Çünkü ebedi Başkomutan tribünde yoktu. 1 KASIM günü Meclis salonu, localar, balkon doluydu. Ama derin bir sessizlik vardı. Kimse yüksek sesle ve gerekmedikçe ko nuşmuyordu. Yayımlanan bildiriler hastalığın acı sona doğru hızla yol aldığını belli etmekteydi. Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin beşinci dönemi nin dördüncü çalışma yılını açmak için hazırladığı konuşmayı Ce lal Bayar okudu. Atatürk nelerin yapılmış olduğunu açıklıyor, neler yapılması düşünüldüğünü belirtiyordu. Birçok konu yanında bu yıl eğitim kadrosuna 1.500 eğitmenin katıldığını açıkladı, dil ve tarih konularına da önem verdi. Konuşma şöyle bitiyordu: "Büyük Kamutay, şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim." Herkes heyecan, saygı, sevgiyle ayağa fırladı. Alkışlar uzun zaman dinmedi. Üçüncü Bölüm 645
KULELİ ASKERİ LİSESİ öğrencileri, geçit töreni dönüşü ge miyle Dolmabahçe'nin önüne geldiler, okulun bandosu da beraberdi, bando eşliğinde İstiklal Marşı'nı söylediler. Marştan sonra sevgi, saygı, bağlılık gösterileri yapmaya başladılar. Afet Hanım o sırada Atatürk'ün odasındaydı. Düşündü: Sağlığı yerinde olsa şimdi Atatürk balkona koşardı. Orkestrayı balkona çağırır, marşlar çaldırır, çocuklarla birlikte söy lerdi. Belki motora atlayıp gemiye çıkar, dans eder, halay çeker, Sarı Zeybek oynardı. Oysa yerinden kalkamıyordu. Pencereye, dolayısıyla gönül gözüyle gençlerle dolu gemiye ba kıyor, içinden sonsuz sevgiyle el sallıyordu. 8 Kasım 1938 günü saat 19.00'da, başını sağa çevirdi, "Aleykümesselam" dedi. Komaya girdi. 9 Kasım akşamı şu bildiri yayımlandı: "Umumi ahval vahamete doğru seyretmektedir." Her bildiriden sonra bütün evlerden dua sesleri yükseliyordu. 10 Kasım günü hava kapalıydı. Ara sıra yağmur serpeliyordu. Denizin rengi kararmıştı. Sarayda derin bir sessizlik var. Tıp çok tandır aciz. Dr. Kâmil Berk başını Dr. Mim Kemal Bey'in omuzuna dayamış sessizce ağlıyor. Prof. Akil Muhtar Bey hıçkırıyor. Saat dokuzu beş geçiyordu. Atatürk birden gözlerini açtı. Gözler hâlâ ışık içindeydi. Sonra gözlerini kapayarak başını sağa çevirdi ve sonsuzluğa karıştı. SİSTEM hiçbir soruna yol açmadan işledi. Anayasa gereği T B M M 11 Kasım günü toplandı ve Cumhurbaşkanı olarak İsmet inönü'yü seçti. O sırada yurtdışında elçi olarak bulunan Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle yazacaktı: "Yalnız düşmanlarımız değil, dostlarımız bile 'O gidince ne yapacaksınız?' diyorlardı. Bu endişenin sebebini Kemalist rejimin diktatörlüklerle karıştırılmış olmasında aramalıdır Batan dikta törlükler şahsi idarelerdir ve başa geçen insanın kuvvetinden başka bir kanuna veya müesseseye dayanmadıkları için diktatörlerin öm rüyle birlikte nihayet bulurlar. Halbuki Atatürk bir diktatör değil, inkılapçı bir devlet kurucu idi! >sız
646 Üçüncü Bölüm
ATATÜRK'ün atlas Türk bayrağına sarılı tabutu Dolmabahçe Sarayı'nın büyük salonunda hazırlanan katafalka yerleştirildi ve halkın saygı geçişine açıldı. İki asker, iki subay ve iki general tabu tun iki yanında saygı nöbeti tutuyorlardı. Halk şimdiye kadar hiçbir evladı için bu kadar çok üzülmemiş, böylesine çok ağlamamıştı. Yüzbinler bayrağa sarılı tabutun önün den ağlayarak geçtiler.
Üçüncü Bölüm 647
19 Kasım günü Vakıflar Müdürü Prof. Şerafettin Yaltkaya Saray da cenaze namazını kıldırdı. Tabut top arabasına konularak, yolları, evlerin çatılarını, camilerin üzerini dolduran yüzbinlerin gözyaşları ve rahmet dilekleri arasında Sarayburnu'na getirildi. Bütün camiler den salalar veriliyordu. Naaşı Zafer torpidosuyla Yavuz zırhlısına nak ledildi. Yavuz naaşı İzmit'e getirdi. Bütün İzmit kıyıdaydı. Atatürk'ün naaşı özel bir katarla Ankara'ya yolcu edildi. Atatürk'ü sonsuzluğa uğurlamak için yol boyunca bütün gece halk, istasyonlara, meşaleler le yollara akın etti, Atatürk'ü saygı ve minnetle selamladı. Türkiye ne haldeydi, nereye gelmişti? Hepsi bunu çok iyi biliyordu. Acı günleri de esenlik günlerini de yaşamışlardı. Zihinleri yalanlarla kirlenmemişti. 20 Kasım günü özel katar Ankara Garı'na geldi. Törenle kar şılandı. Türk bayrağına sarılı tabutu, kurduğu TBMM'nin önünde hazırlanan görkemli katafalka yerleştirildi. Halk ve birçok ülkenin yolladığı temsilciler ve saygı birlikleri katafalkın önünden geçtiler. Halkın ağlayarak, rahmet okuyarak geçişi sabaha kadar sürdü. 21 Kasım günü Atatürk'ün naaşı görkemli bir törenle geçici olarak Etnografya Müzesine emanet edildi. İkinci Cumhurbaşkanı İnönü Atatürk hakkında bir beyanname yayımladı. Beyanname şöyle bitiyordu: Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi, İnsanlık idealinin âşık ve mümtaz siması Eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardın Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milleti ile beraber se nin huzurunda tazim ile eğiliyoruz. Bütün hayatında bize ruhun daki ateşten canlılık verdin. Emin ol aziz hatıran sönmez meşale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutacaktır.^ 22 Eylül 2010 Ankara-Oran
Üçüncü Bölüm 651
Sonsöz Böylece
Türkiye Üçlemesi s o n a e r d i .
Ç a n a k k a l e , Milli M ü c a d e l e v e C u m h u r i y e t b i r b ü t ü n d ü r . Y a kın t a r i h i m i z i o l u ş t u r a n b u ü ç d ö n e m i n t a r i h i n i d o ğ r u v e iyi b i l m e k z o r u n d a y ı z . Yoksa b u g ü n ü a n l a y a m a z , y a r ı n ı k e s t i r e m e y i z . H e r ş e y C u m h u r i y e t t e k u c a k l a ş ı p b i r l e ş t i . Türk Mucizesi o l u ş t u . O k u r l a r ı m ı y o r m a m a k i ç i n 1 5 yıl s o n u n d a C u m h u r i y e t i n ulaştığı düzeyi b o l sayılar, grafikler, t a b l o l a r v e r e r e k a n l a t m a k tan kaçındım. Verilen özet bilginin Türk M u c i z e s i n i anlatmaya yeteceğini sanıyorum. Sonra ne oldu? 1 9 3 9 ' d a İ k i n c i D ü n y a S a v a ş ı b a ş l a d ı . İ k i n c i D ö r t Yıllık P l a n kaldı. İ s t e r i s t e m e z y a t ı r ı m l a r d u r d u . S a v a ş b i t t i k t e n s o n r a ç o k partili h a y a t a g e ç i l d i . 1945'ten bu yana, çok partili hayatta üç duraklamayla b u g ü n e geldik. B a z ı p a r t i y ö n e t i c i l e r i A t a t ü r k ' t e n d a h a bilgili, d a h a akıllı v e daha yurtsever olduklarını düşünerek o n u n çizdiği ana yoldan ayrıldılar.| Sonuç olarak topyekûn (ekonomik ve sosyo-kültürel) ve planlı k a l k ı n m a y ö n t e m i t e r k e d i l d i . D e v r i m l e r d e n ö d ü n l e r v e rildi. 1 9 5 1 ' d e k a p a t ı l d ı ğ ı z a m a n 4 7 4 H a l k e v i , 4 . 3 0 6 H a l k o d a s ı vardı. 1 9 5 4 ' t e k ö y l e r e C u m h u r i y e t i g ö t ü r e n K ö y E n s t i t ü l e r i d e kapatıldı. 1971'de T R T ' n i n özerkliği kaldırıldı. D o ğ u d a n - B a t ı dan klasikler dizisine son verildi.
Böylece halk eğitimi anlayışı
son buldu. G e n e l eğitimde nitelik kaybı başladı. Laik nitelik iki ye bölündü. Hâlâ hiç okul g ö r m e m i ş önemli oranda yurttaşımız var. T o p r a k r e f o r m u y a p ı l a m a d ı . D e m i r y o l l a r ı v e d e n i z y o l l a r ı i h m a l edildi. |1980 den sonra devleti k ü ç ü l t m e sloganıyla milli e k o n o m i y i ,
oluşturan ve düzenleyen kuruluşlar, k u r u m l a r ve fabrikalar ya kapatıldı, ya satılığa çıkarıldı.
652 Son Söz
ilerlediğimiz alanlar var! Bazı alanlarda ise geriliyoruz Bor cumuz ve işsizimiz çok. Büyük şehirlere göç sürüyor. Varoşlar sorunlu. Tarım ürünleri bakımından artık kendi kendine yeten bir ülke değiliz. Demokrasimiz gerekli düzeye ulaşmadı. Böyledir diye karamsar mı olalım? I Hayır! Tarihimizi doğru bilirsek, ararmzdaki anlaşmazlıkların çoğu sona erer. Birçok sorunun kaynağı, doğru tarihe eklenen yalan lar, çarpıtmalar, saptırmalardır. Ayrıca tarih, olumlu ve olumsuz örnekleri sergileyerek herkese rehberlik eder, kurtarıcı, uygun yolu gösterir. Kutup yıldızı gibidir. Çanakkale, Milli Mücadele özellikle Cumhuriyetin Atatürk'lü 15 yılı bu konuda aydınlatıcı! uyarıcı, büyük örneklerle dolu. Tarihimize danışarak, düşüne rek, eksikliklerimizi, yanlışlıklarımızı, yetersizliklerimizi, sorun larımızı giderecek yollar arayalım, konuşalım, uygarca tartışarak çözümler bulalım. Topyekûn çağdaş uygarlığa ulaşmak zorundayız. Atatürk'e yürüyelim. Turgut Özakman
[email protected]
Son Söz 653
Teşekkür Sevgili okurlarıma, şifa veren elleriyle beni hayata döndüren sayın ve sevgili doktorlarıma, beni yaşatan, evin her yanım kaplayan kitaplara yıllardır kadanan, Cumhuriyet'i bitirmemi sağlayan sevgili eşime, hiçbir desteği esirge meyen rahmetli Ahmet Küflü kardeşime, yardımcım Aslı Timur-Ünsal'a, sev gili Biray Üstüner ve Argun Tozun'a minnet borçluyum. Bilgi Yayınevi'nin tüm çalışanlarına, özellikle Erol Altun'a, özlem D ağ a, Şenay Akkaş'a, Nurettin Geçkin'e, Bilgi Kitabevi'nden Şenol Bilginan'a, kızım Elife, oğlum Çan'a, bilgi ve kitap yardımında bulunan Sayın Atüa Sav a, Dr. M. Şerif Onaran ve Rüştü Asyalı'va, Tevfik Kızgınkaya'ya, Güngör Makal'a yürek ten teşekkür ediyorum. Sağlıkçı dostlarım Süleyman Akmanı, Bekir Gözüyukarı'yı sevgiyle anı yorum. 654 Teşekkür
DİPNOTLAR, A Ç I K L A M A L A R Üçüncü Bölüm Notları 1923 Yılı: 1) 2) 2a)
3) 3a) 3b)
3c)
3d)
Kâzım Karabekir-Kâzım Orbay sahnesi için: ER. Atay, Çankaya, s.380. Genel olarak: Nutuk, 2. c, s.277-281; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, 1. Bölüm, s.26; ER. Atay, Çankaya, s.379. Prof. Toynbee sıcağı sıcağına demiştir ki: "Türk ulusu kendisi için sa vaşırken, aynı zamanda yoksul ülkelerin de savaşını vermiştir. Kendi sine karşı kabaran sel sularım Ankara kapılarında durdurarak İzmir'e, Trakya'ya, İstanbul'a doğru süren Türklerin başlattığı yeni akım, belki de İrak, Suriye, Filistin, Mısır, Tunus, Cezayir ve Hindistan'a dek etkisi ni sürdürecek ve bu ülkeleri kaplayan Batı selini sürükleyip götürecektir!' (Metin Aydoğan, Kemalizm ve Türkiye, 1. c, s.291) Toynbee'nin tahmini • gerçekleşmiştir. * Cumhuriyetin ilanı günü, 19 Nisan 1925 günlü kanunla milli bay ram olarak kabul edilmiştir. Birtakım softalar 'dini bayramlar var, mil li bayramlar gereksizdir' demişlerdir. Bunu şimdi de, 21. yüzyılda bile söyleyenler var! Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, s.36. Alper Akçam, Anadolu Rönesansı Esas Duruşta, s.21. Behiç Erkin, basılmamış anılar, s.238 vd. (özetlenerek aktarılmıştır); Ziya Gürel, Kurtuluş Savaşında Demiryolculuk, s.151 vd. * Bakanlık, demiryolunun, limanın ve bağlı tesislerin ait oldukları şir ketlere devredilmesi hakkında gerekli anlaşmaları yapmış, anlaşma ların kabulü için Meclis'e kanun tasarısı vermişti. Bakan 5.11.1924 günü bir yazı ile tasarıyı geri alacaktır. (İkinci Dönem Tutanak Dergi si, 10. c , s.19) * 1858'de Alsancak istasyonunun temel atma töreninde İngiliz Büyükel çisi Stradford Canning yaptığı konuşmada, Osmanlı Valisinin önünde, diyor ki: "Batı uygarlığı Levant (Ege) kapılarına geldi dayandı. Şimdi ye kadar geçmeyi pek başaramadığımız bu kapılar artık ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda zor kullanarak bu kapı ları açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce, hatta daha fazlasına sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim? (Aktaran M. Kemal Paiaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, s.268) ' Bazı kaynaklarda doktor sayısı biraz daha yüksek veriliyor. Prof.Dr. Ah met Saltık'ın verdiği sayılar: 554 hekim, 60 eczacı, 560 sağlık memuru, 136 ebe. Hekim başına düşen kişi sayısı 30.000. 1915 yılında 282 sanayi kuruluşu vardı. Ağırlığı gıda, dokuma ve deri sa nayii oluşturuyordu. Bu kuruluşlardaki sermaye ve emeğin sadece % 151 Türklerindi. Geri kalanlar yabancıların ve azınlıkların elindeydi (Prof.Dr. Üçüncü Bölüm Notlan 655
Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, s.79). Kozmopolit Osmanlı yönetimi bu durumu doğal karşıladığı, milli ekonominin hayati Önemini düşünemedi ği için de hızla ölüme doğru gidiyordu. Falih Rıfkı Atay diyor ki: "Mekteplerde okudukları ya da okuttukları 19. yüzyıl iktisat teorisiyle yeni devlete nasihat verenleri dinlesek, kollarımı zı kavuşturup bir yüzyıl beklemeliydik. Başbakan demiryollarını kendimizin yapacağımızdan söz ettiğinde her yönden, 'devlet demiryolu yapa maz, kitapta yeti yok' sesi geliyordu! (Aktaran Prof.Dr. Erdinç Tokgöz, Türkiye'nin İktisadi Gelişme Tarihi, s.49) Devralınan maddi' mirası, sizleri -sıkmamak için parça parça aktardım. Birinci ciltte de bu durum hakkında bilgi vardı. Yeni bilgiler de verece ğim. Osmanlı dönemini övenlerin bu bilgileri dikkatle izlemelerini iç tenlikle dilerim. Osmanlı deyince bu yazarlar Kanuni dönemini düşünü yor olmalılar. Son 150 yılı hiç anmıyorlar. Osmanlının çöküş dönemini bilen biri geçmişi özlemez, Cumhuriyetin getirdikleri ile sevinir, ileriye bâfkâri Bilgiler güvenilir, genel kaynaklardan derlenmiştir. Bebek ölümü için: Atatürk Dönemi Fikir Hayatı, 2. c, s.511. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin ön kuruluşu 1921'dir. Cumhuriyet tarihte kalmış ve yaşayan bütün Anadolu'yu kucaklıyordu. İlk Cumhuriyet hükümeti: Başbakan ve Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, Di nişleri Mustafa Fevzi Efendi, Genelkurmay Fevzi Paşa, İçişleri Ferit Tek, Maliye Hasan Fehmi Ataç, Milli Savunma Kâzım Özalp, İktisat Hasan Saka, Adalet Seyit Bey, Eğitim Safa Özler, Bayındırlık Muhtar Çilli, Sağ lık Dr. Refik Saydam, Mübadele, İmar ve İskân M. Necati Bey. Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.74-75. l # *f£ Hp Şadiye Osmanoğlu, Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri, s.99, Bedir Y., İstan bul, 1966; AbdüIhanüVin ikinci kızı Ayşe Osmanoğlu da şöyle yazacaktı: "Tanrı Türk milletini ve Cumhuriyetimizi daima, korusun ve payidar et sin!' {Babam Sultan Abdülhamit, s.S, Güven Y., İstanbul, 1960): Son Halife Abdülmecit'in kızı Dürrüşehvar Sultan da Illusttration muhabirine şöyle der: "Ben bir Türk kadınıyım. Vatanımı kurtarana karşı, ölünceye kadar yalnız minnettarlık hissi taşırım!' (Aktaran: K. Mısıroğlu, Osmanoğullctrtnın Dramı, s.375, Sebil Y., İstanbul, 1992) W Ş Süreyya Ağa oğlu 1925 yılında Hukuk Fakültesini bitirir. Hukuk öğreni mini bitiren ilk Türk kızı olur. Anılarında diyor ki: "Ankara herhalde pek az şehre nasip olan bir şevk, heyecan ve gelişme havası içinde yaşıyor 1
tV
du... 192S Ankara'sında kordiplomatik, milletvekilleri; bakanlara bun ların aileleri curasında çok sıkı, samimice gösterişsiz bir İlişki varduL O şevk, o heyecan, o samimi havası ile 1925- i 929 yılları Ankara'sında ha yatımın en güzel yıllarını geçirdim!* (Birömâr Böyle Geçti, s.42-43)
üncü Bölüm Notları
Latife Hanım konusuna ancak gerektiği kadar değinip geçmek kararındaydım. Ama sayın İpek Çalışlar'ın Latife Hanım adlı kitabında birçok yanlış, saptırma var. Bu konulardaki gerçekleri açıklamak görev oldu. * Latife Hanım konusunda şu eserler esas alınmıştır: Ş.S. Aydemir, Tek Adam; Prof.Dr. Şerafettin Turan, Atatürk, Salih Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında; Kılıç Ali, Anılan\ S. Eriş Ülger, Latife Gazi Mustafa Kemah Oğuz Akay, Gazi; Nezihe Araz, Atatürk'le Bin Gün; Emin Çölaşan'ın Leman Karaosmanoğlu ile yaptığı konuşma, Hürri yet, 10 Kasım 1985 (İsmet Bozdağ'ın Gazi ve Latife Hanım hakkında kitabında doğru bilgiler de var, ancak Gazi ile Latife Hanım'ın bile bileceği, özel olaylar, yani yazar eklemeleri, yakıştırmalar, süslemeler de yer alıyor. İhtiyatla okunmalı.) * Latife Hanım'ın açıklanamaz tavırları, tepkileri var. Bir kısmını akta racağım. Bunlar hakkında en iyi ipuçlarını veren ailenin büyüğü Halit Ziya Uşaklıgü'dir. Onun Latife Hamm hakkında oğluna yazdığı mek tup Anıtkabir'de Atatürk belgeleri arasında yer alıyor. Sayın İpek Ça lışlar Latife Hanım adlı kitabında bu mektuptan parçalara yer veriyor. Ama Halit Ziya Bey'in mektubunun Latife Hanım ve ailesi hakkındaki bölümünü atlıyor. Bu mektup Şerafettin Turan Hocanın Atatürk adlı büyük çalışmasında yer almaktadır. Birçok yan yollara sapmadan, olur olmaz düşüncelerle vakit kaybetmeden bu mektubun asü önemli bölü münü aktarıyorum. Sonraki bütün olayların anahtarı bu bölümdür. Halit Ziya Bey, "Muammer Bey'in ve eşi Adviye Hanım'ın davranışla rının hiç de övülecek yanlarının bulunmadığını" vurguladıktan son ra, diyor ki (sadeleştirilmiş biçimiyle): "Bunların içinde en can mahluk şüphesiz Latifedir... Uşakizade ai lesinin güzel ve temiz taraflarından ona kadar gelen meziyetlerin -bu inkâr olunamaz- yanında, Sadık Bey'in hasta bünyesinden, Muammer'in kötü yaradılışından, özellikle de Adviye'nin (annesinin) türlü türlü yozlaşmış miraslarından geçen sakatlıklar vardır... Paşa'nın Latife ile evleneceğini haber alır almaz kendi kendime 'Eyvah' demiş
tim, 'M. Kemal'in bütün hayatı zehirlenecek.' Ve bugüne kadar ce reyan eden şeyleri hep tahmin etmiştim... Latife'nin Paşa'nın resmi ve özel hayatında ne zararlı bir unsur olduğunu öğrendikçe tela şa düştüm* İş, basit bir karı-koca hayatına ait kalmıyor, memleke ti yalandan ilgilendiren bir içerik kazanıyordu." (Prof.Dr. Ş. Turan, Atatürk, s.656, mektubun aslının tıpkıbasımı Ek VIII) Şimdi, bu bilgiyle yola devam edebiliriz. • İpek Çalışlar kitabında, Latife Hanım'ın Dilek Bebe adlı bir yeğeninin görüşüne yer vermiş (s. 181). Sayın yeğen diyor ki: "Der tabii. Niye diyemezin ki? Kemal'de diyebilir. Kocasına Paşa Hazretleri mi diye cek? Kemal Paşa hoşlanmasaydt Öyle demesinden, izin verir miydi?* Üçüncü Bölüm Notları 657
* Oysa Gazi'nin kendisine böyle ismiyle seslenilmesinden rahatsız ol\ duğunu Latife Hanım'ın kız kardeşi Vecihe İlmen açıklıyor: "Biz ken disine 'Paşam'diye hitap ederdik. Latife Hanım da 'Paşam' derdi. 'Ke mal' de derdi ama Atatürk 'Paşam' denmesini isterdi." (a.g.e., s. 181) * Sayın yeğenin belli ki o dönemin terbiye anlayışı hakkında bilgisi yok. Latife Hanım'ın kardeşi Vecihe Hanım'ın verdiği bilgiden de haber siz. Bilgisizlik yasak değil. Herkes rahat rahat tüketebilir. Ama bir dönem ve önemli insanlar hakkında konuşuluyorsa, kişiler ve dönem hakkında genel bilgi sahibi olmak gerekmez mi? Geçmiş, bugünün ölçüleri, üslubu, anlayışıyla değerlendirilir mi? * Gazi, başkalarının yanında Latife Hanıma "Hanımefendi" demekte dir. (Bir örnek: Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.389) * Sayın İpek Çalışlar kitabında Muammer Bey'in kızına bir milyon lira çeyiz parası verdiğini, birkaç yabancı gazeteye dayanarak yazmıştı. 291. sayfada, "Latife'nin getirdiği çeyiz parası nasıl kullanıldı, hangi ihtiyaçlara ayrıldı bilemiyoruz'' diyor ve ekliyor: "Ankara'nın inşası için kullanılmış olması mümkün!*
5a)
|
5b)
ü Bir milyon lira çeyiz parasına da, bu parayı Atatürk'ün karısının elin den alıp Ankara'nın inşası için harcadığına inanmak da serbest, inanmayıp gülmek de serbest. Seçim sizin! Atatürk'ün Mazhar Müfit Bey'e yazdırdığı tasarılar şunlardır: a. Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır, b. Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele ya pılacaktır, c. Tesettür (örtünme) kalkacaktır, d. Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir, e. Latin harfleri kabul edilecektir. (M. Müfit Kansu, Erzurum'dan ölü müne Kadar Atatürk'le Beraber, 1. c, s.131) * Atatürk'ün M. Müfit Bey'e yazdırdığı notlar, devrimlerin ani karar larla verilmediğinin bir kanıtıdır. Sürekli okuyan, düşünen, çözüm arayan bir yurtseverin kafasında zaman içinde oluşmuş düşünce lerdir. Kâzım Paşa'ya Cumhuriyetten söz etmesiyle ilgili kaynak: K. Özalp-Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, s.26. Bunlar Atatürk'ün büyük idealini oluşturan bazı öğelerdir. Büyük idealini çağdaşlık ya da uygarlık diye özetleyebiliriz. Bu geniş anlamlı sözcükler kanımca, milli egemenliği, laikliği, milliliği, akim özgürlü, ğü gibi kurtarıcı her düşünceyi ve yolu içeriyor^ 1924'te 337.618 ilkokul öğrencisi vardı. Bu, zorunlu öğretim görme si gereken yaklaşık 1.250.000 çocuğun sadece dörtte biriydi. Ülkede toplam 4.770 ilkokul bulunuyordu. (İ.H. Tonguç, İlköğretim Kavramı,
658 Üçüncü Bölüm Notlan
s.249). öğretmenlerin üçte biri öğretmenlik eğitimi görmemişti. 1920 yılına kadar dayak önemli bir eğitim aracı olarak görülüyordu. * Atatürk'ün 1922'de Meclis'te yaptığı bir konuşma üzerine 105 yerde Halk Mektepleri, gece kursları açılmıştır. "70. Yılında Ulusal ve Uluslararası Boyutlarıyla Atatürk'ün Büyük Nutuk'u ve Dönemi" konulu sempozyumun kitabı içinde, sıtma ko nusunda çok yararlı bir çalışma var: Prof.Dr. İlhan Tekeli-Selim îlkin, "Türkiye'de Sıtma Mücadelesinin Tarihi", s.209-258, ODTÜ Yayını, An kara, 1999. * Osmanlı Devleti'nin Sağlık Bakanlığı yoktu, sağlık işleri Dahiliye Ne zaretine bağlı bir genel müdürlükten ibaretti. Sağlık bakımından du rumun neden o kadar acıklı olduğunu bu bilgi açıklıyor. Devralınan miras hakkında 1. ciltten beri verdiğim bütün bilgiler kay nakçada yer alan konuyla ilgili güvenilir kaynaklardan derlenmiştir. * Anadolu tarzı derebeylik ile Batı feodalizmi arasında önemli farklar vardır. O nedenle feodalite demeyeceğim, ağalık/beylik düzeni diye ceğim. Sağlıkla ilgiler bilgiler için: Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 1973; 80. Yılda Tedavi Hizmetleri, 1923-2003, Sağ lık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2004; BiUm ve Ütopya Dergisi sağlık özel sayısı, Şubat 1998, sayı 44. Dr. Refik Saydamla ilgili ansiklopedik bilgiler. Programın ana hatları: Sağlık örgütünü genişletmek (köylere kadar), ko ruyucu hekimliği öne almak, doktor, hemşire, sağlık memuru (teknisyen), eczacı yetiştirmek, hastane kurmak isteyen belediye, özel idare ve kurum lara örnek olmak üzere numune hastaneleri açmak, doğum ve çocuk bakı mevleri kurmak, salgın, yaygın hastalıklarla mücadele etmek, sağlıkla ilgili kanunları hazırlamak, Hıfzıssıhha Kurumunu ve okulunu kurmak. Hepsi ni birden ve çabucak yapmak imkânsızdı. Bütçeye bağlı olarak bu hedefle re doğru, ara verümeden yüründü. On üç yıl içinde 50 yasa, 18 tüzük ha zırlandı ve uygulanmaya başlandı. Sağlık işleri bir düzene bağlandı. * Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramlarını ülkemi ze getiren kişi Dr. Refik Saydam'dır. (Prof.Dr. Ahmet Saltık, Bilim ve Ütopya, 44. sayı, s.16-17) * Ankara, Diyarbakır, Erzurum ve Sivas'ta tam teşekküllü numune has taneleri açılması kararlaştırılır. Bazılarının yapımına başlanır. 1924'te 150 ilçede Muayene ve Tedavi Evi açılır. Bunlar ilerde 5-25 yataklı sağlık merkezlerine dönüştürülecektir. 1950'de sayıları 300'e ulaşmış tı. Demokrat Parti yenilerinin açılmasını durdurur. 1930'da 182 has taneye, 1940'ta 198 hastaneye, 14.383 yatağa ulaşılır. 1926'da Manisa ve Elazığ'da Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastaneleri, ilk olarak Ankara ve Konya'da Doğum ve Çocuk Bakımevi açılır. 1925'te Adıyaman'da,
Üçüncü Bölüm Notlan 659
Malatya'da trahom hastaneleri kurulur. Gezici tarama ekipleri, sal gın hastalıklarla savaş ekipleri oluşturulur. İstanbul'da Sanatoryum ve Verem Dispanseri, Adana, Gaziantep, Kilis ve Besni'de Trahom Savaş Hastaneleri açılır. Adana'da Sıtma Enstitüsü hizmete girer. Bu rada doktorlara düzenli kurslar verilir. Değişik bölgelerde 11 sıtma dispanseri hizmete sokulur. 1931'e kadar iki milyon hastaya ulaşılır. * Her çeşit aşı ve serumun devlet tarafından yapılması kabul edilir. $ Bir bilgi notu: Milli Mücadele sırasında işgalciler bulaşıcı hastalıkla rın önlenmesi ve insan sağlığının korunması için gerekli olan aşı ve serumların Anadolu'ya yollanmasını engellerler (Dr. Ferruh Niyazi Ayoğlu'nun Anıları, s.209, Zonguldak, 2008). Ne uygar insanlar de ğil mi? Sivas'ta bir aşı ve serum laboratuvarı kurulur. Aşı için gerekli mikroplar İstanbul'daki iaboratuvardan kaçırılır, bin bir zorluk için de mikropların ölmeden Sivas'a yetiştirilmesi sağlanır. Aşı ve serum laboratuvarı çalıştırılır. Cumhuriyet döneminde Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele deneylerinden çok yararlanılmıştır. Başarının bir nedeni de bu deney zenginliğidir. * 1925-1931 yılları arasında 40.000 trahomlu tedavi edilir. * "Türkiye'nin sıtma savaşı tarihin bilinen en büyük sağlık savaşımların dan biridir. 17 milyon insan kontrolden geçirildi. Beş milyonu tedavi edildi. 350 km bataklık kurutuldu. Bin km. kanal açıldı'.' {Osmarıgazi Tıp Dergisi, 2007, M. Yahya Metintaş, ömür Elçioğlu); Sıtma Mücade le Kanunu 13 Mayıs 1926'da yürürlüğe girdi. Gezici doktorlar da, öğretmenler gibi at, katır sırtında köylere gitmeye başladılar. Köylere devletin şefkat eli ilk kez ulaşıyordu. Salgın hasta lıklar türlü çabalarla dizginlenir. Bebek ölüm oranı giderek düşer. * Temel yasalar beş yıl içinde hazırlandı ve uygulandı. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, hazırlandığı dönemde dünyanın en modern kanu nuydu. (Prof.Dr. Ahmet Saltık, Bilim ve Ütopya, Şubat 1998, s.17) * Devlet için doktorlar çok değerlidir. Hizmet zorunlu hale getirilmişti ama aylıklar yüksekti. 7o»|jmîu hizmet gören bir doktorun aylığı Sağ lık Bakanı Dr. Refik Bey daha fazlaydı. Bir trahomla savaş örgü tünün başkanının aylığı, bir milletvekilinin aylığının üç katıydı. * 1932'ye kadar, 10 yılda 77 yeni hastane açılır. 2
* Tıp öğrencilerine burs verilir, ücretsiz yurt sağlanır. İstanbul Üniver sitesi Tıp Fakültesi desteklenir. Kapasitesi 1.000 öğrenciye çıkarılır. 1960 yılında doktor sayısı 9.826, hemşire sayısı 2.420, ebe sayısı 3.126 olacaktır. Bunlar ciddi, tam kuruluşlu Tıp Fakültelerinden mezun ol muşlardır.
* Hıfzıssıhha hakkında temel bilgiler için milyonlarca broşür, binlerce kitapçık basılıp dağıtılır.
660 Üçüncü Bölüm Notları
5g)
5h)
5i)
5j) 6}
* Koruyucu sağlıkla ilgili pek çok konferans verilir. Buna 1927'den son ra radyo konuşmaları ve film gösterileri eklenecektir. (Sağlıkla ilgili 12 film alınır.) * Kızılay'ın da büyük hizmetleri olmuştur. 1922'de 22 olan dispanser sayısı 1932'de 339'a, yatak sayısı 189'dan 1.318'e yükselir. Nuri Şeker 1856-1958; Mehmet Şeker web sitesi; Şeker-İş Sendikası web sitesi tarihçe bölümü; Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş, web sitesi; Osman Coşkunoğlu'nun yazısı, Cumhuriyet, 21.1.2004. * Nuri Şeker yalnız değildi. Onun gibi öncülük eden birçok sivil kah raman vardı: İş adamları, doktorlar, öğretmenler, mühendisler, bilim adamları, yöneticiler vd. Ancak bazılarına değinebileceğim. Besim Atalay Türk adlarım ve Türk büyüklerinin hayat hikâyelerini top layarak yayımlar. Osmanlı döneminde Türk büyüklerinden hiç söz edÜmemiştir. Türklük bilinçli bir biçimde unutturulmaya çalışılmıştır. Bu günkü Osmanlıcılar da Türklüğe karşı. Bu ne kadar sakat, tarihin akışına aykırı, hasta bir anlayış! Milli Mücadele hem emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşıdır, hem bir ihtilal ve inkılaptır. A. Emin ve benzeri gazeteciler durumu kavramadık ları, bu niteliklere dikkat etmedikleri için bir süre Atatürk'ü zafer ka zanmış bir asker olarak gördüler. İhtilal ve inkılap lideri olduğunu idrak edemediler. Bu öneri bu yarım anlayışın ürünüdür. Bir ihtilalci, devrim ci, devrim sürecinin daha başında davasını bırakıp da çiftliğe çeküir mi? A. Emin Yalman ABD'de eğitim görmüştür. ABD tarihini Türk tarihin den daha iyi bilen, Türkiyeile ilgili olayları o eğitimin penceresinden gö ren ilk aydınlarımızdan biridir. A.E. Yalman'ı birçok benzeri izleyecek. Emin Erişirgil, islamcı Bir Şairin Romanı, s.378-379. Rauf Bey'in demeci hakkında 22 Kasım günü Halk Partisi grubunda gö rüşme açıldı. Rauf Bey lastikli bir konuşma yaptı. İrade-yi milliye ta raftarı olduğunu söyledi. Böylece, dolaylı olarak Cumhuriyetçi oldu ğunu açıklamış oluyordu. Konunun kapandığına karar verildi. Atatürk NutuKte diyor ki: "Efendiler, bu karar yüzünden Rauf Bey ve arkadaşla rına bir müddet daha Fırkanın içinde, Fırkayı yıkmak için çalışmak fır satı verilmiş oldu" (2. c, s..298) * Rauf Bey üstü kapalı, bulanık ifadelerle, Cumhuriyetin ilanından çok, TBMM hükümeti sisteminin sona erdirilmesine, bir cumhurbaşkan* lığı makamı kurulmuş olmasına karşı çıkıyor. TBMM hükümeti siste minde devlet başkanlığı makamı yoktur. M. Kemal Paşa Meclis Baş kanı olarak devleti temsil ediyordu. Cumhurbaşkanlığı ile devlet baş kanlığı makamı doldurulmuştur. Artık devlet başkanlığına Halifenin, belki de bir gün Padişahın gelebilmesine imkân kalmamıştır. Rauf Bey bunun için mi eski sistemi savunuyor, cumhurbaşkanlığına karşı
Üçüncü Bölüm Notları 661
çıkıyor? Bu soruya evet demek de zor, hayır demek de. Çünkü Rauf Bey açık konuşmuyor. * Muhalifler M. Kemal Paşa'nın diktatörlüğe gideceği kuşkusunu dile getiriyorlardı. Bu vehim en çok K. Karabekir ve arkadaşlarında vardı. Gazi diktatör anlayışında olsa padişahın, halifenin makamlarına ken disi otururdu. Oturmadı. Aklının köşesinden bile geçmedi. Cumhurbaşkanlığında, istediği birçok şeyi gerçekleştiremediğine, yetkisinin sınırlarını zorlamadığına tanık olacağız. Kullandığı yön tem ikna yöntemiydi. Yasal yollardan hiç ayrılmadı. 6a) Ömer İnönü. 7) Gizli Celse Zabıtları, 4. c, s.317-323 (İsmet Paşa'nın konuşması özet lenmiştir). * İkisi de Şiidir. Emir Ali İngiliz Krallık Konseyinin üyesidir. Ağa Han'ın İngiliz devlet protokolünde ileri bir yeri vardır. İngiliz Gizli Servisi'nin ajanıdır. * Bu gerçeklerin belgeleri ve olayın ilginç ayrıntıları için: Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.600-606. 7a) Cevat Abbas Bey hazırlıklarını geliştirir, 28 Ocak 1925 günü ilgili ma kamlara projesini bildirir. Büyük destek görür (Cevat Abbas Gürer'in anıları, Cepheden Meclis'e, Büyük Önderle 24 Yıl, s.305). Milli Piyango, Tayyare Piyangosu adıyla THK tarafından düzenlenir. Kurban derileri THK'na bağışlanır vb. 7b) 26 Aralık günü TBMM zafer ve barış şerefine, genel af yasasını kabul etti. 150 kişi af dışı tutulmuştu. Hükümet bu 150 kişilik listeyi daha kesinleştirmemişti. Hainlerin sayısı bu sayıyı kat kat aşıyordu. Başlıcaları yurtdışına kaçmıştı. Yunanistan'da, Mısır'da, Romanya'da Türkiye aleyhine gazeteler çıkarmaya başlamışlardı bile. Kaçamayanlar geride kalmıştı. Kimi uslu durarak hainliğini unuttur maya çalışacak, kimi ise Cumhuriyeti kemirmek için durmadan çalışacak, her muhalif harekete destek olacaktı. 27 Aralık günü hapishaneler boşaldı. Cumhuriyet beyaz bir sayfa açmıştı. 7c) Kitap çevrilip yayımlanmıştır ama arkası gelmemiştir. Sistemli olarak devamı için Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanı olması gerekecektir. Doğudan ve Batıdan klasiklerin çevirileri ve sürekli yayımı onunla baş... 1ar (1940). 4 ' . İP$**; I gtfti 7d) iktisat Atatürk'ün gençliğinden beri ilgilendiği bir konudur. İlgisi gittik çe genişler. Birçok eser okur. İzmir İktisat Kongresini açış konuşması, TBMM'ni açış konuşmaları, Medeni Bilgiler kitabı, çeşitli konuşmaları ilgisinin ve bilgisinin açık kanıtlarıdır, özellikle bakınız: Prof.Dr. Mus tafa A. Aysan, Atatürk'ün Ekonomi Politikası, s.27-29. 7e) Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c , s.42.
662 Üçüncü Bölüm Notları
• Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey'i ise 'TBMM'ne hakaret ettiği' gerekçe siyle 5 yıl hapse mahkûm etti. TBMM bir ay sonra 13 Şubat 1924'te Lütfi Fikri Bey'i affedecektir.
1924 yılı:
,
£
• Büyüme hızı: % 14,8 olacak. O günkü şartlar içinde elde edüen bu kal kınma hızı Cumhuriyetin olağanüstü başarılarından biridir. Sürecektir. • Ankara'da M. Kemal ve Latife Gazi ilkokulları açıldı. • Şişli Çocuk Hastanesi'nde iki yıl süreli ebelik eğitimi verilmeye başladı. Bu eğitim zamanla bütün kadın ve çocuk hastanelerinde verilecektir. • Hafta Tatili Kanunu kabul edildi, 2 Ocak 1924. § • İstanbul'da Türk Kadınlar Birliği'nin kuruluşu, 7 Şubat 1924 (Bazı ku rucular: Nezihe Muhittin, Şükufe Nihal, Latife Bekir Çeyrekbaşı).. • istanbul Üniversitesi ne tüzel kişilik verilir, 20 Nisan 1924. • Orman Kanunu kabul edilir, 22 Nisan 1924. • Lozan Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi, 6 Ağustos 1924 (bazı ülke ler onaylama işlemlerini geciktirmiştir). • Topkapı Sarayı müze olarak halka açıldı, 16 Ekim 1924. • Tıbbiyede okuyan öğrencilere destek olmak için İstanbul'da ücretsiz, 200 kişilik bir öğrenci yurdu açıldı (İkinci Dönem Tutanak.Dergisi, 14. c, s.284-285); bazı öğrencilere burs verildi, ilk altı ayda sadece istanbul da çocuklara 41.201 şişe taze süt, 429 pa ket pirinç unu dağıtılmıştır. Bu sayı 1925'te 85.856 şişe süte, 1.638 pa ket pirinç ununa çıkar. Çocuk Esirgeme Kurumu'na yardımcı olmak üzere kurulan Süt Damlası dernekleri çocukların doğumundan son raki yaşamlarını da izlemiş, hasta çocukların tedavileriyle yakından ilgilenmiştir. Sosyal devlet niteliği gittikçe belirgin hale geliyor. Halk çılık sosyal devlet demek zaten. Cemil Said Bey'in Kuran-ı Kerim çevirisi yayımlandı, 1924. Türkler ilk kez kutsal kitaplarını anlayarak okuyacaklardı. Bu güzel çabayı Mehmed Vehbi Efendi'nin (1924), İsmail Hakkı İzmirli'nin (1927), Ömer Rıza Doğrul'un (1934) ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın (1935) çevirileri izleyecektir. Güzel Sanatlar. Kurulu oluşturuldu.
Halide Edip'in Kalp Ağrısı, R. Nuri Güntekin'in Damga romanları ya yımlandı. Bazı aşamalardan sonra Cumhurbaşkanlığı (Senfoni) Orkestrası ku ruldu. Saray Bandosu Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası adıyla Milli Savunma Bakanlığına bağlandı. Adana ve Bergama Müzeleri açıldı. Birinci Meclis'te İkinci Gruba mensup milletvekillerinin önerisiyle kabul edilen içki yasağı kanununa son verildi. Hemen hemen hiç uyÜçüncü Holüm Notları 663
gulanmamış bir kanundu. Hem yürürlükteydi, hem kimse dinlemi yordu. Alay konusu olmuştu. • 8 Martta ilk milli sigorta şirketi (Anadolu Sigorta Şirketi) kuruldu.
• 14 Mayısta Zonguldak'ta Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) kuruldu.
• 17 Eylülde Türkiye Tütüncüler Bankası kuruldu. • Kırkkilise adı Kırklareli olarak değiştirildi, 20 Aralık 1924. )
Behiç Erkin, basılmamış anılar, s.244; Ziya Gürel, Kurtuluş Savaşında Demiryolculuk, s. 151. • Bildiğim hatlar hakkında bilgi sunuyorum: Ankara-İstanbul, AnkaraAfyon, Ankara-Kayseri katarlarının birinci ve ikinci mevki vagonları böyleydi. Üçüncü mevkilerin oturma yerleri ahşaptandı ama rahattı. Biz üçüncü mevkide yolculuk eder, hiç rahatsız olmazdık. SirkeciBakırköy banliyö trenine binmek bir mutluluktu. Her mevki güzeldi. Birinci mevkinin koltuk döşemeleri ve perdeleri kadifedendi. Sonra banliyö trenlerinde mevkiler kalktı. Bu doğru bir karardı ama genel düzey korunamadı. Giderek demiryolculuk geri plana atıldı. Yataklı vagonlar mülüeştirildi. Fakat yine kalite korunamadı. Ankara-Kırıkkale arasında sabah-akşam otoray adıyla üç vagonlu güzel bir tren gi dip gelirdi. Çok bakımlı ve güzeldi. O da kaldırıldı. Ankara Gençlik Parkı'nda bütün parkın çevresini dolaşan Mehmetçik ve Efe adlı çok sevimli, minyatür, demiryolu sevgisini temsil eden iki tren vardı. Bü yükler de çocuklar da biner, eğlenirlerdi. Onları bile yaşatmadılar. * Bazı güzellikleri yakıp yıkmada işgalcileri aratmıyoruz. * Meclis 22 Mart 1924'te Diyarbakır-Ergani, Samsun-Sivas, AnkaraSivas demiryollarının yapımını kabul eder. 24 Mayıs 1924 tarihin de, 506 sayılı kanun ile Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir-Adana demir yolları ile Haydarpaşa limanının satın alınması konusunda hüküme te yetki verilir. Demiryolları yönetimi Anadolu-Bağdat Demiryolları Genel Müdürlüğü adını alır. Genel Müdürlüğe Behiç Bey atanır. Bu kurum DDY'nin atasıdır. * Kendine güvenen Cumhuriyet, en sıkışık olduğu dönemde demiryolu devrimini başlatıyor. * Ankara-Yahşihan demiryolu dar hat idi (60 cm.). Hattın genişletilme si çalışmalarına ve istasyon yapımlarına da başlanmıştır. Bu çalışma lar, Anadolu'ya demirden kök salıyoruz' diye tanımlanır. Anayurdu demir ağlarla örmek böyle başlar. Halifelik sorunu için esas alınan eserler: Atatürk, Nutuk; t. İnönü, Hatimlar, Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu; Mahmut Goloğlu, Halifelik, Prof. Dr. Seçil Karal Akgün, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik, Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s.44,49-62; M. Kamran Ardakoç, Hilafet Meselesi.
Uçüncu Bölüm Notları
10) 11)
Nazmı Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s.94 vd. Halife devlet başkanı demektir. Dini bir makam değildir. Ne fetva vermek yetkisi vardır, ne yorum yapmak. Birinci Dünya Savaşı'na girilirken Halife Sultan Reşat'ın bir beyanname ile yayımladığı büyük cihat çağrısına Müs lüman dünyası uymamıştır. Artık tarihi bir unvandan, bir anıdan ibaretti. Bu nedenle de kaldırıldığı zaman halk bir tepki göstermez. * HUafetin niteliği ve tarihi için: Vahidettin, M. Kemal ve Milli Müca dele, s.608 vd. . * Gazi bu sırada önde gelen İstanbul gazetecilerini İzmir'e davet etmiş, sorularını yanıtlamış, basının sorumluluğuna değinmişti {Atatürk'ün Bütün Eserleri, 16. Cilt, s.207-209). Gazeteciler İzmir'den memnun ve mutlu ayrıldılar. Ama Hüseyin Cahit Yalçm kısa süre sonra halife lik konusu dolayısıyla yine ağır yazılar yazmaya başlayacak, buna Velit Ebüzziya da katılacaktır (A.E. Yalman, Gördüklerim ve Geçirdikle rim, 3. c , s. 100 vd.). İla) Ümit Sarıaslan, Demir Ağlardan Örümcek Ağlarına, s.126; İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 10. c, s.161 vd. (Bayındırlık Bakanının açıklaması). 11b) Zihni Derin daha sonraları da Rize'ye gidip gelmiş, çay tarımının iyice benimsenip gelişmesini sağlamıştır. Kurulan ilk çay fabrikasına Zihni Bey'in adı verilir. * İlk örnekler: Türk veterinerler bütün yoksunluğa rağmen veba ve şar bon salgınını sona erdirdiler. 1922'de 1.950 köyde sığır vebası vardı. 1932'de sığır vebası sıfırlanacaktır. * Tarımcılar Tarsus'ta narenciye fidanlığı, Bursa ve Erzincan'da dut fi danlığı, Gaziantep'te fıstık fidanlığı, Bilecik, Kırklareli, Manisa, Te kirdağ ve Ankara'da asma fidanlığı, Kayseri'de yonca temizleme ku rumu kurdular. Fidan ve tohumlar köylüye parasız dağıtıldı (Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, s.66). * Köylüye süne böceğine dirençli buğday tohumu ile altı çeşit çeltik to humu getirtilip dağıtılmıştır. Tohum iyileştirme istasyonları kuruldu. Bütçeye birkaç yıl için 4 milyon lira konuldu. Bununla köylüye faizsiz ve uzun vadeli kredi verildi. * Tarımda kalite ve verimi artırmak için çeşitli çalışmalar yapılmaya başlandı. Mesela Nazilli'de kurulan Pamuk İstasyonu bölge için en verimli pamuklu türünü bularak, pamuk üretiminin artmasını sağla yacaktır. * Sağlık Bakanlığına bağlı bir avuç doktor, sıtma, verem, tifüs, frengi ve trahom, cüzzam gibi salgın, bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmiş, zamanla kimini bitirmiş, kimini denetim altına alabilmiştir. Bebek ölümü oranını oldukça hızla aşağıya çekmiştir.
* öğretmenler ve gezgin doktorlar katır sırtında dağ köyler4ne gid çeklerdi.
Üçüncü Bölüm Notlan 665
* Anadolu 13. yüzyılda Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mevlana ve benzer leri sayesinde aydınlanmayı yaşamıştı. Medreseler bu aydınlanmayı 14. yüzyılda söndürdü. Cumhuriyet ikinci, daha yaygın, daha bilinçli aydınlanma dönemidir. 12) H.V. Velidedeoğlu, Devirden Devire, 2. c, s.88 (Mussolini'nin açıklama sı); İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 7/1. c, s.749. * İtalya o tarihte komşumuz. On iki Ada onların. 12a) Gazi Paşa, 12-13 Şubat günleri İstanbul Üniversitesi kurulunu kabul eder. Kabulde İsmet Paşa da bulunur. Gazi bilim adamlarıyla eğitim, la iklik, halkın tutumu, devletin nitelikleri, devrim yöntemleri hakkında geç saatiere kadar konuşur, görüşlerini alır (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 16. c, s.232-233). 13) Bazı kitaplarda Gazi'nin bu vesile ile hilafetin kaldırılması konusunu bütün komutanlarla görüştüğü yazılıyor. Gazi konuyu yalnız Başbakan İsmet Paşa ile hükümette görevli Fevzi Paşa ve Kâzım Özalp ile konuş muştur (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s.56). Paşa'nın Ali Fuat Paşa'ya da ayak üstü, kısaca bilgi verdiği anlaşılıyor (Siyasi Hatıralar, s.66); orduyu bu siyasi karara katmamıştır. * Kâzım Karabekir diyor ki: ".Hilafetin lağvı ve hanedanın yurtdışı edilme si bana bile haber verilmedi'' (Şevket Çizmeci, Cumhuriyet, 17.2.2010) Karabekir Cumhuriyetin ilanının da kendisine danışılmadığından şikâ yetçiydi. İstiyor ki TBMM'nin üzerinde bir mevkii olsun. İsteği gerçek leşmeyince muhalefetin başına geçer. Bu kronolojik gidişi gözden kaçıranlar, birçok şeyi eksik ya da yanlış anlarlar. * Bir suikast yapılacağı haberi dolayısıyla Gazi ve eşi törensiz ve hare ket saati açıklanmayan bir trenle İzmir'den ayrılırlar. İstasyona gider ken de Ali Fuat Paşa'nın otomobiline binerler (A.F. Cebesoy, Siyasi Hatıralar, s.65). 13a) Agâh Sırrı Levent, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, s.395, TTK, Ankara, 1960; s.396-400'de farklı görüşler yer alıyor. Fuat Köprülü bu aşamada harf devriminin karşısında yer alır. Sonra harf devriminden yana olacaktır. 1950'de Anayasa'nın Osmaniıcaya dönüştürülmesini savu nacaktır. Bu da bir başka insan manzarası! 1950'de yeni iktidara yaranmak isteyen Faruk Nafiz Çamlıbel, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Tahsin Ban*Ş guoğlu, Besim Atalay, Ahmet Cevat Emre dil devriminin karşısında yer alırlar. Sonra ne olur? Bütün ters çabalara, ihanetlere rağmen Cumhuriyet Türkçesi yerleşip gelişir. 13b) Gazi Paşa'nın konuşmasından demiryolları ile ilgili bölüm: "Memleke-
tin muhtaç olduğu demiryolları hiçbir an gözümüzden uzak olmayacak tır. Sivas demiryolunun derhal inşasına başlanması kararını esaslı bir ge lişme tedbiri sayıyoruz. Memlekette her vasıta ile bir karış fazla demir yolu vücuda getirmek fakat ne olursa olsun bir gün geri kalmamak düs-
666 Üçüncü Bölüm Notlan
turu, milletin hakiki ihtiyacına tamamen uygun olacağı kanaatindeyim (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 16. c, s.227) f • * Milli demiryolculuk bir destandır. Yazık ki ayrıntılı bir tarihi yazılma mıştır. Bu destanı var olan kaynaklardan yararlanarak aktarmaya çalı şacağım. İlk demiryolcularımızı rahmet ve minnetle anıyorum. * Hükümet demiryolunun S i v a s ' a doğru uzatılması kararım almıştır. lik çalışmalar Demiryolları yönetiminin kadrosu ve denetimi altında baş lar. Ankara'dan Yahşıhan'a kadar uzanan dekovil hattının geniş hatta çevrilmesine ve istasyon binalarının y a p ı m ı n a girişilir. * Yunanlıların tahrip ettiği Ankara-Eskişehİr hattını da özellikle kadın işçilerden yararlanarak, demiryolcular onarıp işletmeye açmışlardı. Daha sonra, yine Yunanlıların tahrip ettiği Afyon İzmir, Eskişehir* İstanbul h a t l a r ı n ı da, köprüleri de demiryolcular onardılar. Bu ne denle bu konuda deneyleri vardı. Milli demiryolculuk destanını onlar başlattı. * Cumhuriyetin ilk bütçesi bugün yürürlüğe girmiştir:11 18.254.222 T L Küçücük bir bütçe. Bu bütçeden* Adalete 4.5, içişlerine 15, Sağ lık hizmetlerine 2.2, Eğitime 6.1, Bayındırlığa 14, Savunmaya 33 mil yon lira ayrılmıştır. Sağlık ve Eğitime ayrılan ödenekler ilerici yularda artırılır. * i923-1938 arasında 11 yıl gelir ve gider eşittir; 3 yıl. gelir giderden l fazla olmuştur. 1924 yılı bütçesi, % 8lik bir açık verecektir. * Ateşten geçmiş olan, tarih bilen yöneticiler iktisadi, mali bakımsızlı ğa siyasi bağımsızlığın güvencesi olarak bakıyorlardı. * Osmanlıdan Cumhuriyete sadece dört fabrika kalmıştı: Hereke ipek 0
4)
dokuma. Feshine yün İplik, Bakırköy bet ve Beykoz deri-kundura (Korkut Boratav, Türkiye iktisat tarihti $.62). Böylece din ve ordu siyasetin dışına çıkınlıyordu.
itikat
* Bu kanunun birinci maddesiyle ve ibadet konuları İle İlgilenme Diyanet İşleri Baskınlığına bırakılmış, bışkı bütün konularla (yani dünya İşleri İle) ilgili kuralların kabulü ve uygulamasının TBMM İle hükümetine tlt olduğu açıklanmıştır. Bu madde Ue laiklik tanımlanmış ve kabul edil mı ıtır. Türkiye yeni leşme tarihindeki ikiliklerin, duraklamaların, çatışmaların nedeni, bu ayrımın yapılmamasıdır. Tanıimatçtlar bunu yapabilselerdi çok yol almış Ama bu cesareti gösteremediler (kinci TBMM bu cesareti gostermi*, demokrasinin ve aydınlanmanın olmaısa olman olan laikliği hayata geçirmişti! Dinin devittin İlgi vt bilgi alam İçinde olması istenmiştir* Diyanet \\ Itri Başkanlığı bu amaçla kurulmuştur. Çünkü o tarihte b-»--m met* H«*o« birçok tarikat J t cemaat Anadolu şeyhlerin, seyitlerin, ho»
olurduk,
vardı,
sorun olarak görmüş, etkileri sürüyordu.
faların elindeydi. Osmanlı yönetimi Aleviler! birçok kanlı olaylar yaşanmıştı Bunun olumsut
I I I I
i I I I I I I
1
Din, din tüccarlarının ve aktörlerinin elinde kazanç, itibar ve siyaset aracı halindeydi. Din, dinle ilgisi olmayan hurafe ve batıl inançlar la doldurulmuştu. Bu nedenle din gibi çok önemli bir kurumun de netimsiz, devlet dışı bırakılması doğru bulunmamış, din konusu bir kamu hizmeti olarak değerlendirilmiştir. Din konusunun devletten ayrılıp başıboş bırakılması halinde neler olacağını kestirebilmek için kâhin olmaya gerek yoktur. * Halifeliğin kaldırılacağı anlaşılınca M. Kemal Paşaya bu süreçte de ha lifelik önerileri yapılmıştır. (Atatürk, Nutuk, 2. c, s.302 Prof.Dr. Seçil Karal Akgün, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik, s.16 vd.) * Diyanet işleri Başkanlığına Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi Hoca ata• ' nır. . * Laikliği din üe devlet işlerini birbirinden ayırmak olarak tanımlamak doğru değildir. Din ile dünya işleri birbirinden ayrılmıştır. * Laiklik konusunda!şu kitabı tavsiye ederim: ö z e r Ozankaya, Türkiye'de Laiklik, Atatürk Devrimlerinin Temeli, Cem Y., İstanbul, 1993. * Atatürk Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığına da, Başbakanlı ğa da bağlı olmasını doğru bulmamış, bunu ordu-siyaset ilişkisi bakı mından sakıncalı bulmuş, bağımsız olmasını uygun görmüştür. Ordu böylece siyasetin tam dışına çıkarılmıştır. 15) Dinişleri ve Evkaf Bakanlığı ile bazı bakanlıklara bağlı tüm okullar birer birer Eğitim Bakanlığına bağlanacaktır. Din adamlarının yetiştirilmesi ih mal edilmemiştir. Üniversitede İlahiyat Fakültesi açılacak, imam ve hatip yetiştirecek okullar kurulacaktır, ö z e l ve yabancı okullar da Eğitim Ba kanlığınca denetlenecektir. Bu kanun milli, laik, düzeyli, çağdaş, yaygın bir eğitimin yolunu açan çok önemli bir devrim kanunudur (Prof.Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s.62 vd.). Din dersleri şehir okullarında kaldırıldığı zaman köy okullarında kaldırümamış, devam etmiştir. 1950'y€ kadarki din dersleri kitaplarına kaynak çada yer verdim. Keşke bunları bulup da 1950'den somaki din desleri ki tapları ile karşriartırsanız. $ Osmanlı döneminde beş türlü okul vardı: Dini okullar, yeni devlet okulları, özel okullar, azınlık okulları, yabancı okullar. Amaçsız, bir liği sağlamayan, karışık, çelişkili, kozmopolit bir sistenry # DİKKAT: 1907'de Osmanlı ülkesinde var olan yabancı okulların sa yısı: Fransız okulları 72, İngiliz 83, ABD 27, Rus 44, İtalyan 28, Al man ve Avusturya 7, misyoner okulları 4 6 5 . (Prof.Dr. Ş, Turan, Türk Devrim Tarihi, c, 3/1, s.65-66) Osmanlının niye içinden parçalanıp .'ayrıştığını bu durum açıklamaya yeter.
16) 17)
Cumhuriyet ile Halifelik karşıt kurumlardı. İki başlılık oluşmaya başla mıştı. Halifelik laiklik ilkesi ile de çelişiyordu. ikinci Dönem Tutanak Dergisi, 7. c , s.21-69.
668 Üçüncü Bölüm Notları
* Prof. Kemal Karpat 11 Temmuz 2009 günü saat 17.45'te bir televiz yon kanalında özetle dedi ki: "Halifelik laikliğe engel olmazdı. Kalabilirdi: Örnek olarak da italya yi gösterdi: Papalık İtalya da, italya da laik? Dinleyen kızımız da bunu ciddi bir ilmi görüş diye karşıladı. Prof. Karpat'ın gerçekleri kendine göre aktardığının örneği çok. Papalık yani Vatikan, Roma'da kendisine ait toprağı olan bağımsız bir dev lettir. Her yerde elçileri vardır. İtalyan devlet örgütünün bir birimi değildir. Kendi kanunlarını kendi yapar ve uygular. Ayrı bir varlıktır. Halifelik böyle miydi? Kanunun ve kararın tebliği, Abdülmecit Efendi'nin tavrı, özetlenerek anlatılmıştır. Abdülmecit Efendi İsviçre'ye yerleşmeyi düşünüyordu. İsviçre sınır gö revlileri çok eşli olduğu için Abdülmecit'i İsviçre'ye almakta zorluk çı karırlar. Üst makamların yardımıyla İsviçre'ye girebilir. Daha sonra Fransa'ya (Nice) yerleşecek, Halifeliğini korumak için çabalayacak, so nuç alamayacaktır. Fırsattan yararlanan Hicaz Emiri Hüseyin halifeliği ni ilan eder ama kimse kabul etmez. Bazı toplantılar yapılır. Halifeliğin işlevsizliği bütün Müslüman topluluklar ve devletlerce de anlaşılır, Ha lifelik bütünüyle tarihe karışır. * Yurtdışına çıkarılan şehzadelere, damatlara ve çocuklara da ilk gider leri karşılayacak kadar para verilmiştir. * Kararın dünyadaki yankıları için: Prof.Dr. Seçil Karal Akgün, Halife liğin Kaldırılması ve Laiklik, s.226 vd.; Bilâl N. Şimşir, Dış Basında
Laik Cumhuriyetin Doğuşu, s.235 vd.
Büyük, yararlı, üniversite değerindeki medreseler dönemi geride kalmış, müspet ilimler medreselerden uzaklaştırılmıştı. Son zamanlarda med reseler ıslah edilmeye çalışılmıştı. Bu, İstanbul'daki bir-iki mecb -;e ile sınırlı kaldı. Çoğu Anadolu'ya yayılmış, sayısı belirsiz, bir sisteme bağlı olmayan, genellikle tek hocalı, salt dini eğitim yapan medreseleri düzelt mek imkânı yoktu. Yepyeni, çağa ve Türkiye'nin gereklerine uygun bir eğitim sistemi kurmak, halkı eğitmek, uyandırmak gerekiyordu. * 1909'da Anadolu'yu gezen gazeteci Ahmet Şerif Sivrihisar'da Osman lı okullları ile azınlık okulları arasındaki büyük farkı anlatır ve der ki:
"İslamlar ve Türkler cahillikte ne kadar ısrarlı iseler, Hıristiyan va tandaşlar çalışmakta, gelecek için çocuklarını hazırlamakta o kadar inatçı? (75. Yılında Cumhuriyet ve Eğitim Sempozyumu, Türk Eğitim
Derneği yayını, s.45, Ankara, 1998) $ Eğitim Bakanı Vasıf Bey'in açıklaması: "14 senedir mekteplerimize ge
reken ders vasıtaları (araçları) verilmemiştir? (İkinci Dönem Tutanak
Dergisi, 10. c, s. 148)
Üçüncü Bölüm Notları 669
$ Yabancı okullar denetime alındı. Kurallara uymayanlar kapatıldı. Bu okulların din propagandası yapmasının önüne geçilmiştir (Dr. Mus tafa Ergün, Atatürk Devri Türk Eğitimi, s.55-61). 19a) M. Kemal Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, s.255. 19b) Osmanlı Devleti'ni sanki Atatürk ve arkadaşları yıkmış gibi imalar var. Atatürk ve arkadaşları, 1918'e kadar bu devleti ayakta tutmak için cep heden cepheye koşmuşlardı. Osmanlı Devleti iki yüz yıldır çürüyordu. Küçülmüş, büzülmüş, yok hale gelmişti. Mütareke döneminde hükmü İstanbul belediyesi sınırları içinde zor geçiyordu. Milli Mücadele'ye kar şı çıktı, Sevres Antlaşması'nı imzaladı, millicilerin öldürülmesi hakkın da fetva istedi, bunları İngiliz ve Yunan uçakları ile Anadolu'ya attırdı, millicilere karşı isyanlar çıkarttı vb... vb... Son Osmanlı yönetimi ölüm yatağında bu hainlikleri yaptı ve son nefesini verdi. 19c) Karabekir Paşa, Uğur Mumcu ve İsmet Bozdağ tarafından yayımlanan anılarında anayasa ile ilgili ön görüşmeler hakkında gerçek dışı bilgiler vermektedir (Uğur Mumcu, Karabekir Anlatıyor, s.86-88; İsmet Boz dağ, Paşaların Kavgası, s.145-148). Bu konuda geniş bilgi ve doğrular için: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.634-639. * Karabekir'in anı kitaplarını dikkatle ve ihtiyatla okumak gerek. Ge riye dönerek gerçeği değiştiriyor, sulandırıyor, düşüncesine uygun olaylar icat ediyor. Milli Mücadele'ye hizmeti geçmiş önemli bir as kerin siyaset hırsıyla gerçeği değiştirmesi, gerçeklerle oynaması ne kadar üzücü bir olay. 20) Kabaca iki türlü devlet biçimi var: Üniter (tekil) devlet, karma (federal, konfederal) devlet. ABD federal bir devlettir. 50 kadar devletten oluşuyor. Her devlet Türkiye kadar büyük. Almanya'da da federal sistem var. Çünkü Almanya'nın krallıklar, dukalıklar, bağımsız şehirlerden oluşan tarihi bir yapısı vardı. Uzun sûren tarihi bir sürecin sonucu olarak İsviçre de kan tonlardan (eyalet) oluşmuştur. Tarihi gereklilikler dışında federal sistemi kabul eden devlet yoktur. Komisyonda ve TBMM'de federal devlet sistemini isteyen, savunan kim se olmamıştır. Parçalanmaktan zorlukla kurtulmuştuk. Yeniden parça lanmaya yol açacak bir sistemi kim isterdi? TBMM üniter/milii devlet
biçimini seçti. Bu, tek devlet, tek millet, tek egemenlik, birlikle kal kınma ve birlikte çağdaşlaşma demektir. * Güneydoğunun kendi başına ayakta durmasını sağlayacak kaynakla* n da yoktu, deneyi de. İleri yıllardaki sayılarla oranlayarak Cumhu riyet kurulduğu sırada Kürtler arasında okur-yazarlık oranının binde bir bile olmadığını söyleyebiliriz. Yerel özerklik verilse bile yürütecek durumda değillerdi.
670 Üçüncü Bölüm Notları
* Kurtuluş birlik olmaktaydı. Bütün kara ve demiryolları, Atatürk barajı, elektrik, köprüler, hastaneler, okullar, kitaplıklar, üniversiteler, havaa lanları, radyolar, tv.ler, halkevleri, kızlarımızın okumaları, meslek sahi bi olmaları, çapulculuk alışkanlığının sona ermesi vb. gelişimler, bir likteliğin, Cumhuriyetin ürünleridir. Bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu Güneydoğulu yurttaşlarımız bilir. * Türkiye, hangi etnik kökenden olursa olsun milleti oluşturan bütün vatandaşlar tarafından yönetilecektir. Türk kelimesi hem % 85 ço ğunluğu oluşturan ve devleti kuran öncülerin etnik adıdır, hem bü tün etnik grupları temsil eden resmi üst kimliğin yani milletin adıdır. Uyrukluğu, yurttaşlığı gösterir. Türk milleti, ırka ve dine dayanmaz. Osmanlı üst kimlik olarak Osmanlı sözcüğünü kullanmıştı. Bu yak laşım başarılı olamadı. Halk sadece memurlara Osmanlı diyordu. Azınlıklar bu kimliği hiç kabul etmediler. * Batılı tarih kitaplarında Osmanlılardan Türkler diye söz edilir. Ana dolu 14. yüzyıldan beri Türkiye diye anılır. Kısacası, yeni, sonradan icat edilmiş, yakıştırılmış bir sözcük ve ad değildir. * Anayasa taslağında, uyrukluğu, vatandaşlık bağını, vatandaşların top lamını yani milletin adını belirtmek için her gereken yerde Türk/Türk lük sözcükleri kullanılmıştır. Sıfat olarak değil, milletin adı olarak. * İlgili madde şöyledir: "Madde 88: Türkiye ahalisine din ve ırk farkı ol maksızın Türk ıtlak olunur (denir)." Madde inanç ve etnik farklılıkları kabul ediyor. Türklük sözcüğü dini ve ırkçı bir anlam taşımıyor. Coğrafi (Türkiye halkı) ve siyasi (vatan daşlık bağı) iki önemli anlam taşıyor. $ Görüşmeler sırasında üst kimlik olarak Türk sözcüğünün kullanılma sına itiraz eden olmamıştır. (Meclis'te Türk de vardı, Kürt de, Zaza da, Çerkez de, Tatar da vardı. Alt kimliklere bir kısıtlama getirilmemiştir ama bir millet olabilmek için üst kimliğe vurgu yapılmış, alt kimliğin üst kimliğin yerini almamasına dikkat edilmiştir. Çok uzun yıllar kim se kimsenin alt kimliğini merak etmemiş, sormamıştır.) * Hamdullah Suphi Bey 'Rumları, Ermenileri' işaret ederek, "Bunlara da mı Türk diyeceğiz?" diye sormuştur. • Bazı milletvekilleri bu azınlıklara 'Türkiyeli' denmesini istemişler dir: Komisyon yazmanı görüşmeler sırasında diyor ki: "Bunlara eğer Türklük sıfatı vermeyecek olursak ne diyeceğiz? ('Türkiyeli' sesleri) İs
tirham ederim Türkiyeli hiçbir manayı müfit (anlatır) değildir? {İkin ci Dönem Tutanak Dergisi, c. 8/1, s.910) Görülüyor ki Meclis'te birkaç kişi» Rumlara, Ermenilere, Yahudile re 'Türkiyeli' denmesini öneriyor ama doğal olarak dikkate alınmı yor. Milletin genel, herkes için geçerli, tarihi, coğrafi dayanağı olan
Üçüncü Bölüm Notları 671
bir adı olur. Uyduruk, ayaküstü bulunmuş, içi tarihle dolmamış adlar millet ve yurt adı olmaz. * Lozan Anlaşmasında da yeni devletin uyrukları Türk olarak adlandı rılmıştır. * Fransa yurttaşlarına nasıl Fransız, İngiltere yurttaşlarına nasıl İngi liz, Almanya yurttaşlarına nasıl Alman deniyorsa, Türkiye'deki yurt taşlara da Türk denmiştir. Çünkü buranın adı 14. yüzyıldan beri Türkiye/Türkiya'dır. Üst kimlik olarak Türk terimi Türkü, Kürdü, Çerkezi, Zazayı, Arabi, Tatarı, Boşnakı, Pomakı, Arnavutu, herkesi yani milleti kapsar. Milletin adıdır. Bir ırkı değil bir uyrukluğu, bir yurdun (=Türkiye) yurttaşlığını, devletle ilişkiyi gösterir. Anayasanın madde leri bu anlayışla hazırlanmış, uzun yıllar bu böyle anlaşılmıştır. Kim se bir sorun olarak görmemişti. * Ben de Türkiye Üçlemesinde millet anlamında Türk derken, genellik le Türkiye'de yaşayan herkesi kastediyorum. * Şimdilerde bazıları için Türk sözcüğü sorun. Tepki gösteriyorlar. Asıl bu tepki ırkçılık, bölgecüik, ayrılıkçılık, ümmetçilik kokuyor. İrkçılıkla hiç ilgisi olmayan Atatürk müliyetçiliğine faşizm diyenler, bu ırkçı tep kiyi destekliyorlar. Bunlara bilim adamı ya da aydın denilebüir mi? * Ümmetçilik imparatorluk siyasetidir. Milli bir devlette ümmetçilik olur mu? * Türkiye'de hep birlikte birtakım sorunları sakin sakin ve bilerek ko nuşmaya, taşları yerine oturtmaya, bilgi kirliliğine ve yetersizliği ne son vermeye ihtiyacımız var. Kimden gelirse gelsin ırkçı, bölgeci, mezhepçi, tarikatçı tavırlar birliği de dirliği de bozar. Bir daha ona rılması da çok zor olur. Cumhuriyetin temelini oluşturan taşları yerinden oynatmamaya çok özen göstermeliyiz. Bunlar hep düşüne taşına, konuşularak, uzlaş mayla, tarihin akışına ve mantığına uyularak, tarihten ders alınarak, hayata, genel kurallara, örneklere bakılarak belirlenmiş ilkelerdir. $ Anayasa görüşmeleri: ikinci Dönem Tutanak Dergisi, 7. c., s.213; 8/1. c, s.1005. 20a) Sekiz bölge: Ermenistan, Kürdistan, İzmir ve Trakya (Yunanistan), Bogazlar yarı-devleti, ingiliz, Fransız ve italyan çıkar bölgeleri (üçlü anlaş ma ile) ve Türkiye. 20b) Anadolu'nun yalnız altına, üstüne sahip olunmakla kalınmamış, tüm tari hine de sahip çıkılmıştır. Bütün bu çabaların arka planında Anadolu'nun anavatan olarak son kum tanesine kadar korunması kaygısı, isteği, ira desi vardır. 21) İki örnek: 7 yabancı demiryolu işletmesi, 23 yabancı banka vardı. 22) Osmanlı yargı sisteminde de ikilik vardı. Dini mahkemelerin yanında dini olmayan mahkemeler de bulunuyordu. Ayrıca kapitülasyon gere ği bir de konsoloslukların yargı birimleri vardı. Yabancıların suçlarına
672 Üçüncü Bölüm Notları
bunlar bakıyordu. Lozan'da yargı sistemimiz yüzünden sert tartışmalar yaşanmıştı. Kanunlarımız genel olarak çağdışıydı. * Adalet örgütünü birleştirmek büyük bir devrimdir. Bu devrim bir gün içinde gerçekleştirilmiş, hizmet aksamadan yürümüştür. Bu büyük ba şarıyı Adalet Bakanı M. Necati ve arkadaşları ile o günün Adalet men suplarına borçluyuz (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 10. c, s.143). * Yargıçlar, savcılar, görevliler duruşmada günlük giysileriyle yer alır lardı. Bu başıbozukluk da yasaklandı. Yargıçlar, savcılar ve görevlile rin görev başında giyecekleri resmi giysiler belirlendi (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 8. c, s.293). 22a) Her sorun devrimle çözülmemiştir. Üniversite sorunu, kadınların seçim hakları, çözümü zamana bırakılmış konulardan ikisidir. 22b) Bilâl N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.265-267. 23) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 7/1. c, s.540-542; seçme hakkıyla ilgili 10. madde de "18 yaşını ikmal eden her erkek" olarak değiştirildi. Böy lece kadınların seçme hakkı da ileriye bırakıldı {İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 8/2. c, s.924). * Bu sorun kesin olarak 1934 yılında çözülecektir. 24) Latife Hanım bu demeci 1923 yılının yazında Ankara'ya gelen ve M. Ke mal Paşa ile köşkte görüşen The Saturday Evening Post yazarı İsaac F. Marcosson'a vermiştir. Demecin devamı şöyle: "Uzun vadede, kadınlar için kadınlarca yönetilen okullarımız olmalı. Bunun yavaş bir süreç ol ması kaçınılmaz" (M.K. Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, s.251; İ.F. Marcosson'un yazısının tam metni, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. 1, Sayı 1,1984, Çev.: E. özbudun) * Türkiye büyük bir uyanışın eşiğindeydi. Bu süreçte Latife Hanım'ın da şöyle bir payı vardır. Gezilerde Gazi'nin yanında yer alması, gezi lerde yemeklere katılması, başlı başına bir anlam ve değer taşır. Ama çağdaşlaşma projesinin bir çeşit ortağı gibi gösterilmesi komik bir abartmadır. Bu anlamda ne evlenmeden önce bir etkinliği olmuştur, ne ayrıldıktan sonra bir çalışma yapmıştır. Bu yeni moda iddia genel olarak yabancı basında çıkan birkaç yazı ya dayandırılıyor. Türk basınında bunları doğrulayan ciddi bir yazı yok. Salih Bozok'un, Kılıç Ali'nin, Cevat Abbas Gürer'in, Ruşen Eşref Ünaydın'ın, Hasan Rıza Soyak'ın, ismail Hakkı Tekçe'nin, Falih Rıfkı Atay'ın, Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun, 1. Habib Sevük'ün, I. İnönü'nün, Celal Bayar'ın, Afet ınan'ın, Sabiha Gökçen'in anılarında da bu görüşü doğrulayan hiçbir nota rastlamıyoruz. * Bu gibi çalışmalarda amaç, gerçeği aramak ve yansıtmaktır. İnsan, o dönemi anlatanlardan bu özeni, dikkati, dürüstlüğü bekUyorjAşırı
bir beklenti midir bu? Üçüncü Bolüm Notlan 673
24a)
Milli Sinema'nın Millet Bahçesi'ndeki sinema olduğunu sanıyorum. Ora da filmler gösterilmeye başlanmıştı. Ankara'dakiler çoluk çocuk film iz lemeye geliyorlardı. * Bu orkestra çok geçmeden Cumhurbaşkanlığı Orkestrası unvanını alır. Ankara'da kalırlar. Bu bilgiyi müzik tarihçisi Sayın Ersin Antep'e borçluyum. 24b) Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, s.40-42. 25) Anayasa 24 Mayıs 1924'te yürürlüğe girer. 26) Gizli Celse Zabıtları, 4. c.t, s.456-462; 150'liklerin listesi için: T. Özakman, 1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, ek 19, s.250-253. 26a) T. Mümtaz Göztepe, Vahdettin Gurbet Cehenneminde, s.100, 101, 107, 112,138,140,166. 26b) Vahidettin'in para verdiği Türkiye Cumhuriyeti düşmanları hakkında bil gi için: T. özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.74-76. * Zafer üzerine, eski Sultan Vahidettin'in kaçmasından önce saltanatçı lar ve halifeciler İstanbul'da resmi adı İla-yı Vatan, gizli adı Müdafaa yı Hukuk-u Hilafet-i Kübra olan bir Örgüt kurmuşlardı, örgütün yöne ticileri Ali Kemal olayından sonra topluca Bükreş'e kaçmıştı. Örgütün amacı Türkiye'de olaylar, isyanlar çıkarmak, suikastlar yapmak, sonun da Vahidettin'i tahtına geri getirtmekti. Bu amaçla Kürt örgütlerinden de yararlanmaya çalıştıkları belirtiliyor. (Behçet Cemal, Şeyh Sait İs yanı, s.16 vd.; Prof.Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.378 vd.; Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, s.59) Ne hırs! 26c) Tantanadan uzak, biraz tutumlu yaşasalardı para uzun yıllar yeterdi. * Yurtdışına çıkarılan hanedan üyelerinin yoksulluk içinde yaşadıkları hakkında bazı yazılar, açıklamalar, söylentiler var. Birkaçı sıkıntı çek miş olabilir. Aile dayanışma içinde olsa bu da yaşanmazdı. Ama hanedaa ikiye bölünmüş durumdaydı: Abdülmecit kolu, Abdülaziz kolu. Para sorunu belirince biri Avrupa'nın, Asya'nın, Afrika'nın zengin yöneticilerini, ileri ??e! n * erini geziyor, para topluyor, bu para aile üyelerine dağıtılıyor^ timin adil yapılmadığı anlaşılıyor. Şeh zade Ali Vasıp Efendi'nin anılarını okumanızı dilerim. (Yazar vatanın işgalden kurtulması, bağımsız olması konusunda tek sözcük bile yaz mıyor. Belli ki hiç sevinmiyor. Yabancı gibi.) d
# Genel olarak hanedan üyelerinin nasıl yaşadıklarını, şehzade Ali Va sıp Efendi'nin anıları ile anıiarındaki fotoğraflar göstermektedir: Bir Şehzadenin Hatıratı, Yapı Kredi Bankası Y., İstanbul, 2004.
674 Üçüncü Bölüm Notları
Kitaptaki birçok resimden altı örnek:
Birziyafetteler, Cote d'Azure, 1930'iarın başı
Ailenin bir kolu Mısır'da
Mukbile Sultan, Mlhrişah Sultan, Şükriye Sultan ve Şehzade Nazım Efendi at yarışlarında. Mısır, 1930'ların ikinci yarısı
Cemalifer Muhsin Hanım. Sabiha Sultan, Neslişah Sultan. Ali Vasıf Efendi, Muhsin Paşa'nın hanımı Hanzade Sultan ve Rus mürebbiye Madam Burdokof Mısır yolunda
Osmanlı Hanedan reisi Osman Fuat Efendi, hanedandan bir grup ve Osman'ın düğününe katılan İngiliz aileler, Londra 1966
Fevziye Sultan'ın dününü
Üçüncü Bölüm Notlan 675
27)
www.Biltek.Tubitak.gov.tr/bilgipaket/bilintiinsanlari/turkbUinia 329-58.pdf (İlk doktorlarımızdan Prof.Dr. Kâmile Şevki Mutlu'nun anı ları). 27a) Bu konuda değerli bir çalışma: Prof.Dr. M. Coşkun Değirmencioğlu, Türkiye'de İlk Türk Felsefe Cemiyeti ve Sonraki Gelişmeler, Odak Y., İs tanbul, 2004. 27b) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, 5.475-476. * Türk Ocağı tüzüğünde değişiklik yaparak amacım Cumhuriyetin ilke lerine uygun hale getirir. Amaç maddeleri şöyle olur: "2. madde: Türk Ocağı'nın amacı, ulusal bilincin kuvvetlenmesi, uygar ve sağlıklı ilerle me ve ulusal ekonominin gelişmesidir. 3. madde: Cumhuriyet, ulusçu luk, çağdaş uygarlık ve halkçılık ülkülerini izleyen Türk Ocağı, bu ülkü leri gerçekleştirmekte olan CHP ile devlet siyasasında beraberdir. Türk Ocağı bu ülküleri yaymak ve aşılamak için bilim, kültür ve toplum ala nında mücadele eder, çaba gösterir!' (Prof. Ş. Turan, Türk Devrim Ta rihi, c. 3/2, s.83-84; sadeleştiren sayın Ş. Turan) Hamdullah Suphi Bey Genel Başkanlıkta kalır. 27c) Uğur Mumcu, Kürt-tslam Ayaklanması, s.65. Mektuplar eski Genç (Bingöl) milletvekili Hamdi Bey üe Hormek aşiretinden gelmişti. Hormek aşireti Varto'da yaşayan Alevi bir aşiretti. Hiçbir isyan hareketine katılmamıştı. Bu aşiretin önde gelenleri Erzurum'da 1923'te Kürt İstiklal (azadi) Cemiyeti'nin kurulduğunu öğrenmişlerdi. Dipnot 42'de tamam layıcı bilgi var. 27d) Müli Mücadele sırasında önce Güneydoğuda üç küçük ayaklanma olmuş, daha sonra Batıda Yunan ordusu harekete geçmek için hazırlık yaparken Koçgiri isyanı patlak vermişti. Bu isyan ancak üç ayda bastırılabilmişti. Bu densizliğe herkes kızmış ama kimse Kürtlere kin tutmamıştı. 'Ne ya palım, Konya'da Türkler de isyan etmişlerdi' diye düşündüler. Kürt hal kının Türklerden ayrılmayı, Türkiye'yi bölmeyi isteyeceği neredeyse hiç kimsenin aklından geçmiyordu. Yüzlerce yıldır birlikteydiler. Birbirleri. /. ne karışmış, alaşım olmuşlardı. Sevres Antlaşması Doğuda Ermenistan'la birlikte küçük bir Kürt devletinin kurulmasını öngörmüştü. Bu tasarı bazı ayrılıkçı Kürt aydınlarını heveslendir misti. Ayrılık isteyenler bunlardı. Bu kimseler, çabalan Türkiye zararına olacağı için Ermenilerden ve Yunanlı lardan da destek göreceklerdir. 27e) İngilizler Güneydoğuda! ayaklanma hazırlığı olduğunu biliyorlardı. İstanbul'daki yetkili 23 Temmuz 1924'te Londra'ya bu haberi iletmişti bile (Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, s.66). 27f) Atatürk bu röportajda Ankaralılar hakkında diyor ki: "En acı ve felaketli günlerde millet her taraftan muhtelif vasıtalarla zehirlenirken, Ankara lılar memleket ve milletin hakiki kurtuluşuna yönelik teşebbüs hakkın daki iman ve itimatlarını bir an dahi sarsmamışlardır? (Atatürk'ün Bü tün Eserleri, 16. c, s.258)
676 Üçüncü Bölüm Notları
* Zekeriya Sertel İstanbul'a gelir gelmez tutulan, ilginç bir dergi çıkar maya başlamıştır. Cumhuriyet ile birlikte bu isi yürütür, bir süre son ra Cumhuriyetten ayrılır. 21%) 1923 yılı seçimi için: İhsan Güneş, 1923 Seçimleri, 70. Yılında Ulusal ve Uluslararası Boyutlarıyla Atatürk'ün Büyük Nutuk'u ve Dönemi Sem pozyumu, s.l 13-131. * 2. Grup seçim için örgütlenmemiş, hazırlanmamış, sadece 2. Gruba mensup birkaç üye, birkaç İttihatçı ile bazı bağımsızlar çalışmıştır. 2. Grup birörnek üyelerden kurulu bir grup değildi. Esasını gelenek çiler oluşturuyordu. '1923 seçimlerinde 2. Grup seçime sokulmadı, güdümlü bir seçim yapıldı' gibi bazı iddialar var ki gerçeği yansıtma maktadır (a.g.e., s. 131). * Atatürk, aralarında düşünce, tavır ve tutum farklılıkları olan K. Karabekir, R. Orbay, A.F. Cebesoy, Refet Bele'yi de Halk Partisi'nden aday göstermiş, hepsi Meclis'e Halk Partisi üyesi olarak girmişlerdir. 27h) Ziya Hurşit'in İzmir'de tutuklandıktan sonra Gazi ile konuşmasının tu tanağından, Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s. 14. 27i) Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.415 (Hafız Meh met Bey'in İzmir suikastı sorgulamasındaki ifadesinden). 28) Atatürk Abdürrahim'i yatılı okula verir, daha sonra Almanya'ya yol lar. Abdürrahim elektrik mühendisi olur. Ankara belediyesinde çalı şır. Emekli olur. İki çocuğu var: Nuray Tuncak Çulha, Kutay Tuncak. Atatürk'ten ve Abdürrahim Bey'den yadigâr eşyalar Ankara Başkent Üniversitesi Tuncak Müzesi'nde. * Sayın İpek Çalışlar'ın Latife Hanım kitabının 137. sayfasında Çanka ya Köşkü hakkında şöyle cümleler var: "Dileyen dilediği saatte kapıyı çalıp içeri giriyordu. M. Kemal'in yakın arkadaşları teklifsiz davranı yorlardı. Yatak odaları evin herhangi bir odası gibiydi. M. Kemal her dakika ulaşılabilen bir milli liderdi" 245. sayfadaki cümleler de şöyle: "Köşke gelen giden çoktu ve bu geliş gi dişler yaverler tarafından gelişigüzel düzenleniyordu. M. Kemal bu dü zensizlikten yorgun düşmüştü. Kimi arkadaşları sabahın erken saatin de onu görmek gibi bir alışkanlık sahibiydi. Latife köşke gidiş gelişleri, kabul törenlerini bir düzene bağlamaya karar verdi" Bu yanlışların ilk'bölümü sayın S. Eriş Ülger'in Latife Gazi Mustafa Kemal adlı eserinde de yer alıyor (s.86, son paragraf). İki yazar da yanılıyorlar. M. Kemal'in evi hiçbir zaman, izinsiz, davet siz girilebilen bekâr evi, açık ev, yol geçen hanı, bohem evi olmamıştır. Meclis Başkanı demek o dönemde devlet başkanı demekti. Ayrıca Ata türk mesafeli, ciddi, laubaliliğe, kuralsızlığa, gelişigüzelliğe hiç izin ver meyen biriydi. Onun evine kim izinsiz, davetsiz, düediği saatte gelebilir, sofraya oturabilir, odasına girebilirdi? Bunu düşünmek o dönemi, hava-
ÜçÜncü Bölüm Notlan 677
yi, insanları ve Atatürk'ü hiç bilmiyor olmak demektir. Cumhurbaşkanı olduktan sonra köşk daha da kurallı bir nitelik kazanmıştır. Hiçbir dönemde Atatürk'ün arkadaşları, yani Nuri Conker, Kılıç Ali, Fuat Bulca, Cevat Abbas, köşke, çağrılmadan, kendiliklerinden, iki yazarın aktardığı gibi diledikleri saatte gelmemişlerdir, gelemezlerdi, gelmezlerdi. Atatürk'ün arkadaşları, Atatürk'e en saygılı davranan insanlardı. O dönemde laubali arkadaşlık ancak ayak takımı arasın da olabilirdi. Salih Bozok Meclis Başkanının yaveri idi. Bu neden le Atatürk'ün daha sık yakınında, yanında bulunuyordu. Ama Ata türk izin vermedikçe kendiliğinden yemeğe kalması mümkün değil di. Kaldı ki Atatürk Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bu görev sona ermiş, Salih Bozok ancak davet edildikçe gelen, gezilere katılan bir arkadaş olarak kalmıştır. * Mutat zevat denilen arkadaş grubunda, yukarda adları verilenlerden başka şu iki kişi daha vardır: Recep Zühtü Soyak, Hasan Cavit Belül. Gazi hiçbirini Bakan, parti yöneticisi, elçi vb. yapmamıştır. * Kabul törenleri Dışişleri Bakanlığınca düzenlenir. Latife Hanım'ın mütevazı görgüsünü çok aşan incelikli bir konudur bu. Bilgi erozyonu da, toprak erozyonu kadar can sıkıyor. 28a) Atatürk büyük çoğunluğu çorak, bataklık, sıtma yuvası araziyi, sahiple rinden peşin parayla parça parça satın alır. Çiftliğin kuruluş çalışmala rına 1925 Mayısında başlanacaktır. Çiftliğin büyüklüğü hakkında sayılar farklıdır. 33.000-39.210 dönüm arasında değişmektedir. Bu konuda ke sin bilgiler için: Prof.Dr. İzzet Öztoprak, Atatürk Orman Çiftliğinin Ta rihi, s.11-17. * Satın alınan ilk ve en yakın arazinin adı Orman Çiftliği'dir. Ama bir tek ağaç bile kalmamıştır. Çiftliğin tümüne de Orman Çiftliği denir. % 102.000 dönüme, çiftliğe ait olmayan otlaklar dahildir. 29) Cemil Sönmez, Atatürk'te Çocuk Sevgisi, s.146-147. 30) Ş. Belli, Fikriye, s.98. 30a) Bu sahnenin tanığı: F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.559-560. 31) Fikriye Memleket (Numune) Hastanesinde bir hafta kadar yaşamış, . Atatürk'ün emriyle kendisine her türlü özen gösterilmiş, zatürree ol duktan sonra iki gün içinde ölmüştür. İntihar tarihini Hâkimiyet-i Mil liye gazetesi 30 Mayıs 1924 olarak vermiş: U. Kocatürk, Kaynakçalı Ata türk Günlüğü, s.246. * Kaynaklar: Şemsi Belli, Fikriye, s.100-103 (Şemsi Belli'nin kitabı için de Fikriye'ye bakan Memleket Hastanesi doktoru operatör Ömer Vasfi Aybar ile Sabiha Gökçen'in açıklamaları da bulunuyor: s.1021 0 3 , 1 0 4 - 1 0 8 ) ; Leman Karaosmanoğlu'nun Yakup Kadri Bey'den öğ renerek Emin Çölaşan'a aktardığı bilgiler, Hürriyet, 10.11.1985; Sayın Altemur Kılıç amcası Muzaffer Kılıç'tan bu olay hakkında duydukla-
678 Üçüncü Bölüm Notları
rını bana 14 Ekim 2008 tarihinde uzunca bir mail ile bildirmişti. Mu zaffer Kılıç'ın anıları da yukarıdaki iki kaynağı doğruluyor. * Bu konuda bazı ciddi yazarların kitaplarında farklı bilgiler yer alıyor. Kanıtlanmış olmadıkları için dikkate alamadım. Bir de masallar var. Bu masalları tarihi magazinleştiren yazarlar kullanıyor. Tarihe dedi kodu eklemeden rahat edemiyoruz. Okullarımızdaki tarih eğitimi miz, bakanlığın müfredat programı ve yöntemi yüzünden olağanüstü yetersiz, olumsuz. Çocuklarımız tarihten nefret ediyor! Bunu düzelt mek gerektiğini düşünen yetkili yok mu? * M. Kemal Paşa-Latife Hanım hikâyesinin birkaç kırılma noktası vardır. Fikriye'nin ölümünün bunların en önemlisi olduğunu düşünüyorum. Anılarda belirtildiğine göre sofrada bir şey sinirine dokunursa, Latife Hanım yukarı çıkıyor, misafirlerin dağılmasını sağlamak ya da Paşa'yı kızdırmak ya da öfkesini boşaltmak için tavanı tekmeliyor. Bu tekmele me, tepinme, zıplama sahnelerini Latife Hanıma da, bir Cumhurbaşkanı eşine de yakıştıramıyorum. İnanmak istemiyorum. Aklı başında bir in sana hiç uymayan garip bir tavır bu. Ama yazık ki başlıca anılarda bu şa şırtıcı bilgiler yer alıyor. Yurt gezilerinde de bir sorun olursa, bulunduğu yeri, çevredekileri, eşinin mevkiini filan hiç düşünmeden yine bağırıyor, çağırıyor vb. Azarlanınca af diliyor, bir zaman sonra yine aynı şeyleri yapıyor. Evlenmeden önceki ve ayrıldıktan sonraki Latife Hanım'dan ne kadar farklı bir tuhaf kişilik! $ Fethi Okyar'ın gelini Sayın Aydan Eralp, kayınvalidesi Galibe Okyar'ın, bu topuk vurma olaylarının doğru olmadığını söylediği ni aktarmış {Latife Hanım, s.330). Anıları ve tanıkları ne yapacağız? (Mesela Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c., s.487-488)
* Alman Elçisi Herr Rudolf Nadolni 16 Haziran 1925'te Cumhurbaşka nına güven mektubunu sundu. M. Kemal Paşa ile görüşürken eşi La tife Hanımla da görüşmek istediğini söylemiş, uygun görülmüş. Son rası şaşırtıcı. Latife Hanım bu görüşme için tören birliği ile bando nun hazırlanmasını istemiş. Cumhurbaşkanları eşlerinin elçileri böyle törenle kabul edemeyecekleri kendisine anlatılınca, imparatoriçelere bile verilmemiş olan bir hakkı kullanma hevesinden vazgeçmiş (Hüsrev Gerede'nin Anıları, s.248; Nadolni'nin raporu: Cemil Koçak, "Ar şivler Açıldı", Toplumsal Tarih Dergisi, Mart 2005). Bu durum, mev kiini sindiremediğini gösteren bir örnek. Sürüp gitmese yaşı, deneyi, yarım kalmış öğretimi dikkate almak hoş görülürdü. Ama hep sürüyor. Resmi bir ziyaret için Konya'da bulundukları sırada, otomobilde mare şal üniformalı Gazi'nin sağında otu ra madiği için olay çıkarıyor Resmi protokolle nezaket kurallarını birbirine karıştırıyor. $ Latife Hanım'ın Atatürk'ün sağlığına dikkat ettiği, iyi niyetle içki iç mesini engellemek istediği ama bunu incelikle yapmayı başaramadığı anlaşılıyor. Herkesin içinde sert bir sesle 'yeter!' diye tepki gösteriyor, Üçüncü Bölüm Notları 679
kadehi kapıp masadan kaldırıyor. Bu incelmemiş tavırlar M. Kemal Paşa'nın evlenmesine sevinenleri üzmekle kalmıyor, bu evliliğin ge leceği hakkında umutsuzluğa da düşürüyordu. Daha yeni genç kız ol muş baldızı içeri girince ayağa kalkacak kadar nazik adamı kabalıkla korumaya çalışmak çok acı bir karşıtlık. 33) İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.221; İsmet Paşa Enver Paşa'nın Arap kökenli alfabeyi ıslah etmek için yaptığı deneyin başarısızlığını unutamıyordu. Enver Paşa Arap kökenli alfabeyi kendince ıslaha çalışmış, harflerin bir birinden ayrı yazılmasını, her sessiz harften sonra, Türkçenin gereğine uyarak, bir sesli harf konulmasını kararlaştırarak okumayı ve yazmayı daha da zorlaştırmıştır. 33a) Ziya Şakir, Nuri Demirağ Kimdir, s.50; Nuri Demirağ -soyadı demiryo lu tutkusunu simgeler- birçok demiryolu yaptı. İlerde daha büyük bir işe girişerek uçak yapımına da yönelecektir. 33b) İstanbul yakınında üretimi Türkiye için çok yetersiz iki çimento fabrika sı vardı. * Ankara'da inşaat sayısı arttıkça ustaya, yetişmiş işçiye ihtiyaç da ar tar. Bu kadar usta ve işçi yoktur. Bu işleri, Rumlar ve Ermeniler ya pıyorlardı. Türkler bu mesleklere ilgi göstermemişti. Müteahhitler yurtdışından usta ve işçi getirtirler. En çok Macaristan'dan. Bunlar şapkalı, kasketli insanlardı. Ankaralıların gözleri şapkaya, kaskete ça buk alışacaktı. * Ankara'nın imarı için belediye Ankara yakınında bir çimento fabrikası ile tuğla ve kireç ocakları kurar. Elektrik santralı yapımma girişir. 34) Rauf Orbay hükümeti ABD kaynaklı Chester projesini kabul etmişti. Chester projesi, şirkete kapitülasyon nitelikli bazı imtiyazlar veren bir projeydi. Sözleşmeler 9 Nisan 1923'te Birinci TBMM'ce de onaylandı. Çok yoksul duk, çok çaresizdik. Demiryoluna, imara şiddetle muhtaçtık. Yılana sarıla cak haldeydik. Yine de bu projenin kabul edilmesi doğru olmamıştır. İyi ki şirket işe başlayamadı ve proje 17 Aralık 1923'te iptal edildi. * Bu konuda okunması gerekli iki kitap: Hikmet Uluğbay, İmparator luktan Cumhuriyete Petropolitih, E. Mead Earle, Bağdat Demir ve Petrol Yolu Savaşı. 35) Celal Bayar Bursa'da bir Alman bankasının şubesinde çalışmıştır. Ban kacılık bilgisinin kaynağı budur. Bu kadarcık bir bilgi bile bir banka kur mak için yeterli sayılıyor. Çünkü başka kimse yok. Bilgisini İş Bankası Genel Müdürü olarak genişletecektir. * Kuruluş çalışmalarını yürüten Celal Bayar 7 Temmuz 1924'te Bakan lıktan istifa ederğAtatürk'ün verdiği 250.000 TL, kuruluş sermayesi
yapılacaktır. Banka, ilk Cumhuriyet bankası olarak 26 Ağustos 1924 günü açılır ve hızla gelişir. Kuruluş ortakları 47 kişidir. Atatürk açılış günü İdare Meclisi üyelerine özetle şöyje ûetİ/Sermayenin azlığına bakarak cesaretiniz kırılmasın. Böyle müesseseler için en kuvvetli ser-
680 Üçüncü Bölüm Notları
maye zekâ, dikkat ve iffettir (dürüstlüktür), teknik ve metodik çalış masını bilmektir!* (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 16. c, s.279) * İlk Yönetim Kurulu üyeleri: Salih Bozok, Fuat Bulca, Dr. Fikret Onuralp, Mahmut Soydan, Kılıç Ali, İhsan Er yavuz, Rahmi Köken, Rasim Basara, Şakir Kınacı. * Atatürk'ün Cumhuriyetin başkenti Ankara'da kurduğu bankanın merkezini İstanbul'a taşıyan İş Bankası yöneticilerini şiddetle ayıp lıyorum. Bu kararın Atatürk'ün anısına saygısızlık olduğu hiçbirinin mi aklına gelmedi? $ 1925-1935 yılları arasında 35 banka kurulmuştur. 35a) Bilâl N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.276. 35b) Bilgi: İkinci Dönem Zabıt Cerideleri, 9. c, s.7 vd.; Türkiye Cumhu riyetinde Ayaklanmalar, Ankara, 1972. & Nasturi isyanı ve İngiliz uçaklarının olaya karışması, Musul konu sunda İngiltere'nin Türkiye'ye verdiği ilk gözdağı olarak değerlendi rilmektedir. * İngiliz uçakları ilk olarak 14 Eylülde bombayla, makineli tüfekle Türk askerlerine saldırır. Nasturi harekâtı, 2 Ekimde sona erer. Kurtulan Nasturiler güneye kaçarlar. * İngilizlerle savaş olasılığı belirince gerekli Önlemler alınır. İzinler kal dırılır. 7. Kolordu savaş düzeni alır (Komutanı Cafer Tayyar Paşa). Anlaşmazlığın Milletler Cemiyeti'nce ele alınması üzerine savaş ola sılığı azalır ama geçmez. Gerginlik sürer. 3. Ordu Komutanı Cevat Çobanlı ile Cafer Tayyar Paşalar işte bu kritik süreçte Meclis'e gel meyi tercih edip görevlerinden ayrılmışlardır. * Nasturiler kendilerini Asuri diye adlandırıyor. 36) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 16. c, s.277-278. * Cumhuriyetin eğitim sistemini 'birörnek insan yetiştiriliyor' diye eleş tirenler var. Birörnek insan böyle mi yetiştirilir? Bu anlayışla birörnek insan yetiştirilebilir mi? Bu eleştiriler, eğitim birliğini bozmayı ma zur göstermek için ileri sürülmüş dayanaksız iddialardır. Cumhuriyet eğitiminin amacı iyi insan, iyi vatandaş yetiştirmek diye özetlenebilir. Amacından çok sapmış olan eğitim sistemimizi yeniden ele almak zo rundayız. Eğitim ülkenin geleceği ile çok yakından ilgili bir konudur. 36a) J. Dewey bir hafta İstanbul'da kalmış, bir ara Bursa'ya gitmiş, Eylülde İstanbul'dan ayrılarak ülkesine dönmüştür. Bakanlığa verdiği rapor eği tim tarihimiz bakımından çok önemlidir, lohn Dewey'den sonra Alman Kühne vb. gibi uzmanlar da çağrılarak modern eğitimin ilkeleri öğrenil meye çalışılmış, bilimin sesine kulak verilmiştir. 36b) Zafer, güzel bir kaide üzerinde mermerden bir sancak ile onu tutan güçlü bir el ile temsil edilmiştir. Mimar Kadir Bey ve taşçı Hikmet Usta'nın eseridir. Yerine daha büyük ve modern bir anıt yapıldı. Bu anıt kenarda
I îr
ı i r w ü Rftlüm Notları
i>81
37)
Atatürk'ün Bütün Eserleri, 16. c, s.282-289 (Ayrıntılar için Hâkimiyet-i Milliye muhabiri Ziya Gevher'in haberinden yararlanıldı). 37a) 1948 Ağustosunda on arkadaş, Sakarya Savaşı'nın gazi tepelerinden biri olan Kartal Tepe eteğindeki bir siper kalıntısından aldığımız iki avuç toprağı, yayan yürüyerek Zafer Tepe'deki 30 Ağustos törenine katılıp bu anıtın toprağına katmıştık. Yol çizgimiz şöyleydi: Polatlı, Mülk Köyü, Sivrihisar, Çifteler, Seyitgazi, Alayunt, Kütahya, Altıntaş, Dumlupınar. Yol arkadaşlarımın adlarını da vermek istiyorum: Hilmi Biçken, Tuğrul Aşuroğlu. Celal Hafifbilek, Turgut Özakman, Ertuğrul Bıyıkhan, İsmat Antel, Ertuğrul Bıyıkhan, Galip Oymak, Ruhi Korkusuz ve Fuat Ünlü. Yol boyunca Milli Mücadele hakkında birçok anı derlemiştim. Bu yürü yüşü Nezih Bayman adlı arkadaşımız düzenlemişti. (Prof.Dr. Afet İnan 1948 töreniyle ilgili bir yazısında bizden de söz ediyor, Atatürk Hakkın da Hatıralar ve Belgeler, s. 134).
a / c
38) 39)
/
Terakkiperver Cumhuriyet Partisi millletvekillerinden Halit Akmansü bütçe görüşmeleri sırasında masraflı diye bu okulun kapatılmasını öner miştir (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 15. c, s.178-179). Şeyh Sait'in mahkemedeki açıklaması, Uğur Mumcu, Kürt-îslam Ayak lanması, s.155. Acaba bu caddenin şimdiki adı nedir? Ayrıntılar için M. Önder'in Atatürk'ün Yurt Gezilerinden yararlanıldı (s.341-342, 295-297). * Ayrılırken iki Hoca dilekçe vererek Gazi'den medreselerin açılmasını ister. Gazi 'medreselerin açılmayacağını, halkın okul istediğini, çocuk larımızı iyi yetiştirmemiz gerektiğini' söyler. Bu yanıt halk tarafından alkışlanır (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.25), Olay gazeteler aracı lığıyla memlekete yayılır. Hocaların dileği ciddi tepkiye yol açar. Yalnız
Jçüncü Bölüm Notları
aydınlar değil, halkın çoğu da medreselerin son durumunu biliyordu: Bağnaz insanlar yetiştiriyorlardı. • Uygarlığın, uygarca yaşamanın, ilerlemenin düşmanı, din de değildir, dindarlık da değildir, taassup (bağnazlık, yobazlık, hoşgörü yokluğu) ve cahilliktir. Cumhuriyet yönetimi dine değil, taassuba ve cahilliğe karşıdır. Farklı iddialar gerçeğe aykırıdır. Siyasi amaçlı uydurmalardır. 39a) Sanatçılar Gücü (aslı: Sanatkâran Gücü) Ankara Gücü takımının atasıdır. İmalat-ı harbiyeciler kurmuştur. 40) Hattın ilk bölümünün müteahhidi Galip Nemlizade'dir. İlk kez Türk gi rişimcileri demiryolu yapımını üstleniyorlar. Konuşmasında Gazi bu gi rişimi, cesareti över (Tarih IV., s.322-323). 41) Konuşmasından bir bölüm daha: "Yeryüzünde üç yüz milyonu aşkın İslam vardır. Bunlar ana baba, hoca terbiyesiyle terbiye ve ahlak almaktadır. Fakat maalesef hadisenin hakikati şudur ki bütün bu milyonlarca insan kitleleri şunun veya bunun esaret ve zillet zincirleri altındadır. Aldıkla rı manevi terbiye ve ahlak onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insani meziyeti verememiştir, veremiyor. Çünkü terbiye hedefleri milli değildir:' (Milletlerarası olaylar bu görüşün ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.) * Bu bölümün dayanakları: M. Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.36-48. 41a) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 1. c , s.359-364. 41b) Tokat'taki akşam yemeğinde Latife Hanım yine bir şeye bozulur, sofrayı terk eder, misafir oldukları evde yukarı çıkar, herkes sofrada otururken, yine tavanı tekmelemeye başlar. Gücü bitene kadar tekmeler. (Kaynak: Olayı ev sahibi Tokat milletvekili Mustafa Bey'den dinleyen ve yansıtan Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c, s.487-488) 41c) Şimdi bu yollan trenle ya da asfalt yollara n motorlu taşıtlarla geçerek aşanlar o dönemde, taşlı, çukurlu, toprak yollarda, sarsıla sarsıla yolculuk yapmanın ne kadar yorucu, çetin olduğunu haklı olarak hayal edemezler. Yolsuzluk, iktisadı da, milli bütünlüğü de çok olumsuz etkiliyordu. Mil let, birbirinden uzak, parça parça, genel olarak birbirinden ve dünyadan habersiz yaşamaktaydı. Bütün Anadolu kopmuş tespih taneleri gibi bir birinden ayrı illere ve on binlerce köye dağılmıştı. 42) Şeyh Sait'in bacanağı Binbaşı Kasım, Erzurum'da Gazi'yi görerek Doğu da bir isyan için hazırlık yapıldığını haber verdiğini ileri sürüyor (Uğur i Mumcu, Kürt-lslam Ayaklanması, s. 110). # Doğuda bir isyan hazırlığı yapıldığı doğrudur.? 1923 yılı Mayısında Erzurum'da gizli bir örgüt (Kürt İstiklal Cemiyeti) kurulmuştur. İlk Başkan Muşlu Mutki aşiretinin reisi Hacı Musa, sonraki Başkan Vartolu Cibran aşiretinden Albay Halit Bey, son Başkan Şeyh Sait'tir (Uğur Mumcu, s.57; Dr. Nuri Dersimi kuruluş tarihi olarak 1922'yi
veriyor, Kürdistan Tarihinde Dersim, $.181).
Üçüncü Bölüm Notları 683
* Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Abdürrahim de on arkadaşıyla birlikte Müstakil İslam Hükümeti kurmaya karar vermişti (U. Mumcu, Kürtislam Ayaklanması, s.57). * Kürt İstiklal Cemiyeti'nin ilk kongresi 1924'te Erzurum'da yapılır. Şeyh Sait de bu cemiyete üye olur. Kongrede iki karar alınır: 1. En geç Mayıs 1925 tarihine kadar bir ayaklanma başlatılacak, 2. Gerekli dış destek İngiliz, Fransız ve Ruslardan sağlanacak (Ruslar isteği geri çevirir). Yabancılardan yardım almaya itiraz olunca, Şeyh Sait 'bu nun mubah olduğunu' söyler (Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanma sı, s.56, dipnot 112). * Suriye'de de buna paralel çalışmalar var. * Şeyh Sait 4 Ocak 1924 tarihinde fetva vererek, 'aşiretleri, dinsiz hü kümete ve M. Kemal Paşa'ya karşı' cihata çağırır (M. Şerif Fırat, Doğu
İlleri ve Varto Tarihi, s. 180).
* Kürt İstiklal Cemiyeti'nin üyelerinin listesi için bkz: Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, s. 186 (Üyelerin arasında eski Bitlis millet vekili Yusuf Ziya Bey de yer alıyor). * Eski Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey 1923 seçiminde aday gösteril memişti. Ayrılıkçıların, buna kırılan Yusuf Ziya Bey'i davalarına ka zandıklarını düşünüyorum. * Nasturilerle çarpışan birlikte Kürt asıllı 4 subay vardır. Biri Yusuf Ziya Bey'in kardeşidir. Yusuf Ziya Bey'den gelen bir telgrafı yanlış an larlar, isyan başladığını sanarak birliklerini bırakıp ve bir kısım aske ri de yanlarına alarak Irak'a geçerler (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 15. c , s.38; Dr. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, s.182). İs yan başlamayınca gizlice geri dönerler. Üçü yakalanır (Yüzbaşı İhsan Nuri yakalanmaz. Ağrı isyanında komutanlık yapacak, İhsan Nuri Paşa diye ünlenecektir). # Yusuf Ziya Bey Ekim 1924'te, Cibranlı Albay Halit Bey ve birkaç ki şiyle daha Bitlis Harp Divanınca tutuklanır. Ayrılıkçılar isyan hazırlı ğının anlaşıldığını sanarak paniklerler. * Gaziyi ziyarete Muş ve Bitlis'ten de kurullar gelmişti. Atatürk Başba kana yolladığı yazıda bu konuda diyor ki: "Muş ve Bitlis'ten gelen 22 ki
şilik iki heyeti kabul ettim. Kendileriyle görüştüm. Her iki heyet de beni davetle beraber, Cumhuriyet hükümetinden memnuniyet ifade eden ve Cumhuriyete kuvvetli bağlarını gösteren beyanatta bulundular. Bitlis heyeti Yusuf Ziya'nın hareketini kınadı" % Uğur Mumcu, Yusuf Ziya Bey, Albay Halit Bey ve ötekilerinin Bit lis Harp Divanınca tutuklanmalarını, Kasım Bey'in ihbarı üzerine Gazi'nin ilgilileri uyarmasının sonucu olduğunu yazıyor, Kürt-İslam
Ayaklanması, s.111.
üçüncü Bölüm Notları
# Bitlis Harp Divanı Şeyh Sait'i tanık olarak Bitlis'e çağırır. Şeyh Sait tu tuklanacağı korkusuyla mazeretler ileri sürerek tanıklığa gelmez, ifa desinin istinabe yoluyla alınmasını diler. Hınıs Kaymakamı da kendisi nin 'her türlü hırstan uzak mübarek bir adam olduğunu' bildirir. İsyan çıkana kadar Şeyh Sait Efendi'nin bu kuşkusu ve korkusu sürecektir. # Şeyh Sait isyanı için en çok şu kaynaklardan yararlandım: Behçet Ce mal, Şeyh Sait isyanı; Genelkurmay, Türkiye Cumhuriyetinde Ayak lanmalar, Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük I ve II; Uğur Mumcu, Kiirt-İslam Ayaklanması; Uğur Mumcu, Kürt Dosyası; Prof.Dr. Metin Heper, Devlet ve Kürtler; Süreyya örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstik lal Mahkemesi; M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı; Prof.Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s. 106 vd. Şeyh Sait ya da Genç isyanı diye anılan isyanı ana çizgileriyle anlat maya çalışacağım. Elazığ'da bulunan bir arızalı uçağın parçaları manda arabalarıyla yola çıkarılmış, uçak ancak iki ayda Ankara'da olabilmişti. # Ankara-Eskişehir demiryolunun İnönü Savaşlarının kazanılmasında, Ankara-Polatlı demiryolunun Sakarya Savaşı'nın kazanılmasında çok önemli payları var. İkmal demiryolları ile sağlanmıştır. # Cumhuriyetin kurucuları için demiryolları milli savunma, yurdu bir leştirme ve iktisadi kalkınma sorunuydu. M. Önder in Atatürk'ün Yurt Gezileri eseri ile Atatürk'ün Bütün Eserle ri, 17. c, s.52-75. Kılıç Ali'nin Anıları, s.536. Rus işgali döneminden kalma demiryolu vardı. Erzurum-Kars arasında dar hat, Kars'tan sonra geniş hat. Ruslar kısa süren işgal döneminde hem demiryolu döşemiş, hem düzgün, kullanışlı karayolları yapmışlardı. Bü yük binalar da Ruslardan kalmaydı. Rus Çarlığı Osmanlı Devleti'nden çok ileriydi. Osmanlı denilebilir ki Rus ordularına değil, geriliğe, tekno loji yokluğuna, yolsuzluğa, yoksulluğa yenilmekteydik Mehmet önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.63 vd. ve Latife Hanım hakkında eserler. Mehmet Emin Erişirgil, İslamcı Bir Şairin Romanı, s.379, 382-385. $ Hadis çevirisini Kâmil Miras tamamlar. $ M. Akif'in şapka devrimi yüzünden Türkiye'den ayrıldığı gibi iddi alar var. Bunlar M. Akif gibi engin görüşlü bir Müslümanı küçültür. Safahat'ı okuyan biri, bu tür uyduruk iddiaların geçersiz olduğunu bilir.
Üstelik M. Akif Mısır'a gittiği zaman şapka devrimi daha yapılmamıştı bile. M. Akif Atatürk hakkındaki görüşünü, İstanbul'a kesin olarak dön düğü zaman (1936) açıklamıştır. Ben de o zaman açıklayacağım*
• Mehmet Akif Bey ilk iki yıl yazları istanbul'a gelir. Sonraları gelmez. 1936 yılında hasta olarak İstanbul'a dönecektir (a.g.e., $.388). Üçüncü Bölüm Notları 685
48)
48a) 48b) 49) *
49a) 49b)
* M. Emin Erişirgil diyor ki: "Hocalar 'Kuran tercüme edilemez* diye bir laf tutturmuşlardı. Farkında değillerdi ki bu sözle İslamlığı bütün insanlığa şamil din halinden çıkarıyor da Yahudilik gibi, kavmi (bir millete özgü) bir din haline sokuyorlardı!' (a.g.e., s.384-385) Milletler Cemiyetinde de Türkiye'yi Fethi Okyar temsil eder. Fransızca ve İngilizce bilmektedir. # 29 Ekim 1924'te Brüksel'de toplanan Milletler Cemiyeti Musul'u Hakkari'den ayıran eski il sınırını geçici sınır olarak kabul eder. Bu sı nır Brüksel Hattı diye tanınır. Savunulması son derece zor bir sınır dır. Musul'un durumunu incelemek üzere üç kişilik bir kurul kurulur: Macar Kont Teleki, Belçikalı A. Poulis, İsveçli A. Wirsen. Üçlü ko misyon üyeleri 9 Ocak 1925'te Konya'da Gazi ile konuşurlar. 27 Ocak 1925'te Musul'a gelirler. Halkın Türkiye'ye mi yoksa Irak'a mı katıl mak istediğini saptayacaklardır (Bilâl N. Şimşir, Türk Irak İlişkilerin de Türkmenler, s.58-59, Kürtçülük II, s.121). Şeyh Sait isyanı bu sıra da çıkar. Bu olay İngilizleri çok memnun eder. Böylece, ülkesinde ki Kürtleri yönetemeyen Türkiye'nin Musul'u yönetemeyeceğini söyleyebileceklerdi. Bu nedenledir ki Şeyh Sait isyanında İngiliz kış kırtması aranıyor (Bu konudaki bilgiler için Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.122 vd. ile Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt So runu). Sonunda Musul Irak'a verilecektir. Sadri Etem (Ertem), Türk İnkılabının Karakterleri, s.81. Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Kaynak Yaymlan, istanbul, 2009,2. basım (bu konuda yapılmış ük bilimsel çalışmadır). Cenaze töreninde Meclis'i İkinci Reis Vekili Ali Süruri Bey temsil etmiş tir. Okulların tatil edilmesi hakkında: Toplumsal Tarih, Ekim 1998, s.15 (M. Emin Elmacı'nın araştırması). * Ziya Gökalp'i Türk milliyetçiliğinin babası diye tanımlayanlar var. Şunu belirtmeliyim, Gökalp'in milliyetçiliği hars (kültür) milliyetçi liğidir. Irkçı değildir. Irkçılık aleyhindeki ilk yazı onun imzasını taşır. Atatürk milliyetçiliğinin dayanaklarından biridir. # Diyarbakır Üniversitesi'ne Ziya Gökalp adı verilemez miydi? Metin And, Atatürk ve Tiyatro, s.53-55. M. Emin Elmacı, "Osmanlı Başkentinde Cumhuriyetin İlk Yıldönümü", Toplumsal Tarih Dergisi, Ekim 1998.
49c) Sadi Irmak, Suat Hayri Ürgüplü, Mahmut Cuda, Refik Epikmen, Cevat Dereli, Şeref Akdik, Ulvi Cemal Erkin, Ekrem Zeki Ün, Cemil Sena On gun, Necip Fazıl KısakÜrek, Burhan Toprak, Vıldan Aşir Savaşır vb... Bu ilk gruptan iki Başbakan, ünlü sanatçılar, bilim adamı ve yöneticiler çıka caktır (Liste: Kansu Sarman, Türk Prometheler, s/25). 50) İzzettin Çalışlar, Ali Hikmet Ayerdem, Şükrü Naili Gökberk, Fahrettin Altay. 686 Üçüncü Bölüm Notları
51)
Orgeneral Cevat Çobanlı 25 Aralıkta milletvekilliğinden istifa ederek yeniden orduya dönecek, ölünceye kadar siyaset dışında kalacaktır. 52) Nutuk, 2. c, s.303 vd. (Bu asker arkadaşlarına güvenini bu kadar kaybet mişti). $ Atatürk Nutuk'td. Karabekir ve Ali Fuat Paşalar hakkında diyor ki: "..[İngiltere'ye karşı] harp ihtimalini göze aldık. İşte bahsettiğimiz zatlar bu müşkül anda, bir ecnebi devletin bize hücum edebileceği zamanda, kendilerinin de bize taarruz ve hücum ederek hedefleri ne suhuletle vasıl olabileceklerini tahayyül ettiler. Muharebeye hazır ve amade bulundurmaya mecbur oldukları ordularını başsız bırakıp, vaktiyle haz etmediklerini ifade ettikleri politika sahasına şitap etti ler (koştular)" (s .306) * Karabekir, Ali Fuat ve Cafer Tayyar Paşalar uzun süre izlenip hare ketleri Çankaya'ya rapor edilecektir (H. Derin, Çankaya Özel Kale mini Anımsarken, s.41). 53) I. inönü, Hatıralar, 2. c, s. 191. * Bu vesile ile ordunun tutumu anlaşılmış oldu. Ordu, çağdaşlaşmayı amaçlayan Cumhuriyetin ordusuydu, Gazi M. Kemal Paşa'yı ebedi Baş komutan olarak kabul etmişti. Hiçbir dönemde bir partinin ordusu ol mamıştır. Olursa Balkan Savaşı ordularına döner, içinden parçalanır. * 1. Ordu Komutanlığına Ali Sait Akbaytugan Paşa, 2. Ordu Komu tanlığına Fahrettin Altay Paşa, 3. Ordu Komutanlığına Kâzım İnanç Paşa, 7. Kolordu Komutanlığına Mürsel Baku Paşa atandılar. (İkisi Çerkez, biri Kürt asıllı, biri Türk. Cumhuriyet kimsenin kanına, ır kına, soyuna sopuna, mezhebine bakmıyor. Yeter ki yurtsever olsun. Çağdaş, laik, birlik içinde bir millet böyle oluşturulur. Etnik kimlik leri ön plana çıkararak değil.) * Etnisite ile oynamak, üst kimliği yani milleti önemsizleştirmek tartış mak, alt kimlikleri öne çıkarmaya çalışmak, milletin tanımının adını |kurcalamak, tartışmaya açmak, milleti etnik bloKİara ayırır, ayırıyor. WtOsmanlının son döneminde Rumeli böyleydi. Bunun Anadolu için de çok tehlikeli olduğu neden görülmüyor? Onun için beş yıldır her vesile ile her yerde, 'ne olur tarihinizi öğrenin!' diye yalvarıyorum. * Farklılıkların zenginliğimiz olduğunu söylemek moda oldu. Yüzler ce yıl birlikte yaşamaktan doğan, birçok konuda ve alanda ortaklık lar, benzeşimler, paylaşımlar, karışımlar, alaşım olmalar var. Devlet adamlarının, siyasetçilerin, aydınların asıl bunları belirtmeleri gerek mez mi? Sürekli farklılığı vurgulamanın anlamı, amacı ne? Farklılık birlik içinde güzeldir.
54) 55)
Meclis Başkanlığına yine Fethi Okyar seçildi.* 27 Ekim günü Muğla milletvekili Esat Efendi'nin göçmenlerle ilgili so runlar hakkındaki soru önergesine Mübadele, İmar ve İskân son Bakanı Refet Bey yanıt verdi. Üçüncü Bölüm Notlan 687
# Durum şuydu: 400.000 göçmen, ayrıca çekilen düşmanlar tarafından evi barkı yıkılmış bir milyon kadar yurttaş (Batıda, Güneydoğuda, Samsun ve civarında ve Doğuda) ve bu bir buçuk milyona yakın insa nı yerleştirmek, barındırmak, yedirip içirmekle yükümlü, yoksul bir devlet. Elbette sorun çoktu. Bazıları çözülmüştü, bazıları sürüyordu {İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 9. c , s.57-108). Yunanistan'dan gelen mübadillerin sayısı giderek 500.000'i bulur. Bunlara 90.000 ev sağlamak gerekiyordu. Üretime katılmaları için mübadillere 25.000 öküz yardımı yapılır. Bunlara 1925, 1926 ve 1927'de Balkan devletlerinden gelen 150.000 kadar Türk göçmen de katılacaktır. Türkiye, o yoksul luğa rağmen, tarih içinde hep göçmenlere sığınak olmanın verdiği deney ve anlayışla bu sorunu zorlukla da olsa çözmeyi bilmiş, bu so run bir bunalıma dönüşmemiştir. Yunanistan ise bir milyona yakın göçmeni, Türkiye gibi içine almayı, eritmeyi, yerleştirmeyi, üretime geçirmeyi başaramadı. Yenilgiye ek olarak bir de bu mutsuz kitle yü zünden Yunanistan'da siyasi hayat İkinci Dünya Savaşının ertesine kadar çok çalkantılı geçecektir. Hâlâ da bunun etkileri sürüyor. * $ Bakanlar Mübadele, İmar ve İskân Bakanlığının bu büyük, karışık işi, birçok zorluklara rağmen beklenenden daha başarıyla yürüttüğünü belirttiler. • % Dersim milletvekili Feridun Fikri Bey 'Dersim'e okul ve yolyapılmasını' istedi, 'halkın okul ve yol istediğini' söyledi {İkinci Dönem Tutanak Der gisi, 10. c, s.126). Dersim'de okul ve yol yapımını istemeyenler de vardı ve bunlar silahlı idiler. Sırası gelince açıklayacağımi| * Bu görüşmeleri Atatürk Nutukta genişçe özetlemiş, gerektikçe kendi düşüncelerini de eklemiştir (2. c, s.313-320). 56) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 10. c , s.133. 57) ikinci Dönem Tutanak Dergisi, 10. c , s.24-166. 58) Tarık Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler,^s.606-622 (partinin bildirisi ve programı var). * A.F. Cebesoy anılarında, partisinin görüşü olarak "Milletten vekâlet alınmadıkça yeni inkılaplar yapılmayacaktı" diye yazıyor (2. c, s. 114, ayrıca s. 121). Ortaçağda yaşayan bir ülkede seçimle, halkoylamasıyla devrim yapmayı düşünmek, artık hiçbir devrimin yapılmamasını is temek demektir. Ne kadar geri olduğu bilinen toplum kendiliğinden, özendirilmeden, yönlendirilmeden nasıl gelişecekti? Yeni partinin yö neticileri Anadolu'nun durumunu, ortaçağda yaşadığını çok iyi bili yorlardı. Partilerinin adı da Terakkiperver (ilerici, ilerlemeyi sever) Cumhuriyet Partisi idi. Adı ile programı ve siyaseti birbirini tutmu yordu. Gelenekçilere, gericilere dayanacaklardı. i
688 Üçüncü Bölüm Notları
* Partinin kurulması için Öncülük eden, bu amaçla çeşitli görüşmeler yapan, eski İttihatçılar ve İkinci Grup üyeleri ile temaslar kuran kişi, Rauf Orbay'dır. 58a) Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, s. 1323. 59) Aslı: 6. madde- "Fırka efkâr ve itikad-ı diniyeye hürmetkardır!' 59a) Bu günlerde Mevhibe Hanimin annesi ölmüştür. 60) A. Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2. c , s. 125 (Atatürk'ün konuşması, çeşidi konuşmalarından yararlanarak genişletilmiştir). 61) 22 Kasım 1924: Başbakan ve Milli Savunma Bakanı Fethi Okyar, Adliye M. Esat Bozkurt, İçişleri ve Mübadale, İmar ve İskân Bakam V. Recep Peker (sonra Cemil Uybadın), Dışişleri Şükrü Kaya, Maliye M. Abdülhalik Renda, Eğitim Şükrü Saraçoğlu, Ziraat Hasan Fehmi Ataç, Ticaret Feyzi Pirinçcioğlu, Sağlık Dr. Mazhar Germen, (30 Aralıkta Denizcilik Bakanlığının kurulması kabul edilir) Denizcilik Bakanı İhsan Topçu. 62) Gülsün Bilgehan, Mevhibe, 2. c, s.179. 62a) Dr. Mazhar Germen, Gazi'nin halk sağlığına, sağlık hizmetlerinin üc retsiz olmasına büyük önem verdiğini biliyordu. Cumhurbaşkanının Meclis'i açış konuşmaları bu konuda uyarı, görüş ve tavsiye ile doludur. Hepsi dönemi bakımından şaşırtıcı bir ileri görüşün ürünüdür. Bu ne denle Dr. Refik Bey'in saptadığı programı korudu. 63) Meclis'te kısa bir süren sakin bir hava oldu. İlk olarak ? Paşa'nın İstanbul un yeniden başkent olması' hakkındaki demeci gergin yaratır. * İsmet Paşa diyor ki: "Terakkiperver Fırka erkânı reformcu ımselerdi
ama Osmanlı reformcusu idiler. Ben dahil hiçbirimiz reformculuk ta Atatürk metodlarını daha evvel görmüş, düşünmüş, benimsemiş değiliz. Atatürk'le konuşmalarımızda 'yapılırsa şimdi yapılır' dediği zaman benim inanmam, ötekilerin korkması, farkımız b an geli yor... Beraber bulundukları bir işten çıkıp dışında kalarak onun ce reyanı tarzını takip etmeye istidatları zayıftı!* (İ. İnönü, h r, 2. A
ı
Cm s.204) * Yeni partinin milletvekilleri: Ali Fuat Cebesoy (Ankara), Cafer yar Paşa (Edirne), Sabit Bey (Erzincan), Halet Bey, Münir Bey, tü Paşa (Erzurum), Halil Bey (Ertuğrul/Bilecik), İhsan Be; Rauf Bey, Dr. Adnan Bey (İstanbul), Arif Bey (Eskişehir), (İzmit), Osman Nuri Bey, Necati Bey (Bursa), Feridun Fikri *? sim/Tunceli), Halis Turgut Bey (Sivas), Ahmet Muhtar Bey (Trabzon), Kâmil Efendi (Afyon), Hulusi Bey (Bal Bey (Kastamonu), Zeki Bey (Gümüşhane), Besim Bey (h
Tay Rüş ni),
c
P
*erhmi Mt
dfn Bey (Manisa), İsmail Canpolat Bey (İstanbul), Bekir S vas), Kâzım Karabekir Paşa (İstanbul), Refet Paşa (İstanb
[Tarık Z. Tun aya, Türkiye'de Siyasi Partiler, s.621] § Yedi kişilik yönetim kurulunda İsmail Canpolat ve İzmit milletve kili Şükrü Bey gibi iki koyu İttihatçı yer almıştıgBu durum İttihat
Üçüncü Bölüm Notlan 689
ve Terakki'yi iyi tanıyanları tedirgin etti. A. Emin Yalman, Rauf Orbay ve Dr. Adnan Adıvar'ı uyardığını yazıyor: "Bugün ortalıkta çok iddialı bir İttihat ve Terakki muhalefeti var. Kara Kemal el altın dan Ankara'ya karşı çalışıyor. İttihat ve Terakki memleketin tapu sunun kendisine ait olduğu kanısındadır... Bunların aleti haline dü şeceksiniz. Meçhul ihtimallere doğru sürükleneceksiniz? (Gördükle rim, Geçirdiklerim, 3. c, s. 140; makalenin tam metni, H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.401-403) A. Emin Yalman'ın bu konuda haklı çıktığını göreceğiz. * Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin iktisat görüşünü Cafer Tayyar Paşa şöyle anlatıyor: "Biz devlet kapitalizmini değil, Amerikan libe ralizmini esas almıştık? (Aktaran K. Karabekir'in damadı Faruk özerengin, Teklif dergisi, 6. sayı, 1987) 1924-1925'te devlet kapitalizmi de, devletçilik de söz konusu değil. İçlerinde ABD'yi görmüş, ABD ekonomisini incelemiş tek kişi de yok. Türkiye daha kapitalist bile değil, önkapitalizm aşamasında. * Bu saçma sözleri gerçekten Cafer Tayyar Paşa mı söyledi, yoksa Faruk özerengin mi uyduruyor, bilmiyorum. Faruk Özerengin'in masalı çok. Söz konusu dergiyi okuyanlar, bu masalları öğrenir ve şaşakalırlar. * Ali Fuat Paşa'nın yeğeni Ayşe Cebesoy sayın İpek Çalışlar'a demiş ki: "Latife Hanım Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin üyesiydi? Alın size şapkadan bir tavşan daha! Bu bilgiyi güya dayısından almış. Ama dayısının anılarında böyle bir bilgi yok. Sayın İpek Çalışlar da bu da yanaksız bilgi üzerine çeşidi düşünceler yürütüyor. O tarihte kadın ların siyasi partilere üye olması da mümkün değildi. Eni boyuna denk gelmeyen bir uydurma. Kaldı ki Gazi'nin bunu hoşgörüyle karşıla ması olası mıydı? Söz konusu parti tutucu, kısmen gerici, irticayı ok şayan, halkoylaması ile reform yapılmasını isteyen bir partiydi. Hal koylaması yapılsa çarşaftan çıkılır mıydı, fes çıkarılır mıydı, kadınlar çalışabilir miydi, Medeni Kanun kabul edilebilir miydi? Din ve dünya işleri birbirinden ayrılabilir miydi? Medreseler kapatılabilir miydi? Halk Partisi'nin çoğunlukta olduğu Meclis bile kadınlara oy hakkı ta nımamıştı. Türkiye o tarihte ortaçağdaydı. Terakkiperver Cumhuri yet Partisi'nin programını okuyan anlar. Programın adresi şöyle: Ta rık Z. Tunaya, Siyasi Partiler, s.616-621. Gazi'nin çağdaş bir aile örneği göstermek için evlendiği Latife Hanım demek ki bu partinin üyesiymiş! Sayın İpek Çalışlar derlediği bilgileri hiç seçmiyor, ayıklamıyor, süzmüyor, bu iddianın Latife Hamım aşa ğılamak olduğunu dikkate almıyor, ne bulursa torbaya dolduruyor. 63a)
Tekke, tarikat üyelerinin toplanma, konuşma, ibadet yeri. Zaviye küçük tekke demek. Dergâh da tekke anlamındadır.
690 Üçüncü Bölüm Notları
64) 65)
66)
67)
Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, s.77-80 (Birkaç buluşmada söy lenen sözleri biraraya getirerek olayı özetledim.)* Uğur Mumcu, a.g.e., s.80-81; ana kaynaklar: Doğu İstiklal Mahkemesi Sav ası Süreyya Örgeevıenin Dünya gazetesinde yayımlanmış anıları ile Sav cı ve Müfettiş Avni Doğan'ın yayımlanmamış anılarıdır. S. Örgeevren'in anılan daha sonra kitap olarak çıktı: Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mah kemesi, Temel Yayınları, İstanbul, 2007. Konuyla ilgili raporlar sürüyor. B. Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.79 vd., 8 Ekim, 14 Ekim, 14 Aralık, 18 Aralık 1924 ve 29 Mart 1925 tarihli rapor lar (ayrıntılar Süreyya Örgeevren'nin anılarında var). İngiliz Büyükelçisi, İstanbul'daki Dışişleri Temsilcisi Nusret Medya'ya 'isyancıların İngilizlerden yardım istediklerini ama isteklerinin geri çev rildiğini' bildiriyor. 27 Şubat 1925 (Aktaran, E. Mütercimler, Aynadaki Tarih, s.248).
1925 yılı: • Şeyh Sait isyanına ve Musul sorununa rağmen 1925'te büyüme hızı % 12,9 olacak. Mucize sürüyor. • İlk Başbakanlık binası hizmete girer (Bugün Maliye Bakanlığı). • Meclis Ankara'da bir Hukuk Mektebi açılmasını kabul eder (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.283). • R. Nuri Güntekin'in Dudaktan Kalbe romanı yayımlanır. • Edirne Müzesi açılır. • Etnografya Müzesi'nin temeli atılır, 25 Eylül 1925. • Eski Ankara için Heussler firmasına, Yenişehir için Kari Lörch'e kent planı yaptırılır. Kent planlamada ilk adımlar. • Sıhhiye'den Kocatepe'ye doğru uzanan alanda ilk sosyal konutların yapımına başlanır. • Y. Müh. Bedri ölçer basılmamış anılarında, Yenişehir'de arsanın dö nümünün 60 lira olduğunu belirtiyor (1. c, s.68). • Tören kıyafetleri hakkında talimatname hazırlanır. Kadın kıyafetleri hakkında herhangi bir yasa, yönetmelik vb. yoktur. Kadın kıyafetleri 1900 yılından beri değişip çağdaşlaşıyordu. Çarşaf giderek azalacak, bir süre sonra kendiliğinden yok olacaktır. 70'li yıllarda yeniden beli rir. • Ankara Türk Ocağı'nda Ziya Gökalp anılır, 31 Ekim 1925. • İstanbul Üniversitesi nde İnkılap Tarihi Kürsüsü kurulur, 22 Kasım 1925. • Yetkisiz olarak sarık ve ruhani kıyafet taşıyanların cezalandırılmaları hakkında kanun maddesinin kabulü, 30 Kasım 1925. I î*->«irw.Jl
R.-tl«îrr» M r v f l t j r ı
fîQl
67a) 67b)
68)
Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, s. 164 vd. Şimdi de kalemlerini ve dillerini Cumhuriyeti yıpratmak için kullananlar var. Amaçları ne acaba? Sultanat, hilafet, şeriata uygun anayasa mı geri f gelecek? Bu mümkün olabilir mi? Bu bir zamanların din devleti Osman lıyı diriltmeye yeltenmek olur. Bu niteliklerinden dolayı Osmanlının so nunun ölüm olduğunu ilkokul çocukları bile biliyor. Öyleyse Cumhuriyeti niçin yıpratmaya çalışıyorlar, bunun için neden gerçekleri değiştiriyorlar? Bunun kime, ne yararı olacak? Notlar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.143, 1 4 8 , 1 4 9 , 1 5 2 . Bazı notları: * "Vatani ve milli meselelerde yürürken fikri ve fiili kusur ve noksanları mızı görüp iyi niyetle ihtar edenlerden memnun ve müteşekkir kalırız # "Biz keyfi hareket etmeyiz. Müstebit asla değiliz. Hayatımız, bütün faaliyetimiz memleket işlerinde keyfi ve müstebitçe hareket edenlere karşı mücadele ile geçmiştir İstanbul basım için: "Bilerek veya bilmeyerek yabancı kaynakların il hamına kapılanlar vardır. Bunlar fikirleriyle, kalemleriyle, sözleriyle toplumsal birliğimizi zaafa düşürebilecek faaliyette bulunuyorlar? Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.156-162. M. Sadi Irmak diyor ki: "Çok başarılı oldum. Ülkeme alev olarak döndüm, önce İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü'nü kurdum. Kürsü Başkanı oldum. Daha sonra ülkemin başbakanlığını yaptım. Ben kim miyim? İki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamı Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak'ım. (www.mtrcn.com/) Atatürk'ün Silifkeli şoförü Sadık Kutlu, bataklığın kurutulduğunu, çev reye çok yararlı olan çalışmalar yapıldığını, Atatürk'ün çiftliğin tümünü ya da bir bölümünü köylülere (köylü başına 15 dönüm) dağıttığım anla tıyor. (Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s.144 vd.) 0
0
69) 70)
0
71)
71a) 72)
72a)
72b) 73) 73a)
Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005, s.73. Nutuk, 2. c, s.333. * Atatürk Nutukta diyor ki: "..Bunların Fethi Bey hükümeti zamanında bizzat Fethi Bey vasıtasıyla, kendilerine, partilerinin muzır ve isyan ve irticayı teşvik edici mainyette olduğu bildirildiği zaman olsun, hakikati anlamaları ve görmeleri lazım gelmez miydi?" {Nutuk, 2. c, s.333) Birinci Dünya Savaşı'nda askerlerin ve subayların giydiği kalınca bezden yapılma, Enveriye de denilen başlık. Bazı askerler Müli Mücadele sıra sında da bu başlıkları giymişlerdir. İ. Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.42-45. Ali Fuat Cebesoy'un yanıtı, anılarından yararlanarak oluşturulmuştur. Kâzım Karabekir, Günlükler, 2. c, s.943; İ. Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.44. * Bu sıralarda İstanbul Belediyesi basında çıkan istekleri, halkın da bu is teği desteklemesi üzerine, Gazi'nin bir heykelini yaptırmaya karar ver-
692 Üçüncü Bölüm Notlan
misti. Gazi. heykel sanatının başlaması için kendi heykelinin uygun bir başlangıç olacağını düşünerek izin verdi. Heykelci olarak Avusturyalı Heinrick Krippel seçilmişti. Sanatçı birkaç kez Ankara'ya gelerek Gazi ile görüşecek, çalışmalar yapacak, İstanbul'un bu girişimi Konya Bele diyesini de harekete geçirecekti. 73b) Dinde bilgisizlik öyle verimli bir ortamdır ki ne ekilse yeşerir. 74) 'Mültezim' vergi toplamayı yüklenen özel kişiye denir. Topladığı vergi nin bir bölümü kendine kalıyor. Ne kadar vergi toplarsa kazancı o kadar çok oluyor. Bu verginin toplanış tarzı yüzyıllardan beri çiftçiler için bir facia idi. * Meclis isyan sıkışıklığına rağmen, 17 Şubat 1924 günü aşar vergisinin kaldırılmasını kabul eder. Yerine getirilen 'toprak mahsulleri vergi si' küçük toprak sahibi köylüyü rahatlatacak muafiyetler tanıyordu. Mültezimlik yapanlar ise bu kazanç kapısının kapanmasından dolayı bu kanundan memnun olmazlar. Hükümete düşman kesilirler. Bazı tekkelere de aşardan pay ayrılıyordu. 75) 9 Şubat günü Milli Mücadele kahramanı Ardahan milletvekili (Deli) Halit Karsıalan Paşa, Meclis koridorunda kavgaya dönüşen bir tartışma so nunda vurulur, ağır yaralanır. 14 Şubatta ölür. Olay kaza olarak değer lendirilir. Bilgi için: Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s.103 vd.; İs mail Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.49 vd.; Kâzım Özalp, Atatürk'ten Hatıralar, s.33-35. I 76) Dr. Nuri Dersimi, Şeyh Abdürrahim'in subayları ve erleri öldürttüğünü yazıyor (s.184); jandarma müfrezesinin gelişini Şeyh Sait'i tutuklamak ya da kışkırtarak isyanı başlattırmak diye anlatan web siteleri var. Olayın ge lişimi bu iddiaların doğru olmadığım kanıtlıyor. I 77) O tarihte bu bölgedeki iller, sonraki adları ve statüleri: Dersim (sonra Tunceli), Ergani (şimdi Diyarbakır'ın ilçesi), Genç (şimdi Bingöl ilinin ilçesi; Çapakçur Bingöl ilinin merkez ilçesi yapıldı ve adı da Bingöl'e çevrildi), Siverek (şimdi Şanlıurfa'nın ilçesi). 78) Şeyh Sait'in Genç ili içindeki yolculukları, temasları dikkati çekmiş, j Genç Valisinden nedeni sorulmuştu. Genç Valisi İsmail Hakkı Bey şöyle yanıtlamıştı: "Şeyh Sait her sene olduğu gibi bu sene de Palu'da bulunan ecdadının mezarını ziyarete geliyor. Asayişi bozacak bir durum yoktur? # İstiklal Mahkemesi İsmail Hakkı Bey'i ihmalleri nedeniyle 1 yıl hapse mahkûm edecektir. Devlet hizmetinden de çıkarılır. (M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.42; E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.325) * Kürt hareketini ve propaganda yapan kişinin kimliğini haber veren öğ retmen Mehmet Zeki Bey'i Çapakçur kaymakamlığı 'iftira ettiği için meslekten çıkarmış', ayrıca Çapakçur mahkemesi (Hâkim Arap asıl lı) 5 Şubat günü iftira suçundan dolayı 3 ay hapse mahkûm etmiştir. Mehmet Zeki Bey isyancılar tarafından hapisanede, bir iddiaya göre de
hapisten çıkınca sokakta öldürülür. İsyan mahkeme kararından 8 gün sonra başlayacaktır. (B. Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.29; U. Mumcu, Kürtİslam Ayaklanması, s.66,205) * İstiklal Mahkemesi Çapakçur kaymakamına 15 yıl hapis cezası vere cek, Çapakçur'un Arap hâkimini de sınır dışı edecektir (E. Aybars, İs
tiklal Mahkemeleri, 325).
78a) 79)
^
* Ehil, çalışkan, uyanık, adil yöneticilerin azlığı Osmanlı Devleti için de, Cumhuriyet yönetimi için de, halk için de sorun ve talihsizlik ol muştur. En yakın birlik Bitlis'teki bir piyade alayıydı. Üç ordusu olan devlete karşı, Anadolu'nun ortasında, bazı aşiretlerin katılımıyla sağlanacak beş-on bin kişi ile sonuç alınması mümkün müy dü? Bu isyana karar verenlerin arasında bu basit hesabı yapacak bir kişi nin bile olmaması şaşılacak bir durumdur. Boşuna kan dökülecekti. Bu hesapsızlık sürüp gelecektir. * Aşiretler arasında mezhep ve dil farkı, Hamidiye Alayları konusu, göçebe/yerleşik olma, kan ve mal davası, ağalar arası çekişme, hü kümetle ilişkiler vb. gibi türlü nedenlerle anlaşmazlıklar, çekişmeler, zıtlıklar, düşmanlıklar, çatışmalar vardı. Hepsinin biraraya gelmesi imkânsızdı. Kürtçülük hareketini savunan bazı kitaplarda ve web si telerinde yukarda açıklanan nedenlerden kaynaklanan parçalanmış lık olgusunu, Osmanlıların ve Türklerin entrikalarının yarattığını ile ri süren gerçeğe aykırı ifadeler yer alıyor. Osmanlılar ve Türkler bu durumdan yararlanmış olabilirler ama bu durumun ana nedeni özel likle ağalık/beylik düzenidir. * Sorunların ilacı bu düzenin sona ermesiydi. Bazı Kürt yazarlarının hâlâ açıkça ya da dolaylı biçimde beylik/ağalık düzenini koruyor ol ması şaşılacak bir durum. Hangi çağdayız? * Sayın Ahmet Türk diyor ki: "Devletin baskıcı tutumu isyanları doğur du. Şeyh Sait İsyanı ve Dersim isyanları oldu? (Cumhuriyet gazetesi, 8 Haziran 2010) Şeyh Sait isyanında 'devletin baskıcı tutumu' neydi? Dersim isyanlarını da devletin baskıcı tutumuna bağlamak olayların akışına ve belgelere uymuyor. Kürt sorunu böyle gerçekleri değiştire rek çözülebilir mi? Bu saptırmalar ya da doğruyu bilmemeler çözüm yerine çözümsüzlük getiriyor.
79a)
Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.53. * Bazı basılı beyannameleri Seyit Abdülkadir Bey İstanbul'dan Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza ile yollamıştı (Prof.Dr. A. Haluk Çay, Her Yö
nüyle Kürt Dosyası, s.326). M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, s.l80-181'de Şeyh Sait'in isyan için hazırladığı fetvayı veriyor, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1981, 4. baskı.
694 Üçüncü Bölüm Notları
80)
Fethi Okyar'm Meclis'te yaptığı konuşmadan, ikinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.307; M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.50. 80a) İkinci Donem Tutanak Dergisi, 13/1. c, s.413-414; milletvekilinin verdi ği sayılar yanlıştır, anlattığı olaylar, kendi de söylüyor, söylentidir. Bun ları kimlerin, ne amaçla uydurduğu belli. Florya konusu şu: Mütareke döneminde beyaz Ruslar Florya'da plajlar açıp işletmişlerdi. Çıplak de diği, mayolu erkekler ve kadınlardır. Türkler denize girmek için deniz hamamı denilen kadın ve erkekler için ayrı, dışarıya kapalı deniz tesis leri kuracaklardır. Ziyaeddin Efendi laikliği de dinsizlik sanıyor. 85 yıl sonra hâlâ böyle sananlar var. 80b) Bu tepkiyi ben ekledim. İki gün sonra Hamdullah Suphi Bey tam bu an lamda büyük bir konuşma yapacaktır. Bu cümle için zaman kaydırması yaptım. 81) Ziyaeddin Efendi'nin konuşmasına 16 Şubat günü Hamdullah Suphi. Bey Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini karşılaştırarak, çok etkili bir yanıt verdi. Yeniliğin, çağdaşlığın birkaç sarhoş ile birkaç hatalı kadın olma dığını, bunların her dönemde olduğunu örnekler vererek anlattı. Yeniliğin özgürlük, bağımsızlık, milli egemenlik, barış, Millet Meclisi, Cum huriyet gibi büyük atılımlar olduğunu açıkladı. Bu büyük olayları gör meyip de birkaç kötü örneği konuşmanın Ziyaeddin Efendilere özgü bir yöntem olduğunu söyledi. Bu tür konuşmaların gericiliği körüklediği ni belirtti. Ermenilerin de, Yunanlıların da, Anadolu'yu parçalayamayan büyük devletlerin de Cumhuriyet yönetiminin ve ordusunun yıkılması nı istediklerini ileri sürerek Ziyaeddin Efendi'yi yalnız bırakmadıklarını ileri sürdü. Konuşma şiddetli ve sürekli alkışlarla onaylandı (İkinci Dö nem Tutanak Dergisi, 14. c, s.54-61). Bu konuşmanın yayımlanması ve dağıtılması kabul edildi (14. c, s.66).
82)
* Konuşmayı çok uzun olmasa buraya alacaktım, imkânı olanların oku malarını dilerim. * Mazhar Müfit Kansu da 18 Şubatta söz alarak Ziyaeddin Efendi'ye yanıt verdi. Birçok cümlesini Ziyaeddin Efendi doğrulamak zorunda kaldı. M.M. Kansu laikliği de açıkladı (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.103-107). * Bir daha Meclis'te böyle gerici, düzeysiz, kaba bir konuşma yapılma dı. Ziyaeddin Efendi de sanırım bir daha kürsüye çıkmadı. * Üç gün süren İçişleri Bakanlığı ile ilgili görüşmeleri inceleyenler, Anadolu'nun ne halde olduğunu çok açık olarak görürler. Bir örnek: 295 nahiye müdürü ilkokul mezunu bile değil (14. c, s.109). Olay çevresindeki askeri birlikler tabur, bölük düzeyindeydiler (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.92). Olayın büyüklüğü de başlangıçta anlaşılmamıştı. Zaten ordu gözlerini güney sınırına çevirmiş, dikkatini
Üçüncü Bölüm Notlan 695
İngilizlere vermişti. Haberalma birimleri İngilizlerle meşguldü. Sorun yurtiçinde patlak verdi! 82a) 18 Şubat günü 1. Süvari Tümeni karargâhı ve bir alayı kuzeye doğru iler liyordu. Müfreze Tümen Komutanının emrine girdi. Tümenin öteki alayı (21. Sv. Alayı) Lice'ye ilerliyordu. Uçaklar için: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.95. Bilgiyi hikâyeleştirdim. 83) THK web sitesi; Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclis'e, Büyük önderle 24 Yıl, S.2&5. * I 'W 84) Behçet Cemal, Şeyh Sait isyanı, s.26 (Şeyh Sait'in mahkemedeki ifade sinden). 85) İçişleri Bakanlığının 15/16 Şubat gecesi yayımladığı gizli genelgenin üçüncü maddesi olayı böyle değerlendiriyordu (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.92). * Sözü edilen Bey, Hasenanlı Halit Bey'dir. * 3. Ordu Komutanlığı durumu değerlendirmiş, 'hareketin irtica maske si altında Kürtçülük olduğunu' bildirmişti (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.96-97). * Kürtçülük halk arasında yayılmış değildi. Ama Kürtçülük akımını yaymaya çalışan, okumuş Kürtler vardı. Sayıları azdı ama etkiliydiler. Bunları ümitlendiren başlıca olay, Sevres AnÜaşması'nın Kürtlere ilk aşamada özerk bir bölge verilmesini düzenleyen maddesidir, özerk bölge ikinci aşamada bağımsız Kürdistan olacaktı. Şimdi Sevres'i sa vunanlar bunların izleyicileridir. * Müli Mücadele başladığı zaman İngiliz subayları ve ajanları Güney doğuda Kürt isyanı çıkarmak için çalıştılar, ayrüık tohumları ektiler. En bilinenleri Binbaşı Noel'dir (Mim Kemal Öke, İngiliz Ajanı Binba şı Noel'in Kürdistan Misyonu, Boğaziçi Y., İstanbul, 1992). 86)
Bir milletveküinin Piran olayıyla ilgili gazete haberi dolayısıyla sorduğu soru üzerine Cemil Bey Meclise kısa bir bilgi sundu. Olayı yine eşkıyalık diye niteledi (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.131).
86a)
Boğazın adı bazı kaynaklarda Fis olarak geçiyor.
87)
Uğur Mumcu, Kürt-İsiam Ayaklanması, s. 152 (Kasım Bey'in mahkeme deki ifadesinden); bazı dincilerin gaddarlığı insanı ürpertiyor. Milli Mü cadele döneminde mesela Konya isyanını, Bolu isyanını ve Menemen olayını hatırlayınız. Gaddarlık ortak bir özellik.
88)
Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 100; arkadan destek gelme yince müfreze geri çekilir.
89)
a.ge., s.98; Diyarbakır'dan Keramettin Bey komutasında son bir müf reze daha yollandı. Görevi çevredeki köyleri yola getirmekti (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 100); bu müfreze hakkında ek bilgi Uğur Mumcu'da var: Müfrezenin toplarının batağa saplanıp kaldığı, ileri
696 Üçüncü Bölüm Notları
gidemediği, isyancıların saldırısı üzerine geri çekildiği anlaşılıyor (Kürtİslam Ayaklanması, s.72). * Behçet Cemal 26 Şubatta Hani'ye yaklaşan bir süvari alayının pu suya düşürüldüğünü, bütün alayın esir olduğunu yazıyor (s.31). Genelkurmay'ın yayımladığı kitapta böyle bir olaydan söz edilmiyor. Birliklerin dağılımına da aykırı düşüyor bu iddia. Doğrusu Hani'nin isyancılarca geri alınışı olmalı. Ötesinin abartı, yanlış bilgi olduğunu sanıyorum. * Bu başarısızlıkların nedenleri: Arazinin yapısı, erlerin çoğunun yeni olması, isyancılara karşı küçük kuvvetlerin kullanılması, klasik asker lik eğitimi gören ordunun çete savaşına uyum sağlamakta zorluk çek mesi, mevsim şartları vb. İsyancıların iyi dövüştüklerini de belirtmek gerekir. 90) Genelkurmay Güneydoğu sınırındaki düzeni korumaya dikkat ede rek, dağınık küçük birlikleri birleştirmeye, büyük birlikler kurmaya ça lışıyordu. Mesafeler dolayısıyla çok zaman alacak bir işti bu (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.98-100). * İlk aşamada Diyarbakır'a bir piyade taburu ile iki dağ topu yola çıka rılmıştı (a.g.e., s. 101). 91) Fethi Bey'in tutumuna karşı çıkan bakanlar: İçişleri Bakam Recep Peker, sonraki İçişleri Bakanı Cemil Uybadın, Denizişleri Bakanı İhsan Eryavuz, Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt, Ticaret Bakanı Ali Cenani (Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.54). * E Rıfkı Atay diyor ki: "Liberalizm 1924'te Fethi Okyar'ın Başbakanlığı ile iktidara gelmişti... Devrimin o tehlikeli kuruluş günlerinde Okyar'ın siyasi liberalizmi Şeyh Sait isyanına kadar sürdü. Durum fenalaştıkça, kendisine hiçbir önleyici tedbir aldırmak mümkün olmuyordu. 'Candarma var, polis var, kanun var, bunlar yeter' diyordu... Fethi Bey bir inkılap devrinin adamı değildi'.' (Çankaya, s.461-462) * Başarılı bir asker değildi. Başarılı bir siyasetçi de olamadı. Ağırlıklı özelliği M. Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı olmasıydı. 92) Damat Ferit hükümetinin Maarif Nazırı olan Rumbeyoğlu Fahrettin okul kitaplarında 'Türk' sözünün kullanılmasını yasaklar. Kadınlara biraz gü vence sağlayan Aile Kararnamesi yürürlükten kaldırılır. Ülkeyi yabancı işgalinden kurtarmak için çalışan milliyetçiler izlenir, hapse atılır, İngiliz lere ihbar edilir, Malta'ya sürdürülür, yurtseverlik/milliyetçilik en büyük suç sayılır. Vatanı kurtarmak için Anadolu'da çalışan bütün Öncüler ve su baylar, başta Atatürk, yargıçları iktidara bağlı olağanüstü mahkeme tara fından idam cezasına çarptırılır (Nemrut Mustafa Paşa divanı). Bütün bu kararlar Padişah tarafından onaylanır. Damat Ferit kendine bağlı, kafasına göre bir ordu kurmaya çalışır. (Tarık Mümtaz Göztepe'nin anılarını oku yunuz!) Milli orduyu yok etmek için Kuva-yı İnzibatiye adında, bol aylık-
Üçüncü Bölüm Notları 697
iı özel bir askeri birlik kurulur. Mütareke basınının işbirlikçi kanadı milli orduyu 'haydutlar' diye niteler, orduyu her fırsatta aşağılar. Damat Ferit hükümetlerinde Adliye Nazırı olan Ali Rüştü Efendi 'Yunan ordusunun galip gelmesi için dua edilmesini' ister. >k Mütareke döneminde İstanbul yönetiminin anlayışı işte böyleydi. Bu anlayış sahiplerinin istedikleri eski düzenin, yani saltanatın, halife liğin, şeriatın, dolayısıyla cahilliğin, geriliğin, bağnazlığın, yoksullu ğun, ortaçağın, milliyetsiz, yarı sömürge, İngiliz uydusu bir devlet ol manın devam etmesidir! Bu anlayışın sonraki temsilcilerinin istekleri de birkaç farkla budur. * Behçet Cemal, isyan olayı üzerine eski Padişah Vahidettin'in basma bir açıklama yaparak 'sevgili tebasının kuva-yı milliyecilerin zulmün den usandığı ve Padişahını özlediği için ayaklandığını' söylediğini ya zıyor (s.71). A. Emin Yalman şöyle diyor: "Mehmet Vahidettin isyan münasebetiyle Fransız gazetelerine yaptığı beyanatta memnuniyetini belirtip 'isyana başarılar dilemişti? (Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 3. c, s.164; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s.115) Genelkurmayın yayımladığı Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar adlı kitabın 101. sayfasında isyancıların bu baskını ve dövüşenleri için "pek cesurane" deyimi kullanılmıştır. Hiçbir Kürt yazarın kitabında bu objeklifliği, hakseverliği görmedim. Bazı Kürtçü web sitelerindeki kaba, vahşi ifadeler, abartılar, intikama davetler, insanı ürpertiyor. Bunları hiç uyaran yok mu? Bu çatışmaların sayısı, sırası ve sonuçları hakkında netlik yok. İlgili ki tapları inceleyip doğru olanı bulmaya ve yansıtmaya çalıştım. Uğur Mumcu esir alınan subayın albay olduğunu yazıyor (Kürt-Islam Ayaklanması, s.223, 242. sayılı dipnot). Bu kimsenin tümen komutanı olması olasıdır. Sıkıyönetim ilan edilen iller: Elazığ, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri illeri ile Erzurum'un Kiğı ve Hınıs ilçeleri (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.283). Bu illere bir gün sonra Malatya da eklenir; 13 il, iki ilçe olur. Maddenin tamamı (biraz sadeleştirilmiştir): "Dini veya mukaddesat-1 diniyeyi esas veya alet ittihaz etmek maksadıy
la cemiyetler kurulması yasaktır. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar vatan haini sayılır. Dini veya mukaddesat -i diniyeyi alet ittihaz ederek, devlet şeklini (yani Cumhuriyet rejimini-T.Ö) tebdil ve tağyir veya devlet emniyetini ihlal veya dini veya mukaddesata diniyeyi alet ittihaz ederek, her ne suretle olursa olsun, ahali arasına fesat ve nifak ilkası için gerek yalnız ve gerek topluca, sözlü veya yazılı veya fiili bir şekilde veya nutuk vermek veyahut yayım yapmak suretiyle harekette bulunanlar vatan haini addolunur? % Cezalar en az iki yıl hapisten başlıyordu. Son sınır idamdı. jçüncü Bölüm Notlan
97)
Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.42'den yararlanılarak. İsmet Paşa'nın konuşması, başka konuşmalarından ve anılarından yararlanarak biraz genişletilmiştir. 98) B. Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s .42-43; M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.28-30. 99) O dönemle ilgili anılar ve yazılardan yararlanarak. 100) Olayı sürekli izleyen Gazi, îzoii köprüsüne çekilen Tugay Komutanına telgraf göndererek tavsiyelerde bulunmuştur. Diyor ki: "Asilerin silahı, aldatmayı, bozgunculuğu ve din ile şeriatı kullanarak bilgisizlikten ya rarlanmaktır. Sizin karşı vasıtanız ve savunmanız, bütün bu sahtekâr lıkların, emriniz altında olanlara ve temasta bulunanlara layıkı ile ve süratle anlatılmasında ve şuurlu hareketinizdedir" Şu cümleyi de ekli yor: "Malatya halkı Cumhuriyete sadık ve irticaya düşmandır" (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.106-107) * Ahşap İzoli köprüsü Elazığ ile Batıyı bağlayan tek geçit idi. Su taşkınla rı nedeniyle çürür. 1930'da kullanılmaz hale gelir. Geçişler sallarla ya pılır. Bu köprünün 12 km. kadar doğusunda betonarme bir köprü inşa edilir, 13.10.1932 günü törenle hizmete açılır. Gazi'nin emriyle köprü ye İsmet Paşa Köprüsü adı verilmiştir. Köprünün uzunluğu 156 metre dir (1 Ağustos 1961, Mühendislik Haberleri Bülteni). 101) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.306-311. * Ertesi gün, 26 Şubatta, bir Fransız şirketine ait olan tütün tekeli nin (rejisinin) 1 Marttan başlayarak kaldırıldığı hakkında kanun ka bul edilecek, Türk tütün çiftçilerinin bu yabancı tekelden ve silahlı adamlarından çektiği sıkıntılar sona erecektir. Bu ciddi, önemli bir atılımdı. İzmir İktisat Kongresinde bu Fransız tekelinden çok şikâyet edilmişti. Sorunlar adım adım çözülüyor. * Gerçekleri çarpıtarak bildiren yabancı haber ajanslarından yıllar dır yakınılıyordu. Bunlar emperyalistlerin ve işbirlikçilerin kurduğu ajanslardı. Hepsinin Türkiye merkezi İstanbul'du. Ankara karşıtı ola rak çalışıyorlardı. Bugün hükümetin aldığı bir kararla yabancı ajans ların etkinliklerine son verildi. Bu hizmet Anadolu Ajansı'nın teke line verildi. 102) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 103-112; M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.59-60; B. Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.49.
* Barış zamanında birliklerin asker ve silah sayıları yarıya yakın indirilir. Bu yüzden barış birlikleri tam güçlü değildir. Seferberlik, birliklerin sa vaş için belirlenmiş subay, er ve silah sayılarının yükseltilmesi demek tir. Her birlik, er eksikliğini kendisine ayrılmış bölgeden asker alarak tamamlar. Silahlar seferberlik depolarından sağlanır, ön hazırlık iyi ise Iseferberlik çok kısa zamanda tamamlanır. * Seferber edilen birliklerin listesi: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklan malar, s. 103-104. Üçüncü Bölüm Notları 699
103)
104)
105) 106)
107)
108)
* Ordunun yanında isyancılara karşı dövüşen aşiret birlikleri de vardı. Cumhurbaşkanlığına ve Meclis Başkanlığına» bütün Türkiye'den ol duğu gibi aşiretlerden ve Güneydoğu belediyelerinden de, isyanı la netleyen. Cumhuriyete bağlılık belirten telgraflar geliyordu. (Bugün lere ait Tutanak Dergilerinde her gün telgraf yollayanların adları yer alıyor. Cumhurbaşkanlığına yollanan telgraflara Gazi yanıt veriyordu, Meclis'e yollananlara Meclis Başkanlığı.) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.317. * İsmet Paşa, "Şeyh Sait'in, din tehlikededir, dini kurtarmak lazımdır' gibi açıklamalarla, hareketini memlekete Kürtçülük hareketi olarak de ğil, dini bir hareket olarak göstererek her tarafı harekete geçirmek sev dasında olduğunu" düşünmektedir. Atatürk'ün düşüncesini de özetle diğini sanıyorum (1. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.201) M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.61; basın özgürlüğü bulunduğu söylenen bu ülkelerde basının hükümetin telkinlerine çok açık olduğunu, pek azı nın bağımsız olduğunu not etmek istiyorum. M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.78. Fethi Bey Atatürk'ün en eski, en güvendiği birkaç arkadaşından biridir. Sever ve sayardı. Fethi Bey de Atatürk'ü tartışmasız lider olarak kabul et mişti. O da sever ve sayardı. Gazi'nin isyan olayı ve daha geniş bir irtica hareketi olasılığı karşısında Fethi Bey'i enerjik bulmadığı anlaşılıyor. Dev rimler dönemi için 'ikinci adam' olarak İsmet Paşa'yı tercih etmiştir. Atatürk de, İnönü de, o gece ne konuştular, bilinmiyor. Sonraki olaylara, devrimlere, konuşmalarına, anılarına ve yaptıklarına bakarak, bunların özünü birleştirerek böyle konuşmuş olabileceklerini varsaydım. Başbakan İsmet Paşa, Aâ§et Mahmut Esat Bey, Denizişleri İhsan Eryavuz, İçişleri Cemil Uybadın, Dışişleri Tevfik Rüştü Aras, Eğitim Ham dullah Suphi Bey (sonra M. Necati Bey), Maliye Hasan Saka (sonra Abdülhalik Renda), Milli Savunma Recep Peker, Bayındırlık Süleyman Sırrı Bey (sonra Behiç Erkin), Ticaret Ali Cenani Bey (sonra Rahmi Bey), Sağ lık Dr. Refik Saydam, Tarım Sabri Toprak (on bir bakanlık). # İsmet Paşa 25 Ekim 1937'ye kadar 12 yıl bu görevde kalacak, bir yıl sonra da Cumhurbaşkanı olacaktır. •
109)
10)
Kanunun 1. maddesi: Irticaya ve isyana ve memleketin nizam-ı içtımaiyesini ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Reisi cumhurun tasdiki ile re'sen ve idareten mene mezundur. İşbu efal erba bını hükümet İstiklal Mahkemesine tevdi edebilir" % 2. maddeye göre kanun iki yıl yürürlükte kalacaktı. İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.200. $ İnönü Meclis'te muhalefete diyor ki: "Bu memlekette 'ıslahat fikirle ri, teceddüt, terakki fikirleri ahlaksızlıktır* diye bar bar bağırılırken,
Üçüncü Bölüm Notları
muhalefet erkânı niçin bir tek kelime söylemediler?* (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 15. c, s.145) Muhalefetten hiç kimse bu soruya ya
nıt vermemiştir. |
*
111) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 15. c, s.127-154; Ş. Turan, TUrk Devrim Tarihi, c. 1/3, s.117-120. ^ * İstiklal Mahkemeleri üyeleri de 7 Mart günü Meclis'çe seçilirler. 112) Gazi bir bildiri yayımladı, özetle diyordu ki: "Cumhuriyetin hürriyet ve nimetlerini, bizzat Cumhuriyeti tahrip edecek neşriyat ve zehirlemelere ve Cumhuriyetin ordusunu ve zabıtasını herhangi bir sebeple küçümse meye ve hafifsemeye vasıta sayacak olanların en şiddetli kanuni hüküm lerle takip ve tepelenmeleri kararlaştırılmıştır? (Atatürk'ün Bütün Eser leri, 17. c, s.205-206) 112a) M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s. 153. 113) Şeyh Sait Efendinin mahkemedeki ifadesinden: Behçet Cemal, Şeyh Sait isyanı, s.64. 114) Kanının bulaştığı mektup Milli Savunma Bakanlığı tarafından, özel eş yalarıyla birlikte ailesine ulaştırılmıştır. Aile Odok soyadını almıştır. 114a) Bu kaçakların yirmi küsuru yakalandı. Doğu İstiklal Mahkemesi bun ların çoğu hakkında idam cezası verdi (S. örgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s.150-151). 115) Geride elli ölüleri kaldı, altmış esir vermişlerdi. Ordunun kaybı sekiz subay, beş er şehit, on beş er yaralıydı. (Türkiye Cumhuriyetinde Ayak lanmalar, s.l 18-120; Şeyh Sait Efendi'nin mahkemedeki ifadesi, aktaran Süreyya Örgeevren, s.191-193, 204; Baytar Nuri Dersimi, çok kısa ve yanlış bilgi veriyor.) * Diyarbakır'a hücum edenler, komutanlara göre beş bin kişi kadardı. Şeyh Sait Efendi ifade verirken, "üç-beş bin kişi, bilmem" cu «^r. 115a) Mahkemedeki sorgulamadan: S. Örgeveren, s.198. 116) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 120 (Bu bilgi isyanla ilgili her kitapta bulunuyor). 116a) Hafız Yaşar Okur, Atatürk'le On Beş Yıl, Dini Hatıralar, s. 10. Hafız Ya şar Okur kitabında diyor ki: "öteden beri Atatürk'ün dine kayıtsız kaldı }
ğını iddia aden birtakım bedbahtlar hem bu eşsiz kahramanın, hem de asil Türk milletinin mukaddes inançlarına saygısızlık göstermişlerdir. 15 yıl yanlarında bulanmanın bana verdiği hak ve selahiyetle diyebili rim ki Atatürk, dine karşı hiçbir zaman kayıtsız kalmamış, yalnız dini istismar edenlere cephe almıştır. Hakikati bildirmek benim için en kutsi bir vazife olacaktır. Bu hususta takdim edeceğim birkaç hatırada bilme diklerinize ve doğruya kavuşacaksınız. Ramazanların Atam için çok bü yük önemi vardı, Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya köşkü ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazdu Sadece beni huzuruna çağırır, Kuran-ı Kerimden bazı sureler okuturlardı» Ben okurken gözleri
Üçüncü Bölüm Notlan 701
bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhen çok zevk aldığı her halinden anlaşılırdı. Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatm-i şerif oku mamı emrederlerdi..." (s.9-10) 116b) Karayolu elbette daha ucuz ve kolaydı. Ama neye yarayacaktı? Motorlu taşıt sayısı komik derecede azdı. Karayolu yapmak, ulaşımı kağnıya ve at arabasına emanet etmek demekti. Uzun yıllar için tek ve doğru çözüm demiryoluydu. Şimdi bile öyle. Avrupa'da otobüs değil tren kullanılıyor. Ama trenleri çok geliştirdiler. Bunca duraklamadan sonra şimdi bizde de bir canlanma var. # Türkiye Sanayi ve Maadin (madenler) Bankası 19 Nisan 1925 günü ka bul edilir. Görevi, kendisine devredilen devlet fabrikalarını (Hereke, Feshane, Bakırköy Bez, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikaları) özel sek töre devredilinceye kadar işletmek, özel sektörle ortaklık kurmak, tek başına ya da ortaklan aracılığıyla maden imtiyazları almak ve bunları özel sektörle ortak olarak işletmek, sanayi ve madencilik alanlarında ça lışan özel girişimcilere kredi açmak ve bankacılık işlemleri yapmaktı. Türkiye kapitalizm öncesi dönemi yaşamakta. Kapitalizmden de, dev letçilikten de henüz uzak. Bu kanun genel olarak kapitalist/liberal an layışla hazırlanmıştır. Yüz yıldır bu anlayışın egemen olduğu Avrupa ile iş görülüyor. Yaygın, bilinen, yaşanan anlayış bu. Bankaya, kendi liğinden bir girişimde bulunma hakkı ve yetkisi verilmemiştir. Ama Banka devlet fabrikalarını topluca yöneterek gelişmelerini sağlayacak, başka gelişimler için ilk aşama olacaktır. Bu kanunu Teşvik-i Sanayi Kanunu izleyecektir. 116c) Aşiretler Raporu, Kaynak Yayınları, 2003, 2. basım. 117) Behçet Cemal, s.64-65. 117a) Takrir-i Sükûn Kanunu'na dayanılarak 6 Mart günü Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, İstiklal gazeteleri, Aydınlık, Orak-Çekiç ve Sebilürreşat dergisi kapatılmıştı. $ Soruşturma açılması olasılığı belirince sol dergilerin yazarları Dr. Şefik Hüsnü, Nâzım Hikmet ve Hasan Ali Ediz yurtdışına kaçarlar. Kalanlar dan S. Celal Antel, Ş. Süreyya Aydemir, Nizamettin Nazif vb. tutuklanır. Aralarında 15 de tıbbiyeli vardır. Ankara istiklal Mahkemesine ve rilirler. Mahkeme 18 kişiye 7-15 yıl arasında hapis cezaları verir. 1926 I yılı Cumhuriyet Bayramında serbest bırakılacaklardır. # 1 Nisanda Adana'da çıkan Sayha ile Trabzon'da çıkan İstiklal gazetele ri, 15 Nisanda İstanbul Tanin gazetesi kapatılacak. Ankara İstiklal Mah• kemesi Hüseyin Cahit Yalçın'ı Ömür boyu sürgün cezasına çarptırmıştır (Çorum'da). (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c , s.126-127) Ht,Resimli Hafta dergisi de kapatıldı. Zekeriya Serte! ve Cevat Şakir Beyler tutuklandılar. Cevat Şakir Bey bir hikâyesinden dolayı üç yıl :
702 Üçüncü Bölüm Notları 3
Bodrum'a sürgün edildi. Bu karar Bodrum ve Türkiye için büyük bir talih oldu. Bodrum'u ve Halikarnas Balıkçısını kazandık. Z. Sertel'in cezasını Sinop'ta çekmesi uygun görüldü. Her ikisinin cezaları da 1,5 yıl sonra affedilir. (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.128-131; ay rıca: Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2008; Sadi Borak, Halikarnas Balıkçısı ve Bir duruşmanın öyküsü, Bilgi Ya yınevi, Ankara, 202; Z. Sertel, Hatırladıklarım, s. 125 vd.) 118) Bilâl N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.298-301. 119) Behçet Cemal, s.65-66. 120) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genelkurmay'ın 9 Mart günlü genelgesi, s.122. 120a) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 17. c, s.98-100. 121) Modern bir haberalma örgütü kurmak masraflı, zor ve uzun bir işti. O nedenle de bu konu ele alınamamıştı. Haberalma örgütü (MAH, şimdi MİT) 6 Ocak 1926'da göreve başlayacaktır. 1926 yılında MAH Başkanlı ğındaki personel sayısı 10 kişi kadardı (MİT resmi web sitesi, MİT Tari hi bölümünden yararlanarak). * Bu örgüt Türk tarihinde kurulan ilk haberalma örgütüdür. Teşkilatı Mahsusa'yı ilk haberalma örgütü olarak niteleyenler var. Teşkilat-ı Mahsusa kendine özgü, değişik, duruma göre türlü görevlerle görev lendirilen, Enver Paşa'ya bağlı bir örgüttür. Haberalma örgütü olarak nitelemek doğru olmaz. * Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir gün gerekir diye Anadolu'nun bazı yer lerinde, mesela Salihli'de, para ve cephane sakladığı gibi iddialar ya da yakıştırmalar var ki tümüyle gerçeğe aykırıdır, şehir efsanesidir. Salihli'den başka bir yerden söz eden, belge, tanık, olay gösteren de yok. Salihli'deki yer Kuşçubaşı Eşref Bey'in çiftliğidir. Orada ne bol para bulunuyordu, ne bol silah. Kuşçubaşı Eşref Bey hain olarak # 150'likler arasında yurtdışına çıkarılacaktır. Yararı değil zararı do kunmuştur. 121a) Dövüşmeye inada devam eden isyancılar yok değildi. SÜvan'a yaklaşan 12. Alaya baskın verdiler. Hayli kayıba uğrattıkları anlaşılıyor (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 136-137). 121b) Tanin gazetesi arama haberini 'baskın' olarak niteledb Zaten İstiklal Mahkemesi ile hafiften alay eden yazılar çıkıyordu gazetede. Takrir-i Sükûn Kanununu protesto etmişti. Yazı işleri müdürleri ile Hüseyin Ca hit Bey tutuklanarak Ankara'ya getirtildi. Mahkeme H. Cahit Bey'i suçlu buldu ve sonsuz sürgün cezasına çarptırıldı. Bu cezayı Çorumda çekme si kararlaştırıldı (E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.366-373). 122) Bunlar 35 kişiydi. Teslim olan ve yakalanan başka şeyhler, ağalar ve bey ler ile sayıları artacak, 8l'e çıkacaktır.
Üçü UCÜ Bölüm Notları 703
* Teslim konusunda Kasım Bey'in ayrıntılı ifadesi için: Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, s. 104-113. * Şeyh Sait Efendi'nin heybesinde ve hurcunda 4.500 altın vardı. $ Hasenanlı Halit Bey İran'a kaçmayı başarır. 123) Şeyh Sait isyanından önce dört isyan (Ali Batı, Cemil Çeto, Milli aşire ti, Koçgiri) tarihe gömülmüş, sorun edilmemişti. Ama Şeyh Sait isyanı olmamış sayılacak, unutulacak bir olay değildi. Güven duygusunu yara ladı. Bu isyan, dini rengi ağır basan ilk ayrılık girişimiydi. Cumhuriyet vatanın bütünlüğünü elbette koruyacaktı. 123a) Bir altın lira o tarihte ortalama 6.60 lira idi. 10.000 lira 1.500 altın lira dan fazla bir paraydı. 124) A. Süreyya örgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s.l04-110'da iki mektup ve öte ki bilgiler yer alıyor. Hani Nahiye Müdürü Hüsnü Bey'in ifadesine göre Şeyh Sait Efendi kendisine şöyle demiş: "Ben bu işe Allah tarafından memur edildim. (s.l 16) 124a) Yabancı şirketlerden kalma kurallar gereği demiryolları seferleri ile ilgili bütün belgeler, işlemler Fransızcaydı. Türkçeye dönüştürülüyordu. Eski yazı da başka sorundu. Yeni harfler bu sorunu kökünden çözecekti. 125) Sakarya Savaşı sırasında orduyu ayakta tutan ikmal akışı Yahşıhan'da başlayıp Polatlı'da sona eriyordu. Yahşıhan'a bu büyük anıyı canlı tutacak bir anıt, bir yazıt dikmek gerekmez mi? Biz neden tarihimize bu kadar ilgisiziz? Kırıkkale Üniversitesi bu görevi yerine getiremez mi? Üniver sitelerin milletlerine, tarihlerine borçları vardır. 126) Ümit Sarıaslan, Demir Ağlardan örümcek Ağlarına, s.126-132. * İsmet Paşa demiryolu yapımı için yabancılarla yapılan görüşmelerde, yabancı şirketlerin kabul edilemez şartlar üeri sürdüklerini anlattıktan sonra, diyor ki: "Bu görüşmeler esnasında 'o halde biz kendi kaynakla rımız ve kendi vasıtalarımızla yapmaya çalışacağız* dediğimiz zaman hayretle gözlerini açıp bize bakıyorlardı. Ve içimizdeki tecrübeli siya set adamları aklımızın dengesi yerinde olup olmadığını ara sıra yokla maya çalışıyorlardı... Harpten çok kararlı çıkmış olduğumuz ve mem leketin bütünlüğünü buna bağlı gördüğümüz için işin peşini bırakma dık. Ve hakikaten demir yollarımızı kendi mühendislerimizle, dışarıya borçlanmadan yaptık? (İsmet İnönü, Hatıralar, 2. c, s.264) 126a) 20 Nisan 1925 günlü kararla hükümete mülki idarede değişiklik yapma yetkisi verilmişti. Ertesi yıl birçok yerlerin bağlantısı değiştirildi, 11 il lağvedildi. Mülki idare teşkilatı 63 il, 343 ilçe ve 691 nahiye olarak dü zenlendi (B.N. Şimşir, Kürtçülük II, s.305). 127) Çiftlik, çeşitli kimselerden peşin para ve değerinden biraz yüksek bir fi yatla alınmış 6 parça çiftlik ve araziden oluşmaktadır. En çok söz konu su edilen büyüklük 102.000 dekardır. Prof.Dr. İzzet Öztoprak çiftlikle il~ 0
704 Üçüncü Bölüm Notları
gili çalışmasında bu sayının çiftlik mülkiyetinde olmayan meraların ek lenmesiyle bulunduğunu saptamıştır. Ûztoprak çiftliğin büyüklüğünün yüksek olasılıkla 52.890 atik dönüm (bir atik dönüm 918 m ) olduğunu ileri sürmektedir (Prof.Dr. İzzet öztoprak, Atatürk Orman Çiftliğinin Tarihi, s. 15). * Amaç ve ayrıntı için: Tarih IV, s.291. 127a) 29 Nisanda Ankara'da Türk Ocakları genel kurulu toplandı. Latife Ha nım bu toplantıya Kars delegesi olarak katıldı. Böyle bir toplantıya ilk kez katılıyordu. Bir konuşma yaptı. Yönetim Kuruluna seçildi. Yönetim Kurulu bir incelik göstererek Latife Hanım'ı Onursal Başkan seçti. La tife Hanım, herhalde Gazi'nin teşvikiyle, 25 Mayısta Halk Partisi'nin İs tanbul kongresinde de bir konuşma yaptı. Milli birlik mesajı verdi (A.F. Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2. c, s. 170). 1925 yılındaki bütün sosyal et kinlikleri bunlar. * J.B. Villalta'nm, hele Armstrong'un Latife Hanım'ı siyasetin içinde gösterme çabaları, Gazi'nin ve Kemalizm'in muhalifi gibi gösterme leri oryantalist masallardır. Bunlar objektif, dürüst gözlemler değil dir. Özellikle ikinci yazarı ateş üzerinde okumak gerekir. Maksatlı, oyunbaz bir yazar. Üç önemsiz övgüde bulunur, sonra bir okkalı iftira atar. Deneysiz okur adamı objektif sanır. 128) f Prof.Dr. İzzet Öztoprak, Atatürk Orman Çiftliğinin Tarihi, s.63. 128a) F. Kandemir, Atatürk'e İzmir Suikastından Ayrı 11 Suikast, s.110-113. 129) Metin Toker, Şeyh Sait ve isyanı, s. 140. 130) Bu olayı eski bir demiryolcunun yakınından dinledim. Anlatan demir yolcu, yıllar sonra anlatırken de ağlamış. * Kalan yollar kısım kısım ihaleye çıkardır. Ayrıcalık niteliğinde istek lerde bulunan yabancı şirketlere iş verilmez. Türk şirketlerle birlikte, ayrıcalık istemeyen, Türkiye'nin şartlarını kabul eden iki yabancı şir kete de demiryolu yaptırılır. Birinci şirket İsveçliler diye anılıyor. Yap tığı 2 hat: Fevzipaşa-Ergani hattı, Irmak istasyonu ile Filyos hattı (kö mür hattı); ikinci şirketin adı Yülyüs Berger diye geçiyor tutanaklarda. Onun yaptığı 2 hat: Kütahya-Balıkesir hattı, Kayseri-Ulukışla hattı. Bu yolda da Türk firmaları kısım kısım taşeron olarak çalışıyorlardı (Biisay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 1. c, s.62-63, S.B. Fak. Yayını, Ankara, 1988, Recep Peker'in Meclis'te yaptığı konuşma). # F. Rıfkı Atay diyor ki (özet): "Halk Partisi'nin 200.000 lirası birikmişti. Bir yabancı bankaya yatı 2
I
rarak hissedar olmayı istediler. Banka şu yanıtı verdi: 'Türkler bankacılık edemezler. Paranızı bize bırakınız, faiz veririz! Bir vatan kurtarmak fakat bir banka kuramamak. Bir fabrika işletememek. Zaferin verdiği üstünlük duygusu ile bu iddiaların doğurdu ğu aşağılık duygusu çarpışıyor. 1923'ün şevkli iradesi bu aşağılık duyÜçüncü Bölüm Notlan 705
gusunu yendi. Bilmediğimiz şeyleri yapmaya koyulduk. Ankara köy mü idi? Şehir olacaktı. Demiryolu Erzurum'a kadar ulaşmalı mıydı? Ulaşacaktı. Aldanmak, avlanmak, yaptığımızı bozmak veya kullan mamak, hepsi hesapta idi. Her şey yapılmalı ve yapılanların sahi bi bu millet olmalı idi... 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur. Doğru eğri, eksik tamam, fakat 'Türkün yapamayacağı' sabit fikrini yenmiştir" {Çankaya, s.452-453)
131) Sözleşmeyi imzalayan Hürriyet ve İtilaf Partisi temsilcileri Vasfı Efendi, Zeynelabidin Efendi ve Vahidettin'in beş kez şeyhülislamı olan Mustafa Sabri Efendi'dir (Behçet Cemal, s.87; U. Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanma sı, s.119); bunlar zaferden sonra yurtdışına kaçmış, sürekli Türkiye aley hinde çalışmışlardır. Bu hainleri övenler var! 132) Behçet Cemal, s.76-93; Uğur Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanması, s. 114-122. # Ayrılıkçılar ile İngilizler arasındaki ilişkiler tartışmalı. Bu konuda Bilâl N. Şimşir'in Kürtçülük I ve II. kitaplarının okunmasını tavsiye ederim. İsmet Paşa anılarında, 'bu ilişkiyi açığa çıkaracak kanıtların bulunamadığını' yazıyor {Hatıralar, 2. c, s.202). Çeşitli yazarların is yan ile İngilizlerin ilişkileri hakkındaki görüşleri için: Uğur Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanması, s.213, dipnot 193; s.216, dipnot 205; s.228, dipnot 266; s.232, dipnot 286. # İdam kararları 27 Mayıs sabaha karşı yerine getirildi. # Doğu İstiklal Mahkemesi Diyarbakır'da isyanla ilgili olarak 389 kişiyi yargılamış, 47 idam kararı vermiştir. 132a) Çankaya, s.433. 133) Şeyh Sait Efendinin sorgulaması isyanla ilgili tüm kitaplarda var. Adalet değil merhamet, atıfet ve af istemesi ise S. Örgeevren'in kitabında yer alıyor (s.17). # İsyanın başlaması, amacı, yayılması ve sonuçlanması hakkındaki bil gileri objektif olarak yansıtmaya özen gösterdim. Bu isyanın nitelii, düzeyi, sağduyuya aykırılığı nereden bakılsa anlaşılıyor. Buna rağ men internette Şeyh Sait isyanını öven, yücelten, kin saçan web site leri var. Bu durum insanı çok düşündürüyor. 133a) İki örnek: Şeyh Abdullah'ın ifadesi: "Ben okur ve yazar değilim"', Şeyh Hasan'ın ifadesi: "Okuma bilmem, yazma bilmem!* (S. örgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s.211, 264) 134) Şeyh Eyüp'ün ifadesi: "Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin temsilcisi
emekli Yarbay Fethi Bey Siverek şubesini açarken 'Bizim partiyi Ali Fuat Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey açtı. M. Kemal Paşa'nın rıza sı vardır. Terakkiperver Parti dine saygılıdır. Halk partisi dini batırıyor. Biz onu kurtaracak, koruyacağız' dedi!* (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.131) # İstiklal Mahkemesi sonuçta emekli Yarbay Fethi Bey e beş yıl hapis cezası vermiştir.
706 Üçüncü Bölüm Notları
135)
İ. İnönü diyor ki: "Asıl niyeti ve istidatı, geçmiş hizmeti, ne kadar iyi ve şayan-ı hörmet olsa da, böyle bir merhaleyi geçerken (çok partili döne me geçerken, bu kişilerin) tutumu ve tesiri yapıcı olmazsa, bir felakete sebep olmak muhakkaktır? (Hatıralar, 2. c, s.204) * Kapatma konusunda ayrıntı için: Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.131-135; ayrıca: İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.203-207; A. Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2. c, s.156-164. * Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticilerinin ilke olarak irtica dostu olmadıkları açıktır. Ama tutucuydular, tecrübesiz, duygusal, alıngandılar. İçlerinde yuva yapmaya çalışan türlü kimseler arasında maceracılar, iktidar budalaları da vardı. Bunlara karşı önlem almayı bilemediler. İzmir suikastını bu iktidar hastası maceracılar planlamış lardır. Partiyi dışardan etkilemeye çalışanlar da vardı: Eski, koyu İtti hatçılar gibi. Mesela Kara Kemal vb. Bunların etkilerini de durdurma yı başaramadılar. Bazıları bunlarla ilişkiyi korumuştur. Parti, İttihat ve Terakki Partisi'ni canlandırmayı düşünen, komitacı anlayışındaki in sanlarca kullanılmaya çalışılmıştır. $ Mahkeme bir ara kararla, isyan üzerinde etkileri olduğunu düşündüğü bazı gazetecilerin tutuklanmalarına karar verdi: Eşref Edip (Sebilürreşat), Velit Ebüzziya, Abdülkadir Kemali, Fevzi Lütfî, Sadri Ethem (Er tem) tutuklu olarak Diyabakır'a getirildiler. 136) S. Orgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s. 148. * 20 Nisan 1925 günlü ve 134 sayılı Bakanlar Kurulu kararnamesine dayanılarak isyan öncülerinin aileleri ve sakıncalı görülen kişiler böl ge dışına çıkarılmıştır. * Güneydoğunun talihsiz halkına yardımcı olmak için daha geniş, ya rarlı, verimli önlemler gerekiyordu. Bu amaçla Reform Kurulu oluş turulacak. * Artık seferberlik dolayısıyla silah altına alınanların terhis edilmeleri, isyan dolayısıyla Doğuya gelmiş birliklerin yerlerine dönmeleri ge rekmekteydi. Ama 3. Ordu Komutanı Kâzım İnanç Paşa, seferberli ğin sona erdirilmesine de, gelen birliklerin geri alınmalarına da karşı çıkmaktaydı. Silahları toplamaya, kaçakları yakalamaya devam edi liyordu. Yer yer direnmeler de oluyordu. Ama hükümet bu durumu, artık 3. Ordu'ya bağlı birliklerin ve jandarmanın çözebileceği sınırlı bir sorun olarak değerlendirmekteydi. Birçok tümeni seferber halde tutmak pahalı bir işti. Üretimden çekilen gençleri terhis etmemek de doğru değildi. Harman zamanı yaklaşıyordu. Komutanın ısrarı sü rünce 3. Ordu Komutanlığına İzzettin Çalışlar Paşa atanır, K â z ı m Paşa geri göreve alınır, i
37) Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c , s.123. 38) Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.l 10-114.
Üçüncü Bölüm Notları 707
138a) Genişçe bilgi için: H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.335338. ; - ' - | 139) İsmail Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.44. 139a) Memurlara şapka ve elbise için 50'şer lira kredi verilecektir (£. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.398). 139b) Hava Kuvvetleri Komutanlığı yayını, Gönüllerden Göklere, s, 12. 139c) Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, s.9-21; yazı 12 Temmuz 1925'te yayımlanmıştır. 140) A. Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 3. c, s. 171. 141) Aslında Latife Hanım'ın pencereden tam ne söylediğini bilmiyoruz. Kı lıç Ali Gazi'nin anlatımına dayanarak "laubali sözler" diye özetliyor. La ubaliliğin dozu ve düzeyi Gazi'nin öfkesinden ve Latife Hanım'dan ayrıl maya karar vermesinden anlaşılıyor. * Ş. Süreyya Aydemir o dönemi yaşamış birçok insanla konuşarak edin diği kanıyı şöyle özetliyor: "Her yerde ve halkın önünde ona hâkimi yetini göstermek ister gibi 'Kemal' diye hitap ettiği Gazi'nin, kendi ya nında uysal bir cici koca olmasını bekledi" (Tek Adam, 3. c, s.488) Ne kadar ham bir hayal. * Latife Hanım'ın kusuru herkesin çok büyük saygı duyduğu Cumhur başkanının eşi olmayı hazmedememesidir. 142) Bu sahnenin iki tanığından Salih Bozok anılarında bu konuya değinme mistir. Yalnız Kılıç Ali anlatmıştır: Anıları, s.540-541. * Kasadaki para için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.272. * Direksiyon binasından Latife Hanım'a bir mektup yazıp yollamış (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s. 10). * Çağdaşlık yanlısı Gazi'nin eşini şeriata göre boşadığını yazıyorlar. O zamanlar Medeni Kanun daha yürürlükte değildi. Başka yol yoktu ki. * Gazi'nin iki gerçek arkadaşı vardır: Salih Bozok ve Kılıç Ali. Dünya dan ayrılana kadar da bu arkadaşlarının yıkılmaz dostluğu ile mutlu olmuştur. Bu arkadaşlar suikast olasılığı belirdiği anlarda vücutlarıyla Gazi'ye siper olan insanlardır. Yani nimet arkadaşı değil, can dos tudurlar. ;
143) Salih Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, s.219-220. 144) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c , s.272-273, bu notlara göre Gazi Lati
fe Hanım'a ait eşyayı sayıyor ve göndereceğini bildiriyor: İzmir'e gönde rilen eşyalar: Gümüş yemek takımı, halılar, 'kıymetli gibi görünen şey ler', piyano, kitaplar, nişan yüzükleri, hatıra defterleri. (Yani Gazi Latife Hanım'ın hatıra defterlerine ne yazdığını bilmektedir. Olumsuz şeyler olsa yollamazdı. Bu defterler şimdi Türk Tarih Kurumunda saklanıyor.) * Latife Hanım'ın getirdiği çeyizler bunlarmış. Hani yedi deve yüküydü!
708 Üçüncü Bölüm Notlan
I Aylık 500 lira o dönem için büyük paradır. Bu gerçekleri Atatürk*ün Bütün Eserlerinin yardımı ile öğreniyoruz. Eşinin kimseye muhtaç olmadan-yaşayabilmesini güvence altına alıyor. Sayın İpek Çalışlar "Latife Hanım M. Kemal'in maddi yardım teklifini 'ihtiyacım yok' diye reddetmişti" diye yazıyor (s.367). * Ayrılışa neden olan olayın günü kesin olarak bilinmiyor. Salih Bozok'a İzmir'den yazdığı mektubun tarihi 29 Temmuz (S. Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, s.219). Latife Hanım'ın mektubuna göre Ankara'dan 22 Temmuz günü ayrıldığı anlaşılıyor. Gazi resmi boşan ma tarihi olarak 5 Ağustosu bildiriyor. Sayın İpek Çalışlar Gazi'nin Sivas'a doğru yola çıktığını, Yozgat istas yonunda durduklarını yazıyor. Sivas-Yozgat yolu açılmış değil. Ona daha 5 yıl var. Metinde Yozgat diye geçen yer, eski adı Asi Yozgat olan Elmadağ'dır. Aynı yanlışı Eriş Ülger de yapıyor. Bin yıllık kuralı tekrar etmenin zamanı: Bilmemek ayıp değil, sorup da doğruyu öğrenme mek ayıp. $ Avusturya maslahatgüzarının raporu ise {Latife Hanım, s.344) hem Gazi'nin, hem Latife Hanım'ın kişiliklerine aykırı, kaba yakıştırmalar içeriyor. Sayın İpek Çalışlar'ın bu raporu, bir açıklama notu koyma dan kitaba almasını çok yadırgadım. Atatürk'e saygı için Atatürk'ü iyi incelemek gerekir. Sayın İpek Çalışlar Latife Hanım'ı incelemiş. Onu yüceltmeye çalışıyor. Bari onun anısına özen gösterseydi. Muammer Bey ailesi ve Latife Hanım İstanbul'a taşındılar. Latife Hanım hiç konuşmadı, hiç sorun olmadı, olağanüstü bir soyluluk göstererek yaşadı. Herkesin büyük saygısını topladı. İsmet Paşalar ailece ilişkilerini sürdürdüler. Latife Hanım yaşadığı sürece yalnız bir gazeteci ile görüş müştür: Niyazi Banoğlu. * Latife Hanım Niyazi Banoğu'na eski eşi Gazi M. Kemal Atatürk için diyor ki: "Yirmi yıl, dünya büyüklerinin hayat hikâyelerini okudum. Bütün kahramanların, bütün inkılâpçıların, bütün hükümdarların hayatlarına dair her dilde kitap okudum. Her büyük adamın hayat hikâyesini okudukça Atatürk daha çok büyüdü, yazılamaz, anlatıla maz bir varlık olduğuna inandım... Atatürk, Türk Milletinin sembo lüdür, Türk Gençliği O'nu daima sevmelidir. Siz yazarlar O'na her za man sevgi haleleri örmelisiniz. O buna layıktır ve O'nun buna ihtiya cı vardır. Milletini nasıl sevdiğini, gençliğe nasıl inandığını bilemez siniz. En büyük arzum, Türk çocuklarını etrafıma toplayıp O'ndan bahsetmektir. O'nun milletine, memleketine karşı her zaman şahit ol duğum sevgisini konferanslarla anlatmak istiyorum. Bunu yapaca ğım. Haftanın muayyen günlerinde Türk Gençliğine bunları anla tabilmek benim son arzumdur? (Bu konuşma 1950 yılında yapılmış-
Üçüncü Bölüm Notları 709
tır. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 21, s.522, 528, Temmuz 1991); Latife Hanım bu isteğini gerçekleştirememiştir. 146) A. Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, s.171-175. # Elazığ'a giderler. Oradakilerle birlikte toplu bir telgraf daha çekerek Gazi Paşa'nın af ve hoşgörüsüne sığınırlar. Gazi bu telgrafı da Doğu İstiklal Mahkemesine yollar, şöyle bir not yazar: "Bunu da nazar-ı in safa almak uygun olacaktır? (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.348) 146a) Güneydoğuda çapulculuk, eşkıyalık, direnme, çatışma ve isyan nitelik li olaylar, zaman zaman, yer yer, 1938'e kadar sürüp gidecektir. Hiçbiri Şeyh Sait isyanı büyüklüğünde değildi. Bir sonuca ulaşması mümkün ol mayan bu olaylar yüzünden iki yandan da birçok insan ölecek, yaralana cak, sakat kalacaktı. Yakalananlar yıllarca hapis yatacaklardı. Kitabı bu olaylarla doldurmamak için Ağrı ve Dersim konuları dışındaki olaylara değinmeyeceğim. # "Ayaklanmalarda başı çeken ailelerin güçlerini, büyük arazi sahipliği ve (aşiretlilerin) bağımlılık ilişkilerinden aldığı iyice açığa çıktı? (Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, s.322) Toprağı dağıt mak ve aşiret yapısını sona erdirmek zorunlu görünüyordu. # İsyan suçlularının aileleri, yakınları file sakıncalı aileler Batı Anadolu'ya, Trakya'ya sürülecektir. Meclis çok kısa bir süre sonra, 6.12.1927'de kabul ettiği bir kanunla, Batı illerine nakledilenler ara sında iyi hali görülenlerin geri dönmelerine izin verilmesini uygun görür (Bu konuda: Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s.213-214). 146b) E Rıfkı Atay diyor ki (özet): "M. Kemal'in, fes ve şapkanın, medeniyet de mek olmadığını pek iyi bildiğine şüphe yoktur. Fakat başlık değiştirmenin, din ve iman değiştirme olduğunu düşünen bir kafaya, hiçbir ileri anlayış, düşünce ışığı vurmayacağını da bilirdi. Asıl mesele kafanın içindeki batıl inanışları söküp atmakta idi. Bu başlık değil, baş davası idi... Batı uygarlı ğının temeli hür düşünüş idi. Şapka bir başlık taklidi değil, düşünüş devri minin bir sembolü idi... Şapka, Kemalizm'i, Osmanlı ıslahat hareketlerin den, ödün vermemek karakteri ile ayırır? (Çankaya, s.432-435) 147) Kastamonu gezisi için yararlanılan kaynaklar: Mustafa Selim İme ce, Atatürk'ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Gezilerv, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c; M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.180-192. 148) Kastamonulu gazi ile ilgili bu anektodu rahmetli General Osman Nuri
Gürler'den dinlemiştim. 149) Devlet öğretmeni baş tacı ederdi. Çok doğal. Geleceği o belirler. Ama 1950'den sonra iktidar öğretmenleri güçsüz, desteksiz bıraktı. Taraf tut tu, öğretmen öğrenci açısından mahalle hocasına, imamına yenilmedi. 710 Üçüncü Bölüm Notları
Ama devlet yanında ve halk üzerindeki eski, üstün konumu, rehberlik etkisi, saygınlığı oldukça azaldı. Prof. Yusuf Mardin bu durumu öğret menin, dolayısıyla Cumhuriyetin yenilgisi olarak anlatıyor. İktidarların haksız, taraflı, yanlış etkisini görmezden geliyor. Bir bilim adamının bir çok nitelikleri olması gerekir. Birincisi insaftır. Mardin ailesini çok iyi tanır ve çok sayarım. Prof. Yusuf Mardin ilk kitaplarında Cumhuriye ti övüp yüceltiyordu. Son kitaplarını da aldım. Hepsini dikkatle oku dum. Anladığıma göre bir dini cemaatin üyesi olmuş. Düşünceleri de ğişmiş. İnsafı uçup gitmiş. Bilimsellik yerini sübjektifliğe, önyargıya ve haksızlığa bırakmış. Şu kanıya vardım. Asıl yenilen öğretmen değil, Yu suf Mardin'in kendisi! 150) Gazi'nin konuşması sadeleştirilmiş, biraz da kısaltılmıştır. 151) Bu anekdotu aileden dinleyen Ali Conker anlatmıştı. 152) Ben Mart 2008'den beri İnebolu'nun fahri hemşerisiyim. Bunun için o tarihteki Belediye Başkanı Sayın İdris Güleç'e ve Belediye Meclisinin sa yın üyelerine bir daha teşekkür ederim. İnebolu adının Yiğit İnebolu olarak değiştirilmesi önerisi yazık ki Meclis'te gereken desteği bulamadı. Öneri kadük oldu. Bir gün İnebolu'nun kadirbilmenin ve milli bilincin sonucu olarak hak ettiği bu adı alacağına inanıyorum. 152a) Çankaya, s.434. 153) M. Selim İmece o tarihte Kastamonu'da yirmi kadar tekke olduğunu ya zıyor. İstanbul'daki tekke, dergâh ve zaviyelerin sayısı 400'ü geçiyordu, ölünceye kadar Osmanlı kalan Refik Halit Karay'ın Kadınlar Tekkesi adlı romanını okuyanlar, tekke konusunda genel bir kanıya ulaşırlar. Öz bekler Tekkesi gibi yurtseverlerin yararlandığı bazı tekkeler de, kanun gereği kapatılmıştır. 153a) Rıfat Hoca'nın sarığı elinde bekleyişi için: H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.271. 153b) 2 Eylül 1925 tarihli kararname (İslam Ansiklopedisi, 1. c, s.785; Ş. Tu ran, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s. 186); amaç memurların giyimde halka öncülük etmeleri, örnek olmalarıydı. 153c) Temel amaç 'fes'e son vermekti. Onunla birlikte kalpak da yasaklanmış oluyordu. 154) Şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik gibi unvan ve sıfatlar tarikatlarla ilgilidir. 155) Mevlana türbesi müze olarak korunacaktı. # Alevi-Bektaşilerin yetkili başı, "Osmanlı bizi farklı görürdü. Cumhu riyet döneminde farklılık istemeyiz. Biz de genele uyalım" dedi. Hacı Bektaş-ı Veli'nin türbesi kapatıldı. Külliye korundu. Bu bilgiyi bir Alevi ileri geleninden almıştım. 156) Sami N. Özerdim, Elli Yılda Kitap, s.16-17, Sevinç Matbaası, Ankara, 1974. Üçüncü Bölüm Notları 7 1 1
* 1729'da Türkçe kitap basılması caiz görülecek, din kitapları basılması ise daha uzun zaman yasak olacaktır. 1729dan 1830 yılına kadarki 100 yıl içinde Osmanlı'da sadece 180 kitap basılmıştır. Batıda ise aynı süre içinde basüan kitap sayısı 90.000'dir. Batı dünyası ile Osmanlı dünyası arasında bu aşamada 89.820 kitap fark var! Bu farkı hâlâ kapatamadık. Daha evrim teorisini tartışıyoruz. 156a) Doğu Reform Planı 27 maddedir, özeti için: Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.298-305; tam metni için Serap Yeşiltuna, Resmi Kanun, Kararname, Rapor ve Tutanaklarla Atatürk ve Kürtler, s.506 vd., ileri Yayınları, is tanbul, 2007. * Umumi Müfettişlikler kurulması önerisi ilk kez bu planda yer almış tır. Reform planında Doğu bölgesine göçmen yerleştirilmesi, isyana katılmış, özendirmiş olanlar ile yakınlarının Batı bölgelerine nakle dilmeleri, aşiret yapısının lağvedilmesi, silah taşımanın yasaklanma sı, aslen Türk olup Kürtleşmeye başlayan halk için önlemler alınması, adları belirlenen bu yerlerde Kürtçe konuşmanın yasaklanarak Kürtleşmenin durdurulması, okul, yol, devlet binaları yapılması gibi öne riler yer almaktadır. Dersimin Kürtleşmesinin önlenmesi üzerinde de önemle durulmuştur. * Ayrıca, mülki idare teşkilatında değişiklik yapılacak, bazı iller lağve dilecek, bazı yerlerin bağlantıları değiştirilecektir. Ayrıntı için: Serap Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, s. 169. 156b) Hükümet Ahmet Emin Yalman'ın gazetesini yayımlamasına izin verme yecektir. 157) İzmir suikastı hakkında esas olarak yararlandığım kaynaklar: A. Nihat Erman, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri; Dr. Cemal Avcı, İzmir Suikastı; Osman Salim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu; Uğur Mumcu, Gazi Paşaya Suikast; Yaşar Şahin Anıl, Mahkeme Tutanaklarina Göre izmir Suikastı Davası; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s. 135 vd; E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri. * Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.299 vd. (Kara Kemal ile Terakkiperverliler arasındaki ilişkiler hakkında ilginç belgeler bu lunuyor). * Olayı sulandıran, saptıran, çarpıtan kitaplar da var. Onları da okudum, gerçekçi, doğru bulmadım, adlarına kaynakçada da yer vermedim. * Olayın gelişimini bu kaynaklara, mahkemedeki itiraf ve ifadelere ve anılara göre sıralayarak anlatacağım. Bazı yanlışlara da yeri gelince değineceğim. 157a) M. Yaşar Uzel, Kilis Zeytin Dalı Dergisi, 1953, aktaran M. Ali Kışlalı, Ra dikal, 2.5.2007; Lütfiye Kışlalı, M. Ali Kışlalı ve Ahmet Taner Kışlalının anneleridir.
157b) Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bugüne, s. 157 vd. 712 Üçüncü Bölüm Notları
158) O zamanki türbanın, bugünkü türbanla bir benzerliği yok. Şık bir başlık. Sıkmabaş biçiminin gelişmişi. Alından, şakaklardan saçlar görünüyor. Saçın tek telinin bile saklanması gerektiği hakkında bir kural o zaman yoktu. Bu dış kaynaklı yeni bir akımdır. Dinsel bir zorunlukmuş gibi su nuluyor ve böyle yayılıyor. 159) Atatürk'ün çocuk sevgisi çok bilinen bir konudur. Bu konuda çok anek dot var. Bunları toplayan güzel bir kitap: Cemil Sönmez, Atatürk'te Ço cuk Sevgisi. 160) Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.20-24. 161) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.30. 161a) Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.187. * Hatay'da da şapka giyenler görülmeye başlamıştı. Sayıları gittikçe artı yordu. Fransız sömürge görevlileri ile gericiler şapka giyilmesine karşı tavır alırlar (Dr. Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu, s.20-22) 162) Atatürk'ün Bütün işerleri, 18. c, s.46-51. 163) Kordon'daki bu güzel binayı belediye Hazine'den satın alarak Gazi'ye ar mağan etti. Şimdi Atatürk Müzesi. Halk buraya Beyaz Köşk adını verdi. U '164) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.55. 165) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.67; Gazi bazı kalabalık toplantılarda Sarı Zeybek oyununu, sanırım Selim Sırrı Bey üslubuyla, yalnız olarak oynamıştır. Bu konuda iyi bir örnek olarak Sümer Ezgü'nün Sarı Zeybek cd sini tavsiye ederim. Bu oyunun özelliği her kımıltının hakkını vere vere, özgün biçimindeki ağırbaşlılığı koruyarak, ağır ağır, vekarla oynamaktır. 166) Afet İnan ile ilgili bölümler için: Arı İnan, Prof.Dr. Afet İnan, s.97-98. * İzmir'de Erkek Öğretmen Okulu'nu da ziyaret eden Gazi yaptığı ko nuşmada demiştir ki: "Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğret menlerdir? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.74) 166a) Fay Kirby diyor ki: "Son kırk yıl içinde, belki Sovyetler Birliği dışında, eğitimciler, dünyanın hiçbir yerinde bir ulusa rehberlik etme olanağı na Atatürk Türkiye'sinde olduğu kadar kavuşamamışlardır? (Türkiye'de Köy Enstitüleri, s.20, dili sadeleştiren Alper Akçam) 167) 1948 de Zafer Tepe'de yapılan 30 Ağustos törenine, dağlardan akarak gelen on binlerce köylünün başında bu tür fötr şapkalar vardı. Hepsi koyu renk bayramlıklarını giymişlerdi. Geçmiş zaman olur ki hayali ci han değer. 167a) Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.392-39s- , itiraz süslenmiştir). 168) Fresko gazinosu. Tam adı: Ankara Milli Bahçe Türk Sirkeli. F. Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.401. ^ 169) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.98, kaynak: Hakkı Tarık Us. 169a) Cumhuriyet Bayramı ile ilgili ayrıntılar için: F. Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.411-413. 170) U. Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s.446,
2 Kasım 1925.
1
Üçüncü Bölüm botları 713
171) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s. 116-118. 171a) M. Esat Bozkurt'un konuşmasının metni, Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt, s. 178-179; okul ilk mezunlarını 8 Temmuz 1928'de verecektir. * Mektebin kuruluşu hakkında geniş bilgi: Y.Doç.Dr. Şadıman Halıcı, Yeni Türk Devletinin Yapılanması Mahmut Esat Bozkurt, s.330-339. * Mektebe ilk yıl 218 kişi kaydolmuştur. 171b) Alpullu Şeker Fabrikasının temeli de 22 Aralık 1925 günü atılacaktır. 171c) Madam Baver kısa bir süre sonra İsviçre'ye geri gönderilecektir. 171d) Prof.Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.411; söz konusu broşür 1924 yılında İstanbul'da yayımlanmış, mahkemenin kararına göre çeşitli yollardan Anadolu'ya dağıtılmıştı. 172) Şapka bahane edilerek ayaklanma girişimlerinin tarihleri: Kasım başın da Malatya, 14 Kasım Sivas, 22 Kasım Kayseri, 24 Kasım Erzurum, 25 Kasım Rize, 27 Kasım Maraş, 4 Aralık Giresun. Ayrıntı için: Prof.Dr. Er gün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.94 vd. Şapka Kararnamesi 2 Eylül de, Şapka Kanunu 25 Kasımda kabul edilmiştir. Maraş olaylarına kadarki olayların bu tarihlerle bir ilgisi olmadığı açık. Kısacası bir tepki olarak değil, örgütlü bir hareket olarak görünüyor. 173) Erzurum'da sıkıyönetimin ilanı kararı, İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 19. c, s.218-219; Erzurum Belediye Başkanı, Müftüsü, Belediye Mec lisi üyeleri, odalar yetkilileri vb. irtica olayı dolayısıyla Meclis'e Erzu rum halkı adına üzüntülerini ve sanıkları lanetlediklerini bildirmişler dir. Telgraf metni: a.g.e., s.213-214. 174) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.407 vd. (bu eserde İstiklal Mahkemesi belgelerine dayalı ayrıntılar yer alıyor). 174a) Önce Elmadağ'da barut fabrikası kurulacak, sonra Kırıkkale'de öteki fabrikaların yapımına başlanacaktır. 1933 yılında Kırıkkale'de kurulan fabrikaların çoğu üretime geçmiştir. 1940-1944 yılları arasında babam Kırıkkale Barut fabrikasında çalıştı. Ben 1940/41 yılında ilkokul son sı nıftaydım. Son sınıfı Kırıkkale'de okuyarak ilkokulu bitirdim. O zaman ki Kırıkkale, küçük, düzenli, çeşitli lojmanları, iki büyük parkı, spor sa hası, mesire yeri, sineması, modern çarşısı, doğumevi, elektrikli fırını, ilkokulu, halkevi olan yeni bir şehircikti. Asıl Kırıkkale 100-150 kerpiç evden ve birkaç dükkândan kurulu bir yerleşim yeriydi. Oraya Toprak Mahalle denirdi. Ortaokul 1941 yılında açıldı. Öğretmenleri eksik oldu ğundan ailem beni öğretmenleri tam bir ortaokulda okuyabilmem için Ankara'ya, halamla eniştemin yanına yolladı. 175)
20 Kasım 1925; mesafeler için: Servet Zengin, Demiryolu dergisi ö z e ! sa yısı, Mayıs-Eylül 1956.
175a) Ankara İstiklal Mahkemesi Kayseri'de göreve başladı Konu karışıktı. Davaya Ankara'da bakılmasını kararlaştırdı. 25 Kasımda Sivas'a geldi. v
7 1 4 Üçüncü Bölüm Notları
İsyanın öncüsü Mehmet Necati'nin idamına, 20 kadar kimsenin de ha pisle cezalandırılmasına karar verdi. 6 Aralıkta Erzurum'daydı. Sıkıyönetim Mahkemesi olaya hemen el koy muş, isyan kışkırtıcılarını cezalandırmıştı. İstiklal Mahkemesi, Sıkıyöne tim Mahkemesinin devrettiği dosyalara da Ankara'da bakmaya karar ver di. 11 Aralıkta Rize'de işbaşı etti. 143 sanığı yargıladı. 8'i idama, 55'i çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Kalanlar beraat etti. 16 Aralıkta Giresun'da çalışmaya başladı. 60 sanığı yargıladı. Öncülerden Abdullah Hoca deli taklidi yapmaya yetendiyse de mahkemeyi kandıramadı. Abdullah Hoca ile yine öncülerden Şeyh Muharrem idam, öteki sa nıklardan 9 kişi hapis cezası aldı. Bazı sanıklar hakkında daha geniş araş tırma yapılması gerektiğinden bunların yargılanmasını Ankara'ya bıraktı. Ankara'ya gelince önce Maraş olayını ele aldı. Sonuçta 4 kişinin idamına, 15 kişinin hapis cezasına çarptırılmasına, Erzurum olayları ile ilgili olarak 4 kişinin hapsine karar verdi. Giresun olayı sanıklarını yargılamaya başla dı. Başlıca kışkırtıcı Ali Rıza Hoca'nın Babaeski Müftüsü iken işgalci Yu nanlılarla işbirliği içinde olduğu açığa çıktı. Ayrıca Mahkeme İskilipli Atıf Hoca'nın Erzurum, Giresun ve Rize olaylarını Ali Rıza Hoca ile birlikte et kilediği kanısına varacak, ikisinin de idamına karar verecekti. * Hiç kimse şapka giymedi diye idam edilmemiştir. Şapka davası diye adlandırılan olayların hukuki niteliği şudur: 'Şapkayı bahane ederek gerici ayaklanma çıkarmak, kışkırtmak suretiyle dini politikaya alet etmek.' (İstiklal Mahkemeleri, s.418) * Bu konuda yalan, uydurma çok. Bütün bu davaların sonunda idam edilenlerin toplam sayısı 27 kişidir. Bazı sahte tarihlerde bu sayı bin leri buluyor. Bu konudaki yalanları ve doğruları görmek için bkz: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.647-651. * 27 sayısına Ali Rıza ile İskilipli Atıf Hoca da dahildir. İskilipli Atıf Hoca hakkında mahkemenin gerekçesinde şu bilgiler yer alıyor: "31 Mart ayaklanmasında ve Mahmut Şevket Paşa'nın öldü rülmesi olayında ilgili olduğu için Sinop'a sürgün edilmiş(tir); Milli Mücadele'de Batı Anadolu'yu işgal etmiş olan Yunan ordusuna direnilmemesi için başında bulunduğu Teali-yi İslam Cemiyeti adına ha zırlattırdığı beyannameleri, sonradan inkâr etmesine rağmen, Türk köylerine attırdığı; Cumhuriyete kast eden son olaylarda maddeten ve manen ilgili bulunduğu eldeki delillerde de doğrulandığından..? (İstiklal Mahkemeleri, s.416; karar tarihi 3 Şubat 1926); İskilipli Atıf Hoca'nın broşürü hakkında bilgi ve Süleyman Nazif'in bu broşür ve hoca hakkındaki makalesi için: O. Salim Kocahanoğlu, Atatürk'e Ku rulan Pusu, s. 135-136. Süleyman Nazif'in makalesinden bir cümle: "Hiçbir kazma İslam dinine bu risaleyi (broşürü) yazan bu kalemden daha derin mezar kazamaz? Üçüncü Bölüm Notlan 715
176)
Koraltan'ın arkadaşları: Kütahya Cevdet, İstanbul Hakkı Şinasi, Sinop Re cep Zühtü, Kütahya Ragıp, Sürt Mahmut, İsparta Mükerrem: Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet ve parti arasında bir devrim ko nusunda anlaşma olunca, kanun tasarısının bir milletvekili grubunca verilmesi sağlanıyordu. Genel olarak böyle bir usul yürütülmekteydi. 177) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 19. c, s.220-232. \ * 30 Kasım günü de tarikatların, tekke ve zaviyelerin, türbelerin kapa tılması, ancak din görevlilerinin sarık ve cüppe giyebilecekleri hak kındaki kanunlar kabul edildi. Bu konudaki kurallar kesinleşti. İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 19. c, s.311, 312. * Meclis'te şapka olayları dolayısıyla Nurettin Paşa sorumlu tutularak çok ağır biçimde suçlandı. Toplantıyı terk etmek zorunda kaldı. 178) Arı İnan, Afet İnan, s.98. 178a) Hamdi Bey'in Cemal Bardakçının raporları için: Dersim, Jandarma Genel Komutanlığının Raporu, s.167-173; Cemal Bardakçı da raporu nun sonunda Koçuşağı reislerinden Kör Seyid Han ve başına topladığı adamlara karşı harekete geçilmesini öneriyordu. * 1926 yılında Koçuşağı aşireti üzerine bir hareket yapılacak, bu hareket Dersim'i az çok etküeyecek, olaylar azalacaktır {a.g.e., s.178.) 179) Anadolu Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti 80 Yıl Kronolojisi, s.44. 180) Ziya Hurşit'in ve Faik Günday'ın İzmir'deki ifadesine, Faik Günday'ın Dünya gazetesinde yayımlanan açıklamalarına dayanarak. Dünya*da ya yımlanan açıklamaları için: O.S. Kocahanoğiu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.107-110. * Ankara'daki suikast girişimini hepsi bildiği halde hiçbir yönetici du rumu hükümete bildirmemiştir. Niye bildirmediklerini de hiçbir za man açıklayamadılar. Sadece bildiklerini reddetmekle yetindiler. * Ankara Emniyetinin Ziya Hurşit, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf'tan kuş kulandığı anlaşılıyor. Ayrıca Refik Koraltan Emniyeti uyardığını söy* lüyor. (O.S. Hocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.44) Ama şüphe li kişilerin İstanbul'a gitmeleri üzerine ilgi sürdürülmemiş, İstanbul'a bilgi verilmemiş, izlenmeleri sağlanmamış olmalı; Gazi suikastçılar yakalandıktan sonra, İsmet Paşa'ya Emniyetin başarısızlığından şikâ yet edecektir (Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.29, son paragraf), içişleri Bakanı da suikast sırasında Diyarbakır'dadır vb. Olayın komplo olduğunu ileri sürenler var. Böyle komplo olur mu? Eni bo yuna denk düşmeyen bu iddialara yazık ki inananlar var. 180a) Abdüllahat Aksin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s.218219; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.527. 180b) 5 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, Irak ve İngiltere arasında bir andlaşma imzalanarak bu sınır kabul edilmiş, andlaşma TBMM'nce 7 Haziran 716 Üçüncü Bölüm Notları
181) 182) 183) 184)
1926 günü büyük bir keder içinde onaylanmıştır. Milletlerarası ilişkiler de yazılı olmayan şu kural geçerlidir: Gücün kadar haklısın. Bakanlığa atanması: 21 Aralık 1925; M. Necati Bey hakkında M. Rauf İnan'ın Mustafa Necati adlı eserinden ve eğitim tarihimizle ilgili araş tırmalardan yararlanıyorum. O.N. Ergin, Türk Maarif Tarihi, 5. c, s.2005-2008; Üyeler: Hilmi Ziya Ülken, Fuat Köprülü, eğitimciler, kültür adamları, bakanlık yöneticileri, önemli liselerin müdürleri. O zamana kadar ezani saat kullanılıyordu: Bu sistemde günün başlangıcı akşam güneşin batışıyla başlıyor, gün iki 12 saate ayrılıyordu. İki çeşit takvim kullanılıyordu: Hicri-kameri (ay) takvim. Aylar 29,5 gün çekiyor. Hangi ayların 29, hangi ayların 30 gün süreceğine Şeyhülislam karar verir. İkinci takvim mali işlerde kullanılan Rumi takvimdir. Rumi takvime göre yılbaşı 1 Marttır. Her iki takvim arasında 13 gün fark var dır. (Prof.Dr. Attila Bir, Osmanlılarda Zaman, www.akat.org.; Ş. Turan,
Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.193 vd.) 185) ikinci Dönem Tutanak Dergisi, 20. c, s.267-281.
* Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin içine kapandığı, dünyaya açıl madığı, daha yeni açıldığı gibi tuhaf iddialar var. Tam tersine Türkiye bilinçli adımlar atarak çağdaş dünya ile uyum sağlamaya önem veri yor, uyumu zorlaştıran engelleri birer birer kaldırıyor, duvarları yıkı yor. Saat ve takvim devrimi de bu adımlardan sadece ikisidir. Deva mı var. Bugünkü aydınlık yönümüzü ve yüzümüzü bütünüyle bu ön
hazırlıklara borçluyuz. Avrupa Birliğine ezani saat ve Hicri takvimle mi, arşınla, kileyle, okkayla mı, fesle peçeyle mi, medreselerle mi, dört eşle mi, eski yazıyla mı, Mecelle ile mi girecektik? Bu gerçekleri gör
mezden gelenler hakikate ihanet ediyorlar. Bilerek ayıp işliyorlar.
186) 1926 yılı:
Bu yıl da büyüme hızı % 10 olacak. Başbakanlık binası hizmete girer. 13 Şubatta Konya Mevlana Müzesi açılır. 1 Martta Ankara'da ük devlet resim sergisi açılır. 15 Mayısta Sıtma Mücadele Kanunu kabul edilir. İlk kadın atletler yarışlara katılır. Tokat ve Amasya Müzeleri açılır. Halk müziği derlemelerine başlanır. R. Nuri Güntekin'in Akşam Güneşi, Halide Edip Adıvar'ın Vurun Kahpeye adlı romanları yayımlanır. Petrol arama ve işletme hakkı devlet tekeline alınır (24 Mart 1926). 30 Ağustos gününün Zafer Bayramı olarak kutlanması hakkında ka nunun kabulü, 1 Nisan 1926. Adli Tıp Kurumu kurulur, 19 Nisan 1926. Üçüncü Bölüm Notlan 717
• Samsun-Kavak demiryolu işletmeye açılır, 23 Nisan 1926. • Sıtma Mücadele Kanunu kabul edilir,13 Mayıs 1926; sıtma ile büyük savaş başlar. • Başbakanlığa bağlı İstatistik Müdürlüğü kurulur. • Emlak ve Eytam Bankası kurulur, 22 Mayıs 1926. • Yahya Kemal Beyatlı'nın Varşova Elçiliğine atanması, 22 Mayıs 1926. • Çekirge ile Mücadele Kanunu ile İpek Böceği Yetiştirilmesi Hakkında Kanunun kabul edilmesi, 26 Mayıs 1926. • İskân Kanununun kabulü, 30 Mayıs 1926 (Bu kanun daha çok göç menler, mülteciler, göçebeler için çıkarılmıştır. Yapılacak yardımları düzenler). • Türkiye-Suriye arasında dostluk anlaşmasının imzalanması, 30 Mayıs 1926. |• Türkiye-Irak-İngiltere arasında Ankara Andlaşmasının (Musul An laşması) imzalanması, 5 Haziran 1926. • 11 Eylülde Ankara otomatik telefon santralı hizmete girer. • özel Kalem Müdürü Hayati Bey 16 kasım 1926'da ölür. Yerine Hasan Rıza Soyak gelir. • Fransız gemisi Lotus ile Türk nakliye gemisi Bozkurt 2 Ağustos 1926 gecesi Midilli Adası yakınında çarpıştı. Bozkurt battı, sekiz Türk va tandaşı öldü. Fransız gemisi İstanbul'a gelince, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Fransız kaptanı tutukladı. Yargılama sonucu Fransız ve Türk kaptanlar dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme neden ol maktan hapis cezalarına mahkûm edildiler. Fransız kaptanın avukatı yetkisizlik iddiasında bulundu. İki devlet arasında bu konuda anlaş mazlık çıktı. Her iki devlet 12 Ekim 1926'da hakemlik sözleşmesi im zalayarak, olayı Lahey Adalet Divanı'na götürdüler. Lahey Milletlera rası Adalet Divam'nda Türkiye'nin avukatlığını, Adalet Bakanı Mah mut Esat Bey yaptı. Dava 7 Eylül 1927 tarihinde sonuçlandı. Adalet Divanı, Türkiye'nin milletlerarası hukuka aykırı hareket etmediğine karar verdi. Mahmut Esat Bey, bu başarıyla ilgili olarak Bozkurt so yadını alacaktır. 187)
Eğitim için Alman Ordusu İstihbarat Servisi Başkanlığından emekli Al bay Walther Nicolai'dan yardım görüldü. (Bu bilgiler MİT web sitesinde bulunan Dr. Erdal İlter'in Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi adlı eserin den alınmıştır.) 187a) Kış hafiflemişti. Necati Bey, ilerde Gazi Eğitim Enstitüsü adını alacak olan güzel binanın temelini attırdı ve yapımını başlattı. 187b) Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.376, 377. • O dönemin yöneticileri, yazarları, özellikle Dersimlileri Türk asıllı olarak görmektedirler.
718 üçüncü Bölüm Notları
* Bilâl N. Şimşir 'mefkûreleşiyor' sözcüğünü şöyle yorumluyor: "AleviBektaşi olan Dersindi Türkler, Sünni Türklere tepki olarak Kürtlerin kucağına atılıyor, kendilerini Kürt saymaya doğru gidiyor fakat bu nunla da kalmıyor. Kraldan fazla kralcı kesiliyor, militan Kürtçü, bö lücü olup çıkıyorlar. Bu gidiş Türkiye'nin birliği, bütünlüğü bakımın dan tehlikelidir ve tehlike büyüyor? (s.379) 187c) a.g.e., s.377-379. 187d) 1928 yılına kadar 4 kez af çıkarılmıştır. Yani Cumhuriyet kin ve düşman ca bir siyaset gütmemiştir. (Rıza Zelyut, Dersim İsyanları, s.360); bunun önemini ve değerini bilmemek insafsızlık olur. * Bu bölüm için kaynak: Dr. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Der sim, s. 195-198. (İskân Kanununa göre 2.000 Dersimli aileye Elazığ ovasında toprak verilir. Holvenk manastırı da Dr. Nuri Dersimi'ye düşer. Dr. Dersimi diyor ki: "Olaylardan Seyit Rıza'yı günü gününe haberdar ediyordum." [s.197]) 187e) S. Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.37-40. 187f) Mimarı Ahmet Burhanettin Tamcı. Bu tarihi, güzel bina şimdi lokanta olarak kullanılıyor. Tarihe saygımız bu kadar. 187g) Bugünkü Milliyet gazetesi değildir. Bu gazete daha sonra Tan adını ala caktır. Bugünkü Milliyet gazetesinin kurucusu Ali Naci Karacan'dır, ilk sayısı 3 Mayıs 1950'de yayımlanacaktır. 188) Halide Edip Hanım M. Kemal Paşa'nın çağdaşlık, uygarlık hakkında ki düşüncelerini çok dinlemişti. Hiçbiri sürpriz değildi. M. Kemal Paşa Halide Hanıma hanım olarak saygı göstermiştir ama Amerikancı yönü nü dikkate alarak yönetici ortamdan uzak tutmuş, mesafeli durmuş, dü şüncelerini dikkate almamıştır. Bu tutum nedeniyle Halide Hanım da M. Kemal Paşaya muhalif olmuştur. Dr. Adnan Bey'in M. Kemal Paşa'dan kopmasında Halide HanınYın etkisi de çok belli oluyor. Dr. Adnan Bey'in kılıbıklığı ünlüdür. 189) 190) 191)
İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 22. c, s.229-234. Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.513-517; Süreyya Hulusi Hanım daha sonra canlı bir kültür hayatı olan Giresun'da da konferans vermiştir. 1933'te Ahmet Kutsi Tecer'in tavsiyesiyle kendi şiirlerini söylemeye baş lar. Cumhuriyetin ünlü halk ozanlarından biri olur. * Köşke Atatürk'e gidecekmiş, köylü kıyafeti yüzünden bulvardan geçirmemişler, bu yüzden gidememiş hikâyesi bütünüyle uydurmadır. Bul vardan köylülerin geçemediği iddiası da gerçeğe aykırıdır. Bu dönemle rin tanığıyım. Köylerden otobüslerle gelinmezdi. Tek taşıt trendi. İkin ci Savaş içinde Türkiyede tifüs salgını başlamıştı. Ankara istasyonuna gelenler topluca, Hamamönü'ne, Karacabey hamamına götürülür, bü tünüyle temizlenmeleri sağlanır, ondan sonra bırakılırlardı. O tarihte Hamamönü'nde oturuyorduk. Her gün gördüğüm bir olaydı bu.
Üçüncü Bolüm Notları 719
* Ben TRT'de çalışırken Âşık Veysel'le dost olmuştum. TRT'den ayrıl dıktan sonra da dostluğumuz devam etti. Ankara'ya gelince büroma uğrardı. Gamlı görünüşüne, dertli sesine rağmen neşeli, şakacı, der yadil bir sanatçıydı. Bir gece İstanbul'da Altın-Doğan Soylu çifti üç büyük sanatçıyı evlerinde biraraya getirdiler: Âşık Veysel, Ruhi Su, Nida Tüfekçi. Üçü de sazını alıp öyle gelmişti. Anlatılamaz bir gece oldu. Bu olağanüstü gecede bulunan talihlilerden biriyim. 191a) 22 Martta Eğitim Bakanlığı Teşkilat Kanunu, 24 Nisanda bütün okul ki taplarının bakanlıkça basılması hakkında kanun, 20 Mayısta İlkokul ö ğ retmenleri hakkında kanun kabul edildi. Terbiye dergisi yayımlanmaya başladı. İlkokul Müfredat Programı yürürlüğe girdi. Okul ve öğretim anlayışı hızla gelişti, dersler gereksiz bilgilerden ayıklanmaya başladı. Okul ve öğretmen sayısı arttı. Daha büyük başarılar ilerde. 192) Dr. Rıza Nur hakkında ayrıntılı bilgi ve delUiği hakkında doktor raporu için: T. özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995. 192a) Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/2. c , s.73 (23 Mayıs İ 1926). § ü% 193) Türk C e z a Kanunu, bazılarının ileri sürdüğü gibi faşist Mussolini'nin ceza kanununun çevirisi değildir* 1 8 8 9 tarihli italyan Ceza Kanunu esas alınmıştır. Hukukçular bilirler, ceza hukuku araştırmala rı, incelemeleri bakımından İtalya Avrupa'nın en ileri ülkesiydi. Büyük ceza hukukçuları İtalyandır. 194) Osmanlı Devleti, var olan hukuk düzeninin dünya şartları ve gelişen iliş kiler açısından yetersiz kaldığını görmüş, sonunda bazı yabancı kanunları çevirterek bu boşlukları doldurmuştu. Cumhuriyet yönetimi, çeviri ka nun yöntemi konusunda Osmanlıyı izlemiştir. 195) Mussolini, 1924 Haziranında Savaş Bakanı Di Giorgio'yu Türkiye'nin askeri bakımdan işgalini içeren bir plan hazırlamakla' da görevlendir mişti. (Bu bölümün tamamı için dayanak: Atatürk'ün Düşünce ve Uygulamalarının Evrensel Boyutları, Prof.Dr. Romain Rainero'nun bildirisi: s.121-129) ¥ 1 £ 195a) Türk planının iki düzenleyicisi vardır: Marj, 1915'te Gelibolu yarımada sının bütün güney kesiminden sorumlu olan Yarbay M. Kemal Bey ile 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın kurmay kurulu. O güne kadar hiç savaş görmemiş, büyük birliklere komuta etmemiş olan Liman von Sanders Türk planını tersine çevirir. 195b) Kooperatifçilik konusunda Gazi öncülük yapmış, yaygınlaşmasını sağ lamış, bu anlayışa ciddi destek vermiştir. Kendisi de Ankara Memurlar Kooperatifi'nin bir No.lu üyesidir. Kooperatif konusunda: Prof.Dr. Ziya Gökalp Mülayim, Kooperatifti Atatürk ve Kooperatifçilik, Yetkin Yayın lan, Ankara, 2006. 195c) Bu konuda ayrıntılı ve doğru bilgi için: Murat Bardakçı, Şah Baba, s.388 vd.
||.
' I •
720 Üçüncü Bölüm Notları
§
§
* Alman İmparatoru Wilhelm tahtını bıraktıktan sonra Hollanda'ya geç miş, eşiyle birlikte iki odalı bir köy evine yerleşmiş, bu sadelik için de hayatını tamamlamıştır. İki hükümdarın tahttan ayrıldıktan sonraki yaşama tarzları arasındaki fark Doğu ile Batı arasındaki farktır. 195d) Vintimille'deki Fransız Konsolosu Robert Armez, 20 ve 21 Mayıs günle ri, Nice'de Abdülmecit Efendi'nin evinde yapılan toplantıda son Halife'nin yaptığı bazı açıklamaları şöyle rapor ediyor: "Abdülmecit (Osmanlı) İm paratorluğunun canlandırılması konusunda Türkiyede yapılan organizas yondan da söz etti. Bu organizasyon çok iyi çalışıyordu ve hanedanın dö nüş şansı hem yüksek, hem yakındı." (Murat Bardakçı, Şah Baba, s.401) # Son Padişah Vahidettin'in politikası, tutumu hakkında doğru ve geniş bilgi için: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadale. 195e) Faik Günday açıklamalarına şöyle devam ediyor: "İtiraf edeyim ki bu ko nuşma esnasında M. Kemal'in suikast yapılmak suretiyle öldürüleceği aklıma gelmemişti. Sonradan Laz İsmail'in bu işi yapamadığını öğren diğim zaman sorun aydınlanmış oldu!' (Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Su ikast, s.34, dipnot 26) Bu açıklamalar Dünya gazetesinde yayımlandığı sırada Karabekir Paşa dı şında, olayla ilgili görülenlerin çoğu, mesela Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele sağdı (6 Eylül 1956). Hiçbirinden bu açıklamaya bir yalanlama, ek açıklama gelmedi. Faik Bey'in açıklaması insanı dehşete düşürüyor! Faik Günday'm açıklamasının tamamı için: O. Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.149-167. 196) Bu paragraf için: Azmi Nihat Erman, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahke meleri, s.29, 63. 197) Devlet Tiyatrosu'nun kurucusu rahmetli Muhsin Ertuğrul bu direktife uyarak Devlet Tiyatrosu'na turne geleneğini yerleştirmiş, Uk Ankara dışı Devlet llyatrosu'nu da Bursa'da açmıştır (Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu). # Ciddi tiyatrolar geldikleri şehirler için bir şölen oluyor. 198) 1950'li yıllarda İstanbul'dan Ankara'ya aynı kompartmanda 1926 yılın daki Balıkesir Belediye Başkanı rahmetli Hayrettin Karan ile gelmiştim. "Gazi'ye çok rica ettikleri için o gün Balıkesir'de kaldığını, İzmir Valisi nin telgrafının sonra geldiğini" söylemi: k 199)
Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3. c
\ nıyı hiç değiştirmeden
aktardım).
Ht D r . Rıza Nur'un bu ifadesi doğru - mı uydur muştur, bilmiyorum. Tanıklığına *uere bir düşmanlığı olmadığı için doğr * Dr. Rıza Nur sonra diyor ki: "lztt akmış* yakalanmışlar. Eski mebus Ziya l. ârcü ile beraber bu işi yapacakmış. Şükrü, Saflfc ^>,uı Gazetede bu havadisi görünce keyiflerinin sebebini anladım. Bu hallerine bakılma, x
Üçüncü Bölüm Notları 721
200)
201)
201a) 201b)
bu adamlar vakanın muvaffakiyetinden tamamiyle emindiler ve o esnada vakanın olacağını biliyorlardı" Bu konuşmanın tutanağının bulunup bulunmadığını saptayamadım. Ki taplar bu konuşmayı Feridun Kandemir'in İzmir Suikastının İçyüzü adlı kitaptan aktarıyorlar (s. 19). Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.15; bu ifadeyi güçlendiren başka ifadeler de var. Olayı özetleyerek aktardığım için bu ayrıntılara yer ver miyorum. Eski Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticilerinin, Karabekir Paşa dahil, bu suikast işini duydukları bellidir. Küçücük bir grup içinde bunu duymamak olmaz. Karabekir Paşa bu grubun lideridir. Bu önemli konuyu ondan sakladıkları da düşünülemez. Ama hiçbiri hükü mete haber vermemiştir. Bu tutum insanı çok rahatsız ediyor, türlü kuş kulara düşürüyor. * Nitekim beraat etmişlerdir ama güven vermedikleri için önde gelen birkaçı yıllarca polis tarafından izlenecektir. Halifecilerin de uslu durmadıklarını son Halife Abdülmecit Efendi'nin açıklaması doğruluyor: Dipnot 195d'ye bakınız. Kılıç Ali anılarında "...kararlarının infazına engel olan İsmet Paşa'nın tu tuklanması, hakkında soruşturma başlatılması ve durumun TBMM'ne arz edilmesini kararlaştırdık" diyor (s.425). İsmet Paşa anılarında bu id diayı yalanlıyor: "Bu iddianın aslı yoktur. Tamamiyle uydurmadır? (İs met İnönü, Hatıralar, 2. c, s.212) Kılıç Ali'nin anılarında, İsmet Paşa'ya kızgınlıktan kaynaklanan birçok şüpheli ifade var. Kızgınlığın nedeni İnönü'nün Atatürk'ün ölümünden sonra Kılıç Ali'yi siyasetten uzaklaştırmasıdır. Salih Bozok ve Kılıç Ali son ânına kadar Atatürk'ün yanında kalarak vefalarını göstermişlerdi. İnönü'nün de bu vefaya vefa göstermesi doğru olurdu.
* Dokunulmazlıkları dolayısıyla tutuklamalara yapılan itirazları Mec lis Başkanı Kâzım Özalp kabul etmedi. Olayı suçüstü olarak değerlen dirdi. Bu nedenle de dokunulmazlıkların kaldırılması için tatilde olan . Meclis'i toplantıya çağırıp Genel Kurulun onayına baş vurmadı. Bu de ğerlendirmenin doğru olup olmadığı hukukçular arasında tartışmalı. 202) Telgraflar: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.222-243; Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s. 15-31. 203) Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s. 14, dipnot 5. 203a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.229, özeüenmiş ve sadeleştirilmiştir. 204) Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.32. 205) Kılıç Ali'nin Anıları, s.413-422; Savcının iddianamesi için: Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s. 172 vd. 06)
Gazi Paşa İsmet Paşa'ya yazdığı bir telgrafta diyor ki: "Güvenlik güçleri nin hiçbir yerde hiçbir başarı göstermediği sabit olmuştur" (Uğur Mum
cu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.29)
722 Üçüncü Bölüm Notları
207)
208)
209)
210)
211) 212)
212a)
TRT yapımı olan Kurtuluş dizisinde yönetmen Ziya Öztan'ın bilgisi dı şında, bir yapım yanlışlığı olarak Paşalar da bir an için kelepçeli görü nüyorlar. Birinci derece suikast sanıklarının dışındaki kimse kelepçeli değildir. TRT'nin o kısacık sahneyi kesmesini dilerim. 1 Temmuzda Kabotaj Kanunu yürürlüğe girdi. Türk limanları arasında yolcu ve eşya taşıma hakkı bundan böyle yalnız Türk vatandaşlarının ol muş, yabancıların kabotaj hakkı sona ermişti. Paşalar mahkûm edilmesin diye silahlarını kuşanmış subayların salo nu doldurduğu, bir uçağın paşaların beraatini isteyen bildiriler attığı gibi söylentiler var. Bunlar doğru değildir. Çocukça yakıştırmalardır. Ali Fuat Paşa ile Fahrettin Altay Paşa'nın anılarında böyle bir bilgi yok. Olsa Ali Fuat Paşa kimbilir nasıl ballandırarak yazardı. Fahrettin Paşa da an latırdı. Anılarını okuyanlar böyle olayları saklamadığını iyi bilirler. Böy le silahlı, disiplin dışı tavrı hiçbir yönetim hoş görmez. Kaçak Kara Kemal yakalanacağını anlayınca intihar eder (27 Temmuz); eski Ankara Valisi Abdülkadir Bulgaristan'a kaçmak isterken Trakya sını rında yakalanacak (19 Ağustos), yargılanacak, idama mahkûm edilecektir. İddianame için: Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.481 vd. Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.134; Cavit Bey'in değişmez partisinin adı İttihat (birlik) ve Terakki (ilericilik) ama birliğe yardımcı olmuyor, her yeniliği, ileri hamleyi eleştiriyor! Militan İttihat çılar böyle. # Feridun Kandemir'in İzmir Suikastının İçyüzü adlı kitabı, bu konuda yazılmış taraflı, maksatlı kitapların ilkidir. Bu nedenle kaynaklar ara sına almadım. Atatürk'ün Jv#£#/Vundan yararlanarak serbest Özetleme. # Bu arkadaşlardan ikisi, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele yeniden Atatürk'e sokulacak, milletvekili olacaklardır. Her ikisinin de af dilediklerini tah min etmek zor değildir. Atatürk kin tutmayan bir insandı., # Atatürk Hasan Rıza Soyak'a diyor ki (özet): "Ben, hakikat bütün çıp laklığı ile meydana çıktıktan sonra, bu çirkin ve namertçe teşebbüs te, uzaktan yakından ilgili olanların lehlerine bir müdahalede bu lunmak niyetinde idim... Memleket ve cihan umumi efkârında beli ren tiksinti ve nefret duyguları onlar için kâfi ceza idi. Fakat başta Rauf Bey ve İzmit milletvekili Şükrü Bey olmak üzere bazı sanıklar, hadisenin, muhaliflerimizi, yani kendilerini bertaraf etmek için tara fımızdan tertip edildiği, silah kullanma görevini üzerlerine alanla rın (Ziya Hurşit vb.) bizim adamlarımız olduğu gibi birtakım ima ve hatta açık iddialarda bulundular. Anlaşılıyordu ki memlekette ve ci handa böyle bir hava yaratılmak isteniyordu. Bu durum karşısında, tarafımdan yapılacak bir müdahele bu çeşit ima ve iddiaları teyid
Üçüncü Böliim Notları 723
eder mahiyette olacaktı, İster istemez bu niyetimden vazgeçtim, işi ta bii akışına bıraktım. Yalnız komutanları vermedim!' (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.375) 213) Cavit Beyin suikast olayının arkasındaki örgütün başı olduğunu, bu ola ya geri planda kalarak karıştığını kabul etmeyenler var. Bu kimseler ka rarı ağır, haksız, siyasi buluyorlar. * Bazı yazarlar da Gazi'nin bu yolla İttihatçıları temizleyerek kendine ra kip bırakmadığını iddia ediyorlar. Bunlar dört kişiydi. Gaziyi bu dört İttihatçı mı korkutuyordu? İddiamn eni boyuna denk düşmüyor. 214) Gerçekten çok güzel, halka açık bir bahçeydi. Havuzlar süs balıklarıy la, dört bir yan çiçekler ve süs ağaçlarıyla doluydu. Yazın bahçede kitap okurdum. Meclis kitaplığından yararlanmak da çok kolaydı. Alamadı ğım kitapları orada el yazımla kopya ederdim. Bazı mületveküleri ilgi duyar, konuşur, sorularıma etraflıca yanıt verirlerdi. 215) Geniş bilgi için: T. özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası. 215a) Hiçbir Atatürk heykeli Atatürk istedi diye dikilmiş değildir. İllerin, be lediyelerin, derneklerin, gazetelerin, halkın istemesi, önayak olmasıyla yapılmıştır. Anıtlar, heykeller, toplumların tunçtan, mermerden bellek leridir. En çok da belleği zayıf toplumlarda yararlı olur. Heykelsiz bir uy gar şehir ve toplum gören var mı? * Atatürk büstleri furyası 1960'tan sonra başlamıştır. Bu gayretkeşlik ler Atatürkçülüğü bir külte dönüştürüyor. Bu durum Atatürk'e saygı sızlık oluyor, Atatürkçülüğe zarar veriyor. 215b) Heykel hakkında Ahmet Haşimln bir eleştirisi için: Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.391-393; Krippelln yaptığı öteki heykeller daha başarılıdır. 216) Cumhuriyetin ilk yıllarını eleştiren bir kitapta ilkokullarda birörnek gi yinmeyi 'faşist bir tutum* diye niteleyen satırlar vardı. Bu nitelemeyi ayıplıyorum. Ben gri önlükle ilkokula başladım (1936). Çok da iyi oldu. Altına eski, yeni, yamalı ya da soluk kazak, gömlek giymekten hiç çekin mezdik. Kimse görmezdi ki. Bir temiz pantolonla, iyice bir ayakkabı, ol madı potin üstüne giyilen lastik -çoğumuzun potini yoktu, lastiği var d ı - yetiyordu. Bu, onurda eşitliği sağlıyordu. * Bir faciadan çıkmış yoksul bir ülkeyi toparlamaya çalışan Cumhuri yeti değerlendirmek için Önyargılardan, maksatlı yaklaşımlardan iyi ce temizlenmiş olmak gerekiyor. Yanlışları belirtmenin, eleştirmenin yolu objektif olmaktır. Objektif eleştirilere kim ne diyebilir ki? 217) Fabrika 1930 yılında Milli Savunma Bakanlığına devredilecektir.
218) Hava Kuvvetleri Komutanlığı yayını, Gönüllerden Göklere, s.3. 219) Kansu Sarman, Türk Prometheler, s.45; öğrencileri bilimin, sanatın kay nağına, uygarlık ortamına yollamak yıllarca sürüp gitti. Hepsi sınavla seçiliyorlardı. * Bazılarının adları: Mesut Cemil Tel, Nevit Kodallı, Zeki Kocamemi, Hüseyin Nail Kübalı, Sıddık Sami Onar, Mehmet Ali Aybar, Osman 724 Üçüncü Bölüm Notları
220) 221)
221a) 221b) 222)
Bölükbaşı, Melih Cevdet Anday, Sait Faik, Orhan Burian, Suut Kemal Yetkin, Oktay Rıfat, Tahsin Banguoğlu, Haldun Taner, Pertev Nai li Boratav, Semiha Berksoy, Semavi Eyice, Hilmi Ziya Ülken, Bedri Rahmi Eyuboğlu, M. Rauf İnan, Remzi Oğuz Arık, Malik Aksel, Ce vat Memduh Altar, Fehmi Yavuz, Bekir Sıtkı Baykal, Cahit Arf, Zühtü Müridoğlu, Kâmile Şevki Mutlu, Oktay Aslanapa, Macit Gökberk, Şahap Kocatopçu, Sabri Esat Siyavuşgil, Besim Darkot, Jale İnan, Necil Kâzım Akses, Sedat Alp, Enver Ziya Karal, Sabahattin Ali, Cahit Sıtkı Tarancı, Ekrem Akurgal, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Eyuboğlu, Ahmet Adnan Saygun, Hıfzı Veldet Velidedeoğiu ve yüzlercesi... • Her biri alanında öncü, ünlü, dorukta. Bu dönemi özlemez misiniz? Bu sırada Türkiye'de 8 büyükelçilik, 16 elçilik, 3 işgüderlik var. Bu sayı her yıl artacak (Bilâl N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.341). Afet daha İsviçrede'ydi. Gazi dil öğrenmeleri için Zehra ile Sabiha'yı Arnavutköy Kız Koleji'ne, Rukiye'yi de Dame de Sion'a yollamıştı (S. Gök çen, Atatürk'le Bir Ömür, s.41). Gülsün Bilgehan, Mevhibe, 2. c, s.195-198. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.296-302. Şeker pancarına dadanan böcek verimi düşürecek, fabrikayı zora soka caktır. Devlet şeker fabrikalarına destek vermeyi ihmal etmedi, şeker dı şalımı hakkı tamdı, fiyata karışmadı. Ama fabrika yönetimleri sorunları çözemediler. Sonunda devlet şeker fabrikalarım devletleştirecektir. Şe ker fabrikaları çoğaltılır. Şeker dışalımına gerek kalmaz. Başka ülkelerde de şeker fabrikaları yapacak kadar deney sahibi olunur.
223) 1927 yılı: • Büyüme hızı genel ortalamaya dayanarak: % 10. • Bir Reşat altını 8 lira 39 kuruş. • Süleyman Nazif'in ölümü, 4 Ocak 1927. Mahmut Yesari'nin Çulluk, Y. Kadri'nin Bir Hüküm Gecesi romanları yayımlanır. Dışişleri Bakanlığı binası hizmete girer (Bugünkü Kültür Bakanlığı binası). Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu. • Sağlık Bakanlığı binası hizmete girer, Mimar Teodor Posta • ABD Senatosu Lozan'da imzalanan, diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasını sağlayacak olan Dostluk ve Ticaret Anlaşmasını, Avrupa ile ilgili bütün anlaşmalar gibi reddeder. [Reddedilen anlaşma Lozan Andlaşması değildir.] Diplomatik ilişkiler 17 Şubatta Ankara'da dü zenlenen bir anlaşma ile yeniden başlar. • İzmir Müzesi açılır. • Eczacılar Kanunu kabul edilir, 24 Ocak 1927. •
Ticaret Odaları Kongresi yapılır, 15 Şubat 1927.
Üçüncü Bölüm Notlan 725
• Sabiha Güreyman, kız voleybol takımı olmadığı için Fenerbahçe er kek voleybol takımında oynamak ister, isteği kabul edilir. Fenerbahçe voleybol takımı maçlara karma olarak çıkar. • Ankara'nın nüfusu: 74.553. • Ankara'da Çocuk Sarayı açılır. • Nüfus sayımına hazırlık olarak sokaklara ad ve evlere numara veril mesi kanunu kabul edilir. • Teşvik-i Sanayi Kanunu kabul edilir, 28 Mayıs 1927; bir an önce sa nayi dönemine girebilmek için sanayicilere büyük imkânlar tanınır. (Teşvik tedbirlerinden 1928'de 1.261, 1929'da 1.604, 1930'da 1.881, 1931'de 2.082, 1932'de 2.155, 1933'te 2.317 girişim yararlanacaktır. Hikmet Bila, CHP, s.52) Devlet desteği ile palazlanan bazı sanayiciler devletçiliğe karşı çıkacaklardır. • Lozan Antlaşması gereğince 5 yıl süre ile dışalıma sınırlama getirilemediği için tüccarlarımız bundan yararlanarak bol mal, eşya, ıvır zıvır getirir, stok ederler. Bu durum 1929'a kadar sürer. Dış ticaret dengesini sarsar. Açık verir. Azar azar biriken dövizleri eriten bu hesapsız tavır, yönetimin gözünde tüccarların saygınlığını çok yaralayacaktır. • Ziraat ve Veterinerlik Enstitüleri ve Yüksekokulları açılması hakkın da kanun kabul edilir, 20 Haziran 1927 (Yüksek Ziraat Enstitüsü adı nı alacaktır). • Âli (Yüksek) İktisat Meclisi kurulur, 25 Haziran 1927. • Bozok adı Meclis kararı ile Yozgat olarak değiştirilir. • Danıştay göreve başlar, 6 Temmuz 1927. • Vali Kâzım Dirik'in öncülüğü ile İzmir'de ilk 9 Eylül sergisi (fuarı) açı lır, 195 yerli, 72 yabancı firma katılır. • Samsun-Havza demiryolu işletmeye açılır, 9 Eylül 1927. • III. Milli Tıp Kongresi toplanır, 17 Eylül 1929. • Ankara'da Anadolu Halk Bilgisi Derneği kurulur. • Memur aylıkları aksatılmaksızın ilk kez peşin ödenmeye başlanır, Ekim 1927, memurlar için ne büyük bir devrim! • Etnografya Müzesi önündeki Atatürk heykelinin açılışı, 4 Kasım 1927, heykelci Canonica. (Etnografya Müzesi'nin yanında da Türk Ocakları genel merkezi binası yapılmaktadır.) • Mimar Holzmeister Ankara'ya gelir. Birçok Önemli binanın mimarlı ğını yapacaktır. Yeni Çankaya Köşkü de onundur. • Samsun-Amasya demiryolu işletmeye açılır, 21 Kasım 1927. • Türkiye Cumhuriyeti adına basılan ilk kâğıt paraların dolaşıma çıkma sı, (1, 5,10, 50,100, 500 ve 1000 TL.lik banknotlar), 5 Aralık 1927^ • İlk kadın avukat, Süreyya Ağaoğlu, 25 Aralık 1927. • Türk Felsefe Cemiyetinin kuruluşu (Prof.Dr. M. Coşkun Değirmencioğlu, Türkiye'de İlk Türk Felsefe Cemiyeti ve Sonraki Gelişmeler, s.27 vd.) Üçüncü Bölüm Notları
Hıristiyanlıkla bir ilgisi yoktur. Yeni yıla girişi kutlamaktır. Nevruz. Hıdrellez gibi bir gündür. Hıristiyanlıkla ilgili olan gelenek Noel'dir. İsa'nın doğum günü sayılarak 25 Aralıkta kutlanır. Bazı din adamlarımız Noel ile yılbaşını yıllardır birbirine karıştırıyorlar. Bu bilgi eksikliğini artık giderseler. 224a) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.3379 vd.; 2. c, s.473-478. 224b) Bu kültürün zaman içinde işlevi ve anlamı kalmamış, yozlaşmış yanla rı, sağlıksız öğeleri vardı: Kan davası, cinsel sapıklık, başlık parası, af yon kullanma, hurafelere inanma, ölülerden yardım isteme, bitten utan mama, kadını hor kullanma, töre cinayetleri, daha birçok yanlış, kusur, hastalık, hurafe, âdet, görenek... 225) Takrir-i Sükûn Kanunu hakkında: İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 30. c, s.4-9. *l g Z î ' * İstiklal Mahkemelerinin görevi ise 7 Mart tarihinde sona erdi (Prof. Dr. E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.472). * Her ihtilal kendine özgü mahkemeler kurmuştur. Türk ihtilalinin mah kemeleri İstiklal Mahkemeleridir. On binleri, yüz binleri idam etttiği gibi tümüyle gerçeğe aykırı iddialar var. Bu iddiaların hiçbiri doğ ru değildir. Bu konuda yapılmış tek bilimsel araştırma Prof.Dr. Ergün Aybars'ın İstiklal Mahkemeleri adlı Önemli araştırmasıdır. Geri kalan iddialar dayanaksız şişirmelerdir. Tarihe iftira atmaktır. * Çeşitli dönemlerde (1920-1927) 16 mahkeme hizmet görmüştür. Yeri ne getirilen toplam idam kararı, bilimsel ihtiyatlılık payı ile, 2.076'dır (Özellikle Ergün Aybars'ın araştırmasına dayanarak: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.647-651). 226) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.628-629. * Nereden nereye! On altı yılda tarih başka türlü aktı. Türkiye Cum huriyeti kuruldu. Türklüğe karşı çıkanlar, teslimiyetçiler, işbirlikçiler, hainler, bölücüler kaçtılar ya da geçici olarak sustular. * Hamdullah Suphi Bey bu konuşmasında İtalyan faşizmini de övmüş tü: "O hareket milliyetperverdir. Biz milliyetperveriz. Biz faşizmin coşkusunda hem geçmişimizi, hem geleceğimizi görürüz? (Ali Nejat ölçen, Halkevleri, s. 11) Mussolini'den 'büyük vatanperver' diye söz ediyordu (M. Tuncay, T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, s.267). Bu konuşma dikkati çekti. İtalyan milliyetperverliği ırkçıydı. Kısa bir süre önce bir İtalyan hareketine karşı seferberlik ilan edilmişti. Mussolini tam bir emperyalistti. Bu övgü, Turk Ocaklarının bazı yakla şımlarından duyulan rahatsızlığı artırdı. 226a) Günümüzde Türklüğü reddeden ya da horlayan o tuhaf dönemi anımsa tan görüşler belirdi. 75 milyonun 60 küsur milyonu Türk. Herhalde bu gerçek unutulmamalı. Osmanlı, Türkleri Osmanlı yapmaya kalkışmış, 224)
Yılbaşının
Üçüncü Bölüm Notlan 727
hem kendi mahvolmuş, hem Türklük çok yıpranmıştı. Şimdi de Müslü manlığı bir milletmiş gibi kabul ettirerek yine Türkü silmeye çalışanlar var. Millet ile dini ya da ümmeti, sosyolojiden, siyaset biliminden, özgür akim rehberliğinden yoksun Osmanlı karıştırabilirdi ama günümüzde bilime, gerçeğe, olgulara, duruma, tarihe aykırı bu görüşün yeşermesi çok düşündürücü bir olay. Bu görüş sahiplerinin tarihi iyi okumalarını diliyorum. Orada bu yaklaşımın olumsuz sonuçları yazıyor. * Yahudi dinine mensup olanları bir millet olarak değerlendirenler Yahudilerdir. 227) Bütün paragraf için: Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, s.24-25; Bilâl N. Şim şir, KürtçülükII, s.322-324; Hoybun'un ilerki toplantıları hakkında Prof. Dr. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s.331-341. 227a) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c , s.632 vd. 227b) Bazı kaynaklarda ad Mehmet Tahsin olarak veriliyor. 227c) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.187-191, 12 Mayıs 1927 günlü M. Emin Erişirgil'in yazısından yararlanarak. 227d) İstasyon binası yapımını kısa zamanda sonuçlandıran Y. Müh. Haydar Beydir. • . 1 . İ 227e) Umumi Müfettişlik Kanunu çıkmadan önce 18 Haziran 1927'de 'Bazı jEşhasın Şark Menatıkından Garp Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun' kabul edilmiştir (Serap Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, s. 162). Kanun hü kümete '1.400 kadar şahıs ve aileleri ile 80 asinin, ağır ceza mahkûmla rının Batı illerine nakli konusunda' yetki vermektedir.) * Birbirine yakın, sorunları benzer iller arasında eşgüdümü sağlamak, de netimi güçlendirmek vb. amaçlarla, seçüecek illerin bağlı olacakları bir üst makamın kurulmasının yararlı olacağı düşünüldü. Doğuda sıkıyö netim sona erdirileceği için bu boşluğun bir Umumi Müfettişlikle dol durulmasının düşünüldüğü de anlaşılıyor. Bazı olaylar başlamıştı. Bölge bir an önce uygarlığa kazandırılmak isteniyordu. Bu nedenle ilk Umumi Müfettişlik Güneydoğuda kurulacak, öteküer bunu izleyeceklerdir. Bu konudaki belgeler bakımından yararlı bir çalışma: Cemil Koçak, Umu mi Müfettişlikler 1927-19S2, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003. # Birinci Geneli Müfettişlik 1927'de Diyarbakır'da, ikincisi 19 Şu bat 1934'te Edirne'de, Üçüncü Genel Müfettişlik 6 Eylül 1935'te Er zurum'da, dördüncü Umumi Müfettişlik 16 Ocak 1936'da Elazığ'da ku ruldu. (Dördüncü Umumi Müfettişliğe Tunceli [Dersim], Bingöl, Ela zığ ve Erzincan bağlandı. Merkezi Elazığ olacaktır.) 227f) İkinci Meclis hakkında genel bir inceleme: Işıl Çakan, Türk Parlamento
Tarihinde II. Meclis, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1999. 227g) Gazi ve İsmet Paşa'nın kâğıt üzerinde askerlikle ilişkileri sürüyordu. 30 Haziran 1927 günü ikisi de askerlikten emekliye ayrıldılar. 1 Kasım 1927'de de K. Karabekir emekli olur. Askerlik dışı görevleri süren bazı 728 Üçüncü Bölüm Notları
askerler vardı ki onlar da kısa sûre içinde emekliye ayrılacaklar, Milli Mücadele dönemine ait 'askerlikle ilişiğini kesmeden başka bir görevi yerine getirmek' usulü son bulacaktır. 228) N. Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul Günleri, Ali Naci Karacan ve Yunus Nadi'nin yazılarından yararlanarak, s.168 vd.; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.349. 229) Atatürk ve Milli Mücadele hakkında yalanlar, yakıştırmalar, iftiralar, saptırmalar, el altından, usul usul sözlü olarak yayılmış, 1946 yılından başlayarak da başlangıçta üstü kapalıca, giderek daha açık yazılmaya başlanmıştır. 1950-51'de Ticaniler Atatürk heykellerine saldırırlar. Bu nun üzerine Demokrat Parti Atatürk'ü Koruma Kanunu diye anılan ka nunu çıkarmak zorunda kalır. Asıl adı Atatürk Aleyhine İşlenen Suç lar Hakkında Kanundur (No.5816, tarih: 25.7.1951). Kanun Atatürk'ün hatırasına alenen hakareti, sövmeyi, Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri, Atatürk'ün kabrini tahrip etmeyi, kırmayı, bozmayı, kirlet meyi yasaklamaktadır. Atatürk'ün ailesi olmadığı için Atatürk'ün hatı rasını korumak için dava açma görevi Cumhuriyet Savcılarına verilmiş tir. Bu konu hakkında: Ord.Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, s.273 vd., Beta, İstanbul, 1995, 14. basım; E.E. Hirsch, Anılarım, s.303-304. # 12 Nisan 2010 günü bir televizyon kanalında tarihi filmler konuşulu yordu. Katılanlardan bir bayan, "Atatürk'ü koruma kanunu var, Atatürk tabu" gibi sözler etti. Belli ki kanundan haberi yok. Programa katüan öteki üç sayın erkek de kanunu okumamış olmalı ki bu yanlış, haksız ifadeye itiraz etmedi. Yarım yamalak bügi ile yargıda bulunmak bizim aydınlarımız arasında gittikçe salgın bir hastalık halini alıyor. Aydınla rın sayısı artacağına, bilgisi olmadan fikri olanların sayısı artıyor. Bu kanunun kalkmasını isteyenler Atatürk'e alenen hakaret etmenin ve sövmenin serbest olmasını mı istiyorlar? Atatürk Kanunu yalnız bu iki suçu cezalandırıyor. Hakaret ve sövme, herkes için suçtur, her kes için yasaktır. Bazı yazarların bu konudaki yaklaşımının nedeni derin cahillik değilse, ruh hastalığı olmalı. Allah şifa versin. 229a) Afet İnanın Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler adlı eserinin 319-328. sayfalarında özellikle Gençliğe Hitabe bölümü hakkında ayrıntılar var. $ Bir yazar bu hitabeyi İsmet Paşa'nın yazdığını iddia etmişti. Belleten C X X X , sayı 120 (Ekim 1966), sayfa 516 ve devamında Afet Hanım Gençliğe Hitabe'nin Atatürk'ün el yazısıyla yazdığı metnin fotoko pisini yayımlamıştır. Bu iddiayı ileri süren kimse, doğruyu öğrenince iddiasını geri aldı, özür diledi mi? Hayır!
230) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.351-352. 230a) Türk Parlamento Tarihi, 1927-1931, II c, ş.135 L37.
230b) Gazi'nin 2 9 Ağustosta yayımladığı Seçim Beyannamesi için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c , s.362-364; Seçim Beyannamesine ek olarak aday
Üçüncü Bölüm Notlan 729
listesi ile milletvekillerinin uyması zorunlu hukuki ve etik hususlar hak kında genelge de yayımlanmıştır. 230c) İsmet İnönü anılarında diyor ki: "Serbest Fırka'dan önce Atatürk ile ara mızda bazı özel konuşmalar olmuştur. Bu konuşmalarımızda Atatürk bana inkılap hareketleri içinde türlü münasebetlerle nüfuz sahibi olmuş insanların tutumlarından şikâyet ederdi. Etrafımızda ve yakınımızda olan insanların taşkınlıklarından ıstırap gösterirdi. Yine bir gün konu şurken siyasi nüfuz kullanan insanların sebep oldukları ıstırapları önle mek için ne gibi bir tedbir bulunabileceğini araştırıyorduk. Ne çare dü şündüğümü sorduğu vakit şu mütalaada bulundum: Meclis kürsüsünde hükümetin karşısına mebuslar çıkıp da bütün bu fenalık denilen, nüfuz suiistimali denilen hadiseleri bağırarak söyleyip şikâyet etmeleri usulü tesis olunmadıkça, biz, bu nüfuzu kötüye kullanma ve yanlış siyaset yap ma hastalığından kurtulamayacağız. Aramızda bu mülahaza geçmiş ve Atatürk bunun üzerinde zihin yormaya başlamıştır. Nihayet bir gün an sızın Yalova'da kendimizi Serbest Fırka kurulması için giriştiği teşebbü sün karşısında bulduk? (Hatıralar, 2. c, s.225) 230d) Falih Rıfkı Atay diyor ki: "Atatürk bulunduğu yerde neşe ve şevki sustu ran mürai bir şark zorbası değil, şenlik içine katılan, halk sevincini içi ne sindiren, içenle içen, oynayanla oynayan, konuşanla konuşan bir halk arkadaşı idi. Halkın içine girdiği vakit kendini tam yerinde hissederdi. Halk ile haşır neşir olurdu. (...) Bütün ömrünce halktan hiç tecavüz bek lememiştir!' (Çankaya, s.441) 230e) Türkçe ve Arapça iki ayrı dil ailesinden gelmektedir. Ses yapılarında uyumsuzluk vardır. Türk dilinde sekiz sesli harf, Osmanlıca alfabede üç sesli harf bulunuyor. (Üç sesli harfin ikisi hem sesli, hem sessizdir: v ve y. Arap alfabesi demek yanlış oluyor. Çünkü alfabede Arap alfabesinde bu lunmayan, sonradan eklenmiş p, ç, j gibi harfler de bulunmaktaydı. O ne denle Osmanlıca alfabe diyorum.) Arapça silabik (heceye dayalı) bir dil dir, sözcükler kalıp halinde yazılır; Türk dili vokaliktir, bütün harfler sesli harfler ile okunur. Osmanlıca alfabe ile gl diye yazılan sözcük gel, kel, kil, gil, gül, göl diye okunabilir. Tereddüt trdd diye, Türk trk diye yazılıyordu. Osmanlıca alfabeyle okumayı Öğrenmek zordu, yazmak daha zordu. Bu alfabe ile kitap, gazete dizilen bir basımevindeki harf kasalarında 520-618 farklı işaret bulunuyordu. İyi bir dizgicinin yetişmesi 12 yıl alıyordu. Yeni Türk alfabesi ile çocuklar 3 ayda okuyor, 5-6 ayda her duydukları sözcüğü yazıya geçirebiliyorlar. Kısacası bu kadar zamanda okur-yazar olabiliyorlar. Oysa bu sonuç, Osmanlıca alfabe ile uzun yıllar istiyordu. Yine de birçok aydın yazım yanlışı yapıyordu. Bilgisizlikten değil, anadi le aykırı bir alfabe ile yazdıkları için. # Türk, Arap harflerinin Türk diksiyonuna aykırı seslerini kendi dili ne uydurmuştur. Arapça sözcükleri Arap gibi söylemek softa ağzında kalmıştır.
730 Üçüncü Bölüm Notlan
* Osmanlıca alfabe ile Türk dili arasındaki aykırılıklar için: Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Türk Dili Dergisi, "Harf İnkılabı", sayı 563, Kasım • 1 * 231) CHP Sivas Kongresini Birinci Kongre olarak kabul etmiştir. Bu nedenle 1927 kongresi İkinci Kongre olarak anılır. Aslında partinin birinci kongresidir. 232) Bilgiler ve ayrıntılar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, c. 19, s. 17; Hikmet Bila, CHP 1919-2009 kitabında saatleri farklı veriyor (s.48). $ Nutuk konusunda genel eserler: Bilâl N. Şimşir, Atatürk'ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler, TTK, Ankara, 1991; Ahmet Köklügiller (derleyip düzenleyen), Nutuk Nedir, Ne Değildir, IQ Kültür Sanat Ya yıncılık, İstanbul, 2005 (Bu kitapta 38 bilim adamı, araştırmacı ve ay dının Nutukla, ilgili yazıları bulunmaktadır); Türk Dili Dergisi, Söy lev Özel sayısı, sayı 314, Kasım 1977. * "Nutuk anı, belge, bilgi, yorum, tarih felsefesi ve ideolojiden oluşan bir eserdir. Yalnız bir hesap verme çabası değil, aynı zamanda emper yalizmle, sarayla, işbirlikçilerle, mandacılarla, gericilerle, muhalefe te geçen bazı arkadaşlarıyla da hesaplaşması dır!' M. Kemal Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, s.259. 233) Prof.Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s,279-287. * İlkeler, Tüzüğün 1. ve 3. maddelerinde belirtilmiştir. Devletçilik ve devrimcilik henüz ilke olarak tüzükte yer almıyor. Devrim gelişerek yürümekte. # Kemalizm'i, bunlara eklenecek olan devletçilik ve devrimcilik ilkele riyle birlikte 6 ilke temsil etmez. Kemalizm daha kapsamlı bir hare kettir. Parti tüzüğüne sığmaz. Yeri gelince açıklanacak. * Bazılarının kullandığı 'laikçi' sözcüğü bakkalcı gibi bir yanlış. En azından Türkçeye ayıp oluyor. # Gençliğe Hitabe gençler arasında büyük heyecan uyandırır. Bildiriler yayımlarlar (Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Bel geler, s.324-327). 234) Nutuk 1927 yılında eski yazıyla, 1934'te ve 1938'de yeni yazıyla basılmış tır. Şimdi birçok baskısı var. Nutuk'u okumamış olmak büyük eksikliktir. Öğrencilere Türk Dil Derneği'nin sadeleştirdiği Söylevi tavsiye ederim. # Nutukta yer alan bilgilere ve açıklamalara bazı itirazlar gelmiştir. Önemli gibi görünen Karabekir'in itirazlarıdır. Bu itirazların gerçeğe uymadıklarını Vahidettin, Af. Kemal ve Milli Mücadele, s.634-639'da belirttim; ayrıca: Mahmut Soydan, Ankaralının Defteri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, s.131-320. $ Nutuk hâlâ yakın tarihimiz hakkındaki en sağlam ve sağlıklı kaynak tır. Hiçbir itiraz, bilim dünyasında ciddi bir yankı bırakmamıştır. # CHP tüzüğünün tam metni: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.2238; program beyannamesi, s.39-42; Tüzüğün 40. maddesiyle Türk 1 9 9 8
Üçüncü Bölüm Notlan 731
Ocağı ve benzeri kuruluşlar partinin dolaylı denetimi altına alınır ama tedirgin edici olaylar sürer. Bu olaylar 330. dipnotta açıklanacak; Kemalist milliyetçiliğin özü yurtseverliktir, kültürdür, soy, ırk değil dir. Bazı kimselerin ırkçı sözlerini esas alarak, Kemalizm'i, Cumhuri yeti ırkçılıkla suçlamak ne tarihe sığar, ne de insafa. "Türkün dini Kemalizmdir" sözü şaşkın bir yazarındır. Atatürk için yazılan mevlit manzumesi bir dalkavukluktur. Her iktidarın dalka vukları türer. Dini ıslah raporunu kimse ciddiye almamıştır. Bunlar büyük Cumhuriyet olayı içinde kayda değmez zerrelerdir. Ne Cum huriyeti bağlar, ne partiyi, ne hükümeti. 'Türkün dini Kemalizmdir' cümlesi Dil Kurumu sözlüğüne aptalca bir seçimle, bir yargı olarak değil, bir cümle biçimini göstermek için alınmış, aptallık fark edi lerek hemen çıkarılmıştır. Ezanlar gürül gürül okunurken, camiler açıkken, oruç tutulurken, kurban kesüirken bu cümleyi ele alıp da Kemalizm'i, Atatürk dönemini dinsizlikle suçlamaya yeltenmek an cak Atatürk dönemi hakkında ciddi bir bilgisi olmayan, maksatlı kimselerin harcıdır. Ben bu tarz yazarların bilgi yoksulluklarını Vahidettin, Af. Kemal ve Milli Mücadele kitabımda sergilemiştim. 235) İlk nüfus sayımı II. Mahmut döneminde yapılmış, yalnız erkekler ve hayvanlar sayılmıştı. * Genel nüfus: 13.648.270, erkek: 6.563.879, kadın: 7.084.391, şehir nü fusu: 3.305.879 (% 24.22), köy nüfusu: 10342.391 (% 75.68) Nüfusu 100.000'in üzerinde iki şehir vardı: İstanbul ve İzmir. $ Nüfusun anadillere göre dağılımı şöyleydi: Türkçe : 11.777.810 Kürtçe : 1.184.^* Arapça : Rumca 119.8z2 (İstanbul Rumları) Çerkezce 95.901 V^i Yahudice 68.900 i "emce 64.745 (Hani Ermenileri kesip bitirmiştik?)
(Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c^s.276) # Yoksul, çağdaşlamaya çalışan, gelişme yolunda bir köylü devlet. Ka dınlar erkeklerden fazla. Anadolu nüfusu birkaç cephede 10 yıl süren savaşlardan dolayı azalmış. Kalanı da tam sağlıklı değil. Bir bölümü ' akat gaziler. Nüfusumuz i 935 e kadar % 21 oranında artar, 16.158.018 olur. 235a) Alfabe konusu 18. yüzyılın sonlarından başlayarak tartışma konusu ol muştur. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c , $.203; özet bÜgi: M. Şakır Ülkü taşır, Atatürk ve Harf Devrimi, Cumhuriyet Kitaplığı; geniş bilgi: Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, TTK, Ankara» 2008. 236) Başbakan İsmet Paşa, Adalet Mahmut Esat Bey, Milli Savunma Abdülhalik Rc nda, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfik Rüştü Bey, Maliye
732 Üçüncü Bölüm Notları
237) 237a) 237b)
237c) 237d)
Şükrü Saraçoğlu, Eğitim M. Necati Bey, (Ticaret ve Tarım bakanlıkları yerine») İktisat Rahmi Bey, Sağlık Dr. Refik Saydam. 3 Eylülde de Kütahya-Tavşanlı demiryolu işletmeye açılmıştı. Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.569-572 (8 Kasım 1927 günlü Ha yat). Radyolar, partizan radyo olmamıştır. Gazetelerde ve radyo dergilerinde programlar ve konuşma metinleri var. Meraklısı inceleyebilir. Parti Ge nel Sekreterinin iki konuşmasına rastlayabildim (13.12.1934, ekonomi ve arttırma haftası nedeniyle, 8.5.1934, IV. Kurultay dolayısıyla). Anıt hakkında ayrıntılı bUgi için: Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.380 vd. | Dersim bu tarihte Elazığ'a bağlıydı. Bu bakımdan Birinci Umumi Müfet tişliğin bölgesindeydi. 1935'te Tunceli adıyla yeniden il yapüacaktır.
238) 1928 yık: • Büyüme hızı genel ortalamaya dayanarak: % 10. * • Y.K. Karaosmanoğlu'nun Sodom ve Gomore, R. Nuri Güntekin'in Yeşil Gece, Aka Gündüz'ün Dikmen Yıldızı, Halide Edip'in Zeyno'nun Oğlu romanları yayımlanır. • Musahipzade Celalin Aynaroz Kadısı ve Kafes Arkasında adlı oyun ları oynanır. • R. Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanı bu yü 3. kez basılır. Bu önemli bir edebiyat olayı olarak değerlendirilir. • Descartes'in Usul Hakkında Nutuk adlı eseri Gazi'nin talimatıyla çevrilip yayımlanır. • Hıristiyanlık propagandası yaptığı saptanan Bursa Ameri ' Kız Ko leji Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılır, 28 Ocak 192° • DDY Genel Müdürlüğü binası hizmete girer. • Ankara kent planı için milletlerarası yarışma açılır. (Yar lan sen kazanacaktır. Hazu. .an 1932 'di ,. -,e kc • Türk Eğitim Derneği kurulur (31 Ocak 1928}. . ı ki .ediş Başkam Kâzım Özalp, Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, n vekilleri, 1
• •
•
•
4
üniversite öğretmenleri vb. Amacı Cumhuriyetin seçkinle* n yetiştir mek, paraca yetersiz yetenekli çocukları okutmak. Ankara çimento fabrikası açılır, yılda 15.000 ton kapasiteli, 2 Şubat 1928.. f -Ş l I • fj ? | \ İstanbul Yüksek Mühendis Okulu yeniden kurulur, kuruluşa tüzel ki şilik ve yönetim özerkliği tanınır. (Bu kuruluş 1944'te Teknik Üniver site adını alacaktır.) Hıfzıssıhha Kurumu kurulur (17 Mayıs 1928); birçok laboratuvar, enstitü ve birimden oluşan» sağlığı korumayla ilgili çok önemli bir bi li m, araştırma ve eğitim kurumu. Malatva eletrik santralı acıiır, 15 Temmuz 1928. Üçüncü Bölüm Notları 733
• Tunalı Hilmi Beyin ölümü, 26 Temmuz 192> • Amasya-Ziie demiryolu işletmeye açılır, 23 Ağustos 1928. + Kütahya-Tavşanlı demiryolu işletmeye açılır, 2 Eyilül 1928. • İzmir 9 Eylül sergisi açılır (515 kuruluş katılır), 4 Eylül 1928, sonraki sergi 1933'te. • İtalya Ankara'da bir arsa alır ve elçilik binasının yapımı başlar.
1
ihsan Eryavuz 2 Şubat 1928'de, Bilecik milletvekili Dr. Fikret Bey 16 Şubatta tutuklanır. Yüce Divan ikisini de suçlu bulur. Eski Ticaret Bakam Ali Cenanı Bey de Yüce Divana verilecek, görevini kötüye kullanmak tan o da suçlu bulunacaktır (14 Mayıs 1928). İhsan Eryavuz için: Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları, s.39 vd. 239a) M. Necati Bey ayrıca John Dewey'in Avni Başman tarafından Türkçeye çevrilen Demokrasi ve Terbiye kitabını da armağan olarak yollayacaktır (M. Rauf İnan, Mustafa Necati, s. 160, dipnot). • Bence daha güzel ve anlamlı eser öğretmen Sıdıka Avar'ın Dağ Çi 239)
çeklerim adlı anılarıdır. Öğretmen Dünyası yayını, Ben 1999 tarihli 3. baskıyı okudum. 239b) Meclis'çe onaylanan arar sonunda idamlar 18.1.1929'da İstanbul'da ye rine getirildi. Duruşmaları için Kandemir, Atatürk'e 11 Suikast, s.68. 239c) Behiç Erkin Ekimde sağlık nedeniyle Bakanlıktan ayrılacak, yerine Re cep Peker atanacaktır. Behiç Erkin daha sonra Budapeşte Büyükelçiliği ne atanır. 239d) Prof.Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. c, s.47 (Sadeleştirme Ş. Turan). 239e) 29 Ekim 1923 günlü anayasa değişimi arasında yer alan 'Türkiye devle tinin dini, İslam dinidir' maddesi, Gazi'nin hazırlayıp sunduğu değişim önergesinde yer almıyordu. Tasarıya bu maddeyi ekleyen Anayasa Ko misyonu idi. 240) 'Devlet laik olur ama yurttaş ya da Müslüman laik olmaz' diyenler var. O zaman laikliği kim uygulayacak? Bu sözler, laikliği sulandırmak, din dev letine kaymak ya da dinci çevrelere hoş görünmek için söylenmiş bir söz dür. İnsan hem Müslüman, hem laik olur. Nasıl? İbadeti gösteriş konusu yapmaz, yasama, yargı ve uygulamada, din kurallarını değil, dünya gerek lerini dikkate alır, laikliğe özen ve saygı gösterir, dini siyasete alet etmez. Kısacası din ve dünya işlerini birbirine karıştırmaz. Bu kadar basit ve açık. Cumhuriyetin kurucuları böyleydi. * Bir atasözümüzü sözcükleri değiştirerek hatırlatmak istiyorum: İmam öksürürse cemaat boğmaca olur. Devlet adamı iyi, doğru ör nek olmak gibi etik bir yükümlülük altındadır. * Tüzel kişiliklerin dini olmaz, insanların dini olur. Bu nedenle devlet lerin de dini olmaz. $ Laiklik, anayasanın değiştirilemez 2. maddesinde yer almaktadır. 1
734 Üçüncü Bölüm Notlan
241) Ankara Palas'ın açılışı hakkında bazı kaynaklar yıl olarak 1927'yi veri yorlar. 242) Atatürk devriminin kalkınma anlayışını ilk çözümleyen ve 'topyekûn kalkınma' olarak niteleyen bilim adamımız Prof.Dr. Sina Akşin'dir. * Suudi Arabistan Krallığı, emirlikler, Kuveyt, Katar, petrol geliriyle yüksek bir maddi düzeye ulaşmışlardır. Ama halk hiç gelişmemiştir. 242a) Osman Bahadır, Cumhuriyet gazetesi eki İlim ve Teknoloji dergisi, 2 Temmuz 2010. 242b) Atatürk'ün konuşması: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.125 vd. 242c) 1920'den bu yana 90 yıl geçti. Irak, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Emir likler, Ürdün'de, kendiliğinden, zaman içinde ciddi bir gelişme olmuş mudur? Zamanla, kendiliğinden gelişme bazı çok basit ayrıntılarda olur. Hiçbiri hiçbir konuda Türkiye ile yanşamaz, artık istese de Türkiye'ye yetişemez. Bu sonucu Atatürk ve arkadaşlarına, Milli Mücadele'ye ve Cumhuriyete borçluyuz. Bunu görmemek zihin körlüğüdür. 242d) Hilmi Uran, Hatıralarım, s.208; anekdotu biraz süsledim. 243) Atatürk'ün açıklamasına dayanarak A. Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, s.327. 244) Kurul üyeleri: Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Onaydın, Y. Kadri Karaosmanoğlu, Emin Erişirgil, İhsan Sungu, Avni Başman, Ragıp Hulusi Özdem, ibrahim Osman Karantay, Ahmet Cevat Emre. 245) N. Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul Günleri, s. 189 vd. 246) Denizaltı filosu 1938 yılına kadar yeni 4 denizaltı ile daha güçlendirile cektir. 246a) Sabiha Gökçen önce Avusturya'da bir sanatoryuma gönderilmiş, Türkiye'ye dönünce yeniden hastalanmış, bu kez Fransa'ya gönderilmiştir. 246b) Mithat Cemal Kuntay, Aktaran Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, s.20020l| ' * Gazi Nebile'yi himayesine alır. 1 Ocak 1930'da Viyana Büyükelçiliği Başkâtibi Raşit Bey ile evlendirir. Y. Kadri Bey'in hanımı Leman Ha nım "Nebile Gazi'yi deli gibi severdi" diyor (Hürriyet, Emin Çölaşan'ın röportajı, 10 Kasım 1985). 246c) Bilal N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.343-344; Kont de Chambrun son radan Gazi ile çok dost olmuş, hayranlığını belirten yazılar yazmıştır. 247) Bilal N. Şimşir, Bizim Diplomatlar, s.326. # Emanullah Han aydınları ve halkı kazanmadan, ortamı hazırlama dan, yasama reformu ve kadınlara siyasi haklar verilmesi konusun daki tasarılarını açıkladı. Mollaların sert tepkisiyle karşılaştı. Kasım 1928'de Celalabad'da ayaklanma çıktı. Bir kabile başkent Kabil'i ele geçirdi. Emanullah Han yurdunu terk etmek zorunda kaldı. 25 Nisan 1960'ta Zürih'te öldü. Sürgünken bir kez Türkiye'ye gelmiştir.
'
/î
247a) Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı Raporu, s. 173. Üçüncü Bölüm Notlan 7 3 5
248) Çankaya, s.440. 248a) Ziraat Fakültesi, Orman Fakültesi, Baytar Fakültesi, Tabiiyat Fakültesi, Teknik Fakülte ve birçok enstitü (YZE Ziraat Fakültesi Yıllığı, 1937, tıpkı basım, s.8 vd.); Phillip Schwarzt, Kader Birliği, Çev.: Nagehan Alçı, s. 12. 249) Atatürk anıtta, kadirbilirlik gereği olarak, Milli Mücadele sırasında yapı lan Sovyet Rusya yardımlarına olumlu katkıları olan iki Rus generaline, Frunze ve Voroşilof'a da yer verilmesini istemiştir. Atatürk'ün arkasında kiler arasında bu iki general de yer almaktadır. * Gazi ertesi gün akşamüzeri gelerek Cumhuriyet Anıtını inceler. 250) Bazı kimseler yasağın bu geceden sonra başladığını ileri sürüyorlar. Doğru değildir. # Gazi 1 Kasım 1934 yılında Meclis'i açarken yaptığı konuşmada Türk müziğini eleştirmişti. İçişleri Bakanlığı, bu konuşma üzerine, radyo larda Türk müziği yayımlanmasını yasakladı. Yasağın tarihi 2 Kasım 1934-6 Eylül 1936 arasıdır. Elbette Atatürk'ün bilgisi ve onayı ile ya saklanmıştır. Halk Müziği de 7 Şubat 1936 gününe kadar yayımlan mamıştır {Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.43). 7 Şubat 1936'da halk müziğine, daha sonra da klasik Türk müziğine yer verildi. Türk müziği plaklarının satışı serbestti. Gazinolarda da serbest olduğunu hatırlıyorum. (Bakırköy Viyana Gazinosu dolayısıyla. Evimizin karşı sındaydı.) Yasak radyo ile sınırlıydı. Yasak, meyhaneye düşen, bayağılaşan, bu haliyle her Türk musikisini seven insanı üzen Türk müzi ğinin kendini toparlamasını sağlayacaktır. Devlet Ankara ve İstanbul radyolarını bu musiki için iki önemli okul haline getirir. Gazi'nin ko nuşması için bakınız: Dipnot 413. * Halk müziği daha yeni yeni tanınıyor, araştırılıyor, derleniyordu. Halk müziği Cumhuriyet döneminde yayılıp tanınmıştır. İlk ünlü halk mü ziği sanatçısı Tamburacı Osman Pehlivandır. Yayılıp tanınmasını sağ layanların başında rahmetli Muzaffer Sarısözen gelir. 250a) Hafize Hanım bölümü için: Kılıç Ali'nin Anıları, s.279-280. 251) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.164-169; B.N. Şimşir, Türk Yazı Dev rimi, s. 167. 251a) Tekirdağ ziyareti hakkında görgü tanığı Hilmi Yücebaşı'nın izlenimleri, Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s. 132-136. 251b) Damla Demirözü, Ank.Oni. İnk. T. Ens. Atatürk Yolu Dergisi, sayı 3536, Mayıs-Kasım 2005, s.291-312. 251c) 1. Hakkı Tonguç, ilköğretim Kavramı, s.256-257. * Osmanlı döneminde bir Anadolu şehrine Sadrazamın, Nazırların geldiği hemen hemen hiç görülmüş bir olay değildi. Halk, devleti yö netenleri yeni görüyordu. 252) Çukurova'dan Sivas'a kadarkİ arazi, Sevres'e bağlı Üçlü Anlaşma gereği Fransızların sömürü bölgesi olacaktı. Hatta Fransız Generali Quarette, bir bildiri yayımlayarak, Fransa'nın bu bölge üzerinde, Padişahın imiyle 736
Üçüncü Bölüm Notlan
manda kurduğunu iddia edecektir (13 Kasım 1919, Zeki Sarıhan, Kurtu luş Savaşı Günlüğü, 2. c, s.206). 253) Alfabe hazırlıkları, konferanslar, geziler hakkında yararlandığım temel eserler: Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.157-200; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.148 vd; Ş. Ülkütaşır, s.58-74, 85-115. 253a) Yeni üyeler çeşitli mesleklerdendir: Ahmet Rasim, Reşat Nuri Güntekin, Celal Sahir Erozan, Velet İzbudak, İsmail Hikmet Ertaylan, Besim Atalay, İbrahim Necmi Dilmen, Hamit Zübeyr Koşay, Hasan Fehmi Turgal, İshak Refet Isıtman, Mehmet Baha Toven, Yaşar özey, Gyula Meszaroş (Etnog rafya Müzesi Müdürü, Macar Türkolog). 254) Gazi'nin Meclis önünde halka Alfabe Marşı'nı öğretmesini Muammer Sun'a Senfoni Orkestrası üyelerinden ve Konservatuvar öğretmenlerin den Halil Onayman anlatmış. Ben Muammer Sun'dan öğrendim. Zeki Üngör farklı anlatıyor. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.249 dipnot. 254a) Eğitim Bakanlığı bazı derslerin kitaplarının yeni yazı ile basımını yetiştirememişti. Boşluğu öğretmenler doldurdular. Not yazdırdılar. Bu so run ilk üç ay böyle atlatıldı. Sonra kitaplar yetişti. 254b) Karpoviç, Baku 1878-îstanbul 19S6. 254c) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.278-282. 255) Dili halk yapar. Harflerin okunuşu kanunda gösterilmişti ama halk iki harfin okunuşunu kısaltmalarda farklı kullanacaktır, he adlı harfi he ya da ha diye, ke adlı harfi ise ka diye seslendirecektir. Her dilin bir musikisi vardır. Seslendirmeyi o musiki belirler, örnek: pkk'yı pekaka, TKİ'yi tekai, SSK'yı, seseka diye okuyoruz. Dili halk yoğurur. Kanun da, dilbilgisi de halkın arkasından gelir. PKK'yı pekeke diye okumak ya bir şive sorunu dur, ya da k harfini benim bilmediğim bir nedenle ke diye okuyorlar. Bunu genellikle Kürt asıllı aydınlarımız yapıyor. Onları taklit edenler de var. 256) Sİ24 Kasım Gazi'nin Millet Mekteplerinin Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür. Bu gün her yıl Öğretmenler Gününü kuüuyoruz. 257) Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.224 (sadeleştirilen birçok deyim ve tamlama örneği var). 258) a.g.e., s.226-228. 258a) Gülsün Bilgehan, Mevhibe, 2. c, s.207-208; daha sonra Yardım Sevenler Derneği adını alacaktır. Bizden, bizden değil ayrımı yapmadan büyük bir kuruluş olarak çalışıyor. 259) Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.232. 260) Dersler eski yazı bilenler için iki ay, hiç okuma-yazma bilmeyenler için 4 ay sürecekti. 261) Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.237. 262) Nafı Atuf Kansu, Rüştü Uzel, İhsan Sungu, Faik Reşit Unat, Kadri Yomkoğlu, Cevat Dursunoğlu, Emin Erişirgil, Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç vb. gibi büyük eğitimciler.
Üçüncü Bölüm Notlan 737
2 6 3 ) 1 1 9 2 9 yılı:
İ
• Bu yılki büyüme hızı % 21,6 olacak. • Nâzım Hikmetin 83S Satır ve Jokond ile SÎ- YA-U adlı şiir kitapları ya yımlanır. • Ankara'da Ziraat ve T. İş Bankası genel müdürlük binaları hizmete girer. • Hıfzıssıhha Enstitüsü kimyahane ve bakterioloji binası hizmet girer. • Ankara'da bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı gibi devlet binaları nın yapımma başlanır. • Kızılay merkez binası ve parkı hizmete girer, meydana Kızılay Mey danı adı verilir. • 450 km. demiryolu yapılır. • Çubuk barajının yapımına başlanır. • Bursa Müzesi açılır. • Ankara-İstanbul arasında telefon konuşması başlar. • Evlerin pencerelerindeki kafesler kaldırılır. • Îstanbul-Berlin arasında tarifeli uçak seferleri başlar. • İstanbul'da matbaacılık ve terzilik okulları açılır. • Kırıkkale'de askeri fabrikaların yapımıyla ilgili hazırlıklar geliştirilir. • Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu kabul edilir (28 Mayıs 1929). • Lozan Antlaşması'nın onaylanışı tarihinden 5 yıl geçtiği için gümrük tarifeleri üzerindeki kısıtlama sona erer, yeni Gümrük Tarife Kanunu kabul edilir (1 Haziran 1929). I • Milli Sanayii Teşvik Kanunu, 8 Haziran 1929. • Nevzat Tandoğan Ankara Vali ve Belediye Başkanlığına atanır (12 Haziran 1929; 9.7.1946 tarihine kadar bu görevde kalır). • Balkan Talebe Birlikleri Kongresinin İstanbul'da açılışı, 8 Temmuz •-•1929. ' | ' |: • •• I • Okullardan Arapça ve Farsça dersler kaldırılır (1 Eylül 1929). • İlk güzellik kraliçesi seçimi yapılır. Feriha Tevfik seçüir (2 Eylül 1929). W • III. Milli Tıp Kongresi toplanır (17 Eylül 1929). • Amasya'da Gazi heykelinin açılışı (29 Ekim 1929). • Eğitim Bakanı Vasıf Çınar Bey'in istifası, yerine Cemal Hüsnü Taray'ın atanması (7.4.-10.4.1929). • İktisat Bakanı Rahmi Bey'in istifası, yerine Edirne milletvekili Şakir
Bey'in atanması (28.5.1929)1 • 1. Yerli Mallar Haftası, 11 Ağustos 1929. • Fevzipaşa-Gölbaşı demiryolunun açılışı, 9 Eylül 1929. • Her işte yerli malı kullanılması hakkında Bakanlar Kurulu kararı, 4 Aralık 1929. | y • Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin kuruluşu, 19 Aralık 1929 (ilk üye Gazi). 738 Üçüncü Bölüm Notlan r
* Bütün elçilikler Ankara yolunda. Sona kalan İngiliz Büyükelçiliği de 1930 yılında Ankara'ya temelli olarak yerleşecektir. Anlamsız boykot sona erecek, İngiltere de Ankara'nın başkent olduğunu, başkent kala cağını kabul edecektir. 264)
Necati Bey için TBMM genel kurulunda saygı duruşu yapılmış ve otu rum tatil edilmiştir. Hakkı Tarık Us M. Necati Bey'in ölümü dolayısıyla bir soru önergesi vermiş, Sağlık Bakanı yanıtlamıştır {Türk Parlamento Tarihi, 1927-1932,1. c, s.444 vd.). f f I 265) 1928-1933 dönemi içinde Türkiye'de 54.050 Millet Mektebi dershane si açılmıştır. Bunun 18.589'u şehirde, 35.461'i köylerdeydi. Bu dönem de toplam 46.690 öğretmen görev almıştır. Beş yıl içinde Millet Mek teplerine devam eden 2.305.924 kişiden 1.124.926 kişi yeni yazıyı öğre nip diploma alır. Hiç okuma-yazma bilmeyen 458.000 köylü kadından 152.968'ine okur-yazarlık belgesi verilir (Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Dev rimi, s.242-245). Mezunlara M. Kemal imzalı, ciltli, özel basılmış Ana yasa kitapçığı armağan edilir. Zaman içinde katılım oranı düşecektir. * Millet Mekteplerinin yerini, okulları, Halkevleri ve Köy Enstitüleri alacaktır. Kısacası eğitim seferberliği daha yaygın ve etkili olarak sür dürülür. 265a) Arı İnan, Prof Dr. Afet İnan, s.130-132. 266) Üçüncü Dönem Tutanak Dergisi, 9. c, s. 19-21. * Aynı görüşü Atatürk de Nutukta belirtir: 2. c, s.334. 267) C. Kutay, Daniş Karabelen, s.158-159, İstanbul, 2006. 267a) Cümle kısaltılmıştır. 267b) Okumuşların Yunus Emre'ye bakışı için: Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s. 145-146, F. Köprülü'nün yazısı. 268) Bütün paragraf için: Yrd.Doç.Dr. Veysi Akın, Doktor Fuat Umay, s.102, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2000. 269) Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, s.322. $ Toprak dağıtımı, reformu konusunda Cumhuriyet yönetimi deney sizdi. Kadastro da yapılmış değildi. Cumhuriyet yönetimi bu sorunu bir bütün olarak ancak 1940'larda ele alabilecek ama bu girişim bü yük dirençle karşılanacaktır. Batı ülkeleri zaman içinde, bu konuyu uygun yöntemlerle çözerek, köylüyü çiftçi yapmayı başarmışlardır. Biz hâlâ başaramadık. 270) Ekonomi bakımından kaynakçadaki bütün kitaplardan yararlanma ya çalıştım. En çok şu eserlere başvurdum: Prof.Dr. Mustafa A. Aysan. Atatürk'ün Ekonomi Politikası', Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Dönemin de Ekonomi', Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi; Yüksel Olken, Atatürk ve İktisat; Korkut Bor a t av, Türkiye'de Devletçilik; Yaşar Aksoy, Kalpaklı Kalkınma. % Teknik konuları anladığım kadarıyla basitleştirmeye çalıştım. Üçüncü Bölüm Notları 739
270a) Sabiha Sertel, Roman Gibi, s.127-134; Yıldız Sertel, Susmayan Adam, s.136-142; Zekeriye Sertel, Hatırladıklarım, s.147-150; Z. Sertel diyor ki: "Şimdi düşünüyorum da o zaman pek ileri gittiğimizi anlıyorum. Türk halkının ve gençliğin sevdiği büyüklerimizi yıkmaya çalışacak yer de, kazanmaya çalışsaydık daha iyi olmaz mıydı?" (s. 150) Sabiha Sertel'e göre Nâzım Hikmet, Abdülhak Hamit'in davetini alınca, "Ben Atatürk'ün davetini reddettim ama bir şairin davetini reddedemem" demiş..miş. (s.133; o tarihte Atatürk denilmezdi, 1929'da soyadı yoktu daha); Sabiha Sertel'de yer alan bu yakıştırma Zekeriya Sertel'in Hatırladıklarım adlı anılarında da yer alıyor, s.145-146; bu yakıştırma lara Lord Kinross da Atatürk kitabında yer veriyor, s.707, Sander Yayın ları, İstanbul, 1973, beşinci bası. Gazi Nâzım Hikmeti gece yarısı şiir okusun diye çağırtmış, Nâzım Hik met de "Ben (şarkıcı) Deniz Kızı Eftalya değilim" demiş, gitmemiş. Bu bir yakıştırma. Nâzım Hikmet'e saygısı olanların bu gibi kaba yakıştır malardan kaçınmalarını dilerim. Nâzım Hikmet görgülü, nazik, efendi bir insandı. Gaziden böyle bir davet gelse, böyle karşüamazdı. Gazi de gece yarısı şiir okutmak için Nâzım Hikmet'i evinden getirtmek iste mezdi. O da görgülü, nazik, efendi bir insandı. Sahte anekdotlar gerçek leri ve kişileri kirletiyor. 270c) Ortadoğu'nun henüz kararlılık, sakinlik kazanmadığı dönemdi. Irak, Katar, emirlikler, Yemen, Ürdün, Kudüs, Filistin ve Mısır üzerinde İngi liz etkisi, baskısı ya da egemenliği sürüyordu. Suriye ve Lübnan Fransız baskısı altındaydı. İngiltere ve Fransa yeni kurulan Arap devletleri ara sında dayanışma olmaması için çalışmış ve başarmışlardı. Türkiye bu kaypak ortamda hepsine aynı dostluk mesafesinde durmuş, giderek ce henneme dönecek olan Ortadoğu sorunlarına bulaşmamak için çok dik katli bir siyaset gütmüştür. Türkiye'yi Ortadoğu'nun çapraşık sorunları içine çekmek isteyenler başarılı olamamışlardır. 270d) Mehmet önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, s.157-158. 271) Arı İnan, Prof.Dr. Afet İnan, s. 100-101; bu çalışmanın ilk ürünleri lise ve ortaokul öğrencileri için tarih notları halinde basılacaktır. (Uluğ İğde mir, Cumhuriyetin S0. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.3. 272) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.336-337. 272a) Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s.156-162. 273) Sığırtmaç Mustafa hikâyesini Yakup Kadri Bey Gazi'den dinleyerek yaz mıştır, ben kısaltarak aktardım (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c.» s.344345, 348-349, 352-354); Gazi Mustafa'yı Kuleli Askeri Okulu'na yazdır mış, Mustafa subay çıkmış, emekliliğinde Yalova'ya yerleşmiştir. 274) Hükümet, erken davranıp Aralık ayından başlayarak Önlemler alır. Ama bunalım hızla yayılacak, dünyayı da, kalkınmak için çırpınan Türkiye'yi de sarsacaktır.
740 Üçüncü Bölüm Notları
274a) Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.430. 274b) Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s.164-169. • Rahmetli C. Memduh Bey'le TRT'de birlikte çalıştım, halef-selef ol duk, yurtdışına birlikte gittik, ilişkimiz uzun yıllar sürdü. Türk beste cilerinin yetişmelerinde, çok sesli müziğin yerleşmesinde Atatürk'ün büyük rolü olduğunu söylerdi. Atatürk'ün engin bilgisine, nezaketi ne, sofrasının akademik düzeyine hayrandı. Atatürk'ten konuşurken gözleri dolardı. 275) Gazi'nin notları için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 23. c, s. 17-69, el yazısı ile: s.71-264. f * Gazi'nin bazı düşünceleri: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denilir!' "Bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır." "Türkiye Cumhuriyeti'ni idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılma makla beraber, 'mutedil devletçilik'prensibine uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur!' (Afet İnan, Medeni Bilgiler kitabının 1930 baskısında yer alan 'mutedil' sözcüğünün, sonraki baskılarda çıkarıldığım belirtiyor, Arı İnan, Prof. Dr. Afetİnan, s. 104) 275a) Arı inan, Prof.Dr. Afet İnan, s. 112-114'den yararlanarak. (
276)
1930 yık:
• Dünya ekonomik krizine rağmen imar etkinlikleri sürüyor. Bu yıl hiz mete girecek büyük yapılar: Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı (Mimar Holzmeister), Sayıştay (Mimar E. Egli), Ankara Kız Lisesi (Mimar: E. Egli); birçok bina yapım halinde. • Kayseri Müzesi açılır. • 1924'ten beri besteci Ali Rıfat Çağatay'ın bestesiyle söylenen İstiklal Marşı, bu yddan başlayarak, bugünkü beste ile (besteci: Zeki Öngör) söylenip çalınmaya başlar. • İlk kadın hâkimler: Nezahat Güreli ve Beyhan Hanım, 29 Nisan 1930. f H İ ' fi • Reşat Nuri Gün t ekin'in Yaprak Dökümü, Peyaml Sefanın 9. Hariciye Koğuşu adlı romanları yayımlanıra • Nâz un I lıknıct'in \ 'aran 3 ve 1+1=1 adlı şiir kitapları yayımlanır. • Musahipzadc Celalin Bir Kavuk Devrildi adlı oyunu oynanır.
• İstatistik Genel Müdürlüğünün kurulması, 1 Şubat 1930. • İktisadi krize karşı Türk Parasını Koruma Kanunu kabul edilir, 20 Şu bat 1930 (bu kanuna dayanılarak gerektikçe kararnameler çıkanlacaktır).
#İ Ankara'da 1. Milli Sanayi Sergİst'nin açılışı, 21 Nisan 1930. • İlk Sanayi Kongresl'nin toplanması, 22 Nisan 1930. Üçüncü Bölüm Notlafi 741
• Türk Ocağı Genel Merkez binasının açılışı, 23 Nisan 1930. Konfe rans salonuna bir tiyatro sahnesi eklenmesini Gazi istemiş, plan buna göre değiştirilmiştir (Uluğ İğdemir, Yılların içinden, s. 131-132, TTK, Ankara, 1991). Hangi güzelliği, iyiliği inceleseniz, onda Atatürk'ün izini görmemek imkânsız. • Kırklareli'nde Gazi heykelinin açılışı, 8 Mayıs 1930. • Dolmabahçe'de Uluslararası Turizm Kongresi'nin açılışı, 31 Mayıs 193
°-
I İBI I § • '
• T.C. Merkez Bankasının kurulması hakkında kanun kabul edilir, 11 Haziran 1930. • Ağrı Dağı ve yakınlarında eşkıyalık ve ayaklanma olayları üzerine as keri harekete başlanması, 1 Temmuz 1930. • Etnografya Müzesi'nin ziyarete açılması, 18 Temmuz 1930. • Atina'da 1. Balkan Konferansı, 5 Ekim 1930, Türkiye de katılmıştır. • 2. Yerli Mallar sergisi, 11 Ağustos 1930; 1939 yılına kadar her yıl açı lacaktır. Bazı şehirlerde de bu sergiler açılır.*" • Tasarruf Haftasının başlaması, 12 Aralık 1930. • Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nun istifası üzerine yerine Abdülhalik Renda'nın atanması, 23 Aralık 1930. • Mitli Savunma Bakanlığına Zekâi Apaydın'ın atanması, 26 Aralık 1930. • Bayındırlık Bakanlığına Hilmi Uran'ın atanması, 26 Aralık 1930. ** Sergiler hakkında ayrıntı için: Gökhan Akçura, Türkiye'de Sergicilik ve J§ Fuarcılık Tarihi, Tüyap-Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, 2009. 277)
H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.405-406 (özetledim). • Gazi bir başka vesile ile diyor ki: "Tabiidir ki birtakım hoşnutsuz luklar, şikâyetler, hatta tarizler ve hücumlar karşısında bulunacağız. Tarihi vazifemiz, bunların hepsine katlanmak, dikkatli ve tedbirli ol mak, aziz hastamızın ayağa kalkacağı mesut günleri beklemektir. Hiç şüphem yoktur ki memleketimiz o zaman dünyanın en hür, en müref feh ve medeni milletlerinden biri olmak yolunda süratle ilerleyecek ve mütemadiyen yükselecektir!' (a.g.e., s.409) 277a) Çetin Yetkin, S.C.F. Olayı: "Yalnız Ege ve Çukurova'da pazara yönelmiş ticari amaçlı tarımsal üretim yapılabilmekteydi." (s.24); bu nedenle kriz
en çok bu iki yeri vurmuştur. Yeni partiyi ümit verici bir kuruluş olarak görürler. 277b) Menemen olayı için yararlandığım kaynaklar: Kemal Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay (Kemal Üstün Kubilay'ın arkadaşıdır. Olay sırasında Menemen'de öğretmenlik yapmaktadır. Kitapta askeri savcının iddia namesi de yer alıyor); Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.361363; Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c., s.310-313; bu kaynaklardan yararlanarak olayı ana çizgileriyle Özetledim. 742 Üçüncü Bölüm Notları
* Yunus Emre gerçek 'dervişi şöyle tanımlıyor: Dövene elsiz gerek Sövene dilsiz gerek Derviş gönülsüz gerek Sen derviş olamazsın! 277c) Gülsün Biigehan, Mevhibe, 2. c, s.203, 7 Şubat 1930. 278) An inan, Prof.Dr. Afet İnan, s.104-106; Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması, s.128-137 (Afet Hanım'ın konuş ması özetlenmiştir). * İstanbul'daki Türk Kadınlar Birliği, kadınlara belediye seçimlerinde seçim hakkı tanınmasını kutlamak için İstanbul'da büyük bir kadın mitingi yapmıştır. 279) Ankara'da Küçük Tiyatro'nun az ilerisinde, yan yana, birbirine benzer beş-altı bina vardı. Biri de Belvü Oteli'ydi. Geceliği 10 liradır. Sanatçı lara % 50 indirim yaparlar. En öndeki binaya birkaç yıl sonra Anadolu Ajansı taşınacaktır. * Şehir Tiyatrosu Muhsin Ertuğrul Beyin başa geçmesiyle büyük bir atılım yapmıştı. 1928'den beri her gece perdelerini açıyor, son gün lere doğru salonda birkaç kişi kalsa bile bir hafta aynı oyunu oynu yordu (M. Ertuğrul, İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim, s.93); bir oyunu bir ay dolduracak kadar seyirci bulacakları mutlu günleri bü yük bir özlemle bekliyorlardı. Şimdi tiyatrolarda yer bulunmuyor. Devlet Tiyatrolarının Ankara dışında ondan fazla ilde yerleşik tiyatro birimleri bulunuyor. Devlet şehir tiyatroları ile özel tiyatroların yıllık seyirci sayısı bir milyonu asalı çok oldu. Birçok üniversitemizde ti yatro bölümleri var. İlki DTC Fak. Tiyatro Bölümüdür. 280) Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bu Güne, s.331-334; M. Ertuğrul, İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim, s.75. 281) Üyeler: Afet inan, Tevfik Bıyıklıoğlu, Vasıf Çınar, Yusuf Akçura, Samih Rıfat, Halil Ethem Eldem, Yusuf Ziya özer, Sadri Maksudi Arsal, Dr. Re şit Galip, Reşit Saffet Atabinen, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ragıp Hulusi Özden, Mükrimin Halil Yınanç, Zakir Kadiri Ugan, Hamit Zübeyir Koşay, Mesaroş (16 kişi). Türk Tarih Heyeti Türk Tarih Kurumu'nun çekirdeğidir. Bu heyet 4 Ha^ziran 1930'dan 29 Mart 1931'e kadar sekiz toplantı yapar. Çoğunlukla direksiyon binasında çalışır. Türk tarihi üzerindeki çalışmalar yoğun laşır. Heyet Gazi'nin direktifiyle 15 Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ni (Türk Tarih Kurumu'nu) kuracaktır. 281a) Birinci Ağrı olayı 16 Mayıs 1926-12 Haziran 1926 tarihleri arasında bastırılmıştır. İsyancılar İran'a sığınmışlardır. İkinci Ağrı harekâtı 1320 Eylül 1927'de yapılmıştır. İsyancılar yine İran'a sığınmışlardı. Olayın geçtiği arazinin bir bölümü İran sınırı içindeydi. Ordu komşuluk iliş-
Üçüncü Bölüm Notları 743
İdleri bozulmasın diye şuura gelince duruyordu. Ağrı olaylarının arka sında Hoybun örgütü vardı. Ermeniler de isyancılara yardımcı oluyor lardı. Orduyu meşgul etmek için orada burada da olaylar çıkarılıyordu. İngiliz Casusu Lawrens'in Irak kuzeyine geldiği duyulmuştu. Sınır aşi retlerinde de hareketlenme vardı. Ağrı olaylarını bitirmekle 9. Kolor du görevlendirildi. Üçüncü Ağrı harekâtı 7 Eylül 1930 sabahı başladı, 14 Eylül 1930 günü sona erdi. Kurtulabilen asiler İran'a kaçarlar ama ordu bu kez İran'a girerek harekâtı sürdürür. Bu olay diplomatik sorun olur. İranla toprak değişimi yapılarak sorun kökten çözülecektir. {Tür kiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.319-350; Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s.341 -343; Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.322-352) 282) Gazi'nin tarih notları, elyazdarıyla birlikte, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. cilt, s.15-25; bu notlar Tarih Tezi'nin ilk aşamalarıdır. * Bu sorular şimdi bizlere ne kadar olağan geliyor. Olağanüstülükleri ilk kez soruluyor olmalarıydı. 282a) Bu olayın yılı 1930, evi kaydırma tarihi de 8-10 Ağustostur. Olayın za manı ve ayrıntısı için Fethi Bey'in anılarından, Çiftlik Müdürü Neca ti Turgay'ın anlattıklarından ve konuyla ilgili web sitelerinden yarar landım. Bilgileri birleştirip olayı doğru olarak Özetlediğimi sanıyorum. Olayı planlayan ve uygulayanlar: Yusuf Ziya Erdem, Müh. Ali Galip Alnar, Prof. Sadi ve Prof. İhsan Beyler. 282b) K. Doğan Dirik, Vali Paşa Kâzım Dirik, s.382; Atatürk Vali Paşa'yı kızı ve damadıyla barıştıracaktır. 282c) Gazi'nin son tümcesi Fethi Bey'in anılarında yer alan bu anlamdaki tüm celerin bir özetidir, s.98,101,117. * Gazi'nin ikinci bir partinin kurulmasına neden öncülük ettiği konu sunda çeşitli görüşler var. Bu görüşleri Çetin Yetkin S.C.E Olayı ki tabında enine boyuna irdeliyor (s.95-132). Bazı görüşler olayların akışına ve olayın içinde yaşayanların aktardıklarına uymuyor. Mete Tuncay'ın 'memleketteki siyasi eğilimlerin saptanması amacıyla bu girişimde bulunulduğu' biçimindeki görüşü dayanaksız, zorlama bir görüş. Bunun için bu kadar ayrıntılı oyun oynanır mı? Bir başka gö rüş de İsmet Paşa güçleniyormuş, Gazi onun yerine yeni bir ikin ci adam hazırlamak için Serbest Parti'yi kurdurmuş. Gazi'nin İsmet Paşa'yı değiştirmek için böyle oyunlara ihtiyacı var mı? Değiştirmek istediğini gösterecek bir tek örnek, belirti ileri sürülemiyor. Gerçek I bunun tersidir. 1930 Ekiminde İsmet Paşa istifa edince, yeniden Baş bakan olmak istemez. Gazi'nin kesin ısrarı gerekecektir. Bu olay ne deniyle Gazi diyor ki: "Eğer İsmet Paşa hükümet teşkilini kabulden kati surette kaçınsaydı, Başbakanlığı bizzat üstlenmekten başka çare kalmazdı.Ya ben, ya ismet Paşa? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c, s.278) Gerçek bu. Buna aykırı iddialar görüş değil, masal.
744 Üçüncü Bölüm Notları
* Serbest Parti olayını, Gazi, İsmet Paşa ve Fethi Bey arasında kararlaş tırılmış bir oyun olarak değerlendirmek her üçüne de hakarettir. * Avni Doğan anılarında diyor ki: "Yeni partinin kurulması fikri, ay lardan beri Paşa'nın sofrasında sık sık ele alman bir konu olmuştur... Paris Büyükelçisi Fethi Bey'in izinli olarak İstanbul'a gelişi, bu yolda ki kararının gerçekleşmesine yaradı? (Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, s.210-211) Jf * Bütün veriler, Gazi'nin iyi niyetle, içtenlikle çok partili döneme geçil mesini, siyasi denetime yol açılmasını istemiş olduğunu gösteriyor. Açıklamalarına rağmen biyografi yazarı Emil Ludvvig'in yazdığı yazı da kendini diktatör olarak nitelemesine üzüldüğü de anlaşılıyor (Fet hi Okyar'm Anıları, s.98). * Gerçekleri zorlaya zorlaya, senaryolar icat ederek, çarpıtarak, sap tırarak, tarihi yeniden yazmaya çalışmanın bilimsellikle hiçbir ilgi si yok. Bilim dünyamızın bir bölümünde dedikodu, bilimsel bir veri, kanıt gibi kabul ediliyor. Henüz ortaçağın gölgesinden kurtulamamış oldukları anlaşılıyor. 282d) İsmet İnönü anılarında diyor ki: "1924'te Terakkiperver Parti kuruldu ve 1925'te son buldu. Serbest Parti kurulduğu zaman 1930'dayız. Aradan beş sene geçmiş. Beş sene bizim için büyük bir zaman, öyle görüyoruz.. Aradan geçen beş sene Atatürk'e cemiyetin ilerlemesi ve tekâmül etmesi için yetecek büyük bir zaman kanaati vermişti. Bana da öyle geldi'' (Ha tıralar, 2. c, s.226) 282e) Fethi Bey anılarında, Gazi'den, 'Halk Partisi'nin senelik bütçesi ne ise, o kadar para isterim" dediğini yazıyor (s. 106); biri devlet kurmuş, bütün örgütlenmesini tamamlamış bir parti. Öteki daha yeni kuruluyor. Fethi Bey Gazi'nin parası ile hemen iktidara gelmeyi planlıyor. 283) Serbest Cumhuriyet Fırkası hakkında hayli araştırma ve anı var. Hepsini okudum. Olayı ana çizgileri ile yansıttım. # En çok yararlandığım eserler: İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.225-232; Fethi Okyar'ın Anıları, s.63 vd.; Kâzım Özalp, Atatürk'ten Anılar, s.32, 4346; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, s.622 vd.; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.292 vd.; F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.462466; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.410 vd.; bazı ay rıntılar için: Kılıç Ali'nin Anıları, s.255-279; Çetin Yetkin, Atatürk'ün Vatana İhanetle Suçlandığı Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı [her yo rumda kendini belli eden İsmet Paşa karşıtlığı, çalışmanın değerini ör seliyor. Atatürk vatana ihanet ile de suçlanmış değildir. Söz konusu edi len yazının içeriği ile kitabm adı arasında çok fark var. Sayın Yetkin'in kitabına bu adı neden verdiğini anlamadım]; belgeler için: Cemil Ko çak, Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası [Sayın Koçak bu konuda yayımlanan bütün kitapları tanıtıyor ve değerlendiriyor. KenÜçüncü Bölüm Notları 745
di görüşüne aykırı olanları, ki büyük bölümü öyle, eleştiriyor. Kendisi, özellikle İsmet Paşaya, CHP'ye karşı. Her şeyi bu önyargı ile değerlen diriyor. Önyargı ile bilimsellik uzlaşır mı?] * Serbest Parti konusunda yazılmış üç anı var: En önemlisi Fethi Okyar 'ıh j Anıları. Genel çizgileriyle güvenilir bir kaynak. Buna karşılık giriş bö lümünü yazan oğlu Osman Okyar ve arkadaşı ise bazı bölümlerde ob jektiflikten uzaklaşıyorlar; Ahmet Ağaoğlu'nun Serbest Fırka Hatırala rı, çok duygusal, yer yer haksız, saygısız, gerçekleri yansıtmıyor, gölge liyor; Süreyya İlmen'in anıları ise dedikodu niteliğinde. I 284) Gazi'nin yanıtı (özet): "Büyük Millet MeclisVnde ve millet önünde, mil let işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyetli kimselerin ve partilerin, gö rüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek çıkarlarım aramaları, benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir. Memnuniyetle görüyorum ki laik Cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Dolayısıyla Büyük Meclis'te aynı temele dayanan yeni bir partinin faa liyete geçerek millet işlerini serbestçe münakaşa etmesini Cumhuriyetin esaslarından sayarım. Laik Cumhuriyet esası dahilinde partinizin her nevi siyasi faaliyet cereyanlarının bir engelle karşılaşmayacağına emni yet edebilirsiniz!' (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 23. c., s.339) 284a) Ev ve çınar, doğaya saygı anıtı olarak yerlerinde duruyorlar. 284b) F. Rıfkı Atay diyor ki: "Ben bir muhalefet partisinin hiç sırası olmadı ğı fikrinde idim. Konuşmalarım Atatürk'ün hoşuna gitmemiş olmalı ki bana ertesi gün yakınlarından biri ile haber yollayarak ihtiyatlı olma mı tavsiye etti. Ankara'ya giderken İsmet İnönü'yü gördüm. O da mu halefet gazeteleri ile mücadeleye girmemekliğimi söyledi. Muhalefet partisi daha o zaman Yalova köylerinde din tahriklerine başlamıştı... Atatürk'ün kulağına gelen en acı haber en yakınlarından birinin (kız kardeşi Makbule Hanım'ın), Yalova köylerinde, kendi aleyhinde din pro pagandası yapmış olmasıydı... O vakit Yalova nasihatlerini unutarak Hâkimiyet-i Milliye'de Politika adlı sütunu açtım ve devrinde hayli akis ler bırakan polemiklere başladım!' (Çankaya, s.573-574); Eski Saat adlı kitabında o dönem yazılarından birçok örnekler var. 284c) 29 Ağustos 1930'da Edirne'de Türk Cumhuriyet Amele ve Çiftçi Partisi, 29 Eylül 1930'da Adana'da Ahali Cumhuriyet Partisi kurulur. Hükümet iki partiyi de kapatır. 285) Kurucular, ilk yönetim kurulu üyeleri, milletvekilleri: F. Okyar, Nuri Conker, Dr. Reşit Galip, Mehmet Emin Yurdakul, Tahsin Üzer, Ahmet Ağaoğlu, Senih (Hızıroğlu, Bursa), Nakiyettin (Yücekök, Elazığ), Ali Haydar (Yuluğ, İstanbul), İbrahim (Tolon, Kocaeli), Refik İsmail (Kak macı, Sinop), Süreyya Paşa (İlmen, İstanbul), Talat (Sönmez, Ankara), Rasim (öztekin, Bilecik).
746 Üçüncü Bölüm Notları
* N. Conker, Dr. R. Galip, M. EminYurdakul, Tahsin Üzer Gazi'nin teş viki, ricası üzerine SC Partisi'ne girmişlerdir. Dr. R. Galip İzmir olay
larından sonra Halk Partisi'ne geri dönecektir. M. Emin Yurdakul da Serbest Parti'de çok huzursuz olmuştur (Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fır ka Hatıraları, s.43). Parti'nin Meclis içindeki milletvekili toplam sa yısı başlangıçta on dört. Bu sayı yükselmez, azalır.
* Gazi'nin öğretmenliğini yapmış, yüzbaşılıktan emekli Nakiyettin Bey ilticayı okşayan konuşmalar yaparak hem Gaziyi çok şaşırtmış, hem Fethi Beyi zor durumda bırakmıştır. (Fethi Okyar'ın Anıları'mn 154. sayfasında geçen 'Naki Bey hadisesi' notu bu olay içindir; bilgi için: F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.465,4. paragraf.) 286) Parti programının özeti: Parti, cumhuriyetçilik, milleyetçilik ve laiklik esaslarına bağlıdır. Hürriyet ve dokunulmazlık haklarını koruyacaktır. Vergiler hafifletilecektir. Büyük yatırımların gideri bir nesile yüklenmeyecektir. Sıkı tasarruftan yanadır. Yabancı sermayeye yol açmak azmin dedir. İktisadi hayata devlet müdahalelerini kabul etmez. Cumhuriyetin çıkarları için girişilmesi icap eden iktisadi işlerde, fertlerin kuvveti ye tersiz görüldükçe devlet doğrudan doğruya girişimde bulunur (Bu tüm ce Gazi'nin ısrarı üzerine programa eklenmiştir). Çiftçiler için faizler ucuzlatılacaktır. Sanayi teşvik edilecektir. Bürokrasi azaltılacaktır. Yargı hızlandırılacaktır. Parti siyasi hakların kadınları da kapsamasını savu nacaktır (Bu tümce de Gazi'nin ısrarı üzerine programa alınmıştır). * Taner Timur diyor ki: "Serbest Fırka çıkarları emperyalizmle en çok uyuşan sınıfların öncülüğünde bir harekettir. Aynı zamanda Fırka yabancı sermayenin de hararetli bir savunucusudur. Fırka, yoksul sı nıflarla ilgili savunmalarında samimi olsa bile gerçeklerden uzaktır? (Aktaran Çetin Yetkin, a.g.e., s. 143) 287) Fethi Okyar'ın Anıları, s. 151; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2» c.) s.445. 287a) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.422-423. 287b) Bu demeci veren Fethi Bey, Y. Kadri Bey'e şöyle diyecektir: "Nasıl düşü nebilirsiniz ki ben, başında Gazi Paşa'nın bulunduğu bir parti iktidarı nı devirip onun yerini almak hevesine kapılabilirim?'' (Politikada 45 Yıl, s. 120) Hangi açıklama içten ve doğru acaba? 287c) Adnan Menderes de Serbest Fırka'nın Aydın ve çevresindeki örgütlen mesine yardımcı olmuş, sonra CHP'ye girmiştir. 288) Ahmet Ağaoğlu da Arif Oruç'a ve gazetesine karşıydı. Fethi Bey'e bu ga zeteden uzak durmasını rica ediyordu; A. Ağaoğlu diyor ki: "Yarın gaze tesi tuttuğu demagoji yolunda daha şiddetli bir hızla devam ederek, sağı ve solu, önüne gelen herkesi bin türlü şekilde kızdırdığından, Halk Partisi
erkânı ve efradı arasında, yeni partiye karşı derin düşmanlık hisleri uyan dırmakta idi... Fethi Bey Arif Oruca beş bin liralık avans vermiş? (Serbest Fırka Hatıraları, s.43-45) Üçüncü Bölüm Notlan 747
İ Arif Oruç 1921'de Asi Ethem isyanı ile ilgili görülerek (o zaman asi Ethem adına bir gazete çıkarıyordu), sürgün cezasına çarptırılmış, bir süre sonra affedilmiş, İstanbul'da yayımladığı Yarın gazetesi ile Serbest Parti'yi desteklemiştir. Parti kapanınca Bulgaristan'a geçer. Yarın'ı orada yayımlamayı sürdürür (AnaBritannica, 17/195). 288a) M. Esat Bozkurt'un liberalizm hakkındaki görüşleri için: Liberalizm Masalı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008. 288b) Ankara'dan İstanbul'a otomobille giderken Adnan Öztrak'tan dinlemiş, otele varınca not etmiştim. Biraz genişlettim. 289) Ümit Sarıaslan, Demir Ağlarından örümcek Ağlarına, s.48-72 (sadeleştiren Ü. Sarıaslan, biraz da ben). 290) F. Rıfkı Atay, Bir Ray Parçası, aktaran 0. Sarıaslan, a.g.e., s.84-85. 291) Amaç çok partili hayatı başlatmaktı, parti çatışmalarını başlatmak de ğildi. Bu amacın eğitici, alıştırıcı, sakin bir süreçten geçmesi çok yarar lı olurdu. Bu sürecin uzun sürmesi gerekmezdi. Halka iktidar ve mu halefet arasında uygarca ilişki örnekleri verilirdi. Birdenbire ilişkileri sertleştiren etkinlikler, mitingler, çatışmalar, sert açıklamalar, eleştiriler toplumu da, siyasi çevreleri de çabuk gerdi. Serbest Fırka iktidara gel mekte bir gün gecikirse sanki felaket olacakmış gibi çok acele etti. Ol gun, soğukkanlı, sabırlı, temkinli, amacı dikkate alan bilinçli bir tutum içinde olsalardı, Türkiye daha o tarihte çok partili hayata girmiş olurdu. Fethi Bey yazık ki bu olgunlukta biri değildi. Bütün kaynakları inceledim. Düşüncemi özetlemek istiyorum: Fethi Bey misyonunun anlamını, değerini idrak edebilmiş değil. Daha seçi me bir yıl varken, kuruldukları gün memleketi seçim havasına soktu, seçim mücadelesini başlattı. Fethi Bey'in bulabildiğim bütün konuşma larını okudum, övdüğü, beğendiği bir tek şey yok. Medeni Kanun'u büe ağzına almıyor. Ara sıra Gazi'ye dalkavukluk yapıyor. Birkaç konusu var: Vergüer, yabancı sermaye, demiryolları vb. Türkiye bu muydu? İktisadi duruma değinirken dünya krizini hiç dikkate almıyor. 500.000 göçmen gelmiş. Bu büyük sorunu da hiç hesaba katmıyor. Bütün Batı Anadolu yanmış, yakılmış, önemsemiyor. Küçücük bir bütçe ile çabalandığının üzerinde durmuyor. Yabancı sermayenin alışkanlıklarını, beklentilerini, isteklerini bilmezlikten geliyor. Herhangi bir konuda hiç sayı vermiyor. Yani bir araştırma yapmış değil. Sanki bir iktisat otoritesiymiş gibi ko nuşuyor. Kızdığı İsmet Paşayı yenmek için iktidarı yıkmaya çalışıyor. Şeyh Sait isyanı sırasında tanık olduğumuz inadı, geç kavrayışı, değer lendirme eksikliği sürüyor. Ne talihsizlik! Gazi'nin bu görev için seçebi leceği daha uygun kişiler vardı. Fethi Bey'in seçimi Türkiye açısından ta lihsizlik olmuştur. Bir süre sonra yine yurtdışında bir göreve gidecektir. Gazi'nin ölümünden sonra bu kez İsmet Paşa'ya yanaşacak, onu öven bir konuşma yapacak ve Bakan olacaktır. O ne düşmanlıktı, bu ne dostluk? Bu da memleketimizden bir insan manzarası! 748 Üçüncü Bölüm Not lan
C H P de uyarmalı, yol göstermeli, bazı jestler yapmalıydı. Serbest Parti'nin aceleciliğine o da kapıldı. Yönetimin seçimi etkilemeye çalıştığı anlaşılıyor. C H P olgun, daha anlayışlı davranabilir, nasihat, tavsiye toI nunda konuşma ve yazılarla Serbest Partiye rehberlik edebilirdi. Uygar ım ca tartışmak, yarışmak, seçim yapmak kolay iş değildir. Yalnız halkın deI ğil, particilerin de, basının da bu yeni sürece alışmaları, ısındırılmaları için zamana ihtiyaç vardı. I îki parti birbirine yardımcı olmalıydı. Olmadılar. Düşman oldular. 292)
Kılıç Ali'nin Anıları, s.269-270.
293) Ben üç yıl 9 Eylül Üniversitesi'ndeki görevim dolayısıyla İzmir'de kal dım (1978-1980). İşgal ve Milli Mücadele dönemini, bu arada Serbest Fırka'yla ilgili İzmir olaylarım tanışabildiğim yaşlı İzmirliler ile konuş tum. İzmir'in büyük çoğunlukla yeni partiye yöneldiği hakkındaki iddiayı hiçbiri doğru bulmadı. Fethi Bey'i karşılayan kalabalığın büyük bölümü nün İzmir dışından getirildiğini söylediler. 294) Ahmet Ağaoğlu kalabalığın 'en az 40.000 kişi' olduğunu söylüyor (Ser best Fırka Hatıraları, s. 149).
294a) Y. Kadri Karaosmanoğlu Politikada 45 Yıl adlı anılarında, "Atatürk ile İs met Paşa'mn resimleri yırtılıp yerlere atılıyor.." diye yazıyor, Atatürk'ün
de hedef alındığını belirtiyor (s. 117). 294b) A. Ağaoğlu hatıralarında diyor ki: "Kalabalığın bu hareketini anlamak için şurasını ilave etmeliyim ki gazete o gün çıkardığı sayısında İzmir halkım şiddetle tahkir etmiştir? (Serbest Fırka Hatıraları, s.63); söz ko
nusu yazı Çetin Yetkin'in S.C.F. Olayının 238-239. sayfalarında yer al maktadır. Yazının konusu İzmir halkı değildir. Halkı tahkir söz konusu bile değildir. Fethi Bey'e hitaben yazılmıştır, İzmir'deki Serbest F ı r k a y ı tutan gazetecilerin Milli Mücadele sırasındaki işbirlikçi tutumlarım açıklıyor. İki gazetecinin adı geçiyor. Demek ki halk bu iki işbirlikçi ga zeteci yüzünden binayı tahrip etmeye yönelmiş! 294c) Hâkimiyet-i Milliye gazetesi kalabalığı yönlendirenlerin adlarını veri yor: "Çakır arabacı Ahmet, Tatar Osman, Kaçakçı Sait, Ahmet, Şen ga zinosundan garson Hakkı, kaçakçı Yakup, Kör Sait, Hırsız Cafer, sabıkalı arabacı Salih, sabıkalı Çiftekara Ahmet, sabıkalı yankesici Altmdiş Re cep, Dişçi Adnan, devrlâlem seyyahı diye kendine ad takan Hayrettin..? (Ç. Yetkin, S.C.F. Olayı, s.247-248) |
295) Ç. Yetkin, S.C.E Olayı, s.242 (ilk satır). 296) O t u z k ı r k bin kişi gece ne yaptı? Şehir ve güvenlik güçleri zor bir gece geçirmiş olmalılar. * Olaylar nedeniyle 36 kişi, bazı işçileri yasa dışı greve kışkırtmaktan 14 kişi ve Serbest Parti'yi destekleyen Yeni Asır gazetesinin sorumlu\ su ve yazacı tutuklandı. Son Posta gazetesinin sorumlusu da tutuklanacaktır. Anadolu gazetesi için de soruşturma açılmıştı ama sorum* Üçüncü Bölüm Notları 749
1
lu tutuklanmamıştı. Yazar ise milletvekiliydi. Dokunulmazlığı varaı. Anadolu gazetesinin yazı isleri müdürü beraat eder, öteki gazeteciler çeşitli cezalara çarptırılır (Ç. Yetkin, S.C.F. Olayı, s.245-246). 3 Aralık 1930'da Arif Oruç da tutuklanır. 296a) Gazi mektubunda diyor ki: "Hükümetin bütün temel faaliyetlerinin doğru olduğu kanatindeyim. Eğer kanaatim bu olmasaydı, partinin programını ve hükümet faaliyetlerini değiştirme durumunda olurdum? (Aktaran: İl han Tekeli, Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Po litika Arayışları, s.168) Gazi-Fethi Bey anlaşmasının kırıldığı noktanın Fethi Bey'in İzmir konuşması ve İzmir olayları olduğu anlaşılıyor. I 297) Fethi Okyar'ın Anıları, s.210'daki fotoğraf. 297a) I. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.228; Fethi Bey'in konuşmasının ana çizgileri için: Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, s.104-106. 298) Şimdilerde yazılmış kitapları okuyorum. Bazıları olaylara tek yanlı yaklaşı yorlar. Bütüne bakmıyor, birkaç ağaca bakarak karar veriyorlar. 299) Yunus Nadi Bey'in imzası ile yayımlanan mektubu Gazi'nin yazdırdığını Kılıç Ali anılarında açıklamıştır (s.273); H. Rıza Soyak ise "mektubun Ga zi'nin tasvibiyle yazıldığım" söylüyor (a.g.e., 2. c, s.432). Arada fark var. 300) Kâzım Özalp-Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, s.45. * Serbest Parti yöneticileri örgüt işleriyle ilgüenmek üzere birkaç gün İzmir'de kalmışlardır. Hiçbir yerde bu yöneticilerin 9 Eylül tören ve şenliklerine katıldıkları hakkında bir bilgiye rastlamadım. 301) Serbest Parti'nin hemen seçime girmesi düşünülmemiş, görüşülmemiş ti.-Düşünülen Meclis'te denetimi başlatmaktı. Bu nedenledir ki 40-50 kadar milletvekilinin Serbest Parti'ye verilmesi konuşulmuştu. Devrim lerden geçen bir milleti birdenbire seçim çalkantıları içine sokmak, par ti çatışmalarına yol açmak hesapta yoktu. Meclis içinde başlayacak bir muhalefet ile çok partili hayata yumuşak bir geçiş düşünülüyordu. # Hilmi Uran bu konuda diyor ki: "Eğer yeni parti belediye seçimlerine katılarak onları mutlaka kazanmak hevesine düşmey ip de faaliyetini sadece Büyük Millet Meclisine hasretmiş ve orada bir müddet mutedil
ve makul bir denetim organı hüviyetinde kalarak, ondan sonra taşra da teşkilatını tamamlamış olsaydı, bu hem kendisinin devamlı bir ha yata malikiyetini ve hem de memlekete çok hayırlı bir organ olmasını sağlayacaktı. Fakat parti başında bulunanlar bu sabır ve tahammülü gösteremediler... Bu hava içinde parti kendisini bütün bir hoşnutsuzlar zümresinin mümessili vaziyetine sokmuş oldu ve hatta halk tabakala rının henüz ruhuna sinmemiş olan körpe inkılap hamlelerimizi de bu suretle tehlikeye koymuş bulundu? (Hatıralarım, $.213; benzer görüşü Y. Kadri Bey de paylaşıyor, Politikada 45 YU> s. 120) Hilmi Uran anılarında Adana ve çevresindeki seçim günlerine özgü durumu şöyle anlatıyor: 'Halk kitlesi, birçok hayali vaadlerle alda-
750 Üçüncü B ö l ü m Notları
Ulmış ve her çeşit gayr-i memnunlar, halkı, hükümet ve Halk Partisi aleyhine inanılmaz bir gayz ve ısrarla, gece gündüz ve kapı kapı do laşmak suretiyle zehirlemiştir. Bu gayr-i memnunlar arasında seci yesizliği dolayısıyla şimdiye kadar ihmal edilmiş olanlar, ahlaksızlı ğı dolayısıyla memuriyetten çıkarılanlar, bugünü bekliyormuşçasma müstehzi gülen dönekler, Ağrı'nın hesabını soracağız' diyen Kürtler, milliyetleri kabaran Araplar, belediyeden ceza gören esnaf, polis taz yikinden kurtulmak isteyen irili ufaklı her çeşit serseri, kumarbaz, es rarkeş ve kaçakçı, hatta komünizm fikri besleyenler, inkılaplara ar tık son vereceğini sanan bağnaz tabaka, kabiliyetlerine ve öfkelerinin şiddetine göre yer almış, rol almış, vazife almış bulunuyordu. Bu ka dar gayr-i mütecanis, bu kadar ayrı his ve kanaatte ve bu kadar ayrı emeller peşinde koşan zümreler, ancak karşısındaki kuvveti yıkmak için birleşebilirler. Bu halita içinde belediyeyi yıkmak isteyen, İsmet Paşa'yı yıkmak isteyen, darlık günlerini yıkmak isteyen olduğu kadar, daha geniş şekilde hükümet kuvvet ve kudretini yıkmak isteyen, hat ta devrimimizi yıkmak isteyen kimseler vardı. Daha laik olacağım, daha Cumhuriyetçi olacağım diye ortaya çıkan Fethi Bey'in kimler le ve nasıl laiklikte ve Cumhuriyetçilikte daha sola gitmekte olduğu na seçim günlerinde acı acı güldüğüm olmuştur. Hakiki bir ıstıraba samimi olarak dayanan feryatlar yok olmamakla beraber, manzara, bu ıstırabı silah olarak eline alıp ayaklanmış kara kuvvet manzarası idi... Her yerde hükümet elinde bunu böylece saptamış vakalar ve de liller vardır!' (a.g.e., s.219-220) * Serbest Parti'nin belediye seçimlerine katılmasını Gazi tavsiye etmiş değildir (A. Ağaoğlu, Hatıralar, s.49, dipnot). 302) Bu iddiayı ileri süren eski Balıkesir Belediye Başkanı Hayrettin Karandır. 15 Kasım 1930'da Meclis'te ısrarla ve kesin bir dille söyleyecektir; Balıkesir'de yeşil bayraklar, tehlil ve ilahilerle karşılandığı hakkında: Y. Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s. 118. 302a) Kafayı üşütüp 'ben Mehdiyim' diyenlerin sayısı az değildir. 303) İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.227, 229 (İsmet Paşa'nın bu paragrafı ilgilen diren izlenim, düşünce ve anıları özü korunarak özetlenmiştir), 304) özgün yazıyı aktaran, Çetin Yetkin, S.C.F. Olayı, s . 2 9 6 - 2 9 7 ; F. Rıfkı Bey'in metnine dokunmadan, metin dışı küçük bir ekleme yaptım. 305) Ya rd. Doç. Dr. Şad iman Halıcı, Yeni Türkiye Devletinin Yapılanmasında
Mahmut Esat Bozkurt, s.347~351İ 305a) İsmet Paşa bu kez Başbakanlığı kabul etmek istemedi. Gazi'nin kesin ıs rarı üzerine kabul edecektir. Gazi'nin bu konu hakkında açıklaması İçin: dipnot 282b.
* Yeni Bakanlar Kurulu: Adalet Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk, içiş leri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakam Dr. Tevfik Rüştü Aras, İktisat Üçüncü Bölüm Notlan 751
Bakanı Mustafa Şeref Özkan, Eğitim Bakanı Esat Sagay, Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Milli Savunma Bakanı Abdülhalik Renda, Bayındırlık Bakanı Zekai Apaydın, Sağlık Bakam Dr. Refik Saydam. 305b) Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, s. 114-123; M. Şeref Özkan hakkında: özcan Şabudak, Unutulmuş Bir Devletçi İktisat Vekili: Mustafa Şeref Özkan. m 1930 yılına kadar genel karakteri kapitalist-liberal olan bir iktisat siya seti izlenmişti. Birkaç devletçi girişim bu yapı, anlayış ve işleyiş içinde önemli bir yer tutmaz. Tüccarlar, özellikle sanayiciler geniş çapta teş vik edilmişti. Bu arada nüfuz suiistimali dedikodular toplumu rahatsız ediyordu. Bazı iktisadi konularda gelişmeler olmuştu ama bu yakla şımla büyük bir gelişme sağlanamamış, sonuç alınamamıştı. * "Devletçilik bir ekonomik meslek olarak doğmamıştır. Bir tarihi zaru ret olarak doğmuştur. Yapılacak şeyleri devletten başka yapabilecek olan yoktu. Yeni Türkiye, kendi yapmak veya hiçbir şey yapılmaması na boyun eğmek arasında seçmeli idi!' (F.R. Atay, Çankaya, s.452) * Celal Bayar da diyor ki: "Milletin muhtaç olduğu refahı, bazı özel gi rişimlere ve bu girişimin dayandığı sermayeye bırakmak gerekirse, en az iki yüz yıl daha bekleme dönemi geçirmekliğimiz gerekir? (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 4. c, s.1394) 305c) Dersimiilerin yakın çevreye yönelik soygun olayları sürüyordu. Üç yıl için (1929-1931) yalnız Erzincan kesimindeki tecavüz ve soygun olaylarmın sayısı 229 idi. Dersimli sanıkların sayısı 4.680'di. 35 kişiyi de öldürmüşlerdi (Dersim, J. Gen. K.lığı, s.160); Genel Müfettişlik Dersim'de 8.000-10.000 kadar silah bulunduğunun saptandığım belirtiyor (s. 175). 305d) a.g.e., s.174, 177 vd.; bütün raporların özeti şöyle: Dersimli askere git: miyor, silah toplatmıyor, vergi vermiyor, bir bölümü çapul ve soygunla geçiniyor. Beyler, ağalar, seyitler büyük sorun. * Erzincan ve civarını gezen, denetleyen Genelkurmay Başkanı Mareşal F. Çakmak da bir rapor vermiştir. O da Dersimin bir sorun olduğunu belirtmiş, askeri hareket düzenlenmesi gerektiği görüşünü açıklamıştır. Dersimden uzaklaştırılması gereken ağa, bey ve seyitlerin adlarını da yazmıştır. Başta Seyit Rıza yer almaktadır (a.g.e., s. 181-183); ayrıca: Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.383-385. f # f
p Dersimi Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Jandarma Genel Komutanı Kâzım Orbay da gezip incelemişlerdir (1931 yılının sonları); bu incelemeye Naşlt Hakkı Uluğ da katılmıştır. Naşit Hakkı diyor ki: "Şükrü Kaya Dersimde halkla ve ağalarla konuş
tu. Ağalar o yıl ki azgınlıkların sorumlusu olarak orada hazır bulun mayan Seyit Rızayı, Maydaranlının Kamer ve Hızır'ı gösteriyorlardı,. Dersim için şöyle düşünülmüştü: Dersimin kurtarılması için devlet tam tedbirler almalıdır. Aşiret sistemi ve aşiret geleneği yıkılmalıdır. Bu sistemin tehlikesi aşiretlerin silahlı olmasıdır. Dersim silâhlarını ver-
752 Üçüncü Bölüm Notlan
M I I I I I I I I I I I m •
melidir. Dersim ağaları ve seyitleri buradan çıkarılmalı, suçlular yaka lanmak, topraksız ve ağa elinde esir olan köylülere ya yerinde, veyahut nakledilecekleri verimli yerlerde toprak verilmelidir. Cumhuriyet Dersimli Türkü bu surette bağrına basmalıdır. Yeniden ağa ve reis türetmeyici tedbirler alanmalı, Dersime tekrar silah sokulmasına meydan verilmemelidir. Devlet teşkilatı kuvvetle, adalet ve kültürle Dersimde kurulmalıdır. Adliye makinesi mutlak surette seri şekilde işletilmelidir. Yollar yapılmak, dağınık köyler toplanmalı, halkın yaşamasına mü sait olmayan yerlerdeki köyler nakledilmek, mektepler açılmalı, sağlık teşkilatı kurulmalı, kazanç, ticaret ve iş imkânları oluşturulmalıdır... Velhasıl Dersim imar edilmeli ve medenileştirilmelidir." (Tunceli Mede niyete Açılıyor, s. 177-178) 306) Bu raporlar Cemil Koçak'ın iktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası adlı araştırmasında, s.511 vd. yer almaktadır. 307) Cemil Koçak bu sayıyı veriyor ama eksik olduğunu bildiriyor (s.585); Cem Emrence ise bu sayının 160'tan fazla olduğunu ileri sürüyor (Akta ran Ali Eşref Turan, Türkiye'de Yerel Seçimler, s.42). 308) Seçimlerde oy verme işlemi o zamanki usullere göre birkaç gün sürü yordu. Seçim Ekim başında başlamıştır. 309) Weiker bu sayının 31, Emrence 40, Koçak 42 olduğunu yazıyor (topluca aktaran Ali Eşref Turan, Türkiyede Yerel Seçimler, s.56). Fethi Bey seçi me girdikleri her yerde kazandıklarını fakat bu başarının türlü yollarla engellendiğini iddia ediyor. * Seçimler hakkında önemli raporlardan biri CHP Müfettişi Hilmi i Uran'ın raporudur (Hatıralarım, s.216-224); raporda Adana ve çevre siyle ilgili olarak CHP'nin ve Serbest Parti'nin yanlışları açıklanmıştır. * Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c, s.385-387. 310) Atatürk'e Saygı, Kont Chambrun'ün Gelenekler ve Anılar kitabından ç e viren Fehmi Baldaş, s.241, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1969; Kont Chambrun Atatürk için şöyle yazıyor: "Pekâlâ imparatorluk tahtına oturabilirdi. Akıllı bir insan oluşu onu bu yoldan uzaklaştırdı, ulusun babası olmayı yeğledi. Büyüklük taslamadı, kendini gösterişe kaptırma dı, tersine, filozoflara özgü bir hal aldı, bundan ötürü de itibarı her gün biraz daha arttı." (a.g.e., s.24l) 311) İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Antlaşmaları, s.391 vd. 311a) Cumhuriyet Bayramı günü Adana'da yapılan törenlerde iki yan "kah rolsun" diye bağırarak birbirine girmiş, birçok polis yaralanmış, dü zen ancak askeri birliklerin yardımıyla sağlanabilmişti (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.436-437). 312) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c , s.299. 313) Yunanistan'ın Enosis tutkusu iki ülkeyi birkaç kez savaşın eşiğine getire cektir; 1963 Noel kıyımından hemen sonra Kıbrıs'a radyo muhabiri olarak gitmiş, çok şeye tanık olmuştum. Türk Alayı doktorunun eşinin ve çocukÜçüncü Bölüm Notları 753
larının banyo tavanına fışkırmış kanları daha tazeydi. Küçük çocuklardan birinin patikleri küvetin yanında yerde duruyordu. Küvetin konumundan, Rumların içeri girip görerek ateş ettikleri anlaşılıyordu. Çankaya Kulübü nün duvarlan büyük çaplı silahlarla delik deşik edilmişti. Türk Alayının çıkış kapışma yalan bir un fabrikası vardı. Çatışma çıkınca Rumlar tara fından tutulmuş. Çevreye ateş yağdırıyorlar. Alay dışarı çıkıp Türklerin yardımına koşabümek için önce bu un fabrikasmdaki katilleri susturmak zorunda kalıyor. Alay Komutanı Kur. Alb. Hasan Sağlam'dı. Ayrıntıları ondan dinlemiştik. Bazı ev grupları yakılmıştı. Yanmış evlerin, ellerine si lah verilmiş Rum çocukların fotoğrafları bende duruyor. 1930-1955 arasındaki içten dosüuğu yaşatmak bir daha mümkün olmadı. 314) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c , s.301-303. 314a) 1. İnönü, Hatıralar, 2. c , s.227; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c , s.274275. * Gazi'nin Serbest Parti hakkındaki düşünceleri, oldukça açık ola rak, seçimlerin yenilenmesi için yazdığı yazıda yer almaktadır. Fethi Bey'in ölçüsüz ve değerbilmez eleştirilerine karşı toptan ve nazik bir yanıttır. Diyor ki: "Son aylarda CHP'nin memleketteki, TBMM'ndeki
ve hükümetteki idari ve siyasi faaliyeti aleyhinde bir hava yaratılma ya çalışıldığı malumdur. Asırlarca ihmal edilmiş bir memlekette ve millet hayatında birçok eksiklikler ve ihtiyaçlar olması tabiidir. Bun dan başka milleti kurtarıcı esaslı bir siyasetin tatbikatından mem nun olmayacak kimselerin de bulunacağı şüphesizdir. Yüksek esas ları görmeyerek veya görmek istemeyerek, milletin bütün düşün celeri ve duyguları karıştırılmaya ve yamltılmaya çalışılmıştır. Bunun için yer yer kullanılmış olan vasıtalar ve vesileler dikkat çekici ve uyarıcıdır'.' (3 Mart 1931, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s. 106) Anlayana!
* Tarih /VGazi tarafından okunduktan sonra yayımlanmıştır. Tarih IV, s.l99-200'de Serbest Parti olayı yukarki anlayışla anlatılıyor. Kısa bir alıntı: "[Serbest Partinin kurulması üzerine] memlekette baş kaldır
maya takat bulamayarak ötede beride sinmiş olan gerici unsurlar, Halk Partisi'ni devirmeyi maksatlarının birinci kademesi sayarak meydana atıldılar. Yeni bir partinin kurulmasını ve bir kısım aydınların ona gi rişini devrim hayatında ayrılık belirtisi sanarak her yerde nifak tohu mu saçmaya koyuldular. CHP'nin kaldırdığı tarikatlar, şeyhleri ve dervişleriyle yeniden canlandılar. Yeni parti siperi arkasında gizli gericilik faaliyeti başladı. Bu faaliyetler... Kubilay olayına kadar vardı." Yakın tarihimizle ilgili ders kitaplarında da olay Atatürk'ün özet lediği gibi, bu çerçeve İçinde anlatılmaktadır. CHP Üçüncü Büyük Kongresinde açıklanan Başkanlık bildirisinde de Serbest Parti olayı bu yaklaşımla anılıyor (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s. 140 -141). 754 Üçüncü Bölüm Notları
314b) Bu paragraf için kaynaklar: İsmet İnönü, Hatıralar, 2. c, s.229; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.441, 444; Fethi Okyar'ın Anı ları, s.157 (bilgiler birleştirilmiş ve Özetlenmiştir). 314c) Uluğ İğdemir, Cumhuriyetin SO. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.5. * Bu görüş, adı üzerinde bir tez, bir iddia, bir faraziyedir. Birçok Türk tarihçisi ve bazı yabancı bilim adamları tarafından desteklenir. Yeni devlet bu tez ile Anadolu'nun geçmiş tarihine de sahip çıkmaktadır. Tezin özü bu noktadır (Tarih tezi hakkında: Prof.Dr. Şerafettin Tu ran, Türk Devrim Tarihi, c. 3/2, s.93-97). * 1931 yılının başında, bu kitabın giriş bölümü, Leon Cahun adlı bilim adamının verdiği bir konferansın metni eklenerek Türk Tarihinin Ana Hatları-Methal Kısmı adıyla 30.000 adet basıldı (Maarif Bakanlığı, İs tanbul Devlet Matbaası, 1931); bu kitap Tarih Tezi'nin geniş özeti ve 'Hıristiyanlık taassubu ile Türkler aleyhinde yazılmış tarih kitaplarına', ayrıca Anadolu üzerindeki emellere de bir yanıt niteliğindedir. Methal kitabı bütün okullara, öğretmenlere, üniversiteye, yazarlara, basına dağıtıldı. Özellikle gençlere coşku verdi, özgüven aşıladı. 314d) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.438-439. 315) Başlıca şikâyetleri: Partisine oy verenlerin mürteci, komünist olduğu nun söylenmesi, seçmenlerin oy vermelerinin engellendiği, sahte imza lar ile oyların saptırıldığı, oyların sayım ve dökümünün doğru yapılma dığı, Antalya'da seçmenlerin dövüldüğü, muhalif gazete okuma yasağı nın uygulandığı, göçebelere zorla oy kullandırıldığı vb... [Türk Parla mento Tarihi, 1927'-1931,1. c, s.340) Ht CHP'nin başlıca şikâyetleri: Yöneticilere, polise ve jandarmalara hü cum edildiği, CHP adaylarına adaylıktan caydırmak için rüşvet öneril diği, dincilerin kapı kapı dolaşıp Allah bizimle' diye propaganda yap maları, şekeri beş kuruşa indireceklerini söylemeleri, 'şapka kalkacak, fes giyilecek, sarık gelecek, yeni yazı kalkacak' diye propaganda yapıl dığı, Fethi Bey'in Balıkesir'de Kadınlar Şeyhi'nin tekke olarak kullanageldiği evinde misafir kaldığı, Adana'da Arap asülı yurttaşlara 'İsmet Paşa'nın hepsini keseceğinin' söylendiği, Gazi'nin propagandaya alet edildiği, Serbest Parti'nin Gazi tarafından CHP'nin yerini alsın diye kurulduğunun söylendiği, Fethi Bey'in yerel örgütlerden aldığı her ha bere inandığı vb... (a.g.e., s.353 vd.) 316) Serbest Parti seçime sadece 101 yerde girmişti. Seçim sonuçlarından şikâyetçi olmadıkları yerler de vardı. Katılmadığı yerlerdeki seçimlerin
de yenilenmesini istemesi tepkiyle karşılandı. Bu isteği 'memleketi alt üst etmeyi' istemek olarak görülüp tepki gösterildi.
* Seçime girdiği her yerde seçimi kazansa, bu ancak beşte bir oranında bir başarı olurdu. Kazandıkları birçok seçimi Danıştay iptal edecektir.
Üçüncü Bölüm Notlan 7 5 5
Görüşmenin geniş özeti için: Türk Parlamento Tarihi, 1927-1931, s.353403. * Konuşan milletvekilleri: Vasıf Çınar, Hayrettin Karan, Zamir Arıkoğlu, Rasih Kaplan, Ali Çetinkaya, Refik Koraltan, Hilmi Uran, Ethem Bey. Bazıları iki kez söz aldılar. * Maurice Duverger Siyasi Partiler kitabında diyor ki: "Serbest Parti, rejimin bütün düşmanlarının, özellikle laiklik aleyhtarlarının ve din ci mutaassıpların birleşme yeri haline gelmiş(tir)" (ş.361) * Hiç kimse Fethi Bey'e ve yanında yer alan milletvekillerine toptan ir tica yanlısı, laiklik karşıtı dememiştir (Nakiyettin Bey hariç). Yerel kadroların tutumundan, Fethi Bey'in gerekli tavrı almadığından, ger çeği araştırmadığından, yani ünlü tembelliğinden, kayıtsızlığından şikâyet edilmiştir. 318) Elbette gayr-i memnunlar, haklı muhalifler, iktidar karşıtları, şikâyetçi ler vardı. Muhalifler içinde bağnazlar, softalar, tekkeciler, medreseciler, saltanatçılar, halifeciler, Osmanlıcılar, Batı illerine sürülen isyancıların yakınları da önemli bir yer tutuyordu. Bir muhalif parti kurulunca irtica koalisyonunun, hareketsiz ve sessiz kalacağını düşünmek akla ve gerçe ğe aykırı olur. Elbette harekete geçeceklerdi. Geçtikleri anlaşılıyor. Ama bizim bazı bilim adamlarımız, araştırmacılarımız bu olguyu görmezden gelerek, Gazi'nin ve CHP'nin şikâyetlerini ve kaygılarını dikkate almı yorlar. 'Serbest Parti gerici değildi' diyorlar. Doğru, Serbest Parti Başka nı ve üst yönetimi elbette gerici değillerdi. Ama tabanının büyük bölü münü irtica koalisyonu oluşturuyordu. Fethi Bey'in partiyi kapatması nın nedeni Gazi ile karşı karşıya gelmesi olasılığıdır. Serbest Parti neden Gazi ile karşı karşıya gelecekti? Bunun apaçık nedeni, Gazi'nin sözleriy le 'beliren anarşi ve gerilik isHdatiarı'dır. 317)
g
"
|.
Serbest Parti'nin kendini kapatmasının nedeni olarak, Halk Partisinin iktidardan düşeceğinden korkarak haksız yere Serbest Parti'yi gerici likle suçlaması, Gaziyi de bu yönde etkilemesi diye göstermek, gerçeğe hizmet etmek değildir. Serbest Parti tabanının özelliğini, bundan du yulan kaygıyı dikkate almadan Serbest Parti olayım doğru çözümlemek imkânsızdır. 319) Fethi Okyar'm Anıları, s. 159-162.
* Fesih bildirimi şöyle (biraz sadeleştirilmiştir):
"Beliren son duruma göre Partimiz, Büyük Gazi Hazretlerine kar şı, siyasi sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Partimiz doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizden her iki partiye karşı eşit yardım ve mu amele göreceği güvencesi almıştı. Esasen başka türlü siyasi bir teşek küle vücut vermek sorumluluğunu almayı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emr-i vaki şeklinde gerçekleşen son vaziyet kar-
756 Üçüncü Bölüm Notları
sumda bizce başarılması imkânsız olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından, partimizin feshine ve keyfiyetin bütün teşkilata ve İçişleri Bakanlığına bildirilmesine karar verilmiştir. 16, 11.1930" Mehmet Emin Yurdakul ve Süreyya İlmen İstanbul'da oldukları için kararda imzaları yok. öteki milletvekillerinin hepsi imzalamışlar. * O tarihte özel Kalem Müdürü olan Hasan Rıza Soyak, Fethi Bey'in 'esaslı çalışma, tahammül ve feragat isteyen güç bir görevden kaçtığı' kanısındadır (Atatürk'ten Hatıralar, 2. c , s.445). 319a) Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.93'te Sokollarla ilgili genişçe bügi var. * Bir sosyolog olan yazar Necmettin Sadak Akşam gazetesinde 1925 yılında şöyle yazmıştı: "Türk Ocakları yaşamak ve faydalı olmak için kalk ocakları haline inkılap etmeli ve bulundukları yerlerde mun tazam dersler ve konferanslar vermek suretiyle halkı aydınlatmak, Cumhuriyeti güçlendirmek görevini üstlenmelidir? (Atatürk Devri Fi kir Hayatı, 2. c, s.609) * Çekoslovakya'daki Sokol cemiyetinden ilk söz eden Mehmet Emin Erişirgil'dir. Hayat dergisinin 14 Nisan 1927 günlü sayısında, 'Türk Ocaklarının eğitim konusunda Çekoslovakya'daki Sokol Cemiyetine benzer faaliyet içinde bulunmasını' taviye etmiştir (Aktaran Füsun Üstel, Türk Ocakları, s.228). 320) Bu geziye Eğitim Bakanlığı adına Hasan Âli Yücel katılmıştır. Ayrıca: Fa lih Rıfkı Atay, Dr. Reşit Galip, Ruşen Eşref Ünaydın, Kılıç Ali, Salih Bozok, Recep Zühtü, Cevat Abbas Gürer, Memduh Şevket Esendal, Ahmet Hamdi Başar, özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak, Başyaver Rüsuhi, İsmail Hakkı Tekçe, yaverler, tutanak kâtipleri. * Bu geziyle ügili olarak çoğunlukla Ahmet Hamdi Başar'ın Atatürk'le Üç Ay adlı anı-kitabı dikkate alınmaktadır. Kitap söz konusu geziden 14 yıl sonra yazılıp basılmıştır (1945). Yazar not almadığı için önemli yanlışlar yapmakta, ister istemez gerçek dışı bilgiler vermektedir. Me sela Halkevlerinden söz ediyor (s.47, 48). Bu tarihte Halkevleri yok tur. "Artık Partiyi birtakım eseslara bağlamak lazım geliyordu" diyor ve yolculuk sırasında CHP'nin ilkelerinin saptandığım iddia ediyor, saptanan ve tanımlanan ilkeleri sayıyor: cumhuriyetçüik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik, inkılapçılık (s.42-44). Bu ilkelerden dördü 1927 kurultayında saptanmıştır. Son ikisi, devletçilik ve inkılapçılık ise 1931 kurultayında saptanacaktır. Ona daha beş ay var. Anı-kitap işte böyle, daha çok Ahmet Hamdi Başar'ın düşünceleriy le ilgili. Bu kitaptan ihtiyatla yararlanılmasını tavsiye ederim. Hasan Âli Yücel ile ilgili anekdot ilk kez bu kitapta yer almıştır: Gazi sıfırı tanımlamasını söyler. Ne söylese yeterli bulmaz. Hasan Âli Yücel so nunda ince bir nükte ile yanıt verir: "Sizin solunuzda ben" (s.31).
Üçüncü Bölüm Nottan 757
I Bu gezi hakkında raporlar hazırlanıp Başbakanlığa ve ilgili yerlere ve rilmiştir. Temel belgeler bunlardır. Raporları Gürbüz Tüfekçi yayımla mıştır: Atatürk Seyahat Notları, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998 (Bu raporlar Atatürk'ün Bütün Eserlerinin 24. ve 25. ciltlerinde de var). * Kırklareli'nde halkla, Edirne'de okullarda yaptığı konuşmalar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c, s.377 vd. 320a) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.449. 321) BUsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 1. c, s.125-127. 321a) Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Ali oğlu Hasan. 322) Olayı izleyen kalabalığın üçte ikisinin üzerinde tabanca bulunmuştur (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.363). * Şehit Kubilay 1906 Kozan doğumludur. İlkokul öğretmeniyken askejjjre alınmıştır. Yedide adında bir eşi, Vedat Aktuğ adında 2,5 yaşında bir oğlu vardı. Annesi Zeynep Hanım da sağdı. * Fransızlar, Gazi'nin ve ismet Paşa nın Serbest Parti'yi ezmek için bu olayı düzenledikleri' hakkında propaganda yaparlar (F. Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.335-336). Oysa Menemen olayı Serbest Partinin kapanmasından 8 hafta sonradır. Bazı günümüz yazarları bu şaşkın Fransız propagandasını benimsiyorlar. Hitchcock bile böyle bir olay düzenleyemez. Yalan, yakıştırma, uydurma ne bitmez tükenmez bir hazine bunlar için. 322a) Kâzım-Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, s.47-48. $ Yunus Nadi'nin oğlu Nadir Nadi'nin önerisi üzerine Menemen'de Cumhuriyet şehitleri için kışlanın arkasındaki Ay-yüdız Tepe'ye bir anıt dikilmiştir. Anıt halktan toplanan paralarla yapılmış, 24 Aralık 1934'te büyük bir törenle açılmıştır. Sayın Şerafettin Turan "Kubilay adı laik Cumhuriyet için bir simge oluşturmuştur" diyor (Türk Dev rim Tarihi, c. 3/1, s.314).
* Anıtta kabartma harflerle şöyle yazılıdır: İnandılar, dövüştüler, öldüler Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz 322b) Ankara'da 7 Ocakta Gazi'nin başkanlığında Menemen'le ilgili bir top lantı daha yapılmıştır. 322c) Anıyı aktaran, M. Kemal Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, s.280; M. ^ Kemal Palaoğlu soruyor: "Ya bugünün Hasan lan?" 323) 3 Ocakta Ankara, İzmir ve Manisa'da Kubilay'ı anma toplantıları yapıldı. 10 Ocakta Ankara'da hukuk öğrencüeri Kubilay mitingi yaptılar. Basında konu uzun süre yer aldı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde 30.12.1930'da yayımlanan bir yazıda 'Derviş Mehmet'in Asi EthenVin adamlarından olduğunun tespit edildiği yer alıyor (aktaran Kemal üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, s.48). 758 Üçüncü Bölüm Nottan
324) 1931 yılı: • Bu yılki büyüme hızı % 8. • Altın rezervi 6 ton 127 kiloya çıkar, T.C. Merkez Bankası'na hazırlık. • Nâzım Hikmet'in Sesini Kaybeden Şehir adlı şiir kitabı yayımlanır. • Bu yılın başlıca romanları: Çıkrıklar Durunca (Sadri Ertem), FatihHarbiye (Peyami Safa). • Musahipzade Celal'in Mum Söndü adlı oyunu oynanır.
• Naşide Saffet Hanım Türkiye güzeli seçilir. • İlk sesli Türk filmi İstanbul Sokaklarında (Yönetmen: Muhsin Ertuğ rul) gösterime girer. • Afyon Müzesi açılır. • Balkan şampiyonasında Türk adetleri 4x100'de Balkan şampiyonu olur lar (Hakkı Süslüay, E. Aziz Göknü, Semih Türkdoğan, M. Ali Aybar). • İlk kadın operatör: Dr. Suat Hanım. • Yeni Milli Savunma Bakanlığı binasının hizmete girişi, mimar Holzmeister. • Ankara'da Balkan Birliği Derneği'nin kuruluşu. • Malatya-Gölbaşı demiryolu işletmeye açılır. • 2. Sanayi Sergisi'nin açılışı, 10 Nisan 1931. • Ankara'da 3. Yerli Mallar Sergisinin açılışı, 11 Ağustos 1931. • Irmak-Çankırı demiryolunun işletmeye açılışı. • Tekel Genel Müdürlüğü'nün kurulması, 1 Haziran 1931. |C • Mudanya-Bursa demiryolu mil Üleş tir ili r, Ağustos 1948'de kapatıla cak, 1953'te raylar sökülecektir. • Yüksek Sağlık Şûrası'nın ilk kez toplanması, 15 Temmuz 1931. • IV. Milli Tıp Kongresinin başlaması, 22 Eylül 1931. 4 İzmir iline bağlı köylerde 39 tarım kredi kooperatifi kurulmuştur. • Kocatepe ve Adatepe muhriplerine sancak çekme töreni, 18 Ekim 1931. • Bursa'da Gazi heykelinin açılışı, 29 Ekim 1931. • Sakarya ve Dumlupınar denizaltı gemilerinin donanmaya katılması ve sancek çekme töreni, 6 Kasım 1931. • Gazi'nin Kurtdereli Mehmet Pehlivan'a övgü mektubu, 12 Kasım
• • • •
1931. . Kara Vasıf Bey'in bir tren kazası sonucu ölümü, 9 Aralık 1931. Romancı Mehmet Rauf'un ölümü, 23 Aralık 1931. Ziraat Bakanlığına Muhlis Ete'nin atanması, 31 Aralık 1931. Gümrük ve Tekel Bakanlığına Ali Rana Tarhan'ın atanması, 31 Aralık 1931. Üçüncü Bölüm Notları 759
Gazi İstanbul'dayken valiliği, belediyeyi, Halk Partisi'ni, Türk Ocağını, Kolordu Komutanlığını, üniversiteyi, Harp Akademisi'ni, Harbiye'yi, Galatasaray Lisesi'ni, Mülkiye'yi ziyaret eder. 326) Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabından: Atatürk'ün yazdırdığı parça lardan bazıları. 327) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.364; Prof.Dr. Şerafettin Tu ran, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.313-314. * Şeyh Esat Efendi'nin cezası yaşı dolayısıyla hapse dönüştürülmüş, Esat Efendi mahkeme sona ermeden hastalıktan hastanede ölmüştür. * İkinci derecede suçlu görülenlerin yargılanması da 8 Marta kadar so nuçlanır. Birçok sanık çeşitli cezalara çarptırılır. * Ağır hapis mahkûmları Ankara hapishanesine gönderilir. 328) Ali Conker babasımn şöyle demiş olduğunu aktarmıştı: "Kendimizipar ticiliğe kaptırdık, şaşırdık, Gazi'ye haksızlık ettik. Bu cezayı hakketmiştim? Nuri Conker'e 1931 seçimlerinde aday listesinde yer verilmedi. 1932 Haziranında Gaziantep'ten seçilecektir. 329) Gazi İzmir Türk Ocağı'ndaki toplantıdan sonra Türk Ocaklılarla sohbet ederken diyor ki: "Çocuklar, tek olarak ya da küçük-büyük gruplar halin de köy köy dolaşıp köylülerimizi devrimlerimiz hakkında aydınlatmak ge reğini duymuyorsunuz. Bakın, iki-üç gerici yobaz neler başarabiliyor? İçlerinden biri "Paşam, ödeneğimiz yok ki" diyor. Gazi parlıyor: "Köyleri dolaşmak için ödeneğiniz mi yokmuş? Bu ödeneğin nereden na sıl sağlanabileceğini Menemen gericilerinden, Laz İbrahim Hocadan, Nalıncı Hasandan, manifaturacı Osman'dan, Sütçü Mehmet'ten öğre nin efendiler!" (Vali Fazlı Güleç'ten aktaran Cemalettin Saraçoğlu, K. Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, s.88-89; olayın özeti: Atatürk'ün Bü tün Eserleri, 25. c, s.80) * CHP İzmir il kongresinde diyor ki: "...bütün bu noksanlar yüzyılların biriktirdiği noksanlardır. Bu nesil hatta bundan sonraki nesiller çok yıllar çalışarak bu noksanları tela fi edebileceklerdir? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.67, 27 Ocak 325)
i
9
s
ı
) '
'
'
'
f
* Malatya'da demiryolları için şöyle der:
'' S§ :
i
^
I
"Vatanın bütün bölgeleri çelik raylarla birbirine bağlanacaktır. Bü tün vatan bir demir kütle haline gelecektir. Demiryolları memleke tin toptan, tüfekten daha mühim bir güvenlik silahıdır. Demiryolla rı Türk milletinin refah ve medeniyet yollarıdır? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s.91-92,13 Şubat 1931) * Konya'da Orduevindeki baloda da şöyle der: "Arkadaşlar, bütün tarih bize gösteriyor ki milletler yüksek hedeflere ulaşmak istedikleri zaman bu atılımları karşısında üniformalı ço760 Üçüncü Bölü m N o t l a n
cuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu genelliği içinde yüksek bir istisna, bizim tarihimizde görülür. Bilirsiniz ki Türk milleti ne vakit yüksel mek için adım atmak istemişse, bu adımların önünde daima Önder olarak, daima yüksek miilli ideali gerçekleştiren hareketlerin öncüsü olarak kendi kahraman çocuklarından meydana gelen ordusunu gör müştür? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.100, 21 Şubat 1931) 329a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.107. * 2010 yılındaki bir siyasi tartışmada, bu yazıdan söz edilerek, yazıda adı geçen Alaaddin Camisi, Karatay Medresesi gibi tarihi eserlerin ba kımında İsmet Paşa yönetiminin ihmal gösterdiği ima edildi. Bunla rın bakımsızlığının nedeni, Cumhuriyetin değil, yazıda belirtildiği gibi yüzyılların ihmali idi. Türkiye antik ve tarihi eserlerle doluydu. Hükü met küçücük bütçesi ile hangi birine yetişecekti? Cumhuriyet yönetimi Sakarya'dan Ege'ye kadar sessiz sedasız binlerce cami yaptırdı. Asıl bu büyük hizmeti saygıyla hatırlamak haktanırlık gereği değil midir? 329b) Sonuçlar burjuva yaratma hevesini söndürdü (Yahya S. Tezel, Cumhuri yet Döneminin İktisadi Tarihi, s.207). 330) f Irkçılığı sürdürmesi, Hamdullah Suphi Bey'in faşist İtalya'yı, Mussolini'yi övmesi, italya lehine yazılar yazması, faşist İtalyan gençlik örgütüne özenilerek gençlere askeri eğitim yaptırılması... (Aktaran: M. Tuncay, TC'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, s.295-299) * Türk Ocağı devrimlere karşı çıkıyor, Türk birliğini sağlamak için ge rekirse (Sovyetler'le olsa gerek) savaşmayı öneriyor, ırka dayalı bir milliyetçilik anlayışını, dine dayalı bir kültür anlayışım savunuyor... (Aktaran: Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.88-89) * Füsun Üstelin Türk Ocakları adlı araştırmasına bakılırsa Türk Ocağrnın kayda değer bir kusuru yok. Bu gibi eleştirilerin nedeni, CHP'nin Türk Ocağı'm kendine bağımlı kılma isteğinin bir sonucu imiş (s.403). 331) 1927 büyük kongresinde tüzüğe eklenen 40. madde ile Türk Ocağı, benze ri dernekler gibi dolaylı denetim altına alınmaya çalışılmıştı. Madde şöy ledir: "Siyasi, idari, toplumsal, iktisadi, kültüre ait ve bunlara benzer bü tün teşekküllerin idare heyetlerine gireceklerin adaylıkları Parti müfettiş likleri tarafından tasvip olunduktan sonra ilan olunur? (Atatürk'ün Bü tün Eserleri, 22. c, s.27) Bundan söz eden yazarlar bu dönemin Takrir-i Sükûn dönemi olduğunu belirtmiyorlar. 4 Mart 1929'da Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlükten kaldırıldıktan sonra bu maddenin pratik bir değeri kalmamıştır. Paraca destek için: Füsun Üstel, Türk Ocakları, s/232. 332) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.108.
* Türk Ocağı hakkında bazı eserlerde Muallimler Birliği, Basın Cemi yeti, Milli Türk Talebe Birliği gibi derneklerin de kendilerini feshet tikleri, CHP'ye katıldıkları yazılıyor. Bu doğru değildir. Bu dernekle ri,.;;.,.,..;.
w ; ; l ; ; . . . xı
333)
334)
re 1932'den sonra Gazi'nin yolladığı mesajlar için Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.147, 155, 315, 327, 366, 403, 4 2 9 a bakınız. Yıldönümünde kimsenin gelmediği doğrudur (Eski Türk Ocağı üyesi Yalçın Orkun'dan aktaran: Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.90). Ama bu görüşmede söz konusu edildiğini sanmıyorum. Sahneyi ayrıntıya boğmamak, uzatmamak, Türk Ocağı'mn ömrünü bitirdiğini de belirt mek için sahne sonunu ben böyle kurguladım. Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.477-478. • Hamdullah Suphi Bey Bükreş'e elçi olarak atandı. * Demokrat Parti 1951'de bir kanunla Halkevlerini kapatmıştır. Bu ka nunun komisyonda görüşülmesi sırasında eski Türk Ocağı Genel Baş kam, yeni Demokrat Parti milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver söz alarak, 'Türk Ocağı'mn zorla kapatıldığını, mallarının gasp edildiğini' söyleyecektir. Aynı anlamda daha uzun bir konuşmayı da kanun ge nel kurulda görüşülürken yapacak, ayrıca Halkevlerinin kapatılmasını destekleyecektir. Aradan tam 20 yıl geçmiş, gerçekleri bilenlerin sayısı azalmıştır. İsmet İnönü 4 Ağustos 1951'de, gerçekleri açıklar: "Atatürk Türk Ocakları liderlerini topluyor. Ocakfaaliyetleri üzerinde saatlerce müzakere cereyan ediyor. Neticede Atatürk ile Türk Ocakları liderleri, ocakların faaliyetine son verilmesine karar veriyorlar. Halbu ki bu muamele komisyon müzakerelerinde cebir ile (zorla) mal iktisabı (gasb) şeklinde tasvir olunmuştur. Elimizdeki kanun teklifinin gerekçesinde de Türk Ocaklarının devri işi, bir gasp muamelesine örnek olarak zikredilmiştir. Cebir ile mal gasbı suretiyle Atatürk'e tevcih edilen ifti rayı red ediyoruz!' (Ali Nejat ölçen, Halkevleri, s. 13) Gerçek budur. Kurultayda fesih ve devir önerisini Hamdullah Suphi Bey'in kendi okumuştur, öneri, kurulan özel kurulca uygun görül müştür. Karar, Hamdullah Suphi Bey de dahil, kurultay üyelerinin oybirliği ile kabul edilmiştir.
Bu da sevgili memleketimizden bir başka insan manzarası! (H. Suphi Bey'in aradan zaman geçince olayları değiştirerek, uydurarak anlattı ğı hakkında önemli bir örnek için: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.531-534) # Halkevlerinin kapatılması kültürümüze, birliğimize, eğitime, sanata vurulmuş en insafsız, en vahşi darbedir. Bir vandalizmdir. Bu konuya yeniden döneceğim. 334a) Heyetin adı Ekim 1935'te Türk Tarih Kurumu'na (TTK) çevrilmiştir. 335) 36)
Şimdiden bu adı kulllanacağım. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c>, s.21-58; gezi sırasında Başbakanlığa yollanan telgrafların kopyaları da rapora eklenmiştir. Gazi'nin ikinci seçmenlere ve millete bildirileri ile tam aday listesi için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s. 116-124.
62 Üçüncü Bölüm Notları
* CHP yönetimi sınıf mücadelelerine yol açılmamasına çok dikkat edi yordu. Toplumu bu nedenle ayrı ayrı sınıflardan kurulu olarak değil, iş bölümü esasına göre muhtelif çalışanlara ayrılmış bir topluluk ola rak tanımlıyordu. O tarihte ciddi anlamda ne büyük burjuva, ne orta burjuva, ne kaydadeğer bir işçi sınıfı vardı. Ama giderek sınıflar beliriyordu ve belirecekti. O dönem için geçerli sayılabilecek olan bu an layış giderek geçerliğini yitirecektir. * Ahmet Ağaoğlu, Nakiyettin Bey, Süreyya İlmen, Nuri Conker, Mehmet Emin Yurdakul aday gösterilmemişlerdir. Nakiyettin Bey, Nuri Conker, M. Emin Yurdakul 1932'de yapılan ara seçimlerde yeniden milletvekili seçileceklerdir (Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935,1. c, s.45-46). * Fethi Bey aday olmak istemedi. İstanbul'a yerleşti. 1934 yılında Londra'ya Büyükelçi olarak atanacaktır. * Bağımsız adaylar için aday listelerinde açık bırakılan iller (sayı olma yan yerlerde açık yer sayısı l'dir): Adana, Afyon, Aksaray, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Burdur, Bursa, İstanbul (4 aday yeri açık), İz mir (2 aday yeri açık), İsparta, Kastamonu, Kayseri (2 aday yeri açık), Kocaeli (2 aday yeri açık), Konya, Kütahya (2 aday yeri açık), Manisa, Niğde, Samsun (2 aday yeri açık), Sinop, Tekirdağ (toplam 30 bağım sız aday için açık yer ayrılmış). Kâzım Karabekir Paşa, Refet Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Arif Oruç, Fe ridun Fikri Düşünsel de bağımsız olarak adaylıklarını koyarlar ama seçilemezler. Halk açık olan yerlerin 30'u için değil, 20'si için oy kul lanmış, iki mületvekilinin milletvekilliği iptal edilmiş, Meclise 18 ba ğımsız milletvekili girmiştir. Bunların en ünlüleri, İttihat ve Terakki döneminin Dışişleri Bakanı ve Meclis Başkanı olan Halil Menteşe'dir (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.472; K. Karabekir, Günlükler, 2. c, s.1038; Türk Parlamento Tarihi, 1931-103S, 1. c, s.23-29); 10 bağımsız milletvekili dönem içinde CHP'ye katılacaktır (a.g.e., s.43). Gazi diyor ki: "Yaptığını bilen ve hizmet yolunda tedbirlerine ina nan idealistler olarak kendimizi eleştiriye açmayı gerekli görüyoruz? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s. 117, Seçmenlere Büdiri'den) Gazi Serbest Parti'yle birlikte başaramadığı Meclis içi denetim ihti yacını bu yolla çözmeye çalışmıştı. Partinin koalisyon niteliği daha da belirginleşmişti. 1930'dan sonraki dönem, 1926-1929 Takrir-i Sükûn dönemine oranla elbette iyice özgür, yumuşak ve rahattır. Derviş Mehmet ve arkadaş larının canavarlığından gericiler de utanır, sessizliğe gömülürler. Re jim faşizm ve nasyonal sosyalizmden etkilenmez. Basında bazı ser pintilerine rastlanır, o kadar. Aykırı iddiaların yakıştırma olduğunu göreceğiz. İtalya ve Almanya'daki gibi militan gençlik örgütleri kuÜçüncü Bölüm Notları 763
rulmamıştır. Parti karşıtlarını hapse atma, çalışma hakkı tanımama gibi faşist işlemler söz konusu değildir. * Demokrasiye giden yol kapatılmamış, demokrasi hiçbir zaman kötülenmemiş, aksine her zaman övülmüştür. Mimar Holzmeister bu günkü Meclis binasını, kendisine verilen talimata göre, çok partili bir parlamento hayatına göre planlamıştır. * Prof.Dr. Sina Aksin, Türkiye ile Avrupa ülkelerini demokrasi bakımın dan karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırmadan yararlanarak son dipnotta Atatürk dönemini değerlendirmeye çalışacağım: Dipnot no: 513. * Her şey, "Kemalizm tek parti rejiminin ideolojisidir" diyen tarih bil mezleri sürekli yalanlıyor! Bu iddiada bulunanların biri bile tarihçi
değil.
336a) Bazı yeni milletvekilleri: Aka Gündüz, Adnan Menderes, Dr. Rasim Ferit Talay, Halil Ethem Eldem, Salah Cimcoz, Halil Menteşe, Kâzım İnanç, Muhittin Akyüz, Naşit Hakkı Uluğ, Hasan Reşit Tankut, Ali Canip Yön tem, Vasfi Raşit Seviğ, Sadri Maksudi Arsal. 337) Köylü milletvekilleri her zamanki kıyafetieriyle gelmişlerdi. Bu hali bil gisizlik sanıp uyaranlar oldu. Köylü milletvekilleri oralı bile olmadılar. Çünkü kendilerinden her zamanki gibi giyinmeleri istenmişti. Yalnız tö ren günlerinde öteki milletvekilleri gibi giyineceklerdi (Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.441 vd.). * Milletvekilleri arasında 139 hukukçu, 43 doktor, 39 belediyeci, 23 ga zeteci ve yazar, 96 eğitimci ve öğretmen, 70 emekli subay, 48 tüccar ve iş adamı, 33 çiftçi, 27 ziraatçi, 14 üniversite öğretim üyesi bulunmak tadır. İşçi sayısı 5 diye veriliyor. Ama işçi sayılması gereken bazı kimse ler başka başlıklar altında toplanmışlar, mesela mürettipler gibi. Mat baa ustasını matbaaacı başlığı altında vermişler. 20 madenci görünü yor. Madenci işçi mi, mühendis mi, maden sahibi mi? Belli değil. 338) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s. 128. 339) Başbakan İsmet Paşa, Adalet Yusuf Kemal Tengirşenk, Milli Savunma Zekâi Apaydın, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfik Rüştü Aras, Ma liye Abdülhalik Renda, Eğitim Esat Sagay, Bayındırlık Hilmi Uran, İktisat Mustafa Şeref Özkan, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Refik Saydam. 339a) Çiftliğe yakın, söğüt ağaçlarının çevrelediği küçük bir çayırlık vardı. Oraya köy işi küçük bir kulübe yaptırmıştı. Zaman zaman buraya kaçıp kafasını dinliyordu.
# Gazi'nin bir başka dinlenme yöntemi daha vardı. Yakın arkadaşları ile toplanmak, saz heyeti eşliğinde sesi güzel şarkıcıları dinlemek. Böyle dinlenme, eğlenme akşamlarında Gazi de türkü, şarkı hatta gazel söy lerdi. Burhanettin ökte Gazi'nin Harpokulu öğrencisiyken Griftzen Asım Bey'den musiki dersleri aldığını yazıyor, f 340) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25, c , s.136-146; CHS. Üçüncü Büyük Kong re Zabıtları, parti yayını, İstanbul, Devlet Matbaası, 1931. 764 Üçüncü Bölüm Notları
* Gazi açış konuşmasında üyeleri eleştiri yapmaya teşvik ediyor: "..arka
daşların kayıtsız ve şartsız konuşmaları, eleştiriyi icap eden nok talar görüldükçe müsamahalı davranmamaları lüzumu tabiidir?
341)
342)
343) 344)
345) 345a)
[Bu özgürlük anlayışı bugünkü partilerde var mı, yok mu, karar sizin!] * Serbest Fırka olayı şöyle özedeniyor: "...Partimiz, bir ay içinde, zorla aleyhinde ihtilal yapılmış düşman muamelesiyle karşılaştı... Olumsuz ve mürteci fikirli unsurların alenen devrim aleyhinde vaziyet almala rına sebebiyet verdi... Ahval böyle açık ve ciddi bir safhaya girince kar şı parti reisleri partilerini feshetmişlerdir... Muhalif Partinin kendini kapatması kararında Partimizin ve Genel Başkanının veya vekilinin hiçbir arzusu etkili olmamıştır. Tersine böyle bir kararı biz kendi anla yışımıza göre asla desteklemedik" (Tam metin için, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.140-141) Bu metnin Gazi'nin görüşlerini yansıttığını belirtmeye gerek yok. Programın tam metni: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.152-158. Programın İkinci Kısım l/B maddesi: "Parti, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas ve münasebetlerde bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir ahenkte yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karak terlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini korunmuş tutmayı esas sayar? Programa şu madde de eklenmişti: "Türk dilinin milli, mükemmel ve mazbut bir dil haline gelmesi hakkın daki ciddi teşebbüslere devam edilecektir? Dil çok önemli bir konuydu. Çeşitli düşünceler çarpışıyordu. İstanbul'daki maliye evrak mahzeninde bulunan ve 'tarihi değeri olmadı ğı' değerlendirilen evrakın küoyla satılması olayı basında yer aldı, Meclis'e yansıdı. Alanın Bulgaristan'a sattığı öğrenilen evrakın geri alınmasına gi rişildi. K. Karabekir Günlüsünde evrakın hayli para karşılığında geri alın dığım kaydetmiş. (Günlük, s.1038-1039); sorumlular hakkında soruştur ma açılmış (TürkParlamento Tarihi, 1931-1935,1. c, s.87-95). Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935,1. c, s.155. Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935, 1. c, s.95-154 (bazı yazı örnekleri de var); yeni Basın Kanunu Meclis'in son toplantı günü olan 25 Tem muz 1931 günü görüşülüp kabul edilir. Meclis 1 Kasımda toplanmak üzere tatile girer. Bu Basın Kanunu ve basın hakkında Hıfzı Topuz'un 100 Soruda Türk Basın Tarihi'nde ayrıntılı bilgi var (s.150-160, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1973). Gelişme niteliğinde maddeler var ama hükü metin gazete kapatma yetkisi sürüyor. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s.187-188. Y. Kadri Bey milletvekiliydi, Burhan Asaf Belge Dışişleri Bakanlığında
çalışıyordu. 345b) İlhan Tekel i-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet Ov kıl su, Kadrocuları ve Kadro'yu Anlamak, gelişme, eserin 129. sayfasına kadarki bölümden ya rarlanarak özetlenmiştir; ayrıca, Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. e. üçüncü Bölüm Notlan 765
346) 347) 348)
348a)
349)
349a)
s.460-463; Ş. Süreyya Aydemir, İnkılap ve ddro, Remzi K., İstanbul, 2003, 5. basım. Rahmetli Atatürk sanki yakın tarihimizle ilgili uydurma kitaplardan söz ediyor. Keramet niteliğinde bir cümle. İslam Ansiklopedisi, 1. c, s.787. Uluğ iğdemir diyor ki: "Lise tarih kitapları genellikle öğretmenlerce iyi karşılandı. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu Tarih TezVne heyecanla sa rıldılar. Tek şikâyetleri, ortaokullarda da okutulan bu kitapların öğren cilere ağır gelmesiydi. Nitekim bundan iki yıl sonra Eğitim Bakanlığı bu kitaplara göre ortaokullar için ayrıca üç ciltlik daha küçük tarih kitap ları ile ilkokullar için yeni kitaplar yazdırdı? (Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.8) İlhan Tekeli-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet Öyküsü, Kadrocuları ve Kadro'yu Anlamak, s. 142; Gazi bir süre önce Y. Kadri Bey'e şöyle de mişti: "Eğer bir doktrine bağlanırsak inkılabı dondururuz? Atatürk bunu söylerken hazır, bilinen, hiçbirinin bize uymadığını düşündüğü doktrin leri kastediyor. Kemalizm'in kendisi giderek orijinal bir doktrin olacak tır. Atatürk Alman yazar Emil Ludwig'e diyor ki: "Benim takip ettiğim hatt-ı hareket, ancak kendi fikrimin mahsulüdür? Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c, s.420. . # Uzun zaman Kemalizm'in ne olduğu açıkça tanımlanmadı. Bu an cak yıllar sonra, araya bilimsellik mesafesi girdikten sonra yapılabildi. Kemalizm'in ne olduğunu kısaca dipnot 513'te açıklamaya çalışacağım. Yunus Nadi Bey 8 Ekim 1931 günlü Cumhuriyet gazetesinde Gazi'nin üç buçuk yıl önce Balkan anlaşmasından ayrıntılı bir biçimde söz ettiğini uzun bir yazı ile açıklıyor. Gazi'nin ilginç açıklamaları için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.237-240. İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Politika Arayışları, s. 139. # Yönetim Kurulu Başkanlığına Nusret Medya, Genel Müdürlüğe Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı Selahattin Çam getirüdi. # Merkez Bankasının bugünkü binası 1933'te bitecek, banka kendi bi nasına geçecektir. $ Merkez Bankası'nın bugünkü binası 1933'te bitecek, banka kendi bi nasına geçecektir; Merkez Bankası Ankara Şubesi Müdürü rahmetli İklil Hebel eniştemiz olurdu. Bir gün ziyaretine gitmiştim. Demişti ki: "Para politikası gemisinin kaptanı Merkez Bankasıdır. Hükümet le ahenkli çalışmalı, hükümet de kaptana müdahale etmekten kaçın malıdır?
350)
Anıl Çeçen, Halkevleri, s.94.
351)
Atatürk'ün Bütün Eserleri, 2 5 . c, s.269.
766 Üçüncü Bölüm Notları
352)
1 9 3 2 yıh: • Bu yılki büyüme hızı % 10,7. • Samsun'da Atatürk heykelinin açılışı, sanatçı Kriepel, 15 Ocak 1932. • Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanı yayımlanır. • Reşat Nuri Güntekin'in Kızılcık Dalları romanı yayımlanır. •
Falih Rıfkı Atay'ın Roman adlı r o m a n ı yayımlanır.
• Mahmut Yesari'nin Su Sinekleri romanı yayımlanır. • Nâzım Hikmet'in Benerci Kendini Niçin öldürdü, Gece Gelen Telgraf adlı şiir kitapları yayımlanır, Kafatası ve Bir Ölü Evi oyunları oynanır. • Musahipzade Celal'in Pazartesi-Perşembe adlı oyunu oynanır. • Bir Millet Uyanıyor filmi gösterime girer (yönetmen Muhsin Ertuğrul). • Gazi Eğitim Enstitüsü'nün resim bölümü açılır. • Çanakkale Müzesi açılır. • Milli Mücadele kahramanlarından Derviş Paşa'nın ölümü, 17 Ocak 1 9 3 2 #
• jŞ^JÇ
f •
f •
I
• Birinci Tütün Kongresinin açılışı, 1 Şubat 1932. • Kütahya-Balıkesir demiryolunun açılışı, 23 Nisan 1932. • M. Emin Yurdakul'un yeniden milletvekili seçilmesi ve yemin etmesi, 2 Mayıs 1932. • Gazi'nin Suudi Arabistan Veliahtı Emir Faysal'ı kabul etmesi, 12 Ha ziran 1932, babasının bir mektubunu getirmiştir (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.353, 354). • İstinye-Zincirlikuyu arasında ilk otomobil yarışı, 17 Haziran 1932. • Portekiz'de Salazar'ın diktatör olması, 5 Temmuz 1932. • İzmir'de Gazi'nin atlı heykelinin açılışı, 27 Temmuz 1932. • Yazar Ahmet Rasim Bey'in ölümü, 21 Eylül 1932. • ABD Genelkurmay Başkanı General Mac Arthur'un Gazi'yi ziyareti, 27 Eylül 1932.** 1 f f • Yunanistan'da Venizelos'un Başbakanlıktan ayrılması, 31 Ekim 1932. • 1. Milli Diş Tababeti Kongresi, 1 Kasım 1932. • Ulukışla-Niğde demiryolunun açılışı, 30 Kasım 1932. • Samih Rıfat Bey'in ölümü, 3 Aralık 1932İ • Birinci Umumi Müfettiş Dr. İbrahim Tali öngören sağlığı nedeniyle istifa eder. Yerine 1933 yılı başında İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Ah met Hilmi Ergeneli getirilir. •* Gazi'nin General Mac Arthur'la konuşması kısa sürmüştür. Gazi'nin dünyanın geleceği ile ilgili görüşlerini açıkladığı hakkında Kafkasya dergisinde yayımlanan yazının doğru olmadığı anlaşılıyor, bu konuş manın tutanağı ne Türk, ne ABD arşivlerinde var. Bu konuda: Cüneyt Akalın, Atatürk-Mac Arthur Görüşmesinin İçyüzü, Bir Soğuk Savaş Yalanı, Kaynak Y„ İstanbul, 2009.
Üçüncü Bölüm Notlan 767
353)
Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.480. * Kapanana kadar birçok Halkevinde çalıştım. Bir kez bile CHP denil diğine, açık ya da dolaylı parti propagandası yapıldığına tanık olma dım. Hiçbir kurs, tören, etkinlik için zorlanmadık. Kimseden böyle bir şikâyet duymadım. Aksini yazanlar, bu değerini kavrayamadıkla rı kuruluşa ve emeği geçen ve bu ocaktan yetişen milyonlarca insana büyük haksızlık ediyorlar. 353a) Prof.Dr. Horst Widmann, Atatürk Üniversite Reformu, Çev: Prof.Dr. Ay kut Kazancıgil, Dr. Serpil Bozkurt, İst. Üni. Tıp Fak., İstanbul, 1981; üni versite reformu için esas olarak bu kitaptan yararlandım. Prof. Malche'in raporunun özeti, bu kitabın 34-37. sayfalarındadır. * Prof. Malche diyor ki: "Türkiye'nin jeolojisi, tabii ve iktisadi coğrafya sı, iklimi, çiçekleri ve bitkileri, kara ve deniz hayvanları, antropoloji si, mazisi, tarihi, sanayii, kültürü yani genel olarak her şeyi. Bütün bu şeyler Türkiye'nin Darülfünununun tekmil kürsüleriyle ilgilidir. Her şeydir? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.363) Prof. Malche İstanbul Üniversitesi'nde hemen hemen hiç bulunmayan bir anlayışı anlatıyor. Kendi ülkesine karşı tam bir ilgisizlik! Medrese anlayışının devamı. 353b) K. Karabekir de Türkçe Kuran okunacağını sananlardan. Günlüğüne öyle yazmış. Ama doğruyu öğrenince düzeltmemiş (Günlükler, 2. c, S.1049).f t » . ' | 354) Hafız Yaşar Okur, Atatürk'le On Beş Yıl, s. 14-18. 355) a.g.e., s. 19. 356) ,a.g.e., s.20-23; başka hafızların da anıları var: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.296-298. 356a) İlhan Tekeli-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet öyküsü, Kadrocuları ve Kadro'yu Anlamak, s.146-147. 357) Dr. Reşit Galip Bey'in Gazi'nin sofrasında sarhoş olup Eğitim Bakanı Esat Bey'i gerici olmakla suçladığı, aşağıladığı, Gazi'nin bu saygısız üs lup dolayısıyla doktora istirahat etmesini tavsiye ettiği, doktorun "Bu rası millet sofrasıdır!" diye direnip sofradan ayrılmadığı, bunun üzerine Gazi'nin sofradan çekildiği anlatılır. Olay doğru. Ama anılarda olayın tarihi belirtilmiyor. Atatürk'ün Bütün Eserleri'nde doktorun af dileme mektubu ile Başyaverin yanıtı yer alıyor. Doktorun mektubu 31 Ocak 1932 tarihli, Başyaverin yanıtı 6 Şubat 1932 tarihli. Bu tarihler Halkev lerini açmak için yapılan hazırlıkların en hararetli dönemi. Anılarda sof ra olayından sonra Gazi'nin uzunca bir süre doktoru uzağında tuttuğu anlatılıyor (Kılıç Ali aylarca diyor). Oysa doktor Halkevleri konusunun başına getiriliyor, 19 Şubatta açılış töreninde konuşuyor vb. Kısacası ta rih konusunda çözülmesi gereken bir sorun var. 357a) Ankara, Adana, Afyon, Aydın, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eskişehir, Konya, İstanbul, İzmir, Samsun, Van.
768 Üçüncü Bölüm Notları
358)
Halkevlerini bilmeden, bu kültür kurumlarında çalışmadan, etkinlik yapmadan, o havayı yaşamadan, Halkevleri hakkında yargıda bulunmak çok dikkat ister. Benim kuşağım Halkevleri ve Halkodalarında yetişmiş tir. Bu kurumlara çok şey borçluyuz. Bildiğim, çalıştığım Halkevleri ve Halkodaları şunlar: Bakırköy Halkevi, Kırıkkale Halkevi, Ankara Halke vi, Eskişehir Halkevi, Sivrihisar Halkevi, Ankara İncesu-Ulucanlar (Sa karya) -Ulus Halkodaları, Afyon Halkevi, Kütahya Halkevi, Gemlik ve Seyidgazi Halkevleri. # Adını yazmak gereksiz bir yazar kitabında Halkevlerini, 'faşist örgüt lenme' olarak niteliyor. Belli ki hiç Halkevi görmemiş, bu kurumun IŞönemini, değerini, yararını, amacını, işlevini, etkisini hiç anlamamış, tatmamış. Faşist örgütlenme ne demektir onu da bilmiyor. 358a) Nuri Conker 17 Nisanda yapılan ara seçimde Gaziantep'ten aday göste rilir, milletvekili seçilir. Sofrada eskisi gibi yerini alır. 359) İsmet İnönü, Hatıralar, 2. c, s.243-253; İnönü 25 Mayısta da Mevhibe Hanım'Ia birlikte Roma'yı ziyaret edecektir. 360) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.345; Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı 32, Ekim 1987 (ingiliz Resmi Tarihi'nin iki çevirisi daha var ama ben BTT dergisindeki sade Türkçe çeviriyi tercih ettim). * Evet, yenilen düşman bile M. Kemal Paşa'nın Çanakkale'deki büyük ro lünü böyle anlatıyor. Oysa bizde M. Kemal'siz Çanakkale romanları ya zanlar, M. Kemal'in Çanakkale'de bir başarısı olmadığını, hatta geriye kaçtığını iddia eden sözde yazarlar, sözde bilim adamları var. Bu yalan ları ve yanlışları bile bile yazıyorlar. Bu insanları nasıl nitelemeli? # Söz konusu kitap Anıtkabir'dedir. 360a) Gazi'nin Prof. Malche'ın raporu üzerindeki notları için: Atatürk'ün Bü tün Eserleri, 25. c, s.361-364. 361) Abdüllahat Aksin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 171, TTK, Ankara, 1991. S 361a) Tarih Tezi'nin bilimsel doğruluğu aşan etkileyici yanı, Anadolu'ya yal nız coğrafya olarak değil, geçmiş tarihiyle de kökten sahip çıkışıydı! Bu her şeyden önce çok ciddi bir siyasi mesajdı. 362) Beyaz ırk, kara ırk, sarı ırk gibi büyük ırk tasniflerinde bir ölçüt de kafa nın biçimidir. Afet Hanım ile Dr. Reşit Galip'in bildirilerinde Türklerin beyaz, Alp tipi, uygar, brekisefal kafalı olduğu dikkatle belirtiliyor. (Brekisefal gelişmiş, geniş kafa biçimi. Daha az gelişmişi: Dolikosefal, ikisi nin ortası mezosefal.) Böylece Fransız ders kitabına kadar giren Türkle rin ikinci sınıf, sarı ırktan, barbar bir millet olduğu gibi olumsuz, gerçe ğe aykırı iddalar, yine Batılı bilim adamlarının görüşleri, araştırmaları, büyük ırk tasnifleri ile yalanlanıyor. Bu terimlerin ideolojik, her yerde ayıplanan ırkçılıkla ilgisi yok. Bunlar antropolojik konular. * Bütün milletlerin Türklerden türedikleri gibi bir iddia söz konu tu değildir. İddia edilen husus, Türklerin Ortaasya'da uygar olduk 1
Üçüncü Bölüm Notlan 769
lan ve gittikleri yerlere uygarlıklarını ve Türkçeyi götürdükleridir. Anadolu'nun ve Mezopotamya'nın eski sakinlerinin de Ortaasya'dan geldikleri. Turani oldukları, dilleri ile Türkçe arasında yakınlık bu lunduğu da nazariyenin önemli bir parçasıdır. Bu görüşü dikkate de ğer kılan birçok örnek veriliyor. Tarih Tezi'ni küçümseyenler, uydurma bulanlar var. Tarih Kongreleri tutanaklarını okumayanların bu konuda olumlu ya da olumsuz yargı da bulunmaları objektif, bilimsel, iyi niyetli bir yaklaşım olamaz. Ben küçümseyenlerin çoğunun kitaplarını okudum. Bu tutanakları oku madıkları belli oluyor. Bilgileri yok ama fikirleri var! * Samih Rıfat Bey'in bildirisi Türk dilinin başka dillerdeki etkisi üzeri nedir. O da ayrıntılı ve çok örnekli bir bildiri. * 1. Türk Tarih Kongresi tutanakları Maarif Vekâleti'nce yayımlanmış tır. Kongreyi ona dayanarak özetliyorum. 362a) H. Cemil Çambel'in Ege uygarlığı hakkındaki bildirisini okuyan Gazi yeterli bulmamış, bildiriyi kendi söyleyip yazdırmıştır. Bu yazdırma dört saat sürmüştür. H. Cemil Çambel Gazi için diyor ki: "Ege medeni yetini iyi biliyordu. Yeni arkeoloji, filoloji, antropoloji keşiflerini, vesi kalarını, Batı bilginlerinin ciltlerle son eserlerini incelemişti!' (Aktaran Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.365) * Gazi gibi birini kendinden başka kiminle karşılaştırabilirsiniz? Böyle birini eleştirmeye kalkışanların Gazi yanındaki ölçüleri insanda acı ma duygusu uyandırıyor. 363) Konuşanlar: Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Refik Altınay, Yusuf Akçuraoğlu, Fazıl Nazmi Bey, Halil Ethem Bey, Halil Nimetullah Bey, Haydar Bey, İhsan Bey, İsmail Hakkı İzmirli, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mediha Mu zaffer Hanım, Mehmet Ali Ayni, Mithat Bey, Muzaffer Bey, Orhan Sa dettin Bey, Yusuf Şerif Bey. 363a) H. Cemil Çambel, Makaleler, Hatıralar, s.43-44. 3 6 4 ) Şerafettin Turan-Sevgi Özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.83. % Türk Dilini Tetkik Cemiyeti'ni de, ilerdeki adını dikkate alarak Türk Dil Kurumu diye aııaeo^^- Gazi'ye 'dil akademisi' kurulması öneri liyordu. Akademi, dilin ^ . . ^ m i ş , dil sorunlarının az olduğu ülkelerde rastlanılan bir kurumdu. Oysa Osmanlıcadan devralınan Türk düinin sorunu çoktu. Gazi dernek gibi devletten bağımsız, devrimci bir ya pıyı tercih etti. 365) a.g.e., s.83-85. 366) a.g.e., s.68- 69.
66a) Dilci olmayan biri, karşılığı olmayan bilim ve meslek terimlerine karşılık Türkçe terim türetmeyi, 'sözcük uydurma', 'uydurmacılık' diye niteledi. Bu yanlış, sakat sözcükler yayıldı. Dilin Türkçeleştirilmesine karşı çıkan Osmanlıcılar her çabayı, sözcük ve terim türetmeyi 'uydurmacılık* ola-
770 Üçüncü Bölüm Notları
I
rak nitelediler. Dil Kurumu'nu küçük düşürmek için Dil Kurumu türet miş gibi bazı uydurma sözcükler türettiler, 'milli marş' karşılığı 'ulusal düttürü' 'hostes' karşılığı 'gökkonuksalavrat' gibi. Bu yakışıksız yaklaşım dil işinden anlamayanları yazık ki etkiledi. Bu uydurmaları gerçek san dılar. Hâlâ da sananlar var. Cahilliğin gözü kör olsun! 367) Şerafettin Turan-Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.85-88; şu kimseler özel olarak davet edilirler: Abdülhak Hamit Tarhan, Cenap Sahabettin, Hüseyin Cahit Yalçın, Halit Ziya Uşaklıgil, Faik Ali, Ahmet Rasim, Ali Ekrem, Agop Dilaçar, Yahya Kemal. * İlk dil kurulu Kuraltay'dan önce genişletilir: Samih Rıfat Bey, Ruşen Eşref Onaydın, Celal Sahir Sılan, Y. Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet İh san Bey, Ali Canip Bey, Hasan Âli Yücel, Reşat Nuri Güntekin, Dr. Ali Saim Dilemre, İhsan Sungu, Ruşeni Bey, Ragıp Hulusi Bey. 368) Abdüllahat Aksin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 172173; İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.397-401. 369) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.390. 369a) Y. Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s.134-145; bu olay İsmet Paşa ile Gazi arasında geçici bir kırgınlığa yol açacaktır. 369b) Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, s.252. 369c) Dördüncü Dönem Tutanak Dergisi, 10. c, s.l4-15'e göre Dr. Reşit Galip Bey'in Eğitim Bakanlığına atanması tarihi 19 Eylül 1932'dir. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.54'te Cumhurbaşkanının atama yazısı bulunuyor, bunun tarihi ise 8 Kasım 1932. Cumhurbaşkanının atama yazısının tari hinin yanlış okunduğunu tahmin ediyorum. 26 Eylülde başlayan Dil Ku rultayının tutanaklarında Dr. Reşit Galip Eğitim Bakanı olarak geçiyor. * Afet İnan Dr. Reşit Galip Bey'in atanma hikâyesini şöyle anlatıyor: "Dolmabahçe sarayında bir akşam o zamanın Eğitim Bakanı Esat Bey'le konuşurken, birdenbire Dr. Reşit Galip'e hitap eden Atatürk, Cumhuriyet hükümetinin eğitim işleri ile ilgili düşüncelerini açıkla masını istedi. Doktorun verdiği cevaplardan mütehassis olan Cum hurbaşkanı Atatürk, çok büyük hürmet gösterdiği hocası Esat Bey'e hitap ederek, 'Hocam, eğitim işlerimizi bu genç arkadaşımıza bırak mak istemez misiniz?' dedi. İşte böylece Dr. Reşit Galip 1932 y dinin sonbaharında Türk eğitiminin başına geçmişti." (Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.208) * Dr, Reşit Galip Bey'in eğitime katkısı çoktur. Yoğun işlerinin arasında öğretmenler için öğrencilere ve çevrelerine sağlık kor m da yarar ları olsun diye küçük sağlık kitapçıkları yazmış, yazdırmıştır. Beni en çok bu çalışmaları etkiliyor. Yabancı dil bilginleri Türkçeyi çok övmüşlerdir. Bunlaru> .ada Jean Deny gelir (Türk Dili Grameri, Çev.: Ali Ulvi Elöve, s.III, Maarif Vekâle ti Yayını, Ankara, 1941). Ünlü dil bilimci Max Müller diyor ki: "Türkçe 1
370)
Üçüncü Bölüm Notları 771
öyle düzenli, öyle uyumludur ki insanda, bir seçkin bilginler kurulunun yaratısıymışgibi bir izlenim uyandırır? (Aktaran: Prof.Dr. Tahsin Yücel, Türkçenin Kurtuluş Savaşı, s.7, Cumhuriyet Yayını, İstanbul, 2000) Ay rıca: Prof.Dr. Doğan Aksan, Türkçenin Zenginlikleri, İncelikleri, Bilgi Y., Ankara, 2006; Prof.Dr. Doğan Aksan, Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı, Bilgi Y., Ankara, 2007 (sevgili gençler bu iki kitabı okumanızı dilerim). * Dil devrimi bir zorunluktu. İşlenmemiş, gelişmemiş, bilimsel terim leri karşılamakta zorluk çeken, yabancı sözcük, terim ve kurallarla dolu, yapma bir dilden ne bilim dili olurdu, ne de kültür dili. Osman lıca denilen yamalı bohçadan kurtulup gelişen Türkçeye yol almak, konuşma ve yazı dili arasındaki ayrılığı gidermek gerekiyordu. Türk çe bilinçli bir bakıma, onarıma muhtaçtı. Atatürk Nutuku 19*11 yılında yazmıştır. Dili bugün anlaşılmadığı için sadeleştirilerek yayımlanıyor. 1928'de yayımlanan bir ihale ilanı: "Taliplerin tekli/namelerini, şartnamede muharrer olduğu üzere imla ve ihzar ederek, şartnamede muharrer bulunan şekilde ve yevm ve saat-i muayyene-yi ihaleden mukaddem makbuz mukabilinde..? Üçgene müselles, dörtgene murabba, babaya peder, anneye valide, hâkimler yerine hükkam, karaciğer iltihabı yerine iltihab-ı kebet, çiğ dem yerine lahlah, yol yerine tarik, baş yerine ser, el yerine yed, gün yerine yevm, yeni yerine cedid deniyordu. Türkçenin adı 'kaba Türk çe* idi. Köylü dili olarak niteleniyordu. Bir gariplik örneği: resm-i geçit. Resm Arapça tören demek. Geçit Türkçe. Aradaki i de Farsça tamlama eki. Üç dilin karışımı bir deyim. Bunu hâlâ kullanan dil şaşkınları var. Doğrusu: geçit töreni. Yunus Emre, Dede Korkut, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal anlaşılıyor. Çünkü Türkçe söylüyorlardı. Ama Baki, Nefi, Namık Kemal, Abdülhak Hamit anlaşılmıyor, zor anlaşılıyor. Çünkü Osmanlıca yazıyor lardı. Dile Arapça, Farsça sözcükler, deyimler, kurallar girmiş, dü, özgün, bağımsız bir dil olmaktan çıkmış, yapma bir dü olmuştu. So nunda eskidi, kullanımdan düştü. Sevgili gençler, Birinci Dil Kurultayı'nın tutanakları bir cilt halinde ya yımlanmıştır. Kitabı bulmak zor, 500 sayfalık kitabı okumak kolay de ğil. Sizlere kolaylık olması için tutanakları özetledim. Bugünkü anlaşılır Türkçenin yolu bu Kurultayla açılmıştır. Sonradan dil devrimini eleşti ren Fuat Köprülü, Besim Atalay bu Kurultayda devrimi en çok öven ki şilerdi. Bu insan manzaraları hayat için uyarına bir deneydir. Şimdi Ku
rultayın özetini veriyorum: Birinci, ikinci ve üçüncü günün gündemi, Türk dilinin eskülği, indo-europeen dillerle, bütün beyaz ırk dilleri ile, Asya ve Avrupa'nın başka dil leriyle ilişkileri idi. Üçüncü BölÜm Notları
Birinci gün Samih Rıfat Bey ayrıntılı bildirisini sundu. İkinci gün Dr. Saim Ali Dilemre, Ahmet Cevat Emre, Agop Martavan gündeme uygun bildi rilerini sundular. Ahmet Cevat Bey ile Agop Martavan özellikle Türkçe sözcüklerle Sümerce sözcükler arasındaki benzerlikleri belirttüer. Hepsi büyük çaba ve ciddi bilgi birikimi ürünüydü. Üçüncü gün Mehmet Saffet Bey'in bildirisinin özelliği İngiliz kaynakları na dayanıyor olmasıydı. Bu kaynaklara dayanarak Türkçe ile Akatça, Hi titçe ve ari düleri karşılaştırdı. Artin Cebeli, Hakkı Nezihi ve Yusuf Ziya Beyler söz alarak kişisel görüşlerini açıkladılar. Türk dilinin eskiliğini, bir anadil olduğunu birçok örnekler göstererek belirttiler. Ömer Cankaytar Farsçaya geçen Türkçe sözcükleri işaret etti. Gündemin birinci maddesi üzerindeki görüşmeler bitti. Başkaca söz is teyen yoktu. Dördüncü gün (29.9.1932) gündemin ikinci maddesine ge çildi: Türk dili, kökeni, gelişimi, lehçeleri, tarihi dilbilgileri, sözlükleri ve değeri. Ragıp Hulusi, Samih Rıfat Beyler ve Hasan Âli Yücel bildirilerini açıkla dılar. Birçok yanlışı, önyargıyı düzelttiler, en azından tartışmaya açtılar. Hasan Âli Yücel divan dili ile halk dilini, örnekleriyle karşılaştırdı. "Arap lar ve İranlılar ordularıyla yapamadıkları istilayı divan edebiyatında ke limeler ve mefhumlarla (kavramlarla) yapmışlardır" dedi. Türkçeyi aşağı layan bir Osmanlı yazarından örnek verdi. Kurultaya bir gün ara verildi. 1 Ekim 1932 Cumartesi günü yine 14.00'te toplanıldı. Beşinci gün de gündemin ikinci maddesine devam edildi. Raif Köseraif, Bedros Zeki Bey, Yusuf Ziya Özer (ikinci kez), Şeref Bey, Hüseyin Namık Orkun söz alıp konuştular. Türkçenin eskiliğini, bir dev rim yapılması gerektiğini belirttiler. Hüseyin Namık Orkun çok eski bir Çin kaynağına dayanarak Türk sözcüğünün sanılandan daha eski oldu ğunu açıkladı. 2 Ekim Pazar günü Kurultay yine saat 14.00'te toplandı. Altıncı gündü. Faik Ali Ozansoy, Hüseyin Cahit Yalçın, Abdülhak Hamit Tarhan, Sami Paşazade Sezai Bey, Ahmet Cevdet Bey ve Ali Canip Bey konuşacaklar dı. Hüseyin Cahit Yalçın devrime karşı olan konuşmasını bugün yapa caktı. Faik Ali Bey Türkçeleşmiş Arapça ve Farsça sözcüklerin korunma sını diledi. Sadeleşmeyi destekledi. Sonra Hüseyin Cahit Bey söz aldı. Dil konusunda bilimsel çalışmanın önemini belirtti. Dil sorununa değindi. Dilin bütün yabancı kurallardan temizlenmesini savundu. Terim türetmenin gerektiğini kabul etti. Sonra da dedi ki: "Bizi sükûn ve atalet içinde uykuya dalmaktan kurtarmak için aşırıların kamçılarına muhtacız. Yolumuzu şaşırtacak aşırılıklara karşı da tutucuların direnişleri değerli bir silahtır?
Arapça ve Farsça sözcüklerin tarihi bir zorunluk ve gereklilikle, bir ge lişim sonucu dile girdiğini, bu sözcüklerin şimdi kendiliğinden temiz-
Üçüncü Bölüm Notları 773
leniyor olduğunu ileri sürdü. Karışmanın, zorlamanın, dilde devrimin doğru olmadığını söyledi. Bu konuşmanın bazı bölümlerine, özellikle doğal gelişim bölümüne Ha san Âli Yücel, bir dilin doğal gelişimle, kendiliğinden gelişmediğini, bazı etkilerle, karışmalarla, sanatçıların, dilcilerin yardımıyla geliştiğini, ge lişebildiğim kanıtlayan örnekler verdi. Sonra Ali Canip Bey konuştu. Faik Ali Bey ile Hüseyin Cahit Bey'e yanıt verdi. Yabancı her sözcüğün tarihi bir zorunluk nedeniyle dile girme diğini, Edebiyat-ı Cedidecileri örnek göstererek anlattı. Hüseyin Cahit Beyin yazılarından da örnekler verdi. Fazıl Ahmet Aykaç konuştu. Çok ince bir konuşma yaparak Faik Ali Bey ile Hüseyin Cahit Bey'in doğal gelişim görüşlerini eleştirdi. Daha son ra Dr. M. Şükrü Bey kürsüye geldi, öldü denilen İbrani dilini bir kişinin yeniden dirilttiğini anlattı. Onu Sadri Ertem izledi. Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında büyük fark olduğunu anlattı. "Osmanlı/ ümmet diliyle Türkçe arasındaki farkı gelişim yoluyla aşamayız, ancak devrim hamlesiyle aşabiliriz" dedi. Sırada Namdar Rahmi Karatay vardı. Gelişimcileri alışkanlıklarının esiri olarak niteledi. Bu konuşmalardan sonra Hüseyin Cahit Bey söz aldı. Yanlış anlaşıldığını söyledi. Eleştirile rin çoğunu kabul etti. Samih Rıfat Bey uzun bir konuşma ile dili gelişime bırakmak düşüncesinin neden yanlış olduğunu anlattı. Abdûlhak Hamit Bey mektupla dil devriminden yana olduğunu bildir mişti. Sami Paşazade Sezai Bey de yine mektupla dilde sadeleşme ve devrim düşüncesini paylaştığını bildirmişti. 3 Ekim Pazartesi günü yedinci gündü. Kurutay her zamanki gibi saat 14.00'te toplandı. İlk sözü Türk edebiyatının büyük adı Halit Ziya Uşaklıgil aldı. Dil konu sundaki çalışmalara emeği geçenlere teşekkür etti. Türkçeyi İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca ile karşılaştırdı. Bu dillerdeki gariplik leri saydı. Bu garipliklerden uzak olan Türkçeyi övdü, dil devrimini des teklediğini açıkladı. Yeni gündem maddesine geçildi: Tanzimat'tan bugüne kadar Türk dili ve gösterdiği değişiklikler. Ahmet Cevat Bey söz aldı. Osmanlı dil ve eğitimi hakkında ayrıntılı bilgi verdi, dil bilincinin uyanmasını, dilin sadeleşmeye başlamasını anlattı. Ali Canip Bey Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi edebiyatını, halk dili ile yazı dili arasındaki farkları örneklerle gösterdi. Beşinci maddeye geçildi: Türk dilinin çağdaş ve uygarca ihtiyaçları ne lerdir? Reşat Nuri Güntekin sözcük ve terim konusuna değindi.
4 Ekim 1932 Sah günü Kurultay yine 14.00'te başladı. Gazi her oturumu aksatmadan dikkatle izliyordu. Bugün Dr. Ali Saim Dilemre, İhsan Sunüçüncü Bölüm Notları ât
gu, Ruşeni Bey, Ahmet İhsan Bey, Fuat Köprülü, Besim Atalay, Mediha Muzaffer Hamm konuştular. 5 Ekim son gündü. Kurultay yine Kâzım Özalp'in başkanlığında saat 14.00'te toplandı. Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Akçura kısa bir konuşmayla Türk Dil Kurumu'na başarılar diledi. Derneğin tüzüğü okundu. Madde madde görüşülerek oylandı, kabul edildi. Seçime geçildi. Başkanlığa Samih Rıfat Bey, Genel Sekreterliğe Ruşen Eşref Ünaydın, yönetim kurulu üyeliklerine Besim Atalay, Ce lal Sahir Sılan, Ahmet Cevat Emre, Ragıp Hulusi özden, Hamit Zübeyr Koşay, Hasan Ali Yücel, ibrahim Necmi Dilmen seçildiler. Samih Rıfat ve Ruşen Eşref Bey teşekkür ettiler ve Kurultayın Türk dili bakımından önemini belirttiler, dil devrimi yolunu açan Gazi'ye teşekkür ettiler. Kâzım Özalp; kısa bir konuşma ile Birinci Türk Dil Kurultayı'nı kapattı. * Dikkate değer bazı özellikler: Üç Ermeni aydın Türk dili konusunda çok bilgili konuşmalar yaptı. H. Ziya Uşaklıgil, Abdülhak Hamit ve Sami Paşazade Sezai Beyler bile Türk dil devrimini desteklediler. H. Cahit Yalçın yanıtlar karşısında ilk konuşmasındaki görüşlerinin birçoğundan geri döndü. * Falih Rıfkı Bey Çankaya kitabında şöyle yazıyor: "Kurultayın ilk günü Hüseyin Cahit'in zaferi ile çalkalandı. Onun söyledikleri ne kadar iyi karşılanmışsa cevap verenler o kadar kayıtsızlık görmüşlerdi. Loca sından manzarayı görüp kavrayan Atatürk, hasta yatağından Samih Rıfat'ı kaldırarak kürsüye getirtmek zorunda kaldı. Salih Rıfat iyi ve bol konuşur. Hüseyin Cahit yenilmemişti ama ona cevap verenler yere serilmiş olmaktan kurtulur gibi olmuşlardı? (s Al S) *
Falih Rıfkı Bey bu konuyu yanlış hatırlıyor, doğru yansıtmıyor. Ku rultay tutanaklarına bir göz atsaydı bu yanlışları herhalde yapmazdı. Hüseyin Cahit Bey Kurultayın birinci günü değil, altıncı günü ko nuşmuştur. Konuşması ilgiyle izlenmiş ama bir zafer olmamıştır. Tu tanaklar ortada, yanıtlar üzerine, ikinci konuşmasında birçok görü şünü geri almıştır, özellikle Hasan Âli Yücel, Ali Canip Bey, Sadri Ertem, Fazıl Ahmet Aykaç'ın yanıtları kayıtsız karşılanmış değildi. Etkileri H. Cahit Bey'in geri çekilişlerinden bellidir. Samih Rıfat B y Türk Dil Kurumu'nun başkanıydı. Bütün Kurultay boyunca t o r larda bulunmuş, birçok kez konuşmuştur. Hasta yatağından hp getirilmiş değildir. Atatürk'ün bir locası da yoktu. Toplanılan v londa (eski bayramlaşma salonu) loca bulunmamaktadır. Demek bir tanığın sözleri ile yetinmemeli, gerçeği anlamak için asıl kaynağa.. Özellikle yazılı kaynağa, belgeye gitmeli. Kurultay tutanakları Falih Rıfkı Bey'in yazdıklarını düzeltiyor.
Üçüncü Bölüm Notları 775
372)
Şer afettin Turan-Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s. 102. 373) Nitekim 1950'den sonra dil devrimi karşıtları çok çalıştılar, sözcükler ya saklandı, anayasa dili Osmanlıcaya dönüştürüldü, Dil ve Tarih Kurumları kapatılıp devlet dairesi yapıldı, dil devrimcileri karalandı ama baskılara, birçok engele, okullardaki dil eğitimi yetersizliğine rağmen devrim sürü yor. Kimse Osmanlıca konuşamıyor, yazamıyor. Konuşsalar anlaşılmazlar, yazsalar okunmazlar. Bir devrim hayat gereği ise hiçbir güç onu söndüremez. Milli bir devletin milli bir dili olur. Bugünün konusu Türkçenin doğ ruluğunu ve güzelliğini korumaktır. * Bu konuda bir kitap: Sevgi Özel-Haldun Özen-Ali Püsküllüoğlu, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu ve Sonrası, Bilgi Y., Ankara, 1986. 373a) Gazi 1935 yılında Rukiye'yi Yüzbaşı Hüsnü Erkin'le evlendirecek, Dolmabahçe'de büyük bir düğün yapacaktır. . 374) Şerafettin Turan-Sevgi Özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.99-100... %., * Gazi Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulunun ilk toplantısına da başkan lık etti. Her şeyin çok düzgün, düzenli olmasına özen gösterilmesini is tiyordu. Bir bildiri ile Kurumun amaçları açıklandı. Bunlar şöyle özet lenebilir: Türkçeyi milli dil yapmak, {a.g.e., s.101) 374a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.36-38. 375) Ayşe Üçok, Sadberk Hanım, s.72, 73. 376) H. Armstrong'un kitabına yalnız Türk yazarları değil,| Fransız dev let adamı E. Heriot, Yunan gazeteci Spanuidi de tepki gösterir. Ayrıca bazı yabancı gazeteler kitabı eleştirirler. Sadi Borak bunları toplamıştır. (Bozkurt M. Kemal ve İftiralara Cevap, İstanbul, 1955); Peyami Safa da kitabın yarısını çevirerek 1. cilt olarak yayımlamıştır. Önsözde diyor ki: "İki ciltte tamamlanacak olan bu çevirinin sonunda, Armstrong'un de lilsiz iddialarını ve yanıldığı birçok noktayı göstermeye çalışacağım. Ce vaplarımıza sıra gelinceye kadar okuyucudan bu kitabı şüpheli bir dik katle okumasını rica ederim. Sağduyuları kuvvetli olanlar, birçok yalan ve mübalağaları sezeceklerdir? (Sel Y., İstanbul, 1955) Yayınevi kapandı ğı için çevirinin 2. cildi ve cevaplar yayımlanamadı; kitabın yeni ve tam çevirisi Bozkurt adıyla yayımlandı. Çev.: Gül Çağalı Güven, Arba Y., İs tanbul, 1996. Çeviren kitaptaki çok açık bazı yanlışları düzeltmeye ça lışmış ama birçok yanlış, olduğu gibi kalmış. Bu tür tartışmalı kitapları edition critique olarak yayımlamak doğru olur.
* Necmettin Sadak imzasıyla yayımlanan yazılar için: Atatürk'ün Bü tün Eserleri, 26. c, s.60-81,12 yazı. Bu yazılar Armstrong'un ne ka dar yalancı ve saptırıcı olduğunu belirtmektedir.;: # Halide Edip Hanım hakkında bilginizi tazelemek için 1. cildin birinci bölümünün 21. dipnotuna bakmanızı dilerim (352. sayfa).
776 Üçüncü Bölüm Notları
• Halide Edip Hanım Türkiye'ye dönünce, gözlerini ağaçlardan ayırıp or manı görmüş, M. Kemal olgusunu nihayet anlamış olmalı ki, Sabiha S ertele "Sabiha, Af. Kemal haklıymış" der. (Doç.Dr. Yıldız Sertel, Cum huriyet gazetesi, 4 Şubat 1997, aktaran Perihan Ergun, Cumhuriyet Ay dınlanmasında öncü Kadınlarımız, s.21-23) Bu çok gecikmiş uyanış ve hak veriş, Türkün Ateşle İmtihanı kitabı nın İngüizcesindeki düzeysiz iddiaları affettirmiyor. 377) 1 9 3 3 yılı:
j
• Bu yılki büyüme hızı % 15,8. • Peyami Safa'nın Bir Tereddütün Romanı adlı romanı yayımlanır. • Musahipzade Celal'in Gül ve Gönül adlı oyunu oynanır. • Eskişehir Şeker Fabrikasının temeli atılır, 1 Şubat 1933. • T.C. Merkez Bankası binası hizmete girer, mimar Holzmeister. • . Ankara-İstanbul arasında tarifeli uçuşların başlaması; havaalanı bu günkü Tandoğan meydanı ile Fen Fakültesi arasındaydı. • İstanbul'da bütün camilerde ezan ve kamet Türkçe okunmaya başlar, 7;Şubat 1933. • Adana-Fevzi Paşa demiryolu devletçe satın ve işletmesi devralınır, 27 Nisan 1933. $ J %• fh •§ • Niğde-Boğazköprü hattının işletmeye açılması, 2 Mayıs 1933. • Yusuf Kemal Tengirşenk'in istifası üzerine Şükrü Saraçoğlu'nun Ada let Bakanlığına atanması, 23 Mayıs 1933. • PTT Genel Müdürlüğü'nün kurulması, 23 Mayıs 1933. • Şair Ahmet Haşim'in ölümü, 4 Haziran 1933. • Halk Bankası Kanunu'nun Meclis'te kabul edilmesi, 8 Haziran 1933. • Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün özerk bir bilim kurumu olarak kurulma sı hakkında kanun kabul edilir, 10 Haziran 1933. • İzmir Rıhtım Şirketi satın alınır, 12 Haziran 1933. • Üniversitede bir İnkılap Enstitüsü açılması kararlaştırılır, 20 Haziran 1933. f • Anıtları Koruma Kurulu kurulur, 28 Haziran 1933. • Türkiye-Yunanistan arasında yeni bir dostluk andlaşması daha imza lanır, 14 Eylül 1933. • İsmet Paşa'nın Sofya'yı ziyareti, 20 Eylül 1933. (Balkan Antantı dışın da kalan Bulgaristan ile de dostluk korunuyor. Dostluk Andlaşması 5 . yıl daha uzatılacak.) • Türk Dil Bayramı ilk kez kutlanır, 26 Eylül 1933. • Yugoslav Kralı ve Kraliçesi İstanbul'da Gazi'yi ziyaret ederler, 4 Ekim 1933.-
^ •
•
• Turhal Şeker Fabrikası'nın temeli atılır, 7 Ekim 1933. • V. Türk Tıp Kongresi'nin açılışı, 21 Ekim 1933. Üçüncü Bölüm Notları 7 7 7
• Menemen'de Kubiiay anıtının temeli atılır, 30 Ekim 1933. Elazığ'da Atatürk heykelinin açılışı, 4 Aralık 1933. • Kubilay'ın annesine aylık bağlanır, 27 Aralık 1933. 378)
Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarım Anlattılar, Feridun Cemal Erkinin anısı, s.189. 379) Gazi'nin Bursa'ya geldiği akşam kaldığı köşkte sofrada az kişi vardır. Bi rinin "Bursa gençliği hadiseyi hemen bastıracaktı.Fakat zabıta ve adli yeye olan güveninden dolayı.? deyince, Gazi bir işaretle sözünü keser, "Bursa gençliği ne demek? Memlekette parça parça, yer yer gençlik yok tur. Sadece ve toplu olarak Türk gençliği vardır" der. Sonra, o akşam, Rıza Ruşen Yücer'in not ettiği ve Atatürk'e ait Birkaç Fıkra ve Hatıra adlı kitabında yayımladığı (s.5-6, İstanbul, 1947), Bursa Nutku diye ünlü konuşmayı yapar: "Türk genci inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzu muna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılapları be nimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacak tır. Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, 'polis henüz inkılap ve Cumhuriyetin polisi değildir' diye düşüne cek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: 'Demek adliyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım! Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber, bana, ismet Paşa'ya, Meclis < telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki: 'Ben inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım Eğer huraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren se bep ve etkenleri düzeltmek de benim vazifemdir! işte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği?
$ Bu olaya karışan 19 kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırılacaktır. 37ya,/ M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri*, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.100-105,108,110-113,120; özel Şahingiray, Atatürk'ün Nöbet Defteri, s. 132-135, TTK, Ankara, 1955. 380) Ali Fuat Paşa 1933 Haziranında Konya'da açılan bir bağımsız milletve killiğine aday gösterilir, partinin bir bildirisi ile desteklenir ve bağım sız milletvekili seçilir. İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde CHP'li olur, Bakan ve TBMM Başkanı olur. Sonra Demokrat Parti'ye geçer, bu kez de DP listesinden milletvekili seçilir. Atatürk'ün ölümünden ve DP'ye geçtikten sonra yayımladığı Siyasi Hatıralar kitabında Atatürk'ü ve İnönü'yü yaralayacak birçok ifadesi var. Bu da bir insan manzarası! 778 Üçüncü Bölüm Notları
381) Prof.Dr. Afet İnan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Birinci ,\ Sanayi Planı, 1933, ekler bölümü, TTK, Ankara, 1972. 381a) Türk devrimini yazacak öğretim üyesine verilmek için 5.000 TL ödül konmuştu ama hiçbiri bu eseri yazmadı, yazamadı. Hiç ödül almadan Peyami Safa yazdı: Türk İnkılabına Bakışlar. Üniversite genel olarak ne tarih, ne dil çalışmalarını desteklemekteydi. Başına gelecekleri bile kes ti remiyordu. 382) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.144. * Atatürk milliyetçiliği insanlığa, insanca duygulara, barışa aykırı ol mayan, evrensel değerlere arkasını dönmeyen, özü yurtseverlik olan bir milliyetçiliktir. Atatürk milliyetçiliğini başka türlü tanımlamaya çalışmak, başka akımlara benzetmeye çalışmak büyük haksızlıktır. 382a) Ernst E. Hirsch, Anılarım, Çev: Fatma Suphi, s.178-180. 383) Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.213. * 1938den sonra 'budunumu' sözcüğü 'milletimi' diye değiştirilmiş, and'a bazı eklemeler yapılmıştır. 383a) Ayrıntılı bilgi: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.157-159 (bu konuda Gazi'nin açıklama notları var); Ankaralının Defteri, Mahmut Soydan, Hazırlayan Nejdet Bilgi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007 (bu kitapta Karabekir'in altı mektubu ve verilen yanıtlar davar); Karabekir'in Milli Mücadele hakkındaki yanlış, saptırma, bencil iddiala rı için: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.617 vd. 383b) Atatürk'ün Bütün serleri, 26. c, s. 181. * Gazi, Karabekiı in ilk mektubu hakkında Falih Rıfkı Bey'e şöyle der: "Bu mektubu yazan üzerine, akıl doktorlarının dikkatlerini çekerim." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.157 383c) Prof.Dr. Koptagel İlgin, Toplum Katkının ısında Örnek Lider Hüseyin Köycü, s.27-30, İstanbul, 2005; Hüseyin Köycü'nün köyüne ve çevreye daha birçok hizmetleri var. Bunlar uygarlık kahramanları. Bugün bu ha vanın yaşandığı bir tek köy var mı acaba? 384) Gazi İstanbul'a gelmeden Kız Lisesi'ni, Erkek Lisesi'ni (Atatürk Lisesi), Kız Enstitüsünü, Hukuk Mektebi'ni ziyaret etmiş, sınavlara girmişti. İstanbul'da da Galatasaray Lisesi'ni ziyaret edecekti. (Bu ziyaretler ile ilgili bilgiler, anılar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.191-205)
$ Haldun Derin 25 Haziran 1933'te özel Kalem Müdürlüğünde şif re ikinci kâtipliğine 145 lira aylıkla atanır (Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.35).
$ Bu sırada dolar 120 krş. 384a) Philipp Schwartz, Kader Birliği, s. 17-18; Prof.Dr. H. Widman, Atatürk Üniversite Reformu, s.41 vd.
384b) Prof. Hirsch'in anılarını okumanızı dilerim: Ernst Hirsch, Anılarım, Çev.: Fatma Suphi, Tübitak Yayını, Ankara, 2 0 0 5 , 9 . basım; o dönemi en
Üçüncü Bölüm Notları 779
objektif anlatan önemli bfr kaynaktır; Prof. Hirsch'in öğrencisi olmak gibi bir talihim var. Hukuk Felsefesi-Sosyolojisi," Fikri ve Sinai Haklar. Ticaret Hukuku derslerini izlemiştim. 1959 yılında Berlin Hür Üniversi tesi Rektörü iken de dört kişilik bir kurulda yer alarak kendisini bir daha görmüş, bütün gün beraber olmuştuk. Pek çok Türkten daha güzel ve doğru Türkçe konuşurdu. 385) Kadro dışı bırakılanlar arasında Ahmet Ağaoğlu, Fatin Gökmen. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Ahmet Refik Altınay vb. vardı. Bundan sonra da 60 yaşını aşanlar, dışarda ek işleri, muayenehaneleri olanlar, özellikle yayın ve araştırma yapmayanlar kadro dışı kalacaklardı. Hükümet zorla bi limselliği, bilim hayatını, araştırma, inceleme alışkanlığını yerleştirme ye çalışıyor. * Prof.Dr. Şerafettin Turan diyor ki: "Görevden uzaklaştırılanların sa yısı kesin olarak saptanamamaktadır. Konuyla ilgili yayınlarda bu sayı 92den başlayarak 157'ye kadar çıkarılmaktadır" {Türk Devrim Tarihi, 3/2. c, s.77) * Uzaklaştırılan öğretim üyelerinin bir bölümü geri döner. * istanbul, sonra da Ankara Universitesi'ndeki büyük gelişim konusun da, her daldaki yabancı öğretim üyelerinin katkıları büyüktür. Bilim alanında birçok şeyi, bazıları dünya çapında olan bu değerli öğretim üyelerine borçluyuz. * Ekim 1960'ta Milli Birlik Komitesi, üniversitelerden 147 öğretim üye sini çıkarmıştı. Adların saptanmasında en büyük etkenin üniversite içi ihbarlar olduğu açıklanacaktır. Arkadaşını ihbar eden bilim ada mı! İnsan utanıyor. 385a) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.407. 385b) Cumhuriyetin Ankara'sı, s.378 vd., Güven Arif Sargın'ın incelemesi, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2005. 385c) Gazi'nin Dr. Reşit Galip Bey'i çok azarladığı, istifa ettirdiği gibi iddialar var. Bu iddiaları kabul etmek zor. Çünkü Gazi-Dr. Reşit Galip Bey dost luğu devam ediyor. Mesela Doktor, 21 Ekim, 27 Ekim, 2 Kasım günleri Gazi'nin davetlisi olarak sofrasında yer alıyor (Atatürk'ün Nöbet Defteri), 386) Bu karşılaşmayı ilk radyoculardan olan çok sevdiğim rahmetli Muhte«H şem öksüzcü'den dinlemiştim^ 387) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. cf s . 2 4 7 - 2 4 8 # 388) Hüner Tuncer, İdealler Kuşağından Bir örnek: Dş Hadiye Tuncer, $ . 1 4 l 21. " f 389) Nermin Abadan-Unat, Kum Saatini İzlerken, s.44-53. 389a) Kadro, 22'nci sayı, Teşrinievvel (Ekim) 1933. 390) General Budyenni güya 1920 yılında albayken Havza'ya gelmiş, M. Ke mal Paşa ile görüşmüş. Bu masalın kaynağı, birçok şeyi değiştirerek an latan, bazı şeyleri uyduran Hüsamettin Ertürk'ün İki Devrin Perde Ar» kast adlı kitabıdır. Bu iddia bazı ciddi kitaplara bile geçmiştir. Oysa o ta
f
780 Üçüncü Bölüm Notları
rihte Albay Budyenni Volga kıyısında Çaritsin çevresinde Çar taraftar larıyla çarpışmaklaydı (Budyenni'nin anılarına dayanarak S. Yerasimos, Türk-Sovyet ilişkileri, s.100, dipnot 87). Hüsamettin Ertürk gibi masal cılarımız eksik değil. Bu masalcılara inananlar da çok. 391) Yrd.Doç.Dr. Erdal Ay doğan, "K.Y. Voroşilof'un Türkiye'yi Ziyareti ve Türk-Sovyet Rusya ilişkilerine Katkısı" Atatürk Yolu Dergisi, sayı 39, Mayıs 2007 (bu incelemeyi dergiler.ankara.edu.tr. internet sitesinde bu lup okudum). 391a) Anılarım, s.207-208 (anıyı özetlerken çok küçük bir ek ile bir kısaltma yaptım). 391b) Nezih Neyzi Atatürk'ün Çocukları adlı anılarında böyle bir kürsünün Kızıltoprak'ta Zühtü Paşa Camisi önünde kurulduğunu açıklıyor (s.98, Peva Y., İstanbul, 1995); ben de 40'h yılların başında Ankara'da Ulus Meydanında Zafer anıtının yanında bir halk kürsüsü görmüştüm. Bilgi si olanların halk kürsüleri konusunu geliştirmelerini dilerim. 392) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. e., s.41, 393) . Gazi söylevinin son bölümünü şöyle yazmıştı: "Bu söylediklerim haki kat olduğu gün, senden ve bütün medeni insanlıktan dileğim şudur: Beni hatırlayınız? Hikmet Bayur bir vedaya benzeyen bu sözlere üzülüp iti raz edince Gazi, bu son bölümü söylevinden çıkarır (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.268). 394) Haldun Derin, Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.62. 395) Prof.Dr. Seçil Karal Akgün, Selanik'teki Ev, s.10-11, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006* çok az sadeleştirilmiştir. * Eve şu plaket çakıldı: "Türk milletinin büyük mücedditi ve Balkan Birliğinin müzahiri Gazi Mustafa Kemal bu evde dünyaya gelmiştir? 29 Kasım 1933 396) Voroşilof başkanlığındaki kurul Ankara'dan İzmir'e gitmiş, orada da sevgiyle karşılanmışlardır. Bir caddeye Voroşilof adı verilir. 1950'den sonra bu ad değiştirilecektir. İstanbul yoluyla Rusya'ya dönerler. * Gazi'ye, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla bütün devlet başkanların dan kutlama mesajları gelmiştir. ABD Başkanı Franklin Roosevelt şöyle yazmış: * "Türkiye Cumhuriyeti'nih onuncu yıldönümü münasebetiyle yapılan milli bayramda Zatıâlilerine en sıcak ve samimi tebriklerimi arz ede rim. Geçen bu on sene zarfında Zatıâlilerininfaal ve şuurlu idaresi al tında Türkiye, dünyanın en ileri milletleri arasına girmekle kalmayıp milletlerarası barış mücadelesinin de başlıca lideri olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin mazhar olduğu gelişme ve muvaffakiyetler dolayısıyla Zatıâlilerine en kalbi tebriklerimi takdim eder, gerek Amerikan milleti ve gerekse kendi namıma memleketinize daha büyük refah ve saadetler dilerim?(Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.282)
Üçüncü Bölüm Notları 781
397)
Halkevleri açılınca Millet Mekteplerine katılanların sayısında biraz azalma olmuştu. 1935'te Millet Mekteplerinin görevini Halkevleri üze rine alacaktır. 398) Ankara Halkevi'nin yayımladığı Ülkü dergisinde Nusrat Kemal'in yazı sından bir parça: "Sekiz yüz bin kilometrekareye yakın bir alana serpili kırk bin köy. Otuz yedi bininde ne mektep var, ne posta, ne dükkân. Bu kırk bin köyde on bir milyon insan oturuyor. Ancak yüzde ikisinin okuması ve yazması var. İşte memleketin genel görünümü ve köy sorunumuz? (Ülkü dergisi, sayı 5, aktaran Kadro dergisi, sayı 20) Gazi bu nedenle geçen on yılı bir başlangıç sayıyor. Yüzlerce yıllık ih mal, 10 yılda, 20 yılda, 30 yılda giderilebilir mi? 399) Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s.101-102 (sade leştirilmiştir). 4 0 0 ) 1 9 3 4 yılı: • Bu yılki büyüme hızı genel ortalamaya göre % 10'un üzerinde. • Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun Ankara, Memduh Şevket Esendal'ın Ayaşlı ile Kiracıları romanları yayımlanır. • İçişleri Bakanlığı, Yargıtay, Emlak Bankası Genel Müdürlüğü binaları hizmete girer, mimar Holzmeister. • Sivas Müzesi açılır. • İlk Avukatlar Birliği Kongresi, İzmir, 5 Ocak. • Maliye Bakanı Abdülhalik Renda istifa eder, yerine Fuat Ağralı atanır, 3 Şubat. • Cenap Şahabettin'in ölümü, 13 Şubat. • Bayındırlık Bakanlığına Ali Çetinkaya atanır, 16 Şubat. • t Bakanlar Kurulu kararı ile Edirne, Tekirdağ, Kırklareli ve Çanakkale illerini içine alan İkinci Genel Müfettişlik (Trakya Umumi Müfettiş liği) kuruldu, 19 Şubat, ilk Umumi Müfettiş İ. Tali öngören'dir. • Hikmet Bayur'un İstanbul Üniversitesi Türk İnkılap Enstitüsü'nde ilk dersi vermesi, 4 Mart. • 18 Martta Çanakkale deniz ve kara zaferleri kutlanacaktı. Hükümet adına İçişleri Bakanı Şükrü Kaya konuşacaktı. Gazi Bakana okuması için şu metni verdi: "Bu memleketin toprakları üstünde kanlarım dö
ken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyanlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaş larınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedir ler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır* Onlar bu toprakta can larını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır?
782 Üç üncü Bölüm Notları
İ
•
Bu gönül yüceliğini şimdiye kadar hiçbir asker, devlet adamı, sanatçı ve filozof gösteremedi. İsmet Paşa'nın Ankara'da İnkılap Tarihi kürsüsünün ilk dersini Hu kuk Mektebinde vermesi, 20 Mart. Fethi Okyar, Londra Büyükelçiliğine atanır, 31 Mart. Türk Hukuk Kurumu kurulur, 9 Nisan. İstanbul Üniversitesi'nde İktisadi ve İçtimai İlimler Enstitüsünün açı lışı, 11 Nisan. Kemalettin Sami Paşa'nın ölümü, 15 Nisan. Basmane-Afyon demiryolu satın alınır, 27 Mayıs. Basma Eser ve Resimleri Derleme Kanunu'nun kabulü, 21 Haziran.
I • * •
• • •
• Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu kabul edilir, çok kapsam lı olduğu için uygulanamayacaktır; konservatuvarın ve Devlet Opera ve Tiyatrosunun kurulması ileriye kalır. • Hikmet Bayur'un Eğitim Bakanlığından istifası, yerine Abidin ö z men'in atanması, 9 Temmuz. j j • İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne Prof.Dr. Cemil Bilsel'in atanması, 10 Temmuz. • Harp Okulu'nun 100. açılış yıldönümünün kutlanması, 30 Ağustos. • 9 Eylül 4. Milletlerarası İzmir Panayırı (fuarı). Sovyetler, İngiltere ve Irak devlet düzeyinde katılırlar. j • Türkiye Milletler Cemiyeti Konseyi üyeliğine seçilir, 17 Eylül. • Milletlerarası Parlamentolar Kurultayı İstanbul'da toplanır, 24 Eylül. • Dil Bayramının kutlanması, Halkevinde yapılan toplantıya Gazi de katılır, 26 Eylül. • Diş Hekimliği Kurultayının toplanması, 26 Ekim. • Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin adı Ulus olur. • Ayasofya Camisi'nin anıt-müze olması hakkında Bakanlar K-jMu ka rarı, 24 Kasım. • Himaye-yi Etfal'in adı Çocuk Esirgeme Kurumu'na çevrilir, 4 Ara lık. | • Menemen'de Kubilay anıtı açılır, sanatçı Ratıp Aşir, 26 Aralık.
Nobel ödül Komitesine barış Ödülü için 300 kadar öneri gönderilmişti. Komite Barış ödülünü silahsızlanma hareketlerindeki gayretleri dolayı sıyla İngiliz İşçi Partisi lideri Arthur Henderson'a vermiştir. Kaynak: Zafer Çakmak'ın incelemesi (urat.edu.tr/personel/yayinlar/ fua-715/715_47877.pdf); birkaç sözcük sadeleştirildi. 401a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c , s . 3 3 5 - 3 3 6 ; M. önder, Atatürk'ün Yurt 401)
Gezileri, s.354-355; Atatürk'ün Nöbet Defteri, s.245-247; Kılıç Ali'nin Anıları, s.602.
Üçüncü Bölüm Notları 783
402)
9 Şubat 1933, İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.447 vd.; Bulgaristan da, 31 Temmuz 1938'de Balkan Antantı'na giriş anlaşmasını imza eder. 403) Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.122-123. * Devlet Tiyatroları 500.000 seyirci sayısını 1960'ta daha aşamamıştı. Halkevleri bu sayıya neredeyse 1933'te yaklaşmıştır. 404) Ankara töreninde konuşanlar: Necip Ali Küçüka, Kâzım Nami Duru, Hıfzı Oğuz Bekata, Dr. Şükrü Yusuf, Dr. Ethem Vassaf, Dr. Yusuf, Münir Hayri Egeli, Enver Behnan Şapolyo. Konuşmalardan sonra Dr. Reşit Ga lip Bey'i gösteren bir film ve cezane töreni filmi gösterilir. Doktor için daha sonra Mersin'de, Adana'da, Aydın'da, Urfa'da, Rodos'ta, Üniversitede, Giresun'da, Nazilli'de de anma törenleri yapıldı, ölüm yıl dönümlerinde de anıldı. (Ahmet Şevket Elman, Dr. Reşit Galip, Ankara, 1953; Yener Oruç, Ulus Bilinci ve Devrim Bakanı Dr. Reşit Galip, basıl maya hazır dosya.) Türk devrimi çok değerli bir aydınını kaybetti. * Bilgi Yayınevi'nin sahibi rahmetli Ahmet Küflü, Türk eğitiminin dört büyük Eğitim Bakam olan Vasıf Çınar, M. Necati Bey, Dr. Reşit Galip Bey ve Hasan Âli Yücel için toplu bir kitap yazdırmayı tasarlıyordu. Ömrü yardımcı olmadı. 404a) Bu konuşmanın tamamını okumanızı tavsiye ederim: Atatürk Devri Fi kir Hayatı, 1. e t , s.264-274. 404b) Bilâl N. Şimşir, Bizim Diplomatlar, s.462-466. 405) Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Krono lojisi: 7 Nisan 1934-16 Nisan 1934. 406) O günkü plan anlayışı bugünkü plan gibi ayrıntılı ve genel değildir. Ya pılacak işlerin listesi ile ek raporlardan ibarettir. * Kararnamede yer alan başlıklar: Pamuklu mensucat, kendir ve keten, yün ipliği, demir, sömikok, bakır, kükürt, selüloz, kâğıt, suni ipek, se ramik, kimya, sünger, gülyağı, elektrifikasyon, altın ve petrol. Bu ko nularda ne yapılacağı açıklanıyor. * Bugünlerde Ankara, Eskişehir, Konya ve Sivas'ta dört büyük çelik silo yapımına başlandı. Silolar bir süre sonra Toprak Mahsulleri Ofisi'ne devredilecekti. 406a) Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Krono lojisi, s.561 (kısa bilgi tarafımdan işlenmiştir). 406b) A. Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, s.38 vd.; Atatürk'ün Bütün Eserle ri, 26. c, s.379-380; Metin And, Atatürk ve Tiyatro, s.75-86. 407) Ben askerliğimi 1952-53'te Kayseri'de yaptım. Sosyal hayatın, kültürün, sporun merkezi Kayseri kombinasıydı. Daha sınırlı olarak bir de orduevi vardı. 784 Üçüncü Bölüm Notları
* ismet Paşa'mn söylevi için: Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s. 175-176. 408) İskân Kanunu hakkındaki bu açıklamayı. Prof.Dr. Şerafettin Turan'ın Türk Devrim Tarihi, 3/2. c., s.l96'dan aktardım. * İskân konusunda ilgiye değer bir eser: Fikret Babuş, Osmanlıdan Gü nümüze Etnik-Sosyal Politikalar Çerçevesinde Göç ve İskân Siyaseti ve Uygulamaları, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2006. 409) Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, s.38-40; Atatürk'ün Nöbet Defteri, s.293. * Bazı kitaplarda ilk oynanış zamanı 'akşam' olarak gösteriliyor. Doğ rusu, Atatürk'ün Nöbet Defterine göre 15.45'tir. Saat 19.10'da Dışiş lerine gelirler. 409a) Kadro, 30. sayı; İlhan Tekeli-Selim İlkin, Kadrocuları ve Kadro'yu Anla mak, s.393. 410) Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk'ten Hatıralar ve Belgeler, s.261; M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, s.85-86; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.399-400. * fjf 411) Bu yoğun çalışmalarla dilimiz yeniden kişiliğini kazanmaktaydı. Dilde önemli bir sadeleşme başlamıştı. Dili sadeleştirmede, terim türetmede en çalışkan kurumun ordu olduğu anlaşılıyordu. * Yeni yönetim: Başkan Saffet Arıkan, Genel Sekreter İbrahim Necmi Dilmen, muhasebe Besim Atalay, üyeler: Y. Kadri Karaosmanoğlu, A. Cevat Emre, Ali Canip Bey, Hasan Reşit Tankut, Celal Sahir Sılan, Refet Bey, Naim Hazım Bey, İzzet Ulvi Bey. * Kaynak: ikinci Türk Dil Kurultayı, Müzakere Zabıtları, Tezler, 1934. 412) Atatürk'ün İsveç Prensi için verdiği ziyafette yaptığı konuşma aşırı bir öz Türkçe örneği olarak anılır. O zaman aşırı bulunan konuşmada geçen 35 yeni sözcükten 19'unu şimdi herkes kullanıyor. Deneme nitelikli sözcük ler gitti, geriye duru Türkçe kaldı. Bu konuşmayı sfeşürmeye yeltenenler devrimci taktikten ve Türk dilinin serüveninden anlamayanlardır. * Osmanlıcayı savunanların düi bile artık Cumhuriyet Türkçesi. Osman lıca, mantığı, felsefesi, cümle yapısı, kuralları, imlası, edası, devleti ve bütün sistemi ile bitti. Artık geri gelemez. Osmanlıca ne şiir yazılabilir, ne roman, ne hikâye, ne söylev, ne düzyazı. Günce bile tutulamaz. Sa dece Osmanlıcayı taklit etmeye çalışan heveskârlara rastlanabilir. 413) Gazi bu konuşmasında dil, tarih ve sanat hakkında şöyle demiştir:
"Kültür işlerimiz üzerine ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da Türk tarihini, doğru temelleri üstüne kurmak, öz Türk diline değeri olan genişliği vermek için candan çalışılmakta oldu ğunu söylemeliyim. Bu çalışmaların göz kamaştırıcı verimlere ereceği ne şimdiden inanabilirsiniz. Arkadaşlar! Güzel sanatların hepsinde ulus Üçüncü Bölüm Notlan 785
gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmakta dır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilme si, kavrayabilmesidir. Bugün dinlemeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal ince duygula rı, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde (sayede) Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide ye rini alabilir!' * Gazi bu görüşünü sonuna kadar korumuştur. Falih Rıfkı Bey, "Gazi devrimi, kendi zevkinin üzerinde tutmuştur" diyor. 413a) Y. Kadri, Zoraki Diplomat, s.5-28, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1967; Kadro dergisi, 35-36, derginin son ortak sayısının iç kapağında "İlkkanun-Sonkanun, 193S-1936" yazıyor. Yine iç kapakta "Kadro, neşriyatına şimdi lik son vermiştir" açıklaması var. Ama sonrası gelmemiş, yazı kadrosu dağılmıştır. Yazı kadrosundan Vedat Nedim Tör'ü 1970'te tanıdım. Her İstanbul'a gittiğimde ziyaret ederdim. O da beklerdi. Bence önemli ve kaliteli işler yapmış, Önemli ve kaliteli bir insandı. 414) Uygar bir ülkeye ve şehre yakışır, gerçekten çok güzel bir parktı. Bir de şimdiki haline bakınız! 415) Mimarı Şevki Balmumcudur. Bina 1948'de mimar Bonazt tarafından Büyük Tiyatro/Opera binasına dönüştürülür. 416) Atatürk İsmet Paşa'ya İnönü, Kâzım Paşa'ya Özalp, Fahrettin Paşa'ya Altay, Behiç Bey'e Erkin soyadını uygun gördü. * Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin adı Ulus'a., Vakit gazetesinin adı Kururiz. çevrildi. 417) Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanı mefendi, Hazretleri gibi lakap ve unvanlar, sivil rütbeler kaldırılır. Askeri rütbe adları 9 Nisan 1935 tarihli kararname ile değiştirilir. * Hangi dine mensup olursa olsun din adamlarının mabet ve ayin dı şında dini kıyafet taşımaları yasaklanır, Diyanet İşleri Başkanı ve ce maatlerin en büyük din adamları dışında (Gerekçeleri ve görüşme özetleri için: Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935,1. cilt, s.186-194). Bu iki kanun da yürürlükteki anayasanın 174. maddesinde sayılan devrim kanunlarındandır. Anayasının güvencesi altındadırlar. 418) "www.ait.hacettepe.edu.tr./akademik/arşiv/kadın.htm" web adresinde Dr. Ayten Sezer'in incelemesinden yararlandım. 418a) Orman çiftliğinde istasyona yakın yerde, büyük halk bahçesinin yanında bir bira fabrikası kurulmuştu. Bu fabrika sorun olacaktır. 419) Metin And, Atatürk ve Tiyatro, s.80-86; Adnan Saygun, Atatürk ve Mu siki, $.55; bugün Ankara'nın dışında da opera ve bale birimlerimiz bulu nuyor.
786 Üçüncü Bölüm Notları
•}
419a) Y.Z.E. Ziraat Fakültesi Yıllığı, 1937, s.63; Hüner Tuncer, İdealler Ku şağından Bir örnek, Dr. Hadiye Tuncer, s.28, 137; Dr. Hadiye Tuncer bu kış gezilerine ve yarışlarına sonradan Siyasal BUgiier Okulu ile Spor Akademisinin de katıldığını anlatıyor. 420)
1 9 3 5 yılı:
• Kalkınma hızı genel ortalamaya göre % 10.
• İlk çocuk oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynanır, Küçük Kemal,
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •
Çocuklara İlk Tiyatro Dersi, 1 Ekim 1935. İlk köy filmi Aysel, Bataklı Damın Kızı filmi çekilir, yönetmen Muh sin Ertuğrul. R. Nuri Güntekin'in Gökyüzü romanı yayımlanır. Nâzım Hikmetin Portreler ve Taranta Babu'ya Mektuplar adlı şiir ki tapları yayımlanır, Unutulan Adam adlı oyunu oynanır. Musahipzade Celalin Balaban Ağa adlı oyunu oynanır. Ernest Praetorius Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefliğine ge tirilir, Ekim 1935. Ankara Sümerbank Genel Müdürlüğü binası hizmete girer, mimar Martin Elasser. Manisa Müzesi açılır. İstanbul Liman Şirketi satın alınır, 1 Ocak. Ayasofya Müzesi ziyarete açılır, 1 Şubat. Tiyatro yazarı İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizincfnin ölümü, 6 Mart. Yusuf Akçura'nm Ölümü, 12 Mart. Almanya Versay'ın askeri hükümlerini geçersiz saydığını açıklar, 16 Mart. Afet Hanimin Türk Tarih Kurumu As Başkanlığına seçilmesi, 25 Mart. İstanbul Telefon Şirketi satın alınır, 9 Nisan. Moskova Devlet Baiesi'nin Ankara turnesi, 17 Nisan. Hilal-i Ahmerln adı Kızılay olur, 28 Nisan. Türk Kadınlar Birliği kendini fesheder, 10 Mayıs. Birinci Basın Kongresi toplanır, 25 Mayıs. Pazar günü hafta tatili olarak kabul edilir, cumartesi yarım gün çalı şılacak, 27 Mayıs. Alsancak-Aydın demiryolunun satın alınmasını Meclis kabul eder, 27 Mayıs. Vasıf Çınar'ın ölümü, 2 Haziran. Mülkiye Mektebinin adı Siyasal Bilgiler Okuluna çevrilir, 10 Haziran. Yargıtayın Eskişehir'den Ankara'ya taşınması hakkında kanun kabul edilir, 10 Haziran. Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü kurulur, 17 Haziran. Atatürk'ün Türk Tarih Kurumu için ayrıntılı bir program hazırlaması,
2 Temmuz, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.278~284.
Üçüncü Bölüm Notları 787
• Trakya Umumi Müfettişliğine (İL Umumî Müfettişlik) önce İ. Talî Öngören, bir yıl sonra da İzmir Valisi Kâzım Dirik atanır, 9 Ağustos 1935; ölene kadar bu görevde kalır; 3 Temmuz 1941. • Atatürklün Mimar Sinan'ın heykelinin yapılması için TTK'na emir vermesi, 2 Ağustos 1935. • Ankara'da Fındık Kongresi, 10 Ekim. • Türkiye Mason locaları İçişleri Bakanlığının emri ile kapatılır, 13 Ekim. • Ankara'da Birinci Belediyeler Kongresi, 24 Ekim. • Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası törenle hizmete açılır, 29 Kasım. • Necip Asım Bey'in ölümü, 12 Aralık 1935. 421)
Bağımsızlar için birer yerin boş bırakıldığı iller: Ankara, Afyon, An talya, Denizli, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya Kütahya, Sivas, Tokat, Muğla, Niğde, Yozgat, Çankırı, Kastamonu. • Seçilen azınlık temsilcileri: Berç Türker (Ermeni), Dr. Taptas, İstimat Zihri Özdamar, Dr. Abravaya Marmaralı (Rum). 421a) Refet Paşa Atatürk'ten, "Yaman adamdı" diye söz eder. Ama Mil li Mücadele'nin kazanılmasında en büyük payı kendisine ayırır. Kâzım Karabekîr, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey'i küçümser (Sabahattin Selek, Ana dolu İhtilali, $.149); Atatürk'le anlaşmazlıklarını "İnönü'yü kıskandık" diye özetler (H. Bayur, Belleten, sayı 204, Kasım 1988, Atatürk özel sayı sı, s.951). 421b) Mületvekilleri: Mebrure Gönenç (Afyon), Satı/Hatı Çırpan (Ankara), Türkan Örs Baştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül Erbay (Balıkesir), Şekibe İnsel (Bursa), Huriye Öniz Baha (Diyarbakır), Dr. Fatma Memik (Edir ne), Nakiye Elgün (Erzurum), Fakihe Öymen (Ankara), Benal Nevzat Iştar Anman (İzmir), Ferruh Güpgüp (Kayseri), Bahire Bediş Morova (Konya), Mihri Pektaş (Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Fatma Esma Nayman (Seyhan), Sabiha Görkey (Sivas), Seniha Hızal (Trabzon), Hati ce özgener (Çankırı, ara seçimde seçildi). Türkân ö r s Baştuğ Atatürk Lisesi son sınıfta felsefe, sosyoloji-mantık öğretmenimizdi. Liseden ayrıldıktan sonra da ilgimizi kesmedik. Edebiyat öğretmeni Fevziye A. Tansel gibi çok şey borçlu olduğum bir öğretmendi. 422) Yeni Halkevleri: Akçakoca, Alaşehir, Ayvalık, Bartın, Bayburt» Beşik taş, Beyoğlu, Şişli, Üsküdar, Şehremini, Burdur, Dinar, Edremit, Gerede, Göynük, İnegöl, Kadıköy, Kandıra, Merzifon, Mudurnu, Simav, Söke, Tire (Anıl Çeçen, Halkevleri, s. 125).
423) İlkel olmayan kültür, baleye gitmek, opera izlemek, dans etmek, Ibsen'i bilmek değildir. Uygarca, birlikte, özenle, saygıyla yaşamayı, konuşmayı, oturmayı kalkmayı, yemek yemeyi bilmek, insanı, doğayı ve tekniği an lamaya çalışmak, uyanık olmak demektir. Bu görgü ve düzey biraz evde, 7 8 8 Üçüncü Bölüm Notlan
biraz okulda ama asıl halk eğitimi yoluyla, uyan ve görenek yoluyla ka zandır. Bunu özellikle Halkevleri, Köy Enstitüleri ve radyolar sağlıyor du. Türkiye 60 yıldır, yani üç kuşaktır Halkevlerinin, Köy Enstitülerinin, 1971'den bezi de eğitici radyolann eksikliğinin acı sonuçlarım yaşıyor. Bu süre içinde genel olarak ciddi, bilinçli, çağdaş bir halk eğitiminden geç medik. Trafik kazalarında dünya birincisiyiz. İs kazalarında da ileriyiz. Kurallara uymayız. Tehlike olasılıklarını hesap edemeyiz. Kapalı viraja gözü kapalı gireriz. Yaralı taşırken sedyeden düşürürüz. Ormanlarımı zı yakarız. Maç kazanınca havaya ateş ederiz. Balkona çamaşır aşar, so kağa sümkürür, tükürürüz. Ellerimizi pantolonumuzun arkasına sileriz. Almanya'da balkonda kurban keser, kanlar binanın cephesinden aşağı sızar. Almanlar tepki gösterince kızarız. Yaşlılara, hanımlara yer ve yol vermeyiz. Senli-benli bir konuşma üslubu gittikçe yaygınlaşıyor. Birçok alanda böyle sakarlıklarımız, ilkelliklerimiz, yetersizliklerimiz var. Tvha berlerini bu gözle izlerseniz, kültür ve görgü eksikliğinin yarattığı sorun ları görebilirsiniz. Daracık bir dünya içinde zihin gelişmez. Genel kültür ve görgü düzeyimiz Tv dizilerinin çoğuna, bazı tartışma programlarına, bütün evlenme programlarına bakılarak saptanabilir. 424) Başbakan İsmet İnönü, Adalet Şükrü Saraçoğlu, Milli Savunma Kâzım Özalp, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfik Rüştü Aras, Maliye Fuat Ağralı, Eğitim Abidinözmen (sonra Saffet Ar ikan), Bayındırlık Ali Çetinkaya, Sağlık ve Sosyal Yardım Dr. Refik Saydam, Gümrük ve Tekel Ali Rana Tarhan, Ziraat Muhlis Erkmen. * Hükümet 7 Mart günü güvenoyu aldı. 425) Pullar kısa bir süre geçerli olmuş, süre bitince kalan pullar imha edil miştir. Bir süre sonra bu dizi koleksiyoncular arasında büyük değer ka zanacaktır. 426) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.187-188. 427) Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir ömür, s.78-82. 428) Parti programında yeni 245 sözcük kullanılmıştı. 1983 yılında yapılan bir saptamaya göre 245 sözcükten 146'sı (% 59,6) günümüzde de kulla nılmakta, 39'u biraz değişiklikle varlıklarım korumaktadır. Tutunama• yan sözcüklerin sayısı 60'tır, % 24.5. (Prof.Dr. Şerafettin Turan- Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dü Devriminin öyküsü, s. 106); Türkçei eş t i ri İmiş Parti Programı ve Tüzüğü için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s . 2 1 4 - 2 3 1 , 2 3 3 - 2 5 1 . * * Hasan Rıza Soy ak,Ş Atatürk'ten Hatıralar adlı kitabında, Recep
Peker'in İtalyan faşizmi Üe Alman nazizminin etkisinde kalarak to taliter bir parti tüzüğü ve beyannamesi hazırladığım, inönü'ye de im zalatarak Atatürk'ün bilgisine sunduğunu anlatıyor. Yeni tüzüğe göre başta üyeleri sınırlı, yetkisi sınırsız bir kurul bulunacak, Meclis bir şekilden ibaret kalacak, italya ve Almanya'da olduğu gibi üniformaÜçüncü
Bölüm Notlan 789
lı gençlik teşkilatı kurulacaktı vb. Atatürk çok sinirlenir. Kurulması düşünülen kurulun üyelerini 'zorbalar' diye aşağılar. İnönü ve Peker'i çağırtır. Bir-iki saat konuşurlar. İnönü'nün öneriyi okumadan imzala dığı anlaşılır. Atatürk Recep Peker'in hazırladığı programı ve tüzüğü reddeder (Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.57-60). * Bu amnın insanın zihnini kurcalayan yanları var. Kurultay için ha zırlık yapılıyor. Programın ve tüzüğün dili aylardır çalışılarak Türkçeleştiriliyor. Bu çalışmada Atatürk de bulunuyor. Bu sırada Recep Peker'in bunu bile bile yeni, ayrı bir program ve tüzük hazırlaması, İnönü'nün okumadan imzalamış olması inandırıcı gelmiyor. Söz ko nusu edilen faşist program ve tüzük önerilerinin elde ne aslı var, ne sureti. Bu olaydan sadece Hasan Rıza Soyak söz ediyor. İnönü'nün anılarında yok. O kadar kızdığına göre Atatürk'ün yakınlarına bu gi rişimden şikâyet etmiş olması gerekir ama hiçbir anıda yer almıyor. Atatürk böyle faşist, nazist bir program ve tüzük hazırlayan Recep Peker'i Parti Genel Sekreterliğinde bırakır mı? Çok daha hafif bir olay nedeniyle görevden aldığını göreceğiz. Görevden almadığı gibi yeni den seçilmesini de uygun görüyor. Anıları çok ihtiyatla okumak ge rektiği hakkındaki düşüncemi yineleyeceğim. Her anıyı olayların akı şı ile karşılaştırarak değerlendiriyorum. # Bu tarihlerde Recep Peker üniversitede İnkılap dersleri veriyordu. Bu ders metinleri İnkılap Dersleri Nodarı adıyla 1936 yılında basılmıştır. Bu ders metinlerinde Recep Peker faşizmi ve nazizmi eleştiriyor, s.48, 51,78,86-88; aynı tarihe rastlayan bu iki olayı (yani tüzük ve beyanna me ile ders notlarını) nasıl bağdaştıracağız? 429) Yeni Genel Yönetim Kurulu: Recep Peker, Münir Akkaya, Mümtaz Ökmen, Muttalip öker, Esat Uras, Cevdet Kerim İncedayı, Nafi Atuf Kan su, Rahmi Apak, Hasan Âli Yücel, Necip Ali Küçüka, Hüsnü Çakır, Ali Rıza Erten, Fikri Tüzer, Salah Yargı, Tahsin Berk, Salah Cimcoz (Hikmet Bila, CHP, s.62-63) JI 430) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.259. 431) Halamın eşi MTA'da görevliydi. Getirdiği deprem bölgeleri, fay hatlarıy la ilgili büyük boy, çok güzel basılmış kitapları unutmuyorum. Merakla okurdum. Türkiye 19404ı yıllarda bütün deprem bölgelerini, fayları, ay rıntılı olarak, rengârenk basılmış haritalar ile çok iyi bilmekteydi. Ama bir zaman sonra bu bilgiler, haritalar unutulacak, devlet de, belediyeler de, halk da, deprem olunca şaşacaklardır* Bizde bilgi akışı sürekli değil dir. Zaman zaman kopar. Hayati bilgiler dosyalarda, kitaplarda, dosyalar ve kitaplar raflarda, dolaplarda unutulur., 432) Abidin özmen'in ayrılması 11 Haziran 1935, Saffet Arıkan aynı gün Eği
tim Bakanlığına atanır. 432a) Recep Peker İtalya ve Almanya'ya, Celal Bayar Rusya'ya gittiler. 790 Üçüncü Bölüm Notları
432b) Abidin Özmen 15 Haziran 1943 tarihine kadar bu görevde kalacaktır. 433) Saygı Öztürk, İsmet Paşa'nın Kürt Raporu, s.41 -42; Haldun Derin» Çan kaya özel Kalemini Anımsarken, s.93. 433a) Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemim Anımsarken, s.94. 434) Saygı öztürk büyük bir başarıyla bu raporu elde etmiş. Ama raporu ay nen yayımlamamış. Birçok yeri özetlemiş. Keşke tamamım yayımlasaydı. Raporun adı Kürt Raporu değildir, Şark Seyahati Raporu 1935'tir. Güneydoğu, Doğu ve Kuzey Anadolu illeri, sorunları ve çözüm öneri leriyle ilgili bir genel rapordur. Ele aldığı konular: 1. İdari meseleler, 2. Dersim, 3. İskân işleri, 4. Ulaşım ve su işleri, 5. Transit işleri, 6. Mali iş ler, 7. Yakacak ve maden meselesi, 8. Eğitim işleri, 9. Sağlık işleri, 10. Milli müdafaa işleri (Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.367). Ne daha Önce, ne daha sonra hiçbir Başbakan bir seferde bu kadar çok yeri gezip denetlemiş, bilgi almış, durumu hiçbir şeyi saklamadan, ob jektif olarak yazmış değildir. 434a) Bu olay hakkında esas kaynağım: Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıra| lar,,l.c, s.377-400; Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.369-372. İ | 434b) Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s.348. 434c) Bütün bu hamleler, köprüler, demiryolları, okullar, kurumlar, fabrikalar, babalarımızdan, dedelerimizden alınan vergilerle yapılıyordu. Hepsi mil letindi. Babamın küçük aylığından kesilen oldukça yüklü vergi için 'helal olsun' dediğini hatırlıyorum. Bu sırada Bakırköy Barut Fabrikasında ça lışıyordu. Cumhuriyet Bayramlarında babam da, birçokları gibi, evimizi bayrak, ampuller ve defne dallarıyla süslerdi. Yükselen eserleri gören mil yonlarca insanın da katkılarını helal ettiklerini sanıyorum. Millet bunla rın değerini anlayacak kadar akıllıydı. 434d) Bilsay Kuruç, a.g.e., s.349; hiçbir Bakan Başbakanı böyle övmek gereğini duymamıştır. Bayar farklı çıkmıştı; eab.ege.edu.tr/pdf/7_2/C7-S2-M16. pdf adresinde Yard.Doç.Dr. Hulusi Doğan'm Nazilli Kombinası hakkın daki araştırmasından yararlandım. # Celal Bayar "Atatürk'ü sevmek milli bir ibadettir" sözünü, 1950'de Cumhurbaşkanı olunca Atatürk'ün bir büstünün kaidesine kazıtmış, bu küçük anıt, Çankaya Köşkü'nün ana kapısının az ilerisine yerleşti rilmişti. Kızı Sayın N. Gürsoy bu anıtın 27 Mayısçılar tarafından kal dırıldığını söylüyor. Yanılıyor. Büst, bu yazıya gösterilen tepki üze rine, kısa bir süre sonra elbette Celal Bayar'ın onayı ile bulunduğu yerden kaldırılmıştır. Bayar da o cümleyi bir daha kullanmamıştır. Bu olay birçok gazetede yer almıştı. Ben gazeteler yardımıyla biliyorum. 435) Bu sahneyi Tahsin Üzer anlatmış, 13 Mayıs 1939 günlü Trabzon Yeni Yol gazetesinde yer almış, aktaran S. Edip Balkır, Eski Bir öğretmenin Anı
ları, s.12.
436)
Bilsay Kuruç, Belgelerle Türk İktisat Politikası, 2. c , s.352-354.
Üçüncü Bölüm Notlan 791
* Günde 40.000 metre bez üretilecekti. 50 çeşit bez dokunacaktı (Ata türk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.482,489). 436a) Dilin kaynağı hakkında birçok tez, görüş var. Güneş-Dil Tezi de bunlar dan biridir. Bir tez kanıtlanır bilimsel gerçek olur. KanıÜanamazsa tez olarak kalır, tarihe mal olur. Bilim böyle gelişir. Dilin kaynağı Ue ilgili tezler kanıtlanmaz. Çünkü kanıtlanması mümkün değildir. Bir düşünce çalışmasıdır (Notlar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.311-348). Dilin kaynağı ile ilgili başka tezler gibi Güneş-Dil Tezi de tez olarak kal mıştır. Bilimin böyle geliştiğim bilmeyen bazı bilim adamlarımız (!) var. Güneş-Dil Tezi'ni küçümsüyorlar. Bilim de onları küçümsüyor. * Viyana Üniversitesinde Doğu Dilleri üzerinde doktora yapan Hermann E Kvergiç 1935 Ocağında hazırladığı "Türk dillerindeki bazı öğelerin psikolojisi" adlı incelemesini Atatürk'e sunmuştu. 41 dakti lo sayfası tutan ve 55 bölüme ayrılmış olan bu inceleme Atatürk'ü çok ilgilendirmişti. Olayların tanığı Dil açar'm aktardığına göre Güneş-Dil Kuramı, Avrupa'daki öteki görüşler de dikkate alınarak bu metin üze rinde yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştı. Böyle bir kuramın öne sürülmesinde güdülen amaç, Türk devriminin dile de yansımasını bir türlü kabul edemeyen çevrelerce ileri sürüldüğü gibi Türkçeyi öz leştirmekten vazgeçmek olmayıp, Türk tarih tezine koşut olarak bir dil teorisi/kuramı belirlemek idi (Prof.Dr. Şerafettin Turan-Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.108-109). 437) 8.221.248 kadın, 7.936.770 erkek. Okur-yazar oram 19,2. 1927'ye göre iki kata yakın. Nüfusun % 79'u tarımda, % 7,8'i sanayide, % 12,3'ü hizmet sektöründe çalışıyor. 1940 nüfus sayımı sonucu: 17.820.950. 438) Bu konuşma, Atatürk'ün denenmemiş yeni sözcükleri kullandığı, tartış maya ve milletin seçimine açtığı son konuşmadır. Bundan sonraki konuş maları sade lurkçedir. Artık dili köpürtmeyecektir. Çünkü gerek kalma mıştır. Cumhuriyet Türkçesi gelişmektedir. Dili Türkçeleştirmekle ilgili çalışmaları bütün gücüyle desteklemeye devam eder. * Bu sadeleşme nöbet defterlerinin dilinde de görülmektedir. 439) Kaza mı, intihar mı, anlaşılamadı. Kaza tarihi 21 Kasım 1935'tir (Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s.584). . • |- | .g^J 439a) Bu konudaki en ayrıntılı bilgi: Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.377-400. 440) Eğitmenlerle ilgili ana kaynağım: Süleyman Edip Balkır, Eski Bir öğret menin Anıları. Kitap Cumhuriyet kitaplarından çıkmıştır. Hep bu kitap tan yararlanacağım. 440a) Ankara'da Çankaya ilçesi kuruldu. Artvin, B o r ç k a , Şavşat,Hopa ve Erzurum'un Yusufeli ilçesiyle, merkezi Artvin olan Çoruh ili kuruldu. Şemdinan, Hakkari, Güvar ilçeleriyle Siirt ilinden Zap ilçesiyle merkezi
792 Üçüncü Bölüm Nnt-lart
Çölemerik olan Hakkari ili kuruldu. Muş ilinin Bitlis, Dotki, Van ilinin
Ahlat ilçesi, yeni Hizan ve Kotum ilçeleriyle merkezi Bitlis olan Bitlis ili kuruldu. Muş ilinden alınan Çapakçur, Genç, Solhan, Kalan ilçeleriyle Erzincan'dan alman Kiğı ilçesiyle merkezi Çapakçur olan Bingöl ili ku ruldu. Tunceli Kanunu ile de Pülümür, Nazimiye, Mazgirt, Pertek, Ho zat, Ovacık ve Çemişkezek ilçeleriyle Tunceli ili kuruldu (Bilâl N. Şim şir, Kürtçülük II, s.389). Köy sayısı kesinleşti: 39.813 (Î.H. Tonguç, İlköğretim Kavramı, s.279). 441) Dersim/Tunceli ve IV. Umumi Müfettişlik konularında kaynakçadaki il gili tüm kaynaklardan yararlandım. • Tunceli Kanununun süresi dört kez uzatılacak, 31 Aralık 1946'da süre sona erecek, IV. Umumi Müfettişlik sürecektir. • Bir süre sonra Erzincan da IV. Umumi Müfettişliğe bağlanacaktır. • Tunceli Kanunu hakkında geniş bilgilçin: a.g.e., s.388-394. $ Tunceli'de yol, köprü, bina (okul, kışla, karakol, subay ve memur ev leri vb.) yapımı için Umumi Müfettişliğin emrine yeterli olmasa da önemli ödenek verilir. 442) 1 9 3 6 yılı: • Bu yılki büyüme hızı % 23,2. • Niğde Müzesi açılır. • Sait Faik'in ilk hikâye kitabı Semaver yayımlanır. • Halide Edip'in Sinekli Bakkal romanı önce yurtdışında İngilizce, bu yıl Türkiye'de Türkçe yayımlanır. • Bu yıl 1.618 kitap yayımlanacaktır. • Musiki Muallim Mektebi'nde konservatuvar sınıfları (opera ve tiyat ro) açıldı, Ankara ve İstanbul'da yapılan sınavlar sonucu 3 kız, 8 erkek öğrenci alındı, halk müziği arşivi kuruldu. Konservatuvar Kanunu 1 Haziran 1940'ta kabul edilecektir. • Yaşar Erkan Berlin Olimpiyatı'nda 61 küo Greko-Romen'de olimpiyat şampiyonu olur. • Ankara'da ilk Sanayi Kongresi toplanır, 20 Ocak. • Sinemalarda asıl filmden önce bir öğretici film gösterilmesi hakkında kanun kabul edilir, 20 Ocak. • İzmir havagazı şirketi satın alınır, 21 Şubat. • Özel teşebbüsçe inşa edilen ilk Türk gemisi Belkıs denize indirilir, 27 Şubat. • Venizelos'un ölümü, 18 Mart. • Eğitimci İhsan Sungunun ölümü, 11 Nisan.
• Ankara'da ilk Spor Kongresi toplanır, 13 Nisan. • Samipaşazade Sezai Bey'in ölümü, 26 Nisan. • İstanbul Türkkuşu açılır, 3 Mayıs. Üçüncü Bölüm Notları 793
• • • • • •
Bayrak Kanunu kabul edilir, 29 Mayıs. Bankalar Kanunu kabul edilir, 1 Haziran. İş Kanunu kabul edilir, 8 Haziran. Toprak Mahsulleri Ofisi kurulur, 24 Haziran. 29 Eylül: 1 Sterlin 620-623 kuruş. ^ J Balkan Festivali İstanbul'da başladı, 2 Eylül gecesi Atatürk de katıldı, Romen gençleri ve Türk zeybek ekibiyle birlikte oynadı. Gençlerle bir likte 'Dağ Başım Duman Almış' marşını söyledi. Şöyle dedi: "Bu marş o
zamanki azmimizi, inancımızı seslendiriyordu. Bundan başka bir şeyi miz yoktu. Şimdi bağımsız, ilerlemekte olan, genç, dinç, dünya ile dost bir devletimiz, geleceğe güvenen, huzurlu bir milletimiz varl*
• İngiliz Kralı VIII. Edward'ın İstanbul'a gelişi ve Atatürk ile görüşme si, 4 Eylül. • Son Osmanlı Sadrazamı Tevfîk Okday Paşa'nın ölümü, 8 Ekim. • 6 Ekimde İstanbul'a giren birliğin Komutanı General Şükrü Naili Gökberk'in ölümü, 25 Kasım. • Milliyet gazetesinin kurucusu, başyazarı, Atatürk'ün eski refakat su bayı Mahmut Soydan'ın ölümü, 3 Aralık. 443)
Kararname metni için: Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler, s.23L *
İngiliz Büyükelçisinin raporu: "General Abdullah Alpdoğan yılın ilk aylarında göreve başladı ve bu bölgeyi kalkındırmaya koyuldu. Böl geyi yatıştırarak ve eğitimi yaygınlaştırarak kalkındırmayı amaçlı yor. Fakat Dersim, soygun ve yayma içgüdülerine sahip Kürt aşiret lerin yaşadığı bölge olarak eski bir üne sahiptir ve Dersim Kürtleri 1936 yılında da yol kesmişler, soygunlar yapmışlardır. Majestelerinin Trabzon Konsolosu yıl içinde Dersim Kürtlerinin Erzurum yöresinde birçok yol kestiklerini ve birçok soygun yaptıklarını rapor etti. Bunlar Dersimli Kürt eşkıyalarının eski huylarından pek vazgeçmediklerini
göstermektedir!' (İngiliz Büyükelçisinin 1936 yıllık raporu, aktaran, Bilal N.Şimşir, Kürtçülük II, s.396) • * Nüfusa kaydolmayan, askerlik yapmayanların cezaları kaldırılmış, as kerlik süresi altı aya indirilmiş, vergi sonuçları hafifletilmişti. Günde 60 kamyon inşaat malzemesi giriyordu Tunceli'ye. Her yanda inşaat vardı. Sağlık merkezleri ve 19 okul -yeniden- açılmıştı. Köylülere toprak veriliyordu. Tarım Bakanlığı köylülere fidan ve tohum dağıtı yordu. Ağaçlar aşılanıyordu. Halk ağaların, reislerin, seyitlerin elle rinden kayıyordu. Halkı tahrik için birçok yalan uyduruldu. Birkaçı şöyle: kadınlar geceleri askerlerin olacak, her şey vesikaya bağlana cak, Dersimlileri Ermeniler gibi kesip öldürecekler, Türk ordusu is tese bile Dersim'e giremez, buna yetecek gücü yok... (Rıza Zelyut Dersim isyanları, s.294) 7 9 4 Üçüncü Bölüm Notları
444) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c , s.393-400. 445)
M. İlmiye Çığ Kitabı, Çivi Çiviyi Söker, söyleşiyi yapan Serhat öztürk, s.30-34; M. İlmiye Çığ yatılı olmayı şöyle anlatıyor: "Ofena odadan son ra bize yatakhane cennet gibi göründü. İki tane yatak, kar gibi kolalı çarşaflar, emrimize ait iki beyaz dolap. Eğer cennet varsa, o işte bur çi şiydi... Yatılı olduktan sonra çalışmama gerek kalmadı, öyle bir yatılıyız ki bir elimiz yağda bir elimiz balda. Hep turfanda yemek yerdik. Gün de altı tür yemek. Giyimimizi veriyorlar. Harika bir öğrencilik geçirdik? (a.g.e., s.36) 445a) Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.128-136; etkinlikleri özet olarak yan sıtıyorum. Yoksa Halkevleri arı kovanı gibidir. * 1936 yılında Bakırköy'de İstanbul caddesindeki Ermeni okulu kapan dı, Halkevi bu büyükçe binaya taşındı. Alt kâtında geniş bir salonu vardı. Sık sık konferanslar verilirdi. Annem beni bu konferanslara götürürdü. O zaman da böyle konuşmalara meraklıydım. Hiç sıkıl madan, kımıldamadan dinlerdim. Konferansları daha çok kadınla rın izlediklerini hatırlıyorum. Bu bina şimdi Bakırköylü Sanatçılar Derneği'nin merkezidir. (Bakırköy Halkevi'nden yetişen ilk sahne ve film sanatçısı Münir Özkul'dur.) 446) Ren nehri kıyısındaki Bonn/Bad Godesberg'te pansiyonunda kaldığım İÜ Frau Rehbein şöyle demişti: 'Alman ordusu harekete geçince, sevinçten delirdik. Hitler milli kahramanımız oldu. Deli ne istese yaptık. İkinci Dünya Savaşına girdik ve mahvolduk." 447) Keşke her yıl bu gazilerin torunları dedelerinin madalyalarını takıp bu güzel anıtın önünde toplansalar. Şehitleri, gazileri, komutanları ve Atatürk'ü rahmet ve minnetle ansalar. Bu işi kotarmayı Afyon Kocatepe Üniversitesi üstüne almaz mı acaba? 448) Ali Çetinkaya'nın bu sözünü, Dumlupınar dönüşü (1948), Aı on istasyo nunda bizi kabul eden Afyon İstasyon Müdürü Eşref Demirağ'dan duy muş ve not etmiştim. Eski demiryolcular Eşref Demirağ'ı iyi tanırlar. 448a) Kâzım Dirik'in yaptırdığı örnek köy planını Afet İnan yayımlamıştır: Cumhuriyetin 50. Yılı İçin Köylerimiz, s.57-60, TTK, Ankara, 1978. 449) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c , s.536-538 (Türkiye'yi haklı bulan ve öven yazılardan örnekler var). 449a) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.490-491. 449b) Emin Erişirgil, İslamcı Bir Şairin Romanı, s.387-388. 449c) Bazı yazarlar bu durumu faşist bir örgütlenme olarak değerlendiriyor lar. Oysa tersidir. Faşizmde ve onun benzeri sistemlerde parti devlete egemendir. Bunu bilmeden nitelemelere kalkışmaktan kaçınmak daha doğru olmaz mı? Cumhuriyet yönetimi faşizmin yaptığının tam tersini yapmıştır. Ama bu durum demokratik bir çare de değildir. Üçüncü Bölüm Notları 795
* Demokratik, çağdaş bir hukuk devletinin özellikleri, nitelikleri konu sunda gerçek bir birikimimiz yok. Deney başlangıcı olarak 1878'de ilk anayasanın yürürlüğe girişi, Meclis açılışı gösterilir. Ne var ki bir yıl sonra anayasa askıya alındı, Meclis kapatıldı. Anayasanın yürür lüğe girmesi için 1908'e kadar 30 yıl beklemek gerekti. Bu otuz yıl en koyu istibdat yaşandı. Ondan sonra II. Meşrutiyet adi altında dar be, suikast, kavga, tutuklamalar, seferberlik, savaş, yenilgi ve çözül me dönemi. Bunlar mı demokrasi deneyleri? Olumsuzluklar deneyi demek daha doğru bir yaklaşım olur. Bu birikimsizlik nedeniyledir ki Cumhuriyet yönetimi de zaman zaman bazı konularda arayışlar içinde olmuştur. Arayış bitmiş değil, hâlâ sürüyor. 449d) 1937'de Etimesgut Motorlu Uçuş Kampı, aynı yıl Ankara ve İzmir paraşüt kuleleri açıldı. Binlerce genci btraraya getirdi. Türkkuşu öğretmenlerinden pilot E. Âli YMdız, 12 Haziran 1938 günü 14 saat 20 dakika süren bir pla nör uçuşuyla dünya rekoru kırdı, öğrencisi Ziya Aydoğan İnönü Eğitim Merkezinden Kayseri'ye kadar, 466 km'lik bir mesafeyi planörle uçtu. Planörler Kurumun Akköprü Atöryesi'nden sağlanıyordu. 1940 yılı son larında Akköprü atölyesi fabrika haline getirildi ve burada İngiliz Miles Magister eğitim uçaklarının seri montajına başlandı. Nuri Demirağ da uçak yapımına girişti. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Genelkurmay Başkanlığı'hın isteğiyle Etimesgut Uçak Fabrikası kuruldu. 1944 yılında üretime başlayan Etimesgut Uçak Fâbrikası'nda, Magister uçaklarının yanısıra, THK-1, 3, 4, 7, 9,13 planörleri ile THK-2, 5 ve 10 tiplerinde eğitim, sağlık ve nakliye uçakları üretildi.İrk uçak motor fab rikası THK tarafından Gazi Orman Çiftliği'nîn istasyonu karşısında ku ruldu. Bu fabrikanın çalışmaları Î951 yılma kadar sürdü, o yıl Makina ve Kimya Endüstrisine devredildi. Fabrika 1952'de kapatıldı, Traktör Fab rikasına dönüştürüldüL Kayseri Uçak Fabrikası ile Etimesgit Uçak Fab rikası da 1952'de kapatıldı. Kayseri Uçak Fabrikası marangoz atölyesine çevrildi. Etimesgut Uçak Fabrikası bîr süre ütü, eletrikli soba vb. yaptı. . Ulus'ta bulunan THK mağazasının vitrininde bunlar sergüeniyordu. Uçak sanayii de, Halkevleri, Köy Enstitüleri, demiryolculuk vb. gibi öl dürüldü. Her şey için ABD yardımına bel bağlandı. Daha sonraları da babalarımızın, dedelerimizin vergileri ile yapılmış fabrikalar, kuruluşlar, çok ucuza birer birer satılmaya başlandı. Atatürk'ün vasiyeti bile dikkate alınmadı. 5
449e) Savaş 1 Nisan 1939'da Franco'cularıngalibiyeti ite sonuçlanır. Franco'nun 1975'teki ölümüne kadar sürecek olan diktatörlük dönemi 449f)
Hadiye Çeçen'in
arkadaşı Hamdi Tuncer Atatürk Orman
çülük şefi olur. Bir süre sonra yazar Hüner Tuncer.
796 Üçüncü Bölüm Notları
evlenirler.
başlar,
Çiftliği'ne
Süt
Bir kızları olur: Diplomat ve
İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.493-518 (İtalya da söz leşmeye 2 Mayıs 1938'de katılacaktır, s.496; Kasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. e., s.531-546); Bakırköy'de halkın şarkılar, marşlar söyleye rek kıyıya ve Viyasa gazinosuna doluştuğunu hatırlıyorum. 451) İngilizler bütün büyük, uzun menzilli topların kamalarım denize atmış, topları kullanılmaz hale getirmişlerdi. Savaş araç ve sistemleri değiştiği içm Türkiye boğazları savunmak için bu topları kullanacak değildi. Bu toplar artık iyice çağdışı olmuştu. Ama 18 Mart zaferinin gazi toplarını tabyalarda zaferin anıtları olarak saklamalıydık. Çocuklarımız bu gazi topları görmeliydi. Yazık ki 1954 yılında hepsi hurdacıya satılır. Geride 18 Mart zaferinden kalmışbir tek top yok. * Bir müzeci Anafartalar yöresinde toprak altında kalmış bir-iki ağır to pun bulunduğunu söyledi. Sevindim. Hiç olmazsa onları koruyalım. 451a) Emin Erişargil, İslamcı Bir Şairin Romanı, s.390-391. * Mehmet Akif Ersoy 27 Aralık 1936 tarihinde hayatını kaybetti. Kabri Edirnekapı şehitliğinde. Mısır'daki dostu ölüm haberini alınca vasi yetine uyarak çeviriyi yazık M yaktı (a.g.e., s.393-394). * M. Akif Bey yaptığı birkaç çeviriyi M. Hamdi Yazır'a gönderir. Çeviride herkes kolayca anlasın diye sade Türkçe kullanmıştır. M. Hamdi Yazır Türkçe MeaTdeM. Akif Bey'den etkilenerek dilini yer yer hayli sadeleştirmiştir. Tefsirinde ise ağır bir dil kullanıyor: 452) Prof.Dr. Şerafettin Turan-Sevgi Özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Dev riminin ÖyküsMr s. 108-111;- Üçüncü Türk Dil Kurultayı 1936, Tezler, Müzakere Zabıtları, Devlet Basımevi, İstanbul, 1937. * Yeni Yönetim Kurulu: 1. Necmi Dilmen, Beste Atalay, A. Cevat Emre, Ali Canip Yöntem, Hasan Reşit Tankut, L Müştak Mayakon, Naim Onat, Refet Ülgen. 453) Harbiye Marşı 1928'de yazılıp bestelenmiş, Harpokulu'na alay sancağı 1934'te verilmiştir. § 453a) Paraşütü açılmayan paraşütçü kızlarımızdan Eribe bugün şehit olmuştur. 454) TBMM Başkanlığına yine Abdülhalik Renda seçildi. 454a) Bayar'ın Şark Raporu: Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006; Bayar'm gittiği iller: Sinop, Samsun, Ordu, Trabzon, Rize, Artvin, Ardhan, Kars, Ç ı l d ı r . İğdır, Beyazıt, Erzurum, Van, Muş, Siirt, Diyarbakır, Malatya, Mersin, Konya; rapor Başbakana hitaben.yazılmıştır. Ekonomik sorunlar ve Öne riler bakımından İnönü'nün raporundan daha geniştir. * Kürt sorunu için Bayar diyor ki: "İsyan edenleri cezalandırmak için şiddetin manası, anlaşılır ve yerindedir. İsyandan sonra fark gözetm eksizin idare etmek de bundan ayrı ve mutedil bir sistemdir... Doğu vilayetlerinde toprak dağıtmanın, halkı toprak sahibi kılmanın ehem miyeti aşikârdır. Gayemiz bunları sadece toprak sahibi yapmakla ye tinmek de değildir. Mümkün olduğu kadar kredi vasıtalarını^ üretim imkânlarını da birlikte vermek lazımdır. Mahsullerinin satışını da 450)
Üçüncü Bölüm Notları 797
temin etmek icab eder... Bu tedbirin tam semere verebilmesi için ikinci bir şart vardır: O da muhitteki nüfuz sahibi mütegalibenin (ağaların, beylerin) aileleri ile birlikte iç vatana nakledilmeleri keyfiyetidir. Bu hareket devlet nüfuz ve kudretini göstermekle birlikte halkın zorbalık" tan fiilen kurtulmasına da yardım etmektedir... özetle mütegallibenin aileleri ile birlikte yerlerini değiştirmek esaslı ve iyi bir politika dır? (s.64-65) I t * Toprak dağıtımı için böyle yazan Bayar, Atatürk'ten sonra, Toprak Ka nunu dolayısıyla CHP'den ayrılacaktır. Belli ki bu sözler Atatürk'ün bu konu hakkındaki sözlerinin bir gölgesidir. Bir daha da toprak refor mu ciddilikle ele alınmayacaktır. Şimdilerle konu bile edilmiyor. (1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu için: Erdal İnce, Türk Siyasal Yaşa mında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Libra Kitap, İstanbul, 2009) 455) Siyasal Bilgiler Okulu'nun kuruluşunun 60. yıldönümü 4 Aralıkta yeni okulda kutlandı. Başbakan İnönü bu güne katıldı ve dedi ki: "Mülkiyeli ler! Kurulmakta olan Türkiye'nin ikbali, şevketi sizin aşkla, idealle vü cudunuzu memlekete vakfetmenize bağlıdır!' 455a) Türk-Arap ilişkilerinin beyaz ve kara birçok sayfası vardır. En unutul mayan bölümü Arapların Türklere karşı Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle işbirliği yapmalarıdır. Faysal ordusu İngilizlerle savaşan çok Mehmetçiğin canını yakmıştı. Bir Türk atalarsözü bu kara sayfaların H ürünüdür: Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü. 455b) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.555-597. • Antakya-İskenderun bölgesi anlaşmalarda Sancak adıyla anılıyordu. Sancak'a Hatay adını veren Atatürk'tür. Ben başından beri Hatay di yorum. 456) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c, s.492.
457) 1937 yılı: • • • • .• •
Büyüme hızı genel ortalamaya göre % 10. Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf romanı yayımlanır. Y. Kadri Karaosmanolu'nun Bir Sürgün romanı yayımlanır. Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü açılır. Radyo istasyonlarının işletilmesi PTT'ye devredilir. Bugünkü Ankara Radyosu binası ile uzun dalga ile kısa dalga vericile rinin yapımına başlanır. • Atatürk Bursa Çelikpalas'taki hissesi ile otelin bahçesindeki köşkü Belediyeye armağan eder, 2 Şubat. • Anayasanın 2. maddesinde Türk devrimin ana ilkelerinden altısına yer verilerek madde değiştirilir, şöyle olur: "Türkiye Devleti cumhuri yetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, la k ve inkılapçıdır. Resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara şehridir",! Şubat. ;
• Orman Kanunu kabul edilir, 8 Şubat. 798 Üçüncü Bölüm Notları
•
• • • •
İsmetpaşa Kız Enstitüsü binası hizmete girer, mimar E. Egli. İller Bankası binası hizmete girer, mimar Seyfi Arkan. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi açılır, 4 Şubat. Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü kurulur, 10 Şubat. Şair Abdülhak Hamit Tarhan'ın ölümü, 12 Nisan. Ankara'da Tıp Fakültesi kurulması hakkında kanunun kabulü, 9 Ha ziran. Japonya'nın Çin'i işgale başlaması, 8 Temmuz. Beşinci Balkan Güreş Şampiyonasında Türk takımı birinci olur, 17 Eylül. İlk resim galerisi Dolmabahçe Sarayı'nm veliaht dairesinde açılır, 20 Eylül. Ankara'da Polis Enstitüsü açılır, 6 Kasım. İbn-i Sina'nın 900. ölüm yıldönümü dolayısıyla törenler, 22, 25 Hazi ran. İslahiye-Meydanı Ekbez ve Toprakkale-Payas demiryolları satın alı nır, 1 Temmuz. Üsküdar ve Kadıköy Su Şirketleri satın alınır. Çatalağzı-Zonguldak demiryolu işletmeye açılır, 1 Ekim. Yeni harflerle basılan ilk kâğıt paralar dolaşıma çıkar, 15 Ekim. Denizbank'ın kuruluşu, 27 Aralık.
458)
Yalnız Wagon-Lits Cook (yataklı vagonlar şirketi) kalmıştı. 1970 yılında millileştirildi. 459) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.606-608. 459a) Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, s.153-161, İstanbul, 1964. |; '• - • |; 460) Anıl Çeçen, Halkevleri, s. 140. 461) İnönü de sürekli okuyan, edebiyatla, sanatla ilgilenen bir aydındı. 75. yaş gününde genç gazetecilere şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: "Her gün bir gazete, her hafta bir dergi, her ay bir kitap okuyunuz"', Cumhurbaşkanı olduktan sonra İngilizce öğrenmiş ve viyolonsel dersi almıştır. 462) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1-1II, c. il, s.325-326, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1997. 463) S. Edip Balkır, Eski bir öğretmenin Anıları, s. 18-20. 464) Çanakkale Savaşı'nı, Milli Mücadale'yi yazabilmek için uzun yıllarımı vermiş, bütün kaynakları defalarca incelemiştim. Bu konularda kesin olarak konuşabilirim. Ama Dersim olaylarını etraflıca, bütün kaynak ları elden geçirmiş, kaynak değeri taşıyan folklorik ürünleri inceleye bilmiş değilim. Dersim/TVınceli konusunu, bu kadar zaman ayırmaya yaşım İzin vermediği İçin, ayrıntılara girmeden, kaynakçada belirtilen ana eserlere, belgelere ve sezgilerime dayanarak Özetlemekle yetindim.
Üçüncü Bölüm Notları 799
jeKtif kalmaya özen gösterdim. Dr. Nuri Dersimi'nin Kürdistan Ta rihinde Dersim ve Faik Bulut un Dersim Raporları adlı kitaplarına da gerekince değineceğim. Tunceli'de 49 aşiret vardı. Bunların nüfusları 250 ile 6.900 arasında de ğişiyordu. 49 aşiretten 31'i isyana katılmış, 18'i katılmamıştır. (Aşiretler Raporu, s.285-305, Kaynak Yayınları, 2003); bütün Dersim isyan etmiş değildir. İsyan edenlerden bir kısmı da bastırma hareketi başlamadan ve devam ederken orduya teslim olarak isyan dışına çıkmıştır. * Dr. Nuri Dersimi, köprülerin, binaların yapılmasını, "Dersim için idam sehpaları hazırlanmıştı" diye yorumluyor (s.259). Her şeyi kendi maksadına, vehmine, düşmanca duygularına ve Önyargısına göre yorumluyor. Abartısı, dayanaksız iddiaları, yanlışları pek çok. Zehirli gaz kullanıldığı gibi zehirli bazı iddiaların ilk sahibi de Dr. Dersimi'dir (s.264). Çanakkale savaşlarını yazan bazı uyduruk tarih çilerin menkıbeler uydurmaları gibi Dr. Nuri Dersimi de kanımca aynı şeyi yapmış, yenilgi acısıyla hayalini çalıştırmış. Kitabın tama mını dikkatle okuyanlar, bu kanımı paylaşmakta zorluk çekmezler. Bu iddialar ayrılıkçılar tarafından yayıldı. Bazı insanlarımız tarafın dan gerçek sanıldı. Kitabını belki yüz kez 'intikam!' diye seslenen bir sonsözle bitiriyor. Böyle bir kitaba, objetktif denilir mi? Bu konuya yeniden döneceğim. Tunceli çatışmaya gerek kalmadan uygarlığa açılsaydı kötü mü olur du? Bir devletin ili olacaksın ama oraya devlet giremeyecek! Böyle bir şey mümkün mü? Bu basit gerçeği anlamayanlar kaç Türkün ve Kür dün kanına girdiler. Hâlâ anlamayanların, ağalık/beylik düzenini, or taçağı savunanların var olması insanı şaşırtıyor. Seyit Rıza Efendi'yi yüceltmek ortaçağı yüceltmek demektir. * İsyan başladığı sırada bütün Tunceli'de küçük birlikler halinde, top lam iki jandarma alayı vardı. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I-III, 2. c , s.331. Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.397'da verdiği özeti aktardım; Rıza Zelyut'un Dersim İsyanları'ndan da yararlandım, s.324; daba ayrıntılı
bilgi için: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.379-387. * İşte Tunceli olayı böyle başladı. Ne yapmalıydı devlet? Köprüler ya kılırken, karakollar basılırken, telefon telleri kesilirken, jandarmalar şehit edilirken, Tunceli'de kanlı bir isyan başlamışken, devlet 'dur bakalım ne olacak' diye ellerini kavuşturup seyretmeli miydi? Ya da hiç karşılık vermeden pes edip Tunceli'yi boşaltmak mıydı? Elbette devlet olmanın gereğini yapacaktı. Bir aşiret reisi bile adamlarından biri karşı çıksa tepeliyor. Gerçekçi olmadan tarih anlatılamaz, ancak masal anlatılır, siyaset yapılamaz, demogoji yapılır. çüncü Bölüm Notları
* Tunceli isyanı bir halk hareketi, milli bir hareket, demokratik bir hareket değildir. Ağaların/beylerin/seyitlerinin çıkarını koruma yı amaçlayan, onların yönettiği ortaçağcı bir harekettir. Bütün Tunceli'nin katılmadığına, Tunceli dışındaki hiçbir Kürt aşiretinin de destekleyici bir hareket yapmadığına dikkatinizi çekerim. İki tarafın kayıpları için 1936 yılının sonundaki İngiliz raporuna bakınız! * Referandum tartışmaları sırasında 'Cumhuriyet yönetiminin Tunceli'yi vergi vermediği için bombaladığı' söylendi. Yukarda açık lanan olaylar gösteriyor ki sorunun vergiyle hiçbir ilgisi yok. Olay vergiye indirgenecek kadar basit değil. Olay Osmanlıdan kalma mi rasın devamı. Yakın tarihimizi günlük siyasete kurban etmek hiç kimseye bir şey kazandırmaz ama Türkiye'nin geleceğini çok kötü örseler. Ayrılık duyguları yağla, balla beslenmiş olur. Lütfen dikkat! * Teröristlerin bulunduğu sanılan her yeri şimdi de bombalıyoruz. İs yanla, terörle savaş keşke çiçek atılarak yapılabilse. 468) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.388. 469) Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir ömür, s. 111-126. * Uçaklar ilk kez Tunceli olayında kullanılmamıştır. Şeyh Sait isyanın da da, sonrakilerde de kullanıldı. Şimdi de kullanılıyor. Keşke ne is yan olsa, ne uçak kullanılsa. Çocuklarımız uçurtma, paraşüt, planör yarışmaları yapsalar. * Kritik yerlerin yasak bölge olması kararlaştırılmıştı. Yasak bölge ya pılacak yerlerdeki boşaltılmış köyler ya askerler tarafından yakılıyor, ya uçaklar tarafından bombalanarak yıkılıyor, buraları iskâna kapalı, yasak bölgeler haline getiriliyor. Yakılmalarının nedeni bu. Keşke daha sessiz, daha az sert bir çözüm bulunsaydı. Buralarda oturanlar Batı il lerine sevk ediliyorlar. Bu yöntem, çapulculuğu bitiriyor, Tuncelililer hak ettikleri sükûnete kavuşuyorlar. 470) Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.397-398. * Gökçen kısa süre sonra geri döner, Ankara'da yapılan bir törenle ken disine 28 Mayıs 1937 günü Türk Hava Kurumu'nun onur madalyası verilir (S. Gökçen, Atatürk'le Bir ömür, s. 143-150). 471) Okurlarıma büyük öğretmen Sıdıka Avar'ın Dağ Çiçeklerim adlı anıları nı okumalarım tavsiye ederim (öğretmen Yayınları, Ankara). Bu anıları ileri sürerek Sıdıka Avar'ın Kürt kızlarını Türklüğe devşirmeye çalıştı ğını iddia edenler var. Anıları iyi okumadıkları anlaşılıyor. Kitabın ön sözü ndek ı birkaç sözcüğe dayanıyorlar, önsözdeki birkaç söze takılmak yerine, anıların tümüne baksanıza! Sıdıka Avar ve benzerleri, çocukla rımızı milletleştlrmeye, uygariaştırmaya, bilgisizlikten kurutarmaya, yurttaş yapmaya çalışmışlardır. Karyolayı bilmeyen kızların karyolanın altında, yerde yatmaları, ilk kez ayakkabı giyen İki kızın okuldan kaçıp
Üçüncü Bölüm Notlan 801
üç gün ötedeki köylerine gidip ninelerine ayakkabılarını göstermek iste meleri, bütün kızların Sıdıka Avar'ı 'Avar Ana' diye bağrışarak, ağlaşarak uğurlamaları gibi olaylar okurken beni ağlattıydı. Devşirmek bambaş ka bir şeydir. Bunu düşünen olmamış değildir ama uygulanamamıştır. Türkiye'nin bu konuda hiçbir deneyi yoktu. Kürt sözünün karda yürür ken çıkan kartkurt sesinden kaynakladığı gibi aptalca, çocukça görüşler, bu konuda Türklerin ne kadar deneysiz olduklarını göstermeye yeter. * Bir ara çarşıda-pazarda Kürtçe konuşmaya yasak konulacaktır. Bu, resmi dilin bir an önce öğrenilmesi için bulunan çok yanlış, aptalca bir çare. Bu sorun okullarda, halkevlerinde ve sabırla çözülebilirdi. Okullar ve Halkevleri az olduğu için bu kestirme ve yanlış yola gidil miştir. Şimdi de ortak dilin öğrenilmesini sağlamak gerekiyor. Ama çağdaş, insanca yöntemlerle. 472) 20 Haziran 1938 tarihinde Gençlik ve Spor Bayramı olarak kabul edil miştir. 472a) Resmi işlemler 11 Mayıs 1938 günü tamamlanmış, Atatürk tarafından imzalanmıştır. 473) Türkiye Cumhur iyeii'nde Ayaklanmalar, s.404; 10 Eylüle kadar toplanan silah sayısı 2.737 idi. 474) IDr. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, s.266, 267; Rıza Zelyut, Seyit Rıza Efendinin Dersim Generali Seyit Rıza imzasıyla İngiltere'den yazıyla yardım istediği hakkındaki bir iddiayı aktarıyor (s.301-302), bu id dianın ve Tîirkçesi verilen belgenin doğru olup olmadığını kestiremedim. * Dr. Nuri Dersimi isyanın yenilgiyle sona ereceğini anlayınca Suriye'ye kaçar, Fransız himayesine girer. Hoybun'la birlikte Suriye gazeteleri ne Türkiye aleyhinde, abartılı haberler yayar. Kitabından, böyle so nuçlanacağı besbelli olan ayaklanma yüzünden verilen kayıplardan hiç pişmanlık duymadığı anlaşılıyor. Gençleri yeni isyanlara kışkırtıKan dökülmesi böyle fanatikleri hiç üzmüyor. 475) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.406. 476) İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.289; F. Rıfkı Atay, Çankaya, 487; Kılıç Ali'nin Anıları, s.614 (ilk satır). * Atatürk 22 Haziran 1937'de Yalova'da, isteği üzerine Dr. Nihat Reşat Beiger tarafından muayene edilmiş, dikkate değer bir bulgu bulun mamıştı (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.736), 477) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.409; bu tarihe,$ kadar m Tunceli'den 4.076, Erzincan'dan 789, Bingöl'den 126, toplam 4.991 tü fek toplanmıştır. Ocak 1938 ayı başına kadar toplanan tüfek sayısı 5.050 olur (Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.411); bu Tunceli'de var olduğu tahmin edilen tüfek sayısından azdı. Taramayı sürdürmek gere kirdi ama kış geliyordu. Arama-tarama çalışmalarına ara verildi. 478)
1. inönü, Hatıralar, 2. c, s.285-290, 321.
802 Üçüncü Bölüm Notları
* Nöbet defterine göre bu gece yemekte bulunanlar: İnönü, Kâzım Özalp, Şükrü Kaya, Ş. Saraçoğlu, Ali Çetinkaya, Ali Rana Tarhan, Fuat Bulca, Celal Bayar, Şakir Kesebir, Saffet Arıkan, Dr. Refik Say dam, Numan Bay (?) (s.652). 479) 1. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.290-291, 321; dostlukları bir-iki dalgalanma dışında sürecektir. * Atatürk'ün sağlığı gittikçe bozuluyordu. İnönü gelmek, Atatürk'ü gör mek ister. Fakat Dr. Refik Saydam türlü tehlikelerden, suikast ihtima linden söz ederek bu yolculuğa engel olur. İnönü bir mektupla özlemini bildirir. Mektubu Atatürk'e Vedit Uzgören sunar. Dr. Refik Saydam'ın telâşını söylemez elbette, mektubu 'İnönü'nün gelmek istediğini, fakat doktorları henüz yolculuğa izin vermediği için gelemediğini' söyleye rek verir. Atatürk diyor ki: "Yakında ben Ankara'ya geleceğim.Orada görüşürüz. Binaenaleyh zahmet etmesin, Ankara'da kalıp istirahat et sin ve doktorların tavsiyelerine harfîyyen riayette bulunsun. Bunları, bir emir olarak, teşekkür ve selamlarımla beraber kendisine söylersi niz? (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, s.761-762) 480) H. Derin, Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.118-119; Uluğ İğdemir, - Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.41-45. * Atatürk'ün ölümünden sonra sergi, salona Atatürk'ün tabutunun ko nulması ve saygı ziyaretine açılması için kaldırıldı, bir daha da hiçbir yerde kurulmadı. 481) Bu tarihi notlar hususi bir dosya içinde özel Kalem Müdürlüğünde sak lanmış, klişeleri basında yer almıştır. Celal Bayar, bir röportajda "Atatürk inönü'yü affetmedi. Dargın olarak vefat etti" diyor (H. Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken, s. 118). Bu doğru değil. 482) 1937 Tarih Kongresi Zabıtları, TTK yayım; bu derleme 1.280 sayfadır. Türk Tarih Tezi hakkında konuşup yazacaklar, tarih kongreleri zabıtları nı, bildirilerini sabırla okumalılar, sonra konuşup yazmalılar. * TTK ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin, kuruluş nedenlerini unut malarını, bu konudaki çalışmaları bırakmalarını şiddetle ayıplıyorum. # Prof.Dr. Landsberger'in bu kongrede sunduğu çok önemli bildiri hakkında Prof.Dr. Vecihe Hatipoğlu'nun "Türk Tarihinin Başlangı cı" başlıklı yazısı için: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/12/847/ 10723.pdf I T I |
482a) En çok şaşıran, üzülen Sabiha Gökçen oldu. Çünkü Atatürk'ten bir
çok kez şu sözleri duymuştu: "İsmet görev başında oldukça benim içim rahattır. O sadece görevini, memleketini, ulusunu düşünen bir insan dır... Ona güvenim sonsuzdur. En çok yandığım şey birkaç tane İsmet Paşamızın olmayışıdır? (Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.277); rahmetli Gökçen Hanım'ı İyi tanırım. Onun yönettiği uçakla da uçmuş-
Üçüncü Bölüm Notları 803
tura. Olağanüstü ciddi, disiplinli, dürüst bir insandı. Bu sözler Gökçen Hanım'm hayal eseri değildir, ii 483) Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.174-176. 484) Adalet Şükrü Saraçoğlu^ Milli Müdafaa Kâzım Özalp, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfîk Rüştü Araş, Maliye Fuat Ağralı, Eğitim Saffet Arıkan, Bayındırlık AB Çetinkaya, İktisat ve Ziraat Şakir Kesebir, Sağlık Dr. Hulusi Alataş, Gümrük ve Tekel Ali Rana Tarham; Dr. Refik Saydam Bayar kabinesinde yer almak istemediği için Bakanlıktan ayrılmıştır (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.712). 485) Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk Tarih ve Dit Kurumları Hatıraları, TDK yayını, Ankaray 1954, s.5-6'dan aktaran Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Kay nakçan.AtatürkGünlüğü, s.377. 486) Mimar: Ş. Sabrı Akalın. 486a) Haliç tersanesinde ilk Türk denizaltısının omurgası törenle kızağa ko nulmuştu, 14 Ağustos 1937; Türkiye'nin 14 yılda ulaştığı düzeye bakı nız: Topunu, tüfeğini, uçağım, denizaltısını yapabiliyor. Gölcük'te aske ri tersane kuruluyor. 487) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III, 1. c , s.410-423; Atatürk'ün yeni Başbakan'a, görüşlerini ayrıntılı olarak anlatmakla yetinmediği, kamu oyu önünde ayrıntılı bir program çizerek yol gösterdiği anlaşılıyor. Bav yar 8 Kasımda Meclis'te hükümet programını okudu ve güvenoyu aldı. Haldun Derin saymış, programda Bayar 39 defa Atatürk'ten şef diye söz etmiş. (Çankaya Özel KalemiM Anımsarken, s&23}. # Atatürk program için, "MiBete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program benim millete vaadettiğim hususlardır" diyor. Haklı. Hükü met programının kaynağı Atatürk'ün 1 Kasım konuşmasıdır; 487a) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.7lfe Salih Bozok konuyu Parti Meclisi'ne de getirir. Atatürk'ün bunu onaylamadığını Kılıç Ali ya zıyor {Kılıç Âli'nin Anıları,, s.331 )v İnönü uzun bir konuşma yapar, olayı anlatır, Atatürk'ten Velinimetim' diye söz eder, Atatürk'ün her ay kendi sine para yardımı yaptığını da açıklar. Sorun kapanır (I. İnönü, Hatıra.-. lar, s.291-292,294-297,322). j£ ''«Sf 488) Atatürk'üm bu gezisi için M. Önder'in Atatürk'ün Yurt Gezileri'nden, İhsan Sabri ÇağlayangiFraı Anılarından (Bilgi Y., 2007)' ve Prof. Dr. U. Kocatürk'ün Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronoloji'nden ya rarlandım. . 488a) Atatürk'ün Nöbet Defteri, s.678; Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Ammsarkeri s.120-121; FJL Atay bu olayı iki kez yazmış. H. Derki bu yazıların yayımlandığı gazetelerin tarihlerini de veriyor: Dünya gazetesi ••- 19.6.1960; 1.1.1961.. •• f 489) Prof.Dr. U. Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronoloji si, s.613. ' r
§ '-.fil
8 0 4 Üçüncü Bölüm Notları
• Atatürk'ün yeni yıla kadar İnönü'yü yemeğe çağırdığı ya da kabul et tiği günler: 15J0, 18.10, 6.11, 22.11,3.12. • Yeni yılda da Ankara'dayken hayli sık yemeğe çağırmıştır. Merak eden ler Atatürk'ün Nöbet Deftertoden bu dununa saptayabilirler. • Ayrıca Atatürk İnönü'nün özel Kalem Müdürü Vedit Uzgören'e İstanbul'da da hemen İter akşam sofrasında yer vermiş, böylece hiç kimsenin aleyhinde konuşmadığım İnönü'ye duyurmak, huzur ver mek istemiştir. • Ankara Valisi Nevzat Tandoğan her halta bir gün İnönü'ye yemeğe getir. İhtiyaçlarım sorar. İnönü, "bir nevi koruyucu vazife almış gi biydi? diyor (L fnönü, Hatıralar, 2. cw s.298); Ankara Valisinin ilgisi elbette Atatürk'ün onayı iledir. 489a) BiMN/Şimşir,iCwr^ • İki tarafın kayıp sayılarına dikkatinizi çekiyorum. 490) 1938 yılı: • Bu yılki kalkınma hızı % 9,5. • Mithat Cemal Kuntay'm Üç istanbul, RL Nuri Güntekin'in Eski Hastalık romanları yayımlanır. • Cemal Nadir Güler ve Ramiz ilk kişisel karikatür sergilerini açarlar. • Ressamlar illerin resimlerini yapmak üzere Anadolu'ya dağılırlar, 19 Ağustos. • Ankara'da Askeri Müzik Okulu kurulur. • Ankara hipodromu açılır, mimar: Vietti Viola. • Son TBMM'nin planı mimar Holzmeister tarafından yapılır, planda • • • •
çok partililik dikkate alınır. İstanbul-Edirne asfalt yolun ikinci kısmının yapımına başlanır. Hatay Müzesi açılır. İzmir telefon şirketi satın alınır, 25 Ocak. Gölcük'te yeni bir tersane yapılmasına karar verilir, 10 Şubat.
• Cevat Çobanlının ölümü, 13 Mart.
• Nâzım Hikmet, Ankara Harpokulu Mahkemesi tarafından 'orduda bir ihtilal hareketi vücuda getirmek ve arkadaşlarım bu vadide çalışmaya teşvik etmek* suçundan29Mart 1938'de 15yü hapse mahkûm edilir. B u karar 28 Mayıs 1938'de Askeri Yargıtay tarafından onanır. 10 Ağustosta ikinci dava, donanma davası başladıJDavaya Erkin gemisinde bakıldı. Dava sürerken Nâzım Hikmet Atatürk'e bir mektup yazdı*.'suçsuz oldu ğunu ve adalet istediğini' b i l d i r d i , özetle diyordu kk "TUrk inkılabına
ve senin adına and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim Yurdumun ve inkılapçı senin karşında alnım açıktır? Atatürk'ün çok
hasta olduğu dönemdi» Yazık ki mektup eline geçmedi. Donanma Komutanlığı Askeri M a h k e m e s i , 29 Ağustos 193&*de Nâ zım l l ı k m e t ı 20yıla mahkûm eden Cezalar birleştirilir. İnfaz süresi Üçüncü Bölüm Notları 805
• • • • • • •
• • • • •
28 yıl 4 ay olarak belirlenir. Bu karar da 28 Aralık 1938'de Askerî Yargıtay tarafından onanır (Genel olarak Cumhuriyet Ansiklopedi si, 1. c, s.302-303; Dr. M. Şerif Onaran-Rüştü Asyalı, Ben Bir İnsan, Kültür Bakanlığı Y, Ankara, 2004)M # Mimar Sinan'ı anma töreni, 9 Nisan. Tarım Bakanlığına Faik Kurdoğlu atanır, 13 Nisan. Divriği Demir Madenleri İşletmesi faaliyete geçer, 17 Mayıs. İstanbul Elektrik Şirketi satın alınır, 23 Mayıs. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kurulur, 16 Haziran. Atatürk'ün Savarona'da Romanya Kralı Karol'u kabulü ve görüşmesi, 19 Haziran. 'Dağ Başını Duman Almış' marşı, Gençlik ve Spor Bayramı marşı ola rak kabul edilir, 20 Haziran (Sadi Borak, Bilinmeyen Yönleri ile Ata türk, s.113, Akşam Kitap Kulübü, İstanbul, 1966). izmit Klor Fabrikasının temel atma töreni, 10 Temmuz. Demiryolu Kemah'a ulaşır, 24 Ağustos. Kâzım İnanç'ın ölümü, 21 Eylül. Ankara'da Yedinci Milli Tıp Kurultayı'nın açılışı, 17 Ekim. Celal Nuri İleri'nin ölümü, 2 Kasım.
Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.410-414. Atatürk'ün hastalığı hakkında özellikle şu kaynaklardan yararlandım: R. Eşref Ünaydın, Atatürk'ün Hastalığı-, Bilâl N. Şimşir, "Atatürk'ün Has talığı", Belleten, Kasım 1988, Atatürk özel sayısı, s.1195-1453; H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.719-774, Kılıç Ali'nin ve Afet Ha nımın anıları. Atatürk'ün karşılanışı: N. Nazif Tepedelenlioğlu, 2&/mmeyew Taraftarıy la Atatürk, s.81. Atatürk'ün katıldığı bu suareyi Haber gazetesi muhabiri ve yazarı N. Nazif Tepedelenlioğlu izlemiş ve bütün ayrıntısı ile yazmıştır: Bilinme yen Taraftarıyla Atatürk, s.91-103; Sarı Zeybek diye ünlenen bu gece ile ilgili tek kaynak bu kitaptaki 12 sayfadır; yazıyı genel olarak özetledim ama Nizamettin Nazif Bey'in bazı cümlelerini korudum (bu gecenin ta rihi hakkında verdiği tarihin doğrusu 2/3 Şubat 1 9 3 8 ' d ı r ) . 1 Atatürk 3 Şubat günü Mudanya'ya geldi, Ege vapuru ile 4 Şubat günü İstanbul'a döndü. R.E. Onaydın, Atatürk'ün Hastalığı, $.15; İ. İnönü, Hatıralar, 2. c , s.299; Haldun Derin Atatürk'ün Nisan sonu ile Mayıs başı arasında burun ka namaları dolaya s ty la altı kez Numune llastanesi'ne gittiğini kaydediyor,
Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.l 16. Anıl Çeçen, Halkevleri, s. 144-14s. Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.415-418.
çüncü Bölüm Notları
498) Kılıç Ali'nin Anılan, s.616. 499) F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.489. | 499a) Ekip: Yüzbaşı Cevat Kula.Yüzbaşı Cevat Gürkan, Yüzbaşı Eyüp Öncü, Teğmen Saim Polatkan. Şampiyon atların adları da şöyleydi: Güçlü, Yıl dız, Ünal, Çakal. Ekip 9 Haziranda gemiyle İstanbul'a döndü. Galata'da büyük gösterilerle karşılandı. 499b) Stadyuma 19 Mayıs Stadyumu adının konulmasına Atatürk o gün izin verdi. 499c) Kılıç Ali'nin Anıları, s.345-349; M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, s.20-21, 281-282; H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, s.645-646. * Hatay'da da Halkevleri açılmıştı. Parti şubeleri, dernekler kurulmak taydı. Dörtyol'da belki gerekir diye çeteler oluşuyordu. 499d) R. Eşref Onaydın, Atatürk'ün Hastalığı, s.26-28; Atatürk kural dışı ola rak İnönü'yü, Fethi Okyar'ı, Ali Fuat Cebesoy'u, izinli elçileri de kabul etmiştir. Atatürk yalnız bırakıldı, dostları yanında olmadı' gibi iddiala rın kaynağı doktorların koyduğu kuralları bilmemektir, yani bilgisizlik tir. Pek çok insan geliyor, defteri imzalayıp ayrılıyor, durum Atatürk'e, Atatürk'ün teşekkürü ziyaretçiye bildirüiyordu. Ali Fuat Cebesoy'u da Atatürk'ün yanma almadıkları oldu. Cebesoy anılarında bundan acı acı yakınır (Siyasi Hatıralar, 2. c, s.254). 500) Atatürk bu kuvveti 15 gün içinde hazırlaması için Mustafa Muğlalı Paşa'ya emir vermiştir (Kılıç Ali'nin Anıları, $.343-344). 501) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.421-429. 501a) Kanun 16 Temmuzda yürürlüğe gelir. 150'liklerin bir kısmı yurda geri döner. Refik Halit Karay şöyle yazacaktır: lS0'liklerin affı Atatürk'ün değme yiğite nasip olmamış, çok yüksek ve çok insanca hareketlerin den, unutulmaması ve misal olarak daima tekrarlanması lazım gelen bir tanesidir? (Bir Ömür Boyunca, s.212, İletişim Y, İstanbul, 1990) Af fedilenler arasında Atatürk'ü öldürmek, Müli Mücadele'yi söndürmek isteyen, İngilizlere casusluk yapmış olan türlü kimseler vardı. Kimi geri döndü, kimi dönmeyip düşmanlığım sürdürdü. 502) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.648. 503) Balkan turu için: Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.275-285. 503a) Tutanak dergisi, Beşinci Dönem, 26. c, s.504,534. * Bayar hareketten sonra yaptığı konuşmada da şöyle diyor: "Bütün Dersim ciddi surette tarandı. Bu harekât olurken ben de Dersim'de bulundum. Aşiret reisleri, ağaları, fesatçı Seyitlerle elebaşları tutul du. Dersimden çıkarılarak Batıya yollandı.*. Bu hareket, bundan son ra Tunceli'de genel ve toplu eşkıyalık niteliği taşıyacak herhangi bir hareketin olması ihtimalini kökünden sildi. Dersim artık kurtulmuş ve kurtarılmıştır." (R. Zelyut, Dersim İsyanları, s.332) 504) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.431. 505) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, s.648-649. u
Üçüncü Bölüm Notları 807
506)
Dr. Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu?, s.49-58; H. Rıza So yak, Atatürk'ten Hatıralar, s.645-652; İ. Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, $.538 vd.; Antakyalı hanımların saçlarını kesip kışlayı te mizlemeleri sahnesini Ayla Kutlu daha önce anlatmıştı, anılarında da iyi ki yazmış, bu harika sahne unutulup gitmedi, millete mal oldu: Zaman da Geçer, s.8, Bilgi Y, Ankara, 2006. * Atatürk aldığı telgralara şu yanıtı verdi: "Sizin için artan saadet ve refah dilerim? # Şenlikler günlerce devam etti. 507) S. Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.287-289; Kılıç Ali'nin Anıları, s.637; Ülkü'nün bu aşamada Ankara'ya gönderildiğini tahmin ediyorum. 508) Dr. Fissenger 6 Eylülde son olarak bir daha gelecektir. Hükümet Atatürk'ün doktorlarının sayısını artırmış, ayrıca 31 Temmuz ve 1 Ağus tosta Avusturya ve Almanya'dan iki büyük doktor çağırmıştır. Hastalık bilinen sona doğru ilerliyordu. 508a) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.454-465, iki yamn kayıpları, gün gün, yer yer verüiyor. Aşırı bir sayı yok. Dileyen inceleyebüir. 509) Bundan sonra adım adım ne yapılacağı kararlaştırıldığı için Atatürk'ün içi rahattı. Olay onun bildiği gibi gelişti: Hatay Meclisi 30 Haziran 1939'da Türkiye'ye katılma kararı aldı, TBMM'nin 7 Temmuz 1939'da kabul ettiği bir kanunla Hatay bir Türk üi oldu. Kırk yüzyıllık Türk ili yabancı elinde kalmamıştı. 510) Vasiyatname metni: Turgut Özakman, 1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Sa vaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, s .271. 511) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.465-477. * Ordu tarafından iki bölümde yapılan arama-tarama sonunda elde edi len sonuçlar: Tarama bölgesi içinden ölü ve diri 7.954 kişi çıkarılmış, adları belirlenen 101 kişiden 73'ü ele geçirilmiştir. Ayaklanma öncüsü ağalar, beyler, seyitler bölgeden çıkarılmıştır. İsyana katılmayan ağala ra ve seyitlere dokunulmamıştır. 1939'da İçişleri Bakanı 7.7.1939 tari hine kadar toplanan silahların sayısını 14.593 olarak veriyor ve ekliyor: 'Hepsi son sistemdir'. (R. Zelyut, Dersim İsyanları, s.367) $ İsyanı sürdürenler ve köyleri bombalandı. Yasak bölge içindeki evler boşaltılıp yakıldı. Zehirli gaz, boğucu gaz kullanıldı mı? Hayır. Bunu Dr. Nuri Dersimi söylüyor. Bu iddianın sahibi o. Ama kitabında o ka dar çok abartı, yanlış ve bence yalan var ki, bunu anlayan, bu iddiaya
asla inanmaz. # Gelelim İ. Sabri Çağlayangil'in iddiasına. Malatya Emniyet Müdü rü İ. Sabri Çağlayangü ile Malatya Valisi Milli Mücadeleci İbrahim Ethem Akıncı Alpdoğan Paşa ile bazı Tuncelilerin pazarlığına tanık olmuşlar. İ. Sabri Çağlayangil geri dönüp Ankara'ya gitmiş. T ü n c e li hareketi bittikten, Seyit Rıza Efendi yakalandıktan sonra Elazığ'a gelmiş. Yani hareket sırasında Tunceli'de değil. Harekede ilgili hiçbir
808 Üçüncü Bölüm Notları
şey görmüş değil. (Bunu anlamak için anılarım ve açıklamasını oku mak yeter: Çağlayangil'in Anıları, s.66-76; Kemal Kılıçdaroğlu'nun ses alma aygıtına söyledikleri, Hürriyet gazetesinde Soner Yalçın'ın sayfasında, 22 Ağustos 2010) Anılarında pazarlığa tanık olup döndü ğünü anlatıyor. Ses alma aygıtına diyor ki: "Ordu zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içersinden, bunları fare gibi zehirledi" diyor. Tanık mı? Görevli mi? Hiçbiri değil. Ne? Ankara'da bulunan bir polis. Bunları ne zaman söylüyor? Yıllarca sonra. Tarihe objektif bakan biri midir? Hayır. Doğru Yol Partisi'nin en fanatik -bır-iki aydına iyiliği olmuş— yöneticilerinden, biridir. Bunların dönemini yaşadığım için biliyorum. Benim yaşımdaki herkes de bilir. Duyduğu propaganda iddialarını, o dönemin iktidarı CHP'yi lekelemek için tekrar ediyor. Bakınız: O tarihte devrimler, Boğazlar, Hatay olayları ve Atatürk ne deniyle Türkiye gündemde bir ülke. Tunceli'ye yakın birçok konso losluk var. İngiliz haberalma ağı her yana uzanmış durumda. Türkiye zehirli gaz kullanacak ve dünya ayağa kalkmayacak! Dünya gazetele rine düşer, lanetlenirdik, rezil olurduk. Zehirli gaz kullanmak Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1925 Cenova protokoilarıyla yasaklanmıştır. İki ülke kullanmış, çok aşağılanmışlardır. (1936'da Habeşistan'da İtal yanlar, 1937'de Çin'de Japonlar. Zehirli gaz bir de alçakça Halepçe'de kullanıldı.) Bu zehirli gaz masalını bir yana bırakmak aklın gereğidir. Genç in sanları bu masalla zehirlemek kimseye bir şey kazandırmaz. İkinci iddia büyük kıyım yapıldığı. Büyük kıyım yapıldığı hakkın daki iddiaların hiçbirinin belgeli, güvenilir, objektif dayanağı yok. Faik Bulut'un Dersim Raporları adlı kitabının IV. Bölümünün baş lığı şöyle: "Aşiret Gözüyle İsyan". Birtakım kimselerin anlatılan. İlki Seyit Rıza Efendi'nin emirberi. Bu emirber Alpdoğan Paşa'nın gizli konuşmalarını, planlarını filan hepsini biliyor. Emirbere kalırsa ordu Tunceli'de 100.000 kayıp vermiş (o tarihte Türk ordusunun tümü 200.000 kişiydi). Böyle biri ciddiye alınır da tanık diye dinlenir mi? Baş köşeye konur mu? Bu tanığa dayanılarak hüküm verilir mi? İkinci tanık Seyit Rıza Efendi'nin torunu çocuk Cemile vb. vb. Hiçbir tarih çi bu tanıkları ve iddia tekrarcılarını ciddiye almaz. Türk devletinde ve ordusunda kıyım geleneği yoktur. İddialara göre 50.000 ile 100.000 arasında Tuncelili öldürülmüş..müş. Artıran artırana. Bu iddiayı propagandacılarla birlikte İ. Sabri Çağlayangil de tekrar ediyor.-Diyor ki: "Ve yediden yetmişe Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu." Üçüncü Bölüm Notları 809
Tanık mı? Hayır. Görevli mi? Hayır. Orada mı? Hayır. Duyduğunu yansıtıyor. Kime? Genç bir Tunceliliye, Kemal Kılıçdaroğlu'na. Kılıçdaroğlu da bu iddiayı sağlam bir belge gibi çevreye yayıyor. Kıyım iddiasınm ciddi hatta ciddice bir dayanağı olsa burada açık layacağım. Kimse dilemese ben af dileyeceğim. Abartı, yakıştırma, propaganda ürünü bir iddia olduğunu az aşağıda göreceksiniz. Ancak isyanın özellikle 1938'de (ikinci aşamada) sert bastırıldığı anlaşılıyor. Kıyım söz konusu olmasa bile etkisinin yaygın olduğunu düşündü rüyor. Anlatıldığı gibi bir kıyım olsa geride kimse kalmazdı. Şimdi bir soru: Tunceli'nin (ilçelerinin, bucak ve köylerinin) 1935 nü fus sayımında nüfusu kaçtı, 1940 sayımında kaçtır? Büyük bir kıyım varsa, bu bölgeye girip yerleşmek de yasak olduğuna göre azalan nü| fustan kıyımın boyutunu rahatlıkla anlarız. İsyan patladığında Tun celi nüfusunun 60-70.000 olduğu söyleniyor. 1940 sayımında Tunceli'nin nüfusu 95.000'dir. Nerde kıyım? * Dersim isyanları hakkında önemli bir araştırması yayımlanan, ay rılıkçıların iddialarını yanıtlamaya çalışan Rıza Zelyut da bu kıyım iddialarının hepsini hiç denetlemeden, süzmeden kabul etmiş, tekrar ediyor. Tuhafıma gitti (Dersim İsyanları, s.369). 512) Demiryolu Erzurum'a 20 Ekim 1939'da ulaşacaktır, Atatürk'ten on bir ay sonra. 513) Y.K. Karaosmanoğlu, Atatürk, s.76. * Doktorların ortak raporu şöyledir: "Reisicumhur Atatürk'ün umumi hallerindeki vahamet, dün gece saat 24.00'te neşredilen tebliğden sonra, her an* artarak bugün, 10 İkinciteşrin (Kasım) 1938 günü, saat dokuzu beş gece, büyük şefimiz derin koma içinde terk-i hayat etmişlerdir. Müdavi tabipleri: Prof.Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof.Dr. Mim Kemal öke, Dr. Nihat Reşat Belger. Müşavir tabipler: Prof.Dr. Akil Muhtar özden, Prof.Dr. Hayrullah Diker, Prof.Dr. Süreyya Serter, Dr. M. Kâmil Berk, Dr. Abravaya Mar maralı." * Atatürk'ün cenaze kortejini izleyen Zekeriya Sertel şöyle yazıyor: "Vicdanımda bir hesaplaşma yapmak gereğini duydum. Sağlığında biz bu insana karşı hürriyet ve domokrasi savaşı yapmıştık. Onu, de mokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu sayıyorduk. Onun ha reketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk ama ormanı bütün büyüklüğü ile göremiyorduk. Şimdi geçenleri daha aydın görebiliyordum. Atatürk memleketin sos yal, siyasal ve ekonomik hayatında büyük devrimler yapmıştı. Hali feliği ve padişahlığı yıkmış, yerine bir Cumhuriyet rejimi getirmişti.
810 Üçüncü Bölüm Notları
Halkın sosyal hayatında ve geleneklerinde birçok esaslı değişiklikler yapmıştı. Halife ve padişahtan yana olanlar ona cephe almışlardı. İttihatçılar ona suikast teptiplemişlerdi. Emperyalistler memleket içinde isyanlar çıkarmışlardı. İstanbul'da bütün halifeci, padişahçı ve gerici basın Atatürk'e karşı yaylım ateş açmıştı. Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi? Tersine devrim düş manlarına karşı az çok ters davranmak gerekir. Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı, tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla birlikte Mussolini ve Hitler biçiminde diktatörlüğe gitmedi. Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar onun Doğulu bir diktatör olmasına elve rişliydi. Fakat asker olmasına rağmen 'benevolent diktatorship' diye adlandırdıkları biçimde yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyor du. Ona bu kuvveti veren şey halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasındaydı... Biz eleştirilerimizi özgürce yapabiliyorduk. Nâzım Hikmet en devrimci şiirlerini onun devrinde yazdı... Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük kalacaktır. Biz uğrunda savaştı ğımız özgürlük ve demokrasiye ancak onun açtığı yoldan ulaşabiliriz! (Hatırladıklarım, s.192-193) Çok gecikmiş bir günah çıkarma! Belli ki Atatürk ölene kadar Ata türk olgusu üzerinde hiç ciddi düşünmemişler. Kemalizm nedir? Atatürk dönemi önü açık, daha sonuçlanmamış bir süreçti. Bu süreç içinde Kemalizm tanımlanmadı. Kadrocular ta nımlamaya çalıştılar ama Kemalizm'in sosyo-kültürel boyutunu hiç dikkate almadılar, her şeye iktisat açısından baktılar. Kemalizm'i ta nımlamak için genellikle altı ilke dikkate alındı, Kemalizm bu altı ilke içine hapsedildi. Kemalizm'in bir özelliğini Prof.Dr. Bedia Akarsu be lirtti ilk kez 1960'ta, Kemalizm'in Türk aydınlanması (hümanizm) ol duğunu açıkladı. Hümanizm (aydınlanma) insana değer verme, bireyi önemseme, akla özgürlük tanıma, laiklik, hoşgörü diye tanımlanabilir kısaca. Rönesansın ve reformun kaynağı hümanist anlayıştır. Bu anla yışı Prof.Dr. Suat Sinanoğiu Türk Hümanizması kitabı ile sürdürdü. 1983'te Prof.Dr. Macit Gökberk'in "Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk" yazısı, bu anlayışı derinleştirdi. Böylece Kemalizm'in fel sefe açısından aydınlanmacı (hümanist) özelliği belirginleşti. Geri ye dönüp de yapılanlara ve olanlara bakılınca bunun çok doğru, çok önemli bir saptama olduğu anlaşılıyor. Kemalizm'in ikinci önemli özelliğini Prof.Dr. Sina Aksin saptadı ve 1989'da açıkladı: Bütünsel kalkınma (topyekûn, her alanda kalkınma). Kemalist kalkınma anla yışı iki ayaklı bir anlayıştı. Birinci ayak maddi kalkınmadır: Ekonomik atılım, fabrikalar, demiryolları, madenlerin işletilmesi, dengeli bütçe, 1
Üçüncü Bölüm Notlan 811
imtiyaz vermeme vb. İkinci ayak sosyo-kültürel kalkınmadır: Sanat, kültür, eğitim, hukuk, bilim, Medeni Kanun, Halkevleri, kadın hak* lan vb. Kemalizm'in siyasî programını ise altı ilke olarak özetlemek âdet olmuştu. Böylece Kemalizm'in 1. felsefi bakımdan aydınlanmacı, 2. kalkınmada bütünselci (topyekûncu) özellikleri kesinleşti. 3'üncü özelliği olarak, siyasi programının altı ilke (cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi ve inkılapçı) olduğu kabul edilegelmiştir. Buraya kadarla bilgileri sayın Prof.Dr. Sina Akşin'in iki kitabında yer alan yazılarından yararlanarak yazdım: Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi adlı kitabının içindeki "Atatürkçü İdeolojinin Billurlaşma Süreci" yazısı (s.247-256) üe Yakın Tarihimizi Sorgulamak adlı kita bının içinde yer alan ^Atatürkçü ideolojinin Ortaya Çıkması" başlıklı yazısı (s.59-60). Ben Kemalizm'in siyasi programının altı ilke üe smırlandırılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Başkaca çok Önemli, yol gösterici, devrimin zeminini ve itici gücünü, genel yönünü oluşturan ana ilke ler var. Altı ilkenin başına bunları da eklemenin gerektiğine inanıyo rum: Tam bağımsızlık, tekil devlet, çağdaşlık (uygarlık), barışçılık. Kemalizm'in özellikleri: 1. Aydınlanma 2. Topyekün kalkınma, 3. Si yasi programı: tam bağımsızlık, tekil devlet, çağdaşlık (uygarlık), ba rışçı, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi (doğrusu karma ekonomici), inkılapçı. İşte Kemalizm'in kısa bir tanımı. Bu tanıma bakarak Kemalizm'e ne kadar yakınız, ne kadar uzağız, kolayca kestirebilirsiniz. $ Atatürk dönemi ve demokrasi: Atatürk dönemini demokrasi bakamından o çağın Avrupalı devlederi ile karşılaştırmak aslında objektif bir yol değildir. Onlar rönesansını yapmış, laikliğe ulaşmış, sanayi devrimini yaşayan, okur-yazar oranı yüksek, uygarlığın nimederinden yararlanan devletler ve milletlerdi. Cumhuriyet ilan edildiği zaman Türkiye ne haldeydi? Bir de ona bakalım. Halkın çoğu ortaçağda yaşıyordu. Ülkenin dörtte birinde ağalık/derebeylik anlayışı egemendi. Bu talihsiz halk ağanın, beyin, şeyhin bir çeşit kölesiydi. Kişisel görüşü olamazdı. Kadın-erkek eşit liği söz konusu bile değüdi. Okur-yazar oranı erkeklerde ancak %7, kadınlarda %04 idi. Okullarda falaka bir eğitim aracıydı. Mezhepler arası çekişmenin kanlı bir geçmişi vardı. Birçok tarikat hayata yön vermeye çalışıyordu. Esas olan tarikat üyelerinin kişisel görüşü de•% ğil, şeyhin görüşüydü. Yani tarikat ne kadar çok üyesi olursa olsun bir kişi gibiydi. Kırk bin köyün pek azında okul vardı. Bütün basının toplam tirajı 100.000'i geçmiyordu. Bu halde olan bir ülkede demokrasi olur mu? Olursa ona demokra si denir mi? Böyle sözde demokrasiler gerçek demokrasi anlayışım
812 Üçüncü Bölüm Notları
da öldürür, bir daha da demokrasi gelmez! Halk sözde demokrasiyi demokrasi sanır. Memleket © kadar geri ve ilkeldi ki biraz olsun uy garlaşmanın yarım yamalak bir demokrasiden daha değerli ve önemli görüldüğü anlaşılıyor. Zaten tarihte devrim yapmış bir ülkede hemen çok partili rejime geçildiğini gösteren bir tek örnek yok. Fransa'ya demokrasi, Fransız ihtilalinden uzun yıllar sonra gelebilmiştir. O tarihte Avrupa ne haldeydi? Bakalım. Olgun, gelişmiş demokrasi İngiltere'de vardı. Az çok demokrat olan ülkeler İsviçre, İsveç, Nor veç, Finlandiya, Belçika, Hollanda ve Çekoslovakya'ydı.. Fransa'da demokrasi var gibi görünüyordu. Ama savaş çıkar çıkmaz Komünist Partisi'ni ve yayınlarım yasakladı, milletvekillerinin milletvekillikleri ni iptal ettL Savaşta yenilince kurulan Vichy hükümeti Nazi anlayışına çok yakın bir anlayışın temsilcisi oldu. Yahudi düşmanlığı konusunda Almanlarla işbirliği yaptı. Sovyetler Birliği'nde 1924'te kanlı Stalin dönemi başlamıştı. Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini, 1936'da İspanya'da Franco faşizmi vardı. Polonya'da askeri darbeyle iktida ra gelen Mareşal Pilsudaski diktatör oldu. Macaristan'ı diktatorleşen Amiral Horthy yönetiyordu. Romanya'da Kral Carol, Yugoslavya'da Kral Aleksandr diktatörleştiler. Arnavutluk'ta Cumhurbaşkanı Zogo Cumhuriyete son verdi, Krallığını ilan ettL Bulgaristan 1923 ile 1935 arasında 3 askeri darbe ve yönetim yaşadı. 1936'da Çar Boris dikta tör oldu. Yunanistan birçok darbe yaşadı. Son olarak 1936'da dar be yapan General Metaksas diktatör oldu. Avusturya 1933'te dikta törlük oldu, 1936'da Almanya'yla birleşti. Portekiz'de 1928'den beri Salazar'ın diktatörlüğü vardı. Demokrasi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra canlanıp yayılmıştır. Avrupa böyleydi. Orta ve Yakın Doğuda, Akdeniz bölgesinde de bir tek demokrat ülke yoktu. Türkiye'yi biraz daha yakından inceleyelim: Hiç tek kişi yönetimi ge çerli olmadı. Parlamenter bir rejim yürürlükteydi. Anayasa, yasalar, Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet, Meclis vardı. Sadece tek parti bulunuyordu. Ne ki CHP'yi tek parti olarak değerlendirmek de yanlış olur. Saltanatçüık/dincUik dışındaki her akıma açık, birçok görüşleri bir parti çatısı altında toplayan bir koalisyondu. Sahiden tek parti., hele devrim partisi olsa, kadınlara seçim hakkı vermek bu kadar ge cikmez, toprak reformu çoktan yapılırdı. Atatürk dönemi koalisyonla yönetilen bir tek parti dönemiydi. İki kez çok parti denemesi yapıldı, karşı-devri m çiler yüzünden olum lu sonuçlanmadı. Hele ilki çok aceleci, hiçbir düşünsel temeli olma yan bir girişimdi. İkincisinin talihsizliği Serbest Partinin kötü yöne tilmesidir.
Üçüncü Bölüm Notları 813
Belgeleri inceledikçe, olayları değerlendirdikçe, her aşamada de mokrasinin ana amaç olduğunu, dikkate alındığım, gözden kaçıra madığını, unutturulmadığını görüyoruz. 1924 anayasası çok partili rejime elverişli bir yasaydı. Nitekim Türkiye 1960 yılına kadar 1924 anayasası ile yönetilmiştir. Atatürk ve İnönü döneminde demokra si hiç eleştirilmedi, aşağılanmadı. Medeni Bilgiler kitabı öğrencilere demokrasinin bütün ilkelerini öğretiyordu. Çok parti, demokrasinin olmazsa olmazıdır ama çok partili olmak her şey demek değildir. Çok parti şartı demokrasinin dörtte biridir. Dörtte üçü, insana saygı, hu kuk devleti olmak, laik olmak, devlet Önünde eşit olmak, kişilerin ve basının özgür olması, hoşgörü anlayışının varlığı, büyük çoğunluğun okur-yazar olması, kadın-erkek eşitliği, emeğin haklarının korunma sı, kamu hizmetinde tarafsızlık, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlı ğı, ordunun partiler üstü ve siyaset dışı kalması, partiler ve seçim kanunlarının da demokrasinin gereklerine uygun olması gibi başka önemli şartların varlığını da gerektirir. Atatürk dönemi demokrasinin var olabilmesi için gerekli şartları hazırlamıştır. Bütün devrimler demokrasiye ve çağdaşlığa yaklaşma amacının ürünüdür. Şeyh Sait isyanı gibi olaylar nedeniyle birkaç yıl sıkı bir dönem geçirilmiştir ama 1928'den, özellikle 1930'dan sonra Türkiye'de yumuşak, dincilik dışında birçok görüşe açık, rahat bir döneme girilmiştir. İktidarı, hükümeti eleştirmek serbestti. Amaç tek partiyi sürdürmek değil, şartlar elverir vermez çok partili hayata geçmekti. Öyle de oldu. Bu döneme diktatörlük denemez. Ama demokrasi de denemez. De mokrasi öncesi dönem, demokrasiye hazırlık dönemi denilebilir. Bu hem doğru, hem insaflı bir tanımlama. Bir ihtilal ve inkılap iktidarın dan liberal İngiliz iktidarının anlayışını beklemek çocukça bir yakla şım olur. Devrimler yerleşene kadar dikkatli olmak doğaldır. Farklı bir örneği tarih kaydetmiyor. Nâzım Hikmet bütün şiirlerini bu dönemde yayımlamıştır. Plağa oku muştur. Her oyunu oynanmıştır. Yurt ve Dünya Yayınları bu döneme özgü yayımlardır. Kanun önünde kadın-erkek eşitliği, devlet kurumlarında işçilere birçok hak ve konfor sağlanmıştır. Falaka gibi ilkel bir eğitim aracına ve yöntemine son verilmiştir. Üniformalı gençlik örgüt leri, toplama kampları kurulmamış, 150'likler bile affedilmiştir. Devle tin hiçbir faşist eğilimi olmamıştır^ Mütevazı demokrasimizin temelinde Atatürk döneminin minnetle
iğ
anmamız gereken çok emeği var. (Bu yazı için Prof.Dr. Sina Akşin'in Türkiye önünde Ûç Model adlı ki tabında bulunan "Atatürk Döneminde Demokrasi" (s.93-118) başlıklı yazısından çok yararlandım.)
814 Üçüncü Bölüm Notları
Prof.Dr. İsmet Ginûi Kemalist Devrim ve İdeoloji kitabında (s.l, 1974) Atatürk'ün olduğunu ileri sürdüğü şöyle bir metne yer verdi: "Ben, ma nevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk an layışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur. Be nim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberleğini kabul ederlerse, manevi mirasçı larım olurlar? Bu açıklama Atatürkün üslubunda değildi. Kuşkum vardı. Telefon edip îsmet Giritli ile konuşacaktım. Benden önce Sina Aksin Hoca telefon edip konuşmuş. Giritli kaynağını şöyle açıklamış: Bu sözü Atatürk Dr. Reşit Galip'e söylemiş, o Hamdullah Suphi'ye aktarmış, Hamdullah Suphi Behçet Kemal Çağlar'a, Behçet Kemal Çağlar da İsmet Giritli'ye aktarmış. Dr. Reşit Galip Bey 5 Mart 1934'te ölmüş tür. Demek ki Atatürk bu sözleri 1934'ten önce söylemiş oluyor. Bu açıklamaya göre Atatürk, o tarihte Gazi, Kemalizm diye adlandırılan devrimler bütününü, çağdaşlaşma idealini bir yana bırakıyor, miras diye sadece bilimi ve aklı bırakıyor. Bu sözü hiçbir yerde söylemiş değildir. Bu söz Kemalizm'i reddeden bir sözdür. Bu sözü söylediği iddia edilen Atatürk döneminde, 1934'ten sonra şunlar oluyor: İkinci Dil Kurultayı toplanıyor, Soyadı Kanunu kabul ediliyor, bazı lakap ve unvanlar kaldırılıyor, bazı kisvelerin giyimi kurallara bağlanıyor, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınıyor, ilk opera eserimiz oy nanıyor, CHP 4. Kurultayı toplanıyor, hafta tatili pazara alınıyor, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ile MTA ve Etibank kuruluyor, Musiki Muallim Mektebi'nde konservatuvar sınıfları açılıyor, Boğazlar reji mi değiştiriliyor, Üçüncü Dil Kurultayı toplanıyor, Hatay sorunu çö zülüyor, Kemalizm'in siyasi programı (altı ilke) anayasaya ekleniyor, İkinci Tarih Kongresi toplanıyor, 1 Kasım konuşmalarında Meclise tavsiyelerde bulunuyor, hedefler gösteriyor.. Akıl ve bilimsellik hümanizmanın, laikliğin, çağdaşlığın içeriğinde olan değerler. Zaten var olan değerleri miras diye bırakıyor ama bu değerle ri yaratan ve koruyucusu olan devrimleri miras diye bırakmıyor. Böyle şey olur mu? Hamdullah Suphi Bey'in gerçekleri değiştirerek aktardı ğını kanıtlamıştım. Behçet Kemal Çağlar ile İsmet Giritli ile TRT'de, daha sonra İsmet Giritli ile Radyo-Televizon Yüksek Kurulunda yıl larca birlikte çalıştım. B. Kemal Çağlar coşku, duygu adamıydı, ismet Giritli'ye gelene kadar Atatürk'ün olduğu ileri sürülen söz, yıllar içinde bu biçimi almış. İsmet Giritli araştırma konusunda fazla titiz değildi.
Üçüncü Bölüm Notlan 815
Zaten olsa bu sözü tahlil eder, aktarmazdı. Düşünmeden 1974'te kita bına almış. Bu söz Kemalizm'e karşı, uydurma bir sözdür. Atatürk'ün ölümünden sonra ortaya çıkarılan bir söze, varlığı kanıtlanmadan inanmayınız. 514) Atatürk'ün Anıtkabiri için milletlerarası bir yarışma açıldı. Yarışmayı Prof. Emin Onat ve Doç. Orhan Arda'nın projesi kazandı. Anıtkabir 1953 yılında bitti. 10 Kasım 1953 günü Atatürk'ün naaşı çok büyük bir törenle Anıtkabir'e taşındı, mozolenin altındaki özel yerde toprağa ve rildi. Toprağına yurdun her ilinden gelmiş topraklar katılmış, vatan ol muştu. Allah rahmet eylesin!
816 Üçüncü Bölüm Notları
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA Kaynakça 70 sayfaydı. Ancak gerekli kaynaklar ile incelediğimin bilinmesini istediğim kitapların künyesini kaynakçada belirttim. Konferans dizilerinde ve seminerlerde konuşanların adlarını ve konularını açıklamıştım. Bunlan üzülerek kaldırdım.. Birkaç ünlü mülakat dışındaki mülakatlara ve makalelere yer vermedim. Kaynakça ancak bu kadar kısalabildi. Ata türk, Atatürk dönemi, çağdaşlaşma ideali ve Cumhuriyet hakkında konuşup yazmak için hiç olmazsa bu mütevazı kaynakçadaki eserleri okumak gerektiğine inanıyorum. Her kitap o dönemin ve olgunun bir parçasını yansıtıyor. Yanılmamak, yanıltmamak için bu parçaları birleştirip bütünü görmek gerek. Türk devrimi üç-beş kitap okuyarak değerlendirilebilecek bir olgu değildir. Ana Belgeler
Afet (İnan), Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 2 cilt, Maarif Vek. Y, Ankara, 1931 Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27 cilt, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003-2010 Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı, 16-17 Ocak 1923, Derleyen İsmail Arar, Burçak Yayınevi, İstanbul, 1969 M. Kemal Atatürk, Nutuk, 3 cilt, İstanbul, 19341 TBMM Zabıt Cerideleri/Tutanak Dergileri, 23 Nisan 1920 ve sonrası İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), TTK, Ankara, 1989 Suna Kili-Ş. Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayın ları, İstanbul, 2006, 3. basım Türk Parlamento Tarihi, 1-4. Dönem, 12 cilt, TBMM Vakfı Yayını, Ankara, 19951 9 9 7
I
Kronolojiler
Cumhuriyetin 75 Yılı, 1. c, Yapı Kredi Y., İstanbul, 1998 Feruz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kro nolojisi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1976 Özhan Uluatam, Geçmişe Bakmak, Cumhuriyet Dönemi İktisadi, Mali, Siyasi Olay lar Kronolojisi, İmaj Yayınevi, 2001 Sami N. özerdim, Atatürk Devrimi Kronolojsi, Varlık Yayınları, İstanbul, 1966, 2. basım T. Özakman, Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999 Utkan Kocatürk, Prof.Dr., Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Kronolojisi, TTK, An kara, 1983 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 4. cilt, TTK, Ankara, 1998 Anılar, Günlükler, Mektuplar, Yazılar
Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, 3. ba sım Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, Hilmi K., İstanbul, 1960
Kaynakça 817
Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 4 cilt, Rey Ya yınları, İstanbul, 1970-1971 Ahmet Hamdi Başar, Atatürk'le Üç Ay, 1930'dan Sonra Türkiye, Ankara İTİA Ya yını, Ankara, 1981 Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, 2. cilt, Yayma Hazırlayanlar: Süheyl İzzet Furgaç-Yük sel Kanar, Nehir Yayınları, İstanbul, 1993 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2 cilt, Vatan Yayını, İstanbul, 1957, 1960 Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, Yayına Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 2001 Asım Us, Gördüklerim Duyduklarım, Duygularım, Vakit Yayını, İstanbul, 1964 Asım Us, 1930-19S0, İstanbul, 1966 Atatürk'ün Anıları, Yayma Hazırlayan: İsmet Görgülü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997 Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, Dünya Yayını, İstanbul, 1964 Ayşe Osmanoğlu, Sultan Abdülhamit ve Hatıralarım, Güven Yayınları, İstanbul, 1960 Behiç Erkin, Hatırat 1876-19S8, basılmamış dosya Birçok yazar, Görüş ve Hatıralarla Atatürk, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Ce miyeti Yayını, İstanbul, 1962 Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar, Sel Yayınları, İstanbul, 1955 Cemil Topuzlu, Op. Dr., 80 Yıllık Hatıralarım, Arma Yayınları, İstanbul, 1994, 3. basım Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclise, Büyük önder ile 24 Yıl, Yayına Hazırlayan: Turgut Gürer, İstanbul, 2006 Çağlayangil'in Anıları, Konuşan: Tanju Cılızoğlu, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007 Damar (Zamir) Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul, 1961 Doğan Aksan, Cumhuriyetin Çocukluk, Gençlik Yılları ve Bugün, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 f Ernst E. Hirsch, Anılarım, Çev.: Fatma Suphi, Tübitak Yayını, Ankara, 2005,9. ba sım E. Hemingvvay, İşgal İstanbul'u, Çev.: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970 Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayıncılık, İstanbul, 1970 Fethi Okyar'ın Anıları, Yayma Hazırlayan: Osman Okyar-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1997 Haldun Derin, Çankaya özel Kalemini Anımsarken, Tarih Vakfı Y., İstanbul, 1995 Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas K... İstanbul, 1971 Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1967 H. Nusret Zorlutuna, Bir Devrin Romanı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, İl? Hasan Cemil Çamuel, Makaleler, Hatıralar, TTK, Ankara, 1964 Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2 cilt, YKY, İstanbul, 1973 Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara, 1959
'U
818 Kaynakça
Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anıları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1976 Hüsrev Gerede, Anıları, Yayına Hazırlayan: Sami Önal, Literatür Yayınları, İstan bul, 2002, 3. basım İ. Hakkı Tekçe, Emekli General, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, Yayma Hazırlayan: Hasan Pulur, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000 İsmet İnönü, Hatıralar, 2 cilt, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985,1987 İsmet İnönü, Defterler (1919-1973), YKY, İstanbul, 2008, 3. basım İsmet Kür, Yarısı Roman, Everest Yayınevi, İstanbul, 2006 Joseph Grew, Atatürk ve İnönü, Yayma Hazırlayan: Muzaffer Aşkın, Kitapçılık Ti caret Limited Şirketi Yayını, İstanbul, 1966 Kâzım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, İs tanbul, 1993, 3. basım Kâzım Özalp-Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayın ları, Ankara, 1992 Kılıç Ali, Kılıç Ali'nin Anıları, Derleyen: Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005 Mahmut Soydan, Ankaralının Defteri, Yayına Hazırlayan: Nejdet Bilgi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Madar Atatürk'le Beraber, 2 cilt, TTK, Ankara, 1966 Mehmet Tevfik Bey (Biren), //. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıra ları, 2 cilt, Arma Yayınları, İstanbul, 1993 Muhsin Ertuğrul, İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim, Yankı Yayınevi, İstanbul, , 1975 Muazzez İlmiye Çığ Kitabı, Çivi Çiviyi Söker, Söyleşi: Serhat Öztürk, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008, 5. basım Mustafa Kemal'in Gizli Teşkilatı, Ekrem Baydar'ın hatıraları, Destek Y., İstanbul, -2010 ,| Münir Hayri Egeli, Atatürk'ten Bilinmeyen Hatıralar, Ahmet Halit Yaşaroğlu Yayı nı, İstanbul, 1959,2. basım Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 Nermin Abadan Unat, Kum Saatini İzlerken, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, 3. basım Nevzat Vahdettin, Yıldız'dan San Remo'ya, Arma Yayınları, İstanbul, 1999 Nuyan Yiğit, Atatürk'le 30 Yıl, İbrahim Süreyya Yiğit'in öyküsü, Remzi K., İstanbul 2004 i Rauf Orbay, Hatıraları, Yakın Tarihimiz dergisi, l.-4.cilt, İstanbul, 1962,1963 Rıza Nur, Dr., Hayat ve Hatıratım, 4 cilt, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967,1968 Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk'ü özleyiş, TTK, Ankara, 1957 Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, Yayma Hazırlayan: Oktay Verel, Altın Kitap lar, İstanbul, 1994 > İ Sabiha Sertel, Roman Gibi, Çem Yayınevi, İstanbul, 1978
f
t
i
Kaynakça 819
Sadi Irmak, Atatürk'ten Anılar, Güven Matbaası, Ankara, 1978 Salih Bozok-Cemil S. Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1985 1 Selahattin Adil, Hayat Mücadeleleri, İstanbul, 1982 S.L Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Çev.: Hasan Ali Ediz, Birey ve Toplum Y., Ankara, 1985, 2. basım Selahattin Özmen, 80 Yıla Tanıklık, İstanbul, 2005 Sıdıka Avar, Dağ Çiçeklerim, Öğretmen Dünyası Yayınları, Ankara, 2004,4. basım Süleyman Edip Balkır, Eski Bir Öğretmenin Anıları 1908-1940, Cumhuriyet Kitap ları, İstanbul, 1998 Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1984 Süreyya İlmen, Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, Muallim Fuat Gücüyener Yayınevi, İstanbul, 1951 Şadiye Osmanoğlu, Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1966 Şemsi Belli, Makbule Atadan Anlatıyor, Ağabeyim Mustafa Kemal, Selis Kitaplar, İstanbul, 2005 Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, TTK, Ankara, 1976 Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bu Güne, Milliyet Yayını, İstanbul, 1977 Yahya Kemal, Eğil Dağlar, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayını, İstanbul, 1975 Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İstanbul, 1955 Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, İstanbul, 1967 Zekeriya Sev tel, Hatırladıklarım, Remzi K., İstanbul, 2001, 5. basım Ankara *
Cumhuriyet'in Ankarası, Derleyen: Tansı Şenyapılı, ODTÜ Yayını, Ankara, 2005 Nejat Akgün, Burası Ankara, Ankara Kulübü Yayınları, Ankara, 1996 Nezihe Araz, Mustafa Kemal'in Ankarası, İstanbul, 1994 Şevket Bülent Yahnici, Ankara Cumhuriyetinden Cumhuriyet A«a*W «.»mu, Ankara Kulübü Yayınları, 2003 Turan Tanyer, Taş Mektep, YKY, İstanbul, 2005 Atatürk, Cumhuriyet, Devrimler, K e m a l i z m / A t a t ü r k ç ü l ü k
Ahmet Akgül, Bizim Atatürk, Bilge Karınca Yayını, İstanbul, 2006 Ahmet Köklügiller, Nutuk Nedir, Ne Değildir (38 yazardan alıntı), . .n mevt, İs tanbul, 2005 i Ahmet Mumcu, Doç. Dr., Tarih Açısından Türk Devriminin Temeli ve Gelişimi, Ank. Üni. Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara, 1976,4. basım Ali Fuat Erden, Atatürk, İstanbul, 1952 Ali Güler, Yrd.Doç.Dr, Bir Dâhinin Hayatı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstan* bul, 2000,2. basım Alper Işınduran ve arkadaşları, Aydınlanma 1923 Devrimi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2004 A. Muhtar Kumral, Atatürk Diktatör müdür, İstanbul, 1948 **
820 Kaynakça
I
I
Andrevv Mango, Atatürk, Remzi K., İstanbul, 2006,4. basım Arslan Bulut, Atatürk'ün Yol Haritası, Bilgeoğuz Y., İstanbul, 2006 Asım Aslan, Sömürülen Atatürk, 1995, 22. basım Atatürk'ün Yazdığı Geometri Kılavazu, Cumhuriyet Y., İstanbul, 1998 Aydın Keleşoğlu, Atatürk'ün Öngörüleri, Delta Yayınevi, Ankara, 2007 Bedia Akarsu, Atatürk Devrimi ve Temelleri, İnkılap K., 2003, 3. basım Benoist-Mechin, Mustafa Kemal, Çev.: Zeki Çelikkol, Bilgi Yayınevi, Ankara» 1997 Birçok yazar, Atatürk'e Saygı, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1969 Birçok yazar, Atatürk Haftası Armağanı, ATAŞE Yayını, Ankara, 1987 Birçok yazar, En Büyük Kaybımız, 10 İkinciteşrin 1938, satış yeri: İnkılap K., İstanbul, 1938,2. basım Burhan Göksel, Atatürk'ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, 1987 Birçok yazar, Çağdaş Düşüncenin İşığında Atatürk, Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Ya yınları, İstanbul, 1986, 2. basım Cavit Orhan Tütengil, Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak, Varlık Yayınları, İs tanbul, 1975 Cemil Sönmez, Atatürk'te Çocuk Sevgisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, An kara, 1997 Dietrich Gronau, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu, Çev.: Gülderen Koralp Pamir, Altın Kitaplar, İstanbul, 1994 Enver Ziya Karal, Ord.Prof., Atatürk ve Devrim, T.C. Ziraat Bankası Kültür Yayını, Ankara, 1980 Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi Gazi M. Kemal, Alafa Y., İstanbul, 2008 Fahri Belen, Tarih İşığında Devrimlerimiz, Menteş K., İstanbul, 1970 Fethi Naci, Atatürk'ün Temel Görüşleri, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970,2. basım Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, Türkiye İş Bankası Kültür Ya yınları, Ankara, 1983 Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk'ün Düşünce Yapısı, Turhan K., Ankara, 1986, 3. basım Hıfzı Topuz, Devrim Yılları, Remzi K., İstanbul, 2005, 5. basım Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2007 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, Tarihçi Gözüyle Atatürk, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1959 Hikmet Bil, Atatürk'ün Sofrası, Uncu Yayınları, İstanbul, 1981 Hikmet özdemir, Prof.Dr., Atatürk'ün Liderlik Sırları, Remzi K., İstanbul, 2006 Hikmet özdemir, Prof.Dr., Atatürk'ü Yeniden Düşünmek, Remzi K., İstanbul, 2008 İhsan Akay, Atatürkçülüğün İlkeleri, Varlık Yayınları, 1973,3. basım İlknur Güntürkün Kalıpçı, Anmaktan Anlamaya Doğru Atatürk, EpsUon Yayınları, İstanbul, 2006 i İlknur Güntürkün Kalıpçı, Özlemden Eyleme Doğru, Epsilon Yayınları, İstanbul,
2006
I
f
J
'
*
İskender Gökalp-François Georgeon, Kemalizm ve İslam Dünyası, Çev.: Cüneyt Akalın, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007,2. basım İsmail Arar, Atatürk'ün Halkçılık Programı, istanbul. 1963 Kaynakça 821
İsmet Giritli, Prof.Dr., Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul Üniversitesi Y., İs tanbul, 1974 İsmet Görgülü, Yrd.Doç.Dr., Atatürk Üzerine İncelemeler, Ankara, 2000 İsmet Görgülü, Atatürk'ün özel Yaşamı, Uy dur malar-Saldırılar-Yanıtlar, Bilgi Ya yınevi, Ankara, 2003 İsmet İnönü, Atatürk'ü Anlatıyor, Konuşan: Abdi İpekçi, Cumhuriyet Kitapları, İs tanbul, 1997 J.B. Villalta, Atatürk, Çev.: Fatih Özsu, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1982 Johannes Glosneck, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Çev.: Arif Gelen, 3 kitap, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Kemal Arıburnu, Atatürk, Muhtelif Cepheler iyle, Ankara, 1953 Kemal Arıburnu, Atatürk, Anekdotlar, Anılar, Ankara, 1960 Kurt Steinhaus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, Çev.: M. Akkaş, Sander Yayınları, İs tanbul, 1973 Lord Kinross, Atatürk, Çev.: Ayhan Tezel, Sander Yayınları, İstanbul, 1973, 5. ba sım Macit Gökberk, Prof.Dr., Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk, Cumhuriyet . Kitapları, İstanbul, 1997 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, Altın Kitaplar, İstanbul, 1967 Mehmet Arif Demirer, Atatürk'ün Cumhuriyet Devrimleri, özel dosya Mehmet önder, Atatürk'ün Evleri, Başbakanlık, Ankara, 1977 Mehmet Saray, Prof.Dr., Atatürk ve Türk Dünyası, TTK, Ankara, 1995 Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005, Umay Yayınları, İzmir, 2005, 14. basım Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, Umay Yayınları, İzmir, 2006, 21. basım Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, Kum Saati Y, İzmir, 2002,11. basım Muammer Aksoy, Prof.Dr., Atatürk ve Tam Bağmsızlık, Cumhuriyet Kitapları,
•' İl
1998
1
;|
t
Mustafa Baydar, Atatürk'le Konuşmalar, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1955 Mustafa Kemal Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1998 Nezih H. Neyzi, Atatürk'ün Çocukları, Peva Yayınları, istanbul, 1995 Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Bilinmeyen Taraflarıyla Atatürk, Yeni Çığır K., İstanbul, 1959 | Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk, Siyasi ve Hususi Hayatı, Pınar Yayınevi, İstanbul, tarihsiz Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı, 2 cilt, Büyük İstanbul Derneği Yayını, İstanbul, 1973,1974 Oğuz Akay, Atatürk'ün Sofrası, Truva Yayınları, İstanbul, 2006 Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, Truva Yayınları, İstanbul, 2006 Orhan Girgin, Dr., Atatürk'ün Günlük Yaşamı, Ufuk Üniversitesi Y , Ankara, ta rihsiz Paraşkev Paruşev, Atatürk, Demokrat Diktatör, e yayınları, İstanbul, 1973
822 Kaynakça
Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Çev.: Fethi Ülkü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995,3. basım Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk'ün Hastalığı, Prof.Dr. Nihat Reşat Belger'le Mülakat, TTK, Ankara, 1959 ğ Sadi Borak, Atatürk, Başak K., İstanbul, 1973 Selahattin Çiller, Atatürk İçin Diyorlar ki, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1965 Selahattin Demirkan, Bir Milletin Yarattığı Lider Mustafa Kemal Atatürk, Belge Yayınları, İstanbul, 1972 Sermet Atacanlı, Atatürk ve Çanakkale'nin Komutanları, MB Yayınevi, İstanbul,
J
2005 •
•
|
m
t
Sezgin Kızılçelik, Prof.Dr., Atatürk'ü Doğru Anlamak, Ana Yayıncılık, Ankara, i î g Suna Küi, Prof.Dr., Atatürk Devrimi, Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981 Şeref Aykut, Kemalizm, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, 2. basım Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, Doğan Kitap, İstanbul, 2008 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, Doğan Yayınları, Ankara, 1971 Tarık Zafer Tunaya, Prof.Dr., Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, Arba Yayınları, İstanbul, 1994, 3. basım Thomas A. Vaidis, Kemal Atatürk, Yeni Türkiye'nin Kurucusu, Çev.: Ahmet Angın, Kitapçılık Tic. Ltd. Şti. Yayınları, İstanbul, 1967 Turgut özakman, Görgü Tanıklarına Göre M. Kemal Atatürk'ün Portresi, (2005/2006 açılış dersi), Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara, 2005 Utkan Kocatürk, Dr., Atatürk'ün Sohbetleri, Edebiyat Yayınevi, Ankara, 1971 Vladan Geogevitch, Türk Devrimi ve İstikbali, Çev.: Hulki Demirel, İletişim Yayın ları, İstanbul, 2005 Vural Savaş, Militan Atatürkçülük, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 W. Sperco, Mustafa Kemal Atatürk, Çev.: Zeki Çelikkol, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 \ I İİ Yekta Güngör Özden, Atatürk ve Atatürkçülük, İleri Yayınları, İstanbul, 2004, 4. basım Yekta Güngör özden, Atatürk özlemi, İleri Y, İstanbul, 2009 Ziya Çöker, Atatürk'ün Savaşımları, Ankara, 2010 Ziya Gökalp Mülayim, Prof.Dr., Kooperatifçi Atatürk ve Kooperatifçilik, Yetkin Y., Ankara, 2006 2 0 0 3
•
B
Bilim, Dil, Tarih, Eğitim, Kültür, Modernleşme, Sanat A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi IC, İstanbul, 1991,5. basım A. Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayını, An kara, tarihsiz Agâh Sırrı Levent, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TTK, Ankara, 1960 J, Ahmet Cevat Emre, Atatürk'ün İnkılap Hedefi ve Tarih Tezi, İstanbul, 1956
*
v
Kaynakça 823
Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türküm Diyebilene, Türk Ulusal Kimliğinin Etno-seküler Sınırları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, 3. basım A. Kadir Paksoy, Ulus Devlet ve Tarih Eğitimi, öğretmen Dünyası Yayını, Ankara, 2008 W Ali Nejat ölçen, Halkevleri, İnönü Vakfı Yayını, Ankara, 2001 Anıl Çeçen, Halkevleri, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2000 Ayten Sezer, Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938), TTK, Ankara, 1999 Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, TTK, Ankara, 1993, 5. basım Birçok yazar, Cumhuriyetin 50. Yılında Milli Eğitimimiz, MEB Yayını, 1973 Birçok yazar, Milli Kültür Unsurlarımız Üzerinde Genel Görüşler, AKDT Yüksek Kurulu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1990 Birçok yazar, Türkiye'de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005, 3. basım Birçok yazar, Milliyetçilik: Neden Şimdi?, Yayına Hazırlayan: Prof.Dr. Çetin Yetkin, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Yayınları, Antalya, 2006, 2. basım Bozkurt Güvenç, insan ve Kültür, Remzi K., istanbul, 1979, 3. basım Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1993 Büşra Ersanlı, İktidar ve Tarih, Türkiye'de Resmi Tarih Tezinin Oluşumu (19291937), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003 Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1998, 2. ba sım Cemil öztürk, Dr., Atatürk Devri öğretmen Yetiştirme Politikası, TTK, Ankara, 1996 Cengiz Aslantepe, Dr., Cumhuriyetin Üniversitesi, Yayına Hazırlayan: Atila Çangır, Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara, 2008 Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, 3 cilt, Dünya Yayınları, İs tanbul, 2004 Chiristohper Davvson, Batının Oluşumu, Çev.: Dinç Tayanç, Dergâh Yayınlan, İs tanbul, 1976 Doğan Aksan, Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007 Edouard Jeauneau, Ortaçağ Felsefesi, Çev.: Betul Çotuk sök en, İ l e t i ş i m Yayınları,
lif?
1
2006,2. basım
Ekrem Akurgal, Türkiye'nin Kültür Sorunları, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1998 Elie Faure, Rönesans Sanatı, Çev.: Bertan Onaran, Kültür Bakanlığı Yayım» Ankara,
1979 J**44 gj§ m$ Ergun Sav, Atatürk Namık Kemal-Ziya Gökalp, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2 0 0 i |
Erol Köseo&lu, Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savası» Propagandadan Milli Kim-
lik İnşasına, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004 Esma Torun, Türkiye'de Kültürel Değişimler, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa yı Hukuk Yayınları, Antalya, 2006 Fay Kirby, Türkiye'de Köy Enstitüleri, İmece Yayınları, Ankara, 1962 8 2 4 Kaynakça
Feroz Ahmad, Modern Türkiye'nin Oluşumu, Çev.: Yavuz Alogan, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007,6. basım François Gergeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi, Çev.: Ali Berktay, YKY, İstanbul, 2006 ' f 'S Füsun Üstel, Türk Ocakları 1912-1931, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, 2. basım Grigori Petrof, Beyaz Zambaklar Memleketinde, Çev.: Ali Haydar, Maarif Vekâleti Yayını, Ankara, 1930 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 1979,2. basım , ' t & Horst Widmann, Prof.Dr., Atatürk Üniversite Reformu, Çev.: ProfDr. Aykut Kazancıgil, Dr. Serpil Bozkurt, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul, 1981 İbrahim Agâh Çubukçu, Prof.Dr., İslam ve Çağdaşlaşma, Ankara, 2002 İlhan Başgöz, Howard E. Wilson, Türkiye Cumhuriyeti'nde Milli Eğitim ve Atatürk, Dost Yayınları, 1968 İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu'nda Yabancı Okullar, Ocak Ya yınları, Ankara, 1993 smail Hakkı Tonguç, İlköğretim Kavramı, Piramit Yayıncılık, Ankara, 2004 İsmail Kaplan, Türkiye'de Milli Eğitim İdeolojisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, 4. basım İsmet Parlak, Dr., Kemalist İdeolojide Eğitim, Turhan K., Ankara, 2005 Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi, Kabala, 2007 Kemal H. Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, Çev.: Akile Zorlu Durukan-Kaan Durukan, İmge K., Ankara, 2002 Kemal H. Karpat, Osmanlı'da Değişim, Modernleşme, Uluslaşma, Çev.: Dilek Özde mir, İmge K., Ankara, 2006 Mahmut Adem, Prof.Dr., Atatürkçü Düşünce İşığında Eğitim Politikamız, Cumhu riyet Kitapları, İstanbul, 2000 Mehmet Kaplan ve arkadaşları, Atatürk Devri Fikir Hayatı, Kültür Bakanlığı, 2 cilt, Ankara, 1981 M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Metin And, Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayın ları, Ankara, 1973 Metin And, Atatürk ve Tiyatro, Devlet Tiyatroları Yayını, Ankara, 1983 Metin özata, Prof.Dr., Mustafa Kemal Atatürk-Bilim ve Üniversite, Umay Yayınevi, İstanbul, 2005 Metin Sözen-Mete Tapan, Eüi Yılın Türk Mimarisi, Türkiye İş Bankası Kültür Ya yınları, Ankara, 1973 M, Fuat Köprülü, Ord.Prof., Türk Edebiyatı Tarihi, ötüken Yayınları, İstanbul, 1980, 2. basım | Muammer Sun-Murat Katoğlu, Türk Kalarak Çağdaşlaşma, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara, 1993 Murat Katoğlu, Cumhuriyet Türkiyeslnde Eğitim, Kültür, Sanat, Türkiye Tarihi, 4. cilt, Cem Yayınevi, İstanbul, 2002 :
Kaynakça 825
Murat Katoğlu, Şematizmden Yaratıcılığa, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2009 Mustafa Ergün, Dr., Atatürk Devri Türk Eğitimi, Ankara Üniversitesi DTCF Yayını, Ankara, 1982 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul Üniversitesi Yayım, İstanbul, 1951 Mümtaz Turhan, Prof.Dr., Garplılaşmanın Neresindeyiz, Yağmur Yayınevi, İstan
bul, 1974, 6. basım M. Ünal Mutlu, Türk Dili ve Kenger Uygarlığı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul, 2007 Nurdan Kalaycı, Cumhuriyet Döneminde İlköğretim, MEB Y., Ankara, 1988 Nurhan Karadağ, Halkevleri Tiyatro Çalışmaları, Kültür Bakanlığı Y., Ankara, 1988 Oktay Sinanoğlu, Prof.Dr., Büyük Uyanış, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007, 15. basım Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, 5 cilt, İstanbul, 1938-1945 Peyami Safa, Türk İnkılabına Bakışlar, İnkılap K., İstanbul, tarihsiz Philipp Schwartz, Kader Birliği, 1933 Sonrası Türkiye'ye Göç Eden Alman Bilim Adamları, Çev.: Nagehan Alçı, Belge Yayınları, İstanbul, 2003 Rauf Mutluay, Elli Yılın Türk Edebiyatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, An kara, 1973 # Remzi Oğuz Arık, Coğrafyadan Vatana, MEB Yayını, Ankara, 1969 Sami N. özerdim, Yazı Devriminin Öyküsü, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Sefa Şimşek, Bir İdeolojik Seferberlik Deneyimi, Halkevleri 1932-19S1, Boğaziçi Üniversitesi Yayını, İstanbul, 2002 Sevgi Özel-Haldun Özen-Ali Püsküllüoğlu, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu ve Sonra sı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986 Suat Yakup Baydur, Dil ve Kültür, TDK Yayını, Ankara, 1964 Suat Sinanoğlu, Prof.Dr., Türk Hümanizmi, TTK, Ankara, 1988, 2. basım Tahsin Yücel, Prof.Dr., Türkçenin Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2000 Ş <| Tarık Zafer Tunaya, Batılılaşma Hareketleri, 2 cilt, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1999 . • Jg Tevfîk Çavdar ve arkadaşları, Türkiye'de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin S0 Yılı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara, 1973 Türkiye'de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Editörler: S. Bozdoğan-R. Kasaba, Tarih Vakfı, İstanbul, 2005, 3. basım Türk Tarihinin Ana Hatları, Kaynak Y., İstanbul, 1996, 2. basım Uriel Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1979 W.O. Lester Smith, Çağdaş Eğitim, Çev.: Nurettin özyürek, Varlık Yayınları, İstan bul, 1967 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Alfa Y, İstanbul, 1999,7. basım Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayınları, Ankara, 2005 Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, 3. basım YZE Ziraat Fakültesi Yıllığı 1937 (tıpkıbasım), Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara, 12007 A .# # /'! .. # 'Âl 826 Kaynakça
Zeki Sanhan, Emperyalizm Ulusul Eğitime Meydan Okuyor, Bağımsızlıkçı Aydmlanmacı Halkçı Eğitim Derneği Yayını, Ankara, 2005 Dış Politika ! Abdüllahat Aksin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK, Ankara, 1991, 2. basım Ali Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekeleri Tarihi, Türk Devrim Tarihi Ens titüsü Y, Ankara, 1948 Atatürk'ün Milli Dış Politikası, Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge, 2 cilt, Kül tür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1994, 3. basım Bilâl N. Şimşir, "Lozan'a Doğru" dizi yazı, Cumhuriyet gazetesi, 24 Temmuz 1973-6 Ağustos 1973 (14 bölüm) Cahit Kayra, Sevr Dosyası, Büke Yayıncılık, İstanbul, 2004, 2. baskı Elif Uyar, Türk-İngiliz Siyasal İlişkileri, 1919-1936, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Yayınları, Antalya, 2007 Hüner Tuncer, Atatürkçü Dış Politika, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008 Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-19S3), TTK, Ankara, 1991 Mahmut Esat (Bozkurt), Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi Üzerine (doktora tezi), Fransızca aslından Çev.: Ahmet Öylek, Türk Hukuk Kurumu Yayını, Ankara, 2008 Mehmet Gönlübol, Doç.Dr.-Cem Sar, Dr., Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası (1919-1938), Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara, 1963 Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye'nin Kurtuluş Yılları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2001 Osman Olcay, Sevres Antlaşması'na Doğru, AÜ SBF Yayını, Ankara, 1981 Ömer Kürkçüoğlu, Doç.Dr., Türk-İngiliz İlişkileri, AÜ SBF Yayını, Ankara, 1978 Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, Çev.: N. Ülken, Sander Yayınları, İstanbul, 1975 Salahı R. Sonyel, Gizli Belgelerle Lozan Konferansının Perde Arkası, TTK, Ankara, 2006 Seha L. Meray-Osman Olcay, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri, AÜ SBF Yayını, Ankara, 1977 Tevfik Rüştü Aras, Atatürk'ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003 Türk Dış Politikasında Elli Yıl, Dışişleri Bakanlığı Yayını, Ankara, 1973 Din, Halifelik; Laiklik Ahmet Mumcu, Atatürk'ün Kültür Anlayışında Vicdan ve Din Özgürlüğünün Yeri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1991 Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, İmge K., Ankara, 1994, 3. basım Ali Fuat Başgil, Din ve Laiklik, Kubbealtı Yayını, İstanbul, 2007,9. baskı Alpaslan Işıklı, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, İmge K.. Ankara, 2006,4. basım
Kaynakça 827
Andrew Dawison, Türkiye'de Sekülarizm ve Modernlik, Çev,: ??? İletişim Yayınevi, İstanbul, 2002 Atatürk ve Din, Derleyen: Sadi Borak, önsöz: Hilmi Ziya Ülken, Anıl Yayınevi, İstanbul, 1962 Batı ve İrtica, 54 konuşmacının katıldığı toplantı, Kaynak Y., İstanbul, 1999 Bertrand Russell, Din ile Bilim, Çev.: Akşit Göktürk, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1972 Bozkurt Güvenç, Gencay Şayian, İlhan Tekeli, Şerafettin Turan, Prof.Dr.lar, Türkİslam Sentezi, Sarmal Yayınları, İstanbul, 1991 Cengiz özakıncı, İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, Otopsi Y., İstanbul, 2007, 10. basım Corci Zeydan, İslam Uygarlıkları Tarihi, Çev.: Necdet Gök, İletişim Yayınları, İs tanbul, 2004 Ekrem Üçyiğit, Din ve Biz, Ankara, 1968 Ercümen Demirer (Hatip), Din, Toplum ve Kemal Atatürk, Ankara, 1969 Ethem Ruhi Fığlalı, Prof.Dr., Atatürk ve Din, Ankara, 1988 Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Din Politikası Üzerine Konuşmalar, Yayına Hazırla yan: Prof.Dr. Kemal Aytaç, A.Ü Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, Anka ra, 1986 Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye'de İslamlık, Çev.: Hayruliah örs, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1972 Gustave Edmund von Grunnebaum, İslamiyet, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşundan Günümüze Kadar, 2 cilt, Çev.: E.N. Erendor, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993 İbrahim Yılmaz, Atatürk'ün İslam İnancı, KaraKutu Yayınları, İstanbul, 2008 İştar B. Tarhanlı, Müslüman Toplum, Laik Devlet, Afa Yayınları, İstanbul, 1993 Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet, Sebil Yayınları, İstanbul, 1993 Kenan Mümtaz Akışık, İslam Dünyasında Beyin Verimsizliği, Ürün Yayınları, An kara, tarihsiz Mahmut Goloğlu, Halifelik, Ankara, 1973 M. İskender özturaniı, Laik Devlet ve Sarıklı Siyaset, Toplumsal Dönüşüm Yayın ları, İstanbul, 2003,2. baskı M. Kâmran Ardakoç, Hilafet Meselesi, Petek Yayınları, İstanbul, 1955 Muallim Abdülbaki, Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri, Kaynak Yayınları, 2005, 2. basım Mustafa Balbay, Devlet ve İslam, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2007 Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1975 S Nigâr Keramet, Halife İL Abdülmecit, İstanbul, 1964 Nurettin Ar ta m - Nurettin Sevin, Müslüman Çocuğunun Kitabı, Milli E ğ i t i m Bakan lığı Yayını, Ankara, 1948 Pervez Hoodbhoy, İslam ve Bilim, Çev.: Eser Birey, Cep Kitapları, İstanbul, 1992 Sadık Albayrak, Türkiye'de Din Kavgası, İstanbul, 1973 Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 1997,3. basım 1
Seçil Karal Akgün, Prof.Dr., Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik* Temel Yayınları, İstanbul, 2006,2. basım Sinan Merdan, Atatürk ile Allah Arasında, İnkılap K., İstanbul, 2009 Şahin Filiz, Nadim Macit, Ali Sankoyuncu, Cemal Şener, Çetin Yetkin, Atatürk, Din ve Laiklik (Açık oturum), Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hu kuk Yayınları, Antalya, 2008 Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı, 3 cilt, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Yaşar Okur, Hafız, Atatürk'le On Beş Yıl, Dini Hatıralar, Sabah Y., İstanbul, 1962 * Ekonomi A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi,1923 İzmir, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1968 Alptekin Müderrisoğlu, Cumhuriyetin Kurulduğu Yıl Türkiye Ekonomisi, T.C. Zi raat Bankası Yayını, Ankara, 1998 Atila Oral, Atatürk ve iktisadi Kalkınma, Jotun Y., istanbul, 2006 Bilmez Bülent Can, Demiryolundan Petrole Chaster Projesi 1908-1923, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000 Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 1929-1935,2 cilt, Ankara Üniver sitesi Yayını, Ankara, 1988,1993 Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987 Cazim Gürbüz, Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam, Asyaşafak Y., İstanbul, 2009 Ş Celal Bayar, Şark Raporu, Kaynak Y., İstanbul, 2006 Edward Mead Earle, Bağdat Demir ve Petrol Yolu Savaşı 1903-1923, Çev.: Kasım Yargıcı, örgün Yayınevi, İstanbul, 2003 Erdinç Tokgöz, Prof.Dr., Türkiye'nin İktisadi Gelişme Tarihi, 1914-2007, İmaj Ya yınevi, Ankara, 2007 Elli Yılda Türk Sanayii, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ankara, 1973 Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, De Ki Yayınları, An kara, 2008, 3. basım İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Politika Ara yışları, Bilge Kültür Sanat Y., İstanbul, 2009 İsmail Hüsrev Tökin, Türkiye Köy İktisadiyatı, İletişim Y, İstanbul, 1990,2. basım Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, İmge K., Ankara, 2007,11. basım Korkut Boratav, Türkiye'de Devletçilik, İmge K., Ankara, 2006,2. basım L. Hilal Akgül, Ekonomide Kurtuluş Savaşımı, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2006 Mahmut Esat Bozkurt, Liberalizm Masalı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008 Memduh Yaşa ve arkadaşları, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, 1923-1978, Akbank Kültür Yayını, İstanbul, 1980 Mustafa Aysan, Prof.Dr., Atatürk'ün Ekonomi Politikası, İstanbul Üniversitesi Ya
sKİİ
yını, İstanbul, 1980
Kaynakça 829
Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye'ye Girişi, Bilim Yayınevi, İstanbul, 1974 Oya Silier, Prof.Dr., Türkiye'de Tarımsal Yapının Gelişimi (1923-1938), Boğaziçi Üniversitesi Yayını, İstanbul, 1981 Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Gözlem Y., İstanbul, 1980, 2. basım Tahir Tamer Kumkale, Dr., Atatürk'ün Ekonomi Mucizesi, Pegasus Yayınları, İstan bul, 2007 I Tevfik Çavdar, Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu, Ant Yayınevi, İstanbul, 1970 Tevfik Çavdar, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzara-yı Umumi ye, Milliyet Yayını, İstanbul, 1971 Ümit Sarıaslan, Demir Ağlardan Örümcek Ağlarına, Otopsi Yayını, İstanbul, 2004 Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2005, 5. basım Yakup Kepenek-Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi K„ İstabul, 1997, 9. basım Yaşar Aksoy, Kalpaklı Kalkınma, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1998 Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, Türkiye İş B ankası Kültür Yayınları, Ankara,
1981
'IJjJr
?S^r
Ziya Gürel, Kurtuluş Savaşında Demiryolculuk, TTK, Ankara, 1989 Genel Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği, İmge Yayınevi, Ankara, 1993 Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak, Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, İs tanbul, 2006 Alev Coşkun, Yeni Mandacılar, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2008 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1990 Ali Eşref Turan, Türkiye'de Yerel Seçimler, İstanbul Bilgi Üni. Yayını, İstanbul, 2008 Ali Tayyar Önder, Türkiye'nin Etnik Yapısı, Fark Yayınları, Ankara, 2007, 14. ba sım Alpaslan Işıklı, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, İmge K., Ankara, 2006, 4. basım AJ. Tonybee, Türkiye, Çev.: Kasım Yargıcı, Milliyet Y., İstanbul, 1971 Asım Karaömerlioğlu, Orada Bir Köy Var Uzakta, Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006 Atsuko Toyama, Yüzyılın Dönemecinde Türkiye, Çev.: H. Can Erkin, Türk-Japon Vakfı Yayınları, Ankara, 2004 Aykut Kansu, 1 908 Devrimi, Çev,: Ayda Erbal, İletişim Yayınları, 2006,4. basım Alper Akçam, Anadolu Rönesansı Esas Duruşta, Arkadaş K., Ankara, 2009 Azmi Ozcan, Pan-islamizm, TDV islam Araştırmaları Merkezi, Yayını, istanbul, 1992 • î I . \WKt' Bertan Onaran, Cumhuriyeti Savunmak, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, 2006 830 Kaynakça ı
Birçok yazar, 71. Kuruluş Yılı Armağanı, Türk Hukuk Kurumu Yayını. Ankara,
2005
'4-
'|,- |
Birçok yazar, Atatürk Gençliği Ne İstiyor, İleri Yayınevi, İstanbul, 2003 Birçok yazar, İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye'de Etnik Çatışma, Derleyen: Eric jan Zürcher, İletişim İstanbul, 2007, basım Birçok yazar, 75 Yüın İçinden, Yayma Hazırlayan: Ahmet Oktay, Cumhuriyet Kitap ları, İstanbul, 1998 Bülent Tanör, Kuruluş, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1997 Büyük Taarruzda Takip Harekâtı, ATAŞE Yayını, Ankara, 1969 Cahit Talaş, Türkiye'nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, Bilgi Yayınevi, 1992 Cemil Koçak, Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006 Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003 CHF Üçüncü Büyük Kongre, 10-18 Mayıs 1931 Zabıtları, İstanbul, 1931 Cüneyt Akalın, Atatürk-Mac Arthur Görüşmesinin İçyüzü, Kaynak Yayınları, İs tanbul, 2006 10 David Hotham, Türkler, Çev.: M. Ali Kayabal, 2 c, Cumhuriyet Kitapları, 2000 David Walder, Çanakkale Olayı, Çev.: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971, 3. basım Edvvard W. Sait, Şarkiyatçılık/Batının Şark Anlayışları, Çev.: Berna Ülner, Metis Yayınlan, İstanbul, 1995 Ellen Kay Trimberger, Tepeden İnmeci Devrimler, Çev.: Fatih Uslu, Gelenek Yayın cılık, İstanbul, 2003 Emin Karaca, 150'likler, Altın Kitaplar, İstanbul, 2007, 2. basım Ergün Aybars, Prof.Dr., İstiklal Mahkemeleri, İleri K., İzmir, 1995 Erol Mütercimler, Aynadaki Tarih, Alfa Y., İstanbul, 2010 Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine, Çev.: Ali Berktay, İle tişim Yayınları, İstanbul, 2006 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşu, 1923-1924, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998 Fethi Karaduman, Çöküş ve Doğuş, Günizi Yayınları, İstanbul, 2006 Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, Çev.: Fatmagül Berktay, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, 4. basım General Sherriil, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, İstanbul, 1935 Georges Duhamel, Yeni Türkiye Bir Batı Devleti, Çev.: Can Yücel, Cumhuriyet Ki tapları, İstanbul, 1998 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, TTK, Ankara, 1971 Hadiye Yılmaz, Kurtuluş Savaşımız ve Asya-Afrika'nın Uyanışı, Kaynak Yayınlan, İstanbul, 2007 • ,,| 4 1 i Hakan Tartan, Atatürk'ün İzmir'i, TÜLOV Vakfı, İzmir, 2007 Halide Edip, Yakup Kadri, Falih Rıfkı, Ahmet Asım, İzmir'den Bursa'ya, Atlas K., İlstanbul, 1974 i
Yayınlan,
4.
Kaynakça 831
H.C. Armstrong, Bozkurt, Çev.: Peyami Safa, Sel Yayınları, İstanbul, 1955 (Tam çeviri, Çev.: Gül Çağalı Güven, Arba Yayınları, İstanbul, 1966) Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Devirden Devire, 3 c, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1974, 1975, 1976 •t .Ş Hikmet Bila, CHP 1919-2009, Doğan Kitap, İstanbul, 2008,4. basım Işıl Çakan, Türk Parlamento Tarihinde II. Meclis, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1999 İlhami Soysal, lSO'likler, Gür Yayınları, İstanbul, 1985, 2. basım İlhami Soysal, Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler, Gür Yayınları, İstanbul, 1985 İlhan Tekeli-Selim İlkin, Kadrocuları ve Kadro'yu Anlamak, Tarih Vakfı Yurt Ya yınları, İstanbul, 2003 İstiklal Harbinin Son Safhası (18 Eylül 1922-1 Kasım 1923), ATAŞE, Ankara, 1969 İzzet öztoprak, Prof.Dr., Atatürk Orman Çiftliğinin Tarihi, AKDT Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2006 Jean Deny, Yeni Türkiye, Çev.:S. Kodolbaş, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2000 Kâmuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986 Kandemir (Feridun), Siyasi Cinayetler, Ekicigil Yayınları, İstanbul, 1955 Kemal H. Karpat, Kimlik ve İdeoloji, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009 Kemal Zeki Gençosman, Devleti Kuran Meclis, Hür Yayın, İstanbul, 1981 Kemal Zeki Gençosman, Altın Yıllar, Hür Yayın, İstanbul, 1981 K. Krüger, Prof.Dr., Kemalist Türkiye ve Ortadoğu, Çev.: Nihal önol, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1981 Kurtuluş Savaşı'nın İdeolojisi, Hâkimiyet-i Milliye Yazıları, Çevrimyazı: Hadiye Bolluk, Sadeleştiren: Kurtuluş Güran, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2004, 2. basım Mahmut Esat Bozkurt, Türk İhtilalinde Vatan Müdafaası, Kaynak Yayınları, İstan bul, 2006 f|| Mahmut Goloğlu, 1931-1938 Tek Partili Cumhuriyet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009 Marc Gaile, Sevilmeyen Ülke Türkiye, Çev.: Kaya Türkmen, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995 Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, Çev.: Banu Yalkut, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006,4. basım Maurice Duverger, Siyasi Rejimler, Çev.: Yaşar Gürbüz, Remzi K., İstanbul, 1963 Maurice Düverger, Siyasi Partiler, Çev.: Ergun özbudun, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986,3. basım M. Bahattin Adıgüzel, Türk Havacılığında İz Bırakanlar, Ankara, 2006 Mehmet Aydar, Huzursuz Topraklar, Bilgili Y, Ankara, 2009 Mehmet Kaplan ve arkadaşları, Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, 2 cilt, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1981 Mehmet Kaplan ve arkadaşları, Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2 cilt, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1981 M. Şükrü Hanioğiu, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e, Zihniyet, Siyaset ve Tarih, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2006
H
832 Kaynakça
Mete Tuncay, T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1921-1931), Cem Yayıne vi, İstanbul, 1992, 3. basım Mete Tuncay, Türkiye'de Sol Akımlar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1978, 3. basım Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, Kum Saati Yayınlan, İstanbul, 2002,11. basım Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlan 1923-2005, Umay Yayınları, İzmir, 2005, 14. basım Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye, 2 cilt, Umay Yayınları, İzmir, 2007,19. basım Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Gezile ri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1975, 2. basım Muzaffer Sencer, Türkiye'de Siyasi Partilerin Sosyal Temelleri, May Yayınları, İs tanbul, 1974 Naşit Hakkı Uluğ, Emperyalizme Karşı Türkiye 1922-1924, Belge Yayınları, İstan bul, 1971 i Nurşen Mazıcı, Atatürk Döneminde Muhalefet, 1919-1926, Dilmen Yayınevi, İs tanbul, 1984 Orhan Çekiç, İmparatorluktan Cumhuriyete, Or Yayınları, İstanbul, 2001 Ömür Sezgin, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu, Birey ve Toplum Ya yıncılık, Ankara, 1984 özel Şahingiray, Atatürk'ün Nöbet Defteri (1931-1938), Türk İnkılap Tarihi Ensti tüsü Yayını, Ankara, 1955 Paul Dumont, Atatürk'ün Yazdığı Tarih: Söylev, Çev.: Server Tanilli, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1997 Philipp Schwartz, Kader Birliği, Belge Yayınları, İstanbul, 2003 Recep (Peker), Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 2. cilt, İstanbul, 1933 Recep Peker, İnkılab Dersleri Notları, Ankara, 1936 Robert von Bischoff, Ankara, Çev.: B. Belge, Ankara, Ulus Basımevi, 1936 Sadi Borak, Armstrong'tan Bozkurt Mustafa Kemal ve İftiralara Cevap, Yabancı Gözüyle Atatürk Serisi Yayınları, İstanbul, 1955 Sadri Ethem (Ertem), Türk İnkılabının Karakterleri, Kaynak Yayınlan, 2007,2. ba sım Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Ankara, 1973 Sami N. özerdim, 50. Yılda Kitap 1923-1973, Ankara, 1974 Selahattin Güngör, Atatürk'e Kafa Tutanlar, 2 cilt, Hadise Yayınevi, İstanbul, 1955 Sermet Muhtan Alus, 30 Sene Evvel İstanbul, İletişim Y., İstanbul, 2005 Sinan Meydan, Lacivert Kurtuluş, Truva Yayınları, İstanbul, 2006 Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, Remzi K., İstanbul, 2003, 5. basım Taha Akyol, Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiyesine, İlber Ortaylı ile Konuş malar, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2006,6. basım Taha Parla, Kemalist Tek Parti İdeolojisi ve CHP'tün Altı Oku, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, 2. basım Taha Parla, Ziya GÖkalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporattzm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005,5. basım
Kaynakça 833
Taner Umur, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geç iş, İmge K., Ankara, 2003,3. basım Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstan bul, 1952 | Tayyip Yelen, Gizlenen Rejim Kemalizm, Tam Yayınları, Ankara, 2005 Tevfik Çavdar ve arkadaşları, Türkiye'de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yüı, DÎE Yayını, Ankara, 1973 Tuncay Dursun, Tek Parti Dönemindeki CHP Büyük Kurultayları, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2002 Turgut özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Yalanlar, Yanlışlar, Yut turmacalar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997 Türkan Saylan, Cumhuriyetin Bireyi Olmak, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1999, 2. basım Türkiye"de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, İstatistik Enstüitüsü, An kara, 1973 Wilhelm Radlof, Türkler, Çev.: A. Temir, T. Andaç, N. Uğurlu, örgün Yayınevi, İstanbul, 2008 Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, 1923-1938, örgün Yayınevi, İstanbul, 2003,2. basım Yaşar Nabi, Tek Yol Atatürk Yolu, Varlık Yayınları, İstanbul, 1967,2. basım Yekta Güngör özden, Cumhuriyetçi Demokrasi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 Yunus Nadİ, Cumhuriyet Yolunda, Yayına Hazırlayan: Sami Karaören, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1999 " •§' Yusuf Akçura, Prof., Yeni Türk Devletinin öncüleri, Kültür Bakanlığı Yayını, An kara, 1981 Gerici Olaylar, Tepkiler, Karşı-devrim Ahmet Akgül, Cumhuriyet Türkiyesinde Nifak Hareketleri, Bilge Karınca Yayınları, İstanbul, 2007 Bahrîye Üçok, Atatürk'ün İzinde Bir Arpa Boyu, Cem Yayınları, 1995, 3. basım Çağlar Kırçak, Türkiye'de Gericilik, İmge K., Ankara, 1993,2. basım Çağlar Kırçak, Cumhuriyetten Günümüze Gericilik, 4 cilt, Cumhuriyet K., İstanbul, 2001
£•'%'•••
'sm
*
Çetin özek, Türkiye'de Gerici Akımlar, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1968 Kemal Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977 Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, 2 c, Ankara, 1972 Neşet Çağatay, Prof.Dr., Türkiye'de Gerici Eylemler, 1923'ten Bu Yana, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayını, Ankara, 1972 Hatay Abdurrahman Melek, Dr., Hatay Nasıl Kurtuldu, TTK, Ankara, 1991,3. basım Nuri Aydın Konuralp, Hatay, Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi, İskenderun,
' 1996
834 Kaynakça
..' S^&«-' .İliite^
Tayfur Sökmen, Hatay'ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, TTK, Ankara, 1992, 2. basım İletişim Yayınevi'nin Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce dizisi Birçok yazar, Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, 2006,7. basım ) Birçok yazar, Kemalizm, 2006, 5. basım Birçok yazar, Modernleşme ve Batıcılık, 2007,4. basım Ijjk Birçok yazar, Milliyetçilik, 2003, 2. basım Birçok yazar, Muhafazakârlık, 2006,3. basım Birçok yazar, islamcılık, 2005,2. basım Birçok yazar, Liberalizm, 2005 Birçok yazar, Sol, 2007 İzmir Suikastı ve Suikastlar A. Nihat Erman, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, Temel Yayınları, İstanbul, 1971 \ I :j| • . "f . % ' Cemal Avcı, Dr., İzmir Suikastı, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2007 ş Kandemir, Atatürk'e 11 Suikast, İzmir Suikastından Ayrı, Ekicigil Yayınları, İstan| bul, 1955 < P Osman Salim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, Temel Yayınları, İstanbul, 2005, 2. basım I Sümer Kılıç, İzmir Suikastı, Emre Yayınları, İstanbul, 1994 Uğur Mumcu, Gazi Paşaya Suikast, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1994 Yaşar Şahin Anıl, Mahkeme Tutanaklarına Göre İzmir Suikastı Davası, Kastaş Ya yınevi, İstanbul, 2005 Kadın Hareketi Ayşegül Baykan, Belma Ötüş-Baskett, Nezihe Muhittin ve Türk Kadını, İletişim Ya yınları, İstanbul, 1999 Bernard Caporal, Dr., Kemalizm Sonrasında Türk Kadını, 3 kitap, Cumhuriyet Ki tapları, İstanbul, 2000 Birçok yazar, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, Çev.: Necmiye Alpay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000 Cemil Denk, Tarihte ve Atatürk Döneminde Kadın, Ankara, 2008 Güldane Çolak-Lale Uçan, İkinci Meşrutiyetten Cumhuriyete Basında Kadın öncü ler, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2008 Perihan Ergun, Cumhuriyet Aydınlanmasında öncü Kadınlarımız, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1997 Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, İstanbul, 1996,2. basım Şefika Kurnaz, Cumhuriyet öncesinde Türk Kadını (1839-1923), Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını, A n k a r a , 1991
Kaynakça 835
Kişiler
Ahmet Gürsoy, Osman Ağa, Müdafaa-yı Hukuk Derneği Giresun Şubesi Yayını, Giresun, tarihsiz Ahmet Şevket Elman, Dr. Reşit Galip, Ankara, 1953 Alev Coşkun, Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2007 Ali Fuat Erden, İsmet İnönü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999 Arı İnan, Prof.Dr. Afet İnan, Remzi K., İstanbul, 2006, 3. basım Dinçer Yıldız, Ahmet Adnan Saygun, Sun Yayınevi, Ankara, 2007 Emin Erişirgil, Bir Fikir Adamının Romanı, Ziya Gökalp, İnkılap K., İstanbul, 1951 Emin Erişirgil, İslamcı Bir Şairin Romanı, Mehmet Akif, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1986 Fatih Bayhan, Zübeyde Hanım, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2008 Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz Yayını, İstanbul, 1965 Gülsün Bilgehan, Mevhibe, 2 cilt, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1994 Haldun Taner, ölür ise Ten ölür, Canlar ölesi Değil, Cem Yayınevi, İstanbul, 1979 Hüner Tuncer, Hadiye Tuncer, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2002 İnci Enginün, Prof.Dr., Halide Edip Adıvar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, An kara, 1986 İskilipli Atıf Hoca, âlem Yayını, İstanbul, tarihsiz Kansu Sarman, Türk Prometheler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan, İstanbul, 2006,2. basım I § K. Doğan Dirik, Atatürk'ün İzinde Vali Paşa/Kâzım Dirik, Gürer Yayını, İstanbul, 2008 İ I Kemal Arıburnu, Atatürk ve Çevresindekiler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1995,2. basım Koptagel İlgün, Prof.Dr, Hüseyin Köycü, İstanbul, 2005 Mahmut Esat Bozkurt Anısına Armağan, İstanbul Barosu Yayını, İstanbul, 2008 Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2005 M. Rauf İnan, Mustafa Necati, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan, Ankara, 1980 Ömer Sami Coşar, Osman Ağa/Topal Osman, Harman Yayınlan, İstanbul, 1971 özcan Şabudak, Unutulmuş Bir Devletçi İktisat Vekili: Mustafa Şeref Özkan, Libra Kitap, İstanbul, 2009 Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları, İstanbul, 1969,3. basım Şefik Okday, Büyükbabam Son Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul, 1986 Turgut özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995 Veysi Akın, Yrd. Doc.Dr., Doktor Fuat Umay, Atatürk Araştırma Merkezî Yayını» | Ankara, 2000 . * & Yahya Kemal, Siyasi ve Edebi Portreler, İstanbul Fetih C e m i y e t i Yayını, İstanbul, 1986,3. basım Yener Oruç, Ulus Bilinci ve Devrim Bakanı Dr. Reşit Galip, özel baskı
836 Kaynakça
Yıkhz Sertel, Susmayan Adam, Babam Gazeteci Zekeriya Sertel, Cumhuriyet K., İstanbul» 2002 Ziya Şakir, Nuri Demirağ Kimdir, İstanbul, 1947 Kürt Konusu, Sorunu» Şeyh Sait İsyanı» Dersim Soruna A. Haluk Çay, Prof.Dr., Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı Y., îstahbul, 1996, 4. basım Ahmet Akgül, Cumhuriyet Türkiye'sinde Nifak Haraketleri, Bilge Karınca Y., İstan bul, 2007 % | | Ahmet Süreyya örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Temel Ya yınları, İstanbul, 2007, 2. basım Aşiretler Raporu, Kaynak Y, İstanbul, 2003 H Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, Sel Yayınları, İstanbul, 1955 Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu (1924-1938), Ankara, • Â 1975 . # ! i Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük I ve II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007, 2008 Dersim, Jand. G. KJığı raporu, Kaynak Y, İstanbul, 2000 Faik Bulut, Kürt Sorununa Çözüm Arayışları, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998 Faik Bulut, Dersim Raporları, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2007,4. basım Fikret Babuş, Göç ve İskân, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2006 Hakan özoğlu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005 % Hüseyin Saraçoğlu, Doğu Anadolu, MEB Y., İstanbul, 1956 İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu'nun Düzeni, e yayınevi, İstanbul, 1970, 2. basım Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, İletişim Y., İstanbul, 2006 Mehmet Aydar, Huzursuz Topraklar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2009 Metin Heper, Prof.Dr., Devlet ve Kürtler, Doğan Kitap, İstanbul, 2008 M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1981 Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1994, 2. basım Naşit Hakkı Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Y., İstanbul, 2007 Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, Kaynak Y., İstanbul, 2009 Nuri Dersimi, Dr., Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Y., İstanbul, 2004,2. basım Rıza Zelyut, Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği, Kripto Yayım, Ankara, 2010, 4. basım Saygı Oztürk, İsmet Paşanın Kürt Raporu, Doğan Kitap, İstanbul, 2008, 5. basım Serap Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, İleri Y., İstanbul, 2007 Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, Genelkurmay, Ankara, 1972 Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1995,17. basım Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Umag, Ankara, 2007, 34. basım Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Kaynak Y.. İstanbul, 2009,2. basım f f f * ^ f " * f ' İ P ? I f l P S f 'm M
Kaynakça 837
Latife ve Fikriye Hanımlar Emin Çölaşan, "Laman Karaosmanoğlu ile Sohbet" Hürriyet gazetesi, 10 Kasım 1985 Fatih Bayhan, Latife Hamm'ın Kâğıtları, Pegasus Y, İstanbul, 2007, 2. basım İpek Çalışlar, Latife Hanım, Doğan Kitap, İstanbul, 2006 İsmet Bozdağ, Gazi ve Latife» Emre Yayınları, İstanbul, 1991 Nezihe Araz, Mustafa Kemal'le 1000 Gün, Dünya Yayım, İstanbul, 1997,6. basım Oğuz Akay, Gazi, Truva Yayınlan, İstanbul, 2005 Oğuz Akay» İki Kadın Beni Çok Sevdi, Alfa Y., İstanbul, 2010 S. Eriş Ülger, Latife Gazi Af. Kemal, İnkılap K., İstanbul, 2005,2. basım Şemsi Belli, Fikriye, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995 Lozan Ali Naci Karacan, Lozan, Milliyet Y., İstanbul, 1971, 2. basım A. öner Pehlivanoğlu, Sevr, Lozan Antlaşmaları ve Avrupa Birliği, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2005 'W Bilâl N. Şimşir, Lozan Telgrafları, 2 cilt, TTK, Ankara, 1990,1994 Cemil (Birsel), Prof., Lozan, 2 cilt, İstanbul, 1933 (Tıbkıbasımı var: Sosyal Yayınlar, İstanbul, 19^8) Kurtuluş Savaşı ve Lozan, Çev.: Fatma Artunkal, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999 Salahi R. Sonyel, Lozan Konferansının Perde Arkası, TTK, Ankara, 2006 Sena L. Meray, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, 8 kitap, YKY, istanbul, 1993, 2. basım Taner Baytok, İngiliz Belgeleriyle Sevr'den Lozan'a, Doğan Kitap, İstanbul, 2007 Tevfık Rüştü Aras, Lozan'ın İzlerinde, Hariciye Vekâleti Yayını, Ankara, 1935 Yaşayan Lozan, Editör: Çağrı Erhan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, 2003 ' |" ip ' f | " H Osmanlı Ahmet Rasim, Osmanlı İmparatorluğunun Reform Çabaları İçinde Batış Evreleri, Basıma Hazırlayan: H.V. Velidedeoğlu, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1984 Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu, Son Üç Yüz Yıl, Bir Çöküşün Yeni Târihi, Çev^Belkıs Çorakçı Dişbudak, Yeni Yüzyıl Y., İstanbul, 1993 Ali Nejat Ölçen, Kendini Yok Eden Osmanlı, Ümit Yayınevi, Ankara, 2006 Birçok yazar, Tanzimat, Maarif Vekâleti, Ankara, 1940 Caroline Finkel, Osmanlı, Çev.: Zülal Kılıç, Timaş Yayınları, İstanbul, 2007 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, 9. cilt, TTK, Ankara, 1988, 3. basım Fuat Köprülü, Osmanlının Etnik Kökeni, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, 2. basım Jean-Paul Garnier, Osmanlı İmparatorluğu'nun Sonu, Çev.: Zeki Çelikkol, Remzi • K., İstanbul, 2007 Hüner Tuncer, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2000
Kemal H. Karpat, Osmanlıda Değişim, Modernleşme ve Ulusallaşma, İmge Y., An
kara, 2006 Ş Mevlut Uluğtekin Yılmaz, Osmanlı'nın Arka Bahçesi, Ankara, 1998 Murat Bardakçı, Son Osmanlılar, İnkılap Yayını, İstanbul, 2008,2. basım Murat Çulcu, Osmanlıda Çağdaşlaşma-Taassup Çatışması, Erciyaş Yayınları, İs tanbul, 2004, 2. basım Salih Keramet Nigâr, Halife İkinci Abdülmecit, İnkılap ve Aka K., İstanbul, 1964 Salih ûzbaran, Prof.Dr., Osmanlıyı özlemek ya da Tarih Tasarlamak, İmge K„ An kara, 2007 İr t Sina Aksin ve birçok yazar, Osmanlı Tarihi, 2 cilt, Milliyet Kitaplığı, tarihsiz Stanford J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev.: Mehmet Har mancı, 2 cilt, e yayınları, İstanbul, 2004, (2.bası m) 2006 Şehzade Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı, YKY, İstanbul, 2004 Taner Timur, Osmanlı Kimliği, Hill Yayınları, İstanbul, 1986 Yaşar Sarıkaya, Osmanlı Medreselerinin Gerilemesi Meselesi, İslam Araştırmaları Dergisi, sayı 3,1999
||
Vahidettin
S
Feridun Kandemir, Tütüncübaşı Şükrü Anlatıyor, Vadeddin'in Son Günleri, Yağmur Yayınları, İstanbul, 2007 £ Metin Hulagu, Prof.Dr., Yurtsuz İmparator Vahdeddin, Timaş Yayınları, İstanbul,
|
2 0 0 8
i'
I §1
Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998 Süleyman Kani İrtem, Son Osmanlı Son Saltanat, Sultan Vahideddin, Yayına Ha zırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 2003 Tarık Mümtaz Göztepe, Vahideddin Gurbet Cehenneminde, Sebil Yayınları, 1968 Timuçin Mert, Son İmparator Vahdettin, KaraKutu Yayınevi, İstanbul, 2005 Sol Akımlar Aclan Sayılgan, Solun 94 Yılı, Ankara, 1978 jğ£ Fethi Tevetoğlu, Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, 1967 Tarihler A. Şükrü Esmer, Siyasi Tarih, Siyasal Bilgiler Okulu Yayını, İstanbul, 1944 Benard Levvis, Ortadoğu, Çev.: Selen Y. Kolay, Arkadaş K., Ankara, 2005 Claude Cahen, Osmanlılardan önce Anadolu'da Türkler, Çev.: Yıldız Mor an, e yayın ları, İstanbul, 1979 (Yazarca genişletilmiş çalışmanın basımı: Osmanlılardan Önce Anadolu, Çev.: Erol Üyepazarcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul» 2008, 3. basım) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 4 cilt, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1974,1976 Doğan Kuban, Prof.Dr., Türkiye Sanatı Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970 Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Her kalp K.. An kara, 1944 f
Kaynakça 839
Enver Ziya Karal, Ord.Prof., Osmanlı Tarihi, 9. cilt, TTK, Ankara, 1996 Fahir Armaoğlu, Prof.Dr., Siyasi Tarih, Ankara, 1964 Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi, Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl, Çev.: Aykut Kazancıgil-Lale Aslan ûzcan, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2007 Kâmuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1984, 2. basım Mufassal Osmanlı Tarihi, 6. cilt, Güven Y, İstanbul, 1963 Sina Aksin ve arkadaşları, Türkiye Tarihi, 5 cilt, Cem Yayınevi, İstanbul, 2005-2007, 8.-9. basımlar Suna Kili, Prof.Dr., Türk Devrim Tarihi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2000, yenilenmiş 10. basım Tevfik Çavdar, Türkiye'nin Demokrasi Tarihi, İmge K., Ankara, 2004, 3. basım Türk Tarihinin Ana Hatları, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996, 2. basım Türk Tarihi I, II, III ve IV, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, 1931 (Kaynak Yayınları dördünün de tıpkıbasımını yayımlamıştır) Uluğ İğdemir, Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1973 Yavuz Abadan, Prof.Dr., İnkılap Tarihine Giriş, Ankara, 1960 Yirminci Yüzyıl Tarihi, 2 cilt, Arkın K., İstanbul, 1980 Yazarlar: Afet İnan, Prof.Dr. Kemal Atatürk'ü Anarken, Ankara, 1956, 2. basım Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması, MEB Yayını, Ankara, 1968 Cumhuriyetin Ellinci Yılı İçin Köylerimiz, TTK, Ankara, 1978 Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, An kara, 1984 ' f| * İ • i Jfl t Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Birinci Sanayi Planı, 1933, TTK, An• kara, 1972 ' • f; • ,|: Türkiye Cumhuriyeti'nin İkinci Sanayi Planı 1936, TTK, Ankara, 1989, 2. basım Atatürk'ten Mektuplar, TTK, Ankara, 1989 İzmir İktisat Kongresi, TTK, Ankara, 1989 M.K. Atatürk'ten Yazdıklarım, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, TTK, Ankara, 1998 1
• A' 51 İSİİ
' ||%
Bilâl N. Şimşir, Büyükelçi, Dr. Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, TTK, Ankara, 1981 Doğunun Kahramanı Atatürk, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999 İngiliz Belgelerinde Atatürk, 8 cilt, TTK, 1973-2006 Ankara... Ankara... Bir Başkentin Doğuşu, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2006, genişletil miş 2. basım Türk Harf Devrimi üzerine İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Anka ra,2006 ' t f Türk Yazı Devrimi, TTK, 2008 Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu, Çev.: Cüneyt Akalın, Bilgi Yayınevi, An kara, İ999 | Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985
840 Kaynakça
Atatürk'ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler, TTK. Ankara, 1991 Bitim Diplomatlar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996 Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, TTK, Ankara, 1981 Çetin Yetkin, Prof.Dr. Türk Edebiyatında Batılılaşma ve Kimlik Sorunu, Salyangoz Yayınları, İstanbul, 2008 Türkiye'de Tek Parti Yönetimi, 1930-1945, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1983 Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2004, 3. basım Emre Kongar, Prof.Dr. Atatürk Üzerine, Remzi K., İstanbul, 1999,4. basım Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, Remzi K., 2006,10. basım Demokrasi ve Kültür, Remzi K., İstanbul, 2005, 5. basım Türkiye'nin Toplumsal Yapısı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1978 Tarihimizle Yüzleşmek, Remzi K., İstanbul, 2006,18. basım Erle jan Zürcher Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Çev.: Gül Çağlı Güven, İletişim Yayınları, İstan bul, 2003 Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, Çev.: Yasemin Saner Gönen, İletişim Yayınları, İs tanbul, 2007, 21. basım Türkiye'de Etnik Çatışma, İletişim Y., İstanbul, 2007 Falih Rıfkı Atay Eski Saat, Akba K., Ankara, 1933 Niçin Kurtulmamak, Varlık Yayınları, İstanbul, 1953 Çile, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1955 Çankaya, Bateş Yayınları, İstanbul, 1969, 2. basım Babanız Atatürk, Bayrak, Atatürkçülük Nedir, Atatürk Ne idi ., İstanbul, 1990 Atatürkçülük Nedir, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2006 7
İlber Ortaylı, Prof.Dr. Osmanlı İmparatorluğu'nda İktisadi ve Sosyal Değişim, Makaleler I, Turhan K., Ankara, 2004, 2. basım Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul, 2007 Avrupa ve Biz, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008 İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008,26. basım İsmail Habip Sevük Edebi Yeniliğimiz I, Remzi K., İstanbul, 1935, 2. basım Tanzimattan Beri (Yeniliğimiz II), Remzi K., İstanbul, 1940 Atatürk İçin, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1981 O Zamanlar, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1981
Kaynakça 841
İsmail (İsmayii) Hakkı Baltacıoğlu Batıya Doğru, İstanbul, 1945 Türke Doğru, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1972 Atatürk, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1973 Mahmut Goloğlu Cumhuriyete Doğru, Ankara, 1971 Atatürk İlkeleri ve Bursa Nutku, Ankara, 1973 Tek Partili Cumhuriyet, 1931-1938, Ankara, 1974 •
Niyazi Berkes İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz, İstanbul, 1965, 2. basım Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, Yön Yayınları, Ankara, 1965 Atatürk ve Devrimler, Adam Yayınları, İstanbul, 1993, 2. baskı Türkiye'de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1974 Türk Düşününde Batı Sorunu, Bilgi yayınevi, Ankara, 1975 Unutulan Yıllar, Yayına Haz.: Ruşen Sezer, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, 3. basım ö z e r Ozankaya, Prof.Dr. Türkiye'de Laiklik/Atatürk Devrimlerinin Temeli, Cem Yayınevi, İstanbul, 1993, 5. basım Cumhuriyet Çınarı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1995 Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyeti, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006,4. basım
Refik Halit Karay Minelbab llelmihrab, inkılap ve Aka K., istanbul, 1964 Bir Ömür Boyunca, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990 Üç Nesil Üç Hayat, Semih Lütfi K., İstanbul, tarihsiz
Sina Aksin, Prof.Dr. Türkiye'nin Önünde Üç Model, Telos Yayınları, İstanbul, 1997 Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi, İmaj Yayınevi, Ankara, 2002 İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1983 (Yeni baskısı: 2 cilt, Türkiye Iş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2 0 0 4 , 2 . basım) Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2006 Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, İmaj Yayıncılık, 2 0 0 6 , 6 . basım
Şerafettin Turan, Prof.Dr* Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK, Anka ra, 1989, 2. basım Türk Devrim Tarihi, 5 kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995-2002 Atatürk ve Ulusal Dil, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998
842 Kaynakça
Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2000, genişletilmiş 3. basım ismet İnönü, Yasamı, Dönemi ve Kişiliği, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003,2. basım Mustafa Kemal Atatürk, Kendine Özgü Bir Yasam ve Kişilik, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2004 ÜÜt Sevgi özel ile birlikte, Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, Dil Derneği Yayım, Ankara, 2007 Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam, öz Yayınları, Ankara, 1959 Tek Adam, 3 cilt, Remzi K., İstanbul, 1963 İkinci Adam, 3 cilt, Remzi K., İstanbul, 1968 İnkılap ve Kadro, Remzi K., İstanbul, 2003,5. basım Yakup Kadri Karaosmanoğlu Vatan Yolunda, Selek Yayınları, İstanbul, 1958 Zoraki Diplomat, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1967,2. basım Atatürk, Remzi K., 1971, 4. basım Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984, 2. basım Yusuf Hikmet Bayur, Ord.Prof. Türk İnkılabı Tarihi, 3 cilt/10 kitap, TTK, Ankara, 1991, 4. basım Atatürk, Hayatı ve Eseri, Ankara, 1971 Türkiye Devletinin Dış Siyasası, TTK, Ankara, 1973 XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, TTK, Ankara, 1989 I Ziya Gökalp Milli Terbiye ve Maarif Meselesi, Diyarıbakırı Tanıtma ve Turizm Derneği Yayını, Diyarbakır, tarihsiz Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Serdengeçti Neşriyatı, Ankara, 1963 Türkçülüğün Esasları, Milli Hareket Yayınları, İstanbul, 1969 Kongreler, Sempozyumlar, Seminerler Atatürk Konferansları, 1963-1974 Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Yayı nı, Ankara, 1964-1975 (Çok önemli, yararlı konferanslar var, kısaltmak için içerikleri hakkında bilgileri çıkardım)
Dil ve Tarih Kongreleri Zabıtları Türk Hukuk Kurumu 71. Kuruluş yılı Armağanı, Ankara, 2005
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk önderliğinde Kültür Devrimi Semineri (1972), Enstitü Yayını, Ankara, 1972 İstanbul İktisadi ve Tlicari liiimler Akademisi, Atatürkçülüğün Ekonomik ve Sosyal Yönü Semineri (1973), İTİ A Yayını, İstanbul, tarihsiz (Katılanlar: Ord.Prof.
Kaynakça 843
Dr. Reşat Kaynar, Y. Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tor, Prof.Dr. İsmet Giritli, Doç.Dr. Taner Tîmur) Ankara Üniversitesi, Atatürk'ün Düşünce ve Uygulamalarının Evrensel Boyutları (198İ), Ankara Üniversitesi, Ankara, 1983 . J Ortadoğu Üniversitesi, Atatürk'ü Anma ve ODTÜ Atatürk Haftası Sempozyumu (1985), ODTÜ yayını, Ankara, 1987 Boğaziçi Üniversitesi, Uluslararası Atatürk Konferansı (1980), 2 cilt, Boğaziçi Üni versitesi, İstanbul, 1981 Boğaziçi Üniversitesi, Uluslararası Atatürk Konferansı, (1981), 3 cilt, Boğaziçi Üni versitesi, İstanbul, tarihsiz Hacettepe Üniversitesi, Tarihi Gelişmeler İçinde Türkiye'nin Sorunları Sempozyumu (199ÖŞTTK, 1992 § f Türkiye İş Bankası, Uluslararası Atatürk Sempozyumu (1981), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983 Türk Tarih Kurumu, Harf Devriminin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara, 1991 Batıkent Konut Üretim Yapı Kooperatifleri Birliği, Dünyada ve Türkiye'de Laiklik, sempozyum, Ankara, 1993 ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu, 100. Yıl Sempozyumu, Ankara, 2005 Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Dünden Yarma Atatürk ve Atatürk çülük, Seminer (2006), SBF yayını, Ankara, 2007 (Katılanlar: Prof.Dr. Korkut Boratav, Prof.Dr. Sina Aksin, Prof.Dr. Alpaslan Işıklı, Prof.Dr. Bilsay Kuruç) Hacettepe Üniversitesi, Türkiye'de Sanatın Bugünü ve Yarını Sempozyumu 1985, Güzel Sanatlar Fakültesi Yayını, Ankara, 1985 Ortadoğu Üniversitesi, 70. Yılında Ulusal ve Uluslararası Boyutlarıyla Atatürk'ün Büyük Nutuk'u ve Dönemi, sempozyum, ODTÜ Yayını, Yayına Hazırlayan: Gül £. Kundakçı, Ankara, 1999 7. Sosyal Bilimler Kongresi, Cumhuriyet Döneminde Siyasal Düşünce ve Modernleşme, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2002 İstanbul Teknik Üniversitesi, Atatürk'ü Anma Etkinlikleri, 2005, 2006, 2007, İstan bul, 2008 jâ Ansiklopediler, Gazeteler, Dergiler, Yazılar Cogito, Osmanlılar Özel Sayısı, No. 19, YKY, İstanbul, 1999, 2. basım Türk Dili dergisi, Türk Romanında Kurtuluş Savaşı özel sayısı, sayı 298, Temmuz 1976 W^ ^ ¥ Türk Dili dergisi, Söylev özel sayısı, sayı 314, Kasım 1977 Türk Dili dergisi, Roman özel sayısı, sayı 154,159, Temmuz 1964, Aralık 1964 İslam Ansiklopedisi Adan Z'ye Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Dönemi, 3 cilt, abc yayını. İstanbul, 2005 Atatürkçü Düşünce dergisi Hayat Tarih Mecmuası Yakın Tarihimiz
1
844 Kaynakça
Ayın Tarihi, II. Teşrin 1938, Basın Genel M i M . ^ ı » * - a . " r l u ğ u , Ankara, No. 60, 1938, 2. baTürkDili Dergisi (Atatürk özel sayıları, özellikle 1967,1975 1 9 7 9 o ' Belgelerle Türk Tarihi dergisi ' ' ' > Hâkimiyet-i Milliye, 10. Yıl özel eki Mülkiye debisi, say, 2X3 Kas.m 1998 Cumhuriyetin 75. W, Atatürkçü Bakış, Uludağ Üniversitesi dergisi Belleten, Atatürk özel sayısı, sayı 204/1988, TTK Ankara 1988 Erdem, A^rk Kültür Merkezi Yayını, Atatürk'ün ölümünün 50. Y,lı, 12. sayı, n e l Mud
s ı m
1 Q
1 9 7 9
1 9 8 0
n
1 9 8 1
Bilim ™ Ütopya, sayı 44, Şubat 1998 (Cumhuriyet dönemi sağlık isleri tarihi) sav, 183, Temmuz 2010 (Türk tarihi) ' Kadro dergisi (takım) Demiryolları dergisi özel sayı 56-60, yıl 1956 Müdafaa-yı Hukuk dergisi Milliyet. | - Atatürk İdeolojisi Nedir? Açık oturum. Ali Gevgili Ord Prof Dr Reşat ?
s a y ı
c k k T a ^ ' * c f ' * * ^ » u , 1 0 Kasım 1974 Sohbet, Abdı ipekçi, Şevket Süreyya Aydemir. 10 Kasım 1975 Sohbet, Abdi İpekçi, Şevket Süreyya Aydemir, 28 Mart 1976 Sohbet, Mehmet Barlas, Ord.Prof.Dr. Reşat Kaynar, 20 Nisan 1981 bu yana Atatürk, Cumhuriyet, çağdaşlaşma vb. konularda birçok gazete yazısı Ç
1960'tan
}
m
P r 0 f D r
S e
l C e r D
i
Kaynakça 8 4 5
Turgut Özakman'ın "Milli M ü c a d e l e " Kitapları
Dr. Rıza Nur Dosyası Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele "yalanlar, yanlışlar, yutturmacalar" 1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi 19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun'da Türkiye Üçlemesi: Diriliş - Çanakkale 1915 Şu Çılgın Türkler Cumhuriyet - Türk Mucizesi (1) Cumhuriyet - Türk Mucizesi (2)