ANKARA ÜN İ VERS İ TES İ ILAHIYAT FAKeLTESI YAYINLARINDAN
167
İ SLAM MEZHEPLER İ TARIHI
Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY
Prof...
101 downloads
2435 Views
32MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
ANKARA ÜN İ VERS İ TES İ ILAHIYAT FAKeLTESI YAYINLARINDAN
167
İ SLAM MEZHEPLER İ TARIHI
Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY
Prof. Dr. İbrahim Agiih ÇUBUK U
ANKARA I7NIVERSITESI BASIMEVI -ANKARA 1985
ANKARA UN İ VERS İ TES İ BASIMEV İ -ANKARA 985
İ Ç NDEK İ LER Sayfa Onsöz
IX
Ikinci Baskının Onsözü
X
Giriş Mezheplerin çıkışını hazırlayan olayların kısa ozeti
7
I. Bölüm HAVA.RIC Cemel Vak'ası
11
Sıffin Sava şı
12
Harura'da toplanan Hâriciler
15
Hakemlerin karar ı
19
Nehrevân Vak'as ı
21
Abdullah b. Habbâb b.al-Erette'nin şehit edilmesi Waricilerin mant ığı
23 24
Diğer bazı Harici hareketleri
'30
Hz. Ali'nin bir Hârici tarafından şehit edilmesi
31
Ehl-i Nuhayle
32
Basra Hâriciferi
33
Hâriciler (Marıka) hakkında genel mütâlaa
36
Ezârıka ve Necedât münasebetleri
38
Hâricilerin ba şlıca kolları
46
Muhakkime-i Ulâ
46
Ezârika
46
Necedât
47
Sufriyye veya Ziyâdiyye
49
Acâride
49
Ibâziye
50 II.- Bölüm •
ŞIA Şi'a-i Ulâ
42
Usul-i Şi'a
54,
Sayfa Mufaddıla
54
Sâbbe veya Teberrâiyye
55
Gâliye veya Müellihe
55 55
Hz. Ali'nin ölümünden sonra geli şen Şi'a Keysâniyye
55
Zeydiyye
58
Imânıiyye
59
Imâmiyye'nin özellikleri
62
İmâm Ma'süm'un isbat ı
62
İmam Ma'sum'a nas isbat ı
62
Isna Aşeriyye'nin özellikleri
63
Lınâ Aşeriyye'de din ve mezhep as ılları
63 65
Imâmiye'de şer'l deliller
65
Gâliye III. Bölüm BATINILIK
76
Batmilik
78
Ebü Müslimiyye
79
Mukannaiyye
80
Hurremiyye
82
Mâziyariyye Karâmıta
83
Sabbâhiyye
84 90
Batıniyye teşkilâumn idarecileri
92
Bâtinilerde din felsefesi
94
Batmilere göre âlemin yaraddışı
97
Batmilerde te'vil ve hurufilik Batmilerde dine da'vet hileleri
101
Batmilerin inancmın İslâmî değeri
105
IV. Bölüm MU'TEZ/LE Mu'tezile
108
al-Vasıliyye
113
al-Amriyye
116
al-Huzeyliyye
116
an-Nazzâmiyye
118
IV
Sayfa 121
al-Asviıriyye al-Muammeriyye
121
al-Bişriyye
122
al-Hiş 'amiyye
123 124
al-Murdâriyye al-Ca'feriyye
125
al-Iskâfiyye
125
as-Sumâmiyye
125
al-Câluziyye
126
aş-Sahhfuniyye
127
al-Hayyatiyye
128
al-Ka'biyye
128
al-Cubbâiyye
129
al-Behşemiyye
130
al-Hâblnyye ve al-Hadesiyye
130
al-Hammâriyye
132
as-Sâlihiyye
132
al-Hadbiyye
132
al-Ahşediyye
132
al-Huseyniyye
133 V. Bölüm CEBR
1 YYE
al-Cebriyye
134
al-Cehmiyye
134 VI. Bölüm DIRARIYVE 136
ad-Dırâriyye VII. Bölüm BEKR/YVE
137
al-Bekriyye VIII. Bölüm NECCAR/YVE an-Needıriyye al-Bergusiyye
138 139
V
Sayfa az-Za'ferâniyye
139
al-Müstedrike
139
IX. Bölüm MURCIE \ Mürcie
141
al-Yunusiyye
142
al-Gassâniyye
142
at-Tumâniyye
143
as-Sevbâniyye
144
al-Merisiyye
144
al-Ubeydiyye
144 X. Bölüm KERRAM/YYE 145
al-Kerrâmiyye XI. Bölüm MUSEBBIHE Müşebbihe
150
Allah'ın zatın' insana benzeten fırkalar
151
Allah'ın sıfatlarım, insanın sıfatlanna benzeten mü şebbihe fırkalan
152
. XII. Bölüm EHL- İ SÜNNET Ehl-i Sünnet
154
A - Fıkhi mezhepler
154
1 - Ebû Hanife ve Hanefi Mezhebi
154
Ebû Hanife'nin eserleri
161
Ebû Hanife'nin fıkıhta usulû ve görüşleri
161
Ebu.' Hanife'nin Ptikadi meselelere dair görü şleri
166
Ebû Hanife'nin ö ğrencileri
171
Ebû Yûsuf
171
Muhammed b Hasan Seybâni
173
Zufer b. Huzeyl
174
Hasan b. Ziyâd Lu'lu'i
174
2— İmam Malik ve Mâlikl Mezhebi
175
VI
Say4a 176
imânı Mülik'in fıkıh usulünde görü şleri Mâlik'in rtikadi görü şleri
177
3- imüm Siıfil ve Sâfil Mezhebi
181
Sâfirnin fıkılıta usul ve görüşleri
182
Sâfirnin rtikadi görü şleri
183.
4- imâm Ahmed b. Hanbel ve Hanbell Mezhebi
186
Ahmed b. Hanbel'in usulü ve fıkhi görü şleri
186
5- 'Di ğer müctelıid imamlar ve mezhepleri
188
a) imûrn Evzâ'i ve görüşleri
198
b) imüm Seyri ve görü şleri
199
e) Dâviicl az-Zahiri ve görü şleri
190
B- Ehl-i Sünnet'in rtikadi kollar ı
191
1- Selefiyyfın
181
2- Eş'ari ve E ş'ariyye
195
Eş'arrnin başlıca görüşleri
196
Eş'arrnin eserleri
203
Eş'ari Okulunun tanınmış simaları
204
ibn Fûrek
204 204 205
'Imâm al-Harameyn Gazzall
206
Eş'ariliğin diger mezheplerle mukayesesi
206
3- Müturidi ve Mâturicliyye
209
Müturldrnin Mezhebi v görü şleri
209
Mâturicliyye ile Eş'ariyye'nin mukay-esesi
212
Tahüvi
214 XIII.
Bölüm 216
Dürzilik Yezidilik
218
Vehhabilik
223 XIV. Bölüm
Ahmedilik - Ktıdiyanilik
229
Bibliyografya
232
indeksler
237
VII
ÖNSÖZ
Islam mezhepleri tarihi, Islam dü şüncesinin gelişmesinin baz ı yön lerini açıklamak bakımından özel bir önem ta şır. Islam felsefesinin konuları arasında kelâm ilrninin de bulundu ğunu hatırlarsak, mezhepler tarihinin, Islam dü şüncesine yapaca ğı hizmet daha iyi anla şıhr. Çünkü kelâm filmini, islam mezheplerini bilmeden de ğerlendirmek imkans ızdır. Islam mezhepleri tarihi. Islâmiyet birli ği ve bölünmezli ği emretti ği halde, hangi sebeplerle fırkaların do ğdu ğunu, din istismarının nasıl meydana geldiğini ve siyasetin dini nasıl kötüye kullandığını da ortaya koyar. Yine Islam mezhepleri tarihi, çe şitli dini cereyanlar aras ında do ğru yolun hangisi oldu ğunu, sapık fırkaların do ğuşlarından itibaren ne gibi safhalar geçirdiklerini ve Islam alemine ne gibi sap ıklık getirdiklerini de açıklar. İşte bütün bu düşünceler ve birkaç senedir Fakültede ö ğrencilerimize mezhepler tarihi okuturken gördü ğümüz teşvikler üzerine islam mezheplerine, dair bir eser yazmay ı düşündük. Ayrıca Türkçede mezhepler tarihine dair ilmi ne şriyatın azlığı da bizi böyle bir çal ışmaya yöneltti. "Islam Mezhepleri Tarihi" ad ıyla sundu ğumuz eser iki ciltten ibarettir. Ne şredilen bu birinci cilt fıkhi ve itikadi mezhepleri içine almaktadır. Bu ciltte Ehl-i Sünnet'ten ba ş ka genel olarak bütün eski mezhepler yer almaktad ır. Bu cildin, dini tedrisat yapan okullar ın geniş ölçüde ihtiyacını karşılıyaca ğını da ümit etmekteyiz. İkinci cilt üzerindeki çalışmalarımız henüz bitmedi. İkinci ciltte daha ziyade ya şıyan sapık mezhepler ve dini cereyanlar yer alacakt ır. Ayrıca tasavvufun tarihçesinden ve kollarından da bahsedilecektir. "Islam Mezhepleri Tarihi" ile Islâmiyet'e ve ilim alemine e ğer küçük bir hizmet yap abildiysek ne mutlu bize!. . .
Neşet ÇAĞATAY
İbrahim Agah ÇUBUKÇU IX
2. BASKININ ONSOZ İ3 Kitabımızın ilk baskısını birinci cilt olarak sunmu ştuk. İkinci ciltte yaş ayan mezhepleri, büyük dini ak ımları ve siyasete karışarak kuruluş amacından uzaklaşan tarikatları yazmak istiyorduk. Biz gerek islâm âleminde ve gerekse yurdumuzda bulunan ve birinci ciltte yer almayan yaş ayan rnezhepleri gözlem yöntemi ile saptamay ı da düşünmüştük. Bilindiği üzere bilimsel amaçlarla Kur'ân'a uygun olarak kurulmu ş fıkhi mezhepler dışmda çeşitli dini akımlar vardır. Gerek mezhep ve gerekse tarikat biçiminde görünen bu ak ımlar ça ğlara ve ülkelere göre az çok de ğişik karakter gösterirler. Hz. Muhammed zamanında tarikat ve mezheir yoktu. Bilimsel nitelikte olanlar hariç mezhepler genellikle şu nedenlerden ötürü do ğmuştur: „
1—Siyaset: Devlet yönetimini ele geçirmek isteyen kinıseler Orta Çağ'da dini siyasete âlet etmi şlerdir. iktidar ın dini tutumunu çürütmek için yeni bir görüş etrafında birleşen toplululdar olmu ştur. Iktidar hırsı bu yeni görüş sahiplerini dini kullanm.a ğa itmiştir. Yönetinıden memnun kalmıyanlar da yeni görü şü tutmuşlar ve böylece geli şen her görü ş zamanla mezhep niteli ğini kazanmıştır. 2— islâm Devletinin sınırlarının genişlemesi: Devletin sınırları genişledikçe yabancı kültürlerle ve yabanc ı dirderle karşı karşıya gelinmiştir. Dinlerini b ırakarak islâmla şan topluluklar eski kültürlerinin ve törelerinin etkisinden kolay kolay kurtulamam ışlardır. Eski dinlerinden kalma baz ı görüşler ve töreler ço ğu kez hurafe ve yanl ış inançlar biçiminde toplumda sürüp gitmiştir. Gerçi islâmla şan toplumlar islâm'ın ş artlarım, iman esaslarım ve ibâdet biçimlerini genellikle kabullenmişlerdir. Ama eski törelerinden ve dinlerinden kalma baz ı ahşkaıllıkları da yaşatmışlardır. Bu gibi alişkanlıklar ve fikri kalıntılar bazı toplulukları ikinci derecede mezhepler veya tarikatlar etraf ında toplanmaga it ıniştir. . X
3- Menfaat: Baz ı kimselerin , çıkar sağlamak amacıyla hadisler uydurdukları ve mezhepler kurduklar ı da tarihi gerçekler aras ındadır. Bu ara da mezhep kurucular ının kişisel güçlerini ve nüfuzlarm ı da hesaba katmak gerekir. Bu gibi kimseler mezhep kurmay ı baş ardıktan sonra taraftarlar ının hizmetlerinden ve mallarından faydalanmayı başarmış lardır. 4— Bilgisizlik: Orta Ça ğ'da okuma yazma bilenler az oldu ğ undan her okur yazara önem verilirdi. Her okur yazar da ayetlerin ve hadislerin iniş ve söyleniş sebeblerini gere ği gibi takdir edecek güçte de ğildi. Kendine güvenen herkesin din hakkında fikir yürüttü ğü devirler olmu ştur. Bölgesel ve toplumsal şartlara göre yanl ış te'vil ve tefsirde bulunan baz ı önderlerin görü şleri tutmuştur. Bilgisiz olan halk da onlar ın görüşlerini gerçek islam zaml ı ile kabullenmişlerdirs. Tarikatların doğuşu da Peygamberimizin (S . A.) vefat ından çok sonra olmuştur. Oysaki mezheplerin baz ıları Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra türeme ğe başlamıştır. Tarikatların oluşmağa başlaması hicri II. yüzyıla rastlar. Tarikatların oluşmasının başlıca nedeni savaşlar, kıthk, bulaşıcı hastalıklar nedeniyle toplumun bunalmas ı, islam zühdünün ileriye götürülmek istenmesi ; yabancı kültürlerin etkileri ve dinsel yorumlardır. Çeşitli nedenlerle bunalan insanlar daha çok Allah'a yönelme ihtiyacını duymuşlardır. Bu nedenle daha çok dini bilgi elde etme ve ibadet etme yolunu tutmu şlardır. Bu amaçlarla bilgin ve erdemli saydıkları bir dinsel önder etrafında toplanmışlardır. Tarikatların temeli islam zühdü olmakla beraber Hint, Iran, Yunan ve H ıristiyan diııinin tekkelerin kurulmas ında rol oynadığı söylenir. Genellikle büyük tarikatları kuran kimseler, toplumun bir gereksinmesini kar şılıyorlardı. Adeta bir ekol mensuplar ı gibi çalışıyorlar, ilme ve ahlaki de ğerlere önem veriyorlard ı . Bazan te'villerde ileri gittikleri ve ta şkın sözler söyledikleri de görülüyordu. Tarikatların bu saf şekli •çok sürmedi. Tarikatlar, kurucular ının ölümünden sonra bozulmağa başladı . O derecede ki tan ınmış mutasavvıf Kuşeyri (Ölm. H. 465 / M.1072) "Risale" adl ı eserinde gerçek tasavvufçunun azaldığını ve tasavvuf yoluna girenlerin ço ğunun takdire layık olmadığını belirtmektedir. Tarikatlar yüzy ıllar geçtikçe yeni kollara ayrılmış ve nitelik de ğiştirmeğe başlamıştır. Çoğu ilk safiyetini kaybetmiştir. Tarikat yoluyla çıkar sağlamak ve siyasi iktidar olmak istiyenlerin örne ği tarihte pek çoktur. Oysaki dinimize göre Kur'an'a değer vermek ve onu dünyalık işlere alet etmemek gereklidir. Dinimizde Kur'ân'ı ucuza satma yasa ğının anlamı budur. Din siyasete ve ç ıkara
XI
âlet edildikçe toplum içinde daima ayr ıhklar ve huzursuzluklar olmu ş tur. Mezhepçilik hem Islâm'a zararl ı olmuş ve hem. de müslümatıları yaralamıştır. Dini, siyaset ve çıkar için kullanan tarikat mensuplar ı zamanla ekollerine bir mezhep niteli ği vermişlerdir. Bir çok tarikat önderleri amaçlarına ulaşmak için halkın dini duygularını kullannuşlardır. Zaman zaman siyaset ve ç ıkar alan ında, Kur'ân'a uy-gun olmayan mezhepler ve çe şitli tarikatlar benzer yöntemle faaliyet göstermeye ba şlamışlardır. Islâm tarihi boyunca bunun bir çok örnekleri vard ır. BiZ gözlem yöntemiyle mezhepleri ve tarikatlar ı sosyolojik gelişmeleri içinde saptaman ın çok yararl ı olacağına inanıyoruz. Bunu yapmağ'a öteki ilmi çalışmalarımız olanak vermedi. Ancak kaynaklara dayanarak bu kitab ımızın 2. baskısıııı biraz daha genişletmiş olarak sunuyoruz. Okurlarımız bu baskıda Nusayrilik, Vahhabilik ve Kadiyânilik gibi dini akımlar hakkında bilgi bulacaklardır. Bu eklerle birlikte kitabımızı tek cilt halinde sunmu ş bulunuyoruz. Yazmak bize. değerlendirmek okurlarımıza aittir. , Prof. Dr. Ne şet ÇA ĞATAY
XII
Prof. Dr. Ibrahim Agâh ÇUBUKÇU
GIRI Ş Hazret-i Muhammed'in Peygamber olarak gönderildi ği sıralarda Araplar aras ında çe şitli dinler ve mezhepler yay ılmış bulunuyordu. Araplann bazıları Yahudi, bazıları Hıristiyan, büyük ço ğunluğu ise Putperest idi. Putperestli ğin merkezi Mekke şehri idi. Diğer dinlerin salikleri ise Yemen'de Necran'da ve Medine'de yerle şrnişlerdi. Hz. Muhammed'in dine daveti başlıca üç esas üzerine dayan ıyordu: 1—Allah'ın O'nu (Hz. Muhammed'i) peygamber olarak insanlar ı hak yola ulaştırmak üzere görevlendirmesi keyfiyeti. 2— Putlara tapmay ı ilga etmek: Putlar Allah olamaz: "Allah tekdir, Samed'dir (zeval bulm ıyan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu bir bakidir), do ğurmamıştır, doğmamıştır, hiçbir kimse onun dengi (benzeri) de ğildir'. Kur'ân- ı Kerim, bu esas ı şu âyetle ne güzel belirtmektedir: "De ki: Ben ancak sizin gibi bir insan ım. Bana ilühınızın ancak bir tek Tanr ı oldu ğu vahyedilir Ona yöneliniz, ondan ma ğfiret dileyiniz. Allah'a ortak tan ıyanların vay haline"2. 3— Bu dünya hayatından sonra ba şhyacak olun uhrevi hayat ın varlığı : Biz ölümümüzden sonra diriltilece ğiz. Allah'a muti olanlar sevap, ona karşı gelenler ise ceza göreceklerdir. Araplar uhrevi hayat ı kabul etmezlerdi. Bu hususa Allah Teülü, En'âm Süresi'nde i şaret ediyor: "Dediler ki: Bu dünya hayat ımızdan başka bir hayat yoktur. Biz yeniden diriltilecek de ğiliz"3. Hz. Muhammed'in a ş ağı yukarı 13 sene rnüddetle Mekke'de yapt ığı çağrılar, yani dine dâvetler ba şlıca bu üç esastan ibarettir. Hz. MuhamBak: İhlas Suresi. 2 Bak: Fussılet Suresi: âyet 6. Bu etüdümüzde ayetlerin çevirilerini genel olarak say ın Hasan Basri Çantay'm Kur'an4 Hakim adl ı tereümesinden verdik. Bak: En'atn Suresi, ayet: 29.
med Medine'ye hicret ettikten sonra da dâvetlerine devam etmi ş ve islâmiyet süratle yay ılmıştır4 Hz. Peygamber Zamanında İnanç Durumu Hemen aklımıza Hz. Muhammed zaman ında niçin ilm-i kelâm ve mezhepler do ğmadı diye bir soru gelebilir. Bunun ba şlıca sebebi henüz yeni müslüman olan kimselerin Kur'ân' ın âyetlerine oldu ğu gibi inanmalarıdır. Üstelik Ashab'dan birine bir şüphe ârız olsa bile, bunu kendi kendine de ğil, Peygamber'e müracaat suretiyle çözme ğe çalışırdı. Hz. Muhammed de ona do ğruyu ö ğretirdi. Müslümanlar da islâmiyet'in emirleri hakkında kalbi itminana sahip idiler. Esasen müslümanlar aras ında nifak ve şüphe uyanın-asma sebep olacak münâka şalara Peygamberimiz müsaade etmezdi. Gerçekten akide meselesi İ slâmiyette çok önemlidir. Nitekim Hz. Muhammed şöyle buyurmu ştur: "Kalbinde zerre a ğırlığınca küfür olan Cennet'e girmez ve kalbinde zerre a ğırlığınca iman olan Cehennemde kalmaz. 5 " Bu hadis açıkça gösteriyor ki İslamda akide meselesi çok önemlidir. İşte bu akitle meselesi böyle mühim olduğu için Hz. Muhammed, Ashab' ın inancına tesir edecek ihtilâflara müsaade etmezdi. Bununla beraber müslümanlar aras ına karışmış bazı münâfıklar da mevcuttu. Fakat bunlar içlerindeki kötü düşünceleri açığa vurmaktan çekinirlerdi 6 .
İlk İhtileıflar Bu durum çok devam etmedi. Hz. Muhammed henüz hasta iken müslümanlar aras ında münâkaş a başladı . Onun vefatından sonra da ihtilâflar y ıllar geçtikçe arttı . Şimdi bu ihtilâflarm en önemlilerini sırasiyle kaydedelim: ,
1— Hz. Muhammed, hastalığı şiddetlendiği zaman, Buharrnin rivayet etti ğine göre: "Bana bir divit ve ka ğıt getirin size bir kitap (yazılı vasiyet) yazay ım, benden sonra sap ıklığa düşmeyiniz" dedi7 . Bunun üzerine orada bulunanlar aras ında ihtilâflar başgösterdi. Bazısı bir kâğıt getirelim, Peygamber istedi ğini yazsın diye düşündü. Diğerleri de*Allah'ın Kitab'ı ve Peygamberin sünneti bize kâfidir dediler. Nihayet Hz. Ömer b. al-Hattâb, Peygamber çekti ği ızdıraptan dolayı periş an bir Bak: Ali Mustafa al-Gurâbi, Tarih al-Fırak al-Isltuniye, Mısır rivayet etti ği hadislerdendir. Bak: Ebill-Muzaffer al-Isferâyini, at-Tabsir fi'd-Din, s. 25, M ısır 13/4. al-Buhilri, al-Cânıi'as-Sahlh, C VII, s. 9, 137-138 /stanbul 1315: Müslim, al-Câmi'asSahib C III, s. 125. 4
haldedir. Allah'ın Kitab'ı bize kâfidir, diye söyledi. Neticede Hz. Muhammed• "Yanımdan gidiniz, benim yan ımda çekişmek uygun düşmez", dedi8. 2- Peygamber, hastah ğı esnasında bir sefere çıkılmak üzere "Usame9'nin ordusunu teehiz ediniz" diye buyurınuştu. Ashab'ın bir kısmı Peygamber'in emrine tı ymayı tavsiye etti. Di ğerleri ise Hz. Muharnmed'in hastalığı arttı . Kalbimiz onu bu halde b ırâkıp gitmeğe dayanmıyor. Neticenin ne olaca ğını bekliyelim diye dü şündüler. Neticede Hz. Ebıl Bekr onun emrine uymak lâz ım geldiği hususunda ısrar etti. ötedenberi onun emrine uyman ın hayırlı ve bereketli sonuçlar verdi ğini açıkladı . 3- Hz. Muhammed'in vefat haberi yay ılınca birçok miislüman korku ve ümitsizli ğe kapıldılar. Hattâ baz ıları onun vefatından şüpheye düştüler. Bu s ırada Hz. Ömer' "kim Hz. Muhammed öldü derse onu şu kılıcımla öldürürüm, O İsa b.Meryem'in gö ğe çekilişi gibi semaya yükselmiştir", diye seslendi. Bunun üzerine, Buhârrnin rivayetine göre Hz. MA.' Bekr: "Kim Muhammed'e tap ıyorsa bilsin ki o ölmü ştür Kim Muhammed'in Allahma tap ıyorsa o diridir, hiç ölmez" dedi ve şıı meâldeki âyeti okudu: "Muhammed ancak bir elçi (resül)'dir. Ondan önce de resûller gelip geçti. E ğer o ölürse, yahut öldürülürse, ökçeleriniz üzerinde geri mi dönersiniz. Kim iki ökçesi üzerine geri dönerse, Allah'a hiçbir şeyden zarar vermez. Allah, şükredenleri mükâfatlandırn.". Ashab, Hz. Ebti Bekr'in sözünü kabul etti. Hz. Ömer de "ElA Bekr, okuyuncaya kadar âyeti duymam ış gibiyim", dedi. 4- Daha sonra Peygarrıber'in gömülece ği yer hakkında ihtilâf edildi. Muhacirler onun doğduğu ve büyüdüğü yer olmas ı sebebiyle Mekke'ye, Ansar ise hicret ve nusret yeri olmas ı gerekçesiyle Medine'ye, bir diğer grup da peygamberlerin defr ıedildiği yer olması hasebiyle Bak: al-Buhtıri, al-Câmi'as-Sahih, C. I, s. 37, Istanbul 1315. Keza ayn ı eser C. VIII, s. 161. Şia, bu kırtas içinde "eğer kiigıt kalem getirilse idi Peygamber kendinden sonra Ali'nin halife olacağun yazacaktı der. Eğer bu doğru ise Ham gadiri hadisesi yanlış olur. Hum gadiri hadisesi doğru ise kırtas hadisesinde Ali'nin Peygamberden 9onra halife olaca ğına işaret uydurma olıır. Her halde ikisi de Şia uydurmasıdır. Bu zat Usame b. Zeyd'dir. Şezerilt az-Zeheb'de kaydedildi ğine göre Hicri 54 senesinde vefat etmi ştir.
Kudüs'e gömülmesini istediler. Hz. Ebû Bekr'in rivâyet etti ği şu hudis'i okumasiyle Hz. Muhammed'in öldü ğü yere gömülmesi kararla ş tırıldı . "Peygamberler vefat ettikleri yerde gömülürler". Böylece de Peygamberimiz Hz. Ai şe'nin odasına gömüldü. 5— Peygamber'in vefat ından sonra baz ı kimseler zekât vermek istemediler. Müslümanlar ın bazıları bunlarla harbetmenin do ğru olmıyaca ğı, diğer bir kısmı ise onlarla sava şmak gerekece ği üzerinde durdular. Hz. Ömer birinci tezi, Hz. Eb ıi Bekr ise ikinci tezi savundular. Neticede Hz. Ömer davas ına delil olarak şu hadisi rivâyet etti: " İnsanlarla Allah'tan ba şka Wall yoktur demelerine kadar sava ş mak üzere emir ald ım. Bunu söyledikleri zaman benim için mallar ı ve canları dokunulmaz olur". Hz. Ebü Bekr ise bu hadise: (illa hakkahâ) kelimelerinin Peygamber tarafından eklendiğini ileri sürdü. Bu kelimeler de eklenince hadis'in manas ı şöyle olur: " İnsanlarla, Allah'tan ba şka ilah yoktur demelerine kadar sava ş mak üzere emredildim (emir ald ım). Bunu söyledikleri zaman, benim için malları ve canları dokunulmaz (masun) olur. Ancak (Lâ ilahe illallah' ın) gere ği olan namaz ve zekat gibi vecibeleri yerine getirmeleriyle bu dokunulnıazlığa ulaşırlar". Neticede Hz. Ebü Bekr'in rivâyeti do ğru bulunarak onun görü şü müslümanlar tarafından benimsendi. 6— Harplerde hafızlar ölüyor ve onların sayısı azalıyordu. Hz. Ömer bu sebeple Hz. Ebü Bekr'e Kur'ân' ın itimada sayan hafı zlarm hıfzına dayanarak toplan ıp bir araya getirilmesini teklif etti. Hz. Ebü Bekr, Hz. Muhammed'in, böyle bir ş ey yapmadığı gerekçesiyle bunu reddetmek istedi. Fakat sonradan di ğer müslümanların da Hz. Ömer'in görü şüne katılmalarıyle Hz. Ebü Bekr iknâ edildi ve Kur'ân' ın toplanması uygun görüldülo. 7— Geliri Hz. Peygamber'in ş ahsına ait olan Fedek çiftli ği ve Peygamber'in varis b ırakıp bırakmamas ı meselesinde de ihtilaf edildi. Neticede "Peygamberler varis b ırakmazlarn" anlammdaki hadis rivayet edildi ve Peygamber'in malı onun kızı Hz. Fatıma'ya verilmedi. Malfım olduğu üzere daha sonra Hz. Ömer, Peygamberin vahy katipli ğini yapmış olan Zeyd b. Sabit'e ayrı ayrı yazılmış ayetleri mümkün olduğu kadar bir araya getirmesi için emir vemişti. Bu nüsha Omer'in ölümünden sonra k ızı Hafsa'ye miras kalmıştı. Hz. Osman kendi halifeliği devrinde yine Zeyd ba şkanlığında bir komisyon kurdu. Bu komisyon, üzerinde hiç ihtilaf edilmiyen bugünkü Kur'an metinlerini tesbit etti. (Bak: Brockelmann, İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çeviren: Ne şet Çağatay, C.I, s. 66, Ankara 1954). " Bu hadisin birçok varyantlar ı vardır.
-
8— Peygamber'in ölümü üzerine meydana gelen ihtilâflann en önemlisi imâmet meselesinde oldui2. Hattâ Ensar'dan al-Hubab b.alMunzir kıhç bile çekti. Ensar bir emlr'in kendilerinden, di ğer bir emir'in de Muhacirler arasından seçilmesini teklif ediyordu. Bu makam için aday olarak Ensar, Sa'd b.Ubade üzerinde uyu şmuşlardı. Kureyşliler ise imam olarak kendi kavimlerine mensup birisinin seçilmesini istiyorlardı . Bunu duyan Ebû Bekr, Ömer ve Ebû Ubeyde b. Cerrah, münakaşamn cereyan etmekte oldu ğu meydana gelerek fikirlerini söylediler. Bekr'in rivayet etti ği şu hadis meselenin büyümeden çözülmesini sağladı : "imam Kureyşliler arasından olur". Sonra s ırasiyle bü ün müslümanlar Hz. Ebû Bekr'e bi'at ettilern. Bu saydıklanmıza ilâve olarak, henüz Hz. Muhammed vefat etmeden vukua gelen baz ı irtidat olaylarım da zikredebiliriz. Müslümanhğı yıkmak için Peygamberlik iddiasında bulunan en tanınmış şahıslardan birisi Tuleyha b.Huveylid (Ol. H.21 / M.641) dir. Hz. Ömer zaman ında mağlup edilen Tuleyha neticede tekrar islâmiyeti kabul etti. Peygamberlik tashyanlardan bir tanesi de Müseylime al-Kezzâb'dır. Müseylime'nin yine Peygamberlik iddias ında bulunan Secahi4 ad ın" Bak: Ebu Mansür Abd al-Kahir b. Tâhir al-Fark Beyn al-F ırak, s. 14-16, Mısır 1367; a ş-SehrestânI, al-Milel va'n-Nihal, C. I, s. 13-20, Kâhire 1368; Ebü'l-Hasan Ali b. Ismâil al-Aş'ari, Makülât al-Islâmiyyin, C. I, s. 25-55; al-Isferüyini, at-Tabsir fi'd-Din, 25-29, Mısır 1374. " Ehl-i Sünnet bilginlerinden Gazzarye göre imamet makam ına geçen bir kimsede ba şlıca şu on vasıf bulunmalıdır. Bunlarmdan altı tanesi yaratılıştan var olmal ıdır. Diğer dört tanesi ise sonradan kazamlabilir. Ilk altı vasıf şunlardır: 1—Büluğ çağına ermek. 2—Aklı yerinde olmak, 3—Hür olmak, 4—Erkek olmak, 5—Kurey ş kabilesinden olmak, 6—Görme ve işimle duyularımn sağlam olması gerekir. Diğer dört vasif ise şunlardan ibarettir. 1—Şevket sahibi olmak, 2—Kifayet sahibi olmak, 3—Takva sahibi olmak, 4—Ilim sahibi olmak (Bak: al-Gazzüli Fadâih al-Bâtmiye, s. 58-78, Leiden 1956). i4 Bu kadın Hz. Muhammed'in vefat ından sonra Peygamberlik iddias ı gütmüşse de metinde belirtti ğimiz gibi sonradan Islâmiyeti kabul etmi ştir.
daki bir kadınla evlendi ği de söylenir. Bu kad ın Müseylime'nin öldürülmesinden sonra Islamiyeti kabul etti. Bir diğer sahte Peygamber de al-Esved b.Zeyd al-Ansi'dir. Bu da öldürülerek fitnesi yok edildi 15 . Görülüyor ki Peygamber'in vefat ından önce ve sonra müslümanlar arasında bazı ihtilaflar çıkmışsa da bunlar fıkha ve teferruata ait meselelere dairdi. Dinin esas ı hakkında, baz ı irtidat olaylar ı bir tarafa, hiçbir ihtilaf yoktu. Fıkhın teferruatma ait meseleler de sap ıklık ve fesad doğurmuyordu. Müslümanlar arasındaki birlik Hz. Eh(' Bekr, Hz. Ömer zamanında ve Hz. Osman' ın hilafetinin 6'ncı senesine kadar devam etti. Fakat daha sonra s ırasiyle önemli fitne ve fesatlar zuhur etme ğe başladı . Hz. Osman öldürüldü. Ali hakk ında ihtilafa düşüldü. Cemel Vak'ası vukua geldi. Hz. Ali ve Hz. Muaviye (Öl. H.60 / M.680)'nin ihtilaf' neticesinde hakem tayin edilen Ebû Musal-E ş'ari (Öl. H.60 / M.680) ve Amr b. alAs (Öl. H.43 / M.663)'m hükümleri yeni anla şmazlıklar doğurdu. Sahabe'nin son devirlerinde kader ve istitaa konular ından bahseden Ma'bed al-Cuheni (01.H.80 / M.699)'den sonra Gaylân ad-D ımeşki (1.H.80 / 699), al-Ca'd b.Dirhem 16 ve Yunus al-Esvarrnin fikirleri tiiredi. Al-Hasan al-Basri (Öl. H.110 / M.728')nin meclisinden ö ğrencisi Vasıl b. Ata alGazzal (01.H.131 / M.748) ayr ılarak Mütezili fikirler ortaya att ı . Bütün bu fikir ihtilafları yeni bir ilmin ve birçok mezheplerin do ğmasına sebep oldu. Yeni doğan bu ilmin adı İlm-i Kelâm'd ır. Bu ilmin başlıca gayesi sapık mezheplere kar şı "Ehl-i Sünnet" akidesini korumak ve savunmaktır. Bizim bu ara ştırmam= ba şlıca amacı "İ slam Mezhepleri Tarihi" çerçevesi dahilinde islâmiyetten do ğmuş veya müslümanlar aras ına karışmış çeşitli mezheplerin tarihçelerini ve görü şlerini ele almakt ır. Ancak hemen belirtelim ki ana kaynaklarda mezheplerin say ıları , ve bölümleri hakkında tam bir uygunluk yoktur. Bu da zamanla yeni fırkalarm türemesine ra ğmen, her müellifin, rivayet edilen bir hadise uymak için, mezhep sayılarını (73)'e inhisar ettirmek gayretinden do ğmuştur. Halbuki hadisteki "seb' ıln" kelimesinin çokluk anlam ına ahnmas ı daha uygundur. Çe şitli varyantları bulunan bu hadis şudur: "Benim ümmet'im 73 fırkaya ayrılacak. Bunların bir tanesi hariç hepsi Cehenneme gideceklerdir. Kurtulacak olan farka benim ve asha15 Sahte Peygamberler hakk ında bakınız: al-Ba ğdadi, anılan eser, s. 15-16; Dr. Bahriye Üçok, İslam Tarihinde İlk Sahte Peygamberler, Ankara 1957. 16 Kur'ân' ın mahlnk olduğunu ilk iddia eden kimsedir.
6
bımın yolunu izliyen fırkalardır". İbn Hazm bu hadisin sahih olmadığı kanaatındadır. Diğer taraftan at-Tirmizi ve İbn Mâce'nin rivayetlerine göre bu hadisin diğer bir rivayeti şöyledir: "Yahudiler 71 f ırkaya ayrıldı. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı . Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrıhr". Ebü Davüd'un rivâyetinde ise buna "Bunlardan 72 si Cehenneme biri Cennete gider" diye bir ilâve bulunmaktad ır. Bundan başka bu hadisin son kısmı bazan şöyle rivayet edilir: "Fırkalardan 72 tanesi Cennete bir tanesi de Cehenneme gider17". Fakat birinci rivâyet bu sonuneudan daha sa ğlam addedilmiştir. Biz bu hadisin sa ğlamlık derecesi hakk ında sözü daha çok uzatmadan çe şitli kaynaklarda zikredilen ve tarihi bak ımdan önemli olan baz ı olaylar üzerinde biraz durahm• Mezheplerin
Çıkışını
Hazırlayan Olayların Kısa ozeti
İ slâmda ilk tefrika, üçüncü halife Hz. Osman b. Affan zamamnda ortaya çıkmıştır. Bu, ilk çıkışında dini de ğil, tamamen siyasi bir görü ş ayrılığı ve menfaat çarp ışması, post kavgası idi. Aslında bunun men şeleri, Beni Umeyye ile Beni Hâşim sülâleleri arasındaki ayrılık şeklinde daha geriye gider. Makrizi, s ırf bu husus için kaleme ald ığı eserinde bize birçok misaller vermektedir18. Hz. ömer'in halifeli ği devrinde başhyan büyük fütuhat hareketleri Hz. Osman devrinde de devam etti ğinden ve islâm orduları doğuda Türkistan ve Çin hudutlar ına, batıda Kuzey Afrika'nın Atlas Okyanusu kıyılarına, kuzeyde Kafkaslara kadar vararak zengin ganimetler elde edildiğinden bu ihtilâf gizli devam etmekle birlikte M.656 y ılına kadar pek açığa çıkmadı . Hz Osman, akrabalar ı olan E ıneviler'i devlet işlerinde öne almış , önemli memuriyetlere onları tayin etmi şti. Meselâ: Ş am Valiliğinde Muaviye b. Ebi Süfyan, Mısır Valiliğinde Abdullah b.Sa'd b.Ebi Serh, Kûfe Valiliğinde Said 13. el-As, ba ş vekillik mesabesinde olan kendi kâtipliğinde de Mervan b. Hakem bulunuyordu. Muaviye evvelâ sadece Ş am ş ehrinin valisi iken, Humus, Cezire ve K ınnesrin vilâyetleri valisi Umeyr b.Said el-Ensari'nin istifas ından ve Filistin valisi Abdurrahman '3 Bak: al-Fark Beyn al-F ırak, s. 3-5. '3 Bak: Makrizi, an-Niza ve't-Tahasum fi ma Beyne Beni Umeyye ve Beni Ha şim. 1937 Mısır tab'ı.
7
b. Alkame'nin ölümünden sonra buraları Osman b. Affan, Muaviye'nin uhdesine tevcih etmi ş ; böylece onun idaresinde Ş am, Humus, Kınnesrin ile Filistin ve Vrdün adlarındaki beş vilayet toplanmış , salâhiyet ve hükmü bütün Suriye'ye yayılmıştı Emeviler bu imtiyazlı durumlarından gururlanıp birçok vilâyetlerde, hattâ Medine'de bile yoldan geçerken halka "savulun" diye tahkir etmekle herkesin nefret ve küskünlü ğüne sebep oluyorlard ı . Kılfe valisi Sa'id b.el-As, Kûfe ileri gelenlerini bir gece huzuruna kabul edip konu şma sırasında "Irak bölgesi Kurey ş 'in mezraası (çiftliği)'dır" demiş , E şter hiddet ve nefretini aç ıkladığı gibi sonra Sabit b. Kays el-Hemdani, Kümeyl b.Ziyad, Zeyd b. Suhan Abdi ve karde şi Ş aa' ş a Cündüb b.Ezdi, Urve b.Ca'di, Amr b.el-Huzai ve İbn-i K evva da Said'in kötü idaresinden bahisle Hz. Osman'a şikayette bulunmu şlardı . Öte yandan Suriyede bulunan Ebû Zerr-i G ıfari, Muaviye'yi açıktan açığa tenkid ediyor. Mısır valisi Abdullah b. Sa'd'in idaresinden memnuniyetsizlik bildiriliyordu. O sırada Medine'de bulunan Hz. Osman' ın eniştesi Amr b.As, halkın kendilerinden memnun olmad ığı valilerin a ıli ile, dedi koduya mani olmak için halkı savaş a te şviki tavsiye etti. Hz. Osman, durumu incelemek üzere sözü say ıhr kimselerden Muhammed b.Mesleme'yi Kûfeye, üsame b.Zeyd'i Basraya, Ammar b.Yasir'i M ısır'a, Abdullah b.Ömer b.Hattab'ı Ş am'a gönderdi. Bunlar geri geldiklerinde şikayetlerin, bildirildiği derecede olmadığını söylemişler ise de durumu çok vahim gördüklerini anlatm ışlardır. Öte yandan, zenci bir anadan ve yahudi bir babadan olma San'al ı Abdullah b. Sebe ad ındaki bir ş ahıs, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e a şırı bir sevgi ile işe ba şlayıp Ali b.Ebi Talib'in ulûhiyetini iddia eden bir mezheple ortaya ç ıkmış, bu inancı Mısır ve Elcezire'de bir hayli yaymıştı. İşte sonraları müfrit Ali sevgisi ve taraftarl ığı şeklinde tezâhür eden şiîliğin menşei buradan ba şlar 19 .
Hz. Osman'ın Şehid Edilmesi Hicri 35. yılın sonlarına (Milâcli 656 yılı ortaları) do ğru hac farizasını ifâ etmek bahanesiyle Mısır, Küfe ve Basra vilâyetlerinden bir sürü " Abdullah İbn-i Sebe, annesinin zenci olmas ından dolayı İbn-i Sevda İükabiyle de al ımr. İslümiyete girmeden önce Yahudi dininde olan Abdullah b. Sebe, H ıristiyan Dinini de iyi bildiğinden, ulühiyetin bir insanda tecellisi (incarnation) kabul ediyor ve .bu sebeple ulülliyyetin Hz. Ali'de tecelli etti ğini söylüyor ve bu fikri cahil araplar aras ında yayıyordu.
8
halk gelip Medine'ye yak ın "Zi'l-Merve", "Zil-Ha şeb" ve el-A'vas adlı yerlere kondular. Bunlar ın muhtemel bir zarar ını önlemek maksadı ile Hz. Ali'nin teklifi üzerine medinelilerden raüte şekkil bir ordu kurulup "Ahcar üz-Zeyt" mevkiine yerle ştirildi. Bu şikâyetçilerin ileri gelenleri Medineye girip halife Hz. Osman'la ve diğer İslâm büyükleri ile görü ştüler, valilerin azli Beni ümeyye'nin hüküm ve nüftalarmın sınırlanması şartlanyla bir uzla şmaya varıldı ve ayaklananlar geri dönme ğe razı edildi. Fakat, Mısır valiliğine tayin edilen Muhammed b. EM. Bekir'in ardından, kendisi Mısır'a varır varmaz öldürülmesi için eski valiye yaz ılan mektup Mısır'a dönmekte olalı şikâyetçilerin eline geçince i ş yeniden çığırından çıktı. Şikâyetçiler Medine'ye geri döndüler. Hz. Osman, mektuptaki mührün kendi mührü oldu ğunu fakat mektubun yaz ılmasından kat'iyyen haberi bulunmad ığım söyleyince mektubun, Halifenin kâtibi Mervan b.Hakem taraf ından yazıldığı anlaşılmakla Hz. Osman'a, ya hilâfetten çekibnesini veya Mervan b. Hakem'i kendilerine teslim etmesini teklif ettiler. Osman her iki teklifi de red edince dokuz gün. süren bir muhasaradan sonra evinde 17 haziran 656 (hicri. 35. yılın zilhicce ayının 18. cuma günü) tarihinde, Mısır'da= lideri Gafiki b.Harb tarafından şehid edildi. Bu esnada Hz. Osman'ın yanında bulunan karısı Naile bint-i Farafısa, kocasım korumak için, ona çekilen bir kılımı, eliyle tuttuğundan iki parmağı ve başparmağının yarısı kesildi. islâm imparatorlu ğu beş gün kadar halifesiz kaldı. Bu durumda kimse halifelik makamına geçmek istemiyordu. İşin kötüye varaca ğını anhyan âsiler Medinelilere, üç gün içinde aralar ından biriııi halife seçmezler ise şehre girip yağma edeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Medineliler, Mescid-i Nebevi'de toplan ıp Ali b.Ebi. Talib'i halife seçtiler ve kendisine biat ettiler. Bu biat i şinden hemen sonra Talha b.Ubeydullah ve Zübeyr b.Avvam, Hz. Ali'ye, Osman' ın katilleri hakkında kısas icra etmesini söylediler; halbuki Medine'de duruma hâlâ ayaklanmış, dışarıdan ge,lmiş güruh hâkimdi; kısas nasıl icra edilebilirdi, kuvvet kudret onların elinde idi. Öte yandan. Hz. Osman' ın sağlığında, kusur ve zaafından, hilâfet vazifesini yerine getiremedi ğinden şikâyet eden Hz. Peygamber'in kar ısı Hz. Ayşe Mekke:ye hareketle şimdi orada, Osman'ın katillerini idam ettirmedi ğinden bahisle Hz. Ali'yi suçlamağa başladı. Dört arap dâhisinden biri olan Mugire b. Şilbe20, Ali'ye, şimdilik valileri az' etmemesini tavsiye etmi ş , aksi takdirde çok müşkiller ortaya 2° islöm tarihinde dört arap döldsi (duhat-1 erbaa-i arap) diye andan kimseler: 1) Mugire b. Şübe, 2) Amr b.al-As, 3) Muaviye b. Ebi Süfyan, 4) Ziyad b. Ebihrdirler.
çıkacağını hatırlatmış ise de Hz. Ali dinlememi ş , zâlimlerden sayd ığı kimseleri ve valileri bir gün dahi olsa Ümmet-i Muhammed'e musallat ve onlara müdahâne ile Tanrıya ihânet etmekten çekindi ğinden bahisle eski valileri azl ile yerlerine yenilerini tayin etmi şti. Ş am valiliğine gönderdiği Sehl b.Hanif, Muaviye tarafından, Kiife valiliğine atanan Umara b. Ş ahab, şehrin eski valisi Ebü Musa'l-E ş 'ariden memnun oldukları ifadesiyle Ktıfeliler tarafından geri çevrildi. Sadece Mısır'a tayin etti ği vali Kays b.Sa'd görevine ba şhyabildi. Ş am valisi, gerçekte Suriye genel valisi olan Muaviye, Hz. Osman' ın kanlı gömleğini ve ailesi Naile'nin kesik parmaklar ını Ş am'da camiin minberine astırıp halkın kin ve garezini, kâtilleri kısas etmiyen Hz. Ali üzerine, dolay ısiyle onun soyu olan Beni Hâşim üzerine topluyordu. Kendisi halife olursa halifelik merkezini Ş am'a nakl edece ğini de söyleyince, suriyeliler Muaviye'nin en ate şli taraftarlar ı oldular. Hz. Ali, Muaviye'nin bu isyankar durumunu ö ğrenince bir ordu düzüp Ş am üzerine harekete haz ırlandı . Bu sırada Aşere-i Mübe şş ere'den yani sağken cennetlikle müjdelenen on ki şiden olan Zübeyr b.el-Avvam ve Talha b.Ubeydullah umre bahanesiyle Mekke'ye gidip orada Hz. Ayşe ile de görü şüp Ali b.Ebi Talible savaşmak üzere haz ırlığa ba şladılar. Yemen valili ğinden ayrılıp oradaki beytülmal-i müsliminde mevcut külliyetli mal ile Mekke'ye gelmi ş olan Ya'la b.Münye de kendilerine katıldı . Agani, İ stiab ve İbn-i Haldun'da zikr edildi ğine göre Ya'la b. Münye, Yemen Beytülmalı'ndan 600.000 altun ve muhtelif e şya yüklü 300 deve ile gelmi ş , Mekke'den Basra'ya hareket edildi ği gün Zübeyr b.el-Avvam'a 40.000 altun dinar borç vermi ştir.
10
Birinci Bölüm
HAVARİC Cemel Vak'as ı Zübeyr ve Talha, Hz. Ay şe'yi ve 3000 kadar askeri yanlar ına alıp Basraya do ğru hareket ettiler. Hz. Ay şe, Ya'la b.Münye tarafından yüz dinara sat ın alınıp kendisine hediye edilen "Asker" ad ındaki deveye binmişti i şte bu sebeple Hz. Ay şe'nin de dahil bulunduğu Zübeyr ve Talha taraftarlar ının Hz. Ali ile yaptıkları savaş "Cemel (deve) Vak'as ı" diye anıhr. Yolda Hz. Ay şe etrafında yirmi bine yakın savaşçı toplandı. Hz. Ali, Medine'den 4000 kadar bir kuvvetle ayr ıldı . Bunlardan 400 kadarı "Biat-ı Rıdvan" ashabından 800 kadarı da Ensar'dan yani medinelilerden idi. Yolda birkaç bin ki şi de bu birliklere katıldı. Ayşe taraftarlar ı Basraya varıp şehrin valisi Osman b.Huneyf'i esir edip ona fena muamelede bulundular. Şehirde imâmet meselesinde Talha ile Zübeyr aras ında anlaşmazlık çıkınca Hz. Ay şe yeğeni Abdullah b. Zübeyri imâmet'e tayin ederek i şi yatıştırdı . Hz. Ali, Zu Kar mevkiine gelince 12 .000 Küfeli asker kendisine katıldı. O bunun üzerine Basraya hareket etti21. Hz. Ali, Zübeyr ve Talha ile görüşüp savaş a mani olmak istedi ise de bu görü şmelerden bir netice ç ıkmadı ; sava ş H.14 Cemaziyelâhir 36, M.9 arahk 656 perşembe günü başladı . Zübeyr ve Talha dahil olmak üzere bunların taraftarlarından 13 .000 kişi, Hz. Ali tarafından da 2 .000 kişi olmak üzere 15.000 müslüman öldü22. " Bak. Julius Welhausen, Islam' ın En Eski Tarihine Giri ş. Prof. Dr. Fikret I şıltan terclimesi, 1960 İstanbul, s. 123. 22 Ibn-i Kelbrnin rivayetine göre Ashab- ı Ayşeden 8 veya 13 bin kişi ve Ali taraftarlar ından bin kişi öldü. Hz. Ali, Talha ve Zübeyr ile di ğer ölenlerin cenaze namazlar ım bizzat luld ırnuş ve bu elim savaşın vuku'a gelmesinden dolayı çok ağlamıştır. Bak. Şerh-i Buharl, VII, 157. Ayrıca Cemel Vakası hakkında daha fazla malamat için bak: J. Welhausen, Islam' ın En Eski Tarihine Giriş, Prof. Dr. Fikret I şıltan tercümesi 1960, Istanbul, ss. 121 ve deva ıııı.
11
Hz. Ayşe'yi bu savaşa sevk eden sebep, Hz. Peygamber'in sa ğlığında Hz. Ayşe'ye yap ılan iftira hadisesinde fikrini soran Hz. Peygamber'e Ali'nin "tahkik ediniz" demesi, Zübeyr'in ve Talha'n ın düşmanlıkları, birincinin halife olan Ali'den Basra valili ğini, ikincinin Küfe valili ğini istemeleri ve Hz. Ali'nin bu isteklerini yerine getirmemesidir. Bütün İslam Tarihi içinde ve yüzy ıllar boyunca bu sava ş kadar insanın aklım durduran, ne diyece ğini şaşırtan, bir hükme varmaktan âciz bırakan bir sava ş vukü bulmamıştır. Bir tarafta Hz. Peygamber'in ailesi Hz. Ayşe, yanında kardeşi Abdurrahman b.Ehi Bekr, Peygamber'in en yakın arkada şlarından ve Aşere-i Mübe şşere'den Talha ve Zübeyr, öte tarafta Hz. Peygamber'in amcas ı oğlu ve damadı Ali b. Ebî Talib (devrin halifesi), yan ında Hz. Ayşe'nin diğer kardeşi Muhammed b.Ebi Bekr, Biat- ı Rıdvanda bulunmu ş seçkin ashab yer almış olduğu halde birbirleriyle kıyasıya kıhnç sallıyorlar. Neticede her iki taraftan 12-15 bin müslüman ölüyor. Hangileri şehid, hangileri maktül? Art ık o tarafını Allah bilir. Bu olay islam tarihinde "Asr- ı Saadet" dedi ğimiz dört halife devrinde oluyor. İşin daha garibi "Asr-ı Saadet" denen devirdeki dört halifeden üçü şehid edilmiştir. Sıffin Savaşı Hz. Ali "Cemel Vak'as ı"ndan sonra Küfeye çekildi, burada haz ırlıklarda bulunup Şam üzerine yürümek niyetiyle Nuhayle denen yerde ordu kurdu. Öte yandan daha Hz. Osman' ın sağlığında hilafet makam ın elde etme ği akhna koymuş ve onun ölümü üzerine şamlılar tarafından halifeliği kabul edilmiş olan Muaviye 23. Ebû Hanife ed-Dineveri'nin kayd ettiğine göre Hz. Osman zamamnda M ısır valiliğinden azledilip Filistindeki çiftliğine çekilmiş olan Amr b.el-As'ı Şam'a çağırd1 24. Dört arap dahisinden ikisi olan Muaviye ve Amr, halife Hz. Ali ile savaşmak üzere büyük bir ordu toplayıp yürüdüler. İki ordu Rakka yakınındaki Sıffin adlı yerde karşı karşıya yerleşti. Anlaşma teşebbüsleri ve sava ş hareketleri üç buçuk aydan fazla sürdü ve nihayet son kanl ı savaş hicretin 37. yılı 8 Saferinde (M: 26 temmuz 657) ba şladı. Kur'ân-1 Kerimi Hakem Tayin Etme Savaşın çok kızıştığı ve Muaviye ordular ının mağlup olmaya yüz tuttuğu bir sırada, Muaviye taraftarlar ı, Amr b. el-iks' ın tertip ve te şviki " Bak: İbn al-Esir, II, 76. " Bak: Dineveri, al-Ahbar at-T ıval, 1888 Leiden baskısı, s. 167.
12
ile Kur'ân sahifelerini m ızraklar üzerine asarak "siz ve biz birbirimizi mahvettikten sonra s ımrları kim muhafaza edecek. Aram ızda Allah'ın Kitab'ı hakem olsun" diye ba ğırmağa ba şladdar25. Bu sözleri i şiten Ali taraftarlar ı yani onun yanında savaş anlar "Tanrımn Kitab'ına uymallyız" deme ğe başladılar. Hz. Ali, "Ey Allah'ın kulları ! Haklı ve do ğru yolda olduğunuzdan şüpheniz mi var? Bu yolda ayak direyin, düşmammnızın cezasını verin. Muaviye, Amr ve ibn Ebi Muayt ve onlarla bulunan kimselerden ço ğu din ashabı ve Kur'ân erbab ı değillerdir. Ben onları sizden iyi bilirim. Bunlar gençliklerinde gençlerin şeriri oldukları gibi yeti şkinler sınıfına dahil olduktan sonra da o s ınıfın şeriri olmuşlardır. Tanrıya yemin ederim ki bu bir hiledir. Maksatlar ı sırf uğramakta bulunduklar ı mağlubiyeti ve zaifliklerini kurtarmakt ır" dedi ise de yamndakiler "Allah'ın Kitabına dâvet edilmemize kar şı ona uymamak elimizden gelmez" dediler. Hz. Ali, keıadisinin bunlarla sava şmasının, Kur'ân hükümüyle amel etmelerini teminden ba şka bir maksatla olmadığım, zira bunların Allah'ın emirlerine karşı ayaklanıp isyan etmiş olduklarım söyledi ise de, Mis'ar b.Fedeki. et-Temimi, Zeyd b.Husayn ve sair hâf ızlardan mürekkep bir topluluk "Ya Ali! Kur'an'a dâvete uy. Yoksa seni tamamiyle onlara teslim eder veyahut Osman b.Affan'a yapt ığımızı yaparız" dediler. Ali—Sizi bu hususta men ve nehy etmi ş olduğumu ve sizin buna söylemiş olduğunuz bu sözlerinizi unutmay ın. E ğer halife olarak bana itaatınız varsa sava şa devam edin. Yoksa istedi ğinizi yapmak elinizdedir. Onlar—Hz. Aliye, Kiıfe süvarileri üzerine komutan olup sava şın en önemli bir unsurunu te şkil eden E şter'e, geri çekilmesi için haber göndermesini söylediler. Ali, Yezid b.liâni'yi gönderdi. E şter, sava şın sonunu alıp Suriyelileri ma ğlup etmek üzere oldu ğunu söyliyerek yerini terk etmek istemedi. Hz Alinin yamndakiler, E şter gelmiyecek olursa kendisini yalnız bırakacaklarmı kat'i. bir dil ile ifade ettiler. Bunun üzerine Ali, Yezid'e "fitne ba ş gösterdi, git E şter'e söyle, sava şı bırakıp gelsin" dedi. Eşter, ister istemez geldi ve Ali'yi zorhyanlara a ğır sözler " Mes'udblin Müruc az-Zeheb'inde 500 kadar Kur'ân' ın kargılar iizerine asıldığı (bak. Barbier de Maynar tab' ı, II, 224). Dineverinin al-Ahbar at-T ıval'ında Şam'ın büyük Mushan beş kişi tarafından beş kargı üzerine ba ğlanarak kaldırıldığı, daha sonra biitün askerin yanlar ında bulunan nushalarm kald ırıldığı, (bak. ss. 202). el-I ınâme ve's-Siyase'de Muaviyenin bir Mushafi sahife sahife taksim ederek kald ırttığı, (bak. ss. 112). kaptl ıdır.
1.3
söyledi ve bilahare Havaric s ımfına geçecek olan bu adamlar ın samimi olmadıklarını yüzlerine vurdu 26; aralarında kavga ç ıktı . - •Eş'as b.Kays, Ali tarafında bulunanların Kur'ân- ı Kerimi hakem yapmalarına razı olduklarını söyliyerek izin verirse Muaviye'ye gidip ne istediğini soracağını söyledi. Alinin izniyle Muaviye'ye gitti.
Muaviye, iki tarafın birer hakem seçmelerini, kendi hakemlerinin Amr b.el-As olduğunu söyledi. Bu E ş 'as b.Kays ve sonradan Havaric'i teşkil edenler "biz Ebû Musâ'l-E ş 'arrnin hakem olmas ını istiyoruz" dediler. Ali, Ebû Musa'yı intihab etmek istemedi ğinden bu husûsta olsun kendisine muhalefet etmemelerirli söyledi ise de E ş'as b. Kays, Mis'ar- ı Fedeki ve Zeyd b.Husayn "biz yaln ız Ebû Musa'n ın hakem olmasına razıyız, çünkü bizi bu i şlerin sonucundan ilk korkutan 0 olmuştu" dediler. Ali, Abdullah b. Abbas'ı veya E şter'i, yahut Kays b. Hanif'i, bir 'söylentiye göre de Ebü'l-Esved ed-Düeli'yi intihap etmek fikrinde idi. Aliye muhalif fikirde olanlar İbn-i Abbas ile Ebû Musa'nın hemen hemen aynı derecede olduklar ını, Eşter'in ise dava şı alevlendiren kimse oldu ğunu söyliyerek kabul etmediler. Hz. Ali, ne yaparsan ız yapın diye Ebû Musa'nın seçilmesinde önce çekimser kald ı, nihayet Ebû Musa hakem seçildi 27 ve gelip asker aras ına girdi. Ahmet b. Kays, kendisiyle görüşüp Amr ile boy ölçüşemiyece ğini anladı . Ya kendinin hekem tayin edilmesini; veya hiç olmazsa Ebû Musa'ya muavin tayin edilmesini teklif ettiyse de kabul edilmedi. Hakemler'in seçimi kararla ştırıldıktan sonra Ebû Musa ve Amr, hicri 37 veya 38 y ılı ramazan ay ında Dûmet ül-Cendel'deki Ezruh kasabasında toplandılar28 . zs Bak: Taberi, Avrupada tab' ı, s. 3333 ve ed-Dineveri, al-Ahbar at-T ıval, s. 203. Ayrıca bak. J. Wellhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, Prof. Dr. Fikret I şıltan tercümesi, 1963 Ankara ss. 35 vd.
27 Ebû Musa'nın tam künyesi: Ebû Musa Abdullah b. Kays al-E ş'ari'dir. Beni E ş'ar kabilesinden olup Hz. Peygamber daha Mekke'de iken gelip Islam olmu ş ve ikinci Habe şistan muhacirleri ile Habeşistana gitmiştir. Medineye göç edildikten sonra Hz. Peygamber kendisini Yemenin bir bölgesine vali tayin etti. Hz. Omer'in halifeli ği devrinde, Mugire b. Şube'nin azlinden sonra Basra valili ğine tayin, Hz. Osman'ın zamanında ise Ktife valiliğine tayin edildi. Hz. Ali devrinde Kûfe, Ali taraftar ı" olduğundan buradan kaçt ı. M. 666 da Kilfede öldü. " Ali ile Muaviye aras ındaki davanın hakeme havalesine dair olan ala şmadan bahseden Usd al-Gabede (I, 41), 1bn al-Esir, el-Kamil (III, 127) ve di ğer eserlerde, bu anlaşmanın 37. hicret yılının zafer ayının 13 veya 17. çarşamba günü imzalandığı kaydedilmektedir. Eğer çarşamba günü do ğru ise 14 safer (ın. 2 Ağustos 657) tarihinde imzalanmış olması gerekir. Bu hususta ayrıca bak. J. Wellhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, F. I şıltan çevirisi, s. 40.
14
Bu defa Hz. Ali'nin Yan ında bulunanlardan bir kısmı , ona insanları hakem tayin ettin diye itiraza ba şladılar ve "lâ hukme illâ l'illâh" (hüküm yalmz Allah'ındır) diye ba ğrıştilar. Böylece iki taraftan birer hakem seçilmesine itiraz -eden yani İslâmda fırka çıkmasına ilk sebep olan şahıs hakkında ilk kaynaklarda ihtilâf varsa da bu şahsın "Urve b.Udeyye" olduğu kabul edilir29 E ş 'as anlaşm.anm yazıldığı küğıdı eline alıp sevinçle kabilelere gidip onlara okudu. Beni Temim'den Amr b. Udeyye "evâmir ve nevahi-i ilühiyye'de insanlar ı mı hakem tayin ediyorsuı:luz" diye kızıp Eş'as'ı öldürmek istedi, E ş'as kaçt ı . Harura'da Toplanan Harieiler (Haruriye) Hz. Ali Sıffinden döndü. Ordusundaki askerler aras ında, hakem kabulünden dolay ı karde ş kardeş ile, baba oğul ile döğüşmeğe, söğüşmeğe başladılar. Küfeye yöneldikleri vakit birbirlerine karşı "Ey Allah' ın düşmanları, Din-i İlühi'de müdühene ettiniz ve imamımızdan ayrıldınız, cemaatimiz' böldüniiz" diye iki cümle ile özetlenen ayr ılık noktasından dolayı oniki bin kişi Kü'fe'ye girmiyerek Küfe köylerinden biri olan Harurâ'ya gittiler. Orada kendilerine Şebes b.RıbTyi askeri konıutan-ki bu Ali ordusunda sol kol komutan ı idi-, Abdullah b. Kevva'ı namaz kıldırmak iizere imam seçtiler ve İslâm ülkelerini idarelerine aldıktan sonra umur-u İslâmiye'nin şüra yoluyla olup biat' ın Allah'a olduğunu ve ma'ruf ile emr ve münker ile nehy edilece ği nidâ edildi. Hz. Ali'nin taraftarlar ı yani Şia bunu duyunca ayaklarup " şinıcli sana ayrı. bir biat yapmak boynumuzun borcu oldu. Biz senin dostunun dostu, düşmanlarının düşmam olacağı z" dediler. Havaric bunlara "Siz Şam halkı ile küfürde at ba şı beraber gidiyorsunuz. Şamhlar Muaviye'ye, işlerine gelenleri kabul ve gelmiyenleri red etmek suretiyle, siz de Ali'ye, onun dostlarının dostu ve düşmanlarımn düşmanı olmak üzere biat ettiniz" dediler. Ali, Abdullah b.Abbas'ı bunlara gönderdi ve kendisi gelinceye kadar acele edip onlarla münaka şa etmemesini tenbih etti. İbn-i Abbas'ı gören Hariciler kendisinin etraf ına toplanıp geçen şeylere dair münakaşaya başladılar. İbn-i Abb'as sabredemeyip aralar ında şöyle bir konuşma ve çekişme cereyan etti: Abdullah İbn-i Abbas—Hakemeynden dolay ı niçin ayaklandımz? Tanrı Kur'ân- ı Kerim'inde "karı koca arasında ayrılık vukuundan en29 Bak: Mes'udi, Müruc az-Zeheb, II. 23.
15
diş e ederseniz erkek taraf ından bir, kad ın tarafından bir hakem gönderin. İki taraf bar ışmak isterlerse Tanr ı onları uyuşmağa muvaffak eder. Tanrı her şeyi hakkıyla bilicidir ve her maksattan haberlidir 30" buyuruyor. Kar ı koca arasında hakem olur da bütün Ümmet-i Muhammed arasında olmaz mi? Hariciler—Bu misâlde Allah bizzat kendisi hüküm hakk ını kullarına terk etmi ş , binaenaleyh bu mesele öteki ile mukayese edilemez. Herhangi bir meseleyi kendisi hüküm ve imza etmi şse onda kullar ın hüküm hakları yoktur. Mesela zina edene yüz de ğnek, hırsıza elinin kesilmesi ile hükm etmi ş iken kulların bu hususta hüküm ve nazar hakkı kalmamıştır. İ bn-i Abbas—Cenab- ı Hak "(bo ş anan) kad ınlar iddetlerinin sonuna varınca onları güzelce tutun, veya onlardan güzelce ayr ılm. İ çinizden iki- adil kimseyi ş ahid tutun. Ş ahadeti Allah için eda edin. Bununla Allah'a ve âhiret gününe iman edenlere ö ğüt verilir. Allah'a kar şı vazifesine dikkat edene, Allah da onu (s ıkıntıdan çıkaracak) bir yol gösterir" buyurmuyor mum ? Havaric—Sen müslüman kan ı hakkında verilecek hükmü karıkoca aras ındaki hüküm gibi mi say ıyorsun? Halbuki İbn-i Abbas burada bir (kıyas-ı ula) kullanmıştır; ş öyle ki: Madem ki bir kar ı-koca aras ındaki geçimsizliği gidermek için hakem tayini emr ediliyor, binlerce ve on binlerce kar ı-kocadan mürekkep olan İ slam cemaat ının birbirlerine olan muhalefetlerini gidermek için hakem niçin tayin edilmesin. Hâriciler sözlerine devam ediyorlar—Söyle bakal ım, sence dün bizimle savaş an Amr b.el-As adil midir? E ğer o adil idiyse biz de ğildik. Allah'ın emrinde bir ferdi hakem tayin ettiniz, halbuki Muaviye ve askerleri hakk ında Allahla Tealâ hükümünü vermi ştir. Ya katl olunacaklar yahut dönecekler. Halbuki siz onlarla aran ızda bir anla şma yazdınız ve bir mütareke akdettiniz. Tanr ı ise İslam ile ehl-i harb aras ında Berae Süresi nazil olal ıdan beri musalahayı kesmiştir, me ğer ki cizye kabul etmiş olsunlar. Hz. Ali, Ziyad b.Nadr' ı, haricilerin reislerinin kim oldu ğunu tahkike gönderdi. Ziyad onların en çok Yezid b.Kays' ın etrafında toplandıkları haberini getirdi. Hz. Ali bu zat ın çadırlarma gelip abdest aldı, iki rek'at namaz k ıldı ve kendisini Rey ve İsfahan üzerine emir nasb ettik3° Kur'an-ı Kerim, Nisa Süresi 35. ayet.
Bak. Kur'an-1 Kerim, Talâk Sûresi 2. ayet.
16
ten sonra haricilerin aras ına geldi. Ibn-i Abbas'a, ben seni bunlarla münakaşadan men etmedim mi? dedi ve Haricilere hitâben: "öyle bir noktada bulunuyoruz ki, burada felâh bulan ın âhirette de felâha erece ği şüphesizdir; tersine bu noktada sözünü hakka isabet ettiremiyen ise âhirette daha ziyade kör ve yolunu şaşırmış olur." Hz. Ali bundan sonra yüzünü onlar ın dini lideri İ bn-i Kevva'a çevirerek aralarında şu konuşma geçti: Ali-7-Bize kar şı hurticunuzun sebebi nedir? İ bn-i Kevva—Sıffin gününde hakeme raz ı olmamz. Ali--Allah a şkma söyleyin, ' onlar Kur'ân" ı mızrakları ucunda havaya kaldırdıkları vakit siz, Tanr ının kitabına uyalım dediğiniz zaman ben size, "onları ben sizden daha iyi bilirim. Onları n din ile münasebetleri yoktur... vesaire" demedim mi? Sonra ben mutlak olarak hakem tayin etmedim. Kur'ân- ı Kerim'in diriltmek, öldürdüğünü öldürmek şartiyle hakem tayin ettik. E ğer Ku.r'ân- ı Kerim hükmü üzerine hakemlik ederlerse muhalefete hakk ımız yoktur. Yok, Kur'ân hükmiyle hakemlik etmezlerse onlarla aram ızda bir ilişik kalmaz. Ibn-i Kuvva—I3ize haber ver, İ slâm kanı üzerinde insanın hakem tayin edilmesini kabul ediyormusun? Ali--Biz insanları hakem tayin etmedik, yaln ız ve yalmz Kur'ân- ı Kerimi hakem. yapt ık. Kur'ân- ı Kerim sahifelere yaz ılmıştır, kendi kendine konu şmaz onunla insanlar konu şur ve ondan insanlar hüküm çıkarır. Ibn-i Kevva—Niçin muayyen bir müddet tayin ettin? Ali—Bilmiyenler bilsin ve bilenler de bu i şi düşünüp hazırlansmlar diye ve belki bu musalaha esnas ında Allah bu ümmeti ıslah eder diye... Şimdi ş ehrinize ,giriniz (yani Küfe'ye dönün). İbn-i Kevva—Sulhname yaz ılırken niçin "Emir ül-Mü'minin" sıfatını sildin? Ali—Hz. Peygamber zaman ında Mekkelilerle Hudeybiye Bar ışı kaleme alınırken "Resulullah" kelimesini Hz. Muhammed sildi ği için sildim. İbn-i Kevva—Biz hakemi evvelce kabul etmekle büyük bir günah işledik ve bunun için teybe ettik. Sen de teybe ve isti ğfar et seninle dönelim. 17
Ali—Ben Allah-u tealaya her günahını için teybe ederim. Bunun üzerine Havaricin yar ısı kendisi ile birlikte Kûfe'ye geri döndü. İbn ül-Esir, hepsi geri döndü diyor32. Müberred'in el-Kamil'inde görüldüğü üzere bunlar Kftfe'ye geri döndükleri zaman Hz. Ali'nin, mal ve asker toplad ıktan sonra şamlılar üzerine yürüyece ğini yaymaya başladılar. Bunlar S ıffin'den döndükten sonra, Ali ile yukar ıda kaydedilen konuşmayı yapmadan Harura köyünde toplanm ış olduklarından kendilerine "Haruriyye" denir. E ş'as b.Kays, Hz. Ali'ye, Haricikrin "Ali tahkimden cayd ı haberini yayıyorlar" demesi üzerine Ali, Kûfe mescidinde bir hutbe okuyup bu haberin do ğru olmadığını söyleyince hariciler camiden ç ıkıp gittiler. Hz. Ali, bunların kendisine kar şı hareketlerinden dolay ı mukatele edilmeleri laz ım geldiğini söyliyen kimselere "onlar bana kar şı mukateleye başlamadıkça ben onlarla mukateleye ba şlamam, fakat yakında rnukatele de edeceklerdir" dedi, gene onlarla konu şmak ve onları yola getirmek üzere İbn-i Abbas'ı gönderdi. Hariciler Abdullah b.Abbas' ı görünce kendisine pek çok ikram ve ihtiramda bulundular. İbn-i Abbas onların çok namaz kılmadan dolayı ahnlarında yaralar açılmış olduğunu, üzerlerinde yıkanmış temiz elbiseler bulundu ğunu gördü, onlara birçok deliller ileri sürerek nasihatta bulundu Alinin yapt ığı işi müdafaa etti ve hakemler hakkında da onlar hak ve adalet dairesinde hareket etiniyecek olurlarsa dahi Ali'nin, hilafet makam ına herkesten daha lay ık olduğunu söyledi. İbn-i Abbas, haricilefin, Muaviye'nin de ayn ı iddiada bulunduğunu söylemelerine kar şı "öyle ise hangisini daha münasip görürseniz ona biat edin" deyince iki bin kadarı İbn-i Abbas'ın nasihatını kabul etti. Geri kalanlar kendilerini Ali'den beri ilan ederek ona karşı Ezd kabilesinden Abdullah b. Vehb er-Wasibryi halife yapt ılar ve ona H.10 şevval 37 (M.21 mart 658) de biat ettiler. Bunlardan sonra birer birer Kûfe'den ç ıkarak Dicle Nehri'nin öteki k ıyısındaki Nehrevan adlı yerde topland ılar33 . Basralılardan kendi fikirlerinden olanlar ı da oraya ça ğırdılar. Bunlar 'Lemim kabilesinde Mis'ar b.Fedeki idaresinde beşyüz kişilik bir kuvvet halinde burada Kûfelilerle birle ştiler. " Bak: İbn al-Esir, al-Ktunil, III, 166. " Nehrevan, Medayin'e ba ğlı Cuha bölgesindeki me şhur kanalın ve aynı zamanda bunun kıyısında bunun ve daha do ğru olarak Nehrevan Köprüsü denilen bir mevki ad ıdır. Bak: Ta. beri, II, 900; Dineveri, 217 ve J. Wellhausen, Arap Devleti ve Suld ıtu, F. Isıltan ter. sahife 40.
1 8'
Hakemlerin Kararı Hakemler, Dümet ül-Cendel'deki Ezruh'ta birle ştikler. Abdullah b.omer, Abdurrahman b.Ebi Bekr, Abdullah b.Zübeyr, Abdurrahman b.Haris b.Hiş am, Abdurrahman b.Abd-i Yağus, Ebü. Cehm ve Misıgire b.şübe dahi buraya geldiler. Bir rivayete göre Sa'd b.Ebi Vakkas da burada idi ki bunlarııı hepsi Ali ile Muaviye aras ındaki mücadelede i'tizal ile savaşlara katılm,amışlardı. Mügire b. şübe, iki hakerrıle ayrı ayrı görüşüp birbideriyle bir noktada birle şemiyeceklerini evvelden anlamıştı. Esasında bu iki hakemin seçilmesi sebebi, müslümanlar aras ında kan dökülmesine sebep olan sava ş halinin kaldırılması, ortaya çıkmış olan meselelere Kur'an-ı Kerim'deki hükümlerin tatbiki idi. Hz. Alinin halifelik makanuna lay ık olup olmadığı asla bahis konusu değildi, çünkü tıpkı Hz. Ebü Bekr ve Hz. Osman' ın seçimlerinde oldu ğu gibi Medine'de muhacirin ve ensar taraf ından seçilip kendisine biat Onların hakeme müracaat etmeleri Hz. Ali aleyhine de ğil belki Muaviye aleyhine idi; çünkü Hariciler diyorlard ı ki Muaviye taraftarlar ı ya tamamiyle katl olunmalı veya hareketlerinden geri dönmelidirler. Hz. Aliye yalnız, insanları hakem göstermek suretiyle Allah' ın hüknıiine bir set çekti ği için itiraz ediyorlard ı. Onlara göre Ali bundan dolayı teybe etseydi Hariciler yine kendisi ile Ş am halkına karşı savaşa hazır idiler, fakat teybe etmedi ğinden dolayı hilafet makamına gayr-ı layık sayılıyordu. Muaviye'nin hilâfete liyakat ım ise akıllarmdan bile geçirmiyorlardı. MuaN-iye halifelik için hareket etti ğinden Hariciler tahkimleriyle onun hilâfetini dahi red edebilirlerdi. Yoksa Goldziher'in "Ali'nin fırkası arasında bir takım mutaassıp kimseler vardı ki bunlar Peygamber'in metrükat ımn evlad ve ahfadma irsen intikalini onun Peygamberlik ş amna nakisa getirece ğinden hiçbir sürede tecviz etmiyorlar ve hakl ı tarafın her halde galip gelece ğine tanı kanaatları olduğundan hak ve batılı ayırmak için savaşa devam edilmesi muvafık olduğunu iddia ediyorlardı" diye zannettiği gibi mahkemenin ortaya çıkış sebebi, Peygambor'in metrilkat ı veya doğrudan do ğruya hilâfetin kinıe ait olacağı değildi. Asıl sebep, Muaviye'nin, me şru halife olan Ali'nin emirlerine karşı gelmesi, ona itaat etmiyerek Şam çekilmemesi idi ki böylece Muaviye \ad say ılıyor ve asiye karşı da sava şmak lazım gdiyordu. Ezruh'ta toplanmış olan hakemlerden Amr b.el-As bir takım girişlerle Ebfı Musa'yı şaşırtarak halife bulunan Ali'ye kar şılık bazı kimse19
lerin bu maxama intihap olunmas ını zikr ile Ali'nin mevkiini kurcalad ı ve sarst ı, nihayet Ebâ Musa farkına varmadan ona, aradaki anla şmazlığın ortadan kald ırılması için Ali'nin ve Muaviye'nin hal'iyle hilafet işinin ş ûraya havale olunarak ehl-i islam ın dilediklerini tayin etmeleri gerektiği fikrini benimsetti. Kararın bildirilmesi günü evvela Ebû Musa kürsüye ç ıkıp ehl-i islamın yeniden halife seçmeleri için Ali'yi hal etti ğini bildirdi. Sonra konuş an Amr b.el-As, Ali'nin hake ıninin kendisini hal etti ğini duydunuz ben de boş kalan hilafet makamına Muaviye'yi tayin ettim, dedi. Hz. Ali, Ebû Musa'ya hakem olarak gönderece ği zaman Havaricden Zur'a b.el-Burc ve Harkos b.Züheyr es-Sa'di gelip Ali'nin huzurunda "la hükme illa l'illah" demi şler Ali de bu cümleyi tekrar ile tasdik etmişti. Harkos Hz. Aliye "hatâna teybe et, hakemden vazgeç bizi alip düşmanın karşısına çık Tanrımıza kavu şuncaya kadar onlarla çarp ış alım" demişti. Ali, "ben de böyle istiyordum fakat sizi asi olmu ştunuz, ş'acıdi ise bir anla şma yazm ış ve iki taraftan bir tak ım ş artlar ve sözverme kabul etmi ş bulunuyoruz. Buna uymaya mecburuz" dedi. Harkos'un, bu kabul edilen hareket tarz ının tevbeyi milcip bir günâh olduğunu söylemesine kar şı Ali, günah olmayıp bir acizlik ve zaaf eseri olduğunu ifade etmi şti. Zur'a söze ba şlayıp "ya Ali eğer insanı hakem kabul etmekten vazgeçmezsen Allah tarafını tutup seninle çarp ışaca ğım" dedi. Ali'nin yanında ç ıkıp gittiler. Hz. Ali her hutbe okurken d ışarıdan "la hükme illa li'llah" (hüküm yalnız Allah'ındır), sesleri yükselir bunlara Hz. Ali şu cevab ı verirdi. "siz bizden ayr ılmadıkça sizi mescidlerde Allah' ın adını aramadan men etmeyiz ve ganaimdan mahrum b ırakmayız ve siz bize kılınç çekmedikçe sizinle sava ş yapmayız." Hz. Ali'nin bu sözleri üzerine Hariciler birbirleriyle bulu şup Abdullah b.Vehb er-Rasibrnin evinde topland ılar. Fikir, anlay ış , güzel söz söyleme ve cesarete sahip olan bu zat onlara, dindarhk, emr-i bilma'ruf ve nehy-i anilmünkere dair bir hutbe söyledikten sonra onlar, "bizi bu, halkı zalim olan şehirden da ğlara veya ahalisi bu bid'atlari münker olan şehirlere çıkarınız" dediler. Harkos da "bu dünya ile al ış veriş önemli değildir, ayrılık ise daima zararlı ve aldatıcıdır. Dünyanın zineti sizi oturup dinlenme ğe davet etmesin ve do ğruyu istemekten ve zulme kar şı ayaklanmadan ala komas ın. Tanrı müttekilerle beraberdir" dedi. Hamza b.Sinan el-Esedi ise "ey topluluk! Ortaya att ığımz fikir tamamiyle doğrudur. İçinizden birini kendinize ba şkan seçin, 20
etrafında toplanmak için böyle bir şahsa ihtiyaç vardır" dedi. Başkanlığı ortada bulunanlardan birkaç ki şiye teklif ettiler kimse kabul etmedi. Abdullah b.Vehb er-Rasibrye teklif ettiklerinde "getirin... Vallahi bunu ne dünyaya ra ğbet saikasiyla kabul ediyorum ne de ölüm korkusundan bırakırı m" diye havâricin, kendisinin imameti için yapt ığı biatı kabul etti. Burada imâmet, hilâfet mânas ındadır. Yani o, Haricilerin halifesi oluyordu. Bu biat yukar ıda da kayd etti ğimiz gibi hicri 37 yıh 10 ş evvalinde (milâdi 21 mart 658) tarihinde yap ıldı . Abdullah b. Vehb er-Rasibi, kendisine biat edildikten sonra şu hutbeyi okudu: "Yüce Tanr ı, mâruf ile emr ve münkerden nehy etmek ve doğru söylemek ve yolunda savaşmak üzere bizden and ve misak almıştı r. Allah yolundan ayrılıp yolunu şaşıranlar için şiddetli aznb vardır. Bizim dindaşlarımızın keyflerine uyarak Kur'ân- ı Kerim hükmünü attıklarına, doğrudan ve adâletten ayr ıldıklarına ş ahadet ederim. Onlar ile cihad etmek hak ve sevapt ır. Ulu Tannya kasem ederim ki bir tek yard ımcı bile bulmasam onlar ile Rabbime kavu şuncaya kadar tek başıma çarp ışırım." Hariciler'in içinden birisi bu hutbenin tesiriyle a ğlıyarak ayaklanmanın lüzumu hakkında Abdullah b Vehb'i teyid ile bu hususta birçok dokunaklı sözler söyledi. Evvela topluca Medain şehrine gidilmesi teklif edildi ise de bu teklif kabul edilmedi, nihayet gizlice Nehrevan Köprüsü'ne gidilme ğe karar verildi, oraya gittiler.
Nehrevan Vak'ası Hariciler'in ilk halifesi Abdullah b.Vehb er-Rasibi, yamndaki haricilerin verdikleri bu karar ı Basrada bulunan haricilere tebli ğ için onlara şöyle bir mektup yazd ı : "Besmeleden sonra: Abdullah b. Vehb er-Rasibi, Zeyd b.Husayn, Harkos b.Züheyr ve Şureyh b.Ebi Evda'dan, Basra'da olup da kendisine bu mektubumuz vas ıl olan mü'min ve müslimlere selamun aleykum. Kitabiyle en çok amel edilen ve hak ve hakikati en çok iltizam eden ve rızasını celbde en çok ictihad. eyliyen kulun, kat ında en sevgili kul olduğu Allah'a hamd ederiz. Dinda şlarımız emr-i Ilâhide ricâli (insanlar ı) tahkim ettiler ve Allah' ın Kitabında inzal buyurmuş olduğu vechin ve sünnet-i Nebeviyenin gayriyle hükm ettiler ve bundan dolay ı kâfir olup doğru yoldan saptılar. Biz onları temamiyle bıraktık. Tanrı hainleri sevmez. Malum ola ki, biz Cisr-i Nehrevan (Nehrevan Köprüsü) 21
da toplandık. Sizde bizim yan ımıza gelin, gelin ki ecr ve sevaptan nasibinizi alasınız ve mâruf ile emr ve rnünkerden nehy edesiniz 34 ." Bu mektubun kendilerine ula şması üzerine Basra haricileri de birer ikişer Cisr-i Nehrevan'a gitme ğe başladılar. Zeyd b.Husayn, alt ında bir katır ve yede ğinde bir at oldu ğu halde şu âyeti okuyarak ç ıktı : "Medyen ke şişleri de Peygamberlerini yalanc ı saymışlardı . Musa da yalancı sayılmıştı . Bunun üzerine ben o tammazlara önce bir mühlet verdim sonra da onları çarpıverdim. Benim azâb ım nasıl olurmu ş görsünler 35 ." Bunlar Basra'dan cumartesi günü ç ıkmağa başlamış lardı . Basra haricilerinden bunlara kat ılanların sayısı beşyüz kadard ı . Bunların başında Mis'ar b.Fedeki et-Temimi bulunuyordu. 0 tarihte Basra'da Hz. Ali'nin valisi olarak bulunan Abdullah b. Abbas, bunların ardından Ebü'l-Esved ed-Düeli'yi gönderdi ise de takib olunmalarına ra ğmen Cisr-i Nehrevan'daki Kâfeli haricilere ula şmağa muvaffak oldular. Eskiden Ebâ Musa el-E ş 'ari, Basra valisi iken hakem vak'as ından sonra bunun Mekke'ye kaçmas ı üzerine Abdullah b. Abbas, Ali tarafından Basra valisi tayin edilmi şti. Kûfede bulunan Hz. Ali, bir hutbe okuyarak iki tarafta tayin edilen hakemlerin Kur'an- ı Kerim hükümünü arkalarına atarak ş artlara aykırı hareket ettiklerini, dolay ısiyle iki hakemin de vazifelerini yerine getiremediklerini söyliyerek âsi durumda olan Ş amhlarla sava şmağa hazırlannıalarmı tavsiye etti ği gibi Cisr-i Nehrevan'daki haricilere de ş öyle mektup yazdı "Besmeleden sonra... Emir ül-Mü'minin Ali b.Ebi Talib'ten Zeyd ve Abdullah b. Vehb er-Rasibi ve yanlar ında bulunanlara selamun aleykum. Hakem olarak tayin etti ğimiz adamların ikisi de Allah' ın Kitabına muhalefet ile hiç bir me şru sebeb dayanmadan kendi keyfierine uydular. Ne sünnetle ne de Kur'ân- ı Kerim'le amel etmediklerinden onlar ın verdikleri hükümden teberri ettik. Biz onlar ın verdikleri karar ı hükümsüz sayıp eski halimiz üzreyiz. Bize do ğru gelin, düşmanlar ımıza ve düşmanlarmıza kar şı birlikte hareket edelim ta ki Allah onlarla bizim aramızda ilâhî hükmünü icra etsin 36 ." Haricilerin cevab ı : "Sen yüce Tanrı için de ğil kendi nefsin için gazaba geldin Tahkim-i ricâlden dolay ı kâfir oldu ğunu itiraf eder ve " Bak: Dineveri, al-Ahbar at.T ıval, s. 218. " Bak: Kur'an- ı Kerim, XII, 44 (Hac Sûresi 44 âyet). " Bak: Ibn al-Esir, al-Kamil, III, sahile 172. (M ısır tab'ı).
22
bundan dolayı teybe edersen dü şünürüz. Yoksa seni tamamiyle terk ederiz. Allah hainleri sevmez" şeklinde idi. Hz. Ali bu cevap üzerine haricilerden ümidini keserek yan ında mevcut kimseler ş amhlar üzerine harekete karar verdi ve Kûfelileri ş amhlarla cihada te şvik eder mahiyette bir hutbe okudu ğu gibi Basra halkına da haber gönderdi37. Bu s ırada vali bulunan Abdullah b.Abbas, Hz. Ali tarafından gönderilen haberi şehir halkına bildirdi. Basra şehrinde sava ş edebilecek altm ış bir kişi olduğu halde ancak 1500 kişi bu dâvete kat ıldı . Nihayet bunların sayısı 3200 kadar olmu ş ve Kûfe'den de 65.000 kişi çıkmış bunlar Nuhayle denen yerde toplanm ışlardı .
Abdullah b.Habbab b.el-Erette'nin Şehid Edilmesi Basra haricileri Nehrevan Köprüsünde toplanm ış olan Kilfe lerine katılmak üzere Basradan ç ıkıp Nehrevana yakla ştıkları vakit içlerinden birinin, e şe ğe binmiş bir kadim (ki bu kad ın Abdullah b. Habbab b.Erette'nin do ğumu yaklaşmış bil: derecede gebe bulunan karısı veya cariyesi idi) yedeyen bir toplulu ğa rasladılar. Abdullah b.Habbab'ın boynunda bir Kur'ân as ılı idi. Kendisini çağırdılar, şiddetli muamelelerle korkuttuktan sonra aralar ında şu konuşma cereyan etti: Hariciler—Sen kimsin? Abdullah—Hz. Peygamber'in sahabelerinden Habbab b.el-Eret' in o ğlu Abdullah'ım (kendisi, Hz. Ali'nin Medain valisi idi). Hariciler—Seni korkuttuk. Abdullah—Evet. Hariciler--Korkma emin ol, bize babandan duydu ğun bir hadis söyle. Abdullah—Babam, Resulullah' ın "yakında bir fitne kopacakt ır ki o fitnede insanın bedeni öldü ğü gibi kalbi de ölecektir. Insan o fitneye mü'min'olarak girecek, sabaha kâfir olarak ç ıkacak. Tersine, kâfir olarak girecek mü' ınin olarak ç ıkacak" buyurdu ğunu duyduğunu bana söylemişti." Hariciler—Biz de bunun için sana sorduk. Peki Ebil Bekr ve Ömer haklarında ne dersin? Abdullah—Hayır ye sena. " Bak: ibn ül-Esir, el-Kâmil, III, 172. (M ısır tab'ı).
23
Hariciler—Hz. Osman' ın hilâfetinin evveli ve âhiri hakk ında ne dersin? Abdullah—Evvelinde de âhirinde de hakl ı idi. Hariciler—Ali b.Ebi Talib hakk ında, tahkimden evvel ve sonraki fikrin nedir? Abdullah—O, Allah' ı sizden daha iyi bilir ve dinindeki ittikas ı sizden ziyadedir, görü şü de sizden daha aç ıktır. Hariciler—Sen havaya uyuyor ve ki şileri işleri ile de ğil, adları ile tanıyorsun. Tanrıya yemin ederiz ki seni görülmedik bir ş ekilde öldürece ğiz. Bundan sonra, gebe kar ısı ile Abdullah'ı alıp kollarını arkalarına bağladılar ve yolda bir hurmal ığa vardılar. Abdullah bunlara "ben ehl-i Islâm'ım, öldürülmemi gerektirecek bir harekette bulunmad ım. Ayrı ca size ilk rastlad ığımda bana emniyette oldu ğumu vaad ettiniz" dedi ise de, onlar "senin boynunda, as ılı olan kitab bize senin katlini emr ediyor" diyerek Islâmiyete büyük hizmetler etmi ş , birçok gazalarda bulunmu ş bu mübarek zat ı yere yat ırıp koyun keser gibi kestiler; kar ısının da hiçbir suçu yokken onun feryad ve yalvarmalarma bakmadan karn ını yararak şehid ettiler ve ayr ıca bu kafilede bulunan di ğer dört kad ını da kestiler 38 . Hariciler'in Mant ığı Dini ve Ser'i naslar ı ters ve yanlış anlıyan ve Hz. Ali gibi halife-i Müslimin ve emir ül-mü'minine karşı isyan eden ve günahs ız kadınları ve Abdullah b. Habbab' ı, masum olduğu halde şehid eden bu gözleri dönmüş adamlar tezadlar içinde idiler. Dini meselelerde bir adam ın mantığı, kafas ı ters işlemeğe ba şladı mı din adına böyle hezeyanlar irtikâb eder. Hele böyle hareketler cahil din liderleri, tarikat şeyhi taslakları tarafından idare edilme ğe kalkılırsa böyle adamlar ın etrafındakiler ve müridleri de Islamın esas ını ve ruhunu kavramazsa bir millet ve cemiyet için felaketler birbirini kovalar. Islam alemi bin y ıldan fazla bir müddet böyle soytarıların din namına uydurdukları hezeyanlardan kurtulmamış ve hala da kurtulamamaktad ır. Zamanımızdaki, Kur'ân' ı tefsir ediyorum diye ondan kendi hayat ı hakkında ahkam ç ıkaran ve kendilerinden olmıyanlara kâfir, dinsiz, z ındık damgasını basan sap ık fırkalar bu kabildendir. Islâmiyette bir tek tarikat vard ır o da (Tari38 Bak: Abdulkahir Ba ğdadl, el-Fark Beyn al-F ırak, sahife 57. A. Cevdet, Kısas-ı Enbiya, 1331 İstanbul, II, 116 vd.
24
kat-ı Muhammediye) dir. Yüzlerce senedir yaz ılmış tefsirler, hadisler ve ilm-i hâl kitapları, müslümanlara, onlar ı şaşırtmadan Islâmm ve imaııııı esaslarım öğretmiye kâfidir. Herkes Kur'an- ı Kerim'i kendi keyfine göre tefsir etme ğe kalkarsa müslümanlar aras ında ihtilâf çıkar ve halk birbirine dü şman olur. Hariciler ve Sia hareketleri de Kur'ân' ın keyfi tefsirinden ç ıkmıştır ve müslümanlar aras ına asırlarca süren dü şmanlık tohumları ekilmiştir. Abdullah b.Habbab'ı ve mastim kadınları vahşiyâne şehid eden bu haricilerin ters anlay ış ve düşüncelerinden birkaç ınisâl: Abdullah b. Habbab' ı ve masum kad ınları şehid ettilderi hurma ağaçları altında, bir harici, ağaçtan düşen bir hurmayı ağzına almış, bedelini vermedi ğini bu hurmayı nasıl yersin diye arkada şları tarafından öldürülmü ş . Gene bu sırada zımmilerden birinin bir domuzu orada dolaşmakta imiş, gene bir harici bir k ılınçla bu hayvam öldürmüş . Kendisine, yer yüzünde fesad icra ediyorsun diye öldürme ğe kalkmışlarsa da o harici domuz sahibini bulup razı ederek ölümden kurtuln ıuş. Burada şunu söyliyelim ki hariciler, z ımmilere yani gayri müslimlere çok iyi muamele etmişlerdir. Bu hususta bir ınisâl verelim. Meşhur Vasıl b.Ata, bir yolculukta haricilerden bir gürûhun geldiğiııi gördü. Yanında bulunan arkada şları korkmağa başladılar. Vâsıl arkadaşlarına "siz beni onlarla b ırakın bir çare bulur kurtuluruz" dedi. Arkadaşları, yaklaşan haricilerin korkusundan deh şete düşmüş bir durumda idiler ve ümitlerini Vâs ıl'ın bulacağı çareye ba ğlamış bakıyorlardı. Hariciler yanlarına geldiler ve şöyle bir konuşma başladı : Hariciler—Siz kimlersiniz? Vâsıl—Allah kelâmım dinlemek ve hudud-u ilâhiyi ö ğrenmek isteyen müşrilderiz. Hariciler—Dehaletinizi kabul ettik. Vâsıl—Bize talimde bulımun. Bunun üzerine hariciler, kendilednin ahkâm ını onlara tebliğ ettiler. Vâsıl da "ben ve arkada şlarım söylediklerinizi kabul ettik" dedi. Hariciler—Siz de bizimle yürüyün, siz de bizim arkada şlarımızsınız, dediler. Vâsıl—Buna hakkımz yoktur, çünkü Allah–u Tealâ kitab ında "eğer müşriklerden biri sana s ığınacak olursa, Allah' ın sözünü dinleyinceye kadar onu koru. Sonra da onu güvenilir bir yere gönder... Buyuruyor39. Siz bizi, emin olacağımız bir yere götürme ğe borçlusunuz. " Kur'an.' Kerim, IX, 6 (Teybe Saresi, 6. ayet).
25
Bu söz üzerine hariciler birbirine bak ındı ve buna mecbur olduklarına karar verdiler, kalk ıp Vasıl'ı ve yoldaşlarını gidecekleri yere götürdüler. Haricilerden bir gürûh bir gün yolda giderlerken bir müslüman' ve bir luristiyam yakalamış lar, nı üslümanı öldürüp, Zimmet-i Nebeviyyeyi muhafaza dü şüncesiyle hristiyana dokunmam ışlardı . Nehrevan Vak'as ının Devamı Hz. Ali, haricilerin irtikâb ettikleri cinayetlerin feci haberlerini almış ve tahkikat için Haris b. Mürret ül-Abdryi göndermi ş , hariciler bu zatı da ş ehid etmi ş olduklarından, evvela bunlar ın ş errini ortadan kaldırıp ve layık oldukları cezay ı verikten sonra Ş am üzerine yürümek gerektiğini anladı ve Cisr-i Nehrevan'da toplanm ış bulunan hariciler üzerine yürüdü. Hz. Ali bunlara bir fersah kadar yakla ştığı vakit "karde şlerimizin katillerini verin ölenlere mukabil k ısas olarak onları katledip sizi bırakayım ve Ş am üzerine gideyim. Belki Tanrı sizi ıslah eder" dedi. Hariciler "hepimiz onların katilleriyiz ve hepimiz sizin ve onlar ın kanlarım helal görüyoruz" diye cevap verdiler. Hz. Ali, bunlara kar şı gayet insafl ı davranıp kendilerine nasihat etmek üzere Kaya b.Sa'd b.Ubadeyi ve Ebii Eyyûb Halid el-Ensarryi gönderdi. Bu iki zat hariciler'e "ey Allah' ın kulları ! Halka taarruz ile onları katl ve bizim müşrik olduğumuza ş ahadet etmekle çok kötü bir iş irtikâb etmi ş bulımuyorsımuz" dediler. Haricilerden biri onlara "ba şımızdan gidin. Bizim için gerçek, güne ş gibi göründü. Biz, size tabi olup döneceklerden de ğiliz. Ömer b.Hattab gibi bir zat getirebiliyor musunuz"? dedi. Kays—Biz aram ızda Ali b.Ebi Talib'ten ba şkasını bilmiyoruz. Siz aranızda biliyormusunuz? Harici—Hayır. Kays—Allah aşkına kendinizi helâk etmeyin. Görüyorum ki fitne kalbinize girmi ş . Ebu Eyyûb Halid el-Ensari Kays' ın söylediği sözlere benzer bir ifade ile kendilerine nasihat etti. Hariciler—Ey Eba Eyyûb! Bugün size biat edecek olsak yar ın bir ba şkasını tahkim edeceksiniz. Dediler. 26
Ebü Eyyub—Allah a şkma genel bir fitne kopmasını çabuldaştırmayın gibi sözler söyledi. Haricilerin, kendilerine yap ılan bu kadar nasihat kâr etmeyip "başımızdan gidin, biz sizi temaroiyle terk ettik..." demeleriyle Kays ve Ebti Eyyub geri gelip du.rumu anlattılar. Sonra Hz. Ali bunlar ın karşısına geçip şunları söyledi: "Ey inad edip bizden ayr ılmış cemaat! Ve ey nefisleri kendilerini doğru yoldan çevirip iltibas ve hataya dü şmüş olan fırka! Içine dü şmüş olduğunuz dalâlette ileri gitmemeniz için ben size bunun kötü sonucunu hatırlatıyorum. Sakın elinizde Rabbımzdan bir beyyine ve bir burhamnız olmadan ölüp topra ğa gömülmüş olnuyasınız. Bilmiyormusunuz ki ben hakemeyne, Kitabullah ile ameli şart ko şmuştum. Dernedimi idim ki şamhların bu istekleri bir hileden ba şka bir şey de ğildir. Siz o zaman hakem deyip ba şka bir şeyi kulakları= duymadığından ben de mecburen Kur'ân- ı Kerim'in diriltti ğini diriltmek, öldürdü ğünü öldürmek şartlarını koş arak işi onlara bıraktım. Onlar ise Kitab ve Sünnet'e muhalefet ettiler ve keyflerine göre hareket ettiler biz de onlar ın hükümlerini terk ettik ve att ık. Şimdi biz evvelki hâl üzereyiz. Bunları pek alâ bildiğiniz halde bu baş kaldırmanızın sebebi nedir ? Niçin ayaklandınız" ? Hariciler'in cevab ı—Biz, hakemeyne raz ı olduğumuz zaman kâfir olduk ve bundan dolay ı Tanrıya teybe ettik. Sen de bizim gibi teybe edersen seninle beraberiz. Yoksa seni tamamiyle atar ız. Ali—Kendi kendime kâfir oldum mu diyece ğim ? Su halde ben yolumu şaşırmış ve do ğru yola çıkmanın da yolunu bulmamışı m. İçinizden biriııi seçin onunla konu şalım Eğer cevaptan âciz kahrsam size karşı itirafta bulunur ve Allah'a teybe ederim. Tersine sizin benimle konuşmak üzere seçece ğiniz kimse cevap veremezse, yar ın mahş er gününde huzuruna ç ıkacağımz Allah'tan korunun. Abdullah b.el-Kevva' ı seçen Haricilerle, Hz. Ali aras ında şu konuş ma cereyan etti: Ali—Buna razı mısınız ? Hariciler—Evet. Ali—Ya Rabbi! Sahid ol ve senin şahadetin kâfidir. Ey İbn ülKevva! Benim yan ımda savaşmanız ve benim halifeli ğime rızanız ve bana itaatınızdan sonra bana kar şı isyanınıza sebep nedir ? ben itaata lâyık değil idi isem beni daha Cemel Vak'as ı günü bırakmamz icab etmez mi idi? 27
İbn ül-Kevva--Orada tahkim yoktu ki... Ali—Yazık sana İ bn ül-Kevva. Ben mi Resulullah m ı daha çok hidâyete mazharız. İbn ül-Kevva— Şüphesiz Resulullah. Ali—Sen Tanrının, Necran hıristiyanlarına "de ki gelin, o ğullanmın, o ğullarımzı, kadınlarımızı, kadınlarının, nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım ... Sonra Allah'a yalvaral ım ve Allah'ın lâneti yalancıların üzerine olsun diyelim40" dediğini duymadın mı ? Tanrı, sadece onların (yani Necran h ıristiyanlannın) yalancı oldu ğunu bilmiyor mu idi? Bundan şüphesi mi vardı ? İbn ül-Kevva—Bu âyet onlar ın aleyhine huccet mahiyetindedir. Sen ise hakemeyne raz ı olduğun gün kendi aleyhine hareketle kendinde şüphe yaratt ın. Sen kendinden şüphe ettikten sonra bizim senden şüpheetmemize bir şey denebilir mi? Ali—Tanrı : "De ki e ğer sizler do ğru sözlü kimseler iseniz Allah katından, bu ikisinden doğru yolu gösteren bir kitap getirin de ben de ona uyayım41 " buyurmuyor mu? İbn ül-Kevva—Bu da dolay ısı ile onların aleyhindedir. Ali, birçok deliller daha getirdi... İbn ül-Kevva—Söyledigin sözlerin hepsinde do ğrusun. Şu var ki hakemeyni kabul etti ğin vakit kâfir oldun. Ali—Ben iki hakemi yani hakemeyni de ğil, yalnız Ebü Musa'yı, o da sizlerin zoru ile hakem tayin etim. Muaviye de Amr' ı hakem tayin etti. İbn ül-Kevva—Eba Musa kâfir idi. Ali—Ne zaman kâfir oldu ? Gönderildi ği vakit mi? Hüküm verdiği vakit mi? İbn ül-Kevva—Hüküm verdi ği vakit. Ali—Şu halde sen de tasdik ediyorsun ki ben onu hüküm verme yerine müslim olarak yolladım. Senin fikrince ben gönderdikten sonra kâfir olmuş ... Resül-ü Ekrem e ğer bir müslümanı kâfirlere, hak dine davet için göndermi ş olsaydı o adam da onlar ı hak din yerine ba şka bir şeye davet etseydi bundan Resulullah mes'ul olur muydu ? 4
28
° Kur'an- ı Kerim, III, 61 (Abi İmran Sûresi 61. âyet). Kur'an•1 Kerim, XXVIII, 49 (Kasas Süresi 49. âyet).
!bn ül-Kevva—Hay ır olmazdı . Ali—Su halde Ebû Musa dalâlete dü şmüş se bana ne ? Ebti Musa'nın dalâletinden dolay ı kılıçlannızı omuzlar ınıza as ıp halkın yollarını kesmek size helâl olurmu? Havâriç ileri gelenleri bu sözü duyunca cevaptan âciz kal ıp "döngel, onunla konu şmayı bırak" diye Ibn ül-Kevva'y ı yanlarına ça ğırdılar ve inad ve ısrarlarına devam ettiler. Bunun üzerine Hz. Ali, havâric ile sava ş a hazırlandıydı ve Ebû. Eyyub el-Ensârrye bir bayrak verdi. Ebû Eyyub da bu bayrak alt ına geleceklerin emin oldu ğunu bildirdi, daha sonra Ki‘fe'ye ve Medain'e gidip oralarda da ayn ı ş eyi söyledi. Hariciler ilefi gelenlerinden Nevfel b.Fervet ül-E şcai "Ali'ye kar şı nasıl savaş abilirim, onunla savaş mak için elimizde delil yok. Ey ahali dönünüz... Onunla sava şa hakkımız olduğunu anlayalımda öyle karşısına ç ıkalım" diyerek be şyüz kişi ile havâricten ayrıldı . Bir kısmı Kilfe'ye, yüz kadarı da Hz. Ali'ye sığındı . Dörtbin kadar olan havâricden, ba şkanları Abdullah b. Vehb er-Rasibi'nin yanında ancak bin sekizyüz kişi .kaldı . Hz. Ali, askerlerine, haricilerden önce sava ş a başlamamalannı tavsiye etti ğinden havâricin sald ırması bekleniyordu. Çok geçmeden hakikaten hariciler hüeûma geçtiler, kanh bir savaş başladı, fakat çarp ışma sonunda onları n içlerinden ancak 9-10 kişi kurtuldu gerisi, bir fasit ve cahilâne anlay ış yüzünden hayatla= kaybetti. Hz. Ali ölüler aras ında dolaşırken "bedbahtlar! Sizi aldatan yanlış yola sürükliyenler bak sizi ne ziyanlara soktu" dedi. Onlar ı kimin aldattığı soruldu ğunda Ali "şeytanlar ve kendi nefisleri" cevab ını verdi ve ölenlerin silâh ve hayvanlar ını kendi askerlerine taksim edip köle ve cariyelerini serbest b ıraktı42. Nehrevan sava şı, H. 38 yılı 9 saferinde (M.17 temmuz 658) günü vuku buldu. Hz. Ali bu Nehrevan olay ından sonra, ş amhlar üzerine yürümek üzere Kilfe'ye yollan& ve Nuhayle'de ordugâh kurup yan ındakilere, şehre girip çoluk çocuklar ını ziyaretten sonra geri gelmelerini tenbih etti, fakat şehre girenler bir daha geri gelmediler böylece yan ında bir kaç kişi kaldı . Hz. Ali şehre girip dokunakl ı sözler ve hutbeler söyledi ise de fayda vermedi. Bir müddet sonra da Ebe ı Eyyub'un sanca ğı altına gelmiş fakat di ğer haricilerle sava şmarm ş olan hariciler bu defa nâdim olup Ali aleyhine döndüler. Ali bunlara Abdullah b. Abbas' ı gönderdi. Haricilerle İbn-i Abbas aras ında şu münazara cereyan etti: " Bak al:-Ahbar at-T ıval, 244; el-Fark, 60; Ibn al-Esir, III, 175.
29
Haficiler—Ali hakl ı iken mecbur olup hakemeyne raz ı oldu ise zafer kazand ığı zaman (Cemel Vak'as ı'nda) ne diye kendisi ile çarp ışanlardan sağ kalanları esir almadı ? İbn-i Abbas—Hakem tayini hususunda icab eden cevab ı aldınız. Cemel Vak'ası'nda sava şı kazandığı halde sağ kalanları esir almayışma gelince; anneniz Hz. Ay şeyi esir alırmlydımz ? Bunun üzerine Havarie, parmaklarını kulaklarına tıkayıp "sus devam etme... Delil getirmekte kuvvetli olan dilini tut ey İ bn-i Abbas" dediler. Bundan sonra Hz. Ali bu sapkın gürilhun üzerine hücilm ederek hepsi kılınçtan geçti ancak beş kişi kurtuldu. Diğer Baz ı Hariei Hareketleri Beni Naciye'den olan Hırrit b.Ra şit adında biri Hz. Ali ile Basra'dan birlikte çıkmış ve onunla Cemel, Sıffin ve Nehrevan vak'alar ında bulunmuş ve huruclar ı anma kadar kendisiyle birlikte K 'ûfe'de kalm ış olanlardan 800 kişi ile Ali'ye gelip "senin emrine itaat etmiyece ğiz, senin ardında namaz kılmıyacağız ve yarın senden ayrılacağız" dedi. Ali bunun sebebini sordu ğunda "çünkü senin razı olduğun hakemin seni halifelikten hal'etti. Bu sebeple sana muhalifiz, Muaviye taraftarlar ına da muhalifiz" dedi. Hz Ali'nin nasihatlarına kulak asmıyarak o gece arkadaşları ile birlikte Kiifeden ç ıktı . Hz. Ali bunların hareketlerini takip ettirdi. Bunlar da önceki sapk ın Hariciler gibi, yeni İslam olmuş bir köylüyü öldürdüler. Bu adam ın içlerinde bulunan katil istendi ğinde vermediler, bunun üzerine kendileriyle sava şa başlandı ve karanlık basıncaya kadar devam etti, geceleyin Ehvaza çekildiler. Vergilerden kurtulmak istiyen Ehvaz medisileri ve h ırsızlarla aynı fikirde ve itikadda olan bir kısım araplar Hırrit b. Ra şid etrafında toplanıp Fars valisini sürüp attılar. Bunlar üzerine ikinci defa gelen kuvvetle Ramhürmüz dağlarında yapılan sava şta yenilip perişan olmuşsa da sonradan ba şka yardımcılar bulup onları tahrike muvaffak oldu. Ali bunun üzerine gene kuvvet yolladı. O, kendisi ile birlikte bulunan Havaric'e "ben sizin fikrinizdeyim Alinin tahkim etmesini do ğru bulmuyorum", kendi fikrinde olanlara "Ali hakem tayin etti, kendi hakemi kendisini hal, etti" dernekle birlikte gizlice (Osmaniye Şia'-i Osman) fırkasından olanlara da "ben sizin fikrinizi do ğru buluyorum. Osman mazlum olarak öldürüldü" dedi. SIMI' savaşının vuku bulduğu yılın zekatım vermemiş olan kendi kabiledaşlarına da "sadakalar ınızı ellerinizde sıkı tutun..." diyerek onların hareketlerini de tasvib etti. H ırrit b.Ra şit o arada yeni İslam olmu ş halkı da etrafında toplad ı. Hz. Ali'nin yolladığı ordu onun30
la savaştı ve kendisini mağlup ve katl etti. Bundan ba şka o ha-valide birbirinden ayn 5-6 Havâric grubu ayr ı başkanlar idaresinde toplan ıp Hz. Ali ordulanyla sava ştılarsa da hepsi m.ağitib oldu. Hz. Ali'nin Bir Harici Tarafından Şehid Edilmesi Hicri 39. yılda (milâdi 660) haficilerden bir grup hac etmek maksadiyle Mekke'ye gelmişlerdi. Emir—i hac meselesinde Ali'nin ve Muaviye'nin memurları arasında ihtilâf çıktığından hacılar şebib b.Osman'ı Ernir-i hac tayin edip haclann ı ifâ ettiler. Hac mevsiminden sonra Mekke'de kalm ış olan Haficiler, Hz. Ali'yi ve Muaviye'yi kasdederek "cahiliye devrinde bile muhterem olan, islamiyette Ş am daha yükselen Beyt-i Muazzam (Kâbe)' ın hürmetini bunlar bozuyorlar. Nefislerini adayanlardan baz ıları bu iki adamı ortadan kaldırırsa yer y üzünden fesad kalkaca ğı gibi Kâbe'ye hürmet de yükselmiş olur, halk rahat yüzü görür ve ehl-i İslâm da kendilerine, bunlardan başka birini halife intihab ederler" dediler. Aslen M ısır ahalisinden olan Abdurrahman b.Müleem. el-Muradi "ben Ali'nin hakk ından gelirim" dedi. Orada bulunan Burek b.Abdullah et-Temimi de Muaviyeyi katl edece ğini söyledi. Gene o konu.şmada bulunan Amr b.Bekr et-Temimi, Amr b.el-As'ın da bunlardan aşağı olmadığım ve bunu da kendisi katl edece ğini ifade etti. Üç ki şi aralarında bu kararı verdikten sonra Receb ayında unıre yaparak üzerlerine ald ıkları cinayetleri o yıhn raınazan ayınııı 17. günü işlemek üzere kararla ştırdılar, kılınçlarım zehirleyerek her biri gidecekleri tarafa hareket ettiler. Abdurrahman b.Müclem, Ktife şehfine geldi. Kinde kabilesinden bazı kimselerle görüştü. Maksadım gizli tutuyordu. Bir gün, Hz. Ali ordusu tarafından Nehrevan'da kendilerinden on ki şinin katl edilmiş olduğu Teym er-Rebab kabilesinden baz ı kimselerle konuşurken aym kabileden o sava şta babası ve kardeşi katl edilmiş bulunan Katam adında gayet güzel bir kad ın yanlarına geldi. ibn-i Mülcem bu kadına aşık olup ne yapaca ğını şaşırdı ve ne yapıp yapıp bununla evlenmek fikrine düştü. Kadın, babasımn ve kardeşinin öcü ahnınadıkça kendisi ile evlenemiyeceğini söyledi. Abdurrahman' ın evlenme-hususunda ısrarı üzerine kadın 3000 dirhem, bir köle, bir cariye ve Hz. Alinin öldürülmesi ııi evlenme ş artları olarak ileri sürüldü. İbn-i Mülcem, ilk üç şeyi istemeğe hakkı varsa da sonuncuyu istemekle kendisiyle evlenmek istemedi ği mânası çıktığını söyledi. Çünkü Hz. Ali'yi öldürme ğe teşebbüs edecek kimsenin sa ğ kalması imkânsızdır. Katam ona şu cevabı verdi: "Meşgul 31
bulunduğu bir zamanı kolla. Eğer muvaffak olursan karı koca olarak birlikte yaşam. Öldüremeyip de kendin öldürülürsen Tanr ı katında elde edece ğin nimetler dünya nimetlerinden çok daha hay ırlıdır". Bunun üzerine İbn-i Mülcem "Zaten ben s ırf onu öldürmek maksadıyla buraya geldim" diyerek saklad ığı sırrı açıkladı . Öcünü alacak birisiyle karşılaştığını anlıyan Katam ona yard ım edecek bir kimse de .buldu. Her ikisinin münasip yerlerine, kılınç kesmesin diye ipek dö ş edi, sabah namazı vaktinde Küfe'nin büyük camiine gittiler. İbn-i Mülcem sabah namazı kıldıran Hz. Ali'yi birkaç hançer darbesi ile a ğır bir şekilde yaraladı ve Hz. Ali bu yaralar ın tesiriyle bir iki gün sonra,vefat etti. Hicri 40. yıhn ramazan ay ının 17. günü (milâdi 24 ocak 661) 43 . Hz. Ali'nin şehid edilmesinden sonra Kûfeliler, onun büyük o ğlu Hasan'a biat ettiler yani halife tan ıdılar. Hz. Hasan, hilafeti kendisine terk etmesi için teklifler yapan Muaviye ile anla şıp hilafetten çekildi. Ehl-i Nuhayle Hz. Hasan hilafeti Muaviye'ye terk ettikten sonra Nehrevan Vak'asında Ali'ye karşı savaşa iştirak hususunda vicdani kanaati olmad ığından haricilerden ayr ılmış bulunan Ferve b.Nevfel, Muaviye'nin hilafet makam ına geçmesiyle mücadele zamanının geldiğini görerek harekete geçip, taraftarlar ıyla Kiıfe'ye girdi. Hz. Hasan henüz Kfıfeden çıkmamış, Muaviye de ordusuyla gelip Nuhayle'ye konmu ştu. Ehl-i Nuhayle Muaviye'ye taarruz ettiler. Muaviye, Şam askerlerinin bunlar kar şısında mağlub olduklarını görünce bizzat Kûfe ahalisine bunlar ı defettirmeğe muvaffak oldu. Ehl-i Nuhayle Müstevrid'e biat etmi şlerdi. Bu sırada Muaviye, Mugire Kil& valisi tayin etti. Mugire, yorgun olan halkı kendi hallerine terk etmi ş olduğundan bu sükûnet devresinden istifade eden Nehrevan Uluç art ıkları Müstevrid'e biat ettikten sonra yeni bir mücadeleye haz ırlanmaktalarken bunlardan Hayyan b.Zıbyan ve diğer birkaç ki şi yakalamp hapse at ılmıştı. Bu sırada Mugire'nin ölümü üzerine hapiste bulunan bütün Haneler d ış arı çıkmış ve Hay yan' ın etrafında toplanmışlardı. Evvela Hayyan, bunları savaşa ve ayaklanmaya te şvik eden bir hutbe okudu. Bundan sonra Muaz b.Cuveyn: "Ey ehl-i islam! Vallahi " Bak. J.Wellhausen, Arap Devleti ve Suldıtu, Prof. Dr. Fikret bakan tercümesi, 1964, Ankara, sahife, 49. Iskim Ansiklopedisi, Ali b.Ebi Talib Maddesi. A.Cevdet, Kısas-1 anbiya, 1331, İstanbul, II, 132. Baz ı kaynaklar, İbn-i Müleem'in Hz. Ali'yi Cami'e gitmek üzere evinden çıktığı sırada yaralad ığını yazmaktadırlar ki bu rivayet gerçe ğe daha yakın görüyor.
32
biz bilsek ki zalimlere kar şı savaş mamakta ve zulüm ve eziyet aleyhine ayaklanmamakta Tanr ı katında mazuruz, elbette ayaklanmamay ı ve isyan etmeme ği daha kolay bulurduk, fakat biliyoruz ki mazur de ğiliz. Tanrı bize kalbi ve kulakları, zulmü def etmek ve zalimlerle sava şmak için vermiştir" diyerek Hayyan'a hitaben "uzat elini biat edeyim" diye ilk defa kendisi, sonra di ğer orada bulunanlar biat ettiler. Bu s ırada Ktife'de, Muaviye'nin k ız kardeşi ilmmülhakem'in o ğlu Abdurahman vali idi. Hariciler, Muaz b.Cüveyn'in evinde toplanarak huruc ettiler. Bu sırada Hayyan şöyle diyordu: "Ey kavm! Allah sizi hay ır için ve hayır üzerine toplad ı . Yemin ederim ki ömrümde İ slâm olduğumdan beri bu günkü zalimlere ve haks ız imaml:ara kar şı çıkışımızda du.yduğum sevinci dünyada hiçbir şeyden duymadım Bu çıkıştan kavuşacağım şehidliği, yemin ederim ki dünyaya de ğişmem". Küfe valisi Abdurrahman bunlar üzerine asker göndererek Bamkydda sava ş a tutu şulup hepsi öldürüldü.
Basra Haricileri Hicri 45. (M.665-666) y ılda Ziyad b.Ebihi vali olarak Basraya geldi. Me şhur hutbesiyle burada âsilere ve şirretlere kar şı şiddetle hareket edece ğini söyledi. Ziyad burada isyana meyilli muayyen kabileleri son derece s ıkıştırarak kendilerini, Haricileri yakalayıp teslim etme ğe mecbur etti. Bunlarla ayaklanmaya kat ılan bir kad ını öldürttükten sonra çıplak meydana att ırmıştı . Bu durum kadınların cesaretlerini kırm ış ve ondan sonra Ziyad'a kar şı isyana hiçbir kad ında cesaret kalmamıştı . H.58. / M.667-8 y ılda Ziyad'ın o ğlu Ubeydullah ikinci defa Basra'ya vali oldu. Bu da babas ının tuttu ğu yolu takib ederek Haricilere karşı şiddetli davrand ı . Havaric müctehidlerinden Belca ad ında bil- kad ın vard ı . Basrah bir kimse, Ebû Bilâl Mirdas b. Udeyye el-Temimi'ye, Ubeydullah b. Ziyad'ın bu kadim yakalataca ğını haber verdi. Ebil Bilâl, Belca'ya gidip durumu kendisine anlatt ı Kadın, "e ğer beni yakalat ırSa benden ziyade kendisi bedbaht olıır (günaha girer). Bana gelince, benim yüzülnden bir başkasının felâkete dü şmesini istemem" deyip saklanmaktan vazgeçti. Ubeydullah bu kadını yakalatıp el ve ayaklarım kestirerek sokağa attırdı . Halk bunun ba şına toplanm ıştı . Ebû Bilâl oradan geçerken onu gördü. Sakahn ı sıvazlıyarak kendi kendine "kalan ömrünü fedâdan, bu kadın senden daha ileride ey Mirdas" dedi. Ubeydullah b Ziyad,
işi daha fazla azıtan hapsettirdi. Bu arada Ebik Bilâ1 Mirdas da hapsedildi. Hapishane memuru, Ebil Bilâl'in tath dilini ve fevkalâcle 33
ibadet ve taat ını görerek bunun ,geceleri evine giderek sabahleyin hapse gelmesine müsaade etti. Vali Ubeydullah, yakalatt ığı Haricileri öldürtme ğe başlamış , nihayet hapisteki haricileri birbirlerine öldürtmeğe kadar varm ıştı. Ebû Bilal, bu haberi geceleyin evinde iken duymasına ra ğmen erkenden hapse gitmeye haz ırlanırken ailesi mâni olmak istedi ise de Ebû Bilal "Tanrı huzuruna, verdi ği sözü tutmıyan bir hain sıfatiyle ç ıkamam" diye hapishaneye geri döndü. Hapishane memuru valinin süt annesinin kocası olmakla Ebû Bilal'in bu mertliğini valiye söyleyip affettirmişti. Buna ra ğmen Ebû Bilal, Ubeydullah b.Ziyad'ın Haricilere kar şı şiddetini görerek tekrar ayaklanmaya kalkt ı ve arkada şlarına "adâleti ayaklar alt ına almış ve adil hareketi bir tarafa b ırakmış Olan bu zalimlerin bizim üzerimize hâkim olduklar ı bir yerde oturulamaz. Vallahi bu duruma sab ır, büyük günâhtır. Kılınç çekip yolcuları korkutmak da büyük günalıtır. Şu var ki bunların arasından çıkıp bize taarruz edenlerden ba şka kimseye kılınç çekmemek üzere hareket ederiz" dedi. Ebû Bilal'in bu sözlerinin tesiri alt ında kalan Hariciler'den otuz kişi kadarı toplanıp kendisine (Mirdas'a) biat ettiler ve Basra şehrinden çıkıp gittiler. Bunlar kimseye taarruz etmiyor, fesat da ç ıkarmıyorlardı . Bunlar yalnız zulümden kaçmışlardı. Vali Ubeydullah, onların bu durumu devam ettireceklerine güvenemedi ğinden, üzerlerine iki bin kişilik bir kuvvet yollad ı, onlar, daha savaşmadan bu orduyu geri çevirdiler. Ubeydullah bu defa dört bin kişilik bir kuvvet yolladı . Kendi anlayışlarına göre bir hak ve adâletten ba şka bir istekleri olmayan Ebû Bilal Mirdas ve arkada şları bunlara kar şı da cesaretle çarp ıştı. Karşılaşma günü Cuma olmakla Cuma namaz ı vakti Ebû Bilal onlardan izin istemiş her iki taraf cuma namaz ı için savaşa bir ara vermi şler iken Basra askerleri namazlar ım daha erken bitirerek Hariciler üzerine saldırıp onlar daha namazda iken hepsini öldürüp Ebû Bilal'in kesik ba şını Basra'ya getirdiler. Bu Ebû Bilal, Hz. Ali ile Sıffin'de bulunmu ş ve hakemeyn mes'elesi üzerine Nehrevan'da haz ır olup buradan sa ğ kalanlar içinde kurtulmu ştu. Bu zat ı, gerek Havaric, gerek sair İslami fırkalar be ğenir. Şia dahi bunun Hz. Hüseyne "Ben havaric itikad ında değilim ; ben yalnız senin babanın dini üzereyim" diye yazmış olduğunu iddia ederler. Wıtezile de "cevr—i sultana kar şı kıyam ve hakka davete ikdam" etmi ştir diye bûnun taraftar ı idiler. Gayet âbid ve müctehid idi. Kad ınların savaşa katılmasını doğru bulmaz, kendisine taarruz etmiyenlerle sava şmazdı. Ebû Bilal bir gün bir arab ın devesinin yarasına sıcak katran sürerken deveniıı ıztırabını görmüş, bayılıp yere düşmüştü. Arap onu sar'alı sanarak e ğilip kulağına bir şeyler okuinu ş, ayıldığında arap durumu an.
34
latımş EVI Bilâl "senin korktuğun şey bende yok. Deven s ıcak katrandan ınuzdarip olunca cehennem katran ını hatırladığımelan bayıldım" diyerek ceennem korkusundan bay ıldığım söylemişti. Ubeydullah'ın babası Ziyad b.Ebilii de bunun kardeşi Urveyi, haklı bir itiraz ından dolayı öldürtmüştü. Ziyad, Urve'nin öldürülmesi sırasında evvelâ onun elleri ııi ve kulaklarmı kestirmiş, ona: "nasılsın" diye sorunca "benim dünyam ı kendi âhiretini mahv ettin" cevab ım vermiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmişti: Ziyad—Ebâ Bekr ve Ömer haklarında ne dersin? Urve—Hayır ve sena. Ziyad—Osman hakkında ? Urve—Hilâfetinin altı yılında kendisine ba ğhlığım vardı, sonra vaz geçtim ve kâfir oldu ğuna şahadet ederim. Ziyad—Ali hakkında ? Urve—Tahkime kadar taraftar ı idim, sonra vazgeçtim. Ziyad—Muaviye'ye ne dersin? Urve—Ağır bir şekilde Muaviye'ye küfür etti. Ziyad—Benim hakkımda fikrin nedir? Urve—Senin evvelin zina ve âhirin yalandan bir nesebtir44. Sen de bu ikisi arasında Tanrıya âsisin. Ziyad bunun üzerine Urve b.Udeyye et-Temimi'llin boynunu vurdurup sonra onun kölesini ça ğırttı . Ziyad—Urve'nin halini bana tarif et. Köle--Uzun mu kısa m ı söyliyeyim? Ziyad—kısa. Köle—gündüz saim, gece kaimdir (gündüz kendisine asla yemek getirmedim, gece de aslâ dö şek sermedim)45. " Bak: şehrestani, al-Milel ve'n-Niha, 1948 Mısır baskısı, I, 178 vd. " Ziyad b. Ebihi, hicretin birinci y ılında (m. 622) Ebü Süfyan'm sulbünden dilnyaya gelmiştir. Fakat piç olduğundan Ebü Süfyana nisbet edilemeyip (Ziyad b. Ebihi) yani babas ının oğlu diye adlandırdmıştı. Kendisi sonra Islâmiyet'e büyük hizmetler etmi ş olup devrinin dört arap dahisinden biri idi. Hz. Ali'nin hilâfeti s ırasında onun Fars bölgesi valisi olarak büyük hizmetler etmi şti. Bu büyük komutan ve devlet adammdan istifade etmek istiyen Muaviye onu kendi nesebine iltihak etti ki, bu i ş şöyle oldu: Hicri 44 / 664-5 yılında büyük bir mecliste şahitler dinlenerek Elıiı Siifyan'ın Sümeyye adlı fahişe ile zina ettiği ve ondan Ziyad'ın doğdutu isbat edildi. Böylece Muaviye onu nesebine katarak baba bir karde şi olmak üzere kabul etti. Faitat halk gene kendisini Ziyad b.Ebihi diye ça ğırıyordu. Ziyad bu hususta bir tedbir dü şündü: (Ebil Süfyan oğlu Ziyad'dan mü'minlerin annesi Ay şeye) diye Hz. A:yşeye bir mektup yazd ı. Maksadı bu ünvan ile bir cevap almak ve onu kendisine senet yapmakt ı. Gerçekten Hz: Ay şeden kendisine öyle bir cevap gelseydi kuvvetli bir tutamak olurdu. Hz. Ay şe ise yazdığı cevabm hitap k ısmında (mü'minlerin annesi Ay şeden babasmın oğlu Ziyad'a) diye yazmakla Ziyad' ın arzusu boşa çıktı. Bak. A. Cevdet K ısas-ı Enbiya, 1331 Istanbul, II, 164 vd.
35
Harieiler (Marika) Hakkında Genel Mutalaa Buraya kadar, Haricilerin nas ıl ortaya ç ıktığını ve onların kafalarının ters i şlemesinden, yanlış fikirlere saplanm ış olmalarından dolayı yaptıkları kötülükleri ve kan dökmeleri gördük. Bu cahil gürüh bir kere çarp ık fikirlere saplanınca kendi aralar ında da ihtilâflar ç ıkmış ve onlardan muhtelif kimseler baz ı topluluklar te şkil edip baş çekmi ş böylece bir sürü Hariciler kolu meydana gelmi ştir. Bunlardan belli ba şlılarını burada görece ğiz, fakat bunlar ın zikrine geçmeden Haricilerin mü şterek noktaları hakkında kısaca söz etmek istiyoruz. Haricilere, do ğru yoldan (tarik- ı hidây-etten) muruk 46 yani huruc ettiklerinden dolayı Mârika da denir. Onlar kendilerine el- Şurat (tekili: şâri) satanlar, yani "canlar ını Tanrı uğruna satanlar" terimini kullan ıyorlardı . islâmda ilk ayrılık, ihtilâf ve bid'atlar Mârika taraf ından zuhur etmiştir. Yukarı dan beri gördü ğümüz gibi Sıffin Savaşı dolayısiyle ortaya çı kan hakemeyn meselesi Mârikanın zuhuruna sebep olmu ştur. Mârika veya Havârie'in bid'at ı Kur'an- ı Kerim, zaman ımızdaki baz ı sapık fırkalar gibi yanlış tefsir etme ve anlamadan ileri gelmi ştir. Kendilerinin niyetleri Kur'an- ı Kerime karşı gelme de ğildir. Haricilerin çoğu Kur'an okur fakat f ıkıh bilmez bir tak ım cahil arap taifesi idi. Ufak bir hadisede fetva inceliklerini bilmediklerinden birbirlerini kâfir sayarlar. Hz. Osman ile Hz. Ali haklar ında "Tanr ının indirmediği şey ile hükm etmişlerdir" diyerek onlar ı kafir saymaya kadar ileri gitmi şlerdir47 . Haricilerin ayırıcı özellikleri: câhilâne kahramanhk duyguları, Kur'ân âyetlerinin kelimelerini keyfi ş ekilde anlamak, ahmakça bir fedakârlık, dik kafalılık, ölümü hiçe saymak, tehlikelere at ılmaktır. Bu hareketlerin baz ıları heves mahsulü idi. Baz ısı da âsap bozuklu ğundan ileri geliyordu. Yoksa mücerret kahramanl ık göstermek ve mezheplerine şiddetle sarılmak eseri de ğildi. Bunların çoğunda sözde islâm'a samimiyetle hizmet etmek dü şüncesi hâkimdi; fakat bu hususta yanl ış yoldan yürüdüler, ters bir yön tuttular ki hatalar ı burada idi. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Hz. Ali, onlarla görüşmek üzere Abdullah b.Abbas' ı gönderdi. İbn-i Abbas yan" Muruk, kuud vezninde, okun, ni şanın ilerisine geçip hedefin d ışına çıkması mânasmda dır. Bu kökten gelen mârika, havarice ıtlak olunur. Din-i Muhammedi'den, okun hedefin d ışına çıkması gibi çıktıkları için bu kelime ile adland ırılmışlardır. Bk. Kâmus, muruk ve mârika maddesi. 4 " Bak: Izmirli Ismail Hakk ı, Yeni Ilm-i Kellim, 1341, Istanbul, II, 117 vd.
36
larına gelince onu izaz ve ikramla kar şıladılar. İbn-i Abbas onlar arasında öyle kişiler gördü ki uzun müddet secde ede ede almlan da ğlanmış gibi yara olmuş , elleri yere çöken deve dizleri gibi nas ırlaşmış , sırtlarında yıkana yıkana eskimiş gömlekler vardı . Bunların, akidelerinde ihlâs üzere olduklar ında şüphe oyk, fakat bu ihlâsm noksan taraflar ı da çok. Bir kere din anlayışları yanlış . Dalâlete sapmışlar, dinin özünü anhyaımyorlar. Kendi fikirleriude olm ıyan veya kendilerine muhalif her müslüman'ın kanını helâl saymalar ı büyük hatâd ır. Müslümanın kanı daima mâsumdur48. Bunlar hep cahil kimselerin, İslâmiyetteki baz ı anlaşılması evvelden bir takım başka bilgiler edinmeğe bağlı meseleler üzerinde fikir ileri sürmesinden meydana gelmi ştir. Selefiye bize bu hususta en do ğru yolu göstermiştir. Sahabe ve tâbiin mezhebinde bulunan f ıluhçılar ve hadisçiler demek olan selefiye tarik ı, tarik-i Kur'ândı r. Tarik-i Kur'ân yani Kur'ân yolu, Tanr ıyı ululamak hususunda mübalâ ğa edip tafsilâta dalmamak, Tanrının varlığını, yerdeki ve gök yüzündeki cisimlerin parçalarıyla isti£11â1 edip derine girme ği terk etmek, ba şka bir deyimle münakaş ayı mûcib ve halli müşkil bir takım ınes'elelerle u ğraşmamak, ancak Kur'ânı Kerim'in gösterdi ği gibi akli ve nakli delillerle iman akidelerini isbat etek yoludur ki salim yol da budur. Selefiye'nin dayandığı ve tâkip etti ği yedi temelden biri olan "sükût" kaidesine herkes uyarsa hiçbir ihtilâf ç ıkmaz. Sükût kaidesi şudur: "Câhil müteşabih umuru sorm.amak, âlim e sorarsa ona cevap vermemektir. Çünkü cahil bunlan sormakla akidesini tehlikeye sokar. âlim de ona cevap vennelde şüphe kapısını açar, bid'au kolayla ştınr. Avam ınüteş abih umııru sorarsa ondan men olunur. Nitekim Hz. Teygamber, (kader meselesi)'ne dalan ashab ı men etmi şti. Hz. Ömer de ,:yr-,11)49 âyetinin mânas ım soran birisini Basraya sürgün etti. Gene aynı şekilde "Kur'ân mahluk mu? de ğil mi?" diye soru soran ş ahsı da sıkıştırmış ve men etmi şti Gerçekten usfil-ü dinden olalı ahkâm hakkında söz söylemek, münazara etmek caizdir. Ancak kar şıdaki anlamadan âciz olursa onun dalâlete dü şmemesi içiıı "halka anhyabileceklerini anlat ınız" sözünü uyarak baz ı hususları bildirmemek caiz olur50". Hariciler ,(mârika), üzerlerinde bir siyasi hâkim, halife bile olsa istemezlerdi. Hz. Osman ile Hz. Ali'den teberriyi her ibadetten önce 48 Bak: M. Ebü Zehra, EM: Hanife, O. Keskio ğlu ter. Ankara, 1962, ss. 122 vd. " Bak. Taha süresi, âyet: 5. 50 Bak: Izmirli I. Hakk ı, Yeııi Ilm-i Kelâm, I, 98-99.
37
sayarlar ve nikah ı ancak bu teberri ile sahih kabul ederlerdi. Hariciler kendi darlarma dar- ı iman ve hicret, dar- ı islântu dar- ı harp saydıklarmdan cemaatlanyla, dârlanyla islam cemaat ından, dar-1 müsliminden ayrılmışlardı ki böylece kan dökmekle, mal zabt etmekle, elde k ıhnç isyanla müslümanlar aras ında büyük fitre meydana getirmi şlerdir. Hariciler vaid-i ilâhi'yi isbatta mübalâ ğa ediyorlar, measiyi imandan saym ıyorlardı . Hariciler üç meselede ittifak etmi şlerdir: 1—Mü'min, taki oland ır, yani nefsini haramdan ve şüpheli şeylerden saklıyandır. 2— Osman, Ali ve bu ikisini tevelli edenler mü'min Bundan dolayı Hakemeyn, Ashab ı Cemel, Hakemeynin tahkimine raz ı olan, hakemeyni veya hakemeynden birini tasvib eden kâfirdir. 3-- İ mam-ı zâlime karşı ayaklanma vâcibdirsl. Ehl-i bid'at dedi ğimiz fırkaların tedvin edilmiş olarak üç nevi fıkhı vardır: 1— Fıkh-ı ibazi, 2— Fıkh-ı Zeydi, 3— Fıkh-ı imami (şia). Hariciler birçok şûbelere ayrılarak en sonra İbaziye şubesi zuhur etmi ştir ki bu ibaziye ehl-i sünnete en yakın olan haricilerdendir. Ileride görece ğimiz gibi İbaziyenin ulemas ı, tedvin edilmiş kitapları, fıkıhları vardır. Afrikada be şinci mezhep Mârika, bilhassa İ baziye mezhebidir. Zengibarhlarm resmi mezhebi İbaziye (Beyaziye) mezhebidir. Hariciler'in diğer kollarının hiçbirinin tedvin edilmi ş fıkhı yoktur. ** .
*
Şimdi bu genel mülahazadan sonra haricilerin en büyük ve gaileli kolları olan "Ezarika" ve "Necedat" ın münasebetlerinden bahsettikten sonra bunları kavillerini 'ayrı ayrı kaydedece ğiz. Ezarika ve Necedat Münasebetleri Ebû Bilâl Mirdas' ın katlinden sonra, Basra valisi olan Ubeydullah b. Ziyad, Haricileri şiddetle takib ve tazyike ba şladı . Hicri 64 (M.683) yılında bunlar, Mekke'ye gelip Abdullah b.Zübeyr'e iltihak ettiler. Halife olarak Ş am'da Muaviye b.Yezid'e biat olundu ğu vakit Hicaz'da (Mekke'de) Abdullah b.Zübeyr'e biat edilmi şti. Havaricden Nafi b.el-Azrak, Mekke'de ayaklanm ış olan bu zata katılmak üzere arkada şlarını teşvik etmiş ve e ğer Abdullah b. Zübeyr aynı fikirde ise kendisine kat ılıp onun dü ş raanlanyla sava şmalarını, • 5!
38
Bak: Aynı eser, sahife 118-119.
değil ise kendisini Kübe'den sürüp çıkarmalannı söylemişti. Abdullah b.Zübeyr b.Avvam bunların gelişlerinden memnun olup kendileriyle aynı fikirde oldu ğunu söylemekle bunlar Muaviye b. Yezid'in ölümüne kadar ş amhlara karşı kendisi ile birlikte sava şmışlardı . Ş aııı hlar Mekke'den gittikten sonra bunlar toplan ıp Abdullah b. Zübeyr'in kendileriyle aym fikirlerde olup olmad ığım tahkik etmeden vuku bulan yard ımlarını doğru bulmadıklanndan ve daha k ısa bir müddet önce kendilerine kar şı gerek Abdullah ve gerek babas ı, "Osman'ın öcü" diye ba ğırarak harb ettiklerinden, Cemel Vak'as ında Osman b. Affan hakkı ndaki fikrini sormağa karar verdiler ki e ğer Osman'dan teberri eder ise kendileriyle aynı fikirde oldu ğuna ve e ğer etmezse kendilerine dü şman bulundu ğuna hükm etmeleri lüzım geliyordu. Bunlar Abdullah b.Zübeyr'in yan ına gelip bu husustaki fikrini sordular. Abdullah, o s ırada yanında kendi adamlarından az kimse bulundu ğtından "kalkaca ğım zaman geldiniz, yatsı vakti gelin söylerim" dedi. Onlar gittikten sonra kendi silühl ı adamlarını çağırdı . Hariciler, kararla ştırılan zamanda geldiler. Nafi b.el-Ezrak ve Ubeyd b.Hilül, Abdullah'a do ğru ilerlediler ve Nafi: "Ey İbn üz—Zübeyr; Tanndan kork ve müstebit haine bugz et ve en önce dalâlet yolunu açmış ve hadiseler çıkarıp Kur'ân hükümüne aykırı hareket etmiş olana diişman ol. E ğer bunları yaparsan Tanr ıııı kendinden razı eder ve şiddetli azabtan kurtulursun..." deyip Hz. Osman'dan yüz çevirmesini istedi. Bu, sözünü tamamlad ıktan sonra çok iyi konu ş an Ubeyde b. Hilâl de söze ba şlayıp "Tann, kendine inamp ona kull ıık etme ğe dâvet için Hz. Muhammed'i Peygamber gönderdi. Müslümanlar kendisine katıldılar, Peygamber ölümüne kadar Kur'ân- ı Kerim ve yüce Tanrı emrine uygun olarak amel ve hareket etti. Hz. Ebü Bekr ve Ömer de Kur'ân ve sünnetle amel ve hareket ettiler. Sonra Osma ıı, Halife seçildi, o akrabas ım tercih etti ve onlar ı öne geçirdi. Zulme kar şı ayaklananlan dö ğdürdü, Hz. Peygamber'in Medine'den tard etti ği kimseleri geri getirdi. Sabikünu dö ğdü, sürgün ettirdi. Ganimetleri al ıp Kurey ş'in füsıklan ve arab ın kopuklan arasında taksim etti. Tannya, kendisine taat için söz vermi ş olanlardan bir taife gelip kendisini öldürdü. Biz Osmanı öldürenlerin taraftarlany ız ve Affan ve onun taraftarlarından biriyiz. Sen ne dersin ey ibn-i Zübeyr?" dedi52. Abdullah b.Zübeyr şu cevab ı verdi: "Söylediklerinizi pekülü anladım. Resulullah, ifâde ettiklerinizin de üstündedir. Hz. Eb ıl bekr ve Ömer haklarında söylediklerinizi de anladım. Bunlar hakk ında çok güzel ve çok do ğru söylediniz. Hz. Osman hakkında söylediklerinizi de 5, Bak: Ebu'l-Abbas el-Muberred, el-Kâmil, 1937 M ısır tab'ı, III, 1023 vd.
39
anladım. Bugün İbn-i Affan'ı ve onun mes'elesini benden daha iyi bilen bir canlı olduğunu sanmıyorum; kendisi hakk ında intikam sesleri yükselmeye başladığı ve yapılan her itiraza cevap verdi ği zamanlar kendisinin yanında idim. İtiraz edilen hiçbir maddeyi cevaps ız bırakmadı . Bundan sonra güya kendilerinin öldürülmeleri hakk ında yazmış olduğu mektubu getirdiler. Onlara bu mektubu kendisinin yazmad ığını ve iddiaları için beyyine göstermelerini ve e ğer delil gösteremezlerse yemin ile kendilerini temin edece ğini söyledi. İtiraz edenler ne delil buldular ne de kendisinden delil istediler ve sonra üzerine hücum edip ş ehid ettiler. Diğer itham edilebilecek maddelerinizi de duydum. Onlar da öyle değil. Ben sizi ve burada bulunan diğer kimseleri şahid gösteririm ki dünya ve âhirette gerek Affan' ın ve gerek onun taraftarlar ının taraftar ı, düşmanlarının düş manıyım" dedi. Bunun üzerine her iki taraf birbirinden ayr ıldı, Hariciler Mekke'den ç ıkıp bir kısmı Basra'ya, bir kısmı Yemame'ye gittiler. ,
Nefi b.el-Ezrak' ın, Hariciler aras ında bölünmeye sebep olan hareketlerine gelince: Taberi Tarihin'de görüldü ğü üzere 53 bunlar Basra'ya geldikleri vakit aralarında bir ihtilaf olmay ıp cümlesi Ebu' Bilal Mirdas' ı kendilerine başkan seçmiş bulunuyorlardı . Bir gün bunlar toplan ıp "çoktan beri bizden Allah yoluna hudıc eden çıkmıyor, ulemamız ayaklanıp halka ışık tutup onları dine davet etmelidirler. Ehl-i takva ve ittihad olanları= da kalkıp Tanrım ıza iltihak ile Tanrı katında ınateber şehidlerden olmalıdırlar" dediler. Bunlar ın bu toplant ısı sırasında Basra'nın içi çok karışık bir durumda idi; şehir halkı, vali Ubeydullah b. Ziyad aleyhine ayaklanm ış ve hapiste bulunan 400 kadar hariciyi kendilerine yard ımcı olmak üzere hapisten ç ıkarmış veya orada bulunan hariciler, hapishane'yi kendileri yar ıp çıkmışlar Ezd ve Rebia kabileleri sava şıyla meş gul bulunan ahali, bunları başı boş bırakmıştı . Bunlar Nafi b. el-Azrak'ın etrafında toplanmışlardı . Haricilerden olmıyan şehir halkı kendilerine geçici bir vali seçince hariciler Basra'da duramay ıp H.64 / M.684 Şevval ayında 350 kişi ile çıkıp Ehvaz'a gittiler. Bunlar Ehvaz'daki memuru çıkarıp bir ay kadar hiç kimseye dokunmadan ve aralarında hiçbir anlaşmazlık çıkmadan yaşadılar. Nafi b. el-Ezrak, kendisine katılmıyanlara taraftar olman ın caiz olmadığını ve katılma yıp ayrılmış bulunanların kurtuluş a erişemiyecekleri fikrinde bulunup arkadaşlarına "Tanrı hurûcunuzu, hakk ımızda bir lütûf kıldı . Sizden başkalarının göremedikleri gerçekleri size gösterdi. Biliyorsunuz ki yalnız Tanrının şeriatım ve emirlerini istiyerek çıktınız. Hareketinizin " Bak: Taberi Tarihi, 64-65. hicri y ılları vukuati
40
öncüsü onun emri ve rehberiniz Kur'ân- ı Kerim'dir ve yaln ız ona uyar, onun gösterdi ği yoldan gidersiniz de ğil mi?... Evet, sizin taraftar olduğunuz kimseler hakk ındaki hükmünüz, Peygamber'in, taraftarlar ı hakkındaki hükümünün aynı oldu ğuna da şüpheniz yoktur de ğil mi? Nitekim Hz. Peygamber'in dü şmanları hakkındaki hükmü de sizin düş manlarınız hakkındaki hükmünüzün aynıdır. Bugün sizin düşmanlarınız, Tanrının ve Peygamber'in de dü şrnanlarıdırlar. Birçok ayetlerde onların velâyetini ve aralar ında oturmayı, şehadetlerini, kestiklerini yemeyi ve onlardan dine dair bilgi kabul etmeyi, onlarla evlenmeyi haram kılmıştır. Bizim bunlar ı bilişimiz Tanrı katında aleyhimize bir delil teşkil eder. Binaenaleyh bizim kendilerinden ayr ılmış oldu ğumuz kimselere bunları bildirmemiz lazımdır. Tanrının bildirdiği şeyleri gizlemiyelim". Nafi b.el-Ezrak' ın ileri sürdü ğü bu fikirleri hepsi kabul ettiler 54. Ebü'l-Hasan el-E ş 'ari, Makalat el- İslamiyyin adlı eserinde, bu ihtilaf' bunlar arasında en önce kaadeyi yani onlarla ayn ı fikirde olup da ayaklanmaya kat ılmamış olanlardan teberriyi ve kendilerine kat ılanlara muhabbetle kendilerine kat ıhp göç etmiyenleri tekfir ve şirke nisbeti ihdas edenin bir kavle göre Abd-i Rabbihi el-Kebir ve di ğer bir kavle göre de Abdullah b. el-Yasin oldu ğunu söylüyor ki el-Fark Beyn el-Fırak sahibi Abdülkahir Ba ğdadi de bu kavillerle beraber bunlara bir de Abd-i Rabbihi es-Sa ğir'i katıyor. Bu iki kitab ın ifadesine göre ba şlangıçta Nafi b. el-Ezrak bu kavil sahibine muhalefetle kendisinden teberrî etmiş idi ise de bu kavil sahibinin ölümünden sonra onun bu fikirlerini kabul ile ev velce kendisine uymam ış olduğundan kendini tekfire bizum görmemiş olduğu gibi bu kavil sahibinin ölümünden önce diğer ona uymamış olanları da kâfir saymamıştır. K aidin'i dahi kâfir saymamalarından dolayı Muhakkime-i Ula'yı tekfir etmiyerek bu noktanın kendilerine gizli kaldığın ı söylemekle yetinirler. Müberred'in Kâmili ile Ensab ül-E şraf'da aralar ında en önce ihtilaf çıkaramıı Beni Haşim'in bir kölesi oldu ğu yazılıdır. Bu köle "halka taarruz ve çocukların katli helaldır, bize muhalefet edenler mü şriktir" demiş Nafi bunu tekfir etti ise de köle "e ğer Kur'ân'dan bir delil getirmezsem beni katl et" diye karşısına dikildi ve ("Nuh Peygamber demi şti-Ey Tanrım! Bu kafirlerden yer yüzünde eyle ş en hiçbir kimse bırakma. Çünkü eğer bırakacak olursan onlar senin kullar ını yoldan çıkaracaklard ır. Bütün doğurdukları, doğuracakları da birtakım utanmazlar, tanımazlar ola" Bak: Ibn al-asir, IV, 81 ve Taberi 64-65. yılları vukuatı.
41
caldardır55" ayetini okudu. Halbuki çocuk ve kad ınların öldürillmelerinin haram olduğuna dair Sahih-i Müslim'de hadisler vard ır). Bunun üzerine Nafi, bu kölenin fikrini kabul, kendilerinden olm ıyanlarm küfrüne hüküm ile cümlesinin ehl-i cehennem olduklar ım, çocuklarının katli lazım geldiğini, kendilerine iltihak edenlerin imtiham icab edece ğini ve bütün ehl-i islamın arap kafirler gibi olup ya kendi fikirlerini kabul veya katl edilmeleri lazım olduğunu söyledi56. Dar- ı Islam'ın Dar-ı Küfür oldu ğunu ve kestiklerini yemenin caiz olmad ığını, kadınlanyla evlenmenin ve miraslarımn haram oldu ğunu, kaaidinin dahi kendileriyle ay- ııı fikirde olmıyanlar derecesinde bulunduklarım "görmüyor musun o kimseleri ki kendileriyle vuru şmadan elinizi çekin. Namaz ı kıhn, zeka' verin denildi sonra da bu vuruşma boyunlarına borç olunca içlerinden bir kı smı Allah'tan korkarcasma, belki daha da çok i ıasanlardan korkarak dediler: "Ey Tanrımız! Sen şu savaşı ne diye boynumuza borç yazd ın. Bu savaşı yakın bir güne kadar geciktirseydin ne olurdu. De ki dünya gönenmesi az sürer sakınanlar için öbür dünya daha iyidir. Orada size k ıl kadar kıyılmıyaeaktır57". "Ey insanlar içinizden her kim dininden dönecek olursa Allah bu gibilerin yerine, sevdi ği, kendisini de seven ulusu getirecektir. Bunlar insanlara kar şı çok alçak gönüllü, Allah' ı tammıyanlara karşı da çok sert olacaklard ır...58" "Çöl araplarmdan bir nicesi engeller ileri sürerek kendilerinin b ırakılması için geldiler. Tannyı, elçisini yalancı sayanlar da geride kald ılar. Bunlardan Allah'a tamm ıyanlar acıklı bir azaba uğrayacaklard ır55" âyetlerinden ç ıkarıyordu. Nafi b. el-Ezrak' ın ortaya atm ış olduğu bu meseleden dolay ı havaricten baz ıları kendisinden ayrıldılar. Taberi ve İbn ül-Esir'e göre bunlar içinde bulunan Necdet b.:Amir, ayr ılırken buna takıyyenin cezas ı hakkında: "Firavungillerden olup da inanc ıııı gizli tutmakta olan biri dedi: Siz benim Rabbim Allah't ır diyen bir kimseyi öldürecek misiniz ? Oysa ki bu kimse size Tanrmızdan apaç ık belgeler de getirmiştir. Kaldı ki bu kimse' yalancı ise, kendinedir. Yok, e ğer do ğru söylüyorsa, sizi korkuttuğu azabm bir parças ı olsun başını za gelecektir. Tanr ı çok azıtanları, çok yalan söyliyenleri do ğru yola iletmez60", âyetleri ile delil getirdi ve kaidinin kendilerinden oldu ğunu, şu kadar var ki imkân hususunda eihadm efdal bulundu ğunu da söyliyerek: Kur'an- ı Kerim, Nuh Sûresi, 26-27. ayetler. " Bak: Abdülkahir Ba ğdat% al-Fark, Mısır, 1948 talfı, sahife, 52 vd. " Bak: Kur'an- ı Kerim, Nisa Sûresi, 77. ayet. " Bak: Kur'an- ı Kerim, Maide Süresi, 54. ayet. 59 Bak: Kur'arı-ı Kerim, Teybe Süresi, 90. âyet. " Bak: Kur'an- ı Kerim, Mümin Sûresi, 28. âyet.
42
" İnananlardan hiçbir engelleri olmaksızın savaştan geri kalanlar Tanrı uğrunda mall,anyla, canlanyla sava şanlarla bir olamazlar. Tanrı mallanyla, canlanyla sava ş anları, savaştan kalanlardan kat kat üstün kıldı . Tanrı bunların hepsine cennet için söz verdi. Savaş anları savaştan geri kalanlardan pek büyük bir kar şılıkla üstün kıld161 " âyetini okudu ve dar- ı küfürde ikâmetin helal oldu ğunu ve ikrar-ı imanla kendilerine gelenlerin imtihan ı icab etmiyece ğini beyan etti. Ebü'l-Hasan el-E ş 'ari, Nafi b.el-Ezrak' ın ortaya çıkardığı meseleler aras ında kendilerinden ba şkaları hakkında (Allah rahmet etsin) şeklindeki Tanrıdan rahmet dileme ği men etmiş oldu ğunu kayd ediyor. Bundan başka bu zatın kitabını kaynak almış olan el-Fark Beyn elFirak sahibi ve bunlardan iktibaslarda bulunmu ş olan Sehrestani de Nafi b.el-Ezrak' ın "Tanrının, ehline te'diyesi ile bizi yükümlü tuttuğu emanetleri helal etti ğini, çünkü onlar kat ında ehl-i islam mü şfik olduğundan emanetlerin kendilerine te'diye olunmamas ı lazım geleceğini söylediğini, muhaliflerinin kadın ve çocuklarının katlini va'cip saydığını, mürtekib-i kebirenin kâfir olaca ğını ve dar- ı hicrette bulunup izhar ı iman edenlerin kat'i surette Tanr ımn rızasına mazhar olduklarını kabul etti ğini, seyf ayeti (Beraet S ıiresinde) nazil olalıdan beri kıtalden el çekmi ş olanların hep kafir oldullarını söylediğini zikr etmektediler62. Nafi b.el-Ezrak'tan ayr ılanlar, kendi aralar ında bulunan Necdet'e biat ettiler ve Yemame'ye geldiler. Yemame'de, Ebû Talat ad ında birinin etrafında toplanmış olan hariciler de bunlara kat ılıp Necdet'e biat ettiler. Necede, Yemame'den Nafi b. el-Ezrak'a, ilk inanc ına dönmesi için şu mektubu yazdı : "Besmeleden sonra, ben seni yetimlere kar şı şifah su, zaiflere kar şı, müşfik bir karde ş gibi bilirim. Tanrı uğrunda yaptığın işlerde hiç bir kmaymmın kınamasına önem vermezsin ve za limlere yardım etmek aklından geçmez. Sen ve senin arkada şların bu yolda idiler. (E ğer adil imama Allah bütün kullar ının ecri kader ecir vereceğini bilmemiş olsaydım müslimlerden iki ki şinin bile başına geçmezdim) dediğini unuttun mu? Allah'ın rızasını istiyerek nefsini Rabbinin taatında sattığm ve tam hak ve hakikata isabet etti ğin zaman şeytan sana sıvandı ki ona senden ve senin arkada şlarından daha ağır basacak yoktu ve seni e ğdi, ezdirdi. Allah katında mazur olan kaade ve zuafa-i nıüslimini tekfir ettin. Allah: 6
' Bak: Kur'ân- ı Kerim, Nisa Süresi, 95. ayet. Bak: Abdülkahir Ba ğdadı, el-Fark Beyn el-Fırak, 1948 Mısır baskısı, 53 vd.
62
43
"Bitkinler, hastalar, geçinece ği olmıyanlar, Tannya, onun elçisine uydukça günâh yoktur. Tann u ğrunda iyilik edenler için de öyle! Tanrı yarlıgayıcıdır, esirgeyicidir63" buyurduktan sonra onlar ı iyi lçimseler olara vas ıflandırmaktadır. Bundan sonra çocuklar ın katlini helâl sayd ın. Halbuki Resulullah onlann katlini men etmi ştir. Tanrı bu hususta: "Her kim do ğru yolu tutarsa kendi için tutmü ş olur. Her kimde eğri yola saparsa yine kendine kar şı sapmış olur. Hiçbir günâhl ı başkasının günâhmı yüklenmez. Biz önce bir elçi göndermedikçe de azaba u ğratıcı değiliz" buyuruyor ve o, kaadeyi hayr ile zikr etmi ştir. Her ne kadar mücahidleri takdim (öne geçirme) ve tercih etmi şse de mücahitlerin takdim ve tercih olunmalan onlar ın atılmalarım icab ettirmez. Tanr ının bu husustaki emrini işitmedin mi ? (Nisâ Süresi 95. âyetini kasd ediyor). Tann bunları mü'minler zümresinden zikretti ve mücâhitleri de bunlardan üstün tuttu, sana muhalefet edenlere emânetlerinin tediye edilmemesi lüzumuna kail oldun. Tanr ı ise emânetlerin ehline verilmesini emr ediyordu64." Bu mektuba Nafi b.el-Ezrak da şu cevab ı yazdı : "Besmeleden sonra. Bana vaaz ve nasiyat ını ihtiva eden, önceki hâl ve ş anımı, hak ve sevabı amaç edinmi ş olduğumu bildiren mektubunu ald ım. Tanrı beni, işittiği sözlerin en iyisine uyan kullar ından etsin, Kaade'yi tekfir, çocuklan öldürmeden ve emâneti helül saymadan dolay ı bana itiraz ediyorsun. Ben sana bunları izah edeyim: Kaade, senin dedi ğin değildirler. Sen Peygamber zamamnda olanlar ı söylüyorsun. Onlar (ehl-i Mekke) mahsur ve mahkur bulunuyorlad ı . Kaçmalarına ve müslümanlara katılmalarma imkân yoktu. Bunlar ise dinde fakih olmu ş ve Kur'ân okumuşlardır. Kendileri için yol bellidir. Bunlar gibiler için Tannn ın"Biz yer yüzünde iken dü şkün kimseler idik" dedikleri vakit de "Melekler derler: Allah' ın yarattığı yer yüzü geni ş değilmi idi? Siz de göç etseydiniz
İşte onların durağı cehennem alanland ır.
Onların dönecekleri yer ne kötüdür66" buyurduğunu bilirsin ve gene: Bak: Kur'an-ı Kerim, Teybe Sûresi, 91. âyet. Bak: al-Müberred, al-Kâmil, 1937 M ısır tab-ı III, 1033 bvd. ,5 Bak: Kur'an- ı Kerim, Nisa Sûresi, 97. âyet. 63
64
44
"Allah'ın elçisine kar şı gelmek için geride kalıp oturanlar sevindiler. Tanrı uğrunda, mallanyla, canlanyla sava şmaktan tiksindiler. Bu sıcakta ç ı kmayın dediler. De ki Cehennenfin ate şi daha sıcaktır. Bunu bir kavrasalardı "66 ve: "Çöl araplarmdan bir nicesi engeller ileri sürerek kendilerinin b ı rakılması için geldiler. Tanny ı, Elçisini yalancı sayanlar da geride, kald ılar"67 dahi buyurmu ştur. Bunlar ın mazeretlerini hakiki olmad ığını, Tanrıya ve Elçisine kar şı yalan söylediklerini haber vermi ştir. Bundan sonra da Allah: "Bunlardan Allah' ı tanmuyanlar ac ıklı bir azaba u ğrıyacaklardır"68 buyurmu ştur. İşte onların isimlerini ve alâmetlerini göre... Çocuklar işine gelince; Ey Necdet! Nuh Peygamber senden ve benden ziyade Tanrıyı bilirdi. Bu hususta Kur'ân- ı Kerinı de: "Nuh demişti: Ey Tanrım! Bu tammazlardan yer yüzünde eylenen hiç bir kimse bırakma. Çünkü eğer bırakacak olursan onlar senin kullarını yoldan çıkaracaklardır. Bütün do ğurdukları çocukları da doğuracaklar ı da bir takım utanmazlar, tammazlar olacakt ır69". buyurmuştur ve çocuklar ı küfr ile tavsif etmi ştir. Kavm-i Nuh'un çocukları doğmazdan önce kâfir olur da bizim kavmimizin çocuklar ı olmaz rnı ? Tanrı gene Kur'ân- ı Kerim'inde: "Sizin tammazlarmız bütün bunlardan daha m ı yeğdir, yoksa kitaplarda sizin için beraet mi var ro" buyurmuyor mu ? Bunlar arap mü şrikleri gibidir. Onlardan c ızye kabul edilmez Ya ıslâm'ı kabul ederler yahut k ılıçtan geçirilirler. Muhaliflerimizin emanetlerini helâl saymak dahi caizdir. Tanr ı bize onların kanlarım helâl kıldığı gibi, mallarını da helâl kılmıştır. Yani kanları helâl ve mallar ı müslimler için ganimettir 71." Nafi, Mekke şehrinde halifeli ğini ilân etmiş ve Mekkeliler tarafından kendisine biat edilmi ş bulunan Abdullah b.Zübeyr'e de bir mektup Bak: Kur'an-ı Kerim, Teybe Süresi, 81. ayet. Bak: Kur'an- ı Kerim, Teybe Süresi, 90. ayet. " Bak: Kur'an- ı Kerim, Teybe Süresi, 90. ayetin sonu. " Bak: Kur'an- ı Kerim, Nuh Süresi, 26-27. ayetler. °, Bak: Kur'an- ı Kerim, Kamer Süresi, 43. ayet. 7 Bak: Ebu'l-Abbas al-Müberred, al-Kamil, 1937 Mısır tab'ı, III, 035 d.
66 67
45
yazmıştır. Bu mektubunda "Ey Zübeyr'in o ğlu Andullah! Rabbin olan ulu Tanrıdan korun. Zalimlere taraftarhk etme. Osman katl edildi ği gün onun yanında bulundun. E ğer mazlum olarak katl edildi ise katil. leri kâfir olmu şlardır. Eğer katilleri 'hidayete mazhar olmu ş olanlardan idi iseler -ki öyledirler- ona taraftarl ık edenler kâfirdirler. Bilirsin ki baban ve Talha b.Ubeydillah ve Ali b.Ehi Talib, Osman b.Affan' ın aleyhinde idiler. Sen ise hem Osnian' ı hem de babanı ve Talha'yı önderin sayıyorsun. Bir itikadda hem katilin hem maktulün tevellisi nas ıl mümkün olur ?... ilâah." Nafi, Basra'dakilere de, isyana te şvik' eder mahiyette mektuplar yazmıştır. Haricilerin Ba şlıca Kollar ı
Muhakkime-i Uld : Bunlar en önce ortaya ç ıkan havaric (Mârika) d ır. Hz. Ali ile savaş anlar bu fırkadır. Bunların kılınç artıklarmdan diğer kollar ortaya çıkmıştır. Muhakkime-i Ula= sava şta komutanları Şebes b. Rib'i elReyyahi, namazda emirleri Abdullah b. el-Kevvâ idi. Bunlar hakem tayinine itiraz ediyor ve "la hükme illa ve Resulihi" (hüküm yalnız Allahın ve resulünündür) diyorlard ı . Muhakkime-i Ula, Hz. Osman' ve Aliyi, ashab- ı Cemel ve Sıffını, hakemeyni, hakemlerin verdiği hükme razı olanları, günahkar olanları kâfir sayarlar. Kendi inançlarına muhalif olan ümmet-i Muhammediyyeye kâfir derlerse de mü şrik demezler. Kendi mezhepherine uygun olan kaadeyi, yani zaaf vesaireden dolayı kendileriyle beraber bulunmıyanları tekfir etmezler ve imam tayinini (halife anlamında olanı) vacip görmezler Onlar kat ında Kureyşten olsun olmasın, tayin edilip halk aras ında adaletle idare eden ki şi imamdır. Bu kişi imamlık görevini bozup zulüm ederse vazifesinden at ılması veya öldürülmesi vacip olur derler 72 .
Ezarika : Bunlar hicrı 64 / 683-4 tarihinde Basrada hurac eden Nafi b.el-Ezrak'ın taraftarlar ıdır. Hariciler içinde taraftarlar ı en çok ve en kuvvetli fırka Ezarikadır. Nafi'nin h.65 / 684-5' tarihinde katl edilmesinden sonra Ubeydullah b.el-Mah'ılz, Mayıs 686 da yine bir savaşta ölümüne kadar Ezrakilerin ba şında bulundu. Bunun yerine geçen Zübeyr b. el-Mahaz da aynı yıl katl edildi Bununla beraber Ezraldler cesur Katan b.el" 46
Bak: I. Hakkı İzmirli, Muhassal al-Kelâm, 1336 tab' ı, ss. 81-2.
Fucaa'nın idaresi altında daha bir müddet tutunabilirdiler. Fakat h. 77 /696 yılında bu da öldürüldü ve o tarihten itibaren Ezrâkiler tarih sahnesinden çekildiler. Sehrestâni bu fırkaya sekiz. noktadan bid'at isnad eder. Bu bid'atlar ın büyük bir kısmı kendi fırkaları dışındaki müslümanların kâfir sayılmasma dairdir. Ezârika kat ında kendilerine muhalif olan Muhammed ümmeti müşrik olduğu gibi Kaade, kendi inançlar ında olsa bile yine mü şriktir. Bunların dârlarma göç etmiyen Muhammed üm ıneti kâfirdir. Muhaliflerinin dün, dar- ı küfürdür. Muhaliflerinin kad ınlarını , çoculdarm ı, askerlerinde bulunm ıyan kadınları, çocuklar ı öldürmek mubahtır. Muhaliflerinin çoculdar ı sonsuz olarak cehennemde kalacaklard ır. Kur'ân- ı Kerim'de bulunmadığından dolayı zina eden recm olunmaz Namuslu kadına iftira edene iftira (kazf) sopas ı vurulur, fakat namuslu erke ğe iftira edene haddi kazif tatbik olunmaz Çald ığı mal az olsun çok olsun hırsızın eli omuzundan kesilir. Askerlerinden olmay ıp askerlerine katılmaya niyet eden kimseyi imtihan etmek vaciptir. Imtihan ş öyle yapılır: gelen kimseye mühaliflerden bir esir verilir, esirin katli emrolunur. Bu gelen kimse esiri öldürürse kendi zihniyetlerinde oldu ğu anlaşıhr, öldürmezse munafık ve müşrik olduğunu hükmolunarak kendisi öldürülür. Yahudi, hıristiyan veya mecûsi olanlar ın katli haramd ır. Büyük ve küçük günahları işlemek küfürdür. Adet görmekte olan kad ın namazı kaza eder veya hay ızlı iken namaz da kılar oruçcla tutar. Ezârika muhakkime-i Ulâyı tekfir etmez. Kaadeden beraeti ve imtihan ı en önce ihdas eden, Abdü Rabbihi el-Kebir (katli h.77 / 696-7) veya Abdü Rabbihi el-Sa ğir veya Abdullah b. Vazin idi. Ezârikaca takiyye kavlen veya amelen helal de ğildir. Takiyye kalbdekinin hilâfm ı ızhür demektir. Mârika yani hariciler, kendi oturdukları yere dar- ı alâniyye, muhaliflerinin oturdukları yere de dar- ı takiyye derlerdi73.
Necedat : Bunlar, Necdet b.Amir el-Hanefi el-HaricVnin taraftarlar ıdırlar. Ebu Reşid Nafi b.el-Ezrak ın ortaaya att ığı yeni hükümlerden dolayı kendisinden yrıhp Yemame'ye geldiler ve burada h.66 / 685-6 da huruc eden Necdet b. Âmir'e tabi oldular. Bunlar, Nafi b.el-Ezrak' ın imametine inananları, muvafık olan kaadini kâfir sayanlar ı kâfir sayıp Necdet hakkında ihtilafa dü şünceye kadar Necdet'nin imametirii kabul etmi ş lerdi. 7' Bak: Abdülkahir Ba ğdadi, al-Fark Beyn al-Firk, 1948 Mısır baskısı, ss. 50 vd. Şehrestanl, al-Milel ve'n-Nihal, 1948 Mısır baskısı, ss. I, 179 vd. Muberred, al-Kâmil, 1937 M ısır baskısı, endeks (Muhtelif yerler). Izmirli Ismail Hakk ı, Muhassal al-Kelâm, 336 İstanbul, ss. 81 vd.
47
Yemame imam ı olan Necdet, şarap içene sopa vurul ınası cezas ını kaldırıyor. "Tanrı onları af eder. cehenneme ancak muhalifler girer, bize uyanlar günah işleseler bile cennete gireceklerdir" inancnda olduğundan kendilerine uyan ehl-i hududa tevelli ediyordu. Bu durumda kendilerine uyan büyük günah (kebair) i şliyenler kâfir olmuyor fakat muhaliflerden dolan büyük gübah irtikâb edenler kâfir oluyordu. Necdet'e göre büyük günah ve küçük günah (kebire ve sagire) i ş lemekte ısrar eden kâfir say ılıyor, büyük günahta ısrar etmiyen kendi zihniyetlerindekiler müslüman kal ıyordu. Necdet'e tabi olanlar (Necedat), dar- ı takiyyede ehl-i and ve ehl-i zimmetin (kâfir) kan ını , canını yani kaaidinin kanlar ını, mallarını helâl, kendilerinin bulundukları yere göç etmiyen güçsüzleri munaf ık sayarlar. Bunlara göre halkın imama ihtiyac ı yoktur. Halka dü şen şey, aralarında adalet ve insafa riayettir. Adalet ve hakkaniyete uymak ancak bir imamın tayini ile mümkün olaca ğı hallerde imam tayini vâcip olur derlerdi. Bunlara göre Peygamberlerdn küçük, büyük her türlü günah südır olabilir. Necdet'in taraftarlar ı bir ara kendisi hakk ında şu sebeplerden ihtilafa düşmüş onu kâfir bile saymışlardı : 1—Necdet maa şlar ve ganimet hisseleri hususunda karada sava ş anları denizde sava şanlara tercih etmişti. 2—Yolladığı ordu Medine şerini çapul edip Hz. Osman ın kız larından birini esir etmi şler, bunun üzerine halife Abdülmelik b.Merva-. nın Necdet'e müracaat ı sonunda Necdet, kızı, esir eden kimsenin elinden alınıp Abdülmelik'e göndermi şti. Necdet'in adamlar ı "sen bizim cariyemizi düşmanımıza geri verdin" demi şlerdi. 3—Necdet fürüda ictihad ı mâzur görmüştü ki binin sebebi şu idi: oğlu Mutarrahı bir miktar askerle Katif üzerine yollam ış , askerlr Katif halk ını vurup elde ettikleri ganimet malından humsü çıkarmıyarak kadınlarla nikühlanmışlar malları da sarf etmişlerdi. Necdet önce bunu caiz görmedi. Onlar ise "bilmiyerek yaptık" deyince kendilerini mazur görerek" din iki şeydir: biri, Allah, Peygamberlerini bilmek, müslümanlar ın (kendi fikirlerindekiler) mallarını, kanlarını haram kılmak, Peygamberin getirdiklerini özet olarak ikrar etmektir. Bunlara inanmak, her mükellefe vâcibtir ve bunlarda cahil mazur de ğildir. Diğeri, bunlar ın dışında kalan şeylerdir ki bunları bilmemekte cahil mazurdur. Şu kadar ki helal veya haram olduğunu huccet gösterilmiş ola. Binaenaleyh kendi ictihad ı ile haram k ılınan bir şeyi helal kılsa mazurdur. Huccet getirilmeden önce hatal ı içtihadcı azaptan korkarsa kâfir olur.
48
I3u sebeple kendi taraftarlar ından olan ashab- ı hududu tevelli etmesi, şarap içene sopa cezas ını kaldırması , kiiçük günahta ısrarı sirk kik) büyük günahta ısrar etmemeyi imana yak ın görmemesi, taraftarlarını cehaletleri dolayısı ile mazur görmesi gibi yeni hükümlerden teybe etmesini istediler ve sonuç olarak taraftarlar ı arasında ikilik çıktı . Bir kısmı Necdet'i mazur görüp hareketlerini kabul etti ki bunlara "Aziriye —maruz görenler—" dendi. Bir k ısım da Necdet'den ayr ıldı ve Ebü Füdeyk ile birlik olup Necdet'i kâfir say ıp katl ettiler (h.72 / 691-2). Raşid et-Tavil, Ebü Beyhes ve Ebü şemrah ve taraftarlar ı bu fırkadandı . Diğer fırkası Atıyye b.el-Esved ile Sicistana gittiler74.
Sufriyye veya Ziyâcliye : Ziyad b. el-Asfann taraftarland ır. Ziyad, muvafıklyn (haricilery den kaaidini tekfir, zina edene recmi iskat, muhaliflerin kad ın ve çocuklarını katl ile hükm etmez. Takıyyeyi kavilde tecviz edip amelde etmez. nimete küfr, Allah' ı inkâr küfrü olmak üzere iki ş er dereceye ayırır. Beraeti de ikiye ayırır: Ehl-i hududtan beraet ki buna sünne der, cuhud (gayri müslim)'dan beraet ki buna da farz der. Sufriyye bir tak ım kollara ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmına göre zina, hırsızhk, iftira kasten adam öldürme gibi had vaki olan fiilin sahibi kâfir de de,5,,ildir mü şrik de. Bunlara ancak, zâni, h ırsız, iftiracı, katil adları verilir. Namaz ı, orucu terk gibi haklar ında had olmıy an fiiller sahiptir kâfirdir. İmran b.Hıttan el-Seddüsi, Sufriy-yenin me şhur imamlarındandır75. A dinde : Bunlar, Abdülkerim b.Acred'in taraftarland ırlar. Bâliğ olup da İslâma dahil oluncaya kadar çocuktan beraet (el çekme, dokunmama) vaciptir. Azârika, her hususta muhaliflerinin mallar ını helal saydığı halde Acâride, muhaliflerinin mallar ını ancak onun katlinden sonra helal sayar. Dindar bildi ğine te-v elli eder (uyar). Hicreti fazilet bilip farz bilmez. 74 Bak: al-Fark, ss. 52 vd. Muberred, al-Kâmil, 1937 M ısır baskısı, indeks. şehrestant, ss. I, 187 vd. Ismail Hakk ı Izmirli, Muhassal al-Kelâm ss. 83 vd. 75 Bak: al-Fark, 54 vd. şehrestanl, I, 216 vd. Müberred, al-Kamil, indeks Muhassal iilKelâm. 85 vd.
49
Acâride bir çok kollara ayr ılmışlar. Bunlardan Meymuniyye (Meymun b.Halidin taraftarlar ı) mûtezile ile, Secistan taraflar ında çoMuk teş kil eden Hâzimiyye kolu ise ehl-i sünnet ile birle şir. Hazimiyye, ehl-i ünnet gibi "Allah'tan ba şka yaratıcı yoktur, ancak Tanrının dediği olur" diyor, Meymâniye, k ızın kızı, oğlun kızı ile evlenmeye cevaz veriyor. Sultan ile, Sultanın hükmüne razı olanlarla kıtali farz bilir. Ancak sultanın hükümünü inkâr edenleri, dinlerini k ınamadıkça, üzerlerine hücum etmedikçe veya sultamn delili olmadıkça katletmez. ,
,
İ mam Ş afirnin arkada şlarından Hüseyin b.Ali el-Kerabisi (Ol. 248 / 863) Meymuniye'nin, Kur'an'daki Yasuf Sfiresi'ni, fesat hikayesi saydıklarından inkâr ettiklerini söylüyor. Meynıfıniye kolu, islam'a intisap iddias ında olmalarına ra ğmen gulattan (haddi islam' ı aşanlardan)'dırlar. Hazimiye kolu, Hz. Ali hakkında berâeti tasrih etmemi ştir. Bunlara göre bir kimse hakk ında tevelli veya teberri, o şahsın bulunduğu amele göre de ğil, hayatının sonundaki durumuna göredir. Çünkü bir adam ömrünü küfürle geçirse bile Allah onu ömrünün sonunda do ğru yola yöneltebilir. Tersine, hayat ı boyunca mü'min Alsa bile son demlerinde küfre sapabilir. Acaride'nin Halefiyye (Halef el-Harici taraftarlar ı) kolu, kıtali ancak imamları ile birlikte tecv iz eder. Bunlar aralar ında imamlığa elverişli birini bulamadıklarmdan kıtalden el çekmi şlerdir. Bunlar da Ezârika fırkasi gibi m ııhaliflerin çocuklar ının cehennemlik olduküarma kaildirler. Acaride'yi baz ı yazarlar Sufriyeden, baz ıları da Necedâttan sayarlar. Seâlibe kolu, Sa'lebe b.Mişkanın taraftarlar ı dırlar. Başlangıçta Sealibe ile Acârideler ayn ı inançta iken çocuklar hakk ındaki hükümyüzünden aralarında anlaşmazlık çıkmış ve Saâlibe, Abdülkerim b.Acrad' ı kâfir sayıp Sa'lebeyi imam edinmişler. Acâride de Seâlibeden teberri etmiştir. Abdülkerim, büluğdan önce çocuklardan beraeti vacip kılıyor, Sa'lebe ise, küçük olsun büyük olsun kendilerinden Allah'a inkâr cevre rıza zahir olmadıkça çocukların velâyetinden vazgeçmiyordu. Saalibe de bir tak ım kollara ayrılır. Bazı milel ve nihai kitapları Sealibeyi Sufriyeden, baz ıları da Acariden sayarlar 76 .
İbâziyye : Bunlar, Abdullah b. İ baz el-Mürri taraftarlarlii ırlar. Bunlara göre muhalif olan ehl-i luble kâfirdir fakat mü şrik Bunlarla evlen" Bak: al-Fark, 56 vd. Muberred, al-Kâmil, indeks. Muhassal
50
ss. 86 vd.
mek caizdir. Miraslar ı helâldır. Savaş sırasında at ve silâhlarm ı ganimet olarak almak helâldir. Di ğer şeyleri haramdır. Altun, gümüş geri verilir. Muhaliflerinin dârları (oturdukları yer) dâr- ı tevhiddir, fakat sultanm ordugâhı âsilet dândır. Muhalifleriıııiıı, muvafıklar aleyhine şehâdetleri ' caizdir. Büyük günâh i şliyen muvahhiddir, fakat mii'min küfrü Muhâlifleri habersiz nimetle kâfirdir, küfr-ü milletle kâfir katl etmek ve esir almak haramd ır. Kendi inançlarını ancak teklif edilip te kabul etmezse katli ve esir al ınması helâldır..., Kulun fiilleri Allah'ın mahlaıt fakat kulun. sonradan kes") etti ği bir şeydir. Ibâziye, kâfirlerin çocuklar ı kâfir midir ? Nifak şirk midir? Mılcizesiz Peygamberlik câiz midir ? Mucizesi olmıyan, Peygamber'e vahy olunan hususlara uymak câizmidir, gibi hususlarda tevakkuf ediyorlar. Ibâziye, Muhakkime-i Ulâ'dan sonra Abdullah b. Ibaz' ı imam tanırlar. Mezhepte imamları EM]. Said el-Kelâmi'dir. Kendilerine ehl-i istikamet derler. lbâziye de bir tak ım kollara ayrılmıştır. Bunlardan Yezidiyye kolu, Basrah Yezid b.Ebi Eniset ül-Kariernin taraftarlar ıdırlar. Yezid b.Ebi Enise, şu bid'atlari ortaya atm ıştır. âhır zamanda şeriat-ı islâmiyye nesh olacak, iranhlardan bir Peygamber gönderilip kendisine gökten. bir kitap indirilecek ki Kur'ân'da zikr edilen Sâbiiler o beklenen Peygamber'in iimmeti olacakt ır. ,Hz. Muhammed'in Peygamberliğini ikrar eden ehl-i kitap, Islân ı dinine girmese de gene mü' ınindir. Ashab- ı hudud, muhalif olsun muvafık olsun kâfir ve müşriktir. Günâhm küçü ğü de büyüğü de şirktir. Haricilerin her kolu devam etmemektedir. Ba şlangıçtan bir müddet sonra Ibâziyye ve Sufriyye kollarmdan gayrisi ortadan kalkun ştır. Halen Afrikada halk aras ında beşinci mezhep denen mezhep, haricilik (mârika)-; Beyâziyye denilen mezhep de Ibâziyye koludur. Kuzey Afrikada Sufriyye'nin bulunduğu söylenirse de orada çok rastlanan mezhep muhakkak ki Ibâziyedir. Mezhebin bilginleri ve kitaplar ı vardır. "Meşârik ül-Envar" adlı kitapları matbiıdur. Zengibar' ın resmi mezhebi Ibâziyye mezhebidir.77
" Bak: Muberred, al-Kamil, 1937 M ısır tab'ı, III, 020, 1045. al-Fark, ss, 61 vd. Şehrestatil', I, 212 vd. Muhassal al-Kelâm, 88 vd.
51
IK IN CI BÖLÜM Şİ A Şia terimine ve bu adla an ılan dini toplulu ğa, Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra rastlan ır. Ondan önce böyle bir ş ey yoktu. Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra müslümanlar ikiye ayrılmış , biri Hz. Osman'a, di ğeri Hz. Ali'ye meyl ettiklerinden aralar ında mücadele ve sava şlar olmuş , Hz. Osman'a, biraz sonra da onun mensub oldu ğu Emeviye sülâle şine taraftar olanlara " şia-i Osman", Aliye taraftar olanlara da " şia-i Ali" dendir. Daha sonraları ise şia adı yalnız Hz. Ali taraftarlar ına verildi. Şiiliğin gelişmesi, tarihi seyir bak ımından üç safha arz eder: I. Şia-i Ula. Bu Hz. Ali'nin sağlığında ortaya çıkmıştır. II. Usul-ü Şia. Bu, üç asıldan yani üç fırkadan ibaret olup her üçü de Hz. Ali zamanında ortaya çıkmıştır. Bunlar: 1— Mufadd ıla, 2— Sâbbe veya Teberraiyye, 3— Gâliye veya Müellihedirler. III. Hz. Ali'nin ölümünden sonra gelişen şia ki bunlar; dört gruba ayr ılır: 1— Keysaniyye, 2— Zeydiyye, 3— İ mamiyye, 4— Gâliyye. Şimdi bunları ayrı ayrı gözden geçirelim:
Şi'a-i Ula Bunlar, ashab ve tabiinden olup Ali'nin hilâfetine yard ım edenlerdir. Şi'a-i Ula katında haklı imam Ali'dir ve ona itaat herkese farzd ır. Çünkü o, zamanının efdalıdır. Hilafet işinde ona karşı gelen hatalı ve âsidir. Onu imamete (hilafete) lay ık görmiyen sapk ındır. Hz. Ali'nin, şeyheyn (Ebâ Bekr ve Ömer) vesair ashab hakk ındaki iyi sözleri dıştandır, takıyyeye hamledilemez. Allah' ın ve Peygamberin sözleri nas ıl zâhirine haml olunursa Ali'nin sözleri de öyle anla şılmalıdır. 52
Ula, Hz. Ali'nin "Bu üm ınetin en hayırlısı Ebiı Bekr, sonra Ömer'dir" kavlinden dolay ı şeyheynin efdal (en hay ırlı ) olmasında münazaa etmezler; sadece Hz. Ali'nin Osmandan efdal olup olmad ığı hususunda münazaa ederlerdi. Şi'a-i Uladan Kad ı Şureyh (ölümü 177 / 79 /-4), "Ebil Bekr ile Ali'den hangisi efdaldir" diye sorulan soruya "Ebü Bekr efdaldir" cevab ını vermiş , şii olduğun halde nasıl böyle söylersin dendiğinde "Ali, Peygamberden sonra bu ümmetin hay ırhsı Ebû Bekr, sonra Ömer'dir, dedi. Onun bu sözünü nas ıl yalanhyalım vallahi Ali yalanc ı değildir" demişti. Şi'a-i Ula'nın inancı ehl-i sünnet'in bir kısmımn ianancı gibi idi. Bunlar sonradan ortaya ç ıkan Zeydiyye ve Rafıza fırkalarının şia adıyla andınaları üzerine hak, bat ıla karışır korkusu ile şia lakabım terk ederek ehl-i sünnet ve cemaat lakab ını aldılar. Şi'a-i Ula'nın yukarıda zikr etti ğimiz hususlardan gayri prensip ve kaideleri yoktur. Bu günkü anlamda tedvini ve usüllerinin vaz' ı daha sonra olu şmuş ve haricilerli ğin hemen ayni sıralarda ortaya ç ıkması şi'anın teşkilatlanmasında rol oynamıştır. Şi'anın do ğuş u ve gelişmesi hakkında Dr. R.Dozy şu mutalaada bulunuyor: "Ba şlangıçta hariciler de Ali'nin taraftarlar ı idiler. Şüler de böyle olmakla beraber iki f ırkanın fikirleri çok çeli şik idi Politikada haricilerin fikri kendilerini demokratl ığa sevk etti ği halde şiilerin bencil fikri mutlakıyyet idareye, en ezici istibdada görürüyordu. Her ne kadar bu iki f ırka ço ğu zaman ş ahsi olan bir maksada ula şmak için kendilerini kullanmaya gayret eden ba şkanların idareleri altında bulunuyorlar idi ise de şiiler gene kalblerinin derinliklerinde bir irâni mezhebde idiler. Hürriyeti seven arap ırkı ile esirâne itaate ah ş nuş olan Iran ırkı arasındaki fark i şte burada olanca aç ıklığı ile ortaya çıktı . Peygamber'e bir halef intibahb ı prensibi iranlılar için işitilmemiş ve anla şılmaz bir şeydi. Onlar devlet reisi için ancak veraset kaidesini tanıyorlardı . Madem ki Peygamber erkek evlad b ırakmaksızın öldü, damadı Ali ona halef olmak ve hakomiyet, ailesine miras kalmak kah eder fikrinde bulunuyorlard ı . Buna dayanarak Aliden evvelki di ğer halifeler yani Ebü Bekr, Ömer, Osman ve daha sonraki Eraevi halifeleri onlar nazarında itaat edilmemesi laz ım gelen birer zorba idiler. Hükümet ve araplar hakk ında hissettikleri kin onlar ın bu fikrini kuvvetlendiriyordu. Ayrıca kendilerini idare edenlerin zenginliklerine haset etmekten de geri kalmıyorlar& Bir de hiikümdarlarm ı küçük kudrette ilahlarm ahfadı olarak görme ğe alışmış olduklarından bu puta tapma hürmetini Ali'nin ve onun soyundan gelenlerin üzerine aktard ılar. Ali so53
yıından ölan İınama tam itaat onların gözünde en önemli bir ödewli. Bu vazife yerine getirildikten sonra di ğeri te'vil ve terk olunabilinli. Onların nazarında imam her şeydi. Hattâ baz ılarmca imam, insan suretinde görülen Allah idi. Ahlüksızhkla birle şmiş esirâne bir itaat, sistemlerinin temelini te şkil ediyordu78." Dozy, ınüfrit ashnda, yemenli bir yahudi olan Abdullah b.Sebe'in, isevilik ve Mehdilik akidelerinden hareketle Ali'nin Allah olduğuna, öldükten sonra da tekrar gelece ğini araplara inand ırıp bu fikri onlar aras ında yaymasından meydana geldiğini söylüyor. Ebli Hanife adh kitab'ın yazarı Muhammed Ebeı Zehra da bu mutalaayı benimser görünmekle beraber79 biz, Dr. Dozy'nin bu kanaat ında tamamiyle haklı olduğu düşüncesinde Şiilik, siyasi bir temele dayanmakla beraber bu temel daha ziyade araplarm on y ıl gibi kısa bir müddette Sasâni İmparatorluğımu çökermesi ve koca Iran ülkesinin tamamiyle arap hâkimiyeti alt ına geçmesinden duyulan his üzerine kurulmuştur.
Usul-ü Şi'a Bunun kurucusu Abdullah b.Sebe'dir. İbn-i Sebe, Hz. Aliye ve ehl-i Beyt'e karşı büyük sevgi besleyip Ali'yi Peygmber'in vasisi kabul ile onun menkıbeleri hakkındaki hadislere, uydurma (mevzu) hadisler de katarak kendisiııi daha önceki üç halife ve bütün ashab üzerine üstün tutmuş "açık nas ile halife tayin olunduğu halde sırf sahabenin, kahr ve galebe, hile ve desise ile Peygamber'in vasiyetini bir tarafa atarak Ali' nin hilâyet hakkım hedef ettiklerini' ileri sürmü ştür. Bu telkinler sonunda önceki üç halife'ye (Ebü Bekr, Ömer, Osman) sövme ve ayıplama ortaya ç ıkmış, bunu gören İbn-i Sebe daha ileri giderek Ali'nin Tanrıhğını telkine ba şlamıştı. Onun )vazetti ği Usul'-ü Şi'a: 1— Mufaddıla, 2— Sâbbe veya Teberraiyye, 3— Gâliyye veya Müellihe olm.ak üzere üç kol halinde geli şmiştir. 1-- Mufadchla : Bunlar, Hz. Ali'yi di ğer bütün ashaptan üstün tutanlardır. Bu üstün sayma fikrinden "hilâfet'e en hakl ı (en layık) Hz. Ali ve onun neslinden gelenlerdir. Bunlar hilâfete geçmedikçe ba ş78 Bak: Dr. R. Dozy, Tarih-i Islâmiyet, Abdullah Cevdet (Karhda ğ) tereüınesi, 1908 Mısır baskısı, I, 281 vd. 79 Bak: Mhammed Elul Zehra, Ebil Hanife, Osman Keskio ğlu ter. 1963, Ankara sahife 115,
54
kalarının işe karışmaya ve bunlarla yarışmaya hak ve selâhiyetleri yoktur" sonucu ortaya ç ıkmıştır. Mufaddıla, ehl-i sünnet katında olduğu gibi bütün sahabileri hayırla anar. Bu itibarla Mufaddıla, diğer esaslarda ehl-i sünnetten ayr ılmazlar. Mufaddıladan, halen Yemende çok ve yaygın olarak bulunan Zeydiyye çıkmıştır. 2- Sâbbe veya Teberraiyye: Bunlar Peygamber'in sahabilerine söveriler (seb edenler) ve onlardan teberri edenlerdir. Sâbbe, say ı itibariye Mufaddıladan ve Galiyyeden fazla olup ço ğalmakta devam etmekte idi. 3- Güliyye veya Müellihe : Bunlar Haz. Ali'ye sevgide çok mübala ğa ile ona Tanrılık isnat edenlerair. Galiye, Abdullah b.Sebe'nin en yak ın dostlanndan ve en yeti şkin talebelerinden idi. Bunlar ın bir kısmı doğrudan doğruya Ali'yin Tannlığına, bir kısmı da Allah ın ruhunun Ali'nin bedenin huhil etti ğine inamyorlardı. En önce ricata yani baz ı ölülerin kıyamet gününden evvel dünyaya geri gelece ğine inanan da bu Abdullah b.Sebe idi ki bundan kas ı Hz. Muhammed in geri gelece ği idi. Hicri 2. yüzyıl başlarında (M. VIII, yüzyılın ilk yarısı) Câbir elCa'fi, Hz. Ali'nin ricatına kail olduü Hicri III. yüzy ılda (M.IX. yüzyıl ortası) bütün rafıza, bütün imamların riciatlarma inand ılar. Bunlar daha Hz. Ali nin sa ğlığında kendisine secde etmeye kalkt ılar ve onun yüzüne kar şı "sen Allah'sın' dediler. Ali de onları yaktırdı. İbn-i Sebe de dahil bir kısmını da sürdürdü. Bu fırka daha sonra türlü türlü şekillere girdi.
III Hz. Ali'nin Ölümünden Sonra Geli şen Şia Yukarıda da dediğimiz gibi bunlar dört büyük gruba ayr ılırlar: 1- Keysaniye, 2- Zeydiye, 3- İmamiye, 4- Gâliye. 1- Keysaniye : Bunlar, Keysan adında birinin tâbileridirler. Bu Keysan'ın kimliği hakkında ihtilaf vard ır. Bazılarına göre Keysan, Hz. Ali'nin azadlı kölelerinden olup Hz. Ali'nin o ğlu Muhammed b. Hanefiyenin talebesi idi. Baz ılarına göre ise Keysan, Muhtar b. Ebî Ubeydet ' üs-Sakafrnin lakab ı idi. Birinci kavle göre Keysan, Şi'a-i Ulâ'dan ve Sâbbeden hanlar ın' etrafına tophyarak Hüseyin b.Ali'nin öcünü almak davası ile ortaya atılmış fakat bir sonuç elde edememi şti. Daha sonra Muhtar bu grubunun ba şına geçti. Kendisi önceleri harici idi, sonra Sabbeden oldu, daha sonra da Keysani oldu. Müslim b. Ukeyl, Hz. Hüseyin tarafından halkın durumunu ö ğrenmek üzere Kûfe'ye yolland ığl 55
zaman Muhtar da onunla birlikte gelmi şti. Ubeydullah b.Ziyad, Muhtar'ı yakalatıp dö ğdü ve hapse att ı, Hz. Hüseyin şehid edilinceye kadar hapiste kaldı . Ondan sonra k ız karde şinin kocası olan Abdullah b.ömer onun hakkında şefaatçı oldu, Küfe'den ç ıkıp girmek ş artıyla serbest bırakıldı o da Hicaz'a gitti. Yolda giderken "müslünianlarm efendisi, Peygamberlerin seyyidinin k ızının o ğlu mazlum şehid Hz. Hüseyin'in kamnı istiyece ğim. Tanrı adına and içerim ki onun kan ı için ben de, Peygamber Zekeriyya'nın o ğlu Yahya'nın kanı uğruna öldürülenlerin sayısınca öldürece ğim" dediği söylenir. Muhtar, Mekke'ye geldi ğinde Abdullah b. ez-Zübeyr'e kat ıldı, ona biat etti ve onun ordusunda yer alarak Ş amhlara kar şı döğüştü. Halife Yezid'in ölümünden sonra tekrar Kilfe'ye dönerek kalka "Muhammed b.Hanefiyye beni size emin ve vezir olarak gönderdi. Mülhidleri öldürmemi, ehl-i beytin kanını dâva etmemi, zaifleri korumayı bana emr ve havale vale etti" dedi. Keysaniyenin ay ırıcı özelliği, Muhammed b.Hanefiye'nin inıam olması meselesi idi. Keysan'a göre Hasan b.Ali, hilâfeti Muaviye'ye terk, karde şi Hüseyin de bu anla şmayı istemeye istemeye olsa dahi kabul etti ğinden imam olma vas ıf ve haklarını kaybetmiş , şimdi inı âmete (hilâfette) hak sahibi yaln ız Muhammed b. Hanifeyye kalm ıştır. Muhammed b.Hanefiye'nin bu i şlerden haberi olmayıp Muhtar'dan müteberri idi. Muhtar kendisine pekçok taraftar buldu. Taraftar bulmak için birçok şeylere tevessül ediyordu: Meselâ, yamnda üzeri siislii ve k ıymetli kumaşlarla örtülü eski bir kürsü vard ı ki o buna "Hz. Ali'nin eşyasından biridir, tabut-u sekine gibidir" derdi. Dü şmanları ile savaştığı zaman bunu yanında görürür ve askerlerine "sizin için zafer ve yardım var, melekler size yard ımcı olarak inecektir" gibi sözler söylerdi. Önceden meleklerin beyaz güvercin suretinde inece ğini haber vermi ş, sonradan görülen beyaz güvercinlere melâike, demi şti. Muhtar. baz ı şehirleri zabt ettikten sonra kehanete ba şlamış , kendisine v ahiy nazil olduğunu iddia ile kâhinler gibi seciyeli, kafiyeli şeyler söylemeye ba şlamıştır. Muhtar, Mekkede halife bulunan Abdullah b.Zübeyr'in karde şi Mus'ab b.Zübeyr ile yap ılacak sava şta kendisinin ınuzaffer olaca ğım, bu hususta kendisine vahiy nazil oldu ğunu bildirmiş, fakat yapt ığı sayaşta mağlub olunca "Cenab-ı Hak bana böyle vaad etmişti fakat sonra Allah'a bunun hilüfl zâhir oldu" diyerek Allah hakk ında sonradan zâhir olmay ı (beda'ı) tecviz etmi şti. Muhtar bir şeyin ortaya çıkacağım evvelden bildiği iddiasında idi. E ğer o şey iddia etti ği gibi çıkarsa bunu, dâ56
vasmın do ğrulu ğuna delil sayar, do ğru çıkmazsa "Rabbinize böyle zâhir oldu" derdi ki ahkâm'da nesih caiz olunca ahbarda bedâ caiz olur inancında idi. O, yakın taraftarlar ı yanında Peygamberlik ve vahiy geldi ğirıi iddia ederdi. Keysaniye'den Ebû Kureyb Darir'e mensub olan Kureybiyye kolu, Muhammed b.Hanefiyye'nin Cebel-i Radavi'de saklanarak "mehdi-i muntazar" olduğuna, yanında birinden su, birinden bal akan iki p ınar olup bunlarla yaş adığma, sağında bir arslan, solunda bir kaplan bulunup ortaya ç ıkışma kadar kendisini bunlar ın korudu ğuna inamrlard ı, Sia içinde en önce Sahib-i Zaman' ın (mehdinin) saklandığma inanan, Kııreybiyye kolu reisi Ebû Kureyb Darir'dir. Sonradan şia'da Mehdi-i Muntazar (beklenen mehdi) hakkında ihtilâf çıknuştır. Kureybiyye kolundan başka bütün Keysaniye kollar ı Muhammed b.Hanefiyye'nin ölüp imamet'in ba şkasına geçtiğine inanır; yalnız ondan sonra kime geçtiği hususunda ihtilâf vard ır. Zeydiyye'nin ortaya ç ıkışı na kadar Şi'a toplulu ğu Keysaniyye (H.64 / M.683-4) ve Muhtariyye (11.66 / M.685-6 da ç ıkmıştır) idi. Gâliyye ve Mufaddıla pek azdı . Keysaniyye de 3ıluhtariyye de sâbbe idi. Keysaniyyenin imamiye veya Rafaddan fark ı : Keysaniy-ye, Muhammed b.Hanefiyye, daha sonra Abbaso ğulları taraftarlar ı, Rafıza ise Fâtıma bt. Resulillah o ğulları taraftarlar ı idi. Keysaniye kolları iki noktada ittifak etmişlerdir: Muhammed b.Hanefiyye imamd ır. Allah'a beda' caizdir. Keysaniyye içinde "Muhammed b.Hanefiyye'den sonra imamet, bumın oğlu Elyû Hâşim Abdullah'a geçmi ştir" diyenler bulundu ğu gibi Hâşlinden sonra imamette ihtilâf edenler de vard ır. Bunların bi kısmına göre Ebû Hâşim, kardeşi Hasanı , Hasan da oğlu Ali'yi vâsi kılm ıştır. Ali'nin erkek çocu ğu olmamakla bu kısım Muhammed b. Hanefiye'nin geri gelmesini bekler. Di ğer kısma göre i ınamet Ebû Hâşim'den sonra Muhammed b.Ali b.Abdullah b.Abbas'a veya babas ı Ali'ye geçmiştir. Hâ şim, Muhammed b.Aliti, Muhammed de oğlu İbrahim'i, İbrahim, Ebû'l-Abbas' ı vâsı kılnuştır. Hilâfet Ebul-Abbastan Ebû Cafer el-Mensur'a geçmi ştir. Daha sonra bu k ısım, bu kavillerin hepsinden cayarak Hz. Abbas hakk ında Hz. Peygamber'den nas bulunduğuna, Peygamber'in Abbas' ı imam ettiğine inandılar. Hattâ Abbas'tan o ğlu Abdullah'a, Abdullah'tan bunun o ğlu Ali'ye geçti ğine dair nas bile iddia ettiler. Böylece im.amet Abbasi halifesi Ebû Cafer el-Mansur'a kadar getirildi ki bunlara Râvendiyye veya Abbasiyye dendi. Râvendiyye, 57
Ebû Müslim Horasani hakkında iki fırkaya ayrıldı : bu fırkalardan birine göre Ebû Müslim katl olunmuştur ki bunlara Rizamiye denir. Di ğerine göre Ebû Müslim ölmemi ştir. Abbasiye (veya Râvendiye) imam tayini nas ile veya miras yoluyla olur derler. Keysaniyye'nin f ıkıhı yazılmamıştır ve zamanla Zeydiyye ile ımâmiye aras ında erimiş gitmiştirso. 2— Zeydiyye : Zeyd b.Ali Zeyn el-Abidin b.el-Hüseyn b.Hz.Ali taraftarlarıdır. Bu mezheb Mufaddıla'dan çıkmıştır H.112 / M.730-1 yılında ortaya çıkmıştır. Bunlar imametin, yaln ız Fatıma'nın çocuklarına ait oldu ğuna inamrlar. İmâmet için ortaya at ılan, alim, dindar, cesur ve cömert olan her Fatma neslinden gelenin kendisine itaat edilmesi lazım olduğunu, hattâ ayn ı vasıfları haiz iki imam ın aynı zamanda fakat iki bölgede imâmet iddias ıyla ortaya çıkmalannı kabul ederler. Zeyd meşhur ınûtezile reisi Vas ıl b.Ata'dan ders görmü ş oldu ğundan usul vesair yollarda i'tizal yoluna girmi şti. Kardeşi Muhammed Bakır da Vasırdan ders gördü ğü halde aralarında fikir ayrılığı vardır. Zeyd, göre imâmet hususunda en iyisi mevcut iken ondan daha az layıkının imameti caiz olduğundan Ali b.Ebi Tâlib, ashab ın en layıkı olduğ u halde Ebû Bekr'in hilafeti sahihtir ve fitneyi teskin halk ın kalbini kazanmak dü şüncesi ile hilafet Elıfi Bekr'e verilmi ştir. Zeyd, babası Ali Zeyn el-Abidin'in ölümünden sonra halife Hi ş am b.Abdilmelik'e karşı yanında Mufaddıla, Keysaniyye ve Sabbe'den bir toplulukla ayaklanmış, Kûfe'de yap ılan savaşın kimliği bir zamanda şeyhaynden (bû Bekr ve Ömer) teberri etmemesinden dolay ı Sâbbe kendisini ter etmekle H. 122 / M.740 y ılında öldürülmüştür. Zeyd'i terk edenlere Rafıza, tevelli edenlere de Zeydiyye dendi. Zeydiyye daha sonra en lay ıki varken daha az 'Ark ın imâmetini kabul etmeden vazgeçip Rafıza gibi ashab ı suçlamağa başladılar. Zeydiyye katında imam tayini, ya nas ile veya nefsine davetle olur. H. 283 / M. 896 yılında Yemen'de Hasan evlad ından (al-i Hasan) Yahya el-Hadi zuhur etti. Bunun o ğlu büyük bilgindi. Zeydiyye mezhebini benimsedi ve Yemen'de Zeydiyye ço ğaldı . Zeydin sağlığında kendisine biat edenlere "Zeydiyye-i Hâlise" denir ki bunlar ashabdan teberriyi tecviz etmezler. "Hz. Ali hilafeti kendi 8 ° Bak: al-Fark Beyn al-F ırak, 26 vd. Şehrestani, I, 235 vd. Ismail Hakk ı Izmirli, Muhassal al-Kelâm 108 vd. ilm-i Kelâm, I, 121 vd. Muhammed Ebn Zehra, Ebil Hanife, Osman Keskioğlu ter. 117 vd.
58
,
isteği ile Şeyhayn'le Osman'a terk etti. İlk üç halifeye biat hatâ de ğildir. Çünkü imam' Ali bâtıla razı olmaz, imâmet evlad- ı Fatımaya mahsustur" derler, Zeydiyye-i hâlise mufadd ıla idi. Sonraları akideleri bozuklara Sâlihiyye (veya Butriyye), Süleymaniyye (veya Haririyye), Cerudiyye kollalarına ayrıldılar ki bi kollar arasında fikir ve akitle ayr ılıklar' vardır. Bu üç kol da büyük günâh i şliyenlerin cehennemde ebedi kalacağma inamrlar. Ze y diyye halen Yemen'de yayg ındır. Birçok ulemas ı, tedvin edilmiş, kitapları ve fıkıhları vardır. Bunlar ba şlangıçta usiilde Matezili, fürada Hanefi idiler. Yalnız imamlarından rivâyet ettikleri meselelerde bu iki mezhebe muhaliftirler. Sonralar ı fıkıh meselelerinde ictihad ederek bir takım hususlarda Hanefiyeyye muhalefet ettiler. Yemen'de Zeydiyye'nin resmi mezhebi Butriyye, çölde Carudiyye'dir 81 . 3— İmamiyye : İmamiyye, Zeyd'i rafz (terk) eden Sabbe'dir ki terk ettiklerinden dolayı kendilerine "Rafıza" dendiği gibi, Zeyd'in öldürülmemesinden sonra bir imam seçmeye kalkt ıklarından dolayı da "İmamiyye" adım aldılar. İmamiyye'nin bir kısmı Hasan el-Müsenna b.Hasan el-Mücteba b. Hz. Ali'yi imam tamdı ki bunlar imâmeti, Hz. Ali'den sonra bunun büyük oğlu Hasan'a, sonra Hasan el-Müesenna'ya, sonra bunun o ğlu Abdullah'a, sonra bunun o ğlu Muhammed'e (en-Nefs üz-Zekiyye), sonra kardeşi Ibrahim'e yürüttüklerinden "Haseniyye" ad ını aldı . Haseniyye'nin bir kısmı Nefs üz-Zekiyye'nin hayyi muntazar (sa ğ olup gelmesi beklenen) olduğunu kabul ettiklerinden onlara da "Nefsiyye" dendi. İmamiye'nin ço ğu, Ali Zeyn el-Abidinin oğlu Muhammed el-Bakın imam tanıdı ve bu fırka bütün Key-saniye ve Muhtariye kollar ını bu inanca davet etti. Bunlar ın davetçi ba şkanları, Hişam b.el-Hakem, Hişam b.Salim, Şeytan el-Tak Muhammed b.Numan, Ali b. İsmail, Zürare b.A'yen-i Kfifi gibi ki şiler idi ki İmamiyye adı bunlara İlk defa İmamiyye. Mezhebi üzerine söz söyliyen kimse şimdi adını zikr ettiğimiz Ali b. İsmail et-Temmar idi. Muhammed el-Balor'ın H.113 / M.731-2 yılında Medinede ölümünden sonra İmamiyye arasında anlaşmazlık çıkıp bir kısmı, kendisinin ölümsüz olarak sağ olduğuna, diğer bir kısmı da öldüğüne inandı. Ölümsüz olarak sağ olduğuna inananlara "Bak ıriyye" dendi. " Bak: al-Fark, 22 vd. Şehrestani, I, 249 vd. İsmail Hakkı, sal al-Kelâm, 112 vd.
Kelâm, I, 122 vd. Muhas-
59
Oldiiğiine inanan fırka gene ihtilâfa dü ştü, bir kısmı Muhammed el-Bâkırm o ğlu Zekeriya'yı, öteki kısmı diğer o ğlu Cafer-i Sad ık'ı imam tamdı . Zekeriyya'yı tanıyanlar, bunun Hâs ır dağmda ölümsüz sağ (hayy-i lâyemût) olduğuna inandıklarından kendilerine "Hâs ıriyye" dendi. Cafer üs-Sad ık'ı tamyanlar çokluk idi. Bunlara İ rn.amiyye dendi. Bunlar arasmda da birçok ba şkan çıkıp türlü adlarla imarniyye şûbeleri kurdular. Fakat bunlar ın hepsi ilk alt ı imamı (Ali, Hasan, Hüseyin, lardı . Daha sonra bu f ırkalar, Imâmiyye'nin gulat ından sayılmıştır. Cafer üs-Sadık'ın ölümünden sonra gene aralarında anla şmazlık çıktı . Bir fırkası Cafer'in ölümsüz olarak sa ğ olup saklandığı na, diğer fırkası, öldü ğüne inandı . H.148 / M.765) yılında Medine'de ölen Cafer'in gaib ve ölümsüz sa ğ (hayy-i lâyemut) oldu ğuna inananlara "Navusiyye" dendi ki bunlardan baz ıları onun tamamiyle gaib olduğunu inkâr ederek bazı toplantılarda kendisini gördülderini iddaia ederler. Cafer'in ölümüne inananlar, onun be ş oğlundan birini imam tanıma larına göre türlü adlarla f ırkalar has ıl oldu: o ğullarından İ smail'i tanıyanlara " İsmailiyye", Muhammed'i tamyanlara "Ammâriyye", Abdullah Eftah' ı tamyanlara "Eftabiyye", Ishak' ı tamyanlara " İ shakiyye" ve bunlardan s ırasıyla ismail'i, Muhammed'i, Mûsa Kâz ım'i, Abdullah Eftah'ı, ishak'ı imam bilenlere "Sumeytiyye" dendi. Caferden sonra Mûsa el-Kâzım'i imam bilenler as ıl İmamiye oldu. Asıl İsmailiyye de bir takım kollara ayrıldı . Ismail'e "Hatem ülEim.me (imaraların sonuncusu), hayyi muntazar (beklenen diri)" diyenler oldu ki Karmatiler'in imâmet hakk ındaki mezhebi bu idi. İ smailden sonra oğlu Muhammed'i sonuncu imam tan ıyanlar vardı ki Mübarekiye"yin imamet hakk ındaki mezhebi bu idi. Muhammed bismail'de tevakkuf edenlere "Vak ıfiyye"de denir. İsmailiye bu noktada da kalmayıp imâmeti ondan sonra kaim ve zâbir olanlara sevk etti ve İsmailiye artık İmamiye'den ayrılıp Gâliyye'den oldu. Asıl Imâmiye veya Mûseviye, Mûsa el-Kâzım'ın H.183 / M. 799 yılında Ba ğdad'da ölümünden sonra ihtilâfa dü şüp bir kısmı onun sağ, ölümsüz ve kaim-i muntazar oldu ğuna, di'ğ erleri öldüğüne inandığı gibi bir kısmı da ölümünde ve sa ğlığında tevakkuf etti ki bunlara "Vak ıfiyye" sağ ve ölümsüz oldu ğunu inananlara "Memtûriyye", öldü ğüne fakat tekrar gelece ğine inananlara "Ric'iyye" dendi. As ıl Milseviyye "Memtûriyye" oldu. 60
Vakıfiyye, Memtüriyye ve Ric'iyye hep birlikte Müsa'da tevakkuf ettiklerinden bunlarn hepsine "Vak ıfiyye" adı verildi. Halen Şii veya İsna Aşeriyye denen asıl imamiyye, Müsa'dan sonra Ali er-Rızayı ; bunun H.202 / 817-7 de Tus'da ölümü üzerine bunun oğlu Muhammed el-Cevad (et-Taki)'yi: bunun da H.220 / M.835 de Ba ğdad'da ölümü üzerine o ğlu Ali en-Naki'yi; bunun da H.215 / M.865 de Samerra'da ölümü üzerine Hasan el-Askeri'yi; bunun. da H.260 / M.873-4, de Samarra'da ölümü üzerine küçük o ğlu olup aynı yılda Samerra'da bir sirdaba (ma ğara) girip oradan bir daha ç ıkmıyan Muhammed elMuntazar* (Ebül-Kasım el-Mehdi)yi imam tan ımaktadırlar. Fakat, Taberi ba şta olmak üzere bir çok güvenilir soy bilginleri, Hasan el-Askeri' nin erkek evlad ı olmadığını kayd ediyorlar. Bu oniki imaına inanan İ mamiyye, imamiyyenin en önemlisi ve en meşhurudur imamiye denince bular akla gelir. Imamiyeynin f ıkhını ve akâidini ne şreden Cafer-i Sad ık clmakla mezhep fakihlerine Caferiyye dedi. Caferiyye Mezhebi iki anlamda kulla ıuhr• 1- İmamet bab ında, 2- Fıkıh babında. 1- İmâmet hususunda Caferi olanlar, Cafer b.Ali el-Askeri'yi onikinci imam tanıyanlardır ki imamiyyenin, hatta İsna A şeriyye'nin bir kısmını teşkil ederler. 2- Fıkıh hususunda Cafer' olanlar, bütün İsna Aşeriyye (oniki imamcılar) ile Cafer-i Sadık'ın imâmetine inananlard ır. İsna Aşeriye, Sahib üz-Zaman Muhammed el-Mehdrnin Samerra'da sirdaba girişinden şimdiye kadar geçen zaman ı ikiye a) ırlır: 1- Gaybet-i Sugra (küçük kayb olu ş), 2- Gaybet-i Kübrâ (büyük kayb olu ş). Gaybet-i Sugra'run müddeti 73-74 y ıl kadar olup H.256 / M.870 veya H.265 / M.878-9 yılından H.329-M.940-1 veya H.339 / M.950-1 yılına kadar devam eder. Bu zamanda İsna Aşeriyye ile Mehdi aras ında vekiller, naibler veya elçiler bulunur. Gaybet-i Kübra zaman ında elçiler yoktur. Gaybet-i Sugra zaman ında kutsal yerlerde dört naib bulunmuştu: 1- Ebû Amr Osman b.Said-il-ömeri, 2- İmam-ı zamanın hükmü ile oğlu EMIL Cafer Muhammed b.Osman, 3- Ebür-Kas ını Hüseyin b.er-Ruh Ebî Bahr Nevbahti, 4- Ebii."1-Hasan Ali b.Muhammed is-Sumri (ölümü: H. 329 / 940-1 veya H.339 / 950-1) dir. Bundan sonra naib ve elçi yoktur, G aybet-i Kübra ba şlar. * Samarra'da kaybolmas ı H. 266 / ırı, 880 dır.
61
Iınamiyye'nin özellikleri : Ğenel olarak imâmiye'nin özellikleri ikidir: 1— Imam mâsum, isbat ı . 2— İmam mâsuma, nas isbatı . 1— Imanı Masum İsbatı :
Evvelâ imam, masum yani kalven ve fiilen hatalardan ar ı(masum) olmalıdır; çünkü imam., Peygamber'in naibi (vekili)'dir. Bu itibarla şeriatm koruyucusudur Kitap ve sünnet (Kur'ân ve hadis) bütün dini hükümlerin teferruat ım içine almadıklarından, naslarm zâhirine ait bilgileri ifâde etmediklerinden, Bât ıniyye'ye göre ise insan ın akh ermediğinden halk şeriatın koruyucusu olamaz. -Ümmet içi ııde imam-ı mâsum bulunmadığı takdirde herkesin hatâ yapmas ı mümkün olmakla icma-ı ümmet de şeriatm koruyucusu olamaz. Kıyas esasen bâtıldır. Bu itibarla imamdan ba şka şeriatın koruyucusu kalmam akla şeriatm korunması ve tebliği Allah katında beli olan bir hükmü bildirmek için Peygamber'in bir vekiline ihtiyaç vard ır. Bu da imam-ı masumdur. Eğer imamın hatâ yapması câiz olsa ibâdet ve mükellefiyetlerimize ait şeyleri nasıl öğrenebiliriz derler. imam'ın masum olması fikrine Zeydiyye ve di ğer fırkalar katılmıyor: Ancak Ismailiyye gibi gâliyye fırkaları katılıyor. 2— ınıam- ı, Masuma Nas Isbatı :
Her imam hakkında ya Peygamber veya bir evelki imam tarafından bir nas vaki olmandır. İlk imam Ali b.Ebi Tâlib, Peygamber tarafından, ikinci imam Hasan, babası Ali tarafından İmam tayin edilmişlerdir (Mansusturlar). Zeydiyye, imâmiyenin bu fikrine kat ılmaz. İsna Aşeriyye, imamlardan herbirinin kavlini kabul eme ği vâcib görür. Çünkü, imamlardan her biri Hz. Muhammed gibi mâsumdur. Bu itibarla da imam daima do ğru söyler, hiçbir kimse ona karşı koyamaz. Bu hususta nizâ edenden teberri olunur. İmamlardan her birinin kavli Hz. Muhammed'den nakl edilmi ştir. Yani onların her dediğini Peygamber demi ştir ve bu nakilde ismet vard ır ve imal= kavli Kur'ân ve sünen-i mütevatire hükmündedir. Kur'ân'a, hadise, k ıyasa itimat yoktur, ancak imamlarm kavline itimat vard ır. Ehl-i sünnetçe yalmz Peygamber mâsumdur, imamlar mâsum olamaz. Çünkü onlardan nakl edilen şeylerin ço ğuna yalan karışmıştır. Imamlara ismet iddiası Peygamberlikte ortaklıktır. Masum'un her kavline uymak, muhalefet etmemek icab eder, bu ise yaln ız Peygamberlerin hassas ıdır. Böyle olunca, din imamlara teslim edilince kendilerine lâfzan de ğilse bile mânen 62
nübüvvet verilmi ş oluyor. imâmiyye'de imâma be şte (hums) veriliyor, melekler kendilerine haber getiriyor, fülleri ancak Allah' ın andi ve emri ile oluyor. Imâmet Allah tarafından bir and olup birinden ötekine ahidle geçiyor. Allah, bir evvelki imâma kendinden olan her şeyi ondan sonra gelecek imâma vermi ş, emr etmiş oluyor, Bir imâm kendinden sonraki imâmı ve onun imam olaca ğını biliyor. İmâmiyye bu imam-ı masum meselesinden ve cum'a namaz ı= cemaatla kılmması ancak imam-ı masum arkasında olabilece ğinden, son imam da mektum veya muntazar oldu ğundan cum'a namaz ı cemaatla kılmıyorlar. İmamiyye, mehdinin gelmesini beldemek için. ö ğle ve ikindi, akşam ve yats ı namazlarım (cem-i takdim) ile yani birinci namazın vaktinde ve onu kıldıktan hemen sonra ikinciyi kalıyorlar. Meselâ ö ğle namazını müteakib ikindiyi, akşam namazım müteakib yatsı namazım kıhyorlar. isna A şeriyye'nin
:
İsna Aşeriyye'nin özellikleri ikidir: 1— İmam mâsumları onikiye Lıasr etm.ek, 2— Niyâbet. Oniki imam hakkındaki bilgi yukarda geçti. Niyâbet'e gelince: oniki imam, hem külliyatta cüz'iyatta mâsum olduklar ı halde nâibleri (vekilleri) ancak cüz'iyatta mâsumdurlar. İsna A şeriyye'de din ve mezhep esaslar ı : Usul-ü Diıı : Tevhid, nübüvvet ve miad olmak üzere üç, Usul-ü mezheb; adl ve imâmet olmak üzere ikidir. Birinci asıl : Tevhid babında ihbariye veya eski imâmiye mensu.pları hemen tamamiyle Müşebbihe veya Kelâmiyye, sonraki İmâmiyye mensupları hemen tamamiyle mi'ıteziledir. Eski İmâmiyyecilerl Yunusiyye, Hiş âmiyye, Zürariyye, Numaniyye veya Şeytâniyye kollarına ayrılırlar. Bunlardan Allah'a en önce cisim diyen, Hi şam b.el-Hakem'dir. İmâmiyye arasında beda hakkında ihtilâf vardır. İsna Aşeriyye'nin çoğu bedaı neshe irca ederler. Mûtezili olan sonraki imâmiyye mensupları H.400 / M.1009-10 tarihlerinde ortaya ç ıkmıştır. İkinci asıl adrdir : adl, kaderi tekziptir. Yani bunlar kaderi inkâr ederler. Bu kaderi inkâr i şinde Keysaniyye ile Zeydiyye de İsna Aşeriyye ile aym fikirdedirler. Üçüncü asil : Nübüvvettir : İmâmiyyece Peygamberlik lutfu olarak Cenab- ı Hakka vâcibtir. Peygamberlik küçük ve büyük gü63
nâhlardan masumdurlar. Ancak Hi şam b.el-Hakem, Peygamberlerin hata işleyebileceklerini fakat onların hatasını Allah'ın af edece ğini kabul etmektedir. Son Peygamber, Hz. Muhamn ıed'dir. Tanrı , Muhammed'den sonra kimseye Peygamberlik vermemi ş ve vahiy inzal etmemi ştir. Ancak Peygamber'in vasisi olan Hz. Aliye —kendisi Peygamber makamına kalın olmakla— vahiy nazil olmuştur. Vahy--i nebi ile vahy-i vâsi aras ında bir fark vard ır o da, Peygamber, vahiy getiren mele ği görür, vasi görmez, sadece sesini i şitir. Imamiyye'den bir gruba göre Tanrı, Peygamberin ölümünden sonra teselli için kızı Fatıma'ya ın.elek göndermiş , onun huzurunda vahiy nazil olmuş Ali de duyduklarını toplıyarak adına "Mushaf-ı Fatma" demişti. Bu Mushafta, Muhammed ümmeti aras ında vuku bulacak olan fitnelerin birçok belirtileri yaz ılı imiş . Imamlar insanı, o Mushaftaki malumat sayesinde haberdar ederlermi ş . Çünkü onda vuk'u bulacak şeyler kayıdlı
Dördüncü asil İmâmettir : Imamet, Peygamber nâibli ğidir. Bunun delilleri şunlardır! a) Imam masum olmalıdır. Buna yalnız ismailiyye inanır. b) Peygamber gönderilmesi nas ıl aklen vacib ise imam nasbı da öylece Allah'a aklen vaciptir. c) İmam, nas ile tayin edilmiş olmandır. Zeydiyye bu esasa muhaliftir.
Be şinci asıl Miad'dır : buna göre: a) Miad-ı edebi vardır. Gâliy-ye ve Melahide bunu inkâr ile tenâsuha kaildirler. b) Baas, ha şr ve neşr Allah'a aklen vâcibtir. c) Kabir azab ı haktır. Zeydiyye ve ekler şia fırkaları kabir azab ını inkar ederler. d) Hesab, mizan, s ırat, havz- ı Kevser ve şefaat haktır. Zeydiyye ve ismailiye gibi şia fırkalarımn çoğu bunu inkâr edip tevil ederler. e) Tenâsuh bâtıldır. Karmatiler, Kamiliyye, Mansuriyye, M ıifaddıla vesaire gibi bir tak ım Bulat-ı şia tenâsuha kaildirler. f) Ric'at vardır. Bazılarına göre Mehdinin ortaya ç ıkışından sonra, deccaldan önce, nebi, vâsi, Hz. Ali'nin o ğulları Hasan, Hüseyin, bunların düşmanlar , ilk üç halife, Muaviye, Yezid, Mervan, di ğer imamlar ve katilleri dirilip kar şılaştırılacak ve suçlulara k ısas tatbik edilecektir. 61
g) Kabirde, kıyamette, Im.âmiyyeden olanlar büyük ve küçük günâhlardan dolayı azaba çarp ılmıyacaklardır.
itnâmiyye'de Şer'i Deliller : imânıiye'de ş er'i delil dörttür: 1— Kitab, 2— Sünnet, 3— Icma, 4— Akıl. Bunlarda herbiri hakk ında ihbariyenin ve usitliyenin fikirleri ayrı ayndır.
1— Kitab: Ihbariyeye göre kitap yani Kur'ân, müracaat etmeye ve hüküm çıkarmıya yarayışlı değildir. Ihbariyyenin ço ğuna göre masum imamlar vasıtasiyle ahz edilmiyen Kur'ân' ın Kurânh ğma itimad yoktur. Imamlar vas ı tasiyle alıncak Kur'ân da onların elinde yoktur. Ihbariye katında Kurân' ın, Tevrat ve Incil'den fark ı yoktur. Usûliyye, Kur'ândaki bu tahrif ve tebdil iddialar ını asla kabul etezler. Bunlara göre kitab (Kur'ân). ba ş vurulacak ve hüküm ç ıkarılmacak kaynaktır. Usûliye ile ehl-i sünnet aras ında Kur'ân-ı Kerbn'in sıhhatinde, mânamn ihtilüfını mûcib olacak şekilde lâfzının değiştirilmemesinde ihtilâf yoktur.
2— Sünnet: Usüliye katında sünnet mâsuın.'un kavli, fiili , ve sözleridir ki hadis de budur. Haber de hadis mânasmad ır. Ihbariyye kat ında ictihad bulunmadığından usül-ü dinde ancak imamlardan rivâyet edilen haber-i âhad'a itirnad olunur. Haber-i rnütevatire itibar yoktur. 3— ima: Imam'ın fikrini açıklıyan, icmad ır. Icma, ümmetin itifak etmi ş olması sebebiyle huccet de ğildir. Masum'un (imamı n) fikrini açıkladığından dolayı huccettir. 4— Ak ıl: Akil' delil, kendisi ile şer'i hükme varılan akli hüküm demektir. Aklı hükümü bilmekten de şer'i hükmü bilme ğe intikal olunur82. IV GÂLİYYE Bunlar imamlan Peygamberlik derecesine ç ıkarıp haklarında Tanrı hükümleriyle hükrnedenlerdir. Gâliye mensuplar ı , imâmi}yeden olduk ları gibi Keysaniyyeden de olurlar. Gâliye mensuplar ı bir sürü bid'atlar ortaya atmışlardır. Bu bid'atlar: Te şbih, Ibâha, Tenâsuh, Hulûl, Beda ve Ric'attır. 82 Bak: al-Fark Beytr al-F ırak, sahife 35 vd. Şehrastanl, Milel. I, 265 vd. Ismail Hakkı Izmirli, Muhassal 115 vf.
65
Te şbih: Bu, Gâliye'ye yahudilikten geçmi ştir. Yahudilikte te şbih, teşbih-i gulûvdur. Hıristiyanlık teşbihi ise hulfıl'ü doğurmuştur. Hişamiyye, Beyaniyye, Mugiriyye, Yunisiyye, Mü şebbihedendirler. Hulül : Buna inananlar, Allah'ı her yerde mevcut, her dilde konuşur bir insan şeklinde tasavvur ederler. Sebeiyye, Cenahiyye, Hattabiyye, Nümeyriyye, 1VJukannaiyye, Rizamiyye, Berkukiyye, Hulmaniyye, Hallâciyye, Azafire bu Hulûliyyedendirler. Tenâsuh: Ruhun bir bedenden ba şka bir bedene geçmesi demektir İslâmdan önce bazı zerdüşt mezheplerinde, baz ı Yahudilerde vardı. Sebeiyye, Hattabiyye, Cenahiyye, Beyaniyye ve baz ı Ravendiyye tenasuha kaildirler. İbâha: Haram şeyleri mubah saymaktır. islâmdan önce İranda zuhur eden Babekiye, muharremat ı ibâha etmişti ki onlara göre mal ve kadın müşterekti. Beda: Bu sonradan Şiller tarafından ortaya çıkarılmıştır ki mahiyeti yukarda aç ıklanmıştı . Rie'at : Bu da yahudilikten geçmi ştir. Gâliye esas itibariyle ikiye ayr ıhr: 1. Fırka: Bunlara göre ulûhiyet, Allah'tan başkasıada da olabilir. 2. Fırka: Bunlara göre Peygamberlik sona ermemiştir. Hz. Muhammed'den sonra daha ba şka Peygamber de gelecektir. Birinci fırka Tanrılığı Peygambere, di ğer Peygamberlere, Hz. Ali'ye ve bazı çocuklarına, Fâtıma'ya, Hz. Abbas'a, Cafer'e, Ukayl'e, Selman-ı Fârisi'ye. Ebû Cafer el-Mansur'a, ba şkan sayılan kişilere, güzel yüzlü kişilere; ikinci fırka: Peygamberli ği Ali'ye, oniki imama, Muhammed b.Hanefiyeye, başkan sayılan kimselere isnad ederlerdi. Gâliyye, zamanla ortaya ç ıkan birçok kimselerin etraflar ına taraftarlar toplanmas ı ile birçok fırkalara ayrılmıştır. Bu fırkaların fikirlerini ayrı ayrı zikretmek lüzumsuz teferruat ı sıralamaktan ba şka işe yaramıyacaktır. Gâliyye'nin ana fikirlerini yukar ıda kaydettik. Muhammediyye, Hattâbiyye, Kâmiliyye, Beyâniyye, Harbiyye, Berkukıyye, Mukannaıyye, Hulmaniyye, Hallaciyye, Ezafire, Nusayyriye ve Dürziye birinci fırkadaadırlar. Gurabiyye, Mansuriyye, Mugiriyye, Sebeiyye, Şureykiyye, Ammariyye ve Babiyye ikinci f ırkadandırlar 83 . " Bak: al-Fark Beyn al-F ı •ak; ss. 35 vd, 143 vd. Sehrestant, el-Milel, I, 288 vd. Muhassal al-Kelâm, 148 vd.; Ebû Muhammed al-Hasan an-Nevbahtt, F ırak as-Sia, 1951 Mısır, 57 vd. Sa'd Muhammed Hasan, al-Mehdiye 1953 , Mısır, ss. 75 vd.
66
V NUSAYRTLER* Eldeki resmi kayıtlara göre Lübnan'daki arap topiumunun yandan çoğu hıristiyandır. Hatta, kimi kasaba ve köylerinde oturan araplar tamamen hıristiyandırlar. Bunun gibi Lübnan'da Nehr ül-Kebir ile do ğuda ve kuzeyde nehr batıda Ak Deniz kıyıları ile çevrili dağlık bölgelerde Nusayri araplar oturur. Bunlar, Suriye'nin kuzeyinde bulunan Cebel ül-Kusayrde de oldukça kalabalıktırlar. XX. yüzyılın başlarında Mârâni ve özellikle Ortodoks hı ristiyanların dolayh baskıları ile kuzeye do ğru göç etmişlerdir. Nusayrilerin kimlikleri üzerine süy/enen/er : Avrupahlann, özellikle Frans ızların Lübnan'a ve Suriye'ye gözdikmeye başlamalarından beri, bu mezhepteki araplara yak ın ilgi duydular ve bunları hıristiyan asılh göstermeye çal ıştılar Bu dağlık bölge toplumu içinde bir çok kumral saçlı ve mavi gözlü kişilerin ve firenkçeden geldi ğini varsaydıklan bir takım soyadlannın bulunmasından dolayı Nusayrilerin, ilaçh Sava şları sırasında gelen Franklann, yerlilerle kar ışımından türedikleri bile söylen ıniştir. Franklarm, bu bölgede kald ıkları 250 yıl içinde böyle oldukça büyük bir toplulu ğun ortaya çıkmasına neden olduklarını ileri sürmek saflık olur. Bu menşei söyleyenlerin ba şında Alman bilgini R. Hartmann vardır. Ernest Renan ve Le Pere Henri La ın.mens gibi bilginler de Nusayrilerin önceleri hıfistiyan diııiııde olduklarını söylüyorlar. Bunlar tanık olarak "nusayri" sözcü ğünün, "nasrâni" sözcü ğünün ismi-i tasgiri olduğunu. ileri sürüyorlar. Oysaki Arapçada nasrâni sözcü ğünün ism-i tasgiri "nasrâni" de ğil "nusayrâni" dir. Avrupahlar amaçlar ına ulaşmak için zaman zaman böyle uydurma yakıştırmalar yaparlar. Vaktiyle Mariti adl ı bir italyan da Yezidilerin Cizvitlere (jesutite) mensup olduklar ını ileri sürmüştü. Kökenleri hakkında ne denirse densin bunlar ın büyük bir ço ğunluğu araptır ve Arapça konuşurlar. • Nusayrilik için bak. Şehrestanl, Milel ve Nihal; Melunet Behcet (Yazar), Refik Temiml, Beyrut Vilayeti, e. 2.; islam Ansiklopedisi.
67
Nusayri inaneın ın temel ilkeleri : Herş eyden önce Nusayri mezhebi, şia fırkasının bir koludur. Eskiden bunlar "Nemiriyye" diye an ılıyorlar, kendileri ise "Mu' miniyye" adını benimseyip kullanıyorlardı . Onuncu yüzyılın ikinci yarısında başlayarak "Nusayriler" ad ı altında tanınmaya ba şlandılar. Ad olarak Nusayr, uydurma Şii şehitlerinden biri. Ali b. Ebi Talib'in o ğlu ya onun azadlısı ya da Muaviye'nin bir veziri ve daha çok bir olasılıkla " İbn-i Nusayr"ın nisbesi yani Muhammed b.Nusayr Nemiri Abdi'dir. Bu kişi, mezhebini M.859 yılında yaymaya ba şladı . Bu sıra şiilerin 10. imamı Ali Naki henüz hayatta idi (ölümü, Samerra'da 868 yılındadır). 883 yılında ölen Nusayr (yani Muhammed İbn-i Nusayr), onuncu imam Ali Naki'den sonra 11. imam Hasan Askerrnin (ölümü Samerra' da 873), ondan sonra da kendisinin, 12. ima= nâibi olaca ğını iddia ediyordu. Nusayrilik'te, hıristiyan inanç ve törenlerinin izleri de görülür. Ismaililik ve Bâtınilik ile ortak bir çok yönleri vard ır.'
Nuayri inançları nelerdir : Bunlarca nitelemenin, tan ımlamanın dışında bulunan Tanrının hemen altında göksel yaratıklar yani, y ıldızların yer aldığı rûhâni bir âlem vardır. Inançları= en önemlisi, Tanrı sıfatları taşıyan üç kişiden olu ş an üçleme (teslis) dir. Nusayrilik hakkında geniş bilgiyi "Kitab al-Bâkûra el-Süleymâniyye fi keşf-i esrar el-Diyane el-Nusayriyye" adl ı kitaptan öğreniyoruz. Bu eser 1835 yılında Antakya'da do ğmu ş olan "Süleyman Efendi el--Üzeni" tarafından yazılmıştır. Bu Süleyman Efendi eskiden Nusayri inanc ında iken sonra Yahudiliğe, sonra İslamiyete, en sonunda da protestanl ığa girmi ştir. Nusayriler bunu, mezheplerinin s ırlarını açığa vurdu ğundan dolayı Tarsus'ta öldürdüler. Kitab-ı Bâkûra'ya göre Nusayriler, Ali'nin "eb" yani baba, Hz. Muhammed'in " İbn" yani oğul, Selman-ı fârisrnin "ruh ül-Kuds" 68
olduklarına inamrlar. Onlara göre Selman- ı Fârisi, bütün kâinatı yönetmekle görevli olan be ş öksüzü yaratmıştır. Bu öksüzlerden Mikdar b.Esved el-Kindi: gök gürlemesini, y ıldınını ve yer sarsıntısnu yaratmıştır. Ebu Zerr-i Gıfâri: Duran ve yürüyen y ıldulann vinmelerini düzenlemelde görevlidir. Abdullah b.Revaha el-Ensâri: Yel estirmekle ve ki şilerin ruhlarmı almakla görevlendirilmi ştir. Osr,an b.Maz'un el-Cumahi: Cisimlerin ısısına ve kişilerin hastalıklarına bakar. Kanber el-Devsi ise: ruhlar ı yeniden insan bedenine sokar. Nusayri iiçlemesi, ayn, m ım, sin sırrı adını alan kutsal bir simge ile ifade olunur ki bu ifadenin Nusayri kutsal törenlerinde büyük rolü vardır. Bu üçlemedeki "ayn" dan Ali, "inim" den Muhammed ve "sin" den Selman-ı Faris'. anla şılır. Abdullah b.Hamdan el-Hasibrnin yazd ığı "Kitab el-Mecmu" asındaki Nusayri kutsal kitab ının dördüncü süresinde bu simgenin önemi ve kutsallığı anlatılır, Bu eser aynı zamanda Nusayri dini inançlarmdan ve namazlanndan söz eden onalt ı süreden oluşmaktadır. Kitab el-Mecmu'un dördüncü süresi şöyledir: "Tanrı yardımıyla edindiğim destek ile beni Tannya ulaştıran yol ve yine Tann= kendisine verdi ği nimetle beni minnettar eden büyüğüm (seyyidim), ö ğretmenim (üstad ım) ve yöneticim olan şeyhimden işittiklerim ve duyduklanm ne güzel! Kendisi, a şağıdaki (A.M.S.) sırrımn bilincine eri şti. Alm ve şakakları seyrek saçl ı Ali b. Ebi Talib elMa'bud'dan ba şka bir Tannmn ye seyyid Muhammed el-Mahmud'dan başka bir perdenin ve Hz. Selman- ı Farisi el-Maksud'dan ba şka bir kapının (bab) yokluğuna tamkhk etmektedir." Bu sözlerden şu özet çıkarılabilir: Ayıl (Ali-mânâ); min (Muhammed-isim); sin (Selman-kap ı). Nusayriler: "kap ıya doğru ilerlerim; ad önünde e ğilirim ve mânâ' ya taparım" derler. Bundan başka, öğle namazı Hz. 1VIuhamıned, ikindi namazı Fâtıma (Peygamberin k ızı), akş am namazı Hüseyin (Ali'nin oğlu) ve sabah namazı Muhsin adlarına kıhr.
Nusayrnerde Ali Sevgisi : Bunlara göre Ali b.Ebi Talib tektir ve yok edilemez. Her yerde ve her zaman hazırdır. Kendisi ışıklann ışığıdır. Bütün duran ve yürüyen
69
yıldızlar ışıklarını Aliden alırlar. Kayalar ın ufalanmas ı , denizlerin ve bütün işlerin var oluşu onun emrine ba ğlıdır. Bütün memleketleri yok eden Ali maddi bir örtü ile örtülü de ğil, belki Tanrısal ışık parçac ıklarına bürünerek gizlenmi ştir. Mana kendisinden başka bir şey değildir. O, görünüşte imam fakat gizli olarak Tanrıdır. Ebu Bekir, Ömer ve Osman, şeytanın birer simgesidirler. Kutsal sava ş , Ali ile öteki Peygamberlerin insanlar gibi yiyip içtiklerine ve bir kadından do ğduklarına inanan fırkalara kar şı da yöneltil melidir. Aynı ceza, inançlarımızı açığa vurarak Nusayrili ğe hıyanet edenlere karşı da uygulanmalıdır. Nusayrilere göre imamlar, yeryüzünde Ali'yi temsil ederler. Günümüzde imamlar bulunmad ığından halkın bütün dinsel ve dünyasal yaş antısına karış an ş eyhler. imamlar ın yerini tutmaktad ır Bir Nusayri, ne türden olursa olsun en küçük bir i şe başlamadan önce şeyhin o konudaki düşüncesini sormak zorundadır.
Nusayri Mezhebine Giriş Töerni : Mezhebe, onsekiz ya şını doldurmuş olan erkekler bir törenle girerler. Mezhebin bir alt tabakas ı, bir de "havas" (seçkinler) denen üst tabakası vardır. Alt tabakadakilerin bu üst tabakaya geçi şleri, uzun sınav lar, soru ve cevaplarla olur. Kad ınlar bu tabakaya geçemezler. Nusayrilerde din adamları üç sınıftır: birinci s ınıflarına "imam", ikinci sınıflarına "nakıyb", üçüncü s ınıflarına da "necib" denir. Bunların üçünün de toplum üzerinde büyük etkileri vard ır. Alt tabakadan üst tabakaya geçmek isteyen bir Nusayri önce, me şveret denen özel günde imam ın yanına sokulur. Burada üstad ın ayakkabılarım başına koyarak nefsini alçaltt ığını gösterir; sonra imam ın sırrı onuruna bir kadeh ş arap içer. K ırk gün sonra "melik" dedikleri günde yine imam yanında (a.m.$) onuruna ikinci bir kadeh şarap içer ve her gün bu üç harfi 500 kez okumas ı için kendisine emir verilir. Yedi ay sonra yine aday, sa ğında nakıyb, solunda necib oldu ğu halde üçüncü bir kadeh ş arap içer ve oradakilerden biri taraf ından "mürşid" ünvanını taşıyan üstada takdim olunur. Bu s ırada nakıyb ve necib bir takım dini şiirler okurlar. Bundan sonra mür şit ayağa kalkar ve imama hitaben, Kitab el-Mecmu'daki sarelerden bir ikisini okur, 70
imam ile mürşit arasında bir sürü sorular sorulup cevaplar ı alınır. Sonra imaın, korkutucu bir bak ışla, hayatı bahasına kutsal sırları saklayıp saklayamıyaca ğım sorar. Aday: "evet" der. Bunun üzerine imam, kendisinden yiiz kefil ister. Oradakilerin arac ılığı ile bu sayı on ikiye iner. Bu on iki kişi getirilerek imam önünde kefil olduldarm ı bildirip "eğer kefil oldu ğumuz bu dinda şımız kutsal görevini yerine getirmeyip sırrımızı açıklarsa kendisini öldürece ğimize söz veririz" derler. Imam, sırrııı tamamiyle gizli kalmamasını sağlamak için adayı, Kitab el-Mecmu' üzerine el bast ırıp yemin ettirirler. O s ırada bütün kefiller ellerini adam ın başına koyarak kutsal kitaplar ından birkaç fasıl okuyup aday-a bir kadeh ş arap içirirler. Mezhebin sırlarını, yalnız bu törenle yukarı tabakaya yükselen kişiler bilir. Halk tabakas ının erkek bölümüne, çok yalın bir kaç şeyden başka bilgi -verilmez. Kad ınlara ise zaten hiç önem verilmez.
Baz ı Nusayri İnanç ve davranış laeı : Nusayriler, sır saklayıcı ve batıni meşrep olduklarından, gerektiğinde müslüman, hıristiyan ya da yahudi olduklar ını söylemekten çekinnı ezler. Müslümanlarla aynı bölgelerde ya şadıklarından, namaz kilıp, islamın bütün gereklerini yerine getiriyor gibi görünmek isterler. Daha garibi, bazan camilere giderek sünnilerle birlikte namaz k ılarlar. Ancak namaz süreleri, cemaat üyeleri taraf ından. açıktan okunmadığından onlar içlerinden Kitab el-Mecmu'daki süreleri okurlar. Nusayriler kendilerinin, evren yarat ılırken birer parlak yıldız biçiminde yaratıldıklarım ancak, günah i şlemeleri üzerine, Tanrı tarafından yer yüzüne sürülüp uzakla ştırildıklarıa inanular. Dindar Nusayriler, ruhlar ımn. ölümünden. sonra cisimden cisme geçe geçe sonunda bütün günahlardan ar ınaca ğma, o sırada öldükten sonra dirilm.e olayı gerçekle şip eski durumlarına dönüşeeeklefine yani cisim olmaktan çıkarak birer y ıldız halinde gökteki yerlerini alacaklarma inanırlar. Onlara göre Hz. Ali'ye tapm ıyan müslümanlar e şek, hıristiyanlar domuz, yahudiler maymun şekline gireceklermiş . Nusayrilere göre ki şilerin günahlarmdan ş eytanlar yaratıldığı gibi, ş eytanların işledikleri günahlarclan da kadınlar ortaya ç ıkmıştır. Bunladan dolayıdır ki Nusayriler kad ınları çok hakir görürler onlara, mezhebin sular ından ve inançlarmdan hiç bir şey öğretmezler. Nusayriler, birbirlerini tan ımak için baz ı sorular sorarlar. örne ğin bir Nusayri köyüne giren yabanc ı köylülere: 71
— içinizde amcamı tanıyan varmı ? Köylüler—Adı nedir? Köylüler—(yabanc ımn sözünü tamamlıyarak)
İbn-i Hamdan.
Yabancı—el-Hasıyb. Köye gelen bir yabanc ıyı köylüler de sorguya çekebilirler ve: Köylüler—Amca= bezi nekadard ır? Yabancı-16 Köylüler—Amcan susuzlu ğunu nerede giderdi? Yabancı—Ayn el-Aleviyyede. Nusayri Mezhebinin Kollar ı : Nusayriler, Şimaliyye ve Şemsiyye, Haydariyye, Kelaziyye veya Kameriyye olmak üzere üç önemli kola ayr ılırlar. Bunlardan Şimaliyye kolu, Ali'nin güneşte oturdu ğuna ve Muhammedin, Alinin bütün gücüne sahip olduğuna, ikisinin geceleri bulu şup gündüzleri ayrıldıklarma inamrlar. Kelaziyye veya Kameriyye kolu ise, aya önem verirler. Tan ının kutsallığı güneşte de ğil ayda tecelli etmiştir. Ali, bir süre yaşadıktan sonra aya ç ıkıp orada yerle şmiştir. Şimaliyye kolu, deve, tav şan, yılan balığı, domuz, sallur balığı gibi hayvanların etlerini yemezler. Nusayriler, öteden beri, ba şka dinden olan ki şilerce kmanmışlar ve kötülenmişlerdir. Bunları kötüleyen ilk kişi, Mısır'daki Fat ımiler hükümdarı Hakim bi-emrillah'ın veziri Hamza b.Ali'dir. Hamza b.Ali, yazd ığı eserde: "Nusayrilerce adam öldürme, h ırsızlık, yalan, iftira, zina ve o ğlancılık haram de ğildir. Gerçek Nusayrilik, karılarmı, kızlarını birbirlerinden saklamad ıktan ba şka, kadın erkek ilişkilerine aldırmazlar. Böyle yapmazlarsa imanlar ı= tam olmayacağına inamrlar" der. Kitab el-Bakura adl ı eserin yazar ı Süleyman Efendi ise: "Kelaziler, zinanın farz ve gerekli oldu ğuna inamrlar. Bir imam, aynı derecede bulunan bir dindaşımn evine konuk olursa ev sahibi, karısını o imama takdim etmek zorundad ır. Bunu yapmayan, cennete giremez" diyor. Bunlar her halde, Nusayrilerin giyini şe önem vermemelerinden dolayı uydurulmuş şeylerdir. Çünkü bu durumu kamtlay ıcı başka eser yoktur. 72
,
Nusayrilerin Kutsal Günleri ve Bayramları : Bunlar bayramlanmn bir ço ğunu da başka dinlerden almışlardır. Nusayriler bayramlarını, müslümaıalar ve hıristiyanlar gibi camilerde ve kiliselerde de ğil tören yapan dinda şın evinde kutlarlar. Bu evlerde şeyhler tarafından okunan dualardan sonra haz ırlanan ziyafete, orada bulunanlann hepsi kat ılır. En önemli bayramlar ı, zilhicce aymnın 18. gününe denk gelen "Gadir Bayramı" dır. M.937 yılında Irakta ve 973 yılında Mısırda ku tlanmaya başlanan bu bayram Nusayrilere Şiilerden geçmiştir. Gadir adı verilen bir kuyu yakınında Hz. Peygamberin Ali b. Ebi Talib'i ululamasımn anısına kutlamr. Yine zilhicce aymm 21. günü "Mubahale Bayramı" dır. Necranhlar ile Hz. Muhammed arasında ortaya ç ıkan bir kavgamn anısına yapılır. O sırada Peygamberin yan ında Ali, eşi Fatıma ve oğulları Hasan ve Hüseyin de varmış . Zilhicce ayının 29. günü de bayramland ır. Ali o gün, Hz. Peygamber Mekkeden ayrılıp Medineye yollandığında onun evinde ve yata ğında yatmıştır. Rebiyülevvel ayının 9. ve Şaban ay ının 15. günleri de bayramlarıdır. Birincisinde Hz. Muhammed, torunlar ı Hasan ve Hüseyin'e dua edip düşmanlanm lanetlemiş . Ikincisi ise Hz. Hüseyn adınadır Nusayriler, Aral ık ayının 24 / 25 gecesinde Hz. Isa'n ın doğumunu kutlarlar. Bu bayram onlara h ıristiyanlardan geçmi ştir. 21 martta, Iranın eski geleneksel bayramlarını da kutlarlar. Ayrıca 3 eylül, 17 mart ve 16 ekim günlerinde de bayram yapar. buhur yakar ve şarap içerler.
Nusayrilerin Kutsal Kitaplarından bazı, SCıre/er: Nusayrılerin, Kur'ân gibi kutsal sayd ıklan "Kitab el-Mecmu" da onaltı süre vardır. Bunlardan dördüncü sûrenin bir bölümünün çevirisini yukarıda vermiştik. Bir örnek olmak üzere bazı kısa sûreleri daha buraya alıyoruz:
7. Süre : islam Süresi : "Secde ettim ve selam verdim Inanm ış ve bağlanmış olarak yerleri ve gölderi yaradana kar şı yüzümii çevirdim. Ben Tannya ortak koşaulardan değilim. Ilk selam, en eski mânâdan en büyük ismidir. 73
Büyük ad, kerim kap ıya, kerim kap ısından din ve düny-ama temeli olan beş öksüze selam verdi. Bablara, öksüzlere, nak ıyblere, neciblere, yürekten bağlılara, kurtar ılmışlara, sınav geçirmi şlere, Tanrıya yakınlara, meleklerin ulular ına, din adamlarına, kutsallara, dinleyenlere, katılanlara selam. Bunlar dinde derece sahipleridir. Bütün safâ alemi kutsal bilinsin Doğru yolu izleyen ve bunu benimseyenlere kiitülü ğün sonucundan korkan, pek büyük ve kutsal mele ğe ba ğlılık ve Muhammed Mustafa'nın ululu ğunu (ya da Tanr ılığını) ikrar eden dinda şlara selam! Yüzbin Peygambere, yirmi dört bin peygambere selam. Bunlar ın birincisi bab, sonuncusu katılan (lâhik) dır. Selam size ey Tanr ı= erdemli kulları . Tanrı hepinizi nimetli cennetinde ve gökdeki y ılzdızlar aras ında yeniden birle ştire." 8. süre (Iş aret süresi) Hz. Muhammedin Ali b.Ebi Talib'i "Gadir-i Hum" ad ındaki yerde halife atadığı iddiasına iş arettir. "Zafer, kar şısında boyunların eğildiği, bütün zor ve çetin konular ın siliniverdiği Tanrıya olsun. Gadir-i Hum bayram ı gününde Hz. Muhammed Mustafa tarafından amaç ve i ş aret geldi. Bu olayı onurlu ve erdemli bilenlerin Tanrı katında ulu yerleri vard ır. Ey arılar emiri, ey Ali, ey büyük, seni bir bilmek, önder saymak için çal ış an k6lelerden biriyim. Ey Ali, ey ulu, ey en eski, ey en sonsuz, ey Tanr ı, ey hakim! Hz. Muha ınmedin, ak at ına binerek Mekke'den ç ıkarken ileri sürdü ğü isteğin hürmetine senden niyaz ediyorum. O zaman Hz. Muhammed yüksek sesle şöyle diyordu: Tanrı uğrunda savaş , sava ş ! Harab, harab! İşte benim sana karşı bir işaretim. Ey nurun nuru! Ey kayalar ı yaran ve denizleri elinde tutan! Ey bütün sorunlar ı çözen! bütün mü'minlerin yönetimine bekçisinin atanmış bulunduğu sennetinde yerle§ tir. Bunu niyaz eden kul ne mutlu. İşte o sırada tepenin sa ğından, yükseklerden, kutsal a ğaçtan bir ses yükseldi. O ses diyorki: Ey sevgilim, ey Muhammed! Nisanin ortas ındaki per şembe günü, veyahut cuma gecesi veya şabamn ortası gecesi veya Ramazan ın beş gecesi veya Kaddas günü, veyahut İsa'nın doğduğu gece veya Gadir bayram ı günü bana bu dua ile yakaran her kulu milletimden sayar ve cennetime yerle ştiririm. O'na benim merhamet tas ımla su veririm ve kendisini, korkusu ve tasas ı olmıyan mü'minlerden yaparım. Bu iş aretimi, ayn' ı, Muhammedin mim'i, ula ş tırıcının sin'i sırrına, a.m.s. s ırrına bildirim. Duamızın başında münümıza işaret ettikten sonra deriz ki, esirgeyici ve ac ıyıcı Tanrı adıyla; dualarımızın sonunda, bizi do ğru yola yöneltene şükranlarımızı sunar ve do ğruyu söyleriz. Bütün evrenin sahibi olan Tanr ıya hamdolsun." 74
9. süre: Ali'nin ay ın't "Ali'ye ait, onun kendisi, görünen ve can veren ayn' ın suyla! Muhammede ait, soyuna, asaletine, sahipli ğine, parlakhğına ait aydın mim'in sırmyla! Cebraili. Selman', babi, Bekri, Nemiri, Nusayr sin'in sırrıyla! a.m.s. s ırrıyla!" 10. süre: Bağhlık, Anla şma (akd) Sistresi : "Tanrımn hak ve sözünün hak ve ş akak saçları seyrek olan esrarengiz Ali b.Ebi Talib'in âşikâr bir hak oldu ğuna tanıklık ederim. Cehennemin kâfirlerin yeri, cennetin mü'minfer için ye şil bir bahçe olduğuna, suyun arş alında taştığma, Tanrının, arşın üstünde bulundu ğuna, Tanrıya pek yakın tutulan ve ar şı taşıyan sekiz soylu kişinin sıkıntılı ve eziyetli anlarmda benim ve tüm insanlar için dayanak oldular ına tanıklık ederim. â.m.s. akdinin sırrı ."
75
Üçüncü Bölüm BATINİLİK Islam akidesine en büyük zarar ın Batmilikten geldi ğini söyleyebiliriz. Hz. Muhammed devrinde naslar ın zâhiriyle amel edildiği halde, Batmiler muhkem âyetleri bile te'vil yolu ile uzak anlamlara sürüklemek zihniyetini doğurmu şlardır. Bugün e ğer Islâm âlemi inanç itibariyle bölünmüş bir durumda ise bunun başlıca sebepleri aras ında Kur'ân ve Hadisleri yanlış te'vil ve tefsir etmek meselesini saymak gerekir. Müteşâbih âyetleri te'vil etmek âdetinin Islâmiyette yerle şmesini birçok muteber kelâm ve tasavvuf bilginleri de ho ş görmüştür. Fakat Batınilerin her nass ı, her ıstılâhı ve her kaideyi te'vil etme te şebbüsü hiçbir Ehl-i Sünnet bilgini tarafından hoş karşılanmamıştır. Islâmiyete bu kadar z ıt bir tutum güden Batunlik acaba nas ıl doğdu ve nasıl gelişti? Şimdi bu meseleyi iaceliyelim: Batmiliğin ilk kurucusu Meymun, b.Deysan ve Abdullah b.Meymun al-Kaddah't ır84. Hicri ikinci yüzyılın ikinci yarısında faaliyet gösteren bu kimseler aslen Iranl ı idiler. Müslümanların Iran üzerinde hakimiyet kurmasını bir türlü hazmedememi şlerdi. Eski Iran medeniyet ve hakimiyetinin yeniden canlanmas ını arzu ediyorlardı. Bu arzularına kılıç ve kuvvetle ula şamazlardı. Zira Islam Devleti nüfûzlu ve kudretli idi. Bu sebeple ad ı geçea şahıslar gizli bir cemiyet kurduar. Bu cemiyet, sonradan Bat ıniyye diye tesmiye edilmeğe başlandı. Batıniyye'nin amacı, müslümanlar arasına gizlice nifak sokmak ve islâmiyeti yıkmaktı. Buna nail olmak için de Kurân ve hadisleri te'vil ederek uzak anlamlara sürüklemeyi uygun buldular. " Bak: Muhammed b. al-Hasan ad-Deylemi, Kavaid Akâid Al Muhammed, s 13, M ısır 1369/ 1950; al-Ba ğdat% al-Fark Beyn al-F ırak, s. 169; al-Isferâyini, at-Tabsir frd-Din, s. 83; Dr. Dozy, Tarih-i Islâmiyet, Türkçeye çeviren: Dr. Abdullah Cevdet (Karl ıdağ), c. II, s. 340, Mısır 1909.
76
Batmiliğin kuruculan dâvalarmın geniş halk kütlesi tarafından benimsenmesi için kendi milliyetlerini de gizlediler. Onlar Hz. 1V1uhammed'in torunlanmn bazı haksızlıklara u ğradıklarını biliyorlard ı. Halkın bu haksızlıklar karşısında duyduğu merhamet hisleri yanında, inançlan icâbl Ehl-i Beyt'e hürmetleri de delindi. Bütün bu durumları iyice kavnyan Meymun b.Deysan ve o ğlu Abdullah kendilerinin Hz. Ali'nin karde şi Ukeyl neslinden olduklarını iddia ettiler. Bir süre sonra da bundan vazgeçip Muhammed b./smail b.Cafer asSadık'ın evlâdından geldiklerini ileri sürdülr. Birçok kültürsüz kims.eleri kandırarak dâvalann ı gizlice yaymağa muvaffaçk oldular. Ancak Batıniler iki kola ayrıldılar 1—Bir kısım Batmiler Hz. Ali (01m. H.40 / M.660), Hz Hasan (01m. H.49 / M.669), Hz. Hüseyin (Ölm. H. 61 / P.680), Hz. Ali Zeyn al-Abidin (01m. H.94 / M. 732,), Hz. Muhammed Bakır (01m. 114 / 732), Hz. Cafer as-Sad ık (01m. H.148 / M. 765)'tan sonra yedinci imam olarak Cafer'in o ğlu Ismail (01m. H.142 /M. 759)'i tan ıdılar. I3u sebeple Batmiler Ismailiyye diye de adland ırıldılar. 2—Cafer as-Sad ık hayatta iken o ğlu ism.ail ölmüştü. Bu sebeple bir kısım Batmiler de Cafer as-Sad ık'ın eski vasiyetinden vazgeçerek torunu Muhammed bismail'i imam tayin etti ğini iddia ettiler. Bu iddiada olan Banniler 7 nci imam olarak Ismail'i de ğilde onun oğlu Muhammed'i tanıdılar. Bunlar hazan Miibarekiyye diye de amlnu ştır. Fakat bunlar da daha soara ikiye ayr ıldılar: 1—Muhammed b.Ismail ölmedi diyenler. Bunlar Muhammed b. Ismail'in gizlendiğine, arza yeni bir şeriatla dönece ğine ve adâleti yerine getirece ğine inananlar. 2—Muhammed b. Ismail'in öldü ğünü kabul edip dünya'nın onun neslinden gelen gizli veya aç ık imaınlardan hali kalanuyaca ğım ileri sürenler85. As ıl Batmleri temsil eden fırkanın inancı bu sonucu tez üzerindedir. Ismailiyye hakkuıda bakımz: ar-Râzi, Itiküdüt F ırak val-Musrikin, s. 54; al-As'ari, Makülât al-Islâmiyyln, e. 1, s. 98; al-Ba ğdkii, al-Fark Beyn al-Fırak, s. 39-40; Nesvân al-Himyeri, al-Hür al-Iyn, s. 162-168, M ısır 1948; ad-Deylemi, Kavaid Akâid il Muhammed, s. 35-36; Muhammed Ahmed Ebü Zehra, al-Mezâhib s. 89-93, al-Matbaa an. Numuzieiyye baskısı, Mısır Hannâ'l-Fühürl ve Halil al-Cerr, Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, e. I, s. 200, Beyrüt 1957.
Batıniler'in bu inanc ı, Sia'ınn gulat kolundan olan Mübarekiyye ve Hattabiyye fırkalarının tesiriyie geli şmiştir86 . İşte bu suretle temeli at ılan Batınilik zamana ve zemine göre çeşitli lâkaplar altında zuhur etti. Bualar ın Ebû Müslimiyye, Hurremiyye, Babekiyye, Maziyariyye, Mukanaiyye, Nuseyriyye, Dürzilik, Ha şşaşiyye, Sabbahiyye, Talimiyye, Fidaviyye, 1VJelâhide, Karamıta, Hurremdiniyye ve Muhammire gibi bazı lâkaplarla anild ıklarma şahit olmaktayız. Bunlar aras ında az çok özellik farkları vardır. Fakat hepsinin amaçları bir ve metotları gizlidir. Hepsi de sünni akideye inanan Müslümanlara karşı olarak doğmuş fırkalardır. Şimdi başlıca Batıni fırkaların özelliklerini ayrı ayrı görelim. Elıiı Müslimiyye Bu lâkap Eb ıl Müslim Abdurrahman al-Horasaniye nisbetle Bat ıni bir fırkaya verilmiştir. Ebil Müslim al-Horasani şia'nın Keysaniyye 87 ırkasını Hz.bölümnRavediykoumnspt.Keaiyf Hüseyin b. Ali'nin intikam ını almak iizere Muhtar b. Ebi Ubeyd as-Sakafi kurmuştu. Muhtar'ın lâkabı Keysan olduğu için kurduğu fırkaya da Kaysaniyye dendi. Di ğer bir rivayete göre Muhtar, Hz. Ali'nin kölesi Keysan'dan baz ı akideler ö ğrendiği ve bunu tatbike koyuldu ğu için, onun kurdu ğu fırkaya Keysaniyye dendi 88 . Keysaniyye genel olarak Muhammed b.Hanife'nin imâmetine inan ırdı. Ayrıca bu dırkaya mensup olanlar Allah' ın beda (fikir ve karar de ğiştirme) yapabilece ğini iddia ederlerdi. Bu yüzden diğer birçok mezhepler taraf ından kâfir sayılmışlardır. İşte Ebii Müslim al-Horasani böyle bir f ırka'nuı bir kolu olan Ravendiye fırkasuun görüşlerini benimsemişti. Ruhlarm ölmeyip devredeceğine yani tenâsuh'a inanırdı . Allah'ın insanlara girip insan şeklinde görünebilece ğini de caiz görürdü. K ısaca hulul taraftar ı idi. Kendisi siyasi hâdiselere de karışmıştı. Özellikle Hilâfet'in Emevilerden Abba.siler'e geçmesinde rol oynam ıştı. Fakat daha sonra Abbasilerle de aras ı " Hattabiyye fırkasım Muhammed b. Ebî Zeyneb al-Es'adi al-Ecda kurmu ştu. Ca'fer as-Södık namına hicri ikinci yüzyılda davete başlıyan bu adam, imamlarm ilkin nebi daha sonra da Allah olduklarım iddia etti. Ona göre Hz. Ali Samit ve Hz. Muhammed de Natık idi. Böyle iki resalün bir arada bulunaca ğı tezini savundu. Ca'fer as-Söd ık, kendi namma davet yaptığını duyunca Ebû'l-Hattfıb'ı lânetledi. Kûfe Valisi İsâ b.Musâ, Ebû'l-Hattöb'ı H. 145 / 762 yılında öldurterek ba şım Halife Mansûr'a yolladı. " Bilindiği üzere Şia başlıca 4 büyük bölüme ayrılmıştı - 1- Zeydiyye 2- İmâmiyye. 23Gulât. 4- Keysöniyye. 8 ° Bak: al-Ba ğdai, anılan eser, s. 26.
78
açıldı. Kendisi İbrahim b.Muhammed b.Ali b.Abdullah b. Abdulmuttalib taraftarı idi. Abbasilerden Mansûr zaman ında Ebû Müslim'i katlettirdi. Fakat kurdu ğu fırka'nnı fitnesi bir türlü sona ermedi. İshak adında birisi Mâveraünnehirde propagandaya devam etti, Ebû Müslim'in imam olduğıınu, ölmediğini ileri sürdü. Bu fırka mensupları nassları te'vil ederler ve her türlü dini yasaklar ı işlemekten çekinrnezlerdi. Onlara göre iman sahibi olmak kâfidir. İman ise imama tâbi Olmak demektir. Bu fırka mensupları Allah'm Elıiı Müslime hulul ettiğine de inamrlardı. Ebıl Müslimin ortaya att ığı bu fitne tohumu, Mukannaiyye f ırkasmın gelişnıesine de tesir etti. Esasen her iki f ırka Şia'nın Gulat bölümünün Rizamiyye kolundan baz ı fikirler almışlardı . Şimdi Mukannaiyye firkasım inceliyelim. Mukannaiyye Mukanna'ııhn asıl adı Ata'dır. Kendisine Hişam adı verildiği de rivayet edilir. Mukanna kendisini halka göstermezdi. Alt ından yaptığı suni bir suretle yüzünü örterdi. Kendisi kassar (elbise te ınizleyici) olduğundan bazı kimyevi olayları iyi bilirdi. Esasen liendese, t ılsım ve neyrancat ilimlerine vâk ıftı Orta çağda kültürsüz halkı kandırmakta bu ilimlerden istifade ederdi. Meselâ yürüyü şle 30 gün sürecek bir mesâfeclen yaptığı sihirle suni bir ayı doğdurup batırdığı rivâyet edilir89. Onun hilelerine Maveraünnehir'de birçok kimseler ve özellikle baz ı Türkler kandı . Mukanna ortam ı müsâit bulunca ilâhliğını ilân etti. Ona göre Allah ilkin Hz. ılidem, sonra sırasiyle Hz. Nuh, Hz. Ibrahim, di ğer Peygamberler, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Ali'nin evlâtlar ı, Ebû Muslim al-Horasani ve en sonra da kendisi yani Mukanna (Hi şam b.Hakim) sûretinde görünmü ştür. Mukanna halka kendi yüzünü göstermezdi. Halk böylece tahrik edildi ğinden Mukanna'nııı yüzünü görmek istedi. Mukanna ise Hz. Mılsa, nasıl Allah'ın Tur-ı Sina dağına tecelli edi şine dayanamadı ise, siz de beni temasa etme ğe dayanamazsmız, gözleriniz yanar diyordu. Fakat halk onu görmekte israr etti. Bunun üzerine Mukanna kendisini onlara gösterece ğini vâdetti. Gösterme zaman ım güneş'in yükseliş am olarak tesbit etti. Halka görünmeden önce sihirli bir ayna ile güne ş ışığımn kendisine bakanlara aksetmesini sa ğlıyacak şekilde tertibat ald ı. Halk toplanmıştı . Güneş iyice yükseldi ği sırada halkla kendi arasındaki örtüyü kaldırdı. Halk nıüthiş güneş ışığının aksetme" Bak: nın
Vefayât al-A'yân Va Enbil Ebnit'az-Zamân, s. II, s. 436, al-Kâhire
' 1948.
79
mesine dayanamad ı ve bakamadı . Hepsi şaşkınlıklar içinde hâdise yerini terkettiler. Böylece de Mukanna sahte ınfıcizesini göstermiş oldu. Mukanna, namaz ve oruç gibi dini farzlar ı tebaasından kaldırmıştı. Ana ve kız karde ş, kız evlâtla nikâh ı câiz görmü ş tü. Onun iddiasına göre hiçbir kimse kendi arkada şından e şini sakınmamalıdır. Mukanna'nın önemli bir tehlike oldu ğunu gören Halife al-Mehdi kalabalık bir orduyu onun üzerine yollad ı. Mukanna bulundu ğu kalenin etrafına hendekler kazd ırmıştı. Fakat alınan azimli tedbirler sayesinde Mukanna ma ğlûp edildi. Mukanna ma ğlıip olacağını anlayınca ilkin kendi eşlerini zehirli bir şerbetle öldürdü. Daha sonra da ayn ı erbetten kendisi de içip intihar etti. Fakat daha kuvvetli bir rivâyete göre katran vesair yanıcı maddelerle kendisini yakt ı. Kale fethedildi ğinde Mukanna yanıp kül olduğu için bulunamadı. Taraftarları bunun üzerine onun göğe çekildiğini iddia ettiler. Fakat H.163 y ılında Mukanna'n ın böylece bertaraf edilmesiyle fitnesi sönme ğe mahkılm oldu90 . Hurremiyye Hurremiler91 gerçekte ikiye ayr ılırlar: 1— İslâmiyetten önce mevcilt olan Hurre ınfler. Bunlar kad ında ve malda ortakl ığı kabul etmişlerdi. Kavgadan go şlanmazlar, birbirleri için iyilik dü şünürlerdi. Bunlara Mazdekiyye de denirdi. Bunlar Mecusili ğin tesiri altında idiler. Nûşirevan bunların hâkimiyetine son vermişti. 2— İslanuiyetten sonra faaliyet göstern Hurremiler. Bunlar ı geniş çapta Babekiyye fırkası temsil eder. Babekiyye fırkası aynı zamanda İbâhilerden sayılır. Çünkü bütün İslami yasakları helal sayarlar, an , kız karde ş ve kız evlâtla evlenmeyi câiz görürler. Babekiler, eski Hurremilerden farklı ola.rak mücadeleci ve harpçi idiler.
a
Bunlar Abbas'. halifelerinden Memun ve Mu'tasun zaman ında faaliyet göstermişti. Bu fırka'aın kurucusu hakkında İbn Nedim dikkati çekici bilgiler vermektedir. İbn Nedim'e göre Babek al-Hurremi'nin babası Abdullah adı nda birisi idi. Abdullah yağcılık yapardı. Aslen Medain'li idi. Azerbaycan taraflar ındaki Bilalabad köyüne yerle şti. Yağını satarken bu civardaki gözü kör bir kad ınla dostluk kurmuştu. Abdullah bu kadına aşık olmuştu. Birgün Abdullah ve dü şük karakterli bu kadın yanlarına biraz az ık ve şarap alarak bir ormana e ğlenmeğe gitmişlerdi. Köylü kad ınlar o civardaki bir çeşmeden su alırlarken bun" Bak: al-Ba ğdadi, anılan eser, s. 155-156; al-Isferâyini, amlan eser, s, 114-115; Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Gazzâli ve Batmilik, s. 33. Ankara 1964. Hurrem ho ş, sevinçli gönlü çeken demektir.
80
ların sesini duydular. Kad ınlar sesin geldi ği tarafa do ğru gidince iki fişığı gördüler. Bunun üzerine Abdullah kaçma ğa muvaffak oldu. Kör kadın ise kaçamadı. Köylü kadınlar ü şığı ile böyle gizli işler yapan bu kadının saçından tutarak onu köye getirdiler. Köy halk ı önünde kadını rezil ve mahcup ettiler. Bir müddet sonra yak' Abdullah bu kör kad ınla evlenmeğe mecbur oldu. İşte Babek al-Hurremi böyle bir ana ve babadan doğdu. Yağcı kendi sanatını icraya devam etti. Seylan da ğlarına yine ya ğ satmak için gittiğinde bir şahsın hücumuna uğradı ve ağır bir surrette yaralandı. Abdullah bu yaradan öldü. Abdullah ölünee o ğlu Babek yetim kaldı. Anası ücretle süt annelik yaparak oğlunun ve kendisinin geçimini sa ğlıyordu. Babek 10 ya şına gelince sığır gütmeğe başladı. Bu arada tarnbur çalmasım öğrendi. İki yıl kadar, gitti ği Tebriz şehrinde kaldı. Sonra tekrar anasının köyüne döndü. Artık 18 yaşına kadar anasımn köyünden çıkmadı. Bez dağları civarında Sehrek o ğlu Cavidan'la Eb ıl imran'ın taraftarları yaz aylarında savaş yaparlardı . Kışın bu savaşlar kar sebebiyle dururdu. Cavidan 2000 koyunla Bilalâbad köyü civar ından geçerken kar ve tipiye yakalandı. Köy bekçileri alayl ı bir tavırla Cavidan' ı, Babek'in anasıııın evine getirdiler. Kad ın yoksul olmasına rağmen Cavidan'a ve onun arkadaşlarına elinden geldi ği kadar ikramda bulundu. Cavidan alış veriş yapması için Babek'i çar şıya yolladı . Babek bu vazifeyi seve seve yaptı. Bu hâl Cavidan' ın hoşuna gitti. Zeki buldu ğu bu genci yanında götürmek istedi. Bu hususta gerekli teklifi Babek'in anas ına yaptı. Ona her ay nıuayyen bir ücret yollıyacağını söyledi. O da kabul etti. Bunun üzerine Babek Cavidan'la birlikte Bez da ğlarına gitti. Bez dağlarına ‘arınca Cavidarı'm karısı Babek'ten ho şlandı. Bir ara yine Cavidanla Ebü İ mran savaşa başladılar. Sava şta Cavidan yaralandı . Bil. müddet sonra öldü. Cavidan' ın ölümünü karısı halktan gizkdi. Zira aşık olduğu Babek'i bir desise ile reis yapmak ve onunla evlenmek istiyordu. Babek'e bu fikrini açarak onun tasvibini ald ı . Ertesi gün Cavidan'ın karısı halkı topladı ve onlara şu mealde hitap etti: "Cavidan bana öleceğini ve kendi ruhunun Babek'e girece ğini söyledi. Hepinizden Babek'e itaat etmenizi istedi. Babek dünyaya hâkim olacak ve Mezdekiye mezhebini ihya edecek". Kadın kurnazca söylediği daha birçok sözlerle Cavidan' ın taraftarlarını kandırdı. Ertesi gün Babek'e bir öküz hediye etti. Öküz kesildi 81
v e derisi yayıldı . Kadın bu derinin üzerine içi şarapla dolu bir kap koy-
du. Ekmekleri kabın etrafına yerleştirdi. Bütün adamlar ını teker teker çağırdı . Herkes aya ğı ile deriye bastı , bir parça ekmek al ıp ş araba batırdı ve yedi. Sonra Babek'e biat edip onun elini öptüler. Daha sonra yemek yediler. Içkili yemekte kadınla Babek yanyana oturdular. Kad ın ona bir reyhan demeti takdim etti. Babek de aldı. Böylece evlenme merasimleri de yap ılmış oldu92 . İşte tarihte yıllarca halife ordular ını uğraştıran Babek'in, saltanatını böylece kurduğu rivâyet ediliyor. Bunlar umumiyetle elbiselerini kırmızıya boyadıkları için Muhammire93 adıyla da andmaktadırlar. Babekner e şlerini birbirlerinden esirgemezlerdi. Baz ı geceler içkili ve kadınh âlemler yaparlard ı94. Bunların fitnesine H.223 /11837 y ılında kumandan Afşin son verdi. Babek öldürülürken dahi metânetini muhafaza etmi şti. Mu'tasım, Babek'i huzuruna getirtti ve ona şöyle söyledi: "Kimsenin yapmad ığı işleri yaptın. Şimdi öldürüleceksin. Kimsenin sabretmediği şekilde sabret". Babek bu sözlere "sabr ım' göreceksin" diye cevap verdi. Mu'tasım Babek'in ilkin sa ğ elini kestirdi. Babek sol eliyle kanlar ı aldı yüzüne sürdü ve "kimse ölümden korktu ve yüzü sarard ı" demesin diye böyle hareket ediyorum dedi. Sonra di ğer eli ve ayakları kesildi. En sonra da başı kesilip ate şe atıldı95 . al-Maziyariyye islâmiyetten sonra zuhur edn bir k ısım Hurremiler de Maziyariyye unvaniyle aruld ılail. Bunlara bu ad Maziyar Karin'in ad ına nisbetle verilmiştir. Halife Me'mun, Maziyar'a Taberistan taraflar ının idaresini emanet etmişti. Fakat Maziyar Halife Mu'tas ım zamanında gizlice Babekle mektupla şmağa başladı . Zaten Iran geleneklerine ba ğlı bir adamdı . Batıniliğe meyletti. Tabaasma her türlü dini yasaklar ı işlemek selâhiyeti verdi. Birinci derecedeki akraba aras ında evlenmeyi caiz gördü. Neticede Halife Mu'tas ım hicri 225 yılında Maziyar'ı yakalatt ı ve öldürttü. Fakat bunlar ın kalıntısı hicri 5. yüzyılda Cürcan taraflar ında faaliyet gösterme ğe devam ettiler 96 . 92 Böylece özetledi ğimiz ve mevsukiyetini başka delillerle teyit edemedi ğimiz bu deliller al-Fihris'te vardır. Bakın= Ibn Nedim, al-aihrist, s. 493-494, Matbaa al-istikamet, al-Kahire. 93 Bak: ad-Deylemi, an ılan eser, s. 37. " Bak: al-Isferâyini, at-Tabsir fi'd-Din, s. 8 0; Ilın al-Cevzi, Telbis'i Iblis, s. 110. Şezerât az-Zeheb, c. Kâhire 1350. g' Bak: Ebit'l-Felah Abd al-Hayy b. " Bak: al-Ba ğdadi, anılan eser, a. 161; Isferâyini, andan eser, s. 119; Ebu'l-Felah abd al-Hayy, Şezerat az Zeheb, e. II, s. 52. .
82
Karanuta Islâm âleminde önemli batıni hareketlerden de Karmatilerin faaliyetidir. Bu ınezhep salikleri de Ehl-i Beyt sevgisini istismar ve gizli teşkilât sayesinde siyasi nüfuz elde etme amac ı güderlerdi. Bu mezhebin kurucusunun, Küfe taraflar ında hicri 278 yılında faaliyet"e ba şhyan Hamdan b.al-E ş'as olduğu rivâyet edihnektedir. Bu arada Hamdan' ın kayılı biraderi Abdal' «Am H.286 / M.899)'m Karmatili ğin yayılınasında rolü büyüktür. Te şkilâtta gerek Hamdân' ı ve gerekse Abdân' ı görevlendiren gizli reislerin bulundu ğu anlaşılmaktadır. 13u gizli resiler Sâhibu'z-Zuhür ve Sahibu'n-Nâke lâkaplariyle an ıhrlar. Meselâ, Sahibu'n-Nâke bir ara Abdân' ın yerine Zikreveyh ad-Dindâni (01m. 14.294 / M.906)'yi tayin etmiştir. Karınati hareketiııi Ahsa taraflarında da Ebü Sâid Hasan b.Behrâm al-Cermâbi adl ı bir dal' yönetiyordu. al-Cennabrnin bu faaliyetleri H.281 / M.894 yıllarında başladı. Bu şahıs Rebi kabilesinin yardımiyle bütün Ahsa'ya hakim oldu. Burada âdeta bir Karmati devleti kurdu. Karmati devleti Fât ımilerden de mânevi yardım alarak Abbasilerin zararma olarak genişlemek istiyordu. Bu yüzden Karmatiler Ba ğdad'da mukim Abbasi halifelerini bir hayli u ğraştırdılar. Sâid'in o ğlu EM]. Tâhir Suleymân babasının yerine karmatilerin ba şına geçince (H.301-332 / M.914-943) faaliyetini daha da art ırdı. Mezepotamyayı işgal etti. Mekke'ye giden hacıları korku ve dehşet içinde bıraktı . Sünni nı ücâhitlere çe şitli işkenceler ya.)maktan çekinmiyordu. Nihayet H.317 / M.930 yılında Mekke'yi de zaptetti. al-Hacer al-Esved'i yerinden söktürüp . Ahsa'ya götürdü al-Hacer al-Esved'in yerine iadesi ancak H.339 / M. 950 yılında mümkün oldu. Birçok kaynaklar Mısırdaki Fâtımi devletini kuran Ubeydullah al-Mehdi (Ohn. H.322 / M.933)'nin Karmati dailerden çok istifade yazmaktadır. Karmatile Yemen taraflar ında da geni ş çapta faaliyette bulunmuşlardır97. Karmatiler için bak ıma; Muhaınmed b. Mâlik b. Ebi'l-Fedâil al-Hammadi al-Yemâni, Kesf esrâr al-liatuilyye Ve Ahbâr al-Karâm ıta, Mısır 1375 / 1955; Şezerât az-Zeheb, c. II, s. 348; Bernard Lewis, Usûl al-Ismâiliyye, s. 167-188; Louis Massignon, Is. Ansilclopedisi, Karmatiler maddesi, cüz: 59, s. 352-359, Istanbul 1953; al-Isferâyini, at-Tabsir di'd-Din, s. 124; C Brockelmann, Islâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, Türkçeye çeviren: Prof. Dr. Nei ıet Çağatay, c. I, sı. 148 vd. Ankara 1954; Hanal-Fahüri ve Halil al-Cârr, Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, e. I, s. 217-222.
83
Sabbilhiyye (Ta'limiyye) Hicri beşinci yüzyılda kurulup geli şen Batmi hareketi tarihte çeşitli adlarla tanınmıştır: Bu hareket, Hasan Sabbâh' ın başkanlığında geliştiği için Sabbâhiyye diye adlandırılmıştır. Diğer yandan Hasan Sabbâh, eski Bat ıni düşünceleri yeniden can landırdığı için, onun kurduğu Batmiliğe ad-Da'vet al-Cedide de denmi ştir. ad-Davet al-Cedide diye mâruf olan Bat ıniliğe Ta'limiyye de denir. Zira Batıniler, "akıl ve düşünce insanı sapıklığa ve ihtilafa götürür, ta'lim (ö ğretme) ise insanı doğruya ve birliğe ulaştırır" diyorlardı . Bu Batınilere Fidaviyye dendi ğine de tanık olmaktayız. Çünkü Hasan Sabbâh' ın kurduğu bir Fedai teşkilatı, mal ve mezhep için reislerin dilediği kimseleri öldürüyorlard ı. Hicri beşinci yüzyıl Batmilerine Ha şaşiyye de denir Çünkü te şkilatın reisi etrafına topladığı gençlere ha şhaştan elde edilmiş uyuşturucu maddeler yedirir ve onlar ı böylece sarho ş edip kendi emelleri için kullamrdı . Batmilerin içleri küfür ve ilhatla dolu oldu ğu için onlara Mulhide veya Melâhide de denmi ştir. Hasan Sabbah 98 Mustansır'ın büyük oğlu Nizar lehinde propaganda yaptığı için onun yaydığı Batmilik, Nizariyye lâkabiyle de tan ınmıştır. İmamların yedişer yedişer sırayla gelece ğine, 7 yıldızın kudsiyetine ve sıralrın 7 sayısında toplanacğına inandıkları için Batınilere Sebeiyye de denmiştir. Bütün haramları helâl saydıkları ve ibâdata daldıklan için İbâhiyye adiyle maruf olmu şlardır. Gerçekte Allah'ı, Hz. Peygamber'i ve baz ı imamları inkâr etmeleri sebebiyle Zanadıka diye de adlandırılmışlardır99. 98 Hasan Sabbâh, Vezir Nizâm al-Mülk ve büyük şair Ömer Hayyâm'ın henüz genç iken aralarında bir ittifak yapt ıkları rivayet edilir. İttifakda ilerde ikbal sahibi olan'ın diğerlerini koruması şart koşulmuş. Nizâm al-Mülk vezir olunca Ömer Hayyfin ı'l korumuş. Hasan Sabbüh'ı da Sultana takdim etmi ş. Hasan Sabbâh, Sultan Melik şah'la vezir Nizam al-Mülk'ün arasını açmağa çalışmış. Bu hilesi anlaşılıca da kaçmış . Bu rivayet pek gere ğe benzemiyor. " Bak: ad-Deylemi, anılan eser, s. 34-37; Prof. Dr. Ibrahim Kafeso ğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu Imparatorlu ğu, s. 128, İstanbul 1953; ar-Rilzt, Itikfidat F ırak alMüslimin Va'l-Mü şrilrin, s. 78; al-Kalka şendi, Subh al-Aşâ, c. XIII, s. 245; Browne, Tarih alEdeb, c. II, s. 242.
84
Acaba hicri be şinci yüzyılda âdetâ bir İ smâiliyye Devleti kuran Hasan Sabbah kimdir ve bu ba ş arıya nas ıl ulaştı ? Şimdi bu meseleyi incelemeğe çalış alım: Hasan Sabbah' ın Yemen'li veya Rey'li oldu ğu hakkında iki ayrı rivâyet vard ır. Fakat genel olarak tarihçiler onun Rey'li oldu ğu tezini savunmaktadır. Babası Şia'nın İ sna Aşariyyeloo koluna mensuptu. Hasan Sabbah da babas ının mezhebi üzerine e ğitilerek büyütülmü ştü. Hasan Sabbah, Zarrab ve Ebû Necm S ırac tarafından kand ırılarak Batıniyye mezhebine meylettirilmi şti. Böylece Hasan Sabbah imam olarak Cafer as-Sad ık'tan sonra İ smail b.Ca'fer as-Sad ık neslinden gelen kimseleri tan ıdı . Kendisini meşhur dai (propagandac ı) Abdülmelik b. Atta ş da pek beğenmişti. Bu dai, Hasan Sabbah' ın Mısır'a yollanmasmı tavsiye etmi şti. Esasen bu sıralarda Mısırdaki Fatımi Devleti ile merkezi Ba ğdad olan Abbasi Devleti aras ında siyasi ve mezhebi mücadele mevcuttu. Fat ımiler şii, Abbasiler ise sünni idiler. Fat ımiler halkı kendi tarafına kazanmak için Irak ve Horasan taraflar ına propagandacılar' yollu.yorlar ve gizlice Bat ıni hareketleri körüklüyorlard ı . Hasan Sabbah, Rey taraflar ında Abbasilerin şiileri tâkip etmesinden çekinerek ve kendisine yap ılan dâveti fırsat bilerek Mısır'a gitme ğe karar verdi. İ sfehan, Azarbaycan ve Suriye'den geçerek Kahire'ye vardı (H.471 /M.1079). Kendisi orada çok çabuk temâyüz etti. Halife al-Mustans ır (01m. H.487 / M.1094)'la görüş mek ş erefine nail oldu. Iyice Batmiliği benimsedi. Ancak Hasan Sabah M ısır'da da rahat durmad ı . Siyasi işlere karıştı . Mustansır ilkin büyük o ğlu Nizar'ı veliand tayin etmişti. Fakat sonradan bu karar ından vazgeçerek Ba şvezir Bedr alCemâlrnin kızı ile evli olan di ğer oğlu Ahmed al-Musta'li'yi veliand olarak ilân etti. Hasan Sabbah ise Nizâr' ı tutuyordu. Bu yüzden Bedr al-Cemâli ile arası açıldı . Hasan Mısır'ı terketmek zorunda kald ı . Ş am, Elcezire ve Diyarbak ır'a u ğrıyarak Horasan'a geldi. Hasan Sabbâh, ad-Da'vet Cedide ad ım verdiği Batmiliği Horasan taraflar ında yaymaga çalışıyordu. Kültürsüz halk kütlelerirıe kendisini gerçekten zâhit bir adam gibi tamtma ğa çalıyordu. Taberistan, Kuhistan, Curcan ve Taberistan taraflar ında kendisine birçok taraftarlar buldu. Art ık etrafa dailer (propagandacılar) yollama ğa da ba şladı . Damgan taraflar ında °" ima Asariyye mezhebinde 12 imam şunlardır: Hz. Ali (151m. H. 40 / M.660), Hz. Hasan (01m. H.49 / M.669), Hz. Hüseyin (01m. H. 61 / M.680), Ali Zeyn al-Ab ıdin (01m. H. 94 / M. 712), Muhanımed Bakır (01m. H.H.114 / M.732), Ca'fer as-Sad ık (01m. H.148 / M.765), Musa al-Kaz ım (01m. H. 183 / M. 799), Ali Rıza (ölüm. H.202 / M.817), Muhammed al-Cevad (ölüm. H. 220 I M.735), Ali Hadi ((Alim. H. 254 /M.868), Hasan al-Askeri (ölüm. H. 260 / M. 873) ve H. 260 M. 873 tarihinde gizlendi ği farzedilen Muhammed al-Mehdi.
85
taraftar ı pek çok idi. Gird-i Gûh'daki Emir-i Dâd Habe şi b.Altuntak' ın nâibi Muzaffer'i ve Kuhistan hakimi Hüseyin Kainryi de kendine, meylettirmişti. Batıni dailer faaliyetlerini art ırıyorlar ve birçok kimseleri kandırma& devam ediyorlard ı . Bağdad'ela vezir olan Nizâm al-Mülk (01m. H.485 / M.1092). Bat ıni tehlikesinin Curcan'a kadar ilerlediğini görerek tedbirlere ba ş vurdu. Rey Valisi Ebû Müslim Razrye Hasan Sabbah' ı yakalamasını emretti. Hasan Sabbâh yakay ı ele vermemek için sarp kayalara s ığınmayı uygun buldu. Kazvin taraflar ındaki Rildbar vadisi yan ı da sarp kayalar üzerinde kurulmu ş bulunan Alamiltnil kalesine yerle şmek istedi. Sultan Melikş ah' ın adamlarından olup kaleyi muhafaza eden Mehdryi hileyle kand ırdı . Böylece kaleye girdikten sonra da Mehdryi kaleden ç ıkard ı . Artık Hasan Sabbâh emniyetli yerlere yerle şmişti. Buradan etrafa yolladığı dailer vasıtasiyle (lavas= yay ıyordu. Ona göre akıl ve düşünce insanları çokluğa ve ihtilafa götürür. Çünkü her fert ba şka başka düşünür. Halbuki insan ın amacı birliğe ve tesânüde ula ş mak olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için de bir imam- ı mâsum'a bağlanmak lazımdır. Yer yüzünde her zaman böyle bir imam.-1 masum vard ır. imam-ı mâsumdan kötü fiiller sad ır olmaz. Imam ' , Allah'ın yer yüzünde vekilidir. Kur'an. ve Hadisler'in zahirlerinin k ıymeti yoktur. Asıl rnanaları batındadır. Bu batıni manaları da ancak imam- ı masum ve onun yakınları bilir. Bu sebeple gerçeklere eri şmek isteyen her şahıs, bilgileri Imam- ı masumdan ö ğrenmelidir. I şte Hasan Sabbâh bu türlü propaganday ı yayıyor ve kendisinin zamamn İ mam-ı Ma'sum'u olduğunu iddia ediyordu. Hasan Sabbah kurnazca düzenledi ği bir te şkilat sayesinde kendisinin ilahi bir ş ahsiyet oldu ğuna birçok kültürsüz kimseleri de inand ırmıştı . O gEiyet güzel havuzlarla, çiçelderle ve a ğaçlarla bezenmi ş yalancı Cennet bahçeleri yaptırmıştı . Bu bahçelerde her türlü e ğlence ve içki mevcuttu. Yar ı çıplak cariyeler güya huri k ızlarım temsilen bahçede dola şıp misafirlere hizmet yaparlard ı . Hasan Sabbâh gençleri fedai te şkilatına kabul etmezden önce onlar ı uyu şturucu maddelerle sarho ş ederdi. Bu uyu ş turucu maddeleri bal ve çörek otuna katarak tertipledi ği bir ziyafette ikram ederdi. Böylece yarı şuursuz hale gelen gençler özel kimseler tarafından yalanc ı cennete götürülürdü. Orada e ğlence âlemlerine devam edilirdi Sarho ş gençlere, gerçek cennette olduklar ı söylenirdi. Bir müddet sonra iyice uyu şturulmuş gençler yalanc ı cennetten. çıkarıhrdı . Sonradan ayılan gençlere, Imam- ı Masam için canını feda eden"t Alaınnt "kartal yuvas ı" anlamına gelmektedir.
86
lerin yeri böyle cennet olacakt ır, diye telkinler yap ılırdı . Zaten gösterilen sahte kerâmeti ve cennetin maddi zevklerini hayâlen hat ırlayan gençler şuursuzca Hasan Sabbah'a ba ğlamrlardı . İşte Hasan Sabbah' ın feda' te şkilatına bağlı olan kimseler böylece kandırılmıştı . Gizlice Islam ülkelerine yayılan bu gençlerden baz ıları H.485 / M.1092 de vezir Nizâm al-Mülk'ü, H.492 / M.1098 de Abill-Kasım bArnam al-Hare ıneyn'i, H.499 / M.1105 de al-Kadi Ebtil-Ala Said b.Ebi Muhammed an-NisalAriyi, H.500 / M.1106 da Sultan Sencer'in veziri Fahr al-Mülk'ü ve H.502 / M.1108 de Ubeydullah b.Ali al-Hatibi'yi öldürdüler. Hasan Sabbah' ın bu fedailerine güvenerek Sultan Melik ş âh (Ölm. H.485 / M.1092)' ı da tehdit etti ği mâlumdur. Özellikle Hasan Sabbah'ın Melikş ah'ın elçisine verdi ği şu şifahi cevap dikkati çekicidir: Melik ş ah Hasan Sabbâh'a bir elçi yollayarak rahat durmas ını, yağmacılıktan ve halka eziyet yapmaktan vazgeçmesini ister. Hasan Sabbâh, elçinin huzûrunda, adamlar ına "sizden birisine bir vazife verece ğim. Kim ifa etmek ister" der. Adamlar ının hepsi "senin yolunda can ımızı fedaya hazırız" mealinde konuşurlar. Bunun üzerine Hasan Sabbâh topluluktan birini ça ğırır ve ona intihar etmesini söyler. Fedai derhal kendini bıçağın' kendi gö ğsüne saplay ıp ölür. Hasan Sabbâh bir diğer fedaiye "kendini kayadan a ş ağı at" der. O da sarp kayadan a şağı atılır ve ölür. Bu duruma ş aşkın ş aş kın bakan elçiye Hasan Sabbâh şu mealde hitap eder: "git Melik ş all'a söyle, bunlar gibi emrinde 20000 genç vard ır. Kendisine cevabım budur". Elçi Melikş ah'ın yanına dönünce durumu anlatır. Melikş ah, Hasan Sabbâh' ancak k ılıcın susturaca ğını anlam ıştı . Fakat her seferde Hasan Sabbüh' ın ş ansı iyi gidiyordu. Mesela Emir Yorunta ş H. 484 / M.1091 yılında Alamût kalesini muhasara etti. Bat ıniler kalede yiyecek s ıkıntısı çekme ğe başladılar. Halsiz ve ümitsiz bir hale geldiler. Fakat Hasan Sabbâh onlar ı cesaretlendirici sözlerle mukavemeti sa ğlamağa çalışıyordu. Tam bu sırada birdenbire Torunta ş öldü. Bunun üzerine kaleden muhasara kald ırıldı. Batıniler, bu başarısızlığı Hasan Sabbah'ın manevi kuvvetine hamlettiler. Bundan sonra Batınilerin faaliyeti daha da artt ı . Durumu anlayan Melik ş âh, Kuhistan taraflarındaki dal Hüseyin Kâiniyi yakalamak üzere Emir Kolta şı ve Alamûttaki Hasan Sabbah' ı yola getirmek üzere de Emir Arslanta ş 'ı görevlendirdi. Hasan Sabbâh, Emir Arslanta ş tarafından iyice sıkıştırıldı . Tam Batınilerin teslim olaca ğı bir sırada Kazvin'deki dal Dihdar Ebıl Ali Ardistâni askerleriyle birlikte Hasan Sabbah' ın imdadma yeti ş87
ti. Arslanta ş , askerleriyle birlikte muhasaray ı terketmek zorunda kald ı . Melikş ah bu defa Emir K ızılsarığ mandasında bir ordu yolladı . Batınileri temizleme ğe kesin olarak karar vermi şti. Bir yandan Emir Koltaş Hüseyin Kâinrnin askerlerini, di ğer yandan da K ızılsarığ Hasan Sabbâh'ın kalelerini sıkıştırıyordu. Tam bu sırada H.485 / M.1092 de Melikş ah öldü. Bunun üzerine kumandanlar merkeze dönmek zorunda kaldılar102. Melikş âh'ın ölmesiyle Bat ıniler rahat bir nefes alm ıştı . Zira Melikş âh' ın çocukları kendi aralarında taht kavgalar ına başladılar. Melikş âh, taht için o ğlu Berkiyaruk'u halef tayin etmi şti. Fakat Terken Hatun, Melik ş âh'ın ölümü üzerine tahta o ğlu 4 yaşındaki Mahmûd'u geçirmek istedi. Berkiyaruk bir yandan üvey karde şi Mahmûd' un annesiyle, diğer yandan Ş am valisi Tutu şla mücadele etmek zorunda kaldı . Bu mücadelede baz ı geçici ba ş arılar da kazand ı . Fakat bu defa da Horasanda ba ş kaldıran amcası Arslan Argun'la u ğraşması gerekti. M.1096 yılında Arslan Argun bir kölesi taraf ından öldürülünce Berkiyaruk Selçuklu imparatorlu ğunun mutlak sahibi oldu. Ama bu geni ş imparatorlu ğun çe şitli bölgelerinde isyan hareketleri de eksik olmuyordu. Nitekim M.1099 yılında Berkiyaruk'un Azerbaycan valisi olan karde şi Muhammed isyan etti. Muhammed, Horasan valisi Sencer'le de ittifak yaparak Berkiyaruk'u yendi. Neticede üç karde ş aralarında bir anlaşma yaptılar (H.497 / M.1103). Bu anla şmaya göre Muhammed, Azerbaycan, Ermenistan ve Irak taraflar ımn hükiimdarı oluyordu. Sencer ise Horasan valisi kalacakt ı . Ancak, Berkiyaruk'a de ğil de, Muhammed'e tâbi olacakt ı . Bu anlaşmadan bir yıl kadar sonra Berkiyaruk öldüğünden Muhammed Imparatorlu ğun bütün bölgelerini hakimiyeti altına aldı . Muhammed b.Melikş âh, taht kavgalarından biraz nefes al ınca, Batmilerin kökünü kaz ımak istedi. Ş andur kalesiııi teslim olma ğa mecbur etti. S ıra Alamût kalesine elmi şti Sultan, Sabbâh' ın bu müstahkem kalesinin zapt ı için Enuştekin'i görevlendirdi. Enu ştekin, Ala/Mit kalesini aylarca muhasara etti. Kalede yiyecek çok azalm ıştı . Öyle ki Hasan Sabbâh, her ferde günde bir çörek ve üç ceviz veriyordu. Kaledekiler teslim olmak üzereydiler. Tam bu s ırada H.511 / M.1117 de Mu"2 Bak: Prof. Dr. Ibrahim Kafeso ğlu, anılan eeser, s. 128-135; Mehmed Şerefeddin, FatimIler Ve Hasan Sabbâh, Darülfünün Ilâhiyat Fakültesi Meemuas ı, sayı : 4, sayfa: 20-23, Istanbul 1926.
88
hammed b.Melikş âh öldü. Bu sebepten muhasara kald ırıldı ve askerler geri döndüler 103 . Selçuklulardan gerek Berkiyaruk (01m. H.498 / M.1104) ve gerekse Muhammed b.Melikş âh (Ol. H.511 / M.1117) devrinde Horasan hâkimi olan 1- 04 Muizz ad-Din Eb01-Haris Sencer (Ölm. H.552 / M.1157) de Batı nilerle mücadele etti 105 . Fakat Bat ıniler gizli te şkilatları sayesinde Sencer'in yakınlarından olan bir kad ını kandırdılar. Bu kadın gizlice Sencer'in her zaman oturdu ğu yere bir hançer saplad ı . Batmilerin reisi ayrıca Sultan Sencer'e şu haberi yolladı : "eğer muhabbetinizi kalbimde yaş atmasa idim, bu- b ıçağı oturdu ğunuz yerden daha yumu ş ak olan göğsünüze saplatt ırmak yere saplatt ırmaktan daha kolay idi... Sizin mahremlerinizin cümlesi benim elimdedir" 106 . Sencer'in bu ihtar üzerine, Batmilerle u ğraş maktan vazgeçti ği rivayet edilmektedir. Hasan Sabbâh H.518 / M.1124 yılında öldü ise de onun kurdu ğu devlet ve fitne daha uzun y ıllar devam etti. Zaman zaman birçok devlet ve ilim adamları Batmilerin tehdidine u ğradı . Böyle bir tehdide maruz kalanlardan biri de Fahr ad-Din ar-Razi (Ölm. H.606 / M.1209)'dir. Râzi ismaililer aleyhine va'zederdi. Bunu i ştiten Batıniler Fahr adDin Razi'yi susturmak üzere bir fedai yollad ılar. Fedai ilkin Razi'nin meclisine ö ğrenci olarak girdi. 7 ay kadar onun derslerine devam etti. Her an fırsat gözetliyordu. Bir gün Razi'nin, odas ında yalnız kaldığını görünce, onun üzerine atıldı . Fedai hançerini Razi'nin karnına dayamıştı . Razi deh ş et içinde bu filin sebebini sordu. Fedai "göbe ğinden göğsüne kadar yaraca ğım. Çünkü Batmileri kötülüyorsun" dedi. Esâsen fedai, Razi'yi öldürmek için de ğil, susturmak için emir almıştı . Bu sebeple Batıniler aleyhinde art ık konuşmıyaca ğına söz veren Razrnin hayatını bağışladı . Bu olay üzerine Razi, Bat ıniler aleyhinde konu şmamağ a dikkat etti. Fakat ö ğrencilerden birisi bu durumun fark ına vardı ve hocas ının Batıniler aleyhinde konu şmamasının sebebini sordu. Razi de fedainin hançerini ima ederek "çünkü Batmilerin burhan- ı katıları 107 vardır" diye cevap verdi 108 . 1 " Bak: Mehmet Şerefettin, Fat ımiler Ve Hasan Sabbâh, Darulfünün ilahiyat Fakültesi Mecmuası, sayı 4, s. 33-34. 104 Bak: Un Kesir al-Kuresi, al-Bidaye va'n-Nihaye, e. XII, s. 15,157, M ısır 1351 / 1932; Köprülüzade (Köprülü) Mehmed Fuat, Türkiye Tarihi, s. 164-167, İstanbul 1923. 105 Bak: Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatrluğu Tarihi, c. II, s. 150-156, Ankara 1954. ı " Bak: Mehmet Şerefettin, Fat ımiler ve Hasan Sabbâh, ad ı geçen Mecmua, s. 34; Mehmet Behcet ve Refik Temimi, Beyrut Vilayeti, s. 84; Beyrut 1333 / 1917. "7 Katı, kesici veya kesen anlam ına gelir. 1 " Bak: Mehmet Şerefettin, Fat ımiler ve Hasan Sabbâh, an ılan mecmua, s. 36.
89
Batmilerin mahalli hâkimiyetlerine H.654 / M.1256 y ılında Hülâgû son verdi109.
Batıniyye Teşkibitının idareeileri Batmilerce yer yüzünde dâima Muhammed b. İ smail neslinden gelen gizli veya aç ık bir imam vardır. Bu imam öyle bir imamd ır ki ondan kötülük gelmez ve o bütün Bat ınilerin reisidir. İmam, ilâhi kudretlerle mücehhezdir. Onun emriyle, mevcut elm ıyan şey var olur. imkânsız olan ş ey zarûri olur. O semavât ın merkezidir, arz ın kutbudur. O hakikatın kendisidir, olgunlu ğun tamamı dır. O birdir. Onu hakiki zatiyle herkes tamyamaz. Fakat izâfet ve te şbihat âleminde imam genel olarak 4 cihetten tamnabilir: 1—İ mam cismani ş ekli itibariyle tamnabilir. Buna dost olsun, dü ş man olsun herkes muktedir olur. 2— Onun ismini ve cismâni nesebini tan ımak. I3una imarnın yardımcıları ve tâbileri malik olur. 3— imam'ın iınâmetini tanımak ve onu teslim etmek. Buna ancak imal= gerçek tâbileri nail olur. 4— İ mamı hakiki sıdatları arasında zatiyle tan ımak. Bu bilgiye imam fikrini tenzih ve takdisle eri şilir. İ mamı gerçekten. tan ımak güçtür. Nas ıl gözler güne ş e bakmaktan aciz kal ırsa, kudsi nefisler ve ışıkh akıllar da İmam]. bütün gerçekleriyle tan ımaktan âciz kal ırn°. Huccet : İmamdan feyz alır. Onun ilmine vâkıftır. İmanun varlığııaa ve ilmine bir huccet (delil) olur.
Zumassa : bu iıavanı ta şıyan kimse İmamla senli benli konu ş amaz. Bütün ilmi Hucceten al ır. Çocu ğun meme emişi gibi bilgileri Huccetten emer. Dai-i Ekber : insanları iyice tecrübe süzgecinden geçirdikten sonra ehil gördüğü kimseleri Batmiliğe dâvet eder. İ cabında onların derece'erini yükseltir. Buna (bab) da denir. '" Hasan Sabbâh Ve Batmiler hakk ında bakınız: Tarih-i İbn Haldun c. IV, s. 11, 66,93 vd, Bulak 1284; İbn al-Cevzi, al-Muntazam ft-Tarih al-Mulük vel-Umem, c. IX, s. 120-122, Haydarâbâd 1357; al-Cuveyni, Kitab Tarihd Cihângu ş ily, c. III, s. 187 vd. Leiden 1355 / 1937; Tarih, e. VII, s. 27, 172-173, 200-201, 237, 259, İ stikamet Matbaas ı, Mısır; Tarih-i Ebr 1-Fidâ, c. II s. 209, 221, Konstantiniyye 1286. nü Bak: Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. I, s. 213-215.
90
Dai-i Mezun : zâhir ehlinden Batmili ğe meyledenler olursa, onlar dan and ve misak alır. Batmilik sırlarını kimseye söylemiyece ğine dâir müstecibe yemin teklif eder. Mezhebe girmek arzusunda olanlara ilim ve rnarifeti açar. Müstecipleri Imrn ın zimmetine sokar. Gerek Dal- Ekber ve gerekse Dai-i Mezun lakaplar ım alan propagandacılara duat veya ebvab da denir.
Mükelleb : bu seviyeye eri şenler dailerin yard ımcısı durumundadırlar. Davette bulunmak hususunda henüz yetkileri yoktur. Bunlar zâhir ehli aras ında dolaşıp davet edilme ğe elverişli kimseleri bir takım bahanelerle dai-i mezuna getirirler. Bunlar, bir avc ı köpeğinin avı yakalayıp avcıya getirişi gibi, zâhir ehlini dal-i mezuna getirdikleri için mükelleb diye adlandırılmışlardır. Mümin : Batıniliğe inanan, ande vefa gösteren ve dal ye tabi olan kimseye de Mümin derler" 1 . Müsteeib : dailerin davetlerine müsait cevap veren kimselere de müstecip denir. Hasan Sabbah' ın kurdu ğu ad-Davet al-Cedide te şkilâtında baz ı özel derecelerin bulundu ğuna da şahit olmaktayız. Hicri be şinci yüzyılın ikinci yarısında ve altıncı yüzyılın birinci yarısıada faaliyet gösteren bu Batıniler üç kısımdan meydana gelmektedirler: 1—Dailer (propagandac ılar). 2— Refikler (dostlar). 3— Fedailer. Bunlardan dailer, propaganda ile me şgul olark Batıniliğin yayılmasını sağlarlar. Dailer de-kendi aralar ında bir takım derecelere ayr ılırlar. Birinci mevkide büyük dailer ve a'yan (ileri gelenler) bulunur. Bunlar büyük şehirlerin veya kalelerin reisleridirler. İmam-ı ma'sum diye adlandırılan en büyük Reise ba ğlıdırlar. Mesela Kuhistan ve Şam bölgelerinde birinci dereceye mensup birer dal bulunurdu. İkinci . mevkide kalan dailer ise dini elçilerdir. Siyasi vekiller ve reis muavinleri de bu mevkie mensup dailerdendir. Üçüncü mevkide ise gizli prensipleri ve Batmilik akidesini benimseyen kimseler yer -alır. Yukarıda bahsetti ğimiz refiklerin hepsi İmam-ı ma'sum'a tabi olmayı kabul etmiş kimselerdir. al-Milel Va'n-Nihal, Atıf Efendi Kütüphanesi, No: 1373; Beyrut Vilâyeti, s. 74; izmirli İsmail Hakkı, Dürzi Mezhebi, Darulfünûn İlâh. Fak. Mecmuas ı, sayı: 2, sayfa, 45, İstanbul 1926; Şerh al-Mevâkıf, s. 627.
91
Daha sonra fedâiler gelir. Bunlar küçük ya ştan itibaren özel bir eğitime tâbi tutulan kimselerdir. Fedailer için özel cennetler yapt ırılmıştır. Uyuşturucu maddeler ve e ğlencelerle sarho ş edilen gençler imam- ı Masum için canlarım feda edecek kadar te şkilâta ba ğlıdırlar. Zira onlar Hasan Sabbâh' ın tertipledi ği sözde cennet nimetlerine öldükleri zaman edebiyyen kavu ş acaklarma inanm ışlardır. Fedailerden sonra mezhep bekçileri, muharipler ve katiller gelmektedir112. Halk ise en a ş ağı mevkidedir. Ş urasım da belirtmek yerinde olur ki bütün Batmilerde idarecilerin lâkaplar ı aynı değildir. Batınilerde gizli lik ve metot bakımından ittifak varsa da onlar aras ında te şkilât cihetinden yeti ştikleri yüzyıla göre bazı farklar mevcuttur. Meselâ , Hamidu'd-Din al-Kirmâni (01m. H.411 / M.1021 y ılından sonra) bize batıni idarecilerin lâkaplarma dair yeni istilâhlar vermektedir. Ona göre Batınilikteki mevkileri şöyle sıralayabilirizm. 1—Natık
6— ad-Dai al-Bella ğ
2— Esas
7— ad-Dai al-Mutlak
3— İmam
8— ad-Dai al-Mandud
4— Bab
9— al-Mezun al-Mutlak
5— Huccet
10— al-Mezun al-Mandud
Kirmanrye göre Bat ıni idarecilerin yukarda zikredilen her bir lâkabı al-Ukul al-Aş are'den birine tekâbül eder.
Batıniler Din Felsefesi Batıniler gerçekten "her zâhir'in bat ılı' vardır" diyerek Kur'ân- ı Kerimi yanlış mânalara götürmek istedikleri hâlde, suretâ İslâm'ın Allah'ına inanır görünürler. Özellikle Allah' ın sıfatları hakkında tevillerde bulunurlar. Batınilere göre Allah' ın var veya yok oldu ğu söylenemez. E ğer Allah vardır denirse Allah var olma cihetinden mahlalara benzetilmi ş olur. E ğer Allah yoktur denirse bu da Allah' ı inkâr etmek demektir. Bu sebeple, derler, Allah' ın varlığı veya yoklu ğu hakkında sükû't etmek en do ğru yoldur. "2 Bak: Mehmet Behçet ve Refik Temimi, Bey-rut ViMyeti, s. 86-87. '" Bak: Hamidu'd-Din al-Kirmâni, Rahat al-Akl, e. I, 25 m, 68, 124-132, 207-218, 223, 298„349,425-426, Leiden 1953.
92
Onlara göre Allah için âlimdir veya câhildir demek de eâiz E ğer Allah âlimdir denirse, Cenüb- ı Hak bilme cihetinden insanlara benzetilmi ş olu.r. Bu ise Allah hakk ında te şbih yapm.ak -demektir. Allah ile kul arasında te şbih yapmak ise Cenab- ı Hakkın ş ümm küçiiltmek demektir. Batıni telükkolere göre Allah için kâdir ve âcizdir de denemez. Bu da te şhihe varır. Onlar Allah' ın işitme, görme, kelâm ve irade s ıfatları hakkında da aym şeöilde tevilde bulunurlar. Onlara göre Allah, mu.tekabil ve mutehas ım olanların ilühldır. O zıtların hâkimidir. E ğer alehtlak Allah Alimdir deniyorsa, bu hüküm Allah âlimlere ilim verdiği için benimsenmi ştir. Allah kül:lidere kudret verdi ği için lâdir s ıfatı ona hamledilir Bu sözler Allah' ın ilmi ve kudreti var anlamına gelmez. Batmiler bu sapık tevillerden dolay ı "Nufât as-S ıfât" (s ıfatları nefyediciler) ve "Muatt ılat az-Zat" (Allah' ın zatını tatil edenler) diye de adlandırdmışlardır114. Batmiler, Allah'ın Kadim oldu ğunun da söylenemiyece ğini iddia sındadırkar. Onlar Allah ne kadimdir, ne de muhdestir diyorlar. Ancak Allah'ın emri ve kelâmı kadimdir. Muhdes olan ise onun fı rtrat ı ve yaratmasıdır. Batınilerin nübüvvet hakkı ndaki düşüncelerine gelince: Onlara göre iki türlü kanun vard ır. Bunlardan birisi Şeriattır. Bunu Peygamber getirir. Şeriatm gayesi insan ın insanla olan alükas ım düzenlemektir. Di ğer kanun Kaimul-K ıyameye mahsustur. Bu kanun insanın Allah'Ia münasenetini tayin eder. Kaimul-K ıyame zamanın ş eriatını getirir. Peygamberin eevri örtülü bir devirdir. İ mamın devri ise açılma devridir. İnsanlar ilk devirlerde his ve hayalin tesiri alt ındadırlar. Soara Peygamber gelir. Kendi anlay ışına göre bir ş eriat getirir. Sonra bu devir sona erer ve kemal devri ba şlar. Bu kemal devrinde İmam gelir. O bütün devirlere hâkim olur. Hakikatleri açar. Kendisi ilâhi vahye mazhar olurns. Bu da te'vil usülünü bilmesi sayesinde olmu ştur. Te'vil birş eyi evveline götürmek demektir veyahut bir şeyi hakiki gizli mânasına görürmek de ınektir. Allah bütün cinsleri yaratt ı . Madenlerin ötesinde nebatlar, nebatlarm ötesinde hayvanlar, hayvanlar ın ötesinde insanlr ve insanlarııı ötesinde de Peygamberler meydana geldiler. n' Bak: a ş- Şehrestani, al-Milel Va'n-Nihal, e. I, s. 427-427, M ısır 1366J 1947. "5 Bat ıniler bu görü şleriyle dahi Islarn dininden ç ıkıp küfre girmi şlerdir.
93
Bu âlemde, en yüksek kelimenin (al-Kelimetul-Ulya), al-AM alEvvel'in ve an-Nefs al-Küllinin görü şleri vardır. al-Kelimetu'l-Ulya bu dünyada imam, al-Akl al-Evvel inıanun hücceti ve an-Nefs al-Külli de Peygamber ş eklinde tezâhür eder. Peygamber bilgileri raelelderden ve ruhaniyattan ahr 116 . İ mam Gazzâli ise Batmilerin Peygamberlik anlay ışım böyle belirtiyor: Peygamber öyle bir ş ahıstır ki ona Sabıktan Tali vas ıtasiyle saf kudsi kuvvet akar. Bu kudsi kuvve an-Nefs al-Külli ile itrisal edince ondaki cüziyat ile birle şir. Nitekim bazı kimseler uykuda, istikbalde vuku bulacak hadiseleri görür. Bu görü ş ya açık veya run ıuz altında olur. Remz halinde görülen gerçekleri te'vil etmek gerekir. Ancak Peygamber ile zeki insan aras ında şu fark vardır. Zeki insan baz ı gerçekleri uykuda gördü ğü Mide, Peygamber onlar ı uyanıkken görme ğe de kabiliyetlidir. Peygamber şkli küllileri idrak ederm. Batıntler görüldü ğü gibi zâhiren Peygamberi kabul etmelerine rağmen gerçekten imam- ı masum'u Peygamberden üstün tutarlar. Onlara göre Allah uliihiyetini imama vermi ştir. İnsanlar, melekler ve cipler iın.amın emrine muti olmalıdır. Batıniler her Peygamberin bir vasisi ve bir de z ıddı olduğuna inanırlar. Peygamberin ilmi vasiye emânet edilmi şti. Hz. Ade ın'in vasisi Sit, Hz. Nuh'un vasisi Sam, Hz. İbrahim'in vasisi Meliku's-Selüm, Hz. Musa'nın vasisi Harun - sonra Yuş a b.Nuh, Hz. İsa'nın vasisi Ş em'un as-Safa ve Hz. Muhammed'in vasisi (Ali R.A.)'dir. Batınfier "her Peygamber için suçlulardan bir dü şman yaratt ık” 118 ıddı olduğunu damealindkâytgrehPyambinrz iddia ederler. Hz. Adem'in zıddı iblis, Hz. Nuh'un zıddı Nesr, Hz. İ brahim'in zıddı Nemrud, Hz. Musa'nın zıddı Fır'avun, Hz. İsa'nın ziddi Yahuda ve Hz. Muhammed'in zıddı ise Ebü Lehebtir 119 , Batınilere Göre Alemin Yarat ıhşı Batıniler bu hususta Yunan filozoflar ından Plotinos'un etkisinde kalmışlardır. Biz aynı etkiyi Farabi (01m. H.339 / M.950) ve İbn Sina H' Bak: Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. L. s. 212. H' Bak: Gazzali, Fadaih al-Bat ıniyye, Streitschr ıft Des Gazali Gegen Die Bat ınijja-Sekte, Neşreden: İgnaz Goldziher, s. 9, Leiden 1956. Bak: Suret al-Furkan, k'yet: 31. Bak: Tarih- al-Felsefet al-Arabiyye, c. I, 215.
94
(Olm. H.428 / M.1036)'da da mü ş ahade etmekteyiz. İslâm İlâhiyatımn âlemin yoktan var edildiğini kabul etmesine ra ğmen, Batıniler âlemin sudur yolu ile meydana geldi ği tezini savunmu şlardır. Onlara göre Allah, ilkin Akl- ı Evvel'i yaratt ı . Akl-ı avvel fiil itibariyle olgundur, noksans ızdır. Sonra Akl- ı Evvel'in tavassutuyla Nefs'i yarattı. Nefs _ise Akl- ı Evvel'in aksine noksand ır. Nefs'in Ald- ı Evvere nisbeti nutfenin tam insana, yumurta'n ın kuş a veyahut da çocuğun babaya ve neticenin sebebe nisbeti gibidir. Veyahut da di şinin erke ğe nisbeti gibidir. Nefs, Akl- ı Evvel'in olgunlu ğuna iştiyak duyunca noksandan kemale do ğru bir harekete muhtaç oldu. Hareket de bir hareket âletine muhtaç oldu. Böylece semavi feklekler meydana geldi. Semavi felekler Nefsin tedbiriyle devri bir hareketle dönme ğe başladılar. Böylece basit cisimler meydana geldi. Feleklerin do ğru hareketleri neticesinde de mürekkep cisimler has ıl oldu. Madenler, nebatlar ve hayvanlar bu cisimlerdendir. Neticede cüzi nefisler bedenlerle birle şti. insan di ğer varlıklar aras ında hususi bir kabiliyetle temayüz etti. Külli âleme mukabil insan' ın da bir âlemi oldu. Külli âlemde Akl- ı Evvel, Nefs-i külli vard ır. İnsanlarııı yaş adığı âlemde ise her şey olan müşahhas akıl vardır. Bu müşahhas aklın hükmü olgun bir şahsın hükümü gibidir. Bu olgun ş ahıs da Natık (nebiYtır. Bir müşahhas nefis vardır ki onun hükmü de bil. çocu ğun gükrnü gibidir. Bu müşahhas nefse asas veya Vasi de denir. Bu nebi ve vasiler, yedi şer yedişer halkalar halinde kıyâmete kadar gelirleri». Yukarıda izahlarmızdan anla şılacağı üzere Banniler te'villerde bulunuyorlar. Sanki baz ı İslâmi esaslan kabul eder gibisörünüyorlar. Halbuki gerçekte İ slâmiyeti inkâr edicidirler. Te'villeri sebebiyle onların görüşleri arasında tenakuz da çokturi21. Meşhur Batılı' dailerden Hamidu'd-Din al-Kirmani (Olm. H.411 / M.1021)'nin felelder ve âlemin yarat ılışı hakında verdiği bigiler e diğer Batmilerin görü şlerinden biraz farkl ıdır: Kirmani'ye göre Allah olgunluk ve eksiklik yönünden bütün mertebelerden mütealidir. ihtira ve ibda "Vücûd düzenine giren ilk varhk feyz yoluyla suretiyle var olmu ştur. Böylece var olan ilk varlık ilk sebeptir. Di ğer mevcutlar ondan çıkar. Bu ilk sebep, al-Mubdi'ul-Evvel veya al-Aldu'lEvveldir. Bu, aynı zamanda akıl ve cisim âleminde mevcut bütün hareketlerin mebdei oldu ğu için de al-Muharriku'l-Evvel diye adland ırıl12° Bak: as- Şehrestani, e. I, 429-431. "J Bak. I.A. Çubukçu, Gazzali ve Bat ıntlik s. 41-51, Ankara 1964.
95
mıştır. Akıllar silsilesinde al-Aklu'l-Evvel'den sonra al-Aklu's-Sani gelir. İkinci akıl birinci akıldan inbias yoluyla meydana ç ıkar. Bu sebeple Kirmani ikinci Akl'a, al-Munbaisu'l-Evvel de demektedir. Ayr ıca Ilahiyat diliyle ona . Kelam da denmektedir. Kirmanrnin ak ıl ve felekler hakkındaki görü şünü aksettiren liste şöyledir. 1—al-Aklu'l-avvel veya al-Mubdiu'l-Evvel. 2—al-Aldu's-Sani (en yüksek y ıldızlar feleki). 3—al-Aklu's-Salim (Zuhal feleki). 4—al-Aklu'r-Rabi (Müşteri feleki). 5—al-Aklu'l-Hamis (Merih feleki). 6—al-Aklu's-Sadis (Güne ş feleki). 7—al-Aklus's-Sabi (Zühre feleki). 8—al-Aklu's-Samin (Utarid feleki). 9—al-Aklu't-Tasi (Ay feleki). 10—al-Aklu'l-Aşir veya al-Aklu'l-Fa'al (Ay alt ı âlem feleki) Kirmanrye göre al-Aklu'l-Evvel nas ıl akıllar düzeninin merkezi ise al-Aklu'l-Fa'al da sabitten müstahile kadar cisimler aleminin yani kevn ve fesad aleminin merkezidir 122.
Batınilere Göre Bilgi Nazariyesi : Batıniler duyularla kazan ılan bilgilere itimat etmemektedir. Onlar tıpkı septikler gibi duyuların insanı yanıltacağı inancındadırlr. Nitekim uzakta bulunan bir cisim, oldu ğundan küçük görünür. Bir sopa suyun içinde kırık ve fakat d ışında doğru görünür. İnsanın içinde bulunduğu haller yapaca ğı algılara tesir eder. Normal bir insana tath bir duygu veren hal, sarılık hastalığına tutulana ac ı gelebilir. Bir ilaç az miktarda alınınca Şifa vericidir. Çok miktar almınca öldürücüdür. Has ılı keyfiyetler, kemiyetler, durumlar ve nisbetler, alg ı anında insana tesir eder. Bu sebeple duyulara güvenmek do ğru değildir. Batıniler, bilgi kazanmak hususunda akla da güvenmezler. Çünkü derler, akıl insanı çokluğa ve yanhşa götürür. Herkeste ak ıl vardır. Fakat her fert yekdi ğerinden farkl ı düşünün Bu sebeple de çe şitli fırkalar ve görüşler olmuştur. Her fırka kendi görüşünün doğruluğunu iddia eder. Böylece de akla güvenme yüzünden insanlar aras ında kavga ve çekişme eksik olmaz. O halde akla da güvenmek do ğru değildir. ' 22 Bak: al-Kirmânis, Rahat al-AkI, s. 23 m-25 m.
96
Batıniler böylece, kendi anlay ışlarına göre ak ıl ve duyuları bertaraf ettikten sonra İ mam-ı Masum'a ba ğlanmayı tavsiye ederler. Onlara göre gerçek bilgilere sâip clmak ancak bir Imam- ı Ma'sum'un öğretmesiyle (ta'limiyle) mümkündür. E ğer bütün insalar ak ıl ve duyuları yerine böyle bir üstada ba ğlanırsa o zaman birlik sa ğlanmış olur ve insanlar aras ındaki çeki şme sona erer. Batıniler böylece oldukça dar bir görü ş e saplanmışlardı r. Akıl ve düşünceyi inkâr etmi şlerdir. Duyulara kar şı da cephe almalar ına ra ğmen, talim metodunu kabul etmekle i şitme duyusundan istifade yoluna saplanmışlardır. Bu ise bir çeli şmedir. Batmilerde Te'vil ve Hurufilik Batmilere göre her zâhirin bir bat ını vardır. Gerçek mânalar zâhirde değil, batındadır. BatUn anlamak için de bütün naslar ı ve dini ıstılahları te'vil etmek gerekir. Bat ıniler, bu te'villeri çok defa dinden ç ıkacak surette yapm ışlarchr. Akıl ve düşünceyi hiçe say ıp benzetmelerden istifade etmişlerdir. Şimdi onların yaptıkları bu te'villerin çe şitli örneklerini görelim: Kelime-i Tevhid yani "lâ ilâhe illallah" ibaresi iki k ısımdır. Bu ibarenin birinci kısmı yani "lâ ilâhe" kısmı nefytir. Ikinci kısımı yani "illallah" kısmı ise isbattır. Demek ki kelime-i tehvit iki k ısımdır. Bu ibarenin, arapça yaz ıldığı takdirde (Zı l'ıll AJJ, üç cins harf ihtiva etti ğine ş âhit olmaktayız. Bunlar da lâm, elif ve he'dir. Bu üç harf akla, nefse ve feleke iş arettir. Kelime-i tevhidin arapças ı cem'an iki kısım, dört kelime, yedi hece ve on iki harftir. Niteklin insan da cisim ve ruh olmak üzere iki kısımdır. Kelime-i tevhidin nefy ve isbattan ibaret olan iki kısmı insanın cisim ve ruhuna i ş arettir. Kelime-i tevhidin 4 Kelimeden ibaret olmas ı , insamn 4 tabiattan mürekkep oldu ğunu gösterir. 7 heceden ibaret olmas ı insanın 2 gözü, 2 kulağı, 2 burun deli ği ve bir ağzın olmak üzere 7 organ ına delildir. 12 harf de insan ın ayrıca 12 uzvuna işarettir. Kelime-i tevhidin özelliklerinden şu teviller de ç ıkarılır: Dünya da kelime-i tevhid gibi iki k ısımdır. Dünya'nın bir kısmı mamur, diğer kısmı haraptır. Ayrıca 4 cihet vard ır: do ğu, batı, güney ve kuzey. Dünyada 7 iklim ve 12 büyük ada vard ır. Felekler de a ş ağı ve yukarı olmak üzere iki kısımdır. Feleklerde 7 gezegen ve 12 burç vard ır. Kelime-i tevhid'in kelimelerinin de özel anlamlar ı varaır: Lâ daiye, ilâh hılccete, illâ imama ve Allah da Esase delildir.
97
Başka bir te'vile göre la Sab ık'a, ilah Tali'ye, illa Nat ıka ve Allah da Esas'a işarettir. Diğer bir te'vile göre ise la ate şe, Will havaya, illa suya ve Allah da arza delildir. Deylemi'nin nakletti ğine göre Batmiler namaz ı ve namaza ait hususları da te'vil etmektedirler. Namaz için vakit, niyet, k ıble, mihrap, tekbir ve fatiha, rükâ, secde, te şehhüd, selam ve temiz elbise lazımdır. Batı nilerce vakit hüccet, niyet velâyet, k ıble Sabık ve mihrab Tali demektir. Tevil aş - Şeria adlı eserin yazarı beş vakit namaz ı şöyle te'vil etmiştir 123 : Beş vakit namaz Evvel'e, Sani'ye, Nat ık'a, Esas'a ve İmam'a iş arettir. Namaz ın tekbir, k ıraat, rükâ, secde, tesbih, tahiyye ve selam gibi rükünleri 7 imama delildir. Namaz, nasıl ancak vaktinde k ılınmakla makbul olursa, Allah'a itaat da ancak Nat ık'ı ikrarla makbuldur. Öğle namazı Hz. Nuh'un daveti, ikindi namaz ı Hz. İbrahim'in daveti, akşam namazı Hz. Musa'nın daveti, yat-sı namaz ı Hz. Muhammed'in daveti gibidir. Oruç hakkında da ad-Deylemi, Te'vil a ş-Şeria yazarından naklen şu te'villeri vermektedir. Oruç imamı , onun huccetini ve s ırrını saklaınaktır. Oruç tutarken gündüz yeme, içme ve cima'dan sak ınmanın manası , zahiri öğretimden ve zahiri ilimden sakınmaktır.
Zekât : ilmi, batıni mezhepten olanlara yaymakt ır. Hac : İmam'ı ziyâret edip hizmetinde bulunmakt ır. Haç Ali b.Ebi rabb ve Beyt de Imam- ı ma'sum gibidir 124. Gazzali ise Batmilerin te'villeri hakk ında şu bilgileri vermektedir 125 : Cenabetin manası, müstecibin gerekli olgunlu ğa erişmeden önce sinan öğrenmesidir.
Gusul : andi yenilemektir. Cima : andi olmıyana ve kurtuluş sadakas ı vermivene s ırları açmaktır 126 . ' 25 Bak: ad-Deylemi, an ılan eser, s. 58. 124 Bak: Aynı eser, s. 59. ı n Bak: al-Gazzâlk Fedâih al-Bât ıniyye, s. 12-13. 126 Batmilerin mezhebe giren kimselerden ald ığı sadakat an-Necva 19 dirhemdir. Mamara', bu miktar bölgelere ve as ırlara göre de ğişmiştir.
98
Zina : %bn ilmi tohumunu kendisinden and almm ıyan kimseye vermektir. Ihtilaın : Sırrı ehil olmıyan kimseye vermek hususunda dilin acele etmesidir. Böyle bir suç i şleyen kimsenin gusul abdesti almas ı veya andi yenilemesi lâz ımdır. Temizlenn ıek : imam'a uymak ve bütün di ğer mezheplerin görü ş-lerinden sıyrılmaktır. Oruç : Sırrı açıklamaktan kaçmmakt ır. Ka'be nebi, bab ı Ali, Safa nebi, Merve Ali'dir. Mikat Esas demek, telbiye daiye icâbet etmektir. I3eyt'i 7 kere tavaf, Muhammed'den itibaren 7 imam ı ziyarettir. Sabah namaz ı Sabık'a, öğle namaz ı Taliye, ikindi namazı Esas'a, akşam namazı Natık'a ve yats ı namazı imama delildir. Muharremat s ır sahiplerinden ibarettir. ibâdetler de Ahyar ve Ebrar denen seçkinlere i şârettir. Dini emirler, Batıni ilimleri bilmeyen cahillerin vazifesidir, Bat ıni ilimleri öğrenenden ilimleri ö ğrenenden Dini emirler dü şer. Hz. Nuh'un tufam, Sünnet'e tâbi olanlaru ı zâhiri ili/nde bo ğulmasıdır. Hz. Ibrahim'in ate şi, hakiki ate ş değil, Netnrud'un gazab ıdır. Hz. Mûsa'nın âsası, odun parçası değil onun delilidir. Denizin ikiye ayrılması, Hz. Musâ'mn ilminin bölünmesidir. al-Bahr, âlemdir. Bulut Hz. Mûsa'n ın tayin ettiği imamdır. Hz. Süleyman, zaman ın Batmiliğine delildir. ş eytâni, me şakkatli ibâdetleri ifa eden zâhir ehlidir. iblis ve Adem, Ebu' Bekr ve Ali'den ibarettir. Çünkü, diyorlar, Ebil Bekr'e Ali'ye secde etmesi hususunda emir verildi. Fakat o bu emirden hoşlanmadı ve kibirlendi. Deccal, Ebû Bekr demektir. O ş aşıdır. Çünkü batın gözüyle de ğil, zahir gözüyle baktı. Yecûc ve Mecûc,. ehl-i zâhiri gösteren rumuzlard ır. Cebrâil, Hz. Peygamber'e feyezan eden ak ıldır. Cebrâil bir cisme malik değildir. Kur'ân, Hz. Muhammed'e akıldan feyezan eden bilgilerin onun tarafından tâbir edilmesidir. 99
Melekler dâileri, şeytanlar da ilk üç halifeyi temsil ederler. Hasılı Batınilerin bu gibi saçma te'villeri pek çoktur. Onlar ın harflerden özel mânalar ç ıkararak hurufilik yapt ıklarına da şahit olmaktayız. Arapça'nın alfabesi 28 harften meydana gelmi ştir. Batınilerce bu harflerden herbirisi bir sırra, bir hakikata i ş ârettir. Bu harfler dinin bütün usul ve furiıunu içine almaktad ır. Muhammed ad-Deylemi, Bat ınilerin harfleri te'vilini şöyle anlatıyor 127 : Arap alfabesinin ilk harfi olan elif, Nat ık'a delildir. Arapçada elif sözü üç harfle yaz ılır. Bu demektir ki Nat ık'tan sonra vasiyyet ve imamet makamları gelir. Her Nat ıkın bir vasisi ve her vasinin de bir imam ı vardır. Böylece arapçadaki elif sözünün 3 harfi Peygamber mesâbesinde olan Natı k'a, sonra Vasiye ve nihayet İmam'a delâlet etmektedir. Bu harfi Vasrye i şarettir. Çünkü bu harf eliften sonra gelmektedir. Vasi de Natık'tan sonra gelir. Vasi, Nat ık'ın ilmini yarar, Arapçadaki Be harfinin alt ındaki noktanın mânası şudur: Vasi, Nat ık'ın ilmini Resül'den alır. Arapça daki Te harfi Vasrden sonra bir mânevi makam i şgal eden imam'a işarettir. Te harfinin üstündeki iki nokta, İmam'ın Natık ve Yasî namına propaganda yaptığını gösterir. Ayrıca İmam'ın din ilmini Natık ve Vasrden ald ığını bildirir. Se harfi İ mam'ın Huccetine i şarettir. Se harfinin üzerindeki üç nokta, Huccetin Nat ık, Vasi ve İ mam namına dâvette bulundu ğunu gösterir. Ayrıca bu nokta Huccet'in din ilmini Nat ık, Vasi ve Imam'dan aldığını bildirir. Cim, Ha ve H ı harflerine gelince: Bu üç harf birbirine benzemektedir. Bunlar Zumassa, Bab ve Darye delâlet etmektedir. Bu üç propagandac ı Huccetten yard ım görür ve ondan ilim ö ğrenirler. Cim, Ha ve (noktalı) Ha'nın Hucceti temsil eden Se harfinden sonra gelmesi de bu keyfiyete işârettir. Cim, Zumassa'ya delildir. Çünkü Zumassa Huccet'e Bab ve Darden daha yakındır. Cim sözündeki 3 harf, Zumassa için, Bab ve Darnin gerekli oldu ğunu bildirir. Zumassa dâvet vazifesini ancak bu iki propagandac ının yardımıyle yapabilir. Arapçadaki Cim harfinin ortas ındaki nokta, Zumassa'n ın batın ilmini ihata etti ğini ve onu herkesten önce Huccet ıten işittiğini gösterir. '27 Bak: Muhammed ad-Deylemt, anılan eser, s. 68-71.
100
Ha harfi ise Bab' ı temsil eder. Bab' ın mertebesi Zumassa'dan sonra gelir. Bunun gibi Ha harfi de alfabede Cim'den sonra yer al ır. Ha (noktah)'ya gelince: Bu harf de Darye i ş arettir. Darnin unertebesi Bab'dan sonraki derecedir. Arap alfabesinde daha sonra Dal. Zel, Ra, Za, Sin, Sad, Dad, Ta, Za, Ayın ve Gay-ın harfleri gelmektedir. Bu harflerin toplam ı on ikidir. Yani bu 12 harf 12 ,huccet'e i ş arettir. Bu 12 harften 6 tanesinde noktalar var, 6 tanesinde de hiç nokta yoktur. Bu demektir ki 12 huccetten alt ı sı erkek ve di ğer altısı da kadındır. Noktal ı harfler erkek huccetlere i ş arettir. Ayn ı zamanda bu noktalar, erkeklerin kad ınlardan daha üstün ve kuvvetli oldu ğuna i ş arettir. Bu 12 harften sonra s ırada Fa ve Kaf harfleri vard ır. Bunlardan Fa, Mükelleb'e delâlet eder. Fa'n ın üzerindeki nokta, Mükelleb'in derecesinin yükseltildiğini gösterir. Mükelleb, Darnin mertebesi ııe erişmek için çalışı r. Kaf harfi ise Mü'ruin'i temsil eder. Kar ın üzeriııdeki iki nokta Mükelleb ve Darnin merktebesine i ş arettir. Arap alfabesinin son harfleri Kef, Lam, Mim, Nun, Vav, Ha ve Ya'dan ibarettir. Bu 7 harf 7 Nat ık'a ve 7 imam'a i ş arettir. Batmilerin bu gibi saçmalar ı pek çoktur ve hurafilik onlar ın önemli prensiplerinden birisidir. Biz bu hususta verdi ğimiz örneklerle yetirıerek Batınileriıı davet hilelerine geçmeyi uygun buluyoruz. Batınilerin Dine Davet Hileleri Batıniler halkı kendi dinlerine sokmak için bir takım hilelere baş vurnilar. Propagandac ılar bu hileleri uygulamak su.retiyle tam bir gizlilik içinde batıni düşünceleri yararlar. Şimdi bu hileleri birer birer açıkhyahm: 1— Teferrüs128: propagandac ı kendi inancına davet edece ği kimseyi iyi seçmelidir. Bunun için de insan psikolojisinden anlamalid ır. Etki yapam ıyaca ğı kimselere Bat ınilikten bahsetmemelidir. Sonra herkesin mizacı na ve kültür seviyesine göre konu şmandır. Tarikatç ı olanlara, mensup olduklar ı tarikatın faZiletinden ve do ğruluğundan söz açmandır. Dünyaya dü şkün olanlara ibadetler ve dinler aleyhinde konu şmalıdır. Rafızi inançları benimsiyenlere Ehl-i Beyt'in meziyetlerinden bahsetmelidir. Has ılı Teferrüs hilesi gere ğince dai kandırmak istediği kimseyi iyi teş his etmelidir. Çiftçinin çorak yere tohum ekmekten sak ıJ" Bu hileye "r ızk" adnu verenler de vard ır.
101
nışı gibi, çağrıyı kabul etmeyecek kabiliyette olan kimselerle u ğraşmamalıdır.
2— Te'nis; propagandac ı davet edece ği kimse ile dostluk kurmak ister. Onun ho şlanaca ğı ince ve kalp alıcı sözler söyler. E ğer müstecip siyasi gidişten memnun de ğilse, dal devrin hükümdarının aleyhinde sözler sarfeder. Müsteeip e ğer ibadete dü şkünse, dal hep dinden, Kur an'dan ve imamdan bahseder, Kur'an okur, a ğlar ve ahlar çeker. Dünyanın faniliğinden söz açar. Daller dine davet edecekleri kimselerle ünsiyetlerini art ırmak için onların evlerinde misafir olmak f ırsatı ararlar. Misafir olunca da geceyi ibadet etmek ve Kur'ân okumakla geçirmek isterler. ibadetlerini yüksek sesle yaparak ev sahibinin uyanmas ım sağlarlar. Fakat ev sahibinin ibadetten haberdar oldu ğunu anlayınca da güya riyâdan sak ınıyor gibi yataklarına dönerler. Böylece de dindar ev sahibinin itimad ını kazanmak isterler.
3— Te şkik : bu müstecibi şüpheye düşürmek demektir. Bunun için de Dal, müstecibin ilgisini çekecek bir tak ım sorular sorar. Fakat hiçbir zaman bu sorular ın cevabım öğretmez. Darnin sormay ı itiyat edindiği bazı sorular şunlardır:aSabah namaz ının farzı 2 rekat olduğu halde, niçin ö ğle namazınınki 4 ve akş am namazınınki 3 rekattır ? İnsanların memesi niçin göğüsünde ve hayvanlarınki karnındadır? İdrar guslü kab ettirmedi ği halde, birkaç damla meni niçin guslü icabettirir? Kadın, ikisi de farz oldu ğu halde, niçin hayiz görme halinde k ılmadığı namazları kaza etmez de aynı durum kab ı tutmadığı oruçları kaza eder? Bu gibi sorunları işiten müstecibin tecessüsü artar. Bunlar ın cevablarını ö ğrenmek ister.
4— Ta'lik : dai adı geçen sorular ın cevaplarını açıklanması için Müstecib'in baz ı sıkıntılara katlanmas ı gerekti ğini söyler. Mesela, Müstecibin geçmiş ibadetlerini kaza etmesini ve i şlediği günâhlardan tövbekar olmasını ister. E ğer Müstecib bu ş artları ifa ederse, dal bu defa da yeni bir zaman tayin ederek bu zamana kadar müstecibin muayyen bazı nafile ibadetler yapmas ını şart ko ş ar. Darnin bunu böyle yapmaktan amacı, Müstecibin samimiyetini ö ğretımektir. Dal ileri sürdü ğü ş artları ifa etmiyen kimseleri terkeder. Çünkü onlar davet için ehil değildir. İleri sürdü ğü şartları ifa edenlere ise yeni bir hile uygular. Bu hile de rapt hilesidir. 5—Rapt: Müstecib'in samimiyetini anlayan dal, onu iyice Bat ınilige bağlamak ister. Ahd ve misak ahnmad ıkça sırlarııı açıklanamıya. l02
cağım söyler. Müstecibin yemini kabul etmesi için de Kur'ân'dan âyetler okuma ğa başlar. Bu. âyetler aras ında şu meâlleri ta şıyanlar vard ır: "Peygamberlerden misaklarm ı aldığımız vakti unutma: Bilhassa Senden ve Nuh ve İbrahim ve Müsa ve İ sa b.Merye ın'den ağır misak aldık129". "Allah'a verdikleri ande sadakat eden kimseler mü'minlerdendir130”, "Muahede etti ğiniz zaman Allah' ın alıdini yerine getiren ve iyice yemin ettikten sonra onu bozmay ınız131". Dai, bu telkinleri yapt ıktan sonra, Müstecibten ö ğrenece ği sırları kimseye söylemiyeee ğine dair şu meâlde bir and alma ğa çalışır: "Allah'ın, Hz. Muhammed'in, Peygamberlerin ve meleklerin misak, and ve zimmeti üzerine olsun ki benden i şitti ğini veya işitece ğini, ö ğrendi ğin ve öğrenece ğin, bu memleketin hâkirni el-Mehdi,' arkada şları, ehl-i beyti N.,e benim vazifem hakkında tanıdığın ve tanıyaca ğın hiçbir şeyi hiçbir kimseye aç ıklamıyacaksın. Tabii imaın'ın müsaade ettiği hususlar müstesnadır. Bizim vazifemiz ve i şimiz hakkında bu ande g,öre hareket edeceksin. Ahdi tecavüz etmiyeceksin. Ona bir ş ey de eklemiyeceksin. Allah'ın bir, Hz. Muhammed'in Besili olduğuna şehâdet edeceksin. Cehennem'i ıı, Cennetin ve kıyâmet gününün gerçekten var oldu ğuna inanacaksın. Mezarda yatanlar ı Allah'ın dirilteceğini bileceksin. Namaz kılacak, zekât verecek ve ramazanda oruç tutacaks ın. Hac vazifesini yapacaks ın. Allah yolunda Allah' ın ve Resûriinün emretti ği gibi' cihad edeceksin. Allah yolunda çal ış anlarla dost, Allah'a kar şı gelenlere düş man olacaksın. Hâsdı Allah'ın farzını ve Peygamber'in sünnetini gizli olsun, açık olsun ifa edeceksin. Bu andi bozm ıyacaksın, ondan uzak durm ıyacaks ın, onu te'kit edeceksin, ibtal etmiyeceksin. Gerek gizli, gerekse aç ık olarak bu suretle hareket edeceksin. Ben sana Kur'ân'ın te'vili, te'vilin te'viIi ve Peygamberin getirdikleri ş eyler hakkmda açıklayaca ğım hususlarm, bu andde aç ıklanmış şartlara uygun olarak saklanmasım emrediyorum. Bunlara vefa gösterece ğine dair evet dermisin? IVIezhebe ça ğrılan Müstecip evet derse dal sözlerine ş öyle devam eder: Gazap, istek, korku ve şiddet hallerinde veya herhangi bir durumda bu andde bulunan hiçbir şeyi ifşa etme. Allah' ın andi, misakı VC zimmeti ve Hz. Muhammed'in zinuneti üzerine, mal, aile ve verilmi ş söz sebebiyle hiçbir kimseden korkm ıyaca ğına yemin et. E ğer bu and ve yemine muhalefet eder veya gizli bir şeyi ağzından kaçırırsan Allah senden uzak olsun. Bütün bunlara evet dermisin? E ğer Müstecip evet diye yemini kabul ederse, dai bu defa da sözlerine şu meâlde devam 129
Bak: Alızab Saresi, ayet: 7.
'3° Bak: Ayn ı Süre, ay-et: 23. '3'
Bak: Snresi, âyet: 91.
103
eder: E ğ er bu yemine muhalefet edersen Allah' ın kulu, Peygamberin ümmeti olmıyasın. Allah'ın gazab ı ve ş eytana yaptığı lanet, üzerine olsun. E ğer andinin en küçük bir şartını bozarsan bütün malın sadaka. karıların bo ş ve kölelerin azad olsun. Ölünceye kadar sana her şey haram olsun. İşte bütün bu yeminleri İmam ve Huccet ad ına sana teklif ediyorum. Kabul eder misin 132 ?". Darnin yapt ığı bu teklife Müstecip evet derse art ık yemin tamamlanmış olur.
6— Tedlis : Bu hile gere ğince dal, s ırları birdenbire de ğil, tedricen açıklar. Buiaun için de Müstecibin İmam-ı Masum'a ba ğlanmasım kolaylaştıracak şu meâldeki sözleri söyler: Do ğrunun alâmeti birliktir. Yanlışı n alâmeti çokluktur. Akla ve dü şünceye tabi olanlar ihtilafa düşerler ve çokluk içinde kal ırlar. Herkes ba şka başka dü şünür. Bir Imam-ı Masum'a ba ğlananlar birli ğe kavu şurlar. İ nsanların ihtilâftan kurtulmaları için bir linam'a ba ğlanmaları gerekir. Dal devam ederek der ki her zahirin bir bât ını vardır. Zâhir kabuk, halin ise öz gibidir. Ayet ve hadislerin bat ıni anlamlarım ancak İmam-ı Ma'sum bilir. Bu arada dal kendisinin dinsizli ğini birdenbire aç ıklamamak için ilkin hurufl baz ı fırkaların görüşlerini öğmekle işe ba şlar. Seçkin kimselerin kendisi gibi dü şündüğünü, kendi mezhep saliklerinin pekçok olduğunu söyler.
7— Teiss : Dal daha sonra yapt ığı telkinlerin Müstecibte iyice yerleşmesini sa ğlama& çalışır. Zâhirin remz ve i ş aret, bat ının gerçek mana olduğunu ifâde eder. 8— Hal : bu mertebeye kadar Müstecib uygun cevap verirse, dal artık onu dinden çıkarma& çal ışır. Ona nasları te'vil ederek ibadetlerin manasızlığını telkin eder. "sana yakin gelinceye kadar ibadet
et" 133
mealindeki âyette geçen "yakin" sözüne te'vil anlam ını verir. Te'vili bilen için ibâdetler lüzumsuzdur der. Davas ına delil olarak şu mealdeki ayeti zikreder: "güzel ve ,ho ş şeyleri kendilerine helal, fena şeyleri üzerine haram 132 1'
104
Bak: ad-Deyleml, anılan eser, s. 39-41; Beyrut Vilayeti, e. II, s. 102-105. Bak: Hicr Süresi, ayet: 99. Bu ayette geçen yakin sözü "ölüm" anlam ına gelmektedir.
kılar; sırtlarındaki ağır yüklerini ve üzerindeki zincirleri indirir" 134 ğının bildi- Dal,buyetnmzorçvbüilahemnkc rildiğini iddia eder. Haram ş eylerin te'vilini anlayanlar onlar ı helal sayıp işleyebilirler diye fikir yürütür. 9— İnsilah Batıni hilelerin son mertebesi, Binden tamamen ayr ılmayı sağlamak için düzenlenmiştir. Bu mertebeye kadar yap ılan telkinlere evet diyenler zaten ibâdeti terke raz ı olmuşlardır. Dal artık müstecibe bütün haramlar ı helal kılar. Ona ş ehvetlere dalmas ını tavsiye eder. Ana, kız karde ş ve kız evlâtla nikahlanmayı caiz görür. Iddias ı için şu mealdeki ayeti tevil eder: :
sizin için bütün temiz nimetler helal Hindi " 135 . Bütün telkinlere aldanan Müstecip islamiyetten ç ıkar, tam bir bat ıni olur ve şehvetlere dalar 136 . Batmilerin inancı= İslâmi Değeri Batmiler, zâhiren müslüman görünmekle beraber, gerçekte müslüman de ğildirler. Bunların Islami kanunlar ı çiğnedikleri yukardaki aç ıklamalarımızdan tamamen anla şılır. Batmilerin en çok güvendikleri ve dayandıkları prensip, bir İmam-ı Ma'suma bağlanma keyfiyetidir. Bütün bilgiler böyle bir imamdan ö ğrenildiği takdirde insanlar aras ında ihtilafın kalkaca ğını ileri sürmeleri de Islami de ğildir. Her şeyden önce Batmiler, İ mam-ı Ma'sumun do ğruluğuna ilmi olarak izah edemezler. Onlar imamlarımn doğruluğuna ya zaruri olarak, ya ak ılla veyahut da nakil ile bilebilirler. Bu lıususta başka bir delile müracaat imkan ı yoktur. Imamlarmın do ğruluğuna zaruri olarak bildiklerini iddia edemezler. Zira zaruri şeylerde herkes ittifak eder. Zaruri olan şeylerin de ğeri her zaman, her yerde, herkesce ayn ıdır. 2x2 her yerde 4 eder. Bana kimse itiraz edemez. Bir şey aynı anda hem var, hem de yok olamaz Bu zaruri bir hükümdür ve herkesçe kabul edilir Demek zaruriyata kimse muhalefet edemez. Halbuki İmam-ı Ma'sum fikrine müslümanların kesin çoğunluğu itiraz etmi ştir. O halde İmam ve onun ma'sumiyeti zaruri olarak bilinmez Bak: A'raf Süresi, ayet; 157. Bak: Mâide Süresi, ayet: 5. ' 36 Davet hileleri için bak ımz: Beyrut Vilayeti, e. II, s. 99-110; ad-Deylemi, an ılan eser, s. 38-43; al-Gazzali, Streitschrift Des Gazzali Gegen Die Bat ınijja-Sekte (Fedâih al-Bâtıniyye), s. 4-7, Leiden 1956; İbrahim Agâh Çubukçu, Gazzali ve Bât ınilik, s. 46-48, Ankara 1964. "4
1"
105
Belki Batıniler derler ki biz ı manı 'ın do ğrulukunu ve mâsumiyetini akıl ve düşünce ile biliriz. Bu. durumda onlara hemen cevap vermek gerekir ki ak ıl ve düşüncenin insam çoklu ğa ve ihtilâfa götürece ği fikri kendilerinden do ğmuş tur. Batıiıiler reddettikleri bir ınesnede nas ıl dayanabilirler ? Akıl ve mantığın baş, düşınam kendileri de ğilmidirler? Hem akılda şu veya bu ş ahsın istemi veya bir âyetin te'vili hakk ında hangi prensibi bulabiliriz? Geriye Batmilerin dayanabileeekleri mesnet olarak nakil kal ıyor. Fakat Batmiler bilmelidir ki kendileri nakille yetinme yerine bir m.a'sum imama müracaat ı tavsiye ediyorlar. Ayr ıca Kur'ân ve hadislerin zâhiri anlamlar ım kabul etmiyerek onlara bat ıni anlamlar veriyorlar. Te'vil yoluyla çıkardıkları anlamlar da çe şitli ve birbirinden farkl ıdır. O halde nakil de imam' ın ismeti hakkında Batınilerin delili olamaz. Zira naklin zâhirinin Batmilere klynaeti yoktur. Te'viller ise çeli şiktir. Bu duruma göre k ıymeti olmadığını iddia ettikleri ve çeli şik anlamlar verdikleri nakil, onlar için de ğil olamaz. Batınilerin "do ğrunun alâmeti birliktir, yanl ışın alâmeti çokluktur. Binâenaleyh bir masum imama ba ğlanarak birlik sa ğlanmalıdır" sözü de yanlıştır. Çünkü "Allah' ın orta ğı yoktur" önermesi yaln ız bir sözdür ve doğrudur. Fakat "Allah' ın ortağı vardır" önermesi de yaln ız bir sözdür ve fakat yanlıştır. Demek ki her bir olan do ğru de ğildir. "Her siyah renktir" önermesi do ğru olsa bile, "her renk siyaht ır" önermesi yanl ıştır. Bunun gibi "her hakikat birdir" sözü do ğru olsa bile "her bir olan hakikattir" sözü yal ıştır. Bu son önerme'nin do ğru olrnası için cüzi ınfıcibe (tikel olumlu) yani "baz ı bir olan hakikattir" halinde yaz ılmalıdır. Çünkü külli mücibe (tümel olumlu) bir önerme a ııcak ciizi nnIcibe (tikel olumlu) olarak aksedebilir. Batmiler kendisine çokluk âr ız olan her şey yanlıştı r demekle de hataya düşmilş,lerdir. Onlar bu iddialarından hareket ederek dü şünceye çokluk ânz oldu ğunu ve bu sebeple dü şüncelefin bât ıl sayılacak= ileri sürüyorlar. Her ş ey-den önce "kendisine çokluk âr ız olalı her şey yanlıştır" hükmü gerçekten uzakt ır Çünkü 5+5 kaç eder diye sorulursa buna do ğru olan 2+8, 3+7, 4+6 veya 10 eder gibi çe şitli cevaplar verilebilir. Batmilerin "hakikat ya ak ılla veya talimle ö ğrenilebilir. Akılla öğrenilemiyece ği için Peygamberler yollanmıştır. O halde ak ıl yerine Peygamberin vekili olalı bir mâsum imama ba ğlanmalıdır" tezi de yanlıştır. Çünkü bilgiler sadece ak ılla, sadece nakille veya her ikisinin i ştirakiyle de ö ğrenilebilir. Meseleyi "hakikat ya ak ılla, ya da talimle" bili106
nir şeklinde koymak eksik olur. Hakikat ak ıl ve naklin ittifakiyle de öğrenilebilir. Nitekim A ve B sayısı hakkında "ya A say ısı büyük, ya da B sayısı büyüktür" demek de eksik olur Çünkü A ve B say ılarının eşit olmaları da mümkündür. Biz bazı bilgileri sırf akılla bilebiliriz. Mesela, Allah' ın varlığımn gerçekten do ğru oluşunu şeriatdan önce s ırf akılla bilebiliriz. Sırf nakille veya talimle bildiğimiz hususlara misal olarak da namaz ve oruç gibi ibâdetleri zikredebiliriz. Allah' ın Ahirette gözle görülece ğini de hem akl ın ve hem naklin ittifakiyle anhyabilifiz. Hem bir mâsum kimseye ba ğlanmak lazım geliyorsa, en do ğrusu Hz. Muhammed'e ba ğlanmaktır. Asıl dururken vekile ba ğlanmağa lüzum yoktur. Hem Hz. Muhammed'in ismetinde ittifak da vard ır. Getirdiği ilahi Kitap ve Sünnet'i rehberimizdir. Kitap ve Sünnet'de buyurulmıyan hususları kıyas ve akılla çözme ğe bizzat Peygamberimiz cevaz vermiştir. •
Batmiler te'vil ve hurufilik konusunda da hakl ı değildirler. Çünkü onların te'vil etti ği bir nassa veya dini bir hususa, bir ba şka kimse daha başka türlü anlamlar verebilir. Mesela, şöylece ilmi olmıyan teviller de yapılabilir: bir olan her şey Hz. Muhammed'e işarettir. Dünyada iki olan her şey Şeyheyn'i yani Hz. Ebt'ı Bekr ve Hz. Ömer'i gösterir. E ğer üç olan şeyler görürseniz bu Hz. Muhammed, Hz. EVI Bekr ve Hz. Ömer demektir. 4 olan şeyler ilk 4 halifeye delâlet eder. Keza "Muham: med" sözünün arapçasmdaki 4 harf de 4 halifeyi i şaret etmektedir. Hasılı yukarıdaki cinsten te'villeri ve hurufilikleri ço ğaltmak mümkündür. Fakat bunların ilmi bir değeri yoktur. E ğer zâhir terkedilir ve te'villere dayanılacak olursa, bir hımmm yapaca ğı te'vili, bir başkası reddedebilir. Asil ihtilaf ve ayrıhk da o zaman doğar. Bu da gösterir ki Batmilerin tuttuklar ı yol ihtilaf' önleyici de ğil, geliştirici mahiyettedir. Te'vil ve tefsirde zahiri anlamlar ı inkar etmemek gerekir. Bütün bu açıklamalarımızla Batmilerin yapt ıkları mantık oyunlarmın çürüklüğünü ortaya koymu ş bulunuyoruz 1 37 . Gerçekte ise Batıniler ı slamiyetten ayrılmış, ilimden uzaklaşmış ve karanhklara dalm ış sapık bir fırkadır.
177 Batınilerin yürüttükleri mant ığın çürüklüğü hakkında bakıma: al-Gazzâll, al-Kıstas al-Mustakinı, s. 26-60, Mısır 1318/ 1900; al-Gazzâll, Kitâb Kavâme al-Bâtudyye, ne şreden: Ahmet Ateş, Ilâhiyat Fak. Dergisi, C. III, say ı, I-II, Ankara 1954.
107
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM MUTEZİLE Birçok kitaplarda Mutezile F ırkasınm, Vâsıl b.Ata'mn baz ı fikirleri ıaeticesinde do ğdu ğu kaydedilmiş se de Vâs ıl'ın itizâlinden önce de Mutezile diye adland ırılan kimseler vard ı . Nitekim Hz. Osman'ın katledilmesinden sonra Müslümanlar 3 gruba ayrıldılar: 1—Ali b.Ebi Tâlib'in imametini kabul edenler. 2— Ali b.Ebi Tâlib'e muhalefet edenler. Bunlar ın başlicaları olan Talha b.Übeydullah, az-Zübeyr b.al-Avvam ve Ai şe Bint-i Bekr, Basraya gidip Hz. Ali'nin valisini yendiler. Bunun üzerine Hz. Ali taraftarları ile bunların üzerlerine yürüdü. Tarihte "Cemel Vak'as ı" diye anılan bu çarp ışmalarda Talha ve Zübeyr sava ş dışı edildi. Geriye kalanlarm bir kısmı yola geldi. Di ğer bir kısmı ise Muaviye b.Ebl Süfyan' la birleş ti138. 3— Sa'd b.Ebi Vakkas' ın tarafım tutanlar: Bunlar aras ında AbdAllah b.Omer b.al-Hattab, Muhammed b.Mesleme al-Ansâri ve Üsâme b.Zeyd b.Harise al-Kelbi en tan ınmış olanlarıdır. Bu ş ahsiyetler tarafsız bir durum aldılar. Hz. Ali ile ne beraber olmak ne de ona kar şı savaşmak istiyorlardı . Bu sebeple de Mutezile diye adlandırıldılar. Bunlar Mutezile'nin öncüleri oldular. Kezâ Hasan b.Ali hilâfeti Muaviye'ye teslim etti ği zaman bir kısım Müslümanlar Hasan ve Muaviye'nin her ikisinden de ayr ılarak tarafs ız bir yol tutmu şlardır. Bunlar kendilerini "Mutezile" diye adland ırdılar. Bunlar ilim ve ibâdetle me şgul olurlar, insanlar aras ına pek karışmazlardı 139. Görülüyor ki Mutezile kelimesi ba şlangıçta, hiçbir surette zemmedilen bir fırkayı ifâde etmiyordu. Bu olaylar sebebiyle onlara Mutezile "8
Ebü Muhammed al-Hasan b. Musâ an-Nevbahtl, F ırak a ş- Şia, 25-26, Necef 1379.
'39 Bak: Ebu'l-Hasan al-Malatl, at-Tanhih va-r'Redd ala Ehl al-Ehvâ ava'l-Bida', Onstiz, s. 3. Duneşk 1369.
108
denmesi daha ziyade siyasi durumlar ı icabı idi. Dini ve kelâmi mânada Mutezile, Vasıl b. Atâ al-Gazzal (01m. H.131 / M.748)' ın, al-Hasan alBasri (Ölm. H.110 / M. 728)'nin 44, meelisinden ayr ılması ile başlamıştır. Bu olayın esası şöyledir: al-Hasan al-BasrVnin meclisine bir adam gelerek Havaric'den bir f ırkanın büyük günâh (kebire) i şleyenleri kâfir, bunlara kar şı diğer bir fırkanın ise büyük günâh sahiplerinin mümin saydığını söyledi. Bu ikinci görüşü savunan fırkaya yani Mürcie'ye göre iyice iman eden bir kimseye günâh zarar vermez. İ mansız kimseye ise yaptığı itaatın bir faydas ı dokunmaz. al-Hasan al-Basrrnin meclisine gelen kimse, bu iki fırkadan hangisinin görü şünün doğru olduğunu soruyordu. Meclisin hocas ı olan al-Hasan al-Basri cevap vermeden önce, öğrencisi Vasıl b.Atâ ileri at ılarak şöyle söyledi: "Büyük günah i şleyen ne mü'mindir, ne de kâfirdir. O fas ıktır. Derecesi ise "al-Menzile Beyn al-Menziletey n"dir. Fas ık bir kimse methe laik de ğildir. Hayır işlediği, Allah'a ve Peygamber'e inandığı için kafir de sayılmaz. Böyle bir kimse tövbesiz ölürse Cehenneme gider. Fakat derecesi kâfirin derecesinden üstün olur". Bu sözleri caminin bir kö şesinde tekrarlama ğa başladı . Bunu gören al-Hasan al-Basri "Wall bizden ayrıldı" dedi. Buradaki "ayrıldı" Arapça'daki " ı'tezele" kar şıhğıdır. İşte bu söz üzerine Vas ıl ve arkada şı Amr b.lJbeyd gibi düşünenlere de "Mutezile" denmeye başlandı . Böylece kelam ve mezhepler tarihinde önemli bir yer i şgal eden Mutezile Fırkası doğmuş oldu. Bu fırka daha sonra birçok kollara ayrıldı . Kaynakların bildirdiğine göre bu kolların sayısı 20-24 kadardır. Ancak genel olarak bütün Mutezile fırkalarının benimsedikleri umumi görüşler vard ır. Bu gibi genel görü şlerin ba şlıcaları Mıitezile'nin be ş prensibidir. Bu prensipler sırasıyla şunlardır: 1— al-Menzile Beyn al-Menzileteyn. Yani iki menzile aras ında orta bir menzile veya makam. Yukarda aç ıkladığmuz gibi bu demektir ki büyük günah işleyenler ne kâfir, ne de mü'mindirler. Onlar Wide mü'min arasında manevi bir dereceye sahiptirler. Bir kelimeyle onl far fasıktırlar. Allah onların günahların affetmez. Tövbe etmeden ölürlerse Cehenneme giderler. Ölmeden önce tövbe ederlerse mü'min say ılırlar. Al-Hasan al-Basri, Hz. eliner'in hilâfeti esnas ında H.21 / M.642 de Medine'de Peygamberin Zeveesi tYmmü Seleme'nin evinde do ğdu ve büyüdü. Sahaheden Zeyd b. Sabit'in kölesi oldu. ilim tahsil etti, aynı zamanda edipti. Zühd ve Takva'ya dü şkündü. Etrafındakilere ilim öğretmeyi severdi. H.11 / M. 728 de vefat etti. Mutezile hakk ında bak: Şerh al-Mevâkıf, s. 620. Muhammed b. an-Numan, Avâil al-Makâlât fi'l-Mezâhib va'l-Muhtarât, s. 5-6 Tebriz 1369; Ali Mustafâ, anılan eser, 48; ar-Râz,i, İktidat Fırak al-Müslimin s. 40, al-Kâhire 1356. ' 4°
109
2— Mutezile'nin ikinci prensibi tevhid'dir. Bu sebeple onlara Ehl-i Tevhid veya al-Muvahhid de denir. Onlara göre k ıdem Allah'a mahsus yegâne sıfattır. Onlar Allah' ın zatı ile kaim olan diğer ezdi s ıfatları nefyeniler. Iddialar ına göre Allah' ın zatı ile kaim veya zatına ilâveten s ıfatlar kabul etmek, birçok kadimlerin var oldu ğuna inanmak demektir. Allah, zâtı ile Alimdir, Kâdirdir ve Hayyd ır. Ilim, kudret ve hayatla değil. Allah'ın ilmi vard ır demek o âlimdir demektir. Semi', basar, irade ve kelâm sıfatları hakkındaki düşünceleri de buna benzer. Onun kudreti var sözü de O kâdirdir demektir. İşte onların düşüncelerine göre tevhidi böyle anlamal ıdır141. 3— Adâlet meselesi: Mutezile'nin bir di ğer adı da Ashab al-Adl veya Adliyedir. Bu isim onların şu anlayışının neticesi olmu ştur: İnsan kendi fülinin hâlikıdır. Allah insana bir işi yapıp yapmamak kudretiııi vermiştir. E ğer böyle olmasayd ı, insan yaptığı işlerden sorumlu olmazdı . İnsamn âhirette sorumlu tutulmas ı , tam hareket hürriyetine sahip olmasındandır. Bir kimseye ihtiyar ı olmadan yaptığı bir işten dolayı ceza verilmesi, Allah' ın adaletine aykırı düşer. Oysa ki Allah kimseye zulmetmez ve kimsenin hakkında tecâvüz etmez. Bu husus Kur'ân'daki birçok âyetlerle de tebli ğ' edilmiştir. Bu âyetlerin baz ıları şunlardır: " şüphesiz ki Allah zerre kadar haks ızlık etmez. (Zerre miktar ı bir iyilik olursa onun sevabm ı kat kat artt ırır. Kendi cânibinden pek büyük bir mükâfat: 'verir".142 "Allah onlara zulmediyor de ğildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlard ı".143 " şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir ş eyle zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler".144 "Öyle bir günden sak ımn ki hepiniz o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazand ığı tas tamam verilecektir. Onlara haks ızlık edilmeyecektir".145 "Allah hiçbir kimseye gücünün yetece ğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazand ığı (hayır) kendi faidesine, yapt ığı (şer ) kendi zararmadır".146 '4' Bak: Şerh al-Mavâkıf, s. 620. Ad-Tabsir Frd-Din, s. 60. Ali Mustafâ al-Gurübl, an ı an eser, s. 63. 142 Nisa Süresi, âyet: 40. 143 Teybe Süresi, âyet: 70 ve Rum Süresi, âyet. 9. '44 Yunus Süresi, âyet: 44. 1" Bakara Süresi, âyet: 281. 1" Bakara Süresi, âyet: 286.
110
"Herkes kazancı mukabilinde bir rehindir".147 I şte Mutezile'yi adâlet perensibini kabul etmeye yönelten sebeplerden birisi bu gibi âyetlerdir. Demekki onlar bu iddialar ını Kur'ân'a dayamak istemi şlerdir. Diğer taraftan siyasi ba şka bir sebep de onları bu prensibi benimsemeye zorlad ı . Bu da devlet adamlar ının zulmünden kurtulmaktı . E ğer insan kendi fiilinin hâl ıkı olmazsa, yapt ığı zulümden Allah indinde sorumlu olmaz diye dü şünülebilirdi. Bu düşünce de idarecileri zorbalığa yöneltebilirdi. Halbuki insanın kendi fiilinin hâlıkı olduğu kabul edilirse, hükümdarlarm ın yaptıkları zulümlerin cezas ını çekmekten korkarak idarede adâlet üzerine davranmalar ı düşünülebilirdi. Hâsılı Mutezile'nin bu. prensipten bekledi ği sonuç bu idi. Onlara bu iddiaları yani kaderi inkâr etmeleri sebebiyle Kaderiye adı da verilir. Fakat Mutezili olanlar bu ismi kabul etmek istemediler. Iddialarına göre Kaderiye ismi daha çok "hay ır ve şer Allah'tand ır" diyenlere lâyıktır. Onların bu ismi reddetıneye çalışmalarının sebebi, Peygamberden rivâyet edilen bir hadise göre Kaderiye'nin Mectisi say ılmasındandır. Hz. Peygamber, "Kaderiye bu ümmetin mecûsisidir" ve "onlar kaderde Allah' ın hasımlarıdır", dediğine göre Kaderiye zemme şâyan bir isimdir. Bu isim de şüphesiz kaderi ispathyanlara de ğil, kaderi inkâr ederek Mecûsiler gibi hâlık kabul eder gibi görünen Mutezileye daha lâyıktır148. Oysa ki Kur'ânda birden fazla hâl ıkın bulunmadığı birçok âyetlerle belirtilmiştir. Bu âyetlerden baz ıları şunlardır: "Yoksa Allah'a, onun yaratt ığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki Allah her şeyi yaratand ır. O dir. Kâinât ın yegâne hâlçim ve sahibidir"149 "İşte 'bunlar Allah' ın yarattığıdır. Ondan başkasıııı n ne yarattığını haydi gösterin bana; hayır o zalinder apaç ık bir sap ıldık içindedirler".150 Mu.tezile'nin adâlet prensibini böylece inceledikten sonra 4 ncü prensiplerine geçebiliriz. Mutezile kâmil imandan ç ıkmıştır. fakat 4— Al-Va'd tamamen küfre sapmamış kimselerin yani fâsıklarm cezalandırılmasım ve mü'min olup taat üzerinde bulunanlar ın mükâfatlandırılmasım Allah '47 Tıır Süresi, âyet 21. Yani iyi arnel islerse rehini çözer, aksi halde hela olur. 148 Şerh al-Mevkikkıf, s. 620. t" Ra'd Süresi, ılyet. 16. '" Lokman Süresi, âyet. 11.
111
için vacip addeder. Al-Va'd Val-Vaid dedikleri prensibin özü budur. Bu da Allah'ın âdil olup kullarma zulmetmiyece ği fikrine dayan ıyor ı s ı . Allah insanlara iyi ş eylerin yap ılmasını ve kötü şeylerin terk edilmesini Kur'ân'da emretmi ştir. Bu hususta bir çok âyetler vard ır. Bu âyetlerin hükümlerinin infaz edilmiyece ğini kabullenmek, Allah hakk ında, bir nevi iftira etmek demektir. Allah insanlara emir ve nehiyleri ay ırsınlar diye, bir lütül olarak, ak ıl vermiştir. İnsanın sevap ve cezaya dü şer olma vueübiyeti am.elinde mündemiçtir. Mutezile'ye göre şefaat, kul hakkına taalluk eden günâhlarda hiç bir tesir icra etmez. Ancak ibâdetlerde gösterilen gev şeklikler gibi hakkullah'a taalluk eden giinâhlar ı hafifletmekte müessir olabilir. Mutezile Kur'andaki şefaati nefyeden âyetleri oldu ğu gibi kabul eder. Şefaati emreden âyetleri ise dâvalarma uygun olarak te'vil eder. 5— al-Emr bi'l-ma'ruf va'n-nehy ani'l münker: Bu, iyi ve do ğru şeyleri emr, kötü ve çirkin şeyleri ise men etmek prensibidir. Emir, bir âmirin yani mâfevkın kendinden aş ağı derecede olana bir şeyin yapılmasına dair hitâbıdır. Nehy ise üstün durumda olanın, aşağı mevkide olan bir kimseden bir şeyi yapmamasım istemesidir. Ma'ruf kelimesine gelince; yap ılması gereken iyi bir i ş yahut fiildir. Bu beşinci prensip a şağı yukarı bütün İ slam fırkalarınca vâcip görülmektedir. Ancak Ehl-i Sünnet'le Mutezile aras ındaki fark şudur: Ehl-i Sünnet iyi ve kötü şeylerin şer'an ö ğretilmiş ve tasrih edilmi ş olmasının gerektiğine inanır. Mutezile ise al-emr bi'l-maruf va'n-nehy ani'lmünker'in ak ıl yolu ile vâcip olduğuim iddia ederler 152 . Bazılarına göre serdi de olabilir 153 . Mutezile bu be ş prensipten ba şka diğer bazı hususlarda da ittifak etmiştir. Bunlardan ba şheaları şu iki özelliktir: ,
a) Allah'ın kelâmı, emri ve nehyi, b) Allah Ahirette gözle görülmez 154 . Mutezile'nin ortak görü şlerini böylece özetledikten sonra art ık çeşitli Mutezili fırkaların ,ayrı ayrı incelenmesine geçebiliriz. '' Bak: a ş- Şehristani, anılan eser, e. I, s. 56-59, Alt Mustafâ al-Gurabl, an ılan eser, s. 65-66. aş- Şehristânt, anılan eser, e. 1, s. 56. "3 Mû'tezile'nin be ş prensibi hakk ında bakuuz: Ebffl-Hüseyin Abd ar-Rahim b. Muhammed b. Osmân al-Hayyat, Kitâb al-Intisâr, s. 93. Beyrut 1957. "4 Bak: Ebû Muhammed Osmân al-Fırak al-Mufterika, ne şreden: Yaşar Kutluay, s. 44, Ankara 1961; Mahmud al-Be şbişt, al-Fırak al-Islâmiye s. 18, M ısır, 1350.
112
al-VÂSİLİYE Mutezile'nin ilk fırkası olan al-Vasiliyye'nin kurucusu, Ebu' Huzeyfe Vasıl b.Ata al-Gazzal'd ır. Vas ıl H.80 / 699 senesinde Medine'de do ğ'muştur. Onun köle oldu ğu ve daha sonra ilim tahsil etmesini sa ğlamak üzere efendisi taraf ından azad edildi ğ i söylenir. Vasfi, Medine'de islamiyetin canh ruhu ile kalbini doldurduktan sonra ilim ö ğrenmek amacı ile Irak'a gitti. O zaman Irakta zühdü ve ilmi ile tamnm ış olan Hasan Basrrnin meclisine intisap etti. Onun Mutezili olmas ı bu meclisten tard edilmesi ile ba şlar. Birçok seneler inac ını yaymaya çalıştıktan sonra H.131 / M.748 y ılında vefat etti155. Mutezile'nin ilk dü şünürü Vasıl, Kelâm ilmine ve edebiyata iyice vakıftı . Hatta baz ı felsefi eserlerin de etkisinde kalm ıştı . Ş airli ği de vardı . Çeşitli dini konularda birçok eserler de yazm ıştır. Günümüze ula ş mayan bu eserlerin baz ıları şunlardır: 1—Asnâf al-Murcie. 2— Kitab fi't-Tevbe. 3— Kitâb Me'âni'l-Kur'ân. 4— Kitâb Macera Beynehu Va Beyn Amr b. Ubeyd. 5— es-Sebil ila Ma'rifet al-Hakk. 6— Kitâb fi'd-Da've. 7— Tabakât Ehl - İlm 8— el-Menzile Beyn al-Menzileteyn. 9— el-Hutab fi't-Tevhid va'l-Ad1156. Vasıl b:Ata'nın itizali görü şleri başhca 4 bölüme ayr ılır: 1— Büyük günâh i şleyen ne mü'mindir, ne de kafirdir. O fas ıktır. Fasık'ın manevi derecesi "al-menzile beyn al-menzileteyn" yani iki menzile aras ında orta bir makam olur. Ona göre böyle bir kimsenin yeri Cehennemdir. Ancak fas ıkın oradaki derecesi kafirin derecesinden üstündür. Vasıl'ın bu görü şü o zamanki müslümanlara göre yeni bir iddia idi. Zira Peygamber zaman ında insanları ancak üç s ımfa ayırmak mümkündü. A. Mü'minler : Bunlar kalpleri ile ve amelleri ile islamiyete ba ğlı kimselerdir. al-Hanbeli, şezerât az-Zeheb Ahl ı ari Men 1" Bak: Ebii'l-Felâh Abd al-Hayy Zeheb, e. I, s. 182-183, al-Kâhire Ali Mustafâ al-Gurâbi, an ılan eser, s. 73-83. Vefayât al-A'yân, e. I, s. 63-64; al-Kfıhire. "6 Bak: İbn
113
E. Müntıfticlar : Bunlar kalpleri ile inanmad ıkları halde müslüman görünürler ve Ashabla beraber ibadet ederlerdi. C. Kâfirler : bunlar açıkça islamiyeti inkâr ederler ve müslümanlarla sava şmaktan çekinmezlerdi. Bu üç sınıfın dışında Vâsıl'ın anladığı mânada bir fas ık zümresi yoktu. Gerçi Kur'ân'da büyük günah i şleyenlerin fırkasından bahsedilmişti. Fakat böyle bir kimsenin mü'min veya kâfir oldu ğu hakkında münakaş a olmazdı . Çünkü Kur'ân fas ıktan bahsederken, onun imam derecesi hakkında bir aç ıklamada bulunmuyor. Misal olarak fas ıktan bahseden bir ayet alal ım: "Namuslu ve hür kad ınlara (zina isnadiyle) iftira atan, sonra dört şahit getirmeyen kimselerin her birine de seksen deynek vurun. Onların ebediyyen şehadetlerini kabul etmeyin. Onlar fas ıklarm ta kendileridir". 1 5 7 Ayette görüldü ğü üzere iftira eden fas ık sayılmıştır. Fakat onun inanç derecesi hakkında birşey açıklanmamıştır. Fakat Peygamberin vefatı ndan bir müddet sonra böyle bir kimse hakk ında münaka ş a başladı . Havaric onu kâfir ve fas ık, Mürci'e mü'min ve al-Hasan al-Basri ise, kâfir addetmemekle beraber, münâf ık ve fasık saydı158 . Vasfi, fasık kimsenin tevbe etmeden öldü ğü takdirde ebediyyen Cehennemde kalaca ğını söylemekle Allah' ın rahmetini daraltma ğa yeltenmiş oluyor. Halbuki Kur'anda Allah' ın dilediği kimseyi affedece ğine dair bir çok ayetler vard ır. Bunlardan bazı misaller verelim: " Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının günahını yargılamaz. Ondan başkasını . dileyece ği kimse için yargılar. Kim Allah'a eş tanırsa muhakkak ki o, (do ğru yoldan) uzak bir sap ıklıkla sapmıştır 159 . "Onlar kendilerine zuhnettikleri vakit sana gelip te Allah'tan mağfiret dileselerdi, onlara Peygamber de ma ğfiret isteyiverseydi, Elbette Allah'ı tevbeleri hakkı ile kabul edici, çok esirgeyici bulacaklardı ''. 160 "De ki: Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi a ş anlar. Allah'in rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahlar! yarlıgar. Şüphesiz O, çok yarl ıgayıcıdır, çok esirgeyicidir". 161 r" Nür Süresi, ayet. 4. ' 38 Bak: Ali Mustafa al-Guraiii, an ılan eser, s. 83-86. '" Nisa Süresi, ayet 116. ' 6 ° Nisa Süresi, ayet 64. ' 6 ' Zumer Sûresi, ayet; 53.
114
‘ Şiiphesiz ki Allah kendisine e ş tanınmasını yarlıgamaz. Ondan başkasını dilyeceği kimseler için yarlıgar"A "Zira hakikat şudur ki kâfirler gürühundan-ba şkası Allah'tan ümidini kesmez".163 Allah'ın mağfiretinin çoklu ğuna dair daha birçok âyetler varsa da biz bu kadarla yetiniyoruz. 2- Vüsiliyye'nin ikinci prensibi Allah' ın sıfatlarının nefyi hakkındadır. Bu fırka mensupları Allah'ın ilim, kudret ve hayat gibi s ıfatlannı nefyederler. Dü şüncelerine göre Allah hakkında mâna ve s ıfat kabul edilirse iki tane ilâh kabul edilmi ş olur. Bu sebeple Allah' ın kadim olmasını kabul ettilderi halde, di ğer sıfatları reddederler Bunlar, Allah'ın zâtına ilâveten sıfatlar kabul etmek birçok kadim varl ıklann var olmasını gerektirir, diyerek iddialar ını haklı çıkartmak istediler164. 3- Kader meselesinde Vâsıl, Ma'bed al-Cuheni165 ve Gaylân adDimaşkrnin166 yolunu benimsemi ştir. "Allah hâkim ve âdildir. Ona şer ve zu.lüm isnad etmek yak ışmaz", diyordu. Bir ciinile ile ifade etmek istersek Vâs ıl, insamn bizzat kendi amelini yani, hayr ı, şerri, imanı, küfrü, itaat ve günâh ı yarattığını ileri sürüyordu. 4- Cemel Vak'asf na (H.36 /M.656) ve S ıffin Muharebesi'ne (H.37 /M. 657) iştirak edenler hakk ında da çe şitli fikirler ortaya at ılmıştır. Havâric, Hz. Ali'yi ve taraftarlar ını, hakem tayin etme meselesine kadar hakl ı buluyorlardı . kişe, Zübeyr ve Talha gibi tan ınmış simalarm küfür işlediklerini ileri sürüyorlard ı . Oıalara göre Hz. Ali, iki hakem tayin edilmesine razı olmakla Sıffin Mulıarebesi'nin sonunda küfre sapt ı . Ehl-i Sünnete göre ise Cemel Vak'as ı'nda Hz. Ali hakl ı , rnuanzlan ise haksızdır. Ancak onlann haks ızlıklar' küfür ve f ısk sayılamaz. Her iki tarafta müsliimandır. ş ehâdetleri makbuldur. Vâsıl b.Atâ ise bu iki görüşe de iştirak etmiyerek Cemel Vak'as ı'na ve Sıffin Muharebesi'ne i ştirak eden taraflardan birinin hata i şlediğini '" Nisâ Siiresi, âyet; 48. '" Yitsuf Sfıresi, âyet; 87. 169 Bak: Aş-Şehrestâni, an ılan eser, c. I, s. 61, al-Gurâbi, amlan eser, s. 95. 1" Ma'bed b.Abd al-Cuheni kadar hakk ında ilk defa konu şan kimsedir. Bu fikri bir hıristiyandan ö ğrenmiş ve benimsemiştir Bu yiizden al-Hasan al-Basri onu meclisinden koymu ştur. H. 80 yılında öldürüldü. '" Eyzai, Gaylfin'la kader hakkında münâkaşa etmiş ve neticede onun katline fetva vermişti. Gaylân, Aba al-Malik zaman ında Evzarnin fetvas ı ile katledilmiştir.
115
iddia etti. Ayni iddiay ı Hz. Osman ve onu öldürenler hakk ında da tekrarhyarak ya Hz. Osman' ın veya onu öldürenlerin hata i şlediğini söyledi. Böylece bu üç hâdiseden herbirine i ştirak eden taraflardan bir gurubun fâsık olduklarım ileri sürdü. Buna göre ya Hz. Ali ve taraftar ı veya muhalifleri fâs ıktır. Hatta ayni bir mesele hakk ında iki zıt tarafa mensup iki kişiden birinin şehâdeti kabul olunmaz. Ona göre, mesela, Hz. Ali ve Talha'nın ikisinin birden şehâdeti kabul olunamaz. Çünkü ya Hz. Ali veya Talha fâsıktır. Bunu mütalaineynin durumuna benzetiyordu. Böylece Mutezile'nin kurucusu Vâsıl, Hz. Ali ve Hz. Osman' ın adı geçen meselelerde fâs ık sayılmalarına cevaz vermekle yamhyordu 167 .
II. al-AMRİYYE FIRKASI Bu fırka'nın kurucusu Ebilı Osman Amr b.Ubeyd b.Bab'dır H.80 / M.699 yılında do ğmuş ve H.144 / M.761 yılında Merran 168 da ölmüştür. Kelam ilmine vâkıf bilgin bir şahsiyetti. Hasan Basri'nin meclisine devam edip ondan ilim öğrendi. Vâs ıl b.Atâ ile birlikte itizal etmi ştir. Görüşleri Vâsıl'ın görüşlerine uygundur. Ancak ondan farkl ı olarak Cemel Vak'as ı'na iştirak eden her iki tarafı da fâsık saydı . Ne Hz. Ali ve taraftarlar ının, ne de Aişe ile birlikte sava şların şehâdetlerinin hiçbir suretle kabul edilmiyece ğini ileri sürdü. Halbuki Vâsıl, bu hadiseye karışan iki taraftan yaln ız birisinin fâs ık sayılacağını söylemiş ve bir taraf ı, mesela, Hz. Ali'yi tutan iki ki şinin ş ehadetini kabul etmişti. Amr her iki tarafın şehadetini reddetmekle Vâs ıl'dan ayrılmıştır 169 .
III. al-HUZEYL İYYE FIRKASI Bu mezheb'in kurucusu Elıii'l-Huzey1 Muhammed b.al-Huzey1 alAllârtır. H.135 / M. 752 yılında doğup H.235 / M.849 senesinde ölmü ştür. Bilgisi geniş, ş air, edip ve cedelci bir kimseydi 170 . Bunun mezhebi diğer ınutezili fırkalardan ba şlıca şu hususlarda ayr ılmıştır: 16 ' Bak: As- Şehrestâni, anılan eser, e. I, s. 65-66; al-Ba ğdâdi, al-Fark beyn al-F ırak, s. 71-72. al-Isferayinl, an ılan eser, s. 65-66. Şerh al-Mevâkıf, s. 621. '" Merrân, Mekke ile Basra aras ında bir yerin adıdır. '" Bak: Ibn Hallikân, Vefayât al-A'yan, e. III, s 130-133; al-Bağdâcli, anılan eser, s. 72-73; as- Şehrestani, anılan eser, e. I, s. 66; al-Isferayini, an ılan eser, s. 66; al-Gul-MA' an ılan eser, s. 104-172. ' , o Bak: Ahmed Emin, Duha'l-Isliiın, e. III, s. 98, al-Kâhire 1956; al-Malati, an ılan eser, s. 43-44; al-Gurâbi, an ılan eser, s. 148-156; tim Hallikan, an ılan eser, e. III, s. 396-397.
116
1— Allah'ın takdir etme kudretinin sonu gelecektir. Bu hal meydana geldikten sonra Allah, herhangi bir ş ey yapmaya kadir olamaz. Allah Cennete giderderin saadetini, Cehennemde kalanlarm azalma' artıramaz. Allah' ın makduratının son bulması ile Cennet ve Cehennem ehli devaml ı bir sükûna girer. Hareket etmezler, konu şmazlar ve herhangi bir iş yapamazlar. Bu hal hâdis olunca da ne ölüyü diriltebilir, ne de diriyi öldürebilir. Ebû Huzeyl bu görü şü ile Dehriyye'nin yolunu tutmu ş oluyor. Esasen bu görüş ciddiye alındığı takdirde al-Va'd va'l-Vaid'in manas ı ve hükmü kalmaz. Oysa ki al-va'd Mutezile'nin ba şlıca prensiplerinden biridir. Ayrıca böyle bir iddia Kur'an'da Allah' ı tarif eden ayetlerin anlamına tamamen ayk ırıdır. 2-- Mıiret ehli kendileri için yarat ılan şeyi yapmaya mecburdurlar. Cennette bulunanlar Allah' ın dilediği gibi yemek, içmek ve hareket etmek zorundadırlar. Cehennem ehli ise söylemeleri gereken sözleri bile söylemeye mecburdurlar. K ısaca Mıiret ehlinin bir fiil iktisab etmeye güçleri yetmez. Onlar ın hareket ve sözlerini Allah yarat ır. 3— Birçok iyi işler var ki Allah için yapılmaz. Bir zındık veya Dehri inancı dolayısiyle küfre düşse de yaptığı iyi işler sebebi ile Allah'a itaat etmiş sayıhr. Böyle iyi arnel i şleyen bir kimsenin Allah'a yakla şmak arzusu olmasa da Allah onu azaba garketmez. Halbuki Ehl-i Sünıaet'e göre Allah' ı tammıyanın taatı yalmz bir hususta makbuldur. Bu da Allah' ı tanımadan önce yap ılan istidlal ve düşüncedir. Bunun haricinde bir taat ın makbul olması için Allah'a yaklaş mak amacı ile yapılması ş arttır. 4— Allah ilmi ile alimdir. İlmi zatıdır. Kudreti ile kadirdir. Kudreti zatıdır. Hayatı ile diridir. Hayatı zatıdır. Başka bir deyimle ilim, kudret ve hayat Allah demektir. Ebtsı Huzeyl bu görüşünde felsefecilerin sözlerine dayanm ıştır. Onu bu inanca yönelten âmil, Allah'ın zatında çokluk olmayaca ğı unancıdır. Ona göre zat ın dışında zatla kaim bir mâna bulunamaz. Zatla kaim olan mâna veya sıfat zattan ibarettir. Fakat Ebu.' Huzeyl böylece tenakuza dü şmüştür. E ğer Allah ilim veya kudret demekse alim ve kâdir de ğildir manası çıkar. Çünkü ilim, alim ve kudret, kâdir demek de ğildir. 5— Allah'ın bazı sözü bir mahalle muhtaçt ır. Bazı sözleri ise bir mahalle muhtaç de ğildir. Allah' ın "Kun" (ol) sözü hâdis olup bir mahal-
117
de değildir. Allah mahalde olmıyan bir irade ile müriddir. Allah' ın haber, emir veya nehye dair di ğer birçok sözleri ise, bu mahalle ilgilidir. Başka bir deyimle Cenab- ı Hakk'ın bazı sözleri cisimler hakında hadistir. Ebû Huzeyl'e göre e şyanın olu şu "Kun" (ol) sözüyle oldu ğuna göre bu söz için mahal düşünülemez. 6— Bilgilerin ıztırari veya iktisabi oldu ğu meselesinde de Ebii Huzeyl'in özel bir görü şü vardır. Allah'ı bilmek ve O'nu tan ımağa yarayan delili öğrenmek ıztıraridir. Bunun dışında kalan kıyas veya duyular yolu ile elde edilecek bütün bilgiler ihtiyari ve iktisabi (kazaml ınış) dir 171 .
IV. an-NAZZAMiYYE FIRKASI Bu mezheb'in kurucusu İbrahim b.Seyyâr an-Nazzam'd ır. Nazzâm H.160 / M. 776 yılında do ğdu ve 71 yaşında iken H.231 / M845 senesinde öldü. Bir rivâyete göre nesir ve şiir yazmakta (tanzim etmekte) çok usta olduğu için, diğer bir rivayete göre ise pazarda boncuk nev'inden baz ı maddeleri dizip nizama sokmakla ve onlar ı satmakla meşgul oldu ğu için kendisine Nazzâm dendi. Çok zeki bir insand ı . Kur'ân'ı , İncil'i ve Tevrat' ı ezberlemişti. Câhiz'in anlatt ığına göre çok ağır başlı ve do ğru bir insandı . Diğer baz ı rivâyetlere göre felsefecilerin, Seneviye ve Sümeniye f ırkalarının tesirinde kalm ıştır. Onun tekafu'ul-edilleyel 72 inandığını söyliyenler de vardır. Bu iddiaların doğruluk derecesi üzerinde bir münaka ş aya giriş meksizin diyebiliriz ki o, Mutezileye en çok hizmet eden önemli bir mütekellim dir. Fakat İslâm'ın ruhuna aykırı görüşleri çoktur. Birçok fikirleri ile diğer Mutezililerden ayr ılmıştır. Nazzâm'ın düşüncelerine ait ba şlıca özellikleri a ş ağıda sırallyoruz 173 : 1— Allah dünyada kulların salah' ve iyiliğin için olacak şeyleri yapmaya kâdirdir. Fakat kulların zararına ve kötülü ğüne olacak şeyleri "I EM: Huzeyl ve görü şleri için bak: al-Ba ğdâcli, al-Fark, s. 73-79; al- Şehrestani, al-Milel, e. I, s. 66-72; al-Isferâyinl, at-Tabsir s. 66-67; ar-Rözi, Itikâdöt, s. 41; al-Hayyöt, al-Intisar, s. 15-21, 56-59, 90-92, Beyrilt, 1957; Şerh al-Mevalf, s. 621. Tekafü'ul edille, her meselenin ve her hükmün lehinde ve aleyhinde ileri sürülen delillerin eşit değerli olmasıdır. Tekafü'ul edilleye inananlar şüphecidirler. 173 Nazzâm ve dü şünceleri hakkında bak: Şerh al-Mevâkıf, s. 621, aş- Şehrestani, amlan eser, c. I, s. 77-82, al-Ba ğdödi, al-Fark, s. 79-91; al-Isferfiyini, at-Tabdr, s. 67; Müderris M. Şerafettin, Kaderiye ve Mâtezile, Darulrünân Iltılliyat Fakültesi Mecınuası, sayı. 15. s. 8-12, Istanbul 1930; al-Gurâbr amlan eser, s. 187; 1bn an-Nedim, al-Fihrist, s. 252, Matbaat ablitikamet, al-Kâhire.
118
yapma& kadir de ğildir. Çünkü Allah kötü ve zararl ı işleri yapmağa kâdir diye tavsif edilemez. Ahirette ise Allah Tealâ'n ın Cehennem ehlinin azâblnı ve Cennet ehlinin sevabm ı ne artırma ğa ve ne de eksiltmeye kudreti yetmez. Keza Allah Cennet ehlini Cennetten koyamaz. Ve Cehennem ehlinden olmayan ı Cehenneme atamaz. Eğer zengin, sıhhati yerinde ve gözü sa ğlam olmak, bir insanın iyiiçinse Allah onu fakir, kötürüm veya kör yapamaz. Meselâ, bir y ırtıcı hayvan ve bir de insanlara bu hayvandan daha faydal ı bir şey düşünelim. Allah bunlar aras ında ancak insanlar için faydal ı olan şeyi yaratmaga muktedirdir. insanlar ın zararına ve kötülü ğüne olan şeyi yaratamaz. E ğer yer yüzünde y ılan ve akrep gibi bizce pek sevilmiyen mahlu.klar görüyorsak, bunlar insanlar için daha zararl ı olabilecek varlıklar yerine yarat ılmıştır. Allah daima insanlar için en iyiyi ve en faydally ı yaratmıştır. 2— irade s ıfatı : Allah'ın zati sıfatlarından de ğildir. Allah kendi fiilinin müridi demek bu fiilin yaratıcısı ve ınfıcidi demektir. dine Allah'ın, kullarm füllerinin müridi diye vas ıflanması demek bu fülleri emredicisi olması demektir. 3— İ nsanın bütün filleri sadece hareketten ibarettir. Sükiin da bir harekettir. Ancak bu hareket dayanma hareketidir. Ilim, dü şünce ve irade ile ilgili hususlar ise ruhun hareketleridir. Esasen hareket bir şeyin yer değiştirmesi veya bir yerden nakli demek de ğildir. Herhangi bir değişmenin başlangıcıdır. 4— İ nsan hakikatta ruh ve nefsten ibarettir. Beden ise onun aletidir. Ruh lâtif bir şey olup bedene girmiştir. Ruh öyle bir cevherdir ki onun zâtında değişiklik ve tezad olmaz. Ruhun kuvveti, gücü, istitâat ı, hayatı, arzusu vard ır. Fülden önce kendi kendine bir şey yapma gücüne sahiptir. Bu görüşe göre insanın hakikatı görülmez. Fakat insanın içinde bulundu ğu ceset görünür. Keza insan kendi ana babas ını değil, ancak onlann kalıplannı görebilir. Diğer hayvanlarda da görülen vücutlar kahplardır. Ruh ise bu kalıpların içine girmiştir. Bu düşünceye şöyle cevap verebiliriz. E ğer Nazzâm'ın dediği gibi ruhun fül yapma gücü var farzedilirse, adam öldüren, h ırsızlık ve zina yapan beden de ğil, ruhtur. Halbuki ceza bedene tatbik edilmektedir. Suçsuz olan bedenin ceza çekmesi ise mânas ızhk ve adaletsizlik olur. Bu da gösterir ki Nazzâm iddias ında haksızdır. Nitekim Allah cezalann bedene tatbikine dair emirler vermi ştir. 119
"Zina eden kadınla zina eden erkekten herbirine yiizer de ğnek vurun".174 "Erkek hırsızla kadın hırsızın o irtikab ettiklerine bir kar şılık ve ceza ve Allah'tan ibret verici bir ukübet olmak üzere ellerinifrkesin. Allah mutlak gâliptir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir".175 Bu âyetler de gösteriyor ki ceza ruha de ğil bedenlere tatbik edilmektedir. 5— Bütün hayvanlar bir cinstendir. Çünkü onlar ın hepsi arzu ile hareket etmekte ittifak etmektedirler. 6— Bir cüz (atom) sonsuz olarak parçalan ır. Meselâ: bir hardal tohumundan sonsuz olarak parçalar ç ıkarmak mümkündür. 7— Tafra yani, iki mesafe aras ındaki baz ı /yerleri katetmeksizin sıçramak suretiyle geçmek mümkündür. X
1 2 3 4 5
6 7 8
9 10
Bir misaLle bu mesele daha iyi ayd ınlanır Bir x cismi 1 numarada bulunsun. Bu cisim 1 den 10 a kadar numaral ı olarak sıralanan yerlerden 3 numarah yere hiçbir mesafeyi geçmeksizin gidebilir. Keza 10 numaralı yere 3 numarah yerden hareket ederek gidilebilir. Fakat bunu s ıçrama ile yapar. Çünkü cisimde sonsuz cüzler vard ır. 8— Allah, insan, hayvan, nebat ve maden gibi bütün varl ıklar! bir zamanda ve bir defada yaratt ı . Adem'in yarat ılışı evlatlarından önce olmamıştır. Allah bazı şeyleri diğer bazı şeylerde gizlemiştir. Öncelik ve sonrahk varhklarm yarat ılışında değil zuhurlarında düşünülebilir. 9— Kur'ân'ın mucizesi, belâgat ı de ğildir. Fakat onun mazideki olanlara ve gelece ğe dair gaybdan haber vernaesi mucizedir. insanlardan bazıları dileseydi kur'ân'ın âyetlerine benzer güzel ibareler yazabilirlerdi. Nazzâm'ın bu iddiası da yanlıştır. Zira Kur'ân' ın âyeti ona nazire yazdamıyaca ğını açıkça göstermektedir. "De ki: Andolsun ins-u cin şu Kur'ân' ın benzerini meydana getirmeleri için bir araya toplansa, yek di ğerine yard ımcı da olsalar yine onun benzerini meydana getiremezler".176 ,74 '75 1"
120
Nûr Sûresi, ayet. 2. Maide Sûresi, ayet. 38. al-Isrâ Sûresi, ayet. 88.
10— Ş eriatta kum ve k ıyasa dayanmak do ğru değildir. Çünkü bu yollarla elde edilen delillerin yanl ış olması mümkündür. Mâsum bir imal= sözü ise delil sayıhr 177 . 11--. Renk, lezzet, koku ve ses cisimdir. 12— Bir kimsenin herhangi bir günahımn fısk sayılı/mu için muayyen bir nisab ı doldurması gerekir. Mesela: 199 dirhem de ğerinde bir şey çalan kimse fas ık sayılmaz. Halbuki bir kimse 200 dirhem de ğerinde veya daha çok kıymette bir şey çalarsa fas ık sayılır. 13— Iman, sadece büyük günâhdan sak ınmaktır. Duaların, namazın ve diğer amellerin imanla bir ilgisi yoktur. 14— Sinek, akrep, y ılan ve köpek gibi hayvanlar Cennete giderler. Cennet'te hiçbir kimsenin derecesi di ğer birininkinden üstün değildir. Orada herkesin manevi makam ı eşittir. 15— Hz. Muhammed Hz. Ali'yi nasla imam tayin etti. Fakat Hz. Ömer bunu gizledi.
V. al-ASVARİYYE FIRKASI Bu mezhebi Ali al-Esvari kurmu ştur. al-Asvarrnin görü şleri anNazzam'ınkindeıa pek farklı değildir. Esasen kendisi ilkin Ebü Huzeyl'e ve daha sonra da Nazzâm'a tâbi oldu. Ancak Nazzâm'dan farkl ı olarak şu sapık düşünceyi ortaya att ı : Allah tarafından olmıyacağı bildirilen birşey kendisi tarafından takdir edilmiş değildir. Başka bir deyimle Allah yoklu ğunu bildirdiği şeye kâdir de ğildir. Bize göre böyle bir iddia Allah'ın kudretinin sonu vardır demektir. Kudreti sonlu olan bir ş eyin zatı da sonlu olur. Allah hakkında böyle düşünmek ise sapıklıktan başka birş ey de ğildir178 .
VI. al-MUAMMERİYYE FIRKASI Bu mezhebi kuran Muhammer b. Ubbad'dır. Sap ık fikirleriyle me şhurdur. Başlıca görüşleri şunlardır: 1— Allah kendi kendini tanımaz. Allah' ın zatı kendisidir. Tanıyanın, tamnandan farkl ı olması gerekir. Allah kendini tan ısaydı, tanıyanla tanınanın aynı olması icab ederdi. Halbuki tan ıyan, tanınan şeyden farklıdır. i" Bazı kaynaklarda Nazzâm'a bu fikir isnat ediliyorsa da onun ak ılcı bir düşünür olduğunu unutmamak gerekir. 4 Bak: al-Bağdâcli, al-Fark, s. 91. al-isferayini at-Tabsir, s. 70; şerh al-Mevâkıf, s. 622. "
121
2— Allah cisimlerden ba şka birşey yaratmad ı . Arazlarm yarat ıcısı cisirrilerdir. Demek ki renk, tad, koku, hayat, görme ve i şitme gibi arazları Allah yaratmad ı Onları insanlar veya ba şka cisimler yaratt ı . Halbuki şu ây etler bu dü şüncenin aksine Allah' ın her şeyin yaratıcısı olduğunu açıkça gösteriyor: "De ki: Allah her şeyi yaratand ır. O birdir, kainatın yegane hakim ve sahibidir179". "Göklerin ve yerin mülkü onundur. Hem diriltir, hem öldürür. O her şeye hakkı ile kadirdir".180 3— insan, görünen ceset de ğildir. Bu cesedde bir ş ey vardır ki yaş ayan, bilen, kâdir ve hür olan odur. Bu ş ey hareket etmez, sâkin de de ğildir. Tatma, koklama ile veya hisle de anla şılamaz. Uzunluğu, genişliği ve derinliği de bulunamaz. Muayyen bir mekandad ır da denilemez. Muhammer bu fikri ile insanı Allah'a benzetmi ş oluyor ki bunun da saçmalığı aşikârdır. 4— Arazlar sonsuzdur. Onlar ın çeşitleri çoktur. Her araz özel bir mâna içindir. Ve özel bir mâna için bir yer i şgal eder. Mesela: Hareket özel bir mâna sebebiyle sük
VII. al-BİSRİYYE FIRKASI Mezheb'in kurucusu Bi şr b.al-Mu'temir (Ölm. H. 210 / M.825)'dir. Onun Ehl-i Sünnet tarafından reddedilen baz ı fikirleri şunlardır: Ra'd Süresi, ayet. 16. Hadid Süresi, âyet. 2. 191 Cin Süresi, âyet. 28. "2 Bak: al-Hayyât, Kitâb al-Intisar, Frans ızca çevirisi, s. 49 vd; a ş-Şehrestâni, an ılan eser, e. I, 89-93; al-Ba ğdüdi, anılan eser, s. 91-94; Isferayini, an ılan eser, s. 70-71. "9
180
122
l.- Allah mü'mine iman etmesi için yard ım etmez. Kâfirin ise küfrüne sebep olmaz. 2- Renk, tad, koku gibi arazlar ı, işitme ve görme gibi duyuları insan kendi fiili ile ba şkasında yaratır. Bu da tevellüd yolu ile olur. 3- Allah tövbekür bir kimseyi bir günah ından day ı affeder. Fakat affa uğramış bulunan bu kimse, ayni günâhı tekrar i şlerse Allah affı ibtal ederek onu eski günâh ından dolayı da cezalandırır. 4- Allah çocuklara ceza vererek zulmetmeye kâdirdir. Fakat bunu, yapması halinde, çocu ğun bülu.ğa ermiş ve isyan etmi ş olması gerekir. Allah'ın adâleti bunu icâbettirir. Bişr'in bu sözü mütenâkızdır. Bir yandan Allah' ın zulmedebilece ğini, diğer yandan ise adâleti temin için ceza verebilece ğini söylüyor. 5- istitâa, bünyenin selâmeti ve uzuvlar ın afetlerden korunmasıdırl 83.
VIII. al-IIİŞAMİYYE FIRKASII 84 Bu mezhebe bu isim Hi ş am'a nisbetle verilmiştir. Mezheb'in kurucusu olan mezkür ş ahsın tam adı Hiş am b.Amr al-Fuvati'dir. Halife Me'mün zamanında yaş amıştır. Sapık görüşlerinden bazıları şunlardır, ,
1- Allah'a vekil ismi verilemez. Bir müslüman ın "Hasbunallah ve ni'm.el-Vekil" demesi do ğru değildir. 185 Bu vekil sözü Allah'a atfedilirse Allah'ın diğer üstün bir varlığın vekili olduğu anlamı çıkar ki bu da tevhide aykırıdır. Cevap: Burada Vekil, kâfi ve koruyucu anlammnadır. 186 Kur'ân'da geçen bu isim Allah' ın adlarından birisi sayılımıştır. Bu hususla ilgili bir ayet verelim: "O, doğunun da batının da Rabb ıdır. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde umurunda (vekil) güvenek ve dayanak olarak onu tut”. 187 2- Allah'ın sevgi verip müiminlerin kalplerini birle ştirmesi ve füsıkları sapıklığa uğratması kabul edilemez. in Bak: al-Bağclâcli, anılan eser, s. 94 vd. a ş- Şehrestant, anılan eser, c. I, s. 86-88; arRad, İ tikadat, s. 42; at-Tabsir, s. 71; Şerh al-Mevaluf, s. 622; al- İntisar, Frans ızcası, s. 58-60. at-Tabsir ve al-Fark Beyn al-F ırak'ta bu fırkanm adı al-Ilaşimiyye olarak yadedilmiştir. i" Bak: Alü İmran Süresi, ayet. 173. 1 Bak: Şura Süresi, ayet. 6. i" Bak: al-Muzzemmil Süresi, ayet. 9. "
.
123
Cevap: al-Fuvatrnin bu iddias ına cevap olarak Kur'ân' ın şu. âyetleri kâfidir: "Onların gönüllerine sevgi verip birle ştirendir. Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcam ış olsan yine onların gönüllerini birle ş tiremezdiıı . Fakat Allah onların aralarını bulup, kayna ştırdı . Çünkü O mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir".188 "Onunla fâsıklardan ba şkasım ş aşırtmaz".189 3—Allah imanı mü'ıninlere bizzat sevdirmez ve onu onIara iyi göstermez. Buna şu âyet ne güzel cevap veriyor. "Fakat Allah size imanı sevdirdi. Onu kalplerinizde süsledi”.190 4— Arazlar, Allah' ın varlığına delil olamaz. Fakat cisimler onun varlığına delildir. 5— Fitne ve ihtilâf an ında biat edilen imal= imameti sahih olmaz. imamet üzerinde ittifak olmas ı ve seçimin selâmet içinde geçmesi şarttır. al-Fuvati bu iddias ı ile Hz. Ali'nin imâmetini reddetmek istemi ştir. 6— Allah eşyayı var olmadan önce bilirdi denilemez. Zira e şya var olmadan önce ma'dum idi. Yani yoktu. 7— al-Fuvati kendi mezhebine muhalif olanların' mallarımn zorla alınmasına veya çalmmas ına taraftard ı . Hattâ onlar ın kanını bile helâl saymıştı .
IX. al MURDARİYVE FIRKASI191 -
Mezheb'in kurucusu Ebü Müsâ Isâ b.Sabih al-Murdâr'd ır. H.226 / 840 yılında öldüğü söylenir. Ba ğdad Mutezilileri aras ında yüksek bir mevki": vardı . Bişr b.al-Mutamir'in ö ğrencilerindendir. Zühd'e önem verirdi. Bu yüzden ona Mutezile'nin rahibi de denir. Önemli baz ı sapıklıkları şunlardır: 1—Allah zulmetmeye ve yalan söylemeye kâdirdir. 2— Bir fili, iki fâilden zuhur edebilir. 3— insanlar Kur'ân'dan daha beli ğ ve fasih ibareler vücuda getirebilirler. "8 Bak: Erdal Sûresi, ayet. 63. "9 Bak: Bakara Sûresi, ayet. 26. "0 Bak: Hueurat Sûresi, âyet. 7. "' Bazı mezhep kitaplarmda bu fırka'mn adı al-Muzdariyye olarak geçer.
124
4— Hükümdarlarla dü şüp kalkanlar kâfir sayılırlar. Onlar mü'minlerin mallarına vâris olamazlar. Mü'minler de onlar ın mallarını miras yolu ile alamazlar. 5—Allah'ın gözle görüleceğini söyleyen kâfirdir. Böyle bir kimsenin küfründen şüphe edenler de kâfirdir.
X. al-CA'FERİYYE FIRKASI Bu Mezheb'in tan ınmış iki tane Ca'fer'i vard ır. Birinci Ca'fer b. Mubaşşar diğeri ise Ca'fer b.al-Harb'd ır. Bunlardan İbn Mubaşş ar H.234 / 848 senesinde ölmüştür. Ona göre fâsıklar müşriklerden daha şerlidir. Fakat fâs ıklar Allah'a ve Peygambere inand ıkları için muvahhiddir. al-Murdar'ın öğrencisi olan İbn Harb ise aslen Hemedanl ıdır ve H.236 / M.850 yılında ölmüştür. Abd al-Kâhir al-Ba ğdadi bu ş ahsın sapık görüşlerini çürütmek için "al-Harb ala İ bn al-Harb" adlı bir eser yazd ı . İbn al-Harb'a göre bir bütünün bir parças ı, bütünden tamamen başka bir şeydir. Her iki Ca'fer'e göre de Kur'ân Levh-i Mahfuzda yaz ılmıştır. Fakat biz insanlara intikal eden Kur'ân, Levh-i Mahfuzdaki Kur'ân' ın ayni değildir. Zira bir şey ayni zamanda iki yerde olamaz. Bizim okudu ğumuz Kitap bu ilk Kur'ân' ın hikâyesidir. Yine onlara göre insan, şeriat gelmeden ve vâs ıl olmadan evvel akıl yolu ile Allah'ın sıfatlarını ve hükümlerini bilmelidir. E ğer insan bunda kusur eder ve Allah'a şükretmezse Allah onu cezaland ırır.
XI. al-İSKAFUYE FIRKASI Bu Mezhep Muhammed b.Abd Allah al-iskâfi tarafından kurulmuştur. al-iskâti, Ca'fer b.al-Harb'in ö ğrencisi olup 11.240 /854 yılında ölmüştür. Ona göre Allah delilere ve çocuklara zulmetme ğe kâdir olmakla vas ıflandırılabilir. Fakat akıllı kimselere zulmetme ğe kâdir diye vasıflandırılamaz. Yine ona göre Allah'a mükellim denir ve fakat mütekellim denemez. Çünkü mütekellim, kelâm, Allah'la beraber kaimdir, anlamına gelebilir.
XII. as-SUM 'AMiYYE FIRKASI Bu Mezhebi Sumâme b.E şras an-Numeyri kurmuştur. Me'mıln zamanında itibar sahibi bir kimse idi. Hattâ Me' ıniın'u. itizale dâvet 125
eden olur. Sumûme birçok sap ık görü şleri müdafaa ettikten sonra H.213 / 1V1.828 de öldürüldü. Onun baz ı önemli iddialar ı şunlardır: 1—Bilgiler zaruri olarak ö ğreıailmelidir. Allah'ı zaruri olarak bilmeyen, tanımayan ve O'na inanmayan kimse için ne emir ve ne de nehy yoktur. Böyle bir kimse için sorumluluk mevcut de ğildir. O hayvanlar gibi öldükten sonra toprak olur. Cennet veya Cehennemden hiçbirine gitmez. Allah böyle kimseleri ibret için yaratm ıştır. Dehriler, Yahudiler, Zındıklar ve Hıristiyanlar da yapt ıkları işlerden sorumlu değildir. 2— Tevellüd etmiş füllerin fâili yoktur. Çünkü bir fülin sebebini bir insan vücuda getirdikten sonra bilebilir. O ölünce de as ıl fiil hasıl olur. Şayet bu fiili ölen insanın yaptığını söylersek, ölüyü fail yapm ış oluruz. Böyle bir füli Allah'a da yükleyemeyiz. Çünkü kötü fülleri Allah'ın yaptığını söylemek yakışık almaz. O halde füllerin faili yoktur. Sumâme yamlmaktadır. Çünkü bu iddiayı tahlil edersek âlemin yaratıcısı yoktur demektir. Bu ise hem akla, hem de nakle ayk ırıdır. 3— Bilgi düşünceden do ğar, düşünce ise yarat ıcı olmıyan bir füldir. 4— İnsamn ancak irade fiili yani iradesi vard ır. Bundan başka fiillerin faili yoktur. Onlar kendili ğinden meydana gelir. - Sumâme'nin dine karşı çok gevşek ve hattâ mülhid oldu ğu söylenir. İbn Kuteybe (01m. H.276 / 889)'nin anlatt ığına göre192 Sumânıe müslümanlarla alay ederdi. Hattâ bir gün Müslümanlar ın camiye koştuklarmı görünce " şu öküz ve eşeklere bak, bu Arap (Peygamber) insanlara neler yapt ı" diye ibâdeti ve Allah'ın Elçisini küçümsedi. Yine bir gün Me' ıniin onu sarho ş görmüş ve azarlam ıştı .
XIII. al-CAHİZİYYE FIRKASI Bu. mezhebe, Câhiz'in ad ına nisbetle Cahiz yye denmi ştir. Câhiz'in tam adı Ebû Osmân Amr b.Bahr b.Mahbûb al-Kinâni al-Leysi'dir. Meşhur mütekellim Nazzâm' ın öğrencisi idi. Edip bir insanda. Akla ve düşünceye çok önem verirdi. Haber ve rivâyetleri oldu ğu gibi kabul etmenin aleyhinde idi. Bu hususlarda çok şüpheci idi. Felsefecilerin ve Aristo'nun eserlerinin tesirinde kalm ıştı . Felsefede fikirleri tabiatçdarm görü şlerine uygundur. Pek çok eser yazd ı. Bunlardan bazıları şunlardır: 1— Kitâb al-Hayvân. '92 Bak: Te'v11 Mııhtelef al-Hadis, s. 60, Mısır 1326.
126
2— Kitâb al-Beyan va't-Teybin. 3— Kitâb al-Fetvâ. 4— Hiyel al-Lusûs. Câhiz'in birçok görü şleri İ slâmiyet'e uygun de ğildir. H.255 / M.868 yılında öldü. Görüşlerinin bazıları şunlardır: 1— Bütün bilgiler zaruridir ve tabiat icab ıdır. E ğer bir insan bir şeyi bilirse onu kendi tabii kabiliyeti ile bilir. Onu ö ğrenme yoluyla bilmiş değildir. Veyahut o bilgiyi ona Allah ö ğretti denilemez. Bir kimse Cehennem'e giderse, bu gidi ş Cehennem'in tabiati icab ı bu kimseyi kendine çekmesindendir. Yahut Cennet tabiat ı icabı bazı kimseleri kendine çeker. Demek ki insanlar ı Cehennem'e ve Cennet'e götüren Allah de ğildir. Câhiz'in bu iddialar ı insandan teklifi kald ırmağa mâtuftur ki bu da tamamen Islâm'a aykırıdır. Cennet ve Cehennem'in kendi tabiatlar ı icabı insanları kendilerine çekeceklerini iddia etmek de yanl ıştır. Zira şu âyetin mânas ı açıktır: "Kimi de ey Rabbimiz bize dünyada da iyi hal ver, âhirette de iyi hal ver ve bizi o ate ş (Cehennem) azâb ından koru der". 193 2— Cisimler hâdis olduktan sonra yok ölmazlar. 3-- Hayır ve şerri insan yapar. Ancak insan bu şeyleri irade edebilir. irade edince de her şey tabiat icab ı vuku' bulur. 4— Allah mürid diye vas ıflandırılabilir. Bu demektir ki Allah filllerinde hata işlemez ve câhil de ğildir. Allah mağlup ve kahredilemez. 5— Akıllı olan herkes Allah' ın yarat ıcı oldu ğunu ve insanların Peygambere muhtaç oldu ğunu bilir. Ancak insanlar iki k ısımdır. a) Tevhid'i bilenler. b) Tevhid'i bilmeyenler. Bu ikinciler câhil oldukları için mâzurdurlar. Birinciler ise akıl yoluyla delil bulmu şlardır 194 .
XIV. aş-ŞAHHAMİYYE FIRKASI Bu, Ebû Yâ'kûb a ş - Ş ahhâm'a tâbi olanlar ın mezhebidir. a ş - Ş ahhâm, Halife Vâs ık zamanında yaş amış olup al-Cubbârnin üstad ı idi. Bakara Süresi, âyet 201. '" Câhiz ve görü şleri için bak: al-Milel va'n-Nihal, e. I, s. 99; at-Tabsir, s. 76; al-Fark, s. 105; Itikâdât, s. 43; al-Fihrist, s. 253; Vefayât al-A'yân, e. III, s. 140; Tevil Muhtelef al-Hadis, s. 71; De Boer, Tarih al-Felsefe fi'l-Islân ı, s. 88, al-Kâhire 1374; Dr. Sellfn, an-Nakd heei ind al-Câhiz, s. 153, Bagdâd 1960; al-Mevalf, s. 623. "3
127
Bu sebeple al-Cubbâi ile onun k ıırduğu fırkalar birbirine benzer. Aralarındaki en önemli fark kader meselesi hakk ındadır. aş-Ş ahhâm "iki kâdir için tek bir makdur var" diyordu. Yani, bir fiilin insan, hem de Allah tarafından takdir edilip yap ılabileceğini ileri sürdü. İlk bakışta bu Ehl-i Sünnet'in görü şüne uygun gibi görünür. Fakat gerçekte Şahhânı'm iddiası sapıklıktır Çünkü o işlenmiş bir fülin ya Allah veya insan tarafından yapıldığını ve yaratıldığını ileri sürmek istemi ştir; Böyle bir iddia ise birbirine denk iki yarat ıcının var olmas ım gerektirir. Bu düşünce ise dine ve mantığa aylurı, açık bir sapıldıktır.
XV. al-HAYYÂTİNYE FIRKASI Bu mezhebi kuran Abin-Hüseyin b.Amr al-Hayyât't ır. H.290 / M.902 yılında öldüğü tahmin edilmektedir. Tan ınmış Mutezili nin üstadı idi. Bağdad'da fikirleriııi yayan Hayyât' ın günümüze kadar gelen bir eseri de vard ır. Eserin adı "Kitâb al-intisar Va'r-Radd Ala b.Ravendrdir. Hayyât di ğer Mutezilnerden farkl ı olarak ma'dumu ispat etmekte ifrata girmi ştir. Ona göre " Şey, bilinen ve kendisinden haber verilendir." Cevher "Yoklukta cevher"dir. Araz "Yoklukta araz" dır. Siyah bir şey "yoklukta siyah"tır. kısaca Hayyât yoklu ğun oisim oldu ğunu iddia ediyordu. Bu iddiay ı ise gerek Ehl-i Sünnet ve gerekse Ka'hi gibi bir çok mutezililer kabul etmezler.
XVI. al-KA'BiYYE FIRKASI Mezheb'in kurucusu Ebû'l-Kâs ım Abd Allah b.Ahmed b.Mahmıld al-Belhi HayYât' ın talebesi olup Ba ğdâd'da yetişmiştir. al-Makalât adında meşhur bir eser yazm ıştır. Birçok ilim dah üzerinde çahşmıştı. Bilgili olıııası sebebiyle, çok iddia sahibiydi. H.319 / M.931 yılında öldü. İleri sürdü ğü başlıca iddiaları şunlardır: 1—Hakikatte Allah' ın iradesi yoktur. "Allah bir şeyi irade etti" demek "onu yaptı" demektir. "Allah bir şeyi müriddir" demek "onu eınredici yahut yarat ıcıdır" demektir. 2—"Allah semi'dir" demek "Allah mesmilâtı yani işitilecek şeyleri bilir" demektir. "Allah basirdir" demek "O mer'iyyât ı yani görülecek şeyleri bilir" demektir. Böylece Ka'bi Allah' ın görmiyece ğini ve işitmiyeceğini iddia etmiş oluyordıi ki bu da Kur'ândaki bazı âyetlere aykırıdır. 3—Allah kendisiııi ve başkasını görmez. "Allah kendi zât ım ve mer'iyyâtı görür" demek, "onları bilir" demektir. Halbuki Basrah Mute128
zil! üstadlarm ço ğu Allah yaratt ığı varlı klan görür ve fakat kendi zât ıni görmez diyorlardı . Keza Allah'ın başkası tarafından görülemiyece ğini de iddia ediyorlardı . Ka'bi bu görüşleri ile onlardan biraz ayr ılmıştır. 4—Allah'ın kullar için aslah' ı yani en iyi olanı yapması icab eder. yandmaktadır. Çünkü Allah'a böyle bir mecburiyet yüklemek ondan üstün bir kuvvetin varl ığını kabul etmek demektir. 5—Maktül ölmüş sayılmaz. Bu söz şu âyetiıı mânasına aykırıdır. "Her can ölümü tad ıcıdır. Ecirleriniz (yaptıklarını= karşılıklan) muhakkak k ıyamet günü tastamam verilecektir. (O vakit) kim o ate şten uzaklaştı rılıp Cennet'e sokulursa art ık o, muhakkak muradına ermiş olur. (Bu) dünya hayatı aldanma meta' ından başka (bir şey) de ğildir".195
XVII. al-CUBBA İYYE FIRKASI Ebû Ali Muhammed b.Abd al-Vahhâb al-Cubbâi, fikirleri Basra'da yayılan tanınmış bir mutezili'dir. Kelâm hakk ında 40.000 varak tutarında eser yazdı . Kur'ân' ı tefsir etmek için yazdığı kitaplar 100 cilttir.196 Kendi görüşlerini Huzistan ahalisine kabul ettirmeye çal ıştı . H.235 / M.849 yılında doğdu ve H.303 / M.915 yılında öldü. Onun başlıca tanınmış sapık görüşleri şunlardır: Allah kuluna itaat eder. Çünkü itaat ın hakikati. iradeye uy ınaktır. Başkasının muradım yapan kimse ona itaat etmiş sayılır. Allah da bir kulun muradmı yerine getirirse ona itaat etmi ş olur. 2—Bir araz çe şitli yerlerde bulunabilir. Meselâ bir kâ ğıda yazılmış ve orada mevcut olan kelâm binlerce yere yaz ılsa o yerlerde de mevcuttur. Fakat ilk yaz ıldığı yerden de ayrılmış değildir. 3—Allah cisimlerin bir kısmım bâki bırakıp diğerlerini yok etme ğe kâdir değildir. Fakat bütün cisimleri ve bu âlemi yok etme ğe kâdirdir. Allah kâinatı yok etmek istedi ği zaman mahalde olmayan bir araz yaratıp onunla bütün cisimleri ve cevherleri yok eder. Allah' ın iradesi bir mahalde hadis olmaz. 4—Allah mükellef kıldığı kullarmın akhnı olgun yapmalıdır. Keza Allah'ın insan için aslah olanı yaratmas ı gerekir. 5—Akıl ve hikmet icab ı âsinin cezalandırdması, m.utinin ise sevaplandınlması gerekir. '" Bak: AM Inıran Süresi, âyet. 185. 1" Bak: al-Malati, s. 44.
129
XVILI. al-BEHŞEMIYYE FIRKASI Ebû HâşiM 197 Abd as-Selam b.Muhanned al-Cubbârnin 160 kadar kitap yazd ığı kaydedilmiştir 198 . Yirmi dokuz meselede babası al-Cubbarye muhalefet etti ği söylenmektedir. H.V. ve VI.nci asırda yaş ayan Mutezililerin ço ğu bu ş ahsın kurdu ğu al-Behşemiyye Mezhebrne saliktir. Ebû Ha şim H.321 / M.933 yılında ölmüştiii. Başlıca sap ık görü şleri şunlardır: 1— Bir ş ahsın işlediği günâhlardan dolay ı tövbe eder ve fakat ba şka günahlar işlemeğe devam ederse tövbesi asla kabul olunmaz. Keza bir insan âciz ve güçsüz bir hale geldikten sonra, i şlediği günahlar için tövbe ederse, tövbesi makbul de ğildir. 2— Taharetin ifas ı farz de ğildir. Gasb edilmiş su ile yıkanmakta mahzur yoktur. Namaz farzd ır. Gasb edilmiş yerde namaz k ılmak caiz değildir. 3— Allah için mâlum, meçhul, kadim ve hâdis olmayan haller mevcuttur. Bu sözler bizce mütenakızdır. 4— İnsan yapmadığı bir fiilden dolay ı cezaya müstehak olabilir, veya sevab kazanabilir. Mesela: Amr'a bir kimseye hediye vermesini emretse ve Amr da ona uyarak bu emri yerine getirse Zeyd ba şkasının fiili ile sevab kazanm ış olur. Yahut Amr bir kimsenin emrir ıe uyarak günah işlerse, bu kimse Amr'in fiili yüzünden cezaya müstehak olur. Ebû Haşim yanılmaktadır. Çünkü bir kimse ba şkasının fiilinden dolayı değil, başkasına verdiği emirden dolayı cezaya veya sevaba müstehak olabilir. Sonra Allah' ın bir kimseyi yapmadığı günahlardan dolayı cezalandırması Mutezile'nin adalet prensibine de ayk ırı olur 199 .
XIX. al-HASITIYYE VE al-HADESIYYE FIRKASI Bu mezhebin kurucuları Ahmet b.Hab ıt ve al-Fadl al-Hadesrdir. Bu iki ş ahsın görüşleri aş ağı yukarı aynıdır. İkisi de Nazzam'ın öğrencilerindendir. Felsefe kitaplar ı okuyarak kültürlerini art ırdılar. Bazan 1 " ar-1164 Ebıl Haşim yerine Ebi1 Beh şem diye yazmıştır. 198 Bak: al-Malatî, s. 44. 1 " al-Fark, s. 111-121; at-Tahsil., s. 80-81; al-F ırak al-Muftarika, s. 55; al-Milel va' ıı-Nihal, e. I, s. 103; Şerh s. 624; itikâclât Fırak al-Müslimin, s. 44.
130
bu iki mezhep, mülhid ıneZhepkr aras ında gösterilir. Buna sebep kurucularının çok sap ık görü şlü olu şudur. Bunlar Nazzâm' ın görüşlerine şu sapık fikirleri ilâve ettiler. 1-- Bu kâinat ı yaratan iki fiâh vard ır. Bunlardan birisi kaclim'clir. Diğeri hâdistir. Hâdis olan İsa b.Meryem'dir. Âhirette insanlardan hesap soracak olan İ sa'dır. Bu mezheplerin kurucularma göre Kur'ândaki şu âyetlerde İsa kasdedilmiştir: "Rabbinin emri geldiği, melelder de sâf saf indi ği zaman".200 "Onlar ( İslâm'a girmeyenler) ille Allah' ın buluttan gölgeler içi ııde meleklerle birlikte kendilerine gelivermesine ve i şlerinin bitirilivermesine mi bakıyorlar? Halbuki bütün i şler Allah'a döndürülür".201 Onlar aşağıdaki hadise dayanarak, Allah' ın insanı kendi suretinde yarattığını iddia ettiler. "Allah insam kendi suretinde yaratt ı .' 2— Peygaınber şu hadisleriyle Isa'yı kasdetmiştir. "Bedr gecesi ııde ay'l gördü ğünüz gibi Rabbınızı görürsünüz".202 Onlara göre buradaki Rab, İsa'dır. Onlar şu hadisten de baz ı nrânalar çıkarırlar: "Allah aklı yaratıp ona ilerle dedi. O da ilerledi. Ona geri dön dedi. O da döndü. Bunun üzerine senden daha kerim varl ık yaratmadmı . Seninle veririm, seninle alırım dedi".203 İsâ evvelce akl- ı faal olmasına rağmen Âhirette cismâni şelde girer. Mevcudâta ş ekil veren, akl- ı faal'dır. Âhirette görülecek olal ı da bu akıldır. Bu aklın sahibi olan İsâ asla görülmez. 3— Allah insanları sıhhatli, sağlam ve akıllı yarattı . İnsanlar ilk olarak bu dünyadan ba şka bir âlemde yaratıldılar. Onlardan tam itaatkâr olanları Allah saadet evi olan Cennete gönderdi. Tam günahkâr onları ise azab yeri olan Cehenneme yollad ı . ilâhi emirlerin bazısına itaat, bazısına isyan edenleri ise bu düıayadan muhtelif suretlerde getirdi. Her insan bu dünyada, ilk yarat ıldığı âlemdeki günâhının derecesine göre suret ve şekil aldı . Bunlardan baz ısı insan, bazısı hayvan şeklindedir. Günâhı az, sevabı çok olan, güzel bir şekilde tecessüm etti. Günah]. çok, sevabı az olan ise çirkin bir şekilde şekillendi. Bu dünyadaki insan2°° Feer Süresi, âyet. 22. 2" Bakara Süresi, âyet; 210. 2°2 Buhârrde bu hadis "Muhakkak siz Rabbinizi göreceksiniz" anlam ıyla geçmektedir. Abd Allah b. Alualet zayıf bir senetle bu hadisi rivâyet etmi ştir.
131
lar günahlarm ın derecesine göre tenâsüh yolu ile muhtelif şekillerde ölüm yeniden dirilirler204 .
XX. al-HAMMARIYYE FIRKASI Bu mezhep hazan mülhid f ırkalar aras ında da gösterilmiştir. Mezheb'in mensuplar ı tenâsüh meselelesinde Ahmet b.Hab ıt'ın tesirinde kaldılar. Bunlara göre maymun ve domuz suretinde olanlar, evvelce insandılar. Fakat günahlarından dolayı Allah onların suretlerini de ğiştirdi. Yine bunların sap ık düşüncesine göre insan, baz ı hayvanları yaratabilir' . Mesela bir et parças ının gömünce veya güne ş e koyunca üreyecek olan kurtlar insanın varatıklarıdır. Ş arab ı Allah yaratmad ı , fakat ş arabcı yaratt ı . Zira Allah insanlar için kötü ş eyleri yaratmaz. Bilgileri elde etmeye yarayan dü şüncenin faili yoktur. Dü şünce kendiliğinden vardır. Bu hususta Ca'd b.Dirhem'in fikirlerinin tesirinde kald ılar205 .
XXI. as-SUIHIYYE FIRKASI Bu mezhebin kurucusu as-Salihi lakab ıyla mâruftur. Bu mezheb saliklerine göre ölünün kudreti, iradesi, ilmi, i şitme ve görme duyusu vardır206 . Bizce bu dü şünce tamamen saçmad ır. Çünkü ölü 'ile diri aras ında bir tefrik yap ılmamıştır.
XXII. al-HADBIYYE FIRKASI Bu mezheb'in kurucusu Fadl al-Hadbrdir. al-Hâbitiyye mezhebinin görüşünü benimsemiştir. Onlardan farklı olarak bütün hayvanlar ın mükellef ve sorumlu olduklar ını iddia etti. al-Hadbiyye Mezhebine göre hayvanların aklı ve ilmi vardır. O halde yaptıkları fiilden sorumludurlar207 .
XXIII. al-AHŞEDIYYE FIRKASI Mezheb'in kurucusu Ah şed b.Ebi Bekr'dir. Bu ş ahıs Muhammed b.Omer as-Saymerrnin ö ğrencisidir. Bunlar Eb ıl Haşim Abd ve taraftarlar ını tekfir ederlerdi 208 . "4 Bak: al-Milel va'n-Nihal e. I, s. 82; al-Fark, s. 166; at-Tabsir, s. 122; Şerh a1-Mey3 , s. 623. 205 Bak: at-Tahsil., s. 122; al-Fark, s. 167. 2 " Bak: Şerh al-Mevalf, s. 623. 207 Bak: Ayni eser, s. 63.2 2 " Bak: itikâclât, s. 44.
132
XXIV. al-HİSE'YNIYYE FIRKASI Mezhebin kurucusu El:dil-Hüseyin Ali b.Muhammed al-Basri'dir. Bu ş ahıs Abd al-Cabbar b.Ahmed'in ö ğrencisidir. Fakat sonradan Hocasına muhalefet etti. Allah' ın murid olmasını kabul etmedi. Velilerin kerâmetini caiz gördü. Hicri VI. yüzy ılda ve VII. yüzyılın başında Mutezileden sadece Beh şeıniyye ve al-Hüseyniyye mezhebinin salikleri vardır. Diğer Mutezili fırkaların taraftarları kalmamıştı219. al-Fırak al-Muftarika yazar ı Ebû Muhammed Osman Mutezili fırkalar arasında al-Aslahiyye, al-Kasitiyye, al- İvadiyye, es-Seneviyye, ar-Ravendiyye ve an-Nak ısiyye mezheplerini de göstermektedir 210 . Buna karşılık diğer mezhep kitaplar ında mevcut olan birçok Mutezi! fırkaları tasnifine dahil etmemi ştir. ar-Razi ise al-Gaylâniyye'yi nutezili fırkaları tasnifine dahil etmemi ştir. ar-Razi ise al-Gaylâniyye'yi de bir mezheb olarak göstermi ştir2 11 .
Bak: Ayni eser, s. 45. Bak: al-Fırak al-Muftarika s. 45-46. 2 Mu'tezile hakkında verdiğimiz genel ve özel bilgiler için bak ınız: as- Şehrestâni, al. Milel va'n-Nihal, e. I, s. 57-103; al-Fark, s. 67-121; at-Tabsir, s. 60-81; Şerh al-Mevalf, s. 620— 624; Itikâdât Fırak al-Müslimin va'l-Müsrikin, s. 38-45; al F ırak al-Mufterika, s. 45-6a Fihrist, s. 251-262; Kitâb al-Intisar; at-Tenbih, s. 40-47; Müderris Mehmet Şerefettin, Kaderiye yahut Mütezile, Darülfünlın Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı : 15; Ahmet Emin, Zuhr al-Islâm, e. IV, s. 7, 74; Ahmet Emin, Duha'l-Islam, c. III. e. 21-207; Makfılât c. I. s. 216 vd. al-Gurâbi, Tarih al-Fırak s. 41-261; al-Besbesi, s. 16-26; Muhammed Abduh, Abd ar-Rahman al-Ceziri, Tevdih al-Akaid, s. 130, Mısır 1352; Seyyid Ahmet Safill, Ilm-i Kelâm, s. 227, Tahran 13338; al-Gazzâli, Fi'l-Itikâd. haz ırlayanlar: İbrahim Agâh Çubukçu ve Hüseyin Atay, s. 103, 132, 139, 144, 148, 250-252, Ankara, 1962. 2°9
20 "
133
BE Ş INCI BOLUM al-CEBRIYYE Cebriyye diye adlandırdığımız fırka insan için hiçbir irade hürriyeti tanımaz. Bütün amelleri Allah' ın yaratt ığını, insanın rüzgârm yönüne göre uçan bir tüy gibi Allah' ın iradesine tâbi oldu ğunu iddia eder. Bununla beraber bu hususta iki türlü anlay ış vardır. Bunlardan bir tanesi yukarda söyledi ğimiz gibi insanı cansız bir varlık gibi ilâhi iradeye tâbi tutmaktır ki buna inananlara hâlis yahut hakiki cebriyeciler demek mümkündür. Diğer anlayış ise insanda külli iradeye müessir olmayan bir kudret kabul etmektir ki bu inanc ın sahiplerine de mutavass ıt cebriyeciler denirm. Hakiki cebriye mezhebi olarak Cehmiyye me şhurdur.
al-CERMİYYE Mezhebin kurucusu Cehm b.Safvân (Ölm. H. 128 / M.745)'d ır. Bunun sapıklığı Tirmiz ve Merv taraflar ında yayılmıştı. Cehm devrin sultam ile savaşmaktan bile çekinmemi ştir. Nihayet onu, Sâlim b Ehvâz öldürdü. Fakat görü şleri uzun yüzyıllar devam etti. Bu mezheb H.V. as ırda bile yaş amakta idi. Nihavend taraflarında yaygın bir halde idi. ismâil b. İbrâhim aş - şirâzi bunları Eşariyye Mezhebrne dâvet etti. Cehmiyye'nin bir k ısm ı bu dâveti kabul ederek Ehl-i Sünnet aras ına katıldılar. Cehm'in başlıca görüşleri şunlardır: 1— insan bir şey yapma ğa kâdir de ğildir. Allah tarafından yaratılmış ve yazılmış fiilleri insan yapma& mecburdur. İnsanın ne iradesi, ne de hürriyeti vard ır. Bazı fiiller mecâzi olarak insana atfedilir. Nitekim güneş battı, ağaç meyve verdi, su akt ı, taş hareket etti derken buradaki özneler aktif olarak gerçekten bir fiil yapmam ışlardır. Bunun M
134
Bak: a ş-şehrestâni, al-Milel, e.
s. 112.
gibi insana da mecaz olarak filân şeyi yaptı deriz. Buradaki yapt ı sözü hakiki anlamda de ğil, mecazi mânadadır. 2— Mutezile gibi Cehmiyye Mezhebi salikleri de Allah' ın ezeli sıfatlarını nefyettiler. Fazla olarak dediler ki "Allah yarat ıklann vasıflandığı vasıflarla tavsif edilemez. Çünkü bu, Allah' ı kula benzetmek demektir. Bu sebeple Allah' ın Hayy, Alim. gibi sıfatlarını nefyettiler. Buna karşılık Allah'ı kâdir, hâlik, fâil, muhyi ve mumit diye vasıfland ırdılar. Bu sonuncu sıfatlarla yarat ıklann vasıflanmadığı gerekçesine dayanarak bu iddiayı ileri sürdüler. 3-- Allah' ın ilmi ve kelâmı hâdistir. 4—Sevap ve ikab ın vuku'u mecburidir. 5—Cennet ve Cehennem'in sonu vard ır. Cennet ehli bir müddet ilâhi nimetlerden istifade ettikten ve Cehennem ehli bir zaman Allah' ın azâbı ile yandıktan sonra Cennet ve Cehennem'in sonu gelir. Yani onlar yok olurlar. Zira biz sonu gelmeyen hareketler dü şünemeyiz. 6—Iman Allah'ı bilmektir. Küfr ise Allah' ı bilmemektir. insanların ve Peygamberlerin in ıam arasında bir fark yoktur. Çünkü bilginin bazısı diğerlerinden üstün say ılamaz. 7—Allah görülmez213.
2"
Bak: al-Fark, s. 128; ItiktıcUıt, sh. 68; al-Milel
c. I, s. 113; at Tanbill, s. 93
135
ALTINCI BOLI.YM
ad-DIRARİYYE Bu mezhebi, Ş ehrestâni ve Râzi, Cebriyye'nin bir kolu olarak gösterir. Biz ayr ı bir özellik taşıdığı için al-isferüyini gibi bu mezhebi müstakil olarak incelemeyi uygun bulduk. Mezheb'in kurucusu Dırâr b.Amr'dır. Ebü Huzeyl'den önce Basrada faaliyet gösterdi ği söylenir. Kader meselesinde dü şüncesi E ş'arrnin görüşüne aykırı değildir. Kulların filleri Allah tarafından yaratılmış ve fakat kendileri taraf ından iktisab edilmiştir. Böylece irade-i külliyye ve irade-i cüz'iyyeye yer vermi ş oluyor. Ancak baz ı meselelerde Mutezile'ye uydu ve sap ık görüşler ortaya att ı . Düşüncelerinin başlıca özellikleri şunlardır: 1—Istitâa fiilden önce, fiille beraber ve fiilden sonra da mevcuttur. 2—Peygamber'den sonra en büyük delil icmad ır. Haber-i ahad makbul değildir. 3—Imâmet Kureyşlilere mahsus bir şey de ğildir. Herhangi bir kabileden imam seçmek mümkündür. Imam' ın başka bir kabileden seçilmesi ona muhalefeti kolayla ştırır, tenkit imkâm verir. 4—Allah âlimdir demek, O cahil de ğildir demektir. Allah hayy'd ır demek, O ölü değildir demektir. D ırar, Allah'ın diğer sıfatları hakkında da bu cinsten te'viller yapm ıştır214.
2
136
" Bak: al-Fark, s. 129-130; Itikâcliit, s. 69; a-Milel, e. I, s. 120; at-Tabsir, s. 95.
YEDINCI BÖLÜM al-BEKRIYYE Bu mezhebi al-Ba ğdâdi ve ar-Râzi, Ceh ıniyye ve Cebriyye fırkaları arasında zikretmişlerdir. Biz bu mezhebi tamamen ayr ı bir karakter taşıması sebebiyle ayrı bir konu olarak incelemeyi uygun bulduk. Esasen at-Tabair sahibi al-isferâyini de al-Bekriyye'ye ayr ı bir bab ayırmıştır. Bu mezhebi Bekr b.Uht Abd al-Vâhid b.Zeyd kurmu ştur. Nazzâm'ın çağdaşıdır. Onun gibi "insan ruhtan ibarettir, beden ise bir kal ıptır" dedi. Allah'ın Ahirette yarat ılmış bir sılret şeklinde görülece ğini ve bu suretle kullarma konu şacağım iddia etti. Bekr'e göre kehire işleyen münâfıktır. inkâr edicidir. Böyle bir kimsenin Ahiretteki yeri ise Cehennem'in en alt k ısımıdır. Bununla beraber kebıre işleyen bu dünyada mü'min ve müslim sayılır. Bu sözler bizce çeli şıktir. Yine Bekr'e göre Hz. Ali, Zübeyr ve Talha küfr işlemişlerdir. Ancak Bedr ehli ııden olduklan için Allah onlar ın her türlü günâhlarmı bağışlar. Bekr'in şu düşüncesi de saçmad ır: Çocuklar kendilefine yap ılan işkence ve dayaktan_elem ve ac ı duymazlar. Onlar bu gibi olaylardan ho şnut olmakla beraber a ğlarlar. Bekriyye'ye göre so ğan ve sarımsak yemek, haramdır. Karnında gaz gürültüsü olan abdest almand ır215.
"5
Bak: itik8dilt, s. 69; Tabsir, s. 98; al-Fark, s. 129.
137
SEKIZINCI BÖLÜM an-NECCARİYYE Bu mezhebi Sehrestâni ve Râzi cebriyyeci olarak göstermi ştir. Biz al-Bağdâdi ve al-Isferâyni ye uyarak Neccâriyye'yi aryr ı bir konu olarak inceliyoruz: Mezhebin kurcusu al-Hüseyn b.Muhammed an-Naccar (Ölm. H.230 / M.844)'d ır. Naccâr'm mezhebi yüzy ıllarca yaşamıştı r. H.VI. Yüzyılda Rey taraflar ında Naccâr'm mezhebine ba ğlı olanlar vardı. Naccâriyye Mezhebi'ni kabul edenler baz ı bakımlardan E ş'ariyye'ye ve bazı bakımlardan da Mutezile'ye uymu şlardır. Kendilerine has bazı görüşleri de vardır. Eş'ariyye'ye uydukları hususlar şunlardır: 1—Filleri yaratan Allah'tır. Cüz'i iradeyle onları kazanan ise insandır. 2—Istitâa fülle beraberdir. 3—Alemde ancak Allah'ın dilediği şey hâdis olur. 4—Allah'ın günâhları affetmesi câizdir. Mutezileye uydukları hususlar: 1—Allah'ın ilim, kudret, irade hayat, semi ve basar s ıfatları yoktur. 2—Allah'ın kelâmı mahlüktur. 3—Allah gözlerle görülmez Naccâr'a göre Allah kalpteki bilgi kuvvetini göze verir. Bu bilgi kuvvetiyle insan Allah'ı bilir. Bu da rüyet demektir. Naccâr' ın kendine has diğer görüşleri şunlardır: 1— iman : Allah'ı, Peygamberleri, farzları bilmek ve bunu dille ikrar etmektir. Bunlardan birini bilmeyen veya ikrar etmeyen kâfirdir. İman ne artar, ne de eksilir. 138
2—Cisim : Birleşmiş arazlardan ibarettir. Bu arazlar re ıık, koku ve tad gibi cisimden ayr ı varlığı olinlyan şeylerdir. 3—Allah'ın kelâmı okunduğu zaman arazdır. Yazıldığı zaman ise cisimdir. Neccâriyye Mezhebi salikleri baz ı meselelerdeki ihtilâflar ı yüzünden çeşitli kollara ayrılmışlardır. Bunlardan en me şhurları Bergusiyye, Za'ferâniyye ve Müstedrike'dir. 1— al-Bergâsiyye Mezhebi, Muhammed bisâ kurmu ştur. Bu şahıs Bergûs lâkabı ile meş hurdur. Neccâriyye mezhebinden yalmz bir hususta ayr ılmıştır. Bergûs'a göre bir fiil yapan insan, hakikatte bir fülin fâili de ğildir. Fiiller cisimlerin tabiat ı ve yaratılışı icabı hâdis olurlar. Meselâ insamn yere attığı taş , o taşın tabiatı kabı yere düşer. Başka bir misâl: Bir hayvan döğüldüğü zaman, kendi tabiatı ve yaratılışı icabı elem duyar. Halbuki Naccâr "fiilleri takdir eden Allah, kazanan (iktisab eden) se insandır", diyerek Ehl-i Sünnet'in görü şünü benimsemi ştir. 2— az-Za'ferâniyye Bu mezhebin kurucusu az-Za'ferâni, Rey taraflar ında faaliyet göstermiştir. Tammak ve şöhret yapmak hevesinde idi. Baz ı görüşleri mantığa aykırıdır. Ona göre Allah'ın kelâm ı Allah'ın gayrıdır. Allah'ın gayrı olan her şey ise mahlatur. Rivâyete göre Za'ferâni'ye tabi olan baz ı kimseler üziim tanesini yemezlerdi. Çünkü derlerdi; şeyhimiz onu severdi, biz şeyhimizin sevgilisini yemeyiz. 3— al-Mustedrike Bunlar diğer Neccârilerin bilmedikleri hususlar' idrak ettiklerini ileri sürdüler. Bu sebeple de kendilerine al-Mustedrike dendi. Mustedrike'ye göre Kur'ân mahlûktur. Bunlardan Rey taraflar ında bulunan bir kavm kendilerine muhalif olanların bütün sözlerini yalan sayarlard ı. Bir gün bu mezhebe salik olan birisine Abd al-Kâhir al-Ba ğdâdi şöyle dedi: "Sen akıllı bir kimsesin ve namuslu bir kadından doğdun. Acaba bu da yalan mıdır ? 139
— Evet bu sözlerin de yaland ır. — O halde senin cevab ın doğrudur." Bu karşılıklı konuşma üzerine Mustedrike F ırkası'ndan olan utandı ve süköt etti 216.
216 Neccâriyye ve kolları hakkında bakı nı z: al-Fark, s. 126-128; al-Milel Van-Nihal, c. s. 116-120; at-Tabsir s. 93-94; Itikâdât, s. 68-79; Bu sonuncu eserin yazan ar-Râzi, Necciriyye' nin al-Hafsiyye adında bir kolönun daha olduğunu yazıyor.
140
DOKUZUNCU BÖLÜM
MünCİE Mürcie ismi üzerinde çe şitli nazariyeler vard ır. Bazıları na göre bu adla isimlenen fırka Hz. Ali, Osman rekabeti neticesinde do ğmuştur. Bilindiği gibi Hz. Osman katledildikten sonra Medine'de Mü'minler genel olarak iki guruba ayr ılmışlardır. 1—Hz. Osmân'ı mazlum sayıp onun yakınlarını tutarlar. 2—Hz. Ali'yi imâmet'e lâyık görüp ona ba ğlı kalanlar. Fakat bu iki zümrenin dışında üçüncü bir grup daha vard ır ki bunların çoğu savaşlara iştirak ettikten sonra Medine'ye dönmü ş kimselerdi. Bu üçüncü gruba dahil olanlar ne Hz. Ali'den, ne de Hz. Osmân'dan teberri etmediler. Her iki tarafa da dostça davrand ılar. Ve dediler ki "bu huslıstaki hükmü Allah'a b ırakmak yerinde olur". İşte bu şekilde düşünenlere de Mürcie ismi verildi ği rivâyet edilir Bilindiği gibi başlangıçta Mutezile'nin adlandırılması da bu mahiyette idi. Diğer bir rivâyette göre Hz. Ali'nin imâmette birinci s ıradan dördüncü sıraya tehir edilmesine sebep olanlar Mürcie'dir. Bu anlamda Mürcie, Şia'nın karşıtıdır. Üçüncü bir rivâyete göre büyük günâh sahibi hakk ında verilecek hükmü kıyâmet gününe tehir edenler Mürcie'dir. Bu görü ş gere ğince günah işleyenin Cennet'e veya Cehennem'e gidece ği bu dünyada bilinemez. 0 halde hükmü :Ahirete havale etmek gerekir. Bu anlamda Mürcie, Vaidiyye'nin kar şıtıdır. Bu hususta dördüncü bir görü ş şudur: Mürcie, "irca" dan gelmektedir. İrca ümit (reea) vermek demektir. Nitekim Mürcie "iman sahibine günâh zarar vermez' küfür sahibine ise itaat fayda vermez" demektedir. Böylece bu mezhep günâh i şleyen kimselere ümit vermi ş ve bu sebeple de Mürcie diye adlanm ıştır. 141
Mürcie kelimesi hakkında beşinci görüş de şu.dur: " İrca" tehir, geciktirme ve mühlet verme anlamınadır. Mürcie bu anlamda "irca"dan gelmiştir. Esasen bu mezhep salikleri ameli, imandan tehir etmi şlerdir. Başka bir deyimle rütbe itibariyle imana çok önem vermi şlerdir Ve' ameli inançtan ay ırarak tehir etnıiiıerdir. Bu sebeple de Mürcie diye adlandırılmışlardır217. Inanılır kaynakların çoğuna göre Mürcie mezhebi, yukarda anlattığımız dördüncü ve be şinci görüşün birleşimi ile doğnau ştur. Mürcie'nin görüşleri Havâric'in, Kaderiyye'nin ve Cebriyye'nin fikirleri 'ile kar ışmıştır. Fakat biz burada "al-Mürcie al-Halise" denilen hakiki Mürcie mezhebini incelemek istiyoruz. Hakiki Mürcie mezhebi de birçok kollara ayrılır. Şimdi Mürcie'nin bu kollarını sırasiyle inceliyelim: 1—al-Yfınusiyye Bu mezhebin kurucusu Yûnus b.Avn an-Nun ı eyri'dir. Ona göre iman Allah'ı bilmek, O'na huzur ile ba ğlanmak, O'nu kalben sevmek, kibri terketmek ve bütün bunlar ı dil ile ikrar etmektir. Kimde bu hasletler toplan ırsa o mü'min demektir. Say ılan bu özelliklerin bazısı imanın bir kısmını teşkil edemez. Bu özellikler dışında yapılacak her hangi bir taatm ve sevab ın imanla bir ilgisi yoktur. İnsan imanı hâlis olduğu takdirde terk etti ği bir ibâdetten dolay ı ceza görmez. imanı yakin derecesine ula şmış bir kimseye işlediği günâhları zarar vermez. Mü'min olan amel ve taatla de ğil, iınandaki sami.miyeti ve Allah için duydu ğu sevgi ile Cennet'e girer. Iblis Allah'a inamrd ı . Fakat Allah'a karşı kibirlendiğinden dolayı kâfir oldu. 2—al-Gassâniyye Bazı bakımlardan şüpheci olan Gassân Gassâniyye Mezhebiııi kurmuştur. Gassan'a göre 'iman, Allah' ı ve Resulünü bilmek, Tanrının kitaplarına ve Peygamberin tebli ğine inanmak ve bunu ikrar etmektir. İmana ait bu özelliklerden herbiri ima= bir k ısmım teşkil eder. 2" Mürcie lıakkında bakınız: aş- Şehrestâni, al-Milel Va'n-Nihal, c. I, s. 222-223, Kahire 1948; al-Ba ğdadi, al-Fark Beyn al-F ırak, s. 122-125, Kâhire 1948; as-Seyyid as-Sened, Şerh ala al-Mevaluf li'l tel, s. 631, al-Kostantiniyye 1286; Ibn Hazm, al-Fasl fi'l Milel Ehvâ'Va'n-Nihal, c. II, s. 111-113, Mısır 1317; al-Malati, at-Tenbilı, s. 47, Dımışk 1949; alIsferayini„ s. 90,92, Mısır 1955; ar-Rüzi, s. 70-71, Kâhire 1938; M. Şerefetin, Fakültesi Mecmuası, sayı: 14, s. 22 vd. /stanbul 1930; Mahmûd al-Be şbişi, al-Fırak al-Islâmiyye, s. 26, Mısır 1932; ignaz Goldziher, al-Akide Va' ş-Şeria Arapçaya çevirenler: M.Y. Musâ, Abd al-Hakk; A.H. Abd-al-Kadir; s. '75, Mısır 1946.
142
Yine Gassân'a göre iman artar ve fakat eksilmezn 8 Gassân'ın şiipheciliği de vardır: ona göre Allah' ın bildirdiği nin nerede oldu ğu bilinemez. Belki Kâbe Hindistanda bulunan ba şka bir yerdir. Allah, domuz etini haram etmi ştir. Fakat bahsedilen bu domuz hangi domuzdur? Belki koyun gibi bir mahlûk kasdedilmi ştir. Bunlar kesin olarak bilinemez. Gassân' ın bu saçma fikirleri, Hurişıfilerin ve Batmilerin sap ık te'villerine benzemektedir. Gassân, Ebû Hanife'nin de kendisi gibi dü şündüğünü ve Mürcie'den sayılacağını iddia etmiştir. Bu türlü iddia baz ı mezhep kitaplarında da görülmektedir. Fakat gerçekte Ebû Hanifeiyi Mürcie'den saymak imkâns ızdır. Evet ona göre iman "Kâlb ile tasdik dil ve ikrard ır; iman artmaz ve eksilmez". Onun bu düşüncesini bazıları yanlış anlamışlardır. Ve ameli, imandan tehir ettiğini iddia etmişlerdir. Halbuki Ebû Hanife ictihad yapm ış, amele önem vermiş ve ibâdeti hiçbir zaman terk etmemi ştir. Bu sebeple onu "imanla beraber günâh i şlemek bir zarar vermez" diyen Mürcie'nin taraftar ı saymak tamamen yanlıştır. .
3— Tumiliniyye Bu mezhebin kurucusu Ebû Muaz at-Tumânrdir. İbn al-Esir' 219'in ve Sem'âni'nin anlatt ığına göre Tumân M ısır'da bir köyün adıdır.
Ebû Muaz'ın başlıca görüşleri şunlardır: 1—İman. küfürden koruyan hasletlerin ismidir. Bu hasletlerin hepsini, yahut bir kısmını kabul etmeyen veya terk eden kâfir olur. Tek bir haslet, ne imandır ne de imanın bir kısmıdır. 2—Imanı teşkil eden bu hasletler: mârifet, tasdik, muhabbet, İhlas ve Peygamberin getirdi ği ş eriatı ikrardır. 3—Müslümanların icma yoluyla küfür saymad ığı büyük yahut küçük giinâhlardan birini i şleyen kimseye fâsık denilemez. Fakat böyle bir kimse hakkında fısk yaptı veya günâh işledi denir. 4—Namaz ve orucu ibâdet saym ıyarak terk eden kâfir olur. Fakat bu ibadetleri sonra kaza etmek niyetiyle terk eden kâfir de ğildir. Bir Peygamberi öldüren veya tokatlayan kimse kâfir say ılır. Böyle bir kimsenin küfrünün sebebi tokat veya öldürme olay ı değil, duyduğu kin ve düşmanhktır. 218 Bu hususta al-Ici, as- Şehrestâni, al-Ba ğd5di ve al-Isferâyini ittifak etmektedir. Halbuki ar-Râzi, Cassas'm " İman eksilmez ve artmaz" dedi ğini zannetmektedir. Bak: itik3d3t, s. 70. 2 " Bak: İbn al-Esir, al-Lubttb, e. I, s. 187, al-K5hire 1357.
143
4— as-Sevbâniyye Sevbân al-Murcii de ameli imandan ay ırmış ve tehir etmiştir. Ona göre iman Allah' ı Peygamberleri ve aklen yap ılması gereken şeyleri bilmek ve ikrar etmektir. Ak ıl bakımından terk edilmesi câiz olan şeyler imandan değ,ildir. Sevbâniyye Mezhebi salilderi bazı hususların aklen biliıımesini ş art ko ştukları için diğer Mürcie fırkalarından ayrı bir taşımaktadırlar220. 5—al-Merisiyye Meris Mısır'da bir köyün ad ıdır221. Ebû Abd ar-Rahman 13i şr b.Gıyas al-Merisruin bu köye mensub oldu ğu söylenir. Bu şahıs fıkıh ilmini Kadı EU Yûsuf'tan ö ğrenmiştir. Kelâm ilmi ile de meşgul oldu. Kur'ân'ın mahlûk oldu ğunu iddia etmeye başladı. Bunun üzerine Ebû Yûsuf ondan ayrıldı . Onun görüşünü sapıklık saydı . Diğer yandan Mutezile de al-Merisryi tekfir ediyordu. Çünkü o kullarm iktisap etti ği fiilleri Allah yarat ır diyordu. al-Mersi hadis ilmiyle de u ğraşmıştır. H.218 / M.833 yılında öldü ğü söylenir. Di ğer bir rivâyete göre de onun ölüm tarihi H.219 / M.834 dür. al-Mersi'ye göre iman, kalble ve dille tasdiktir. Yine ona göre putlara, aya ve güne şe secde etmek küfür de ğil, küfrün alâmetidir. Büyük günah i şleyenler Cehennem'de ebediyyen kalmazlar. Günâhlar ı kadar yand ıktan sonra oradan ç ıkarıhrlar. 6—al-Ubeydiyye Mezhebin kurucusu Ubeyd al-Mukteib'dir. Ona göre şirkten başka bütün günahlar muhakkak affolunur. İnsan tevhid üzerine ölürse bütün kötülükleri ve günâhları ona zarar vermez. Ubeyd'in bir iddiası da Allah'ın sıfatları hakkındadır: Allah'ın ilmi zatından başka bir şey de ğildir. Allah'ın kelâm'ı Allah'ın zatından s ibarettir. Onun diğer bir iddiasına göre de Allah insan sûretindedir. Ubeyd'in bu görüşleri Ehl-i Sünnet'in fikirlerine ayk ırı düşünceleridir222. "° Sevbân haklunda bakımz: al-Lubâb, c. I, s. 198. 221 Bak: Aynı eser, c. III, s. 128, al-Merisiyye kelimesini, al-Mirrisiyye şeklinde okuyanlar da vardır. "2 al-Ubeydiyye Mezhebi al-Bağdâdrnin, al-Isferüyiyni'nin ve ar-ltüzrnin tasnifinde yoktur. Buna mukabil Şehrestâni ve al-Ici bu mezhebi Mürcie'den saym ıştır. Bundan ba şka Rüzi tasnifinden Halidiyye mezhebine de yer vermi ştir. (Itiküdüt s. 71); Şehresttınl ayrıca Salih b. ömer'in kurduğu mezhebi kaderci Mürcie'den sayarak tasnifine eklemi ştir. Keza kaderle irca arasında bocalayan Muhammed b. Şebib, Ebü Şimr ve Gaylân b. Mervan ad-Dımeşki gibi bir çok kimseler de temayiiz etmi ştir. (Tafsilat için bak ın= al-Milel va'n-Nihal c. I, s. 227-234; al-Fark Beyn al-Fırak, s. 124-125).
144
ONUNCU BÖLÜM
al-KERRASİYYE Mezhebin kurucusu Ebû Abdullah Muhammed b.Kerrâm'd ır. İbn Kerrâm sûfi ve mutaass ıb bir ş ahsiyetti. S ırtında bir post, ba şında bir külah taşıyan bu zat, yoksulluk içinde ya şar ve aza kanaat ederdi. Aslen Sicistan'ın merkezi Zerenç ahalisinden idi İlmi ve kabiliyeti derin değildi. Birçok yerlerde dola ş mıştı . Mekke civarında beş sene kadar ikâmet etti. Daha sonra Ni şabilr'a geldi. Bu zamanda bu memleketin hükümdarı Tahir b.Abdullah idi. İbn Kerrâm, Allah' ı tecsim etmesi ve iman hakkında fikirleri ileri sürmesi yüzünden hapsedildi. Bir aral ık hapishaneden ç ıkarıldı. O da memleketi olan Sicistan'a gitti. Burada kendine ait her şeyi sattıktan sonra tekrar Ni ş abur'a döndü. Bu defa da Beni Tahir'in son hükümdar ı olan Muhammed b Tahir tarafından hapsedildi. Bu şehirde geçen 14 senelik hayat ının yarısı hapishanede geçmişti. Va'zetmeyi ve hadis rivayet etmeyi severdi. Va'z ım tu ğladan yapılmış bir kürsü üzerindeki postuna oturarak yapard ı. Kendisine Nişâbûr, Herat, Şurin ve Afşin civarında pek çok taraftar sa ğlamıştı. Bir ara kendisinin Niş abûr'da kalmas ı mahzurlu görülerek şehirden taraftarlar ıyla birlikte çıkarıldı . Bunlar Nişabılr'dan Kudüs'e gittiler, yalnı z Kudüs'te 20.000 kadar kerrami vard ı. Semerkant'ta hangâhlar kurmuşlardı. İbn Kerrâm H.255 / M. 868 yılında öldümüştür. En meşhur eseri Azâb al-Kabr'd ır. İbn Kerrâm çok defa kendisini bir veli olarak göstermek isterdi. Allahi tecsim 223 hususunda bilginler tarafından izahlar istendi ği zaman, ya ilmi esastan yoksun cevaplar veriyordu yahut da söyledi ği her şeyin ilhama dayandığını ileri sürüyordu. Kendisinin zühd ve takvaya zâhiren çok önem vermesi, kültürsüz kimseleri kand ırmasım kolaylaştırıyordu. Mesela' hapisanede iken Cuma namaz ı için abdest alır ve kapıya doğru hareket ederdi. Gardiyana camiye gidece ğini bildirirdi. Gar2"
tecsim etmek demek, Onu cisme benzetmek demektir.
145
diyan onun d ış arı çıkmasına engel olunca, mesuliyeti üzerinden att ığını düşünerek ferahlard ı . Taraftarları Kudus, Semerkant ve Ni ş âbur dolaylannda çoktu. Hatta bunlar Kudüs ve Semerkant'da hangâhlarda tedris yaparlard ı . Ibn Kerrâm'ın muakkipleri aras ında en meşhur olan kimse Ebıl Ya'ktib İ shak b.Mahmi ş 'tir224. Bu zat Iran taraflar ından olan 5.000 kadar insan ı müslüman yapma ğa muvaffak oldu. Bu sebeple Gaznelilerden EMIL Sebüktekin, İ shak b.Mahmiş 'i diğer mezhep saliklerine tercih etme ğe başladı . Mahmılt b.Sebuktekin de kendi zamamnda Kerrâmileri korumağ a devam etti. Bu s ıralarda Fatımiler'in bat ıni daileri (propagandac ıları) Horasan taraflannda faaliyet gösteriyordu. Hükilm-dar Mahmût b.Sebüktekin gizli memurlar ı vasıtasiyle Batmileri tâkip ettiriyordu. Nihayet Ni ş abilr'da bazı batıni dailer yakalandı . Bunlar teşkilâtın gizli bazı elemanlarını haber vermek zorunda kald ılar. Bu durumdan, Kerrâmilerin o zamanki reisi İ shak b.Mahmiş faydalanmak istedi. Kendisine muhalif olan birçok kimseleri Batmilikle suçla ır ağa başladı . Bu durum Niş âbûr dolaylarmda deh şet uyandırmağa başladı . Itham edilmekten korunmak için bir çok kimseler Kerramilere fidye veriyorlard ı . Böyle yapmayan birçok kimseler şikayet ediliyor ve takibata uğruyorlardı . Bu esnada Imad al-Islam ünvaniyle macruf olan Ni ş abûr fâkihi Said b.Muhammed hac vazifesini ifa etmek amaciyle Ni ş abûr'dan ayrıldı . Ilkin Ba ğdad'a vard ı . Orada Halife al-Kadir Billah' ın huzuruna kabul edildi. Durumunu halifeye anlatt ı . Halife de Kerrâmiler hakk ında alınması gereken baz ı tedbirlere dair Muhammed b.Sebüktekin'e hitâben bir mektep yaz ıp Said b.Muhammed'e teslim etti. Bu zat da Hac vazifesini ifa ettikten sonra Gazneye dönüp geldi. Halifenin yazd ığı mektup Mahmud b. Sebüktekin'e verdi. Hükümdar mektubu okuyunca derhal Kerrâmiler'in o zamanki reisi İshak b.Mahmiş 'i huzuruna çağırtarak Allah Teala'nın cisme benzetilemiyece ğini söyledi. İ shak, Hükûmdarm artık kendisini tasvip etmedi ğini anhyarak tecsim hakk ındaki iddialarını inkâr etti. Hükümdar da bütün valilere emir yolla ıyarak Allah Teala'r cisme benzeten vaizlerin cezaland ınlmasım istedi. Böylece Kerrâmilerin nüfûzuna a ğır bir darbe vurulmu ş oluyordu. Gazneli hükümdar Halife'den mektup getiren Said b.Muhammed'e bir de hil'at hediye etmi şti. Fakat kerrâmiler bu durumu kıskandılar. Said 2" Bak: Mehmed Şerefeddin, Kerrârniler, Darülfünûn Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı: 11, s. 4, Istanbul 1929; Murtaza az-Zebidi, Tac al-Arusda Ibn Kerrâm maddesinde bu ismi metindeki gibi Ebû Ya'kub İ shak b. Mahmis olarak kaydetmistir. M. Şerefeddin ise Muhammed b. Ishalc b. Mahmisat diye kaydetmistir.
146
b.Muhammed'i mu'tezili fikirlere inanmakla suçlad ılar. Bu iftira üzerine halk iki gruba ayr ıldı . Hadise büyümek istidadı gösterdi. Neticede Hüldimdarın karde şi Nasır b.Sebüktekin hadiseyi yat ıştırdı . Fakat Kerrâmiler di ğer mezhep salikleriyle u ğraş maktan geri durmuyorlardı . Eş 'arilerden Eb ıl Bekr b. Furek aleyhinde faaliyetlerde bulundular. Esasen İbn Furek onlar ın tecsim görüşlerini bir münâzarada çürütmüştü. Onlar da bu zattan intikam almak dü şüncesiyle onu bazı hususlarda itham ettiler. Onlara göre İbn Furek, Peygamberimiz'in vefatiyle risâletinin sona erdi ğini ve hükümsüz oldu ğunu iddia etmi ş . Gerçekte ise bu bir iftira idi. İbn Furek bu iddiayı reddetti. Kerrâmikr her devirde Ehl-i Sünnet bilginleriyle u ğraşıyorlardı . Bu arada Fahreddin ar-Râzi (Ölm. H.606 / M.1209) ile olan mücadelederini zikredebiliriz. Gurilerden G ıyasettin Muhammed, Fahrettin Râzr ye pek çok hürmet etti ği için onun nâmına Herat'ta bir medrese in şa ettirmişti. Herat'ta bulunan G ıyaseddin'in amcas ımn o ğlu Ziyaeddin, Kerrânıilerin etkisinde kalarak Fahreddin Râzrye kar şı cephe aldı . Hatta Râzryi mahcup etmek için Firtıgiih'ta Safii ve Kerrâmi âlimlerini topladı . Tertiplenen münâzarada Râzrnin hâmisi G ıyaseddin'in de bulunmasını sağladı . Miinâzara meclisinde. K errâmiler'in o devirdeki reisi İ bn ul-K ıdve unvaniyle tanınan Abdülmecit b.Ömer de bulunuyordu. Münâzarada Fahreddin Râzi, İbn ul-Kıdve'ye şiddetle hücûm etti. Kerrâmilerin reisi ise sâkin bir tav ırla mütevâzi cevaplar veryordu. Münaka ş a'nın uzamasına sinirlenen Gıyaseddin meclisi terketti. Neticede Kerrâmiler, Fahreddin Râzi kar şısında cevabtan âciz hale dü ştüler. Fakat m.ünazaradan sonra yenilgilerinin intikam ını almak amacıyla hakarete u ğradıklarını iddia ettiler. Halk aras ında karışıklık ve ikilik başladı . Neticede Fahreddin Râzi, Firûzgûh'tan uzakla ştırılarak zuhur edecek olaylar önlendi 225 . Hicri IV. üncü yüz yılın ikinci yarısında faaliyet gösteren Ibrahim b.Muhâcir adında diğer bir Kerrâmi de baz ı sapık görüşler ortaya atmıştı . Ona göre Allah'ın bütün isimleri arazdır. Hattâ Allah lâfz ı, kadimbir cisme girmiş bir arazdır. Rahman, Rahim ve Hâlik gibi Allah tealânın diğer isimleri de birer arazd ır. Ona göre Allah, Rahman'dan ba şkadır. Her iki isim de bir kadim cisme girmi ş arazlardan ibaretir. Keza Hâlık, Razık'tan ba şka birş eydir. Yine İbrahim b Muhâcir'e göre zani, kendisine zina isnad edilen kimsedeki bir arazd ır. Sarık, kendisine hırsızlık isnad edilen kimsedeki 225 Bak: Mehmed Şerefeddin, Kerrâmiler, Darülfünûn ılâhiyat Fakültesi Meemuas ı, sayı: 11, s. 1-9.
147
bir arazdan ibarettir. Ona göre h ırsızhktan dolay ı eli kesilen kimse sarık'tan ba şka bir varlıktır. Keza ilim, âlim, kudret, kâdir, hayat ve hayy cismin gayri olan arazlardan ibarettir. İ brahim b.Muhâcir'in bu gibi iddias ı yüzünden tertip edilen bir münâzarada, Ehl-i Sünnet bilgini Abd al-Kâhir al-Ba ğdâdi (01m. H.429 / 1037) onu ve taraftarlar ına gerekli cevapları başarıyla vermiş ve Kerrâmileri mahcup etmi ştir. Bu arada Allah' ın isimleri ve bizzat "Allah" lâfz ı ibâdet edilen varlıktan ayrı bir araz say ıldığı takdirde, yapılan ibâdetlerin Allah için olamıyaca ğım hatırlatmıştır. Çünkü ibâdet Allah için yapılmaktadır. Kerrâmiler ise ibâdet edilen varl ık Allah'tan başkadır diyorlardı226. Işte böylece ibrâhim b.Muhâeir'in iddialar ının gerçeklere ayk ırı olduğu ispatlanmış oldu. Kerrâmiye fırkalarımn hepsi 12 tanedir. Fakat bunlar ın en tanınmış olanları 6 tanedir. Bunlar da a ş-Sehrestâni'ye göre al-Abidiyye, at-Tuniyye, az-Zerriniyye, al-Ishâkiyye, al-Vâhidiyye ve al-Heysemiyye'dir. Abdalkahir al-Ba ğdâdrye göre de bunlar ı Hakaikiye, Taraikiye ve Ishâkiye diye üç kolda toplamak mümkündür. Bunlar aras ında bazı ayrılıklar bulunmakla beraber birbirlerini tekfir etmedikleri için tek bir fırka olarak incelenebilir. Ebiı Abdullah Muhammed b.Kerrâm'a göre Allah ar ş üzerine yerleşmiştir. Allah zat itibariyle fevk yani üst taraftad ır. Allah'a cevher denebilir. Özellikle Azâb al-Kabr adl ı eserinde "Allah'ın zâtı ve cevheri birdir. O en yüksek tabakadan ar şa temas etmektedir" dedi. Allah için intikali, de ğişmeyi (tehavvül) ve inmeyi (nuz ıll) câiz gördü. Fakat ona tâbi olanlardan baz ıları "Allah arş üzerine istiva etti"227 âyetinin anlamında ihtilâf ettiler. Baz ıları Allah'ın arşın bazı cüzleri üzerinde oldu ğu iddia ettiler. Di ğer kısmı ise, Arş Allah'Ia dolu dediler. Bunlardan Abidiyye Allah'Ia ar ş arasında muayyen bir uzakhk ve mesafe oldu ğunu ileri sürdü. Muhammed b.a1-Heysem ise Allah'la arş arasında nâmütenâhi mesafe oldu ğunu iddia etti. Kerrâmiye'nin çoğu Allah'ı cisim olarak gördülderi için bunlara Mücessime de denir. Kerrâmilere göre Allah' ın zatında birçok hadiseler cereyan eder. Mâziden ve âtiden haber vermek, nâzil olmu ş kitapları, kıssaları, alva'd va'l vaid'i ve hükümleri, i şitilecek ve görülecek şeyleri bildirmek 2" Bak: al-Ba ğcladi, al-Fark Beyn al-Fırak, s. 137. 2" Bak: Taha Süresi, âyet: 5.
148
bu hadiselerdendir. Akıl güzel ve kötü şeyleri Ş eriattan önce bilir. Şeriat'ın tebliğinden önce akıl yoluyla Allah'ı bilmek vâciptir. İmâmet nass ve tayinle olamaz. Ancak ümmetin icmâsiyle yani seçimle olur. Ancak iki ayr ı memlekette iki ayr ı imama, icma yoluyla biat eâizdir. Ş am'da Hz. Muaviye'nin, ayn ı zamanda Medine ve Irak'ta Hz. Ali'nin imâmeti câizdir. Beni Âdem'in imân ının başlangıcını şu âyete dayat ırlar. "Hani Rabbin, Adem oğullarından onların sırtlarından zürriyet lerini çıkarıp kendilerini nefislerine ş ahit tutmuş . Ben sizin Rabbiniz değil miyim demişti. Onlar da evet demi şlerdi" .228 Bu âyetin hükmü sonsuza kadar bâkidir. Ancak irtidat yoluyla bu imandan dönülür. Esasen sadece diliyle "lâ ilâhe illâllah" diyen mü'mindir. Diliyle bunu söyliyen kalbinde küfür taşısa da ınünlindir. Mü nafıkın imanı ile nebinin imanı arasında fark yoktur. Ancak münâfık bu dünyada kendini kurtarır ve öldürülemez. Fakat öbür dünyada ebedi cezaya müstehak olur. İbn Kerrâra Allah'a a ğırlık da isnad etti. İnfitar sûresinin bir âyet ıni. "Semâ Allah'ın ağırlığından yaratıldı" diye tefsir etti. Kerrâmilere göre nübüvvet ve risâlet nebi ve resûle hulul etmi ş iki arazdır. Nübiivvet ne mucize, ne vahy ve ne de ismettir. Kendisinde bu araz has ıl olan kimseyi Allah'ın resûl olarak göndermesi vâciptir. Bunların fıkıh sahasında da saçma iddiaları vardı . Bunlara göre pisyerde, pis elbiseyle namaz k ılmak câizdir. Bunlara göre pislikten temizlenmek zaruri değildir. Fakat cenabetten temizlenmek gerekir. Ölünün yıkanması ve cenaze namaz ı da lâzım değildir. Fakat kefenlenmesi ve gömülmesi gereklidir. Onlara göre farz namazlar ve hac vazifesi için niyet gerekmez. Fakat nafile namazlar için bu niyet lâz ımdır. Baz ı imamlarla alay da ederlerdi. Meselâ Ebil Hanife ve a ş-Safirnin ilimleri bir kadının tumanı dolusu yoktur derlerdi. İmamlar hakkındaki bu gibi tahkir edici sözleri onların gerçekten ne kadar uzakla ştıklarını gösterir 230. 228
A'raf Süresi, ılyet. 172. İnfitar Sûresi, âyet. 1. 230 Bak: al-Milel Va'n-Nihal, e I, s. 180-193; at-Tabsir, s. 99-103; al-Fark Beyn al-Fuak, s. 130-138; al-F ırak al- ıslâmiyye, s. 59; Mehmed Şerefeddin, Kerrâmiler, Darülfümln Ilühiyat Fakültesi Mecmuası, sayı : 11. 2"
149
ONB İ RINCI BÖLÜM
MÜŞEBBİHE Sahabe ve Tabiin devrinde müsliimanlar müte ş âbih âyetleri te'vil etmekten son derece bir titizlikle çeki ııirlerdir. Bunun da ba şlıca iki sebebi vardı . 1—Kur'ân- ı Kerim'de, kalplerinde sap ıklık olanların fitne ve te'vil maksadiy-le âyetlerin m.üte ş ebih olanlarma tabi olaca ğı bildirilmişti Bu gibi âyetlerin te'vilini, ancak Allah' ın bilece ği anlatılmıştı . Bu sebeple Müslümanların her şeyin Allah'tan oldu ğunu söylemekle yetinmeleri gerekiyordu. Çünkü Kur'an âyetlerini te'vile çal ışmak bizzat Kur'ân- ı Kerim'in ruhuna aykırı sayılıyordu. 2— Diğ er yandan Selefiyy un. te'vil konusunda ş öyle düşünüyordu: te'vil zan mahsülüdür. Allah' ın sıfatları hakkında zanlara dayanarak fikir yürütmek ise câiz de ğildir. Çünkü bir âyeti Allah Tealâ'nın muradı hilâfma bir mâna ile te'vil etmek ihtimal dışında değildir. E ğer bir âyete Allah'ın kasdetti ği mânanın dışında bir anlam verilirse bu sap ıklık olur. Bu sebeple ilinıde ileri gidenlerin dedi ği gibi "her şey Allah indindedir" demelidir. Ayetleriıa zâhirine inanmak ve mânas ım Allah'a havale etmek gerekir231. Selefiyyun müte ş âbih âyetler hakk ında böyle düşünürken, Allah hakkında teşbihe düşmekten korunmak gayesini de güdüyordu. Fakat zamanla çe şitli fırkalar tiiredi. Bunlar ın bir kısmı Allah' ı insan'a benzetmeye başladılar. Başka bir deyimle Allah'a el, yüz, ayak ve mekan isnad etmeye ba şladılar. Böylece Allah'ı insana te şbih eden ve umumiyetle Müş ebbihe diye adlanan fırkalar do ğdu. Müş ebbihe fırkaları başlıca iki büyük bölüme ayr ılır: 1—Allah'ın zâtını insana te şbih edenler. 2— Allah'ın sıfatlarını, insanın sıfatlarına benzetenler. 2" Bak: aş- Şehrestâni, al-Milel va' ıa-Nihal, e. I, 171-173, Matbaat al-Ezher bask ı sı , Mısır.
150
Allah'ın zatını insana benzeten fırkalar Bunların çoğu Şia'nın Gulat kısmına dahil olan fırkalard ır.
Sebeiyye : Hz. Ali'yi Allah'a benzetmi ştir. Beyaniyye : Bu fırka'nın kurucusu olan Beyan b.Sem'an, Allah' ın nurdan yap ıldığını ve uzuvlar bakımından insana benzedi ğini iddia etmiştir.
Mugiriyye : Fırka'nın kurucusu Mugire b.Said al-icli'dir. Allah' ın organları olduğunu ve bu organların arapça harflere benzedi ğini ileri sürmü ştür. ,
al-Mansuriyye : Bu fırkayı ab'û Mansar al- İ cli kurmuştur. Kendisini Allah'a benzetmi ştir. Onun saçmâ iddialar ından birsi de şudur: Güya gö ğe çıkmış Allah eliyle onun ba şını okş amış ve "ey oğulcu ğum, beni tebliğ et" demiş , Bu sözlerin Eh-i Sünnetce saçmal ığı aşikardır. al-Hattâbiyye : Allah'ın ruhunun evvela Ca'fer as-Sad ık'a, sonra da abal-Hattab al-Esedrye girdi ğini ve imamlarm ilah say ılaca ğını iddia etmiştir.
Hululiyye : Bunların kolları çoktur. Allah' ın imamlara hulil ve imamlar şeklinde zuhür etti ğine inanırlar. Hulmaniyye : Hulul fırkalarındandır. Bu fırkayı aslen İranh olan Eh-ıl Hulman ad-D ımaşki kurmuştur. Davas ını Dımaşk (Ş am) taraflarında yaydığı için Dımaşki diye anılır. Bu ş ahsın taraftarlar ı iki bakımdan hataya dü şmüştür: 1—Allah'ın güzel şahıslara hulfil etti ğine inanırlar ve bunun neticesi olarak güzel bir kimse gördükleri zaman ona secde ederlerdi. 2— Allah'a Eh -ii Hulman gibi inananlar için haram ve günahın bulunmadığına ve hulmâni olan bir kimsenin istedi ği her şeyi yapmasında bir mahzur olmad ığına inanırlar.
Mukannaiyye : Bunlar Maveraünehir'de faaliyet göstermi ştir. Reisleri Mukanna, sihir, hesap ve geometri ilmine vak ıftı Evvela Rizamiyye fırkası na salikti. Daha sonra Allah'lık iddiasında bulundu. Allah' ın kendi, suretinde göründii ğiinü ve her asırda özel bir surette görüneceğini ileri sürdü. Halife Mehdi zamanında Mukanna'nın askerleri, halife ordusunu hezimete bile u ğratmıştı . Mukanna tabas na garam şeyleri helal kıldı . Namaz ve oruç gibi ibadetlerin lüzumsuzlu ğunu iddia etti. Bunun fitnesi ancak 14 sene kadar sürdü 232. 232 Mukannaiye fırkası hakkında, bu eserimizin Batmilik bölümünde geni ş bilgi verdik. Teşbihi fikirleri dolayısiyle burada kısaca söz konusu ettik.
151
Azafıra : ibn Azâfır (Ölm. H.322 / M.933)'m ilâh oldu ğuna inanan bu fırka, hulül fırkaları arasında sayıhr. İbn Ebi Azâfır, kendisinin rühul-kudüs oldu ğunu da iddia etmi ştir. Fikirlerini al-Hâsse asSâdise adlı eserinde topladı . Neticede İ slâm ş eriatını kaldırdığını ilân etti. Bu yüzden de devrin halifesinin emriyle öldürüldü.
Hişâmiyye: Rafizi fırkalar aras ında sayılan hiş amiyye iki ş ahsa nisbet edilir1—Iliş âm b.al--Hakem: Şia'nın mütekellimlerindendir. Onunla mutezili Ebü Huzeyl al-Allaf aras ı nda kelâma dair tart ışmalar olurdu. Hiş âm, Allah'ı cisme benzetmekle Mü ş ebbihe'nin fikrini benimsedi. Hatta "Allah yedi kar ış boyundadır" dedi. Allah' ın zat itibariyle hududu ve sonu vard ır iddiasını ortaya att ı . Yine Allah'a uzunluk, genişlik, derinlik, renk ve koku gibi hususlar' isnat etti. Bazan da Allah' ın inci gibi yuvarlak bir varlık oldu ğunu ileri sürdü. 2— Hiş âm b Sâlim al-Cavaliki• ona göre Allah insan suretindedir. Vücudunun üst yarısının içi boş , alt yarısının ise doludur. Allah'ın saçı siyahtır. Kalbi hikmetler kayna ğıdır. Hiş âm'ın bu saçma iddialarının, Kur'ân- ı Kerim'in âyetlerine aykırı oldu ğu âşikârdır.
nusiyye : Gulât-ı Şia'dan olan bu fırka, Yünus b.Abd ar-Rahman tarafından kurulmu ştur. Ona göre melekler ar şı, arş da Allah'ı taşır. Böylece de fırka da Mü ş ebbihe fırkaları arasında sayılmıştır. al-Cevânbi tarafından kurulmu ş olan bu fırka salikleri Allah' ı insana benzetirler. Ancak Allah için sakal ve ferci münasip bulmazlar.
al-Mü şebbihe:
al-İbrahimiyye : Bu fırkayı İbrâhim b.Elıi Yahya al-Eslemi kurmuştur. Allah' ı insana benzeten dü şünceler ileri sürer ve mevzu hadisler rivâyet ederdi.
Habıtiyye: Mu'tezile fırkaları arasında sözü geçen bu fırka, Hz. Isâ'yı Allah'a benzetir ve hattâ onun ikinci ilâh oldu ğunu iddia ederdi. Kerrâmiyye: Allah'a mekân isnad eden bu fırka'dan daha önce bahsettik. Allah' ı cisme benzetti ği için bu fırka Müşebbihe fırkaları arasında da zikredilir sdatlartm, insanlarm stfatlarma benzeten müşebbihe fırkalart Bu fırkalann fikrini benimseyenler genel olarak Allah' ın insanlar gibi organlara sahip oldu ğunu zannedenlerdir. Özellikle Ha ş eviyye'den 152
Mudar, Kuhmus ve Ahmed al-Huceymi, Allah' ın sıfat itibariyle insana benzediğini iddia etmişlerdir. Bunlar gibi dü şünenler aras ında Allah'ın bu dünyada görülece ğine ve insanları ziyaret edece ğine inananlar vardı . Bunlar bazı müte ş abih âyetleri te'vil etmeksizin oldu ğu gibi kabul ederlerdi. Baz ı hadislerden ve özellikle "Allah :Adem'i kendi suretinde yarattı", "mü'minin kalbi Rahman' ın parmaklarından ikisi arasındadır", "Allah Âdem'in topra ğını kendi eliyle 40 sabahta yo ğurdu" diye ifâde edilen haberlerden te şbihi mâna çıkardılar. Baz ıları daha da ileri giderek Mü şebbihe'nin görüşlerini yaymak için te şbihi haberler uydurdular. Bu arada Allah'ın iradesinin hâdis oldu ğunu ileri süren Basra Mutezililerini de Müş ebbihe'den sayabiliriz. Çünkü onlar Allah' ın iradesini, insanın iradesine benzetmi şlerdir. Keza Mutezile, Allah'ın Kelânı 'mın mahla olduğunu iddia etmelerinden dolayı Müşebbihe'nin fikirlerini benimsemi ş sayılır. Çünkü Allah'ın Kelâm'ım insanın kelâmına benzetmi ş oluyorlar. Rafizi fırkalardan Zurâriyye de Allah' ın sıfatlarını insanın sıfatlarına benzetmi ştir. Meselâ Allah'ın ezeldenberi hayy, âlim, kâdir, mu rid, semi ve basir oldu ğunu reddetmi şlerdir. Hakikatta ise te şbihi fikirler Kurân' ı Kerim'in ruhuna, Selefiyyiln'un inanışına ve di ğer Ehl-i Sünnet saliklerinin görü şlerine aykırıdır 233 .
23 ' Bak: al-Ba ğclâcll, al-Fark Beyn al-Fırak, s. 138-141; as- şehrestani; Nihal, e. I, s. 171-179; Matbaat al-Ezher bask ısı, Mısır; al-Isferâyini, at-Tabsir e. I, s. 171-179; Matbaat al-Ezher bask ısı, Mısır; al-Isferâyini, at-Tabsir Şerf al-Mevâkıf, s. 633.
va'ns. 105 s. 105-107.
153
ONIKINCI 13ÖLÜM
EHL-İ SÜNNET Ehl-i Sünnet sözü oldukça geni ş bir anlam ta şımaktadır. Biz Ehl-i Sünnet'i ilkin fı khi mezhepler ve i'tikadi mezhepler diye ikiye ay ırabiliriz. Fıkhi mezhepler de kendi aralar ında kollara ayrılırlar. Biz ş-ş.mdi sı rasiyle bu mezhepleri inceliyelim. A) FIKH1 MEZHEPLER Fıkhi mezheplerin kollar ı çoktur. Biz ilk önce en çok tan ınmış olan
4 meıhepten bahsedece ğiz: 1. Miii Hanife ve Hanefi Mezhebi Hanefi mezhebinin kurucusu, Ebü Hanife künyesiyle tan ınan Numân b.Sâbit b.Zura'd ır. Onu sevenler çok defa Imam-1 Â'zam lâkabiyle anarlar. Nu'mân b. Sâbit H.80 / M699 y ılında K6le de dünyaya gelmi ş tir. Mensub oldu ğu ailenin Kiife'ye gelmezden önce Anbar, Nasa veyahut Tirmiz'de oturdu ğu bilinmektedir. Her ne olursa olsun Num:,"zn' ın arap olmad ığı anlaşılmaktadır. Merhum Ahmed Hamdi Akseki, onun Türk asıllı olduğunu söylemiştir234. Bu hususu merhum Ş emseddin Günaltay da teyit etmi ştir235. Günaltay Türk Tarihi Kongresi Konferansları'nda kaydedildi ği gibi Nu'mân'ın Tirmizli bir türk kabilesinden Zuta'nın torunu olduğunu belirtiniştir. Sayın Osman Keskio ğlu da Nu'mân'ın Türk olması ihtimalinin kuvvetli olduğunu kaydetmi ştir236. I3ununla beraber şemseddin Sami ve Goldziher onun Iranl ı olduğunu söylemi şlerdir. Carra de Vaux da ayn ı kanaata i ştirak etmiştir. EMI Hanife künyesiyle tan ınan Nu'mân' ın milliyetini axaştırırken bizce şu hususu akıldan çıkarmamak gerekir: Orta Ça ğda Iran taraf"4 Bak: Ahmet Hamdi Akseki, İslâm s. 44, Ankara 1958. "5 Bak: Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay, Hukuk Tarihinde İslâm Hukuku, s. 30, Ankara 1958. 2" Bak: Osman Keskio ğlu, im3m-1
154
s. 10, Ankara 1960.
larma Orta _Asya'dan pek çok Türk gelmi şti. O derecede ki bu Türkler Iran taraflarında bazı devletler kurarak varhldar ım ve üstünlüklerini isbat etmişlerdir. Bununla beraber bu bölgedeki kimseler hangi milliyetten olursa olsun genel olarak ira ıilı sayılmışlardır. Bu gün Türklü ğü kesin olarak bilinen Mevlâna Celâleddin Rumryi bile iranh sayanlar çoktur. Bu sebeple Ebtsı Hanife'yi iranh sayaniarm da ayn ı alışkanlığı izlediklerini kaydetmek isteriz. Hanife'nin ailesini ıı Küfe'den önce oturdu ğu şehirleri hatırlarsak, onun Türk olmas ı ihtimali daha çok akla uygun görünür. Numân, küçük ya ştan itibaren iyi bir e ğitim görmüştü. Esasen ilme ve okuma ğa karşı hevesi büyüktü. Kur'ân' ı KıVe'de ezberledi. Arap dili ve edebiyat ı tahsil etti. Hadis ve fıkıh ilmine karşı ilgisi fazla idi. Özellikle her meseleyi ak ıl ve mantık ölçüleriyle çözmekte mahir idi. Bu sebeple onun o zamanlar geli şmekte olan kelâm ilminde de şöhret yaptığına ş ahit olmaktayız. Özellikle Amr Amir (Ölm. H.104 M.722)'den çok şeyler öğrendi. Nu'mân 1_6 ya şında iken babas ı ile Hicâz'a gitti. H.96 / M.714 sıralarında bazı Sahabeden ve Tablinden hadis dinlediği anlaşılmaktadır237. Özellikle Sahabeden Enes b.Mâlik'i gördüğü rivâyet edilmektedir. Ebû Hanife'nin ilimde kayna ğının dolayısiyle Abdullah b.Mestid (01m. H.32 / 652) ve Ali b.Ebi Tâlib (Ölm. H.41 / M.661)'e kadar uzand ığı bilinmektedir. Esasen fıkıhta Ktife Okulu'nun en büyük üstadlar ı bu iki zat idi. Bu iki zattan ilim ö ğrenenler arasında Şureyh b.al-Hâris al-Kindi (ölm. H.78/ M.697), Alkame b. Kays (Ölm. H.62 / M.681), Masrük b.al-Ecda' al-Hemedani (01m. H.63 / M.682) ve Esved b.Yezid an-Naha'i (Ölm. H.95 / M.713) de vard ır. Bu zatlardan da İbrahim an-Naha'i (01m. H.95 / M.713) ve Amir as- Ş a'bi (Ölm. H.104 / M.722) ilim ö ğrenmiştir. Bu iki âlimden de Ebû Hanife'nin çok sevdiği hocası Hammâd b.Ebi Süleyman (Ölm. H.120 / M.737) ders aldı238. Ebû Hanife Kûfede 20 ya şından itibaren 18 y ıl müddetlo hocası Hammâd'ın derslerine devam etti. Evvelce kelâm ilminin üstünlüğüne inandığı ve bu ilim üzerinde derinle ştiği halde, bir hâdise fıkılı ilmini tercih etmesine sebep oldu. Bu hâdise de şudur: Ebû Hanife bir gün camide Hammâd b.Ebi Süleymân' ın ders verdiği yere yakın oturuyordu. Bir kad ın Ebû Hanife'ye yakla ş arak şu suali sordu: "bir kimse kar ısını boş amak istiyor. Bunu sünnete uygun 2,7 Bak: Halim Sabit Sibay-, Islâm Ansiklopedisi, Ebü Hanife maddesi, cüz: 29, s. 20, Istanbul 1945. 2" Bak: Ahmed Emin, Duha'l-Islâm, c. II, s. 180, Mektebet an-Nandat al-M ısriyye baskısı, Mısır.
155
surette yapmas ı için nasıl hareket etmelidir?". Ebû Hanife soru soran bu kadını, fıkıhta derin blgisi olan Hammâd b.Ebî. Süleyman'a yolladı ve kadına alaca ğı cevab ı kendisine de bildirmesini söyledi. Hammâd, bu meseleye ş öyle cevap verdi: "bo ş anan kadın hayız ve cima'dan temiz olduğu halde bir talakla bo ş anmış sa, bu kad ının yeniden evlenebilmesi için iki hayız müddeti beklemesi ve ondan sonra gusul etmesi lazımdır. İkinci hayızdan sonra gusul edince kad ın başka bir erke ğe helal olur". Kadın Hammad'tan ald ığı bu mealdeki cevab ı Ebû Hanife'ye bildirdi. Ebt) Hanife de art ık kelam ilmine ihtiyac ı olmadığına kanaat getirerek Hammâd b.Ebi Süleyman' ın ders halkas ına intisap etti. 10 sene kadar onun derslerine devam ettikten sonra kendisi de bir üstad olarak ders halkas ı kurmak istedi. Fakat bunu dü şündüğü sabah camide hocasını görünce hemen onun yanına ko şup derslerine iltihak etti. Ne garip tesadüftür ki o gün de Hammad' ın bir miras meselesi için Basra'ya git nevi gerekiyordu. Yerine birisini vekâleten hoca olarak b ırakması lazımdı . Bu vazifeyi çok güvendi ği ve çok sevdi ği talebesi Ebû Hanife'ye verdi. Hammâd gider gitmez EL& Hanife'ye bir çok sorular sorulmağa başladı . EU, Hanife hocas ından duymadığı 60 kadar mesele hakkında da rey beyan etti. Hocas ı dönünce kendi reyiyle çözdü ğü bu 60 meseleyi ona arzetti. Hammâd, bu 60 meseleden 40 tanesinin çözüm şeklini doğruladı . 20 meselede Elyû Hanife'ye muhalefet etti. Bunun üzerine Elyû Hanife daha kendisinin yeti şmesi gerekti ğini düşünerek Hammad'ın derslerine devam etme ğe karar verdi. Hocas ı ölünceye kadar da onun halkas ından ayrılmadı239 . Hammâd H.120 / M.737 yılında vefat edince Ebil Hanife, dostlar ının ve talebe arkada şlarının ısrar ve ricas ı üzerine Hocasının yerine ders verme ği kabul etti. Esasen kendi vakar, ahlak ve bilgisi sayesinde arkada şları aras ında temayüz etmi şti. Kendisinden bilgi ö ğrenmek üzere Irak, Havarizm, Türkistan, Horasan, Iran ve Arabistan' ın çe şitli bölgelerinden bir çok ö ğrenciler geliyordu. Ebû Hanife 30 sene müddetle -verdiği dersler neticesinde 400) seçkin ö ğrenci yetiştirdi. Bunlardan 40 kadarının ictihad derecesine yükseldi ği rivayet edilmektedir 240 . Ebâ. Hanife, gençli ğinden itibaren ticaretle de me ş gul olmuştu. Özellikle bu amaçla gitti ği Basra'dan ilmi bakımdan da faydalan ırdı . Hicri ikinci yüzyıl Cebriyye'nin, Mutezile'nin, Şia'nın ve Mürcie'nin fikirlerinin çarp ıştığı bir devirdir. Ebti Hanife kelam ilminde de çok derinleştiği için bu fırkaların mensuplarıyla yaptığı münakaş alardan da ba ş arıyla çıkmasını bildi. 239 240
156
Bak: Dr..M.Es'ad K ılıçer, islâm Fıkıhında Rey Taraftarları, s. 51-52 Ankara 1961. Bak: İ slam Ansiklopedisi, cüz: 29, s. 21.
Ebû Hanife'ye, biri Emeviler, di ğeri de Abbasiler zaman ında olmak üzere iki kere kad ılık teklif edildi. Bu teklifleri kabul etmedi ği için kendisine i şkence yap ıldığı da bilinmektedir. Emevilerin son sıralarında kadılık teklifini Irak valisi Yezid b. Hubeyre yapm ıştı . Emevilerin nüfuzu halk üzerinde azalmıştı . Her tarafta memnuniyetsizlik artm ıştı . Yezid b.Hubeyre, Ebil Hanife gibi meşhur bilgini Irak kadısı yapmakla halkı tekrar kazanaca ğını umuyordu. Ebü Hanife ise Ehl-i Beyt'e yap ılan eziyetleri tasvip etmiyordu. Kalben onlardan yana idi. Bu sebeple kad ılık teklifini kabul etmedi. Bunun üzerine Yezid b.Hubeyre onu k ırbaçla dö ğdürdü ve ,hapsetti. Ebü Hanife nihayet bu i şkencelerden kurtulma yolunu bulup Mekke'ye gitti. Hicri 130 / M. 747 yılında hac vazifesini ifa etti. Tekrar i şkence gördüğü yere dönmiyerek Mekke'de kald ı . Orada seçkin fakihlerle tan ışıp fikir teatisinde bulundu. Hatta bir ders halkas ı kurdu. Baz ı bilginler, bu arada İbn Ebi Leylâ İbn Şubrume, Şureyk ve Süfyan as-Seyri hadise az önem verdi ği düşüncesiyle Ebü‘ Hanife'yi be ğenmiyorlardı . Bu sebeple Mekke civarındaki ulema aras ında Ebü Hanife hakkında pek iyi kanaat yoktu. Ebü Hanife Mekke civar ının bilginleriyle görüşüp kendi sistemini bizzat açıklayınca hakkındaki bütün dedikodular ın yerini hayranlık ve saygı aldı . Her görü ş en onu takdir etti. ,
İmam Malik ve Süfyan b.Uyeyne onu sayg ı ile anmağa başladılar. Hatta kıyas cihetinden az da olsa Ebü Hanife, İmam Mâlik'e tesir etti. Kendisi de Mekke civarında hadis ilminde daha çok derinle şti. Ebü Hanife H.132 / M.749 yılında Abbasiler iktidara gelince Mekke'den Küfe'ye döndü. Yine ö ğrencilere ders verme ğe başladı . Fakat onun gönlü yine rahat değildi. Çünkü O, hilafetin Hz. Ali neslinden Muhammed b.Abdullah'a veya onun karde şi Ibrahim'e geçmesini istiyordu. Onun Hz. Ali evlatlar ına karşı duyduğu sevgi ve besledi ği saygı Abbasi Halifelerinden Ebü Ca'fer Mansûr'a bildirildi. Bunun üzerine Mnsür onu Kilfe'den Ba ğdad'a getirtti. Ona hürmet göstererek kad ılık teklif etti Mansfır böylece onun manevi nüfusundan istifade et-r:_ek istiyordu. Ebü Hanife kad ılık teklifini kabul etmek istemedi. Bunun üzerine Mansür'la aralar ında şu konuşma geçti. Mansür: — Kadılığı kabul etmen umumun menfaat ınadır. Ebû Hanife: — Ben milliyet itibariyle arap de ğilim. Bu sebeple araplar ictiha-. ıma razı olmıyabilirler. d 157
— Kadıhk milliyetle de ğil, iliırde ilgilidir. Sen âlinllerin en büyüğüsün. Ben kadılığa lâyık Bunun üzerine Halife Mansûr israr ederek "sen bu i şe en çok lâyık olan kimsesin" dedi. Ehtı Hanife de "e ğer ben do ğru söylüyorsam, dediğim gibi ben kaddığa lâyık değilim. E ğer ben yalan söylüyorsam, yalan söyliyene kadıhk emanet edilemez" diye cevap verdi. Bunun üzerine Mansûr, Ebû Hanife'yi hapsetirdi. Ebû Hanife hapsedildikten 15 gün kadar sonra vefat etti. Bir rivayete göre de Mansûr'un israrı üzerine Ba ğdad'da bazı inş aat işlerinin kontrolünü kabul etti. Fakat çok zaman geçmeden gözlerini yumdu. Ebû Hanife H.1 50 / M.767 y ıhnda vefat etti ği zaman 50000 ki şinin onun cenazesine kat ıldığı ve günlerce önemli bir kalabal ığın göz yaşları içinde onun mezarım ziyaret etti ği söylenir241.
Hanife'nin Ahlak ve Meziyetleri: Ebû Hanife farz olan ibadetleri ifâda asla kusur etmedi ği gibi, nafile ibadetler de yapard ı . Cömert bir insandı . sevmezdi. Fakirlere yardım, düşkünlere merhamet ederdi. Herkesin itimad ını kazanmış bir kimseydi. Emanete hiyanet etmezdi. Kanaatkâr bir zatt ı . Ticarette son derece dürüsttü. Bir kad ın ona ipek bir elbise satmak istedi. Ebtı Hanife fiatını sordu. Kadın 100 dirhem istedi. Ebû Hanife "bu 100 dirhemden fazla eder" dedi. Kad ın 400 dirheme kadar fiatı yükseltti. Ebû Hanife yine fiatı az bulunca, kadın kendisiyle alay edildiğini zannetti. Fakat Ebû Hanife bir hakeme ba şvurarak elbiseye yeni bir fiat takdir ettirdi. Bu takdire göre elbisenin fiat ı 500 dirhemdi. Ebû Hanife bu parayı ödeyip elbiseyi satın aldı242. Ihtiyaç sahibi kimselere kumaşların' maliyet fiat ının altında bir de ğerle satt ığı çok vakidir. EM" HaniTe dinin menfaata alet edilmesinin şiddetle aleyhinde idi. Bir gün bir adam dükkân ına gelerek bir kuma ş istedi. O ğlu Hammâd'a istenilen kuma şı müşteriye göstermesini söyledi. Hammâd kuma şı çıkarırken tesadüfen "Salli alâ Muhammed" dedi. Bunun üzerine Ebû Hanife oğluna "mah ö ğdün, satmak do ğru olmaz' diyerek kuma şı satmaktan vazgeçti. Mü şteri aynı cinsten kuma şı başka yerlerde arad ı ise de Ebû Hanife' ıllnkinden daha pahah oldu ğunu gördü. 24' Bak: Ebıl Hanife, Muhammed Elal Zehre, s. 33-54, Çeviren: Osman ICeskio ğlu, Diyanet işleri Başkanlığı Yaymlarmdan, Ankara 1962; imâm s. 27-33. Abdulvalıhâb aşŞa'râni, at-Tabakât al-Kubrâ, e. I, 46, Mısır. 2" Bak: Muhammed Ebil Zehre, EM]. Hanife, s. 29-30.
158
Yine bir gün, bir medineli zat Ebü Hanife'nin dükkan ına gelmişti. Bazı kumaşlar satın almak istiyordu. Ebü Hanife de dükkândan yoktu. Tezgahtar kuma şlara 1000 akça istedi. Medineli kimse, Eh() Hanife'nin dükkanında pazarlıksız satış yapıldığını duymu ştu. Bu sebeple 1000 akçay ı verip kuma şı aldı Fakat kumaşın gerçek de ğeri 600 akça idi. Ebâ Hanife dükkâna dönünce yanlışlığın farkına vard ı . Derhal medineliyi arattı . Adamı bulamadılar. Bunun üzerine bizzat kendisi bir süre sonra Medine'de gitti. Fazla olarak tahsil olunan 400 akçay ı, kumaşı alan zata iade etmek istiyordu. Nihayet Medine'de ayn ı kumaştan elbise giymiş bir kimseye rastlad ı . Bu kimseyi sorguya çekince, kendi dükkanından kuma ş alan zat oldu ğunu anladı ve derhal 400 akçay ı iade etti. Ebıl Hanife bir orta ğı vasıtasiyle Küfe dışına da mal gönderirdi. Bir gün orta ğma kusurlu kuma şlar da verdi. Fakat alıcılara bu kusur ları göstermesini ortağma iyice tenbih etti. Orta ğı taşrada bu kumaşları satıp Küfe'ye döndü. Ebil Hanife ona sat ış yaparken kuma şların kusurlarım müşterilere gösterip göstermedi ğini sordu. Adam şüpheli cevaplar verdi. Bunun üzerine Ebû Hanife o kuma şların karından hissesine düşen parayı fakirlere dağıttı . Çünkü o malların satışına şüphe karışmıştı . Kusurlar söylenmedi ği takdirde, kâr helal olmaz diye düşündü243 . Ebiı Hanife'nin ahlaki meziyetleri pek çoktur. Her şeyden önce nefsine son derece hakim arzu ve hevese göre de ğil, iradesine göre hareket ederdi. Nezaketi ve sabr ı çoktu. Bir gün Ebü. Hanife, Hasan Basri (Ölm. H.110 M.728)'nin verdi ği bir fetvada yan ıldığını söylemişti. Bunu duyanlardan birisi sinirlenerek Elvû Hanife'ye "ey zina yapan ın oğlu" diye hitap etti. Bu sözü duyunca asla sinirlenmedi. Kalbi dar olanlara kar şı kalbinde geniş yer olduğunu söyliyerek küfürbaz adam ı mahcup etti. Kendisine bidatç ı ve zındık diyen bir adama olgun sözlerle hitap ederek onu özür dileme ğe mecbur etti. Son derece şahsiyet sahibi oldu ğundan inanmadığı bir davayı kabul etmezdi. O ictihad meselelerinde ba şta Kuran'a, Sünnet'e ve Ashab' ın sözlerine itibar ederdi. Bunlarda, çözünmek için bir esas bulamad ığı meseleleri de kıyas yoluyla hallederdi. İcabında Hocası Hammad'b. Ebi Süleyman'la münaka ş a etmekten çekinmezdi. 243
Bak: Osman Keskio ğlu, Imam
s. 106-107.
159
Küfe'de Beyt'ten bir çok seçkin kimselerle dostluk kurmu ştu. Onları çok sev- erdi. Meselâ Zeyd b. Ali Zeyn al-Abidin, Muhammed Bâkır, Ca'fer as-Sâd ık ve Abdullah b.Hasan'la görü şmüştür. Şia muhitinde oturmakla beraber Hz. Osmân' ı daima saygıyla anmış , diğer Sahabe'yi de hürm.etle anmakta kusur etmemi ştir. Her nassın zahiri ve uzak mânalar ım nazar-ı itibare alırdı . Hadisleri derinden derine ele ştirerek meveud olanlar ı, sahih olanlardan ay ırm ağa çalışırdı . Her ş eyin sebebini icab ında akliyle de bulma ğa gayret ederdi. Son derece haz ır cevapt ı . Sözleri ve cevaplar ı delillere dayanırdı . Mantıksız ve delilsiz konuş mazdı . Gerçekten muttaki bir kimse idi. Tek amac ı dinde do ğru yolda yürümek ve her şeyin do ğrusunu bulup anlamak ve anlatmakt ı .244 Hasılı Ebû Hanife cömert, takva sahibi, yetimlere ve dü şkünlere acıyan, samimi, iyi niyetli, ilmi ve ara ştırmayı seven, do ğruluktan ayrılmayan, sözünde duran, hür ya şamak istiyen ve fıkıhta isabetli ictihadlar yapan bir zatt ı . Ebeı Hanife hakkında baz ı bilginler şu meziyetleri saynnşlard ır: "1— O Ashaptan hanların]. görmüştür. 2— Hadis-i şerifle ö ğülen Tabiindendir. 3— Kibar- ı Tabiin devrinde ictihad ve fetva ile temayüz etmi ştir. O büy-iikler aras ına o da dahildir. 4— Büyük üstadlar kendisinden hadis rivayet etmi ştir. 5— En çok talebesi olan İmamdır. 4000 talebe yeti ştirmiştir. Aralarında 560 tanesi me şhur fukahadan olmu ş , 36-40 tanesi de müctehid derecesine yükselmi ştir. 6— Fıkıh ilmiıai tedvin eden odur F ıkıhı kitaplara, bablara, fas ıllara bölerek kolaylaştırmıştır. 7— Başka mezheplerin inti ş ar etmediği uzak diyarlarda Hanefilik yayılmıştır. Mezhep olarak daima en çok saliki bulunmu ştur. 8— Talebesine mali yard ımda bulunmuştur. 9— Mesuliyet endişesi, zulme alet olmak korkusu ile kad ılığı kabul etmemiştir. 2"
160
Bak: Muhammed Ebû Zehre, Eb ıl 'Hanife, s. 61-65.
10— Onun kurduğu mezhep yani Hanefilik bir çok hükümetleri ıı resmi mezhebi olmu ştur. Çok defa kad ılar bu mezhepten olanlardan seçilmiş ve dini vazifelerin ifas ında Hanefi mezhebi uygulanm ıştır245." Hanife'nin Eserleri: Ebü Hanife'nin günümüze kadar ula şmış eseri al-Fıkıh al-Ekber'dir. Bu esere bir çok bilginler ş erhler yazm ışlardı r. Eser akaid meselelerinden bahsetmektedir. Ancak sözü geçen eserin birbirinden farkl ı nüshaları vardır. Bunun, baz ı ş arihler veya müstensihler tarafından sonradan yap ılan ilâvelerden ileri geldi ği anla şılmaktadır. al-Fıkh al-Ekber' deki fikirlerin esas ı Ebıl Hanife'ye aittir. Fakat a ş ağıda bahsedece ğimiz Ebu' Hanife'ye nisbet edilen eserlerin, onun talebeleri taraf ından yazıldığım söyliyenler vard ır. al-Fıkıh al-Absat adh eser de Hammâd b.Ebi Hanife ve imam Ebu' Yüsuf tarafından Ebu Hanife'ye isnat edilmi ştir. Kitâb al-Alim val-Muteallim. Bu eserin ismi Pezdevi'nin Usül al-Fıkıhında ve İbn an-Nedim'in al-Fihrist'inde246 geçmektedir. Kitâb ar-Risâle: bu eserini al-Bustiye yazm ıştır. al-Vasiye: EM" Hanife'ye nisbet edilen elört-be ş tane Vasiye bulunmaktadır. Bunlar aras ında oğlu Hammâd'a, ö ğrencileri Ebil Yişisura ve Yfısuf b.Hâlid al-Sumti al-Basri'ye yazd ık.' "Vasiye"ler de vard ır. al-Kaside an-Nu'mâniyye: Peygamber'e yaz ılmış bir nat'tır. Ma'rifet al-Mezâhib: bu eserin Hindistan'da ve Avrupa'da baz ı yazmalarına raslanmıştır. Musnad al-imaın EM Hanife: bu ad ı taşıyan eser, Ebü. Hanife'nin ictihadda dayand ığı hadisleri içine almaktad ır. Eseri Ebü Hanife yazmamış , onun ö ğrencileri derlemek suretiyle meydana getirmi şlerdir. Kitâb ar-Redd ala'l-Kaderiyye: Ebü Hanife bu eserini kadercilerin fikirlerini reddetmek için yazm ıştır247. Elya Hanife'nin F ıkıhta Usulü ve Görü şleri: Ebü Hanife Irak'da yeti şmişti. Irak, çe şitli kültürlerin çarp ıştığı bir memleketti. Böyle bir memleketin ilmi havas ının akıl ve reye müsait 245 Bak. Osman Keskio ğlu imâm s 114-115. "6 Bak: tbn an-Nedim, al-Fihrist, s. 299, Istikamet Matbaas ı baskısı al-Kâhire. 247 Ebıl Hanif —e'nin eserleri için bak ınız: Halim Sabit Şibay, tslâm Ansiklopedisi, Ebü Hanife maddesi, cüz: 29, s. 26-27; /bn an-Nedim, al-Fihrist, s. 299; Dr. Es'ad K ılıçer, Islâm Fıkıhında Rey Taraftarlar ı, s. 49.
161
olduğu şüphesizdir. Ebü Hanife'nin kurdu ğu, Hanefi mezhebi re'ye diğ er sünni mezheplerden daha çok yer veriyordu. Di ğer sünni mezhepler de daha çok Kur'ân'dan sonra hadislere dayanarak hükümler ç ıkarıyorlardı . Bu sebeple ba şta İ mam Mâlik (Ölm. H.179 / M.795)'in bulunduğu bu ceryan ı temsil edenlere "Ehl-i Hadis" dendi. Buna mukabil Irak'da Ebü. Hanife'nin ba şında oldu ğu fıkıh cereyan ına da "Ehl-i Rey" dendi 248 . Bununla eraber bütün sünüi mezheplerin hak oldu ğunu, her ş eyden önce Kur'ân ve Sünnetle dayand ıklannı unutmamak gerekir. Bu hususları ilerde yeri geldikce gere ği gibi açıklıyaca ğız. Şimdi konumuz Ebü Hanife oldu ğuna göre fıkıhta onun dayandığı delillerden bahsedelim. Ebü Hanife'nin delillerini 7 maddede topl ıyabiliriz : 1—Kitap (Kur'ân). 2— Sünnet. 3— Hz. Peygamberlin Ashab ının fetvaları . 4— tem a. 5— Kıyas. 6— İstihsan. 7— Örf. Ebü Hanife de di ğer imamlar gibi her ş eyden önce Kur'ân'dan hükümler çıkarma ğa gayret etmi ştir. Kurân'da bulunmadığı hususları Sünnet'ten ç ı karma ğa çalışmıştır. Demek oluyor ki Ebü Hanife de hadisi fikıh usulünde önemli bir delil olarak kabul etmi ştir. Ancak EVI Hanife, hadis kriti ğinde çok titizdi. Tek bir kimse tarafından rivayet edilmi ş olan İslâmiyete zıt bulduğu hadislere itibar etmezdi. Dayand ığı temellerden çok emin olmak isterdi. Bir topluluk veya muteber olan kimseler taraf ından rivayet edilen hadisleri ise sahih olarak kabul eder ve hükümlerinde onlara dayan ırdı . EM" Hanife'nin hadis rivayetlerindeki titizli ği, hakkında bazı dedikoduların çıkmasına sebep oldu. Gerçekte ise Ebü Hanife, gerçek hadislere itibar ederdi. Esasen Ebu.' Hanife'yi yakından tanıyan bir çok hadis ehli, onun samimiyetini neticede anlam ışlardır. Diğer imamlardan Mâlik ve Ş âfü hazretleri onu saygiyle anm ışlardır. E134 Hanife'nin usulünde hadis, Kur'ân'dan sonra gelmektedir. Onun, kıyası, sağlam hadislere tercih etti ği iddiasının gerçekle ilgisi 248
162
Bak: Kitâb al-Fıkıh ala Mezâhıb al-Erbaa mukaddimesi, Mısır.
yoktur. Sünnet'in Kitabtan sonra en muteber delil say ılaca ğma Hz. Muhammed'in Muaz'la olan muhaveresi de ş ahittir: Hz. Muhammed Muaz hazretlerini Yemen'e vali olarak yolluyordu. Orada ıle ile hüküm verece ğini sordu. Muaz da bir hüküm vermek için Kur'an'a dayanaca ğım, Kur'anda bir delil bulamazsa Sünnet'e bakacağım, yine bir esas bulamazsa kendi reyi ile ictihat edece ğini bildirdi. Bundan Hz. Muhammed de memnun oldu. ve Allah'ına hamdetti. Ebû Dâvild ve Tirmizrnin rivayet etti ği bu hadis de gösteriyor ki hadis ictihatta ikinci delildir. Ancak hadislerin de bir çok nevilerivardır. Ebû Hanife, Mütevat ıx haber ve hadisleri aynen kabul etmi ştir. Mutevatır haberler yakin derecesin'de bilinir. Bundan asla şüphe edilmez. Bu gibi haber muteber bir topluluktan di ğerine aynen geçmi ştir. Ebti Hanife hadislerin me şhur olanlarına da itibar etmiştir. Bu gibi hadisler, birinci veya ikinci tabakadan bir ravi taraf ından ri-vayet edip ondan sonra muteher bir cemaatten di ğerine aynen geçmi ş tir. Hattâ Ebiı Hanife islâmiyetin ruhuna uygun buldu ğu haber-i vahid derecesindeki hadislerç bile itibar etmi ştir. Ancak rivayetler birbirine zıt olursa fakih olan Sababinin sözlerini tercih etmi ştir. Fakihlerin hadislerini. diğer ravilerin nakletti ği haberi vahitten üstün tutmu ş tur. Ebii Hanife'y e hücum edenler de ona bu noktada itiraz etmi şlerdir. Halbuki Ebû Hanife'nin gerçek amac ı ictihadını sağlam, her türlü şüpheden uzak temellere dayatmakt ır249. Ebû Hanife fıkıh usulünde üçüncü olarak Ashab' ın sözlerini delil olarak kabul etmiştir. Ancak onlar ın sözlerinden dile'diğini almış , dilediğini bırakmıştır. Fetvalar ında Tabiinin reyini taklit etme ğe tarafteır görünmemiştir. Demek ki Ebû. Hanife Kitap ve Sünnette bulamad ığı hususları Sahabe'den birinin ictihad ına göre çözmek istemi ştir. Bir meselede Sahabe'ye ait de ictihat bulamazsa ondan sonra kendi reyini kullanmıştır. Ebû Hanife, şu mülahazalarla Sahabe'nin sözlerini delil olarak kullanmıştır: Sahabe, Hz. Muhammed'e müslümanlar ın en yakın olanlarıdır. Hz. Muhammed baz ı hadisleriyle Sahabe'yi ö ğmüş ve onları emniyette tutacağını bildirmiştir. Onlar Hz. Muhammed'e vahiy indi ği sıralarda islâm'ın canlı rullunn iyice kavramış kimselerdir. Onlar Kur'an' ııı uygulanmasına tamk oldular. Ebü Hanife, Ashab'ııı, Tâbirin, Tabe-i Tübin'in rivâyet ettikleri mürsel hadisler'e de itibar etmi ştir. Malüm olduğu üzere mürsel hadisler bir kimse taraf ından duyduğu raviler atlanarak do ğrudan doğruya Hz. Muhammed'den nakledilen hadislerdir. Bak: Enii Hanife, s. 268.
163
Onlar Hz. Muhammed'e en yakın oldukları için onun hüküm ve sözlerini de en iyi bilenlerdir. Bu sebeple Ashab' ın yaptığı bir kıyası bir müctehit kendi k ıyasına tercih etmelidir 250 . İcma'da Ebû Hanife'nin usulünde yer verdi ği 4. delildir. İ cma bir yüzyılın müslüman müctehitlerinin herhangi dini bir meselede ittifak üzere olmalarıdır. Mekki'nin Menakıb-ı Ebû Hanife'sinde, Hanefi İmamının bir belde halkının ictihatta birle ştiği hususu benimsedi ği kaydedilmiştir. Sehl b Müzahim de Ebû Hanife'nin halk ın salah ve do ğruluk üzerine birle ştiği hususları kabul etti ğini bildirmiştir. Her müctehid kendi memleketinin fukahas ının ictihat etti ği reye uymuştur. Ebû Hanife, Irak ve özellikle Kûfe fukahas ının üzerine icmaen birle ştiği fikirleri aynen kabul ederdi. İmam Malik de Medine fukahasının icma'ını, tek habera tercih ederdi. Hz. Muhammed'in baz ı hadisleri de icma' ın önemini belirtmi ştir O "benim ilmmetim sap ıklıkta ittifak etmez" demi ştir. Keza "mü'minlerin iyi ve ho ş bulduğu ş ey, Allah'ın katında iyidir" diye buyurmu ştur. Yine bir di ğer hadisde cemaata sar ılmasının öneminden bahsetmi şlerdi251 . Şu kadar var ki, icma' ı gerçekten muttaki, hay ırlı ve haysiyetli kimseler yapmış olmalıdırlar. Fasıkların, heves sahiplerinin ve sap ıkların icma'sı fıkıhta delil olamaz. Hanefi mezhebinin önemli bir özelli ği, kıyası da fıkıh usulünde delil saymasıdır. Ebû Hanife'nin Ehl-i Rey'in ba şında sayılması, kıyas ve istihsana verdiği önemdendir. Irak taraflar ında hadis ilmi, Hicaz'daki kadar kuvvetli yay ılmamıştı Hadislerin azlığı fukuhayı bir çok meselelerde re'ye müracaata mecbur k ıldı . Hem mevzu bir hadise dayanma korkusu, kıyasa ba ş vurma ğı gerektirdi. Çünkü Hz. Muhammed'in söylemediği uydurulmuş bir söze dayanarak hüküm ç ıkarmak günahtır. Kıyas da genel olarak iki k ısımdır: 1—Celi (açık) kıyas. Bu mutlak surette k ıyastır. Bu türlü kıyasın illetine birdenbire vukuf mümkün olmu ştur. 2— Hafi (kapalı, gizli) kıyas. Bu türlü kıyasın illetine müctehit birdenbire de ğil de inceleme ve derinleşme sayesinde vak ıf elmuştur252 . İstihsan bir nevi gizli k ıyastır. ° Bak- Muhammed Ebû Zehre, Ebû Hanife, s. 276. Bak: Aym eser, s. 278-290. 252 Bak: Sabri Şakir Ansay, amlan eser, s. 31. 25
25,
164
Ebıl Hanife istihsanı da çok kullanmıştır. İstihsan kıyasa zıt görünen bir meselede kıyası terkedip insanların kullanmasına en uygun olanı almaktır . Bunu bir nevi kıyas sayanlar da olmu ştur. İstihsam Kuran'a dayatmak isteyenler "en ahsenine (güzeline iyisine) tabi olurlar" mealindeki ayeti zikrederler. Sonra "Müslümanlar ın hasen gördüğü, Allah indinde de hasendir" hadisini delil gösterirler. Bununla beraber istihsamn tarifinde ihtilaf da edilmi ştir. İstihsanı "kıyasın mucibinden, ondan daha kuvvetli bir k ıyasa udû1 etmektir" diye tarif edenler de olmu ştur. Yahut "istihsan, birinciden udûlü iktiza eden daha - kuvvetli bir vecihten dolayı bir meseleye benzerlerine verdiği hükmü vermekten müctehidin udül etmesidir 253 " diye istihsanı anlatanlar vard ır. Demek ki istihsana dayanmak, kıyasla istidlal yapmaktan daha kuvvetlidir. Bizim burada bahsetti ğimiz istihsan, gizli vasıf taşıyan kıyası başka bir asla dayamaktır. Kıyas gibi istihsanın da nevileri vardır: sünnet istihsan ı, icma istihsanı, zaruret istihsam. Sünnet istihsanı, kıyastan vazgeçmeyi gerektiren bir sünnete dayanmaktır. Mesela oruçlu iken bir şey yiyenin orucu bozulur. K ıyas yoluyla, unutarak bir şey yiyenin de orucunun bozulması gerekirken bu konuda bir hadis bulunmu ştur. Bu hadise göre unutarak bir şey yiyip içenin orucu bozulmaz. Ebii Hanife bu hadise dayanarak k ıyastan vazgeçmiştir. Unutularak bir ş ey yiyenin orucunun bozulm ıyaca ğım hadis istihsanı ile ictihat etmi ştir. Icma` istihsanı bir mesele için ba şka şekilde icma vaki olmuş bulunursa kıyastan vazgeçmek demektir. Mesela istihean ın sıhhatine dair icma vaki oldu ğundan bu hususta k ıyastan vazgeçilmi ştir. Zarûret istihsanı da bir zarûret sonucunda k ıyastan vazgeçilmekle olur. Mesela kuyulardaki sular ı temizlemek kıyas yoluyla imkansız gibidir. Çünkü kuyudaki pis suyu y ıkamak için oraya su dökülse, dökülen su da pislenir F ıkıhta kuyulardaki pis sular ı temizlemek için buradan duruma göre belli say ıda su kovayla d ış arı dökülür 254. Ebti Hanife fıkıhta örf ve âdeti de delil olarak kabul eder. EU. Hanife kitap, sünnet, kıyas ve istihsan gibi delillerle çözemedi ği meseleleri Müslümanların muamelelerine bakarak çözmek isterdi. Bu demektir ki Kur'an, Sünnet ve Sahabe sözlerinde mesnedi bulunm ıyan, hakkında icma yapılmamış , kıyas ve istihsana da uygun dü şmeyen meseleler örf ve adetle çözülür. 2" 254
Bak: Muhammed Eb0.- Zehre, anılan eser, s. 307. Bak: Aynı eser, s. 309-310; Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay, anılan eser, s. 31-23.
165
Işte usulü yukarda anlatt ığımız gibi olan Hanefi mezhebinin mensupları bugün diğer mezheplerden daha çoktur. Irak, Suriye, Anadolu, Hindistan, Çin, Türkistan, Balkanlar, Kafkasya, Pakistan ve Afganistan müslümanlar ının büyük ço ğunluğu Hanefi mezhebindendir. Mıs ır, Habeşistan, Trablus, Tunus ve Afrika'n ın diğer bazı yerlerinde de az çok Hanefi mezhebini kabul edenlere rastlan ır. Buna rnukabil Mâliki mezhebi, Kuzey Afrika'da ve k ısmen Hicaz'da yaygındır. Safi'i mezhebi ise Mısır'da halkın ekseriyeti tarafından kabul edilmiştir. Hindistan, Orta Asya, Do ğu Anadolu ve Horasan'da da Sâfi'i mezhebi kısmen yaygındır. Mâliki ve Sâfi'i mezheplerinin yay ıldığı yerlerden ilerde yeri gelince daha geni ş surette bahsedece ğiz.
Ebü Hanife'nin Ptikadi Mese/e/ere Dair Görüş/eri : Hanife'nin akaid meselelerine dair görü şlerini al-Fıkh al-Ekber adlı eserinden ö ğreniyoruz255. Bu eserden anld şıldığina göre Eb ıl Hanife, kelâmi meselelere de 'daimi§ ve görü şler beyan etmiştir. Ebisı Hanife her şeyden önce tevhidin asl ım tamamlamak için şu hususlara iman etmek gerekti ğini bildirmiştir. Allah'a, meleklere, kitaplarına, öldükten sonra dirilmeye, hay ıt ve ş errin Allah'tan oldu ğuna, Hesap, Mizan, Cennet ve Cehennem'e iman etmek ve bunlar ın hak olduğunu kabul etmek gerekir. Allah tektir. Bu demektir ki onun orta ğı yoktur. Do ğurmamıştır. Doğmamıştır. Onun e şi ve benzeri de yoktur. Yaratt ığı ş eylerden hiç bir ş eye benzemez. Fili ve zati s ıfatlariyle, isimleriyle daima var olmu ştur ve olacakt ır. Başlangıcı yoktur, sonu da yoktur.
Allah' ın zati s ıfatları şunlardır : hayat, kudret, ilim, kelâm (konu ş ma), sem (işitme), basar (görme) ve irade. Allah' ın fi'li sıfatları : yaratma, rızık verme, yapma, ibda (yeniden var etmek), san'at göstermek ve di ğer fili sıfatlar gibi. Allah, isim ve sıfatlariyle ezdi ve ebedidir. Isim ve s ıfatlarının hiçbirisi sonradan olma de ğildir. İlmiyle daima bilir Ilim onun ezelde s ıfatıdır. Kudretiyle daima kâdirdir. Kudret onun ezelde s ıfatıdır. Kelâmiyle konu şur. Kelâm onun ezelde sıfatıdır. Yaratmasiyle daima yarat ır. Tahlik (yaratma) onun ezelde s ıfatıdır. Fiiliyle daima iş yapar. Fiil onun ezelde s ıfatıdır. Fâil Allah tealâd ır. Fiil ise onun ezelde s ıfatıdır. Yapılan ise mahlatur yani yarat ılmıştır. Allah'ın fiili ise yaratılmamıştır. Allah'ın sıfatları muhdes (sonradan olma) ve mahlük (yarat ılmış ) de ğildir Kim "5 Bak: Fıkh-ı Ekber ve izah', Türkçeye Çeviren: Sâbit Unal, Ankara 1957.
1 66
Allah'ın sıfatları mahlûk veya muhdes derse veya bu hususta tereddüt ederse kâfir olur. Kur'an Allah'ın kelâmıdır. Mushaflarda yaz ılıdır. Hâfızada sakladır. Dil ile okunur. Hz. Muhammed'e nâz olmu ştur. Kur'an diye dilimizle söylememiz mahlûktur (yarat ılmıştır). Onu okuma= mahlüktur. Onu yazma= da mahlûktur. Fakat bizzat Kur'an kadim midir ? Yaratılmış Kur'andaki bütün haberler Allah' ın kelâmıdır. Allah' kelâmı hakkında asla yarat ılmış denemez. Allah'ın sıfatlar ının hepsi kullarmın ve mahlükat ının sıfatlarından başka türlüdür. Allah, bilir ve fakat bizim bildi ğimiz gibi de ğ il. Allah Kâdirdir. Fakat onun kudreti bizim kudretimize benzemez. Görür ve fakat onun görmesi bizim görmemize benzemez. Allah' ın komgm ısı da bizim konu şma= gibi değildir. Allah'ın işitmesi insanların işitmesiyle mukayese edilemez. 13iz bir takım organlar ve harflerle konu ş uyoruz. Allah tealâ ise aletsiz ve harfsiz konu şur. Harfler mahlûktur. Allah' ın Kelâmı ise mahlûk de ğildir. Allah bir varl ıktır. Fakat bu varl ık eş yaya benzemez. Allah cisme benzetilemez. Onun arazi, cevheri, haddi, z ıddı, eşi ve ortağı yoktur. Allah'ın eli, yüzü ve nefsi vard ır. Fakat Allah' ın Kur'an'da bildirdiği bu hususlar keyfiyetsiz sıfatlardır. Allah'ın eli onun kudretidir veya nimetidir denemez. Zira böyle denirse Allah' ın sıfatı iptal edilmiş olur. Allah'ın gazâbı ve rızası da keyfiyetsiz yani nas ıl olduklaı.' bilinmiyen iki sıfatıdır. Allah eşyayı bir şeyden yaratmad ı . Her ş eyi Allah yarattı . Allah eşyayı yaratmadan önce ezelde bilirdi. E şyayı takdir eden Allah Teâlâdır. Dünyada ve Ahirette hiçbir şey Allah'ın meş iyyeti (arzusu), ilmi, hiikmü ve kudreti haricinde var olamaz. Kaza, kader ve me şiyyet Allah'ın keyfiyeti anla şılmıyan sıfatlarıdır. Allah yokluğu yokluk halinde bilir. Yokluktan varl ığa çıkardığı şeyi de bilir. Var olan bir şeyin ue zaman ve nasıl yok olacağını da bilir. Allah tealâ ayakta duramn duru ş halini ve otura= oturu ş halini bilir. Allah'ın ilminde değişiklik noksanlık ve ziyadelik olmaz. Allah insanları _küfürden uzak ve iman cihetinden selim olarak yarattı . Sonra onlara buyruk ve yasaklar ım bildirmiştir. Küfüre sapan kendi iste ğiyle kâfir olmu ştur. Allah tealâ'ye inananlar ın iman etmesi, kendi istekleriyle Allah' ı tasdik ve ikrar etmeleriyledir. İnkârda israr edenlerden Allah yard ım ve inayetini kesmiş , ikrar ve tasdik edenlere ise Allah'ın yardımı ve inayeti olmuştur. Allah insanlara imam buyurdu, küfrü yasakladı . İnsanlar İslâm fıtratı üzerinde do ğarlar. Sonradan küf167
re sapan, kendi dile ğiyle fiilde bulunmu ştur. Allah kullarmdan hiçbir kimseyi küfre veya imana zorlamam ıştır. Küfre sapmak veya iman ı tasdik etmek kulun i şidir. Peygamberlerin hepsi büyük veya küçük günâhlardan münezzehtir. Onlar küfür ve çirkin füller i şlemezler. Onlar küçük kusur ve hatalar işlemiş olabilirler. Hz. Muhammed, Allah' ın sevgilisi, kulu, nebisi ve resülüdür. Allah'a ortak ko şmamış ve putlara tapmamıştır. Büyük olsun, küçük olsun hiçbir günah i şlememiştir.
Peygamberlerden sonra insanların en şereflisi ş unlardır : Hz. Ebü Bekr, Hz. Ömer b.Hattâb, Hz. Osman b.Affan ve Hz. Ali b. Ebi Tâlib. Bunlar do ğruluktan ayrılmıyan, takva sahibi ve ibâdetlerinde kusur etmiyen kimselerdir. Hepsi de sevgi ve sayg ı ile anılmağa layıktır. Hz. Muhammed'in ashabını hayırla anmak gerekir. Bir müslüman, büyük bir günâh i şlerse dahi onu kâfir saymak do ğru olmaz. Ondan müslüman ad ını kaldırmak icabetmez. Ona ciddi olarak mü'min adım vermek yerinde olur. Bir müslüman, kâfir olmamakla beraber fas ık bir mü'min olabilir. Bir mü'mine günahları zarar vermez clenemez 256 . Günahkar bir mü'min için Cehennem'e girmez demek de do ğru değildir. Böyle bir mü'minin ebediyen Cehennem'de kalaca ğı da söylenemez. Mürcie'nin dedi ği gibi "iyiliklerimiz kabul, kötülüklerimiz affolunmuştur" diye de bir hüküm verilemez. Bir kimse fesat ve ayıptan hali olarak güzel i şler yaparsa, Allah'a şirk koşmaz, küfre sapmazsa, neticede mü'min olarak vefat ederse, Allah da ona layık olan sevabı verir. Allah'a şirk koşmak ve imanı terketmek hariç, büyük veya küçük günâh işleyen, fakat tövbe etmeksizin mü'min olarak ölen kimsenin hali Allah'ın iradesine ba ğlıdır. Allah dilerse onu cezaland ırır. Dilerse onu affeder. Allah mü'min olarak ölen kuluna ebedi azap vermez 257 . Amelin herhangi birinde riya olursa onun mükafat ı yok olur. Peygamberler için mucizeler sabittir. Velilerin gösterdikleri kerâmetler de haktır. Bilindiği üzere Mürcie fırkası mümine günahlar zarar vermez der. Bilindiği gibi Havarie büyük günah i şleyen kimseyi kafir saymıştu. Mu'tezile ise töv, besiz ölen büyük günâh sahibini fas ık saymıştır. Mu'tezile fasık'ın, Cehennem'in üst katında ebediyen azap görece ğine inanmıştır. 2"
25,
168
Allah tealâ ASirette mü'minler taraf ından görülecektir. Onlarm görüşleri Allah'Ia aralar ında bir mesafe olmaks ızın keyfiyeti anla şılmaz bir surette gözleri ile görmek suretiyle olacakt ır. Bilindiği üzere Mu' tezile, Eb6' Hanife'nin bu görü şüne muhalefet ederek Allah' ın görülemiyeceği tezini savunmuştur. Hanife'ye göre iman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların yani melek, iıısan ve cin gibi yaratıklarm imanları, inanılacak hususlar cihetinden ne artar ne de eksilir. Fakat iman, yakin ve tasdik bakımından azahr ve ço ğahr. Mü'minler inandacak hususlara iman ve tevhit bak ımından birbirlerine eşittirler. Amel itibariyle ise birbirlerinden farkl ı. olabilirler. İslâm Allah'ın emirlerini kabul etmek ve onlara boyun e ğmektir. Lü'gat bakımından iman ile islâm aras ıııda fark vard ır. Fakat iman ile islânı bir şeyin içi ve dışı gibidirler. İslâmsız iman, imans ız Islâm olamaz258. Hiçbir insanın Allah'ın ş âmna yakışan ibâdeti hakkı ile yapmağa gücü yetmez. Ancak her insan, Kitap ve Sünnet'te kadar Allah'a ibâdet edebilir. Allah kıdun iyi işleklerinin tam sevabını verir. Dilerse bu sevapları kat kat art ım. Bazan adâleti icab ı kötü işlelder işliyenin cezas ım verir. Dilerse kötü işleklerin günâhlarım affeder. Peygamberlerin şefaati haktır, doğrudur. Hz. Muhammed'in günâhkâr mü'minlere ve mü'minlerden cezaya müstehak olan kebâir sahiplerine şefaat etmesi hakt ır ve şüphesizdir. İşleklerin kıyamet gününde tart ılacağı doğrudur. Kıyanıet gününde iyilik ve kötülükler muvacehesinde hesapla şma ve kısas haktır. Cennet ve Cehennem halen yarat ılmıştır. Onlar sonsuz olarak devam edecelderidir. Allah' ın cezası ve sevab ı da sonsuz olarak devam edecektir. Allah dilediği kimseye kendi fazhndan hidâyet ve kurtulu ş yolu verir. Dilediği âsi kimseye de kendi adâleti icab ı sapıklık verir. Allah' ın sapıkhk vermesi demek "h ızlan" da b ırakması demektir. Hızlan ise Allah'ın kulundan raz ı olacağı şeyleri kesmesidir. Yani kendi tevfikini kulundan esirgemesidir. Allah'ın bunu yapması adâletinin gerektirdi ğ-'i "8 Bak: Fıkh..1 Ekber Ve izah', çeviren ve aç ıkbyan: Sabit 'Unal, s. 76-77.
169
bir sebeple olur. Allah'ın günâh işliyenleri cezaland ırması ve onları yaptıkları isyan içinde bırakması da kendi adâletinin sonucu dur. Şeytan "mümin bir kimseden bask ı yaparak imanı zorla alır" denemez. Fakat "bir kimse imanı bırakırsa, Ş eytan da onu alır" denebilir. Münker ve Nekir'in mezarda soru sormalar ı doğrudur. Ruhlar mezarlarda cesetlerine iade edilirler. Bu hakt ır. Kabir azab ı bütün kâfirler ve bazı isyankâr mü'minler için vaki olur. Alimlerin Allah'ın sıfatlarını farsça söylemeleri câizdir. Yaln ız "yed" el kelimesi Allah' ın sıfatı olarak farsça söylenemez. Allah'a ait yakınlık ve uzaklık mesefe itibariyle de ğildir259 . Allah' ın emirlerini tutarlar ona yakın olurlar; ona isyan edenler ondan uzak olurlar. Fakat bu yak ınlık keyfiyetsiz bir surette olur. Hz. Muhammed'in ana ve babas ı hak din olan Islam ile mü şerref olmadan önce ölmü şlerdir269 . Kasım, Tâhir ve İbrahim, Allah' ın elçisi Hz. Muhaınmed'in o ğullarıdır. Onun dört k ızı ise şunlardır: Fâtıma, Rukiyye, Zeynep ve "emmü Gülsüm261 . Ebil Hanife, tevhit ve akâid meselelerine dair mü şkili olanların veya tereddüde dü şenlerin bir bilgine mü şkilini danışması gerekti ğini beyan ediyor. Bunu yapmaya= Allah kat ında sorumlu olaca ğım da açıkhyor262 Mi'raç haberinin do ğruluğunu kabul etmek gerekir. Bunu reddeden sapık sayılır. Kıyamet kopmadan önce, Deccal' ın, Yedic ve Me'efıc'un zuhur etmesi, Güne şin hatıdan do ğması, Hz. İsa'nın Sema'dan yer yüzüne inmesi ve ciddi eserlerde bildirilen di ğer kıyamet alâmetleri hakt ır263 . Böylece Ebü Hanife'nin akaide dair ba şlıca görüşlerini açıklamış bulunuyoruz. Şimdi de Hanefi mezhebinin kurulu şunda önemli rol oynayan diğer şahsiyetlerden, ba şka bir deyimle Ebti Hanife'nin ö ğrencilerinden hahsedece ğiz. "9 Bilindiği üzere Kerramiyye fırkalarından bazıları Allah'a mesafe ve a ğırlık isnat ederler. Müşebbihe de Allah için ayn ı isnatlarda bulunur. "° Bu, onların küfür üzerinde öldü ğ ü anlamına gelmez. Onların iman ile öldüklerine inanılır. zfi ı Bunlardan Hz. Fatıma, Hz. AH b. Ebî rabb ile evlenmi ştir. Bu izdivaçtan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin meydana gelmi ştir "2 Bak: Ebül-Munteha, Ş erh al-Fıkıh al-Ekber, s. 30, Es'ad Efendi Matbaas ı, 1307. 263 Bak: Aym eser, s. 31.
170
Eba, Hanife'nin Öğrencileri : Ebû Hanife'nin ö ğrencisi pek çoktur. Bunlar aras ında tamnmış şu kimselerin isimlerini sayanlar vard ır: Yûsuf Ya'kûb b. İbrahim al-Ansâri (01m. H.182 / M.798), Zufer b.al-Huzel al-Anbari (01m. H.158 M. 774), Dâvûd at-Tâi (Ölm. H. 1.65 / M.781), Es'ad b.Amr (Ölm. H.190 / M.805), Afiyet b.Yezid al-Avdi (Ölm. H.204 / M.819), Kâs ım b.Ma'an (01m. H.175 / M.791), Ali b. Moshir, Mindal b. Ali (01m. H.171 / M.787), Muhammed b.11asan as- Şeybâni (01m. H.189 / M.804) ve di ğer birçck fâkihler264. Bu ö ğrenciler aras ıııda Hanefi mezhebinin kurulup yay ılmasında önemli rolleri olan şu 4 şahsiyet üzerinde durmak istiyoruz. İmâm Yûsuf (0'm. H.182 / M.789), Muhammed b.Hasan a ş - Şeybâni. (01m. H.189 / M.804), Zufer b.Huzey1 (01m. H.H.158 / M.774) ve Hasan b.Ziyad Lu'lui (Ölm. H.204 / M.918). Yfisuf: Aslen araptır. Tam adı Ya'kûb b. İbrahim b.Habib al-Kûfi falAnsâri'dir. Hicri 113 / M.731 y ılında doğdu. Ebû Yûsuf gençli ğinde çok fakirdi. Çahşarak geçimini kazanmak zorundayd ı . Bir yandan ekmek parası kazanır, diğer yandan ilim tahsil ederdi. İlkin Muhammed b.Abd ar-Rahman b. Ebi Leylâ (Ölm. H.148 / M.765)'n ın derslerine devam etti. Daha sonra Ebtsı Hanife'nin ö ğrencisi oldu. Daha sonra da İmâm Mâlik (01m. H.179 / M.795)'in bulundu ğu Medine şehrine gitti. Orada İmâm Mâlikle ilmi sohbet ve münazara yapt ı . Ondan ilmi bakı mdan istifade ett1265. Kendisi daha çok rey taraftanyd ı. Hadis ilmi de tahsil etmişti. Fakat sultan ve devlet adan ılarma yakınlığı sebebiyle hadiscilerin ondan rivayetler yapmaktan çekindi ği söylenir. Ebû Yılsuf, Halife al-Mehdi (hilâfet'inin son bulmas ı H.169 / M. 785), al-Hadi (Ölm.. H.1.70 /M.786) ve Harûn ar-Re şid (01m. H.194 / M.809) zamanında kadılık yaptı. Kadılık yaptığı için Hanefi fıkhmın uygulanmasında önemli rolü oldu. Birçok f ıkhi meselelerde hocas ı Ebû Hanife'ye iştirak etti. Hocasının çözüm şeklini beğenmediği meselelerde ona itiraz etti. Taraftar ı olduğu kıyas ve istihsanı ameli hayata uyguladı. Böylece de fıkıhta rey okulunun görüşlerinin yay ılmasını sağladı. Esasen Hanefi fıkhı, Ebû Hanife ve ö ğrencileri Ebû Ylisuf ve Muhammed b.Hasan'ın çalışmalarıyla meydana geldi. Onlar ın yolunda yürüyenlerin de bu fıkha hizmeti çok oldu. Bak: Islâm Ansiklopedisi, MM' Hanife maddesi, cüz: 29, s. 21-22. "5 Bak: Dr. Es'ad K ılıçer, amlan eser, s. 84. "4
171
EVI Yûsuf, çok hadis bildi ği için reylerine delil olarak hadisler de bulurdu. Hanefi mezhebine mensup olanlar içinde en çok hadis bilen zattı266 . Örf ve âdete çok yer vermi ştir. Bunda delili "affa al, örfle emret, cahillerden yüz çevir" mealindeki âyet idi. İmam Ebû Yiisura göre nas ile örf birbirine aykırı oldu mu, nas örften do ğduğu veya örfe dayandığı takdirde örfe itibar edilir Çünkü Kur'an'da örfle emredilmesi de bildirilmiştir. Ebû Yûsuf fıluh usulünü koyan zat olarak da tanınır. Birçok eserler de yazm ıştır 267 .
İbn an-Nedim'in Ebû Yûsura isnat etti ği başlıca eserler şunlardır: Kitâb as-Salât, Kitâb az-Zekât, Kitâb as-Siyâm, Kitab al-Ferâiz, Kitâb al-Buyû, Kitâb Kitâb al-Vekâle, Kitâb al-Vasâye, Kitâb as-Sayd Ve'z Zebâih, Kitâb al-Gasb Kitâb İhtilâf al-Emsâr, ar-Redd alâ Mâlik b.Enes, Kitâb al-Harac 268, Kitâb al-Cevâmi 269 . Bu sonuncu eser 40 kitap ihtiva eder 270 . İbn Nedim'in ismini verdiği bu kitaplardan ba şka Ebû Yûsura ait 3 eser varair. Bunlar da Kitâb al- Asâr, İhtilâf Ebi Hanife Ve İ bn Ebi Leylâ ve ar-Redd alâ Siyer al-Evzâi'dir. Bu gün ilim adamlarının elinde bulunan Kitâb al-Harac oldukça önemli bir eserdir Ebû Yûsuf bu eserinde devletin gelir kaynaklar ını anlatmıştır. Verdiği deliller Kur'an, Sünnet ve Sahâbe fetvalar ında da yanmaktadır. Eserin arazi vergisi ve idare bak ımından de ğeri büyüktür. Kitâb al-Asâr da Hanefi fıkhı bakımından üzerinde durma ğa değer bir eserdir. Bu kitap Ebû Hanife'nin ve Ebû Yûsarun fikirlerini içine almaktadır. Bu eserdeki fikirleri Ebû Yûsurun o ğlu Yûsuf babasından, babası da Ebû Hanife'den, o da bir Tabiinden rivâyet etmi ştir. Eserdeki fikirlerin kayna ğı Sahabe ve Hz. Muhammed'e kadar götürülür. Eserde Ebû Hanife'nin fetvalar ı yanında ayrıca bilginlerin fetvalar ı da yer almıştır. Muhammed Ebû Zehrâ'n ın bildirdiği gibi271 bu kitap üç yönden ilmi de ğer ta şımaktadır: 1— Ebû Hanife'nin Müsned'i sayılır. Onun nakletti ği ve fıkhında dayandığı hadisler bu eserdedir. 266 Bak: Ahmed Emin, Duha'l-islâm, c. II, s. 198-199; Muhammed Ebû Zehre, an ılan eser, s. 187-188. 267 Bak: Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay, Hukuk Tarihinde islâm Hukuku, s. 33; Ebû Yûsuf için ayrıca bakımz: al- İmam al-Hâfız Ebû Ömer Yûsuf, al-Intikâ Fi Fedâil a,s-Selaset al-Eimme al-Fukâhâ, s. 172-173, M ısır 1350. 268 Bu eseri Harlin Re şid'in emriyle yazmıştır. 2 Bu eseri de Yahya b.Halid için yazm ıştır. 2 " Bak: İbn an-Nedim, al-Fihrist, s. 300. 2 Bak: Muhammed Ebû Zehre, Ebû Hanife, s. 191. "
"
172
2—Bu eserde Ebû Hanife'nin mürsel hadislere niçin itimad etti ği beyan edilmiştir. 3—Eserde Irak ve özellikle Kûfe'li fakihlerin önemli fetvalar ı da yer almıştır. Bu haliyle bu kitap bir f ıkıh mecmuas ı hali arzetruektedir. Ihtilâf-ı EM Hanife Ve Ibn-i EM. Leylâ: Bu eserin Imam Muhammed veya Ebû Yû'suf tarafından yazıldığıııda ihtilaf edilmiştir272. Bu kitabı imâm Muhammed'in rivayet etti ği de söylenir. Her ıle olursa olsun eser, Ibn EM Leyla ile imâm Eksi Hanife'nin ihtilaf etti ği fıkhi. meseleleri içine almaktad ır. Bilindiği üzere Ebû Yûsuf her iki zata da ö ğrencilik yapmıştı. Bununla beraber Ebû Hanife'yi di ğer hocasına tercih etmiştir. Kitâb ar-Redd alâ Siyer al-Evzâi: bu eserde tan ınmış müctehid imâm Evzârnin, Ebû Hanife'ye muhalefet etti ği bazı meselelere cevap verilmektedir. Ebû Yusuf'un kaleme ald ığı eser özellikle harp, mütareke, anlaşma, aman verme ve ganimet meselelerini içine almaktad ır. Meselâ Evzâi köle'ni ıı verdiği emam kabul ediyor. Ebû Hanife ise savaşa iştirak etmiyen bir kölenin verece ği emam makbul saymıyor. Bu eserde Ebâ. Hanife'nin kıyas yaparken ne kadar kuvvetli ve mant ıki delillere dayandığı da anlaşılmaktadır. Muhammed b.Hasan Şeybani Muhammed şeybâni, hanefi mezhebinin üçüncü imânu sayıhr. Vasıt'da H.132 / M.749 yılında doğdu. Yetişmesi Kilfe şehrinde oldu. Kûfe'de Ebû Hanife'nin derslerine devam etti. Ebû' Hanife H.150 / M.767 tarihinde ölünce, Muham.med, imâm YUsuftan ders alma ğa başladı. Daha sonra Medine'ye giderek Mâlik'ten hadis dinledi. Hadis dinledi ği kimseler aras ında Evzai, Mis'ar b.Kidâm ve Servi de vard ır. Böylece bir yandan Kûfe'deki Ehl-i Re'yin, di ğer yandan. Medine'deki Ehl-i Hadisin tesirinde kald ı Imam Sâfii'llin babas ı ölünce, anasiyle evlendi. Hem de ş afii'ye hocalık yaptı. Muhammed şeybani, sarf, nahv, şiir, edebiyat, hadis ve fıkıh tahsil etti. Hali vakti iyi oldu ğundan ilim yolunda masraf yapmaktan kaçmmadı. Kendisi yakışıklı, iyi giyinen, şahsiyeti kuvvetli, son derece dürüst zatt ı. Harûn Re şid'in israr]. ile Rakka kadılığını kabul etti. Devlet adamlarına yardakçilık yapanların aleyhinde idi. Do ğru bildiği yoldan ayrılmazdı . Bu yüzden devrin halifesi Reşid ile pek geçinmedi. Nihayet "2
Ebû-Vefa al-Afgâni, bu eseri Ebû Yiısura isnat ederek 1957 y ılında Mısır'da nesret-
mistir.
173
kadılıktan azledildi. Daha sonra Harfin Re şid, Horasan tarafında sefere çıkarken Muhammed Seybanryi de yan ında götürdü. Yolda Rey ş ehrinde Muhammed şeybani H.189 / M.805 de vefat etti. Muhammed ş eybanrnin fıkıh malzemesini toplay ıp düzenlemek bakımından fıkıh tarihinde önemi büyüktür. İmam Mâlik'ten 3 sene kadar ders ald ığı için kendi ictihadında hadise de çok önem verdi. Eserlerinde Ebû Hanife ve İmam Ebû Yfisurun görü şlerini, onlara uymad ığı noktalarda da kendi ictihad ını yazdı . Onun başlıca eserleri şunlardır: al-Mebsût, az-Ziyâdât, al-Cami' as-Sagir, as-Siyer as-Sagir, alCami' al-Kebir, as-Siyer al-Kebir. Bu alt ı esere Kutub Zahir ar-Rivâyede denir. Çünki bu eserler İmam Muhammed'den sağlam rivayetlerle rivayet edilmiştir. al-Hakim as- şehid al-Mervezi (Ölm. H.334 / M.944) bu altı eseri al-Kafi adiyle bir araya k ısaltarak toplam ıştır. Serahsi bu eserleri Mebsût adlı eserinde şerhetmiştir. İmam Muhammed'e isnat edilen ve fakat mevsukiyeti üzerinde münaka ş a edilen diğer bazı eserler de vard ır. Keysaniyat, Harûniyât, Curcâniyat, Rukkiyât, Ziyâdet az-Ziyâdât. Bu eserlere de Gayr- ı Zâhir-i Rivâye edenir. Çünkü bu eserlerin sağlam rivayetlerle İmam Muhammed'den rivayet edildi ği belli değildir 273 .
Zufer b. Huzeyl Zufer H.110 / M.728 y ılında do ğdu. Ebû Hanife'nin ö ğrencisi oldu. Ne yazık ki hocas ının ölümünden 8 sene sonra H.158 / M.774 y ılında o da vefat etti. Ebû Hanife'nin ö ğrencileri aras ında İmam EM]. Yûsuf hadis rivayetiyle, İmam Muhammed furu'a ait meselelere vukufu ile, İ mam Zufer de kıyastaki mahareti ile tan ınır Kendisinin Basra kad ılığı yaptığı da anlaşılmaktadır. Basra'da Ebû Hanife'nin görü şlerinin yayılmasında önemli hizmeti olmu ştur274.
Hasan b.Ziyttd Ebû Hanife'den ders alm ıştı . Rey taraftar ı olan alim ve dürüst bir kimse idi. Yahya b.Adem "Hasan b.Ziyad'tan daha fakih bir kimse görmedim" demi ştir. Hadis rivayetleriyle de tan ınmıştır. Fakat çok kuvvetli sayılmamıştır H.194 / M.809 yılında Kilfe ° kadılığına getirildi. 273 iınâm Muhammed ve eserleri için bakmız: 1bn an-Nedim, al-Fihrist, s. 301-302; Ahmed Emin, Duhal-Islâm, e. II, s. 203-205; Dr. Es'ad Kılıçer, anılan eser, s. 85-88; Ord. Prof. Sabri Ş akir Ansay, anılan eser, s. 33; Muhammed Ebû Zehre, an ılan eser, s. 195-204; al-intikâ, s. 174 —175. 274 Bak: Ebû Hanife, s. 205; al-Fihrist, s. 299; al-Intikâ, s. 173.
174
Fakat çok geçmeden kad ılıktan ayrıldı. H.204 / M.819 yılında vefat etti. İbn Nebi, Tahâvrden naklen onun şu eserlerini zikretmektedir: Kitâb al-Mucerred, Kitâb Edeb al-Kâdi, Kitab al-Hisâl, Maâni al- İmâa, Kitâb an-Nafakât, Kitâb al-Harâc, Kitâb al-Ferâiz ve Kitâb al-Vasaya275. Hanefi mezhebinin yay ılmasıııda ve meydana gelmesinde Ebü. Hanife'nin yukarda bahsetti ğimiz öğrencilerini ıı önemli rolleri olmuştur. Ayrıca Ebû Hanife'nin yeti ştirdiği öğrenciler de fakilı yetiştirınişlerdir. Bu fakihler aras ında İsa b.Abân (01m. H.220 / M.836), Muhammed b.Semâa (01m. H.233 / M.847), Hilâl b.Yahya ar-Rey (01m. H.245 / M.859) ve Ahmed Hassâf b.Ömer. H.261 / M.874) vard ır. 2— İmam Mâlik ve Mâliki Mezhebi Imâm Mâlik'in nesebi Beni Teym'in Humeyr koluna dayanır Tam adı. Ebıl Abdullah Mâlik b.Enes b.Ebi Amir b.Amr b.al-Hâris b.Gaymân b.Husey1 b.Anır b.al-Hâris al-Asbahrdir. H.93 / 712 Yıhnda doğmuştur. Maamafih hicri 90-97 y ılları arasında doğduğuna dair de çeşitli rivayetler vardır. Hz. Muhammed, Ebü Hanife, Şâfii ve Imâm Mâlik'in geleceğini bir hadisiyle bildirmi ştir. Tirmizi böyle bir hadis nakletıııiştir. Mâlik'in amcas ı hadis ilmiyle m.e şgul olmuştu. Mâlik'in, Rabiat ar-Rey lâkabiyle tan ınmış olan Rabia b.Ferruh (Öl ın. H.132 veya 143 / M.749 veya 740)'dan f ıkıh öğrendiğini söylemektedir. K ıraat ilmini Nâfi b.Nuaym'dan ö ğrendiği anlaşılmaktadır. Onun hocası olarak pek çok isim verilmiştir. Ibn Şihab az-Zuhri (01m. H.124 / M.741), Abdullah b.Ömer'in mevlası Nafi, (01m. H.117 / M.121), Abdullah b.ömer'in mevlası Nafi' (01m. H.117 / M.735), abu'z-Zinâd Hi şam b. Urve (01m. H.131 / M.748), Yahya b.Said (Ölm. H.143 / M.760) ve Ald Allah b.Dinâr onun hocalar ı arasında zikredilmiştir. Onun hocaları olarak zikredilen bu zatlar, Ubeydu.11ah b.Abdullah b.Utbe b.Mes' ıld (01m. H.94 veya 99 / M.712 veva 717), Urvet b.az-Zubeyr (Ölm. H.94 / M.712), al-Kâs ım b.Muhammed b.Ebi Bekr (01m. H.106 / M.724), Harice b.Zeyd b.Sâbit (01m. H.100 / M.718) ve Sâlim b.Abdullah b. Ömer b.al-Hattâb (Ölm. H.106 / M.724) gibi din bilginlerinden ders görmüşlerdir. Bu sonuncu zatlar ayn ı zamanda Medine'nin fakihleri idiler. Bu fakihlerin ilimde kaynaklar ı da Sahabe'den ş u ş ahsiyetlerdir. Ömer b. al-Hattâb, Osmân b.Affân, Abdullah b.Omer, Ai şe Bint Bekr, İbn Abbâs ve Zeyd b.Sâbit. Böylece Mâlik b.Enes'in mensup olduğu Medine okulunun ilmi silsilesini belirtmi ş bulunuyoruz. İmâm Mâlik'in hac için Mekkeye gidi şi hariç aşağı yukarı Medine ve civarını terketmedi ği söylenebilir276. Bak: al-Fihrist, s. 302. "6 Bak: J. Schacht, Islâm Ansiklopedisi, Mâlik maddesi, cüz: 72, s. 252-253, Istanbul 1956; Ahmet arnül, Duha'bisIgun, c. II, s. 208. 27,
175
Onun bir ara Halife Ebû Ca'fer Mansûr zaman ında, döğüldüğü de bilinmektedir. Mâlik'in dö ğülmesinin başlıca sebebi, Emevilerin saltanatı= sona erdi ği sıralarda Hz. Ali neslinden Muhammed b.Abdulland ır. Esasen Medine halkı bu zatlara biat etmi şti. Fakat Abbasiler hilafeti ele geçirince Medine halkı da ister istemez eski biatten vaz geçerek olanlara biat etmişlerdi. H.145 / M.762 yıhnda Muhammed b.Abdullah 277 isyan edince, Malik, Abbasilerden Ebû Ca'fer Mansûr'a zorla biat edildi ğini, bu biat'ın helal olmıyacağını ima etti. Fakat Muhammed'in isyanı başarısızlıkla sona erdi. Bunun üzerine isyan hareketi s ırasında tereddüde düşen Medineliler yeniden Ebû Ca'fer Manstir'a biat ettiler. Mansûr isyan sıralarında Mâlik'in aldığı tavrı unutmadı . Baş arıya ulaşınca Medine valisi amcas ı Ca'fer b.Süleymân'a haber yolhyarak imam Mâlik'e işkence yaptırdı . Mâlik'in yediği dayaklar yüzünden bir omuzu bile çıktı . Bilindiği üzere Halife Mansûr zaman ında İmam Ebû Hanife de kadılığı kabul etmiyorsun denilerek dö ğülmüş ve hapsedilmişti278 . İmam Malik H.179 / M.795 yılında Medine'de vefat etti.
İmam
fıkıh usulünde görüşleri :
İ mam Malik tanınmış bir fakihtır. Aynı zamanda iyi bir muhaddistir. Fetvalar ında başta kitap ve sünnete önem verirdi. Üçüncü olarak sahabe fetvalar ı ve sözleri Malik için itimada de ğer delillerdi. Medine'nin en tanınmış fakihlerinin fikirlerini ö ğrenmişti. Onlar vasıtasiyle Ömer b. al-Hattalı 'm fetvalar ıııdan da haberdar olmuştu. Hz. Peygamber'in hadislerini iyi bildi ği gibi, Sahabenin fetva ve hükümlerini de iyi biliyordu. Bu sebeple uygulamada da güçlük çekmiyordu. Esasen Malik, Sahabe fetvalarma dayanma hususunda Kur'ân' da da deliller buluyordu. Kur'an'da Muhacir ve Ensardan "evvel ve sabık olanlar" diye bahsedilmi şti. Bu, Sahabe'ye verilen de ğerin açık ifadesidir. Yine Allah Tealâ ş öyle buyurmuştu: "Kullarımdan kavli (sözü) dinleyip ondan en güzeline uyanlar ı müjdele". Ayrıca unutmamak gerekir ki Medine hicret yeridir. İlk müslümanlar vahyin nas ıl indiğine muttali olmuşlar, Peygamberimizden islamiyeti bizzat ö ğrenmişlerdir. Bu sebeple Sahabeyi izlemekte isabet vard ır. Bilindiği üzere adil halife Ömer b.Abd al-Aziz, sünneti yaymak için Sahabe'nin fetva ve hükümlerinin toplaninasm ı emretti. Demek oluyor ki Sahabe'nin ,
Muhammed b. Abdullah "Nefs-i Zekiyye" lakabiyle tanınmıştır. Bak: Ebû'l-Felâh Abd al-Hayy, Şezerât az-Zeheb fi Ahbûr Men Zeheb, c. I, s. 290-291, Mektebet al-Kuds baskısı ; Sabri Şakir Ansay, anılan eser, s. 33-34; a ş- Ş a'râni, at-Tabakât alKubrâ, c. I, s. 45. 27
278
176
fetva ve hükümleri sünnetin uygulanmas ından ibarettir. Malik de böyle inandığı için Sahabe'nin söz ve kararlar ına fıkıhta önem vermi ştir. Malik ictihadında icma'a da çok geniş yer vermi ştir. Onun miras meselelerine dair al-Muvatta adl ı meşhur eserinde vard ığı hükümler bunu açıkça göstermektedir279'. Malik, Medine halkının bir hükümde birle şmesini de bir fıklıt delil saymıştır. Bir mesele hakkında Kitap ve Sünnet'te bir delil bulunmad ığı takdirde Medine ehlinin aınelini nazara al ıyordu. Bunda da ş öyle düşünüyordu: Peygamber Nledinede ömrünün büyük bir k ısmını geçirmişti. Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, Medine'de ikamet edip amelde bulunmu şlardı . Medineliler de onların izinden yürümüştü. O halde Medinelilerin ameli fetvada bir delil olabilir. Kıyas : Imam Malik, hadis ehlinden olmakla beraber, kıyasa da müracaat etmi ştir. Yani o reye de önem vermiştir. Üzerinde nas bulun.mayan meselelerde yerine göre akl ı ile hareket ederek k ıyas yapması nı bilmiştir. ş atibi'nin ve diğer baz ı bilginlerin bildirdikleri üzere Malik b.Enes, bazan istihsan ı da kullanm ıştır280. Belirtmek yerinde olur ki Malik, ıstıslah'ı da ş er'i bir kaynak olarak kabul etmiştir. Istıslah maslahat gerekçesiyle hareket etmek' ve amme menfaati bakımından karar vermektir281. Ayrıca Imam Malik "sedd-i zerai"i de f ıkıhta bir delil saym ıştır. Zerai, zeria'n ın çoğuludur. Zeria vesile demektir. Mesela haram ın vesilesi haramdır. Vaeibin vesilesi vâciptir. Fuhu ş haramdır. Helal olmayan bir kadının avret yerine bakmak da haramd ır. Çünkü bu, insan ı fuh ş a götürebilir. Cum'a namaz ı farzdır. Ona ifa etmek için haz ırlanmak da farzdır. Malik, örfü de fıkıh usulünde bir delil saymıştır. Ancak bu, hiç nas bulunmıyan meselelerde câizdir. Hatta örfe muhalif dü ştüğü takdirde kıyası terketmi şlerdir.
Mâlik'in İtikacti Görüş/eri : Malik işlerin en hayırhsı olarak Sünneti, en fenas ı olarak da uydurulan sapıklıkları (bid'at) gösterirdi. Malik alçaidcilerin s ırf akla dayanan ve Selef tarafından açılçlanmamış yorumların' do ğru bulmuyordu. "9 Bak: Muhammed Ebil Zehra, Mâlik, s. 322. ikinci bask ı, Mısır. Bak: Aym eser, s. 352. 281 Bak: Aynı eser, s. 367; Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay, amlan eser, s. 34.
2"
177
Tâlib al-Mekki "Malik, mütekellimlerin mezhebine en uzak olan, Selerin ı sünnetine ise en çok uyan kimsedir" demi ştir. Cedel'den ho şlamaz, kelâm meselelerine dair de pek fikir yürütmek istemezdi. Bu konularda soru sorulursa kısa ve nassa uygun cevap vermekle yetinirdi Bir gün Süfyan b.Uyeyne ona şu soruyu sordu: "ar-Rahman ala'l-Ar ş isteva" âyetinin anlamı nedir' 282, İ steva ne demektir? Malik bu soruya biraz sülart ettikten sonra, ş öyle cevap verdi: " İstiva bilinmektedir. Onun keyfiyeti dü şünülmemiştir. Ondan sual sormak sap ıklıktır Ona iman vaciptir 2 8 3 ." Malik hiçbir zaman itikadi meselelerde Kur'ân ve hadislerin lâfz ındaki manayı tecavüz etmek istemezdi. Onun ba şlıca kelam meselelerine dair görüşleri Selefinkine uygundur.
İman Meselesi : Mâlik'e göre iman sadece itikad ve sözden ibaret de ğildir. İmana arnel de dahildir. İnsanın yaptığı fiil ve ibâdetleri de imanın şumulüne girer. Demek Mâlik'e göre iman yalnız sözle de ğil, amelin de ifasiyle yerine gelir. İman artar; fakat iman ın eksilip eksilmediği konusunda Malik sülditu tercih etmi ştir. Kader ve İnsanların Fiilleri Meselesi : Bu konuda üç cereyan vard ır: Bunların birincisini Gaylân ad-D ımeşki ve ~tezilî olanlar tarafından yürütülüyordu. Bunlar insan ın irade ve fiillerinde hür oldu ğunu söylüyorlardı . İkinci cereyanı, Cehm b.Safvân' ın fikri etrafında birle ş en Cebriyeciler temsil ediyordu. Bunlar da insanın irade hürriyetinin olmad ığnnı ileri sürüyorlardı . Bir üçüncü grup da orta yolu tutuyordu. Malik b.Enes insan ın kendi fiilini yarattığını söyliyenlere cephe ald ı . Hattâ onlarla evlenilmesini, onlar ın arkasında namaz kılınmasını caiz görmedi ği söylenir. Fakat onları kâfir de saymamıştır. Bununla beraber Mâlik'in Cebriyeyi doğruladığı da söylenemez. O kader konusuna dalmay ı tehlikeli bulurdu. Kebire (büyük günah) Meselesi : Kebire işleyeni Havâric kâfir say ıyordu. Havaric'ten ibaziyye f ırkası ise büyük günâh işleyeni, nimeti inkâr edici olarak tavsif etmi ştir. Imânı inkâr edici olarak de ğil. Mu'teile ise kebire sahibini fas ık ve cehennemlik olarak kabul etmi ştir. Hasan al-Basri (01m. H.110 / M.728) 282 Bak: Kerrâmiye fırkası mezkiir âyete dayanarak Allah'a yer isnad eder. Allah' ın gök üzerinde oturduğunu ileri sürer. 183 Bak: Muhammed Ebü Zehre, Mâlik, s. 181.
178
ise münafık ve fakat müslim saymıştır. Mürcie ise kebire i şliyeni tam müslüman addetmi ştir. Mâlik ve Elya Hanife gibi zatlar ise kebire i şliyeni mü'min-fâsık saymışlardır. Allah Tealâ isterse affeder. Isterse cezalandırır.
Kur'ân'ın Yaratılması Meselesi : Kur'ân'ın kadim veya yarat ılnuş olduğu meselesinde de müslümanlar ihtilâf etmi ştir. al-Ca'd b.Dirhem ve al-Cehm b.Safvân, Kur'ân' ın yaratıldığını söylediler. Mu'tezile de bu fikri benimsedi. Fakat Sekrin izinden giden müslümanlar, onların fikir yürütmedikleri meseleler üzerinde durmak istemediler. Hattâ Selef'in aç ıklamak istemedi ği meseleler hakkında yorumlar yapanı sapıklıkla itham ettiler. İşte Mâlik b. Enes de Selef'in yolunu izliyen mümtaz bir zatt ır. Ona göre "Kur'ân Allah' ın kelâmıdır. Kur'ân mahl ılk diyen teybe edinceye kadar hepsedilmelidir". Böylece Mâlik, mutezili fikirleri be ğenmediğini göstermiştir.
Allah'ın Görülmesi Meselesi : Mutezile, Allah' ın asla görülemiyece ğini ileri sürüyordu. Mu'tezile'nin düşüncesine göre bir yer i ş gal eden varlık, ancak görülebilir. Yer işgal eden her şey ise cisimdir. Allah görülür denirse cisme benzetilmi ş olur. Halbuki Yüce Allah eismiyetten münezzehtir. O halde Allah görülemez. Nitekim Kur'ân'da Allah' ın Hz. Musa'ya (len terâni) "beni göremezsin" diye buyurdu ğu bildirilmiştir. Mutezile "buradaki ifade görme fiilinin ebediyyen inıkânsızlığım göstermektedir" diyordu. Mâlik, Mu'tezile'niıı Kur'an'daki âyeti böylece te'vil edip Allah' ın görülemiyece ğini söylemelerini ho ş karşılamadı . Hz. Milsa'ya hitabın bu dünya için oldu ğunu teyit etti. Fazla olarak "o gün yüzler vard ır taptazedir, Rablarma bakarlar" mealindeki âyetin, rüyete delil oldu ğunu belirtti. Hem Hz. Müsa'mn bir Peygamber olarak Allah'tan muhal bir ş ey istiyemiyece ğini söyledi. Kur'ân'da âsiler hakk ında "onlar muhakkak o gün Rablarından perde ile ayrılmışlardır" mealinde bir âyetin bulunması da muttaki mü'minlerin Allah' ı Âhirette göreceklerine delildir.
Mâlik'in Siyaset ve İmamet Görüşü : Onu.n devrinde fırkalar siyasi mücadele içinde idi. şia, Havâric, Emevilik ve Abbasilik dâvası vardı. Şia, ilk üç halifeye ta'n ediyordu. Havâric, Hz. Os ınân, Hz. Ali, Amr b.Âs ve Muâviye b.Ebi Siifyân' ı tekfir ediyordu. Şia hilâfeti Hz. Ali ve evlâdma münasip görmekteydi. Havâric, ehil ve âdil olalı herhangi bir müslümamn halifelik yapmas ını 179
caiz buluyordu. Abbasiler, Abbas' ın çociıklarımn hilâfetinin savunuyordu. Emeviler ise halifenin Kurey ş 'ten olaca ğı fikrinde idi. İşte bu karışık meseleler kar şısında Malik b.Enes'in durumu ş öyleydi: Bütün Sahabe'nin hürmetle andmas ı gerekti ği fikrindeydi. Selefiyyûn'a söğülmesini asla do ğru bulmuyordu. Sahabe'den Hz. Ebil Bekr ve Hz. Ömer'i di ğerlerinden daha üstün sayardı . Öteki Sahabeler aras ında fark gözetmez, hepsini hürmetle anardı . Bazan üçüncü olarak da Hz. Osmân' ı hayırlı bulduğu da söylenir. Malik, bu neticeye şöyle bir mülâhaza ile var ıyordu: Hz. Muhammed namazda kendine vekil olarak Hz. Ebû Bekr'i b ırakmıştı. Hz. Ebti Bekr, Hz. Ömer'i halifeli ğe namzet göstermi şti. Hz. Osman ise Hz. Omer'in hilafete lay ık gördüğü 6 kimse arasından Sahabe tarafından seçilmişti. Sahabe'nin icma'da birle ştiği kararlara ise hürmet etmek gerekir. İmamet meselesine gelince: Malik " İmam Kurey şliler arasından olur" anlammdaki hadise itibar ederdi. Bu sebeple Ehl-i Sünnet'in görüşüne uygun olarak halifelerin Kurey ş kabilesinden olan kimseler arasından seçilmesine taraftard ı . Özellikle Mekke ve Medine halk ının biat ettiği halifeye diğer İslam ülkelerindeki müslümanlar ın da biatı gerektiği fikrindedir. Müslümanlar aras ında çıkan fitnede taraf tutmay ı doğru bulmamaktadır284. İşte başlıca görü şü böyle olan İmam Malik, al-Muvatta adl ı eseriyle de şöhret yapm ıştır. Malik b.Enes birçok ö ğrenciler de yeti ştirmiştir. Bunlar aras ında şöhret yapmış şu zatların isimlerini sayabiliriz: Abdullah b.Veheb (Ölm. H.197 / M.812), Abd ar-Rahmân b.al-Kas ım (Ölm. H.191 / M.806), Eşheb b.Abd al-Aziz (Ölm. H.204 / M.819), Abd Allah b.Abd al-Hakem (Ölm. H.214 / M.829) ve Yahya b.Yahya al-Leysi (Ölm. H.234 / M.848). Hak ve doğru bir mezheb olan Mâliki mezhebinin mensuplar ı kuzey Afrikada, Mısır'da, Kuveyt'de, Bahreyn'de, Ahsa'da, Sudan'da, Libya'da, Batı Afrika'da ve Nijerya'da vard ır. Bir sıralar bu mezhep Horasan, Kazvin ve Ni şabûr taraflarına da yayılmıştır. Evvelce Endelüs ve Hicaz'da da Mâliki mezhebi kesin surette benimsenmi şti. 2
180
" Bak: Muhammed Ebil Zehre, Malik, s. 180-2046.
3- IMAM ŞAFIi VE ŞAFIli MEZHEBI (D. 767 Gazze — Ö. 820 Fustat) Ebâ Abd Allah Muhammed b.a ş- şâfii, şâfii mezhebinin kurucusudur. Ş âfii Mezhebi 4 büyük Ehl-i Sünnet mezhebinin üçüncüsüdür. Imâm Ş âfirnin baba tarafından Kurey ş kabilesine mensup oldu ğu bilinmektedir. Tam ad ı Muhammed b.Idris b.al-Abbas b.Osmân b. Ubeyd b.Abd Yezid b.Hâ şim b.al-Muttalib b.Abd Menâf't ır. Dededelerinden Sâib, Bedr muharebesi esnas ında müslüman olmu ştur. Onun oğlu Ş âfii de Peygamberimizle m.ü şerref olmu ş bir sahabidir. Bu duruma göre Muhammed a ş- Şâfii ile Pey-gamberimiz ayn ı kabileye mensupturlar. İşte nesebi böyle olan Şâfii H.150 / M.767 yılında Gazze'de doğdu. Yemen veya Askalân'da do ğduğu da rivâyet edilir Mekke'de yetişti, 7 yaşında Kur'ân'ı ezberledi. 10 ya şında Mâlik b.Enes'in Muvatta adli eserini hıfzetti. Mekke Müftüsü Müslim b.Hâlid az-Zenci (Öln ı. H.180 / M.796)'den ve Süfyan b.Uyeyne (01m. 11.198 / M.813)'den f ıkıh ve dini bilgiler öğrendi. Hocas ı az-Zenci 15 ya şındaki Ş âfirye fetva vermek selâhiyeti tamd ı285. Muhammed aş- Şâfii 20 ya şına doğru Medine'ye Imânı Mâlik'in yamna gitti. Ondan da fıkıh ve hadis bakımından çok istifade etti. Daha sonra Irak'a geldi. Ebû Hanife'nin arkada ş ve öğrencileriyle görü ştü. Onların fıkhım öğrendi. Oradan Iran'a geçti. H.172-174 / M.788-790 y ılları arasıııda Kuzey Irak ve civar ında dolaştı ktan sonra Medine'ye döndü. Bu seyahatleri gerek görgü ve gerekse bilgi bakımından onun için çok faydal ı oldu. Insanların tabiatını ve öriünü yakından gördü ve ö ğrendi. Imâm Mâlik'in vefatından sonra Yemen'e gitti. Yemen'de şia' nın bazı kollanyla sıkı dostluk kurdu. Hattâ Şafirnin Yahya b.Abd Allah az-Zeydrye biat etti ği söylenir. Onun bu durumu Halife Hârû'n ar-Reşid'e şikâyet edildi286. Bunun üzerine H.Re şid'in bulu.nduğu Rakka şehrine getirildi. şâfii, biat hadisesini kabul etmedi. Harân Re şid de ona çok saygı gösterdi. Şâfii gördüğü yakın ilgi ve itibar üzerine Bağdâd'a geldi. Ba ğdâd'da ders verme ğe ve mezhebini yayma ğa başladı. Insanlar dalga dalga onun dersine ak ın ediyorlardı. Böylece eski görü şlerini Bağ dâd'da tamamlam ıştı. Sonra Mekke'ye gitti. Tekrar Ba ğdâd'a döndü. Oradan da H.198 yılında Mısır'a geldi ve Mısır'da H.204 / M. 819 yıhnda hayata gözlerini yumdu. 2" Bak: şezerât az-Zeheb, e. II, s. 9; Muhammed Abdurralunân al-Cedlli ve arkada şları, Kitâb al-Fıldı ala Aal-Mezâhib al-Erbaa mukaddimesi, Mısır. "e Bak: Şezerat azaZeheb, e. II, s. 10; Dr. Es'ad K ılıçer, anılan eser, s. 95.
181
Irak'da Elıö Hanife ve arkada şlarının ictihadlarını öğrenince Medine'de vard ığı287 kanaatların bazısından vazgeçti. Bu sebeple onun görü şleri aras ında bazı farklar mevcuttur. Bu, hem onun tekâmülünün ve hem de gitti ği memleketin örfünün tesiriyle olmu ştur. Mısır'a varınca daha ba şka bir çevre ile kar şılaş mıştı . Kendisi de devrinin en derin ve en faz ıl fıkıhcısı durumuna gelmi şti. Mısır'da eski ictihatlarm ın bazısından vazgeçerek mezhebini yeniden çizdi. ş âfii Mısır'da Amr dersler verdi.
Camiinde yeni mezhebini yaymak üzere
Fatımiler Devleti zamanında Mısır'da 4 sünni mezhebe son verilmişti. Fakat Eyyubiler Mısır'a hâkim olunca, ş âfil mezhebini yeniden yaydılar2 8 8. imöm ş âfii, birçok eserler de yazd ı . Bunlardan en tanınmışı Kitab al-Um'mdur. Bundan ba şka al-Emâli al-Kubrâ, al-imlö as-Sagir ve Kitab ar-Risâle de onun tan ınmış eserlerindendir 289 . İ bn an-Nedim, İ mam as- Ş âfii'ye isnad edilen birçok eserlerin isminden bahset ıniştir 290 , ş âfil birçok ö ğrenciler de yeti ştirmiştir. Bunlar aras ında Muhammed b.Abd Allah b.Abd al-Hakem, Ebli ibröhim ismâil b.Yahyâ alMezenni, Ebö. Yaikûb Yösuf b.Yahya, Ebö. Bekir al-Hamidi (01m. H.219 / M.834), Ebö. Ishak ibrâhim b.Muhamm.ed b.al-Abbösi b.Osmân b. ş âfil (Ölm. H.237 / M.851), Ebti Bekr Muhammed b. İ dris, Müsâ b. Ebil-Cöröd, az-Za'ferâni (Ölm. H.260 / M.873), Ebil Ali al-Huseyn b. Ali al-Kerâbisi (01m. H.256 / M.869), Ebil Sevr Kelbi (Ölm. H.240 / M.854) ve Ebö Abd ar-Rahmân Ahmed b.Muhammed b.Yahyö al-E ş 'ari gibi bir çok zatlar vard ır 291 .
Şâfirnin Fık ıhta Usül ve Görüşleri : Diğer sünni imâmlar gibi şafii de Kitab ve Sünneti usillde ba ş deliller olarak kabul etmi ştir. Üçüncü olarak da İ cma'a önem vermi ştir. İ cma sünnetten sonra, kıyastan ise önce gelir. İcma bir asrın bilginlerinin bir meselede ittifak etmeleridir. ş âfii her şeyden önce Sahâbe'nin icma' ına hürmet etmi ştir. Çünkü Hz. Muhammed buyurmu ştur ki "Ashab ınm keremli davran ınız, 287 Bak: Kitâb al-Fıkh ala al-Mezâhib al-Erbaa, s. 33-34. 2 " Bak: Adem Mez. al-Hadârat al-Islâmiyye, e. I, I, s. 375 al-Kâhire 1377 / 1957. 289 Bak: Kitâb al-F ıkh, s. 34; Şezerât az:Zeheb, e. II, s. 10. 290 Bak: al-Fihrist, s. 309-310. 291 Bak: Daha fazla bilgi için bak: M. Ebû Zehre, as- Şâfii, s. 147-150; Kitâb al-F ıkh mukaddimesi; al-Fihrist, s. 311.
182
hürmet ediniz, sonra onlar ı takip edenlere, daha sonra da Tabiine tabi olanlara saygı gösteriniz..." Fakat Sâfil, Medinelilerin İ ema'ını bir delil olarak kabul etmiyor. Çünkü bir meselede İcma, beldedeki bilginlerin de ğil, bütün İ slâm ülkelerindeki bilginlerin ittifakiyle câizdir292. Sâfii, kıyası bir delil olarak kabul eder. K ıyas'ın esaslarını açıklamak ve düzene koymak için Sâfii çok çal ışmıştır. İ stihsan'ı ise bir delil olarak kabul etmek istemerni ştir. İstihsan yapan', pazarı ve günün fiatlarını bilmeden malina fiat koyan tâcire benzetmiştir. Sâfii, Sahabe'nin sözlerini ise bir delil olarak kabul etmi ştir. Ancak buna itiraz ederek Sâfirnin Sahâbe sözlerini delil olarak kabul etmedi ğini söyliyen bilginler de vard ır293. Di ğer yandan onun eski mezhebinde Sahâbe sözlerini kabul etti ği, Mısır'a geldikten sonra benimsedi ği yeni mezhebinde ise bunu reddetti ği de söylenmi ştir. Fakat Muhammmed Ebâ Zehre, ,Ş âfii'nin hem eski, hem de yeni mezhebinde Sahâbe sözlerini bil- delil saydığını açıklamıştır294. Hattâ Sâfii, Sahâbe sözlerini klyastan önce bil- delil saynu ştır. Ancak o, Sahâbe sözlerinden itiraza uğramanuş olanları tercihen kabul ediyor. İ htilâf edilmiş sözlerde ise kendisine en az itiraz edilmi ş olan Sahâbe'nin sözlerini tercih ediyor. Ayrıca Kitab ve Sünnet'e en yak ın sözleri daha çok itimada sayan buluyor. Hâsılı Sâfii, Hanefi F ıkhı ile Mâliki Mezhebi aras ında orta bir yol tutuyor. Onun fıkhı düzenli ve belli prensiplere ba ğlanmıştır. Hanefi mezhebinin birçok görü şlerini kabul etmi ştir. Şu kadar var ki Sâfii Mezhebi, kadınlar için Hanefi ve Mâliki mezhebinden daha çok k ısıtlayıcı hükümler koymu ştur. Sâfii Mezhebi hak ve do ğru olan Ehl-i Sünnet Mezhebine dahildir.
İmânı ŞafiVnin İ'tikacli Görüşleri : İ mâm Ş âfii, Selefiyyün gibi, i'tikadi meseleler hakk ında münazaralar yap ılmasını do ğru bulmamıştır. Kelâm meselelerini so ğuk karşılam ıştır. Özellikle fırkalarm kelâmla u ğraşırken tekfir etmelerini ho ş bulmarm ştır. Hattâ bir gün kendi evi önünde arkada şlarının münazara yapt ığını duyup dış arı çıkmış . Bir de bakm ış ki münazara konusu, kelâmi meselelerdir. Derhal geri evine girmi ş . Fakat bu defa da "2 Bak: M. Ebil Zehre, a ş - Ş3fil, s. 258-259. 293 13ak: Dr. Es'ad K ılıçer, anılan eser, s. 97. 2" Bak: M. Eb ıl Zehre, A ş- Ş tıfii, s. 305.
183
kalbi rahat etmemi ş , yeniden dışarı çıkarak arkada şlarına şöyle söylemiş : "münazara esnas ında birbirinize kâfir oldunuz demeyiniz ve fakat hata ettiniz deyiniz". Şafirnin "kelâm ilmiyle uğraşanlar ı deveye ters bindirip a şiret ve kabilelere te şhir etmek gerekir" dedi ği de bilinmektedir. Ancak unutmamak gerekir ki Şâfii zamanında Mutezile, Cebriye, Mürcie, Havârie ve Şia gibi Ehl-i Sünnet haricindeki f ırkalar faaliyet gösteriyor ve kelâmi meseleler hakkında fikir yürütüyorlard ı. Bu sebeple Şafirnin hoşlanmadığı kelâmeılar da onlar olsa gerekir. Yoksa Şâfirnin bizzat kelâmi meselelerle de u ğraşan Ebû. Hanffe' ılin fıkhi görüşlerinden istifade etti ği de malûmdur. Ilerde tafsilatiyle anlataca ğımız Eş'ârilik ve Maturidilik gibi Ehl-i Sünnet kelâm okulları da henüz do ğmamıştı. Kaldı ki biz imâm Şâfirnin de kelâmi meseleleri bildi ğinden eminiz. Nitekim biri Hz. Muhammed'in nübüvvetine delil nedir diye sormu ş . İmam Şâfii de "nâzil olan Kur'an, insanlar ın icma's ı ve kendisinden başkasına yakış mıyan deliller" diye cevap vermi ştir. Şâfii kelâmi meselelerden olan Allah' ın sıfatları meselesi hakk ında da fikir sahibi olmuştur. Allah'ın sıfatlarının Zatına mugayir olmıyacağını ima etmiştir295 . Kur'ân hakkında ise onun mahliık olmıyacağı inancını beyan etmiştir. Mutezile'nin aksine olarak Allah' ın Ahirette görülece ğine inanmıştır. Kaza ve kadere inanmış , hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu söylemiştir. İnsanın emellerini ve kesbini Allah'ın yaratt ığı fikrini benimsemiştir. Şâfil, iman hakkında da inancını açıklamıştır. Şâfirye göre "iman tasdik ve ameldir". İman amelin azl ığı veya çoklu ğuna göre eksilir veya ço ğalır. Şâfii bunu şöyle izah eder: Allah k ıbleyi Kudüs'ten Mekke'ye çevirdiği vakit bir kısım Sahabe geçmiş namazlarının kabul edilip edilmediğini sorar. O zaman şu âyet nazil olur: "Allah imamnızı zâyi edici de ğildir". Buradan imanın namaz demek oldu ğu anlamı çıkar. Namaz ise amele dahildir. Şâfii imanın artıp eksilebilece ği hakkında ise şu âyetleriş deligöstr: 295 Bak: M. Ebisı. Zehre, as- Ş âfil, s. 136.
184
"Bir süre nazil oldu ğu vakit, onlardan kimi, bu sizden hanginizi iman cihetinden artırdı diye söyler" âyet ve Kehf süresindeki, "Onlar Rablerine iman eden genç yi ğitlerdi. Biz onlar ı hidâyet cihetinden art ırdık" âyeti birer delildir296 . Sâfii'ye göre bu âyetler iman ın artıp eksilece ğini gösterir.
Şâfirnin imâmet hakk ındaki görüşüne ge/ince : İ mam Kureyş 'ten olmalıdır. Kureyş 'ten bir kimse kılıçla hilâfeti elde etse ve halk da onun etrafında toplansa, o kimse halifedir, Demek halife olmak için 1— Kureyşli olmak, 2— Halkın halifeyi kabul etmesi gerekir. şâfil' ılin Hz. Ebü Bekr'i, Hz. Ali'den daha çok hilâfete lâyık gördü ğü de bilinmektedir. Bunda da iki hadise dayanmaktad ır. 1- "Bir kad ın Hz. Muhammed'e gelerek bir ş ey sordu. Hz. Muhammed kadına dönmesini söyledi. Kadın Hz. Peygamber'in ölebileceğini kasdederek döndü ğüm vakit sizi bulamazsam ne yapay ım diye cevap verdi. Hz. Peygamber de "Ebü Bekr'e gel" dedi. 2— Hz. Muhammed "Benden sonra Ebü Bekr ve ön ı er'e uyumu" diye buyurmu ş tur. Sâfii bu iki hadisin. Ebü Bekr'in hilâfete Hz. Ali'den ve bütün Sahabe'den önce lây ık oldu ğuna delâlet etti ği kanaatındadır. Esasen İ mam Safii, Hulâfâ-y ı Rüşidin'i efdaliyet derecesine göre ş öyle sıralıyordu: Hz. Ebü Bekr, Hz. Ömer, Hz Osmân ve Hz. Ali. Hz. Ali ve Hz. Muâviye mücadelesinde ise Hz. Alryi hakl ı buluyordu297 . İşte genel olarak f ıkhi ve i'tikadi görü şleri böyle olan İ mam ş afii, Sâfii Mezhebini kurmu ştur. Hak bir mezhep olan Sâfiilik, bütün M ısır'da, Filistin'de, İran'daki sünniler aras ında, Seylân'da, Filipin adalar ında, Endonazya'da, Hind-i Çini ve Avustralya müslümanlar ı arasında. Yemen ve Hadramut sünnileri aras ında, Hindistan'ın güney sahillerinde yayılmıştır. Kuzey Irak ve do ğu Anadolu'da da Sâfiilier vard ır. "6 Bak: aym eser, s. 137. 297 Bak: aş -Mil, s. 138-139.
185
4— İMAM AHMED B. HANBEL VE HANBELİ MEZHEBI Elyû Ali Ahmed b.Hanbel aş - Şeybâni H.164 / M.781 y ılında Bağdad'da do ğdu. İ mam Eh() Yûsuftan ders ald ı . Henüz 15 yaşında iken hadis okudu. Özellikle 4 sene ınüddetle Hüseyn (01m. H,183 / M.799) dell hadis dinledi. 20 ya şına gelince ilim ö ğrenmek üzere Ba ğdad'tan ayrıldı . Suriye, Hicaz ve Yemen'de dola ştı . Gördü ğ ü ve tanıştığı bilginlerden din ilmi ve özellikle hadis tahsil etti. H.190 / M.806 y ılında Ba ğdad'a dönünce evvelce tan ıştığı İ mam Ş afii ile yeniden kar şılaştı . Onun ilrninden çok istifade etti. Ş âfii'den özellik-le f ıkıh ve usül ö ğrendi. O derecede ki daha sonra birçok Ş âfii fakihler, İbn Hanbel'i, Ş âfii Mezhebinden sayd ılar. Fakat ne olursa olsun gerek kendisinin ve gerekse yeti ştirdiğ i kimselerin gayretleriyle Hanbeli Mezhebi miistakil hale geldi. Onun görüşleri İ slâm'ın ilk devirlerindeki dü şünce tarz ım müdafaa eder mahiyettedir. Ba ş ka bir deyimle Ahmed b.Hanbel birçok meselelerde Selefiyyün gibi dü şünmüştür. Esasen iyi bir hadisci olmas ı da Selefiyye'nin görü şlerini iyi tammas ına yol açt ı . Hattâ birçok bilginler onu fakih değil muhaddis sayarlar. Abbasi halifelerinde Meemûn'la ba şlıyan i'tizali hareketler yüzün den 'bn Hanbel çok işkence gördü298. Me'mtın zamamnda hakkında takibât yap ıldı . H.218 / M.833 y ılında, Kur'ân mahlük diyen Mu'tezile'nin görüşlerine uymad ığı için, Tarsus'taki Me'mün'un yan ına götürülmek istendi. Fakat yolda Me'mûn'un ölüm haberi geldi. O, fikirlerinden fedakârl ık yapmad ı . Bu yüzden hapsedildi. al-Mu'tas ım (01m. H.227 / M.842) ve Vasık zamanında zindanda yattı . Halife al-Mütevekkil zamanında hapishaneden ç ıkarıldı . Halife ona lâyık olduğu saygıyı gösterdi. ibn Hanbel'in itibar ını iade etti. İbn Hanbel'in dö ğülmesi ve hapsedilmesi şöhretini daha da art ırdı . Bağdad'da H.241 / 845 y ılında vefat etti299.
Ahmed b.Hanberin Usûrü ve Fılchi Görüşleri : Ahmed b.Hanbel fıkıhta her ş eyden önce di ğer sünni imamlar gibi naslara güvenmi ş ve dayanmıştır. Kur'ân ve Sünnet'de bir mesele için delil bulamay ınca Sahâbe'nin iema' ı ile hüküm verdi. Ancak Sahâbe ihtilâf etmiş se Kur'ân ve Sünnet'e en yak ın olan Sahabe fetvas ını ka"B Bak: Ebül-Ferec Abdurrahman b. al-Cevz1, Menâk ıb al-Imâm Ahmed b. Hanbel, s. 310-356, Matbaat as-Saâde, M ısır, "ğ Bak: Goldziher, 1s. Ansiklopedisi, Ahmet b. MuhammedHanbe I maddesi, cüz:.
s. 171,4stanbul 1959; Ahmed Emin, Duha'l-Islâm, c. II, s. 235.
186
bul ederdi. Ahmed. b.Hanbel'in mürsel ve zay ıf hadisleri de yerine göre delil saydığma ş âhit oluyoruz. O, zaruret olmadıkça kıyasa iltifat etmezdi300 . Zaruret halinde ise k ıyası da delil olarak kabul etti ği vâkidir. Demek oluyor ki 4 büyük sünni mezhep aras ında re'ye en uzak olanı Ahmed b.Hanbel'in mezhebidir. İbn Hanbel, kelâm meselelerinde Selefiyyûn akide ve dü şüncesini muhafaza taraftar ıydı . Bu sebeple kelâm ilminden asla ho şlanm.am ıştır301 . Selef'in dü şüncesine aykırı davranış ve fikirleri sap ıklık saymıştır. İbn an-Nedim, Ahmed b.Hanbel'e birçok eserler de isnat etmektedir. Kitâb al- İlel ve Marifet ar-Ricâl, al-Musned, Kitâb al-Mesâil,'Kitab at-Tefsir, Kitab az-Zuhd, Kitâb al-Fadâil, Kitâb ar-Redd ala'l-Cehmiyye ve Kitâb al-Ferâid, İbn Nedim'in zikretti ği eserler aras ındadır302 . Bu eserlerden ço ğunun, inıâm'ın fikirlerine dayanarak yak ınları tarafından toplandığı anlaşılmaktadır. Meselâ Musned adl ı meşhur hadis külliyat ı onun o ğlu Abdullah tarafından toplannu ştır. Ebû Dâvûd (Ölm. H.275 / M.889) ise f ıkıh meselelerine dair cevaplar ı ihtiva eden Mesâil An Ali b.Ahmed b.Hanbel adl ı eseri rivâyet etmi ştir. İbn Hanbel, birçok ö ğrenciler de yeti ştirmiştir. Onun mezhebi 4 mezheb içinde en az tutunmu ş olmasına ra ğmen, zaman zaman Hanbeli Okulu'nu izliyen kıymetli bilginler yeti ş miştir. Hanbeli Mezhebine salik başlıca tanınmış ş ahsiyetler şunlardır: Kâsım Ömer al-Haraki (Ölm. H.334 / M.945), Abd al-Aziz b.Ca'fer (Ölm. H.363 / M.974), Abd al-Kâdir al-Cili (Ölm. H.561 / M. 1166) Eb ın Ferec b.al-Cevzi (Ölm. H.597 / M. 1200), Muvaffak ad-Din b.Kudâma (Ölm. H.620 / M.1223), İ bn Teynıiye (01m. H.728 / M.1327), Muhammed b.Kayyim al-Cevziye (01m. H.751 / M.1351), Abd ar-Rahmân al-Bulıtiti (Ölm. H.1051 / M.1642), Muhammed al-Buhûti (Ölm. H. 1088 / M.1678), Ebül-Ferec Abd ar-Rahmân b.Receb (Ölm. H.795 / M.1393) 303 . Osmanhlar devrinde tesis edilen Vahhâbilik, Hanbeli Mezhebinin sertle şmesi ve daralt ılmasiyle meydana gelmi ştir. Dini ve askeri bir hareket olarak Vahhâbiler Osmanl ı Devletini çok me şgul etmiştir. 3 " Bak: Kitâb al-Fıkıh ala'l-Mezâhib al-Erbaa adl ı eserin önsözü; Dr. Esa'd K ılıçer, amlan eser. s. 103. 3 Bak: ibn al-Cevzi, Menâk ıb, s. 182-185. 3 " Bak: al-Fihrist, s. 334; Ahmet b. Muhammed b. Hanbel, Kitâb al-Hel Va Ma'rifet arRieâl, neşredilenlerZ Dr. Talat Koçyi ğit ve Dr. Ismail Cerraho ğlu, Mukaddime e. I, s. 10, Ankara 1963. 3 °3 Bak: Is. Ansiklopedisi, Ahmet b. Muhammed b. Hanbel maddesi; cüz: 3, s. 172-173. "
187
Bu gün sünni ve hak mezhep olan as ıl Hanbeli Mezhebi salikleri Necid'de çokturlar. Hicaz'da Ş âfirlerle beraber, Ahsa'da Mâlikilerle beraber Hanbeliler mevcuttur. Filistinde Ş âfülerden sonra Hanbeli Mezhebi salikleri çoktur. Ş am halkının yaklaşık olarak 1 / 4'ü Hanbeli'dir. Bahreyn'de de az miktarda Hanbeliler vard ır. Hanbeliler eskiden daha yayg ın olmakla beraber sonradan yava ş yava ş azalmışlardır. Özellikle Osmanlılar devrinde birçok yerlerde Hanbeli Mezhebinin yerini Hanefi Mezhebi alm ış tır. Bu gün 4 mezhep içinde en az salikli olan, Hanbeli Mezhebidir. Yukardan beri sayd ığımız 5 mezhebin hepsi de Ehl-i Sünnet'e dahil Kur'ân ve Sünnet yblunu benimsemi ş fıkhi mezheptirler. Hepsi de doğru ve hürmete lâyıktırlar. hikadi bakımdan hepsinin yolu hidâyet üzerindedir. Bazı fıkhi konularda ayr ılmaları ictihad icabıdır. Esasta ise birdirler ve beraberdirler. 5— DIĞER MUCTEHID IMAMLAR VE MEZHEPLERI Yukarda bahsetti ğimiz 4 büyük mezhepten ba şka sünni mezhepler de tesis edilmiştir. Ancak bunlar çok ya ş amamıştır. Bunlar aras ında en tanınmış olmalarını aş ağıda kısaca görece ğiz: a) Imam Evzili ve Görüşleri: Evzâfnin tam ad ı, Abd ar-Rahmân b.Amr'dır. H.88 / M.707 yılında Ba'albek'de do ğmuştur. Hayat ı genel olarak Ş am ve Beyrût civarında geçmiştir. Evzâ'nın, Ş am civarında bir köyün veya Yemen'de bir kabilenin adı olduğu söylenir. Bu hususta ba şka rivayetler de vardı r304. Her ne olursa olsun Abd ar-Rahmân, Evzâi lâkabiyle maruf olmuştur. O, Etba'ut-Tabiin'den idi. Son derece ahlâkl ı bir zatt ı . Başlıca hocaları arasında Atâ b.Rebah, Zuhri ve Mekhül vard ır305. imâm Mâlik ve İmâm Ebü Hanife ile görü ştüğü de bilinmektedir. Hattâ Mâlik ile Sufyân b.Uy-eyne'nin ondan ders ald ıkları anlaşılmaktadır. Son derece ibâdete dü şkün bir zatt ı . Geceleri namaz kılmayı ve Kur'ân okumayı severdi. Hadis ilmini iyi bildi ği gibi, fıkıhta da ictihad sahibi idi. Yetmiş bir mesele hakkında fetva verdi ği söylenir. Fıkıhta Ebû Hanife gibi reye müracaat etmi ştir. Ancak Ebû Hanife'nin fukaha sözlerini baz ı haber-i âhad'la rivâyet edilen hadislere ter"4 Bak: Şezerât az:Zeheb, e. I. s. 242. 3" Bak: Dr. Es'ad K ılıçer, anılan eser, s. 104.
188
cih etmesini hoş karşılamamıştır. Bundan anla şılıyor ki Evzâi hem Ehl-i Hadis'e taraftar, hemde re'yi kullanarak Ehl-i Re'ye uyar görünmektedir. Nevevi onun 4 hadis imam ından bir olduğunu ileri sürmü.ştür. Bu zatlar şunlardır: al-Evzâi, Mâlik, Sufyân as-Sevri ve Hammâd b.Zeyd306. Onun hem fıkhı, hem de hadis ilmini iyi bildiği anlaşılmaktadır. Gerçek şudur ki o, Şam. civarında devrinin en âlim, en zâhid müctehidi olarak tanınmıştır. Evzâi, Beyrısıt'da H.157 / M.774 yılında hamamda vefat etmi ştir. Nakledildi ğine göre zevcesi onun bulundu ğu hamam odasına kömür ve ate ş getirmi ş, sonra onu yalnız bırakarak hamam ın kapısını kilitlemiştir. Evzâi de içerde zehirlenerek ölmü ştür. Ancak zevcesi bu fiili kasden dalg ınlıkla yapmıştır. Evzârnin mezhebi, Ş am ve Endelüs'de yay ılmıştı . Endelüs'e Mâliki. Mezhebi yayılınca, Evzâilik yok olınağa başladı. Böylece Evzâi mezhebinin ömrü, Endelüs'de yakla şık olarak hicri 200 y ılına doğru son buldu. Bu. mezhep Şam'da daha çok ya şadı . Hicri 400 tarihine kadar Şam'da Evzâiler vardı Bu tarihten sonra daha pratik olan Hanefi Mezhebi, Evzâi Mezhebinin yerini ald ı . Evzâi mezhebi bilgilerinin kalmaması da bu mezhebin terkedilmesine sebep oldu307. İbn Nedim, Evzâi'ye Kitâb as-Sünen frl-F ıkıh ve Kitâb al-Mesâil frl-Fıkıh adh eserleri isnat etmektedir308. b) İmânı Seyri ve Görüşleri: İ mâm Ebû Abd Allah Sufyân b.Sâid as-Sevri H.97 / M.715 y ılında Kufe'de do ğdu. Hadis'de kuvvetli idi. İ bn Mubârek onun hakkında "1100 şeyhten naklen yazı yazdım. Onlar arasında Sufyan'dan daha faziletlisini görmedim" demi ştir. Hadis ilminde onun mü'minlerin emiri olduğu söylenmiştir. Ahmed b.Hanbel ise "kalbimde hiçbir kimse Sufyân'dan daha ileriye gidemez" demi ştir309. Hâsılı Sufyân as-Sevrrnin devrinde çok itibar gördü ğü anlaşılmaktadır. Bununla beraber Ebü Hanife ile onun ıxıübahaseye gifiştiği de bilinmektedir. Abbasi halifelerinden Mansûr ve Mehdi ile onun aras ında bazı anlaşmazlıkların olduğu kaynaklarda geçm.ektedir. Seyri 11.161 / M.777 y ıhnda Basra'da vefat etmi ştir. Sevrrnin fıkıhta kendine has bir mezhebi vard ı. Fetvalarında hadislere çok önem verirdi. Hicri 600 y ılına kadar Horasan taraflar ında 3" Bak: şezerât az-Zeheb, e. I, s. 242. 3" Bak: Ahmed Hamdi Akseki, islâm Dini, s. 47; Wensink, Is. Ansiklodisi, Evzâi maddesi, eüz: 133, s. 419, Istanbul 1947. 3" Flak: al-Fihrist, s. 332. "9 Bak: şezerât az-Zeheb, e. I, s. 250.
189
onun mezhebine salik olanlar bulunmu ştur. Daha sonra bu mezhep inkiraza u ğrayarak yerini Ş âfii ve Hanbell Mezhebine terketmi ştir310 . İ bn Nedim Sevri'ye şu eserleri isnat ediyor: Kitâb al-Câmia'al-Kebir, Kitâb as-Sagir, Kitâb al-Ferâid ve Risale 311 . c) Dâvful az-Zâhiri ve Görü şleri Tam adı Ebâ Süleyman Dav ıld b.Ali b.Dâviid b.Halef'tir. H.200 / M.815 yılı nda Küfe'de do ğdu. Bağdad'da yetişti. Fazıl, alim ve muttaki bir katt ı . Aslen İ sfehanlı idi. Kaşanlı bir aileden do ğduğu söylenir. Babas ı Bağdad'da kâtiplik yapmıştır. Dâvisı d ilim için seyahatlar da yaptı . Niş abiir'a gitti ği bilinmektedir. Dâvüd Ba ğdad'da H.270 / M.883 yılında vefat etti. Görüşleri : İlkin Ş aiii Mezhebine salikti. Hadislere önem veriyordu. Fakat zaman geçtikçe Ş âfii Mezhebinin kıyasa da müracaat ını hoş karşılamadı . Kendisi ayrı bir yol tuttu. Zâhiriyye mezhebini kurdu. Kur'an, Sünnet ve icma'dan ba şka hiçbir delili kabul etmedi. Ona göre kıyas aklidir. Din ise ilâhidir. E ğer din akıl ile olursa Kur'an ve Sünnet'e aykırı hüküınler çıkar diyordum. Halbuki di ğer imamlar kıyası Hz. Peygamberin hadislerinin ve Kur'ân' ın muhalefet etmemesi sebebiyle delil saym ışlardı . Davıld daha da ileri giderek naslar ın kullanılmasında urnum ve husus cihetlerinden diğer imamlara itiraz etti. icm.a'da bile di ğer imamlara uymıyarak baz ı kayıtlayıcı esaslar koydum 3 . Onun - Şâfii bilginlerden Ahmed b.Ömer b.Sureyc (Ölm. H.305 / M.917) ile münazara yapt ığı da bilinmektedir. Davâd kıyas ve re'ye kar şı gösterdiği sert tepkilere ra ğmen, Kitâb ve Sünnet'in kaza meselelerinde yetmedi ğini anladı . İcabında kıyası kullanmak zorunda kaldı . Ancak o kıyas'a "delil" adını verdi. Dâvâd'un mezhebi, Iran ve Endelüs'de taraftarlar bulmu ştu. Hatta İbn Hazm H.400 / M.1009 yılına doğru Zâhiriyye mezhebini Endelüs'de yeniden canlandırmak istedi. Çok kültürlü bir bilgin olan İbn Hazm naklin yan ında akla da önem veriyordu 314 . Fakat zamanla Zâhiriyye Mezhebine salik olan imam kalmad ığından ve mezhebin tatbik ° Bak: İslam Dini, s. 47. ' Bak: al-Fihrist, s. 329. 312 Bak: Duhal-islam, c. II, s. 326. ' 13 Bak: Dr. Es'ad Kılıçer, anılan eser, s. 106. 314 Bak: Muhammed Elıfı Zehra, İ bn Hazm, s. 207, M ısır. 31
190
kabiliyeti az oldu ğundan, halk Davûd b.Ali'nin mezhebini terke mecbur olmuştur. İ bn Nedim, Davûd b.Ali'ye isnad etti ği 100 den fazla eserin ismini vermektedir315. B) EHL- İ SONNET' İ N İ Tİ KADI KOLLAR İ Gerçi Islamiyeti temsil eden bütün Ehl-i Sünnet her şeyden önce Kur'an ve Sünnet'e dayanmak gerekti ğine müttefiktirler. Ancak Sahabe devrinde islamiyete sap ık fikirler nüfüz ederniyordu. Bu sebeple de itikadi meseleler üzerinde münaka ş a olmazdı . Zamanla durum de ğişti. Birçok yabanc ı fikirler, İslam akidesine sokulma ğa başlandı . Bu sebeple de bir k ısım Ehl-i Sünnet bilginleri islamiyeti sap ık düşüncelerden korumak amaciyle kelami meseleler hakk ında görü şlerini beyan etmeğe başlad ılar. Böylece de esasta bir olmalar ı na ra ğmen, Ehl-i Sünnet bilginleri aras ında bazı görü ş farkları doğdu. Bu hususlar' daha iyi açıkhyabilmek için Ehl-i Sünnet'i ba şhca 3 kola ay ırmak yerinde olur. Bu kollar da Selefiyyün E ş 'ariyye ve Maturidiyye'den ibarettir. Şimdi sırasiyle bunları inceliyelim:
1 — SELEFİYYÜN Selefiyyün deyince genel olarak Sahabe ve Tabiin devrindeki müslümanları anlam. -Fakat onlardan sonra gelen müslümanlar aras ında onlar gibi düşünen bilginler de vard ır. Selefiyyün fıkı h hususunda Kur' an ve Sünnet'e göre karar verirdi. Fakat naslar s ıııırlı, hadiseler ise s ımrsız idi Başka deyimle Kur'an ve Sünnet genel, do ğru ve veciz prensipler koymuştu. Teferruata dair hükümler çok defa yoktu. Bu durum kar şısında Selefiyyün'un büyük ço ğunluğu fıkıhta rey'e müracaat ederdi316. Fakat Selefiyyün i'tikadi meselelerde ak ıl ve rey'e müraeaat etmezdi. Kur'an ve Sünnet'te bildirilen hususlar ı aynen kabul ederlerdi. Gerek Allah'ın sıfatları ve gerekse kader meselelerinde münaka ş a ve münazara etmezlerdi. Müte ş âbih ayetlerin te'vilini ho ş karşılamazlard ı . En doğru yolun, Ilaslan aynen kabul etmek oldu ğ unu söylerlerdi. Onlara göre i'tikadi meselelere ak ıl hüküm veremez ve fakat ş ahit olabilir. "arRahman ala'l-Arş isteva" ayetinin manast ır! ara ştırmak do ğru değildir. Keza "halaktu biyedi" (elimle yaratt ım) ve "cae Rabbuke" (Rabbm geldi) gibi ayetlerin anlam ı hakkında fikir yormamak gerekir317. Ak ıl Kur'ân't te'vile yetkili de ğildir. 13ak: al-Fihrist, s. 317-319. 3" Bak: Muhammed Ebû Zehre, s. 64-67. s. 146, Mısır 1910. 3'7 Bak: a ş- Şehrestâni, al-Milel Va'n-Nihal. e.
3,5
191
İş te genel e ğiliınleri böyle olan Selefiyyün, ba şlıca şu 7 esas üzerinde ittifak etmi şlerdir. Takdis, tasdik, aczi itiraf, süküt, imsak, keff ve marifet ehlini teslim etmek 318 . Şimdi bu hususları birer birer aç ıklı yalım:
Takdis : Allah'ı cismiyetten tenzih etmek ve lay ık olmadığı ş eyi ona yakıştırmamaktadı r. Bir kimse el ve parmak (yed ve isb ı) gibi kelimeleri ihtiva eden "Allah Adem'in çamurunu kendi eliyle yo ğurdu" ve "mü'minin kalbi Rahman'ın iki parma ğı arasındadır" hadislerini işittiği zaman Allah'a cismiyet isnat edildi ğini sanmamalıdır. El (yed kelimesi iki anlama gelir: 1—Et, kemik ve kaslardan yap ılmış mürekkep cisim. Bu anlamda el (yed), cisim demektir. Cismin de uzunluk, geni şlik, derinlik ve a ğırlık gibi arazları vardır. Hadislerde geçen el(yed) bu anlamda kullan ılmış olamaz. Zira Allah cismin vas ı flarından münezzehtir. 2— El (yed)'in bir di ğer anlam ı daha vard ır. Bu ikinci anlamın cismiyetle ilgisi yoktur. Mesela filan memleket filan hükümdar ın elindedir. denir. Bu hükümdarın elleri kesilmiş olsa da böyle söylenebilir. Demek ki el (yed)in bu ikinci anlam ı bir cismi ifâde etmez. Hz. Muhammed, sözlerinde cisim anlam ında Allah'a el (yed) isnat etmemi ştir. Çünkü cisme tapmak puta tapmak gibidir. Puta tapmak ise küfürdür. Nitekim "Allah, Adem'i kendi sûreti üzerine yaratt ı" ve "ben Rabb ımı en güzel sûrette gördüm" anlam ındaki hadislerde de "s ılret" sözüyle cisim kasdedilmiştir. Selefiyyün'a göre naslarda geçen ve anlam ı açık olmayan bu gibi sözler üzerinde dü şünmemek ve fikir yürütmem ek en do ğru yoldur.
Tasdik : Hz. Muhammed'in söylediklerine imân etmektir. 0 her ne söyledi ise do ğrudur. Onun sözlerinden geçen el, parmak ve yüz kelimeleri Allah' ın şan ve azâmetine yak ış an bir anlamda kullanılmıştır. Onun her şeyi sadık bir surette açıkladığından süphe yoktur. Selefiyytin ayetlerdeki ve hadislerdeki ifâdelere aynen te'vilsiz olarak iman etmek taraftar ı olmuştur. Aczi Itiraf : insanın, naslarda geçen müte şabihâtın maksadını bilmediğini ve bilemiyece ğini itiraf etmesidir. Çünkü insan bu gibi hususlarda hataya dü şebilir. O halde müte ş abihata dalmamak ve bu hususta acz ifade etmek daha do ğrudur. İmam Malik, bu gibi hususlar için "keyfiyeti meçhuldur" derken isabet etmi ştir.
Süktit : Müte ş abihâtın nı:anasını sormamak, onlara dalmamak ve hatta onlar hakkında sual sormayı sapıklık saymaktır. Müteşabihat 31
192
' Bak: İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, s. 98-101, İstanbul 1341-1339.
üzerinde fikir yürüten kültürsüz bir kimse kendi dini inancma zarar verebilir. Hattâ bilmedi ği bir cihetten küfre dü şebilir. Bu yüzdendir ki Hz. Muhammed kader meselesiyle me şgul olan Ashab ına, bu gibi meselelere dalmay ı yasak etmişti. Hz. Ömer ise "ar-Rahmân aldl-arş istevâ" âyetinin anlamını soran bir Mısırhyı Basra'ya sürgün etmiştir. Keza Kur'ân mahlük mu de ğil mi diye soran bir kimseyi de susturmu ştu. Bütün bunlar gösteriyor ki Selefiyy ıln kelâmi meseleler üzerinde fikir yürütiilmesinden hoşlanmanuşlardır. Hele cahil olanlar ın bu meselelere dalması çok tehlikeli olabilir. Ancak dinin usûlünü ilgilendiren hususlarda sorular sorulabilir. Din bilginleri "Insanlarla anhyacaklar ı ş ekilde konuşunuz" kaziyesinin uyarınca konu şmalıdır. Islâm dü şüncesi tarihinin gelişmesi neticesinde kelâmla uğraş mak mecburiyeti hâs ıl olmuştur. Böylece Selerin anlay ışı m aynen muhafaza imkâm olmam ıştır. Birçok Ehl-i Sünnet bilginleri, daha önce de belirtti ğimiz gibi i'tikadi meselelerle me şgul olmuşlardır. Bunu yaparken amaçlar ı sapıklık çıkarmak de ğil, sapıklıkları önlemekti. Bu sebepledir ki imâm Gazzâli (01m. H.505 / M.1111) kültiirsüz kimselerin kelâm ilmiyle u ğraşmalarım ho ş bulmamakla beraber319 baz ı hallerde bu ilimle me şgul olmayı uygun görüyor. Ona göre inananlar kelâm ilmiyle ilgi dereceleri bakımından 4 gruba ayrıhrlar.320. 1—Allah'a ve Peygamber'e inan ıp ibâdetiyle veya sanatiyle me ş gul olan kimseler Bu gibi kimselere kelâmdan bahsetmek do ğru olmaz. Çünkü kelâm meselelerini kavram ıyacak derecede olan böyle bir kimse şüpheye dü şebilir. 2— Kâfir veya sap ık olan kimseler. Bunlara da kelân ı ilmiyle karşılık verilmez. Bunlar bilgisiz ve taklitçklirler. Bu gibi kimseler k ılıç veya zor kar şısında ancak gerçe ği kabul ederler. 3— Işitme veya taklit yoluyla gerçe ği kabul etmiş kimseler. Bunlar fıtratan anlayışlı olurlar. Fakat kendilerine herhangi dini bir mesele güç görünebilir. Hattâ bu yüzden şüpheye düşebilirler. I şte bu gibi kimselerin müşkillerini çözmek için inandırıcı kelâmi deliller kullan ılır 4— l3ir de sapık olan ve fakat çok zeki ve anlay ışlı olalı kimseler vardır. Bunlar zekâları icabı kendi yanlış akideleri hakk ında şüpheye düşmüş olabilirler. Bu gibi kimseler gerçe ği kabule müsaittir. Bu sebeple onlara kelâmi delillerden bahsedilebilir. Fakat bunu yaparak sözü 3" Bak: al-Gazzâli, İleâm al-Avâm an İlm al-Kelâm, e. 1-10, M ısır 1309. 3" 13ak: abGazzâll, al- İktis ıld neşreden İ .A. Çubukçu ve H. Atay, s. 9-12, Ankara 1962.
193
uzatnıamak, yumuşak davranmak ve karşı taraf ı inatla ştırmamak gerekir3 2 I . Kelâm ilminin nerede kullan ılacağını böylece izah etmi ş bulunuyoruz. Şimdi yine Selefiyyûn esaslar ını tahlile devam edelim.
Imsak : Müteş abih naslar üzerinde de ğişiklik yapmamak, o ifadeleri azaltmamak ve ço ğaltmamaktır. Kültürsüz kimselerin bu gibi naslar karşısında te'vil ve tefsirden kaç ınmaları gerekir. Keff: Kalben müte şabihatla me şgul olmamak ve onlar üzerinde düş ünmemektir, Bir kötürüm ve yüzmesini bilmiyen kimsenin, denize girmesi nası l tehlikeli ise, cahil bir kimsenin de manası kapalı olan naslarla kalben me şgul olması ve onları açmağa çalışması öylece tehlikelidir. Marifet ehliııi teslim : Bir insan kendisine kapalı görünen müte ş abih nasların herkese kapalı olduğunu zannetmemelidir. Peygamberlerin, ileri gitmiş bilginlerin, sıddiklerin ve velilerin güç görünen birçok hususları bildiğini kabul etmek gerekir 322 . Gazzali, Selef'in mezhebinin şu 4 aslın izahiyle daha iyi anla şılacağını söylüyor. 323 1—Âhiret hallerini en iyi bilen zat, şüphesiz Hz. Muhammed'tir. Akıl, Âhiret hallerini bilnae ğe yetkili değildir. Çünkü akıl, tecrübe ve müşahedeye müsait olan konularda sebep ve neticeleri bulabilir. Âhiret ise akıl ve tecrübeyle bilinmez Âhiret, kalp temizli ği ve ahlaki yükselme nisbetinde manevi kimseler taraf ından anla şılabilir. Onlar bu hale eriş mek için nübüvvetin nuruyla nurlanm ışlar yani akıl ötesi bir kuvvete sahip olmu şlardır. İşte Selefiyyûn, ça ğları icabı Peygamberimize daha yakın olmuşlar ve ondan istifadeye çal ış mışlardır. 2— Hz. Peygamber gerek bu dünyay ı ilgilendiren ve gerekse AMreti ilgilendiren hususlarda kendisine vahyedilenleri oldu ğu gibi tebliğ etmiştir. Halktan hiçbir ş eyi gizlememiştir. Halkı ahlaken düzeltmek için bizzat me ş gul olmuştur. timinde ve amelde Sahabe'ye rehberlik etmiştir. Böylece onu dinleyenler, Islam' ın canlı ruhunun geni ş ölçüde etkisinde kalm ışlardır. 3— Sahabe, Islamiyeti benimsemekle yetinmemi ş , onun prensiplerini Tabiin'e a şılam ağa ve nakletnıeğe de önem vermiştir. Çünkü Hz. Bak: I.A. Çubukçu, Gazzâil ve Şüpheeilik, s. 63. " Bak: Ileâm al-Avâm an tim al-Kelâm, s. 1-22. 3 " Bak: !Idim al-Avâm an tim al-Kelâm, s. 23-24. 321 3
194
Muhammed bir hadisinde ş öyle buyurmu ştur: "Allah sözünü dinleyip ö ğrenen ve sonra onu oldu ğu gibi ifade eden ki şiye güzellik ve iyilik verir". 4— Selefiyyün yaş adıkları devirde müte ş âbihâtı te'vil, tefsir tetkik ve izah taraftar ı olmainıştır. Bilâkis el, ayak, yüz gibi keyfiyeti meçhul hususlar' içine alan naslar hakk ında soru sorulmas ın" önlemeğe çal ışmışlardır. Onlar Kur'ân ve Sünnet'in oldu ğu gibi kabul edilmesine taraftar olmu şlardır. Hz. Muhammed onlar hakk ında ş öyle buyurmuştur: " İnsanların en hayırldarı benim zam ammdakilerdir; sonra onları tâkip edenler ve daha sonra da onlar ı tâkip edenleri iz liyenlerdir". Böylece de Selefiyyân'un faziletine i ş aret edilmiş oluyor. Ne var ki Selef'in anlay ışı uzun müddet muhafaza edilemedi. Islâmiyete yap ılan haksız ve sap ık hücumlar, Ehl-i Sünnet bilginlerinin kelâmi m.eselelerle de u ğraş masım gerektirdi. En muttaki imamlar bile i'tikadi meseleler hakk ında fikir beyan etmek meeburiyetini hissettiler. Kendisi son derec muhafazakâr olmakla beraber İ mam Süfyân as-Sevri (Ölm . H.161 / M.777) Kur'ân' ın m.ahlâk olmadığını , ima= söz, amel ve niyetten ibaret bulundu ğunu, onun artıp eksilece ğini ve kadere inan ılması gerekti ğini açıkladı 324 . .
Tanınmış fıkıhçı inı âm Eba Hanife (01m. H.150 / M.767) sap ık cereyanları susturmak amaciyle, i'tikadi meselelere dair al-F ıkh alEkber'i yazdı . İmam Ahmed b.Hanbel (Olm. H.241 / M.855) Selef'in izinden yürümeğe azimli olmasına ra ğmen Kur'ân' ın yaratılıp yaratılmadığı meselesinde fikir yürüttü. Hatta o muhterem zata "Kur'an mahlak de ğildir" dedi ği için işkence yap ıldı . Hasılı yüzyıllar geçtikçe sap ıklıklar artt ı ve bu sap ıklıkları çürütmek için ilm-i kelâmla me şgul olan Ehl-i Sünnet bilginleri de ço ğaldı . Bunlardan ayrı bir ekol kurma ğa muvaffak olan al-E ş 'ari en çok tan ınmış olanlardandır. 2— EŞ'Atti ve EŞ'ARİYYE H.260 / M.873 y ılında Basra'da do ğan Ebal-Hasan Ali al-E ş 'ari'nin tam şeceresi ş öyledir: Ali b. İsmâil b. İ shak b.Salim b. İsınail b.Abd Allah b.Mil''sa ı b.Bilal b.Ebi Burda. E ş 'ari, Mutezile'den Ebit Ali al Cubbarnin hem ö ğrencisi ve hem de üvey o ğlu idi. Eş'ari yaklaşık olarak 40 ya şına kadar Mu'tezile'nin tesirinde kald ı . Onları müdafaa etti. 324
Bak: Dr. Lütfi Dogan, Ehl-i Sünnet Kelâtrida E ş 'ari Mektebi, e. 16-17. Ankara 1961.
195
Fakat zihninin takıldığı bazı meseleleri hocasiyie münâka ş a etmekten de çekinmezdi. Hocasına sordu ğu bazı suallere yeter derecede cevap alamadığı da oluyordu. Bunlar onu dü şünmeğe sevketti. Hatta Mu'tezile hakkında şüpheye düşürdü. Bir gece iki rek'at namaz k ıldıktan sonra, do ğru yola sevketmesi için Allah'a dua etti. Sonra yatt ı . Anlatıldığma göre H.300 / M.91 2 yılına do ğru geçirdi ği bu kriz neticesinde rüyasında Hz. Muhaıumed'i gördü. Hz. Muhamm.ed ona Sünnet yoluna girmesini emretti. Bu rüya üzerine eski inançlar ından Kur'ân ve Sünnet'e aykırı bulduklarını reddetti. Alenen i'tizali fikirlerden ayr ıldığını câmide halka ilân etti325. Bu i'tizali fikirlerin ba şhcaları şunlardır: 1— Allah gözle görülmez. 2— Kur'ân mahlüktur. 3— Insan kendi fiilini y aratır. - Hadis ve tefsir ilmini de tahsil etmi ş olan E ş 'ari, Ehl-i Sünnet Mezhebini müdafaa etme ğe başladı . Onun görü şleri birçok yerlere yay ıldı . Eş 'ariyye dediğimiz mezhebin kurucusu oldu. Dinde orta yolu tutmakla maruftur. Bu Eş 'ariyye Mezhebi, Irak ve Suriye'de yay ıldı . Hicri be şinci asırda Tuğrul Bey'in veziri olan ve Mutezili fikirlere inanan Ebü Nas ır Kunduri, E ş 'arileri va'z ve tedrisattan menetti. Ş am, Irak, Hicaz ve özellikle Horasan'da E ş 'ariler tazyik alt ında kaldılar:Fakat Tuğrul Bey'in vefatiyle Alp Arslan tahta geçince, bu veziri hapsedip yerine Nizâmül-Mülk'ü tâyin etti. Nizâmü'l-Mülk, E ş 'ariliği yeniden canland ırdı . Meşhur Ehl-i Sünnet bilgini Ebû' İshak Şirâzi namma Dicle kenar ında bir medrese inşa ettirdi ve onu müderris tâyin etti. Keza Nisâbür'da yine E ş 'arilerden Inıâmul-Haremeyn namma da bir medrese yaptırdı . Bundan ba şka Nizâmül-Mülk Belh, Herat, Isfehan, Basra, Musul ve Merv gibi birçok şehirlerde medreseler kurdurdu. Eş 'arilik Mısır ve Mağrib'e de yayılınıştır.
Eş 'ariyye'nin Başhea Görüşleri Allah ve S ıfatlara : Acaba Allah' ın mevcudâtın Hühkı olduğunu nasıl bilelim? Düşünmek gerekir ki bir nutfeden ibaret bulunan insan hücresi p ıhtılaşmış madde, et, kan ve kemik olmaktad ır. Görülüyor ki bir takım merhaleler geçirmektedir. Bu devreleri geçirdikten sonra olgunlu ğa erişmektedir. Bu devrelerin sebebi bizzat insan olamaz. Zira olgun ve akıllı bir insan kendi nefsi için işitme ve görme duyusunu yara325 Bak: Hanna'l Fahüri ve Halil al-Cerr, Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, e. I, s. 176. Henri Corbin, Historie de la Philosophie Islamique, s. 162, Gallimard nesri 1964.
196
tamaz. Veyahut herhangi bir organ da yaratamaz. O halde insan olgunlaşmadan önceki noksan ve zayıf devresinde herhangi bir şeyi yaratmaktan daha çok âcizdir. Biz insan ın çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık devirlerini geçirdiğini görürüz. Kendisini çocukluktan ihtiyarlığa. götüren bizzat insan de ğildir. Çünkü insan, kendisinden ihtiyarhk ve kötürümlü ğü zâil edip gençlik haline dönmek istese buna m.uktedir olamaz. Buna göre insan ın muhtelif devrelerden geçmesinin sebebi bizzat insan de ğildir. Onu bu hallerden geçiren bir nâkil veya idareci vardır Çünkü bir nâkil veya idareci olmaks ızın insanın halden hale de ğişmesi mümkün de ğildir. Nitekim bir miktar pamuk kitlesi de kendili ğinden iplik ve kuma ş olamaz. Muhakkak bir e ğiriciye ve dokuyucuya ihtiyaç vardır. Halbuki nutfenin şekil değiştirmesi bundan daha dikkat çelçicidir. O halde onu yaratan Allah vard ır. Nitekim Allah Tealâ Kur'ân- ı Kerim'de ş öyle buyuruyor: "Döktü ğünüz (akıttığınız) şeyi gördünüz mü? Onu siz mi yarat ıyorsunuz, yoksa Biz mi yaratmaktayız ?" (Süre: 56, Ayet: 58-59). "Kendi nefislerinizde dahi nice âyetler vard ır. Bunları hiç de görmüyor musunuz ?" Bu, insanın bir yaratıcıya muhtaç olduğunu açıkça gösteriyor.
Allah hiç bir şeye benzemez : Allah mahlükata benzemez. Buna itiraz edenlere şöyle cevap verilir: E ğer Allah mahlükata benzeseydi, hâdis olma bakımından Allah hakkındaki hüküm, mahlûkât hakkındaki hükme benzerdi. E ğer Allah mahlükata benzeseydi, ya onlara her cihetten benzerdi veya baz ı cihetten benzerdi. E ğer bütün cihetlerden benzerse Allah her cihetten mahlükat gibi telâkki edilir, yok e ğer bir cihetten onlara benzerse, Allah mahl'ûkata benzedi ği cihetten muhdes , olurdu. Muhdesin ise ezdi. ve sonsuz olmas ı imkânsızdır. O halde Allah'ın bir cihetten dahi muhdes olan mahlükata benzemesi imkâns ızdır. Çünkü O kadimdir. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: "Onun gibi hiçbir şey yoktur" (Süre: 42, âyet: 11), "Ona hiçbir kimse e ş (denk) olamaz" (Süre: 112, âyet: 4). Eş'ariyye'ye göre Allah birdir. Niçin? Çünkü iki ilâhm. tedbiri sa ğlam bir düzen üzerine devam edemez. Onlar ın ya birinde, veyahut da ikisinde de acz has ıl olabilir. Çünkü onlardan biri insanı diriltmek, diğeri ise onu öldürmek istediği zarn.an, ya ikisinin de murad ı yerine gelir yahut birisinin arzusu has ıl olur. Veyahut ikisinin de arzusu has ıl olmaz. Ikisinin de murad ı hasıl olmazsa ikisi de ilâh olamaz. Çünkü kudretsizdirler demektir. Ikisinin de muradm ın yerine gelmesi imkâns ız197
dır. Çünkü insanın aynı anda hem diri, hem de ölü olmas ı düşünülemez. E ğer birinin arzusu has ıl olur, diğerininki olmazsa, arzusu yerine gelmiyen ilâh acizdir demektir. *Aciz ise Allah olamaz. Bundan da anla şılır ki eşya= yarat ıcısı bir tanedir. Nitekim Allah Tealâ ş öyle buyuruyor: "E ğer yerde ve gökte Allah'tan ba şka ilâhlar olsayd ı yer ve gök fesada u ğrardı". (Süre: 21, ayet: 22).
Ahirette insanların tekrar diriltilecegi meselesine gelince : Allah ilk olarak insan ı hiçbir örnek olmaksızın yarattı . O halde onu diğer bir yaratılışla tekrar diriltmekten Allah aciz olmaz. Nitekim Allah Tel şöyle buyuruyor: "0 kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi; bu çürümü ş kemiklere kim can verecekmi ş dedi. De ki onları ilk defa yaratan diriltecek. O her yaratmay ı hakkıyla bilendir". (Süre: 36, ayet78 —79) Böylece ilk yaratma, ikinci yaratma için bir delildir. "O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ate ş çıkarandır. İşte bakın ateşi ondan çakıp alıyorsunuz." (Süre: 36, ayet: 80). Görülüyor ki ye şil bir ağaçtan dahi ate ş çıkarması Allah'ın yaratma kudretinin delilidir. "Gökleri ve yeri yaratan Allah, onlar gibisini yaratnuya kadir değil midir?" (Süre: 36, ayet: 81). İşte bu ayet de tekrar dirilmenin mümkün oldu ğunu açıkça gösteriyor326 . ,
Allah' ın idim, olmas ı meselesi : Hikmetli fiiller, ancak bir alim tarafından yapılır. Bir ipek kuma şı, bir serçe kuşunun dokumas ı düşünülemez. Keza herhangi bir sanat ın inceliklerini, bu sanat ı iyi yapan ve bilenlerden gayrısı meydana getiremez. Biz görüyoruz ki insano ğlu hikmet üzerine mebni bir çok düzenli özelliklere sahiptir. Hayat, i şitme, görme ve tatma gibi yine kâinatta da bir düzen vard ır. Güneş , ay, yıldızlar vesaire kâinatta bir nizam ın olduğunu gösterir. Gerek insandaki hikmetli özellikleri ve gerekse kainattaki düzeni ancak bunlar ın keyfiyet ve özünü bilen bir varl ık meydana getirebilir. Bu varl ık da Allah'tır. Yine bu hikmetli ve düzenli sanat eserleri, ancak kâdir ve hayy olan bir varlık tarafından meydana getirilebilir. Ölünün hayatı ve kudreti yoktur. 0 halde Allah Hayy'd ır ve Kadir'dir. Allah aynı zamanda Semi'dir ve Basir'dir. Çünkü bir canl ı varlık, kendisini görülecek ve i şitilecek şeyleri algılamaktan ahkoyacak bir 326 Bak: al-Es'ari, Kitâb al-Luma, s. 21-23, M ısır 1955.
198
afet ile malül olmadıkça, hem işitir, hem de görür. Allah' ın Hayy olduğunu kabul ettiğimize göre, onun sa ğırlık veya körlük gibi bir illete müptelâ oldu ğunu ileri sürmek imkâns ızehr. O halde Allah Semi' ve Basir'dir. Allah'ın ilmine şu âyetler delildir: "Onu ilmiyle indirdi" (Süre: 4, âyet: 166). "Onun ilmi olmaksızın hiçbir dişi gebe olamaz, do ğuramaz. da." (Süre: 35, ayet 11) Allah'ın kuvvetine şu âyet delildir: "Allah'ın onları yarattığını görmezler mi? 0 kuvvet bak ımından onlardan daha üstündür." (Sûrer 41, âyet: 15).
Allah' ın kelâm ının k ıdemi meselesi : Allah'ın Kelâtrı'l ya kadimdir, ya hâdistir. E ğer hâdis -oldu ğ u iddia edilirse, K elâm ya Allah'da hâdis oldu,. ya Allah onu kendi başına kaim olmak üzere halketti yahut ta kendisinin gayrında meydana getirdi. Kelâm ın Allah'ın zatında ihdas edilmesi imlinsızdır Çünkü Allah' ın zatı havadis (olaylar) içinde mahal olamaz. Allah'ın Kelâmını kendi kendine kaim olmak üzere ihdas etmiş olması da imkânsızdır Çünkü kelâm s ıfattır; sıfat ise kendi kendine kaim (var) olamaz. Geriye Allah' ın Kelâmı kendisinin gayr ında bir cisimde yaratması kalıyor ki bu da imkâns ızdır. Çünkü o zaman Allah' ın Kelâmiyle başka bir cismin konu şması, emir vermesi gerekir. Bu da Allah'ın ş anına yakışmaz ve mant ıksızhk olur. O halde Allah' ın Kelâmı= hiç bir suretle hâdis olmas ına imkân yoktur. Üstelik Allah'ın Kelâm ını ihtiva eden Kur'ân' ın kadim oldu ğunu şu âyetten ç ıkarmam ız da mümkündür: "Bir ş eyin olmasını dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona "kun" ol dememizden ibarettir. O da derhal oluverir." (Süre: 16, âyet:40) E ğer Kur'ân mahlük (yarat ılmış ) olsa idi, Allah kendi sözü olan Kur'ân'a "kun" (ol) demi ş olacaktı . Halbuki "kun" sözü de Kur'ân' dadır. Allah'ın bir sözünü di ğer bir sözü için söylemi ş olması imkân sızdır. Çünkü bu, söz içinde sonsuza kadar gider ve her söz için bir "kun" denmesi gerekir. Bundan anla şılır ki Allah' ın sözü mahlük olamaz. Kur'ân kadimdir.
Allah' ın iradesi kadimdir : E ğer Allah'ın iradesi muhdes olsayd ı, ya onu kendinde hasıl eder, ya kendinin gayrında meydana getirir ve yahut da iradeyi kendi kendine kaim olarak yaraurd ı . Onu Allah'ın kendinde yaratmas ı -imkânsızdır. Çünkü Allah hadiseler için. mahal 199
olamaz. O'nun kendi nefsiyle kaim olarak yarat ılmış olması da düşünülemez. Çünkü irade s ıfattır, sıfat ise kendi kendine laim olamaz. Nitekim kendi kendine kaim kudret ve ilim yarat'lmas ı da caiz de ğildir. Iradenin Allah' ın zatımn gayrında bir cisimde ihdas edilmesi de imkânsıZdır. Çünkü böyle bir ihdas kabul edilirse, Allah'dan gayri olan bu varlığın Allah'ın iradesiyle Murid olmas ı gerekir. Netice olarak Allah' ın iradesinin hâdis olması görüldüğü gibi imkânsızdır. O halde O kadimdir. Allah ezelden beri Murid'dir. Mutezileye göre kötülü ğü isteyen ve irade eden insand ır. Eş 'ariyye'ye göre Allah' ın her şeyi irade etmesi ve istemesi caizdir. Buna Kur'ân' ın şu âyetleri de delildir: "Ancak Allah'ın arzusuyla bir şeyi isterler." (Süre: 76, âyet: 30). "E ğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman -ederdi." (Süre: 10, âyet: 99). "E ğer isteseydik her nefsi hidayete erdirirdik." (Süre: 32, âyet: 13). "E ğer Rabb ın dileseydi onu yapmazlard ı ." (Sûre: 2, âyet: 112). "Eğer Allah dileseydi onlar dö ğüşmezlerdi ve fakat Allah istedi ğini yapar." (Süre: 2, âyet: 153).
Allah' ın görülmesi mese/esi : İnsanın Ahirette Allah'ı gözle görmesi caizdir. Çünkü Allah için caiz olmayan şey, onu hâdis olan bir şeye, cisme benzetmek, onda de ğişme ve yalancılık olduğunu söylemek gibi hususlardır. Allah'ın görülmesiııi ileri sürmekle Ona böyle yakış mayan bir isnatta bulunmu ş olmayız. Allah'ın gözle görülece ğine şu âyet de delildir: "Yüzler vard ır, o gün terütazedir (güzeldir). Rablerini görecektir." (Süre: 75, âyet: 22-23). Ş ayet buna Mutezile şu âyetle cevap verirse: "Gözler onu idrak etmez, O gözleri idrak eder." (Süre: 6, âyet: 103). Ilâve etmek gerekir ki bu âyetin anlam ı bu dünyadaki duruma işarettir. khiret için de ğil. Aksi takdirde Kur'ân'da tenakuz oldu ğu iddiası ortaya atılırdı . Böyle bir iddia ise imkâns ızdır, asılsızdır.
istitaa : Fiil ile beraberdir. Kader mese/esi : E ş'ariyye'ye göre hay ır ve şer Allah'tand ır. Insanların fiilleri Allah tarafından yarat ılır ve kullar taraf ından kazanıhr. Insanların fiillerini Allah' ın yarattığına şu âyet-i kerime delildir: "Allah sizi ve yapt ıklarının yarat ır." (Süre: 37, âyet: 96). 200
"Allah her şeyi bilir." (Sûre: 42, âyet: 12). "Allah her şeye kâdirdir." (Sûre: 2, âyet: 2p0). İman : marifet ve kalple tasdiktir. Ebû Hanife'ye göre dil ile ikrar kalp ile tasdiktir. Bu hususta Mutezile ile E ş 'ariyye aras ındaki ba şlıca fark, Mutezile büyük günâh i şleYeni ne mü'min ne de kâfir sayar. O fâsıktır der. E ş'ariyye ise kebire i şleyen mü'mindir, ancak fıskı ile fâsıktı r der. 1Vlutezile'ye göre amel imana dahildir. E ş 'ariyye'ye göre dahil değildir. İmâmet mese/esi : Peygamberimizin vefatlar ından" sonra Sahabe arasında imâmet meselesinde üç ayrı inan= do ğdu ğunu görüyoruz: 1— Hz. Ali imamdı r diyenler. 2— Hz. Abbas' ın imâmetine inananlar. 3— Hz. Ebû Bekr'in imâmetini hakl ı bulanlar. Halbuki gerçekte Hz. Ali ve Hz. Abbas, Hz. El:1f' Bekr'e biat etmi şlerdir. Onun bayra ğı altında birleşip emirlerine giire hareket etmeyi kabul etmi şlerdi. Hz. Peygambe'rin ümmetinin hata üzerinde ittifak etmesi dü şünülemez. E ğer Hz. Ali ve Hz. Abbas' ın kalbi, biat için iıhar ettikleri hissin aksine idi denirse, bu iddia kabul edilem.ez. O vakit Sahafoe'nin ittifak etti ği birçok meselelerden de şüphe etmek akla gelebilir. Çünkü baz ı Sahabe kauaatları nı n aksini izhar etti diye iddiada bulunanlar ç ıkabilir. Bu sebeple, seçimle gelen Hz. Eb ıl Bekr'in imâmetinin hak oldu ğunu kabul etmek gerekir. Hz. Ali'nin nasla imam tayin edildi ği iddiası Ehl-i Sünnetçe merduddur327. E ş 'ariyye'ye göre Hz. Peygam.berin ün ımetinin bir imam seçmesi vâciptir. İmam ictihad yoluyla, seçimle tayin edilir ima= Kurey ş 'ten olması üzerinde de Ehl-i Sünnet ittifak etmi ştir. Ehl-i Sünnet, imamda özellikle şu üç önemli vasfı ararlar: 1— Ilim, 2— Adâlet. 3— Siyaset. İmam Ş er'i hükümler hakkında ictihad yapabilmelidir. İmam, hâkim onun ş ahadetiyle hüküm verecek kadar âdil olmand ır. İmam büyük günâh işlemediği gibi küçük günâh üzerinde de ısrar etmemelidir. Fakat Ehl-i Sünnet, İmamiyye Fırkası gibi, imal= günâhtan tamamen masum olmasını da ş art ko şmaz. Esasen Imamiyye bir yandan "imam masum olmalıdır" derken, di ğer yandan takiyye halinde "ben imam değilim" diyerek onun yalan söylemesini haklı buluyordu. Bütün müslümanlar için bir tek imam olmal ıdır. Ancak denizle ayrılan ülkelerde ve amans ız düşmanların bulunduğu bölgelerde uzaktaki imam duruma çare bulamad ığı hallerde birden fazla imam seçilebilir. Ehl-i Sünnet, Hz. Abbas' ın imâmetini kabul eden Râvendiyye Fırkası 'na da muhalefet eder. 3" Bak: al-E ş'ari, Kitâb al-Luma, s. 133-136.
201
Ehl-i Sünnet, Hz. Osman' ı tekfir edenlerden teberri eder. S ıffin, Basra ve Nehrevan harplerinde Hz. Ali'yi hakl ı bulurlar. Talha ve Zübeyr'in Hz. Ali ile dö ğüşmekten rücû' ettiklerine, fakat Talha'n ın harpten çekilme sırasında. Zübeyr'in de harpten sonra öldürüldü ğüne inanırlar. Hz. Muaviye S ıffin'deki hatas ından dolayı tekfir edilemez. Hz. Ali hakem meselelesinde de haklı idi. Fakat hakemlerden biri hile yapt ı . Hz. Aişe, Talha, Zübeyr ve Muaviye hürmete lây ıktır.
Nübüvvet ve ris(ilet meselesi : Bir melek vas ıtasıyla Allah tarafından kendisine vahiy gelen ve âdetleri bozacak surette mucize gösteren kimseye nebi denir. Bu s ıfatlara malik olmakla beraber yeni bir şeriat getiren veyahut eski ş eriatın bazı hükümlerini nesh eden kimseye de resül denir. Nebi pek çoktur. Genel olarak bütün peygamberlerin say ısı bir rivâyete göre 124.000 dir. İlk resiıl Hz. Adem, son resfıl ise Hz. Muhammed'dir. Kur'ân'da isimleri geçen 24 328 peygamberden di ğerleri şunlardır: Idris, Nuh, H ıld, Salih, Lût, İ brahim, İ smail, İ shak, Yakub, Ytisuf, Şuayb, Harûn, Musa, Davud, Süleyman, Eyyûb, Zu'lKifl, Yılnus, Elyasa, Zekeriyya, Yahyâ, İ sa. Mecusiler ise ilk peygamber olarak Gil ş ah adında birini, peygamberlerin sonuncusu olarak da Zerdü şt'ü *kabul ederler. Hurremiyye ise peygamberlerin sonu gelmiyece ğini iddia eder. Ehl-i Sünnet, gerek İslâmiyetten önceki Mani ve Zerdü şt gibi yalancı peygamberleri ve gerekse Islâmiyyetten sonra zuhur eden Müseylime, Secah ve Esved b. Yezid gibi yalanc ıları reddeder. Mucize ve keramet meselesi : Her peygamberin âdetlerin üstünde mucizeler göstermesi laz ımdır. Velilerin de kerâmet göstermesi câizdir. Fakat peygamberler, mucizelerini izhar ederek kavmine üstünlü ğünü kabul etirmelidir. Kerâmet sahibi veli ise kerametiyle ba şkasına galebe etme ğe çalışmaz. Aksine kerâmetini gizlemek ister. Mucize sahibi peygamber âkibetinden emin olur, fakat kerâmet sahibi velrnin âkibeti değişebilir. Ehl-i Sünnet'e göre İ 'cazu-l'Kur'an mucizedir. Mu'tezileden Nazzam ise bunu kabul etmez. Hz. Muhammed'in in şikaku'l-kamer, parmaklarından su akması ve az yemekle çok kimseyi doyurmas ı, baş lıca mucizeleri aras ındadır ,
islâm'ut şart/arı : Islam'ın şartları , kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve ş artları müsait olduğu takdirde haccetmektir. Kim bu şartlardan birinin farz oldu ğunu inkâr ederse kâfir olur. 3 " Kur'an'da 28 kimsenin ismi seçmekle beraber 4 tanesinin veli peygamber oldu ğunda ihtilaf vard ır.
202
Eş'arrnin Eserleri: Eş 'ari'nin eserleri aras ında birbirini nakzeden fikirler vardı r. Bunun sebebi de yaklaşık olarak hicri 300 senesine kadar itizali fikirlere inanmasıdır. Bu tarihe kadar yazdığı eserler 64 kadardır. Hicri 300 senesinden sonra yazd ığı ve Ehl-i Sünnet'in görü şlerini ınüdafaaya hasretti ği eserleri ise 21 kadardır. Kadı Ebül-Meâli b.Abd • al-Malik, E ş'arrye 300 kadar eser isnat etmi ştir. Günümüze kadar gelmi ş başlıca eserleri şunlardır: 1—Makâlât al-islâmiyyin: Bu eser hem H.Ritter taraf ından Istanbul'da, hem de Mısır'da neşredilmiştir. Eserde tarafs ız olarak fırkalarm kelâmi görüşleri kaleme alınmıştır. Sia, Havâric, Mu'tezile, Murcie, Cebriyye, Kerrâmiyye ve Naccâriyye gibi f ırkalarm görüşleri izah edilmiştir. Ayrıca Allah'ın sıfatları ve , Kur'ân hakkındaki miinakaşalara yer verilmiştir. 2—Kitâb al-Luma' frr-Redd alâ Ehl az-Zeyg val-B ıda': Bu eser birkaç kere basılmıştır. Eserde Ehl-i Sünnet yönünden birçok itikadi hususlar kaleme alınmıştır. Eş'ari bu eserinde özellikle Allah, s ıfatları, kaza ve kader, rüyet, Kur'ân' ın kıdemi, iman ve imâmet meselelefine dair görüşlerini açıklamıştır. 3—. al- İbâne an Usül ad-Diyâne: Eserde sap ık mezhepler reddedilmiş ve onların i'tikadi görü şleri çürütülmü ştür. Eser, Haydarâbâd ve Kâ\hire:'de basılmıştır. Ayrıca İngilizceye de çevrilmi ştir. 4— Risâlet al- İmân: İman meselelerine dair olan bu! eser, Spitta tarafından Almancaya çevrilmi ştir. 5—Risâle Ketebe bihâ ilâ Ehl as-Sagr bi-Bâb al-Ebvâb: Ehl-i Sünnet'in görü şlerini içine alan bu Risâle, Dârülfünfın 11'M-fiyat Fakültesi ınecmuası (sayı : 7, s. 154-176; sayı : 8, s. 50-108) içinde Kıvâmeddin Burslan tarafından Türkçeye çevrilerek ne şredilmiştir. 6—Risâle İstihsân al-Havd fi İlm al-Kelâm: bu, eser birkaç kere basılmıştır. Haydarâbâd'da 1344 de bas ılan nüshası 12 sayfadan ibarettir. Risâle'nin Dr, Talât Koçyi ğit tarafından Türkçeye yap ılan çevirisi İlâhiyat Fakültesi Dergisinin VIII nci cildinde (sayı : 1960) neşredilmiştir. Risâle'de, dini inançlar ı akli delillerle isbat ve izah etmeyi hO ş karşılamıyan Ehl-i Hadis'e red ınahiyetinde cevaplar verilmektedir329. İstanbul "9 Bak: H. Ritter. İ slâm Ansiklopedisi, Wall maddesi, cüz: 33, s. 390-391, 1947; Dr. Lütfi Doğan, amlan eser, s. 22-24.
203
Eş 'ari Okulu'nun Tan ınmış Simaları:
Eş'ari Okulu'na mensup olan en tanınmış şahsiyetler şunlardır: Ebû Bekr Ebû Bakr Muhammed b.al-Hasan b.Fûrek (Ölm. H.400 / M.1015), Ebû İshak al-isferayini (Ölm. H.418 / M.1027), Abd al-Kâhir b Tahir al-Ba ğdâdi (Ölm. H.429 / M.1037), Ebû Ca'fer Ahmed b Muhammed as-Semâni . (01m. H.444 / M.1052), imam al-Haremeyn al-Cuveyni (Ölm. H.478 / M.1085), Ebû Hamid al-Gazzali (Ölm. H.505 / M.1111), İbn Tümart (Ölm. H.524 / M.1030), Fahr ad-Din ar-Razi (Ölm. 11.60,6 / M.1210), Adud ad-Din al- İci (Ölm. H. 657 / M.1355) ve al-Curcan"! (Ölm. H.816 / M.1413) 330 . Şimdi bu bilginler arasında E ş'arilik okulunun geli şmesinde önemli rol oynıyan birkaç ş ahsiyetten kısaca bahsedelim. İbn Furek:
Ebû Bekr b.Fiirek'in hayat ı hakkında tafsilâth bilgiye sahip de ğiliz. Onun H.400 veya 406 / M.1009-1015 y ılında öldüğü söylenir. O, Allah'ın sıfatları konusunda Eş 'arrnin düşüncelerini izlemiştir. İbn Fûrek, Mu şkil al-Hadis adlı eserinde hadisleri iki bölüme ay ırmıştır: 1— Muhkem hadisler. Yani manas ı kolayca anla şılan ve üzerinde tereddüt edilmiyen hadisler. 2— Müteşâbih hadisler. Yani manas ı pek açık olmıyan te'vile müsait hadisler. İbn Fûrek müte şâbih ayetler gibi, müteşabih hadislerin de te'vilinin gerekti ğini söylemi ştir. Böylece de Eş'arilik'de te'vil cereyan ının sistemleşmesinde İbn Fûrek'in büyük emeği geçmiştir331 . Ebû Bekr Muhammed b.at Tayyib al Bakıllani• -
-
Basra'da do ğdu. H.403 / M.1013 yılında Bağdad'da öldü. Küçük yaştan itibaren zekas ı= keskinliği belli idi. Hadis ve ilm-i kelârn'a dair derin bilgisi vardı . Edebiyatta da bilgisi genişti. İbn Mucâhid'ten ders görmüş ve Ebû'l-Hasan ilminden istifade etmi şti Buveyhiler devrinde Şia ve Mutezile bilginleriyle yaptığı münazaralarda din ilimlerinde ne kadar kuvvetli oldu ğunu isbat etmi şti. Keşf Esrar al-Bâtıniyye adlı eseriyle Bât ınilerin iç yüzünü ortaya koymu ştu. Bakıllanrnin Eş'arilikte en önemli şöhreti, atomculu ğu benimsemesidir. O, atom nazariyesiyle Allah Teala'n ın sonsuz kudretini isbatlamıştı. Ona göre tabiatda hakikatta yaln ız cevherler vard ır. Cismin "o Bak: Henri Corbin, an ılan eser, s. 173. 3 " Bak: Dr. Lıatfi Do ğan, anılan eser, s. 57-58.
204
en küçük parçaları olalı bu cevherler bölünemezler. Ancak ceherler kendilerine arazlar ilhak olunmakla vard ırlar. Arazs ız cevher var olamaz. Bile şik cisim, ancak çe şitli cevherlerin birle şimi ile meydana gelir. Cevherler ise zaruri de ğil, mümkündürler. Cevherlerle birle şen arazlar ve cevherlerden meydana gelen cisimler de mümkündür. Bütün bunları Allah yaratuu ştır. Atomun yani en küçük zerrenin bölünememesi, sebep-netice olarak kendi kendine yetmedi ğinin delilidir. E ğer maddenin en küçük parçalar ı bölünebilir olsayd ı, illiyeti de yine maddede aramak lüz ım gelecekti. Maddenin en son küçük parças ının bölünemeyişi, maddenin dışında bir müteali prensibin yani Allah' ın varlığım icab ettirir. Çünkü atomlarm bölünememesinden, maddenin kendi kendine âciz oldu ğunu ve ona dışardan müdahale gerekti ği anlaşılmaktadır. Başka bir deyimle kendinin sebebi olm ıyan maddenin bir yaratıcısı vardır. O da Allah tealüdır332. O halde cevherleri ve arazlar ı Allah yaratır. Allah'ın yaratmas ı devamhdır. Çünkü cevher, araz ve cisim bir andan fazla var olamaz. Allah' ın yaratmasının devandılığı sayesinde onlar varl ıklarım muhafaza ediyorlar. Allah, yaratmas ım bir an durdursa, her ş ey yok olur. Bu durum şunu gösterir ki Mu'tezile'nin sand ığı gibi tabiatta değişmez kanun yoktur Çünkü atomlarm birle ş mesi ve arazlarm birbirini tâkip etmesi nisbi i şlerdir. Bunlar cevherin tabiat' icab ı değildir. Arazlarııı tabiatı icabı değildirler. Bilâkis her şey Allah'ın iradesiyle olur. Allah dilese âdetini de ğişitirebilir ve her ş eyi başka türlü yaratabilir. Bu izah tarz ı bize mucizelerin oluşunu da aç ıklamaktadır. Çünkü mucizeler alışılmış olayların dışında vukua gelen ve sebebi izah edilemiyen hadiselerdir. Demek oluyor ki illiyet (causalite) gerçekten yoktur. Ancak görünüşlerin birbirini takibi vard ır. Allah her ş eyi istedi ği zaman istedi ği gibi değiştirebilir. İlliyet prensini ııi nefyetmek, E ş 'ariliğin bir kaidesi haline gelmi ştir333. Bakıllâni, at-Teınhid adlı eserinde itikadi meseleleri, E ş 'arilik yönünden izah etmiş ve sapık fırkalara susturucu cevaplar vermi ştir334. İmam al Harameyn -
İ müm al4larameyn geı-ek fıluh usülünü ve gerekse kelâm ilmini iyi bilen bir bilgindir. Bakıllâni'nin izinden gitmiş tir. Gazali'nin yeti şHenri Corbin, an ılan eser, s. 175-176. 3" Bak: Hannal-Fahüri ve Halil al-Cârr, an ılan eser, e. I, s. 185-186. "4 Bak: al-Bakıllâni, at-Temhid frr-Redd alâ-l-Mulhide al-Muatt ıla va'r-Râfula va'1Havârie al-Kâhire 1947. "2
205
mesinde önemli rol oynamıştır. Akla çok önem verdi ği için hadis bilginlerinin hücumuna uramıştır. Bu yüzden Mekke'ye gitmek ve orada ikâmet etmek zorunda kalm ıştır. Orada kendini sevdirmi ş ve I ınâm al-Harameyn lâkab ım almıştır. Meşhur vezir Nizâm al-Mulk (Olin. H. 485 / M.1092) onun namına Nisabilr'da bir medrese yapt ırmış ve medresenin direktörlü ğünü de ona vermi ştir. İ mam al-Harameyn, E ş'ari Mezhebi ile Şâfii fıkhını birleştirmiştir. İnsamn, varlık hakkında bilgi edinmek için akla müracaat ını vâcip görmüştür. Akil ve nakli delillerle dü şünceninin de ğerini birle ştirmiştir. Yani bizi bilgiye götüren istidlalin taraftar ı olmuştur. Fakat "dü şünce aklen vâciptir" diyen Mutezile'yi tenkit etmi ştir. O, bu hususta nakilden ve icma'dan da istifade etmi ştir. Ş eriatın emirleri şüphesiz uyulması gereken hususlardır. Peygamberimizin ümmeti, dü şüncenin vucûbiyeti hakkında icma'a varmıştır. Ümmetin icma ettiği şey de şeriatın emri sayılır. Hem akla, hem de nakle önem veren Imâm al-Harameyn birçok kıymetli eserler de yazmıştır3 3 5 . Bu eserler aras ında aş -Şâmil fi Usûl ad-Din Kitâb al- İrşâd, al-Akide an-Nizâmiyye, Nihayet al-Matlab fi Dirâyet (yahut Rivâyet) al-Mezheb, al-Burhan fi Usfil al-F ıkıh, Muhtasar an-Nihayet tanınmıştır.
al-Gazzilli:
Ebû Hâmid al-Gazzâli H.450 / M.1058 y ılında Tus'da do ğmuştr. H.505 / M.1111 yıhnda vefat etmi ştir. Dini ilimlerin hemen hemen bütün dallarında derin bilgi sahibi olmuştur. Bu arada kelâm ilminde de ileri gitmiştir. Genel olarak E ş 'arryi izlemi ştir. Allah ve s ıfatlarını, kaza ve kaderi, imamet meselesini, Kur'ân ve rü'yet meselelerini Ehl-i Sünnet'in görü şlerine uygun olarak aç ıklamıştır. Kelâm ilmine dair alİktisâd, İlcâm al-Avamm an İlm al-Kelâm ve Kitâb Kavaicl al-Akâid ( İhya'mn ikinci kitab ı) adlı eserleri yazmıştır. Diğer eserlerinde de yerini geldikçe kelâm ilminden bahset ıniştir, Faysal at-Tefrika Beyn al- İslâm va'z-Zandaka adl ı eserinin mukaddimesinden bazı küçük konularda E ş'ari'den ayrıldığı anlaşılıyor. Fakat genel olarak kelâmda E ş'ari Okulu'nu devam ettirmi ştir. Eş'ariliğin Diğer Mezheplerle Mukayesesi: Eş 'ariliği ve diğer birçok mezhepleri böylece inceledikten sonra kelâm meselelerine göre şöyle bir mukayese yapabiliriz. "5 Bak: İmam al-Harameyu, Kitid ı al-irstıd mukaddinıesi, Mısır 1950.
206
Allah' ın sıfatları : Cebriye, Râfıda, Mu'tezile Allah' ın zati veya subuti sıfatlarını nefyederler. Ebil Hanife ve E ş 'ariyye Allah' ın zati sıfatları ezelidir. Fakat kulun s ıfatlarma benzenı ez der. Haş aviyye ve Müşebbihe ise müte ş übihâta zahiri bir anlam. vererek Allah' ın sıfatlarım kulu sıfatlarma benzetirler. Kerrâmiyye, Allah" ın arş üzerinde oturdu ğunu söyler. Selefiyyün ise Allah' ın zati sıfatlarm ı, naslarda olduğu. gibi kabul edip izahata giri şmektn çekinirler. Müte ş abihât'ta geçen el, ayak ve yüz gibi hususlarda ise soru sorulmas ın' dahi hoş karşılamazlar. Onlarca bunlar keyfiyeti meçhul s ıfatlardır. insanın fiilleri : Mu'tezile insan, kendi fiilini yarat ır der. E ş'ari ise fiillerin Allah tarafından yaratılıp insanlar tarafından iktisab kanaatındadır. Cebriyve ise fiillerin ve kesbin Allah taraf ından yaratıldığım iddia eder.
Allah' ın görülmesi mese/esi: Mu'tezile, Cehmiyye ve Neccüriyye, Allah'ın gözlerle görülmiyece ği tezini savunmuştur. Eş'ariyye Allah' ın gözlerle sınırsız ve keyfiyetsiz bir surette görüleceğine inanmıştır. Haşeviyye ise insanların Ahirette Allah' ı eşyaları gördüğü gibi görece ğini söylerniştir.
Hulul : Mu'tezile'ye göre Allah, yönelme ve hulul olmaks ızın her yerdedir. Eş 'ariyye'ye göre Allah m.ekündan ve Ar ş 'tan önce vard ı . Allah mekâna hulul etmez, girmez. Mekâna ihtiyac ı da yoktur. Haşeviyye ve Kerrâmiyye ise Allah' ın Arş 'a hulul etti ği ve Kürsi üzerine oturdu ğu tezini savunur.
Tedl : Mu'tezile'ye göre "yed" (el) in mânas ı kudrettir. "vech" (Yüz) in mânası vücuttur. "Nuzurun mânas ı âyetlerin ve meleklerin inmesidir. "Ar ş "m mânası saltanatt ı r. E ş 'ariyye'ye göre yed, vech, nüzul ve Ar ş hakiki sıfatlardır. Müşebbihe ve Kerramiyye ise yed ve vechin cismani organlar olduğu, nüzâ1 (iniş) ve ciilüsu.n (oturu. şun) gerçekten vukıı bulduğu fikrindedir.
Kur'Cın : Mu.tezile'ye göre Kur'ân Allah' ın kelâmıdır ve yarat ılmıştı r.
'207
E ş 'ariyye'ye göre Kur'ân Allah' ın kelâmıdır. Kadimdir. Harfler, mürekkep ve ka ğıtlar yarat ılmıştır. Haş eviyye'ye göre Kur'ân'daki her ş ey kadimdir. iman : Mu'tezile, Cehmiyye ve Neccariyye iman hâdistir der. Mu'tezile'ye göre amel imana dahildir. E ş 'ariyye'ye göre iman tasdik ve marifettir. Büyük günâh i şliyen fasıktır ve fakat 'imandan ç ıkmış sayılmaz. Mürcie ise iman sahibine günâh i şlemek zarar vermez der. Havaric iman dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve organlar ile tatbiktir der. Havaric'e göre ameli terkeden kafir olur. Ebü Hanife'ye göre iman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Amel imana dahil değildir. ikab : Havaric ve Mu'tezile, büyük günah i şliyenlerin Cehennemde ebediyyen kalacaklar ı kanaatındadırlar. Ancak Mutezile'ye göre tövbesiz ölen büyük günâh sahibini cehennemde kâfirden daha hafif bir azapla ebediyyen cezaland ırıhr. Eş 'ariyye'ye göre bir günâh i şleyeni Allah dilerse affeder, dilerse bir zaman için Cel ıennem'e yollar. Mürcie'ye göre iman sahibine günahlar zarar vermez. Mürcie'nin bazı kollarına göre de kebire sahiplerinin durumu k ıyamet günü belli olur. Şimdiden bir ş ey söylenemez. Şefaat : Mu'tezile'ye göre Peygamberimiz günahkârlara edemez.
şefaat
E ş 'ariyye'ye göre ise Allah müsaade etti ği takdirde Peygamberimiz günâhkar mü'minlere ş efaat eder. Rafıza'ya göre Hz. Ali ve Hz. Muhammed, ister mü'min olsun ister kâfir olsun herkese Allah'tan izin istemeksizin şefaat edebilirler 336.
Hilafet : Mu'tezile'ye göre Cemel Vak'as ı ' na i ştirak eden iki taraftan birisi fas ıktır. Bunu özellikle Vas ıliyye iddia eder. Di ğer bazıları ise Cemel Vak'as ı ,nda ve Sıffin'de Hz. Ali'yi hakl ı bularak Hz. Muaviye, Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe'yi fasık sayarlar. E ş 'ariyye ise hilâfetleri üzerinde icma has ıl olan Hulafa-yı Raşıdin'i hürmetle anarlar. Cemel Vak'as ı'nda ve Şıffin'de Hz. Ali'yi haklı 3 " Bak: Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, e. I, s. 183-194; Introduction a la Theologie Musulmane, s. 58-59.
208
bulmakla beraber Hz. Ai ş e, Hz. Muaviye ve taraftarlar ını hiirmete lâyık sayarlar. Onların hataları kiifür Rafıza ise Hz. Ali'ye muhalefet edenleri kâfir sayar. Havâric, Cemel Vak'as ı 'na iştirak eden Hz. Ai ş e, Ziibeyr ve Talha'y ı küfre sapmış sayar. Sıffin Muharebesiııde Hz. Ali'yi hakemeyn hadisesine müracaat gününe kadar hakh, Hz. Muaviye ve taraftarlar ını kâfir addederler. Hakemeyn hadisesinden sonra Hz. Ali'nin de küfre dü ştütüğünü ileri sürerler.
3— EBU MANSUR M.ATUR İDi VE MATURİDİYYE Etrû Mansûr Muhammed b.Muhammed b.Mahmûd al-Maturidi hicri üçüncü yüzyılın ortalarına dağru Semerkand' ııı Mâturid mahallesinde do ğdu. Fıkıh ilminde Hanefi mezhebinin görü şlerini benimsedi Kelâm ilm.ini Nasr b.Yahya al-Belhi (Ölm. H.268 / M.881)'den ö ğrendi. Mâturidi'nin yeti ştiği çağda Maveraünnehir'de mezhepler aras ında sert münazaralar olurdu. Birçok yerlerde münazaralar yapan Mâturidi, bu arada Basra'ya gitti. Akaid meselelerinde de Ebû Hanife'nin görü şünü çok defa paylaşıyordu. Onun al-Fıkıh al-Ekber'ini ve al-Fıkıh al-Ebsat' ım okumuştu. Ebû Mansûr al-Mâturidi hicri 333 / M.944 y ılında hayata gözlerini yumdu.
Baş lıca eserleri: Kitâb Te'vil al-Kur'ân, Kitâb Me'haz a ş - şerâi, Kitâb al-Cedel, Kitâb ad-Din, Kitâb ad-Makâlât Kitâb at-Tevhid, Redd Evâil al-Edille li'l-Ka'bi, Redd,Tehzib al-Cedel li'l-Ka'bi, Kitâb Redd al-Usûl al-Hamse li-Ebi Muhammed al-Bah ıli, Redd Kitâb al-l ınâme, ar-Redd ala'l-Karâm ıta331.
MATURİDPNİN, MEZHEBİ VE GöReŞLERİ Mezhebi Türkler aras ında ve Maveraünnehir'de yay ılmıştır. E ş 'ari'den az çok ayr ıldıkları meseleler 3,,ard ır. Allah'ın tekvin (iş görme, yapma) s ıfatı, mükevvenden yani yap ılan ş eyden ba şkadır. Çünkü tekvin Allah' ın sıfatıdır. Mükevven (yapılan '337 Bak: Muhammed Ahmed Ebû Zehre, al-Mezühlb abislâmiyye, s. 287 vd. al-Matbaat an—Numuzeciyye bak ısı, Mısır; ıs. Ansiklopedisi, Müturidi maddesi, cüz: 74, s. 405. İsı. 1956.
209
şey) ise yarat ılmıştır. Yapma sonradan olma de ğil, yapılan sonradan oh-nadir. Allah'ın sıfatları zatının aynı da de ğil, gayri da de ğildir; bir şeyin rengi o şeyin kendisi ve ba şkası olmadığı gibi. Gerek zat s ıfatları ve gerekse fiil s ıfatları hâdis de ğildir. Eş 'ariler ise Allah ın dirilmek ve öldürmek gibi fil s ıfatları itibaridir, hâdistir ve zat ının gayrıdır derler. E ş'arilere göre fiil s ıfatları tekvinden yani yapmaktan ibarettir. Tekvin (yapmak), yap ılan şeyin kendisidir. Mektup yazmak ile yaz ılmıştır. Yani fil, fail'in diğer mefulün s ıfatıdır. Mâturidrye göre yapmak, yapa nın sıfatıdır, yapılanın de ğil, Tekvin sıfatının Eş'arilere göre hâdis, Maturidrye göre ezeli olmas ı bu anlayış fakından gelmektedir. .
Eş 'arilerin görü şüne şu bakımdan itiraz edilebilir : Allah' ın fil sıfatları hâdis diye kabul etmek, Allah' ın hâdislere mahal olmasını ve sonradan Allah'ın fu fiillerle de ğişmiş olmasını icap ettirir. Halbuki Mâturidrnin görü şü esas alınarak fiil sıfatlarının kadim olduğu söylenirse, bu hâdislerin ebedi olmas ını ve ezelde Allah' ın füllerinin de ğişmesini gerektirmez, zira de ğişme mahlükatadır338 .
Kur'an ezeridir : Kur'ân Allah' ın kelâmulır. Allah'ın kelâmı zatı ile kaim ezdi bir sıfattır. Harf ve eser cinsinden de ğildir. O birdir, bölünemez. Mutezile diyor ki Allah'ın kelâmı hadisdir. Zira ezeli olsaydı, ezelde Allah ke13m ile emir verici ve nehyedici, haber al ıcı olurdu. Bunları insanlar ve mahlûklar yok iken yapmak ise hafiflik olurdu. Mlituridi bunu şöyle cevaplandırır Eğer verilen emir derhal uyulması vacip olan emir olursa o zaman hafiflik olur. Üstelik, öncelik ve sonralık, zaman ve mekâna göredir. Allah' ın kelâmının bir zaman ve, mekânla ilgisi yoktur. Belki Mu'tezile şöyle itiraz eder: Allah Tealâ: "Biz onu (cMun mânalar ım) anlayasınız diye Arapça bir Kur'ân yaptık buyurmuştur 339 . Yapmak sözü Kur'ân' ın sonradan yap ıldığını ifade eder.
Buna da şöyle cevap verilir : Hayır yapmak, halketmek demek de ğildir. Nitekim Allah, Kur'ân'da: "Allah'ın kılları olan melekleri, onlar di şi yapıyorlar" diye buyurmuştur 340 . Buradaki yapmak yaratmak demek olamaz. ,
Eş'ariler ise, Mushaf'ta olanlar Allah kelâm ı değildir. Allah kelâmımn ibaresidir yani tabir ve ifadesidir. Zira Allah' ın kelâmı bir sıfattır. Mâturidi, Akaid Risâlesi, s.' 14-15. "9 Bak: Zuhruf Süresi, âyet: s. 3. 940 Bak: Zuhruf Süresi, âyet: 19.
210
Sıfat ise mevsuftan ayrılmaz derler. Maturidiler de Allah' ın kelâmı zatı ile kaim bir sıfattır sözünü kabul ederler. Fakat "Mushafta olanlar Mlah'ın kelâmıdır. Lâkin harfler ve sesler mahlüktur" derler. Ancak Allah'ın kelâmı Kur'ân'a girdi, hulül etti diye de bir iddialar ı yoktur. Nitekim Allah'ın ilmi ile maliim olan bir şey için Allah'ın ilim sıfatı Allah'dan ayrıldı da mal'ûma girdi denilemez341. Görülüyor ki E ş 'arileri'n ve Maturidilerin bu konudaki görü şleri aynı esasa dayanmaktad ır.
Insanın gücü (güç yeterliği-istitaa): Mu'tezile insan ın gücü fülden önce, Cebriyye fiilden sonra, Maturidi ve E ş'ari fül ile beraber vard ır der. Ecel meselesi katledilen kimse Ehl-i Sünnet'çe ker ıdi eceliyle ölmüştür. Mutezile'ye göre kendi eceliyle ölmemi ştir342. Haram olan bir şeye rızık denir mi? Haram Maturldrye göre r ızı ktır. Zira mak ıııülk demek de ğildir. Gıda demektir. İnsanların bir kısmı ömrü boyunca haram yer. Böyleleri için Allah' ın rızkından bir şey yemedi diyemeyiz. Mutezile ise r ızkı, mülk manasına alarak haram r ızık değildir diyorlar. Halbuki rızkı mülk manasma alma ğa imkân yoktur. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor: "Yeryüzünde hiçbir hayvan yoktur ki Allah onlara r ızık vermemiş olsun343." Allah'ın insanlara en uygun olanı yapması kendine vacip de ğildir. Mu'tezile ise vaciptir der. Ehl-i Sünnet kendi tezine delil olarak. "Biz onlara günühlar ım artırsınlar diye mühlet veririz344" âyetini gösterirler. •
iman : Dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir. E ş 'ari ise iman tasdik ve marifettir" der. Buna göre zihnl ameliyye, kalbin fülinden öncedir demektir.
Insanın hürriyeti : İnsanların yaptıkları işler, Allah'ın yaptıklarıdır; be şer hürriyeti insanların eline verilmiş değildir. Mu'tezile buna itiraz ederek şu ayetleri delil getirir: "Dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun345." Ehl-i Sünnet buna itiraz olarak şu ay-etleri hatırlatır: "Zalimlere ate şi biz hazırladık346". "1 Bak: Mâturidl, Akâid Risâlesi, s. 15-16. 342 Bak: Mâturldi, Ak'âid Risâlesi, s. 20. "' Bak: Hut Sûresi, âyet: 7. "4 Bak: Abi iturân Sûresi, âyet: 178. '45 Bak: Kehf Süresi, âyet: 29. 346 Bak: Kehf Sûresi, âyet: 29.
211
"Sizi ve sizin amellerinizi Allah yaratt ı34 l". İ nsanların yaptıkları eğer Allah'ın yaratmas ı ise Allah niçin onları azaplandırıyor denilecek olursa, şu cevap verilir: Sevapland ırılmak veya azap görmek ki şinin meydana gelen i şe fülini kullanmasmdan ötürüdür, meydana gelen as ıl işten dolayı değildir. İnsanın işlediğine göre ceza görmesi, iyilik yapmaya da elveri şli olan gücünü harcad ığı içindir. Mâturidi der ki: Allah, insanda fiil ile beraber her an kudret yarat ır ve bununla insan fiile tesir eder. Sorumlulu ğun sebebi budur. Ebû Hanife ve Ebû Mansûr Mâturidi'ye göre, insanlar ın mukadderat ı Levh-i Mahfuz'da umumi hatlarla yaz ılıdır. Muayyen ve müş ahhas hareketler halinde yaz ılmış değildir. E ğer teferruat yaz ılmış olsa idi, kişi filinde mecbur olurdu. Kişinin cüz'i iradesi vard ır. Mâturidiler teminat ı kabul, Eş 'ariler reddeder. Bir Mâturidi muhakkak mü'minim diyebilir, fakat bir E ş 'ari ancak Allah isterse mü' minim der 3 4 8 . İşte genel görüşleri böyle olan bu iki mezhebin bir mukayesesini yapmak çok yerinde olacakt ır. Eş 'ariyye ile Miituridiyye'nin Mukayesesi Eş 'ariyye ile Mâturidiyye aras ında ba şlıca fikir ayrılıklar': 1— Ciiz'i irade : E ş 'arilere göre eüz'i iradeyi Allah yarat ır. Mâturidilere göre ise cüz'i iradeyi Allah yaratmaz. Her iki okulun "kesb" anlayışları da farkl ıdır. Eş 'ariyye "kesb kulun gücünün makdura iktiranıdır" der. Mâturidiyye ise "kesb kulun bir ş eye azm ve niyet etmesiyle hasıl olur" der. 2— Hüsün ve kubuh : Eş 'arilere göre hüsün ve kubuh yani bir şeyin iyi veya kötü oldu ğu aklen bilinemez. Hüsün ve kubuh, Allah' ın emir ve nehiyleri ile bilinir Allah bir şeyi emretti ise o şey iyidir. Allah bir şeyi yasak etti ise o şey kötüdür. Mâturidilere göre ise hüsün ve kubuh ak ıl ile idrak olunur. Emir ve nehiy bir ş eyin iyi veya kötü oldu ğuna delâlet eder. Herhangi bir şey iyi ise. Allah onu emretmi ştir. Kötü ise Allah onu yasak etmi ştir. 3— Allah' ı tanıma : E ş 'ariler Allah' ı tanıma= ş er'an vâcip olduğunu söylerler. Mâturidiler ise Allah' ı tanımam/1 aklen vacip oldu ğu fikrindedirler. Onlara göre Allah, Kur'ân'da insanlar ı melekilt, semavat 3" 348
212
Bak: Saffât Sûresi, ayet: 96. Bak: ithaf as-Sâde, e. II, s. 5-14.
ve arz hakkında düşünmeğe yöneltmek istemi ştir. Bu demektir ki insan taklit ve hevesten uzak olarak do ğru yola yönelirse ve gerçe ği araştırırsa Allah'a imam akliyle elde edebilir. Fakat ak ıl Ş eriat hükümlerini, tebliğ olmaksızın bilemez349.
4— Tekvin : Eş 'ariler tekvini itibari bir s ıfat olarak kabul ederler. Hakiki sıfat olarak kabul etmezler. Mâturidiler ise tekvinin, kudret ve irade gibi hakiki bir s ıfat olduğunu söylerler.
5— Kula gücü yetmiyecek ş ey/eri teklif : Eş 'arilere göre Allah' ın kula gücü yetmiyece ği şeyleri teklif etmesi caizdir. Meselâ cisi ırderi yaratm.ak gibi. Maturidilere göre ise Allah' ın kulun gücü yetmiyece ği şeyleri ona teklif etmesi caiz de ğildir. 6— illiyet ve hikmet : Eş 'ariler Allah' ın fiilleri için sebep aranamaz der. Onun fiilleri hikmet ile muallel de de ğildir. Çünkii Allah yaptığından sorumlu de ğildir. Sorumlu olan kullard ır. Mâturidilere göre Allah abesten münezzehtir. Allah' ın fiilleri hikmeti icabı meydana gelir. Çünkü Allah Hakimdir, Alimdir. Allah tekvini fiillerinde ve teldifi hükümlerinde hikmetini gösterdi ve irade etti. Has ılı Allah'ın fiilleri hikmeti ile mualleldir ve fiiller bir sebebe ba ğlıdır. Bu Allah'ın abesle meşgul olmasının icabıdır. Allah yaptıklarından sorumlu değildir. 7— Eze/de ma'duma hitap : Eş'artyye'ye göre ma'duma ezelde ilâhi hitap taallük eder. Buna göre Allah ezelde Mükellim'dir. Mâturidiyye'ye göre Allah ezelde Miikellim de ğildir. Çünkü ma'duma ezelde ilâhi hitap taalluk etmez. 8—Eş'ari/er'e göre nübüvvet için erkeklik şart değildir : Kadınlar da nebi olabilirler. Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Hz. Musa'nın annesi nebidirler. Mâturidilere göre ise nübüvvetin ş artlarından birisi de erkek olmaktır. Kadınlar nebi olamazlar.
9— ibadetin ifast : Eş 'ariler müslim olm ıyanın ibadetle mükellef oldu ğu reyindedir. Onlara göre gayri müslimler bu sebeple de ceza görürler. Mâturidiler ise, müslim olmıyanlarm ibadeti ifa ile mükellef olmadıkları reyindedirler. Onlar küfürden dolay ı ceza görürler ve fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarpt ırılamazlar. 349 Bak: Muhammed Ebû Zehre, al-Mezâhib baası, Mısır.
s. 296, Numfızeciyye Mat-
213
10— İrtidad: Eş 'arilerce mürted yerinden imana dönerse amelleri de avdet eder. Mâturidilere mürted imana dönse de am elleri avdet etmez. 1— Tevbe-i Ye's : E ş'arilerce tevbe-i ve's makbilldür. Mâturilerce makbul de ğildir. 12— Kur'ân: Eş'arilerce Kur'an' ın bazısı, bazısmdan büyüktür. Mâturidilerce Kur'ân' ın bazısı , bazısından büyük olamaz 350 . .
Genel olarak E ş 'ari ve Mâturidi okullar ı arasında bu gibi ayrılıklar olmakla beraber, her iki topluluk da birbirlerini tekfir etmemi şlerdir. Her iki mezhep de hakt ır. Ehl-i Sünnet'e dahildir. esasen E ş 'arilik ve Mâturidilik zamanla kayna şmışlardır.
Ebû Ca'fer Ahmed Tahavi: Mısır'da Tahâ ad ında nir köyden oldu ğu için kendisine Tahâvi dendi. H. 230 / M.844 yılında doğdu. H.321 / M.933 yılında vefat etti. Ş âfirnin ö ğrencisi ismâil b.Yahya'dan ders ald ı . Fakat daha çok Irak fukâhasının görüşlerine meylediyordu. M ısır'ı terkederek Suriye'ye gitti. Orada Ebû Hâzım Abd al-Harnid'den ders ald ı . Ebû Hâzım da İmâm Muhammed'in öğrencisi İ sâ b.Aban'dan ders alm ıştı . Böylece Tahâvi Hanefi fıkhını iyice öğrendi. Kendisi re'y taraftar ıydı . Kıyasa önem veriyordu. Hadis ilmine, Selefiyyûn'un ahvaline ve Ş âfii fıkhına da vukufu derindi. Alim ve zâhit olarak tan ınırdı Irak taraflar ında ş öhreti yayıldı . Kendisi ictihat derecesine yükselmi şti. İ cabında Ebû Hanife'ye iştirak etmediği hususlar olmu ştur. Selefiyytin'un görü şlerini yayma ğa çalışırdı . Sapıklıklar zuhur ettikçe onları çürütme ğe de gayret ederdi. Mgıturidi ile Tahâvi arasında çok az fark vard ır. Tahâvi "Kur'ân Allah'ın kelâmıdır. Allah'tan keyfiyetsiz olarak kavlen ba şlamıştır" diyordu. Bu demektir ki Allah, kelâm ı başkasında yaratmamıştır. Kelâm kendisinden ba şlamıştır. Mâturidi ise "Allah' ın kelâmı mâna-yı vahittir. Allah'tan i şitilmesi tasavvur olunamaz" diyordu. ,
Tahetvi birçok eserler de yazm ıştır : Kitâb al- İhtilâf Beyn al-Fukâhâ, Kitâb a ş - Şurût al-Kebir, Kitâb a ş - Şurût as-Sagir, Kitâb al-Muhtasar al-Kebir, Kitâb Ş erh al-Câmi al-Kebir li-Muhammed, Kitâb Şerh alCâmi as-Sagir, Kitâb al-Vasâyâ, Kitâb al-Ferâid, Kitâb Ş erh Muşkil "° Bak: Izmirli Ismail Hakkı, Yeni İlmi Kelâm, s. 113-115; M. Ebû Zehre, al-Mezâhib al-Islâmiyye, s. 292-309.
214
Ehadis Resül Allah, Kitâb Ahküm a -Kur'ân Kitâb ş erh Meâni'l-ksar v e Kitâb al-Akide 351. I3öylece Ehl-i Sünnet hakk ındaki incelemelerimizi burada bitiriyoruz. Allah'tan insanlar ı sapık mezheplerden, sap ık cereyanlardan ve sapık kimselerden koruyarak hidayet yoluna yöneltmesini niyaz ederiz. Bu yol, aklın ve naklin birle ştiği yoldur. Bu yol Peygamberimizin övdi.iğü vasat yoldur. Bu yol yüzy ıllardan beri yüz milyonlarca müslümanın yokdur. Bu yolu.n rehberi ba şta Kur'ân, sonra Sünnet, sonra icma ve ııihayet kıyastır, yani akli görii ştür. Din yolunda çal ışm.ak istiyenlerin, ş ahıslara göre de ğil, bu 4 esasa göre hareket et ırıeleri haktır, ilmidir, gerçek İ slâmiyete uygundur İ nsan hakkı ş ahısların indi görüşlerine göre tan ımamalı ve fakat ş ahıslar' hakla tanımalıdır.
'S' Balt: al-Fihrist s. 306: M. Eh-il' Zehre, Ebn Hanife, s. 207-203; tzmirli İsmail Hakkı Yeni ihn-i Kelnın, s. 108.
215
ON .CIÇONCÜ BÖLÜM
DÜRZLİK Dürzilik, Fatimi Halifelerinden Hakim bi-Emrillah' ın (01m. H, 411 / M.1020) veziri Hamza b.Ali taraf ından kurulmu ş bir mezheptir 352 . Dürziler Suriye ve özellikle Lübnan taraflar ında yaş amaktadır. Çağımızda yoğun olarak bulundukları yer Cabal Duruz da ğıdır. Dürzilerin en tanınmış propagandac ılarından birisi Anuştekin Dürzi'dir (Ölm. H.410 / M.1019). Bu mezhebe Dürzi ismi bu ş ahsa nisnetle verilmiştir 353 . Dürzi ismini yanlış olarak Muhammed b. İsmail ad-Dürzi'ye nisbet edenler de olmu ştur. Dürzilere göre Hakim bi-Emrillah Hz. Muhammed'in Şeriatını neshetmiştir3 54. Allah, Hakim'e hulul ve Hakim şeklinde tecessüm etmiştir355 . Onlara göre Hakim'den ba şka ilâh yoktur 356 . Dürziler misafire son derece hürmet ederler. Gösteri şli hayattan ve zevk verici e ğlencelerden pek ho şlanmazlar. Ahlaki de ğerlere önem verirler, israftan ş akınırlar, Bedenlerinin sa ğlığına ve esenliğine özen gösterirler. Dürziler akasya a ğacını çok severler. Okullara, evlerin bahçelerine bu a ğaçtan dikerler. Ni ş an merasimlerinden sonra müstakbel eşler beraberce bir akasya a ğacı dikerler. Dürziler akıllılar ve cahiller diye iki kırma ayrılır. Din bilimlerini ancak ak ıllılarm bildiğini kabul "2 Bak: İbrahim Agâh Çubukçu, Gazzüli ve Bat ınilik, s. 35, Ankara 1964. " 3 Bak: İzmirli İsmail Hakkı, Dürzi Mezhebi, Darülfünûn ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı : 2, sayfa 68, İ stanbul 1926. s" Bak: ar-Risalet al-Mevsumat bi-Bedv at-Tevhid li-Da'vet al-Hak, var: 2 b, Istanbul Üniversitesi Kütüphenesi, No: 238. " 5 Bak: Goldziher, al-Akide ve :Ş- Şeria, s. 216, Arapçaya çevirenler: Muhammed Y. Musa, ve al-Aziz Abd al-Hak, Ali Hasan Abd al-Kadir, al-Kahire 1946; Fyzee, Conferences sur 1' Islam Doctrines Juridiques Shi'ites, çev. Ava Meyerovitch, s. 48-49, 56 Centre National de la Recherche Scientifique bask ısı 1956. 3 Bak: Nushat- ı Sicil al-Mücteba, var. 119 a-119 b ve ar-Risalet ad-Damigali'l-Fas ık; ar-Radd ala'n-Nuseyri, var. 24 b, İstanbul -üniversitesi Kütüphanesi, No: 238. "
216
ederler. Bütün akıllılar her Cuma akşamı mabetlerinde toplanırlar ve dini kitaplar okurlar. Toplanan akıllılar bir kısmı toplantının başında, bir kısmı ortasında, bir kısmı da sonunda mabedi terkederler. Itibar ı en yüksek olanlar mabedi en sonra terketmek zorundad ırlar. Cahillere gelince, bunlar yalnız Kurban ve Ramazan bayram ında dini rnerasimlere katılmak hakkına sahiptirler. Her Dürzi akıllı olmak derecesine yükselemez. Bu dereceye ula şabilmek için ağır başlı olmak, dürüst olmak, gereksiz konu şmamak, giyimde lükse dü şkün olmamalç, içki ve sigara içmemek ve kimsenin mahm haks ız yere almamak şartur357. Dürzilerin itikadarı ve şeriatları islâm'dan çok farklıdır. Fakat onlar bu şeriatlarmı ve akidelerini ellerinden geldi ği kadar gizli tutmak isterler. Nasları te'vil ederler. Ancak zina etmek veya yalan söylemekten sonra derece sakınırlar358. Şu dört esası bilmek onlar için farzdır: 1— Hakim bi-Emrillah' ı Allah olarak tanımak. 2— Emri bilmek. 3— Hududu tanımak. 4— Vesaya'ya riayet etmek. 1—Hakim bi-Emrillah'ı Allah olarak tanımak: Hakim bi-Emrillah, Dürzilere göre ilâht ır. Insan şeldinde tecessüm etmiştir. O hem ruhtur, hem beolendir. Hem lâhuttur hem nâsuttur. Bu ilâh çe şitli insan şeklinde bir çok defa gelmi ştir. En sonra da Hakim bi-Emrillah biçiminde zuhur etmi ştir. ölümü zahiridir. Gerçekte ölmemi ştir. Gizlenn-ıiştir. Fitne ve bozgunculuk yüzünden gizlennii ştir. Insanlar günâhlarmdan tövbe edip fitne ve bozgunculu ğa son verdikleri zaman IIakim tekrar çıkacak ve Dürzilere ödül verecektir. Dürzili ğe karşı olanları ise cezalandıracaktır. 2—Emri bilmek: Buna kaim az-zaman'ı tanımak da denir. Emr, Hamza b.Ali'den ibarettir. Hamza b.Ali yarat ıklarm en şereflisidir. Ilk yaratılan varlıktır. İnsana hulul eden bir cevherdir. Evren bu cevherden zuhur etmiştir. Hamza b.Ali, aklı-ı küllidir. Yemesi, içmesi, a ııası, babası vardır. Elle tutulur, gözle görülür. E şi ve çocu ğu yoktur. Tanrı'nın nurundan yaratılmış olup imamlarm imamıdır. Âhirette sevap ve ceza, onun eli ile verilecektir. Dünya ve Âhiret i şlerini yöneten odur. 3—Hududu tanımak: Hudut, Dürzilerce kutsal olan emirleri ö ğretmeğe ve yapmağa memur olanlara denir. Hamza aym zamanda ruhani hududun başıdır. Ilâhi emri yayan kimseler evlenmez, günâh i şleMehnıet Refik ve Mehmet Behçet, Beyrut vilâyeti, C.I, S. 17,18 Vilâyet Matbaas ı 1335 "4 Bak: ar-Risale ad-Damiga li'l-Fas ık ar-Rad ala'n-Nuseyri, var. 22 b-24 a. Macmuatar-Resail, varak: 22 b-50 b İstanbul Iiniversitesi Kütüphanesi No: 238. 3"
217
mezler, kıyamette gerçek tan ıktırlar. Yaratıklarm en şereflileridir. Hududun baz ılarının lâkabı dal, mezun ve mukasiddir. 4— Vesaya'ya riayet etmek: Dürzilikte yedi vazife vard ır ki bunlara "Vesaya" veya "Visal" denir. Bu yedi vazife şunlardır: Şehadet kelimesi, namaz, oruç, hac, zekât, cihat ve vilâyet. Onlara göre tevh ıd yolu Hamza'nın getirdiği bir mezheptir. Dürzilere göre neshedilen islâmi akideler yerine şu yedi vasiyet konulmuştur: 1— Do ğru konuşmak. 2-- Din karde şlerini korumak. 3— Yalan esasa ve yoklu ğa ibadeti terketmek. 4— İblislerden ve azgınlardan uzak durmak. 5— Hakim"den ba şka Tanrı olmadığına inanmak. 6— Hakim'in buyruklar ına ve davranışlarına rıza göstermek. 7- Nefsi Dürziliğin yüksek emirlerine ve Hakim'e teslim etmek. Dürzilel: bu inanç esaslar ından başka iffete çok önenı verirler. Olanakları ölçüsünde ba şka din ve mezhep sahiplerinden uzak ya şamağa çalışırlar. Toplandıkları mebetlerine "halevat" ad ı verilir. Camiye benzeyen bu ibadethaneler sarp kayal ıklar aras ında veya üzerinde yap ılmıştır. Görülüyor ki Dürzili ğin islâm Dini'nin inanç sistemi ile temelde ilgisi kalmamıştır. Çeşitli dinlerin ve mezheplerin etkisinde kalan Dürziler âdeta ayrı dini bir sistem kurmu şlardır. Törelerine sıkı sıkıya bağlı olan Dürziler günümüzde ço ğunlukla Lübnan' ın dağlık bölgelerinde ya şa maktadırlar. Lübnan Anayasas ı'na göre özel hakları vardır. Tarih boyunca o bölgedeki siyasi faaliyetlerde rol oynam ışlardır. Bugün de Lübnan'da Müslümanlar ve H ıristiyanlardan sonra üçüncü bir toplumsal güç olarak bulunmaktad ırlar. 359 .
YEZiDiLiK Yezidiler Adi b.Musafir (01m. H. 555 veya 557 / M.1160 veya 112)'i kutsal bir insan olarak tanırlar. Adi b.Musafir Suriye'de Baalbek civarında doğmuş 90 yaşında oldu ğu halde Lâle ş'te ölmüştür. Yezidiler Şeyh Adrnin kendi dinlerini kurduğunu ve yaydığını iddia edenler. Adi b.Musafir'in ye ğeni ve halefi olan Ş eyh Sahr b.Sahr b.Musafir de Lâle şte gömülüdür. Gerçekte Adi b.Musafir Adeviyye veya. Sahletiyye diye tan ı3 Dürziler hakkında daha geniş bilgi için bakınız: Selim Ebu İsmail, ad-Duruz, Beyrut baskısı (tarihsiz), Izmirli Ismail Hakkı, Dürzi Mezhebi, Darulfüniin Ilahiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı : 2, sayfa 36-99 İstanbul 1926, Yine ayni mecmua say ı, 3, sayfa: 177-344; Şehabettin Tekindağ ve Tayyıp Gökbilgin'in, Islam Ansiklopedisi Dürziler maddesi, Cilt 3, İ stanbul 1963; İbrahim Agâh Çubukçu, Gazzâll ve Batmilik, sayfa: 35-37, Ankara, 1967. "
218
nan tarikat ın kurucusudur. Müslümanlar onu bu tarikatm kurucusu olarak saygı ile anarlar. Yezidilerin Yezid b.Muaviye'ye nisbetle bu ad ı aldıkları söylenir. Bunlar Yezid'i a şırı derecede saygı ile anarlar. ş ehrestâni'nin Milel ve Nihal adlı eserinde bahsetti ği ve ibadiye'nin kurucusu olarak gösterdi ği Yezid b.Enise ile bugünkü Yezidilerin bir ba ğ.' olmasa gerekir. Çünkü ibadiye'nin inanç sistemi ile Yezidilerin itikatlar ı ve ibadetleri tamamen farklıdır. Yezidiler az miktarda eskiden Azarbeycan, Suriye, Mardin, Diyarbakır ve Hakkari'nin baz ı bölgelerinde var idi. Bugün için yo ğun olarak Musul'un da ğlık bölgelerinde bulunmaktad ırlar. En çok da Sihan nahiyesinin bir çok köylerinde ve Sincar kasabas ı dolaylarında yerleşmişlerdir. Halen Hakkari civar ında bir kısım Yezidilerin bulundu ğu da söylenmektedir. Yezidilerin iki tane kutsal kitab ı vardır. Bunlardan birisi Kitâb al-Cilve, ötekisi Mushaf- ı Reş 'tir ki kara. kitap anlam ına gelmektedir. Yezidiler Kur'ân yerine Mushaf- ı Reş 'i kutsal saymaktachrlar. Mushaf-ı Reş'te evrenin yarat ılışı ile ilgili semavi dinlerin buyruklarma ve aklın kurallarına aykırı birçok rivayetler anlat ılmaktadır. Yezidilerin bu kitab ında bazı yiyeceklerin yenmesi haram k ılınmıştır. Haram kılınan yiyecekler aras ında marul, bakla, her türlü balık, geyik ve horoz eti, kabak ve lâhana gibi yiyecekler vard ır. Yezidiler koyu mavi renkte elbise giymezler. Ayakta küçük abdest yapmak, oturarak elbise giymek, helâya girmek ve hamamda y ıkanmak onlara göre yasaktır. Çünkü hamam ve helâlar ş eytan'ın oturdukları yerlerdir. Hatta Ş eytan, kaytan (ip), şat (sel), ş er (fenalık), melun (1ânetli) ve nal kelimelerini söylemeyi yasak sayarlar. Yezidilere göre herkesin okuma yazına öğrenmesi do ğru de ğildir. Tıraş olmak, bıyıkları tanıamiyle kesmek, ba şkasının tarak ve usturas ım kullanmak, vahşi hayvanları alıp terbiye etmek ve yeti ştirmek yasaktır. Kutsal ormanlardan odun kesmek de yasakt ır360. Yezidilerin inançlarına göre evren yarat ılmazdan önce Allah karanlık bir fezada dola şırdı . Nihayet Allah bir papa ğan yarattı, 40 serıe ona hükmetti. Neticede k ızıp onu i3ldürdü. Onun tüylerinden da ğları ve ovaları yarattı . Nefesinden hava, kan ından da gök meydana geldi. Allah kendi nur ve cevherinden de güne şi, ayı, fecir ve ş afağı ve yıldız3" islâm Ansiklopesisi Cilt 6. sayfa: 826--828, Menzel, Kitab al-Cilve maddesi; Cilt, I, sayfa: 137-138, Menzel, Adi b. Musafir maddesi.
219
ları yaratt ı . Sonra melekleri yaratt ı. Bunların en başında Şeytan gelmektedir. Şeytan sonradan kibre kap ıldı. Allah tarafından Cehennem'e atıldı. Yedi bin sene Cehennem'de kald ı. Orada ağlaya ağlaya pişmanlık gözyaşları ile yedi küp doldurdu. Allah da onu ba ğışlayarak meleklerin başı yaptı. Kendisine Melek Tavus dedi ve Allah, Melek Tavus'la birle şti. Yedi küpte bulunan gözya şları Şeyh AdVnin arzdan Ahirete dönmesine kadar Cehennem'i söndürmek üzere orada sakl ıdır. Yezidilerin yukarda da bahsetti ğimiz gibi buna benzer çe şitli kozmogoni rivayetleri vard ır. Yezidilere göre tenasuh vard ır. Beden öldükten sonra ruhlar ba şka vücudlara girer. Abdulkadir Giylâni, Hasan Basri ve benzeri evliya Şeyh Adi'ye kadar çe şitli suretlerde görünerek kutsal derecelere yükselmi şlerdir. Onlara göre Melek Tavus yani Şeytan Yezid b.Muaviy e şeklinde görünerek Ehl-i Beyti yenmi ştir. Yezid b. Muaviye tenasüh yolu ile daha sonra Şeyh Abi b.Musafir şeklinde gelmiş, Lâleş tarafların kurtarm ış ve Yezidiliği kurmuştur. Yezidilere göre Ş eyh Adrnin mezarı halen Lâle ş 'te olmakla birlikte o tenasüh yolu ile tekrar dünyayı islâha gelebilir. Yezidiliğin putperestliğin, Maniheizm'in ve Sabiliğin etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Bazı Hıristiyan azizlerini kutsal saymaları, içki içmeleri ve çocuklarını vaftiz yaptırmaları da Hıristiyanlığın etkisinde kaldığına delildir. Yezidilerde bir takım sosyal sınıflar varaır. Bunlar mirler, ihtiyarlar, pirler, şeyhler, kuçekler, kavallar, fakirler ve müritlerdir 361 . Mirler, nesillerini Adi b.Musafir'e ve hatta Yezid b.Muaviye'ye kadar götürürler. Di ğer sınıflardan kız alıp vermezler. Din i şleri ile meşgul olurlar. Dünya i şlerinde de buyruk sahibidirler. Her türlü dünya işlerinde Mirler söz sahibidirler. ihtiyarlar, Miderin dan ışmanı durumunda olup ruhani reisleridir. Müracaat edenlere dini görevleri gösterirler. Pider ve Şeytanlar ancak kendileri gibi pir ve şeyh ailesine mensup olanlardan kız alabilirler. Pir ve Şeyhler başka sınıflardan ne kız ahrlar ne de onlara kız verirler. Kuçeklerin görevi Şeyh Adrnin türbesine ve Sancak denilen horoz şeklindeki horoz veya tavus şeklindeki Melek Tavus'a hizmet etmektir. Kuçekler Melek Tavus'un tunçtan yap ılmış heykdini Pir'den alarak belli günlerde köy köy dola ştırırlar. Kutsal olan bu heykeli Yezidilefin ziyaret etmesini sa ğlarlar. Kendileri de bu heykel taraf ından raksederler. Kuçekler de başka sınıflardan kız alamazlar. 36,
220
Bak: M. Nuri. Abede-i Iblis, s. 21-25, Istanbul 1328.
Kavvallar'm görevi, belli yerlerde ve belli günlerde Melek Tavus'un heykeli karşısında şarkı söyleınektir. Müritler, Yezidili ği benimseyen kimselerdir. Her Yezidi bir şeyhe bağlanmalıdır ve kayıtsız ş arts ız onun sözünü tutmal ıdır. Fakirler, başkalarımn sadakasına muhtaç olalı Yezidikrdir. Yezidilere göre kendi s ınıfından birisi ile olmak ş artiyle zina kötü sayılmaz. Ancak, dengi olmayan birisi ile zina yapman ın cezası ölümdür. • Yezidiler için iki oruç vard ır. Genel oruç, özel oruç. Genel orucu her Yezidi Arahk ay ında üç gün olarak tutar. Özel oruç, seksen gün olup din adamları tarafından tutulur. Bu orucına yirmi gününü Aralıkta, yirmi gününü Temmuzda tutarlar. Sonra Şeyh Adi b.Musafir'in mezarını ziyaret ettikten sonra üç gün oruç tutarlar. Köylerine dönünce din adamları oruçlarını kırk güne tamamlarlar. Her Yezidi namaz yerine Güne ş doğarken ve batarken Güne ş e yönelerek üç defa rukû'a var ır. Topra ğa kapanır. Farsça, Arapça ve Kürtçe ile karışık bir dua okur. Yezidiler bu ibadetlerini ba şka din mensuplarımn görmesini kat'iyyen istemezler. E ğer yanlarında kendilefini görebilecek bir yabanc ı din mensubu var ise, ellerini güne şin aksettiği yere koyarlar, sonra öperler, böylece de ibadet görevinden kurtulmu ş olurlar. Yezidiler Şeyh Adi b.Musafir'in mezar ını ziyaret ederler ve bunu hac olarak kabul ederler362. Mezar ın bulunduğu. Lâleş Dağını kutsal sayarlar. Bu. ziyaret Eylülün 23'ünden 30'una kadar devam eder. Bu ziyareti yapmayan kâfir say ılır. Senede üç kez Nisa ıı, Eylül ve Kasım aylarında tunçtan yapılmış Melek Tavus heykellerinden birini ziyaret, etmek de vaciptir. Mirlerin nıuhafazasında olan bu heykeller geçici olarak para kar şılığında Kuçekler ve Kavvallara verilir363. Her Yezidi akran ı arasından bir erkek ve bir kad ın olmak üzere Ahiret karde şi edinmek zorundad ır. Bir baba kızını kocası öldüğü takdirde altı kez evlendirebilir. 13ir k ız kocasını seçebilir. Seçime babasına haber vermelidir. Nikâh özel merasimle yap ılır. Yezidiler yeni do ğan çocuğu bir hafta içinde, en çok da iki seneye kadar vaftiz ederler. Adi b.Musafir'in mezar ı civarındaki bir suya çocuğu üç kere sokup ç ıkartmak suretiyle bunu yaparlar. 3" 3"
Bak: Abd ar-Razzak al-Haseni, al-Yezidiyyitu, s. 91,-93, sayfa: 1961. Bak: Ismail Beg Chol, al-Yezidiye Kadimeu ve Hadisen, s. 73--118, Beyrut, 1934.
221
Ayrıca, yeni doğan çocuğu sünnet ettirmek de Yezidilerin vazifeleri arasuıdadır. Yezidiler cami ve mescitlere girmezler ve İslâmi ibadetleri kabul etmezler. Çünkü bir Müslüman ın Şeytan'dan Allah'a s ığındığını işiten Yezidi onu öldürmelidir. Bunu yapmazsa intihar etmelidir. Yezidiler yukarıda da sözünü etti ğimiz gibi herkesin okuma yazma öğrenmesini do ğru bulmaz. Okuma yazmayı ancak Ş eyh Hasan Basri sülâlesinden oldu ğunu iddia ettikleri bir aile için uygun görürler. Ancak son sıralarda Yezidi büyükleri çocuklar ını resmi okullara gönderme ğe başlamışlardır. Ayrıca yukarda sözünü etti ğimiz ve uygulamada güçlük çıkaran dini yasaklar da de ğişmeğe başlamıştır. Bir Yezidi memleketinden bir seneden fazla uzakta kalamaz. E ğer karlırsa karısı kendine haram olur. Yezidilerin bu görü şü de son sıralarda de ğişmiş tir. Bunun gibi daha önce sözünü etti ğimiz yüz numaraya girme ve hamamda y ıkanma yasa ğı da son sıralarda de ğişmiştir. Yezidilerin, Yezidi olmayan bir kadının yüzüne bakmasi haramdır364 . Yezidiler, Nisan ay ında evlenmeyi uygun bulmazlar ve bu ayda evlerini tamir etmeyi yasaklam ışlardır. Allah adı yazılı olan mescitlere ve okullara girmezler. E ğer bir Yezidi böyle bir yerde bir Miislüman' ı namaz kılarken görürse ve bu Müslüman Şeytan'dan Allah'a s ığnursa onu öldürmelidir. Yukarda da sözünü etti ğimiz gibi bunu yapamazsa intihar etmelidir. Böylece Melek Tavus'a kendini kurban etmi ş olur. Bunu da yapmazsa bir hafta oruç tutmal ıdır. Bir Yezidi'ain bir çocu ğu olunca evinden bir hafta süre ile hiç bir şey çıkarttırmaz. Yezidiler kendi dinlerinden olnuyanlara Yezidileikten bahsedemezler. Yezidi bir hanım başka din mensupları ile yemek yiyemez. Bir Yezidi kadın renkli ve ipekten elbiseler giyemez. Pamuktan dokunmuş beyaz elbise giymelidir. En büyük yeminleri Melek Tavus, Yezid ve Şeyh Adi üzerine olur365 . Yezidilerin akıl almaz ve ça ğın görüşleri ile bağdaşmaz bir çok töreleri vardır. Çok şükür ki medeniyet araçlar ı ve yayın organları sayesinde özellikle XX. yüzyılda bunların tutuculuktan baz ı alanlarda kurtulBak: Sıddık ad-Demluei, al-Yezidiyye, s. 291, Irak, 1949. sss Yezidilerin töreleri hakk ında daha geniş bilgi için bakunz: Sıddık adDemluei, mulan
eser, sayfa: 291-302.
222
mağa başladıkIan görülmektedir. Şurasım da kaydedelim ki biz Yezidilik haklunda verdi ğimiz bilgileri Mushaf-y Re ş ve Kitab al-Cilve'den nakil yapan eserlerden yararlanarak edin ıniş bıllunuyorn2366. Yezidilerin son kırk yıldanberi medeniyet yolunda ne derece ilerlediklerini yerinde saptamak imkân ına sahip olamadık.
VEHHABIL İK Vehhâbilik, kökenini Imam Ahmed b.Hanbel'in (880-855) mezhebinden alan sünni mezheplerdendir. Ancak, peygamberlerin mezarlar ı ile kutsal yerlerin ziyaretinin İslâmi inanca aykırı oldu ğunu ileri süren İbn-i Teymiye'nin (1263-1328) islâm anlay ışı Vehhabi mezhebinin ana ilkeleri olintıştur. .
İbn-i Teymiyye, Hanbeli Mezhebi'ne ba ğlı olmakla birlikte bıx mezhebin bütün kurallar ına körü köriine inanmıyor kendini, bir mezhep müctehieli sayıyordu. O, kiıni konularda "taklid"i ve hatta "icma"1 reddediyordu. Kendisi, kıyasa çok başvurur. Bid'atlara şiddetle karşı olan İbn-i Teymiyye, evliyanın ıdulanmasına ve kutsallaştınlmasma ve türbelere yap ılan ziyaretlere saldınmştır. O, Peygamberin mezarım ziyaret için ç ıkılan yolculuğun bile günâh olduğunu söylüyor, Tannnın insan sûrefincle tasavvur edilmemesi gerektiğine inanıyordu. İbn-i Teymiyye, Harici, Râfızi, Mürcie, E ş'ari, Kaderi, Mütezili, Cehmi, Kerrâmi vb. gibi isiânı mezheplerinin görü şlerine karşı yazı ile, sözle savaş açmıştı. ibn-i Teymiyye, bir çok konularda başlıca islâm hukukçularından ayn düşünmüştür. Örneğin: 1— Üç talak ile bo şanmış olan bir kadının kocası ile yeniden evlenebilmesi için, kendisini hemen bo şamağı kabul etmiş bir kişiye nikâh edilmesi ııi, yani halkın hulle dediği işi reddeder. 2— Tann buyru ğu olmıyan vergiler geçerlidir. Bunların veren zekât yerini§ gibi olur. 3— Kadının aybaşı halleri sırasıııda yapılan boşamalar geçersizdir. 4— İcma'a aykırı bir fikri açıkça söylemek dinsizlik sayılmadığı gibi küfür de de ğildir. Ibn-i Teymiyye, Halife Ömer b.Hattab'ın, Ali b.Ebi Talib'in bir çok hatalar işlediklerini kürsüden aç ıkça söyler, felsefeye ve tasavvufa 366 Yezidilik hakkında geniş bilgi için bakımz: Abdurrazzak al-Haseni, an ılan eser; Mehmet Şerafettin, Yezidiler, Darülfürdın Ilâhiyat Fakültesi Meemuas ı, sayı; 3, sayfa: 1-35, Istanbul, 1926. Yine aym meeırma sayı ; 4, sayfa: 273-275, İ stanbul, 1926.
223
saldırırdı . Bu nedenle GazzaWnin, İbn-i Sinâ'nın ve İbn-i Seb'in'in eserlerine çok saldırmıştır. O, sinagogların, özellikle kiliselerin korunmas ına ve yeniden yap ılması na karşı çıkmış ve bu konuda risaleler yazm ıştır. İslâm bilginlerinin bir bölümünün onu gerçek müslüman saymalarına karşın kimi de râfızi saymıştır. İbn-i Teymiyye'nin beşyüz kadar eser yazd ığı söylenirse de bize dek bunlardan altmış beş kadarı ulaşmıştır.
Vehhâbiliği ilke edinen devletin kurulu şu : Vehhâbilik bugün, sadece Suudi Arabistan'da uyulan, dinle politikanın karışımından do ğma bir mezheptir. Temelini, Hanbeliliğin İbn-i Teymiyye görü şü ile de ğiştirilmiş bir biçinı den alan Vehhâbilik eylemi, bu ad ı almadan önce daha XIV. yüzyıl sonlarında Necid bölgesinde oldukça benimseumi şti. Vehhâbiliği bir mezhep olarak biçimlendiren ki şi yani, bu mezhebin kurucusu, Muhammed b.Abdülvehhab'dır (1703-1792). Muhammed b.Abdülvehhab, o zaman küçük bir köy olan Der'iyye'de do ğdu. Ö ğrenimini Medine'de yapt ı . Kendisi, İbn-i Teymiyye'nin ve bunun ö ğrencisi İbn-i Kayyim el-Cevziye'nin yolundan gitti ğini söylemekte birlikte amac ı islâm'ı, çağımızın gereksinmelerine uygun bir biçimde anlamaktan çok, onu, bid'atlardan, hurafelerden temizleyerek ilk sıralardaki saf ve sade durumuna getirmektir. Muhammed b.Abdülvehhab, 1744 yılında Arap Yarımadasmın Necid bölgesinde ba ğımsız bir devlet kuran Muhammed b.Suûd'a, mezhebinin ilkelerini kabul ettirdi. Bu sert ilkeleri benimseyen Muhammed b. Suud onu, kurdu ğu devletin dini ba şkanlığına atadı . Bu yeni Vehhâbi eylemi XVIII. yüzy ılda Arabistan' ı iyice sarstı . Ülkenin görünümünü de ğiştirdi. Yeniliklerden vazgeçilmesini, gerçek müslümanl ığa dönülmesini savunan Vehhâbiler, Necid'de, Osmanl ı İmparatorlu ğu'na bağlı olmıyan yeni bir islâm devleti kurdular. Muhammed b.Suud ölünce yerine, o ğlu Abdülaziz geçti. Bunun zamanında Vehhâbilik, Arap Yarı madasının büyük bir parçasına yayıldı ; buna kar şı görüşteki sünni bilginlerden ço ğu öldürüldü. Mezhebin kurucusu Muhammed b.Abdülvehhâb'm kışkırtmasıyla Abdülaziz, halifeli ğini ilân etti,. Vehhâbiler 1802 yılında, o sırada Osmanlı 224
yönetimi altında bulunan K erbela'ya sald ırınca Babahan lakab ıyla anılan, Kacar sülasinden olan Iran Ş alu Feth Ali Ş ah (saltanatı : 1797— 1834), Ba ğclad'a yürüyece ğini bildirdi. Yine bu sıralarda Taif Kalesi'ni Osmanhlardan alan Vehhâhiler, bu şehrin halkını kılınçtan geçirdiler; tarihi, dini ve edebi eserleri parçaladılar, din ulularımn mezarların' yıktılar. Abdülaziz'in o ğlu Suild, Mekke'ye girip buradaki islam büyüklerinin mezarlar ın' yıktırdı . Burada Cidde Liman ı'na yürüdü, fakat Osmanlıların Cidde valisi Ş erif Pa ş a'mn ve Ş erif Galib'in birliklerine yenildi. Abdülaziz 1803 yılında şii tarafından öldürülünce yerine o ğlıı Suûd geçti. Bu Suud b.Abdülaziz, Yemenlilerin Vehhâbili ği benimsemelerini istedi. Yemen kad ısı ise, Vehhâbiliği, kâfirlik olarak ilan etti. Suiid da buna karşıhk Medine şehrindeki bütün ashab mezarlar ın' yıktırdı ; yalnız Hz. Muhammed'inkine dokunmad ı . Osmanlı Sultam ikinci Mahmud, o s ıradaki Mısır valisi Mehmed Ali Paş a'ya, Mekke ve Medine'yi al ıp hac yollarını kapayan Vehhabileri yola getirme görevini verdi. Mehmet Ali Paş a, Vehhabilere kar şı, oğlu Dursun Paşa'yı yolladı ; fakat Dursun Pa şa yenildi; onun yerine öteki o ğlu İbrahim Paş a'yı yolladı . Bu sırada Sutid öldü; yerine, o ğlu Abdullah b.Suûd geçti. Mehmet Ali Paş amn o ğlu Ibrahim Pa şa 1818 yılında Der'iyye'yi aldı, Abdullah tutsak edildi; Mekke ve Medir ıe'de Vehhâbilerin ya ğmaladıkları mallar ele geçirildi. Tutsak edilen Abdullah b.Suûd, o ğullan ve ileri gelen adamlanyla birlikte Istanbul'a yolland ı 1819 yılında orada asıldılar Bu olaydan sonra Hicaz'da ve Necid'de kar ışık durum., Birinci Cihan Sava şı'ıaa dek sürüp gitti. Osmanlılar Hicaı dan çekilince, Vehhâbi emiri Abdülaziz ile, bir ara Osmanlı Millet Meclisi'nde Meb'us olan 1VIekke şerifi Hiiseyin'in aras ı açıldı .. l3unun bir nedeni nüfuz yar ışı olmakla birlikte as ıl neden şu idi: Şerif Hüseyin 1915 yılında Ingiltere ile yapt ığı anlaşmalara dayanarak 1916 Ekiminde kendisini "Arap ülkeleri K ıral!" ilan etti. Birinci Cihan Savaşı'ndan sonra da o ğullarından Faysal' ı Irak'a, öteki o ğlu Abdullah'ı da Ürdün kırah yaptırdı . 225
Mekke şerifi Hüseyin böylece Haşimi ailesine arap ülkelerinde büyük bir a ğırlık sağlanuştı . Do ğal olarak Vehhabi emiri Abdülaziz bun dan hoşlanmadı . 3 mart 1924 günü Türkiye'de halifeli ğin kaldırılması üzerine Hicaz kırah Hüseyin'in 7 mart 1924 günü kendini halife ilan etmesi, Vehhâbi emîri Abdülaziz'in, ayn ı yıl Ağustos ayında Hicaz'a karşı savaş açmasma yol açtı. Ekim ayında Vehhabi orduları Mekke'ye girdi. Hüseyin, taht ım oğlu Ali'ye bırakarak İngilizlefin yardımı' ile Kıbrıs'a kaçtı. ve 1931 yılı nda öldü. Bu kıral Hüseyin'in İngilizlerle yapt ığı anlaşma gereğince İngiltere'den yıllık 400.000 sterlin (bugünkü de ğeri yaklaşık olarak 15 milyon Türk lirası) ahyordu. Hüseyin'in kendi kendini halife ilan etmesini İslam ülkelerinin pek ço ğu tanımadı . Hüseyin'in ingiliz'ler taraf ından Ürdün kıralı olarak atanan oğlu Abdullah'a İngilizler yıllık olarak 60.000 sterlin veriyorlard ı . Şerif Hüseyin'in, kendi yerine b ıraktığı oğlu Ali, bir süre Vehhabi emirine karşı dayandı ise de •1925 Aral ık ayında Cidde Limanı'nın da Vehhabilere geçmesi ile bütün Hicaz Abdülaziz'in yönetimine geçti ve böylece Abdülaziz 1926 y ılı Ocak ayında kendisini Hicaz k ıral ve Necid sultanı ilan etti. 1932 de yönetimin ad ı : "Suudi Arabistan Kıralhğı" oldu. Vehheıbi Mezhelıi'nin temel ilkeleri : Yukarıda değindiğimiz gibi bu mezhep islamiyeti, ilk s ıralarındaki saf ve sade şekline döndürmeyi amaç edinmi ştir. Ancak bu girişim İslanıiyeti akılcı bir yakla şunla de ğil, şekilci bir görü şle ele almıştır. Vehhâbiler hemen hemen sadece Kitap ve Sünnet'e dayararlar. K ıyasa ve icma'a pek önem vermezler. Ayr ıca, Peygamberin ashab ının izinden gidenler anlamına "selefiyyeci" olduklar ını söylerler. Onlar kendilerini tevhidci ve sünnet yolunda yani. Peygamberin izinde bilip, Vehhâbi inancında olmayanları kâfir sayarlar. Bu mezhebin kurucusu Muhammed b.Abdülvehhab, bütün bid'atlar ı ve hurafeleri küfür sayıyor, onları yıkmak için girişilen çabaya "cihad". diyordu. Ona göre ne amaçla olursa olsun muska yazmak, büyü yapmak ağaçlara, türbelere çaput ba ğlamak, tekkelere adak ada ınak, mum yakmak, evliya mezarlar ıııı ziyaret etmek, fal bakmak, bir çok şeyleri u ğursuz saymak, tesbih çekmek şirktir. Kur'an varken "Delail-i Hayrat" 226:
okumak giinahtır. Bunları yapan ve Içendilerini müslüman sayan kişilerin kanları. ve malları helaldır. Vehhâbilere göre minare bile bicl'attır. İbn-i Teymiyye'nin ve onu izleyenlerin etkisi bir çok müslüman ülkede görülmüştür. Abdülbaki Gölpınarh'ınn "Türkiyede Mezhepler ve Tarikatlar" adh eserinde dedi ği gibi Osman O ğulları, kuruluş devresinde fütüvvet ehline dayanm ış, Padişahlar bile bu yola girmi şlerdir. Ancak, zaman geçtikçe, medreseler örgütçe art ıp bilgice cılızlaşınca Osmanlı ülkesiııde tasavvufa karşı çıkan katı görüşlü hoçalar zümreSi ortaya çıktı. XVI. yüzyıldan başlayarak, sözde şeriatçıların önemli bir bölümü, tasavvufla ilgili kişilere toptan cephe alm ıştır. 1473 yılında ölen ve "Tarikat- ıı Muhammediyye" adh eserin sahibi (Birgili Mehmet: 1522-1573) bu eserinde ve "Vasiyetname", "Izhar'ül-Esrar", "Imtihan'ül-Ezkiya" adl ı eserlerinde, Peyganıber zamanında ohnıyan sünnetleri: mevlüd okuyup okutmay ı, nafile namazı Umay!, ölünün ardmdan 40 töreni yap ılmasını, ruhu için helva döktürmeyi, Kur'ân' ı makamla okumayı, minyatür yapmayı, tütün içmeyi, biitün yenilikleri, sanat ı bid'at ve giinah sayıyordu. Birgili'nin öğrencilerinden Kadı Zade, daha da. ileri gitmiştir. Buna uyanlara "Kadı Zadeliler" ve "Kadılar" denmiştir. Bunların elebaşısı, Küçük Kadı Zade denen, Bahkesirli Mehmet'tir. Bundan sonra daha sert davramşlarda bulunan kişi de Üstüvâni Mehmet'dir. Büyük devlet adamı Köprülü Mehmet Pa şa Sadrazam olunca, bunların elebaşılarım ve bil. çoğunu 1656 yılında Kıbrıs adasına sürdü. Kadı Zadeliler, ka şıkla yemek yerneyi, kutsal gecelerde minarelerde kandil yakılmasmı istemiyorlar; hatta, minarelerin ve tekkelerin yıkılmasım farz sayıyorlardı . Tekkeler yıkıldıktan've mukabele yap ılan yerlerin topra ğı bir kaç karış kazılıp denize dökiildükten sonra orada namaz kılmabileceğini söylüyorlardı . Osman Keskio ğlu, "İslam Dünyası Dün ve Bugülı" adlı eserinde Vehhâbilerin, kendi inançlar ı dışındaki müslümanları kâfir saymaları kınhakda şunları yazıyor: "Dinde en kaçmılması gereken ve gayet güç bir şey olan, bir musIiimana kâfir damgas ı vurmaktır. Bilginler 99 kilfre, bir imana ihtimal olsa 99'u bırakıp o bir ihtimali alarak bir mü' ınini iman dairesinin d ışmda bırakmamağa çalışırlar. İ slam dininin usül ve kaidelerinin icab ı
2Z7
budur. Bu böyle iken Vehhâbiler her hata edeni kâfir saymakta nekadar aşırı gitmişlerdir. Bir dinsize dindar demek, bir dindar ki şinin dinsizliğine hükmetmekten daha iyidir. Bir müslüman ı kâfir saymak o müslümanın, o Lailahe illallah deyen iman sahibinin sonucunu ebedi hayal k ırıklığına mahlan, hayatta ve ölümünden sonra İ slam kurallarından yoksun olduğuna hükmetmektir ki, bu hüküm çok korkulan bir konudur. İmam E ş 'ari (doğumu: 873), son nefesinde şöyle demişti: " Ş ahit olun; ben hiç bir müslümana bir hatas ı nedeni ile kâfir demem. Bilginler, küfrün lüzumu de ğil, benimsenmesi küfürdür demi şlerdir. Bundan şu sonuç çıkar: Bir ki şi küfür sayılacak bir iş işlese bile, o kişi o küfrü benimsemedikçe kâfir sayılmaz." Bu bölüm hakkında daha geniş bilgiler için bak. Naima Tarihi, 1282 Matbaa-i Âmire bask ısı : C. III, V, VI; Kâtip Çelebi, Mizan'ül-Hak fi İhtiyar'il-Ehak; Cevdet Tarihi, İ stanbul, Matbaai Osmaniyye bask ısı, C. II, VI, VII, VIII—IX; Eyub Sabri Pa ş a, Tarih-i Vehhabiyyan, 1296 Istanbul; Abdülbaki Gölp ınarlı, Mevlana'dan sonra Mevlevilik, 19 53 , İstanbul; Türkiyede Mezhepler ve Tarikatlar, 1969, İ stanbul; Osman Keskio ğlu, İslam dünyası dün bugün, 1964, Ankara (A. Ü. Ilâhiyat Fakültesi yay ını); İslam Ansiklopedisi ve Meydan Larousse.
228
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM AHMEDILIK — KADIYÂNILIK Bu mezhebin kurucusu, Mirza Gulam Ahmed Kadiyâni'dir. O, buHindistanda kalan Pencap eyaletinin Gurdaspur bölgesindeki "Kadian" kasabas ında doğmuş , bu nedenle "Kadiani" lakab ı ile amlmaya ba şlanmıştır. Bu sözcük sonradan "Kadiyani" ş ekline dönmüştür. Mirza Ahmed 1835 yılında do ğmuş ve 1908'de ölmüştür. Kadiyâni Mezhebi 1889 y ılında kurulmuşsa da, Ingiliz yönetimindeki Hindistanda, Kadiyanilerin ayrı bir dini topluluk olarak tamnmaları 1900 yılındadır. Ahmediler, Pencap'ta çokturlar. Bunlara, ço ğunlukla Hindistanın Bombay şehrinde ve ba şka eyaletlerinde, Afganistan, Iran, Arabistan ve M ısır gibi öteki müslüman ülkelerde de görülürler. Önemli propaganda araçlar ı , 1902 yılından beri Kadian kasabas ında yayınlamakta oldukları "Review of Religions" adh ayl ık ingilizce dergidir. Ayrıca türlü yerli Hind dillerinde üç aylık, aylık haftahk dergileri de vardır. En önemli kitapları, mezhebin kurucusu Mirza Gulam Ahmed'in yazdığı "Berahin-i Ahmediyye"dir. Mirza Gulam Ahmed'in bundan başka "Hamâmet'ül-Bü şra", "S ırr'ül-Hilafe", "et-Tebli ğ", "Mevahib'ür-Rahman" ve aleyhinde verilen fetvalara, yaz ılan yazılara reddiye olmak üzere yazd ığı "Nur'ül-Hak" gibi Arapça, bir kaç da İngilizce eseri vardır. Mirza Gulam Ahmed,' Hz. Muhammed'in, Cami'üs-Sa ğir'de yazılı bulunan "gerçekten, Allah her yüzy ıl başında topluma diniııi yenileyen bir kişi yollar" anlam ındaki hadisine dayanarak, kendinin, dinin bozukluklarım düzeltici (müceddid) oldu ğunu ileri sürer. Mirza Gulam Ahmed daha sonra, Allah' ın göndermeye sözverdi ği "mesih" ve gelece ği müjdelenen, kişileri doğru yola yöneltici (mehdi) 229
olduğunu ilan etmiş , zamanla daha da ileri giderek kendisine, ş eriat sahibi peygamberlerin sonuncusu demekten çekinmemi ştir. O, çok koyu bir ingiliz yanl ısıdır; ingilizlerin Hindistan' ı bırakmıyacaklannı, Allah'ın bir takdiri olarak ileri sürmü ştür. Ahmediyye Mezhebi genel olarak İ slam inancına uygundur. Ba ş lıca değişiklik• mesih, mehdilik ve cihad konularmdad ır. Ahmediler, Isa Peygamberin çarm ıhta ölmeyip, ölü sanılarak mezara indirildikten sonra kendine geldi ğinde İncil'in içindekileri halka anlatı p yaymak için Hindistana, özellikle Ke şmir bölgesine geldiğini ileri sürerler. İsa oralarda 120 ya şına dek dola şıp ölmüş , Srinagar'a günlük müştür. Hindistanda, Mevla Muhammed Hüseyin adl ı birinin kışkırtmas ıyla Mirza Gulam Ahmed aleyhine fetva ç ıkartılmıştır. Bu fervada: Ahmedilerin İsa haklundaki sözlerinin Kur'ân'a ayk ırı olduğu, bu nedenle de bu inancm küfür sayılması gerekti ği belirtihnişti•. ,
Mehdilik ve kutsal sava ş (cihad) hakk ında Ahmediler, inançlarının dostluğa ve sava şı bırakmaya dayand ığını söylerler. Müslüman olm ıyanlara kar şı mücadelenin, sava ş araçları ile de ğil, dostça telkinler ve karşılıklı tartışmalarla olmas ını, özellikle İngiltere hükümetine ve onun Hindistandaki yönetimine kar şı sadıkane bağlılık gösterilmek gerektiğini söylerler. IVIehdide aynı zamanda hem İnsan hem Hz. Muhammedi'n birleştiğine inanırlar. Bu mehdinin (yani Mirza Gulam Ahmedin) hicretin XIV. (Milâdi XIX. yüzy ıl sonları) yüzyıl başlarında ortaya ç ıkaca ğının Hz. Peygamber tarafından daha önceden haber verilmi ş olması ve kendisi de kutsal görevini, olaylar ı , olmadan haber vermek gücü ile isbat etmi ş bulunması dolayısı ile kendisine inanmak gerekir. O, bu peygamberce yetene ğini bir çok kez göstermi ştir. Sadece XIX. yüzyıl sonlarında görülecek depremleri daha önceden haber vermekle kalmayıp bazı kişilerin öldürüleceklerini de do ğru olarak önceden bildirmi ş olduğunu söyler. Bir kez, Lahorlulardan birinin öldürülece ğini önceden haber vermiş , o kişi gerçekten öldürülmü ştü•. Bunun üzerine üç h ıristiyan misyoneri, bu işi Mirza Gulam Ahmedin yapt ırdığını ileri sürdüler; fakat mahkeme onu suçsuz bulup temize çıkardı . 230
Kadiyânilerin Türklere kar şı tutumları iyi değildi. Onlar İngilizlerle dost olduklar ından, Birinci Cihan Sava şı'nda Türkler yenilince âdeta bayram ettiler. Mirza Gulam Ahmed 1908 yılında ölünce, Kadiyâni toplulu ğu kendilerine, Mevlana Nureddin'i lider seçmi şlerdir. Bu da 1914'de öldüğünde, bu mezhebe ba ğlı olanlar ikiye ayr ılmıştır. Bunlardan Mirza Gulam Ahmed'in ilkelerine b4,41 kalanlar, onun o ğlu Beşirüddin'i, Mirza Gulam Ahmed'in Peygamberli ğini kabul etnnyenler de Mevlevi Muhammed Ali'yi kendilerine ba şkan seçtiler. Mirza Gulam Ahmed'i peygamber bilip onun koydu ğu ilkeleri benimseyenlere "Kadiyâniler", onun peygamberli ğini kabul etmeyip, bunun dışındaki ilkeleri kabul edenlere de "Lahor Ahmedileri" veya sadece "Ahmediler" denir. Kadiyânilerin, Kenya'da, Nijerya'da, Cava'da ve Sumatra'da misyoner örgütleri vard ır. ,khmediler, propaganda merkezi olarak Londra yak ınındaki Woking'i seçmişlerdir. Ahmedilerin burada büyük bir camileri, yay ın ve propaganda çal ışmaları vardır. Ayrıca 1923'den beri Berlin'de de camileri, Cava ve Sumatra'da örgütleri vard ır. Mevlevi Muhammed Ali taraf ından Lahorda 1916 yılında Kur'ân'ın Ingilizce çevirisi yayımlanmıştır. Bu çeviri, Ehl-i Sünnet bilginlerince yapılan çeviriden farkl ı de ğişiklikleri kapsar.*
* Bu konuda daha genis bilgi için bak.: İslam Ansiklopedisi; Meydan Larousse; Osman Keskioglu, islam Dünyas ı, Dün Bugün; Abdülbaki Gölp ınarlı, Türkiye'de Mezhepler, Tarikatlar.
231,
BİBLİYOGRAFYA kbd ar-Rahman al-Ceziri: Kitab al-Fıkth alâl-Mezahibi'l-Erba'a, Mısır. Abd ar-Rahmân al-Caziri: Tavdih al-Akâid, Mısır 1352. Adem Mez: al-Hadârat al-İslâmiyye,
al Kahire 1377/ 1957. -
Ahmed Cevdet: Kısas-1 Enbiya. İ stanbul 1331. Ahmed b. Muhammed b. Hanbel: Kitâb al-İlel va Ma'rifet ar-Rieâl, neşredenler: Dr. Talat Koçyi ğit ve Dr. İsmail Cerraho ğlu, Ankara
1963. Ahmed Emin: Duha'l-İslam, Mısır. Ahmed Emin: Zuhr al-İslâm, al-Kâhire. kkseki, Ahmed Hamdi: İslâm Dini, Ankara 1958. Ali Hasabe Allah: İlm at-Tevhid, Mısır 1372. Ansay, Sabri Şakir: Hukuk Tarihinde İslâm Hukuku, Ankara 1958. al-Muatttla va'r-Râfıda at-Temhid frr-Redd va'l-Havdric va'l-Mu'tezile, al Kahire 1947. -
Broekelmann, C: Islâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, Türkçeye çeviren: Prof. Dr. Ne ş 'et Çağatay, Ankara 1954. al Bubari: al Câmi'as Sahih, İ stanbul 1315. -
-
-
Cevdet Paşa: Tarih, İ stanbul, Matbaa-i Osmaniye. Corbin, Henri: Histoire de la Philosophie Islamique, Gallimard ne şri 1964. al-Cuveyni: Kitâb Tarih i Cihângusay, Leiden 1355 / 1937. -
Çubukçu, İbrahim Agah: Gazzali ve Bat ınilik, Ankara 1964. Çubukçu, İbrahim Agah: Gazzâli ve şiipheeilik, Ankara 1964.
De Boer: Tarih al-Felsefe fi-l' İslâm, al Kahire 1374. -
ad-Demluei, Sıddık: al-Yezidiyye, Irak 1949. 232
ad-Deylemi, Muhammed b.al-Hasan: Kavaid Akâid Al-Muhammed, Mısır 1369 / 1950. Dineveri: al-Ahbâr at-Tıval, Leiden 1888. Doğan, Liitfi: Ehl-i Sünnet Kelarn ında Eş'ari Mektebi, Ankara 1961. Dozy: Tarih-i islâmiyet, Türkçeye çeviren: Dr. Abdullah Cevdet (Karlıdağ), Mısır 1909. Abd al-Hayy b. Şezerât az-Zeheb, al-Kahire 1350. Ebu'l-Fida: Tarih, Kostantiniyye 1286. Ebû Hanife: Fıkh- ı Ekber ve İzahı, Türkçeye çeviren: Sâbit Ünal, Ankara 1957. Ebû Muhammed Osman al-Lraki: al- Fırak al-Mufterika, neşreden: Yaşar Kutluay, Ankara 1961. Ebu'l-Munteha: Şerh al- Fıkh al-Ekber, Es'ad Ef. Matbaas ı baskısı. Ebû Ömer Yûsuf: al- İntika fi Fadail as-Selaset al-Eimme al- Fukahâ, Mısır 1350. al-Eş'ari, Ebu'l-Hasan Ali: Makalat al-islamiyyin, al-Kahire 1369 /1950. al-Eş'ari: Kitâb al-Luma, Mısır 1955. Ebu İsmail, Selim: ad-Duruz, Beyrut; tarihsiz. Ebû Yûsuf: ihtilaf EU Hanife ve İbn Ebi Leyla, mısır 195.7. Ebû Zehra, Muhammed: İbn Hazm, Mısır. Ebû Zehra, Muhammed: aş- şafii, Mısır. Ebû Zehra, Muhammed: Malik, Mısır. Ebû Zehra, Muhammed: Ebû Hanife, Türkçeye çeviren: Osman Keskioğlu, Ankara 1962. Ebû Zehra, Muhammed: al-Mezâhib al-İslâmiyye, Mısır. Eyub Sabri Paşa: Tarih-i Vehlın biyan, İ stanbul 1295. Fyzee A.A.A: Conferences sur l' Islam Doctrines Shi'ites, 1956. Gardet, Louis ve Anawati: Introduction d la Theologie Musulmane, Paris 1948. Gazzali: Fadâit al-Bâtıniyye, Streitschrift Des Gazali Gegen Die BattnijjaSekte, Neşreden: İ gnaz Goldziher, Leiden 1946. al-Gazz'ali: al-iktisad Ankara 1962.
neşredenler: İ . A. Çubukçu ve H. Atay,
al-Gazzali: Ilcâm al-A'vâmm an prıı al-Kelâm, Mısır 1309. al-Gazzali: al-Kıstas al-Mustakim, Mısır 1318 / 1900. 233
al-Gazzali: Kitâb Kavâstm al-Bâttniyye, neşreden - Prof. Ahmed Ate ş , ilâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı I - II, Ankara 1954. Goldziher, Ignaz: al-Akide va' ş- şeri'a fi'l-İslâm. Mısır 1946. Gölpmarh, Abdulbaki: Meolâna'dan sonra Mevlevilik. İstanbul 1953. Gölpınarlı, Abdulbaki: Türkiyede Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul 1969. al-Gurabi, Ali Mustafa: Tarih al-Ftrak al-İslâmiyye, Mısır. al-Hammadi, Muhammed b. Malik b.Ebil-Fedail al-Yemani: Ke şf Esrâr al-Battniyye ve Ahbâr al-Karâmtta, Mısır 1375 / 1955. Hannal-Fahfıri ve Halil al-Cerr: Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, Bey-ni -t 1957. al-Hasani, Abd ar-Razzak: al-Yezidün, Sayda 1961. al-Hayyât, Ebfıl-Huseyn Abd ar-Rahim b. Muhammed b. Osman: Kitâb al İntisâr, Beyrût 1957. al-Hnnyeri, Ne şvân: al-Hür al-lyn, Mısır 1948. -
Hoyi, Hacı Şeyh Abdurrahim, Mezahib-i Islamiyeden Akaid-i İmamiye, 1327 / 1909. İbn A'sem el Kfıfi, Ebu Muhammed Ahmed: Kitab al Futüh, Topkapı Sarayı. III. Ahmed Kütüphanesi, No. 2950 - 51. /bn al Cezvi: al Muntazant fi Tarih al Mulük va'l Umem, Haydarâbâd 1357. /bn al Cezvi, Ebfıl Ferec Abd ar Rahman: Menâktb al Imam b. Hanbel, mısır. -
-
-
-
-
-
-
-
/bn al-Esir: al-Lubâb, al - Kâhire 1357. İbn Haldfm: Tarih, Bulak baskısı 1284. Ibn Hallikan: Vefeyât al-A'yân va Enbâ az-Zamân,
-
-
al - Kâhire 1948.
Ibn Hazm: Kitâb al-Fasl fil'Ehvâ va'n-Nihal, Mısır 1317. İbn Kesir al-Kureşi: al-Bidâye Va'n-Nihâye, 1VIısır 1351 / 1932. /bn Kesir alKureşi: al-Bidaye va'n-Nihâye, Mısır. 1351 / 1932. tim Kuteybe: Te'vil Muhtelef al-Hadis, Mısır 1326. İbn an-Nedim: al-Fihrist, al - Kâhire. lınam al-Hararneyn: Kitâb al-İrşâd, Mısır 1950. al-İsferayini, Ebfıl-Muzaffer: at-Tabsir fi'd-Din, Mısır 1374. Chol, İsmail Beg: al Yezidiyye, Kadimen ve Hadisen, Beyrut 1934. -
Izmirli İsmail Hakkı: Yeni ilm-i Kelâm, İstanbul 1342. İzmir ' li İsmail Hakkı: Muhassal al-Kelâm va'l-Hiktne, İstanbul 1336.
234
izmirli İsmail Hakkı: Dürzi Mezhebi; Darülfünûn hah. Fak. 1VIeemuas ı, sayı : 2, ist. 1926. Kafesoğlu, brahim: Sultan Melik şah Devrinde Büyük Selçuklu Impa ratorlu ğu, İ stanbul 1953. Kalkaşendi, Ebffl-Ablıfis Ahmed b.Ali: Subh al-A' şâ, 1919. Katip Çelebi: Mizan'ül-Hak. Keskioğlu, Osman: İmeon- ı A'zqm, Ankara 1960. Keskioğlu, Osman: İslam Dünyas ı, Dün Bugün, Ankara Ilahiyat Fakültesi yay ını. Köprülüzade (Köprülü) Mehmed Fuad: Türkiye Tarihi, Istanbul 1923. Köymen, Mehmet Altay: Büyük Selçuklu Imparatorlu ğu Tarihi, e. II, Ankara 1854. ' Kılıçer, Es'ad: Islâm Fıkh ında Rey Taraftarlar ı, Ankara 1961. al-Kirmfini, Hamid ad-Din: Rahat al-Akl, Leiden 1953. Mahmild al-Be şbişi: al-Fırak al- ısliiıniyye, Mısır 1350. Makrizi: an-Nizâ va't-Tahâ.sum fi Ma Beyn Beni Umeyye ve Beni Haşim, Mısır 1937. Dial-Malati, Ebül-Hasan: at-Tenbilı va'r-Redd alâ Ehvâ maşk 1369. Mfituridi: Akâid Risalesi, neşreden: Prof. Yusuf Ziya Yörükârt, Ankara. Mehmed Behcet ve Refik Temimi: Beyrât Vilâyeti, Beyrû't 1333 / 1917.
.
Mehmed Nuri:. Abede-i Iblis, İstanbul 1328. Menzel, Th: Kitab al-Cilve Maddesi, İslam Ansiklopedisi, e. VI, s. 826-828. Menzel, Th: Adi b. Musafir Maddesi, anılar eser, e. I, s. 138-138. Mes'fıdi: Murüe az-Zeheb, Barbier de Maynar,
Paris.
al-Muberred: al-Kâmil, Mısır 1937. Muhammed Abduh: Risâlet at-Tevhicl, Mısır 1351. Muhammed b. an-Nu'ınan: Evâil al-Makâlât fi'l-Mezâhib va'l-Muhtarât, Tebriz 1369. al-1Viutatarr ıfin, Mısır Muhammed Cilbir Abd al-Al: Harekât 1373/ 1954. Muhammed Hammadi b. Malik b. Ebul-Fedfıil: Bâtinilerin ve Karmati krin içy:üzü, Çev. İ smail Hatib Erzen, Ankara 1948, Muslim: al-Câmi as-Sahih, al-Kahire 1373 / 1955. 235
Naima: Tarih, Istanbul, Matbaa-i Amire. al-Nevbahti, Ebfı Muhammed al-Hasan b. Fırak aş- şi'a, Necef 1379. ar-Radd ale'n-Nusayri, Istanbul Üniversitesi kütüphanesi, No. 238. ar-Razi, Fahreddin: Ptildidat Fırak al-Muslimin va'l-Mu şrikin, alKâhire 1356. ar-Risalet al-Mevsumat bi bedv at-Tevhid li-Da'vat al-Hak, İ stanbul üniversitesi kütüphanesi, No. 2378. ar-Risalet ad-Daliga Fasık, İstanbul Üniversitesi kütüphanesi, No. 238. Ritter, H: Eş 'ari, islâm Ansiklopedisi, cüz: 33, Istanbul 1947. Sa'd Muhammed: al-Mehdiye fi'l- İslam, Mısır 1373 / 1953. Sellüm: an-Nakd al-Menheci İnd al-Cahız, Bağdâd 1960. Seyyid Ahmed Safai: İlm-i Kelâm, Tharan 1338. as-Seyyid as-Sened: şerh
al-Mevkak ıf
al-Kostantiniyye 1286.
aş- Şa'râni, Abd al-Vahhâb: at-Taba/ait al-Kubrâ, Mısır. aş-Şehrestâni: al-Milel va'n-Nihal, Mısır 1366 / 1947 ve 1910 Mısır baskısı ; al-Milel va'n-Nihal, Atıf Ef. Kütüphanesi, No: 1373, İstanbul. Şerefeddin Mehmed (Yaltakaya): Kaderiyye veya Mu'tezile, Darülfünun Ilâhiyat Fak. Mecmuas ı, sayı : 15, İstanbul 1930. Şerefeddin Mehmed (Yaltkaya): İslâmda İlk Fikir Hareketleri ve Dini Mezhepler, Darülfünün ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı : 14. Istanbul 1930. Şerefeddin Mehmet (Yaltkaya): Kerrâmiler, Darülfiinun Ilâhiyat Fakültesi Mecmuası, say ı : 11, Istanbul 1929. Şerefeddin Mehmed (Yaltkaya): Fatımiler ve Hasan Sabbâh, Darülfünun Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı : 4, İstanbul 1926. Tekindağ, Şehabettin-Tayyib Gökbilgin: Islam Ansiklopedisi, Dürziler Maddesi, C. III. İstanbul 1963. üçok, Bahriye: İslam Tarihinde Ilk Sahte Peygamberler, Ankara 1957. Welhausen, J: islamın En Eski Tarihine Giriş, çeviren: Fikret I şıltan, İ stanbul 1960. Welhausen, J: Arap Devleti ve Siikûtu, çeviren: Fikret I şıltan, Ankara 1963. Wensink: Islam Ansiklopedisi, Evzâi maddesi, ciiz : 33, Istanbul 1947. 236
GENEL DİZİN - A -Abbas (Peygamberin amcas ı): 5, 66, 175, 201. Abbas O ğulları : 57, 78-80, 83, 85, 157, 180, 186, 189. Abbasilik: 179. Abbâsiyye: 57-58. Abd al-Kaahir: 142. Abdar: 83. Abdarranak al-Hasani: 221. Abd-i Rabbihi al-Kebir: 41, 47. Abd-i Rabbihi al-Sagir: 41-47. Abdulcebbar b. Ahmet: 133. Abdulkaahir Bağdâdt: 24, 41-43, 47, 125,139, 148, 204. Abdullah Muhammed, 133. Abdullah b. Abbas: 14-18, 22, 23, 29, 30, 36 37, 57. ' Abdullah b.Abdülhakem: 180. Abdullah (Ahmed b.Hanbel'in o ğlu): 131. Abdullah b.Dingır: 175. Abdullah b.Habbab b.Eret: 23-25. Abdullah b.Hamdan al-Hasibt: 69. Abdullah b.Hasan (b.Ali b.Ebi Talib): 160. Abdullah (b.Hasan al-Müsennıi): 59. Abdullah b.ibraz al-Mürrt: 50, 51. Abdullah b.Kevve: 15, 27-29, 46. Abdullah b. Mes'ud: 155. Abdullah b.Meymun al-Kaddah: 76. Abdullah b. Ömer b. Hattab: 8, 19,56, 108, 175. Abdullah b.Revaha al-Ensart: 69. Abdullah lı.S'd b.Ebi Serh: 8,7. Abdullah b.Sebe': 8, 55. Abdullah b.Suud: 225. Abdullah b. Vehb er-Rasibi: 18, 20-22, 29, 180.
Abdullah b.Zübeyr: 11, 19, 38, 39, 45, 456. Abdullah bad-Yasin: 41, 47. Abdullah Eftah: 60. Abdurrahman al-Cezeri: 133. Abdıırrahman b. Abd-i Ya ğus: 19. Abdurrahman b Ebi Bekr: 12, 19. Abdurrahman b.al-Hakem: 7. Abdurrahman b. Hâris b. Hi şam: 19. Abdurrahmaıı b. Mülcem al-Murüdt: 21, 32. Abdurrahman b. Ümmül Hakem: 33. Abdurrahman b.al-Kas ım: 180. Abdülaziz b. Muhammed Su ıld: 224, 225. Abdülkerim b. Acred: 49, 50. Abdülmelik b. Attaş : 85. Abdülmelik b.Mervan: 48, 115. Abdürrezzak al-Hasant: 221. Abede-i iblis: 220. al-Abidiye: 1.48. Acitride: 49, 50. Adeviye: 218, 219. Adiy b.Müsafir: 218 / 220, 221. Adem (Peygamber): 79, 94, 99. Adl: 63, 110. Adliyye: 110. Afganistan: 166, 229. Afiyet b. Yezid al-Avdt: 171. Afrika: 7, 38, 51, 166. Afşin: 82, 145. Ahcar al-Zeyt: 9. Ahd: 102. Ahiret: 119. Ahmet b.Hübit: 130, 132. Ahmed b. Hanbel, Ebu Ali eş-Seybâni: 186 -189, 19,5. Ahmed b.Omer b.Sureyc: 190. Ahmed Cevdet: 23, 32, 35.
237
Ahmed Emin: 133, 155, 175, 186. Alkame b.Kays: 155: Ahmed Hassaf b.omer: 175. Allah: 1-3, 15-25, 27, 28, 40, 42, 44, 45, 50, Ahmed al-Hucey ıni:, 153. 98, 110-112, 119-138,166, 210, 212, 213. Ahmet al-Müstali: 85. Alman (almanlar)• 67. Ahmedilik (Ahmediler): 229, 230, 231. Ammar b.Yasir: Ahnef b. Kaya: 14. Ammariyye: 60, 66. Ahsa: 83, 180. Amr b.Bekr et-Temind: 31. Ahşed b.Ebi Bekr: 132. Amr b.Ubeyd, Ebu Osman: 109, 116. al-Ahşediyye: 132. Amr b.Udeyye: 15. Ahyar: 99. Amr b.al-A's: 6, 8, 9, 12-14, 16 19, 20, 28, 31, Ahzab sûresi: 103. 179. Ayşe bint-i Ebi Bekr: 4, 9-12, 30, 35, 108, Amr b. al-Huzai: 8. 115, 116, 175, 202, 208, 209. Amiriyye: 116. Akdeniz: 67. A . M . S . : 69, .70, 75. Akıllılar ve cahiller: 216, 217. Anadolu: 166, 185. Akasya ağacı : 216. Anuştekin Durzi: 216. Akil Deliller: 65, 206. Ansay, Sabri Şakir: 154, 165, 172, 185, 176, 177. ek-Akl ul-Evvel: 94-956. Arabistan: 229. el-Akl ul-Hâmis: 96. A'raf süresi: 105, J49. el-Akl ur-Râbi': 96. arap: 1, 8, 9, 34, 45, 56'7. el-Akl us-Sâbi': 96. Arslan Argun: 88. el-Akl us-Sâdis: 96. Arslantaş (emir): 87, 88. el-Akl us-Sâlis: 96. Arz: 213. el-Akl us-Samin- 96. Ashab: 2, 3, 6, 114, 164, 168, 226. el-Ak1 us-Sâni: 96. Ashab al-Maani: 122. el-Akl ut-Tasi': 96. Ashab-ı Cemel: 38, 46. Akseki, Ahmet Hamdi: 154, 89. Ashab-ı Hudud: 51. Alamut: 86-88. Asiye: 213. jıld Beyt: 160. Askalani: 181. Hasan: 58. Asker: 11. Abi İmran süresi: 28, 123. al-Adahiyye: 133. Ali (b. Abdullah b.Abbas): 57. Asr-ı Saadet: 12. Ali b. Ebi Talib: 3, 6, 8-20, 22-24, 26-38, 46, al-Asvariyye: 121. 50, 52-56, 58-60,52, 64, 66, 68-71,73- Aşere-i Mübeşşere: 10, 12. 75, 77-79, 85, 94, 98, 99, 108, 115, 116, Atâ (Mukanna)• 79. 121, 124, 137, 141, 151, 155, 168, 170, Atâ b. Rebah: 188. 176, 177, 179, 185, 201, 202, 208, 209. Atay, Hüseyin: 133. 223. ateş : 98. Ali bismail et-Temmar: 59. Ateş, Ahmet: 107. Ali b. Muhsir: 171. Atiyye b.el-Esved: 49. Ali Hasebe Allah: 133. Atlas Okyanusu: 7. Ali Hadi: 85. atom: 205. Ali Zeyn al-Abidin: 77, 85. Atomculuk: 204. Ali al-Asvari: 121. al-A'vas: 9. Ali an-Nald (b. Muhammed al-Cevad et-Taki): Avustralya: 185. 61, 68. Ayaltı Alem Eeleki: 96. Ali al-Rıza: 61, 85. Ay feleği: 96. Alim: 170. Ayn al-Aleviye: 72.
238
Azafire: 66, 152. Azerbeycan: 85, 88, 219. Azirlye: 48.
Baas: 64. Bab (babi): 75, 92, 97. 100, 101. Babahan (Iran şah]. Feth Ali Şah): 225. Bâbek al-Hurremi: 81. Babekiyye: 66, 78, 80-82. Babiyye: 66. Bağdad: 60, 61, 83, 157, 158, 181, 186, 190, 204. 13ağhlık, anlaşma (akd) süresi: 75. %hitt, Ebu'l-Hasan: 204. al-Bahr: 99. Bahreyn: 180. Bakara süresi: liO, 124. 127, 131. al-Bâkıllanl, Ebu Bekr Muhammed b. alTayyib: 204, 2045. Bâkıriyye: 59. Bahkesirli Mehmet: 227. Balkanlar: 166. Bamkya: 33. Barbier de Meynard: 13. Basra: 8, 10, 11, 14, 21, 23, 30, 33, 34, 37, 38, 40, 46, 129, 136, 174, 189,'202, 204. Basra Hâricileri: 21-23, 33. Bâtıni: 71, 76-78. 84-98, 108. Bâtıniler: 76-78, 84-107. Bâtınilik: 68, 76-78, 82, 84-84-96, 108. Bâtıniyye: 62, 85, 90, 9 108. Bezda': 57, 65, 6, 78. Bedr al-Cemâli: 85. Bedr Ehli: 137. Behşemiye: 130, 133. Bekr b.Uht Andülvâhit b.Zeyd: 137. Bekri: 75. Bekriyye: 137. Belea: 33. Beni Hâşim• 7, 10, 41. Beni Niıciye: 30. Beni Temim: 15. Beni Teym: 175. Beni Unıeyye: 7, 9.
Beraet: 49, 50. Berae Süresi: 43. Bergus, Muhammed b. sâ: 139. Bergusiyye: 139. Berkiyaruk: 88, 89. Berkukiyye: 66. Berlin: 23y. Beşbişi, Mahmud: 112, 133, 142. Beyan b. Sem'an: 151. Beyaniyye: 66, 151. Beyaziyye: 51. Beyrut: 188, 189. Beyt: 98. Beyt-i Muazzam (Kâbe): 31. Beytülınal: 9. Bez Dağları : 81. Biat-ı Rıdvan: 11, 12. Bid'at: 65, 226. Bilalabad: 80, 81. Birgili Mehmet afendi: 227. Bişr b.al-Mu'temir: 122, 124. Bişriyye: 122. Bombay: 229. Brockelmann, Prof. Dr. Carl: 4, 83. Browne: 84. Buharı : 2, 3, 11. Buhuti, Abdurrahman: Burek b. Abdullah al-Temimi: 31. Busti: 161. Butriyye: 59. Büyük günah: 59.
Ca'd b.Dirhem: 6, 179. Cafer b.Ali al-Askeri: 61. Cafer b.Mübeşşer: 125. Cafer b. Süleyman. 176. Cafer b.al-Harb: 125. Cafer es-Sâd ık: 60, 61, 66, 8, 85, 151, 160. Caferiyye: 61, 125. Câhiz, Ebu Osman Amr b. Bah b. Mahbub al-Kinâni al-Leysi: 126, 127. Cithiziyye: 126, 127. Cârfıdiyye: 59. Causalite: 205, 213. Cebel-i Radayi: 57. Cebel ül-Kusayr: 67.
239
-D-
Cebrail: 99. Cebriyye: 134, 136, 137, 142, 178, 203, 20;. Cebel: 226, 230. Cehennem: 2, 6, 7, 35, 45, 48, 119, 127, 131, 135, 137, 141, 166, 168, 169. Cehm b. Safvan: 134, 179. Cehmiyye: 134, 135, 207, 208, 22e3. Celaleddin Rûml (MevIfına): 155. Cell (açık) kıyas: 164. Cemel Vakası : 6, 11, 27, 30, 39, 108, 115, 208, 209. cenabet: 98. Cenab-ı Hak: 16, 56, 63. Cenahiyye: 66. Cennet: 2, 7, 74, 86, 119, 127, 131, 135, 141. 142, 166, 168, 169. Cerraho ğlu, Ismail: 187. Cevher: 205. Cezire 7. Cidde Limanı : 226. Cihad: 226, 230. cima: 98. Cin Sûresi: 122. Cizvitler: 67. cizye: 16. Corbin, Henri: 205. Cubbâi, Ebu Ali Muhammed b. al-Vahhab: 127, 129, 195. Cubbffi, Ebu Ha şim Abd es-Selam b. Muhammed: 130. Cübbaiyye: 129. Cuha: 18. Cuhud: 49. Cündüb b.Ezdl: 8. Cürcan: 82, 85-89. Cürcani: 204. Cüveyni: 90, 204-206. Cüz'l Irade: 212.
-ÇÇağatay, Neşet: 4, 83. Çantay, Hasan Basri: 1. Çin: 7, 166. Çubukçu, İ brahim Agâh: 80, 95, 105, 133, 194,
240
Wıl: 84, 85, 91, 97, 99-105. ad-Dâl al-Bella ğ : 92. ad-Dâi al-Mandud: 92. ad-Dât al-Mutlak: 92. Ekber: 90, 91. • • Mezun: 90,91. Damgan: 85. D6r-ı İslam: 42. D6r-ı Küfr: 42, 47. • Tahiyye: 48. Dâr- ı Tevhid: 51. ad-Dâvet al-Cedide: 84, 85, 91. Davud: 202. Davud at-Tat: 171. Davud al-Zâhirl, Ebu Süleyman Dayud b. Ali b. Davud b. Halef: 190, 191. De Boer: 127. Deccal: 64, 170. Deve (tavşan, yılan balığı, domuz, sallur balığı): 72. Der'iyye (köy): 224. Deyleml, Muhammed b. Hasan: 77, 82, 84, 98, 100, 104, 105. Dihdâr, abu Ali Erdestanl: 87. ad-Dineveri, Ebu Hanife: 12-14, 18, 22. Din-i Muhaınınedi: 36. Dırar b. Amr: 136. Dırariyye: 136. Diyarbakır: 85, 219. Doğan, Lutfi: 195, 203, 204. Domuz: 25. Dozy, Dr. R.: 53, 54, 76. Duhât-ı Erbaa-i Arab: 9. Dûmet ül-Cendel: 14, 19. Dursun Paşa: 225. Dürzilik: 216, 218. Dürziler: 216-218. Dürziyye: 66, 78.
Ebrar: 99. Ebu Abbas al-Müberred: 41. Ebu Amr Osman b. Said al-Omeri: 61. Ebu Bekir (birinci halife): 3-6, 19, 23, 35, 39, 52-54, 58, 70, 99, 107, 168, 177, 180, 185, 201.
Ebu Bekr Muhammed b. İ dris: 182. Ebu Beyhes: 49. Ebu Bilal Mirdas b. Udeyye al-Temimi: 3335, 38, 40. Ebu Cafer Ahmet Tahâvi: 214. Ebu Cafer al-Mansur: 5;, 66, 157, 176. Ebu' Cafer Muhammed b. Osman: 61. Ebu Cehm: 19. Ebu Davud: 7. Ebu Eyyub Halid al-Ensâri: 26, 27, 29. Ebu Fudeyk: 49. Ebu Hanife (Numan b Sabit b.Zuta): 37, 54, 58, 139-176, 179, 182, 188, 189, 195, 207, 208, 212, 214. Ebu Haşim Abd üs-Selam: 132. Ebu Haşim Abdullah (b.Muhammed b. Hanefiye): 57. Ebu Hazm Abdülhamid: 214. Ebu Hulman ed-Dımeşki: 151. Ebu Iluzey1 Muhammed b.al-Huzey1 al-Allâf 116-118, 152. Ebu İbrahim Ismail b. Yahya al-Mezenni: 182. Ebu İmran: 81. Ebu İshak İ brahim b. Muhammed b. Abbasi b.Osman b Şafit:' 182. Ebu İ shak. Şirâzi: 196. Ebu Kureyb Darir: 57. Ebu Leheb: 94. Ebu Mansur Abdülkahir b. Tahir al-Ba ğdildi: 5, 6, 76-78, 80, 116, 117, 123, 126-138, 142-144. Ebu Mansur al-İ cli: 151. Ebu Muhammed Osman: 133. Ebu Musa'l-E ş'ari, Abdullah b. Kays: 6,14, 10,20, 22, 28, 29. Ebu Müslim Abdurrahman Horasani: 58, 78, 79. Ebu Müslim Râzi: 86. Ebu Müslimiyye: 78. Ebu Nasr Kunduri: 196. Ebu Necm Sirac: 85. Ebu Said Hasan b.Behrel al-Cennabl: 83. Ebu Said al-Kelâmi: 51. Ebu Sevban: 144. Ebu Süfyan: 35, 179. Ebu Şemrah: 49. Ebu Tahir Süleyman (b.Behram): 83.
Ebu Talut: 43. Ebu Ubeyde b.Cerrah: 5. Ebu Yakub Yusuf b.Yahya: 182. Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim b.Habib alKûfl al-Ansâri: 144. 161, 171-173, 186. Ebu Zehre, Muhammed Ahmed: 37, 54, 58. 77, 158, 160, 161. 165, 172, 177, 178, 180, 182-184, 190, 191, 209, 213-215. Ebu Zerr-i Gıfâri: 8, 69. Ebu'l-Abbas: 57. Ebu'l-Alâ Said b.Ebi Muhammed al-Nisab ılri (ed-Düeli). Ebu'l-Esved ed-Dueli: 14, 22. Ebu'l-Felah Abd al-Hayy b. al-Imad: 82, 113, 176. Ebu'l-Hasan Ali b. Ismail al-A ş'ar1: 5, 41, 43, Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed as-Sumrl: 61. Ebu'l-Hattab al-Esedi: 78, 151. Ebu'l-Hüseyn Ali b. Muhammed al-Basri: Ebu Kasım b. İmam al-Harameyn: 87. Ebu'l-Kasım Hüseyn b. al-Ravh b.Ebi Bahr Nevbahti: 61. Ebu'l-Kasım al-Mehdi. Ebu'l-Kasım Ömer al-Haraki: 187. Ebu'l-Maali b.Abdülmelik: Ebu'l-Müntehâ: Ebu'l-Velid Musa b. Ebi'l-Unrud: 182. Ebu'z-Zinad Hi şam b.Urve: 175. Eftahiye: 60. Ehl-i Akl: 48. Ehl-i Beyt: 8, 54, 56, 77, 83, 102, 103, 157. Ehl-i Bid'at: 38. Ehl-i Hadis: 162-173, 189, 203. Ehl-i Harb: 16. Ehl-i İ slam: 24, 32. Ehl-i Istikamet: 51. Ehl-i Kıble: 50. Ehl-i Mekke: 44. Ehl-i Nuhayle: 32. Ehl-i Re'y: 162, 164, 173, 189. Ehl-i Sünnet: 5, 6, 50, 53, 55, 62, 65, 76, 112, 122, 134, 139, 144, 151, 153, 154, 181, 188, 191, 183, 195, 201-203, 206, 211, 215, 231. Ehl-i Takva: 40. Ehl-i Tevhid: 110. Ehl-i Zimmet• 48. Ehvaz: 30, 40.
241
Eleezire: 8, 85. Fakirler: 220, 222. Elyesa: 202. Farabi: 94. Emevüer: 7, 8, 53, 78, 157, 176. Fars: 30, 35. Emevilik: 52, 179. Fatıma (Hz. Peygamberin kızı): 4, 57„58 Emir-i Hac: 31. 64, 66, 69, 73, 160. Emir-i Dâd Habe şi b.Altuntak: 86. Fatımiler: 72, 83, 85, 182. Emir ül-Mü'minin: 17, 22, 24. Fecr sûresi: 131. el-Emru va'n-Nehyu ani'l-Mün- Fedai te şkilatı : 84. ker: 20 22, 112. Fedailer: 91, 92. En'am Sûresi: 1. Fedek: 4. Endonezya: 185. Ferve b.Nevfel: 32. Endülüs: 180, 189, 190. Fetva: 162. Enes b.Malik: 155. Fıkh-ı Ibazi: 38. Ensar: 3, 5, 19, 176. Fıkh-ı Imami: 38. Enuştekin: 88. Fıkh-ı Zeydi: 38. Ermenistan: 88. Fıkıh: 6. Ernest Renan: 67. Fidaviyye: 78, 84. Es'ad b.Amr: 171. Filistin: 7, 7, 12, 185. Esas: 92, 97, 99. Firavun: 42, 94. Esved b. Zeyd al-Ansi: 6, 202. Firuzgâh: 147. Esved b. Yezid an-Nahai: 155. • Frank (Frnklar)• 67. al-Eş'ari Ebu'l-Hasan Ali b. Ismail: 77, 136, Frans ız: 67. 195, 198, 203, 204, 206, 207, 209, 211, Furkan Süresi: 94. 228. Furû: 59, 174. E ş'ariler: 196, 210-214. Fussilet süresi: 1. Eş'arilik: 134, 138, 205, 206, 214. Fyzee 216. al-Eş 'ariyye: 191, 196, 197, 200, 201, 207, G208, 223. Gadir Bayram ı : 73, 74. Eş'as b.Kays: 14, 15, 18. Gafiki b.Harn: 9. Eşheb b.Abdülaziz: 180. Ester (Malik b. Haris al-Nahai): 8, 13, 14. Galiye: 52, 54, 55, 60, 62 7 64, 65. Gassan al-Kafi: 142, 143. Etba at-Tabün: 188. al-Gassaniye: 142. Evlad-ı Fatıma: 59. -
ı,
Evzai,' Abdurrahman b. Amr: 115, 173, 188, Gaybet-i Kübra: 61. Gaybet-i Sugrâ: 61. 189• Gaylan ed-Dımeşki: 6, 115, 178. Eyyub: 202. al-Gaylanniyye: 133. Eyyub Sabri Paşa: 228. Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. MuhamEyytibiler: 182. med: 5, 94, 95, 98, 105, 107, 133, 193, 194, Ezarika: 38, 46, 50. 204, 206, 224. Ezd: 18, 40. Gazze: 181. EzrakIler: 46, 47, 49. G ıyaseddin Muhammed: 147. Ezruh: 14, 19. Gilşah: 202. Gird-i Gûh: 86. -FGoldziher, Ignaz: 19, 94, 142, 154, 186, 217. Fadi al-Hadbi: 132. Gökbilgin, Tayyib: 218. Fahreddin ar-Razi: 89. Gölpınarlı, Abdülbald: 228. Fahr al-Mülk: 87. Gulat: 50, 64, 78, 79 151, 152.
242
al-Gurühi, Ali Mustada: 2, 109, 110, 112-116, 133. Gurâbiyye: 66. Gurdaspur (Kadiyan kasabas ı): 229. Güriler: 147. Guşul: 98. Günaltay, M. Şemseddin: 154.
Habbab b.al-Eret: 23. Haber: 163. Haber-i Ahüd: 188. Haber-i Mütevâtir: 65, 163. Haber-i Vâhid: 65. Habeşistan: 14, 166. Hübıtlyye: 130, 152. Hac: 98, 103, 218. Hac Süresi: 22. Haçlı Savaşları : 67. Hacer: 213. al-Hacar al-Esved: 83. al-Hadbiyye: 132. al-Hadesi, al-Fadl: 130. al-Hadesiyye: 130. Hadid süresi: 122. Hadis: 76, 86. Hâdis: 62. Hadramut (Hadramavt): 185. Hafi: (Kapal ı, gizli) Kıyas: 164. Hafse (Hz. Dillerin k ızı): 4. al-Hafsiyye: 140. ilakaikiyye: 148. Hakem: 13, 15, 17-20, 22, 30. Hakemeyn: 27, 28, 34, 36, 38, 46, 209. Hakim bi-Enırillah: 72, 216, 217. Hakküri: 219. Halef al-Harici: 30. Halevat: 218. Halefiyye: 50. Halife: 7, 9, 24, 38. Halifelik: 9. Halil: 104. Halil al-Cerr: 77, 83, 196. Hallaciye: 66. Hamdan b.al-Eş'as: 83. Hanunad b.Ebu Hanife Numan b. Sabit: 158, 161. Hammad b.Ebi Süleyman: 155, 159.
al-Hammürlyye: 132. Hamza b.Ali: 72, 217. Hamza b.Sinan al-Esedi: 20. Hanbeli: 186-188. Hanefi: 59, 161-175, 183. Hannal-Fahuri: 77, 83, 196. Harbiye: 66. Harice b. Zeyd b.Sübit: 175. Hariciler: 15-19, 21, 23-34, 36-40, 46, 49, 51, 109, 223. Haririyğe: 59. Hâris b.Murret ül-Abdi: 26. Harkos b.Züheyr as-Sa'di: 20, 21. Hartman, Ricard: 67. Harun (Peygamber): 94,202. Harun al-Re şid: 171, 173, 181. Harura: 15, 18. Haruriye: 15, 18. al-Hasan al-Basri: 6, 109, 115, 159, 178, 222. Hasan b. Ali b.Ebi Talib: 32, 56, 59, 60, 62, 64, 73, 77, 85, 108, 170. 171, 174. Hasan b.Ziyad Hasan al-Askeri: 61, 68, 85. Hasan al-Müsennâ b.Hasan al-Mücteba b. Hz. Ali: 59. Hasan Sabbah: 84-89. . ye: 59. Hasaniy Hasır Dağı : 60. Hâsıriyye: 60. Haşeviye: 152, 207, 208. HaŞ11111: 226. Haşişiye: 84. Haşr ve Neşr: 64. Haşşaşiye: 78. Hâtem ül-Eimme: 60. Hattabiye: 66, 78, 151. hava: 98. Havâric: 11, 20, 33, 34, 142, 168, 178, 179, 184, 203, 208. Havas: 70. Havva: 213. Havz-ı Kevser: 64. Haydariyye: 82. al-Hayyat, Ebu'l-Hüseyin Abdurrahim b. Muhammed b.Osman: 118, 122, 128. al-Hayyatiyye: 128. Hayyan b.Zıbyan: 32, 33. Hayy-ı Layemut: 60.
243
Hayy-ı Muntazar: 59, 60. Hâzımiyye: 50. Helva: 227. Herat: 145, 146. al-Hayseıniyye: 148. Hesab: 64. Hıristiyan: 7, 8, 26, 47, 66-68, 71. Hırrıt b.Râşid: 30. Hicaz: 38, 56, 164, 166, 180, 186, 196, 226. Hıcr sûresi: 104. Hikmet: 213. Hilafet: 18-21, 52, 56. Hilal b. Yahya al-Rey: 175. Hindiçini: 185. Hindistan: 166, 185, 229, 230. Hişam b.Abdülmelik: 58. Hişam b.Amr al-Fuvati: 123. Hi şam b.al-Hakem: 59, 63, 64, 152. Hişam b.Sülim b.al-Cevâl ıkt: 59, 152. al-Hişamiye: 63, 66, 123, 154. Horasan: 85, 180, 189, 196. Horos: 220. al-Hubab b.al-Miinzir: 5. Huccet: 48, 65, 90, 92, 97, 100. Hucurat süresi: 124. Hud: 202. Hfıd sûresi: 211. Hudeybiye: 17. Hudud-u İ lahi: 25. Hulefâi Râşidin: 185, 208. Hulmaniye: 66, 151. Hulul: 65, 66, 78, 207, 216. Hululiye: 66, 151. Hum Gadiri: 3, 74. Humus: 7, 8. Hurrem: 80-82. Hurremdiniye: 78. Hurremiye: 78, 80S82, 202. Huriifilik: 97. Hûzistan: 129. Hulâgü: 90. Hüseyin b. Ali b.Ebi Talib: 34, 55, 56, 60, 64, 69, 73, 77, 78, 85, 170. Hüseyin b. Ali al-Kerabisi: 50. Hüseyn b. Hümdan al-Has ıyb: 72. Hüseyn Kairi: 86-88. al-Hüseyniyye: 133. Hüsn ve Kubuh: 212.
244
-1İşıltan, Fikret: 11, 14, 18, 32. Irak: 73, 85, 88, 113, 157, 161, 162. 164, 166, 173, 181, 182, 196, 214. al-Iraki, Ebu Muhammed Osman: 112. Isfahan: 16, 85, 190.
İbaha °baba* 65, 66, 84. İ bahiyye: 84, 219. ibaziy,(e: 38, 50, 51, 178. Ibda: 95. Iblis: 94, 99. İbn Ebi Azâfir: 152. İbn Ebi Leylâ, Muhammed b. Abdurrahman: İbn Ebi Muayt: 13. İbn Fürek, Ebu Bekr Muhammed b. al-Hasan: 147, 204. İ bn Haldun: 10. İ bn. Hallikân: 79, 113, 116. İbn Hazm: 7, 142. İbn Kelbi: 11. İbn Kerram, Ebu Abdullah Muhammed: 145. 146. İbn Kesir al-Kure şi: 89. İbn Kuvvâ: 8, 17. İbn Kuteybe: 126. İbn Mfıce: 7. İbn Mubarek: 189. İbn Mücahid: 204. Ibn-i Sebe: 224. İbn Sina: 94, 224. İbn Şihab al-Zuhri: 175. İbn Şubrime: 157. İbn Teymiye: 223, 224, 227. İ bn Tûmart: 204. İbn al-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman: 82, 90. İbn al-Esir: 12, 14, 18, 22, 23, 29, 41, 42. İ bn ul-Kıdve Abdülmecid b.Omer: 147. İbn al-Nedim: 80, 82, 118, 161, 187-191. Ibrahim (Hz. Muhammedin o ğlu): 170. İbrahim (Peyiamber): 79, 94, 98, 99, 103. İbrahim b.Ebu Yahya al-Eslemi: 152. İ brahim b.Muhücir: 147, 148. İbrahim b.Muhammed b.Ali b.Abdullah b. Abbas: 57, 79.
İbrahimiyye: 152. İbrahim Pa şa: 225. İ'eaz al-Kur'ân: 202. al-İet Adud ad-Din: 204. İema: 65, 162, 164, 181, 183, 190, 215, 226. Iema istihsam: 162, 164. Idris: 202. ietihad: 163. Ihbariyye: 65. İhlas sûresi: 1. Ihtilam: 99. İhtiyarlar: 220. 205, 213. Ilm-i Kelam: 2, 6. İlyas: 202. İ mam: 46, 50, 54, 62, 64, 65, 70, 71, 90-93, 97-101, 107, 138, 185, 201, 211. İmam al-Harameyn, al-Cüveynt: 90, 204— 206. İmamet: 5, 21, 53, 56-60, 63, 64, 100, 136, 179, 180, 185, 201. İmam-ı Masum: 62, 65, 86, 91, 92, 94, 97, 98, 104, 105. Imam-ı Zâlim: 38. Imam-ı Zaman: 61. Imamiye• 52, 55, 58-65, 78, 201. Iman: 135. İmran b.Hıttan es-Seddilsi: 49. imsak: 194. İnci': 65. İnfitar sûresi: 149. İngiltere: 225, 226, 229. İnsilah: 105. Inşikak ül-Kamer: 202. Irade-i Cüz'iyye: 136. Iradei Külliye: 136. Iran: 54, 66, 73, 76, 82, 185, 190, 229. ima: 141, 142. İrtidat: 5, 214. Isa b.Eban: 175, 214. İsa b.Meryem: 3, 73, 74, 94, 103, 131, 202, 230. Isa b.Mûsa: 78. Isb(parmak): 192. İsevilik: 54. İsferayint, Ebu İshak: 76, 80, 82, 83, 118, 121, 136-138, 142-144, 204. İsferilyint, Ebu'l-Muzaffer: 2, 5.
İshak: 202. İshak b.Cafer es-S ıldık: 60. İ shak b.Mahmiş, Ebu Yakub: 146. ishâkwye: 60, 148. İ srara: 2, 7, 16, 24, 33, 45, 50, 66. Islâmiyet: 5, 8, 24, 35, 68. İ smâil: 202. İ smail Bek Chole: 221. İ smail b. İbrahim al-Sirazi: 134. İ smail b. Cafer al-Sadık: 60, 77, 85. Ismail b. Yahya: 214. İsmailiyye: 60, 62, 64, 68, 77, 85, 89. İsna Aşeriyye: 61-63, 85. İsra sûresi: 120. İstanbul: İstiab: 10. Istitaa: 200, 211. al-ivâdiyye: 133. İ zmirli İsmail Hakkı : 36, 37, 46-49, 58, 59, 65, 66, 91, 192, 214, 215, 218.
Kaade: 41, 44, 47. Kaadtin: 49. Kabe: 39, 99. al-Kâ'bt Ebu'l-Kasına Abdullah b.Ahmet b. Mahmud: 128. Kabir azabı : 64. al-Kâ'biyye: 128. Kaddas Günü: 74. Kader: 115. Kaderiye: 111, 142, 223. Kadı Zade (Kad ı Zadeliler): 227. Kadiyânilik (kadiyântler): 229, 231. al-Kaadir Billah: 146. Kafeso ğlu, İbrahim: 84, 88. Kitbir: 38, 41, 46, 48, 114. Kafkas (Kafkasya): 7, 166. Kahire• 85. Kaim-i Muntazar: 60. Kaim ül-Kıyâme: 93. al-Kalkaşendi: 84. Kamer süresi: 45. Kâmiliye: 64, 66. Kanber al-Devst: 69. Karâmıta: 78, 83. Karlıdağ, Abdullah Cevdet: 54 76.. Karmatiler: 60, 64, 83.
245
Kasas Süresi: 28. Kasım: 170. Kasım b.Maan: 171. al-K'asıtiyye: 133. Katam: 31, 32. Katari b.al-Fucaa: 46. Katif: 48. Katip Çelebi: 228. Kavallar: 220, 222. Kavm-i Lut: 45. Kays b. Hanif: 14. Kays b.Sa'd b.Ubade: 10, 26, 27. Kaytan (ip): 219.. Kazf: 47. Kazvin: 86, 87, 180. Kebire (Büyük günah) meselesi: 48, 109, 137, 178. Keff: 194. Kehf süresi: 211. Kelaziye (Kameriye): 72. Kelime-i Şahadet: 207. Kelime-i Tevhid: 97. al-Kelimet ül-Ulya: 91. Kenya: 231. Kerramiler: 145-147, 149. al-Kerraıniye: 145, 148, 152, 170, 178, 203, 207, 223. Keskioğlu, Osman: 37, 54, 58, 154, 158, 159, 161, 227. Keşmir: 230. Keysan: 55, 56. Keysaniyye: 52, 55-59, 63, 65, 78. Kıble: 98. Kılıçer, M. Esat: 156, 161, 171, 174, 181, 183, 187, 188. Kırk töreni: 227. Kınnesrin: 7, 8. Kırtas hadisesi: 3. Kıyas: 62, 162, 164, 165, 183, 187, 190, 214, 215. Kıyas-ı Illa: 16. Kızılsarığ, Emir: 88. Kinde: 31. Kirmani (Seyyidena Hamidüddin): 92, 95, 96. Kitab: 27, 62, 65, 226. Kitab al-Cilve: 219, 223. Koçyiğit, Talat: 187, 203.
246
Koltaş, Emir: 87, 88. Köprülü Zade Mehmet Fuad: 89. Köprülü Mehmet Pa şa: 227. Köymen: Mehmet Altay: 89. Kudüs: 4, 145, 146, 186. Kûfe: 7, 8, 10, 11, 13-15, 17, 18, 22, 23, 2933, 55, 56, 58, 83, 154, 157, 159, 160, 164, 173, 174, 190. Kuhistan: 85-87, 91. Kuhmus: 153. Kundfiri, Ebu Nas ır: Kur'an: 2, 4, 6, 13, 17, 23-25, 36, 38, 39, 51, 62, 65, 76%„,86, 96, 114, 123, 125, 129, 162, 163, 165, 167, 169, 1756, 179, 186, 190, 191, 195, 196, 206-208, 210, 212, 214. Kur'ân yolu: 37. Kur'an-ı Hakim: 4. Kur'ân-ı Kerim: 1, 12, 14-17, 19, 22, 25, 27, 28, 36-38, 41, 45-47, 153. Kureybiyye: 57. Kurey ş : 5, 39, 46, 180, 185. Kutluay, Ya şar: 112. Küçükler: 220. Kuzey Afrika: 51, 166, 180. Küfr-i Millet: 51. Küfr-i Nimet: 49, 51. Kümeyl b.Ziyad: 8. Kün (ol): 199. Kuveyt: 180.
-LLâhut ve Nâsut: 217. Lahor: (Lahor Ahmedileri): 231. Lâleş : 218, 220, 221. La hükme illa l İllah ve Resülihi: 15, 20, 46. La ilahe Illallah: 4. Lammens, Le pere Henri: 67. Levh-i Mahfuz: 125, 212. Lewis, Bernard: 83. Libya: 180. Lokman süresi: 111. Londra: 231. Lübnan: 67, 218. Lut: 202. '
-MMa'bed al-Cüheni: 6, 115. ma'dum: 213.
Aiagrib: 196. Mahmut b.Sebüktekin: 146. Mâide Süresi: 42, 105, 120. Makrizi: 7. Malâti-Ebu'l-Hasan: 108, 129, 130, 143. Malik b.Enes Ebu Abdullah: 157, 162, 164, 173, 175-181, 188, 189, 192. Maliki: 166, 175, 183. Maniheizm: 220. Mansur, Ebu .Cafer: 78, 79, 158, 189. Mansııriyye: 64, 66, 151. Mardin: 219. Mârika: 36-38, 47, 51. Mariti (italyan): 67. Marul, bakla, bal ık, geyik ve horoz eti, kabak ve lahana: 219. Marûni: 67. Massignon, Louis: 83. al-Mâtıiridi, Ebu Mansur, Muhammed b. Muhammed b. Mahmud: 209-214. Mütüridiler: 211-214. Mütüridilik: 214. Matüridiyye: 191. Maverâünnehr: 79. Maziyar b.Karin: 82. Maziyariyye: 78, 82. Meefısi: 47, 80, 111. Medâyin: 18, 21, 23, 29, 80. Medine: 1-3, 8, 9, 14, 19, 39, 48, 59, 60, 73, 109, 113, 141, 149, 164, 175, 177, 181, 182. Medyen: 22. Mehdi (halife): 80, 151, 171, 189. Mehdi: 64, 86, 103, 229. Mehdi-i Muntazar: 57. Mehdilik: 54, 230. Mehmet Ali Pa şa: 225. Mehmet Behcet: 89, 92, 217. Mekke: 1, 3, 9, 10, 14, 1/, 22, 31, 38, -40, 45, 56, 73, 74, 83, 157, 175, 181, 184, 226. Mekke Şerifi Hüseyin: 225, 226. Melahide: 64, 78, 85. Melek: LOO. Aleleküt: 212. Melek Tavus: 220, 222. Melik: 70. Melikşah: 84, 86-88. Melik üs-Selam: 94.
Merun: 219. Memtüriye: 60, 61. Me'mun: 80, 82, 125, 126, 186. al-Menzile beyn al-Menzileteyn: 109, 113. Merih Feleki: 96. Meis: 144. al-Merisi, Ebu Abdurrahman bi şr b.Gıyas: 144. al-MerisiYye: 144. Merran: 116. Merv: 134, 196. Mervan b.Hakem: 7, 9, 64. Merve: 99. Meryem: 213. , Mersid-i Nebevi: 9. Mesih: 229. Mesruk b.al-Ecda al-Hemedani: 155. Mes'i'idi: 13, 15. Meşârik iil-Envâr: 51. Mevlâ Muhammed Hüseyn: 230. Mevlânii Nureddin: 231. Mevlud: 227. Meymun b.Deysan: 76, 77. Meymun b.Halid: 50. Meymuniye: 50. Mez,, Adam: 182. Mezdekiyye: 80,81. Mezopotamya: 83. el-Mezun al-Mandud: 92. Mezun al-Mutlak: 92. Mirza Gulam Ahmet Kaadi: 229-231. Mısır: 5, 7-10, 12, 31, 73, 83, 85, 166, 180182, 185, 196, 215, 229. Miad: 63, 64. Mikat: 99. Mikdad b.Esved al-Kindi: 69. Mindal: 171. Mirler: 220. Mis'ar b. Eedeki al-Teınimi: 13, 14, 18, 22. Mis'ar b. Kidam: 173 . Mizan: 64. Muammer b.Ubbad: 121. al-Muammeriyye: 121. Muattıla al-Zat: 93. Muaviye b. Ebi Süfyan: 6-10, 12-16, 18-20, 30-33, 35; 56, 64, 68, 108, 149, 173, 202, 208, 209. Muaviye b.Yezid: 38-39.
247
Muaz: 163. Muaz b.Cüveyn: 32, 33. Mubahele Bayramı : 73. al-Mübdi ul-Evvel: 95. Mudar: 153. Mufaddıla: 52, 54-55, 57-59, 64. Mugire b.Said al-teli: 151. Mugire b. şübe: 9, 14, 19,32. Mugiriye: 66, 151. Muhacir: 3, 5, 19, 176. Muhaddis: Muhakkime-i
Muhammed b. Abdullah b. Hasan al-Müsenna b.Hasan al-Mücteba b.Ali b.Ebi Talib (enSefs üz-Zekiye): 59. Muhammed b.Abülvahhab: 224, 226. Muhammed b.Ali b.Abdullah b.Abbas: 57. Muhammed b.Cafer as-Sad ık: 60. Muhammed Bakır: 85. 160. Muhammed b.Ebi Bekr: 9, 12. Muhammed b.Ebi Zeynel al-Es'adi al-Ecda: 78. Muhammed b.Hanefiyye: 55, 56, 57, 66, 78. Muhammed b.al-Hasan al-Deylemi: 76. Muhammed b.Hasan Seybani: 171, 173, 174. Muhammed b. İ smail b.Cafer as-Sad ık: 60, 77, 90. Muhammed b.Malik b.Ebi'l-Fedail al-Hammadi al-Yemâni: 83. Muhammed b.Meliksah: 88, 89. Muhammed b.Mesleme: 8, 108. Muhammed b.an-Numan: 109. Muhammed b.Nusayr Nemiri Abdi: 68. Muhammed b. Semae: 175. Muhammed b.Suad: 224. Muhammed al-Baidr b.Ali Zeyn al-Abidin: 57, 59, 60, 77. 61, 85. Muhammed al-Cevad at-Taki b. Ali al-R ıza: 65, 35. Muhammed al-Mehdi: 85. Muhammediyye: 66.
248
Muhammire: 78, 82. Muharremat: 66, 99. al-Muharrik al-Evvel: 95. Muhkem ayetler: 76. Muhkem hadisler: 204. Muhtar b.Ebi Ubeyde es-Sakafi: 55S 56, 78. Muhtariye: 57, 59. Mukanna: 79, 80. Mukannaiyye: 66, 78, 79, 151. al-Munbais ul-Evvel: 96. al-Muhtar, Ebu Masa Isa b.Sabih: 124, 125, al-Murdariye: 124. Müridler: 220, 222. Muruk: 36. Musa (Peygamber): 22, 79, 94, 98, 99, 103. 179, 213. Musa, M.Y.: 142. Musa al-Kazım: 60, 61, 85. Mus'ab b.Zübeyr: 56. Museviyye: 60. Mushaf-ı Fatma: 64. Mushaf-ı Res: 219, 223. Mustansır: 84, 85. Musul: 196. Mutarrah: 48. Mu'tasım: 80, 82. Mütezile: 6, 34, 50, 108-113, 116-117, 124, 128-130, 133, 136, 141, 152, 153, 156, 168, 169, 177, 179, 184, 195, 196, 200, 201, 203, 204, 207, 208, 210, 211, 223; Mütezili: 59, 63. Muvafıkıyn: 49. Milvahhid: 110. Mubarekiyye: 60, 77, 78. al-Muberred, Ebu'l-Abbas: 18, 41, 44, 45, 46, 49-51. Müceddit: 229. Mücessime: 148. Müellihe: 52, 55. Mükelleb: 91, 101. Mülhid: 56, 84. Mü'min: 38, 91, 101, 113, 169. Mü'min süresi: 42. Mü'miniyye: 68. Munafık: 114. Mürcie: 108, 141-143, 156, 168, 179, 184, 203, 223. Mürsel hadisler: 173.
Müseylime al-Kezzab: 5, 6, 202. Müslim b. Ukayl: 55. Müstecib: 91, 102, 103, 105. Müstedrike: 139, 140. Müstevrid: 32. Müşebbihe: 66, 150, 152, 207. Müşteri Feleki: 96. Mütekellim: 178, 186. Müteşabih ıiyetler: 76, 191. Mütekabih hadisler: 204. Müteşabihat: 207. Müzzemmil Sfıresi: 123. —N— Ngıfi b.al-Ezrak Ebu Re şid: 38-47. Nahl süresi: 103. Nâile bint-i Ferâfisa: 9, 10. Nakib: 70. an-Nökıslyye: 133. Nakli Deliller: 206. Namaz• 4, 98, 99, 103, 218. Nasr b.Sebüktekin: 147. Nasrâni: 67. Nass: 76. Natılı : 78, 92, 98, 100, 101. Navusiye: 60. an-NTazzam, Ibrahim b.Seyyar: 118, 119, 121, 126, 130, 137, 202. Nebi: 64. an-Neccar, al-Hüseyn b.Muhammed: 138, 139. an-Neccariye: 138-140, 203, 207, 208. Necedat: 38, 45, 47-50. Neeede b.Âmir: 42, 43, 47, 47, 48. Neeib: 70. Neeran: 1, 28, 73. Nefs: 94-96. an-Nefs al-Külli: 94, 95: an-Nefs üz-Zekiyye: 59, 176. Nefsiyye: 59. Nefy: 81 Nehrevan (Köprüsü olayı): 18, 21-23, 26, 29-32, 34, 202. Nehr ül-Asi: 67. Nehr ül-Kebir: 67. Nemiri: 75. Nemiriyye; 68. Nemrud: 94, 99. Nesr: 94.
Neşvan al-Himyeri: 77. an-Nevbahti, Ebu Muham ed al-Hasan b. Musa: 66, 108. Nevfel b.Fervet al-E şcai: 29. Nihavend: 134. Nijerya: 180, 237. Nisa süresi: 16, 42-44, 110, 114, 1145. Nişabur: 115, 146, 180, 190, 206. Niyabet: 63. Nizam al-Mülk: 84, 86, 87, 196, 206. Nizar: 84, 85. Nizariye: 84. Nufat as-Sıfat: 93. Nuh (Peygamber): 41, 79, 94, 98, 103, 202. Nuh süresi: 42, 45, 120. Nuhayta: 12, 23, 29, 32. Numaniye: 63. Nur süresi: Nuri, M.: 220. Nusayriyye: 66-73, 78. Nuşirevan: 80. Nübüvvet: 63, 202, 213. Nümeyriyey: 66. Nüzül: 207. —O— Orta Asya: 155, 166. Ortaodoks: 98, 99, 103, 218, 221. Oruç: 98, 99, 103, 218, 221. Osman b Affan (3.halife): 4, 6-10, 12-14, 19, 23, 30, 35-40, 46, 52-54, 59, 70, 108, 116, 141, 160, 168, 175, 177, 179, 180, 185, 202. Osman b Hıineys: 11. Osman b.Maz'un al-Cumahl: 69. Osmanlılar: 187, 188, 224, 225.
Ömer b.Abdülazi ı : 176. Ömer b.al-Hattab (ikinci halife): 2-7, 14, 23, 26, 35, 37, 39, 52-54, 58, 70, 107, 109, 168, 174, 176, 180, 185, 193, 223. Ömer Hayyam: 84. öd ve adet: 162, 165, 1.72, 177.
Pakistan: 166. Papağan: 219. Peneap: 229.
249
Peygamber (Hz.Muhammed): 1-6, 9, 11, 14, 17, 19, 23, 36, 39, 41, 48, 53-55, 62, 65, 73, 109, 111, 113, 131, 161, 177, 181, 208, 215, 226. Peygamberlik: 5, 19, 51, 57, 62, 65, 66, 93. Pezdevi: 161. Piller: 220. Plotinos: 94. Protestanlar(protestanhk): 68. Put: 1. Putperest: 1. —R— Rabb: 21. Rabia b.Ferruh: 175. Rabiat al-Rey: Ra'd süresi: 111, 122. Rafıza: 53, 57-59, 101, 153, 207, 223. Rafz: 59. Rakka: 12, 173, 181. Ramhürmüz: 30. Rabt: 102. Ra şit at-Tavil: 49. Ravendiye: 57, 58, 66, 78. 133, 201. ar-Razi, Faraddin: 77, 84, 109, 118, 123, 133, 136-140, 142-144, 147, 204. Rebi' Kabilesi: 83. Rebia: 40. Refik Temimi: 67, 89, 92. Refikler: 91. Resulullah: 17, 23, 28. Rey: 16, 85, 138, 139. Re'y: 214. Ric'at: 55, 54-66. Ric'iyye: 60, 61. Risalet: 202. Ritter, Helmut: 203. Rizamiyye: 58, 66. Rudbar: 86, Ruh: 66. Ruhülkuds: 68. Rukıyye: 170. Ruhiyyat: Rum süresi: Rü'yet: 206.
—S— Saalibe: 50. Sabbahiyye: 78, 84.
250
Sâbbe: 52, 54, 55, 57-59. Sabık: 98. Sabıkün: 39. Sabiiler (sabiilik): 51, 221. Sabit b.Kays al-Hemedani: 8. Sa'd b.Ebi Vakkas: 19, 101. Sa'd b.Ubade: 5. Sa'd Muhammed Hasan: 66. Sadakat an-Necva: 98. Safa: 99. Safai, Seyyid Ahmet: 133. Saffat süresi: 212. Sagire: 48. Sahabe: 6, 37, 163, 165, 175, 176, 180, 182, 183, 186, 194. Sahib-i Zaman (Mehdi): 57, 61. Sahib ün-Naka: 83. Sahib üz-Zuhur: 83. Sahih-i Müslim: 42. Sahletiyye: 218. Said b.Muhammed: 146, 147. Said b.al-As: 7, 8. Sa'lebe b.Mişkün: 50. Salih (Peygamber): 202. Salih b. Ömer: 175. as-Salihi: 132. Salihiyye: 59, 132. Salim b. Ehvaz: 134. Sam (Nuhun o ğlu): 94. Samed: 1. Samerra: 61. Sâmit: 78. San'a: 8. Sa'saa: 8. Stısüni: 54. as-Saymari, Muhammed. b. Ömer: 132. Schacht, Joseph: 175. Sebeiyye: 66, 151. Seb'iyye: 66, 84. Secah: 5, 202. Sedd-i Zerai: 177. Sehl b.Hanif: 10. Sehrek (Sehrek O ğlu Cavidan): 81. Selam süresi: 73. Selçuklu imparatorlu ğu: 88. Selçuklular: 88, 89. Selef: 178. Selefiye: 37.
Selefiyy-un: 150, 153, 191-194, 207, 214. Selim, Ebu Ismail: 218. Selman-ı Farisi: 66, 68, 69, 75. Sellum, Dr.: 127. Sema: 212. Sencer (Selçuklu Sultarn): 87-89. Sencer, Muiziuddin Ebu'l-Haris: 89. as-Seneviye: 133. as-Sevbaniyye: 144. Seylen: 51, 185. as-Seyyid as-Sened: 142. Sıddık ed-Demlucl: 222. Sıffin: 12, 15, 17, 18, 30, 34, 36, 46, 115, 202, 208, 209. Sırat: 64. Sırmagar: 230. Sicistan: 49, 50. su: 98. Sudan: 180. Sufriyye: 49-51. Sultan: 50. Sultan Mahmut II: 225. Sumatra: 231. Suriye: 8, 10, 67, 85, 166, 186, 196, 214, 219. Süfyan b.Uyeyne: 157, 178, 181, 188. Süfyan b.Said as-Seyri Ebu Abdullah: 188, 195. Siikat: 37, 192. Sükut kaidesi: Süleyman (Peygamber): 99, 207. Süleyman Efendi al-Uzeni: 68, 72. Süleymaniye• 59. Sümame b.Eşras an-Numeyri: 125, 126. Sümmamiyye: 125. Sümeyye: 35. Sünnet: 22, 27, 39, 62, 65, 162, 163, 165, 169, 182, 186, 190, 191, 195, 215, 226. Sünnet istihsam: 165. -
aş- Şa'bi, Ebu Âmr Âmir: 155. aş- Şafii, Ebu Abdullah Muhammed b. Idris b. Ş afii b.Said: 50, 149, 162, 166, 173, 175, 181-186, 190, 214. Şandur: 88. aş- Şahham, Ebu Yakub: 127, 128. aş-Şahhami şe- 127. Şam: 7-10, 12, 15, 22, 26, 32, 38, 39, 85, 88, 91, 149, 188. 189, 196.
Şa'râni, Abdülvahhab: 176. Şari: 36. Şat (sel): 219. Şâtıbi: 177. al-Reyyahi: 15, 46. Sebes Şebib b.Osman: 31. Şefaat: 64. Şehadet: 218. Şehrestani: 5, 35, 47, 49, 51, 58, 59, 65-67, 93, 05, 112, 116, 134, 136, 148, 142-144, 149. Şemseddin Sami: 154. Şemsiye ( şimaliye): 72. Şem'un as-Safa: 94. Şer (kötülük): 219. Şerafettin Mehmet: 88, 89, 118, 133, 142. Şer'i Naslar: 24. Şeriat- ı Islâmiyye: 51. Şerif Paş a: 225. Şerif Galip: 225. Şeyatin ( Şeytanlar): 170. Şeyhler: 220, 222. Şeytan: 70, 100, 219, 220. Şeytan at-Tak, Muhammed b.Numan: 59. Şeytaniyye: 63. Şia: 3, 34, 38, 52, 53, 55, 57, 64, 68, 78, 79, 85, 151, 156, 160, 179, 181, 184, 203, 204. Şia-i Ali: 52. Şia-i Osman: 30, 52. Ş ia-i 'Illa: 52, 53, 55. Şibay, Halim Sabit: 155, 161. Şihan nahiyesi: 219. Şii: 8, 25, 52, 54, 61, 66, 72. Şirk: 49. Ş it: (Peygamber): 94. Şuayb: 202. Şıimeytiyye: 60. Şura: 20. Şura süresi: 123. Şureyh b. Ebi Evfa: 21. Şureyh b. Haris al-Kindi: 155. Şureyh (kad ı): 53. Şureyhiye: 66. -TTaberi: 14, 18, 40-42, 56, 61. Taberistan: 82, 84. Tabut-u Sekine: 56. Taha: 214.
251
Toharistan: 85. Taha süresi: 37,148. Tahir: 170. Trablus: 166. Tuğrul Bey: 196. Tahir b.Abdullah: 145. Tuleyha b.Huveylid: 5. Tahkim: 22, 24, 28, 35. Tumâni, Ebu Muaz: 143. Takdis: 192. Tumaniye: 143. Taki: 38. Tuniyye: 148. Takıyye: 42, 49. Tunus: 166: Talak süresi: 16. Talha b.Ubeydullah: 9, 10-12, 46, 108, 115, Tür Süresi: 111. Tur-u Sina: 79. 116, 137, 202, 208, 209. Tus: 61, 206. Tali: 98. Tutuş : 88. Ta'lik: 102. Türk (Türkler): 154, 155, 229. Talimiyye: 78, 84. Tanrı : 1, 10, 13, 15-17, 20-22, 24, 26,-28, 32— Türkistan: 7, 166. 36, 39-46, 48, 50, 62, 64, 65, 68, 69,70, Türkiye: 226, 227. 72-74. —U— Taraikiyye: 148. Tarikat-1 Muhammediyye: 24. Tarik-ı Hidayet: 36. Tarsus: 68, 186. Tasdik: 192. Teberraiyye: 52, 54, 55. Teberri: 37-39, 41, 50, 58. Tebriz: 81. Tedlis: 104. Teferrüs: 101, Tekafu'ul-Edille: Tekindağ, Şahabeddin: 218. Tekvin: 210, 213. Tekke: 227. Temim: 18. Temizlenmek: 99. Tenasuh: 64-66. Tenis: 102. Terken Hatun: 88. Tesis: 104. Teşbih: 65, 66. Teşkik: 102. Teybe Süresi: 25, 42, 44, 45, 110. Tevbe-i ye's: 214. Tevelli 49. Tevhid: 63, 110. Te'vil: 76, 95, 97, 98, 100, 104, 107, 136, 191, 195, 207. Te'vil eş - Şeria: 98. Tevrat: 65. Teym er-Rebab: 31. Tirmizi: 7.
252
Ubeyde b.Hilal: 39. Ubeydiyye: 144. Ubeydullah b.Abdullah b.Utbe b.Mes'ud: 175. Ubeydullah b.Ali al-Hatibi 87. Ubeydullah b.al-Mahuz: 46, 83. Ubeydullah b. Ziyad b.Ebihi:33-35, 38, 40, 56. Ukayl b.Ebi Talib: 66, 77. al-Ukeyl al-Aşere: 92. Uluhiyet: 8. Umeyr b.Said al-Ansa/4: 7. U Urve b.Ca'at: 8. Urve b.Udeyye al-Temimi: 15, 35. Usame b.Zeyd: 3, 8, 108. Usul-i Din: 63. Usul-i Mezheb: 63. Usul-i Şia: 52, 54. Usuliyye: 65. Utarit Feleki: 96. —— Üçok, Dr.Bahriye: 6. Ümm ül-Hakem: 33, 170. Ümmü Seleme: 109. Ümmet-i Muhammed: 46, 47. Ünal, Sabit: 169. Ürdün: 8. Vstüyâni Mehmet Efendi: 227. —V— al-Va'd ve'l-Vaid: 111.
Vahhnbilik (Vahâbiler): 187, 223, 224, 226, Yoruntaş Emir 87. Yunan: 94. 228. Yunus: 202. Vahy-i Nebi: 64. Yunus b.Abdurrahman: 152. Vahy-i Vasi: 64. Yunus b.Avn an-Numeyri: 142. Vükıfiyye: 60, 61. Yunus süresi: 110. Vâsık: 127, 186. Vâsıl b.Ata al-Gazzal, Ebu Huzeyfe: 6, 25, Yunus al-Esvari: 6. Yunusiyye: 63, 66, 142, 152. 58, 108, 109, 113-116. Yusuf: 202. Viisıliyye: 113, 115, 208. Yusuf' b.Halid as-Suni-tl al-Basri: 161. Vasi: 64, 100, 101. Yusuf Süresi: 50, 114. Vaux, Carra de: 154. Yedi (yüz): 207. Yuşa b.Nun: 94. Visal: 218.
—W Wellhausen, Julius: 11, 14, 18, 32. Wensink: 189. Woking: 231.
Yahuda: 94. Yahudi: 1, 7, 8, 47, 66, 68, 871. Yahya (Peygamber): 56. Yahya b.Abdullah al-Zeydi: 181. Yahya biidem: 174. Yahya b.Said: 175. Yahya_b.Yahya al-Leysi: 180. Yahya al-Hüdi: 58. Yakin (ölüm): 104. Yakub: 202. Ya'la b.Münye: 10, 11. (Yazar) Mehmet Behcet: 67. Ye'eüe ve Me'eüe: 99, 170. Yed (el): 192, 207. Yemame: 43, 47, 48. Yemen: 1, 10, 14, 40, 55, 58, 59, 83, 85, 163, 181, 185, 186, 188. Yezid (Emevi halifesi): 56, 64, 219, 220. Yezid b.Ebi Enise al-Harici: 51. Yezid b.Hâni: 13. Yezidilik: 218, 222. Yezidiler: 218-223. el-Yezidiyye Kadimen ve Hadisen: 221. Yezid b.Hubeyre: 157. Yezid b.Kays: 16. Yezidiyye: 51, 66.
Za'ferâni: 139. Za'ferâniyye: 139. Zahiriyye: 190. Zarrab: 85. Zaruret İ stihsan: 165. Zekât: 4, 98, 103, 218. Zekeriya (Peygarnber): 56, 202. Zekeriya b.Muhammed al-Bühr: 60. Zenüdıka ı 84. Zengibar: 38. Zerdüşt: 66, 202. Zerriniyye: 148. Zeyd b.A11 Zeyn al-Abidin al-Huseyn b.Hz. Ali: 58, 160. Zeyd bilüseyn: 13, 14, 21, 22. Zeyd b.Sâbit: 4, 109, 175. Zeyd b.Sullan Abdi: 8. Zeydiyye: 52, 53, 55, 57-59, 62-64, 78. Zeydiyye-i Hüdise: 58, 59. Zeyn al-Abidin: 60. Zeyneb: 170. Zikreveyh al-Dindâni: 83. Zi'l-Haşib: 9. Zi'l-Merve: 9. Zimmet-i Nebeviye: 26. Zina: 99. Ziyad b.al-Asfar: 49. Ziyad b.Ebihi: 9, 33, 35. Ziyad b.Hadr: 16. Ziyadiyye: 49. Ziyaeddin: 147. Zufer b.al-Huzey1 al-Anbürl: 171, 174. Zuhal Felegi: 96.
253
Zuhruf Süresi: 210. Zukar: 11. Zu'l-Kıfl: 202. Zumassa: 90, 100, 101. Zümer süresi: 114. Zur'a b.al-Burc: 20.
254
Zübeyr b.al-Avvam: 9-12, 108, 137, 202, 208, 209. Zübeyr b. al-Mahuz: 46, 115. Zühre Feleki: 96. Zürare b.A'yen-i Kfıfi: 59. Zürariye: 63, 153.
ÇEVR İLEN ÂYETLERİN DİZİNİ -A"Allah arş üzerine istiva etti" (Tâhâ süresi 5.âyet): 37, 148. "Allah her şeye kadirdir" (Bakara süresi 20.âyet): 201. "Allah her şeyi bilir" ( Şûra süresi 12.âyet): 201. "Allah hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazand ığı (hayır) kendi yararına, yaptığı (şer) kendi zarannadır" (Bakara süresi 286. âyet): 110. "Allah onlara zulmediyor de ğildir fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlard ı" (Tevbe sûresi 70.âyet ve Rum süresi 97.âyet):. 110. "Allah sizi ve yapt ıklarını yaratır" (Samat süresi 96.âyet): 212. "Allah tektir, Sameddir (yok olmayan, her şeyin kendisine muhtaç oldu ğu bir bâkidir), do ğmamış doğurmamıştır, hiç bir kimse onun dengi (benzeri) de ğildir" (İ hlas süresi): 1. "Allah'a verdikleri ande sadakat eden kimseler mü'mindirler" (Ahzab sûresi 23. âyet): 103. "Allahın elçisine kar şı gelmek için geride kal ıp oturanlar sevindiler. Tanr ı uğrunda mallarıyla, canlarıyla savaşmaktan tiksindiler. Bu sıcakta çıkmayın dediler. De ki Cehennemin ateşi daha sıcaktır. Bunu bir kavrasalardı" (Tevbe sûresi 81. âyet): 45. "Allah'ın kulları olan melekleri, onlar di şi yapıyorlar" (Zuhruf Sûresi 19.âyet): 210. "Allah'ın onları yarattığını görmezler mi ? O, kuvvet bakımından onlardan daha üs-
tündür" (Fussilet süresi 15.üyet): 199 "Ancak Allah'ın arzusu ile bir şeyi isterler. (Dehr süresi 30.iiyet): 3200.
"Bir şeyin olması nı dilediğinliz zaman sözürnüz ancak ona (kun) ol dememizden ibarettir. 0 da derhal oluverir." (Nahl süresi 40. âyet): 175. "Bitkiler, hastalar, geçinece ği olnnyanlar; Tanrıya, onun elçisine uydukça günah yoktur. Tanr ı uğrunçla iyilik edenler için de öyle. Tanrı yargı layıcı dır, esirgeyicidir". (Tevbe sûresi 91.âyet): 44. "Biz onlara günahlarm ı arttırsınlar diye mühlet veririz." (M-i İmran süresi 178.âyet): 211. "Biz onu (onun münalarını) anlıyasınız diye Arapça bir Kur'an yaptık" (Zuhruf süresi 3.âyet): 210. "Biz yer yüzünde iken dü şkün kimselerdik" (dedikleri vakitte, melekler derler: Allah'ın yarattığı yer yüzü geni ş değil mi idi? Siz de göç etseydiniz. İşte onların durağı cehennem alanland ır. Onların dönecekleri yer ne kötüdür." (Nisâ süresi 97.âyet): 44. "(Boşanan) kadınlar iddetlerinin sonuna varınca onları güzelce tutun, veya onlardan güzelce aynlın. İ çinizden iki üdil kimseyi tamk -tutun. Tanıklığı Tanrı için yapın. Bununla Tanrıya ve ülıiret gününe iman edenlere ö ğüt verilir. Tanrıya karşı ödevini yerine getiren Tanrı da onu (Sıkıntıdan kurtaracak) bir yol gösterir." (Talak süresi 2. âyet): 16.
255
-Ç-
-E-
"Çöl araplanndan bir nicesi engeller ileri sürerek kendilerinin b ırakılması için geldiler. Tannyı, elçisini yalancı sayanlar geride kaldılar. Bunlardan Tannyı tanunıyanlar acıklı bir azaba n ğrayacaklardır." (Teybe süresi 90. âyet): 42, (45.
"Eğer Tanrı dileseydi onlar dö ğüşmezlerdi ve fakat Tann istedi ğini yapar." (Bakara süresi 153.âyet): 200. "Eğer isteseydik nefsi hidayete erdirirdik." (Secde süresi 13. ayet): 200. "Eğer müşriklerden biri sana s ığınacak olursa, Tanrının sözünü dinleyinceye dek onu köru. Sonra da onu güvenilir bir yere gönder." (Teybe süresi 6. ayet): 25. "Eğer Rabbin dileseydi onu yapmazlard ı." (Bakara süresi 112.âyet): 200. "Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi." (Yunus süresi 99. 'ayet): 200. "Eğer yerde ve gökte Allah'tan ba şka İ lahlar olsaydı yer ve gök fesada u ğrardı" (Enbiya süresi 22.ayet): 198. Erkek hırsızla kadın hırsımı o yaptıklarına bir karşılık ve ceza ve Tanndart ibret verici bir ukubet olmak üzere ellerini kesin. Tann mutlak üstündür. Tek hüküm ve hikmet sahibidir" (Mâide süresi 38.âyet: 120. "Ey Insanlar! İçinizden herkim dininden dönecek olursa Tann bu gibilerin yerine, sevdiği ve kendisini de seven ulusu getirecektir. Bunlar inananlara kar şı çok alçak gönüllü, Tanr ıyı tammıyanlara karşı da çok sert olacaklard ır" (Mâide süresi 54.ayet): 42.
-D"Dediler ki: Bu dünya hayat ımızdan başka bir bayat yoktur. Biz yeniden diriltilecek değiliz" (En'am süresi 29:ayet): 1. "Deki: Tanrı herşeyi yaratandır. O birdir, kainatın biricik tek hâkim ve sahibidr." (Ra'd süresi 16. âyet): 112. "De ki: And olsun ins-u cin Kur'ân' ın benzerini meydana getirmek için bir araya toplansa birbirlerine yardımcı da olsalar yine onun benzerini meydana getiremezler." ( ısra süresi 88.ayet): 120. "De ki: Ben ancak sizin gibi bir insamm. Bana ilabınınn" ancak bir tek tanr ı olduğu vahyediliyor. Ona yöneliniz, ondan mağ firet dileyiniz. Allah'a ortak tamyanların vay haline." (Fussilet süresi 6. ayet): 1. "De ki: Eğer sizler do ğru sözlü kimselerseniz Tanrı katından, bu ikisinden doğru yolu gösteren bir kitap getirin de. ben de ona uyayım" (Kasas süresi 49.ayet): 28. "De ki: Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi a şanlar. Tannmn rahmetinden umudumuzu kesmeyin. Çünkü Tanr ı bütün günahlar' yargılar. Kuşkusuz o çok yargılapcıdır, çok esirgeyicidir." (Zümer süresi 53. âyet): 114. "De ki: Gelin oğullarımizı, oğullarınızı, kadınlanmızı, kadınlarımzı, nefislerimizi ve nefislerinizi ça ğıralım... Sonra Tannya yalvarahm ve Tannmn Iâneti yalanc ıların üzerine olsun diyelim. ' (Abi İmran süresi 61.âyet): 28. "Dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun" (Kehf süresi 29.ayet): 211. "Döktüğünüz (akıttığınız) şeyi gördünüz mü? Onu siz mi yaranyorsunun, yoksa biz mi yaratmaktayız?" (Vakıa süresi 58-59. âyet): 197.
256
-F"Fakat Tann sizesimam sevdirdi. Onu kalblerinizde süslecli" (Hucurat süresi 7.âyet): 124. "Firavungillerden olup ta inancım gizli tutmakta olan biri dedi: Siz benim Rabbim Tanndır diyen bir kimseyi öidürecekmisiniz ? Oysa ki bu ki şi size Tannmzdan apaçık belgeler de getirmi ştir. Kaldı ki bu ki şi yalanc ı ise, kendinedir. Yok, e ğer doğru söylüyorsa, sizi korkuttu ğu azabm bir parçası olsun başınıza gelecektir. Tann çok azıtanlan, çok yalan söyleyen. leri doğru yola iletxnez" (Mü'min süresi 95.ayet): 42.
"Gökleri ve yeri yaratan Tanr ı: onlar gibisini
"Her kim do ğru yolu tutarsa kendi için tutmu ş olur. Her kim de e ğri yola , saparsa yine kendi aleyhine sapmış olur. Hiç bir günahlı başkasının günahını yüklenemez.
yaratmaya kadir de ğilmidir?" (Yasin Süresi 81.ayet): 198.
Biz önce bir elçi göndermedikçe de azaba
"Göklerin ve yerin mülkü O'nurıdur. Hem di-
uğratacak (Nisâ süresi 95. ayet):
riltir, hem öldürür. O her şeye hakkıyla
44.
kadirdir." (Hadid süresi 2.âyet): 122. "Görmüyormusun o kimseleri ki kendilerine,
"Her Peygamber için suçlulardan bir dü şman yarattık." (Furkan süresi 31.âyet): 94.
vuruşmadan elinizi çekin, namaz ı kılın, zekatı verin denildi. Sonra da bn vuru şma boyunlarına borç olunca içlerinden bir- kısmı Tanndan korkarcas ına, belki
-İ"İ nananlardan hiç bir engelleri olmaks ızın savaştan geri kalanlar; Tanr ı uğrunda mallanyla, canlanyla sava ş anlarla bir
daha da çok insanlardan korkarak dedidiler: Ey Tanrımız! Sen şu savaşı ne diye
olamazlar. Tanr ı mallanyla, eanlanyla savğşanlan, sava ştan kalanlardan kat
boynumuza borç diye yazdın. Bu savaşı yakın bir güne kadar geciktirseydin ne
kat üstün 'cildi. Tanr ı bunların hepsine Cennet için söz verdi. Sava şanlan savaş-
olurdu? De ki, dünya gönenmesi az sürer. Sakınanlar için öbür dünya daha iyi-
tan geri kalanlardan pek büyük bir kar-
dir-Orada size k ıl kadar Inyılmayacak-
şılık üstün kıldı." (Nisâ süresi 95. ayet):
nr" (Nisa süresi 77.ayet): 42. "Gözler onu idrak etmez, o gözleri idrak eder.". 44.
(En'am Süresi 103. ayet): 200. "Güzel ve ho ş şeyleri kendilerine helal, kötü şeyleri ise haram kılar; sirtlarındaki ağır yüklerini ve üzerlerindeki zincirleri indirir" (Araf süresi 157.âyet): 104, 105.
na; hayır o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler" (Lokman Süresi 11.âyet): 111.
-K-
-H"Hani Rabbin, oğullarından, onların sırtlanndan zürriyetlerini çıkarıp kendilerini, nefislerine tan ık tutmuş ; ben sizin Rabbiniz değilmiyim? Demişti. Onlar da evet demişlerdi." (A'raf süresi 172.âyet): 149. "Hasbünallah ve ni'me'l-Vekil"
43. e bunlar Tanrının yaratığıdır. Ondan başkasının ne yarattığını haydi gösterin ba-
İ mran
soresi 173. ayet): 123. "Her can ölümü tad ıcıdır. Ecirleriniz (yaptıklarını= karşılıkları) muhakkak kıya-
"Karı koca aras ında ayrılık çıkmasından korkarsanız, erkek tarafından biri, kadın tarafı ndan bir hakem gönderin. Iki taraf barışmak isterlerse Tanr ı onları uyuşmağ a muvaffak eder. Tanr ı her şeyi hakkıyla bilicidir ve her maksattan ha-' berlidir." (Nisa süresi 35. ayet): 15. "Kimi de, ey Rabbimiz! Bize dünyada iyi hal ver; âhirette de iyi hal ver ve bizi o ate ş
met günü tastamam verilecektir. (O
(cehennem) azanmdan kuru der" (Ba-
vakit) kim o ate şten uzakla ştırılıp Cen-
kara süresi 201:ayet): 127.
nete sokulursa artık o, muhakkak muradına ermiş olur. (Bu) dünya ya şantısı aldanma meta ından ba şka (bir şey) değildir." (Al-i İ mran süresi 185.âyet): 129. "Her şeyi sayı ile saymış (saptamış)nr" (Cin süresi 28.âyet): 122, 129. "Herkes kazanc ı karşılığında bir rehindir" (Tür süresi 21. ayet): 110.
"Medyen keşişleri de Peygamberlerini yalanc ı saynuşlardı. Musa da yalancı sayılmıştı. Bunun üzerine ben de tammaziara önce bir süre tanıdım, sonra da onları çarpıverdim. Benim azabım nasıl olurmuş görsünler" (Hac süresi 44:ayet): 22. "Ahidleşti ğiniz Tannmn andini yerine getirin
257
ve iyice yemin ettikten sonra onu buzmayımz" (Nahl sûresi 91.âyet): 103. "Muhammed ancak bir elçidir. Ondan önce de Resullar gelip geçti. E ğer o ölürse ya da öldürülürse, topıiklarımz üzerinde geri Mi dönersiniz? Kim iki topu ğu üzerine geri dönerse Tanr ıya hiç bir şeyden zarar vermez. Tanrı şükür edenleri ödüllendirir." (Al-i İmran sûresi 144.âyet): 3. - N"Namuslu ve hür kad ınlara (zina isnadiyle) iftira atan, sonra dört tan ık getirmeyen kişilerin herbirine seksen de ğnek vurun. Hiç bir zaman onlar ın tamklıklarım kabul etmeyin. Onlar fâsiklann ta kendisidirler." (Nur sûresi 4. âyet): 114. "Nuh Peygamber demi şti ki: Ey Tanrım! Bu tammazlardan yeryüzünde hiç bir kimse bırakma; çünkü bunlar ın doğurdukları, do ğuracakları da birtakım utanmazlar, tammazInr olacaklard ır." (Nuh süresi 26-27.âyetler): 42, 45.
-o"O, doğunun da batının da Rabbidir. Ondan başka hiç bir Tanrı yoktur. O halde (işlerinde) (vekil) giivenerek ve dayanak olarak onu tut." (Müzemmil süresi 9. âyet): 123. "O kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi: Bu çürümü ş kemiklere kim can verecek dedi. De ki, onlar ı ilk kez yaratan diriltecek. O, her yaratmay ı hakkıyla bilendir." (Yasin sûreSi 78-79, âyet): 198. "O yemyeşil ağaçtan sizin için ate ş çıkarandır. İş te bakın ateşi ondan çakıp ahyorsunuz." (Yâsin sûresi 80. âyet): 198. "O'na hiç bir kimse denk olmaz." ( İhlas sûresi 4.âyet): 197. "Onlar (islama girmeyenler) ile, Tann= buluttan gölgeler içinde nıeleklerle birlikte kendilerine gelevermesine ve i şlerinin bitirilivermesine mi bakıyorlar? Oysa ki bütün bu işler Tannya döndürülür." (Bakara sûresi 210.âyet): 131. "Onlar kendilerine zulniettikleri akit sana
258
gelip de Tanrıdan yarlığama dileselerdi, onlara Peygamber de yarl ığama isteyiverseydi elbette Tanny ı, tevbeleri hakkıyla kabul edici, çok esrgeyici bnlaeaklardır." (Nisâ sûresi 64.âyet): 114. "Onların gönüllerine sevgi verip birle ştirendir. Sen yer yüzünde olan her şeyi toptan harcamış olsan yine onlarin gönüllerini birle ştiremezdin. Ama Tann onlar ın aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü o mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfal sûresk 63. âyet): 124. "Onu ilmiyle indirdi" Nisa süresi 166.âyet): 199. "Onun gibi hiç bir şey yoktur" (Sûrâ sûresi 11. âyet): 197. "Onun bilgisi olmaksızın hiç bir dişi gebe olamaz, doğuramaz" (Fatır sûresi 11.âyet): 199. "Onunla füsıklardan ba şkasını şaşırtmaz" (Bakara sûresi 26.âyet): 124. - Ö"öyle bir günden sakımn ki, hepiniz o gün Tannya döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazand ığı tastamam verilecektir. Onlara haksızlık edilmeyecektir." (Bakara süresi 281.âyet): 110.
- P"Peygamberlerden sözvermelerini ald ığımız vakti unutma. özellikle senden, Militan, İ brahimden, Mûsâdan ve Meryemin o ğlu İsüdan a ğır söz aldık." (Ahzab süresi 7.âyet): 103. - R"Rabbinin emri geldi ği, melekler de saf saf zaman:..." (Fecr sûresi 22.âyet): 131. - S"Sana sağlam inanç (yakin) gelinceye dek ibadet et" (Hicr sûresi 99.âyet): 104. "Sema yarıldığı zaman" ( İnfitar Sûresi 1.âyet): 149. "Sizi ve sizin amellerinizi Tanr ı yarattı" (Sâffât Sûresi 96.âyet): 212.
"Sizin için bütün temiz nimetler helal Hindi" (Mâide sûresi 5.ayet): 105. "Sizin tanmıazlarmız bütün bunlardaan daha mı yeğdir, yoksa kitaplarda sizin için beraet mi var ?" (Kamer sûresi 43.âyet): 45.
—Ş— " Şüphesiz ki Tanrı insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi kendilerine zulmederler" (Yunus sûresi 44. âyet): 110. "Kuşkusuz ki Tanrı kendisine eş tammanın günahını yarhğamaz. Ondan haşkasmı, dileyeceği kimse için yarlığar. Kim Tanrıya eş tanırsa muhakkak ki o, (do ğru yoldan) uzak bir sapıklıkla sapmıştır" (Nisa süresi 116.âyet): 115. "Kuşkusuz Tanrı, kendine eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için yarlığar" (Nisa süresi 48. âyet): 114. "Kuşkusuz Tanrı, zerre kadar haks ızlık etmez. Bir iyilik olursa onun savab ım kat kat artırır. Kendi yönünden pek büyük bir ödül verir." (Nisa süresi 40. âyet) 110. ,
—
Y
—
"Yeryüzünde hiç bir hayvan yoktur ki Tanr ı onlara rızık vermemiş olsun" (Hûd süresi 6. ayet): 211. "Yoksa Tannya, onun yaratt ığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki Tanrı her şeyi yaratand ır. O, birdir. Kainatın tek hakim ve sahibidir" (Ra'd Süresi 11. âyet): 111. "Yüzler vard ır taptazedir (güzeldir) Rablerini göreceklerdir" (K ıyamet süresi 22-23. ayetler): 200. —Z— "Zalimlere ate şi biz hazırladık" (Kehf süresi 29.ayet): 221. "Zina eden kadınla zina eden erkekten herbirine yüze değnek vurun" (Nur süresi 20. âyet): 120. "Çünki gerçek şudur ki kafirler topluluğundan başkası Allah'tan umudunu kesmez" (Yusuf süresi 87:ayet): 115.
259
KITAP ADLARI DUNI - EAg"ani: 10. al-Ahbar at-Tıval: 12, 13, 14, 22, 29. Akaid Risalesi: 210, 211. al-Akide va' ş- Şeria fil-islam: 142, 216. al-Akide en-Nizamiyye: 205. al-Alim va'l-Müteallim: 161. _ Arap-Devleti ve Sukutu: 14, 18, 32. Asnaf al-Mürcie: 113. Azab al-Kabr: 145, 148.
-Bal-Beyan ve'l-Tebyin: 127. Beyrut Vilâyeti: 67, 89, 92, 105, 217. al-Bidâye ve'n-Nihâye: 88. al-Burhan fi Usul al-Fıkh: 206. Büyük Selçuklu Imparatorlu ğu Tarihi: 89.
- cal-Câmi al-Kehir: (Süfyan es-Sevri): 183. al-Cami al-Kebir: 190. al-Cami al-Sagir (Siifyan as-Sevri): 189. al-Cami al-sagir: 190, 229. al-Cami al-Sahih (Buhâri): 2, 3. al-Cami al-Sahih (müslim): 2. Cevdet Tarihi: 228. Conferences str L' İslam Doctines Jtricliques Shi'ites: 216.
- DDarülfünün ilühiyat Fakültesi Mecmuas ı: 88, 89, 91, 118, 133, 142, 216, 218, 223. Duha'l-islam: 133, 155, 172, 175, 186. al-Duruz: 218. Dürzi mezhebi: 91, 120.
260
Ebu Hanife: 37, 158, 160, 164, 172, 215. Ehl-i Sünnet Kelamında Eş'Ari Mektebi: 194. al-Kübrâ: 181. Ansab al-Aşraf: 41. Avail al-Makalat fi'l-Mezâhib vai-Muhtârat: 109.
-Eal-Fark Beyn al-F ırak: 5, 7, 24, 29, 41-43, 49 -51, 58-59, 65, 66, 76-78, 118, 121, 127, 130, 132-133, 136-13., 139. al-Fasl fi'l-Milel va'l-Ahva va'n-nihal: 142. Ffitımiler ve Hasan Sabbah: 88, 89. Faydal at-Tefrika Beyn al-islam va'z-Zaydaka: 206. Fadâil al-Bâtımyya: 94, 98, 105. al-Fatvâ: 127. al-Fıkh alâ Me-zâhib al-Arbaa: 181, 182, 187. al-Kıkh al-Absat: 161. al-Fıkh al-Ekber: 166, 169. Fıkh-ı Ekber ve İ zaln: 166, 169. al-Fırak al-Müfteria: 112, 130, 133. al-Fırak al- İslamiye: 112, 142. Fırak aş- Şia: 66, 108. al-Fihrist: 82, 118 127, 133, 161, 17,2, 174, 175, 182. - GGayr-i Zâhir-i Rivaye: 174. Gazzali ve Bâtudlik: 80, 216, 218. Gazzall ve Şüphecilik: 134.
- Hal-Hadarat al-islâmiyye: 182. al-Hatb fi't-Tevhid v ıt'l-Adl: 113.
Historie de, la Philosophie Islamique: 196. Hiyel al-Lusûs: 127. Hukuk Tarihinde İ slam Hukuku: 154, 172. al-Iyn: 77.. —İ İ ntroduction a la Theologie Musulmane: 208. al- İ bane an Usül ad-Diyâne: 203. Ihtilaf Ebi Hanife ve İ bn Ebi Leyla: 172. İhya (Ukm al-Din): 206. al-İktisad fil-Ptikad: 133, 193. ilahiyat Fakültesi Dergisi: 107. İlcam al-Avam an tim al-Kelam: 193, 194. İlm-i Kelam: 58, 59, 133. hm at-Tevhid: 133. al- İmame ve's-Siyase: 13. İmam-ı Aza= 154, 1459, 161. Imtihan al-Ezkiya: 229. al-İntika fi Fadail al-Selaset al-Eimme alFukaha: 172. al- İntisar va'r-Red ara İbn. ar-Rayendi: 118, 122, 128. Islam Ansiklopedisi: 32, 67, 83, 155, 156, 161, 171, 175, 186, 187, 203, 209, 218. İ slam Dini: 154, 189, 190. İslam nicht/Ida Rey Taraftarlar ı : 156, 161. Islam Milletleri ve Devletleri Tarihi: 41, 83. Islam Tarihinde İlk Sahte Peygamberler: 6. İ slamda İ lk Fikri Hareketler ve Dini Mezhep- ler: 142. Islamın en eski tarihine giri ş : 11. İslam Dünyası dün ve Bugün: 227-228, 231. İstihsan al-Havd fî tim al-Kelam: 203. İthaf as-Sade: 212. İ tikadat Fırak al-Müslimin va'l-Mü şrikin: 77, 84, 109, 118, 123, 127, 130, 132, 133, 135-137, 139, 142. —K— Kaderiye ve MULtezile: 118, 133. al-Kafi: 174. al-Kamil fi'l-Edeb: 16, 36, 39, 41, 44-46, 49-51. al-Kamil: 14, 18, 22, 23, 90. al-Kaside al-Nûmâniye: 161. Kavaid Akaide al-i Muhammed: 76, 77. Kavaid al-Akaid (Thya'mn bir kitab ı): 206. Kavasım al-Bâtıniyye: 107.
İ lm-i Kelam: 133. Kerrâmiler: 146, 147, 149. Keşf esrar al-B'atı niyye ve Ahbar al-Ka ı amıta: 83, 204. Kısas-ı Enbiya: 32, 35. al-Kıstas al-Müstakim: 107. Kitab Ahkâm al-Kur'an: 215. Kitab al-Akide: 215. Kitab al-Asar: 172. Kitab al-Bakura al-Süleymâniyye fi Ke şf-i Esrar al-Diyâne al-Nusayriyye: 68, 72. Kitab al-Buyu': 172. Kitab al-Cedel: 209. Kitab al-Cevamr: 172. Kitab al-Cilve: 219. Kitab al-Fadail• 187. Kitab al-Feraid: 187. Kitab al-Feraid (Tabay»: 214. Kitab al-Feraid (Süfyan al-Seyri): 190. Kitab al-Feraiz: 172. 175. Kitab al-Feraiz (Hasan b Ziyad Kitab al-Gasb val-Istibra: 172. Kitab al-Harac: 172. 175. Kitab al-Harac (Hasan b.Ziyad Kitab al-Hayavan: 126. Kitab al-Hudud: 172. Kitab al- İhtilaf beyn al-Fukaha: 214. Kitab Ihtilaf al-Emsar: 172. Kitab al-İ lel ve Ma'rifet ar-Rical: 187. Kitab al- İntisar al-Tenbih: 133. Kitab al-ir şad: 206. 231. Kitab al-Luma' fi'r-Red ara Ehl azZeyğ va'l-Bida: 198, 201,- 203. Kitab me cera Beynehu ve Beyne Anar b. Ubeyd: 113. Kitab al-Makalat fi'l-Kelam: 209. Kitab al-Mecmu': 69, 70, 71. Kitab Me'haz al- Şerai: 209. Kitab al-Mesail: 187. Kitab al-Mesai' fi'I-Fıkh: 189. Kitab al-Muhtasar al-Kebir: 214. Kitab al-Mücerred: 175. Kitab Red al-Usul al-Hamse li-Muhammed al-Bahili: 209. Kitab al-Risale: 161. Kitab al-Salat: 172. Kitab al-Sayd ve'z-Zebilih: 172, Kitab al-Sıyam.
261
Kitab al-Sünen fil-Etki': 189. Kitab Şerh al-Cânü al-Kebir li-Muharn ıned: 214. Kitab şarh al-Câmi al-Sagir: 214. Kitab şerh Maâni'l-Asâr: 214. Kitab Şerh Müşkil Ahâdis Resul-Allah: 214. Kitab al-Şurut al-Kebir: 214. Kitab al- Şurut al-Sagfr: 214. Kitab al-Tefsir: 187. Kitab al-Tevhid: 209. Kitab Te'vil al-Kur'an: 209. Kitab al-Umm: 181. Kitab al-Vesâyâ (Hasan b.Ziyad 175. Kitab al-Vesâyâ: 214. Kitab al-Vesâyâ: 172. Kitab al-Risâle: 161. Kitab al-Zekât: 172. Kitab al-Zuhd: 187. Kitab fi'd-Dâvet: 113. Kitab fi't-Tevbe: 113. Kütüb Zâhir al-Rivâye: 175. -Lal-Lubab fi Tahzib al-Ansab: 143, 144. -MMaani'l-Kur'ân: 213. al-Makalat: 128. Makalat al-Islamiyyln: 5, 41, 77, 133. Malik: 177, 178, 180. Malik b.Enes: 177. Ma'rifet al-Mezâhib: 161. Mâtüridi: 209. Mebsut (Sarahsi): 174. Mecmuat al-Resâil: 217. al-Mehdiye fi'l-Islâm: 66. Menakıb al-Imam Ahmed b.Hanbel: 186, 187. Menakıb-ı Ebi Hanife: 163. Mesâil an Ali b. Ahmed b. Hanbel: 187. Meşârik al-Envâr: 51. Mevlanadan Sonra Mevlevilikt 228. Meydan Larousse: 228, 213. al-Mez'âhib al-Islâmiye: 77, 209, 213, 214. Mezhepler ve Tarikatlar: 231. al-Milel va'n-_Nihal: 5, 35, 47, 65-67, 81, 93. 118, 127, 130, 132, 133-136, 139, 142, 144, 191. Mizân al-Hak fi Ihtiyar al-Ahakk: 228.
262
Muhassal al-Kelam:46, 47, 49-51, 58, 59, 65-66. Muhtasar al-Nihaye: 205. al-Muntazam fi Tarih al-Mülük va'l-Umam: 90. Mushaf-ı Reş : 219. al-Muvattâ: 177. Muruc al-Zahab• 13, 15. al-Musnad (Ahmed b.Hanbal): 187. Musnad al-Imam Ebi Hanifa: 161-172. Müşkil al-Hadis: 204.
Nâimâ Tarihi: 228. al-Nakd al-Menhec-i ınd al-Cahiz: 127. Nihâyet al-Matlab fi Diyâret (yahut rivayet) al-Mezheb: 206. al-Niza va't-Tahâsum fima Beyne Beni Umeyye ve Beni Hâşim: 7. Nushat- ı Sicil al-1Mücteba: 216. R Rahat al-Akl: 92. ar-Red ale'l-Cehmiyye: 187. ar-Red ale'l-Kaderiyye: 161. ar-Red ale'l-Karâm ıta: 203. ar-Red alâ Malik b.Enes: 172. ar-Red alâ Siyer al-Evzai: 172. Redd Evâil al-Edille li'l-Ka'bi: 209. Redd Kitab al-Imâme: 209. ar-Red ala'n-Nusayri: 216, 217. Redd Tezib al-Cedel li'l-Ka'bi: 209. Risale (Süfyan al,Sevri): 190. ar-Risalet dâmiga li'l-Fâsık: 216, 217. Risale Ketebe Bihâ ilâ Ehl al-Sagr al-Ebvan: 203. Risalet al-/rtıam: 203. Risalet al-Tevhid: 133. -Sas-Sebil ilâ Ma'rifet al-Ilakk: 113. as-Sebil ilâ Ma'rifet al-Hakk: 113. as-Siyer al-Kebir: 174. as-Siyer al-Sagir: 174. Streitschrift des Gazali Gegen der Bat ıııija Sekte: 94, 105. Subh al-A'şâ: 84. Sultan Melik şah Devrinde Büyük Selçuklu Imparatorlu ğu: 84, 88.
eş- Şafil: 181, 185, 191. eş - Şamil fi Usul al-Diıı : 206. Şerh al-Fıkh al-Ekber: 170. Şerh al-Mevâk ıf: 91, 109-111, 118, 130, 132, 133, 142. Şerh-i Buhâri: 11. Şüzurat al-Zeheb: 82. 83, 113, 176, 181, 182, 188, 189.
Tabakat Ehl abilm va'l-Cehl: 113. at-Tabakat al-Kübrâ: 176. at-Tabsir fi'd-Din: 2, 5, 76, 82, 83, 110, 119, 121, 130, 132, 133, 136, 137, 139, 142. Tac al-Arus: 156. Tarih al-Edeb: 84. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye: 77, 83, 90, 94, 196, 208. Tarih al-Felsefe fi'l- İ slam: 127. Tarih al-Fırak al- İ slamiyye: 133. Tarih-i Cihangü şay-i Ciheynl: 90. Tarih-i Ebi'l-Fida: 90. Tarih-i ibn-i Haldun: 90. Tarih-i İslâmiyet: 54, 76. Tarih-i Vahhabiyan: 228. Tarikat-ı Muhammediye: 227. Tavhid al-Akâid: 133. Telbisü Iblis: 82.
at-Temhid Ur-Red ala'l-Mülhide al-Muatt ıla va'r-Râfiz va'l-Havâric 205. at-Tenbih ve'r-Red alâ Ehl al-Ehva ve'l-Bida: 108, 142. Te'vil Muhtelef al-Hadis: 126 127. Te'%il a ş- Ş aria: 98. Türkiye Tarihi: 89. —U— Usul al-Fıkh: 161. Usul al-Ismâiliyye: 83. — —
Vsd al-Gâbe: 14.
Vasiye: 161. Vasiyet- Name: 227. Vefayat al-Ayân ve Enbâ Ebnâ az-Zaman: 79, 113, 116, 127.
Yeni İlm-i Kelam: 36-37, 192, 214, 215. el-Yezidiyye: 222.
az-Ziyâdat: 174. Ziyadet ez-Ziyâdât: 174. Zuhr al-Islam: 133.
263