OSMANLILAR ve BATI TEKNOLOJİSİ YENİ ARAŞTIRMALAR YENİ GÖRÜŞLER '
Ekmeleddin
/
İHSANOĞLU
ISBN: 975-404-270-5
İÇİN...
305 downloads
1183 Views
7MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
OSMANLILAR ve BATI TEKNOLOJİSİ YENİ ARAŞTIRMALAR YENİ GÖRÜŞLER '
Ekmeleddin
/
İHSANOĞLU
ISBN: 975-404-270-5
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ RHOADS
5 MURPHEY
Osmanlıların Batı Teknolojisini Benimsemedeki Tutumları : Efrenci Teknisyenlerin Sivil ve Askerî Uygulamalardaki Rolü HALİL
7-20
SAHİLLİOĞLU
Mihaniki Darp Usulünün Kabulü
21-36
EDWARD C. CLARK
Osmanlı Sanayi Devrimi WOLFGANG
37-52
MÜLLER-WIENER
15-19. Yüzyılları Arasında istanbul'da İmalathane ve Fabrikalar
53-120
EKMELEDDİN ÎH3ANOĞLTJ
Osmanlıların Batı'da Gelişen Bazı Teknolojik Yeniliklerden Etkilenmeleri
121-139
İNDEKS
141-147
Ö N S Ö Z
Osmanlı tarihi bugüne kadar birçok yönüyle incelenmiş olmakla birlikte, Osmanlı bilim, teknoloji ve sanayi tarihi yeteri kadar ele alınmamıştır. Bu meyanda, özellikle Batı bilim ve teknolojisi ile olan ilişkiler, bu tarihin en önemli safhalarından olduğu gibi bugün Türkiye Cumhuriyetinin modernleşme ve Batı bilim ve teknolojisini aktarma teşebbüslerinin alt yapısını oluşturur. Osmanlıların Batı bilim ve teknolojisi karşısındaki tavır ve tutumlarını, onların Batı'ya karşı olan genel tavırlarından ayırmak mümkün değildir. Bu sebeple, Osmanlıların bilim ve teknoloji sahasında Batı ile olan münasebetlerini, Osmanlı'nın genel olarak Batı karşısındaki tutumunu göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. Elinizdeki bu kitap, Osmanlı teknoloji ve sanayi konusunda son yıllarda yapılan çalışmaları Türk okuruna tanıtma gayesiyle hazırlanmış olup, bu konu ile ilgili daha önce Türkçe kitaplarda yayınlanmamış bazı makalelerin tercümelerini içine almaktadır. Bu makaleler, Osmanlıların Batı bilim ve teknolojisi karşısındaki tavır ve tutumlarını yeni bir bakış açısı altında ele almakta ve konuya yeni yaklaşımlar getirmektedir. Osmanlı tarihinin değişik bir veçhesini sunmayı hedefleyen bu kitap içinde makalelerinin tercüme edilerek basılması hususunda müsaadelerini esirgemeyen Dr. Rhoads Murphey, Prof. Dr. Wolfgang Müller-Wiener ve Dr. Edmard Clark'a, ayrıca makalesini yayınlanma müsaadesini lütfenden Prof. Dr. Halil Sahillioğlu na teşekkürlerimi sunarım. Bu vesile ile bize makalesinin yayın müsaadesine veren mektubunu imzaladıktan bir gün sonra aramızdan ayrılan büyük bilim adamı ve Türk dostu Prof. Dr. Wolfgang Müller-Wiener'in kaybından duyulan teessürü ifade etmek ve kendisini saygı ile anmak istiyorum. Ona aid fotoğrafların
kopyalarını bu kitapta yayınlamak üzere veren Alman Arkeoloji Enstitüsüne de ayrıca müteşşekkirim. Makalenin tercümesinde büyük desteklerini gördüğüm Salih Şaban ve Peyami Erman'ı rahmetle anarken, yardımlarını esirgemeyen değerli mesai arkadaşlarım Dilek Orbay ve Mihin Lugal'a teşekkürü bir borç bilirim. Eserin baskıya hazırlanmasında, her zaman olduğu gibi değerli katkıları bulunan İslâm Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCIA) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi Bölümü mensuplarına, özellikle genç meslekdaşım Mustafa Kaçar'a ve nihayet, bütün zorluklara rağmen kitabın kısa sürede basılmasını gerçekleştiren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Matbaası mensuplarına şükranlarımı sunarım. Ekmeleddin İhsanoğlu
OSMANLILARIN BATI TEKNOLOJİSİNİ BENİMSEMEDEKİ TUTUMLARI : EFRENCİ TEKNİSYENLERİN SİVİL VE ASKERİ UYGULAMALARDAKİ ROLÜ Rhoads Murphey Diğer İslam toplumları gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun da, İslam dininin yapısından dolayı, yeni fikirlere ve tekniklere kapalı olduğu zannedilir. Halbuki, Osmanlı İmparatorluğumun devlet ve cemiyet yapısının padişaha, ulemanın işbirliği olsun olmasın, devletin ve halkın yararına olacağına inandığı her türlü tasarrufta mutlak yetki veren özelliği, Osmanlıları diğer İslam toplumlarından ayırmaktaydı1. Böylece müslüman toplumuna faydalı ilim ve bilgilerin destekleyicisi rolünü üstlenen padişah, yeni fikirlerin araştırılması ve denenmesi için desteğini ve himayesini sağlamakta tam bir serbesti sahibiydi2. Osmanlı tarihinin erken dönemlerinden itibaren, * İkinci Uluslararası Türk İktisadî ve -Sosyal Tarihi Konıgresi'nde (Strasbourg 1980) sunulan tebliğ. «The Ottoman Attitude Towards fthe Adoption of Western Technology: The Bole of the Efrenci Technicians İn Civil and Military Applications», Contrîbutions a Vhistoire economıque et söciale de VEmpire Ottoman (collection Turcica III, Louvan, Belgique, 1983. . 1 Meselâ, ondokuzuncu asırda padişah tarafından istenen çok önemli askerî reformlar, bazı ulema tarafından kanuna aykırı yenilikler (ıbid'at) olarak tabir edümişlerse de, diğer dinî liderler tarafından imparatorluğun yaşaması için gerekli olduğu düşüncesiyle, desteklenmişlerdir. Bkz. Uriel Heyd «The ottoman Ulema and Westernization in the time of Selim III and Mahmud n» Seripta Hierosolymitana, 9, 1961, s. 63-96 ve özellikle s. 74-77'deki tekabül veya mukabele bi'l-misl prensibine dayanarak, düşmanla kendi silahlarını kullanarak harbetme imıkânı veren bir teorinin formüle edilmesini anlattığı 'bölüm. 2 Rıfkı Melûl Meriç'in sanat ve zanaat sahasında himaye-i. şahanenin önemi ile iligili çalışmaları çok aydınlatıcıdır. Meriç, çeşitli devirlerde padişahtan teşvik gören veya görmeyen sanatkârların .üretimini ve. (hünerlerini karşılaştırmaktadır. Sanat dalında, duraklama padişaıhın ilgi göstermediği ve sanatları himaye etmediği devirlere rastlar, özellikle bkz. R.M. Meriç «Bayram-
Batı teknolojisi ve tekniklerinin bir müessese çerçevesinde tanıtılması, sarayda «Taife-i Efrenciyan» olarak bilinen grubun çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Padişahın emrindeki bu ücretli hizmetliler gurubunun üyeleri, Batı ile temas kurup, en son ilmî gelişmeleri Osmanlıların menfaatleri doğrultusunda sivil ve askerî projelerde uygularlardı. 15. ve 16. asırlardaki teknik yeniliklere osmanlı mucitlerinin ve mühtedi efrencilerin öncülük yaptıkları söylenemezse de, bu dönemin büyük bir bölümünde Osmanlı imparatorluğu ile Batı arasında bilgi akışı ve karşılıklı fikir teatisinin kesintisiz olarak sürmüş olduğu görülmektedir. 17. asırda Osmanlı endüstrisinin gelişmesinin ve Osmanlıların Batı'daki teknik gelişmeleri geçmişte olduğu kadar yakından takip edememelerini ise kısmen, iki sebebe bağlamak mümkündür: 1. Avrupa devletlerinde merkezî idarenin hakimiyetini sağlamlaştırmak üzere bilgi akışının kısıtlanmasının Osmanlı İmparatorluğumda merkezî idarenin çökmesiyle aynı zamana rastlaması3. 2. Osmanlı endüstrisi için gerekli olan temel madde girdilerinin tabiat şartları ve Avrupa'da uygulanmaya başlayan merkantilist polarda Padişahlara Hediye edilen Sanat Eserleri ve Karşılıkları» Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, I, 1963, s. 764-786. Pek tabiî, padişahın himayesinin- "ekonomik etkileri, sarayın özel fabrikalarından başka, bir grup saray mensubuna yüksek kaliteli eşya yapan dışarıdaki sanatkârlara da yansıdı. Mesela, himaye-i şahanenin tekstil endüstrisinin gelişmesinde etkisi olmuştur: onbeşinci asrın sonlarına doğru Yeniçerilere kışlık palto kumaşı dokumak üzere Selanik'te kurulan fabrika (plant) bunun örneğidir. Bu fabrika daha sonraları daha geniş ıbir pazar için büyük çapta arttırılan üretimin nüvesi olmuştur. Bkz. H. Sahilliogiu «Yeniçeri çuhası ve II. Bayezidin .Son Yıllarında Yeniçeri Çuha Muhasebesi» Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 2-3, 1973-74, s. 415-466. 3 «Güneş Kral» XIV. Lemis (1643-1715) yönetimindeki Fransız krallığı ile Osmanlı vüayetlerinde Yeğen Osman Paşa gibi dinamik, kendi başlarına hareket eden askeri liderleri zaptetmekte güçlük çeken «Avcı» Sultan IV. Mehmed (1648-1687) ve halefi n . Süleyman (1687-1691 )'ın durumunu karşılaştırın. Merkez! idarenin dağılması hakkında bkz. H. İnalcık, « Central ization and Decentralization in Ottoman Administration» (T. Naff ve R. Owen, eds.) Studies in Eighteenth Century Islamic History, Southern Illinois University Press, Catfbondale, 1977, s. 27-52. Vilayetlerde Yeğen Osman Paşa gibi kuvvetli şahısların ortaya çıkması ile İlgili bilgi için bkz. H. İnalcık «Müitary and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire», Archivum ottomanicum 6, 1980, s. 283-337.
litikalar neticesinde azalması, 1680'lerden itibaren gelişmeyi yavaşlatmış hatta engellemiştir. Bu iki faktörün üzerinde durmaktaki amacımız, 18. asırda Osmanlı ilmî, askerî ve endüstriyel gücünde bir gerileme olduğuna işaret eden Ortadoğu uzmanlarının görüşlerini çürütmek değil, bu durumun sebeplerini kültürel faktörlerden ziyade ekonomik faktörlerle açıklamaktır. Charles Issawi yayınlarının çoğunda4 Orta Doğuda 1100-1800 yılları arasında görülen ekonomik duraklamaya ve geri kalmışlığa sebep olan en büyük faktörün, İslâm ülkelerindeki yaratıcılık eksikliği ve teknolojik ilerlemeleri benimsemedeki yavaşlık olduğuna bağlamaktır. Bu devirdeki ekonomik gerileme hakkında vardığı genel sonuç şüphe götürmemekle beraber, bu makalede Osmanlılarda belirli teknik alanlarda hakiki bir alaka ve yaratıcılığın varlığını gösteren bazı deliller sunmak istiyorum. Osmanlı cemiyeti genellikle kapalı bir cemiyet olarak gösterilir. Batı ile ilgilenmenin, yalnızca portrelere müstesna bir ilgi gösteren II. Mehmed (1451-1481) gibi belirli Padişahlar veya Lâle Devri (1718-1730) olarak bilinen ve Batı zevklerinin toplumun büyük bir kısmında Türk musikisini, mimarisini ve diğer kültür alanlarını etkilediği kısa dönemlerle sınırlı olduğu ileri sürülür. Aslında bu devirlerdeki Batı kültürüne yaklaşma eğilimleri birer sapma olmayıp, Osmanlı toplumunun esas ve devamlı bir özelliğinin herzamankinden daha fazla hissedildiği durumlardır. Zira 15. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlılar, Balkan memleket4 C. Issawi (ed.), The Economic History of the Middle East, 1800~191Jh U. Of Chicago Press, Chicago, 1966. s. 3-7'deki editörün giriş yazısı ve C. Issawi, «The decline of Middle Eastern Trade 1100-1850», islam and the Trade of Asia, (ed. D. S. Richard), Oxford 1970, s. 245-266. Braudel, (Civilisation Materielle, economie et capitalisme XV-XVIIIem siecles, Paris 1879, c. 3 s. 415) Osmanlı Tarihi araştırmacıların imparatorluğun çöküşü ve batışı hakkında genellemelere kaçmak eğiliminde olduklarını belirtmektedir. Bu bir bakıma doğrudur. Onaltmcı ve ondokuzuncu asırlar daha fazla incelendikleri için, bu devirleri canlı ve ümit verici, 1600-1800 arasındaki devir hakkında daha az çalışma yaıpldığı ve daha az tanındığı için bu devirleri ise, ilk bakışta, önüne geçilmez bir çöküşün olduğu devirler olarak nitelendirmek eğilimi vardır. Osmanlı tarihinin orta çağları detaylı olarak incelendikçe, geçmişteki geleceğin kıyamet habercilerinin iddiaları zayıflayacaktır.
lerinin hudutlarında yaşayan toplumlar vasıtasıyla Macar ve Orta Avrupa kültür ve medeniyeti ile direkt temasa geçmiştir. Bu durum Rumeli ve Anadolu'nun birleşmesinden sonra da devam etmiş İmparatorluğun coğrafî konumu dolayısıyla tabii olarak oluşan temaslar Osmanlı toplumunun fikir ve kültür bakımından zenginleşmesini sağlamıştır. Bu tabii eğilimler, Osmanlıların yerli etnik nüfusla ilgili politikası ile de fiilen desteklenmiştir. Onbeşinci yüzyılın sonu ile onaltıncı yüzyılın başlarında İspanya ve İtalya'dan sürgün edilen Yahudiler ve Marranolar Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul edilmişler ve bu kişilerin Avrupa teknikleri konusundaki bilgi ve tecrübelerinden faydalanılmıştır5. Yüzyıl ilerledikçe, Osmanlılar Avrupa'daki dinî baskıdan kaçan diğer gruplara, mesela Macaristan'dan gelen Kalvinistlere sığınma hakkı tanımaya devam etmişlerdir. Osmanlı toplumunun dinî azınlıklara hoşgörü ile davranması ve onları koruması Batı'nm teknik bilgisinin kolayca taşınmasına ve engel görmeden kabul edilip uygulanmasına sebep olmuştur6. Yabancı teknik elemanlarla kendi zımmî tebasını hizmetlerine alan padişahlar, tutucu ulemanın itirazlarını çoğu zaman tesirsiz bırakıyorlardı. Aşağıda, Osmanlılar tarafmdan teknik yeniliklerin benimsendiği üç ayrı endüstri ve imalat sahalarını incelemek ve 17. asrın son 20 senesinde bu üç alanda aşağı yukarı aynı zamana rastlayan gerilemenin ortak değişkenlerini araştırmak istiyorum. Osmanlıların, geleneksel İslamiyet'in yasaklarından kaynaklanan bir toplum psikolojisiyle yeniliklere karşı koymuş olduklarına 5 Bir örnek olarak, II. Mehmed'in Rum toplumuna yaklaşımı verilebilir. Bkz. H. İnalcık «The Policy of Mehmed II Towards the Greek Population of istanbul and the Byzantine Buildings of the City», Dunbarton Oaks Papers, 23-24, 1969-70, s. 229-249. Osmanlıların ticarî politikaları ve kentsel gelişme ve eikonomik kalkınmada azınlıkların rolü için bkz. H. İnalcıık, «The Ottoman Economic Mind and Aspects of the Ottoman Economy», M.A. Cook (ed.), Studies in the Economic History of the Middle E ast, London 1970, s. 207-218. 6 Yahu diler'in İspanya'dan (kovulmasının olumsuz iktisadî etkisi için bkz. Immanuel Wallerstein, The Modem-World system, New York, 1974, s. 194-195. Yahudilerin İmparatorluğuna ilk matbaanın girmesindeki 'katkıları ve padişahların özel hekimleri olarak rolleri için bkz. Abraham Galante, Türkler ve Yahudiler, İstanbul 1947, s. 98-102 ve Uriel Heyd, «Moses Hamon, Chief Jewish Fhysician to Sultan Süleyman the Magnificent», Oriens, 16, 1963, s. 152-170.
dair sık sık ileri sürülen görüşlerin aksine7, Osmanlı endüstrisinin gerilemesinde en önemli faktörlerin ekonomik faktörler olduğuna inanıyorum. Aşağıda belirteceğimiz üç sahadaki gelişmeyi sürekli destekleyen müşterek faktör malzeme ve insan gücü tedariki olmuştur : I. Askeri alandaki yenilikler, II. Madencilik, III. Saat yapımı ve diğer işlerde mekanik hareketlerin uygulanması. Endüstri için gerekli olan malzemenin ikmali iki ana kısıtlamadan etkilenmiştir : İnsanlar tarafından sunî olarak uygulanan ambargo, merkantirist ekonomi ve ticaret politikaları ve diğer kısıtlamalar ve jeolojik çevre ve diğer tabii sebeplerden ortaya çıkan kısıtlamalardır. Osmanlılar bu iki kısıtlamanın ekonomilerine aynı zamanda tesir etmesiyle başa çıkamadılar. İnsan gücü eksikliğinin tesirleri kısa vadeliydi ve Osmanlıların yayılmasının sonu olan 1606'dan sonra dahi pek çok alternatif kaynaklar mevcuttu. Onun için biz dikkatimizi, Osmanlı teknolojik ve endüstriyel gelişmesini tayin eden bir faktör olarak, hammadde eksikliklerinin ekonomik tesirleri üzerinde toplayacağız. I. Askeri alandaki yenilikler Bu sahadaki incelememizde belirlenecek en kritik nokta, Osmanlıların Batıdaki değişikliklere ayak uydurmakta güçlük çekmeye ne zaman başladıklarıdır. Avrupa'da askerî ilimler sahasındaki teknolojik devrim 1550-1650 arasındaki yüz yıllık devirde olmuştur ve Osmanlılar bu devrimin ilk sarsıntısını muvaffakiyetle atlatmışlardır. Gerek «wagenburg» veya «tabur» askeri düzenini benimsedikleri geçmiş yüzyıllarda, gerek ağır topları çok avantajlı şekilde kullanıp geliştirdikleri 15. ve 16. asırlarda olduğu gibi, 1550 ve 1650 yılları arasında da tüfekle teçhiz edilmiş piyade birliklerini Avrupa'da olduğu gibi başarı ile kullanmışlardır. Gerçekten de Marsigli8 dahil birçok çağdaş Avrupalı gözlemci tarafından kaydedildiği gibi, 17. 7 Bu çok tekrarlanan müşahadeler, Osmanlı İmparatorluğu topraklarını kendi ıhristiyan bağnazlıklarından doğan çarpıklıklardan ıstırap çeken ilk Avrupalı seyyahların raporlarında yer alır. 8 V.J. Parry, «Barud», Encyclopedia of islam, New Edition, c. 1, s. 1064.
asırda Osmanlılar yeni silahlar, mermi gibi mühimmatı kullanmayı çabuk öğrenmişler ve inceliklerini benimseyerek bunları geliştirmişlerdir. 1680 Avusturya harplerinde Türk askerleri tarafından kullanılan tüfeklerin, Avusturya ordusundaki tüfeklerle aynı kalitede hatta bazı yönlerden, mesela atış menzilindeki tesiri bakımından daha üstün oldukları görülmüştür9. Osmanlı deniz ve askerî gücünün azalmaya başladığı tarihin tespitinde Tietze10,nin verdiği tarihler, en kabul edilebilir tarihlerdir. 1645 ve 1669 tarihleri arasında Venedik'le Girit adası sebebiyle yapılan uzun harpte Osmanlı kuvvetleri eşit savaşmış ve neticede berabere kalmışlardı11. Viyana'nın 1683'deki ikinci kuşatmasında, Türk kara kuvvetlerinin şansının döndüğü daha da aşikârdı. Bu gerilemenin, Avrupa'daki teknoloji devriminin başlamasından sonra, yüzyıl gecikmeyle ortaya çıkmasının sebeplerini, Türklerin uyguladıkları taktiklerin zayıflığında veya yeniliklere karşı psikolojik engellerde değil, imparatluğu tesiri altına alan malzeme tedarikindeki değişiklikte aramak gerekir. Vermor Parry'nin, Osmanlıların temel mühimmat ve harp malzemesi bakımından kendilerine yeterli oldukları fikri genel olarak 9 Peter Jaekel, «Die Ausrüstung und Bewaffnung der Türkischen Heere», H. Glasner (ed.), Kurfürst Max Emmanuel : Bayern und Europa um 1700, München 1976, c. 1, s. 373-356. 10 A. Tietze and H. ve R. Kahana, The Lingua Franca in the Levant : Turkish nautical terms of Italkın and Greek Origin, U. of Illinois Press, Urbana 1958, s. 29-30. 1683'ün Osmanlı Ordusunun şansının döndüğü yıl olarak belirlenmesi Braudel tarafından da desteklenmektedir (a.g.e. s. 3, s. 405). 11 Osmanlı deniz gücünün çökmesi meselesi konusunda, Cario Cipolla'nın Osmanlılar'ın modası geçmiş teknikler üzerinde yoğ-unlaşan iddialarına (Guns, Sails and Empires, New York 1965, s. 101-102) rağmen, kanımca bu mesele yine malzeme problemine dayanmaktadır. Mevcut kereste stokunun gittikçe azalması, Osmanlıları kıt bir .kaynağın uygun şekilde tahsisi için, deniz kuvvetlerinin istekleri ile askerî ve sivil inşaatlardaki kullanımlar arasında zor seçimler yapmaya mecbur bırakmıştır. Neticede, açık denize çıkmaya elverişli filo geliştirmek yerine kadırgalardan oluşan filolarının bakımının sağlanmasına karar verilmiştir. Kıyüarı savunma amacına uygun olan bu karar bir Akdeniz deniz gücü olan Osmanlılar'ın çöküşünü getirdi. (Bu gelişmede malzeme yetersizliği en önemli rolü oynadı. Batı'da harp gemilerine ait tekniklerde görülen ilerlemeleri benimsemedeki başarısızlık konu dışı veya olsa olsa tesadüfi bir faktördü.
doğrudur1" fakat 1520 ve 1807 seneleri arasında malzeme tedarikinde mühim bir değişiklik olmadığı şeklindeki iddiası pek kolay kabul edilemez1:i. Bizzat Parry tarafından verilen, Osmanlıların mühimmat ve en iyi kalite kalay ile barut temininde Avrupa'ya bağımlı olduklarına dair deliller1' yanında, bir de Türk kaynaklarından aldığımız delillere bakalım. Naima, 1630 (H. 1040)'daki Bağdat kuşatmasında kötü kalite baruttan dolayı, topların falya deliklerinde açılan yumruk kadar yarıklardan bahseder15. Hüseyin Hezarfen 1660 (H.1070) yılında Girit harbi sırasında donanmaya yollanan malzemenin arasında bulunan ve Mısır barutun çok harafsız (terbiyesiz) olduğunu ve mermileri uzağa atmak şöyle dursun ağır topları mahvettiğini anlatır1". Osmanlılar barut temininde kendi kaynakları yanında, İngiltere ve Hollanda ile alış-veriş yollarının açık olmasına da bağımlıydılar. Daha önceleri Papa'nm ve Avusturya İmparatoru'nun Türkiye ile yapılan harp malzemeleri alış-verişinin kısıtlanması hakkındaki isteklerine aldırmayan bu memleketlerin açık pazar politikaları, 17. asrın sonunda dinî inançlardan dolayı değil, millî ekonomik politikasından dolayı daha az serbest hale gelmiştir. Avrupa'da merkantilist politikanın dönüm noktası olarak şu iki tarihten birini alabiliriz; 1664'de Fransız Doğu Hindistan Şirketinin (French East India Company) kuruluşu veya 1688'deki ingiltere'deki anayasa devrimi. Bunlar, 1669'da Osmanlı deniz kuvvetlerinin ve 1683'de kara 12 V.J. Parry «Materials of War in the Ottoman Empire» M.A. Cook (ed.) Studies in the Econonüc History of the Middle East, London 1970 219-229. 13 V.J. Parry «La Maniere de Combabtre» V.J. Parry ve M.E. Yapp (eds.) War, Technology and Hociety in the Middle East, London 1975, s. 253-254. 14 V.J. Parry «Barud» Encylopedia of islam, New Edition, c. 1, s. 1053. Osmanlılar'ın top ve cephane konusunda Batı teknolojisine - bilhassa ıngilizgittikçe bağımlı olduklarını gösteren onsekizinci yüzyıla ait bir belge H. İnalcık tarafından V.J. Parry ve M.E. Yapp'm editörlüğünü yaptıkları War, Tcchnology and Society in the Middle East (London 1975) isimli kitapta bulunan «The Socio-Political Effects of the Diffusion of Fire arms in the Middle East» adlı makalesine ek olarak (Appendix IV, s. 215-16) yayınlanmıştır. 15 Mustafa Naima, Tarih, İstanbul 1865 (H. 1282), c. 3, s. 52: «Barutun alçaklığından top falyaları oümle açüıp yumruk sığar mertebesi vasi olmuş idi.» 16 Hezarfen Hüseyin, Telhis al-Beyav, (Barkan'ın «1070-71/1660-61 tarihli Osmanlı Bütçesi ve bir Mukayese», İktisat Fakültesi Mecmuası, 17, 1955-56, s. 342'deki makalesinden iktibas): «ve barutun ekserisi Mısır'dan gelir, lâkin terbiyesiz olmakla dane'yi çok sürmez ve top fa1 yasın sakat eder».
kuvvetlerinin çökmeye başlama tarihlerine yakın tarihlerdir. Böylece, Osmanİılarm harp kabiliyetinin azalması, geri teknolojinin ya da zayıf taktiklerin değil, malzeme teminindeki sıkıntının sebep olduğu tezi kuvvetleniyor. Bu tezin açıklanması için araştırılması gereken konu 1660 ve 1700 yılları arasındaki Levant ticaretinde meydana gelen değişikliklerdir, ki bu da bu makalenin sahası dışında kalır. II. Madencilik Osmanlılar maden teknolojisinin, Agricola'nın De Re Metallica'da (1557) anlattığı gelişme durumundan haberdardır. 1580 yıllarına doğru Trakya'da Sidrekapısı'ndaki (Siderokastron) belli başlı Osmanlı madenlerinden birini gezen seyyah ve coğrafyacı Mehmed Aşık'm ayrıntılı bir tarifinden, Osmanlılar'ın Batılılarla aynı tek-, nikleri uyguladıklarını anlıyoruz. Aşık Çelebinin tarifine göre17, Sidrekapısı'ndaki maden kuyusu ancak 115-155 metre (150-200 zira) derinliğe inmekteydi. Bu Orta Avrupa'daki maden ocaklarının ortalama derinliğinin yarısı kadardı18. Bununla beraber, çarkla dönen kovalarla ve ilave el pompalarıyla su boşaltma metodları, drenaj için toprak sathında yeraltı sularına paralel olarak açılan hava deliklerine bağlı mekanik olarak çalışan çarklar ile havalandırma sistemi, hepsi Agricola tarafından detaylı olarak tarif edilen metodlara çok benzemekteydi. Maden cevherinin eritilmesine gelince, Aşık Çelebi, genellikle galen ve diğer kurşun sülfür çeşitlerinin tasfiyesi için, maden ocaklarında kullanılan fırınların körüklerini çalıştıran su çarklarının -ziraatte kullanılan eski İran su çarklarından ayırdetmek için- frenk çarkı olduklarını özellikle belirtmiştir. Sırbistan'daki Osmanlı gümüş madenleri baştan beri Saxon maden kanunlarına uygun olarak işletilmekle ve buna uygun hukukî ve teknik terminoloji kullanılmakla kalmamış, madenler çoğu zaman, Devlet tarafından istihdam edilen ve madenlerin kârından bir hisse alan Sakson madencilik uzman17 Aşık Çelebi, Menazvr al-Avalim, Topkapı Sarayı Kütüphanesi III. Ahmed Yazmaları Nr. 1578, varak 357a-358b. 18 Agricola (C.N. Bromehead «Mining and Quarying to the Seventeenth Century» C. Singer (ed.) A History of Technology Oxford, c. 2 s. 15'den iktibas) ortalama derinliği 200 adım veya 1200 fit olarak vermektedir.
larının nezareti altında işletilmişlerdir. Bu tedbir, maden işçilerinin üretimi yüksek tutmalarını teşvik mahiyetindeydi; gerçekten de, 1640lara kadar Osmanlı Rumelisindeki gümüş madenlerinde çıkartılan maden miktarı sabit kalmıştır19. Bu tarihten sonra Sidrekapısı gibi daha önceleri önem taşıyan madenlerin vergi kıymetlerinin azalması, üretimde bir düşüş olduğuna işaret eder. Bu düşüş ise, daha ziyade erişilebilen maden damarlarının tükenmesi gibi tabii sebeplere dayanır20. Böylece, hayatî önem taşıyan cephane için lüzumlu kurşunun temininde 1680'lerdeki Osmanlı askerî krizi esnasında gittikçe artan sıkıntıyı açıklamak mümkündür. Bu tabii kıtlığa bir de suni olarak tatbik edilen ambargoları ve merkantilist politikaları ilave edersek, toplam tesirin önemi artar. Ticaretin tesirini saymazsak, yalnız malzeme kaynaklarının azalmasına bakarak bile, Osmanlıların mühimmat konusunda kendi kendine yeterliliğinin ondokuzuncu asrın başlarına kadar değişmediğini öne süren tabloyu bir dereceye kadar yeniden çizmeliyiz. III. Saat ya/pımı ve diğer işlerde mekanik hareketlerin uygulanması Osmanlılardaki yaratma gücü eksikliğinin ekonomik gerilemenin en büyük sebeplerinden biri olduğu tezine dönecek olursak, mekanik hareketler ve saat yapımı bakımından çok ilgi çekici bir durum ortaya çıkar. Müslümanlar eski Yunanlı mühendislerin unutu19 1530 civarında Orta Avrupa'daki maden -ocaklarında senede toplam 3.000.000 ons ile gümüş üretiminin en üst noktası için bkz. J. Nef «Silver Production in Central Europe» Journal of Political Economy, 49, 1941, s. 575-591. 1640'a kadar Osmanlı maden ocaklarında, Avrupa maden ocaklarının toplam hacminin yaklaşık yarısı kadar olan yüksek üretimin devamı hakkında bkz. R. Murphey, «Silver Productlon in Rumelia According to an Official Report circa 1600» Südost-Forschungen, 39 (1980), s. 75-104 ve bilhassa s. 78-80. 20 Kolay ulaşılabilen damarların tükenmesindeki tabii sebepler bir yana daha derin madenler kazılmasında daha yüıksek üretim maliyeti ile karşı karşıya kalınması, işin sürdürülmesinin yararlı olup olmayacağını belirleyen bir faktördıü. Kullanılabilen elde mevcut teknoloji Avrupa'daki ve Türkiye'deki üreticiye sınırlamalar getiriyordu. Türkiye'de olduğu gibi Avrupa'da da, onsekizinci asrın ikinci yarısında buhar makin asının geliştirilmesine kadar kullanılan teknoloji, üreticiye kısıtlamalar getiriyordu. Bu sürecin İngiltere ve Fransa'da bile yavaş şekilde ilerlediği hk. Bkz. F. Braudel, a.g.e., c. 1, Paris 1979, s. 381.
lan başarılarını Ortaçağ Avrupa'sına yeniden tanıtmalarına ve saat tayininde öncü olmalarına rağmen, 1300'lerde mekanik saatlerin imalatının başlamasıyla, Avrupalılar bu endüstride öne geçmeye başlamışlardı21. Bu, Osmanlıların icatlara ilgi duymadıkları anlamına gelmez. Mühendis, zanaatkâr ve yapı mütehassıslarının Osmanlı İmparatorluğu ile Rönesans İtalya'sı arasında devamlı gidiş-gelişlerini inceleyen Franz Babinger ve diğerleri, muhacir ya da müşavir konumundaki bu kalifiye zanaatkârlar sayesinde Osmanlıların, devrin en yeni gelişmelerinin çoğunu izleyebildiklerini göstermişlerdir22. Fakat Osmanlıların katkılarının yalnız taklitlerden ya da hazır, geliştirilmiş tekniklerin benimsenmesinden ibaret kalmadığı, Takiyüddin (1525-1585) gibi rasatçıların çalışmalarından anlaşılmaktadır. Otto Kurz tarafından yapılan yeni bir çalışmaya göre, Takiyüddin ağırlık ve zemberekle çalışan saatler hakkında 1550'lerde yazdığı ilmî makale onaltıncı asır Avrupasmda bu konu hakkında yegâne makaledir23. Bu teknolojinin saat yapımındaki pratik uygulaması, İstanbul'un Galata semtinde 1630-1700 tarihleri arasında gelişen bir saatçi loncası tarafından gerçekleştirilmiştir. Kurz, bu saatçilerin ürünlerinin, bu sanatı öğrendikleri İsviçreli ve İngiliz ustalarmınki kadar iyi olduğuna işaret eder24. Galata'daki saatçiler loncasının çöküş tarihinin onyedinci asrın son birkaç onyılma rastlaması ise, askerî alandaki problemlere yol açan malzeme kısıtlamalarının bu sahada da etkili olduğunu gösterir. Bu tarihlerde İsviçreli ve İngiliz 21 Otto Kurz, European Clocks and Watches in the Near East, Studies of the Wart>urg Institute Nr. 34, London 1975, s. 101. 22 F. Babinger, «Mehmed II der Eröberer und Italien» Byzantion, 21, 1951, s. 127-170; F. Babinger «Vier Bauvorschlâge Leonardo da Vinci's an Sultan Bajezid H (1502-03)» Göttingen, Nachrichten der Academie der Wissenschaften, Phil.-Hist. Klasse 1952, Nr. 1. Babinger bu makalesinde Leanardo'nun Haliç üzerinde bir yüzer köprü veya başka projeler için sürtünmeyi azaltmak maksadı ile özel olarak dizayn edilmiş dişli takımına sahip bir yel değirmeni için çizdiği taslakları anlatır. 23 Bu çalışmanın İngilizce tcrcümesi için Bkz. Sevim Tekeli (ed.), Clocks in the Ottoman Empire in the Sixteenth Century: Taqi al-Din's fThe Brightest Stars for the Construction of Mechanical Clocks'. Ankara 1966. 24 O. Kurtz (a.g.e., s. 54-60), üç dört yıl çıraklık yaptıktan sonra pek çoğu geri dönmeyen İstanbul'daki Kalvinist göçmenlerin büyüyen kolonüerini anlatmaktadır. Topluluğun refahından da anlaşılmaktadır ki, bunlar yalnız saraydaki (hizmetleriyle dikkati çekmekle kalmayıp, ulemanın itirazlarına rağmen kentin giderek artan bir kesimine de pratik hizmetler vermiştir.
saat yapımcıları, Türklerin saatlere olan ilgilerini farkederek, özellikle Türk pazarı için saatler imal etmeğe başladılar. Ayrıca, 17. asır süresinde yerli imalatçılara komple saat mekanizması ve parçalar satan Avrupa devletleri, bu tarihlerden sonra merkantilist politika yüzünden bunları temin etmekten kaçındılar. Yüzyılın başlarında saat tekniğinde pandüllü saatler ve zemberekli kol satleri gibi ilerlemelerin olduğu inkâr edilemez25, fakat Takiyüddin örneğinin isbat ettiği gibi bu değişikliklerin Galata'daki atölyelerde tatbik edilmesi için hiç bir önemli sebep yoktu. Ancak merkantilist zihniyet, bitmiş ürünün ihracını öngörüyor ve yeni teknolojinin kontrolsüz olarak yayılmasını istemiyordu. Netice olarak bu makalede anlatmak istediğim, tarihinin en erken dönemlerinden beri Osmanlı toplumunun esas yapısı itibariyle yeni fikirleri benimsemeye, tatbik etmeye ve yabancı teknolojiyi mükemmelleştirmeye hevesli açık bir toplum olduğu, fakat ekonomik ve teknolojik alış-veriş ve temas yollarının onyedinci asrın sonlarına doğru tedricî olarak kapandığıdır. Bu kapanma kısmen, ekonomik gelişmenin devamlılığı için gerekli minerallerin, kereste ve diğer maddelerin tabii kaynaklarının gittikçe azalmasından doğmuştur. Fakat kaynaklardaki bu eksilmenin tesirleri, İmparatorluğunun Kuzey Atlantik ekonomileri tarafından kasti olarak dışlanmasıyla daha da artmıştır. Immanuel Wallerstein,e göre, bu bağımlı hale getirme ve tedricî olarak sistemle bütünleştirme sürecinin başlangıcı, onaltmcı asrın sonlarına dayanmaktadır26. 25 O. Kurz, a.g.e., s. 101. 26 Immanuel Wallerstein, The Modern World System, New York 1974, Ayrıca bkz. aynı yazar, «The Ottoman Empire and the Capitalist World-Economy: Some Questions for Research», O. Okyar and H. İnalcık (eds.), The Social and Eccmomic History of Turkey 1071-1920, Ankara 1980, s. 117-122; I. Wallerstein bu makalesinde daha önceki çalışmalarının neticelerini değerlendirir. Kapitalist sistemle tam bütünleşmenin onsekizinci yüzyılın sonundan önce olmadığı sonucuna varır. Braudel gibi başkaları ise, Batı'nm kesin iktisadi hakimiyetinin daha geç bir tarihte başladığını ileri sürerler: Braudel a.g.e., c. 3, s. 408: «Done, si les portes de râconomie ottomane sont forcĞes depuis longtemps, cette âconomie, au XVTII stöcle enoore, n'est ni conquise ni absolument marginalisSe» (Eğer Osmanlı ekonomisinin kapıları uzun zamandan beri zorlanıyor ise, demek ki bu ekonomi XVIII. yüzyılda ne ele geçirilmiş ne de tamamen sistemden dışlanmıştır. Braudel a„g. yer, s. 415: «A mon avis, il n'y aurait eu decadence franehe de TEmpire turc qu'avec les premiöres annees du XIXe siecle» (Benim fikrime göre, Türk İmparatorluğunun asıl gerilemesi ancak XIX. yüzyılın ilk senelerinde başlamıştır),
E K Tâife-i Efrenciyân hakkında notlar İleri teknolojinin tatbikini gerektiren çeşitli sivil ve askerî projeler de Osmanlılara hizmetlerini sunan yabancı teknisyenlerin kimlikleri ve faliyetleri çok ilgi çekici olmakla beraber bunlar hakkında kesin bilgi bulmak zordur. Osmanlı kaynaklarında TâJife-i Efrenciyân diye bilinen yabancı teknisyenler padişahın sarayında çalışan ücretli hizmetlilerdi ve diğer müşahere-harân kulları gibi maaşlarını dört aylık taksitlerle alırlardı. Devlet hazinesinin senelik bütçesinde bazen ayrı liste halinde görünürler, bazen de saray zenaatkârları (ehl-i hiref tâ'ifesi)1 ile birarada kaydedilirlerdi. Meselâ 1527 (H. 933) bütçesinde ehl-i hiref tâ'ifesi arasında onbeş kişilik hıristiyan ağır silah mütehassıs ve çırakları grubu bulunmamaktadır. Fakat 1629 (H. 1038)2 bütçesinde efrenciyân sayısının kırkdört ve senelik maaşlarının 770.832 akçe olduğu «belirtilmektedir. Aynı yıl ehl4 hiref tâ'ifesi sayısı 961 olup hepsinin toplamı 1005 kişiyi bulmaktadır. İki grubun ayrı olarak gösterildiği özel bir durum olmadıkça, belirli bir zamanda padişahın hizmetindeki yabancı teknisyenlerin sayısını tahmin etmek zordur. Ancak, bunların belirli bir işi yapmak üzere müşavir olarak veya benzer bir görevle kısa bir süre için istihdam edildikleri açıktır. 1670 (H. 1080) bütçesinde padişahın maaşlı hizmetkârları arasında tek bir teknisyenin bulunması buna bir örnektir, fakat ne iş için tutulduğu belirtilmemiştir3. Bu gibi teknisyenler padişahın himayesindeki herhangi bir projenin yapılmasında kullanılırdı fakat bulduğumuz bilgiler genellikle bunların Osmanlı topçu kuvvetlerine müşavir olarak hizmet verdiklerine işaret etmektedir. Bunların en tanınmışlarından biri Macar ssıllı Urban'dır; önce top dökümcüsü olarak Bizans İmparatoruna hizmet etmiş, daha sonra taraf değiştirerek İkinci Mehmed'in İstanbul kuşatmasında kullan1 ö. Ltitfi Barkan, «933-934 (1527-1528) malî yılma ait bir bütçe örneği» İktisat Fakültesi Mecmuası, 15, 1953-54, s. 310, Nr. 35; «topcuyân-ı top-ı âhen ve gefbran-ı topçı ma'şakirdeş, sefer 15». 2 Başbakanlık Arşivi, Maliyeden Müdevver Defterleri, Nr. 794. 3 Barkan, «10 9 1980 (1667-1670) malî yılına ait bir Osmanlı Bütçesi», İktisat Fakültesi Mecmuam, 17, 1955-56, s. 228: «mevacib-i ta'ife-i efrenc: nefer 1, fi yevm 30 akça».
dığı büyük topun dökümünü yapmıştır4. Bunlar gibi Batı'da tanınmayan ve isimleri bilinmeyen daha birçoğunun Padişaha kuşatma tekniği hakkında fikir verip yardımcı oldukları tahmin edilmektedir. Bu kimselerin biyografileri ve hizmetlerinin tarifi hakkındaki en zengin kaynaklar, tavsifi izahat vermeden yalnız rakam ve maaşları bildiren arşiv belgelerinden ziyade, seyahatnameler ve görgü şahitlerinin anlattıklarını ihtiva eden Osmanlı sefer günlükleridir. Bunların arasında menzilnâmeler ve bazı seferlerin tarihçeleri, Osmanlı balistik ve kuşatma tekniklerini araştıranlar için hâlâ yeterince incelenmemiş kaynaklardır.
4 Bu top Edirne'de dökülmüştü ve elli çift öküz tarafından çekilerek iki ayda İstanbul'a getirilmişti. Rivayete göre, kullanılan gülle 20 Kantar (quintal) veya iki tondan daha ağırdı: A. Dereko, «Quelques mots sur les plus anciens gros canons Turcs» Armi Aniiche} 1, 1963, s. 169-178.
MİHANİKİ DARB USULÜNÜN KABULU* Halil Sahillioğlu Numismatik kataloglar ve belgeler tarandığında Osmanlılar adına yaklaşık seksen yerde para darbedildiği anlaşılır1. Darphâne sayısındaki çokluk, maden para rejimlerinin gereği olan ham maddeye bağımlılıktan kaynaklanıyordu. Para değeri, yapıldığı madenden ileri geliyordu. Ödeme araçlarını çoğaltmak, banka sisteminin yokluğunda, değerli madenin tedârikine bağlıydı. Kağıt para rejiminde olduğu gibi madenî paranın üzerine rakamla değerini belirlemek gelenek olmamıştır. Bu yüzden ancak bol maden olursa bol para darbedilir. Üstelik madenin para ve piyasa değeri arasında sapma olunca para piyasasından maden piyasasına kaçabilir2. Yani paralardan ziynet eşyası ve kullanma eşyası yapımına gidilebilir. Aksi de varittir. Madenin bol olmasıyla ödeme araçlarının çoğalması arasında bir münasebet varsa da bu münâsebetin elastikiyeti büyük değildir. Zira burada ikinci bir engel olarak karşımıza darb tekniği çıkmaktadır. Darb yükü merkezdeki tek darphâneye bırakılmamak için taşrada uygun yerlerde darphaneler açılmıştır. Bu taşra darphâneleri * Bu makale, Uluslararası Modern Bilim ve İslam Dünyası sempozyumu 2-4 Eylül 1987'de (ÎRClCA) tebliğ- olarak sunulmuştur. Metnin îngilizcesi için bkz. Halil Sahillioğlu, «The întroduction of Machinery in the Ottoman Mint», Transfer of Modem Science and Technology t o the Müslim World. Ed. Ekmeleddin Ihsanoğlu IRCÎCA - İstanbul, 1992. 1 H. Sahillioğlu, Kuruluştan XVII. asrın sonuna kadar Osmanlı Para Tarihi üzerinde bir deneme, yazma doktora tezimizde darphanelerin listesini ve bunların hangi hükümdar zamanında çalıştıklarını gösteren tablo vardır. 2 Değerli madenler darphaneler için olduğu kadar, yaldız, kuyumculuk, simkeşlik •ve sırmakeşlik için de bir ham madde durumundadırlar. Avdanlıkları eritip para basmak üzere darphaneye satmak olasılığı kadar gümüş ve altın para, avadanlık, süs eşyası veya yaldız işinde kullanılabilir sikke tashihlerinde gümüş kullanan sanayi dallarını sınırlama, yasaklama uygulanırdı.
ya ham maddenin bol olduğu maden ocakları yakınlarında veya önemli ticâret merkezlerinde kuruluyordu. Osmanlı imparatorluğunun çatısı altında toplanan devlet ve beyliklerin merkezleri uzun veya kısa süre ile Osmanlı yönetiminde darphaneleri işlemeğe devâm etti. Ticâret merkezlerinde bulunan darphânelerin değerli maden ihtiyaçları ticaret yoluyla karşılanıyordu. Döviz durumundaki yabancı paralar bu darphâneler için önemli bir ham madde kaynağı teşkil ediyordu3. Darp Tekniği Onyedinci yüzyılın sonlarına kadar darb tekniği oldukça basitti. Bütün işlemler zanaat ve küçük esnaf zihniyeti içinde yürütülüyordu. Belki büyük işletme hissini verecek kadar çok işçi çalıştıran darphâneler »bulunuyordu. Bu yoldan özellikle eski akçe yasakları ve cülus hâdiseleri dolayısıyla «sikke tecdidi» gerçekleştirilince, ülkedeki para stoku yeniden darphaneden geçerek yeni hükümdar adına sikkesi değiştiriliyordu. Bu yüzden iş hacmi çok artıyordu. Ancak bu olaylar, parayı toplamak ve yeniden sikkelemek işini iki, veya üç iltizam süresine, yani 6-9 yıla yayıyordu4. Maden, ocaktan, yabancı paradan, kullanılmış eşya ve yerli paradan sağlanıyordu. Ergitme (kal) yöntemi veya tizâba (suya vurma) sonucunda arıtılıyor. Saf veya ayarlı olarak (zamanına göre) para basılıyordu. Ayar konulduğu zamanlarda saf madene ayar olarak kullanılan bakır katılıyordu. Bakır hem altına hem gümüşe katılıyordu. Altın paraya onyedinci yüzyılın sonunda bir aralık gümüş karıştırılmıştır5. Para kesilmek üzere, saf veya ayarlı olarak, madenin ergitildiği bölüme «kefçe» adı veriliyordu. Maden çubuk şeklindeki kalıplara 3 Bk. Not birdeki tezimizin darphane bahsi. 4 H. SaMllioğlu, «Bir mültezim zimem defterine göre 15. yüzyılın sonunda darphane makataalan», İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 23, sayı 1-2 (1965). 5 Kahire'de fransız konsolosu David Magy, 4 Tem. 1686 tarihli bir raporunda «Suquin Oherif du Caire: Son poids est de 18 carat et sur les 24 carat de lie d'argent (Kahire Şerifi altını: 18 (karat ağırlığı vardır ve içinde 24 karatta 2 karat gümüş ayar vardır), İstanbul Şerifisinde 24 karatta 1 karat kadar gümüş, ayar olarak vardır. A.N. Aff. EJtr. B ı. Vrk 51.
dökülerek yassılayacak ustalara verilir. Paranın kalınhğınca yassılanan maden basılacak paranın çapında kareler şeklinde makasla doğranır. Buna kehle denirdi. Kâreler yuvarlatılacak şekilde kenarları kesilir basılacak yuvarlak madene pul denirdi. Pul temizlenir, sikkezen denen ustalara teslim edilirdi. Sikkezen bunları bir kütüğe saplı kürsü adı verilen ve üzerinde paranın bir yüzündeki şekil veya yazılar bulunan kalıb tekinin üzerine koyarak elinde tuttuğu çubuk şeklindeki çelik adı verilen kalıbın ikinci tekini koyarak çekiçlerdi. Çeliğin pul üzerine gelen tarafında paranın ikinci yüzündeki yazı veya şekiller bulunurdu6. Sikke kalıplarını kazıyana Sikkegen denirdi. Amma yanlışlıkla sikke-zen de deniyordu. Genelde sikkegen başı darphânede değil sarayda, denetim altında çalışırdı. Zamanına göre ressâm, mühürger, hakkâk da denilmiştir. Sikke kalıpları çelikten yapılırdı. Evliya Çelebi bu çeliği «Polad-ı Nahcivânî» diye tanımlıyor. Buna Nahcivân işi çelik diyor7. Sikkegen her kürsü için iki çelik kazıyordu. Taşra darphânelerinin siparişleri merkeze geldiğinde, merkezin taşra darphânelere sikke kalıpları gönderdiğinde, bu münâsebetle yazılan fermanlarda hep bir kürsüye iki çelik gönderildiği belirtiliyordu8. Sebep çeliğin çekiçlemeden dolayı daha çabuk aşınmasıdır. Tedâvüle çıkacak parlak paraları bu hale getirenlere ağartmacı veya rugâlcı adı veriliyordu9. Yıpranmış sikkeler merkeze iade edilir. Bunlar bazan onarılarak yerine geri gönderilirdi. Mısır darphânesinde, sikke kalıplarını onaran saatçi diye anılan kimseler vardı10 6-7 H. Sahillioğlu, «Türk para tarihi bakımından eski hesap kitaplarının değeri.» Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, îst., sayı 7 (Mart 1968). 8 Eski sikke kalıpları yenileriyle değiştirildiğinde, 3.5.984/29.VIII.1576 tarihinde Edirne darphanesine 40 kürsü ve 80 çelik gönderilmiştir. MM. 7534 Ahkam Defteri sf. 694. 9 Bursa Darphanesi Hesapları, Belediye Ktp. M. Cevdet yazmaları 0.59 Mısır darphanesinde bu parlatma işine cila ve bu işle uğraşan işçiye câlî veya cilacı deniyordu. Alt m sikkeler güherçile, nişadır, jenkâr ve tuzdan ibâret bir karışımla; gümüş sikkeler tortu (tartar), şup ve tuzdan ibaret bir karışımla cilalanıyordu. TSA E. 169. 10 Saatçi aslında kazılan sikke kalıbının cüasmı (perdahtım) yapan işçi olduğu İstanbul darphanesi kayıtlarından anlaşılıyor. Cevdet, Darphane 2757.
Darp Tekniğinin İlkelliğinin Sonuçları Teknik ilkel olmakla beraber, ağırlık üzerinde büyük duyarlık vardı. Yüz dirhem gümüşten 400 akçe basıldığı zamanlarda en çok 402 akçenin yüz dirhem gelmesine müsamaha vardı. Bu itibarla tolerans payı binde beşi geçmezdi. Ancak tam yuvarlak olarak piyasaya çıkamayan bu paraların damgaları da her zaman tam ortalanamıyordu, üst ve alt damgalar kaymış olabiliyordu11. Çekiçlemede yuvarlak şekil deforme olabiliyordu. Bu yüzden kritik dönemlerde, maden değerinde farklar, altın para kurunda dalgalanmalar olduğu zaman, maden piyasasının gerektirdiği parayı otomatik olarak maden piyasaya sürmek mümkün olmadığında, ya da dalgalanmaları izlemek zorlaştığında paranın kenarı kırkılıyordu. Bu şekilde kriz daha da ağırlaştırılıyordu. Fatih-Bâyezid dönemi ve ikinci Selim ile Üçüncü Murad dönemi bunun tipik örnekleriydi12. Amerikan Gümüşleri Amerikan hazineleri dünya piyasalarını istilâ etmesiyle birlikte maden değerlerindeki dalgalanma, standard akçe basıp tutunma olanağı kalmayınca, darphaneleri disiplin altına alma da kabil olmayınca, kırkma faaliyetinin de artması ve devletin İran savaşlarıyla uğraşmaktan başka işlere vakit ayıramaz hale gelmesi üzerine darphâneler ve Rumeli'nde işleyen maden ocakları birbiri ardınca kapandı faaliyetlerini durdurdu13. Modern darp aletleri kulanıldığında sikke kalıplara çift sayılıyor. Çekiçlemede bir çeliğe iki kürsü imal edüiyordu. Mısır darphanesi için de (4.3-, 1154/30. V. 1740) 30 çift «zer-i ma'hbûb» denen altın parası kalıbı imal edilmiıştir. Her çift için 3.5 okka demir ve 1.3 okka çelik kullanıldı. Sikkegen hak (kazıma) ücreti olarak bir çift sikke kalıbı başma 360 akçe ve bunlarm cilası (pardahtı) için saatçi 24 akçe ücret alıyordu. Sikkelerin yapımını gerçekleştiren demirci aynı çift «kalıb için de 60 akçe alıyordu. 11 Numismatik kataloklarda yayınlamış Osmanlı sikkeleri bunu doğrular. 12 Not. l'deki doktora tezimiz, s. 209-212. 13 Doktora ve Doçentlik -tezlerimiz (Bir Asırlık Osmanlı Para Tarihi, 1640-1740) ile ODTÜ Gelişim DergisVnin (Ankara 1978) İktisat tarihi özel sayısındaki «Osmanlı para tarihinde dünya maden ve para hareketlerinin yeri, 1300-1703» makalemiz.
Onyedinci yüzyılın ilk yarısında Iran savaşları; ikinci yarısında Girit ve daha sonra Avusturya savaşları sikke işlerine gereken önemi vermeği zorlaştırdı. Nâdiren para basılıyordu. İspanyol guruşları (riyâl, kâmil veya tâm guruş) ile Hollanda kuruşları (Esedî veya Aslanlı guruş) mîllî para gibi geçiyordu14. Fransızların aynı yüzyılın ortalarında şark pazarlarına sevk ettiği, Batı'da on ikisi, on dördü bir riyâl guruş eden Louis de cinq sous denen paraları bizde sekizi bir riyala geçiyordu. Bu yüzden adı Sümn olarak kondu15. Bu para Doğuda adetâ tedâvülden çekilen gündelik kullanım parası olan akçe ve pâre'nin yarattığı boşluğu dolduruyordu. Fransızlar bundan muazzam kârlar sağlıyordu. Para, düzgün iyi basılmış olmakla büyük sükse yapmıştı. Ziynet olarak da kullanılıyordu. Ayarının düşürülmesi ve bundan haksız kazançlar sağlanmasına karşılık yasaklanmıyordu. Yasaklanması halinde de yasak pek tutmuyordu. Kararlı bir şekilde yasaklanıp müsadere edilmesi ise panik yarattı. Uyanış Uzun soluklu savaşlar, Osmanlı Devleti'nin hazine ihtiyaçlarını tüketmişti16. Viyana bozgununa kadar soluklanacak zaman bulunamamıştı. Köprülüler dahi paraya yeterince özen ve vakit ayıramamışlardı. Yabancı paralar üzerinden çok dolaplar dönüyordu. Devlet, yeni bir siyasî sorun yaratmamak için, bu devletlerin sefirlerinin biribirini ihbara, birbirleriyle para aracılığıyla haksız rekabet (ticarette) yapmaları karşısında ses çıkarmıyordu17. Yenilgi üzerine iç yapı düzeni ve iç istikrar ile ekonomiye çekidüzen verme 14 XVII. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlı eyâletleri bütçelerini yerli para yerine bu yabancı paralarla hazırlar oldular: 1061 (1651)'de Bağdat Kâmil ıgnruşla (MM. 4384), 1062 (1652)'de Halep'te öyle, 1Ö42 (1641)'de Trablusşam Esedî üe (D. BŞM. 1042.6.8) bütçe düzenliyorlardı. 15 Jacques Savary; Le parfait Nogociant, Paris 1713, Louis de cinq sous maddesi ve J.B. Tabernier; Nouvelle relation de Vmterieur du se rail du Grand Seigneur, Paris 1675. 16 H. Sahülioğlu, Sıvış yılı ve Osmanlı İmparatorluğunda Sıvış yılı Buhranları; İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 27, sayı 1-2, 1969. 17 A.N. Aff. Etr. B I No 381, Fransız sefirinin 26. XI. 1692 tarihli mektubu ile ekli Fransız tüccar veya sefaret mensuplarından Sieur Juglas ve David Maynard'ın esedî guruş hakkında mütalaaları.
arzusuyla dördüncü Mehmed darphaneyi çalıştırmak ve parayı ıslah etmek projelerini geliştiriyordu. Yeni darphâne kurmak, on altıncı yüzyılın ortalarından beri Osmanlı ülkesinde millî para gibi tedavül eden riyâl ve arslanlı guruşlar gibi iri gümüş para basmak, darbı askıya alman altın parayı yeniden canlandırmak istiyordu15. Ordunun geciktirilen ulûfeleri, vergi kaynaklarının fazla zorlanmış olması ve iç hazinenin mevcudunun tükenmiş olması, maden ocaklarının da haylidir kapalı bulunması, Dördüncü Mehmed'i iç hazinede, kilerde ve ahur hazinesinde kullanılmayan simli ve yaldızlı eşyaları, altından ve gümüşten mamul eşyaları ergiterek bunlarla para darbedilerek, uzun zamandır çalışmayan darphaneyi canlandırmaya yöneltti. Yakılarak ergitilen ve para darbedilen bu madenlerin mikdarları şöyle idi (dirhem olarak) : Altın
09. IV. 29. VII. 1687 20. IV. 1686 05. X. 1685
60 652 40 209 150 735
Gümüş 92 240 1 834 553 1 956 336
Bu miktarlar 806 kgr. altın ve 9 ton 182 kgr. gümüş ediyordu19. işe Dördüncü Mehmed zamanında başlanmış ve İkinci Süleyman'ın geciktirilen ulûfelerden başka cülûs bahşişi ödeme sorunu da vardı20. Mihaniki Darb Usûlünün Benimsenmesi İngiliz ve Hollandalı tâcirler yakın doğu ticaretini esedî ruşla yapıyorlardı. Guruş kuru maden değerinin üstünde idi. nun bakırı fazlaydı. Bu sebeple bu iki ulusun tâcirleri, daha takas ticaretini yeğleyen (zira Fransa gümüş, guruş ihracını saklıyordu), Fransız tacirlerine göre pazarlıkta daha güçlü
guBuçok yadu-
18 H. Sahillioğlu; «İkinci Süleyman ve ikinci Ahmed zamanlarında Bakır Para Üzerinde Bir Enflasyon Denemesi, H. 1099-1103/M. 1687-1691,» Bülten No 10, (Türk Nümismatik Derneği yayını, îst.), 1982. 19 MM.1078 ve 3727 numaralı defterler. 20 Bk. H. SahilUoğlu, Bülten, 10. İkinci Süleyman.., Askerin gecikmiş beş ulufesi ve bir yıllık (4 ulufe) culûs bahşişi ödenmesi âcil duruma geldi.
rumda idiler. Getirdikleri esedî veya aslanlı guruşlarm kendilerine daha ucuz mal olmuş olmasından fiatların yüksekliğine bakmadan ipek, baharat ve şâir malları satın alıyorlardı21. Fransız sefiri Girardin, hükümetinden aldığı talimat üzerine sadrazama bu guruşlarm mahzurunu anlatıyor ve yasaklamasını öğütlüyordu. Sadrazam ise buna hacet kalmadan, izlenecek bir politika ile, bu guruşlarm darphaneye getirilmesini ve yerli guruşlarm darbında ham madde olarak kullanılması için özendirileceğini bildiriyor bunun için yeni âletlerin hazırlandığını haber veriyordu. Mektub 1 Mart 1687 tarihli idi22 (Hicri takvimle 16.4.1098'e denk gelir). Girardin, 13 Şubat 1687 (H. 30.3.1098) tarihli mektubunda da, esedîlerin yasaklanmasından sağlanacak faydaları aslen Livourne'li bir mühtedi olan sahib-i ayarla bir kaç defa konuşmuş ve bu fikre taraftar yapmağa çalıştığını ifâde etmiştir. Kaynaklarımız bu zâttan Frenk aslından Cerrâh Mustafa diye söz etmektedir. Mühtedi olduğundan baba adı Abdullah olmak gerekirdi. Ancak toplumsal mevkii gereği, emsalleri gibi Abdülmennân oğlu deniyordu. Zübedü'l-vakayi : «Frenk tâifesinden, islâma gelmiş, sanat sâhibi, hezârfen denilmeğe sâlih bir âdem idi» diyordu. Darphâne sâhib-i ayarlığı, Sarayın kullanılmış eşyası ergitilirken Ermiye adında bir zimmi üzerinde olduğu anlaşılıyor. 5 Receb 1097 (28 Mayıs 1686) da bu görev Yeniçeri 60. cemaât'tan, yevmi 25 akçe ulufeli emekli Yusuf Mustafa bin Abdullaha verildi. Hacı Yusuf olarak da belgelere geçen bu zât yevmiyesini hazineye bırakarak, darb ücretinden sağlayacağı kazançla yetinmeyi kabul etti24. Darphânenin yeni aletlerle donatılması, Yusuf Mustafa'nın sâhib-i ayarlığı zamanma rastlamaktadır. Cerrâh Frenk Mustafa'nın devreye nasıl bir münâsebetle girdiği açık değildir. Kendi mi teklif etti yoksa bu işe angajemi edildiği bilinmemektedir. Saray-ı cedîd 21 A.N., Aff. Etr. B. III. No: 235'te «Memoires au su jet des piastres, joint au lettre de M. Louvigny de 15. VII. 1687» ve bu zatın aynı kutuda 15. II. 1688 tarihli memoire'ı. 22 A.N. Aff. Etr. B. I. No. 381, vrk 6. 23 Bk. Aynı yerde 13. II. 1687 tarihli mektub. 24 BBA. MM. 4047 (Kuyud-i Mühimme defteri) sf. 232 ve MM. 2735 sf. 136 ve MM. 2975.
(Topkapı sarayı) bahçesindeki darphanede işe koyuldu. Aletleri imâl için gereken bakır, tunç, demir ve çelik temin edildi. Cari giderler için ödenekler verildi. En eski kayıd 10 Safer 1098 (26.XII. 1686) tarihli olub bu tarihte kendisine 8 kantar bakır teslim edilmiştir. Para ödeneklerinin en eskisi de 25.3.1098 (8.IL1687)'dir. Kendisine bu yıl içinde ödenen 60 000 akçelik yedi taksitin ilki verilmiştir. Daha geç bir tarihte sâhib-i ayar Yusuf Ağa tarafından 4 875 esedî guruş hâvale edilmiştir25 Bkz. Belge. Hazineden alacağını tesbit etmek için yapılan keşifte ve daha başka muhasebe kayıtlarına göre imâl ettiği aletlerin belli başlıları şunlardır : Çarh : Bunun para basılacak külçe madenlerin yassılama işinde kullanıldığını sanıyoruz26. Kesme, (doğrama da denmektedir) : metal levhaların pul şeklinde doğrayan zımba veya delgi makinası olduğunu sanıyoruz27. Rakkas : Sağa sola salınma hareketinden dolayı bu ad verilen alet burgu bir eksen bağlı uçlarında kurşun top (yuvarlak) yatay bir çubuktan ibarettir. Çelik işlevini gören sikke kalıbının teki burgunun ucunda olup kol burguyu ve ucundaki kalıbın tekini aşağıya, kürsü görevi gören parçanın üzerine konan pul üstüne inerek baskıyı yapıyordu. Paranın kenarına zincir ve tırtıl yapacak bir âletin de yapıldığı keşiften anlaşılıyor28. 25 Bak. Ekteki belge. 26-27-28 Bürokratların bu yeni aletlerin mahiyeti hakkında fikirleri olmadığı bazı ferman kayıtlarından anlaşılıyor. Eski usulle darbedilen paralerin kenarlarından kesilerek gümüşü fark edilmeyecek şekilde çalındığını belirten Mısır valisi Mehmed Paşa «1117 (1705) senesinde zuyûf pare ahz ve ihtası külliyen menolunup yerine doğrama tabir olunur aletden çıkar ve çarh tabir olunur sikke ile siıkkelenur pâre kat'ına ferman emrolundukda zikrolunan pare nefsü'l-emr cedîd zencireklu altun gibi müdevver ve (hemvâroluib..» Mühimme-i Mısır No 3, hk. 636. Zilhice 1138/Ağ. 1726. Aynı vâliye yazüan bir diğer bükümde «Bundan akdem Atıyk Pâre Çubuk tabir olunur sikke ile darbolunurdu. Bununla kati çok pâre darbı mümkindi. Halbuki el-ân ferman edüen Tuğralu pâreyi bununla darb etmek imkânsızdır. Rakkas denen âlet lâzımdır...» diye yazmaktadır. Mısır mühimmesi No 4 Hük. 65; Evâsı 5 ıSafer 1140/27 E . - 6 Ek. 1727. Bu hükümlerin ilkinde aletlerin kullanılışı yanlış tanıtılmış olup ikincisinde ise doğru tanımlanmıştır.
Maden Para Rejiminde Yeni Darp Aletlerinin Bir Enflasyon Denemesinde KuTlcmilması Dördüncü Mehmed Yeni aletlerin belki kullanılmasını göremeden tahttan indirildi (Ekim 1687). Yerine geçen II. Süleyman, biriken borçların yanında ayrıca eulûs bahşişi ödemesi meselesi de vardı. îç hazineden çıkarılıp ergitilen eşya bu işe yetmezdi. Oldukça ufalan akçe üzerinden yeni bir devalüasyon başarılı olamazdı'-9. Nitekim ödeme bir mahallî para olan pâre-i Mısrî'ye yerini kaptırdı^. Bu sikkeyi devletin resmî parası haline getirerek İstanbul'da darbettiler. Sonradan paraya dönüşen ve ödeme aracına ad olan sikke budur. Akçe bundan böyle unutulacaktır. Madeni değeri düşük fakat para olarak değeri nisbeten yüksek olan bakır mankur'dan yararlanmak düşünüldü. Önce yarım dirhemlik (1,603 g) mankurlarla tedavüle çıkarıldı. Bunun ikisine bir akçe değer takdir edildi. Bakırın okkası 80 akçe. 800 mankurkesilen bir okka bakırdan, fire, ücret-i resim çıkarılınca 400 mankur bir hazine yararı vardır. Bu karar alındığında 3 çarh, 2 rakkas ve 2 kesme hazırdı. (14 Şevvâl 1099/12. VIII. 1688), 2 Çarh, 7 rakkas ve 8 kesme daha yapılmakla daha normal bir çalışma bekleniyordu. Bunun için 1 250 esedi guruş gerekiyordu. Peyderpey imâl edildikçe üretime katı29 Akçenin alaşımında 1705'te % 10 bakır vardı. Şâir zamanlarda saf gümüşten basılırdı. Ağırlığı aşağıdaki gibi değişiklik gösterdi : Yıllar Ağırlığı Dirhem Mgr. Kaynak 1/17 1688 256 MM. 1078 1692 1/23 139 D. BŞM 1102. 8. 1/19 1696 168 D. BŞM 1108.5.24 1697 1/18 176 D. BŞM 1109.5.12 1/19 1705 168 Kepeci 5025 30 Pâre'nin içinde % 30 bakır vardır. Brüt ve net ağırlığındaki değişiklik şöyledir : Yıllar Brüt (mgr) Net (Mgr) 1685 1687 1696 1705
770 737 705 641
539 515 494 436
lacaktı. 75 guruşluk mankur (18 000 aded) olan günlük üretim, 15 gün içinde 120 guruşluk (28 800 mankura), bir ay bitiminde günde 80 000 mankura çıkması vadediliyordu. Sâhib-i ayarlar, mankurun beşte birini ücret ve masraf karşılığı istiyorlardı. Bu arada bu mankur müessesesini daha da zorladılar. Tanesi bir akçeye raiç takdir edildi. Darphane aletleri çoğaltıldı ... günlük üretim 600 000 mankurun üstüne çıktı ... Mankur, Bayezid camii yanında bulunan eski darphanede darb ediliyordu. İşler açıldıkça, üretim arttıkça, darphane mekân olarak yetmemeğe başladı. Bazı işleri bakırcılara veriyorlardı. Darphane dışında da mankur basılıyordu. Darp işine çeki düzen vermek için yeni bir darphane yapılma yönüne gidildi. Eski Darphane yakınlarında bulunan 4400 zira (arşın) kare alanında, Mahmud Bey tasarrufunda, Hurrem Ağa vakfına ait Tavşantaşı adıyla bilinen yerdeki arsa satın alındı üzerinde (Kalhâne, demirci dükkânları, beygirler için ahır ve saire) binalar yapıldı. Arsanın zirai 60 akçeden hesabedildi ve binalar için 122 400 akçe sarfedildi. 6 çarh, 15 kesme ve 15 rakkas yapımı için demir, çelik, tunç ve kurşun verildi, 6.3.1100/29.XI.1688). Bir taraftan üretim sürerken diğer taraftan bu sefer hem ham madde sıkıntısı başladı. Piyasadan, hurda, kırıntı, eski, hatta yeni kap kaçak satın alınarak darb işinde kullanıldı. Bakırın para ve maden değeri arasındaki farkın büyüklüğü iç ve dış kalpazanlığı teşvik etti. Nihâyet 1103 yılında mankur darbı tatil edildi. Amma darb tekniği Osmanlı ülkesinde yerleşti31. Tavşan taşmdaki darphane baş kadın Emetullah sultana, eski darphane arsası da kendisine temlik edildi. Yeni darphane Simkeşhâne oldu. Simkeş esnafı oraya yerleştirildi. Eski darphane yerinde Emetullah kadın bir mekteb ve bir sebil yaptırdı. Simkeşhâneyi buna vakfetti32. Eski Simkeşhâne arsasını da Çorlulu Ali Paşa 31 Bk. Not 18'deki makalemiz. 32 Mühimme 115, Hk. 432, 8.8.1119/4. XI-1™7 tarihli hâikümde İst. kadısına: «Atıyk darphâne mevziinde bina ve ihya eyledikleri muallimıhâne ve sefa ilhâne için iykaf ve irsâd iyledüği simkeşhâne kârhanesinde tâife-i simkeşân iskân...» diye yazıyordu.
satın aldı ve üzerinde bir medrese ile bir tekke yaptırdı". Darphane 1139 (1726-27) Topkapı Sarayı bahçesine Aya İrini bitişiğine taşındı. Batılı darb tekniğini Türkiye'ye getiren Cerrah Mustafa suistimali sebeb gösterilerek, yakalandı, İstanbul'dan Edirne'ye getirilerek idam edildi ve malları müsadere edildi34. 1108'de İzmir, Edirne darphâneleri yeni aletlerle donatılarak işletmeye açıldı3". Para darbı Anadolu'daki madenlerin işletmeğe açılmasını teşvik etti ve canlandırdı. Gümüşhane, Keban, Ergani madenleri bir nezâret haline getirilerek işletildi36. Erzurum'da da bir darphane çalıştırıldı Trabzon üzerinden aletleri gönderildi37. Mısır'a da bu yeni darb âletlerinden gönderildi ve düzgün para basması istendi. Ferman'da altın rub'lar üst üste konduğunda düzgün bir çubuk gibi durmalıdır, diye tenbih ediliyordu36. İyi para ortası çukur yazısı az, akçe tahtası üzerinde sayılırken az yüzey göstererek aşınmayacak şekilde olmalı deniyordu. Cerrâh Mustafa, Osmanlı împaratorluğu'na batı tekniğine aktaran öncülerden biridir. Ancak devlete bazı ilginç keşif ve icatlarla baş vuran başka batılılar da vardı. Cerrâh Mustafa, devletin bir teknik elemanı sıfatıyla bunların yararlılığını sınamada istihdâm ediliyordu. Cerrâh Mustafa darp aletleri imâl ettiği gibi top dökümü işinde de istihdâm ediliyordu. Kalyonlar için 11 okka tas atar top dö33 BBA. MM 9869, Kuyud berevât defteri sf. 322, Eski simkeşiıânenin Çorlulu Ali Paşa'ya temliki tarihi 15 Muih. 1120/6 Nisan 1708. 34 D. BŞM. 1103. 1. 3 (26 Eyl. 1691 M.), Müsadere edilen serveti 3 milyonu mankur olmak iizere 8 871 490 akçe tuttu. Bak. D. BŞM. 1103. 2. 1 (24 Ekim 1691). 35 Edirne'ye yeni aletlerin ıg-enderilmesi için D. BŞM. 1108.7.15 (7. II. 1697) izmir Erzurum ve Kahire için D. BŞM. DRB 1109.4.27 (12.X.1697). 36 Mankur darbı sırasında ilk sâhib-i ayar olan Hacı Yusuf Gümüşhâne madenleri emini oldu ve 25 Mart 1691-5 Tem. 1694 faliyet döneminde 193 400 dirhem (621 Kgr.) gümüş üreterek İstanbul'a gönderdi. D. BŞM. 1105. 12.5 (28. Temmuz 1694). 37 D. BŞM. 1108.7.18 (10 Şubat 1697) 38 Bk. not 28, Mısır mühimmesi 4 Hk 65
kümünde hizmet etmiştir39. Bozuk humbaralardan şâhî toplar için yuvalak dökmüştür. îki frenk, on sekiz dirhem barutla 150 dirhem gülle atar, boy tüfengi şeklinde kadden bir karış «havan» icâdiyle geldiklerinde İstanbul kaymakamı Ömer Paşa'ya bir fermanla, bunun bir numunesinin yapılıp, denemek üzere Cerrah Mustafa'dan yararlanılması için emri gönderilmişti40. (D. BŞM. 1099.-.-). Başka fransızlar yeni bir humbara (el bombası) icadıyle de gelmişlerdi41. Gene aynı dönemde saray dokuma atelyelerinde çalışan iki fransız esirinden bir çuka fabrikası aletleri imal ettirilmişti42.
Dipnotlarda BBA :
kullanılmış
kısaltmalar
ODTÜ gr mgr İst. TSA
Başbakanlık Arşivi. Bazen bunu atlayarak referans verilmiştir. Arşivin kulanılan fonları, Kepeci, Mühimme ve (MM) ile gösterilen Maliyeden Müdevver defterleri. (D. BŞM) Bab-ı Defterî Başmuhasebe Evrakı ve (D. BŞM. DRB) Aynı bölümde Darphaneye ait evrak. Paris Arohives Nationales. Bu arşivin (Aff. Etr.) affaires etrangeres sefaret ve konsolos muhaberatı kolleksiyonudur. Bunu B I ve B H tasnifleri. Orta Doğu Teknik Üniversitesi gram Miligram. îstanıbul. Topkapı Sarayı Arşivi. (E. Evrak, D. Defter)
39 40 41 42 tarihli
D. BŞM. 1102. 6. C (21-30 Mart 1691) D. BŞM. 1099.-.-(1687-88). D. BŞM. 1102.6.7 (8. III. 1691). A.N. Aff. Etr. B I No 384, Fransız sefiri de Ferriol'un 15 Haziran 1702 mektubu.
AN :
Belge îcmâl-i muhâsebe-i makbuzât ve mesârıfât-ı rakkas ve çarh ve kesme ve âlât-ı şâire berây-ı sikke-i hümâyûn der saray-i 'âmire be-ma'rifet-i Cerrâh Mustafa Ağa ber-mucib-i defter-i müfredât-ı keşf-i kadı-i İstanbul
Fi'l-asıl
Guruş-ı esedî
Makbûz-ı Mustafa Ağa 1. 'An hızâne-i 'âmire (25.4.-20.10.1098 arasında altmışar bin akçelik 2 ödeme) 420 000 akçe*
8 671,75 3 500
2. Berây-ı nafaka bahâ-i huddâm-ı darbhâne-i 'âmire der Asitâne, 25 550 akçe
296
a) Defa fî 3. 7.98 Eyyâm 60 fî 150 b) Defa fî 2.10.98 Eyyâm 59 fî 150 c) Defa fî 26.11.98 Eyyâm 118 fî 150
ahçe 9000 8850 17700
3. 'Ani'l-havâlât'an cânib-i el-hâc Yusuf sâhib-i 'ayâr a) Defa fî (—) bâ-tezkere-i divân, mankur 'aded 300 000, akçe 150 000, guruş-ırsedî b) Defa fî şehr-i Cümâde'l-âhâr sene bâ-temessük-i Mustafa Ağa Defa bâ-temessük
4 875 1 250 2 175
* ödeme tarihleri şöyledir: 1) 25.4, 2) 11.4, 3) 17.6, 4) 23.6, 1 098 Bu dört ödeme için 23.7.1098'de ayrı tezkere verilmiştir. 5) 23.7, 6) 28.8, 7) 20.10.1098 bu üç ödeme 5.12.1098'de 180 000 akçe olarak bir kalemde toplanmış ve başında 1.10.1098 tarihi ve bir pençe vardır,
Mirihâ
Guruş-ı esedî
El-masraf ber-muceb-i defter-i keşf-i kadı-i İstanbul Berây-ı
' Aded
10 Masârıf-ı rakkas 3 Çarh-ı mankur 4 Çarh-ı sağır Destgâh-ı doğrama-i âhen nâm-ı diğer kesme 2 5) Destgâh-ı doğrama-i 8 tuç (kesme) 6) Çâti-i (?) mankır ve 1 mesârıf-ı çarh-ı kebîr 7) Çâti-i beşlik âlât-ı 1 nâ-tamâm 8) Nâ-tamâm çarh-ı beşlik 1 9) Berây-ı icârât ve behâ-i kömür berây-ı bisât zencir şüden-i kenâr-ı altun 10) Oluk-ı yassı berây-ı rihten-i sîm 11) Berây-i ücret-i markabhâ ve kömür der hîn-i itmâmkerden-i âlethâ 12) Behâ-i âhen ve üstâdiyye an behâ-i şive ve kömür berây-i meremmet-i çarh-ı sive 13) Ücret-i doğramacı ve çıkrıkçı ve naccâr der kârhâne, 3 nefer 1) 2) 3) 4)
Ez-ziyâde matlûb-i Mustafa Ağa
19 522
Beher dâne fî
G.E.
704 1 303 275
7 040 3 910 1 100
125
250
80
640
2 487
2 487
450 1 341
450 1 341
510 32 1 331
105 426 10 850,5
Muhâsebe-i nuhâs-ı hâm ve tuç âhen-i hâm ve çelik FVl-asıl ma)kbûz-ı Mustafa Ağa 1) Nuhâs-ı hâm, 'an cânib-i mahzen-i sarây-ı 'âmire 2) Tuç, 'an cânib-i tophâne-i 'âmire 3) Ahen-i hâm, 'an cânib-i tophâne-i 'âmire 'an cânib-i cebehâne-i 'âmire 4) Çelik, 'an cânib-i cebehâne-i 'âmire Minhâ, el-masraf ve teslimât-ı mezkûrîn Nuhâs-ı hâm ve tuç
Kantar
Kıyye
— — 35 35
5 400 1 350
13 5 474 Kıyye
1) Berây-ı nev sâhten-i bısât be-marifet-i Mustafa Ağa, tuç 2) Teslim be el-Hâc Yusuf, sâhib-i 'ayâr, nuhâs-ı hâm 3) Teslim be-ağây-ı sarây-i cedîd-i 'âmire, ber-mucib-i defter-i keşf, nuhâs-ı hâm
2200 3 004 220
El-bâkı der zimmet A Mustafa Ağa Kantar kıyye
fî
Akçe
1) Nuhâs-ı hâm 2) Ahen-i hâm 3) Çelik
80 10 50
102 080 30 800 28 600
70 13
1 276 (3 080) ( 572)
Yekûn
G. Esedî
161 480 1 345,5
Mizan, sahha'z-ziyâde, Matlub-ı (Mustafa Ağa) (El-bâkı der zimmet-i Mustafa Ağa (Ez-ziyâde, Matlub-ı Mustafa Ağa
-1 345,5 GE) 10 850,5 GE) •Sah Mucibince mahalline kayıd ve mankırdan virilmek üzere tezkire virilmek buyuruldu fî 20 Şaban
'Arz-ı bende-i bî-mikdar budur ki Bundan akdem âsitâne-i sa'âdetde, Sarây-ı Cedîd-i 'Amire'de Cerrâh Mustafa Ağa kulları ma'rifetiyle müeeddeden yaptırılması ferman olunan altun ve guruş ve pâre ve mankır kat' olunmak üzere sikke-i âlâtı mesârıfı içün mezbûr Mustafa Ağa kullarının hazine-i 'âmireden âle'l-hisâb def'âtiyle sekiz bin altı yüz yetmiş bir buçuk guruş makbuzu olub hâliyen fermân-ı 'âlileri buyurulduğu üzere mezbûr Mustafa Ağa'nın ma'rifetiyle yapdırılan sikke-i hümâyûn âlâtı her ne ise ma'rifet-i şer'le keşf ve defter olunub ve derbhâne-i 'âmireye teslim ve müfredât üzere defteri 'arz ve i'lâm olunmak ferman olunmağın Darbhâne-i 'âmire nâzın Mustafa Efendi ve sâhib-i 'ayâr el-Hâc Yusuf ve şâir darbhâne-i 'âmire huddâmı muvâcehesinde İstanbul kadısı efendi dâhilerinin memhûr ve mumzâ gönderdikleri keşf defteri mucibince bi'l-cümle mesârifi on dokuz bin beş yüz yigirmi iki guruş olub hazine-i 'âmireden makbûzu olan sekiz bin altı yüz yetmiş bir buçuk guruş aşağı varıldıkdan sonra mezbûr Mustafa Ağa'nm tarafı mîrîden on bin sekiz yüz elli buçuk guruş izdiyâd-ı matlubu kahır. Ve mezbûr Mustafa Ağa'nm Sarây-ı 'Amire mahzeninden ve Tophane ve cebehâne-i âmireden aldığı bakır ve tuç ve timur ve çelik bahasından dahi icmâl olduğu üzere bin üç yüz yetmiş beş buçuk guruş zimmeti icâb etmekle, zimmeti dahi matlubundan aşağı varıldıkdan sonra mezbûr Mustafa Ağa'nın dokuz bin beşyüz beş guruş dahi keşf defteri mucibince taraf-ı mîrîden matlubu olmuş olur. Ma'lûm-ı devletleri buyuruldukda mezbûr kullarının umûr-ı mezbûrede hizmeti sebkat etmekle matlûbu olan meblâğ-ı mezbûr Asitâne'de kat' olunan mankırdan tedriç ile virilmek üzere mahalline kaydolunub mucibince tezkeresi ve suret-i muhâsebe virilmek bâbmda fermân-ı 'âlileri buyurulur ise fermân devletlu ve sa'âdetlu sultanım hazretlerinindir. Sûret dâde fî 5 Şa'ban sene 1100
OSMANLI SANAYİ DEVRİMİ* Edvoard C. Clark Ondokuzuncu asırdaki Avrupa sanayi devrimi Osmanlı İmparatorluğuna menfi tesirde bulunmuş ve çöküşüne etki etmiştir. 1815'de Napolyon devrini takip eden senelerde Avrupa mallarının doğuya doğru akışı süratle artmış ve Osmanlı topraklan kısa zamanda Avrupa sanayi erbabı için önemli pazarlar durumuna girmiştir. İmal ettikleri mallar gittikçe çoğalarak geleneksel Osmanlı imalâtını bertaraf etmiş, el emeği ile çalışan Osmanlı imalâtçılarını işsizliğe sevketmiş, Osmanlı dahilî vergi kaynaklarını azaltmış ve netice olarak Osmanlı maliyesinin Avrupa kontrolü altına girmesine sebep olmuştur. Bu çok iyi bilinen olaylar, Batı memleketlerinin konsolos ve sefirlerinin1 yardımı ile gerçekleştirilen iktisadî istilânın emareleri olarak tanınmış ve tartışılmaz Avrupa tezleri sayesinde serbest ticaret (laissez faire) yerine kabul görmüştür2. * Müellif, Amerikan Felsefe Cemiyeti (The American Philosophical Society) Dışişleri Dostluk Programı (the Foreign Affairs Fellowshlp Program) ve Teksas Üniversitesi, El Paso Araştırma Enstitüsü (The University of Texaa at El paso Research Institute) müesseselerine 'bu makalenin dayandığı araştırmalarında yardımları dolayısı ile minnettardır. Bu makalenin îngüizcesi «The Ottoman Endustrial Revolution», International Journal of Middle East Studies, 5 (1974), 65-76, (Great Rritain)'de basılmıştır. 1 Osmanlı-Avrupa iktisadî münasebetlerinin geniş bir tetkiki için bk. Vernon Puryear, International Economics and Diplomacy in the Near East, 1831^-1858, (Stanford 1935). O günün görüşleri için bk. Cyrus Hamlin, Among the Turks (London 1878), s. 57-60, ayrıca Dominique CDtıevallier'den -kısımlar. Westem Development and Crisis in the Mid-Nineteenth Century, eser: VVilliam R .Polk ve Richard L. Chambers; neşri Beginnings of Modernization in the Middle East: The Nineteenth Century, (Chicago, 1968) s. 205-22. 2 1830, 1840'larda ticaret serbestisi, laissez-faire delillerine karşı amansız muhalefet gösteren Friedrich List ıbüe Osmanlılara karşı yakınlık göstermezdi. Mesela bk. The National System of Political Economy, trc. S.S. Lloyd (New York, 1966), s. 419 ve devamı.
38 Diğer taraf tan, Batının bu iktisadî meydan okuyuşuna karşı Osmanlıların 1840'lardaki şümûllü ve masraflı sanayi hamleleri lâkayd bürokratların tesadüfi ve belki de gülünç oyunları olarak Batılılar tarafından dikkate değer bulunmamıştır3. Teşebbüslerin çoğunlukla başarısız olması, bu gibi küçümsemeleri haklı gösterse dahi, Osmanlıların sanayide gittikçe yayılan bu durgunluğu niçin idrak etmediklerini ve buna tepki göstermediklerini izaha kâfi gelmez. Osmanlı tepkilerinin mahiyeti ve cesameti nedir? Osmanlıların hedefi ne idi? Başarısızlığa uğramalarının sebebi nedir? Şayet başarabildiler se, hangi hedefe ulaştılar? Bu soruların cevabı burada mütalaa edilmektedir. Burada Bâb-ı Âli'nin yeni Avrupa sanayi tekniklerini almak için 1840lara kadar beklemediğine işaret etmek gerekir. 1790'lara ve Nizâm-ı Cedid'e kadar geri gidilirse, Üçüncü Selim'in askerî malzeme imalatını geliştirme hususundaki şahsî ilgisi görülür4. Daha 1793-94 senelerinde top, gülle, mayın ve barut imalinde kullanılan çağdaş Avrupa usul ve teçhizatını memlekete getirmiştir5. Bir çok güçlüklere rağmen Selim bu işte sebat etmiştir. Meselâ 1804 senesine kadar askerî üniforma yapımında kullanılmak üzere, yün dokuma imalâthânesi olarak büyîik binalar ve Boğaz sahilinde Hünkâr iskelesinde bir kâğıt fabrikası inşa ettirmiştir6. Selim'in tahttan indirilmesinden sonra Sultan İkinci Mahmud'un hüküm sürdüğü devrin ilk yirmi senesinde, pek az sınaî ilerleme kaydedilmiş, lâkin bu durgunluğu büyük bir faaliyet takip etmiştir. İstanbul'da Eyüp ci3 Ali Riza Seyfi, 'İmparatorluk Devrinde Sanayileşme Komedisi' Cumhuriyet Gazetesi (İstanbul), 31 Temmuz, 5 Ağustos 1939; Ömer Celâl Sarç: «Tanzimat ve Sanayiimiz», Tanzimat (İstanbul 1940), s. 423-40. (Ayrıca Charles Issavi, The Economic History of the Middle East 1800-1914 (Chicago, 1966), S. 48-59.) 4 Enver Ziya Karal, Selim IITün Hatt-ı Hümây ânları-Nizam-ı Cedid 17891807, Türk Tarih Kurumu Yay. cilt VII, no. 14 (Ankara 1946) s. 61-3. 5 Bu konular Stanford J. Shaw tarafından iyice ele alınmıştır. Bk. Betioeen Old an New, (Cambridge Mass, 1971), s. 138-44. 6 Adnan Giz, «İlk Sınaî Tesislerimiz», İstanbul Sanayi Odası Dergisi (İstanbul), cilt II. no. 23 (Ocak 1968) s. 25, 26. Bunlar o kadar süslü idi ki, turistler onları saraydan bozma sandılar, bk. James E. Dekay, Sketches of Turkey in 1881 and 1832, (New York 1833), s. 122-4; R. Walsh, A Residence in Constantmople..., cilt II (Londra 1836), s. 295. R. Walsh Narrative of a Journal from Constantinople t o England, (Londra 1828), s. 15.
varında 1827'de7 bir iplik eğirme fabrikası inşa edilmiş, 1830 başLarında da Beykoz'daki deri tabakhânesi ve ayakkabı imalathâneleri geliştirilmiştir. Hünkâr iskelesindeki kâğıt fabrikası aynı sene elbise imalâthanesine dönüştürülmüş8, 1835'te el imalatı olan yeni feslerin yapımı için Feshâne ihdas edilmiş9, 1836'da Balkan dağlarının güneyinde îslimiye'de bir yün ipliği ve kumaş fabrikası işletmeye açılmıştır10. Aynı devrede Tophâne civarında yeni bir bıçkıhâne ve bakır levha imalâthânesi kurulmuş ve 1830'larda da hayvan gücüyle çalışan Tophâne top döküm fabrikası ile Dolmabahçe tüfenk imalâthâneleri buharla işler duruma getirilmiştir11. Feshâne dışında, bu ilk Avrupa tarzındaki endüstrileşme teşebbüsleri sırf devletin ihtiyaçları ve askerî teşhizat imalâtına dönüktü. Bu teşebbüslerin tarihleri belirli bir düzeni akla getirmektedir. Selim IH'in 1807'de tahtan düşmesinden evvel olan sekizinci asrın sonu ile on dokuzuncu asrın başlarında yapılan askerî ıslâhat müddetince ve tekrar -bu ıslâhata karşı yirmi sene boyunca gösterilen muhalefetten sonra12 yeniçerilerin 1826 senesinde kaldırılmasından, Mehmet Ali'nin 1841'deki siyasî sınırlamalarına kadar, Bâb-ı Ali ferdî sınaî teşebbüslerine sermaye yatırımında bulunmuştur. Bu hususta bağlanan aşırı ümitler, Avrupa'nın sınaî üstünlüğünü Türkiye'ye aktarmaktan başka bir şey değildi. Bu gayretler bilhassa imalatın son bölümleri üzerine teksif edilmiş olup, hammaddelerin memleket dahilindeki kaynakları, nakliyat veya diğer ikinci derecede iktisadî meseleler gibi problemler göz ardı edilmiş veya kısmen halledüme yoluna gidilmiştir. Bu meselelerin daha realistik şekilde halli bir sonraki on yıl içinde aranmıştır. 7 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, cilt VI, (Ankara, 1951) s. 241. 8 DeKay, s. 118-24. 9 Julia Pardoe, The City of the Sultan, cilt III (Londra, 1838), s. 177-84; Sümerbank Aylık Endüstri ve Kiiliür Dergisi (İstanbul), cilt I, no. 1 (Temmuz, 1961), s. 24. 10 Ami Boue, La Turquie d'Europe, cilt III (Paris 1840), s. 100-2; Odalar Birliği, Türkiye'de Pamuk İpliği ve Pamuklu Dokuma Mensucat Sanayii (Ankara 1958), s. 4-9. 11 John Reed, Turkey and the Turks, (Londra 1840), s. 272-6. 12 Misal olaraik, II. Selim'in Azadlı'da yeni bir dokuma fabrikası teşebbüsünü zikredebiliriz. Bu, Selim'in tahttan düşmesinden sonra, terkedilmişti. Anna Naguib Boutros-Ghali, les Dadian, tere. Archag Alboyadjin, (Kahire 1965), s. 91.
1840larda, Osmanlıların yabancı imalatçılara bağlı olmalarından doğan mahzurları idrak etmesi ve savunmalarını modernleştirme -sosyal olmasa bile iktisadî bakımdan- arzusu zirveye varmıştır. Tanzimat'ın ilk senelerinde, 1841 veya 1842'den Kırım Harbinin başlangıcına kadar, çok sayıda Osmanlı devlet sanayi müessesesi inşa edilmiştir. Gerek miktar ve gerekse çeşit, tasarı, yatırım ve dahilî hammadde kaynaklarına dönük teşebbüsler sahasında olsun, bu imalata dönük yatırımlar daha evvelki gayretlerin çok üstünde gerçekleşmiştir ve bu devre Osmanlı tarihine istisnaî bir devre olarak yansımıştır. Bu Osmanlıların hakiki sanayi devrimi hususunda en büyük ümidini teşkil etmiştir. Bu atılımın coğrafî bölgesi merkez olarak istanbul'un batısında Edirne yolu ile Marmara sahili boyunca bir bölgede yerleştirilmiş ve istanbul'da Yedikule surlarından Küçük Çekmece'ye doğru, doğudan batıya dokuz mil uzanmıştır. Bu sahada 1842'den itibaren Osmanlı devlet adamları dikkate değer ziraî ve sınaî «birlikler kurmuş, bir nevi' «sanayi parkı» tesis etmişlerdir. Zeytinburnu civarındaki imalat merkezinde bir izabe ve makina imalâthanesi bulunmaktaydı. Burada demir boru, çelik ray, sapan, parçalar, üzengi, kilit, mızrak başları, top, kılıç, bıçak, ustura ve diğer dövme ve dökme parçaları istenilen mükemmellikte ve miktarda imal edilmekte idi. Bir bölümde kumaş ve pamuklu çorap dokunmakta idi. işçiler iki katlı, 650 kadem boyunda barakalarda ikamet etmekte idi ve bu muazzam merkez aşağı yukarı yarım mil uzunluğunda duvarlarla çevrili idi. Civarında da bir teknik okul kurulmuştu13. Yine İstanbul'da diğer bir sanayi merkezi Zeytinburnu'nun batısında Bakırköy civarında (»bazı yabancılar tarafından Makriköy diye bilinirdi) tesis edilmiş bulunuyordu. Bunun içinde bir pamuk eğirme, dokuma ve basma fabrikası, bir fırını ve iki ocağı bulunan bir demir imalâthânesi, buharla işleyen bir makina atölyesi, küçük buharlı gemi inşaatı için de bir tersanesi vardı. Fırın evvelce mev13 Charles MacFarlane, her ne kadar Osmanlıların sanayileşme teşebbüslerini iyi karşılamıyor idi ise de, MacFarlane 1847-8 senelerinde şahsen İstanbul-lzmit-Bursa «bölgelerinde ekseri fabrikaları ziyaret etmişti. Bunların yeri, büyüklüğü, işçüeri ve istihsalleri hakkında müşahhas raporları doğru çıkmıştır. Burada mukayeseli bilgiler bulunmaktadır. Turkey and Its Destiny, cilt II (Londra, 1850) s. 603-8.
cut bir barut imalâthânesinin bitişiğinde bulunmaktaydı. Bu durum alaycı müşahitler tarafından geniş, hatta patlamaya hazır bir istikbalin habercisi olarak tanımlanıyordu14. Aynı kompleks içinde bir de çiftlik projesi bulunmaktaydı ve daha batıya doğru, Yeşilköy (Ayastefanos) istikametinde kurulmuştu. Fransız prototipine göre kurulan bu çiftlik yeni hayvan soyları, tecrübe edilmekte olan değişik mahsul, ve binlerce ağaç fidanlarıyla donatılmıştı. Bir çok öğrenci çiftliğin giriş kısmında yeni inşa edilen ve en ileri ziraatî teknik eğitiminin verildiği okulda toplamış bulunuyordu1'. İstanbul kompleksinin batı sınırında Küçük Çekmece yakınlarında evvelce mevcut ikinci bir barut fabrikası bulunmaktaydı. Bu imalâthâneler, evvelce yukarıda zikredilen merkezî yerleşme alanı ve bir de doğu hududunun en ucunda, Yedikule'de bulunan tuzla16, İstanbul kompleksinin belli başlı unsurları idi. Dört üniteyi bir araya getirecek olan bu projeyi bazıları Türk «Manchester ve Leeds»i ve Türk «Birmingham ve Sheffield»i olarak görüyorlardı17. 1840'ta bütün bölgelerin seçimi ve bu sahalarda yapılan inşaat, her türlü alım, kira işi, işçi tutulması ve imalât bir yerden idare edilmekteydi. Aynı idare 1843'te İzmit civarında Marmara denizine nâzır, doğudan 60 rnil uzaklıkta büyük bir devlet fabrikası inşa etmişti. Bina ileri Avrupa inşaat tekniği ile yapılmıştı, makinalar mevcut olanların en iyisi idi ve fabrika da kısa zamanda Avrupanm en iyi kumaşları ile boy ölçüşecek yün dokumalar imal etti18. Aynı idare İstanbul'a daha yakın Marmara denizinin kuzey kıyısında Hereke'de bir pamuk ipliği fabrikası inşa etti. Bu fabrika 1840'ın sonlarına doğru sarayda kullanılmak üzere fantezi ipek kumaş imalâtına yöneldi19. 14 MacFarlane, cilt II, s. 219 v. d. 15 A. Ubicini, Letters on Turkey, trc. Lady Easthope, cilt II (Londra 1856) s. 324; MacFarlane, cilt I, s. 60 v.d., cilt II, s. 606 v.d. 16 MacFarlane, cilt II, s. 220. 17 MacFarlane, cilt I, s. 58. 18 Puiblic Record Office, Londra Foreign Office Archives (FO) 195/208, Sandison'dan Comming'e, Bursa, 9 Aralık 1843; Journal de Constantinople et des Int&rets Orientales (İstanbul), (JC), Kasım 1843, s. 2; MacFarlance cilt II, s. 450 v.d. 19 Pamuk ipliği makinaları İstanbul'a nakledilmişti. Bk. Ömer Alageyik,
Hakikaten etkin bir Osmanlı sanayii memleket içinde tedarik edilecek hammadde bağımsızlığına dayanıyordu; böylece şümûllü bir program başlatıldı. Yabancı jeologlar ve maden mühendisleri demir madeni bulmak için araştırmalar başlattılar ve 1845'ten itibaren Adalarda (Prens adaları) ve Maltepe'de demir cevheri çıkarmağa başladılar. İstanbul'un batısındaki kayalardan kireç taşı ve Ereğli'deki ince damarlardan kömür çıkarttılar20. 1842 sonlarına doğru Osmanlı hükümeti yün elde etmek için, 15,000 kadar merinos koyununu Bursa civarında bir çiftliğe yerleştirdi21. Pamuklu bez için, 1840 ortalarmbir Amerikan ziraat mütehassısı İstanbul'un batısında bir örnek çiftlikte pamuk ekimine başlattı. Pamuk çekirdeklerini ayırmak için çırçır makinaları ısmarladı ve tüm doğu Trakya'nın Amerikan Güney Carolina eyaleti usulünde büyük çiftliklerle donanacağma inandı. Hatta memleketinde evvelce azad ettiği kölelerini bile buraya getirtti22. Hereke fabrikası işlenmemiş ipek için Marmara'nın elli mil güneyindeki geleneksel Bursa yöresinde ipek yetiştiren bölgeye güveniyordu. 1840 senesinin ortalarına doğru Bursa'daki husûsî teşebbüs sahipleri el tezgâhlarını buharla işleyen İtalyan modeli ipek çıkrıklara çevirmişlerdi. Bu çıkrıklar üstün evsafta ham ipek imal ediyordu ve Bâb-ı Ali 1850'de Hereke tezgâhlarını beslemek üzere bu tiplerin en büyüğünü Bursa'da yaptırdı23. 1840 devlet programının bir bölümünde de başka idarelerce işletilen bir çok yeni imalâthâneler bulunmaktaydı. Bunların arasında 1841'de Selvi Burnunda (Beykoz) kurulmuş bir tabakhane24. 1843'te «Türkiye'de Mensucat Sanayiinin Tarihçesi», istcmbul Sanayi Odası Dergisi, cilt II, no. 16 (Haziran 1967), s. 9; MacFarlane, cilt II, s. 342 v.d. 20 JC, 26 Ekim 1844, s. 1 ve «11 Şubat 1845, c. 1, 2; MacFarlane, cilt II, s. 223 v.d., 612, 615; Uıbicini, cilt II, s. 342 v.d. 21 FO 78/532, Sandisa'dan Aberdeen'e, Bursa, 8 Şubat 1843; MacFarlane, cilt I, s. 511 v.d. Evvelki bildiride 3600 koyundan bahsediliyor lâkin MacFarlane çok daha fazlasından söz ediyor. 22 FO 195/290, Carr'dan Canning'e, Büyükdere, 30 Ekim 1848; MacFarlane, cilt I, s. 59 v.d., cilt II, s. 629 v,d. 23 Fahri Dalsar, Bursa'da İpekçilik (İstanbul 1960), s. 405 v.d. S. Moutal, L'Avenir Economique de la Turguie Nouvelle, (Paris, 1925) s. 160, 161. 24 Bouıtros-Ghali, s. 79; Yazar Selvi Burnu'nun yerini kesin olarak bümedigi için (Silivri) olarak göstermiştir. Ancak bu mahal İstanbul Anadolu yakasında Beykoz semtindedir.
istanbul Feshâne'sine ilave edilen yün dokuma kısmı25, Darphâne'ye aynı sene yerleştirilmiş buharlı baskı makinaları26, istanbul'un kuzeyinde Beşiktaş'ta 1844'te kurulan demir döküm fabrikası27, ve aynı sıralarda Boğaziçinde inşa edilecek bir porselen fabrikası28 vardı. Bildirildiğine göre İstanbul'dan uzakta Balıkesir'de 1842'den itibaren bir devlet fabrikası kaba yün kumaşları imal ediyordu29, 1844'te izmit'te bir kâğıt fabrikası kurulmuştu30 ve 1840 başlarında Bulgaristan'da Samako'daki gülle dökme fabrikalarının geliştirilmesi hususunda tedbirler alınmıştı31. Bağdat'da 1842-47 senelerinde yeni bir barut fabrikası inşa edilmişti32 ve bu on senenin sonuna doğru Tokat'ta bakır eritme makinaları ile fırın tedariki için büyük miktar ilave para harcanmıştı. Bakır cevherinin teksifi için de Dicle nehri üzerinde devlet madenlerinin yakınında benzer tesisler İslah edildi33. Buraya kadar verdiğimiz liste herhalde tam değildir. Aşağı yukarı bütün sanayi makinaları Avrupa'dan ithal edilmişti. Bazıları eski idi, çok yeni olanların bazılarının da imalâtı henüz denenmemişti. Bazıları parça parça olarak, diğerleri de Hereke ipek dokuma tezgâhları gibi tam takım halinde satın alınmıştı, buna ustalar ve işçiler de dahildir34. Dış memleketlerden, ekseriyetle usta başları, usta sanatkârlar ve ihtisas sahibi işçiler, fabrikaları ve aletleri tesis etmek, işletmek ve onarmak için geliyordu. Başlangıçta bu yabancıların çoğunluğu Ingilizdi, fakat sonraları Belçika, Fransa, italya ve Avusturya'dan da işçi almaya başladılar33. Bu memleketlerde işçi gündeliklerinin daha düşük olduğu 25 Alageyik, s. 9. 26 Archives des Affaires Etrangeres, Paris, Division commerciale, Bourgueney'den Guizot'ya, İstanbul, 6 Ocak 1844, JC, 1 Aralık, 1843. 27 JC, 6 Haziran 1844, s. 2; Ubicini, cilt II, s. 342. 28 JC, 6 Şubat, 1848, s. 2. 30 JC, 26 Haziran 1844, s. 2; Ubicini, cilt II, s. 343. 30 JC 26 Haziran 1844, s. 2; Ubicini, cilt II, s. 343. 31 FO 195/206, Canning'den Hariciye Nazırına, Istanıbul, 2 Cemazielahır 1258. 32 Boutros-Ghali, s. 105. 33 Warrington W. Smyth, A Year with the Turks, (Londra, 1854), s, 87, 104, 156, 157. 34 FO 78/611, Cartwright'tan Aberdeen'e, İstanbul, 22 Şubat 1845; MacFarlane, cilt n , s, 464, 608-609, 623-124. 35 MacFarlane, cilt II, s. 436, 455.
biliniyordu. Belki de (Üçüncü Selim'in sanayileşme programında göz önüne alındığı gibi) tek bir Avrupa memleketine bağlı kalmaktan sakınıyorlardı. Bir çok ticaret sahasına ihtiyaç belirmişti. Sadece İstanbul'da yabancı teknik ressamlar, inşaatçılar, kalıpçılar, montajcılar, model imalâtçıları, kazancılar, kömür işçileri, buhar makinistleri, izabe ustaları, dökme demir tavlayıcıları, çeşitli demir ve dövme demir işi yapanlar, tornacılar, hadde ustaları, madenî levha ustaları ve gemi inşaatçıları37 bulunmaktaydı. Yüzlerce erkek, kadın ve çocuğun sağlığını korumak ve sıtmayla mücadele etmek için Avrupalı doktorlar işe alınmakta idi38. Bu ecnebiler çok iyi eğitilmiş seçkin kişilerdi. Onların nezareti altında, aralarında Bulgar, Rum, Musevi ve Türklerin bulunduğu 5000'den fazla acemi işçi vardı39. Bunların ekseriyeti erkekti, lakin Bursa, Hereke ve Feshâne imalâtında bir çok kadın ve kız çalışmaktaydı40. Avrupa'da olduğu gibi çalışma saatleri, diğer faktörler müsait olduğu takdirde, gün ağardığında başlıyor, hava kararana kadar devam ediyordu41. Bu projenin başlangıç safhasından itibaren İstanbul'daki bütün kompleksler, madenler, çiftlikler, koyun yetiştirme dahil olmak üzere, ve Hereke ile İzmir'deki müesseselerin sevk ve idaresi bir tek ailenin Dadyan'larm elinde idi. Gregorien Ermeni milletinden olan bu aile Osmanlı bankacılığı, devlet idaresi ve sanayii hakkında geniş bilgi sahibi idi. Ailenin en ün yapmış olan ferdi, dedeleri Hacı Arakel Dad, 1795'te üçüncü Selime mekanik sahasında kendi kendini yetiştirmiş deha olarak tavsiye edilmişti42. Hacı Dad Bakırköy yakınm36 Shaw, s. 140. 37 FO 195/289, Pisani'den Canning'e, Beyoğlu, 9 Temmuz 1849. 38 Smyth, s. 156, 157; MacFarlane, cilt II, s. 456, 461; FO 195/289, Dadian'dan Canning'e, Baruthane, 10 Ağustos 1848. 39 MacFarlane, cilt II, s. 451, 464 vol.; Pardoe, cilt III, s. 177-84. 4.0 A.D. Mordtmann, Anatolien (Şkizzen und Reisebriefe aus Kleınasien), 1850-1859, Fransız Banbinger neşri, (Hanover, 1925), s. 296; Pardoe, cilt III, s. 177-84; MacFarlane, cilt II, s. 466. 41 Great Britain, Foreign Office, Reports, Respecting Factories for Şpinning and Weawing of Textile Fabrics Abroad, (Londra 1873), s. 183 v.d. 42 Tam adı, Mahdeci Dad Arakel Amira Zadaian idi: Boutros-Ghali, s. 42, 89-92; Ubicini cild II, s. 317 (Burada Dad hatalı olarak Dael şeklinde verilmiştir) ; Shaw, ondan Er akli Efendi diye bahsetmektedir, s. 144.
daki baruthânenin modernleştirilmesine çok katkıda bulundu ve karşılığında Küçük Çekmece'nin kuzeyindeki Azadlı köyünde inşa edilmekte olan yeni baruthâneye baş mühendis ve müdür olarak tayin edildi. Özellikle gümrük ve vergilerden muaf , tutulan baruthânenin imalâtı, tesis edilen yeni aletler ve su gücü sayesinde Bakırköy'dekinden üstün evsafta olunca, Hacı Dad her iki fabrikaya müdür tayin edildi. 1832'de Sultan İkinci Mahmud Hacı Dad'm oğlu ve torunu Ohannes ve Bogos Dadian'a barut imalât imtiyazını verdi45. On sene sonra Ohannes ile Bogos halen barut fabrikalarını idare etmekteydiler ve Barutçubaşı ünvanını almışlardı. Ohannes aynı zamanda yeni sanayi programını tatbik etmekle görevlendirilmişti44. Bu seçim normaldi. Muhakkak ki 1840'larm ilk senelerinde Ohannes Dadyan'ın tecrübesi herhangi bir Osmanlı'dan çok fazla idi. Çıraklığını büyük kardeşinin yanında 1813'te Küçük Çekmece'deki Baruthânede henüz on beş yaşında iken yapmıştı. Ohannes 1820'lerde Beykoz kâğıt fabrikasına, 1826'da Eyüp dokuma fabrikasına müdür tayin edildi ve 1832'de de Azadlı barut fabrikasında büyük kardeşinin yerine müdür olarak geçti. 1835-36 senesinde «kendi tesis ettiği fabrikalarla ilgili bazı hususları» tetkik etmek üzere Avrupa'da bir sene kaldı ve 1837'de İkinci Mahmud tarafından Dolmabahçe silah fabrikalarmdaki hizmetlerinden dolayı mükâfatlandırıldı15. Göründüğü kadarıyla Sultan Abdülmecid Ohannes Dadyan'a yeni sanayi programının fiili başkanı olarak büyük selahiyetler vermişti. 1842'de Ohannes İstanbul'daki fabrikaların, nümune çiftliğinin, İzmit yün dokuma fabrikasının, Bursa koyun çiftliğinin ve muhtemelen Hereke fabrikasının yerlerinin seçiminde yardımcı oldu4". İşin bu safhası tamamlandıktan sonra, yeğeni Bogos her iki fabrikaya da nezaret ederken, Ohannes Dadyan 1842 sonlarında bir sene sürecek olan ikinci Avrupa gezisine çıktı. Belki de bir Osmanlı iş adamı için Büyük Avrupa turu sayılabilecek bu yolculuğunda bir çok memlekette çeşitli fabrikaları gezdi, bir çok malzeme aldı, büyük miktarda işçi kiraladı ve harikalarla dolu Batı'yı inceledi47. 43 Boutros-Ghali, s. 102. 44 Aynı eser s. 100-2, 119. 45 Aynı eser s. 48, 79, 90-91, 99, 102. 46 FO 78/532, Sandison'dan Aberdeen'e, Bursa, 18 Şubat 1843; MacFarlane, cilt II, s. 220, 451, 616. 47 JC, 21 Ekim 1843, s. 2, vc 21 Şubat 1848, s. 3; Boutros-Ghali, s. 79, 80,
Fabrika inşaatı o yokken 1843'te başladı ve Abdülmecid ilk teftişini 1844 ortalarına doğru yaptı. Yapılanlar övgü ve kıymetli mükâfatlara lâyık görüldüğü için, devlet tarafından daha geniş idarî yetki ve tam güç çalışma için malî destek sağlandı (bunlara Boğazdaki Beykoz tabakhânesi ve Hünkâr iskelesindeki dokuma fabrikası da dahildi)45. Dadyan'lar aile efradını kilit noktalarına yerleştirdi. Ohannes ithalâtı ve dahilî ve haricî devlet münasebetlerini idare ediyordu. Bogos fabrikaların genel idaresini üstlenmişti. Ohannes'in bir oğlu ve diğer bir yeğeni Zeytinburnu'ndaki yeni teknik okula öğretmen ve idare amiri olarak tayin edildiler. Daha uzak akrabalar izmit ve belki de Hereke'de mahalli idareci ve muhasebeci oldular. Hatta Dadyan'lar yeni Bağdat barut fabrikası için inşaat mühendisi bile sağladılar. Ekseri yabancı mütehassıslar doğrudan doğruya onlara bilgi verdiler ve yabancı işçi ile makinalar bu on sene zarfında memlekete akın ettiler49. Bu geniş sanayi hamlesinin zamanlaması bir hususiyet gösterir. Daha 1838'de Osmanlı Devleti, Balta limanı Îngiliz-Türk ticarî muhahedesi ile bir çok imtiyazlarını ve diğer ithalât-ihracât kontrollerini terketmişti50. 1841'de Avrupa devletleri bu anlaşmayı, Bâb-ı Ali'nin temsilcisi olan Mehmed Ali'yi zorla kabul ettirmişlerdi. Ancak dış rekabet Nil nehri üzerine kurulan fabrikaların kısa zamanda mahvolmasına sebep oldu. Böylece, Tanzimat'ın başlangıcında fabrikalara yapılan ilave yatırım hususundaki ümidler tamamen kaybolmuş bulunuyordu. Aksine bu olumsuz hadise Abdülmecid ve müşavirlerini yıldırmadı, akabinde Osmanlılar Boğaz sahilleri ile Marmara'yı sanayi tesisleri ile donatmak için büyük bir gayret içine girdiler. Acaba neden? Avrupa'nın sürdürmekte olduğu serbest ticaret (laissez-faire) diplomasisine tam boyun eğmelerine rağmen Osmanlıların başarı ümidlerini kaybetmediklerinin sebebi açıkça anlaşılamamakla beraber, bu aynı devirdeki Mısır sanayi tecrübelerinde aranabilir. 1800'lerin başlangıcında Mehmed Ali maddî yönden bağımsızlığını 48 JC, 1 Ağustos 1844, s. 1 v.d. 49 FO 195/329, Hensman'dan Dadyan'a İstanbul, 14 Kasım 1848; MacFarlane, cilt II, s. 473, 599, 607. 50 Bu anlaşmanın geri planının en toplu tahlili için bk. Puryear, bilhassa s. 117 v.d. Metin için, Issawi, Economic History, s. 39, 40,
kuvvetlendiren geniş bir sanayileşme programına yatırım yapmıştı. Dahilî pazarları kontrol altında bulundurması, yüksek fiatlara rağmen, Mısır'daki sivil halkın yerli dokumaları satın almasına yol açtı, Mısır askerleri de memleketlerinde dikilen üniformaları giydiler5-. 1830'larm başlarında askerî kudreti Babı Ali'ııinkinin üstünde idi. Ancak 1841'de Avrupa'nın diplomatik ve askerî baskıları sonunda Mehmed Ali'nin faaliyetleri Mısır içinde sınırlandı, tekel ve koruyucu vergilerin 1838 İngiltere-Türkiye ticarî anlaşması uyarınca tatbik edilmesi sağlandı. Bu duraklamaya rağmen Mısır ordusu yerli mamulleri kullanmaya devam edebilecekti fakat 1841 Haziranında bir Osmanlı fermanı ile Mısır ordusunda yüzde seksen nisbetinde indirim yapıldı, böylece ordu 18,000 kişiye indirildi. Bu alınan tedbir Orta Doğuda politik bir statükonun devamı hususunda Avrupa'nın büyük güçlerinin desteğini gördü. Muhtemelen 1841'den sonra askerî harcamaları yüzde seksenden de aşağı düşürüldü, çünkü Mehmed Ali mütecaviz dış oplitikasmından vazgeçmeye zorlanmıştı52. Netice olarak Mısır'daki bir çok fabrika devre dışı kaldı ve kısa zamanda kapandı53. Askerî bakımdan zayıf bir Mısır'a karşılık, kuvvetli bir Osmanlı Devleti'nin bulunması Avrupalıların bilhassa İngilizlerin Yakın Doğuda istikrar sağlanması için yaptıkları plânlarının bir parçasıydı. Netice olarak, her ne kadar, tıpkı Mısır gibi Bâb-ı Ali de bir çok devlet tekellerini ve ithalât-ihracat üzerindeki kontrollerini kaybetti ise de, Avrupa'nın büyük güçleri Osmanlı ordusunda kısıtlama yapmadı. 1826'da Yeniçerilerin kaldırılmasından sonra, ordu bir çok Avrupa tipi teçhizat almıştı, böylece kendi kendine yeterliliğini de kaybetmiş oldu. 1841'ierde geniş mikyasta bir endüstri programının başlatılması kaçınılmazdı. 51 Mehmed Ali'nin sınaî-ticarî sisteminin kısa bir tasviri için bk. Ali alGiritli, Tarikh al-Sma'a fi Mısr, (Kahire [1952]), s. 40-51, #7-104, 141-50, Bunun tercümesi için Bkz. Issawi, Economic History s. 390-402. 52 Ferman'm metni için bk. J.C. Hurewitz, Diplomacy in the Near and Middle East, cilt I (Princeton, 1956), s. 121-; Henry Dodwell, The Founder of Modern Egypt, (Cambridge, İngiltere, 1931), s. 191, 226; M.S. Anderson, The Eastem Çuestion, 1774-1923, (Londra, 1966), s. 104 v.d. 53 Charles Issawi, «Egıypt Since 1800: A Studyin Lopsided Development», Journal of Economic History, XXI (1961), ,s. 1-25 (Issawi, Economic History, s. 363)
1840'larda yeni Osmanlı mamullerinin büyük bir kısmı askerler ve saray tarafından kullanılıyordu. Herhalde bu on sene zarfında iç pazar Osmanlı endüstri hedefleri dışında kaldı. Bununla beraber, Hereke'de imal edilen bazı ipekliler hiç olmazsa geçici olarak İstanbul'da bir devlet iktisadî müessesesi vasıtası ile sivil pazarlara girmiş oldu54, ayrıca Feshâne de parakende satışa başladı55. 1845'de verilen bir ilanla, halk İstanbul'un batısında kurulan ve başarıyla çalışan yeni dökümhâneye döküm, dövme ve sair demir işleri için sipariş vermeye teşvik edildi10. Anlaşılan sivillere mahsus olan bu satışlar ve hizmetler bir istisna teşkil ediyordu, zira yabancı ithalatçılar fazla bir rekabet beklemiyorlardı ve de karşılaşmadılar57. Hatta Osmanlıların askerî yönden kendi kendilerine yeterli olmaları cihetine de fazla önem vermemişlerdi zira 1848 senelerinde yarı yarıya çalışan fabrikalar ve eskiyen malzemeler yakınlaşan felâketin açık habercileri idi58. Bazı ecnebi işçiler işten çıkarılmıştı59 ve rivayete göre 1849 sonlarına doğru bizzat Dadyan'lar da bazı vazifelerinden affedilmiş ve emlâkma el konmuştu60. Kırım savaşı ile Osmanlıların Avrupa'ya borçlanması meselesi ortaya çıktı ve Bâb-ı Ali sanayi programlarının büyük bir kısımından vazgeçmeye mecbur oldu61. Programın çökmesine sebep olan başka faktörler vardı. Mesela Küçük Çekmece barut fabrikası 1848'de havaya uçtu82. 1855'te Bur54 MacFarlane, s. 466 v.d. 55 Ubicini, cilt II, s. 343. 56 JCy 6 Mart 1845. 57 FO 78/611, Cartwright'tan Aberdeen'e, İstanbul, 22 Şubat 1845. 58 1848'deki Paris ihtilâli İstanbul kadar uzaklardaki hükümet merkezlerinde alarma yol açmıştır. Yeni sadrazam olan Sarım Paşa Osmanlı maliyesi üzerinde kontrolü kuvvetlendirdi, buna yeni sanayi kuruluşları da dahüdi. MacFarlane, cüt II, s. 599 v.d. 59 FO, 195/329, Dadian'dan Hensman'a, İstanbul, 13 Kasım 1848. 60 The Times (Londra), 23 Ocak 1850 s. 6. Görünüşe göre, Dadian'lar mülklerine yeniden kavuştular, çünkü aile refah içinde iıdi ve 'bir çok fertleri 1890 ortalarına doğru Bâb-ı Ali muamelelerinde ön safta görünüyorlardı. «Barutçu başı» unvanı ve vazifelerini 1870'la 1989 arasında tutmaya devam ettiler. Bk. Routros-Ghali, s. 102-24. 61 MacFarlane, cilt II, s. 611. Avrupa'dan borçlanmalarının neticeleri hususunda bk. Donald C. Blaisdell, European Financial Control in the Ottoman Empire, New York 1929), çeşitli yerlerde, 62 Boutros-Ghali, s. 105.
sa'daki ipek dokuma tezgâhları zelzele ile yıkılmıştı63. 1840 sonlarına doğru, İstanbul'un batısında örnek çiftliğindeki pamuk ürünleri çırçır makinası yokluğundan zarar gördü ve fidanlar susuzluktan kurudu01. Merinos koyunu tasarısı idare edilemedi ve koyun sürüsü kötü beslenmeden, hava şartlarından, hastalıktan ve hırsızlıktan ötürü yok oldu65. Darboğazlar arzu edilmeyen zincirleme neticelere yol açtı: madenlerde irtibat yolları ve âlet eksikliğinden kömür ve demir cevheri istihsalleri geriledi. Saban yapmak için lüzumlu demir zamanında teslim edilemedi. Netice olarak örnek çiftlik projesi gecikti ve yüksek maaşlı ziraat mütehassıslarının ümitsizliğe kapılarak ayrılmasına sebep oldu66. Avrupadan sel gibi artan ithalât, binlerce kalifiye el sanatkârının yerini almıştı. Bu azalmaya rağmen fabrika işçiliği de zor bir problem olmuştu. İngiltere ve Fransa'da iki veya üç nesil evvel yaşandığı gibi, işçiler fabrikada insan ilişkilerini gözetmeyen isteklere alışamıyorlardı. Yabancı idare amirleri işçilerin verimini düşük, işe gelmedikleri günleri fazla buluyor, ciro nisbetini dehşetle karşılıyor ve tatilleri çok görüyorlardı07. Netice olarak, ücretsiz işçi çalıştırarak yapılan fabrika inşaatlarından, ayaklarma bez sarılı işçilerden, topallıyarak iş görenlerden ve genel olarak işçilerin ezilmesi gibi haberler duyulmaya başlanmıştı68. Bununla beraber mesele sadece geleneksel köylü ve işçi çalışma usullerinin düzenlenmesi değildi. Yabancılar kendi yerlerine adam yetiştirmeyi hiç istemiyorlardı ve anlaşılan iyi ücretli işlerden kendi istekleri ile ayrılanlar pek azdı69. Yabancılar Batı Avrupa'da geçerli olan miktarların en azından iki 63 Auguste Viquesnel, Voyage dans la Turquie d'Europe, (Paris 1868), cilt I, s. 295. 64 MacFarlane, cilt II, s. 619, 629 v.d. 65 MacFarlane, cilt I, s. 519 v.d. 66 FO 195/290, Carr'dan Canning'e, Büyükdere, 20 Ekim 1948; MacFarlane, cilt n , s. 227, 611 v.d., 628 v.d. 67 Great Britain Foreign Office, Reports, s. 187; Hamlin, s. 57, 58; MacFarlane, cilt II, s. 227, 611 v.d. ve çeşitli yerlerde. 68 FO 78/598, Camming'ten Aberdeen'e, İstanbul, 21 Haziran 1845; FO 195/208, Sandison'dan Canning'e, Bursa, 9 Aralık 1843; MacFarlane, cilt I, s. 222 v.d. 69 DeKay, s. 120. Bu mütalâa 1830'ların başlangıcına aittir, lâkin 1840'ların sonuna doğru ne hükümetin ne de yabancıların davranışında bir değişiklik olduğuna dair bir alâmet yoktur.
misli ücretle işe almıyorlardı ve her ne kadar ödenen ücret toplamı genel giderlerde büyük bir yer işgal etmiyorsa da, fabrika masraflarının artmasına sebep oluyordu70. Hastalık, bıkkınlık, hayal kırıklığı, kızgınlık ve boşuna çaba sarfetme hissi, verimlerini düşürüyor ve personelin sık sık değişmesine yol açıyordu. Bazı ecnebiler asıl meselenin Dadyan'larla, onların sorumlu oldukları paşalar arasındaki «dalavere» tabir ettikleri husus olduğunu söylüyorlardı. Bu durumun, teknik tavsiyelere aldırmamak, idarî işlere karşı ilgisizlik ve o sıralar yaygın bir düşünce tarzı olan «yavrusunu düşünmeden Osmanlı ineğini sağmak» gibi hususlardan ileri geldiği, mübalâğalı iddialar arasındaydı71. Çoğu zaman yabancıların peşin hükümlü olarak ileri sürdükleri bu tarzdaki mütalaaları daha geniş bir zaviyede ele almak icap eder. Osmanlı Bâb-ı Ali'si çok geniş bir kalkınma programına girişmişti. Hammadde, nakliyat, inşaat, malzeme temini, işletme, bakım ve tevziat programları sıkı koordinasyonu gerektiriyordu. Bol vakit olduğu ve hudutsuz tahsisat verildiği takdirde daha geniş kadrolu tecrübeli ve işine düşkün idareciler böyle bir teşebbüsün altından kalkabilirlerdi. Paşalar tophâne üretimleri, Dadyan'lar ise barut fabrikalarını veya münferit dokuma fabrikalarını idare edebilecek bilgiye sahiptiler, ama Ohannes Dadyan'm Avrupa'da geçirdiği iki veya üç sene her halde kendisini, bu kadar yaygın ve yenilik yaratacak nitelikteki değişiklikleri gerçekleştirecek bir idarî dehâ sahibi kılmaya yetmezdi. Daha alt kademedeki idarecilerin genel tecrübe ve eğitimleri ise, ona yeterli desteği sağlayabilmekten uzaktı. Bütün gu güçlüklere rağmen Bâb-ı Ali başlangıçta çok hevesli idi. Fakat Sultan Abdülmecid Üçüncü Selim değildi. Her ne kadar Abdülmecid teftişlerde bulundu ise de, bunlar tetkikden ziyade me70 Mesela Dadyan'lann idaresinde çalışan bir İngiliz mühendis Charles Hensman 1848'de ayda 3,210 kuruş .kazanç sağlıyordu (yaklaşık 27 Sterling); FO 195/329, Cumberbatch'dan Canning'e, İstanbul 25 Ocak 1849. Amerikalı ziraat mütehasıslan ve yardımcıları senede toplam 9.000 dolar alıyorlardı: FO 195/190, Carr'dan Canning'e, Büyükdere, 20 Ekim 1848. 71 The Times, 29 Ocak 1845, s. 6; MacFarlane, cilt I, n , türlü yerlerde, Dalaverecüik hususunda daha mülayim görüşler için bk. Hamlin, s. 57-60, ve JC 11 Şubat 1845, s. 1.
rasim mahiyetindeydi. Bütün ilgilileri tebrik ediyor, mücevherli enfiye kutuları dağıtıyordu, fakat kendisi ne fazla bir bilgi, ne de büyük bir ilgi gösteriyordu72. Bilindiği kadarı ile, Üçüncü Selim'in yaptığı gibi tebdili kıyafet ederek ziyarette bulunmuyordu, «belki de asıl problemlerden en son haberdar olan kişiydi73. Anlatıldığına göre, kendisine fabrika imalâtı diye gösterilen bazı mallar Avrupa'dan ithal edilen en mükemmel mamüller olup üzerlerindeki etiket ve damgaları dikkatle çıkarılmış bulunuyordu74. Yeni fabrikalardaki imalât da genellikle Avrupaya bağımlıydı. 1843'de İzmit'te Belçikalı bir işçinin söylediği gibi, «en iyi İngiliz ve Fransız makinalarına sahip olduğumuzu, en iyi yünlerin Saksonya ve benzer yün üreten memleketlerden Trieste yolu ile ithal edildiğini ve bunların Fransız ve Belçikalılar tarafından işlendiğini göz önüne alırsak, yüksek kaliteli bir kumaş imal etmememiz çok garip olurdu. Buna Türk kumaşı diyemezsiniz, bu sadece Türkiye'de Avrupa makinaları ile, Avrupa malzemesi kullanılarak ve iyi Avrupa elleriyle yapılan bir kumaştır»75. Osmanlı endüstri metodlarmm geliştirilmesi için yapılan bu tecrübe ne gibi başarılar getirdi? Muhakkak tespit edilen ilk hedefler değil, zira on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında savaş tekniklerinin daha karmaşık olduğu göz önünde tutulacak olursa, yeni ve pahalı haberleşme sistemleri ve silah bakımından İmparatorluğun Avrupa'ya bağımlılığı artmıştır. Bu akım malî iflâs, Düyûn-ı Umûmiye ve sınaî kalkınma teşebbüsünün başarısızlığı ile neticelenmiştir. Bu akıma küçük bir istisna, saray için yapılan yerli kumaş, deri işleri ve askerî üniforma, battaniye, dizgin, çizme imalâtı olmuştur. Osmanlıların bu gerileme yıllarında, yangın, zelzele, modası geçmiş ve çürümeğe yüz tutmuş makinelere rağmen, dört fabrika, yünlü, pamuklu ve ipekli imaline devam etmiştir. İzmit'teki yün fabrikası birinci dünya harbinde terkedilmiş, fakat tezgâhları kısmen Feshâneye sevkedilmiştir. 72 Muntazaman beş günlük Sultan ziyaretlerine ait JC kayıtları gösteriyor ki Abdülmecid en yakın fabrikaları bile senede bir kereden fazla ziyaret etmedi. Bu durum 1843-8 senelerine aittir. 73 III. Selim'in gizlice yaptığı ziyaretler için bk. Karal, Selim III s. 61-3. 74 MacFarlane, cilt II, s. 620 v.d. 75 Aynı eser, s. 453.
Defterdar Fabrikasında halen yünlü kumaş76 imâl edilmektedir. Bakırköy'de, pamuk ipliği ve dokuma tezgâhları da askeri ihtiyaçlar için çalışmış ve yarım yüzyılı aşkın bir süre, hiç tamir ve yenileme görmeden imalâta devam ederek, takdire şayan olmayan bir rekor kırmıştır77. Halk arasında Basmahâne olarak bilinen Bakırköy Bez Fabrikası halen Türk hükümeti tarafından işletilmektedir. Bu dört müessesenin sonuncusu Hereke fabrikasının yüksek evsaflı ipek ve yün mamulleri bugün Sümerbank vasıtası ile halka satılmaktadır. Orijinal planların en verimli neticesi, küçük endüstrinin halen devam etmesidir. Çeşitli Osmanlı fabrikaları, makineleri ve çalışanları ile bir tecrübe kaynağı ve örnek olarak Türkiye Cumhuriyetine miras kalmıştır. Türkiye 1929'da ithalât-ihracât vergilerini kontrolü altına aldığı zaman özel teşebbüsler dahili ihtiyaçları karşılayamıyacak kadar zayıftı, özellikle 1930'lardaki dünya çapındaki kriz ortamında. Neticede, yeni kurulan devlet bir hal çaresi olarak eski fabrikalara döndüğü zaman, yenilikler getireceğine geleneksel usulde hareket ediyordu. Mevcut tecrübeli idareciler ile işçiler ilerideki gelişmeler içiin hazırlanan kadronun bir parçasını teşkil etmekteydiler78. Atatürk devrindeki devletçiliğin önemli yönleri, 1840'larm şanssız sanayileşme hamlesinden doğmuştur denebilir.
76 Sümerbank....Dergisi, cilt I, no. 1, s. 24. 77 Alageyik, s. 9. 78 Z.Y. Hershlag, Turkey, The Challenge of Growth, Leiden 1968, s. 91; Yazarın Türkiyelide mülâkat sureti ile elde ettiği 'bilgiler, Şubat 1967'den Mart 1968'e kadardır.
15-19. YÜZYILLARI ARASINDA İSTANBUL'DA İMALATHANE VE FABRİKALAR* Wolfgang Mütter - Wiener Binbeşyüz seneden fazla bir zaman içerisinde İstanbul'un önemi daha ziyade başkent olarak oynadığı rolde, ve bunun neticesi olarak da devlet ve kilise'nin, ordu ve donanma için ifa ettiği fonksiyonlarda idi. Bunun yanında şehrin iktisadî bakımdan, liman ve merkezî bir ticaret ve mal aktarma yeri ve bilhassa sınaî merkezi olarak da küçümsenemeyecek bir önemi olduğu, sözü geçen fonksiyonlar dolayısıyle çok kerre unutulur. Bu husus Bizans Constantinople için olduğu gibi Osmanlı İstanbul için de varittir. Ancak bu şehir, üreten bir sınaî merkezi olarak (ki bunlar her iki tarih devresinde hiç olmazsa kısmen sanayi olarak kabul edilebilir) devlete ait eyaletlerdeki durum için hiçbir zaman bir örnek değildi. 18. asırda İstanbul'da başlayan sanayileşme için eyaletlerde bir paralel çizmek hemen hemen mümkün değildir. Onun için bu incelememizin gayesi iktisat tarihi bakımından geçerli genel bir anlatım değildir. Gayesi daha ziyade şehrin gelişmesi ve İstanbul'un şehir manzarası üzerine büyük sınaî sahasından gelen tesirleri araştırmak ve bu meyanda -kısıtlı kaynakların elverdiği nisbette- sanayiye mahsus yapı biçimlerinin oluşmasını izlemektir. Burada şu hususu belirtmek gerekiyor: Memleketin zengin arşiv malzemesinden ancak yetkili uzmanlar tarafından kullanılmağa hazır duruma getirildiği kadar yararlanılmıştır; yani kulanılan kaynaklar herşeyden önce muasır kişilerin rapor ve etüdleri, gazete haberleri ve yeni yazılan monografiler, ayrıca eski planlar ve şehir manzaralarından ibarettir. Fakat * Bu makalenin Almancası, «Manufakturen und Fabriken in istanbul vom 15.-19. Jahrhundert», adı altında Mitteilungen der Frünkischen Geographischen Gesellschaft, 33-34, (1986-1987), s. 257-320'de yayınlanmıştır.
buna rağmen pek sınırlı olan bu malzeme sayesinde bazı fabrika tesisleri, şehir imarı ile ilgili gelişme temayülleri ve mahallî sanayi yapı biçimlerinin oluşması hakkında bir hükme varmak mümkündür. Bunu yaparken 18. / 19. yüzyıllarda olup bitenler ağırlık noktasını ve Birinci Dünya Savaşı zaman bakımından üst sınırı teşkil edecektir1. 1 — İlk Dönemlerde Sınaî İşletmeler (15.-11. yy.; plrnı 1) R. Mantran'ın 17. asır için işaret ettiği gibi2 - İstanbul'un değişik sınaî dalların çokluğu ile Osmanlı imparatorluğunda önemi şüphesiz bölgeselüstü bir ekonomi faktörü olmasına rağmen, az sayıda bulunan yazılı kaynaklar - (birkaçı müstesna) hususî ihtiyacı karşılamak üzere üretim yapan sınaî tesisleri hakkında ve münferit esnaf1 İşbu yazı için başvurulan malzemeler arasında sabık Sabah ve Joaillier müessesesinin, Alman Arkeoloji Enstitüsü İstanbul bölümü tarafından 1986'da devralman arşivinden birkaç resim çok büyük rol oynamıştır. Bunları yayma hazırlamak için bazı kısımlarının büyütülmesi v.s. gibi zahmetlerinden dolayı Bay W. Şehide ve Bay A. Aydın'a candan -teşekkürlerimi sunarım. 19. asır gezginlerinin eserleri arasında aşağıda gösterilenlere sık sık atıfta bulunulmaktadır: Robert Walsh, A Residence in Constantinople (London 1836; 2 cilt)= Walsh; J. Reid, Turkey and the Turcs (London 1840)= Rcid; CH. Macfarlane, Turkey and its Destiny (London 1850 ; 2 c.)= Macfarlane; J. Porter, Turkey, its history and progress (London 1856; 2 c.) = Porter; M. Ubicini, Letters on Turkey (London) 1856)= Ubicini; V. Cuinet, L,a Turguie d'Asie (Paris 1892-1894 ; 4 c.) = Cuinet; Reichsamt des Inneren, Berichie über Handel und Industrie 7 (1904) Heft 4, 267-332= BHI. Daha yeni eserler arasında tekrar tekrar iktibas edilen şunlardır : CH. Issawi, The Economic History of Turkey 1800-1914, (Chicago 1980) ve bununla beraber H. İnalcık, International Journal of Middle East Studies (bundan böyle IJM8 olarak geçiyor) 17 (1985) 273 v.d. = Issawi; aynı yazar, «Middle-East De-industrialization and Re-industrialization». IJMS 12. 1980, 469-479; ST. J. Shaw, Betıoeen Old and New. The Ottoman Empire under Selim III. (17891807) (Cambridge-Mass. 1971) = Shaw; E.C. Clark, «The Ottoman Industrial Revolution», IJMS 5. 1974, 65-76= Clark; W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie îstanbuls. Byzantion-Konstantinupolis-lstanbul bis zum Beginn des 17. Jhs. (Tübingen 1977) = BLI; Proceedings Infemational Congress of the History of Turkish-Islamic Science and Technology I (İstanbul 1981) = CST I; keza H (İstanbul 1986) = CST II. 2 Kşl. R. Mantran, istanbul dans la seconde moitfâ du XVIIe stecle (Paris 1962) 395-424.
lara mahsus bina biçimleri veya esnafın belirli bölgelerde toplanıp toplanmaması hakkında herhangi birşey söylemeye imkan vermiyor. Az sayıda olan istisnalar arasında muhakkak tabaklar bulunuyorlardı. Yedikule'ye yerleştirilmiş olan kasapların civarında tabaklarm yerleşmesi Kazlıçeşme yakınında toplu halde bir esnaf sahasının oluşmasına erken tarihte yol açmıştır. Tabakhane işletmeleri için lazım olan su küçük bir dereden temin ediliyordu. 18.-19. yy. haritalarında bu derenin adı Küçüksu olarak geçiyor. Bu dere birkaç kola ayrılarak bu haritalarda Salhane olarak adlandırılan bölgeden geçiyordu3. Esasen önemsiz olan tuğla fabrikalarının da erken tarihte 3 R. Mantran, a.g.e., 414; Kşl. keza A. -Giz, «istanbul'un en eski sanayi bölgesi Kazlıçeşme ve deri sanayii», İstanbul Sanayi Odası Dergisi, 2. 1967, sayı 22, s. 23 v.d.
Haliç'in kuzey kıyı bölgesinde sabit bir yeri vardı. Akarsu ile bağlantı sayesinde çevrede sabit bir mevkii olması gereken değirmenler ise öyle görülüyorki -şehrin kuzeyindeki sırtlarda tek tük yel değirmeni hariç- yok gibidir4. Ayrıca şehrin bütün iskan sahalarına ve muhtemelen Kapalıçarşı bölgesinde bulunan ve daha ziyade toptancılık ve uzak bölgelerle yapılan ticaretle meşgul olan birçok hanların bir kısmında gruplar halinde veya münferiden yerleşen her bir esnafı hesaba katmak gerekir. Küçük bir işletme Bizans harabelerinde de yuvalanmış olabilir. Nitekim bir çini imalathanesinin 1719 senesinde Tekfur sarayı içersinde kurulduğu rivayet edilmektedir5. Kağıthane vadisinde bir kağıt fabrikasının bulunması ile ilgili haberler çok çelişkilidir. Böyle bir fabrikanın mevcudiyeti, bu semtin taşıdığı adın buna işaret etmesine rağmen, şüphelidir6. Çoğu Ordunun ihtiyaçlarını karşılayan ve devletçe idare edildiğinden daha ziyade Başkente yerleştirilmiş olan imalathaneler tüm şehir sahasına yayılmış bulunuyordu, çünkü İstanbul başkent olmaktan başka imparatorluğunun en büyük garnizonu ve en önemli silah deposu idi. Topkapı Sarayı önündeki bir bölgede bir araya yerleştirilmiş olan küçük bir baruthane, bir cephane ve ona bağlı atölyelerden sarfınazar edilirse daha ziyade zanaatlarına göre teşkilatlanmış ve teçhiz edilmiş müesseseler şehir alanına şöyle dağıl4 Kşl. R. Mantran, a.g.e. 69; keza bkz.: J. Zick-Nissen, 5. International Oongress of Turkish Art (Budapest 1978) 930; gerçeklere uygun bir şekilde çizilen ilk şehir planlarında da (örneğin FR. Kauffer, 1776) Haliç'in güney kıyısında tuğla fabrikaları ikaydedilmiş bulunmaktadır. 5 Kşl. BLI 245 ve keza Gervers-Molnar, «Turkish tiles of the 17th century and their export», 5. International Oongress of Turkish Art (Budapeşte 1978) 369 v.d. 6 Kağıthane meselesiyle ilgili olarak kşl. keza : F. Babinger, Zur Geschicte der Papiererzeugung im Osmanischen Reich (Berlin 1931); aynı yazardan: «Papierhandel und Papierbereitung in der Levante», Wochenblatt für Papierfabrikaticm 62. 1931, sayı 52, 6 v.d. ve keza O. Ersoy, XVII. ve XIX. yüzyıllarda Türkiye'de kağıt (Ankara 1963) 29 v.d. ve fabrikanın rekabetinden korkan Venedikliler tarafından tahrip edildiği malumatını ihtiva eden not 32 (dipnot 2). öbür taraftan F. Batoinger'e göre 'burada kağıt hiç bir zaman imal edilmeyip, sadece mührelenirdi. Buna karşı A. Juchereau de Saint-Denys, Râvolutions de Constantinople I (Paris 1819) adlı eserinde, Mahmud I. devrinde yapüan tesisin üçüncü Selim zamanında eski haline getirilerek adam akıllı üretim yaptığını yazıyor. Demek ki yeni vesikalar ortaya çıkmadan bu mesele vuzuha kavuşamayacaktır.
mış bulunuyordu: Bir kısmı şehrin batı tarafında «Yeni Odalar» olarak adlandırılan Yeniçeri kışlaları civarında; Ahırkapı da daha büyükçe birkaç askerî dikimevi ve Unkapanı'nda silah atölyeleri. Esnaflara mahsus bina şekillerini bugünkü kaynaklara göre tespit etmek mümkün değildir. Bundan sadece birtek istisna vardır: Melchior Lorich7 tarafından tasfir edilen meşhur şehir manzarasında Unkapanı çevresinde (Resim 1) beş yüksek bacalı bir bina görülmektedir. Olabilir ki bu bina kaynaklarda zikredilen silah fabrikasıdır. Bu semteki bir sokağın adı da buna işaret ediyor. Barut imalathanelerinin bazıları başlangıçta muhtemelen şehir sahası içersinde bulunmuştur8, 1490 senesinde vuku bulan büyük bir patlama faciası Hipodromdun aşağısında, takriben şimdi Sultanahmed Cami'inin bulunduğu yerde, bir barut deposunun (ve belki ona ait değirmenin de) varlığına işaret etmektedir. Fakat eski barut fabrikalarının en büyüğü başlangıçtan beri çok dışarıda olan kağıthane vadisinde idi, çünkü burada değirmenin işletilmesi için lazım olan su enerjisi de vardı. 1490 senesi faciasının acı tecrübesine rağmen 1687 senesinde surlarla çevrelenen şehir içinde Şehremini semtinde tekrar bir barut değirmeni kuruldu. Ancak 1698 / 1110 H.'de meydana gelen büyük bir patlama hadisesi üzerine baruthane şehrin dışında olan bugünkü Bakırköy'de İskender Çelebi bahçesine nakledildi. Onu çevreleyen duvarların kalıntıları bugün de bulunduğu yeri göstermektedir. Yangınlarla tadilatlar, 1698'in sonbaharında inşasına başlanmış olan tesislerin iç kısmında bir çok değişikliklere yol açmıştır. 1726 / 1137 H. yangını ağır hasarlara sebep olmuştur. Tamirat eski Davutpaşa Sarayından temin edilen taşlarla yapılmıştır. 1841'de Keskihane ve Mengenehane bölümlerinde tamirat yapıldı fakat 19. asır sonunda gerçekleştirilen yeni tamirattan sonra 20. yy. başında tesisler kapandı. 1794 / 1208H. senesinde Azatlı'da kurulan daha büyük bir barut değirmeni aşağıda yeni devrin yapıları ile beraber ele alınacaktır. 7 Genel .konum şartları hakkında kşl.: R. Mantran, a.g.e. 398 v.d.; Resim 1 ile ilgili olarak kşl. : E. Oberhummer, Konstantinopel ımter Sultan Suleiman dem Grossen (München 1902). Levha 13. 8 R. Mantran a.g.e.'den başka, herşeyden evvel M. Erdoğan, «Arşiv vesikalarına göre istanbul baruthaneleri», İstanbul Enstitüsü Dergisi 2. 1956, 115138'de ve keza R.E. Koçu, İstanbul Ansiklopedisi 4 (istanbul 1960) 2128-2131; kşl. ayrıca Shaw, 142 v.d.
2 — İlk Büyük Sanayi Teşebbüsleri : Tophane ve Tersane-i Amire Ordu hizmetinde faaliyette bulunan birçok küçük atölyenin yanında Fatih Sultan Mehmed devrinden beri sırf orduya hizmet veren bir tophane ve bir tersane vardı. Bundan sonraki asırlarda bunlar birer büyük sanayi işletmesi haline geldiler. 15. yy.'da henüz önemsiz olan donanmanın üssü ilk önce şehrin güney kıyısında bulunan ve istanbul'un en eski limanlarından biri olan Kadırga (Kontoskalion) limanında idi. Burası daha Paleoglar devrinde harb limanı ve muhtemelen silah ve mühimmat deposu olarak kullanılmıştı. Yüksek bir surla kuşatılmış liman sahasının doğu kısmında tersane gözleri bulunuyordu. (Resim 2 ve Plan 1) Bir dalga kıran ile korunan batı tarafı ise liman havuzu olarak hizmet görmekteydi9. Günümüzde toprakla dolmuş bulunuyor ve eski fonksiyonuna işaret eden kadırga limanı adı altında hala tanınmaktadır. Tophane'ye gelince istanbul'un fethinden az sonra Osmanlılar tarafından eski iskan bölgelerinin dışında, Beyoğlu-Galata'mn doğu kapısının önünde, kurulmuştu. Bunun üzerine bu kapı 1500 sıralarmda«Porta delle Bombarde» adını taşıdı10. Burada herhalde ilk zamanda basitçe bir top dökümhanesi büyük bir iskele ile beraber yapılmıştı. İskele burada teçhiz edilen kadırgalar içindi. Evliya Çelebiye göre Tophane yerine Sultan Süleyman devrinde yeni bir bina inşa edilmişti. 17. yy. başında bir ziyaretçi bundan «büyük, fakat 9 Kşl. BLI 62 v.d., ve keza A. Stavridu-Zaphraka, Byzantma 13.2.1985, 1303-1328 Burada Resim 2'de görülen manzara tersanenin yapılış şekli bakımından G.A. Vavassore'nin yayınladığı daha eski manzaradan (E. Oberhummer, a.g.e. 22'ye de bak.) farklıdır: Vavassore'nın yayınladığı manzarada beş tersane gözünün damları apaçık görülürken, Braun-Hogenberg'e göre burada gösterilen manzara resminde sadece bildirinden ayrı duran ve fakat aralarında inşa halinde bir kalyon bulunan iki tetsane gözü görülmektedir. 10 9 No'lu notta sözü geçen iki manzara resmi de böyledir. Burada suyu zincirle çeküen büyük kuyuların yanında iskele ve basit bir bina görülüyor. O zamanlarda mutad büyük çaplı topların çok masraflı binalar olmadan da dökülebüdiğini, 1453'de İstanbul'un kuşatılması sırasında topların imal edilmiş olmasına dair kayıtlar da göstermektedir. : kşl. keza A.M. Schneider, Oriens 6, 1953, 6 v.d. ; Tophane ile ilgili olarak ise : BLI 356 v.d. ve W. Müller-VViener, «Frühwerke technischen Baunes in İstanbul», CST II 255 v.d.
ehemmiyetsiz» bir bina olarak bahseder. Bunu 17. asrın ortalarından kalma bir manzara tasviri da teyid ediyor. Burada Kılıç Ali Paşa Cami'i yanında küçük bir ağaçlık ve arkasında basit iki katlı binalar görülmektedir11. Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye'sinin sonraki bir baskısında bulunan bir başka manzara resminde ve keza Evliya Çelebi'nin izahatına göre bu yapı duvarlarla çevrildi, çatısı birkaç dilimli, ve uzunluğu 40 arşin (takriben 28 m.) olan dikdörtgen bir taş bina olabilir12. Bu bina tahminen 18. yy. başlarında yandıktan sonra 1730/1740 senelerinde bugünkü şekilde beş büyük kubbeyle yeniden yapılmıştır13. Bu yeni büyük yapının en eski tasvirlerini Hollanda'lı ressam J.-B. Vanmcur'un (1671-1737) bir tablosunda ve Baron Philipp Franz Gudenus'un bir resminin kenarında görmek mümkündür. Gudenus 1740 sonbaharında A.K. Graf Klefeldt'in idaresindeki imparatorluk elçiliğinde sekreter olarak İstanbul'da bulunmuştur1'4. Yeni dökümhane ile birlikte Sultan için bir köşk ve büyük bir sarnıç yapıldı. Sarnıç için su Sultan Mahmud I. zamanında 1730'da inşa edilen Taksim su boru hattı sayesinde temin edildi15. Bir müd11 Meselâ R. Lubenau da böyle, bkz. : Beschreibung der Reisen des R. Lubenau I (Königsberg 1912 ) 209 v.d. ve keza A. VVenner, Tagsbuch der Kaiserlichen Gesandtschaft nach Konstantinopel 1618 (K. Nehring tarafından yayınlanmıştır. München 1984) 96. 17. asrın ortalarından kalma bir -manzara resmi Viyana Milli Kütüphanesinde, Atlas Blaeu'nm 34. cildinde bulunmaktadır. Louis Petit tarafından yapılmıştır. (Bildarchiv Wien NB 204, 428). 12 E. Oberhummer, a.g.e., (7 no'lu not) levha 22'deki manzara resmi ile karşılaştırınız. Fakat burada iki yapı görülüyor. Ant. Morison (1698)'a göre zamanında Tophane'nin iki kubbesi vardı. 13 Yangın ve yeni bina ile ilgili olarak krşl.: M. Cezar, «Osmanlı devrinde İstanbul yapılarında tahribat yapan yangınlar ve tabii âfetler», Türk San'atı Tarihi Araştırmalar ve İncelemeleri 1. 1963, 351; Krşl. keza Ç. Gülersoy, Türk Tarih Kongresi 8. (Ankara 1976) III 1637-1650. 14 Vanmour-tablosu için krşl. : Ç. Gülersoy, istanbul â travers les 6poques II : Tophane-Fındıklı-Kabataş (bs. tarihi ve yılı yok), s. 40-41; Baron Gudenas'a ait olup gerçeklere daha uygun bir şekilde çizilen resim Viyana Millî Kütüphanesi kart'lar kolleksiyonunda, Inv. No. Alb. 11 664 işareti altında kendi resimden birine göre yapılan bir gravürde bulunmaktadır. 15 Skarlatos D. Byzantios, I Konstantinupolis i perigraphi II (Atina 1862) 78'e göre böyledir; ®u boru hattı hakkında krşl.: BLI 515 v.d.
det sonra burada bir tüfenkhane de kuruldu. Külliyenin 18. yy.'daki teknik teçhizatı hakkında fazla birşey bilinmiyor. Büyük ihtimalle ağaçtan yapılan top delme tertibatı, daha sonraki ziyaretçilerin ifadelerine göre, hayvan gücü ile işliyordu. Buna karşı iki küçük delme tertibatı insan gücüyle çalışıyordu16. Daha sonraki senelerde tesisler Mustafa IH. (1757-1773) devrinden itibaren değişik teşebbüs ve başarı ile ele alman ordu İslahatı çerçevesi içinde defalarca genişletilmiştir. 1793'de civardaki birçok arsanın satın alınmasıyle yeni top imalathaneleri için temel atıldı17. Bunları daha sonra büyük topçu kışlaları izledi. Bunlar A.I. Melling'in 1790-1800 yıllarında yapılan şehir manzara resimlerinde görülmektedir (Resim 5). Bu tesisler de birkaç kere yangınlara kurban gitmiştir, (1804-1219H; 1823/1238H) ve fakat her defasında biraz değişik olarak tekrar yapılmıştır. Tophane ve teknik teçhizatı da birkaç kere yenilenerek genişletilmiştir, örneğin 1838/39'da İngiltere'den mekanik bir delme tertibatının temin edilmesi vasıtasiyle; 1847'de büyük dökümhanenin aşağısında yeni bir marangozhane kuruldu (Resim 4). Burada yüzyılın başından beri ithal edilegelen sahrâ topları için lazım olan taşıtlar, toparlaklar ve top kundakları ile mühimmat arabaları yapılıyordu18. Külliyenin binalarında 20. asrın içerisine kadar topçu taşıtları ve ordu için bazı teçhizat yapıldıyse de19, kıyıda olan büyük kışlalar 1863 yangınından sonra yeniden inşa edilmeyip yerine liman depoları yapıldı. Ayrıca 1956'dan sonra kışlaların arta 16 A. Juchereau de Saint-Denys, a.g.e., (Not 6), I 65'e göre Tophane'de teknik İslahat 18. asırda Fransız subaylarının idaresi altında başlamıştı. Bu sırada döküm fırınları daha iyi bir duruma getirüdi ve herşeyden evvel topların çaplan standartlaştırıldı. 36 libre ağırlığında güllerle atan ağır topların dökümüne son verilerek 12 librelîk olanların imalatına başlandı. 1824'deki durum hakkında krşl. : Ritter A. Prokesch von Osten, Denkwürdigkeiten und Ermnerungen aus dem Orient (E. Münch tarafından yayınlanmıştır; Stuttgart 1836) I, 439 v.d. 17 Bununla ilgili olarak krşl.: Reid 275 ve Shaw 140 v.d. 18 Reid 275 ve Porter II 307'de böyledir; Dökümhane'de senelik kapasitesi 12'şer ton (senede takriben 300 top namlusu) olan iki döküm fırını ile bir 25 beygir gücü buhar makinası vardı. 19 BHI 327'de böyle. Bir top tornacı atölyesi, top kundakları, mühimmat araba ve sandııkları atölyeleri zikredümektedir. Burada 200 askerden başka 130 işçi ve takriben 100 çırak çalıştırılmaktaydı.
kalan kısımların yıktırılması ve caddenin genişletilmesi sebebiyle tophane külliyesi bambaşka bir şekle sokuldu (Resim 5)20. Zengin bir geçmişi olan bu tesislerin günümüzde bir sanayi kuruluşu olarak yok olmasına karşı, sadece birkaç yüz metre batıya doğru Tersâne-i Amire hâlâ duruyor. Sultan Selim. I.'in o zamanlarda daha mütevazi bir durumda bulunan Osmanlı Donanmasının geliştirilmesi için aldığı karar üzerine 1513/14 kışında Kadırga limanındaki tesislerin yerine geçecek yeni bir tersanenin inşası için hazırlıklara başlanmıştı. İlk iş Beyoğlu-Galata'nm batısındaki mezarlıkların kaldırılması ve kemiklerin müşterek mezarlara nakledilmesi oldu21. Bunu izleyen iki sene zarfında yüz kadar tersane gözü inşa edildi. Bu işleri dikkatle izleyen Venedikliler bunlara «Volti» derlerdi22. Bunlar tıpkı eski çağdaki örnekler gibi kıyıda uzun sıralar teşkil ediyordu ve güçlü dış duvarlardan ve üzerleri hafif çatılardan ibaret basit yapılardı23. Ortada Kapudanpaşa'nın makamı olarak kullanılan sarayvari bir ahşap bina olan Divanhane24, ve yanı başında küçük bir cami vardı. 1547 senesinde o tarihe kadar hinterlanda karşı açık olan tersane sahası yüksek bir duvarla çevrilmişti. Bunun batısında yokuşun sonunda, kötü şöhretli zindan (Bagno)'nm geniş avlu kompleksi vardı. Aynı şekilde yüksek duvarlarla çevrili avlunun doğu tarafında üç bölümlü büyük bir taş bina yükseliyordu. Burada, Magistranza denilen bölümde vasıflı işçi olarak çalışan esirler, daha büyük olan orta bölümünde alelade 20 Krşl.: Hans Högg, «Îstanbul-Stadtorganismus und Stadterneuerung», istanbul (Karawane-Verlag, Ludwigsburg 1967) 318 ve devamı, ve keza aynı yazar,Baumeister I (1961) 14 v.d. 21 Tersane'nin tarihçesi müellif tarafından geçenlerde toplu olarak ele alındığından, burada sadece esasla ilgili noktalar kaydedüecektir; ayrıntılar için krşl.: W. Müller-VViener, Zur Geschichte des Tersane-i Amire in İstanbul. Bak.: Varia Turcica IX (Festschrift R. Anhegger; Îstanbul-Paris 1987) 253-273. 22 Bununla ilgili olarak 16. asrın Venedik Baili'lerin raporlarını karşılaştır : E. Alberi, Relazioni değli Ambasciatori Veneziani III. 3 (Firenze 1855) 73 v.d., 129, 151, 164 v.d., 221 ve 347 v.d. 23 Damın kereste konstrüksyonu ve kiremitle yapılması ile ilgili haberi 1594'te Bailo Matteo vermişti; krşl. : E. Alberi, gösterilen yerde 400 v.d. 24 E. Oberhummer, a.g.e. (7 no'lu nota bk.), levha 22'de verüen manzara resmine göre tersane gözlerinin doğu sırasının ortasında daha eski bir divanhanenin bulunduğu ve ancak daha sonra (belki 1539 yangını üzerine?) daha sonraki mevkiinde yapılan binanın, yerine geçtiği görünmektedir.
işçi ve kürek mahkumları; Al Saııto Paolo olarak adlandırılan üçüncü bölümde ise hastalar yerleştirilmiş bulunuyorlardı. Kısmen depo olarak da kullanılan tersane gözlerinin yanında ve aralarında başka depolar ve her tersane gözünün yanında küçük birer depo vardı. Burada da kadırgaya ait teçhizat, yelkenlerle kürekler bulunuyordu. Türk donanmasının 1571 senesinde Lepanto yakınındaki ağır yenilgisinden sonra tersane o zamaki Kapundapaşa Kılıç Ali Paşa tarafından tekrar 135-140 gemiye çıkarıldıysa da bunu izleyen onyıllarda, birkaç yangından sonra lüzumlu olan tamirat ve bazı yeni binalardan (cami, depolar) sarfınazar edilirse, hemen hemen hiç değişmeden aynı durumda kalmıştır (Resim 6, Plan 2)25. Asıl tersane sahasının dıışnda kalan 1709yda birkaç yüz metre batıya doğru, Sütlüce'de, ilave bir işletme, lengerhane, inşa edildi, fakat daha sonra III. Selim zamanında yeniden yapılarak 19. yy/da Şirket-i Hayriyye tersanesinin kuruluşunda kısmen kullanılmıştı26. Tersanede esaslı değişiklikler ancak 18. yy. içinde, Türk donanmasının yapısındaki değişim sonucunda olmuştur. Diğer Akdeniz ülkelerini örnek alarak bu tarihe kadar tercihen kullanılan kadırgaların yerini kısmen daha çok büyük olan kalyonlar aldı27. Ve şimdiye kadar mevcud tesisler bunlar hizmete konulunca artık kullanılamaz hale geldi. Eski tersane gözlerinin yerine şimdi gemi kızağı benzeri inşaat rampaları lazım oldu. Şüphesiz, donanmanın inşası ve modernleştirilmesi 1770'e kadar pek fazla ilgi görmemiştir. Ancak Temmuz 1770'te Çeşme önünde donanmanın ner25 1613/14'te Sultan Ahmed I. tarafından tersanenin yukarısında yaptırılan köşk (daha sonra kapudanpaşanın konağı olarak tadil edilmiş ve 19. yy .da deniz hastanesine dönüştürülmüştür) ve Sadrazam Çorlulu Ali Paşa (17061710) tarafından inşa ettirilen Kışla Camii de buraya aitti. Bagno ile ilgili olarak krşl.: W. ıSahm (yayınlayan), Beschreibung der Reisen des Reinhold Dubenau I (Königsberg 1912) s. 205 v.d.; A.H. Wratislaw M.A., Adventures of Baron Wenceslaus Wratislaw of Mitrowitz, what he shaw in the Turkish metropolis Constantinople (London 1862) s. 127 v.d., ve keza Macfarlane II, s. 254 v.d. 26 Bununla ilgili olarak bak.: J. von Hammer (-Purgstall), Constantinopolis und der Bosporus örtlich und geschichtlich beschrieben II (Pest 1822), s. 47 v.d. ve ayrıca A. Prokesch von Osten, ajg.e., (not 17) s. 393 v.d. 27 Bununla ilgili ayrıntılı olarak: müellif (21 no'lu nota bk.) ve ST. J. Shaw, «Selim III and the Ottoman Navy», Turcica 1. 1969, 212-241, ve bilhassa 215 v.d.
deyse tamamının yok olması yeni Kapudanpaşa olan Gazi Hasan Paşa'nın idaresi altında, ihmal edilmiş olan tersane işletmesinde yeni bir hava estirmeye balşadı. Batıya doğru hayli genişletilen sahada bir sürü yeni binalar, yeni bir vinç (Resim 7) ve kalyonlar kışlası inşasından «başka herşeyden evvel 1770'de hasıl olan kayıpları dalıa modern yeni yapılarla telafi etmek isteniyordu. Bunun için Fransa ve İsveç'ten gemi inşaat mühendisleri getirtildi. Tersanede yoğun inşaat faaliyetinin bu safhası aynı zamanda III. Selim (1789-1807) devrinde başlanmış olan ve ordu ve donanmayı aynı ölçüde ilgilendiren reformları için bir ön basamaktı. Bu reformlar tersane sahasında elle tutulur neticeler meydana getirdi. Şöyleki : 1793-1796 tersane arazisinin doğu kısmında ilk kuru lıavuz inşa edildi. Örneği bundan kısa zaman önce Tulon'da Fransız donanması için yapılan kuru havuz idi2S. Bunun yanında iki yeni macuna ile yer yer çürük eski ahşap gemi inşaat platformlarının yerine bir sürü taş kızak konuldu. Bu zamanda bile apaçık küçük olan tersane sahasının dışında gemi inşaatı ve tamiri için ek tesisler ve teçhizat için atölyeler kuruldu veya genişletildi, örneğin Ayvansaray'da küçük (ve herhalde gayet basit) kızaklar, yukarıda sözü geçen lengerhane ve Haliç üst ucunda topçu sandalları için aynı 28 Karşılaştır: ST. J. Siıaw, Selim III. 222 v.d.; E. Togrol / I. H. Aksoy, «Drydocks of İstanbul Golden Horn Shipyard», CST 1. III 57-65 ve keza W. Müller-VViener, CST II, 254.
biçimde bir sürü sundurmalar29. Tersanenin gelişmesinde bir başka esaslı adım 1802 senesinde yeri daraltan eski çevre duvarın yıktırılması, batı tarafına bitişik Aynalı Kavak Sarayının büyük kısmının eklenmesi idi. 17. yy. başlarından beri mevcut ve sultan kasrı olan Aynalı Kavak Sarayı 18. yy. içlerine kadar meskun olup büyük bir korusu vardı30. Saray külliyesinin çoğu binaları yıktırılarak korunun ancak küçük bir kısmı kaldı. Buna mukabil bütün kıyı bölgesi tersanenin genişletilmesi için kullanıldı. Buhranlı geçen 1807-1826 devresinin bir neticesi olarak meydana gelen duraklamadan sonra, II. Mahmud (1808-39) devrinin son senelerinde çoğu İngiltere'den ithal edilen makinalarla ilk modern işletme binaları gerçekleştirildi31. 1834'te buhar makinası ile çalışan bir bakır haddehanesi kuruldu. Takip eden senelerde buna bir demirhane ile buharla işleyen bir biçkihane eklendi. Ahşap yelkenlilerin buharla işleyen demir gemilerine perderpey yer bıraktığı yeni devrin işaretleri idi «bunlar. 1837'de burada imal edilen ilk buharlı gemi suya indirildi. Bu tarihten itibaren tersane sahasında yeni makina atölyeleri, buhar çekiçleri v.b. imalathaneler hemen hemen aralıksız, genellikle batı tarafında yeni eklenen saha üzerinde yapılıyordu. Buna karşı eski sahada 1822-26 arasında eski dokuiı yanıbaşında ikinci bir dok ve 1857-70 yılları arasında bir üçüncüsü de inşa edildi. Aralarında pompaların çalıştırılması için gerekli makina daireleri bulunuyordu (Resim 7 ve Plan 3). Tersane için şu ana kadar tek katlı ve daha ziyade sundurmavari binalar karakteristik iken, şimdi birkaç katlı atölye binaları gittikçe çoğalıyordu. Burada modern gemiler için lazım olan yardımcı makinalar, pompalar, vinçler olduğu gibi torpidolar ve diğer hassas mekanik alet ve cihazlar yapılıyordu. Tersanenin manzarasında böylece çok geçmeden esaslı bir değişim meydana geldi. Görünüşte karışık, yanyana ve düzensizlik içinde inşa edilen bir sürü çok katlı fabrika binaları, kara 29 Ayrıca krşl.: S.H. Eldem, İstanbul Anıları (İstanbul sene yok) resim 134 ve 146. 30 Bununla ilgili: V. Dümer, Türk Ansiklopedisi 20 (ANK. 1972) 365; H. Şehsuvaroglu, İstanbul Ansiklopedisi 3. (İstanbul 1960) 1614 v.d. 31 Daha ayrıntılı olarak bak.: müellif (Not 21); karşılaştır keza S.H. Eldem, ajg.e. (not 29) resim 161 ve 163'te tersane bölgesinin plan ve manzarası; ne varki Resim 161'deki manzara ancak 19. yy.m sonlarında oluşmuş olabilir.
Plan 3 : Tersanenin 19. yy. ortalarındaki durumunun rekonstrüksiyonu.
depolar ve sayısı gittikçe artan dumanlı bacalar uzun sıralar teşkil eden eski tersane gözlerinin yerini aldılar (Resim 6) Modern fabrikalar için tipik olan bu yeni manzara, o zamanlarda Avrupa'nın tersane manzaralarından farksızdı (Krşl. Resim 8). 3— İmalathaneler Devri (18. yy.; plan k) Orta Avrupa'da münferit ülkelerde değişik süreli ticari anlayış (merkantilizm) safhası 18. yy. sonlarında meydana gelen sanayi devrimine nasıl tekaddüm etmişse Osmanlı İmparatorluğunda da 18. yy. başlarmda, en azından Sarayın ve istanbul'da oturan yüksek tabakanın Batı'dan gelen tesirlere eskisinden daha açık oldukları bir devirde, böyle bir safha müşahede edilir. Merkantilizim devresinde geleneksel zanaat teşkilatı ile daha sonra başlayan fabrikacılık arasında yer alan elle imalatçılık hakimdi. 1700-1730 arasında Fransa ile artan ticari temaslar çerçevesinde Avrupa'dan bazı görüşler benimsendi32. Aynı zamanda belirli ithalat zorunluklanndan 32 Lâle devri olarak adlandırılan bu devre ile ilgili olarak krşl. : W. Heinz, «Die Kultur der Tulpenzeit des Osmanischen Reiches», WZKM 61. 1967, 62-116 ve keza A. O. Erin, «The Tulip age and definitions of Westernization». Social-Economic History of Turkey-Papers 1. Int. Congress, Ankara 1977 (Ankara 1980) 131-145.
Plan 4 : 1839 yılına kadar İstanbul'daki Fabrikaların ve İmalathanelerin dağılımı; (ölçek 1/120.000; Semt adlarının altı çizilmiştir).
kurtulmağa çalışılıyordu. Bu hususta askerî olduğu gibi iktisadî mülahazalar da bir rol oynamış olsa gerek33. Nitekim 18. yy.'m ilk on senelik devresinde İstanbul'da birkaç imalathane kuruldu. Bunlar makina ve aletlerle donatılmış bir yün imalathanesi, az sonra bir ipek imalathanesi ve 1718'de bir porselen atölyesi idi. Yirmili senelerinde bir kumaş basmahanesi ile boyahanesi ve 1744/45'te Yalova'da küçük bir kağıt fabrikası bunlara eklendi34. Kağıt fabrikası ile ilk önce kurulmuş olan yün imalathanesi 33 Bunun için bkz. Shaw s. 75 v.d., ve tarihler için M. Genç in vermek lütfunda bulunduğu konferans metni «Enterprises d'Etat et attitude politique dans l'industrie Ottomane au X V m e si&cle»: Varia Turcica VI. (İstanbul-Paris 1987) 5-12. 34 Yalnız 1744'den 18. yüzyılın sonuna kadar faaliyette bulunmuş olan fabrika için bkz. O. Ersoy a.g.e. s. 30 (not. 6)
birkaç sene sonra kapandılar buna karşı öteki işletmeler uzun zaman faaliyette idiler. Ne varki, bugüne kadar bunların bulunduğu yer ile teknik ve mimari özellikleri hakkında hiçbir şey bilinmemektedir. Bundan sonraki kuruluşlar umumiyetle yine askerî amaçlı olup III. Mustafa (1757-1783) ve III. Selim (1789-1807)'in İslahat çabalarıyla ilgili idi. 1773 senesinde Fransız-Macar asıllı Baron François de Tott (1733-1793)'un teşvikiyle Hasköy'de yeni bir top dökümhanesi kuruldu. Burada kurulması planlanan sahra topçu birliklerine lazım olan toplar dökülecekti. Tesislerin inşaatı bir rum mimarinin idaresi altında yapıldı. Ağaçtan mamul delme tertibatı ise bir rum değirmen inşaatçısı tarafından gerçekleştirildi35. Yeni kurulan topçu birlikleri için az sonra kışlalarla tamamlanmış tesisler 1796 senesinde bir grup Fransız uzmanlarıyle modernleştirilerek tevsi edilecekti, fakat bu proje Napolyon'un Mısır'a saldırması üzerine Fransızların ülkeyi terk etmesi sebebiyle öyle kaldı. Tesisler de 19. yy.'da yok olmuştur36. Dökümhaneden birkaç sene sonra, belki daha III. Selim zamanında, yeni bir barut fabrikası şehrin epey dışında, batı tarafında, Makriköy (bugün Bakırköy) ile San Stefano (bugün Yeşilköy) arasında, küçük bir derenin Marmaraya döküldüğü yerde kuruldu. Kuruluş tarihi olarak 1785 veya 1789 gibi değişik tarihler ileri sürülür, fakat tesislerin 1793'te faaliyette bulunmuş olduğu biliniyor57. Öğütme tertibatı beygir gücü ile çalışıyordu. İdare Arakel Dad Amir a (1752-1812) 'nm elinde idi. Kendisi az sonra barutçubaşı ola35 Daha fazla bilgi için: Mömoires du Baron de Tott sür les Turcs et les Tartares (Maestricht 1785) III. s. 100 v.d. 36 Tesis 1796'dan itibaren Valence'de bulunan top dökümhanesinin Müdür yardımcısı'nm idaresi altında Fransız eksperler tarafından yapılacaktı; Plan genç Fransız mimarı J.B. Lep£re (1761-1844 )'nin elinde idi; Krşl. W. MüllerWiener, «J.B. LepĞre in İstanbul zum Frühwerk eines Baumeisters des Klassizismus»: Festschrift G. Bott (Darmstadt 1987) s. 103-113. H. von Moltke tarafından 1835'de yapılmış olan İstanbul haritasında (krşl. Försters Allgemeine Bauzeitung Wien 1853, pl. 63) dikdörtgen bir tesis olarak gösterüen Tott'un Top Fabrikası «Eski Dökümhane» olarak isimlendirilmiştir; S.H. Eldem a.g.e. (not 29) resim 134'de görülen 1845 tarihli haritada bu yapı zikredilmiyor. 37 Ayrıntılı olarak M. Erdoğan a.g.e. (not 8) s. 122 v.d. ve Shaw s. 142 v.d.
rak 1795'te Azatlı'da yeni kurulan büyük baruthanenin müdürü oldu38. Bu projeler hazırlanırken barut öğütme tertibatı için güçlü bir akarsuyun lazım olacağı gerekçesi ile tesislerin birkaç kilometre daha batıda bulunan Azatlı'da yapılmasına karar verildi. Burada Küçükçekmece koyuna doğru inen vadide uygun şartlar bulundu. Sonraları (1804) batıya doğru büyük bir rezervuarla güçlendirilmiş bir dere, değirmen türbünlerini işletiyordu. Bunların altyapıları hâlâ mevcuttur. Çok geniş olan bu tesisler o zamanın iftihara şayan eserlerinden biri sayılıyordu ve dolayısıyla Mahmud Raif Efendinin 1798'de istanbul'da basılan yazısında yeraldı39. Hemen hemen tüm baruthanelerde olduğu gibi Azatlı'da da kaç defa patlama faciaları olmuştur. 1828'de meydana geldiği ileri sürülen facia kesin olarak tevsik edilmiş değildir. Buna karşı 9 Temmuz 1848 tarihinde şiddetli bir infilak gerçekten vuku bulmuştur. Bu iki olay arasında tesisler 1835 senesinde kapatılan Selanik baruthanesinden getirtilen makinalarla donatılmıştır. 1877/78'de İstanbul'a doğru cereyan eden Rus saldırısı sırasında yapılan tahribat dolayısıyla Azatlı işletmesine de son verilmiştir. Yarı çökmüş binanları 1922/23'te geçici olarak Makedonya'dan gelen göçmenler tarafından kullanıldı (Resim 9). İstanbul'un daha sonraki sanayileşme tarihçesi için Dadian ailesinin yükselişi burada başlamış olmasından bu iki tesisin oynadığı rol hiçte önemsiz değildir. Dadian ailesi 19. yy.'ın ikinci çeyreğinde bu sanayileşme sürecinde bir önderlik için çaba göstermiş ve 'bir bakıma da muvaffak olmuştu. Bu çabalar çağdaş gözlemciler tarafından şüphe ile izleniyordu40. 38 M. Erdoğan a.g.e. (not 8) s. 130 v,d. ve Shaw 144'den başka ayrıca krşl. A. Alıboyadjian, Les Dadian (Le Caire 1965) s. 90 v.d. ve (ermeni eserlere yapılan daiha başka bibliyografik atıflar) H. Barsoumian «The dual role of ıthe armenian Amira class within the Ottoman government...» Christians and Jews in the Ottoman Empire (London 1982) s. 171-184; Topografya için bkz. S. Eyice, «Tarihte Küçükçekmece», Güney-doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi 67. 1977/78, s. 78 v.d. 39 Mahmud Râif Efendi İstanbul'da basılmış olan bir kitap yayınladı : Tableaus des nouveaux râglements de VEmpire Ottoman, bunun almanca çevirisi de yayınlandı: JJH. von Menu, Darstellung der neuesten Verordnungen im Türkischen Reiche von Mahmud Raif Effendi (Berlin 1802). Yazar için krşl. M. Cezar, Sanatta batı'ya açılış ve Osman Hamdi Bey (İstanbul 1971) s. 16. ve Shaw s. 205 v.d. 40 Aile için krşl. A. Alboyadjian ajg.e. (not 38) Clark s. 69 v.d. ve H. Barsoumian. Bu ailenin oynadığı rol için Macfarlane II, birçok yerde ailenin çak «levantin» ticarî tecrübelerine işaret etmektedir.
III. Selim devrinde askerî maksatlar için birkaç başka tesis de kurulmuştu. Örneğin, şehrin kuzeyinde, Levent çiftliğinde (Plan 5) ve Dolmabahçe'de tüfek fabrikaları. Yukarıda anılan Mahmud Raif Efendinin yazısında sözü geçen Levent çiftliğindeki tesislerin muhtemelen daha 19. yy.'da yok olmasına41 karşı Dolmabahçe fabrikası 1858'de saray tiyatrosunun yeniden inşasına kadar mevcuttu. Tesisler 1837'de modernleştirilmiş ve hatta 50 beygir gücü bir buhar makinası konulmuş olmasına rağmen saray tiyatrosu inşası için yıktırıldı42. Fener civarında daha 1832'de faaliyette bulunan üçüncü bir tüfek fabrikasının III. Selim zamanında genişletildiği henüz bilinmemektedir. Belki burada daha 17. yy.'da faaliyet göstermiş olan atölyeyi görmek mümkündür43. Askeri amaçlı bu tesislerin yanmda III. Selim zamanında muhtemelen pek büyük olmayan tüketim malları işletmeleri ve bu cümleden olarak Üsküdar'da, Selimiye Camii civarmda, bir ipek fabrikası kurulmuştur. Muasırların ifadelerine göre burada 1000 tezgahta 1500 işçi çalışıyordu. II. Mahmud'un yeni bir kıyafet düzenini tatbikata koyması ve bununla ilgili olarak ipek kumaşının sürümünün azalmasından sonra işçi sayısı aşağı yukarı 300'e indi44. Tezgahların bulunduğu yerde 343 bölme vardı. Bu sayı nispeten çok büyük bir tesise işaret ediyor. Ancak şimdiye kadar yerini kesin olarak tespit etmek mümkün olmamıştır. 1798'e kadar Haliç kenarında Humbarahane'de bulunan matbaa da aşağı yukarı aynı böl41 Krşl. G.A. Olivier, Voyage dans VEmpire Ottoman... I (Paris 1801) s. 53; Shaw s. 141 (daha önceleri Hasköy'de ki tap dökümhanesinde yerleştirilmiş olan imalathane'nin Levent Çiftliğine nakl edildiğini kabul ediyor, ve A.'F. Miller, Mustapha Pacha Bairaktar (ıBukarest 1975) s. 92. Mahmud Râif Efendi'deki resimden (krşl. Shaw s. 201) hangi binaların fabrika ve hangilerinin Rostani tüfekçiler kışlası olarak hizmet gördüğü anlaşılmamaktadır. 42 Krşl. Re id s. 272 v.d.; Macfarlane II 624; Porter II 307; SK. BYZANTOS a,g.e. (not 15) 91; >Shaw 140 ve geç safha için B.N. Şehsuvaroğlu, «Mabeyin müşiri Abdülhamit Ferit Paşa'nın günlüğü». 8. Tiirk Tarih Kongresi -1976, n (Ankara 1981) 1131. 43 Walsh II s. 431 v.d.'e göre limandaki imalathane'de ıbir ermeni şefin idaresinde tüfek ve süngü yapan tahminen 500 kişi çalışıyordu. 44 Charles White, Haeusliches Leben und Sitten der Türken. İngilizce nüshasına göre yayına hazırlayan A. Reumon n (Berlin 1845) 91'e göre böyledir.
Plan 5 : 17-18. yy.'larda İstanbul ve yakın civarında bulunan Endüstri ve İmalathanelerin bulundukları yerler.
geye yerleştirilmiştir. Fakat 1807'de Yeniçeri ayaklanmasında bundan az önce inşa edilmiş olan kışla (bugünkü Selimiye kışlası) ile beraber ateşe verildi. Daha sonra yeniden kurulan matbaa 1827/ 28'e kadar burada faaliyetini devam ettirdi ve fakat bir müddet sonra şehir içinde, Eski Sarayın civarına nakledilerek kısa zaman sonra kapandı45. Încirköy'deki cam ve porselen imalatının başlangıç devresi de III. Selim devrine aittir (Plan 6). Venedik'te yetiştirilmiş Mehmed Dede adında bir kişi tarafından başlatılarak sonraları hanedan mensuplarının elinde iken yabancı işgücü ile işletildi. Küçük bir buhar makinasıyla donatılmış işgücü ile işletildi. Küçük bir buhar makinasıyla donatılmış olan imalathane 1855'te düzenlenen Paris Dünya Fuarında porselen ve cam mamulatı ile temsil edildi, fakat 19. yy. ikinci yarısında civarında bulunan donyağ imalathanelerinin bir yangınında tahrip edildiği söyleniyor4". Bunlardan başka aynı devreye ait iki işletme şehrin daha uzağındaki kenar semtlerde yer almaktadır. Bunlar Kağıthane kağıt fabrikası47 ve III. Selim zamanında Beykoz'da yeni kurulan ikinci bir Kağıt fabrikası'dır48. Birincisinin mevkii ve mimari özellikleri hakkında hemen hemen hiçbirşey bilinmemektedir. Öteki ise 1804'te Sultanın eski bir yazlık kasrına yerleştirilerek köşkün bazı daireleri kağıt imalatı ve kurutulması için kullanılmıştır. İşletmesi için küçük derenin su potansiyeli yeterli olmadığından 1805'te komşu köyden su hakkının satın alınması ile su miktarı arttırıldı ve küçük fabrika bunu izleyen senelerde üretim giderlerinin fazla artması yüzünden kapandığı 1832 senesine kadar oldukça memnuniyet verici bir şekilde çalıştığı görülmektedir. Avrupa'dan gelen ithal kağıt ile rekabet edilemiyordu. Avrupa'da kağıdın birkaç seneden 45 Tarihler Walsh I 297 ve II 474 ve Ch. White ajg.e. II s. 52 v.d.'a göre; ayrıca krşl. I.H. Konyalı, Abideleri ve kitâbeleriyle Üsküdar tarihi II (İstanbul 1977) s. 527 v.d.; Evveliyatı için krşl. R. Clogg, IJME8 10. 1979, 67-70 ve bibliyografyası. 46 Krşl. Macfarlane II 625 (çok sayıdaki yabancıların burada çalışmalarını, fakat işletmenin çok verimli olmadığını anlatmaktadır) ve F. Bayramoğlu, Turkish Glas Art and Beykoz ware (İstanbul 1976) s. 56 v.d. 47 Krşl. yukarda not 6 48 Ayrıntılı olarak O. Ersoy a.g.e. (not 6) s. 36 v.d.; Walsh I 295 ve A. Prokesch von Osten a.g.e. (not 17) I s . 381 v.d. bunu tamamlıyor.
Plan 6 : İstanbul ve yakın civarında Endüstri ve İmalathanelerin bulunduğu yerler, (1800-1875).
beri mekanize edilen fabrikalarda üretilmesine karşı burada eski tarzda elle imal ediliyordu. 1824'ten itibaren İstanbul'da kağıt fiyatları aşağı yukarı yarıya inmişti49. İşletme binalarının kumaş imalatı için kullanılması yolundaki teşebbüsler neticesiz kaldığından tesisler zamanın tahribatına terkedildi50. 4 — 19. yy. da Fabrikalar Bütün bu yeni kuruluşlar esnafın kullandığı imalat metodlarıyla çalışıyordu Ve şehirde yer alan esnaftan sadece hacim açısından farklı idi. Buna karşı, aşağıda ele alacağımız teşebbüsler -başlangıçta aynı çerçeve içinde olmakla beraber- 1835-50 arasında hızla gelişerek gerçek manada birer fabrika olup uzun zaman faaliyetlerine devam ettiler ve kısmen de hala (elbet esaslı bir değişikliğe uğramış veya tamamen yeni inşa edilen binalarda) devam ediyorlar. Tarih sırasına göre ilk tesis Beykoz yakınında Selviburunda kağıt fabrikasının yanı başında eski bir değirmenin yerinde kurulan ve 1813'de açılan tabakhanedir51. 1841/42'de Garabed Amira Balyan tarafından genişletilerek Ohanes Dadian'm idaresi altında bir buhar makinası da dahil olmak üzere yeni makinalarla donatıldı. Onun yanında iki de su çarkı vardı -belki de bu arada kapanmış olan kağıt fabrikasından arta kalmış olabilir. Sadece ordu için çalışan fabrika az bir müddet sonra genişletilerek bir ayakkabı fabrikasına dönüştürüldü. 19. yy.'ın sonuna doğru fabrikaya ordu için ayakkabı ustalarının yetiştirilmesi maksadıyla bir atölye eklendi. Daha 1904,te eski metodla çalışan fabrika (Beykoz techizat-ı askeriye) 1912'de tamamen yeni makinalarla ve bu cümleden iki dizel makinası ile teçhiz edildi. Harpten sonra Sanayi ve Maadin Bankası ve 1933'te Sümerbank'a bağlandı52 ve hâlâ 2000 işçisiyle faaliyettedir (Resim 10). 49 Ayrıntılı olarak O. Ersoy (not 6) s. 47 v;d. 50 Bez fabrikası olarak örneğin Feshâne için kullanma denemeleri için krşl. M. Kütükoglu, «Asakir-i Mansûre-i Muham-mediyye Kıyafeti ve malzemesinin temini meselesi», Doğumunun 100. yılında Atatürk'e Armağan (İstanbul 1981) s. 545 v.d. 51 Krşl. Porter II 311; Cuinet IV 620; BHI 330, A. Alboyadjian a.g.e. (not 38) s. 79 ve Yurt Ansiklopedisi (İstanbul 1983) 3945. 52 Deutsche Levantezeitung 2 (1912); Yurt Ansiklopedisi, a.g.e. 3945.
1826/27 senesinde -yine orduya ait olmak üzere- Riştehane-i Amire de denilen iplikhane adlı tesis Eyüp'te bir zamanlar üç sultana ait yalının bulunduğu yerde kuruldu. 350 m.'ye yakın cephe uzunluğuyla fevkalade bir intiba uyandıran iki katlı bir bina idi (Resim 11 ve 12). U şeklindeki avlu ile ve iki kanatla Haliç'e dönüktü53. Pamuk ipliği ve pamuk urgan imal eden fabrikada 15 tane hayvan gücüyle döndürülen çark vardı. Askerlerden başka burada hafif suçlular, hırsızlar ve her türlü serseri işçi olarak çalıştırılıyordu. Bunlar kısmen şehir polisi tarafından gönderilirdi. İşletmenin organizasyonu o zamanlarda Avrupada da mutat çalışma evlerininkine benziyordu ve buna göre de askerî tarzda biçimlendirilmişti54. Bu itibarla bu tesis iplik kışlası adı altında da tanınıyordu. 19. asır sonlarında yok olan bu işletmenin bir kanadı 1922 senesi kadastro planında da görülüyor, fakat bu son kalıntı bu arada gerçekleştirilen modern fabrika tesisleri altında yok olup gitmiştir. Söz konusu olan bu tesis gibi, şimdi ele alacağımız Feshane'de de hanedana ait daha eski binalar fabrika olarak düzenlenmişti. İlk olarak Kadırga mahallesinde bulunan ve Kadırga Darüssınâ adını taşıyan fakat yeri bilinmeyen bir tesisi zikredebiliriz. İkincisi Haliç'te Hatice Sultan'a ait bir yalı idi. Feshane-i Amire'nin kurulması Sultan II. Mahmud (1808-1839)'un ordu ıslahat programı çerçevesi içinde emrettiği yeni kıyafet düzeni ile alakalı idi. Kuzey Afrika menşeili fes ilk önce ordu için, sonraları ise tüm Türk erkekleri için yeni serpuş olarak kabul ettirildi5*. İhtiyacı karşılamak üzere yapılan ithalat yetersiz görüldüğünden 1828 senesinde fes imalatına geçildi. Evvela Tunus ustalarından istifade edildi. Kadırga mahallesinde yer alan binanın ne büyüklük ne de mevki bakımından planlanan kapasiteye cevap verebilecek durumda olmadığı ortaya çıkınca 1833 Nisanında daha Önce Haliç'te bulunan ve Hati53 Krşl. R.E. Koçu, İstcmbul Ansiklopedisi 4 (İstanbul 1960) 1850; Ali 1. Gencer, Bahriyemde yapılan islahât hareketleri ve bahriye nezâretinim kuruluşu f1789-1867J (İstanbul 1985) s. 110 v.d. Arazinin daiha önceki sahipleri Beyhan Sultan, Hatice Sultan ve Esma Sultan idi; krşl. Fr. Kauffer'in 1776/1786 tarihlerine ait haritası. 54 A. 1. Gencer a.g.e. s. 228 v.d/de böyle denilmektedir. 55 Ayrıntılı olarak M. Kütükoğlu a.g.e. (not 50) s. 536 v.d.'da; ayrıca krşl. R.H. Davison, Reform in the Ottoman Empire 1856-1876 (New York 1973) s. 27 v.d.
ce Sultan'a (1768-1822) ait olan yalının bir bölümüne taşınması için emir verildi. Valide Sultan yalısının civarında bulunan bu yalı büyükçe bir ahşap bina idi56, işletmeye lazım olan su eski Kırkçeşme su boru hattından sağlanıyordu. Böylece Beykoz'daki eski kağıt fabrikasının daha fazla kullanılmasından da vazgeçmek mümkün oldu. îlk feshanenin kuruluşu ile ilgili ayrıntılar bilinmemektedir, fakat tesisin işlemiş olması yükselen üretim rakamlarından anlaşılmaktadır57. Çok geçmeden, 1843 senesinde tesis bir dokuma bölümünün ilavesiyle büyütüldü. Burada halı ve abalar imal ediliyordu. Yeni makinalar Belçika'dan geldi ve Göpelwerke tarafından çalıştırıldı58. Uzun zaman faaliyette bulunan bütün fabrikalarda olduğu gibi burada da birkaç gelişme safhasından söz edilir. Ne varki bu safhaları sadece bazı eski fotoğraflardan tespit etmek mümkündür, ilk hali ahşap olan bina büyük bir ihtimalle tamamen yok olduğu 1866 yangınından hemen sonra fabrika alçak bir bina şeklinde tekrar yapıldı ve yeni makinalarla beraber dokuma tezgahlarının çalıştırılması için bir buhar makinası ile donatıldı59. 1883-85 senelerinde ikinci safha izlendi (Resim 13 ve 14) ve bu devrede kuzey tarafına bitişik olan Valide Sarayının alanı üzerinde geniş bir hol binası inşa edildi. Mesela shed 'biçimi çatısı ince dökme demir payandalara dayanan uzunca bir hol ve biraz eğik beşik çatılar bu56 Eyüp'teki yerleştirme için daha önceleri tespit edilmiş olan 1836 tarihi M. Kütükoğlu'nun a.g.e. (not 50)'de sunduğu vesikalardan sonra 1833 olaraık düzeltilmesi gerekir, aynı şekilde Kadırga mahallesindeki başlama tarihini de, şimdiye kadar yapılmış çalışmalarda belirtildiğinden birkaç ay öncesine almak gerekir. Yeni fabrika başlangıçtaki yüksek masrafları karşılayamadığından, aynı zamanda Edirne, Bursa ve Selanikte aynı denemelere 'başlandı, ancak hepsi de Tunus'tan ithal edüen feslerden daha düşük bir kalite meydana getiriyorlardı; bunun üzerine Tunus'tan 1832 yılında uzmanlar getirtildi (krşl. M. Kütükoğlu a.g.e. s. 572 v.d.), fakat bunlar Haliç'teki yeni binaya taışndıktan sonra geri gönderildiler. Edirne, Bursa ve Selanik'teki işletmeler faaliyetlerini sürdürdüler. 57 Krşl. M. Kütükoğlu ajg.e. s. 581 v.d. 58 Aynı şekilde Ömer Alageyik, «Türkiye'de mensucat sanayinin tarihçesi», İstanbul Sanayi Odası Dergisi 2, 1967, sayı 16, s. 9-11; ayrıca krşl. Macfarlane II s. 621 ve M. Jooris, X. Heuschlmg, L'Empire de Turquie... (BrükselLeipzig 1860) s. 156. 59 Tarihler Türk Ansiklopedisi 12 (Ankara 1964) s. 413 ve Yurt Ansiklopedisi (İstanbul 1983) s. 3946'ye göre.
günkü fabrika kompleksinde hala görülmektedir (Resim 15 ve 16)*°. Eski bir şehir manzarası tasvirinde (Resim 13) görülen bu yapı, ikinci merhalede, başlangıçta mütevazi bir dokuma atölyesi iken, 1904 tarihlerinde kumaş imalathanesi için gerekli bütün bölüm ve tertibatını kapsayacak şekilde geliştirildi. Bütün bunları 8 Cornwal kazanı ile çalıştırılan herbiri 400'er beygir gücünde iki buhar makinası sayesinde harekete geçiriyordu61. 1912'de yapılan geliştirme planı ancak çok yavaş ilerledi, fakat 1916'da İzmit'te kapanmış olan yün dokuma fabrikasından makinalar buraya nakledildi. 1923'te daha önce askerî idareye ait olan fabrika Sanayi ve Maadin Bankasına ve 1939'da Sümerbank'a bağlandı. Sümerbank'm bazı bölümlerini modernize ettiği bu işletme halen faaliyettedir62. Feshane'de olduğu gibi ikinci bir tekstil fabrikasının Beykoz'da kurulması için de benzeri sebepler vardı. Ne varki 1823/1243H'de kurulan bu fabrika 1828/1247 H'de kapandı63. Böyle bir gelişmeye bir yün ihracat yasağının sebep olduğu muhtemeldir. Fransız Selanik konsolosunun bir raporunda bundan söz edilmektedir64. Sultan II. Mahmud'un iktidarının son senelerine ait başka bir müessese darphane'nin yeni binasıdır. Yapı bu zamanlarda ancak nadiren meskun olan Topkapı Sarayının dış avlusunda 1833/35 arasında eski darphanenin yerinde inşa edilerek modern ingiliz makinalarıyla ve az sonra buhar enerjisiyle donatıldı65. Başka bir tesis de ancak 1841'de kurulduğu halde aynı devreye yerleştirilebilir. Bu tesis dökme demir'den bir değirmendi. 1838'de Sultan II.Mahmud modern usulleri öğrenmek ve ilgi gösteren uzmanları İstanbul'a davet et60 Haliç'e doğru cephesi olan ana kapıdaki kitabeden tarihler (krşl. resim 16) 1302-1303 H: 1883-1885 olarak anlaşılmaktadır. 61 BHI s. 328'e göre. 62 Krşl. Deutsche Levantezeitung 2 (1912) ve Türk Ansiklopedisi 12 (Ankara 1964) s. 413. 63 Krşl. M. Kütükoğlu a.g.e. (not 50) s. 545 v.d. 64 Aynı şekilde K.A. Vakalopulos, Makedonia 20 1980, 93. 65 Darphane için mevcut olan tarihler katî değildir : krşl : F. Smith, The present state of Turkish Empire (London 1839) s. 339; Macfarlane II s. 353 v.d. Ayrıca krşl. Clark 69 ve A. Batur OST I. III. 334. P. Tuğlacı, Osmanlı mimarlığında batüilaşma dönemi ve Balyan ailesi (istanbul 1981) s. 23 v.d.'de zikredilen tarih ne yukarda adı geçen yazarların verdikleri tarih ile ne de iburada mimar olarak adı geçen Krİkor Amira Balyan (1764-1831)'in yaşam süresi ile bağdaşmıyor! Yine de burada birkaç plan var...
mek üzere İngiltere'ye bir heyet göndermişti. Bu teşebbüslerle ilgili olarak 1839'da İngiltere'nin önde gelen mühendislerinden biri olan Sir William Fairbairn, İstanbul'a geldi, fakat huzura kabul edileceği günden birgün önce Sultan vefat etti'3". Bununla beraber Fairbairn dökme demir bir değirmen imal etmek için sipariş aldı ve bunu ertesi sene London-Milhvall'deki fabrikasında yaptırdı ve denedikten sonra 1841'de İstanbul'a şevketti. 7,5 m. x 15 m. büyüklüğünde ve üç katlı olan bu tesisin kurulduğu yer ve sonunda ne olduğu bilinmemektedir. Birkaç sene önce pek itimada şayan olmayan bir rekonstrüksyonu neşredilmiştir67. Ordunun ihtiyaçlarını daha rasyonel bir şekilde karşılamak, hayat standardını yükseltmek ve en düşük seviyede bulunan teknolojik bilgiyi hiç olmazsa başkentte artırmak üzere II. Mahmud dev66 Ayrıntılı olarak W. Pole, The life of Sir William Fairbairn Bart, partly vor itten by himself.. (London 1877) s. 165 v.d.'da mevcut. Buna göre Fairbairn dört-beş hafta İstanbul'da kaldı ve bu süre zarfında hemen hemen bütün büyük fabrikaları gezdi. Tersane'de havuzların modern pompalar yerine hayvan kuvveti ile işleyen elevatörler ile boşaltıldıklarını müşahede etti. Bu da bir havuz için 3-4 gün sürerdi; Tophanede modern olmayan döküm fırınlarını tenkit etti, buna karşı Azatlı Barut fabrikasının geniş ve nisbeten modern tesisini övdü (a.g.e. s. 169). Ziyaretinden sonra adı geçen değirmen, suçarkı-tertibatlı işleyen bez fabrikasının makinaları ve de Somakov (Bulgaristan)daki demir atölyeleri için sipariş aldı. 1843'de Ohanes Dadian'ın başkanlığında bir Türk heyeti modern teknolojiyi etüt etmek için İnigltere'ye onun yanına geldi (a.g.e. s. 172); aynı yıl Fairbairn 21.3.'de Londra'daki Institute of Civil Engineering'de Türkiye'deki demir yapılarından bahsetti; adı geçen değirmenden başka yine demirden yapılmış olan İzmir'deki bir yün fabrikasından da bahsetti; Dökme demirden bir destek sistemi dıştan dökme demir levhalarla kaplanıyordu, katların tavanları da kiremit kubbe şeklinde yapılmıştı. Bunun üstüne yapılan izole edilmiş çatı da dökme demir levhalardan ibaretti. Bu yapılara paralel olarak çok sık yangın felaketine maruz kalan tekstil fabrikalar için de demir konstrüksyon imkanlarının araştırılması ve daha iyi çözümler geliştirmesi için İngiltere'de denemeler yapılıyordu. Fairbairn fabrika binalarının yanında bu teknik işlerle meşgul olan Halil Paşa'ya da bir demir ev verdi (a.g.e. 172). 67 T.C. Bannister, «Bogardus revisited I: The iron fron-ts Journal Soc. Architect. Hist. 15, 1956, sayı 4, s. 15 ve şekil 5 (gerçi Bannister değirmenin ölçülerini 27x50 olarak yanlış vermiş Pole'e göre 25x50'dir). Bu çeşit yapı tarzı ile yangına karşı bir emniyetin temin edilip edilmediği konusunda burada değinilmiyor; 19. yüzyılın daha sonraki yıllarında demir yapılardan edinilen tecrübeler, bu konstrüksyonlarla yangına karşı bir emniyetin temin edilmediğini açıkça ortaya koymuştur.
rinde başlatılan çabalar halefi olan genç Sultan Abdülmecit (18391861) zamanında devam etti. Tahta oturmasından kısa zaman sonra, 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen ve tanzimat adı altında tanınan devri açan ve hiç olmazsa geçici olarak özel teşebbüsü bir bakıma himaye eden Gülhane Hatt-ı Şerifi tarafından da teşvik gördü. Bu safhanın ilk sınai kuruluşu olan ve 1844'te Beşiktaş'ta gerçekleştirilen demir dökümhanesi ancak kısa ömürlü idi ve 1850'de kapandı*8. Buna karşı 1845'te Ohannes ve Boghos Dadian tarafından Zeytinburnu'nda kurulan ve keza makina imalatını yapan «Grande Fabrique» daha uzun ömürlü idi'39. Başlangıç safhasında Avrupa ülkelerini sarsan 1848 ihtilali neticesinde zarar gören ve dolayısıyle ancak güçlükle faaliyete geçen bu tesis sonraları verimli bir makina fabrikası olmuştur. Burada esas itibarıyla buhar makinaları, pompalar ve küçük işletmelere lazım olan makinalar, ellili senelerden itibaren de gittikçe silahlar da (toplar, el silahları ve mühimmat) üretiliyordu70. Tesisin planı ve görünüşünü gösterebilecek vesikalar şimdiye kadar bulunmamıştır. 1990 tarihlerinden kalma bir harita üe pek açık olmayan bazı açıklamalara göre denize yakın kurulan bu fabrikanın kenar uzunluğu takriben 200 m. idi ve kare şeklinde, denize doğru açık bir avlusu vardı, çünkü burada kömür ve demir getiren gemilerin boşaltılması için bir rıhtım bulunuyordu. Dökümhane ise avlusunun ortasındaydı. Teknisyenlerin yetiştirilmesi maksadıyla geçici olarak tesise bağlı bir de meslek okulu ilave edildi. 19. yy. sonlarında askerî ürünlerin üretiminin payının artmasından sonra tesis 1900/01 senesinde tamamıyle bir mühimmat fabrikasına dönüştürüldü ve bunun için gerekli makinalarla donatıldı. Daha osnraki durumu hakkında şimdiye kadar hiçbir bilgimiz yoktur. Sahası bugün orduya aittir71. 68 Ubicini n 342'ye göre Clark 69: Firmanın mahsulleri piyasa için fazla pahalı idi; bu binalar daha sonraları gıda anbarı olarak kullanıldı. Ayrıca krşl. M. Raccagni, IJMS 11. 1980, 362. 69 Bunun için bkz. W. Pole a^g.e. s. 174 v.d.; Macfarlane n s. 603 v.d.; Porter II 308; BHI 327. 70 Ürünler için krşl. I.H. Aksoy, CST I. V, 295 Tersane için 146 beygir gücü buhar makinası ile pompaların teslimi hakkında rapor da var. 1863 yılında İstanbul'da tertiplenen Sergi-i Umumi-i Osmani (1863 İstanbul sergisinde fabrika dört top ve başka silahlar sergiliyordu : krşl. R. önsoy, Belleten 47, 1983, 229; daha sonraki mahsuller için krşl. BHI 327. 71 Krşl. BHI 327.
Çok geçmeden bundan çok daha ufak bir makina fabrikası kurulmuş olmalıdır. Adı Yalıköşkü makina fabrikası idi. Sirkeci'de, bugün çoktan yıktırılmış bulunan, isminden de anlaşılacağı üzere, Yalıköşkü sahasında duruyordu (Resim 19, Plan 7). 1870 tarihlerinde fabrika tersanenin dokları için pompalar imal etmiştir. Tren Garının inşasından sonra, seksenli veya doksanlı yıllarda yıktırılmış olmalıdır7'2. Aşağı yukarı aynı zamanda yeni bir tekstil işletmesi de, yani 1850'de Ohannes Dedian'ın bugünkü Bakırköy'de kurduğu Çuhahane gerçekleştiirldi. Başlangıçta el dokuma ve kumaş basmahanesi olarak faliyet göstermişti, fakat 1867'de orduya devredilmesinden sonra Levazimat-ı Askeriye bez fabrikası olarak pamuk bezi imal ediyordu7-. Defalarca tadilatı yapılan fabrika hâlâ duruyor, ancak eski binalardan hiçbirşey kalmamıştır. Başkentin çevresindeki bölgelerde de -Hereke ve izmit'te- birkaç fabrikanın kurulduğu 1826-1850 yılları arasında mütevazi ilk sanayileşme döneminden söz etmek mümkün olmakla beraber Osmanlı Devletinde Kırım Harbinin bir neticesi olarak baş gösteren malî sıkıntı dolayısıyla bu sona ermiştir74. Şehir içinde buharla çalışan birkaç değirmen, bir kereste fabrikası ve bir sürü küçük işletmeden sarfı nazar edilirse, yeni ve çok defa ancak az başarılı teşebbüslerin devrin istatistiklerinde yer alması ancak seksenli senelerde görülmeğe başladı. 1863'te kaydı geçen buhar enerjisiyle işleleyetı altı değirmenden birer tanesi Üsküdar-Paşalimam ve Göksu'da, ikisi Unkapanı civarında, biri Ayvansaray'da ve biri tersaneye ait olmak üzere Kasımpaşa'da (Plan 6) bulunuyordu71. Unka72 Fabrikanın inşaat tarihlerine ait bugüne kadar bir nota rastlamadım; fabrika bu bölgenin en eski fotoğraflarında bile görülmektedir, (krşl. S.H. Eldem a.g.e. (not 29) 40-41), yani 1855-1860'larda, ve 1900 yıllarına ait fotoğraflarda da bulunmaktadır. 73 İstanbul Ansiklopedisi 4 (İstanbul 1960) s. 1904 v.d.; A. Batur : CST 1. III. 335 ve de P. Tuğlacı a.g.e. (not 65) 53. 74 Bunun için bkz. Clark s. 69 v.d.; A. Batur, CST I, III, s. 334 v.d. ve R. önsoy, «Tanzimat dönemi sanayileşme politikası», Hacettepe Ünıv. Edeb. Fak. Derg. 2.2.1984, 5-12. Clark'ın dediği gibi 1850/60'a kadar olan bu zamanı bir endüstriyel ihtilâl olarak isimlendirmenin doğru olup olmadığı, yüzyılın ikinci yarısındaki diğer gelişmelere bakılınca biraz şüpheli görünüyor. Ayrıca krşl. K.H. Karpat, «The transformation of the Ottoman State 1789-1908», IJMS 2, 1972, 241-281. 75 Issawi 314 ve şehir planlarına göre.
»
afr
at»
*0H
Plcm 7 : Yalı Köşkü Makin a Fabrikası vaziyet planı; (1865 yangın bölgesinin kenarında ve daha sonra yapılan tren istasyonu binasıyla olan irtibatı).
panı'ndaki değirmenler hariç ötekilerin yer ve mimari şekli hakkında hiçbirşey bilinmiyor. Unkapanı'ndakiler hakkında ise bazı eski fotoğraf ve planlar bir fikir vermektedir (Resim 20). Dört-beş katlı biçimleriyle bunlar eski İngiliz değirmenlerine benzerler ve herhalde onların tesiri altında meydana gelmişlerdi76. Tabii, bu ancak Ayvansaray ile Unkapanı'ndaki binalar için geçerlidir. Bunlar da, içinde öğütme tertibatı (merdane ve taş değirmenleri) bulunan bina bölümleri ve silolar kısmen yanyana kısmen de az veya çok aralıklarla paralel duruyorlardı. Kazan ve enerji tertibatı ayrı duran alçak binalarda yerleştirilmiş bulunuyordu. Bu üç değirmenin kuruluş ve yapılış tarihi hakkında herhangi bir kaydın bulunmamasına karşı, Üsküdar-Paşalimanı değirmeninin 1863 senesinde Valide Pertevniyal Sultan (takriben 1810-1883) vakfının bir bölümü olarak inşa edildiği bilinmektedir77. Bina vakıf idaresince yapıldı ise de 76 Bunun için bkz. Leslie Syson, British Water-mills (London 1965); C.E. Bennet, «The Water-mills of Kent, East of Medway» Industrial Archaeol. Revieto 1.3.1977, 205-235. 77 Bu bilgilerin çoğu 1986 yılında Münih'te toplanan 4. Uluslararası Osmanlı Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi'nde P-ia Hoehhut tarafından verilmiş olan bir tebliğe dayanıyor; bu metnin bana verilmesi nezaketine burada teşekkür ederim.
makinalarla donatılmasını değirmeni işletmek isteyenler üzerlerine almak mecburiyetindeydiler. 1880'de üç buhar kazanı ile 14 öğütme tertibatı vardı. Değirmen 1883/1299H. yangınından sonra yeniden yapılmadı çünkü o zamanlarda İstanbul'un deiğrmen kapasitesi zaten lüzumundan fazla idi ve işletmeğe hazır değirmenlerin bile zaman zaman kapatılması zorunluydu78. Öteki buharlı değirmenler hakkında şurada burada malumata raslanıyorsa da yapılış ve teçhizatına dair hiç bir şey yoktur79. 19. yy.'ın ilk yarısında fabrika tesislerinin zinciri böylece değirmenlerle sona eriyor. 1875'te devletin iflası ve gümrük mevzuatının değişmesi ve yeni fabrika kanununun çıkarılması gibi birtakım reformlardan80 sonra yeni fabrikaların kurulması için seksenli senelere kadar beklemek icap ediyordu (Plan 6 ve 8). îlk yeni tesis 1884'te Paşabahçe'de kurulan cam fabrikası idi. Kuruluş sırasında o zamanın modern standardlarına uygun donatılmıştı. Hâlâ aynı yerde büyük başarı ile faaliyettedir81. Başlangıçta tüm personeli Bohemya ve Stirya cam üfleyicilerinden teşekkül ettiğinden onlar için fabrikanın yanında bir site ile bir okul da yapılmıştı. 1904 senesinde fabrikanın personel sayısı 550 iken yabancı işgücü takriben % 18'e düşmüştü. Aynı senede kuruluşun iki buhar makinası ile üç cam eritme fırını ve ayrıca başka yeni makina teçhizatı vardı, fakat ham maddeler tümüyle ithal edildiğinden fabrika bir müddet zararına çalıştı, ancak daha sonraki senelerde durum düzeldi. Buna karşı 1886'da kurulan başka bir tesis şanslı bir teşebbüs değildi. Beykoz'da eski tabakhanenin civarında kurulan Hamidiye kağıt fabrikası (Resim 21) modern teçhizata rağmen gerçek faaliyete Depolar (Üçüncü Selim Anfoarı) için krşl. I.H. Konyalı a.g.e. (not 45) II 394. 78 BHI s. 311 v.d.'e göre böyle. 79 Bunun için genel olarak BHI s. 308 v.d.; R.C. Collas, La Turquie en 1861 (Paris 1861) 289 (Îstinye'deki değirmen için). 80 Krşl. BHI s. 269 v.d. 19. yüzyılın ikinci yarısındaki gelişmelere bir bakış var, ayrıca bak R.H. Davison a.g.e. (not 55): burada 1871-1875 arasındaki devre «Kargaşa dönemi» (s. 270 v.d.) olarak isimlendiriliyor. Ayrıca krşl. M. Raccagni, «French Economic Interests in the Ottoman Em pire» IJMES 11 (1980), 362-370. 81 Bunun için bkz. BHI s. 320 v.d., ve Deutsche Levantezeitung 2, 1912, 9; Bu işletmenin yeni tarihi için krşl. Yurt Ansiklopedisi, (İstanbul 1983) 3941,
Plan 8 : 19. yy.'da İstanbul'da Endüstri Bölgelerini bulunduğu yerler; (ölçek 1/120.000) Semt adlarının altı çizilmiştir.
geçemediS2. Entrika, malî manevralar, bütün ham maddelerin ithal edilmesi mecburiyeti dolayısıyla kârlı bir üretim mümkün olmadı. Bu ise İstanbul'da nadir olmayan ve tamamen yetersiz planlama örneklerinden biridir. Aynı senede, yani 1886'da kurulan ve özel teşebbüse ait bir tekstil fabrikası da büyük zararlara maruz kalmıştır. Yedikle civarında bulunan bu kuruluşun adı «Societe Anonyme de FabricHion de fil et d'etoffes de coton et en laine»di. Makina ve ham madde ithalinin gümrükten muhaf olmasına rağmen bir İngiliz grubu tarafından işletilen firma özellikle teknik teçhizatının (9000 iğ) demode olması sebebiyle kayda değer bir başarı sağlayamamıştır1894'82 Krşl. BHI 277.; O. Ersoy a.g.e. (Not 6 51 v.d.; İstanbul 5 (İstanbul 196-1) s. 2956 v.d. 83 Krşl. BHI 299.
Ansiklopedisi
te Beykoz'da kurulan bir mum fabrikası ile 1897'de Küçükçekmece yakınında yapılan bir kibrit fabrikasının durumları da bundan pek iyi değildi. İkisi de Avrupa'nın rekabeti karşısında ve yetersiz planlama yüzünden kısa zaman sonra kapandılar*4. Buna karşı daha ziyade bir imalathane niteliğinde olan bir başka işletme daha başarılı idi. Bu tesis yüzyılın sonunda II. Abdülhamid'in teşebbüsüyle kurulan porselen fabrikası idi. Yıldız Sarayının kuzeyinde ve yakınında kurulan atölyelerinin planı 1894'ten itibaren İstanbul'da faaliyet gösteren İtalyan mimarı Raimondo d'Aronco tarafından yapılmıştı85. Fransa'da eğitilmiş personeli ile çalışan tesis darbeden sonra 19081912 arasında kapanmıştı fakat sonraları tekrar faaliyete geçerek hâlâ devanı etmektedir. 19. yy. sonlarından kalma en başarılı tesislerden biri de Bomonti Bira fabrikasıdır. 1891 senesinde kurulduktan 20 sene sonra, 1909'da Haliç'te kurulan küçük Nektar bira fabrikasını 1911 yılında devralabildi86. Ana işletme şehrin Kuzey bölgesinin önlerinde Şişli'de, bu zamanın en kesif inşaat bölgesinin kenarında, bulunuyordu ve mimarî bakımdan Almanya'daki bira fabrikalarına çok benziyordu (Resim 22). Tersane-i Amire'nin yanında faaliyette bulunan tersane işletmeleri ayrı bir incelemeye muhtaçtır. Bunlar tabiyatıyla kıyıya bağlı bulunduğundan, Haliç'in kıyıları onlar için en uygun bir yerdi. Yukarıda belirtildiği üzere daha önce Fener ve Ayvansaray bölgelerinde küçük işletmeler faaliyette idiler. Sahaları muhtemelen değişen sahipleri ve dolayısıyla değişik şirket adları altında aynı gayelere hizmet ediyordu87. Buhar makineleri ve modern işleme makineleri ile çalışan işletmelerin donatımı hakıkndaki raporlardan anlaşıldığı üzere tersane'de olduğu gibi burada da teknik işletme 19. yy. boyunca giderek demir gemi inşaatı ve bununla ilgili tami84 Mum Fabrikası için (Societe Ottomane privilegie de Stearinerie) krşl. BHI s. 277 v.d. ve J. Thobie, Varia Turcica 3, 1986, s. 375 v.d.; Kibrit Fabrikası için bkz. BHI 277 ve E. Eyice a.g.e. (not 38) 83. 85 Krşl. A. Batur, CST I, III s. 335 v.d.; d'Aronco Architetto (Katalog Milano 1982) 57 ve de V. Freni / C. aVrnier, Raimondo d'Aronco; l'Opera completa (Padua 1983) s. 117 v.d. 86 BHI 317 v.d. 87 BHI s. 324 v.d.; liman ve liman işletmesine ait tesisler hakkında ayrıntılı bir inceleme yazar tarafından hazırlanmaktadır.
rat işlerine teksif oldu. Bunlar esas itibarıyla küçük vapur ve liman içinde kullanılan nakil vasıtaları imal eden küçük işletmeler olmasına karşı, Boğaziçi Vapur Şirketi (Şirket-i Hayriyye)'nin 1861'de kurulan tersanesi biraz büyükçe bir tesisti88. Başlangıçta sadece tamirat yapılıyordu, fakat kendi kızakları yapıldıktan sonra (1884 ve 1910) kendi gemilerini inşaat etmek imkanlarına da kavuşmuştu89. Tersaneye nazaran burada tabiatıyla çok daha sınırlı olan inşaat sahası kızağın her iki tarafında bir sürü depo ve batı tarafında üç katlı bir atölye binasını kapsıyordu. 1911'de başlangıcından beri daha cömertce planlanmış büyük bir tesis Fransız sermayesiyle îstinye'de kuruldu. Adı «Societe Anonyme Ottomane des Docks et Ateliers du Haut-Bosphore»du90. Burada koyun güney kıyısında ki düz arazide rıhtım tesisatı ile birkaç büyük atölye inşa edildi. Öngörülen üç yüzer havuzdan 1914'e kadar sadece biri İstanbul'a geldi91. Birinci Dünya Savaşı sırasında yoğun bir şekilde kullanılan tersane Denizcilik Bankası'na devredildi ve hâlen faaliyettedir. Bu çalışmamızda tütün idaresine ait iki işletmenin özel bir yeri vardır. Bunlar Üsküdar'da ve Haliç kıyısında, Unkapanı ile Cibali arasında bulunan birkaç katlı binalardı92. Ülke çapında toplanan ve balyalar halinde sevkedilen tütün yaprakları burada işleniyordu. Düyun-ı Umumiye'nin 1883'te kurulmasından sonra herhalde 1884 başında Cibali'de tütün idaresinin büyük binası inşa edilerek burada başlangıçta tütün sadece işleme tabi tutuluyordu. Ancak 1900'den itibaren burada sigaralar imal ediliyordu. Birkaç bölümden ibaret olan ve eski kıyı duvarının meydana getirdiği bir set üzerinde 88 Bu şirketin tarihi hakkında ayrıntılı bir tasviri çalışma bugüne kadar yapılmadı; kısa olarak Yurt Ansiklopedisi (İstanbul 1983) 3839 ve H.A. Göksoy, «The sprite of the old ladies of the iBosphoros», tlgi 29, 14, 1980, 10-13. 89 Resimler: Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi 3 (İstanbul 1985) 792 ve 803. 90 Krşl. Deutsche Levantezeitung 1. 1911, Sayı 1, 18 ve sayı 10, 25; Yurt Ansiklopedisi 3929. 91 Resimler: M.E. Mâkelâ, Auf den Spuren der Goeben (München 1979) s. 88 v.d. 92 Krşl. BHI 331 ve de Aslan İstanbul Ansiklopedisi 7 (İstanbul 1965) s. 3553 v.d.; «Soci6t£ de la R6gie Cointeress£e des Tabacs de l'Empire Ottoman»m tesisi hakkında genel bilgi için bkz. D.C. Blaisdell, European financial oontrol in the Ottoman Empire (New York 1966) s. 113 v.d.; D. Quartaert, Social dismtigration and popular resistance.. (New York 1983) s. 13 v.d.
yükselen üç dört katlı bu bina 120 m. uzunluğundaki cephesi ile günümüzde Haliç bölgesi manzarasında belirgin bir unsurdur. Fabrika başlangıçta Fransız'ların idaresi altında idi ve ancak 1925'te Türk Tekel İdaresi tarafından devralınmıştır (Resim 23). Üsküdar limanın da aynı gayeye hizmet eden bina daha sonra yapıldı. Çeşitli limanlarda hububat ve tütün için yaptırılan silo ve ambarlar da özel bir yer tutar. Bunlar sanayi yapıları arasına girmeyip ancak yapı tarzı olarak teknik bilgili mimari sahasına ait olup ve sadece fonksiyonları dolayısıyle liman işletmesine ihtiyaçları olduğundan burada ayrı bir incelemeye tabi tutulmayacaktır98. Liman işletmesine yararlı olan öteki binalar ve keza ulaşımla alakalı bütün yapılar (demiryolları tesisleri, köprüler, rıhtımlar gibi)'dan da sarfı nazar edilecektir. Şehrin iâşe işletmelerine, tabi zaman bakımından çizilen çerçeve ile alakası olup umumiyetle teknik teçhizata sahip olduğu nispette, kısaca bir göz atmak gerekir. Burada esas itibarıyla üç havagazı fabrikası söz konusudur. Bunların ilki 1854'te kurulan ve başlangıçta sadece Dolmabahçe Sarayı için işletilen ve sonraları büyük ölçüde genişletilen küçük bir tesisti. Arşiv malzemelerini tetkik etmeden yapı açısından gelişmesini öğrenmek mümkün değildir. Genişletilmesinden sonra (Resim 24) Haliç'in kuzeyinde bulunan semtler için de havagazı buradan temin ediliyordu94. Surlar içi şehir semtleri ise «Societe Ottomane pour l'eclairage de la Ville» şirketinin 1887 senesinde Yedikule'nin yanı başında kurulan tesisten havagazı sağlıyorlardı. Burası gazhane, ısıtarak damıtan imbik kazanları, yıkama tesisi ve gazometreden ibaretti. Asya tarafında olan semtlere havagazı 1891'de Kurbağalıdere'de Fransız-Belçika sermayesiyle inşa edilen tesisten geliyordu95. Her iki tesis baş93 Bunun için bkz. not 88. 94 Krşl. BHI s. 331 v.d.; istanbul Ansiklopedisi 11. (İstanbul 1972) s. 6019 v.d.; P. Tuğlacı ajg.e. (not 65) 68'de verilen en eski durumuna ait manait ve tamam değildir. Avrupa'da gazhane'lerin ilk devreleri (1798 Londra'da), 19. yüzyılın ilk yirmi yılından itibaren oldukça çoğaldı; 1850'de 26 Alman şehrinde gazhaneler vardı. 95 Krşl. BHI 331; Deutsche Levantezeitung 3. (1913), ve Yurt Ansiklopedisi (İstanbul 1983) 3838'de Beylerbey Sarayı'nı aydınlatmak için Kuzguncuk'ta da küçük bir gaz işletmesinin (1864'de bitirilmiş) mevcut olduğuna dair bügi var.
langıçta zararına çalışmakla beraber, Dolmabahçe havagazı fabrikası gibi, son zamanlarda büyük ölçüde genişletilerek Dolmabahçe'nin arkasındaki tesis hariç, hâlâ faaliyettedir. Teknik bakımından elverişli şekli ile diğer fabrika yapılarından bir farklılık gösterdiğini kısaca belirtmek yeterlidir. Bu işletmeler, ince levhalarla kaplı fakat hava şartlarına dayanıklı teknik görünümü ile yeni zamanın fabrika gelişim temayülünü bariz bir şekilde göstermektedir. 5 — Şehircilik Sorunları ve Yapı Şekilleri : Daha önceki bölümlerde İstanbul sanayi işletmelerinin tarih boyunca gelişmesini, biraz noksan da olsa, bir toplu bakışta vermeğe çalıştıktan sonra, şimdi açığa çıkan bazı temayülleri tahlil etmek ve bu mahalli gelişmeyi daha büyük bir çerçeve içine sığdırmağa çalışmak gerekir. Konuya girilirken kaydedildiği gibi bunu yaparken iktisat tarihi ile ilgili (ve şüphesiz çok ilgi çekici) olan hususlar değil fakat mimari tarihi ve topografi sorunları ve her şeyden evvel şehir imar tarihi ile alakalı olanlar dikkate alınacaktır. Bundan önceki izahatın gösterdiği gibi 17. asra kadar süren ilk devre hakkında ancak bazı genel ve haddizatında kendiliğinden ortaya çıkan sonuçlara varılabilir. Askerî teçhizat işletmelerinin devamlı bir ikmale o kadar çok muhtaç olmayan kısmı yeniçeri kışlaları ile beraber saraya yakın yerlerde yerleştirilmişken, muntazam gemi sevkiyatma dayananlar (hububat siloları, değirmenler ve bir kısım silah atölyeleri) Haliç kıyısında bulunuyordu, tıpkı maden cevherleri ve yakıt maddelerine ihtiyacı büyük olan Tophane ile 17. asrın içlerine kadar kıyıda nerdeyse sınırsız genişleme imkanlarına sahip olan ve dolayısıyla münferit atölyelerini kıyıdan uzak yerlerde kurmaya mecbur olmayan tersane gibi... Mum imalathanelerinden birinin Üsküdar'da kurulmuş olmasının sebebi muhtemelen hammadde ikmalinin Asya tarafındaki yerlerden daha kolay sağlanmasına dayanıyordu. Bundan başka bütün şehir sahasına dağılmış olan küçük özel sınaî işletmeleri ve daha evvel bahsettiğimiz Kazlıçeşme ve yukarı Haliç bölgesindeki yığılmaları da hesaba katmak gerekir. 96 Krşl. R. Mantran a.g.e. (not 2) s. 395 v.d.
Tamamıyle organik sayılabilecek bu yer dağılımı 17. asırdan itibaren geleneksel mesken sahalarında yoğunlaşan mesken inşaatı karşısında sona erdi. Bu sebepten 18. yy. boyunca kurulan işletmeler ekseriya açık arazi veya bahçelerin bulunduğu şehrin dış bölgelerine yerleştirildi. Bunlar: Üsküdar'ın güney kenar bölgeleri, Yahudilerin oturduğu Hasköy yahut hanedana ait malikanelerin bulunduğu az veya hiç meskun olmayan semtler (Levent, Beykoz) gibi mevkiler idi. Bu tercihlerin neye dayanılarak yapıldığı ancak arşiv vesikalarından anlaşılır, işletmelere uygun şartların arandığı Beykoz'da kağıt fabrikası ve tabakhane misallerinde ve apaçık olarak feshanenin Eyüb'e naklinde görülmektedir. Bunun sebebi olarak vesikalarda su ikmali daha kolay ve sevkiyat imkanlarının daha uygun olmasından bahsedilmektedir97. Devlet teşebbüsleri için Sultana ait olup o zamanlarda artık kullanılmayan veya kısmen harab olan binalardan yeni tesisler için yararlanılmış olması da akla yakındır. Orta Avrupa'nın ilk sanayileşme safhasında benzeri bir durum vardı. Fransa'da ihtilal yüzünden ve Almanya'da 1802'de devletçe kapatılan bazı Manastır'ların veya terkedilen malikanelerinin fabrikalara çevrilmesi gibi98. O zamanlarda kurulan fabrikalarda o kadar sıkı fonksiyon bağlılığı, 20-30 yıl kadar sonra kurulan işletmelerde olduğu gibi, henüz yoktu". Mevki seçiminde tabiatıyla tesadüfler de hiç de önemsiz olmayan bir rol oynamıştı. Bunlar İstanbul'da - Orta Avrupa'nın birçok şehrinde olduğu gibi100 - uzun zaman şehircilik -bakımından, hâlâ bertaraf edilemeyen bazı sıkıntılara sebep olmuştur, istanbul'da bunlar herşeyden önce Haliç kıyılarında bulunan semtler için söz konusudur. Haliç tabii özellikleri sayesinde ideal bir limandı ve gemi sevkiyatına dayanan bütün sınai dallarını kendine çekiyordu. 97 M. Kütükoğlu, a.g.e. (not 50) s. 579'da vesika dosyalarına atıf var. 98 Bunu için krşl. W. Müller-Wiener, «Fabrikbau» Reallexikon zur Deutschen Kunstgeschichte 6 (Stuttgart 1973) s. 853 v.d., s. 856 v.d. (bundan sonra «Fabrikbau» olarak zikredilecektir) 99 Krşl. «Fabrikbau» s. 857 v.d. 100 Krşl. «Fabrikau» 867; Burada saydığımız örneklere (Berlin, Karlsruhe) daha birçok ilaveler yapabiliriz; zira İngiltere ve Almanya'nın hemen hemen bütün şehirlerinde ve Fransa'nın da birçok şehirlerinde 19. yüzyılın başlarında kurulmuş olan büyük işletmeler bazen yer darlığından fakat çok defa da komşuların rahatsız oluşundan nakl edilmek zorunda kalmışlardı.
Bu bilhassa 19. yy.'m son çeyreğinde, demiryollarının inşasına kadar, geminin toplu mal ulaşımında tek vasıta olduğu müddetçe böyle idi. Böyle şartlar altında fabrika ve sınai işletmeleri sayıca artmakta olduğundan bir zamanlar mesken semtleri olarak tercih edilmiş olan bölgelerin de, mesela yukarı Haliç'in kıyıları, peyderpey sanayi bölgesi olması şaşılacak bir şey değildir. Büyüklerin konakları artık fabrikalara ve tersane tesislerine yerini bırakıyordu. Öte yandan 1840-1860 devresinde İstanbul'da sanayinin umumi olarak gelişmesini bir bakışta görmek mümkündür. Şehrin geniş bir alana yayılması sayesinde, çok sayıda sanayileşmeye uygun mevkiler ortaya çıktı. Bundan dolayı ancak bazı yerlerde yoğunlaşmalar meydana geldi; ve sadece Haliçte zamanla rahatsız edici endüstri yığılmaları oldu. Haliç'te başka sanayii tesisleri açısından yoğunlaşan bölgeler olarak eskiden beri tabakhane'ler bölgesi olarak bilinen Kazlıçeşme, şehir ile bugünkü Yeşilköy arasında bazı kıyı bölümleri ile Boğaziçi'nde münferid kıyı bölgeleri (Beykoz Incirköy arası; Üsküdar ve Istinye koyu)'dir. Bu 19. yüzyıldaki bu mevki dağılımı 20. asrın ortalarına kadar esas itibariyle değişmemiştir101. Bundan sonra ise çok defa şehircilik bakımından yanlış temayüllerle ve süratle değişmiştir. Daha önceleri de belirttiğimiz gibi büyük çapta değişiklikler, birçoğu bugün mevcud olmadığı halde, binalarda da müşahede edilir. Bazı eski binalar eski fotoğraf veya kadastro planları sayesinde tesbit edilebilir. Bunlardan ancak pek azı umumiyetle çok değişmiş şekilde hâlâ ayaktadır, fakat inşaat durumları buradaki incelemeye bir fayda sağlamaz. İlk devrenin binaları, Resim l'de görülen binanın gerçekten kaynaklarda sözü geçen silah atölyelerinden biri olduğu tahminin doğruluğu ispat edilmezse, bir inşaat analizi için mevzubahis değildir. Bu durumda ilk tesisler o zaman mutat meskenlerden nerdeyse farksız ve onlar gibi bir avlu etrafında sıralanarak ahşaptan yapılmış demektir. Burada spekülasyon için çok 101 Bliyük sahalara yayılmış olan endüstri yerleşmelerinin değişikliğe uğraması 1965-70 yıllarındaki iktisadi kalkınmaya dayanmaktadır. Bunun etkileri şehrin iç kısmında da görülmüştür: Havanın ve suyun temiz kalması açısından hiçbir tedbir alınmadan Haliç'e yerleşmiş olan endüstri işletmelerinin sayısı bir hayli çoğaldı. Belediye Reisi Bedrettin Dalan'ın Haliç'in ıslahı için aldığı tedbirler ile yeni bir sayfa açılmıştır!
yer var. Fakat ne de olsa, yukarıda ikinci bölümde ele aldığımız imalathanelerin büyük kısmı benzeri şekillerde tasavvur edilebilir. Buna karşı iki büyük tesiste - Tophane ve Tersane - ekseriyya basit, depolara benzer yapılar söz konusudur. Burada keza uzunca dikdörtgen şeklinde pek basit tersane gözleri (eni 7-12 m. boyu 4550 m.) eskiden beri tanınan ve fonksiyonunu tayin eden özel bir model teşkil etmektedir. O devrin diğer sundurma ve depo binaları için. buna benzer ölçü veya yapı şekilleri gösterilebilir. Ancak 18. yy.'da tersane içinde yeni yapılan münferid tesislerde teknik fonksiyonların gerekli kıldığı direk vinci, dok, pompa tertibatı gibi unsurlara rastlanır. Öbür taraftan aynı asırda tersane sahasındaki büyükçe yeni yapılarda ve herşeyden evvel yeni Tophane'de daha geniş bir mimarî anlayışın ve «büyük mimarî» de görülen biçimlendirme unsurlarının örnekleri de müşahede edilmektedir. Tophane'de bunlar büyük bir hol binasının üstüne sıralanmış kubbeler şeklinde ortaya çıkar. Osmanlı mimarisinde kubbeler şüphesiz daha yüksek bir mertebe teşkil ediyor102. Vakıa burada bunları Topkapı Sarayı'nm mutfak kısmında veya birkaç büyük imaret binalarında olduğu gibi, kubbeler altında yer alan ocaklar veya Tophane'de döküm fırınları gözönünde tutularak fonksiyonel şekilde izah etmek mümkündür. Söz konusu olan her iki tesisin mevki planında ve münferid binaların dikilmesinde düzenli bir planlamadan eser bile görülmüyor. Bunun sebebi fonksiyon icabı devamlı yapılan genişletme ve ilavelerin mevcud boş arazi üzerinde maksada en uygun noktalarda yapılmasındadır10* Zaten gevşek, çoğu kere sistemsiz planlama prensibi Osmanlı ve umumi olarak Şark Mimarisinin özel102 Osmanlı devrinde kubbelerin seviye durumu, Tanzimat devrine kadar Yunan kiliselerinin kubbeye sahip olmalarının yasaklanması ile ispatlanmaktadır. 103 Burada endüstri yapılarında tipik olan ve benzeri her yerde müşahede edilebilen bir görünüm var. 19. yüzyıldaki Baden fabrikaları (krşl. W. Müller-Wiener., Die Entwicklung des Industriebaues im 19. Jh.in Baden. Doçentlik tezi Karlsruhe 1955) derin araştırıldığında 30 yıllık bir ritim ile iki temayülün birbirini kovaladığı tespit edilebilir : çok düzenli ve simetrik eksen kavramına meyil eden bir devreyi işletme dahilinde fonksiyonel akışa fazlasıyle yönelen bir devre takip ediyordu, ki bundan dolayı yapımn planı şeklen karışık bir tesir bırakırdı. Bundan başka, başlangıçta, düzgün planlı yapılar teknik gelişmelere yapılan devamlı uyarmalar dolayısıyle kısa bir süre sonra «plansız» tesislere benziyorlardı.
ligidir104. Bu durum saray ve cami külliye kavramında da görülmektedir. Tophane'de görüldüğü gibi yüksek seviyeli mimarî eserlerin repertuvarından alınan yapı şekillerin tatbik edilmesi 19. yy.'da devlet eliyle kurulan fabrika tesislerinde giderek artan bir örçüde devam etti. Burada evvela iplikhane vardır. Ne varki büyüklüğüne rağmen süs unsurlarının kullanılışı henüz sınırlıdır: Üst katta birkaç cumba, avluyu çevreleyen iki katlı galeri ve Haliç tarafındaki cephenin ortasında biraz daha gösterişli kapı (Resim 11), bundan başka her türlü süslemeden yoksun pencereler yeknasak olarak sıralanan duvar cephesine biraz canlılık veren tek motiflerdir. On kadar sene sonra kurulan Darphane'de detaylar daha boldur105. Burada daha önce han binalarında mutat geleneksel şekillerden başka Barok usulüne göre pencere üstlükleri ile köşelerde uzaktan Toskana uslubunu andıran ve köşelerde bulunan kaide ve başlıklı duvar ayakları görülmektedir. Bundan daha bol süslü olup Tophane külliyesinde (Resim 4) marangozhanenin 1847'de gerçekleştirilen cephesi birbirine bağlantılı duvar ayaklarıyla, yuvarlak kemerli pencereleriyle ve frontonlar arasında devlet yapılarında mutat humayun tuğrasını taşıyan amblemle daha gösterişli bir görünüşü vardı. Buna benzer motiflere muhtemelen biraz daha sonra yapılan Yalı Köşkü fabrikasında ve feshanede de raslanmaktadır (Resim 15-16). Burada müşahede edilen biçimlendirme unsurlarının büyük bölümü Avrupa geç Barok ve erken Klasisizm devirlerine ait örneklerin benzerleridir. Bunlar Topkapı Sarayı'nda son devrelerde meydana gelen yapılarda, bazı camilerde ve özellikle 19. yy.'da inşa edilen birçok kışla binalarında da görülebilir10*5. Kombinasyonu ve de104 Bunun için krşl. BLI 368 ve W. Müller-VViener Türkische Kunst und Kultur aus Osmanischer Zeit (Recklinghausen 1985) I 71, 131-140 ve s. 175 v.d. 105 Resimler için P. Tuğlacı a.g.e. (not 65) s. 23 v.d.'e bakılması tavsiye edilir. Darphane'nin daha ihtişamlı yapılması Topkapı Sarayının dış avlusunda yer almasından dolayı §art olmuştu. 106 Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa'nın etkisindeki 18. ve 19. yüzyıl mimarisinin kulanılması henüz başlangıçta idi; P. Tuğlacı'nm tek taraflı ve konu açısından çok kerre hatalı görüşler taşıyan eserinin yanında, yalnız 18. yüzyılı kapsamakla beraber, Ayda Arel'in Onsekizinci yüzyıl İstanbul mimarisinde batılılaşma süreci (İstanbul 1975) adlı eserini zikredebüiriz; A. Batur, «Batılılaşma döneminde Osmanlı Mimarlığı» Tanzimattan Cumhuriyet'e Türk
tayları değişik olan sütunlar veya alçı kabartma ve mermer sıva (stuceo) tekniğiyle, ve nadiren taştan yapılan kaide ve başlıklı duvar ayakları burada sözkonusudur. Çok defa sade korniş profilleri ve dolanan kemer profilleri ile birbirine bağlı yuvarlak kemerli pencereler pek rağbette idi (Resim 4 ve 15). Bunların dışında Avrupa erken klasisizm devrinde rağbet görmüş olan yarım daire kemerli pencereler (Resim 16), konsollar ve süslü bir tarzda yerine konulan kilit taşlarına da (Resim 4) raslanmaktadır. Bütün bu motifler 1830'dan itibaren İstanbul'da faaliyette bulunmuş olan Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşlerin107 yaptıkları binalarda ve keza -fakat biraz daha yumuşak tarzda biçimlendirilmiş olarak- Krikor Balyan (1764-1831) ve oğlu Garabedlyan (1800-1866)'ın bazı binalarında görülmektedir108, ve bu itibarla o devrin İstanbul mimarisi için tipik tellakki edilebilir. Asrın ortalarında kurulan fabrikalarda sözü geçen kışlalarda olduğu gibi umumiyet itibarıyla benzeri biçimlendirme prensipleri bir bakıma tespit etmek mümkündür. Burada ve bundan epey küçük ölçüde de fabrikalarda da cephelerin göze çarpan bir tarzda bölümlere ayrılmasına ve orta kısmının az çok gösterişli olmasına önem verilmiştir. Kışlalarda bir sembol şekli olan frontonlarm tercihen kullanılmasına karşı, fabrikalarda daha sade fakat detay bakımından bol süslü şekillerle yetiniliyordu. Bu detayların kalıntıları hâlâ mevcut olan feshanenin ana kapısında görülebilir (Resim 16). Bu kapı şekli orduya ait binalarda, mesela Pangaltı'daki Harp Okulunda mevcuttur (Resim 26). Yüzyıl ortalarında kurulmuş olan devlet fabrikalarında, münferid biçimler nereden gelmiş olursa olsun, haricî biçimlendirme huAnsiklopedisi 4 (İstanbul 1985; 1038-1067); ayrıca bkz. R. Arık, Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı (Ankara 1976) ve M. Sözen'in konuyu genel olarak işleyen çalışmaları. 107 Bu mimarlar için krşl. Carlo Palumbo-Fossati, I Fossati di Marcote (Bellinzona 1970) ve S. Eyice, İstanbul Ansiklopedisi 11 (İstanbul 1972) 58185823. -Daha büyiik olan Gaspare F. (1809-1883) Milano'daki Brera'daki tahsilini tamamladıktan sonra 1828-31'de Roma'da ve ondan sonra St. Petersburg'da (1833-37) ve İstanbul'da (1839-1859) çalıştı, burada kardeşi Guiseppe (18221893) ile birlikte idi, Türk hükümeti ve yabancı elçilikler için yaptığı birçok binalardan sonra bu kardeşler özellikle Aya Sofya Camii restorasyonu ile tanınıyorlardı. 108 Krşl. P. Tuğlacı a.g.e. (not 65).
92 susunda daha yüksek mertebeli devlet yapılarla (kışlalardan başka okul ve hastaneler) çizilen paraleller, bunların Osmanlı toplumunun hâlâ çok hiyerarşık yapısında nispeten yüksek yerine bir işarettir. Buna karşı az sayıda bulunan hususî kuruluşlarda -ve bilhassa Haliç'teki değirmenlerde- mimarî biçimlendirme hususunda son derece büyük tutumluluk göze çarpar. Bunların taş veya tuğladan sağlam bir tarzda masif yapılmış olması, şüphesiz normal mesken inşaatına nispetle tercih edilmelerinde idi (çünkü daha 19. yy.'da masif binaların inşaat masrafları mutat ahşap binalarınkinden hayli yüksekti), fakat bu sırf gösteriş olsun diye yapılmayıp, temelinde statik zarureti ve yangına karşı daha büyük emniyet talebi yatmaktaydı. Aynı tip fabrikalarda bile -yani değirmenlerdeözel ile devlete ait olanların şeklen birbirinden apaçık farklılığını Unkapanı civarında bulunan askerî değirmenle hususi değirmenler arasında bir karşılaştırma göstermektedir. Nitekim askerî değirmende, silo binasında mütevazi olsa da gene ufkî bir düzen görülür. Özel teşebbüse ait değirmenlerde ise böyle birşey yoktur. Buna benzer durum özel tersane işletme binaları ile Tersane-i Amire arasında bir karşılaştırmada da ortaya çıkar. Ve nihayet Kazlıçeşme tabakhanelerinin adeta iptidai binaları (Resim 27) ile biraz önce sözü geçen devlet fabrikaları arasında bir mukayese yapılırsa bu fark apaçık görülür. Şekille ilgili böyle soruları eski fotoğraflar sayesinde belirli bir dereceye kadar cevaplandırmak mümkün olmasına karşı, fabrika inşaatında alışılan bina tipleri ve inşaat özellikleri ve keza fabrikaların içindeki fonksiyon seyri ile teknik teçhizat hususunda istinat edilebilecek vesikalar bakımından büyük boşluklar vardır: Fabrikaların iç görünümünü gösterecek resimler, hemen hemen hiç yok, ve planlar, daha sonraki kadastro kayıtlarında bulunanlardan sarfı nazar edilirse, mevcud değildir. İntikal devrinden sonra daha eski binaların adaptasyonunda apaçık olarak alçak binaların hakim olduğu -tersanenin ilk merhalelerinde olduğu gibi- bina tiplerinden söz etmek gerekir. Vakıa, daha iyi bir havalandırma zarureti karşısında bunlar ekseriya çatısı alçak imalathanelerdi. Çatılar umumiyetle geleneksel tarza uygun olarak ahşaptandı (Resim 8 ve 28). Gayet tabii, aşırma eksenleri dolayısıyle çatıların normalin üstünde sağlam olması lazımdı. 28 numaralı resimde görüldüğü gibi bazen bu-
nun için ilaveten ayrıca güçlendiriliyordu. Bu alçak bina şekilleri esas itibarıyla yüzyılın ilk yarısında Bavariya'da görülen bina tiplerine uygundu100. Bunların yanında asrın ortasından itibaren birkaç katlı binalar ortaya çıkmaya başladı. Yukarıda da belirtildiği gibi değirmenlerde ingiliz örnekleri taklit ediliyordu110. Makina teçhizatı da oradan geliyordu. Arsenal sahasmda da bu sayıca en fazla olan alçak tip binaların yanında birden çok katlılar da, herhalde hassas mekanik atölyeleri ve benzeri prodüksiyon bölümlerini yerleştirmek üzere, ortaya çıktı. Bunun için de Avrupa fabrikalarında paraleller bulmak mümkündür111. Aynı şey ilk defa feshanenin genişletilmesi (1883/85) maksadıyla inşa edilen ek binada görülen shed çatıları iiçn de geçerlidir (Resim 18). Böyle büyük hal yapıları Avrupa'da tekstil fabrikalarında aşağı yukarı 19. asrın ellili yıllarında umumiyetle yaygındı112. Burada ise shed-çatılarının göze çarpacak şekilde yapılması için bazı sakıncaların bulunduğu görülmektedir. 14 nolu resimde görüldüğü gibi dış tarafa geleneksel sivri (Walm) çatılar konuluyordu. Dökme demir payandalar ve damlar için kullanılan demir-kereste bağlantısı bulunan iç konstrüksüyon tamamen o devrin Avrupa standardlarına uymaktaydı. Payandalarda bulunan aşırma eksenleri tutturmak için yapılmış olan demir plakalar ilginçtir. Bugün her makineyi elektrikle ayrı ayrı harekete geçirme tertibatı olduğundan bunlar tabiiki lüzumsuzdur. 19. yy. sonlarında bazı fabrikalarda -mesela havagazı tesisleri ve Bomonti bira fabrikası- fonksiyonlara cevap veren yapı şekillerinin ortaya çıkması da, bilhassa yabancı şirketlerce kurulan işletmelerin ithal edilen makinalarla know-how sayesinde gerçekleştirildiğinden Avrupa'daki gelişmelere uygundu. Şimdiye kadar ortaya koyduğumuz mülahazalar için ancak çok mahdut bir malzemeden faydalanılmıştır, fakat usulü bilmek arşivlerde çalışan tarihçi meslektaşlarımız yakın zamanda malzemeyi büyük ölçüde genişleteceklerini umarım. Bu malzeme orada yeter derecede mevcuttur. Bu yapıldıktan sonra bazı veriler elbet değişecektir, münferid planlamalar için yeni kanıtlar ortaya çıkacak ve çalışma109 110 111 112
Krşl. Krşl. Krşl. Krşl.
Fabrikbau s. 860 v.d. Yükardaki metin s. 277 ve not 76. Fabrikbau s. 867 v.d. Fabrikbau s. 870.
mızda verdiğimiz bilgiler birçok noktada tamamlanmış olacaktır. Bununla beraber bu küçük hülasa şunu göstermiş bulunuyor: 19. yy. ne İstanbul'a ne de memlekete bir sanayi devrimi getirmemişti; olsa olsa ilk adımlardan bahsedilebilir. Bunlar bazı hususlarda Osta Avrupa'nın sanayileşme sürecine benziyordu (veya onun biraz gecikmeli olarak tekrarını teşkil ediyordu), fakat birçok sebep yüzünden bu ilk hamleler uzun vadeli ve devamlı neticeler getirememiştir. Bu sebepleri açıklamak ayrı bir konu teşkil etmektedir. Uzun vadeli verimli çalışan bir sanayinin geliştirilmesi ancak Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne nasib olmuştur.
Resim 2 : Şehir Manzarasının kesiti (1500 civarı) Köntoskalion'da Tersane'nin eski tasviri de bulunmaktadır. Braun-Hogenberg. Beschreibun und Contrafactur der vornehmbsten Stat der Welt, Köln 1574, den alınmıştır.
Resim 5 : Bugünkü Tophane.
fOl
co
Ö JD
11
a « ^ cö 02
C Ö 'M
'O +H S <î -» Q w ö ^ :0 o
.. >>
a s^
cö ^ cNö tf
:0 ^büD
a cö S
1
M £ s s
«M C Ö 4_j
M^ CÖ •S % cö w cö -o
s
cö > o M o £ 00 to 00
•a T3
Resim 18 : 1883 tarihine ait şehir manzarasından bir kesit. Feshane İnşaatı görülmektedir. (DAÎ. îst. Neg. nr. 24930).
Resim 14 : Daha sonralara ait Başka bir kesit (1890 civan) Feshanenin bitmiş hali görülmektedir. (DAÎ İstanbul, Neg. nr. R. 24931).
Resim 17
Feshanenin eski binalarından bir kısım. (1986 fot. M-W.).
Resim 19 : Yalı Köşkü Makina Fabrikasının da görüldüğü 1895 civarında bir şehir manzarası. (DAÎ. îstanbul, Neg. nr. R. 24934).
Resim 20 : Unkapanındaki Askeri Değirmenin de göründüğü 1890 civarı şehir manzarasından bir kesit. (DAÎ. İstanbul, Neg. nr. R. 24933).
Resim 25 : 1860 civarında Seraskerlik Ana Binası (Bugün Üniversitenin ana binası olarak kullanılmaktadır) (DAL Neg. nr. 24887).
Resim 26 : Pangaltı'da Harp Okulu Binasının Ana giriş, bölümü (1880 civarı) (DAÎ. İstanbul, Neg. nr. 24802).
120
OSMANLILARIN BATTDA GELİŞEN BAZI TEKNOLOJİK YENİLİKLERDEN ETKİLENMELERİ Ekmeleddin Ihsanoğlu* Osmanlı Devleti bilim ve teknik konularda ihtiyacını karşılayacak bilgi ve maharet birikimi olan insan gücüne sahipti. Bu insan gücünün yetiştiği en önemli eğitim müesseseleri arasında, teorik sahada medreseleri1, pratik sahada ise meslekî eğitim veren loncaları, Saray atelyelerini (sanatkâr ve teknik adam yetiştiren) ve devletin askerî teşkilatına bağlı Tersane, Tophane, Baruthane gibi müesseseleri zikredebiliriz. Devlet ve toplumun karşılaştığı teknik ve enteklektüel problemlerin çözümünde ve ihtiyaç duyduğu temel fikrî hususlarda aradığı cevapları, sahip oldukları eğitim sisteminde ve kendi bilimlerinde bulduklarından, Osmanlılar her konuda kendi kendine yeterli bir durumdaydı. Dolayısıyla ve özellikle klasik dönemlerde yani Osmanlı Devletinin kuruluşundan 1600'lere kadar olan dönemde, çağdaşı Avrupa devletlerinden transferine ihtiyaç duyacağı bir bilim görmemekteydi. Fakat kendilerinde olmayıp da Batı'da ortaya çıkan yeni teknikleri takip etmekte ve bunları almakta tereddüt göstermeyip, özellikle burada ele aldığımız harp teknolojisi, ateşli silahlar, madencilik haritacılık, pusula ve saatçilikle ilgili yeni teknikleri fazla zaman fasılası olmadan almış ve iyi bir şekilde kullanmayı başarmışlardır. Kuruluşundan itibaren Osmanlı Devleti'nin Avrupa ile siyasî ve askerî çekişmeler içerisinde gelişen münasebetlerinde görülen bariz vasıflarından birisi, Osmanlıların kendilerini her bakımdan Avru* î. Ü. Ed. Fak. Bilim Tarihi Bölümü Başkanı, Türk Bilim Tarihi Kurumu Kurucusu. 1 Medreseler konusunda tafsüatlı bilgüer için bkz. Ekmeleddin îhsanoğlu, «Ottoman science in the Classical Period and Early Contaçts with European Science and Technology», Transfer of Modern Science and Technology to the Müslim World, Ed. ve Ekmeleddin İnsanoğlu İRCİCA-lstanbul, 1992.
pahlardan üstün kabul etmeleridir. Bu üstünlük hem maddî hem de manevî faktörlere irca edilerek ele alınabilir. Osmanlılar askerî ve ekonomik yönden Avrupa devletlerinden ve o dönemdeki diğer müslüman devletlerden daha güçlü bir durumdaydı. Zengin maden yataklarını ellerinde bulundurmaları, ticaret yollarını kontrol etmeleri ve giriştikleri bütün muharebelerden galip çıkmaları onların hem ekonomik yönden güçlenmelerine, hem de kendilerini Avrupa'ya karşı psikolojik üstünlük şuuru içerisinde görmelerine vesile olmuştur. Osmanlılar, mensub oldukları Islâmiyetin, dinlerin en son ve en doğrusu olduğu inancı içerisinde ve vârisi oldukları parlak Ortaçağ İslâm medeniyetinin tesiriyle, manevî yönden de kendilerini Avrupa'ya karşı üstün görmekteydiler. îşte bu sebepler, Osmanlıların Rönesans dönemi ve sonrası Batı Avrupa'da ortaya çıkan yeni entellektüel anlayışın ehemmiyetini fark etmelerine, ona bağlı gelişmelerin Avrupa toplumlarının terakkisinde icra edeceği tesirleri ve bütün bunların kendilerine karşı potansiyel tehlike olabileceğini takdir etmelerine mani olmuştur. Ancak şurası çok açıktır ki, bulundukları bu şartlar, onların Rönesans ve sonrası Batı dünyasında olup da ihtiyaç duydukları yeni unsurları aktarmalarına mani teşkil etmemiştir. Osmanlıların Batıdaki gelişmeleri yakından takip etme imkânına sahip olduklarını söyleyebiliriz. Rumeli'den Avrupa ortasına kadar uzanan toprakları, Akdeniz ile Kuzey Afrika'daki hakimiyetleri, Batı Avrupa'nın bir ucu ile hemhudut, diğerine çok yakın olmalarını temin etmiştir. Bu coğrafî tedahülün bilgi transferini kolaylaştırdığı aşikârdır. Diğer taraftan diplomatlar, îslâmiyeti kabul eden Avrupalılar (muhtediler), seyyahlar, tacirler, denizciler, esirler, mülteciler ve özellikle İspanya ve Portekiz'deki dinî baskıdan yani katolik mezaliminden kaçıp selâmeti Osmanlıların himayesinde bulan Yahudiler ve Moreskler bir çok yeni ilmî ve teknik bilginin Osmanlıya girişini sağlamışlardır. Aşağıda vereceğimiz örnekler bize Osmanlıların Batı dünyasındaki gelişmelerden haberdar olduklarını göstereceği gibi, aynı zamanda onların bu gelişmeler karşısındaki selektif tavırlarını ortaya koyacaktır. Osmanlıların, Onbeşinci ve Onaltıncı asırlarda Batı'daki gelişmeleri değişik vasıta ve yollarla, fakat seçici tavırla, bilhassa bu yazımızda üzerinde duracağımız, harp teknolojisi, madencilik, ha-
ritacılık, pusula ve saatçilik konularında nasıl bir takip ettiklerini tespit etmeye çalışacağız. Bu takipte Osmanlı Devletinin Avrupa ile doğrudan coğrafî temasının bulunması önemli bir faktör olup onların Batı'daki teknik bilgiyi kolaylıkla elde etmesini sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmed'in, Rönesans dönemi ressamlarından Gentile Bellini'yi İstanbul'a davet etmesi ve portresini yaptırması, yeni sarayın duvarlarını Rönesans üslûbu freskler ile süsietmesi (14791481), diğer taraftan Venedik'ten bronz döküm ve kılıç kını ustalarını davet etmesi2, Venedik'le Onaltı yıl süren savaşın akabinde ihtiyaç duyulan konularda Osmanlıların Batı ile temasa geçip istediklerini elde edebileceklerini göstermektedir. Osmanlılarda Madencilik konusunda tetkiklerde bulunan Rhoads Murphey, Onaltmcı asırda maden teknolojisi ve işletmeciliğinde Osmanlılar ile Avrupa arasında pek bir farkın olmadığını ve 1580'lerde Osmanlıların madencilikte Avrupa ile hemen hemen aynı teknikleri kullandıklarını3 belirtmektedir. Osmanlılar geniş toprakları üzerindeki madenlerin açığa çıkarılması, işletilmesi ve çıkarılan cevherlerin mamul hale sokulması işlerinde, yabancı madenciler yanında kendi maden ustalarını da kullanmaktaydı. Gerek Rumeli'de, gerekse Anadolu'da bulunan madenler verimli bir şekilde işletilirken, madencilikle uğraşanlar, bütün örfî vergilerden muaf tutularak, madencilik cazip hâle sokulmuştur4. Ateşli Silahlar Osmanlıların ateşli silahları kullanımı, onların Batı teknolojisi ve onun geliştirdiği yeni bilgiler karşısındaki tavırlarının açıklanması bakımından önemli bir örnek olduğu gibi bir yönü ile de bu ilişkinin açık bir göstergesidir. 2 Cevdet Memduh Alpar, Onbeşinci Yüzyıldan Bu yana Türk ve Batı Kültürlerinin Karşılıklı Etkileme Güçleri Üstünde Bir İnceleme, Ankara 1981, s. 11, 13, 15; Halil İnalcık, «Mehmed II», İslâm Ansiklopedisif c. 7, İstanbul 1972, s. 535. 3 Rhoads Murphey, «Osmanlıların Batı Teknolojisini Benimsemedeki Tutumları Efrenci Teknisyenlerin Sivil ve Askerî Uygulamalardaki Rolü». (Bu kitapta). 4 Şevvâl 1148 (Şubat 1736) tarihli hüküm, Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme, cild 142, hüküm nr. 343, s. 70; Safer 1157. Mühimme c. 157, hüküm nr. 794, s. 216.
Osmanlıların ateşli silahları ilk kulandıkları tarih kati olarak bilinmemekle beraber, bu tekniği çok erken tarihlerde Avrupa'dan alıp uyguladıkları hakkında birçok delil bulunmaktadır. Ondördüncü asrın sonlarına doğru Orta Avrupa devletleriyle yakın ilişkileri olan ve onlardan ateşli silahlarla ilgili yenilikleri öğrenen Sırplıların, bu silahların Osmanlılara girişinde önemli rol oynadıkarı bilinmektedir. Ayrıca aynı tarihlerde Osmanlıların da Batı'dan silah satın almaya başladıklarını gösteren vesikalar bulunmaktadır". Onbeşinci asrın ilk yarısında, Osmanlılar ateşli silahlarda, özellikle topçulukta göze çarpan gelişmeler kaydetmişlerdir. Önceleri Osmanlı topçuluğu Balkanlar'da ve Avrupa'nın diğer memleketlerindeki gelişmelere paralellik arzederken, Onbeşinci asırda kendi savaş taktiklerine ve maddi kaynaklarına uyumlu olarak Osmanlılar topçulukta büyük bir ilerleme göstermişlerdir. Bu ilerlemenin sebebi dökümcü ustalarının mahareti yanında Fatih Sultan Mehmed'in top balistiğine karşı ilgisi ve kumandanları ile birlikte belki de çağdaşları olan Avrupalılar'dan bu yeni silahların muharebedeki kıymetini daha fazla kavramış olmasından ileri geldiği6 söylenebilir. Onbeşinci asrın ortalarında, diğer ateşli silahlar gibi büyük ölçüde Sırbistan ve Bosna bölgelerinde imal edilen «tüfeng» Osmanlılarda büyük bir ilgi uyandırmıştır. Onların bu yeni tekniği öğrenme ve transfer etme modeli, topçuluktakine benzer ve onunla aynı tarzda olmuştur. Osmanlılar, Balkanlar'da savaştıkları ordulardan önemli ölçüde tüfeng ele geçirmişler ve oralarda bulunan imalathânelerdeki üretimi devam ettirmişlerdir. 1480 yılında Semendire'de üzerinde «Kayı» işareti bulunan çeşitli tipte arkebüz, el tüfengleri imal edilmiştir. Tabiatiyle ilk dönemlerde bu imalathânelerde çalışan teknik elemanların çoğu hıristiyan Sırplılardı7. Girit'in fethi esnasında Kandiye muhasarasında Osmanlıların kullandıkları topların dizaynı, İtalyan toplarıyla aynı çizgilere sahip olduğu ve bir İtalyan ustanın Kandiye'de bir top döküm fabrikası 5 V. J. Parry, «Barud», (El*), c. 1, Leiden 1979, s. 1061-1066. 6 Djurdjica Petrovic, «Firearms iıı the Balkans on the Eve of and After the Ottoman Conquests of the Fourteenth and Fifteenth Centuries», W ar, Technology and Society in the Middle East, (Ed. V. J. Parry and M.E. Yapp), London 1975, s. 191. 7 D. Petrovic, a.g\m, s. 192.
kurmuş olduğu görülmektedir. Diğer taraftan Osmanlıların bazı yönlerden ağır topları daha avantajlı kullanmışlar ve bu topların taşınmasında Avrupalılar tarafından bilinmeyen tekniklere sahip olmuşlardır8. 1680 Avusturya savaşlarında Osmanlıların kullandığı tüfenklerin Avusturya ordusundakilerle aynı kalitede ve hatta bazı yönlerden, mesela atış menzilleri bakımından daha üstün oldukları görülmüştür9. İtalyan asilzadesi Comte de Marsigli İstanbul'da iken, Pierre Sardi'nin topçuluğa ait bir eserinin Türkçe tercümesini gördüğünü belirtmesi10, Osmanlıların Batı harp tekniklerini Batı'dan getirttiği uzmanlar yanında, Batı'da çıkan literatürü de çevirerek takip etme imkanlarına sahip olduklarını göstermektedir. Batı tekniğinin Osmanlılara transferini ilk dönemde sağlayan hıristiyan Bosnalı ve Sırplıların yanında Avrupa'nın daha uzak ülkelerinden gelen İtalyan ve Alman uzmanların katılmasıyla devam etmiştir. Daha ileri tarihlerde sayıları artan Fransız, İngiliz ve Hollandalı (Flemenk) teknisyenler de Osmanlı hizmetine girmiştir11. Bütün bunların yanında, Osmanlıların Batı'dan teknoloji transferini sağlamak üzere Saray'da «taife-i efrenciyan» adında bir teknisyen sınıfı çalıştırmışlardır. İleri teknolojinin tatbikatında, çeşitli askerî ve sivil projelerde Osmanlılara tizmet eden bu ecnebi teknisyenlerin kimlikleri ve faaliyetleri çok ilgi çekici olmakla beraber, bunlar hakkında geniş bilgi bulmak zordur12. Onoltıncı asrın 8 Comte de Marsigli, 1679-1680 senelerinde onbir ay İstanbul'da kalmış ve uzun yıllar Osmanlılar arasında yaşamış, İkinci Viyana kuşatmasında Türk karargahında Eski maliyeci Temeşvarlı Ahmed Paşa'nm esiri olarak bulunmuş, 1692'de tekrar İstanbul'a gelmiş ve Kapı'da (Bab-ı Ali) görev almıştır: Comte de Marsigli, L'Etat Militaire de VEmpire Ottoman, II. bölüm, Amstardam 1732, Yay. Manfred Kramer, Graz. 1972 s. 23; özet ve Tercüme için bkz. M. Kaymakam Nazmi, Osmanlı imparatorluğunun Zuhur ve Terakkisinden inhitatı Zamanına Kadar Askeri Vaziyeti, Ankara 1934. 9 R. Murphey, agm. 10 C. Marsigli, age. II. Bölüm s. 23. 11 V. J. Parry, «Barud», s. 1062. 12 Taife-i efrenciyan padişahın sarayında bulunan maaşlı hizmetliler olup, diğer mü-şâhere-hârân kulları gibi maaşlarını üç aylık taksitlerle alırlardı. Bu teknisyenler padişahın himayesinde herhangi bir projenin yapılmasında kullanılırdı. Bilhassa Osmanlı topçu kuvvetlerine müşavir olarak hizmet verdikleri görülmektedir. R. Murphey, a.g.m.
sonlarında ateşli silahların üretimi ve kullanımında, Osmanlı, yabancı teknik elemanlar yanında kendi elemanmın da yetişmesine dikkat etmiştir. Ayrıca yabancılardan müstağni olarak devlet kendi tüfenkçilerini kullanmaya gayret etmiştir13. Osmanlılar Onyedinci asrın sonlarında, 1695 tarihinden itibaren Avrupa'dan, özellikle İngiliz tüccarlardan yüksek fiyata barut satın almaya başlamışlardır14. Bu da gösteriyor ki harp malzemelerinin tedarikinde Osmanlılar bu tarihe kadar kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydiler. Ayrıca, Osmanlının Avrupa'dan barut satın alması, Osmanlı barutunun düşük kalitede olmasından değil, artan ihtiyacın karşılanamamasmdan ileri gelmekteydi. Bunu, 1697 de barutçubaşı olan Mehmed Emin Efendi'nin «ben âlâ efrenç barutundan daha güzide barut dökmekteyim»15 şeklindeki ifadesinden anlamaktayız. Bununla beraber Osmanlıların Avrupa'daki gelişmeleri takip etmek ve aktarmak için devamlı sûrette Avrupalı teknisyenlere ihtiyaç duyduğu da bir gerçektir. Nitekim Onsekizinci asrın başlarından itibaren orudda Avrupalı uzmanlar giderek daha çok istihdam edilmeye başlanmıştır16. Osmanlı Batı'dan harp malzemesi tedariki yanında, bu asrın hemen başlarında barut hazırlamada İngiliz usûlüne yönelmiştir. Bu tarihlerde Osmanlı literatüründe «İngiliz perdahtı barut tabhı» tabirinin sıkça kullanıldığı görülmüştür. Ancak Onsekizinci asra gelince, Avrupa ile Osmanlı arasında gittikçe büyüyen farkı kapatmak için eskisi gibi basit bir silah transferi yapmak kâfi gelmeyecektir17. Osmanlıların Batı teknolojisi ile ilişkilerinin araştırılmasına yeni boyut getiren R. Murphey Osmanlının gerilemesinin, Avrupa'daki teknoloji devriminin başlamasından sonra, yüz yıl gecikmeyle ortaya çıkmasının sebeplerini, Türklerin geri taktiklerinde veya psikolojik engellerde değil, 13 1591-92 yılında Boğdan Voyvodasına yazılan bir hükümde Osmanlı Devleti'nin emrinde yeterli tüfenkçiler bulunduğu, lüzumu halinde onların harbe çağrılmayıp Macar vilayetinden tüfenkçi çağrılmasının yasaklandığı açık şekilde belirtilmiştir. Mühimme, c. 69, hüküm nr. 92, s. 47. 14 (BOA), Îbnü'l-Emin Askerî, nr. 3162 ve 3195. 15 (BOA), Îbnü'l-Emin Askerî, nr. 3195. 16 (BOA), Îbnü'l-Emin Hariciye, nr. 1521. 17 [Parry], 1975, introduction, s. 19.
İmparatorluğu tesiri altına alan malzeme tedarikinde karşılaşılan değişiklikte aramaktadır18. Onsekizinci yüzyıldaki ateşli silahlar ve askerî sahada Batı'dan Osmanlı'ya yapılan aktarmaların başarı ölçüsünün daha açık bir şekilde anlaşılması için, bir çok siyasî ve iktisadî faktörün açıklanması gerekir. Bu konuda, Onsekizinci asrın son çeyreğinde ve Mühendishane'de Cebir ve Geometri hocalığı yapan Mahmud Raif Efendi'nin bu husustaki tesbit ve müşahedeleri çok faydalıdır. Ona göre, Osmanlı Devleti uzun yıllar barış halinde olduğundan Baruthâne nazırlığı sıradan bir görev haline gelmiş ve durum devamlı kötüye giderek İstanbul, Gelibolu ve Selanik Baruthâneleri'nden beklenen üç bin kental barutun ancak yarısı çok kötü kalitede sağlanır hale gelmiştir. 1768 (1182) Rus savaşından sonra Osmanlı ülkesinde imâl edilen barutun ancak tören atışlarına yaradığı ve askeri ihtiyaçlar için yabancı ülkelerden yüksek fiyata barut satın alınmaya mecbur kalındığı ve kolayca temin edilemiyen bu barutun hem çok azının iyi kalitede olduğu hem de zamanında temin edilemediği görülmekte idi. Üçüncü Selim devrinde, harp malzemelerinin tedariki konusunda yeni bir takım tedbirler alındığını görmekteyiz. Bunların başında barutun ana maddelerinden olan güherçilenin dışa satılması önlenmiş Avrupa'dan uzman getirilmiştir. İstanbul Baruthanesi yeniden düzenlenirken, gerekli bütün âlet ve malzeme sağlanarak burası işler hâle sokulmuştur. Ayrıca Küçükçekmece'de Azadlı Baruthanesi adında yeni bir baruthâne kurulmuştur. Bu yeni baruthânede Arakel adlı bir ermeninin icad ettiği ve su ile dönem değirmenler kullanılmıştır. İki baruthânede, Hollanda ve İngiltere barutuna eşit kalitede toplam olarak yılda onbin kental (1000 ton) barut üretilir hale gelinmiştir. Güherçilenin fiyatı iki katma çıka18 Murphey Osmanlıların Mısır'dan gelen barutun iyi kalitede olmadığını, Onyedinci yüzyılın sonunda, Papa'nın ve Avusturya imparatorunun Türkkiye ile yapılan harp malzemeleri alış-verişini kısıtlanması hakkındaki isteklerine aldırmayan İngiltere ve Hollanda'nın açık pazar politikaları, dinî inançlardan dolayı değil, millî ekonomi politikasından dolayı daha az serbest hale geldiğini belirtmekte ve Osmanlıların harp kabiliyetlerinin azalmasını geri teknoloji ve geri taktikler değil, malzeme durumlarının sebep olduğunu belirtmektedir. R. Murphey, a.g.m..
rılırken diğer malzemeler cari fiyatından satın alınmış, barut işçisinin maaşı üç katına yükseltilmiş ve yabancı ustalara da 500-1000 kuruş arasında yüksek maaşlar bağlanmıştır19. Mahmud Raif Efendi, teknik sahadaki bu gelişmeyi değerlendirirken Onsekizinci asrın son yıllarında ulaşılan bu başarıyı büyük sevinçle okuyucularına müjdeliyor ve «o kadar mükemmele ulaşılmıştır ki, bir ons (30,5 g) yeni barut, eskinin sekiz misline eş güçtedir. Artık yabancıya muhtaç değiliz, deoplarımız dolu olup harp sahalarına yeterlidir. Hatta ihracata bile başladık.» demektir. Mahmud Raif'e göre, Üçüncü Selim döneminde yapılan Avrupa usûlü eğitilmiş askerî birlikler, taktik konusunda Avrupalı milletlerden geri kalmamaktadır20. Osmanlı ordusunda yenileşme hareketinin mahsulü, hararetli taraftarı olan bu yeni tip Osmanlı bürokrat-teknokrat aydını, ne yazıkki bu yeniliklerin uyandırdığı tepkilerin şanssız bir hadisesinde hayatını kaybetmiştir. Osmanlıların Batı teknolojisi karşısındaki tavır ve karakterini tahlil ettiğimizde, öncelikle onların Ba-tı'da gelişen yeni teknikleri fazla zaman fasılası olmadan takip ettiklerini ve gerekli teknik aktarmaları yaptıklarını söyleyebiliriz. İkinci olarak, bu aktarmada Osmanlı'nın selektif bir tavır ile ihtiyacı olan sahada, Batı tekniklerini almakta zorluk çekmediğini görüyoruz. Üçüncü olarak, Batı tekniğini tanıma ve kullanmada her zaman, ihtiyaç duyduğu uzman ve teknisyenleri Avrupa'dan getirtip istihdam etmiştir. Son olarak, ithal ettiği yeni teknolojiyi İmparatorluğun her tarafında kullanacak olan elemanını, Avrupalı uzmanların yanında eğiterek, çok sayıda teknisyene sahip olmasını bilmiş ve bunlar sayesinde Avrupa'ya ayak uydurmaya çalışmıştır. Ancak bunları yaparken Avrupa ile olan rekabetinde, kendisini Avrupa'daki gelişmelerden bağımsız kılacak yeni teknolojiyi üretme ve geliştirme imkanı sağlayacak tedbirleri almaya gerek görmemiştir. Osmanlı'nın Yirminci asra kadar devam eden bu tavrı, onun Batı teknolojisi karşısındaki tutumunu açıkça göstermektedir. 19 Cetveli, [1989], 20
Mahmud Raif Efendi, Osmanlı imparatorluğunda Yeni Nizâmların Çeviren ve yayınlayan, Arslan Terzioğlu ve Hüsrev Hatemi, İstanbul s. 16-17. M. Raif Efendi, age, s. 3-36.
Saatçilik Ondördüncü asrın başlarından itibaren Avrupa'da imal edilen mekanik saatler, Osmanlılarda önceleri fazla bir ilgi uyandırmamış olmasına rağmen, Onaltmcı asrın ilk yarısında mekanik saatlerin Osmanlılar tarafından kulanılmış olduğu bilinmektedir. 1547 de Avusturyalıların Osmanlılara vermekte oldukları haraçlar arasında çok sayıda saatin bulunması Osmanlı'da Avrupa saatlerinin bir piyasasını oluşturmuş ve bu saatlere bir talep yaratmıştır21. Osmanlı zaman kavramında, namaz ve ibadet vakitleri önemli bir yer tuttuğundan, Avrupa yapımı mekanik saatlerin yarım saate varan hata paylarının olması, bu saatlerin Osmanlılar arasında yaygın olarak kullanılmasına mani teşkil etmiştir. Osmanlılar zaman ölçmede klasik islam geleneğiyle kum, su, ve güneş saatlerini kullanagelmişlerdir. Halk tabakasına ezan okunarak zaman bildirilmesi, saatlere olan ihtiyacı sınırlamıştır. Ük dönemde mekanik saatlerin çok pahalı olması bunların yayılmasına mani olan bir diğer faktördür. Onaltmcı asrın ikinci yarısından itibaren Osmanlı dünyasında Avrupa'nın Hollanda, Alman, Macar, Fransız gibi ülkelerinden gelmiş mekanik saatlerin bulunduğunu görüyoruz. Osmanlı zevki ve ihtiyacına göre dizayn edilen, Ay'ın safhalarını da gösteren bu saatlerde, aynı zamanda Osmanlı rakamlarının kullanılmış olması Avrupa saatlerinin Osmanlı'da pazar bulmasını kolaylaştırmıştır. Bu girişin Osmanlı'da başarılı olmasının bir diğer sebebi, bu yeni Avrupa saat sisteminin Osmanlı kültürüne çok yabancı olmamasından ileri geldiği söylenebilir22. Tek fark Osmanlı zaman sistemi Güneş'in doğuşundan batışına ve batışından doğuşuna kadar geçen oniki saatlik iki devreye ayrılmış olasıdır. Bu da saatlerin her gün pratik olarak ayarlanmasını icab ettirmiştir. 21 Fatma Müge Göç ek, East Encounters West, France and Ottoman Empire in the Eighteenth Century, New York Oxford 1987, s. 105. 22 Ahsan Jan Qaisar, «Response of Turkey and the Other Asian Countries to European Clokcs and Watches During 16th and 17th Centuries: A Oomparative Study», 7. Uluslararası Türk-îslâm iBlim ve Teknoloji Tarihi Kongresi, Bildiriler, c. 4, İstanbul Teknik Üniversitesi, 14-18 Eylül 1981, İstanbul 1981, s. 10-12,
Onaltmcı asırda sarayda Hasoda'da bulunan bazı saatçi ustalarının padişah için saat yaptıklrı görülmektedir. Bunlardan saatçi Usta Hasan ve saatçi Usta Pervari'nin Hasoda'ya mensup müslüman saatçiler oldukları görülmektedir. 1574-1595 yılları arasında müslümanlar yanmda Frenk saatçilerin de yer aldığı bir kaç saatçi ustasının sarayda hizmet görmüş oldukları anlaşılmaktadır23. Yapılan incelemeler, bu tarihler arasında sarayda yapılmış 24 adet saatin günümüze kadar gelmiş olması, sarayda çok sayıda saatin bulunduğunu göstermektedir. Onaltmcı asrın son on yılında İstanbul'da Galata'da Avrupalı saatçilerin saat imal ettikleri görülmektedir. Bu durum Osmanlıların Avrupa'da gelişen saat teknolojisini yakından takip etme imkanlarının varlığını göstermektedir. Bu takip, sadece saat kullanma veya montaj etme noktasında kalmayıp Takiyüddin örneğinde olduğu gibi yeni icad safhasında da olmuştur. Meşhur Osmanlı Astronomu Takiyüddin El-Rasıd, (1525-1585), El-KevaMb-i Dürriye fi Bengammt-ı Devriye (İstanbul nüshası 973-1563) adında Mekanik saat konstrüksiyonuna dair, Avrupa'da bu konudaki dönemin yegâne eserini yazmıştır24. Takiyüddin bu eserinde Avrupa'nın gelişmiş mekanik saatlerinin prensip ve konstruksiyonlarını vermiştir. 1561 senesinde kendisinden ezan vakitlerini gösteren bir saat yapması istenildiğinde devrin Sadrazamı Semiz Ali Paşa (öl: 1565)'nın hazinesinde bulunan çok sayıdaki mekanik saat üzerinde incelemelerde bulunmuş ve bazı teknik detaylar için frenk saatçi ustalarıyla müzakerelerde •bulunmuştur25. Takiyüddin ele aldığı mekanik saat tiplerini üç kısımda incelemiştir. Bunlar ağırlıkla çalışan saatler, yaylı saatler ve maşalı sarkaçlı saatlerdir. Ayrıca cep saatleri ve kendi geliştirdiği, her saati altmış dakikaya, her dakikayı beş saniyeye böldüğü astro23 Wolfgang Mayer, Topkapı Sarayı Müzesindeki Saatlarvn Kataloğu, basım yeri, tarihi yok, s. yok. 24 R. Murphey, agm. 25 Sevim Tekeli, 16*7101 Asırda Osmanlılarda Saat ve Takiyüddin'in «Mekanik Saat Konstrüksiyonuna Dair En Parlak Yıldızlar» Adlı Eseri, Ankara 1966, s. 217.
nomik saatler hakkında da bigi vermektedir. Bu sonuncusu, astronomik saatten bir tane imal edip kendi rasatlarında kullanmış olduğu bilinmektedir ki bu ona rasatlarında daha dakik ölçümler yapma imkanı sağlamıştır. Aynı yıllarda Avrupa'da meşhur Astronom Tycho Brahe'nin, dakik olmadıklarından dolayı rasatlarında saat kullanmaktan imtina ettiği de bilinmektedir26. Takiyüddin'den daha sonraki dönemlerde böyle bir icad ve geliştirme teşebbüsünün varlığı hakkında bilgilerimiz bulunmamaktadır: Fakat mekanik saatlerin Onyedinci asrın ilk yarısından itibaren İstanbul'da yerleşmiş Avrupalılar tarafından imal edilmekte olduğu görülmektedir. 1630'dan sonra Galata'da bir lonca kuran Genovalı saat yapımcıları saat ihtiyacını karşılamışlardır. Onsekizinci asırdan itibaren Türklerin saatten zevk aldıklarını fark eden Avrupalı saatçiler, bu pazar için saat imal etmeye başladılar ve seri imalat sonunda yerli imalattan daha ucuz olan ithal saatler Galatadaki bu imalatını söndürmüştür27. Haritacılık Osmanlılar, devamlı bir şekilde genişleyen ülke topraklarını belirlemek ve Akdeniz ve Karadeniz'deki askerî ve ticarî faaliyetleri kontrol etmek için ihtiyaç duydukları coğrafya bilgilerini hem klasik İslâm coğrafya eserlerinden hem de Batı kaynaklı eserlerden istifade ederek elde etmişlerdir. Diğer taraftan, kendi müşahedelerini de ilave eden Osmanlı coğrafyacıları orjinal çalışmalar da ortaya koymuşlardır. Özellikle Avrupalıların Ümid Burnunun dolaşılarak Hindistan'a ulaşması Akdenizdeki ticaret yollarının öneminin azalması ve bu durumun Osmanlı ekonomisine menfi etkilerde bulunması, Osmanlı fetih politikasının Akdeniz'e yönelmesine sebep olmuştur. Bu da denizciliğe ve coğrafyaya daha fazla ehemmiyet verilmesine yol açmıştır. Osmanlıların Coğrafya ile ilgili bilgilerinin ilk kaynağı Semerkant astronomi ve coğrafya ekolüdür. Burada ortaya çıkan kalsik İslâm astronomi ve coğrafya eserleri Osmanlı haritalarına yansı26 S. Tekeli, age, s. 9. 27 R. Murphey, agm, s. 296.
mıştır. Onbeşinci asırdan itibaren Fatih Sultan Mehmed döneminde Batı'dan coğrafya konusunda eserler tercüme edilmiştir25. Batı kaynaklı ilk örnekler, Müslüman haritacılar tarafından yapılan Onbeşinci asra ait iki harita -ilki İbrahim Katibî'nin 1416, ikincisi Tabib Mursiyeli İbrahim'in 1461 tarihli Akdeniz ve Güney Batı Avrupa haritaları29- incelenecek olursa, bunların, Batı haritacılık bilgilerinden istifade ile hazırlandıkları anlaşılır. Bu da Müslümanların konu ile ilgili Batıda'ki gelişmeleri yakından takip ettiğini göstermektedir. Bu haritaların aynı tarihlerde Osmanlılar tarafından kullanılıyor olması, Batı'daki yeniliklerin ve coğrafya bilgilerinin dolaylı olarak Osmanlılara da geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır. Osmanlı haritacılığı Onaltmcı asırdan itibaren Pirî Reis'in çalışmalarıyla en büyük eserlerini vermeye başlamıştır. Amcası ünlü Türk kaptanlarında Kemal Reis'in yanında yetişen ve onunla bir çok deniz seferine katılan Pirî Reis, 1511'de Kemal Reis ölünce, doğum yeri olan Gelibolu'ya gelerek ilk dünya haritasını hazırlamıştır30. 1517'de Mısır'da Sultan Selim'e takdim edilen Pirî Reis'in haritası Avrupalılar tarafından yapılmış haritalardan ve içinde Cristoph Colombus'un Amerika haritasının da bulunduğu haritalara dayanılarak çizilmiştir. Osmanlı dünyasında yeni dünya hakkında bu ilk bilgileri ihtiva eden birinci harita, Güney-batı Avrupa, Kuzey-batı Afrika, Güney-doğu ve Orta Amerika kıtalarını göstermektedir. Büyük çapta hazırlanmış dünya haritasının bir parçası olan bu harita, enlem ve boylam çizgileri olmayan, kıyıları ve adaları içine alan ve bölgelerin tanınmasını amaçlayan portülan tipi 28 H. İnalcık, «Mehmed n», s. 535. 29 D. Uçar, «Mürsiyeli İbrahim'in 1461 Tarihli Haritası Hakkında Bir Araştırma», I. Uluslararası Türk-îslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi, Bildiriler, c. 3, İstanbul 1981, s. 185-198. 30 Colombus Amerika'ya 1489-1504 yılları arasında dört sefer yapmış ve bu seferler esnasında haritalar çizmiştir. Pirî Reis'in ifadesine göre Colombus'un yanında üç sefere katılmış olan bir denizci Kemal Reis'e esir düşmüş ve Pirî Reis haritayı bu esirden almış ve onun yeni dünya seferleri hakkında anlattıklarını dinlemiştir. Bunun yanında haritasında kendi müşahedelerini de not etmiştir: A. Afetinan, Pirî Reis'in Hayatı ve Eserleri, Ankara 1974, s. 31-32.
bir haritadır. Genellikle bu tip haritaların matematik temelli olmadığı sanılır. Halbuki yapılan araştırmalar, Pirî reis'in haritasında Atlantik okyanusu üzerinde yerleştirilmiş beş projeksiyon merkezi olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu harita üzerinde kolaylıkla enlem ve boylam çizgileri çizilebilir. Pirî Reis, birinci haritasının üzerine yerleştirdiği kısa açıklamalarında, bu haritasını yaparken 34 haritadan yararlandığını belirtmektedir. Bunların yirmisi Büyük İskender zamanına ait «rubu meskun onun içinde mâlûmdur» diye izah ettiği haritalardır. Sekizi Müslüman coğrafyacıların «caferiye» dedikleri İslâm haritaları, bir Arabî Hint haritası, Dört tane ise Portekizlilerin çizdiği yeni haritalar ve birinin de Colomb'un haritası olduğunu belirtmektedir. Bir yandan eski literatürü taramış, diğer taraftan yeni gelişmeleri takip etmiş olması ve bunlara ilaveten kendi müşahedelerini de not etmesi Pirî Reis'in ilmî tavrını göstermektedir. Colomb'un orjinal haritası zamanımıza kadar gelememiş, bu haritaya sadık kalınarak çizilen Pirî Reis'in haritası bu bakımdan ilmî olmanın yanında tarihî bir değer de taşımaktadır. Pirî Reis, uzun yıllar süresince not aldığı müşahedelerini, gördüğü coğrafya kitaplarını ve çizdiği haritalarını bir araya getirerek Kitab-ı Bahriye (1521) adında bir de kitap hazırlamıştır. Pirî Reis, bu eserinde Akdeniz ve Ege kıyılarındaki şehirlerin resim ve haritalarını yapmış ve denizcilik hakkında geniş bilgiler vermiştir. Ayrıca deniz astronomisi hakkındaki müşahede ve fikirleri de eserinde bulunmaktadır31. Bu dönemde Pirî Reis 1528'de Kanunî Sultan Süleyman'a takdim edilen ikinci dünya haritasını da yapmıştır. Pirî Reis İkinci haritasının, elimizde sadece Atlas Okyonusunun Kuzeyi, Kuzey ve Orta Amerika'nın son keşfedilmiş yerlerini ihtiva eden parçası mevcuttur. Birinci haritaya göre kayılar daha güzel çizümiş, boş bırakılan yerler doldurulmuş ve bilinmeyen yerler yine boş bırakılmıştır. Harita tekniği bakımından zamanın en iyi haritalarının birini yapmış olan Piri Reis'in yeni ilmî gelişme ve keşifleri takip etmesi ve bilinmeyen yerlere boş bırakması, onun ilmî bir zihniyete sahip biri olduğunu gösteren ilave delillerdir. 31 Pirî Reis, Kitab-% Bekriye, yayınlayan Türk Tarihi Araştırma Kurumu, İstanbul 1935.
Onaltmcı asırda coğrafî keşiflerden ve Yeni Dünya hakkında malumatı ihtiva eden çalışmalardan biri de Tarih-i Hind i Garbi adlı eserdir. Müellifinin kim olduğu hâlâ tespit edilemeyen eserin, 1583'te Sultan üçüncü Murad'a sunulmuş olması 1580'lerde tamamlanmış olduğunu gösterir. İspanyol ve İtalyan coğrafya kaynaklarına dayah olarak hazırlanmış olan bu eser, Osmanlıların Batı dünyasındaki coğrafî keşifleri takip ettiklerini göstermesi bakımından önemlidir. Üç kısımdan oluşan eserin esas ağırlığını ve üçte ikisini teşkü eden üçüncü kısım, 1492'de Amerika'nın keşfinden 1552 tarihine kadar Colombus, Balboa, Magellan, Cretes ve Pizarro'nun altmış yıllık maceralarını anlatmaktadır32. Eserin birinci ve ikinci bölümleri eski dünya ve Hind Okyanusu hakkındadır. Kaynakları, o zamanm İslâm coğafyacılarınm eserlerinden ve haritalarından istifade ile hazırlanmıştır. Müellif bu coğrafyacıların adından sık sık bahsetmekte ve en çok el-Mesudî'den iktibaslar yapmaktadır. Diğerleri arasında ise İbn el-Verdî, elTusî, el- Kazvinî, el- Suyutî ve imam Razi gibi müelliflerin adı geçmektedir. Ancak yeni dünya ile ilgili üçüncü 'bölümde ise müellif Avrupa coğrafya kitaplarından naklettiği bilgileri, eser ve müellif adı belirtmeden aktarmaktadır33. 32 Tarih-i Hmd-i Garbi veya Hadîs-i Nev, yay. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tarih Arattırmaları Kurumu, İstanbul Araştırma Merkezi, İstanbul 1987; Thomas C. Goodrich, The Ottoman TurTcs and the New World, A Study of Tarih-i Hind-i Garbi and Siacteenth Century Ottoman Americana, Wiesbaden 1990. 33 Müellif, 1580'lerde Amerikanın keşfinden bahseden çok sayıda ilmî ve detaylı eserler bulunmasına rağmen kaynaklarını bunlardan değil de, çok az sayıda bulunan genel mahiyetteki coğrafya kitaplarından seçmiştir. Bunlardan müellifin kullanabileceği dört tanesi tespit edilebilmiştir. Bular: 1 Francisko Lopez de Gomara'mn Histori General de las Jndias ilk defa 1552'de basılmıştır ve İspanyolca dır. 2. Gonzalo Fernandez d'Oviedo y Valdes'nin De la Natural Hystoria de Vîndias, ilk defa 1526'da İspanyolca basılmıştır. 3. Peter Martyr d'Angıhera'nın (Pedro Martir d'Anghiera) D'Orbe Nova, 1516'da Latince olarak basümıştır. 4. olarak ta Agustin de Zarate'nin Historia del Descubrimiento y Conquesta del Peru, 1555'te İspanyolca basılmıştır. Tarih-i Hind-ı Garbî'nin müellifinin bu dört Batı kaynağım kullandığını gösteren çok açık deliller bulunmaktadır. Zira eser Onaltmcı asırda basılmış coğrafya kitaplarıyla tamamıyla bir uyum içerisindedir. Onyedinci asrın ilk yarısında istinsah edüdiği anlaşılan bir nüshasında, eserin kaynakları hakkında bazı malumatı ihtiva eden bir yazı bulunmaktadır. Bu derkenarda Frenkçe bir kitaptan almdığı belirtilen
Eserin 1552 de vuku bulan coğrafî keşifleri anlatmış olması, o devirde Osmanlıların Batı'daki gelişmeleri takip imkanlarının ölçüsü hakkında bize bir fikir verebilir. Osmanlı coğrafyacılarının hem batı hem de doğuya ait bilgileri elde etmeleri ve o dönemde Batı'da ise Doğu dünyasma ait haritaların mevcud olmaması bu konuda Osmanlıların tahmin edilegelenden daha ileri bir seviyede olduklarını göstermektedir. Osmanlı coğrafyacılarının yapmış oldukları haritalar üç grupta ele alınabilir. Birincisi, eski ve yeni bilgilerin birarada kullanıldığı haritalar; İkincisi, bugün orjinalleri bulunmayan tamamen Avrupa kaynaklı haritaların kopyaları ve Osmanlı haritacılığın üçüncü karakteristiği ise, Osmanlı coğrafyacılarının yapmış oldukları orjinal çalışmalardır. Mesela Pirî Reis'in Akdeniz'e ait haritaları ve yine Ali Macar Reis'in atlasında, kendi müşhedelerine dayanarak hazırlanmış olduğu bazı haritalar orjinal çalışmalardır. Genellikle Padişaha sunulmak için hazırlandıkları anlaşılan «Atlas-ı hümayunlardan şimdiye kadar üç adet tespit edilmiş ve birbirlerine benzerliği dolayısıyla aynı ad altında zikredilmiştir34. malumatlara dayanılarak Tarih-i Hind-i Garbi'nin kaynağının C. Colomb'un seferlerini ilk yazan Pedro Martir'in [De Orbe Nova] adlı eserinin olabileceği kaydedilmiştir (Tarih-i Hind-i Garbı veya Hadîs-i Nev, İstanbul 1987 marjinal not; Goodrich, age, s. 349). Ancak Tarih-i Hind-i Garbî 1552 yılma kadar olan hadiselerden bahsettiğinden müellifin, bu kitaptan başka daha sonraki keşiflerden bahseden eserlerden de istifade etmiş olduğu açıktır. Goodrich, age, s. 20. Eserin hiç bir yerinde müellifin adına rastlanmadığı gibi çağdaşı ve sonraki dönem Osmanlı yazmalarında da bu eser ve müeUifi hakkında malumat bulunmamaktadır. Bu konuda en geniş araştırmayı yapmaş olan T. Goodrich, müellifin, bir coğrafyacı veya astronom olabüeceğini ve hatta 1575-80 arası İstanbul'da faaliyet gösteren Takiyüddin Rasathanesinde çalışmış ve eserinin burada tamamlamış olabileceğini belirtmektedir. Fakat bunu destekleyecek delüler bulunmamaktadır. Müellifin eseri tercümede birinden yardım görmüş olduğuna kesin gözüyle bakan Goodrich, Müellife yardım eden
Portulan tipinde hazırlanmış olan bu haritalar, eski ve yeni bilgiler karşılaştırılarak yapılmışlardır. 1550-1567 yılları arasında yapılmış oldukları tahmin edilen bu atlaslarda geniş ölçüde italyan haritalarından faydalanılmış, buna karşılık içerisinde İstanbul, Selanik ve Gelibolu bölgelerini gösteren orjinal haritalar da bulunmaktadır35. Haritacılığın, Osmanlılarda bir meslek halinde teşkilatlanmış olduğu anlaşılmaktadır. Onyedinci asırda İstanbul ve civarında sekiz işyerinde 15 kişinin haritacılık sanatıyla uğraştığı görülmektedir. Evliya Çelebi, bu haritacıların birkaç lisan ve özellikle Latince'yi çok iyi bildiklerini ve Avrupa coğrafya eserlerinden istifade ile deniz haritaları hazırlayarak denizcilere sattıklarını anlatmaktadır. Özellikle «hükemay-ı salifin ilm-i heyet telifatından Atlas Minör ve Papa Monte gibi coğrafya eserlerinin kullanılmakta olduğunu belirtmektedir36. Bu hususta Onyedinci asırda Comte de Marsigli, Osmanlı haritalarından bahsederken o gün Avrupa'da Türkiye, Arabistan, İran ve Türkistan haritalarının bulunmadığını ve bunların elde edilebilmesi için Türk coğrafya eserlerinin tercüme edilmesi gerektiğini belirtmektedir37.
tamamen Avrupa haritacılarının çalışmalarının bir kopyası niteliğindedir. İçlerinden iki tanesi tamamen bugün asılları bulunamayan Avrupa haritalarının kopyası olup sadece yer adları değiştirilmiştir. Eski dünya haritası ise Seydî Ali Reis'in el-Muhit adlı Hind okyanusundan bahseden eserinden alınmış olmalıdır (T. Goodrich, «The Earliest Ottoman Maritime Atlas - Walters Deniz atlası» Archivum Ottomanicum, c. 11, 1986 [1988], Viesbaden 1988, s. 25-50). Ali Macar Reis Atlası olarak da adlandırılan bu atlaslara, bu ad Topkapı Saraymda bulunan bir nüshasının 4. haritasının arkasında «Ketebet el-fakir bi İnayeti'lmeliki't-takdir Ali Macar Reis fi şehr-i Safer 975» ibaresinin bulunmasından kaynaklanmaktadır: T. Goodrich, «Atlas-ı Hümâyûn: A Sixtenth-century Ottoman Maritime Atlas Dioovered in 1984, Archivum Ottomanicum, c. 10, 1985 [1987], Viesbaden 1987, s. 83-101. 35 T. Goodrioh, «Walters Deniz Atlası» s. 29, 36. 36 Evliya Çelebi Seyahatnamesi, neşreden Ahmed Cevdet, c. 1, Dersaadet: İkdam Matbaası, 1314, s. 548. 37 Marsigli, age, s. 40.
Pusula Osmanlılar, denizcilikte güçlü olarak ortaya çıkmasından önce, Onüçüncü asırda Doğu Akdeniz'de geniş ölçüde kullanıldığı kesin olarak bilinen pusulanın, Osmanlılara geçişi hakkında şimdiye kadar yapılmış herhangi bir araştırmaya rastlanmamıştır. Cihet tayin eden bu aletin Osmanlı denizcileri tarafından erken zamanlarda kullanıldığını söylemek mümkündür. Ancak Onaltınca asırda Osmanlı denizciliğinin olgunluk çağında pusulanın haritacılıkla birlikte Batı'dan alındığına dair işaretler bulunmaktadır. Pirî Reis'in bahsedilen Kitab-ı Bahriye'sinde, Osmanlılar tarafında kullanılan, pusulaların Batı kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Pirî Reis, harita ve pusulanın denizciler için önemi ve lüzumundan bahsederken, onlardan anlamayanların denize çıkmamaları gerektiğini ve çıktıkları zaman zarar göreceklerini söylemektedir38. «Der^Beyan-ı Pusula» başlığı altında yazmış olduğu on beyitlik manzumesinde, pusulanın tarifi ve tavsifini yaparken, 32 köşeli rüzgar gülü şeklindeki gelişmiş halini anlatır39. Çağdaş Arap literatüründe «beyt el- ibre» veya «daire» diye adlandırılan bu aletin, Kitab-ı Bahriyemde ve daha sonraki Osmanlı coğrafya kaynaklarında İtalyanca menşeli «bussola» kelimesinden alındığı anlaşılan «pusula» terimi ile adlandırılması pusulanın Osmanlılara Batı kaynağından geldiğini göstermektedir. Meşhur Osmanlı denizcilerinden Şeydi Ali Reis, Muhit adlı eserinde pusulayı daha teknik bir şekilde izah ederken, Porketiz ve Frengistan'da kullanılan pusulalardan, «diyar-ı Almandan» gelen kıble-nümalardan ve o dönemde «diyar-ı Rum'da» olan kıble-nüma ve pusulalardan bahsetmekte, ancak yerli olarak imal edilip edilmediği hakkında açıklamalarda bulunmamaktadır40. Pusulaların nasıl imal edildiğini tafsilatıyla anlatan Seyid Ali Reis, aynı zamanda aletin çalışmasına mani olacak sebebleri ve arızalarının giderilme yollarını da izah etmiştir41. 38 39 40 15a-17a. 41
Kitab-ı Bahriye, s. 22-27. Aynı yer. Seydî Ali Reis, Muhit, Nuruosmaniye Muhit, vr. 28a-29a.
Ktb. Yazmalar
nr. 2948. vr.
Şeydi Ali Reis'ten sonra Onyedinci asırda Kâtip Çelebi ve Evliya Çelebi'de (öl. 1681) ve Onsekizinci asırda Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın eserlerinde pusula hakkında malumatlar bulunmaktadır. Bunlardan Evliya Çelebi Seyahatnamesinde İstanbul'da bir Pusulaciyan esnafının varlığından bahsedilmesi ve pusulacı esnafının pusulalarını Beyazıd Camii'nin mihrabında kontrol ettiklerini belirtmesi42, Osmanlılarda pusula imal edildiğine hükmettirmektedir. Onsekizinci asırda İbrahim Müteferrika İstanbul'da Osmanlılar tarafından pusula imal edildiğini açıkça belirtmektedir. Bu konuda Füyûzât-% Mıknatisiye adlı bir eser hazırlayan Müteferrika pusula ve magnetizma hakkında geniş bilgiler vermiştir43. Osmanlılarda denizcilikte gemilerde seyrü sefer esnasmda kullanılan pusuladan bagka, harp sırasında lağım kazarken, istikametin doğruluğunu tespit için «lağım tapası» adı verilen manyetik bir ibrenin kullanıldığından sözedilmektedir. Bu alet, yarım daire içerisinde mıknatıslı bir ibreden müteşekkildir44. Osmanlıya pusulanın girişi ve gelişmesi hakkında yaptığımız çalışmalar bize, Osmanlılarda pusulanın erken tarihlerde Avrupa' dan alındığı ve kullanıldığı intibaaına sevketmiştir. Ancak jeo-magnetızm hakkındaki bilgilerinin iptidai bir durumda olduğu söylenebilir. Osmanlı litaratüründe, ilk jeomagnetik deklinasyon (magnetik alanlardaki değişim ve farklılıkların ölçülmesi) tayininin 1727'de İstanbul'da yapılmış olduğu İbrahim Müteferrika'nm Katip Çelebi'nin Cihannüma'sına yapmış olduğu Tezyil-i Tâbi adlı notunda» karşımıza çıkmaktadır. Ancak Pusulaciyan esnafının pusulalarını Beyazıd Camii'nin mihrabında kontrol etmeleri, onyedinci adırda da Osmanlıların jeomagnetik deklinasyon tayininin farkında olduklarını göstermektedir. 1140/1727 senesi esnasında Rumeli Hisarı civarında Bebek Bahçesi nam mahalde Merhum Kapudan Mustafa Paşa'nın bina eylediği mescid-i şerifin mihrabının tayininde ihtilaf zuhur edip erbâb-ı maarif nice pusulalar ve rubu' ve usturlab ve sair âlat-ı ra42 Evliya Çelebi, Seyahatname, c. 1, s. 548. 43 İbrahim Müteferrika, Füyûzât-% Mıknatisiye, 1145 (1732). 44 Marsigli, age, ikinci bölüm s. 39.
Dâru'l-Tıbaatu'l-Amire,
sadiyeye ihzâr ettikte alât-ı rasadiyeye pusula ahvâli mutabık gelmeyip beyinlerde tefavüt-i fahiş olmakla pusulaya itibar olunmayup alât-ı merkumenin iktizasına göre amel ile mescid-i şerife mihrap tayin olundu. Badehu esbâb-ı gayret cümbüşe gelip kemâl-i taharri ve istikra birle cihatı zabt ve bir türlü azim ibreyi havi kıblenüma yapılıp imtihan olundukta ibrenin nokta-ı şimalden hilaf-ı mesmu'onbir buçuk derece garbe meyli müşahede olundu» şeklindeki tespitlerinden jeomagnetik deklinasyonun Osmanlılarda ölçülebildiğini anlamaktayız45. Netice : Osmanlıların Batı'da gelişen modern tekniklerden etkilenmesi hususunda bazı yönlerini ele aldığımız bu çalışmamızda Osmanlıların bu teknikleri takip etme imkanına sahip olduğunu görmekteyiz. Onsekizinci asra kadar ateşli silahlar, madencilik ve burada incelediğimiz diğer konularda Batı ile bir paralellik arzeden Osmanlıların teknolojik gelişimi, Onsekizinci asrın ikinci yarısında İngilterede ortaya çıkan ve tedrici olarak Avrupa'ya yayılan Sanayi inkılabının yarattığı hızlı değişmeye ayak uyduramamış, ancak Osmanlılar Batı ile arasındaki büyük farkı, nispî olarak Avrupalı uzmanların istihdamıyla kapatmaya gayret etmiştir. Üretimde makinalaşma devrinin ve dolayısıyla yeni bir iktisadî sistemin başlaması, Osmanlının bu sisteme ayak uyduramaması ve Avrupanın sınırlayıcı tutumu, Batı ile aradaki farkm ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. Osmanlının Avrupa'da ortaya çıkan bu yeni sisteme ayak uydurmasının sebebleri ise şimdiye kadar tam olarak tespit edilememiştir. Aynı zamanda sanayi inkılabını yaşayan bazı Batı toplumlarının sosyal ve ekonomik gelişmeleri, deniz aşırı hakim oldukları büyük pazarların iştahlarındırıcı gücü, üretim vasıtalarında radikal değişmeler doğurmuştur. Sanayi inkılabını aynı tarihlerde Avrupa'nın diğer devletlerinde ortaya çıkmama vakıası karşısmda, bunun Osmanlı çerçevesinde incelenmesi yapılırken, şimdiye kadar düşünüldüğü gibi bu inkılabın temelinde yatan ilmî ve entellektüel birikimin Osmanlılarda bulunmamasından kaynaklandığı fikri yanında mutlaka sosyal ve ekonomik faktörlerin gözönünde tutulması gerekmektedir. Bir diğer husus, Doğu Avrupa ve Asya toplumlarının benzer hikayeleri de göz önünde tutulmalıdır. 45 Osaman Necip Sipahioglu, Türkiye'de Jeomagnetizm baskı, basım yeri yok, 1985, s. 9-10.
Çalışmaları, ikinci
ÎNDEKS —A— Abdullah 27 Abdülhamid II (Sultan) 83 Abdülmecid (Sultan) 45, 47, 50, 51n Abdülmennan 27 Adalar 42 Afrika kuzey 74, 122, 135n; kuzeybatı 132 Ahmed I (Sultan) 62n; II 26n Alageyik 43 Akdeniz 12, 122, 131, 132, 133, 135; doğu 137; .ülkeleri 62 Al Santo Paolo 62 Alat-ı Rasadiye 138, 139 Ali Macar Reis 135; Atlası 136 Alman 125, 129; Arkeoloji Enstitüsü 54n Almanya 83, 87 Amerika 24, 132, 134; güney-doğu 132; kuzey 133, orta 133 Amerikan 42; Felsefe Cemiyeti 37 Amerikalı Ziraat Mütehassısı 50n Anadolu 10, 31, 42n, 123, 136 Arabi Hind Haritası 133 Arab literatürü (çağdaş) 137 Arakel 127; Dad Amira 67; Mahdeci Dadian 44n d'Aranco Raimondo 83 Arsenal 93 Asitane 33, 36;-i Saadet 36 Asya 86, 139 Atatürk 52, 94 Atlantik 17; haritaları 135n; Okyanusu 133 Atlas Okyanusu 133 Atlas-ı Hümayun, 135
Avrupa 8, 11-13, 15-16, 37, 37n, 3839, 41, 43-49, 51, 65, 71, 74, 83, 85n, 90-91, 93, 121-131, 134-136, 138-139; devletleri 17; güney 135n; güney-batı 132; orta 10, 14, 15, 65, 87, 124; usulü 128; ülkeleri 78 Avrupalı 44, 127-128, 130-131; lar 16, 47, 124-125, 132; milletler 128; teknisyenler 127; uzmanlar 139 Avusturya 12, 43, 125, 127n; İmparatorluğu 13; savaşları 25 Avusturyalı 129 Aya İrini 31 Ayasofya Camii 87 Ayastefanos 41 Aynalı Kavak Kasrı 64 Ayvansaray 63, 79-80, 83 Azadlı 49n, 45, 57, 68; Barut Fabrikası 77n (ayrıca bkz. Baruthane, Küçükçekmece) —B— Bab-ı Ali 38-39, 42, 46-48, 50, 125n; Defteri 32 Badem Fabrikaları 89n Bagno 61 Bağdat 13, 43, 46; kamil 25 Bakırköy 40, 44-45, 52, 57, 79; Bez Fabrikası 52 Balboa 134 Balıkesir 43 Balkan 9; Dağları 39 Balkanlar 124 Balta Limanı 46 Balyan, Garabed Amira 73; Kirkor Amira 76, 91
Barok 90 Barut fabrikası 48, 50 Barutçubaşı 45, 48n Baruthane 45, 56, 68, 121; Azadlı 127 Basmahane 52 Batı 9, 11, 17, 19, 31, 37-38, 45; Avrupa 49, 122; teknolojisi 13n Batılı 14; 1ar 32, 38 Başbakanlık Arşivi 32 Bavariya 93 Bebek Bahçesi 138 Belçika 43, 75, 85 Belçikalı 51 Beşiktaş 43, 78 Beyazıd Camii 30, 138 Beyt el-ibre 137 Beyhan Sultan 74n Beykoz 39, 42, 42n, 45, 71, 73, 75, 76, 81, 83, 87, 88; kağıt fabrikası 87; tabakhanesi 46 Beylerbeyi Sarayı 58n Beyoğlu 58, 61 I. Dünya Savaşı 54, 84 Bıçkıhane 39 Birmingham ve Sheffield 41 Bizans 53, 56; İmparatoru 18 Boğaz 38, 46; içi 43, 88 Boğaziçi Vapur Şirketi (Şirket-i Hayriye) 84 Boğdan Voyvodası 126n Bohemya 81 Bomonti Bira Fabrikası 83, 93 Bosna 124 Bosnalı 125 Bostani Tüfekçiler Kışlası 69n Bulgar 44 Bulgaristan 43 Bursa 40n, 42, 44-45, 75n; Darphanesi 23n Bussola 137 Büyük Avrupa Turu 45 Büyük İskender 133 C-Ç Caferiye 133
Carolina, Güney 42 Cebehane-i amire 35-36 Cerrah Mustafa 27, 31-33, 36 Cibali 85 Coğrafi keşifler 135 Constantinople 53 Cornwall kazanı 76 Cretes 135 Comte de Marsigli 125, 136 Columbus (Cristoph Colomb) 132, 133, 134, 135n Çeşme 62 Çorlulu Ali Paşa (Sadrazam) 31, 62n Çuhahane 79 Çuka Fabrikası 32 —D— Dadıyan (Dadian) 44, 46, 48, 50, 68; Arakel 127; Arakel Dad Amira 67; Hacı Arakel Dad 44, 45; Mahdeci Dad Arakel Zadaian 44; (ayrıca bkz. Er akli Efendi); Bogos 54-56, 78; Ohannes 45, 46, 50, 73, 77n, 78, 79 Dalan Bedreddin 88 Darphane 21, 22, 24, 26, 27, 30, 31, 3İn, 32, 43, 76, 90; -i amire 33 Davut Paşa Sarayı 57 Defterdar Fabrikası 52 Denizcilik Bankası 84 Dikişleri Dostluk Programı 37n Dicle 43 Divanhane 61 Diyar-ı Alman 137; -ı Rum 137 Dokuma fabrikası 50 Dolmabahçe 39, 45, 69, 86; Havagazı Fabrikası 86; Sarayı 85 Dökümhane 48, 78 Dünya haritası 135n —E— Ecnebi 50, 125; tşçi 48 Edirne 19n, 31, 31n, 40, 75n; darphanesi 23n
Ege 133 El Paso Araştırma Enstitüsü 37n Emetullah Kadın 31; Sultan, 30 Erakli Efendi (Arakel Dadian) 44n Ereğli 42 Ergani 31 Ermeni 44 Ermiye 27 Erzurum 31, 3 İn Eski Dünya 134; Saray 71; Simkeşhane 31 Esma ıSültan 74n Evliya Çelebi 58, 59, 136, 138 Eyüp 38, 45, 74, 75n, 87 —F — Fairbairn, Sir William 77 Fener 69, 83 Feshâne 39, 43, 44, 48, 51, 73n, 74, 76, 87, 90, 91, 93; -i amire, 74 Ferriol 32n Flemenk 125 Fossati Gaspare 91n; Giuseppe 91; Kardeşler, 91 Fransa 15n, 26, 43, 49, 63, 65, 83, 87 Fransız 22, 26, 27, 41, 51, 67, 76, 84, 85, 125 Frengistan 137 Frenk 27; çarkı 14; saatçiler 130 Frenkçe 134n Fresk 123 —G— Ghali Boutros 42n, 44n Galata 16-17, 58, 61, 130-131 Garabedlyan (Kirkor Balyan'm oğlu) 91 Gazhaneler (Avrupa), 85n Gelibolu 132, 136; baruthanesi 127 Genovalı 131 Gentüe Bellini 123 Girit 12, 13, 25, 124 Girardin 27
Göksu 79 Göpehverke 75 Godenus, Baron Ph. Franz 59 Güneş Kral (Douis XIV) 8 Gümüşhane 3İn, 31 —H— Halep 25n Haliç 16n, 56, 63, 69, 74, 75n 83-92 Halü Paşa 77n Hamidiye Kağıt Fabrikası 81 Haritacılık 121 Hasköy 67, 69n, 87 Hasoda 130 Hatice Sultan 74 Hazine-i amire 36 Hensman, Charles 50n Hereke 41-46 48, 79; fabrikası 52 Hindistan 131; donanması 63; subayları 60n; Şirketi 13 Hint Okyanusu 134, 136n Hollanda 13, 26, 59, 125, 127, 127n 129 Humbarahane 69 Hünkar İskelesi 38, 39, 46 — I -1 — İbrahim Hakkı (Erzurumlu) 138 İbrahim Katibi 132 İbrahim Tabib Mürsiyeli 132 İbrahim Müteferrika 138 İmam Razi 134 Incirköy 71, 88 İngiliz 16, 26, 43, 46, 47, 50n, 51, 76, 93, 125-127; değirmenleri 80; grubu 82 İngiltere 13, 15, 47, 49, 60, 64, 76, 77n, 127n 139; sahilleri 135n Institute of Civil Engineering 77n İplikhane 90 İran 14, 24, 136; savaşları 25 İskender Çelebi Bahçesi 57 İslam 131; coğrafyacıları 134; haritaları 133; medeniyeti 122
İslamiyet 122 İslimye 39 İspanya 10, 122, 135n İspanyol 25, 134; ca, 134n İstanbul 16, 18, 19n, 31-34, 38, 4045, 48-49, 65-68, 70, 72-73, 76-78, 80, 82, 84, 86-88, 91, 123, 125, 127, 130-131, 138; darphanesi 23; kadısı 31n, 36; şerifisi 22 İstinye 84; koyu 88 İsveç 63 İsviçreli 16 İtalya 10, 16, 42-43 İtalyan 83, 124, 125, 136; ca, 137 İzmir 31, 31n, 40n, 41, 43-46, 77n İzmit 51, 76, 79 —J— Jeomagnetik deklinasyon 138-139 Jeomagnetizm 138 —-K — Kadırga (Kontoskalion) 58 Kadırga Dâr-s-sınaı 74; limanı 58, 61; mahallesi 74, 75n Kağıthane 56, 71 Kahire 22n, 31n Kalhane 30 Keban 31 Kepeci 32 Kalvinist 16n; 1er 10 Kandiye 124 Kapalıçarşı 56 Kapudan-ı Derya 61; Gazi Hasan Paşa 63; Kılıç Ali Paşa 62 Kapudan Mustafa Paşa 138; Mescid-i Şerifi 138 Karadeniz 131, 135n Kasımpaşa 79 Kâtip Çelebi 138 Katolik 122 Kayı 124 Kazlıçeşme 55, 86, 88, 92 el-Kazvini 134
Kemal Reis 132 Keskihane 57 Kıblenüma 137, 139 Kılıç Ali Paşa Camii 59 Kırkçeşme 75 Kışla Camii 62n Kitab-ı Bahriye 59 Kontoskalion (Kadırga) 58 Kurbağalıdere 85 Kuzguncuk 85n Küçükçekmece 40-41, 45, 48, 83, Azadlı Baruthanesi 127; Barut Fabrikası 48; koyu 68 (ayrıca bkz. Azadlı; baruthane) Küçüsu 55 — L— Lağım tapası 138 Laissez-Faire 37, 46 Lale Devri 65n Latince 134n, 136 Lengerhane 62, 63 Lepanto 62 Lepâre, J.B. 67n Levant ticareti 14 Levazımat-ı Askeriye Bez Fabrikası 79 Levent 87; çiftliği 69 Livourne 27 L loyd 37n Loncalar 121 London-Millwall 77 Londra 77n, 85 Louis XIV 8n Louis de cinq sous 25 —M— Macar 10, 18, 67, 129; vilayeti 126n Macaristan 10 MacFarlane Charles 40n, 42n Magellan 134 Magistranza 61 Magnetizma 136
Mahmud I (Sultan) 56n; II 38, 44, 69, 74, 76-77 Mahmud Raif Efendi 68, 69, 127-128 Mahzen-i iSaray-ı Amire 35 Makedonya 68 Makriköy (Bakırköy) 40, 67 Maltepe 42 Manastır 87 Manchetser ve Leeds 41 Mantran R. 54 Marangozhane 90 Marmara 40, 41, 42, 46 Marranolar 10 Medrese 31, 121 Mehmed II (Fatih Sultan) 9, 18, 58, 123, 124, 132; IV, (Avcı, Sultan) 8n, 26, 29 Mehmed Ali 39, 46, 47 Mehmed 'Dede 71 Mehmed Emin Efendi (barutçubaşı) 126 Merkantilist 8, 13, 15, 17 Melchior Lorich 57 Mengenehane 57 el-Mesudi 134 Milano 9 İn Mısır 31, 46, 47, 67, 127n, 132; darphanesi 23, 23n, 24n; Valisi 28 Moreskler 122 Muallim han e 31n Mum fabrikası 83n Murad III (sultan) 24, 134 Murphey Rhoads 123, 127 Musevi 44 Mustafa III (Sultan) 67 Mustafa Ağa 33-36 Mühendishane 127 Mühtedi efrenci 8 Münih 80n Müslüman coğrafyacılar 133; haritacılar 132; saatçüar 130 —N— Nahçivan 23 Napolyon 37, 67
Nektar Bira Fabrikası 83 New York 37n Nü 46 Nizam-ı Cedid 38 — O-Ö — Orta Doğu 9, 47; Teknik Üniversitesi 32 Ortaçağ Avrupası 16 Osman Paşa (Yeğen) 8n Osmanlı 7-24, 30, 37-45, 48, 50, 51, 53, 126-127, 129, 132; coğrafyacıları 131, 135; denizcileri, 137; Devleti, 25, 46, 47, 79, 121, 123, 126n, 127; devri 89n; donanması 61; endüstrisi 8, 11; fabrikaları 52; haritaları 136; haritacılığı 132; İmparatorluğu 8, 10, 16, 31, 37, 65, 90n; 1ar 7-18, 22. 38, 40n, 46, 48, 58, 121-139; maliyesi 48n; mamulleri 48; mimarisi 89; ordusu 12, 128; Rumelisi 15; topçuluğu 124; toplumu 91; ülkesi 127 Ömer Alageyik 4İn Ömer Paşa 32 —P— Papa 127n Paleoglar 58 Pangaltı 91 Pare-i Mısri 29 Paris Archives Nationales 32; Dünya Fuarı 71; İhtilali 48n Paşabahçe 81 Paşalimanı 79 Pedro Martir 135n Pertevniyal Valide Sultan 80 Pierre Sardi 125 Piri Reis 59, 132, 133, 135, 137 Piazarro 134 Pulad-ı Nahçivan i 23 Porte delle Bombarde 58 Portekiz 122, 133, 137 Prens adaları 42
Pusula 121, 137, 138 Pusulacı esnafı 138 —R— Riştehane-i amire 74 Roma 91n Rönesans 16, 122, 123 Rubu 31, 138 Rum 44, 67 Rumeli 10, 24, 122, 123; Hisarı 138 Rus saldırısı 68 Rus Savaşı 127 —S - Ş — Saatçilik 121 Saatçi Usta Hasan 130; Pervari 130 Sabah ve Joaillier Müessesesi 54n Saksonya 51 Salhane 55 Samako 43, 77n San Stefano (Yeşilköy) 67 Sanayi tnkılabı 139 Sanayi parkı 40 Sanayi ve Maadin Bankası 73, 76 Saray-ı amire 36; -ı cedid 27; -ı cedid-i amire 36; atelyeleri 121 Sarım Paşa (sadrazam) 48n Saxon maden kanunları 14 Schiele, W. 54n Sebil 31; hane 31n Selanik 8n, 75n; (Baruthanesi 68, 127, 136; konsolosu 76 Selim I. (Yavuz Sultan) 61; n . 24, 39n; m . 38, 44, 50, 51, 56n, 62, 63, 67, 69, 71, 127-128 Selimiye Camii 69 Kışlası 71 Selvi Burnu 42, 42n, 73 Semendire 124 Semerkant 131 Semiz Ali Paşa (sadrazam) 130 Serbest ticaret 37 Sergi-i Umumi-i Osman i 78n Şeydi Ali Reis, 136n 137, 138 Shaw, S. 44n
Sidrekapısı 14-15 Sikke-i Hümayun 36 Süivri 42n Simkeş 30; hane 30, 31, 31n Sirkeci 78 Sırbistan 14, 124 Sırplılar 124-125 SociStâ Anonyme Ottomane des Docks et Ateliers du Haut-Bosphore 84 Soctötâ Anonyme de Fabricatiot de fil et d'âtoffes de cotton et en laine 82 Soci6t£ Ottomane pour L'Eclairage de la Ville 85 St. Petersburg 91 Sultan Ahmed Camii 57 Süleyman I (Kanuni Sultan) 58 133; II 8n, 26n, 29 el-Suyuti 134 Sümerbank 52, 73, 76 Sütlüce 62 Şehremini 57 Şirket-i Hayriye 62 Şişli 83 —T— Tabakhane 42, 55, 88, 92 Taife-i efrenciyan 7, 8, 16, 18, 125 Taife-i simkeşan 31 Takiyüddin, el-Rasıd 16-17, 130; rasathanesi 135n Taksim 59n Tanzimat 40, 46, 78, 89n Tavşantaşı 30 Tekfur sarayı 56 Tekke 31 Teknik okul 40 Teksas Üniversitesi 37n Tersane-i amire 40, 58, 61, 62, 63, 83, 89, 92, 121 Tokat 43 Tophane-i amire 35, 36, 39, 50, 58-61, 77n, 86, 89, 90, 121; külliyesi 90
Topkapı Sarayı 31, 56, 76, 89, 90, 136n; Arşivi 32 Toskana uslübu 90 Tott, Baron de 67 Trabzon 31 Trakya 14, 42 Trieste 51 Tulon 63 Tunus 75n el-Tusi 134 Tuzla 41 Tüfekhane 60 Türk 13, 17, 41, 77n, 136; çe 125; donanması 62; hükümeti 52, 91n; kumaşı 51; 1er 12, 17, 44, 127, 131; Tekel İdaresi 85 Türkistan 136 Türkiye 13, 31, 39, 51, 52, 77n, 127n, 136; Cumhuriyeti 52, 95 Tyco Brahe 131 —U-Ü — Unkapanı 57, 79, 80, 84, 92 Urban (Macar) 18 Usturlab 138 Ümid Burnu 131 Üsküdar 69, 79, 80, 84-88 —- V — Valide sarayı 75 Valide Sultan yalısı 75
Vanmour J.B. 59 Venedik 12, 71, 123 Venedikliler 61 İbn el-Verdi 134 Viyana 12, 25, 125n; Milli Kütüphanesi 59n Volti 61 —Y— Yahudi 135n; 1er 10, 122 Yakın Doğu 47 Yalı Köşkü 79; fabrikası 90; makina fabrikası 78, 80 Yalova 66 Yedikule 40, 41, 55, 82, 85 Yeniçeri 27, 71; kışlaları 57; 1er 8n, 47 Yeni dünya 134 Yeşilköy 41 Yıldız sarayı 83 Yunan kiliseleri 89n Yusuf el-Hacc (Hacı) 27, 31n, 33, 35, 36 Yusuf ağa (Yusuf Mustafa b. Abdullah) 27, 28 —Z— Zübdetül-Vakayi 27 Zeytiııburnu 40, 46, 78
16.000 TL. ISBN: 975-404-270-5