Cem Akaþ Feridun Andaç Nurdan Beþergil Simten Coþar Çiðdem Çalkýlýç Özlem Denli Nursel Duruel Can Eryümlü Levent Gönenç Murat Gülsoy Ömer Ýzgeç Adnan Kurt Hande Öðüt Nazlý Ökten Çaðkan Sayýn Akýn Sevinç Ilgýn Sönmez Ayfer Tunç Pýnar Türen Sibel K. Türker Engin Türkgeldi Buket Türkmen
Bir Kitabýn Eþiðinde (Keyfî seçilmiþ kitaplar için yayýnlanmamýþ önsözler) Editör: Yekta Kopan
deneme
www.altkitap.com
deneme
Bir Kitabýn Eþiðinde (Keyfî seçilmiþ kitaplar için yayýnlanmamýþ önsözler)
altkitap - deneme 8 Bir Kitabýn Eþiðinde (Keyfî seçilmiþ kitaplar için yayýnlanmamýþ önsözler) Mayýs 2003 Yayýna Hazýrlayan: Yekta Kopan Düzelti: Yekta Kopan Tasarým: Faruk Ulay Tasarým Uygulama: Murat Gülsoy Kapaktaki Resimler: Levent Gönenç ve Jules Feiffer © 2003 altkitap Yapýtýn tüm yayýn haklarý saklýdýr. Tanýtým için yapýlacak kýsa alýntýlar dýþýnda yayýncýnýn izni olmaksýzýn hiçbir yolla çoðaltýlamaz. www.altkitap.com
[email protected]
Yazarlar Hakkýnda
Cem Akaþ 1968 yýlýnda Mannheim'da doðdu. 1974 yýlýnda Türkiye'ye geldi. 1990 yýlýndan beri beþ romaný, dört öykü kitabý, bir deneme derlemesi ve on çeviri kitabý yayýmlandý. 1992 yýlýndan beri Yapý Kredi Yayýnlarý'nda çalýþýyor.
Feridun Andaç 1954'te doðdu. M.Ü. Eðitim Fakültesi'nden sonra Ý.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde yüksek lisans yaptý. Baþta Cumhuriyet olmak üzere çeþitli gazete ve dergilerde yazýlarýyla yer alýyor, ayný zamanda yenisayfa.com'un yayýn yönetmeni. Gerçekçilik Yolunda adlý yapýtýyla 1987 Akademi Kitabevi Eleþtiri-Deneme Birincilik Ödülü'nü kazandý. Iþýk Ol, Günüme Að adlý denemesiyle 1994 Abdi Ýpekçi Barýþ ve Dostluk Ödülü'nü; Necati Cumalý ile yaptýðý Yazýya Adanmýþ Bir Ömrün Tanýklýðýnda adlý söyleþisiyle 2000 yýlý PEN Yazarlar Derneði Onat Kutlar Edebiyat söyleþisi Birincilik Ödülü'nü kazandý; Gönlümün Yitik Yurdunda öyküsü ise 2002 yýlý Haldun Taner Öykü Ödülü'nde üçüncülüðe deðer görüldü. Nurdan Beþergil 1971 Üsküdar doðumlu. 1992'de DEÜ Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Ýlk öyküsü 1994'te Varlýk'ta yayýmlandý. 1995'te Yaþar Nabi Nayýr Öykü Ödülünü aldý. 1996'da Rüzgâr Çýktý adlý öykü kitabý yayýmlandý. Adam Öykü, Düþler Öyküler, Fayton, Fayton Öykü, Hayalet Gemi, Varlýk dergilerinde öyküleriyle; Akþam-lýk, Cumhuriyet Kitap, kitap-lýk, Radikal Kitap, Virgül dergilerinde kitap eleþtirileriyle; altZine.net ve Araf Dergi isimli on-line dergilerde de farklý metinleriyle yer aldý. Simten Coþar 1968 Ýstanbul doðumlu. Bir üniversitenin Siyaset Bilimi ve Uluslararasý Ýliþkiler bölümünde ders veriyor. Genelde yazýyor. Arada çeviri yapýyor.
Çiðdem Çalkýlýç 1987'de Ý.Ü. Psikoloji Bölümü'nden mezun oldu. B.Ü. Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programýna devam etti. Yine burada, biliþsel psikoloji, nöropsikoloji ve fizyolojik psikoloji üzerinde çalýþtý. Halen klinik psikolog olarak çalýþmaktadýr. Oliver Sacks'tan çevirdiði Karýsýný Þapka Sanan Adam 1996'da YKY tarafýndan yayýmlandý. Özlem Denli 1966 doðumlu. Eðitimini Boðaziçi Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi (lisans- çift anadal) ve Oslo Üniversitesi'nde (master) tamamladý. Norveç Ýnsan Haklarý Enstitüsü'nde "Ýnsan Haklarý ve Normatif Gelenekler" üzerine çalýþtý. Halen Norveç Teknik Üniversitesi'nde "Uygulamalý Etik" doktorasý yapmaktadýr. Nursel Duruel Ýlk öyküsü "Geyikler, Annem ve Almanya" 1979'da Türk Dili'nde çýktý. Bu öyküden yapýlan uyarlama 1987 yýlýnda TRT'de televizyon filmi olarak gösterildi. Öyküleri Ýngilizce, Almanca, Fransýzca ve Makedoncaya çevrildi. Geyikler, Annem ve Almanya ile Yazýlý Kaya adlý öykü kitaplarýnýn yaný sýra, biyografiler ve derlemeler yayýmladý. Halen TRT'ye dýþ yapýmcý olarak program hazýrlamayý ve kültür-sanat alanýnda önemli çalýþmalara imza atmayý sürdürüyor. 1980'de Akademi Kitabevi Edebiyat Ödülü'ne, 1982'de Sait Faik Hikaye Armaðaný'na, 1990'da Yunus Nadi Yarýþmasý Yayýmlanmamýþ Öykü Ödülü'ne deðer görüldü. Can Eryümlü 1948 yýlýnda Ýzmir'de doðdu. Mimarlýk okudu. Halen mesleðini Ýzmir'de sürdürmektedir. Evli ve bir kýz çocuk babasýdýr. Eserlerinden, Gri Kýyýlarýnda (Kavram Yayýnevi, 1994) adlý öykü kitabý ile Ben Zaman Tanrýsý (Boyut Yayýnevi, 1998), Zamanýn Bittiði Yer (Boyut Yayýnevi, 1999), Son Antlaþma (altKitap.com, 2002) adlý üç romaný yayýmlanmýþtýr. Yazar ayrýca Euripides'in Troya'nýn Kadýnlarý adlý oyunu ile Ursula K. LeGuin'in Baþlama Yeri (Ýletiþim Yayýnevi, 1995) ve Frederik Pohl'ün Çýkýþ Kapýsý (Kavram Yayýnevi, 1995) adlý romanlarýný Türkçe'ye çevirmiþ, son ikisi basýlmýþtýr.
Levent Gönenç 1968 yýlýnda Ankara'da doðdu. Ýlk ve orta oðrenimini Ankara'da tamamladý. 1989 yýlýnda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 1992 yýlýnda yüksek lisans (A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü), 1998 yýlýnda doktora (Hollanda, Leiden Üniversitesi Hukuk Fakültesi) çalýþmalarýný tamamladý. Halen A.Ü. Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalý'nda öðretim üyesi olarak görev yapmaktadýr. 1982-1990 yýllarý arasýnda Turkish Daily News Gazetesi'nde günlük karikatürler çizdi. 1992 yýlýnda çizgili günlükleri Zamanýn Çizgili Tarihi ismiyle Yapý Kredi Yayýnlarý tarafýndan yayýmladý. Çalýþmalarýný bir süre, ayný isimli köþede, internet ortamýnda yayýmlanan altZine.net dergisinde sürdürdü. Son yýllarda karikatür tarihi ve teorisiyle ilgilenmekte. Murat Gülsoy 1967'de doðdu. Mühendislik ve Psikoloji eðitimi gördü. Boðaziçi Üniversitesi'nde öðretim üyesi olarak çalýþýyor. 1992-2002 arasýnda Hayalet Gemi dergisinde yazdý. Bu Kitabý Çalýn adlý kitabýyla 2001 Sait Faik Hikâye Armaðaný'ný aldý. Kitaplarý: Oysa Herkes Kendisiyle Meþgul (Can Yay., 1999); Bu Kitabý Çalýn (Can Yay., 2000); Belki de Gerçekten Ýstiyorsun (altKitap.com, 2000); Âlemlerin Sürekliliði ve Diðer Hikâyeler (Can Yay., 2002); Binbir Gece Mektuplarý (Can Yay., 2003) Ömer Ýzgeç 1980'de Ankara'da doðdu. Ayný þehirde, Orta Doðu Teknik Üniversitesi'nde mühendislik eðitimini sürdürüyor. Metinleri daha önce Hayalet Gemi ve altZine.net'te yayýmlandý. 2001 ve 2002 yýllarýnda arkadaþlarýyla beraber Ýz Dergi'yi çýkarttý. Adnan Kurt 1961 Tokat doðumlu. Koç Üniversitesi Fizik Bölümü Laser Araþtýrmalarý ve Mikrofotonik Araþtýrma Laboratuvarlarýnda ýþýkla uðraþýyor. Teknofil'de Uslukukla ve Cedi ustasý. Yazýlarý Hayalet Gemi dergisinde yayýnlandý. altKitap.com projesi katýlýmcýsý. Hande Öðüt Ýstanbul'da doðdu. Ýstanbul Üniversitesi Ýletiþim Fakültesi'ni bitirdikten sonra çeþitli gazete ve dergilerde, muhabir ve editör olarak çalýþtý. Ýki TV programý için dosyalar hazýrladý. Ancak TV seyretmiyor, popüler basýný takip etmiyor. Öyküleri Hayalet Gemi dergisinde yayýmlandý.
Beþ yýldýr 'Gezi Travel' dergisinde editörlük yapýyor. altZine.net, gergin dergi ve Radikal Kitap'a yazýyor. Nazlý Ökten 1967 yýlýnda Ýstanbul'da doðdu. Hayalet Gemi'yi suya indirip yüzdürenlerden. Açýk Radyo'da program yapýmcýsý. Çevirmen. Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde görevli. Çaðkan Sayýn 1970'de doðdu. Bir üniversitede araþtýrma görevlisi. Ayný zamanda ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde doktora yapýyor. Hayalet Gemi ve altZine.net'te yazdý. Yazmaya ve çeviri yapmaya devam ediyor. Akýn Sevinç 7 Kasým 1973'te Eskiþehir'de doðdu. ÝTÜ Mimarlýk Fakültesi'ni bitirdi. Ayný bölümde yüksek lisansýný tamamladý, doktora çalýþmasýný sürdürüyor. 1996 yýlýndan beri çeþitli üniversitelerde mekân tasarýmý aðýrlýklý dersler veriyor. Ýlk öyküsü Yolcu 1996'da Varlýk dergisinde, ilk kitabý Hayat Belirtisi 2002'de Can Yayýnlarý tarafýndan yayýmlandý. Ilgýn Sönmez 1974 Ýstanbul doðumlu. Ýlk okuldan baþlayarak tiyatro topluluklarýnýn içinde yer aldý. Üniversitede edebiyat ve tiyatro okudu. Ýyi derecede Ýngilizce ve kötü derecede Almanca biliyor. 1990 yýlýndan beri hayatýný yazarak idame ettiriyor. Fazlasýný da yazýyor ancak kedileri olsa da kitapsýz biri. Ekranda ve sahnede görüldüðü de olmuþtur. Ayfer Tunç 1964'te Adapazarý'nda doðdu. Ý.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. 1983 yýlýndan itibaren çeþitli dergilerde yazmaya baþladý. 1989 yýlýnda "Saklý" adlý öyküsüyle Yunus Nadi Öykü Armaðaný'ný kazandý. 1989 yýlýnda gazeteciliðe baþladý, Sokak dergisinde, Güneþ ve Yeni Yüzyýl gazetelerinde çalýþtý. Radyo için radyo oyunlarý ve televizyon için senaryolar yazdý, Açýk Radyo'da programcýlýk yaptý. Kitaplarý: Saklý (Öykü, Cem Yayýnevi, 1989); Kapak Kýzý (Roman, Simavi Yayýnlarý,1992); Ýkiyüzlü Cinsellik (Oya Ayman'la, Araþtýrma, Altýn Kitaplar, 1995); Maðara Arkadaþlarý (Öykü, YKY, 1996) Aziz Bey Hadisesi (Öykü, YKY, 2000); Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek (Yaþantý, YKY, 2001); Ömür Diyorlar Buna (Öykü-Anlatý, altKitap.com, 2002); Havada Bulut (Sait Faik hikayelerinden uyarlama TV dizisi senaryosu, altKitap.com, 2003)
Pýnar Türen 1969 yýlýnda Ýstanbul'da doðdu. Hep Ýstanbul'da yaþadý. Boðaziçi Üniversitesinde Psikoloji okudu. 1992-2002 yýllarý arasýnda Hayalet Gemi dergisini çýkartan ekibin içinde yer aldý. altZine.net'de yazýyor. Hayalet Gemi dergisinde on yýl boyunca çýkan yazýlarýndan derlediði Denedim adlý ilk kitabý 2002'de altKitap.com'da yayýmlandý. Sibel K. Türker 1968 yýlýnda Ankara'da doðdu.Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Þiirleri Sombahar dergisinde , öyküleriyse Hayalet Gemi'de yayýmlandý. Bir süre Radikal Ýki'ye yazýlar yazdý. Halen öykü yazýyor. Engin Türkgeldi 1980 yýlýnda Kayseri'de doðdu. Halen Ý.Ü. Cerrahpaþa Týp Fakültesinde öðrenim görmekte. 2001 yýlýndan beri altZine.net'te düzenli olarak yazýyor. Çalýþmalarý ayrýca Hayalet Gemi'de yer aldý. Gölgeler Ordusu adýndaki ilk kitabý 2003'te altKitap.com'da yayýmlandý. Buket Türkmen 1971 yýlýnda Ýstanbul'da doðdu. Ýlkokulu Ýzmit ve Ýstanbul'da, ortaokulu Sainte-Pulchérie Fransýz Kýz Ortaokulunda, liseyi Saint Benoit Fransýz Lisesinde okudu. Marmara Üniversitesi Fr. Kamu Yönetimi Bölümünü bitirip, Paris Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales'de sosyoloji yüksek lisans ve doktorasýný yaptý. Hayalet Gemi'de ve sanal ortamda yayýn yapan altZine.net ve Araf Dergi'de deneme ve hikayeleri, Matbuat dergisinde kitap eleþtirileri yayýmlandý. Þu anda Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde yardýmcý doçent olarak çalýþýyor.
i
Önsöz - Yekta Kopan
Önce Söylenen! Yekta Kopan Ludwig Wittgenstein ünlü eseri Tractatus Logico-Philosophicus'u yayýmlatabilmek için yayýnevi ararken ciddi sýkýntýlar yaþar. Bu uzun süren arayýþýn sonunda Londra'lý bir yayýncý eseri basmayý kabul eder. Ancak onun da bir koþulu vardýr: Bertrand Russel'ýn esere bir önsöz yazmasýný ister. Yayýncý böylece hem bilim dünyasýnýn olurunu baþtan almayý hem de zorlu bir okuma vaad eden esere ünlü bir bilimcifelsefeciden gelen önsözle okurun ilgisini çekmeyi amaçlamaktadýr. Wittgenstein da Cambridge'den hocasý olan Russel'dan bu önsözü yazmasýný ister yani bir anlamda sipariþ eder. Önsözler tarihinde küçük bir aný
Kimi zaman Tractatus örneðinde olduðu gibi eseri önemli bir imzanýn koruyucu þemsiyesi altýna almak için yazýlýr önsözler. Kimi zaman Cervantes'in Don Kiþot için yazdýðý olaðanüstü önsözde olduðu gibi bir bütün eseri sarmalayacak anlatý kabuðunu oluþturmak için kaleme
alýnýr.
Bazen
yazar
söyleyeceklerini
eserde
tamamlayamamýþçasýna bir ön gevezelik etme gereksinimi içindedir, bazen de yazarýn yayýncýsý, editörü, edebiyatýna sahiplenen bir yakýnyazar arkadaþý. Edebiyat dýþý çalýþmalarda çoðu zaman esere bir çerçeve çizmek, çalýþma yöntemini aktarmak ve katkýda bulunanlara teþekkür etmek amacý güdülür. Tabii bir de klasiklere yazýlan önsözler vardýr; edebiyatýn soy aðacýna yapýlan bir saygý duruþu. Kýsacasý öznel
yorumlardan
anýlara,
malumatfuruþluktan
akademik
çözümlemelere uzanan bir önsözler tarihinden söz edilebilir. Bu kitapta yirmi bir yazar "keyfî seçilmiþ kitaplar için yayýnlanmamýþ önsözler" kaleme aldýlar. Edebiyattan sosyal bilimlere, nota kitabýndan karikatüre, Türk yazýnýndan eserlerin yaný sýra Türkçe'ye çevrilmiþçevrilmemiþ yirmi bir kitap için yirmi iki önsöz.
Önsöz - Yekta Kopan
ii
Peki böylesi bir kitabýn önsözü olur mu? Sadece önsözlerden oluþan bir kitaba önsöz yazmak deyince, Oðuz Atay'a saygý duruþunda bulunmaktan öte bir þey gelmiyor elden. Bu yüzden en doðrusu sözü Atay'a býrakýp yirmi bir ayrý kitabýn eþiðinde duran metinlere ve yazarlarýna teþekkür etmek. Sonunda iyice sapýtýrdý. Bir 'önsöz yazarý' olacaðýný, yalnýz önsözler yazacaðýný, bunu daha önce kimse düþünmediði için böylece meþhur olacaðýný söylerdi. Neden bunu daha önce kimse düþünmemiþti? Belki onun gibi önsöz okumaya meraklý yüz binlerce insan vardý. Bu insanlarýn istekleri uygun bir biçimde karþýlanýrsa, insan bu iþten zengin bile olabilirdi. Yüz binlerce insanýn arzusuna cevap vermek gerekiyordu. 'Ne gibi önsözler yazacaksýn Selim?' dedim. 'Kendi önsözümü yazacaðým. Olmayan romanlarýn yazarý Selim Iþýk için önsözler yazacaðým. Her önsözde, okuyucunun karþýsýna deðiþik bir kiþilikle çýkacaðým. Bin yazar kadar, on bin yazar kadar güçlü olacaðým böylece. Bazý önsözlerde baþarýsýz bir yazar olacaðým: ilk eserimin ilgi görmemesi üzerine ümitsizliðe kapýlarak intihar edeceðim. Bazen de, o kadar meþhur olduðum halde anlaþýlmamýþ olmanýn ýstýrabýný duyacaðým gene: insanlardan kaçacaðým. 'Önsözcülükte o kadar meþhur olacaðým ki ayrýca, gerçek yazarlar, yani, eserlerinin önsözden sonraki kýsmý da var olan yazarlar da yalnýz bana yazdýracaklar önsözlerini. Kimseye gitmeyecekler benden baþka. Yalnýz, onlarýn 'Hayatý ve Eserleri'ni de gene bildiðim gibi yazacaðým. Gerçek hikâyelerinin ne olduðu beni ilgilendirmeyecek. 'Ýþte böylece dostum, okumuþ olduðum önsözlerden edindiðim bilgiler boþa gitmeyecek. Dünya çapýnda ilk 'önsözcü' olacaðým. Edebiyat dünyasýnda binlerce yýldýr eksikliði duyulan bir yaratýcý ortaya çýkacak. Belki Ýsveç Akademisi de bu konuda bir Nobel ödülü koyar; ne dersin?1
1 Tutunamayanlar, Oðuz Atay, 1.baský Sinan Yayýnlarý 1972, Ýletiþim YayýnlarýBütün Eserleri I, 11.baský 1996, sf: 400-401
1
Ýçindekiler: 5
Dürtü Cem Akaþ (62 Maket Seti - Julio Cortazar)
7
Gerçeküstücü Dilin Anlamý ve Alemdað'da Var Bir Yýlan Feridun Andaç (Alemdað'da Var Bir Yýlan - Sait Faik Abasýyanýk)
11 Cüce
Nurdan Beþergil (Cüce - Par Lakergvist) 21 Bir Önsöz! Simten Coþar (Anxious Intellects - John Michael) 28 Açýk Mektup Çiðdem Çalkýlýç (Sinderella - Grimm Kardeþler) 29 Haklý ve Haksýz Savaþlar Özlem Denli (Just and Unjust Wars - Michael Walzer) 33 "Ahmet Bey'in bir küheylan atý var" Nursel Duruel (Hisarlý Ahmet Yorumuyla Kütahya Türküleri - Mustafa Hisarlý)
2
Bir Kitabýn Eþiðinde
37 Öbür Dünya Can Eryümlü (Yitik Kentin Kýrk Yýlý - Kozmas Politis) 39 Eisenhower'dan Reagan'a Jules Feiffer'ýn Amerikasý Levent Gönenç (Jules Feiffer's America) 51 Bir Önsöz Neden Yazýlýr? Murat Gülsoy (Korkuyu Beklerken - Oðuz Atay) 56 Oyun Yeniden Baþlýyor Ömer Ýzgeç (Godot'yu Beklerken - Samuel Beckett) 60 Akýl Neden Kafadadýr? Adnan Kurt (Önceki Günün Adasý - Umberto Eco) 63 Önsöz / Sonsöz Hande Öðüt (Melekler Erkek Olur - Hamdi Koç) 71 Türkçe Kadýn: Çalýkuþu Nazlý Ökten (Çalýkuþu - Reþat Nuri Güntekin) 75 Sevgilim komada; Biliyorum, durum çok vahim! Çaðkan Sayýn (A Girlfriend in a Coma - Douglas Coupland) 85 Ýçi Geçmiþ Bir "Þimdi"ye -þimdilik- Alternatif "Gelecek"ler Akýn Sevinç (Yakýn Geleceðin Mitoslarý - J.G. Ballard)
3
Bir Kitabýn Eþiðinde
95 Bir Reddediþ ve Bedelinin Romaný Ilgýn Sönmez (Uðultulu Tepeler - Emily Bronte) 104 Aziz'in Hikmetli Metinleri Ayfer Tunç (Osmanlý Âdet, Merasim ve Tabirleri - Abdülaziz Bey) 109 Totem ve Tabular Pýnar Türen (Totem & Taboos - Sigmund Freud) 112 Bir Karanlýk Lisan : Ahmet Haþim Sibel K. Türker (Frankfurt Seyahatnamesi, Mektuplar, Mülakatlar - Ahmet Haþim) 117 Kendi "Son Þeyler"ime Önsöz Engin Türkgeldi (Son Þeyler Ülkesinde - Paul Auster) 122 En son okunacak olan
Buket Türkmen (Extension du domaine de la lutte - Houllebecq)
4
Bir Kitabýn Eþiðinde (Keyfî seçilmiþ kitaplar için yayýnlanmamýþ önsözler)
5
62 Maket Seti Julio Cortazar
Dürtü Cem Akaþ Aslýnda
edebi
eserlere
yazýlmýþ
önsözleri
hep
gereksiz
bulmuþumdur. Ama bazý kitaplar, yazarlarýna bile kendilerini açýklatmak için dayatýyorlar. Ýti'nin arka kapaðýna Faruk Ulay'ýn düþtüðü not da bence bu cinsten. Ama bu not okuyucunun üzerindeki yükü hafifletmekten ziyade iyice aðýrlaþtýrýyor. Gerçi böylesi bir hafifletme operasyonu cidden þart mý diye de sorulabilir. Kuþkusuz bu önsöz böyle bir þartý gözeterek yazýlýyor. Ulay, bir söyleþisinde bu kitabýn, Yazýlamamýþ Bir Tarih Kitabý Ýçin Dipnotlar'ýn 15. sayfasýndaki düþünceden çýktýðýný belirtiyor. Bu düþünce ise "normal" psikolojik tahlillerle oluþturulmamýþ kuklakarakterlerin, kuþkusuz belli psikolojik durumlar da yaþayarak, kendilerinden aha öte bir þey tarafýndan, ancak "üçüncü bir gözle" görülebilecek bir þey tarafýndan yönetilmesi, yönlendirilmesi, "iti"lmesi, kullanýlmasý. "Kendi kaderine hakim birey" mitinin yetersizliðini gösterecek bir tür psikoloji-öncesi yazma deneyi. Kitapta karþýmýza çýkan "aramak" ve "iti" gibi þaþýrtýcý kavramlarýn açýklanmasýna bir ölçüde yardýmcý oluyor bu niyet. Özellikle de aramak kavramýný, çünkü ne olduðu, nerede ve hangi boyutta gerçekleþtirildiði bilinmeyen bu "arama" edimini ancak böylesi bir "üçüncü göz" sayesinde gerçekleþtiriyor "kuklalar". Gerçi Ulay romanýn içinde hem iti kavramýný hem de arayýþýn ne olduðunu açýklýyor, ama kitabý Ýngilizce'ye çeviren usta çevirmen Robert Bragner'ýn küçük bir notunu iletmeden geçemeyeceðim: Bu kavram Mýsýrlýlýlarýn kýlavuz ruh
6
Bir Kitabýn Eþiðinde
kavramýndan geliyor, bir yol arkadaþý; bu kitapta ise hem paylaþýlan hem deðiþik insanlara deðiþik zamanlarda sirayet eden bir davranýþ tarzý. Ama benim bu önsözü yazmaktaki esas amacým, okuyucunun yabancý olduðunu düþündüðüm Du Cange söylencesine yapýlan bazý göndermelere açýklýk getirmek. Bu konuda edindiðim bilgileri büyük ölçüde Anne-Mary Hernies'e borçluyum. Öncelikle kitabýn daha ilk cümlesinde geçen "adýný söylemeyendi" tanýmlamasý, eski para uzmaný ve biriktirdiði eski paralara dayanarak gelecekten haber verme sanatýný geliþtiren Du Cange'ýn, madeni paralarýn arka yüzünde bulunan yüzler hakkýnda kullandýðý, dua benzeri bir tekerlemenin parçasý. Olayýn geçtiði otel odasý, Du Cange'a el falý bakmasýný öðreten Cheiro'nun iþlettiði otelde. Du Cange, ses benzeþmesiyle Ganj Nehrini hatýrlatýyor. Cheiro ise bazý eleþtirmenlere göre ressam Chirico'yu akla getiriyor. Yaptýðý sadistçe eylemlerle ünlenen yeðenini bu iþlere alýþtýran kiþinin Chirico olduðu söyleniyor. Bir baþka gönderme Gallia Comata'nýn okuduðu tarih kitabý. Bu kitabýn adý muhtemelen Histoire de l'empire Constantinople sous les empereurs français. Kimilerine göre þimdiye kadar yazýlmýþ en iyi Bizans monografisi olan bu kitapta, falcýlarýn baþý eþcinsel bir ressam. Bu göndermelere bir ölçüde ýþýk tuttuktan sonra, birinci bölüme dönmek istiyorum. Bu bölümde her türlü çaðrýþým havada uçuþuyor; rahatlýkla kitabýn sonuna da konulabilecek bir bölüm. Ama kitap boyunca da sanki bir baþlangýçmýþ gibi bu bölüme gönderme yapýldýðýný görüyoruz. Dikkat çekmek istediðim son nokta da bu kronoloji yokluðu, bu döngüsel zaman. Benim için önemli olan kitaptaki gözden kaçabilecek bu göndermelerin altýný çizmekti. Onun dýþýnda anlamlandýrmanýn ve yorumlamanýn okuyucuya ait olduðunu düþünüyorum.* * Bu önsöz, ben çok az deðiþtirmeden önce, Aslý Biçen tarafýndan Ocak 1997'de yazýlmýþ ve Julio Cortazar'ýn Mart 1997'de Ayrýntý'dan çýkan kitabý 62 Maket Seti'nde kullanýlmýþtý.
7
Alemdað'da Var Bir Yýlan Sait Faik Abasýyanýk
Gerçeküstücü Dilin Anlamý ve Alemdað'da Var Bir Yýlan Feridun Andaç Yeni bir bakýþýn anlamý Gerçeküstücülüðü þöyle bir taným getirirsek; anlamýn ve dilin, düþle gerçeðin
yer
deðiþtirmesiyle
yeni
bir
dil/düþünce
evreninin
yaratýlmasý... Anlatýmda sonsuz özgürlük düþüncesinin önünün açýlmasý.. Sanýrým, Sait Faik'in 11 Mayýs 1954'te, ölümü öncesinde, yayýna hazýrladýðý sonöykü kitabý Alemdað'da Var Bir Yýlan'da yer alan son dönem öykülerini kavrayabilmemize de bir kapý aralamýþ oluruz.(*) Öncesi: Son Kuþlar 1952'de yayýmlanan Son Kuþlar'da yer alan öyküler, aðýrlýklý olarak 1952'de Varlýk dergisinde yayýmlananlardan oluþur. Sait Faik'in öyküde, 1936'dan beri aldýðý yolun evrilme noktasýný sergileyen ilk öykülere burada rastlarýz. "Kýrlangýç Yuvasýndaki Kadýn" öyküsü böylesi bir açýlýmý getirir. Sait Faik'in yazma sorunsalýna bakýþý kadar, öyküde kurmacanýn ne anlama geldiðini sergilemesi bakýmýndan da ilgiye deðer bir öyküdür. Öykü þöyle baþlar: "Bir kýrlangýç, bütün bir yaz ayý boyunca iki milyona yakýn kumuç, tatarcýk, sinek yutarmýþ diye bir yerde mi okudum, yoksa geliþi güzel uyduruyor muyum?"
8
Bir Kitabýn Eþiðinde
Sonra, kýrlangýç yuvasýndan söz edilir, bir de oradaki kadýndan: "Kýrlangýç yuvasýna kadýn kadýn sýðar mý? demeyin. Ýnsan aklýna sýðan þeyleri bir yol hayal buyurun. Kýrlangýç yuvasýna bir kadýn sokmuþuz, saçlarýný, ýslak saman rengi saçlarýný tarar dururmuþ. Ne zararý var size? Varsýn, bir de öylesi bulunsun, hiç deðilse bir Abasýyanýk'ýn yazýsýnda. Býktým doðrusu artýk, oturup insanoðlunun çektiðini, çekmediðini anlatmaktan. Býkmaktan geçtim, anlatamadým. Yazdým, beceremedim. Kendi kendimi ne aynada, ne düþte, ne hayalde, ne de fotoðrafta göremedim de, tuttum, sarý saçlarý vardý, dedim. Gözleri yaradana yan bakardý, dedim. Akþamlarý iki kadeh içerdi, dedim. Þuna güler, þuna üzülürdü, dedim. Ona çok haksýzlýk ettiler, dedim. Zengine sövdüm. Fakirine enayi gibi acýdým. Neredeyse dünyaya nizamat vermeye kalkacaktým!" Sait Faik, böylesi bir yazýya yöneliþinin gerekçesini getirir neredeyse. Onda, artýk eskisi gibi yazma, toplumu/insaný sorunlarýyla, yaþadýðý ortamla anlatma duygusu giderek yitmeye yüz tutmuþtur. Dahasý, bir usanç gelmiþtir o ortamýn aymazlýðýndan. Yazmak eylemi, ona göre, baþkalarýný anlamak, görmek, onlara dair söylemektir. Ama bu duygunun kýrýldýðý noktadadýr. O günden sonra farklý bir dilde/bakýþta yazar: "Ýstersem kýrlangýç yuvasýna bir kadýn oturtur,
saçlarýný
taratýrým.
Ýstersem
kýrlangýç
yuvasýna
ateþböceðinden bir avize takarým, istersem kýrlangýçla yuvasýndaki kadýna, sanki günahmýþ gibi, günah iþletirim bu ýþýðýn altýnda. Derim ki, bir kýrlangýç, bütün bir yaz ayý boyunca tam iki milyara yakýn kumuç, tatarcýk, sinek avlar. Ne dersem derim. Kimsecikler karýþmaz. Birçoklarý sevinirler de, insanoðlunun insanoðluna yaptýklarýný görüp de anlatmadýðýma..." Ýster istemez burada, dönemin baskýsý, insanlarý sanata bakýþý, bundan ne anladýðý imlenir. Onun ana sorunsalýdýr yazmak, anlatmak: "Ne yapayým, benim zanaatým da bu, yazý yazmak. Yazý yazýp ekmek yemek. Yazmak demek, aklýma ne gelirse kâðýda geçirmek deðil elbet. Ama ben aklýma ne gelirse yazan cinsindenim, ne yapayým? Bu zanaat da pek geçmiyor. Doyurmuyor. Ama bir defa tutulmuþuz.
9
Bir Kitabýn Eþiðinde
Kýzýyoruz. Birbirimize giriyoruz. Yine de insanoðlundan söz açmaya uðraþýyoruz. Onu eðlendirmek ister kimimiz, kimimiz güldürmek; kimimiz becerir, kimimiz beceremeyiz. Zanaatýmýzý ötekilerden üstün görürüz. Bugünlerde ne kadar yazý okudumsa, hepsinde bir dedikoduculuk, bir anlayýþsýzlýk, bir göremeyiþ, bir özenti havasý vardý." Görüldüðü üzre, dönemin sanata bakýþýdýr onu farklý
bir kýyýya
götüren. Burada yazdýklarý hayata yeni bir bakýþý, kavrayýþý, yazýnsal dilde yeni bir söyleyiþi getirir. Ötesi, yaþanýlan deðiþimdir onda da yansýsýný/yankýsýný bulan. Alemdað'da Var Bir Yýlan Bu aralanan kapýdan yazarýmýzýn son öykü kitabýna göz attýðýmýzda; beliren deðiþimin bütünüyle ondaki farklýlaþma boyutunu görürüz. "Öyle Bir Hikâye" bunun ipucunu verir. Sait Faik'i bir usanç gibi saran, mutsuzluðunu çoðaltan ortama tepkisidir yazýsýný bir baþka kýyýya yönelten. "Çarþýya Ýnemem" öyküsünün þu satýrlarýna göz atmak yeterli, sanýrým: "Ah bu yasaklar!Kendi kendimize, baþkasýnýn bize, bizim baþkalarýna, devletin tebaasýna, tebaanýn devletine, belediyenin hemþerisine, hemþerinin belediyeye koyduðu, koyacaðý yasaklar!... Yasaklarla çevrili bir dünyada yaþamasak yasaksýz yaþayamazdýk. Halbuki hayvanlar, hele ehlileri, yasaksýz ne güzel yaþýyorlar. Hafif, cilve gibi, o da boðaz derdinden doðan zýrýltýlardan baþka, gel keyfim gel, yaþamýyorlar mý? Yasaklarý kabul ettik. Ýnsanoðlu için yasaklý hayvandýr da diyebiliriz. Mikroplar bile birer yasak deðil mi? Aþklar yasaktýr. Gün olur, sular, yemiþler bile yasaktýr. Ýnsanlar birbirine yasaktýr." Sait Faik'in öyküde temellendirdiði olgu insan gerçekliðidir. Onun içteki serüveninin bir yansýmasý olarak yaþamla iliþkisi, karþýlaþtýðý durumlar, onlar karþýsýnda aldýðý tavýr/bakýþ/duyuþ/hissediþtir yansýtmak istediði.
10
Bir Kitabýn Eþiðinde
Onda yazma duygusunu oluþturan yaþamla iliþkisidir. "Haritada Bir Nokta" öyküsü onun bu sanrýsýný en iyi dile getiren metnidir. "Öyle Bir Hikâye"de ise, hayata karþý duruþu, yazýya baðlanma duygusunun yansýlarýný görmekteyiz. Þu ilk satýrlara döndüðümüzde, onun sanrýsýna da tanýk oluruz "Þiþli'de Bomantý duraðýndan yüz adým yürüsem evime varýr, iki yorganlý yataðýmýn çukuruna büzülür, dostum Panco'yu düþünürüm. Þimdilik baþka kimsem yok. Ýstanbul adalarýnýn birinde hasta anam yatar döþeðinde. Kara köpeðim de karyolasýnýn altýnda onu ve beni bekler. Panco, Çilek isimli bir sokakta oturur. Futbol oyunlarý görür rüyasýnda. Yahut da yine rüyasýnda piþpirik oynar. Sözümona bir bulvar üstündeyim. Yürüyorum. Yaðmur yaðýyor da yaðýyor. Evet, yaðmurun, yalnýzlýðýn, Atikali'nin hakký var. Uzaklaþtýkça anamý, Ponco'yu, köpeðim Arabý daha çok özlüyorum." Bir yazarýn dünyasýnda yer eden bu duygu/bilinç aydýnlýðý, ister istemez, her bir yazýsýnýn dokusunu/rengini biçimler. Alemdað'da Var Bir Yýlan, bu anlamda, Sait Faik öyküsünde iki önemli buluþmayý yansýtýr: yenilikçi bir öykünün ilk örneklerini vererek, gerçeküstücü öðeleri baþarýyla iþlemesi; yazmak eyleminin 1950'ler Türkiyesi'nde bir yazarý getirdiði yerin yansýmasýný göstermesi. Sanýrým, Sait Faik öykücülüðüne bu pencereden bakarak yazmak yaþamak/ yaþamak yazmak düþüncesine de yeni bir bakýþ/duruþ getirebiliriz.
(*) Son Kuþlar ve Alemdað'da Var Bir Yýlan'dan yapýlan alýntýlar, Sait Faik'in bütün eserlerinin yeni yayýmý olan Yapý Kredi Yayýnlarý'nýn basýmlarýndan yapýlmýþtýr; EkimKasým 2002
11
Cüce Pär Fabian Lagerkvist
Cüce... Nurdan Beþergil Ünlü ve Çoksatan Bir Yazar Olsaydým Yazacaðým Önsöz Bir Okuma Serüveni Olarak "Cüce" Küçük bir çocukken, Ýstanbul'un sayfiyesi sayýlan Suadiye'de kiraladýðýmýz eski konaklarýn çatý katlarýný ve bodrumlarýný kendime mesken tutardým. Kýz kardeþim, evin bizden sorumlu "emektarý" ve annemin refakatinde denize girip güneþlenir ve çevre konaklardaki çocuklarla haþarýlýk yaparken, ben, evin uslu kýzý olarak yemek saatlerini hiç kaçýrmadan ve hep ellerimi yýkamýþ olarak aile efradýnýn karþýsýna çýkmadan önce, kimseye görünmediðim o uzun saatler boyunca konaðý karýþ karýþ dolaþýr, oraya buraya atýlmýþ, sýkýþmýþ, saklanmýþ, istiflenmiþ kitaplar, günlükler ve pek çok evrak bulurdum. Bakýrköy'deki
evimizde
babamýn
kütüphanesinde
geçirdiðim
zamanlarýn temelleri iþte bu yazlýk olarak kiraladýðýmýz konaklarda atýlmýþtýr. Cüce'yi okuduðum yýllarda on beþ yaþýndaydým. Annemle babamýn aile dostlarý olan ve daha sonraki yýllarda babamýn açýk kalp ameliyatýný yapacak olan Ord.Prof.Dr. Gündüz Tikveþlioðlu'nun on dokuz yaþýndaki oðlu Orhan'a çok fena âþýktým. Orhan mimarlýk fakültesinde okuyordu ama sürekli þikâyet ediyordu. Bize akþam oturmasýna geldiklerinde ben de, Orhan Abi'ye bir bakayým, diyerek hemen yan apartmana geçer, neredeyse sabaha kadar her þeyden, herkesten sürekli yakýnan þehlâ gözlerine dalar giderdim. Orhan,
12
Bir Kitabýn Eþiðinde
eþyalara takmýþtý aklýný; mobilyalar, takýlar, mutfak eþyalarý, iþe yarayanlar, süs için olanlar, motorlular, küçükler, büyükler... Ama özellikle Afrika'dan gelen konsol ve karyola baþlýklarýna meraklýydý. Onun bu meraký, bana, babamýn kütüphanesinde Afrika'yla ilgili ne var ne yoksa okutmuþtu. Orhan, birkaç sene sonra ailesinin muhalefetine karþý okulu býraktý ve Afrika gezisine çýktý. Üç yýl boyunca ona mektup yazdým; iki ayda üç tane. Ondan üç mektup bir de yýlbaþý kartý aldým. Þimdilerde Niþantaþý'nda bir antika dükkâný iþletiyor ve müzayedelerin de bir numaralý müdavimi. Bense benim için hep bir masal mekâný olarak kalacak olan Afrika'yla ilgili "Kardaki Kara Ayak Ýzleri" adlý bir roman yazdýðýmla kaldým. Ramazan boyunca evimizde farklý bir sükûnet ve aðýrbaþlýlýk kol gezerdi. Bu yüzden olacak Cüce'yi ramazanda okuduðumu unutmamýþým. Annemin oyun arkadaþlarýndan ayrý kaldýðý ve babamýn da akþamüstü içkisinden feragat ettiði bu günlerde kýz kardeþim bile daha sakin olurdu. Kardeþimin oruç tuttuðunu hiç hatýrlamýyorum ama on yaþýmdan itibaren evdekiler oruç tutmam için izin vermiþlerdi. Ramazan Bayramlarý'nda hep Ýstanbul'da olurduk. Ýstanbul'dan uzakta geçirdiðim ilk Ramazan Bayramý'nda iki yýllýk evliydim ve Viyana sokaklarýnda kendimi öksüz hissettim. Kar yaðdýðýný ve baktýðým her kapý ve pencerenin arkasýndaki ýþýklarýn gözlerimi yaþarttýðýný hatýrlýyorum. Evde ortalýkta kimsecikler olmadýðýnda oturduðum bir koltuk vardý; Cüce'yi orada bir günde okuyup bitirmiþtim. Çok okurdum ama zor okurdum, hâlâ da öyleyimdir. Çok az kitabý böyle bir kerede okuyup bitirmiþliðim vardýr. Oturduðum o koltuk, iþlek bir caddeye bakardý. Kýþýn ortalýðý kar bastýðýnda oradan dýþarýyý seyretmeye doyamazdým. Koltukta uyuyup kaldýðýmda annem üstümü örterdi. Uyanacaðýmý bile bile, böyle yapmasýndan hiç hoþlanmadýðýmý bile bile üstümü örterdi. Bu ilgiden boðulurdum o zamanlar. Þimdi hatýrladýðýmdaysa içim þefkatle doluyor. Ýnsanýn ancak ailesinden alabileceði bu sorgusuz ve nedensiz ilgi, belki de yaþamý boyunca karþýlaþabileceði en yoðun, en karþýlýksýz sevginin tezahürüydü. Çok hoyratça kullanýlýyordu ve kýymeti hep çok sonra anlaþýlýyordu.
13
Bir Kitabýn Eþiðinde
Cüce'nin arka plâný olarak tasarlanmýþ tarihe ve coðrafyaya yabancý deðildim. Ne zaman ve nasýl kendimi kaptýrdýðýmý tam olarak kestiremediðim merakým sayesinde ortaçað ve Ýtalya hakkýnda oldukça fazla bilgi edinmiþtim. Sonraki yýllarda Ýtalya'ya yaptýðým gezilerde, ülkenin gezilip görülesi her yerinde, yýllar önce okuduðum bu romandan artakalan izlenimleri de beraberimde taþýdýðýmý hissettim. Herhangi bir zamanda, baþka bir ülkede ya da zamansýz bir zamanda ve herhangi bir mekânda da kurgulanabilecek bu roman, çoðu zaman herkesin yaþamýný farklý vesilelerle yönlendiren etkileþimler gibi, bende, önüne geçilemeyecek ve izleri silinemeyecek çaðrýþýmlar býrakmýþtý. Ortaçaðdan da Ýtalya'dan da öte bir iddiasý olan Cüce, Floransa'nýn tüm sokaklarýnda, gezdiðim her müze ve oturduðum her kafeteryada bana eþlik etmiþtir. Klasikler dýþýnda romana, özellikle de çaðdaþ romana çok zor ve geç alýþtým. Yirmili yaþlarýmýn ortasýna kadar romanlar hakkýnda eleþtirel incelemeler okumayý roman okumaya yeðledim. Cüce, bu açýdan kendime yaptýðým güzel bir sürpriz olmuþtu. Þimdi durup düþündüðümde sonradan okurum diyerek bir kenara ayýrmamamý hiçbir þekilde açýklayamýyorum. O yaþlarda henüz yazýlmýþ her þeyi okuyamayacaðýmý fark edememiþtim. Ýki tür kitap vardý; okunmuþ kitaplar ve okunacak kitaplar. Elimi çabuk tutarsam ve sistemli olabilirsem hepsine yetiþebilirdim ve iþte ancak o zaman yazma sýrasý bana gelirdi. Sýranýn bana gelmesi için telâþla okuyordum. Nasýl olduysa bu hýrslý okuma sürecine Cüce de karýþývermiþti. Okur, okuyucu, kari; okuduðu her ne ise, belki istemeden ama sanýrým isteyerek ve aslýnda pek de büyük bir hevesle, okuduklarýndan bir ders çýkarmaya, eskiden edebiyat derslerinde öðrendiði gibi "ana fikir" bulmaya, en kötüsü de kendini kahramanlarla özdeþleþtirmeye çalýþýr. Okur olarak kalmamakta kararlý olduðumdan, kitaplara yaklaþýmým bu geleneksel amaçtan hep uzak oldu. Ama daha ileri giderek, Cüce'yi okurken, okuma eylemine yakýþtýrýlan / yapýþtýrýlan tüm bu faydacý etiketleri kitabýn kendisinin nasýl birer birer çýkarýp attýðýný ve nasýl yalnýzca kitap ve okuma denen eylemin ta kendisine dönüþtüðünü fark ettiðimi söylemeliyim. Cüce, bana verdiði okuma zevkinden ayrý ama aslýnda ona baðlý olarak roman okumakla ve ileriki yýllarda kendini
14
Bir Kitabýn Eþiðinde
gösterecek roman yazmakla ilgili kökten düþünceler edinmeme de aracý oldu. Herkesin rahatlýkla "çatlak" diyerek adlandýrabileceði en az bir akrabasý vardýr. Bizim ailenin çatlaklarýndan biri olan, yengeç üretip satmaktan Tibet'te rehberlik yapmaya kadar her tür tuhaf iþte çalýþmýþ kuzenim, en sonunda zengin ve þen bir Avusturyalý dulla evlendikten sonra karýsýnýn çiftliklerinde yarýþ atý yetiþtirmeye baþlamýþtý. Her sene yaþ günümde bana bir koli kitap gönderirdi. Manþ'ta tek baþýna kullandýðý yelkenlisine yýldýrým düþtüðü sene hastaneden yazýp pakete eklediði mektupta, bu seferlik bir tek kitapla yetinmem gerekeceðini ama bu bir tekinin kolilercesine deðeceðini söylemiþti. Paketten Cüce'nin Ýngilizce baskýsý çýktý. Kuzenimin bir roman gönderdiðini gördüðümde biraz garipsemiþtim. Ama hoþ bir rastlantý olarak tam da ayný günlerde Nice'e yaptýðý geziden dönen emekli büyükelçi teyzem de kitabýn Fransýzca baskýsýný getirmiþti. Anne tarafým, kliþe deyiþle Fransýz ekolüyle büyümüþtü. Babamýn on yýllýk bir süre boyunca Amerika Birleþik Devletleri'nde görevli olduðu zamanda kýz kardeþimle birlikte Ýngilizce sorunumuzu çözmüþ, annemin ailesinin ilgisi sayesinde de Fransýzca öðrenmiþtik. Her iki dilde de okuyup yazabildiðimden Cüce'yi karþýlaþtýrmalý olarak okumayý düþünmüþtüm. Ama baþladýðým Ýngilizce baskýyý elimden býrakamadan okuyup bitirdim. Yýllar sonra benden kitabýn Türkçe baskýsý için önsöz istendiðinde bütün bunlar aklýma üþüþtü. Ýnsanlar bana hep yazma serüvenim hakkýnda bir þeyler sorarlar. Oysa asýl serüven, okumaktýr. Yazarý için uzun, kýsa, sancýlý, keyifli, nasýl olursa olsun bir kitabý yazmak, sadece bir tek serüvendir ama okumak, her okuma için farklý bir serüvendir. Bu yüzden de bir kitap hakkýnda söylenebilecek en geçerli sözler, o kitabýn yazýlýþýyla ya da yazdýklarýyla deðil, kitabýn okunuþuyla ilgili sözler olacaktýr.
15
Bir Kitabýn Eþiðinde
Cüce'nin Çevirmeni Olsaydým Yazacaðým Önsöz Kilise Doktrinlerinin Takipçiliðini Yapmadan Hýristiyan Geleneðinin Unsurlarýný Kullanan Bir Ahlâkçý: Pär Fabian Lagerkvist Pär Fabian Lagerkvist, 1891'de Ýsveç'in güneyinde Smäland'de küçük bir kasaba olan Voxjo'da doðdu. Babasý demiryollarýnda memur olarak çalýþýyordu. Uppsala Üniversitesi'nde sanat ve edebiyat okudu ancak mezuniyetini almadan 1913'te Paris'e gitti. Ýlk kitabý 1912'de, yazar yirmi bir yaþýndayken yayýmlandý. Sonraki yaþamý boyunca þiirleri, romanlarý, oyunlarý ve sanat tarihi ve felsefesi hakkýnda kitaplarý yayýmlandý. Birinci Dünya Savaþý boyunca Danimarka'daydý; 1920'lerde Fransa ve Ýtalya'da bulundu. Ýki kere evlendi; en güzel aþk þiirlerini, Granada'da trajik bir þekilde ölen ressam Gösta Sandels'in dul eþi Elaine Luella Hallberg için yazdý ve 1925'te ikinci evliliðini onunla yaptý. 1930'dan sonra Ýsveç'e yerleþti, Stockholm yakýnlarýnda Lindingö adlý bir adada sakin bir yaþam sürdü. 1951'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldý. 11 Temmuz 1974'te Stockholm'de öldü. Pär Lagerkvist'in yaþamý ve sanat anlayýþý, baþladýðý yerde sonlanan bir gezi sayýlabilir. Yazar, ailesinin sahip olduðu katý dini ve ahlâki deðerleri reddederek çýktýðý yolculuðun sonunda, kendini, gene bu deðerleri çözümleyen eserlerin yaratýcýsý olarak buldu. Kendine dayatýlaný kabul etmeyerek Avrupa'yý dolaþtýðý, iki Dünya Savaþý gördüðü, sanat ve düþünce akýmlarýný belirleyen gruplara dahil olduðu yaþamý ona sunulmayan ama onun yönlendirdiði bir macera oldu. Kendisi bir keresinde, okur-yazar olmayan bir çevrede yetiþtiði için minnettarlýk duyduðunu itiraf etmiþti. Uppsala Üniversitesi'nde okuduðu yýllarda felsefe konulu þiirler ve kurmacalar yazarak baþladý. 1913'te Paris'e yaptýðý gezide görsel sanatlarla ilgili yeni akýmlardan çok etkilendi ve yazýnsal sadelik ve doðallýðýn þiirsellikten uzaklaþmasý gerektiðini, asýl doðallýðýn Yunan tragedyalarýnda, kutsal kitap hikâyelerinde ve Kuzey Avrupa edebiyatýna özgü 'saga'larda ön plana çýkan kendiliðindenlik olduðunu savundu. Bu düþüncesiyle yerel-geleneksel sözlü yazýna dikkat çekti.
16
Bir Kitabýn Eþiðinde
1914'te þiirlerinin bir kýsmý yayýmlandý ama pek ilgi görmedi. Oysa yazarýn sonraki dönem þiirleri ileriki yýllarda modern Ýsveç þiirine yol gösterecekti. Lagerkvist 1. Dünya Savaþý yýllarýnda Danimarka'daydý. 1916, 1917, 1918, 1919 yýllarý, yazar için peþpeþe gelen yoðun, baþarýlý ve yazýnsal anlamda önemli aþamalar katettiði ve gene yazýnsal anlamda öznel keþiflerde bulunduðu yýllar oldu. Eleþtirmenlerin "çok yönlü" demekte sakýnca görmediði hem gerçekçi hem mistik olabilen tiyatro eserleri yazmaya baþladý. 1917'de ilk oyunu yayýmlandý ama daha önce, 1916'da, iki senedir süren savaþýn düþündürdüklerinin ve hissettirdiklerinin karþýlýðý sayýlabilecek Angest (Keder) adlý derleme bir þiir kitabý çýktý. Buradaki þiirleri, insan yaþamýnýn deðersizleþiverdiði savaþ
günlerinde
nasýl
olup
da
bu
dünyada
bir
anlam
keþfedilebileceðine dair bir açýklama getirme peþindeydi. Ýçeriðinin anlamýndaki iddiayla paralel olarak, kitap, geleneksel romantik anlatýma sýrt çevirmiþ þiirsel yapýsýyla da fazlasýyla çarpýcýydý. Angest, Ýsveç þiiri için yeni bir kapý aralamýþ, öncülük etmiþtir. 1918'de modern tiyatro hakkýndaki kolektif bir eserde imzasý görülen Lagerkvist, böylece insan ruhunun alt katmanlarýnda dolaþmayý sevdiði kadar yazýnýn kuramsal ayaðýyla da ileri derecede ilgilendiðini kanýtlýyordu. 1919 tarihli Himlets Hemlighet (Cennetin Gizi), sonraki yýllarda yazarýn baþyapýtlarýnda görülecek ironiyle doludur: Yaþamýn anlamý insanoðlunun hep aklýný karýþtýrmýþtýr, ama bunu düþünmek esasen "Her Þeye Kadir Olan"a bir baþkaldýrý deðil midir? O'nun iradesini sorgulamak, o'na karþý bir umursamazlýðý da ima etmez mi? 20'li yýllar, yazarýn daha gerçekçi bir sanat anlayýþýný benimsediði yýllar oldu. Özellikle 1925 tarihli Gäst Hos Verkligheten (Gerçekliðin Konukluðu), bu yýllara ait bakýþ açýsýný çok iyi özetleyen, yazarýn Ýsveç'teki gençlik yýllarýndan ve dindar ailesinden söz ettiði otobiyografik bir romandýr. Yazýnsal eserlerin yaný sýra Lagerkvist, gençlik yýllarýndan beri
17
Bir Kitabýn Eþiðinde
totaliter baskýlara karþý olan siyasi tutumunu ortaya koymaktan çekinmemiþtir. 1930 ve 40'lara ait çalýþmalarýný ahlâkla ilgili sorunlar ve insanýn bireysel açmazlarý üzerine kurduysa da 1933 tarihli Bödeln (Cellât), esasen diktatörlük ve faþizm tehditlerine karþý açýk bir kýnamadýr. 2. Dünya Savaþý sýrasýnda da yazarýn oldukça milliyetçi görüþlerle kaleme aldýðý iki kitabý yayýmlandý. Dvärgen (Cüce), 1944'te geldi. 1950 tarihli Barabbas ise dönemin çaðdaþ edebiyatçýlarý tarafýndan hemen bir baþyapýt olarak karþýlandý. Yazar 1951'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne lâyýk bulundu. Lagerkvist'in sonraki yýllarda yazdýðý "Gezgin Jew'un Hikâyeleri", "Sibyl", "Ölü Ahesuerus", yazarýn dinî temalar üzerinde durduðu eserleridir. Ýlkgençlik yýllarýnda ailesinin dinî yaþam mirasýný reddeden yazar, kendi sanat ve yaþam serüveninin son yýllarýnda, dünya görüþünü ve düþüncelerini dinî mitler aracýlýðýyla anlatmayý yeðlemiþtir. Barabbas ve Sibyl'la birlikte Cüce, yazarýn en önemli eserleri arasýnda sayýlýr. Bazý kaynaklar üç kitabýn da, yazarýn Tanrý - Ýnsan iliþkileri üzerine düþüncelerini anlattýðýný belirtir. Barabbas, kutsal kitapta adý geçen bir kahramandýr; baþýndan geçenler sonucunda Tanrý'ya inanmayý seçer. Sibyl ise zaten 'Tanrý'nýn Gelini'dir. Ancak Cüce'yi bu gruba dahil etmek olanaksýzdýr. Hikâyede zamanýn din anlayýþýna göndermeler vardýr ama bu, kitabý diðerleriyle birlikte anmak için yeterli deðildir. Özellikle anlatýcýnýn, Tanrý'yý, Tanrý inancýný ya da varoluþun dayanaðý olabilecek ilâhi bir sistemi hiç akla getirmeyecek derecede duygusallýktan uzak düþünceleri, kitabýn, Lagerkvist'in
son
dönem
çalýþmalarýndan
ayrý
tutulmasýný
gerektirmektedir. Yazarýn dehâsý, ortaçað Ýtalya'sýnda bir altben, bir ayna olarak Cüce'yi yaratmýþtýr. Kitap, 2. Dünya Savaþý sýrasýnda yazýlmýþ ve yayýmlanmýþtýr. Kitabýn pek çok sahnesinin çarpýcý anlatýmýnda, Avrupa'nýn ve dünyanýn içinde bulunduðu savaþ çýlgýnlýðýnýn payý olduðu söylenebilir. Savaþ meydaný ve savaþ taktikleri, hamarat bir kadýnýn aðzýndan
18
Bir Kitabýn Eþiðinde
dökülen lezzetli yemek tariflerinin olaðanlýðý, keyfi ve teklifsizliðiyle anlatýlmýþtýr. Kan, gotik bir estetikle akar. Her kýlýç Cüce'nin kamburu kadar keskin ve beklenen zafer de onun kini kadar parlaktýr. O, karanlýkta, kendi boyuna uygun odasýnda, kinini akýl oyunlarý ve kendine özgü çürütülemeyecek kadar yabancý dünya görüþüyle biler. Gezdiði labirent ve yaþadýðý hücre, insan aklýnýn bilinemez kývrýmlarýndan farksýzdýr. 1920
tarihli
kýsa
romaný
Det
Eviga
Leendet
(Sonsuz
Gülümseme)'de, yazar, Tanrý'yý aramaya çýkan bir grup arkadaþý anlatmýþtýr. Romanda Tanrý, karþýlarýna bir oduncu olarak çýkar. Ýnsanoðlunun yaradýlýþýyla ilgili aralarýnda geçen konuþmada, Tanrý'nýn özel veya belirli bir anlam peþinde olmadýðý, sadece elinden gelenin en iyisini yaptýðý açýða çýkar. 1920'deki bu kitapta anlatýlan basit, can yakýcý ve her iki neden yüzünden kabullenilmesi zor saptamayý Cüce, ta derinden benimsemekle kalmamýþ, varoluþunun gerçeði olarak kabullenmiþtir. Okur Olarak Görmek Ýstediðim Önsöz Önsöz Forte Ey okur! Kim bilir kim'sin, ne'sin; ismin cismin nedir, neredesindir, kimlerdensindir. Söyleyeceðim þundan ibarettir ki, bu kitabý okumadan önce bilmen gereken bir þey yok ve bitirdiðinde de kendini daha bilge biri olarak bulacaðýný sanma. Bu nefis okuma keyfini henüz yaþamamýþ olduðun için seni kýskanýyorum. Soranlara çok selâm. Yazmak Ýstediðim Önsöz "Ýþte Prens'in cücesi Tekmelediðim ha o olmuþ ha efendisi" Karþýmýzda dikilen nefretin ete-kemiðe bürünmüþ halidir. Böylesi bir nefretle birlikte yaratýldýðý için mi boyu insanlardan kýsadýr yoksa bir cüce olduðu için mi bu kadar nefretle doludur bilinmez. Kesin olan tek þey, bir okurdan ve bir yazardan çok daha net çizgilerle varolmayý baþarabildiðidir.
19
Bir Kitabýn Eþiðinde
Ondan uzak durmak ya da düþündüklerinden korunmak için kemerleri takýp koltuða sýmsýký yapýþmak ve davranýþlarýndan zarar görmemek için gaz veya oksijen maskelerine davranmak boþuna. O, var. Ve arkamýzý da dönsek, görmezden de gelsek, o, bizim sayemizde ve bize hizmet etmek için burada. Medeniyet, yani tek diþi kalmýþ canavar, insanoðlunun nefretini kendinden uzak tutacak þekilde evrimleþme konusunda oldukça kararlý. Yerli yersiz duyarlýlýðý, unutma denen eylemle çaðlar boyu sakatlanmýþ hafýzasý, insanýn karanlýk yanlarýný evcilleþtirmek söz konusu olduðunda hiç sekmeden devreye giriyor. Oysa hiçbir þey yok olmaz; sadece dönüþür. Ýþte cüce, insanlýðýn yüzyýllardýr biriktirdiði karanlýk duygu ve düþünceleri hiç þikâyet etmeden kendinde toplayan gönüllü bir kurban, bir depo, bir paratonerdir. Biz, o'yuzdur ve o da biz. Cüce Prens'tir ve Prens de cücesi. "Ýþte Prens'in cücesi Tekmelediðim ha o olmuþ ha efendisi" Karanlýklara bu kadar alýþýk olsa da cücenin varoluþu da yüceltilmeyi bekler. Bunun tek yolu, nasýl kendisi Prens'in düþünmeye ve davranmaya korktuðu kör noktalarý bünyesinde topluyorsa, Prens'in de, esasen kendinin lâyýk olduðu erkin ve ihtiþamýn sefasýný sürdüðünü düþünmektir. Prens'in saraylarý da zaferleri de cücenindir. Ýkisi de birbirleri yerine düþünür ve birbirleri için yaþarlar... En azýndan cüce için bu böyledir. Ne de olsa "insanýn her zaman ihtiyacý vardýr cücesine". Bu kadar nefretle dolu olmasý deðildir asýl korkutucu olan. Ondan uzak durmak istememizin en büyük nedeni, kendine duyduðu sonsuz inanç ve sarsýlmaz güvendir. Ýnancý ve güveni tükenmez, etki altýnda kalmaz, deðiþmez ve dönüþmez. Bizi kendine saygý duymaya ve varoluþunu kabullenmeye zorlar. Aklýndan geçenlere de yaptýklarýna da hak vermek olanaksýzdýr. En çok da haklý olduðunu içten içe anladýðýmýz için ona hak veremeyiz; olanaksýzdýr bu.
20
Bir Kitabýn Eþiðinde
Aslýnda cücenin sahip olduðu, cahillere yakýþýr gözüpeklikte bir inançtýr. Oysa o kör inançlara kapýlacak bir cahil deðildir. Ýnsanýn, Tanrýnýn ve doðanýn zaaflarýný arka bahçesi gibi iyi bilir. 'Zevk'e de yabancý deðildir. Ýnsanlarýn baþ tacý ettiði zevkleri küçümser de, herkesin can yakýcý bulduðu deneyimlerin ardýndan aðýzlarda kalan acý tattan bir ömre bedel hazlar çýkarýr. Horladýðý, insan ýrký deðildir, kendi gibi cüceleri de küçümser. Onun karþýsýnda durduðu, insanlýk tarafýndan kabul görmüþ genel ve geçerli düþüncelerin hiç de yüce deðerler olmadýðýdýr. Çünkü insanoðlunun doðasýna baþkaldýrma çabasý, takdir deðil, ancak tiksinti uyandýrabilir. Geceleri mýþýl mýþýl uyuyabiliriz. Zira en karanlýk yanlarýmýz, en çok da nefretimiz, cüce'nin kiþiliðinde varolacak ve sonsuza kadar bizden uzak duracaktýr.
21
Anxious Intellects John Michael
Bir önsöz! Simten Coþar Entelektüelin rolü, herkes hakkýndaki ifade bulamamýþ hakikati söylemek için "biraz öne veya biraz yana" çýkmak deðildir ... daha çok iktidar biçimlerine karþý, bu biçimlerin hem nesnesi hem aracý olduðu yerde mücadele etmektir: "bilginin", "hakikatin", "bilincin", "söylemin" oluþtuðu düzende. Bütün düþünürler, aksi yönde düþünseler de, yaþadýklarý çaðýn kirli gerçekliðine katýlýrlar ... pratik konular karþýsýnda takýnýlan tarafsýzlýk ve tavýrsýzlýk, kesinlikle partizan tutumlardýr ... Geri durmak bir seçimde bulunmak, bir tercih belirtmektir. Ofisimde entelektüel-bilgi-iktidar-demokrasi baðýntýsýný konu edinen bir çalýþmayý okuduðum sýrada gelen bir öðrencim, dönem araþtýrmasýnda entelektüelleri incelemek istediðini söyleyerek konuya girdi. Benden temel kaynaklar önermemi bekliyordu. Bunun yerine, kendisine böylesine geniþ bir konuya baþlangýç sorusunun ne olduðunu sordum. Yanýtý, beni, gerek entelektüele ve gerekse siyasete iliþkin nafile koyutlara götürdü: "Ýleride nasýl bir kimliðim olacaðýný merak ediyorum." Kendisine kiþilerin, üniversite ya da diðer bir eðitim derecesiyle entelektüel olmadýklarýný, entelektüel kategorisinin geçmiþte, bugün ya da gelecekte temin edilen statik bir kimlik olmadýðýný, böyle bir kategorinin en çok bir oluþ hâline tekabül edebileceðini söylemeye fýrsatým olmadý. Ne de, "kiþisel olan siyasaldýr" ibaresinde gizli olanýn kiþinin soðan doðrarken ya da banyo
22
Bir Kitabýn Eþiðinde
yaparken siyaseti düþünmesi demek olmayýp, "insanlarý, kendi kendilerini, bireysel yaþamlarýný ve ortak yaþamlarýný yaratan özneler" olacak þekilde iktidarla donatmayý imlediðini, aksi takdirde ise bir nev'i tahakküm iliþkisinin - yani yine siyasallýðýn - söz konusu olduðunu ifade edebildim. Sahi, nedir/kimdir entelektüeller? Toplumun neresinde dururlar; siyasetle nasýl iliþkilenirler; düþünmeleri nasýl þekillenir? Entelektüel faaliyetle ansiklopedi bilgisi temelinde ilgilenenlerin aþina olduðu "fildiþi kuleleri" tarihsel bir gerçeklik midir? Felsefe, düþünme gündelik yaþamdan bu metaforda imlendiði ölçüde ayrýk mýdýr? Öyleyse, Sokrates fildiþi kulesinde mi yaþamýþtýr? Sorulara ayný çizgide devam edecek olursak, geçmiþin fildiþi kuleleri bugünün yazarlarýnýn, akademiklerinin, eðitmenlerinin, iþtigali bilgiye dair olanlarýn çalýþma mekânlarý olarak mý zuhur etmektedir? Genç bir insanýn ileride entelektüel olacaðýný böylesine kesin bir þekilde belirtmesinin arkasýnda nasýl bir geçmiþ yatar? Toplumsal
konumu
modernitenin
'bilgi'sine
vakýf
olmakla
tanýmlanan entelektüel, Julien Benda'nýn La Trahison des Clercs'de özetlediði þekliyle modern öncesi bilgi tekelini elinde bulunduran âlimlerin 'olmasý gereken' konumuyla ve özellikle Dreyfuss Olayý'yla birlikte kendisine - o dönemde daha çok pejoratif bir anlamla yüklenen siyasal iþlev arasýnda salýnan bir sarkaçta gidegelmiþtir. Kelime itibariyle "üstün entelekt kapasitesine sahip kiþi" olarak ve dolayýsýyla "kiþinin bilmesini ve muhakeme etmesini saðlayan (duygularý ve kimi zaman tahayyülü dýþlayan; duygu ve iradeden ayrýk) zihinsel ve tinsel yetiler"le donatýlmýþ olarak tanýmlanan entelektüele yüklenen ve/veya entelektüelden beklenen iþlevler listesindeki ortak nokta ise bilgi mülkiyetidir. Nitekim, ortaçaðdan, erken modern çaða, modern çaðdan günümüzdeki yaygýn kullanýmýyla geç modern çaða kadar uzanan entelektüel üzerine çalýþmalar temelde entelektüel olarak adlandýrýlan toplumsal ve/veya siyasal kimliklerin bilgiyle olan neredeyse tekelci ve fakat her zaman münhasýr iliþkilerinden yola çýkarlar. Diðer bir ifadeyle entelektüelin evrensel etiketi bilgi üzerinde kurduðu tekelle belirlenirken, yine entelektüele dair farklý tanýmlamalar, sýnýflandýrmalar, vargýlar bilgi vasýtasýyla toplumla kurduðu iliþki temelinde þekillenir.
23
Bir Kitabýn Eþiðinde
Bu noktada durup, yukarýda adý geçen 'sarkaç'la neyi kastettiðimi açýklamam gerekiyor. Bu metaforun imlediði karþýtlýk entelektüele yönelik iki zýt yaklaþýmdan beslenir. Bir yanda, Benda'nýn entelektüele "aþkýn hakikat"in yorumlanmasý ve iletilmesi misyonunu yükleyen terminolojik olarak geriye dönüþlü - argümaný durur.
Buna göre,
entelektüel 'dünyaya dair' meselelerle iþtigal ederken, 'gündelik' olanýn dýþýnda durmakla sorumludur. Dolayýsýyla, bir nev'i 'dýþarýlýk' zorunluluðu söz konusudur. Diðer bir ifadeyle, kendisine ayrýcalýk getiren 'yeti'leri itibariyle entelektüelin olmasý gereken konumu 'tarih-', 'toplum-', 'siyaset-'dýþý, öyleyse yaþam-dýþý, olarak belirlenmektedir. Böyle bir anlam yüklemenin diðer bir örneði olarak Jerry Scazki'nin siyasal ve kültürel entelektüeller arasýnda yaptýðý ayrýþtýrma verilebilir. Bu ayrýþtýrma, entelektüel söz konusu olduðunda kaçýnýlmaz bir mesele olarak karþýmýza çýkan ve kanýmca bir 'aradalýk' durumuna iþaret eden, evrensellikle tikellik arasýnda kurulan kutupsal ikilik üzerinde temellenir. Nitekim, kültürel olarak nitelenen entelektüel, Benda'nýn 'ideal tipi'ne uygun bir þekilde, tikelci hakikat kavrayýþlarýyla arasýna mesafe koyabilir. Sarkacýn diðer yanýnda, entelektüelin siyasetle, iþtigalini toplumsal sorumluluðunun doðal bir sonucu olarak alan yaklaþým durur. Bu yaklaþýma göre, entelektüel hakikat arayýþýný engellemesi gerekmeyen bir toplumsal ve siyasal role sahip olabilir. Aslýnda böyle bir rol entelektüelin hakikat arayýþýyla, ancak bu kez belirli bir toplum ve kültür adýna yürütülen bir arayýþla da ilintilidir. Bu 'ekstra' kaygý, entelektüeli, yaþadýðý dönemin toplumsal ve siyasal meseleleri karþýsýnda tavýrsýz olmak gibi bir sorumluluktan muaf tutar. Sarkacýn ayný yanýnda, ancak bu kez farklý bir konumdan, çatýþma ekseninden hareketle konuþan diðer bir yaklaþýma göre ise entelektüelin varlýk nedeni çatýþmada taraf almaktýr. Entelektüel "içinde bulunduðumuz zamanýn bütün çatýþmalarýnda yer almak durumundadýr". Düþüncemadde iliþkisi çerçevesinde deðerlendirildiðinde oldukça tanýdýk gelen böyle bir konumlanma, Gramscici terimlerle, bir zorunluluktan ve/veya sorumluluktan ziyade, geleneksel ve/veya organik bir baðýntýlanmanýn varlýðýný imler. Açmak gerekirse, entelektüelin toplumdaki pozisyonu, üretim araçlarýyla ilintilenme biçimine, dolayýsýyla iktidar karþýsýndaki
24
Bir Kitabýn Eþiðinde
pozisyonuna baðlýdýr. Elimizdeki kitap açýsýndan önemli bir miras teþkil eden bu nitelendirmeye göre entelektüel kategorisi, iktidarla olan baðýntýsý temelinde geleneksel ve organik olarak iki alt-kategoriye bölünür. Buna göre, kabaca, kurulu iktidarýn yeniden-üretiminde iþlevsel olan, "hâkim düzen için [gereken] "homojenliði ve bilinci" saðlayanlar" geleneksel olarak belirlenir; kapitalist toplum özelinde "iþçi sýnýfýnýn yaþam dünyasýyla yakýn baðýntý içerisinde bulunan" ve Gramsci'nin ifadesiyle "yeni bir entelektüel sýnýf" oluþturacak olan grup organik olarak tanýmlanýr. Öte yandan, bu kez non-Marksist bir nosyonla düþüncenin toplumsal koþullarýnýn çözümlenmesi gereðine iþaret eden Karl Mannheim, entelektüel iþtigali "dünyayý belirli bir toplum özelinde açýklama"
olarak
nitelendirmekle
hiç
bir
bireyin
içerisine
doðduðu/girdiði/bulunduðu tikel toplumsal kümelenmeden baðýmsýz olamayacaðýnýn altýný çizer. Dolayýsýyla entelektüel üzerine konuþmak demek, düþünce akýmlarýný soyutlayarak incelemekten ziyade entelektüelin konumunu oturttuðu toplumsal ve tarihsel koþullarýn izini sürmek demektir. Zira, entelektüelin rolü ve iþlevi tarihsel ve toplumsal özgüllüklere paralel olarak deðiþir. Entelektüelin salýndýrýlageldiði sarkacýn iki ekseni vardýr. Ýlk eksen evrensellik-tikellik olarak belirlenebilirken, ikincisi aþkýn ya da deðil, ancak entelektüel olmak adýna sorumluluk yüklenmek ile bir iþlev olarak entelektüel iþtigal arasýndaki farkta bulunabilir. John Michael'in kitabýný önemli kýlan nokta ise, yazarýn, entelektüel kategorisi üzerine süregiden ihtilaflý anlatýlarý eleþtirel bir irdelemeye tâbi tutmanýn ötesinde, söz konusu sarkaç üzerinden yaratýlan kutupsal ikiliklerin kurgusallýðýný açýða çýkarmasýdýr. Yine bunu yaparken ve kendi ifadesiyle Gramsci'den aldýðý esinle, ama geleneksel/organik entelektüel kategorileri temelindeki ayrýmdan ziyade bu ayrýmýn iþaret ettiði ve hâkim düzen karþýsýnda karþýt-hegemonyayý oluþturma iþleviyle tanýmlanan, dolayýsýyla eleþtirel, dolayýsýyla "ilerici" entelektüeller üzerinden bilgi/bilim üzerinden kurulan iktidarý ve bu iktidarýn tahakküme dönüþme ihtimallerini soruþturmasýdýr. Bu noktada ise yazarýn Donald N. Woods'a referansla "postentelektüel kültür"
25
Bir Kitabýn Eþiðinde
çalýþmalarý içerisine yerleþtirdiði, Michel Foucault'nun modern döneme hâkim, kurucu ve/veya Zygmunt Bauman'ýn ifadesiyle "yasa koyucu" entelektüeline getirdiði eleþtiri anlamlýdýr: Bir entelektüelin rolü baþkalarýna ne yapmalarý gerektiðini anlatmak deðildir. Zaten hangi hakla bu role soyunulabilir ki? Entelektüellerin son iki yüzyýldýr geliþtirebildikleri bütün kehanetler, vaatler, öðütler ve programlar ile bunlarýn þu anda görebildiðimiz etkilerini getirin gözünüzün önüne. Entelektüelin iþi baþkalarýnýn siyasi iradesine þekil vermek deðildir; entelektüelin iþi kendi alanýnda yaptýðý analizler aracýlýðýyla, apaçýk bir postula olarak kabul edilen önermeleri tekrar tekrar sorgulamak, insanlarýn zihinsel alýþkanlýklarýný, olaylarý ele alma ve düþünme biçimlerini tepeden týrnaða sarsmak, alýþýlmýþ ve genel geçer þeyleri yýkmak, kurallar ve kurumlarý yeniden incelemek ve bunlarý sorunsallaþtýrma ... temelinde siyasi bir iradenin oluþum sürecine katýlmaktýr. Foucault'nun
yukarýda
iþaret
ettiði
"spesifik
entelektüel"
kategorisinin evrensel entelektüel pahasýna ön plâna çýktýðý vargýsýný reddeden John Michael, sol entelektüellerin hâlâ Aydýnlanma'nýn özgürleþimci ideallerin taþýyýcýsý olduklarý ve/veya olmalarý gerektiði vurgusundan hareket etmektedir. Ancak, böyle bir hareket noktasý yazarýn bizzat teslim ettiði 'aradalýk' durumunu beraberinde getirir. Söz konusu aradalýk durumu kitap boyunca farklý eksenlerde ve örneklerle irdelenmektedir. Örneklerin ortak noktasý akademik ve/veya kamusal entelektüel kimliðiyken, bu kimliðin siyasal ve toplumsal rolünün soruþturulmasýnda bir yandan temsil sorunu diðer yandan ve bu sorunla da baðýntýlý bir þekilde bilmek-iktidar iliþkisi eksenleri kullanýlmaktadýr. Ancak, farklý örneklerin farklý eksenlerdeki seyrinin anlatýlarýnýn satýraralarýna bakýldýðýnda tematik kaygýnýn demokrasi olduðu açýða çýkar. Nitekim, aradalýk durumu, ilk olarak, gerek Amerika'daki siyah entelektüeller gerekse kadýn kimliðini ön plâna çýkaran entelektüeller açýsýndan "siyahlar"ýn ve "kadýnlar"ýn temsili sorununda karþýmýza çýkar. Halihazýrda kimliklerini belirlerken referans aldýklarý "topluluk"lar
26
Bir Kitabýn Eþiðinde
içerisinde, bu kez entelektüel kimlikleri dolayýsýyla ayrýcalýklý bir konumda yer alan entelektüeller elitizm ile popülizm arasýnda gidip gelirler. Açmak gerekirse, sosyo-ekonomik konumlarý itibariyle dýþarýsýnda durduklarý bir topluluðun adýna konuþmak ve/veya topluluðu aydýnlatmak gibi oldukça rahatsýz, kimi zaman plastik addedilebilecek bir amacýn taþýyýcýlýðýný üstlenebilirler. Ýkincisi, gönüllü bir þekilde üstlendikleri demokratik siyasete katkýda bulunmak misyonlarýný
-
zira
temsilinde
zorlandýklarý
topluluklar
marjinalleþtirilmiþlerdir - gerek bilgi mülkiyetlerinden gerekse sosyoekonomik üstünlüklerinden kaynaklanan ve 'doðruyu öðretme' olarak somutlayabileceðim asimetrik bir iktidar iliþkisi tehdit eder. Michael, elitizm-popülizm ekseninde kurduðu iliþkilendirmeyi, bu noktada, eðitim sürecine ve entelektüelin uzmanlaþmasýna kaydýrýr. Demokratik bir kaygýyla oluþturulan, "eþit ölçüde bilen özneler olarak" alýnan "öðrenenlerle eðitimciler arasýndaki "otantik diyalog"a dayanan özgürleþtirmeye yönelik eðitim" programlarý özelinde, 'demokrat zihniyetin yaratýlmasý' amacýnýn kendi içinde ne kadar demokrat olabileceðini soruþturur. Bu soruþturma esnasýnda, her iki tarafýn eþit olarak konumlandýrýlmasýna raðmen, eðitimciye statüsünü veren bilgi birikiminin nesnelliðinin her halûkârda bir eþitler arasý birinci yaratabilme ihtimaline dikkat çeker. Ancak, yazarýn, soruþturmanýn baþýnda sorduðu soruyla - "kendi kendilerine seçkin statüsünü yükleyenler nasýl olup da demokratik bir þekilde halk adýna konuþabilirler ya da halký meþru bir þekilde temsil edebilirler?" - vardýðý sonuç arasýndaki mesafe yukarýda 'aradalýk' olarak belirttiðim durumu yineler niteliktedir: "ümit edilen deðiþikliðin yönü ve siyasal temayülü ve hatta bizâtihi ümit edilen deðiþiklik - kültürel çalýþmalardan ya da edebiyat kuramýndan ya da radikal demokrasiden deðil, bu alanlarýn dýþýnda yer alan aydýnlanmacý siyasal taahhütler ve varsayýmlardan köklenir". Eðitimden gündelik yaþama taþýnan böyle bir tercih "iletiþimsel rasyonalite" olarak karþýmýza çýkar. Bu noktada ise, yazarýn duruþunu geç-Aydýnlanma'nýn önemli düþünürlerinden Jürgen Habermas'ýn düþünsel çerçevesine referansla kurduðu açýklýk kazanýr. Böyle bir yaklaþým, liberal-demokrasilerin yirminci yüzyýlýn ikinci yarýsýndan itibaren girdikleri "meþruiyet krizi" tespitinden hareketle demokrasiyi, dolayýsýyla siyaseti, kurumsal alandan gündelik yaþam
27
Bir Kitabýn Eþiðinde
alanýna doðru geniþletmeyi önerir. Bu açýdan, siyasetin öznesi insan kategorisi, mekâný kamusal alan, aracý ise diyalogdur. Diyalogun üslûbu ise rasyonalite ile çizilir. Bir siyasal kategori olarak entelektüeli inceleyen Anxious Intellectuals'da, incelemenin çerçevesi böyle bir siyaset-demokrasi anlamlandýrmasýna baðlý olarak çizilmekle, gerek modern zamanlara özgü 'cahil uzmanlar' olarak nitelendirilebilecek 'meslek entelektüelleri'ne bir meydan okuma gerekse giriþte verdiðim örnekte imlenen ve entelektüele siyasallýkla - siyaset-üstülük arasýnda - bu kez bir 'aradalýk' durumundan ziyade - karþýlýklý olarak birbirini dýþlayýcý bir nev'i 'kurtarýcýlýk' misyonu yükleyen nafile yaklaþýmýn çürütülmesinin zengin örnekler çeþitlemesini bulmak mümkündür. Bunun yerine, çalýþmanýn satýr aralarýnda entelektüelin her þeyden önce bir özne, eylemelerinin ise kaçýnýlmaz bir þekilde siyasal olduðu ve sol entelektüeller özelinde demokratik etikten beslenmeleri gerektiði vurgulanýr. Nitekim, Profesyonel kültürün tehlikesi, sadece demokrasi karþýsýnda takýnýlan deðiþken tutumdan kaynaklanmaz. 20. yüzyýl tarihine bakýldýðýnda, sorunlarýn arkasýnda yatan nedenin, ahlâki, etik, ya da siyasal tefekkürün uzmanýn belirlenmiþ görevinden ayrýþtýrýlmasý olduðu kestirilebilir. Entelektüelin tanýmlayýcý özelliði bilgi ile olan iliþkisini eleþtiri ekseninde kurmaktýr. Düþünmenin kendisi bir yaþamsal eylem olduðu ölçüde, bu, entelektüeli siyaseten muhalif bir konuma oturtur. Bu ise, bilginin parçalandýðý ve teknikleþtiði geç-modern zamanlarda düþünmeyi yaþama geri döndürmek açýsýndan etikin vazgeçilmezliðini ön plâna çýkartýr. Son tahlilde, insan özne olarak entelektüel açýsýndan "kendilik kaygýsý"yla beslenen bir ethos, kimilerinin varsaydýðý göksel alanlardan ziyade yerde, dünyada, bugünde, gündelik yaþamda eyleyen bir varlýk olan entelektüelin muhalif kimliðinin kurucu unsurlarýndan biridir. Böyle bir etik anlayýþý ve pratiði kiþinin sadece kurulu düzene ve iktidara mesafeli, dolayýsýyla eleþtirel durmasýný deðil, ayný zamanda kendisini bilmesi açýsýndan ucu açýk bir sürecin baþlamasýný saðlar. Bunun, baþta verdiðim örnekte imlenenin aksine, entelektüel kimliðinin, sabit ve apolitik ve tarih-dýþý deðil, ancak ve ancak bir oluþ hâli olduðunu teyit ettiðini düþünüyorum.
28
Cindrella Jacob Grimm / Wilhelm Grimm
Açýk Mektup Çiðdem Çalkýlýç 5 Kasým 2002 Sevgili Külkedisi, namý-diðer Sindirella; Yýllardýr üvey annen ve kýz kardeþlerin sana eziyet eder sen ses çýkarmazsýn. Hep elin kolun baðlýdýr, hep ezilir büzülürsün. Bu ezikliðini telafi etmek için hep bir prens hayal edersin. Eðer bir prens sana kýymet verir ve eþi olmaný isterse sen o zaman kendini deðerli hissedeceksin. Peki seni baban niye hiç korumaz bu cadýlardan biçarem? Ýki laf edemez þu cadý karýsýna ve üvey kýzlarýna! Niye ezdirir seni? Hem baban güzel kalpli anneni sevmiþ de üzerine bu cadýyý nasýl sevmiþ de evlenmiþ hiç anlamam! Neyse, gelelim senin tercihlerine kafanda güçlü, süslü, yakýþýklý, her kýzýn ölüp bittiði prens hayali, gerçekte süklüm püklüm küllü halin, ne tezat, heyhat! Tezatlarýn mýknatýslanmasý
prensibiyle
birbirinize
doðru
bilmeden
çekilmektesiniz. Peki vaftiz annenin, sana prenses kýlýklarý vermeye güçleri vardý da seni ne demeye bu cadýlarýn elinde ezdirdi? Alaydý ya yanýna bakaydý sana, sihirli güçleriyle yemek giysi ihtiyacýný karþýlardý. Gelelim evlendiðin prense, hazretleri seninle 2 ayrý baloda , sen þýkýr þýkýr kýyafetler içindeyken 2 kez dansetti de seni doðrudan tanýyamýyor. Ýllaki kaçarken düþürdüðün mini minnacýk kristal ayakkabýný dolaþtýrýp duruyor. Ya ayaklarýn o kadar küçük olmasaydý ne olacaktý? Bu adam hiç mi gözlerine bakmadý hiç mi seni tanýmak istemedi? Prens ancak seni þeklen 'uygunken' tanýyabiliyor. Tencere kapak meselesi sen de onu muktedir, yakýþýklý, her kýzýn ölüp bittiði prens olduðu için istedin zaten. Sana müstahaktýr böylesi üstelik beklentilerinizde buluþtuðunuzdan mutlu olma ihtimaliniz bile var. Gökten üç elma da düþer.
29
Just and Unjust Wars: A Moral Argument with Historical Illustrations Michael Walzer
Haklý ve Haksýz Savaþlar Özlem Denli 1991 Körfez Savaþý ile baþlayýp Yugoslavya, Arnavutluk ve beklenen Irak müdahaleleri ile devam eden süreçle birlikte, Vietnam Savaþý'nýn biçimlendirdiði döneme benzer bir yoðunlukta ancak son derece farklý bir siyasal atmosferde, yaþadýklarýmýzý anlamlandýrmak için haklý savaþ kavramýna ihtiyaç duyuyoruz. Amerikan solunun önemli isimlerinden Michael Walzer'in Just and Unjust Wars: A Moral Argument with Historical Illustrations adlý kitabý haklý savaþ literatürünün temel, ayný zamanda güncel eserlerinden biri. Walzer'in Amerika'nýn Vietnam müdahalesi üzerine bir felsefeciden ziyade bir siyasi eylemci olarak þekillenmeye baþlayan düþüncelerini normatif bir argüman þeklinde sistematize ettiði kitabin ilk basýmý 1977'de, yazarýn "Körfez Savaþý Sonrasýnda" baþlýklý önsözünü de içeren ikinci basýmý ise 1992 yapýldý. Walzer'in haklý savaþ teorisinin esasini, savaþýn "normatif bir olgu" olarak tanýmlanmasý oluþturur. Ýlk elde tepki uyandýrabilecek bu tanýmlama, esas olarak savaþýn normatif kriterlerin geçerlilik alaný dýþýnda kalmadýðý iddiasý için kaçýnýlmazdýr. Walzer'in pasifizme olduðu kadar savaþýn insan davranýþlarýnýn normatif gerekçelerle sýnýrlanmasýna topyekün bir istisna oluþturduðu düþüncesine de alternatif duruþu, böyle bir çerçeveyi gerekli kýlar.
30
Bir Kitabýn Eþiðinde
Bu temel çerçeveyi iþlerken Walzer konumunu aðýrlýklý olarak legalist (yasalcý) paradigma ile iliþki içinde biçimlendirir. Argüman, yasal formülasyonun kategorik yapýsýný ahlaki akýl yürütme aracýlýðýyla sorgulama, gerektiðinde yasal ilkeyi normatif olarak temellendirme ya da ilkeden normatif çekincelerle ayrýlma yoluyla inþa edilir; her adým bir öncekini içerip öteye taþýyan sýký bir mantýksal kurgu içinde yerini alýr. Öte yandan, legalist paradigmanýn çýkýþ noktasý olarak kabulü, baþlangýç kavramlarýnýn normatif temellendirilmesini büyük ölçüde çalýþmanýn kapsamý dýþýnda býrakýr. Sözgelimi siyasal toplum ya da devletin esasa dair nitelikleri arasýnda görülen "egemenlik" kavramý, analizin temel taþlarýndan olmasýna raðmen, kapsamlý olarak tartýþýlmaz. Kýsa bir deðinmede Walzer siyasal egemenliði nihai olarak bireyin haklarýna dayandýrýr ancak bunu liberal toplum sözleþmesi teorilerine özgü bir dolayýmsýzlýkla deðil siyasal toplumun tarihsel deneyiminden doðan "ortaklaþa yaþam" kavramý dolayýmýnda yapar. Amerikan siyaset felsefesinde genellikle liberalizmle karþýtlýðý içinde ele alýnan "cemaatçi"liðe tekabül eden bu konum, uluslararasý hukuk çerçevesiyle de uyumlu biçimde, egemenlik ve uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný bireyin siyasal hak ve özgürlükleri sorunundan bir ölçüde ayrý tutar. Bu önemli ayýrým çizgisine raðmen Walzer özgürlük sorunundan kopmaz, hatta kavramý genel çizgileriyle deontolojik argümanýnda merkezi bir konuma taþýr. Siyasi egemenlik, kolektif bir özgürlüðün dýþa vurumu olmanýn yaný sýra, var olan uluslararasý düzende birey olarak hak sahibi olabilmenin de çerçevesini oluþturur. Barýþ, haklarla özgür olmak anlamýna geldiði oranda savaþ, Clauswitz'in ifadesiyle, cehennemdir. Walzer'a göre de savaþ suçtur ve barbarlýktýr çünkü haklarý mümkün kýlan zemini yok ederek özgür iradeye aðýr bir darbe indirir. Savaþ zorunluluða tutsak düþmek demektir çünkü kiþi iradesinden koparýlarak ölmeye ve öldürmeye varan bir vazgeçiþe sürüklenir. Üstelik savaþta insanlar bireyler olarak deðil, devletlerin sadýk ya da gönülsüz mensuplarý olarak þiddet kullanmaya mecbur edilir ve þiddete maruz kalýrlar; insan hayatý kiþisel bir hak alaný olmaktan çýkarýp millileþtirilir.
31
Bir Kitabýn Eþiðinde
Hiç kuþkusuz savaþ kendisine kayýtsýz hatta karþý olanlarý, muharip olmayan ve olmayacaklarý da gelip bularak kurbanlar yaratýr. Walzer zorunlu askerliðin norma yakýn bir yaygýnlýk gösterdiði modern toplumlarda muharipleri de savaþýn gelip bulduðu kiþiler arasýnda görür. Askerin hayatý millileþtiði kadar ucuzlamýþtýr da; düþenin yerine yenisini koyacak taze kaynak çoðu zaman mevcuttur. Bu anlamda, haksýz bir saldýrý savaþýnýn neferleri bile, Napoleon'un Matternich savaþýnda ayda 30.000 asker kaybetmeyi gözden çýkarmasý gibi bir muhasebenin konusu olabilecek kurbanlardýr. Savaþý normatif bir olgu olarak tanýmlama çabasý, zorunluluðun cehenneminde özgür irade ve sorumluluða yer açarak ahlaki yargýnýn geçerliliðini savunmaktýr. Walzer bu amaçla birbirinden mantýksal olarak ayrý duran iki ana eksen ortaya koyar. Ýlki, jus ad bellum ya da savaþýn baþlama gerekçelerinin haklýlýðý. Ýkincisi de jus in bello yani savaþ bir kez baþladýktan sonra meþru yollarla yürütülmesi. Walzer'in formülasyonu siyaset teorisinde marjinal bir konuma denk düþmese de tartýþmasýz kabul görmez. Clausewitz'in temsil ettiði bir diðer anlayýþa göre savaþ, taraflarýn birbirinin elini mahkum etmesi yolu ile kaçýnýlmaz olarak ahlaki aþýrýlýða ve sýnýrsýz bir güç edimine yönelir. Bu çerçevede savaþa
dair
varýlabilecek
yegane
normatif
yargý
baþlangýç
gerekçelerine dairdir. Bu konumun ters kutbunda ise Carl Schmitt'in hiçbir norm, toplumsal ideal, akýlcý hedef, yasallýk ya da meþruluk düþüncesini, insanlarýn bu nedenlere dayanarak fiziksel olarak yok edilmesine gerekçe kabul etmeyen yaklaþýmý yer alýr. Ancak, Schmitt'in konumu þiddeti dýþlayan bir pasifizm deðildir. Aksine Schmitt, savaþ ve fiziksel yok etmeyi bir insan grubunun somut ve varoluþsal bir çatýþma iliþkisi içinde bir diðerine karþý konumlanmasý þeklinde anlar. Çatýþmanýn varoluþsallýðý ise hiçbir deðer sistemine referansla anlaþýlamazlýðý, yani savaþý baþlatan iradenin her türlü normatif deðerlendirilmenin üzerinde tutulacaðý anlamýna gelir. Walzer'in teorileþtirmesinde ise jus ad bellum ve jus i bella ayýrýmý savaþýn ahlaki gerçekliðine dair en yakýcý meseledir. Birbirinden baðýmsýz olarak tanýmlanmýþ olsa da bu iki eksen somut ahlaki yargý baðlamýnda çok daha karmaþýk, hatta problemli bir iliþki içine girerler.
32
Bir Kitabýn Eþiðinde
Walzer, öncelikle, meþruluðu nesnel/tarihsel iliþkilerde deðil taraflarca ileri sürülen gerekçeler zemininde arar ve karþýlýklý olarak sunulan argümanlarýn nihai bir deðerlendirmesinin mümkün olduðunu varsayar. Bazý durumlarda -örneðin haksýz bir saldýrýya karþý müdafaa savaþýnda- kazanmak özel bir önem taþýr. Böyle bir durumda iki eksen arasýndaki iliþki, savaþma gerekçesinin haklýlýðýnýn araç ve yöntemlerin meþruluðuna dair yargýmýzý deðiþtirip deðiþtiremeyeceði sorusunda düðümlenir. Faydacý ya da genel hatlarýyla sonuççu akýl yürütmeye göre haklar haklýlýða
paralel
bir
þekilde
korunur.
Yalýn
bir
keskinlikle
tanýmlanamayan durumlarda bütünüyle reddedilmesi gereken araç ve yöntemler, haklý müdafaa durumunda meþru kabul edilebilirler. Bir baþka deyiþle, kiþilerin sahip olduklarý haklar, savaþma gerekçelerinin haklýlýðýyla orantýlý bir þekilde artar ya da azalýrlar. Bu konumun tam karþýtý olan ahlaki mutlakçýlýk ise bireylerin haklarýna iliþkin bir dizi kategorik ve ihlal edilemez yasaklar koyar. Walzer, argümanýnýn temelde deontolojik çerçevesini ciddi olarak zorlayan bu ikilemi "kaçýnýlamaz zorunluluk" kavramý ile aþmak ister. Sonuççu düþüncenin haklarý azar azar erozyona uðratan mantýðýndan farklý olarak, haklarýn yalnýzca uç noktada bir moral aciliyet durumunda, yani kaçýnýlmaz bir felaketten kurtulmanýn baþka yolu bulunmamasý halinde ihlal edilebileceðini söyler. Siyasal toplumda ifade bulan ortak yaþam tarzýnýn veya kolektivitenin varlýðýnýn tehdit altýnda olmasý, bu son derece dar ve kesin olarak tanýmlanmýþ olaðanüstü durumun paradigmatik biçimleridir. Bu düzeyde bir istisnai durum bile haklarý hak olarak ortadan kaldýrmaz, ancak ve ancak ahlaki sorumluluðunu taþýma þartýyla ihlal edilebileceklerine iþaret eder. Bu noktada Walzer artýk kuralýn deðil istisnanýn dayandýðý ilkeleri sistematize etmektedir. Kierkegaard "istisna, her þeyi tümelden çok daha açýk bir þekilde ortaya koyar" der. Belki de öyledir. Ýyi okumalar.
33
Hisarlý Ahmet Yorumuyla Kütahya Türküleri Yayýna hazýrlayanlar: Mustafa Hisarlý - Hüseyin Pektaþ
"Ahmet Bey'in bir küheylan atý var" Nursel Duruel (Ýkinci baskýya önsöz) Müzikten mimariye, söz sanatlarýndan el sanatlarýna geleneksel sanat eserlerinden her biri taþýdýklarý zaman yükünü daha ilk karþýlaþmada aktarýrlar bize. Yine de fazla konuþkan olduklarý anlamýna
gelmez
bu.
Uzmaný,
meraklýsý
deðilsek
yalnýzca
geçmiþimize ait olduklarýný duyumsatmakla kalýrlar. Ýçinde yer alarak akýp geldikleri, ördükleri, ruh verdikleri zamanýn ve hayatýn ayrýntýlarýný ancak anlamaya, bilmeye istekli olanlara sergiler, yeni yaratýmlara uç býrakýrlar. Günümüz koþullarýnda, çoðu kiþi için, baðlamlarýndan koparýlmýþ, asýl iþlevlerinden soyundurulmuþ bütün kültürel objeler ve olgular gibi turistik tüketim malzemesinden öte anlam taþýmazlar. Yerli halk için bile artýk böyledir bu.Ya da bilerek, bilmeyerek tahrip edilirler. En aðýr fireyi de -kayda geçirilmemiþse- sese, söze dayalý alanlar verir. Varlýklarýndan, serüvenlerinden söz edebilmek için, ne durumda olurlarsa olsunlar, günümüze
ulaþabilmiþ olmalarý, bugün de
hayatýmýzýn içinde bulunmalarý, en azýndan izlerinin kalmýþ olmasý gerekir. Bu da ancak kültürel mirasa sahip çýkma bilincinin ya da sezgisinin sunabileceði bir olanaktýr. Hisarlý Ahmet, yeteneðini, sezgisini bilinçle yoðurarak
bize bu olanaðý sunan halk
sanatçýlarýndan biri. Nota okumayý bilmediðim halde Hisarlý Ahmet Yorumuyla Kütahya Türküleri
baþlýklý nota aðýrlýklý
kitaba önsöz
yazmaya kalkýþmamýn temel nedeni, ona ve gerek müzik alanýnda gerekse baþka alanlarda ayný tutumu benimseyenlere teþekkür borçlu
34
Bir Kitabýn Eþiðinde
olduðumuzu
düþünmem.
Özellikle
son
yýllarda,
prehistorik
dönemlerden bu yana geçmiþe iliþkin bütün kültür verilerini kapsayan envanter çýkarma çalýþmalarýnýn yoðunlaþmasý, farklý zamanlarda, farklý kiþi ve kurumlarca yapýlan, yapýlmakta olan çalýþmalarý bütünselliðe kavuþturma çabalarýnýn artmasý, 'kaynak kiþi' niteliði taþýyan yöresel sanatçýlarýn önemine bir kez daha dikkat çekiyor. Yukarýda söylenenlerle iliþkilendirilebilecek öznel nedenlerim de var: Birincisi, türküleri severim, Kütahya türkülerini daha çok severim. Ýlkgençliðimde, Kütahya'da, daha çok kadýnlardan dinlediðim otantik ezgilerle dolmuþtu
kulaðým. Düðünlerde, 'kýzlar içi' denen
toplantýlarda, olaðanüstü incelikle düzenlenmiþ bahçelere benzeyen yerel kýyafetleriyle, deblek eþliðinde, alabildiðine edalý, ama her þeyi kuþatan vakur bir tavýrla söyleyip oynarlardý: Þimdallý, Ebeler, Kar mý yaðdý Kütahya'nýn daðýna, Týpýr týpýr yürürsün, Çömüdüm, Ahmet Bey'in Bir küheylan atý var, Yasemen dalý vb... Bir yanlarýyla hâlâ Germiyan Beyliði baþkentinin kadýnlarýydýlar sanki. Ýkinci neden, bu kitaba emek veren Mustafa Hisarlý, Nida Tüfekçi, Yücel Paþmakçý'yla yýllarca ayný çatý altýnda -farklý alanlarda- çalýþmýþ biri olarak
sanatlarýna nasýl yaklaþtýklarýna tanýklýk etmiþ,
dostluklarýyla beslenmiþ olmam. Kütahya'da bulunduðum sýrada Hisarlý Ahmet'i de tanýmýþtým. Kentin müzik yaþamýný diri tutan dört Ahmet beyden biriydi. Öbürleri (Ahmet Akalýn, Ressam Ahmet olarak tanýnan Ahmet Yakupoðlu, Ahmet Akýncan) klasik Türk müziðiyle uðraþýyorlardý. Herkesin sevip saydýðý, oralý olmalarýndan
onur
duyduðu sanatçýlardý dördü de. 1908 doðumlu Hisarlý Ahmet, kitaptaki
kýsa biyografisine
göre,yemenici Mustafa Usta'nýn oðlu. Müziðe, küçük yaþta, ailesinden gizli satýn aldýðý baðlamayla (üç mintan buðday karþýlýðýnda) baþlamýþ. Babasý sazý görünce kýrmýþ, o yenisini alýp devam etmiþ.Bu olay birkaç kez yinelendiði halde caydýrýcý olmamýþ.
Delikanlýlýk
çaðýna ulaþtýðýnda 'gezek' denen arkadaþ toplantýlarýnýn en aranýr kiþisi haline gelmiþ. Eðlencenin yaný sýra bir çeþit eðitim yeri olan bu toplantýlarda, zamanýn ustalarý arasýnda ( Kelerlerin Ethem Efendi,
35
Bir Kitabýn Eþiðinde
Dülgerin Hüseyin Aða, Nuri Çavuþ, Arabacý Ýbrahim Aða) olgunlaþtýrmýþ sanatýný. Askere gidinceye kadar o da babasý gibi yemenicilik, kavaflýk yaparak kazanmýþ hayatýný; dönüþünde kahvehane iþletmeye baþlamýþ. Meraklýlara baðlama çalmayý öðrettiði kahve, kýsa sürede sanatçýlarýn uðrak yeri
olmuþ, daha sonra da
müzik aletleri satýlan bir dükkana dönüþmüþ. O çevrede eli saz tutan herkese emeði geçtiði söylenen Hisarlý Ahmet, hayatý boyunca sesiyle, sazýyla para kazanmaya yanaþmadý. Derlediði türküleri genç kuþaklara aktarýrken deðiþmemesine
özen
gösterdi
.
TRT
asýllarýnýn bozulup repertuarýna
vererek
kalýcýlýklarýný, yaygýnlýk kazanmalarýný saðladý. Halk müziðinin deðerli hocalarý
Nida Tüfekçi ile Yücel
Paþmakçý'nýn notaya aldýklarý otuz üç türkü ve oyun havasý yer alýyor kitapta. Bu süreci anlatan kýsa metinlerinde ikisi de hayranlýkla söz ediyorlar Hisarlý Ahmet'ten. Nida Tüfekçi, ilk kez 1950'li yýllarda, radyo repertuarýnda rastladýðý Hisardan inmem diyor, Fincanýn dibi noktalý gibi bir- iki türkü dolayýsýyla haberdar olduðunu söylüyor : "Bu türkülerdeki notalarýn süsleri icracý sanatçýlarý bir hayli zorluyordu, ister istemez dikkatimi çekti. Gerek saz gerekse ses bölümlerindeki iþlemelerin nasýl yapýlabildiðini , tavýr ve aðýz özelliklerini çözmeye çalýþtým, sonuca eriþtim dersem yanlýþ olur. Zira kaðýt üzerindeki bu çalýþmlar saðlýklý ve isabetli sonuca ulaþtýrmýyor insaný." yýllarda
1960'lý
eþi Neriman Altýndað Tüfekçi ve Yücel Paþmakçý ile
Kütahya'ya konser vermek için gittiklerinde
tanýþýyorlar Hisarlý
Ahmet'le : "Konser ertesi dükkanýna gittik. Bize zaz çaldý, türkü söyledi. Hepimiz deðiþik bir üslubun ve deðiþik bir saz tavrýnýn þahidi olduðumuzun farkýna vardýk. Ben hemen bir teyp arayýþýna girdim. Bulduk. Ne var ki þehir ceryanýndaki voltaj düþüþleri sonucu saðlýklý bir kayýt yapamadýk.". Sonraki yýllarda, Hisarlý Ahmet, Mustafa Hisarlý'yý ziyaret için Ýstanbul'a gelip gittiðinde kayýt yapýyorlar ve notaya almaya baþlýyorlar:
"Bu
çalýþmalar
sonunda
Hisarlý
Ahmet'in
Germiyanoðullarý'ndan miras kalan halk musikisi geleneðinin son ve güçlü temsilcisi olduðu kanaati kesinleþti. Onun sazýndaki tavýr, Kütahya tavrýnýn diðer yörelerden ayrý bir özellik taþýdýðýný ispat ve
36
Bir Kitabýn Eþiðinde
kabul ettirdi. Oya gibi iþlediði hançere naðmeleri ile , Kütahya aðzýnýn varlýðýný bütün sanat aleminin dikkatine sundu." Hisarlý Ahmet'in oðlu Mustafa Hisarlý ile torunu Hüseyin Pektaþ'ýn yayýna hazýrladýklarý
kitabýn ilk baskýsý, 1995'te, Güral Porselen'in
katkýlarýyla Kütahya da yapýldý. Mustafa Hisarlý kitabý bana armaðan ederken hem mutluydu, hem üzgün. Babasýnýn son yýllarýndaki en büyük isteðinin TRT repertuarýna kazandýrdýðý türkülerin notalarýný bir kitapta toplamak olduðunu söylüyordu. Bu isteði onun ölümünden on bir yýl sonra gerçekleþtirebilmiþti. Aslýnda babasý istememiþ olsa da yapardý bunu. Daha çocukken o da ayný yolu tutmuþtu çünkü. Ortaokulda ayný sýnýftaydýk. Babasýndan gizli saz çalardý. Engel olacaðýný düþündüðü için deðil, ona duyduðu saygýdan... Daha sonra da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
Mimarlýk Bölümü'nü bitirdiði
halde mimarlýðý deðil, müziði seçti. Halk müziðine, TRT Ýstanbul Radyosu'nda saz sanatçýsý, repertuar þefi ve THM müdürü olarak hizmet etti; Yýldýz Üniversitesi'nde
öðretim görevlisi olarak müzik
dersleri verdi.. Sanatlarýn en soyutu olan müzikte icracýnýn zamanýn katmanlarýný sesine yükleyerek açýða çýkarmasý (güftelerin içerdiði çeþitli belirteçler, dilsel özellikler vb gözardý edilirse)
arkeologlarýn toprak altýnda
uygarlýk katmanlarýný araþtýrmasýndan daha zor görünüyor bana. Yöresel sanatçýlarýn icrasýnda bile sýk rastlanýr bir özellik deðil bu. Hisarlý Ahmet iþte bu özelliði taþýyan sanatçýlardan biriydi. Kitabýn baþlýðýndaki 'yorum' sözcüðü de daha çok bu baðlamda anlaþýlmalý. Hisarlý Ahmet Yorumuyla Kütahya Türküleri'nin, ilk baskýdaki bazý aksaklýklardan -notalar hariç- arýndýrýlarak
yeniden basýlmasýnýn
bugün için olduðu kadar gelecek açýsýndan da ciddi bir kazanç olduðunu düþünüyorum.
37
Yitik Kentin Kýrk Yýlý Kozmas Politis
Öbür Dünya Can Eryümlü Sevgili Kozmas Politis, Önce ellerinden saygýyla öperim amca. Sen beni tanýmazsýn. Ben, býrakýp gittiðin Ýzmir'den, sana göre genç biriyim, ama yazdýðýn 'Yitik Kentin Kýrk Yýlý' adlý kitabýn bana beni düþündürttü. Oturup, özlediðin kendi Ýzmir'ini anlatmýþsýn. Benim büyüdüðüm Ýzmir'e çok yakýndý anlattýklarýn. Ben de sokaklarda senin oynadýðýna benzer oyunlarý oynadým çocukken. Ayný insanlar vardý, adlarý ayný olmasa da. Seninkiler gibi yaþýyorlardý benimkiler de. Ýzmir bu kadar deðiþmemiþ, bu kadar yabancýlaþmamýþtý insana. Benim çocuðum, ne yazýk ki, yaþamadý bizim o yaþadýklarýmýzý. Devir birden deðiþmiþti. Senin buradan kovuluþunu, karýnýn çocuðunu düþürmesini, sonrasýnda çektiðin sýkýntýlarý hiçbir þekilde ödeyemem. Biliyorum. Hayýr! Savunma falan yapmýyorum. Varsan baksan hepimiz ayný pisliðiz, bütün diðer uluslar gibi. Rüzgar önünde sürüklenen dikenli çalýlar gibi bu kayalýk ülkeye tutunmaya çalýþmýþtý dedelerimiz. Koyunlarýnýn peþinden gelen çapaçul göçebelerdi önce seninkiler de, benimkiler de. Oradan oraya savrulurken bir yer tutabilmek için önlerine geleni sopaladýlar. Pek çok acýlara neden oldular. Sopaladý, sopaladý, sonra da adamakýllý sopalanýp ufacýk bir yere týkýldýlar. Baþkalarýna çektirdiðimiz acýlarý bizler yaþadýk sopalandýðýmýz zaman. Sizinkilerle bizimkiler farklý zamanlardaydý, ama olsun. Sopalanmanýn ne demek olduðunu öðrendik sýrayla, ama onu hep es geçip
38
Bir Kitabýn Eþiðinde
unutturmaya çalýþtýlar. Nasýl adam sopaladýklarýný anlattýlar bize sürekli. Oysa iþte buradayýz hep birlikte. Deðil mi? Ayný çöl kýyýsýndaki çamur çukuruna 'ülkemiz' demeye zorlanýyoruz. Arkadaþ, bir yararý olur mu bilmiyorum, ama bir önerim var sana. Gel, burada birlikte yaþayalým. Boþ ver yasalarý, ya da kodamanlarýn ne diyeceklerini. Hiç takma kafaný onlara! Onlar savaþ ister. Kâr etmek için isterler onu ve kendileri asla gitmez cepheye falan. Asýl parayý kazandýklarý meslekleri, 'Vatan! Namus!' diye diye, bizim gibileri çayýrlara sürüp öldürtmektir. Seninle ben varýz namlunun ucunda. Bizler yitiririz ülkemizi, kentimizi, evimizi, ve anasýnýn karnýndaki yavrucaðýmýzý. Düþgücü ve aklý olmayana ölümün pek bir anlamý yoktur, ama bizim var. Deðil mi? Savaþ bizim gibi insanlarýn anlayamadýðý, ya da içine sinmeyen ne varsa hepsidir. Onun için boþ ver! Topla pýlýný pýrtýný, gel benim evime yerleþ. Her þeyim senin olsun. Ödeþelim. Ver elini de, 'Eh,' de! Ýzmir'ini senin býraktýðýn kadar 'güzel' tutamadýk. Gerçi yanýyordu seninki sen giderken, ama Ýzmir Ýzmir'dir gene de. Gel be! Ne tuhaf, deðil mi hemþehrim? Ýnanmadýðýmýz ruhlarýmýz bir aradayken dünyalarýmýz ne kadar faklýlaþtýrýldý. Gel bunu biz aynýlaþtýralým. Biz çözmek zorundayýz bu olayý. Baþkalarý yapmaz çünkü. Özlemini çok iyi anlýyorum. Ben de senin kokunu çok, ama çok özledim.
39
Jules Feiffer's America Jules Feiffer
Eisenhower'dan Reagan'a Jules Feiffer'ýn Amerikasý Levent Gönenç Elinizde tuttuðunuz bu kitap bugüne kadar Amerikan toplumu
üzerine
yapýlmýþ
en
yetkin
sosyolojik
çalýþmalardan biridir. Belki bu önsözün ön sözünde böyle bir yargýyla karþýlaþmak bazý okurlarý þaþýrtmýþ olabilir. Bu kitap büyük ihtimalle kitapçýlarýn sosyoloji bölümünde
deðil
çizgi
roman
bölümünde
sergilenmektedir. Pek çok okur da bu kitabý iþten güçten arta kalan zamanlarýnda hoþça vakit geçirmek için almýþtýr. Kuþkusuz Jules Feiffer'ýn çizgileri kolaylýkla tebessüm etmenizi saðlayabilir. Hatta sizi tebessüm ettirirken düþündürebilir de... Ama "Jules Feiffer'ýn Amerikasý"
bunun
ötesinde,
genel
olarak
post/endüstriyel toplum, özel olarak Amerikan toplumu üzerine yetkin sosyolojik gözlemler içerir. Klasik anlamýyla sosyoloji sosyal bilimlerin bir kolu; karikatür ise plastik sanatlarýn bir dalýdýr. Ýlk bakýþta sosyolojiyle karikatürü baðdaþtýrmak güç olabilir, ancak okur kitabýn sayfalarýný çevirdikçe bu iki unsurun ne kadar ustalýkla harmanlandýðýný görecektir. Karikatür sanatý ortaya çýkýþýndan bugüne kadar insaný konu almýþ, insan toplumsal çevresiyle birlikte karikatüre malzeme olmuþtur. Hayvanlarý konu alan karikatürler bile ya hayvanlarý insanlarla olan iliþkileri çerçevesinde ele almýþ ya da onlarý insanlaþtýrmýþ ve insanlarý
40
Bir Kitabýn Eþiðinde
anlatmak için bir araç olarak kullanmýþtýr. Bu baðlamda karikatür, yine insaný konu alan ve sosyal bilimlerin temelini oluþturan iki disipline; tarihe ve felsefeye hep yakýn durmuþtur. Siyasi karikatür tarihe notlar düþerken, grafik mizah bize felsefenin temel problemlerine farklý bir açýdan bakma imkaný vermiþtir. Sosyal bilimlerin temelini oluþturan bir baþka disiplin, sosyoloji de karikatürle yakýn iliþki içindedir. Karikatür insaný anlatýrken onu sosyal çevresinden ayrý düþünmez. Dolayýsýyla, her karikatür onu çizen sanatçýnýn yaþadýðý topluma iliþkin sosyolojik bir takým ipuçlarý içerir. Bunun ötesinde karikatüre sosyolojik bir derinlik katmak ise ayrý bir ustalýk iþidir. Örneðin, Hogarth 18. yy. Ýngiliz toplumundaki sýnýflara, bu sýnýflar arasýndaki iliþkilere/çeliþkilere ve sosyal deðiþimin sancýlarýna ayna tutar; Sempé ise endüstriyel toplumdan post-endüstriyel topluma geçiþte Fransýz burjuvazisinin mükemmel siyah-beyaz bir fotoðrafýný çeker. Feiffer da bu sentezi yakalayabilen ender sanatçýlardan biridir. O çizgilerinde, özellikle II. Dünya Savaþý sonrasý Amerikan toplumunun sosyolojik bir analizini yapar. Eisenhower, Johnston ve Carter gibi tarihi kiþiliklerin; 68 Hareketi, Vietnam Savaþý ve Küba Krizi gibi tarihi olaylarýn arka planýnda Amerikan toplumunu hicveder. Ancak Feiffer'ýn analizleri Amerikan toplumuyla sýnýrlý kalmaz. Onun kararsýz fýrça darbelerinde nefes alýp veren karakterler yerel ve küresel düzeyde kapitalizmin çarklarý arasýnda ezilen/ezilmemek için direnen bireyi anlatýr.
41
Bir Kitabýn Eþiðinde
Sosyolojinin en önemli kavramlarýndan biri olan iktidar çaðdaþ toplumlarda çeþitli biçimlerde ortaya çýkar. Örneðin, ünlü sosyolog Gianfranco Poggi iktidar biçimlerini ele aldýðý kitabýnda esas olarak dört iktidar biçiminden söz eder: Siyasi, ideolojik, ekonomik ve askeri iktidar. Feiffer bütün bu iktidar biçimleriyle dalga geçer. Devlet tarafýndan kullanýlan siyasi iktidar toplumdaki en üstün gücü ifade eder, ancak, Feiffer'ýn vurucu bir biçimde ortaya koyduðu gibi, sonuçta siyasi iktidar bile insanýn saf duygularý karþýsýnda anlamsýz kalýr (Fig. 1). Günümüzde ideolojilerin erozyonundan söz edilmektedir. Baudrillard'a göre, medya, imaj ve sembollerin hakimiyetindeki bir dünyada simülasyon ve simülakra ideolojinin yerini almýþtýr. Feiffer'ýn bir bantýnda Marx, Keynes, Freud ve Darwin'in ölmek istemiyorlarsa televizyonu denemeleri gerektiðini söyleyen karakter Baudrillard'nýn fikirlerini özetliyor gibidir (Fig. 2). Ýdeolojik iktidar çoðu zaman karþýmýza dini iktidar olarak çýkar. Feiffer bu iktidarý ciddiye almadýðýný da Ýncil'in ikinci cildini bekleyen bir rahibin aðzýndan açýklar (Fig. 3). Ekonomik ve askeri iktidar ise sýrasýyla sermayedarlarýn ve ordunun elinde toplanmýþtýr. Günümüzde Amerikan toplumunda ekonomik iktidarýn profili kapitalist sistem tarafýndan belirlenir. Feiffer bantlarýnda, bu sistemin temelinde yatan iki önemli itici gücün haset ve açgözlülük olduðunu söyler (Fig. 4, 5). Askeri iktidar ise disiplinli ve azametli görünüþüne raðmen zaman zaman olabildiðince irrasyonel olabilmektedir. Bunu en iyi anlatan örneklerden biri, Feiffer'ýn 1950'li yýllarda, Kore Savaþý sýrasýnda askere alýndýðýnda çizdiði "Munro" isimli çizgi öyküdür. Bu öyküde Feiffer 4 yaþýnda askere alýnan bir çocuðun kendini kurtarmak için verdiði savaþ anlatýr (Fig. 6). Feiffer son çözümlemede bütün bu iktidar biçimlerinin yarattýðý hayal kýrýklýðýna iþaret eder (Fig. 7). Feiffer bantlarýnda çok çeþitli karakterlere yer verir, ancak zaman içinde bazý tiplerin öne çýktýðý söylenebilir. Bunlar arasýnda belki de en dikkat çekici olan, okurlarýn ilk kez 1950'li yýllarda tanýþtýðý Dansçýdýr. Feiffer'ýn. Sanatçýnýn ilk çizdiði
42
Bir Kitabýn Eþiðinde
Dansçý bantýnda, siyahlar giyinmiþ zarif bir kadýn estetik bir biçimde bahar için dans eder ama ne yazýk ki bu dans yerini bulmaz ve Dansçýnýn üzerine kar yaðar. Daha bu ilk bantta Dansçýnýn karakteri ortaya çýkar: Dansçý iyi niyetlidir; daha iyi bir dünya için dans eder ama modern dünyanýn gerçekleri her seferinde onu hayal kýrýklýðýna uðratýr. Dansçý her ne kadar yenilen, yýkýlan, kaybeden taraf gibi görünse de aslýnda o bir protestocudur. Dans ederek statükoya karþý çýkar. Feiffer Dansçýnýn gerçek hayatta bir karþýlýðý olduðunu söyler. O, Feiffer'ýn ilk birlikte olduðu kadýndýr. Kendisinin 20, onun 23 yaþýnda olduðunu, bir süre bir iliþki yaþadýklarýný ve onun hep kendisini dans gösterilerine sürüklediðini anlatýr. O yýllarda dans gösterilerinden önce dansçý çýkar ne yapacaðýný anlatýrmýþ. Ýþte Feiffer bu ritüelden esinlenerek Dansçý karakterini yaratmýþ ve böylece o sevgilisini ölümsüzleþtirmiþtir. Sonuçta, Feiffer Dansçýyý o dönem birlikte olduðu kýz arkadaþýndan esinlenerek yaratmýþtýr ama dansýn ve dansçýlarýn 68 hareketinin protest tavrýnýn en önemli simgelerinden biri olduðu düþünüldüðünde, bu karakterin Feiffer'ýn dünya görüþünü de çok güzel özetlediði söylenebilir. Feiffer derin konularý olabildiðince sade bir çizgiyle anlatýr. Her ne kadar onun bantlarý sözcüklere, fikirlere dayanýyor gibi görünse de aslýnda o büyük bir çizgi ustasýdýr. Feiffer'ýn desenlerinde, bazý
43
Bir Kitabýn Eþiðinde
eleþtirmenlerin de iþaret ettiði gibi, Rodin ve Matisse'in desenlerindeki tat bulunabilir. Onun alelacele çizilivermiþ gibi görünen desenlerinin ardýnda çok güçlü bir kompozisyon, anatomi, ýþýk ve gölge bilgisi olduðu görülür. Feiffer çok az çizere nasip olabilecek mükemmel bir hareket duygusuna sahiptir. Dansçý bantlarýndaki çizimler bunun en güzel örneðidir. Basit gibi görünen bu üslup aslýnda zaman içinde kazanýlmýþ, üzerinde çok çalýþýlmýþ, çok emek verilmiþ bir çizgi evreninden süzülür. Feiffer baþlangýçta William Steig, Robert Osborn ve UPA çizgi filmlerinden etkilendiðini söyler. Gençlik yýllarýnda bir süre birlikte çalýþtýðý çizgi roman ustasý Will Eisner'dan da çok þey öðrenmiþtir.
Zamanla
çizgisi
oturmuþ
ve
kýsa
sürede
onu
çaðdaþlarýndan ayýran farklý üslubunu yakalamayý baþarmýþtýr.
Feiffer bantlarýnda arka plan kullanmaz. Bu, ihmal, yetersizlik veya tembellikten kaynaklanan bir eksiklik deðildir. Bu, onun tiyatro sanatýna olan ilgisiyle açýklanabilir. Feiffer ayný zamanda usta bir oyun yazarý ve senaristtir. O bantlarýnda esprileri monolog veya diyaloglar içinde geliþtirir; dramatik atmosferi karakterlerin uygun jest ve mimikleriyle pekiþtirir. Böyle bir anlatým biçiminde karakterler, onlarýn tavýrlarý ve anlattýklarý ön plana çýkar. Dolayýsýyla Feiffer büyük ihtimalle, karakterlerin üzerinde toplanan ilgiyi daðýtmamak için arka plan çizmez. Bir anlamda spot ýþýk sahnede karakterin üzerindedir; dekor asgari ölçüde, çok gerektiði zaman kullanýlýr. Feiffer Yahudi komedyenlerden, özellikle stand-up sanatçýlarýndan büyük ölçüde etkilendiðini söyler. Bu etki özellikle tek karakterler üzerine kurulmuþ bantlarda açýkça görülebilir.
44
Bir Kitabýn Eþiðinde
Feiffer kendinden sonra gelen pek çok sanatçýyý etkilemiþ bir çizgi ustasýdýr,
ancak
sanatçý
kimliði
çizerliðiyle
sýnýrlý
deðildir.
Kütüphanelerde "Feiffer" anahtar kelimesini tarayanlar oldukça uzun bir listeyle karþýlaþacaklardýr. Ciltler dolusu bant/karikatür ve bunlarýn yanýnda bir dizi roman, oyun, senaryo, çocuk kitabý... Feiffer öteden beri edebiyatla yakýndan ilgilenmiþ, hatta 1963 ve 1977 yýllarýnda "Harry: The Rat with Women" ve "Ackroyd" isimli iki roman yazmýþtýr. Son yýllarda ise bu ilgisi özellikle çocuk kitaplarý üzerinde yoðunlaþmýþtýr. Feiffer çocuk kitaplarýna yöneliþini þöyle anlatýr: "Þey, aslýnda çok yýllar önceydi, sanýrým 63 yýlýydý. Þimdi bir klasik olan "The Phantom Tollbooth" kitabýný resimlemiþtim. Bunun sadece bir kerelik bir þey olacaðýný düþünmüþtüm. Kitabýn yazarý, Norton Juster benim dostum ve oda arkadaþýmdý ve bu iþin kafamdaki kariyerle hiçbir ilgisi yoktu. O zamanlar sosyal ve siyasi satir yazýp çizmekle ve hükümeti devirmeye çalýþmakla meþguldüm. O zamanlar amacým buydu. Sonra aradan yýllar geçti, 30 yýl kadar, ve bir ev dolusu çocuðum oldu; onlarý eðlendirmek için bir yol bulmam gerekiyordu. Onlara okuduðum hikayeler -Charlotte's Web, Roald Dahl hikayeleri, James Marshall ve Maurice Sendak'ýn resimli kitaplarý- kendi hikayelerimi yazmak için bana ilham verdi." Feiffer bu ilhamý birikimiyle birleþtirerek bir düzineye yakýn çocuk kitabýna imza atmýþ ve çocuklarý da hayran kitlesine katmayý baþarmýþtýr.
45
Bir Kitabýn Eþiðinde
Feiffer bugün artýk düzenli olarak çizmiyor. 2000 yýlýnda, Bush ve Gore arasýndaki baþkanlýk yarýþýný olaðanüstü sýkýcý bulduðu için yýllarca sürdürdüðü "Feiffer" baþlýklý haftalýk karikatürlerinden kendini emekli etti. O her ne kadar düzenli çizmeyi býrakmýþ olsa da, onun Dansçýsý patronlara, siyasetçilere, zorbalara, silahlara ve savaþa karþý dans etmeyi sürdürüyor. Kuþkunuz olmasýn, o dansýný sürdürdükçe bahar biraz daha yakýn...
46
Bir Kitabýn Eþiðinde
Örnekler fig.1.
fig.2.
47
Bir Kitabýn Eþiðinde
fig.3.
Bir Kitabýn Eþiðinde
48
fig.4.
fig.5.
fig.6.
Bir Kitabýn Eþiðinde
49
Bir Kitabýn Eþiðinde
50
fig.7.
51
Korkuyu Beklerken Oðuz Atay
Bir önsöz neden yazýlýr? Murat Gülsoy Bir önsöz neden yazýlýr? Bir önsözler kitabý hazýrlanýyordu ve bana da sorulmuþtu; evet yazmak isterim demiþtim. Kýsa bir süre düþündükten sonra adý Oðuz Atay'ýn Korkuyu Beklerken adlý hikâye kitabýna bir önsöz yazacaðýmý bildirmiþtim. Zaman içinde kitabý bir kaç kez tekrar tekrar okudum. Ýlk okuduðum zamanlarda aklýmda kalan hikâyelerin hiç de öyle olmadýklarýný fark ettim. Sayfalarca not aldým. Hikâyelerde yinelenen simge ve nesnelerin listesini yaptým. Bunlarýn üzerinde duran bir önsöz yazmaya kararlýydým. Neden? Üstelik kitabýn Oðuz Demiralp tarafýndan kaleme alýnmýþ bir önsözü de vardý. Okurla yazar arasýna girmemeye özen gösterdiðini söyleyen Demiralp amacýnýn okurda kitaba karþý bir heves ve bir merak uyandýrmak olduðunu söylemekteydi. Bunu yaparken Atay'ýn çizgisini, temel izleklerini, yaklaþýmýný ve anlatým ögelerini de anlatýyor; amaçlarýna pekala ulaþýyordu. O halde neden bu kitaba önsöz yazmak konusunda kararlýydým? Oðuz Atay'ýn önsözler konusundaki alaycý tavrýný bilmezmiþim gibi neden onu seçmiþtim? Nedeni çok açýktý aslýnda: Beni yazmaya iten, bana yazmayý ve edebiyatý sevdiren bir yazar olduðu için ve Korkuyu Beklerken'in son dönemde yazýlmýþ en güzel hikâyeleri bünyesinde toplayan bir kitap olduðuna
inandýðým
için
en
dürüst
seçimin
bu
olduðunu
düþünmüþtüm. Bir borç ödemek, bir saygý duruþunda bulunmak isteði
52
Bir Kitabýn Eþiðinde
ya da kendi durduðum yeri Atay'la iliþkilendirerek bir yerlere tutunmaya çalýþma arzusuydu benimkisi. Ama... Ama niyetim ne olursa olsun bir türlü istediðim önsözü yazamadým. Bir çok deneme yaptým, hiç biri istediðim gibi olmadý. En çok sevdiðim yazar hakkýnda býrakalým kapsamlý bir önsözü mütevazý bir denemeyi bile bitiremiyordum. Neden? Belki Oðuz Atay'a raðmen bir önsöz yazmanýn zorluðu, belki ona layýk olamayacak olmanýn tedirginliði, belki de... Belki de bir büyüklük kompleksi: Defalarca yaptýðým denemelerin bazýlarýnda hikâyeleri teker teker çözümlemeye çalýþmýþtým, Beyaz Mantolu Adam'dan baþlayarak Tutunamayanlar'a uzanan çizgide toplumun karþýsýndaki yalnýz insanýn baþarýsýzlýðýnýn ve mutsuzluðunun onu nasýl bir ermiþe dönüþtürdüðünü yazmýþtým. Biraz duygusal çokca analitik bulduðum bu denemelerimi Berna Moran'ýn ya da Orhan Pamuk'un Atay üzerine yazdýklarýyla karþýlaþtýrýnca ne kadar ilkel ve özenti olduðunu fark ettim. Baþka denemelerde biraz daha serbest býraktým kalemimi: Ayna, giysiler, yabancýlar, mektup, adres, kimlik izleklerini kurcaladým. Korkuyu Beklerken hikâyesini odaða taþýdýðým bu denemelerimi kitabýn son hikâyesi olan Demiryolu Hikâyecileri ile noktalýyordum. Ama Nurdan Gürbilek'in ya da Yýldýz Ecevit'in incelemelerinin yanýnda o kadar zayýf ve yersiz duruyorlardý ki... Mecburen en iyi bildiðim alan içinden konuþmaya çalýþtým: Korkuyu Beklerken kitabýný okuma maceramýn duraklarýný hikâye etmeye çabaladým. 1984'de Bodrum'da baþlayan ve halen sürmekte olan bir okuma serüveni. Bu serüvenin Oðuz Atay'ýn yazar kimliðinin özgünlüðü ve samimiyeti ile iliþkisi ve benim nacizane yazarlýðým üzerindeki izdüþümleri vardý bu 'içten' denemelerimde. Ama Cevat Çapan'ýn, Enis Batur'un ya da Ömer Madra'nýn yazdýklarý önsözlerle karþýlaþtýrdýðýmda yine bir þeylerin eksik kaldýðýný ya da bir þeylerin dozunun kaçmýþ olduðunu fark ettim. Ýþte þimdi de bir baþka samimiyet buhraný içinde kaleme alýnmýþ bir deneme yapýyorum. Bu sefer de önsözü neden yazamadýðýmýn hikâyesini anlatarak kendimi kurtarmaya çalýþýyorum. Belki bu denememi de diðerleri gibi okuyamayacaksýnýz.
53
Bir Kitabýn Eþiðinde
Yukarýda Oðuz Atay üzerine yazmýþ olan yazarlarý anarken þunu fark ettim: Oðuz Atay'ýn sadece benim kuþaðýmý deðil tüm edebiyatýmýzý derinden etkilemiþ bir yazar olduðu. Bunu da þuradan anlýyorum: Oðuz Atay'dan söz edildiðinde, tanýma fýrsatý bulduðum yazarlarýn yüzünde bambaþka bir ifade beliriyor. Her biri için bir dönem özel bir yazar olduðu belli oluyordu. Ýtiraf etmeseler de Atay bir yana diðer yazarlar bir yana der gibi bir halleri olduðunu hissediyordum. Tabii okumak öznel bir süreç. Belki de ben hep okumak istediðim o saf edebiyat ve yaþam sevgisini gördüm baktýðým yüzlerde... Belki de genç yaþýnda trajik bir biçimde aramýzdan ayrýlmasýnýn yansýmalarýydý gördüðüm gölgeler... Belki de yaþayan yazarlar için en iyi baþka yazarýn hep ölüler dünyasýnda olmasýnýn getirdiði bir yan etkiydi bu... Yaþamýný sürdürseydi, geç de olsa 'yeniden keþfedilebilir miydi?' Bilemiyorum. Amacým günümüz edebiyat dünyasýný iðnelemek ya da onu yüceltecek bir güzelleme yazmak deðil. Nasýlsa edebiyat okurlarý onu kendiliðinden kitaplýklarýnýn ve kalplerinin en özel yerine çoktan yerleþtirmiþlerdir. Amacým... Sahi neydi amacým? Sahici olmaktý. En az onun kadar içten ve samimi olmak. Bize özgü duyarlýlýðý yakalamaya çalýþmak. Ne yazýk ki, onun yapýtlarý üzerine konuþurken içtenliði yakalayamayacaðýmý anladým en sonunda. Çünkü onun yapýtlarýný okumaya baþladýðýmda elimde olmaksýzýn kendi ilkgençliðime dönüyor, onu ilk okuduðum zamanlardaki ruhuma kavuþuyor, kendimi kaptýrýyorum. Aradan onca yýl geçmemiþ, bir çok þey okumamýþ, yazmamýþ gibi çocuklaþýyor, onu þaþkýnlýk ve heyecanla ilk kez okuyan mühendislik öðrencisine dönüþüyorum. Önünde upuzun bir gelecek olan, utangaç ve kendine güvensiz, darbe sonrasý gencine dönüþüyorum. Hiç bir kitabýn ilk okunuþu üzerimde böyle bir etki býrakmamýþtýr. Belki bir de Cervantes... Ýþte o yüzden, zaman içinde öðrenmiþ olduðum edebiyat kuramlarýný, yazým biçimlerini ve anlatým tekniklerini birer araç olarak kullanýp bu kitabýn hikâyeleri incelerken samimi olamadýðýmý düþünüyorum. Peþinde olduðum içtenliði yitirdiðimi düþünüyorum. Belki kendi hikâyelerimi anlatýrken yakalayabilirim, bilmiyorum. Edebiyat da bir gösteri sanatý en nihayetinde. Ýzleyicisini eðlendiren, düþündüren, duygulandýran. Hele bizim gibi kolayca seven, kýzan, hüzünlenen insanlar için... Bu
54
Bir Kitabýn Eþiðinde
son yazdýðým cümleyi tamamlarken içime kurtlar düþmeye baþladý. Evet Oðuz Atay'ýn cümleleri beni derinimden sarabiliyor ama ben o cümleleri kuramam. Yapamam. Örneðin, onun söylediði gibi 'Caným Ýnsanlar!' diye seslenemem. Bu ketlenmenin nedeni özgün olamama korkusu deðil kuþkusuz. Baþka bir dönemde baþka bir insan olarak yazmak. Basitçe böyle. Elbette bu kitapta okuru bekleyen hikâyelerde neler olacaðýnýn ipuçlarýný verebilirim. Birer paragrafla konularýndan ve üsluplarýndan söz edebilirim. Bu anlatacaklarým kitabý henüz okumamýþ okuru heveslendirir mi? Sanmýyorum. Aslýnda, bu kitabý henüz okumamýþ olan talihli kiþileri sadece kýskanýyorum. Son bir þey daha söylemek isterim. Madem ki bu bir önsözden çok bir itiraf mektubuna dönüþtü, bunu da söylemeliyim: Sulu göz biri deðilimdir. Ýçimde durmadan paranoyalar üreten ironik ruhum duygusallaþmama bir yere kadar izin verir; piþmanlýklarýmýn, hüzünlerimin, duygusallýklarýmýn üzerinde sallanýp duran kýyýcý bir sarkaçtýr analitik düþünce, doya doya aðlamama ve gülmeme izin vermez. Bir yerde söylüyor Atay: "Batýlý analiz eder, inceler, biz severiz." Bunu okuduðumuzda onun da incelemek yerine sevdiðini düþünürüz ancak bu cümlenin analitik bir incelemenin duygusal bir sonucu olduðunu görmezden geliriz. Ýþte sanýrým ben de o yüzden ne tam olarak inceleyebiliyor ne de tam olarak duygusallaþabiliyorum. Ýki arada bir deredeyim. Ama yine de... Evet beni her okuduðumda sarsan, tüm akýlcý denetim mekanizmalarýmý kilitleyen, göz pýnarlarýmýn musluðunu açýveren satýrlar o kitabýn içinde yazýlý. Belki de sadece bu nedenden dolayý bu önsözle boðuþup durdum. Bundan önce yazmaya çalýþtýðým önsöz denemelerinde beni rahatsýz eden, yapay gelen o analitik tavrýn üzerimde emanet bir elbise gibi durmasýydý. En son Ýzmir'deydik. Korkuyu Beklerken'in en son hikâyesi olan Demiryolu Hikâyecileri - Bir Rüya üzerine söyleþi yapýyorduk. Hikâyeden bölümler okuyup üzerine konuþtuðumuz bir tür paneldi. Son paragrafý seslendiremeyeceðimi bildiðim için okumasý için
55
Bir Kitabýn Eþiðinde
arkadaþýma ittim kitabý usulca. Çünkü ne zaman o satýrlarý yüksek sesle okumaya kalkýþsam sesim titremeye baþlar, gözlerim dolar, aðlamaya baþladýðým hemen anlaþýlýr. Aslýnda bunun nedenlerini sorgulamalýyým. Bana o satýrlarýn neden böylesine acý geldiðini düþünmeliyim. Ama yapamadým. Bu acýyý hissettiðim için daha fazla insanlaþtýðýmý sanýyorum. Beni insanlaþtýran bu acýnýn böyle saf kalmasýný tercih ediyorum galiba. Kuþku payý hep var. Güvensizlik, sahipsizlik, referanssýzlýk hep var. Kayýp hep var. O satýrlar, beni gizli gizli aðlatan satýrlar kitabýn en sonunda. "Korkuyorum" diye baþlýyor sondan bir önceki paragraf. "Çünkü buradan gitmek istiyorum." Diye devam ediyor. Nedense bu cümle bana aðýr bir hüküm gibi geliyor. Sonrasý malum; bir mektup yazmak istediðinden söz ediyor, ama hiç bir adres bilmediðini ekliyor. Hiç bir adres bilmemek. Yalnýz olmak. Üzerinde istasyon þefinin elbiseleri ile orada bekleyen sevgili yazarýmýn son sözleri kendi dramatik kaderi ile birleþince daha da feci bir hal alýyor: "Ben buradayým sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" Bu önsöz, bu cümle ile sonlanmalýydý, farkýndayým. Her yazýnýn bir kurgusu, bir finali vardýr. Üstelik o cümle yalnýzca Korkuyu Beklerken kitabýnýn deðil bu önsözün de finali olabilirdi, üstelik çok da hoþ olurdu. Ama böyle yapmak istemedim. Deðil mi ki önsöz yazmak gibi bir iþe giriþtim, önsözün son sözünü yine yazara verme kolaycýlýðýna düþmemeliyim. Atay kolaycýðý sevmezdi. Kendisinden Atay diye söz edilmesinden hoþlanýr mýydý acaba? Emin deðilim, bilmiyorum. Ama bildiðim bir þey var: O ve ondan öncekiler, birileri bir zamanlar bu dünyada yaþadýlar ve daha fazla insan olmanýn yollarýný araþtýrdýlar. Yaþamlarýnýn kimi anlarýnda bu kaygýyý derinden hissettiler. Biz de tüm zaaflarýmýza ve zayýflýklarýmýza raðmen bu yolda yürüyebiliriz. Bu umudu vermeyecekse edebiyat neden var olsun ki...
56
Godot'yu Beklerken Samuel Beckett
Oyun Yeniden Baþlýyor Ömer Ýzgeç Nobel Edebiyat Ödüllü Ýrlandalý inceleme, þiir, roman ve oyun yazarý Samuel Beckett'in Godot'yu Beklerken'i, Ýkinci Dünya Savaþý'nýn beraberinde getirdiði yýkýmlarýn, ölümlerin bir sonucu olarak ortaya çýkan ve uygarlýðýn gidiþatýna duyulan güvensizliðin sanatsal yansýmasý olarak algýlanabilecek "Uyumsuzluk Tiyatrosu'nun ilk ve önemli ürünlerinden biridir. Fransýzca kaleme aldýðý Godot'yu Beklerken, Beckett'in diðer eserlerinin de temel izlekleri olan beklemek, bedensel yetilerin yavaþ yavaþ
yitiriliþi
ve
bunun
getirdiði
sorgulamalar,
varoluþun
anlamsýzlýðýna karakterlerin kendi kendilerine hikâyeler anlatarak ve sunî heyecanlar yaratarak dayanmaya çalýþmasý gibi temalar etrafýnda þekillenir. Her zamanki gibi, Godot'yu Beklerken'in sonunda da oyunun devingen yapýsýna raðmen- karakterler yine metnin baþýndaki konumlarýndan bir arpa boyu dahi yol alamamýþ, merkezinde çoktan tükenmiþ bir anlamlandýrma çabasýnýn bulunduðu bir çemberin etrafýnda turluyor olacaklardýr. Devinim asla eksik olmayacaktýr; çünkü her þeye raðmen yaþam yalnýzca eylemsizken katlanýlmaz oluyordur. Godot'yu Beklerken, Ýrlandalý bir yazar tarafýndan Fransýzca olarak kaleme alýnmýþtýr. Beckett'in kendi öz dili yerine henüz tam anlamýyla
57
Bir Kitabýn Eþiðinde
hakim olmadýðý Fransýzca'yý yeðlemesi ticarî ya da sanatsal bir stratejiden çok, tam da onun kendi edebiyat anlayýþýna hizmet eden bir seçimdir aslýnda. Öyle ki, Beckett yazýn hayatý boyunca anlatýsýný yalnýzca edebiyatýný mý; çok az sayýdaki röportajýndan ve demeçlerinden bilindiði üzere günlük yaþamýný da- söylemek istediðini bulandýracak, bir paye alta çekecek her türlü safsatadan arýndýrmak için çabalamýþtýr. Hâkim olduðu ve böylece yazma eyleminde ona anlatýsýnýn iletilmesinden öte edebî bir çok olanak tanýyarak yazma eyleminin temel izleðinden kendisini uzaklaþtýracak ana dili yerine, yabancýsý olduðu bir dilde, edebî oyunlardan ýrak, salt anlatmak istediðini yazmak ona istediði arýlýðý bir nebze saðlamýþ olsa gerek. Sonrasýnda ise, edebî numaralardan soyutladýðý anlatýsýnda sözcüklerin de içlerini boþaltmýþ, konuþmalarý anlamsýz tekrarlara, "bu bitimsiz
boþluktaki
bilinci"
oyalamanýn
biricik
oyuncaklarýna
dönüþtürmüþ; ve sonunda sözcükleri de tamamen ortadan kaldýrýp, kahramanlarýný o tedirgin edici sessizlikte daha da bir "hiç"leþtirdiði sözsüz oyunlarýný kaleme almýþtýr. Godot'yu Beklerken'de daha perdenin açýldýðý ilk andan itibaren bu hiçlikle yüzleþiriz. Bir kýr yolu. Aðaç. Akþam. Ortasýnda ince, yapraksýz bir aðaç olan bir sahne ve üzerlerinde eprimiþ kýyafetleriyle hýrpani iki kiþi: Vladimir ve Estragon. Þimdi boþ bir sahneye indirgenen fýrlatýldýðý dünyadaki rolünü gerçekleþtirmek, kendine ayrýlan zamaný doldurmak için bu bekleyiþte sözcükleri kendine can simidi belleyen, asla bir yanýt bulamadýðý varoluþ gizini kurcalamaktansa, bu çabanýn beyhudeliðini -aman ha- bir sessizlik anýnda kavrayabilecek bilinciyle yalnýz kalmamayý çabalayan "insan". Susulmamalýdýr. Oyunlar bitmemeli, anlatýlar sona ermemelidir. Sessizlik. Çok sürmemelidir. Beklerler. Onlarla görüþmeye söz vermiþ, ancak bir türlü bu sözünü yerine getirmeyen Godot'yu beklerler. Godot gelecektir; bugün olmasa bile yarýn mutlaka gelecektir. Godot nedir ya da kimdir? Tanrý (Godot) mýdýr? Godot izleyiciler, oyuncular, yönetmenler, okuyucular ve eleþtirmenlerce kimi zaman ölüm, kimi zaman aydýnlanma, kimi zaman da af, hatta sosyalizm ve devrim olarak yorumlanmýþtýr. Ölüm, aydýnlanma, af ya da devrim; tüm
58
Bir Kitabýn Eþiðinde
bunlarýn kesiþtiði -ya da kesiþtirilmek istendiði- tek bir noktada durur Godot: Beklenen. Godot'un geliþiyle birlikte acýlar dinecek, sýkýntýlar daðýlacak, yerlerinde umutlar göverecektir. Godot kurtuluþtur. Beckett, Godot'yu Beklerken'de oyunun baþ kahramanlarý Vladimir ve Estaragon'u bu bekleyiþlerinde yalnýz býrakmamýþ, bir baþka ikilinin, Pozzo ve Lucky'nin ortaya çýktýðý sahnelerde ikililerden oluþan yeni bir ikili yaratmýþtýr: Amaçsýz, çaresiz, þaþkýn Vladimir ve Estragon ile onlara nazaran her hareketlerinin belli bir düzeni, görece bir amacý olan Pozzo ve Lucky. Yine diðer Beckett karakterleri gibi Pozzo ile Lucky de bedensel yetilerinin bir kýsmýný yitirmiþlerdir ve de oyun süresince de yitiriyorlardýr. Lucky, Pozzo'nun kölesidir. Lucky'nin boynunda ucu Pozzo'da olan bir ip, Pozzo'nun elinde ise Lucky'e hükmetmekte kullandýðý kýrbacý vardýr. Beckett'in "Oyunun Sonu" oyunundaki Hamm ile Clov arasýndaki efendi-uþak iliþkisinden farklý bir baðlýlýktýr Pozzo ile Lucky'nin arasýndaki. Oyunun Sonu'nunda Clov efendisi Hamm'ý terk edemez çünkü dýþarýya çýkmanýn son derece tekinsiz olduðu -belki de kýyamet gelmiþtir, ya da daha öncekilerden çok daha yýkýcý bir savaþ- o ortamda, yiyeceklerim bulunduðu kilerin anahtarý Hamm'dadýr. Efendi Hamm, Clov'u kovamaz ya da terk edemez çünkü inmelidir. Yani bedensel aktivitelerinde Clov'a muhtaçtýr. Oysa Lucky'i Pozzo'ya baðlayan somut hiçbir þey yoktur. Ancak bir türlü onu býrakýp gidemez. Bunu düþünmez bile. Ne direnecek, ne çözümler üretecek ne de yeni bir yaþamý düþleyecek takatti vardýr. Halini, Pozzo ile arasýndaki -her yönüyle onun aleyhine olan- iliþkiyi sorgulamaz. Kabullenir, itaat eder. Benlik duygusunu yitirmiþtir. Yaþamlarý Vladimir ve Estragon'a nazaran ayrýntýlarla daha bir zenginleþmiþ, hedefleri, ulaþmak istedikleri bir yer -öyle ya, oyun boyunca sahnenin
müdavimleri yalnýzca Vladimir ve Estragondur-
olan Pozzo ve Lucky her þeye raðmen yine de diðerleriyle ayný kaderi paylaþmaktadýrlar. Zaman onlara göre belki daha hýzlý akýyordur, yaþam daha çekilesidir ama yine beraberinde bedensel çöküþü, acýyý ve o mutlak soruyu getirecektir: Ya sonra? Daha sonra ne olacak? Beckett, metninde birçok düþünce ve inanç sistemi gibi ne
59
Bir Kitabýn Eþiðinde
mutluluða giden yollarýn haritasýný çýkarýr ne de kesin bir yargýyla bilgiç bir nokta koyar. Bunu yerine, birinci perdenin sonundaki iki repliði oyunun sonunda yineleyerek metnini iki perdelik bir oyundan öteye taþýyýp, sözcükleri birbiri peþi sýra dizerek onlardan "devingen" bir çember oluþturur. -
Gidiyor muyuz?
-
Gidelim. (Yerlerinden kýpýrdamazlar.)
Son yaklaþýyor. Baþlangýca yaklaþýyoruz. Her son yeni bir baþlangýçtýr; ama Beckett'te her son ayný baþlangýca, o da yine ayný sona doðru akar. Son yaklaþýyor. Baþlangýç yaklaþýyor. Oyun yeniden- baþlýyor...
60
Önceki Günün Adasý Umberto Eco
Akýl Neden Kafadadýr? Adnan Kurt Baþkalarýnýn aþkýyla baþlýyor hayatýmýz, baþkalarýnýn düþünceleriyle deðil. Bir Yusuf Masalý, Ýsmet Özel Bu soru ve benzerlerini çözmeye çalýþan bir bilgindi McCulloch. Çözmeye çalýþmak/ aramak/ çözmek iþin bir yüzü. Digeri de sorularý bulmak/ çözüme götürecek sorularý aramak. McCulloch gibilerini düþünce tarihinin köþetaþlarý olarak görmemizin nedenlerinden biri de her ikisini de ayný ustalýkla yapmalarý olsa gerek. Ýnsan ve doða iliþkisi, insan davranýþlarý/ anlayýþý/ doðasý evrimsel ve biyolojik bir çözümleme ile anlaþýlabilir. Bu da doðanýn canlý ve cansýz ögelerini sýnýflayabilir kýlar bizi. Temel içgüdüler, milyonlarca yýllýk evrimsel süreçlerle paylaþtýðýmýz genetik bilgi, yaþam savaþý canlýlarýn ortak bileþenleridir. Bir de insaný ayrýþtýran þeyler var. Binlerce yýldýr süren, doðada diger türler üzerinde yükselen ve biyolojik beklentilerin dýþýna çýkan. Üreyerek, genlerini daha uzun zaman hakim ve var kýlma amacýna -þimdilik- ek olarak bilme/ bildirme/ arama/ anlama/ anlamlandýrma
etkinlikleri
ve
kültürel
þekillenme.
Kültürel
yapýlanmalar, düþünsel üretim araçlarý, bunlarýn biyolojik yansýmalarý hem çok önemli hem de yoðun çalýþmalara konu oluyor. Ama çoðumuzun hemfikir olacaðý, yaþadýðýmýz þu çaðda batý kültürünün ve bunun doðuþuna iliþkin tarih anlayýþýnýn baskýn olduðudur. Almaþýk
61
Bir Kitabýn Eþiðinde
düþünceler ve öneriler çok deðerli elbette. Büyük olasýlýkla da insan varoluþunu, çokkültürlülüðün
deðerini bulmasýna, barýþ ve adalet
anlayýþýnýn olgunlaþmasýna da katkýsý büyük olacaktýr. Yine de, þimdiki insansý etkinliklerimiz ve kültürel yapýlanmamýzý
kabullendiðimiz
þekliyle, varoluþumuza bakar ve önemli þeyleri anlamaya çalýþýrsak ne olur? Nasýl olur dersek eðer, yine birkaç binyýldýr edindiðimiz yöntemleri kullanabiliriz: felsefe, doða bilimleri, toplum bilimleri tekniklerini ve terimlerini. Bu, insaný anlamak için düþünceleri, kanýtlarý, mantýksal usavurumlarý kullanmamýzý gerektirir. Çoðunlukla baþarýlý, ilerlemeci, yinelenebilirliði yüksek, belgelenebilir sonuçlar verir bu yöntemler. Bir baþka yol daha var: Nasýl geliþtiyse anlayýþýmýz, neden duygusal bir yanýmýz türediyse evrim sýrasýnda duyumsamak istiyoruz. Sahici kýlacak kadar heyecanlanmak, usavurmamak istiyoruz. Ýnandýrýlmak ama kandýrýlmamak belki -tarihlere ve olgulara deðilse de duygulara. Ýþte bu baþka yollardan biri de edebiyat. Çok öznel olduðundan doðasý, deðerlendirmelerimiz de öznel. Ruhumuzda (neyse o) býraktýðý güzel izler, verdiði heyecan, zihnimizde þekillenen yollar/ yolculuklar/ anlar/ maceralar/ ve aþklarla deðerlendirebildiðimiz metinler. Baþkalarýnýn aþklarý/ maceralarý, baþka iklimler/ arayýþlar benliðimizde yer ediyor, yeni bir pencere açýyor bakýþýmýza. Önceki Günün Adasý bu duygularý veren en önemli yapýt benim gözümde. Sorduðu sorularla bir felsefe kitabý, yanýtlarýyla dünyanýn en güzel romaný. "Modern çaðlarýn bilgisinin temeli nasýl atýlmýþtý?" sorusuna hep tiksinti duyduðumuz karanlýk çaðlarda yanýt arýyor Umberto Eco, ya da geçiþ dönemlerinde. Bunu kurgulamasý inandýrýcý ve sürükleyici. Ýnsan arayýþýnýn, dünyayý/ doðayý kavrayýþýn temellerinin nasýl atýldýðýný ve günümüz kültürel birikiminin nasýl þekillendiðini hissettiriyor. Önceki Günün Adasý zamaný sorguluyor, modern zaman anlayýþýnýn kurulurken, Antik Yunan'dan Orta Çaðlarýn sonuna kadar gelen yapýsýnýn kýrýlma anýný kurguluyor. Zaman anlayýþýmýz ve onu yaþantýyla ve toplumla bütünleþtirmemiz belki de batý uygarlýðýnýn temel taþlarýndan biridir. Sürükleyen bir macera olmasýna þaþmamalý. Kitaptaki 40 bölümün baþlýklarý birçok soruyu imliyor. Birkaçýný burada anmak, romandaki düþünce zenginliðine ipucu olacaktýr: Büyük Iþýk ve Gölge Sanatý/ Aristoteles Dürbünü/
62
Bir Kitabýn Eþiðinde
Yeniden Biçimlendirilen Coðrafya ve Hidrografya/ Sevginin Haritasý/ Savaþ Sanatý/ Sempati Tozu Üzerine Konuþma/ Ýþitilmedik Tuhaflýklar/ Keskin Kavrayýþ ve Yaratýcýlýk Sanatý/ Romanlarýn Kökeni Üzerine/ Erotik Melankolinin Anatomisi/ Politikacýlarýn Kitabý/ Yeraltý Dünyalarý/ Kutlu Ölüm için Kurallar ve Alýþtýrmalar/ Taþlarýn Düþünmesine Ýliþkin Çeliþik Alýþtýrmalar/ Cehennemin Yeri ve Doðasýnýn Sorgulanmasý/ Esrimeli Sema Yolculuðu. Önceki Günün Adasý, 17. yüzyýlda Ýtalya'da, Fransa'da ve Pasifik'te bir deniz yolculuðunda geçiyor. Okuruna aþk, tutku, merak, zaman, Tanrý ve hayatýn anlamýný bir baþka þekilde veriyor. Bunu bir kelimeler/ harfler/ tümceler þöleniyle sunuyor. Ýnsan baþka ne ister? McCulloch da hemen hemen þöyle yanýtlýyor bu yazýnýn baþlýðý olan soruyu: Çünkü insan bedeninde yalnýzca kafada yeterli sayýda, bilgi saklayabilecek, geribildirimlerle uyum saðlayýp öðrenebilecek ve dýþ dünya ile etkileþimde gereksinim duyulacak algýlamayý ve iþlemi yapabilecek öge var. 100 milyar sinir hücresi ve onbinmilyar sinirlerarasý baðlantý, astronomik büyüklükte baðlantý olasýlýðý uzayý. 10milyar sinir hücresinin etkileþimiyle insanlýk kültürü ve tarihi þekillendi. Evrime, çatallanan bir yol gösterdi. Hem yaratýcýlýðýn ve anlayýþýn, hem de aþkýn ve duygularýn gizleri orada yatýyor.
16Mart2003 Rumeli Feneri
63
Melekler Erkek Olur Hamdi Koç
Önsöz / Sonsöz Hande Öðüt "ÖNSÖZ" Bir metne, içeriðe, dizeye, paragrafa, görüntüye, resme, ideolojiye bakýþ açýmýz, sadece o þeyin kendiliðindenliðine bakýþýmýz deðilse (kodlanmalar, metinlerarasýlýklar, çaðrýþýmlar, duyma-duyumsamabilme-anlama-algýlama-çözümleme silsilesi, "grid"in ardýndakini görebilme çabasý, tarih ve tin, göz ve tin arasýndaki iç içelik'ler, çaprazlama yöntemleri, geçiþkenlikler vs. etkisiyle) yorumlarýmýz da salt o nesne ya da veri üzerine/üzerinde olamayacaðýna göre; "o þey"i kim bilir hiç kapsamayacak, belki yalnýzca bir kesitin açýmlamasýný içerecek. Ya da en basitinden "o þey"i, ne olduðuyla ya da ne olmadýðýyla açýmlayacaðýz. Ne olmadýðýný bilmek, ne olduðunu anlamaya dair bir yýðýn yol açacak önümüze. Ne olduðunu bilmek ise olunmayan þeyin çýkmaz sokaklarýna sürükleyecek bizi. Ya da onu sadece okuyacak, beðenecek veya beðenmeyecek, bir ders çýkaracak ya da bilinçaltýmýza itekleyecek, bir aný nesnesi gibi tavan aramýzda saklayacaðýz; kullaným yeri ve zamaný gelinceye dek. Bir metni sadece okumakla kalmayýp o metnin bize neler yapabileceðini gözlemlemek için pususuna yatacaðýz, zamanýn.
64
Bir Kitabýn Eþiðinde
Onu içimizde dinlendirip, baþka metinlerle benzerliklerini, kesiþim noktalarýný dillendireceðiz; sözün ya da yazýnýn eliyle... Metni,
kendi
bütünlüðü
içinde,
kendini
kuruþ
biçimiyle
deðerlendirirken; metin yazarýnýn duruþunu, bakýþýný, ideolojisini, kurgusunu, dilini, kývrýlýþ, kývranýþ, kýrýlýþlarýný, coðrafi, tarihi, sosyokültürel, geleneksel ve dinsel mirasýný, bunlardan büyük ölçüde etkilenen, beslenen ya da reddeden imgeleme gücünü göz önünde bulundurmadan, sadece ne ise o olduðuyla deðerlendirmek, paltomuzu, portmantoya asýp salona girmeye deðil, yýllar yýlý para biriktirerek nihayetinde diktirebildiðimiz paltomuzu çaldýrmaya hiç deðil, ayaza, buza paltosuz, hatta anadan üryan atýlmaya benzer, bencileyin. Öyleyse... Daha fazla uzatmadan kelâmýmýzý edelim ve kapýdan içeri girelim artýk; zira niyetimiz kapýnýn eþiðinde oturup beklemek deðil. Hamdi Koç'un, Çocuk Ölümü Þarkýlarý'ndan yýllar sonra gelen ikinci romaný, Melekler Erkek Olur'un özel baskýsý için bir önsöz yazmam teklif edildiðinde, uzun süre, sizinle paylaþtýðým yukarýdaki düþüncelerle dolup taþtý zihnim. Kitabý aylar önce okumuþ, ideolojik açýdan katýlmamakla beraber, uyandýrdýðý kimi çaðrýþýmlarla bir metinlerarasýlýk keþfetmiþ, bölümler arasýnda çizdiðim oklarla, kimi sayfalarý birbirine baðlayarak adeta bir "grid" oluþturmuþ, sonra bu el yapýmý kafesin pencerelerinden içeriyi gözetleyerek ve gördüklerimi not ederek anlatýnýn, üzerine inþa edildiði plana ulaþabilmiþtim; bir "ýzgara" planýydý bu. Roman yazmak da bir kent kurmak denli mimari tasarýma gereksinim duyduðu için, söz konusu plan ile ilgili araþtýrma yaptýktan sonra yanýlmadýðýmý anladým. Batý þehirciliðinin tarihinde ýzgara, yeni bir yerde baþlangýç yaparken ya da önceden var olan; ama felaketlerin harap ettiði yerleri
65
Bir Kitabýn Eþiðinde
yeniden yapmada özel olarak kullanýlmýþtý. Roma'nýn ýzgara planý, kimi kentleri, sýfýrdan baþlayarak kurma anlayýþýnda etkili olmuþtu. Ancak daha sonra kimi mezheplerin anlattýðý öyküler pek de mutlu geliþmedi. Izgara -Richard Sennett'in deyimiyle-, týpký satranç tahtasý gibi, üzerinde ekonomik rekabet oyunu oynanacak bir yerdi; bir nötrlüðün, çevreyi her türlü deðerinden yoksun kýlarak elde edilen bir nötrlüðün yeriydi. Ve ýzgara aynen, yarýþýp kazanýp da yeterince baþarýlý olmadýðýndan baþka bir þey hissetmeyen birinin kazandýðý Pirus zaferi gibi, üzerinde oynayanlarý þaþkýna çevirdi: "Izgaralanmýþ mekân, orada yaþamak zorunda olanlara boyun eðdirirdi; üstelik onlarýn iliþkileri görme ve deðerlendirme yeteneklerini körelterek yapardý bunu; hissettirmeden, sinsice. Bu anlamda, nötr mekânlarýn tasarlanmasý, baþkalarýna hükmetme ve boyun eðdirme eylemidir. Ama görsel tasarýmcý bunu, bir Machiavelli kurnazlýðýyla deðil, daha tutarsýz bir þekilde yapardý." Yargýmý oluþturacak bu özetin daha fazlasýný bir araya getirip günlerce üzerinde düþündüðümde, zemini dik açýdan kesen (ki bir ýzgara, birbiriyle dik açýyla kesiþen çizgilerden oluþurdu) en önemli çizgiyi de buldum. "Bir günbatýmýnýn ayrýntýlarý"ný eþelerken yakaladýðým, "solgun ateþ"le beraber küllenmeye itilmiþ o "saydam þeyler"den biriydi, metnin üzerinde gidip geldiði o silik çizgi... Karanlýkta bir ýþýk parlamýþtý önümde; çakar çakmaz sönen bir ýþýk (Selim Iþýk!), yiterken kahkahasýný býrakmýþtý geride. Ve davet edildiðim
o
eþikten
içeri,
Nabokov'un
soluðunu
ensemde
duyumsayarak girip ýzgara planýný anýmsamýþtým; onun bir satranç tahtasýna benzetiliþini... Sebastian Knight'ýn Gerçek Yaþamý! Knight = Satrançta at: Yatay ya da dikey olarak iki kare ilerleyip ardýndan yine yatay ya da dikey olarak bir kare gider! Bunlarý yazdýktan sonra gerisin geri döndüm. Nabokov'un kitaplarýný günlerce karýþtýrýp Hamdi Koç'un, hakkýnda bir önsöz yazmayý tasarladýðým Melekler Erkek Olur kitabýný, yalnýz kalmak
66
Bir Kitabýn Eþiðinde
istediðim için kendimle oynadýðým ve saatler süren satranç seanslarý esnasýnda karþýlaþtýrdým. Koç'un kahramaný, Nabokov'un kimi kahramanlarý gibi kurmacayla, anlatýcý sesle oynama, metni kýrma, bozma ve okur beklentileriyle oyunlara giriþme sürecinin, kiþisel bir geçmiþi yeniden kurmak gibi bir amacý olduðunu düþündürüyordu. Týpký onun Sebastian Knight'ýn Gerçek Yaþamý yapýtýnda olduðu gibi, sanki romanýn anlatýcýsý, romanda anlatýlan kiþiyle özdeþti. Özdeþliði bir kenara not edip Nabokov'un kitaplarýnýn güzelliðinin ardýnda her zaman kötücül ve zalim bir yan vardýr, diye baþlattým düþüncemin ilk cümlesini: Ve bir suçluluk duygusu, kaçmayý, bir sýðýnakta saklanmayý zorunlu deðil de cazip kýlan bir istek!.. Düþüncemin diðer cümleleri þöyle kuruldu akabinde: Ama bu suçluluðu hep bastýrmaya çalýþýr; ya pervasýz ve fütursuz bir ironide, ya da sinsi -kimileyin- doludizgin bir saldýrý ve öldürme isteðinde... Bastýrýlan vicdan azabý, kimi kez de kahramanýn, sýçrayan zaman aralýklarýnda geçmiþine, ilkgençlik anýlarýna dönmesinde gizlidir. Hatýrlama, Nabokov'a göre yaratýcý yazarýn ve hayal gücünün en büyük silahýdýr; þimdiyi, geçmiþin halesiyle kuþatarak yaþamamýzý saðlar. Ama (Orhan Pamuk'un Ada ya da Arzu romanýna yazdýðý önsözde dediði üzere), Proust'taki gibi geleceði olmayan, hayat yolculuðu tamamlanmýþ bir anlatýcýnýn geçmiþi hatýrlamasý deðildir. Hafýza ve zaman konusundaki ýsrarlarýndan anlayacaðýmýz gibi, þimdinin ve geleceðin, anýlarýn oyunlarý ve zamanýn dalgalanmalarýyla yapýldýðýný bilen bir yazarýn kararlýlýðýdýr, bu. Proust'u bir kült yazar olarak benimsemiþ Hamdi Koç'un kahramanýna döndüm, kendi kendimi mat ettikten sonra. Güpgüzel kurulmuþ steril hayatýný bozan, böylece güzelliðin içine zulmün ve kötücül ruhlarýn sýzmasýndan razý Murat "suç" ile hemhal tavýrlarýný kâh haklý çýkarmaya, kâh yönünü deðiþtirmeye, kâh kiþisel tarihini algýlamamýz adýna gençlik günlerini bir aný nesnesi külliyatý haline getirmeye yeltenirken bunun; hayat yolculuðu tamamlanmýþ bir
67
Bir Kitabýn Eþiðinde
anlatýcýnýn "hatýrlayýþý" olmadýðýný düþündürüyor. Vladimir Nabokov gibi Hamdi Koç da, bellek, ân ve aný temalarýndaki ödünsüz tavýrlarýyla ne yaptýðýný, dahasý neyi nasýl anlatmak istediðini bildiðini öne süren, bilmekliðini bildiðini bildiren bir yazar kararlýlýðýný sergiliyor. Pencerelerimi, perdelerimi, kapýmý ve tüm örtülerimi kapayýp yeniden cumbanýn oyuðuna, kafesli pencereme döndüm. Nabokov'un
kahramanlarýna
öykünürcesine
Hamdi
Koç'un
kahramaný da yeni bir yerde baþlangýç yaparken -ya da önceden var olan ama felaketlerin harap ettiði yerleri yeniden yapmada-, keþfettiðim planýn mantýðýný özellikle ve özenle kullanýyordu; hayatýna sýfýrdan baþlayýp yeniden kurmada etkili ve etkin olduðu halde katýldýðý yarýþta, baþarýlý olamadýðý için þaþkýna dönmüþtü. Çünkü ýzgaralanmýþ mekân, orada yaþamak zorunda olanlara boyun eðdirirdi; üstelik onlarýn, iliþkileri görme ve deðerlendirme yeteneklerini "kör"elterek yapardý bunu; sinsice. Ama görsel tasarýmcý (Nabokov ya da Koç diyelim) bir Machiavelli kurnazlýðýna soyunmamýþtý; daha tutarsýzdý. Ki o tutarsýzlýk, baþlarýna iþ açmýþ, sevmiþ ama sevilmemiþ, mutlanmýþ ama bir türlü mutlu olamamýþlardý. Bir ileri bir geri, bir dikey bir yatay ilerleyen Knight'ýn tersine Bishop gibi, üzerinde durduðu karenin renginden dýþarý çýkmamak evlâydý belki de... Öyleyse bir eþikte durup beklemeli miydim ben de? Olduðum yerde kalmalý yazar ile okur, okur ile kahraman, kahraman ile yazar arasýna girmemeliydim belki de... Ama duramadým. Paltomu -ya da üzerime yapýþan beyaz mantomu diyelim-, çýkardým çoktan ve Amerikalý þair John Shade'in 1959'da öldürülüþünün ardýndan yayýmlanan son þiiri ile editörünün yazdýðý önsöz, uzun bir açýklama bölümü ve dizinin yer aldýðý Solgun Ateþ'i ve Tutunamayanlar'ý bir kez daha gözden geçirdim. Evet, üzerine cümle kurmaya çalýþtýðým Melekler Erkek Olur'da Nabokov (ve dolaylý olarak
68
Bir Kitabýn Eþiðinde
Atay) etkisi vardý, ama, kesiþtiði en önemli dikey çizgi; karanlýkta çýnlayan son kahkahaydý. Bir gülümseme yayýldý yüzüme, uyurayak. Rüyamda, önsözleri hiç sevmeyen Nabokov ile onlarý tefe koyan Atay'ý bir çilingir sofrasýnda gördüm, sonra; karþýlýklý kadeh kaldýrýrken kimse tarafýndan yazýlamayan kendi önsöz/lerini, nasýl eserleri arasýna yedirip bunu, uzun bir iç monologa dönüþtürdüklerini kutluyor, kutsuyorlardý. Bir bardak bulup buluþturup ben de iþtirak ettim sofraya; kadehimi kaldýrýp ünledim: "Size bir manzara resmi deðil, bir manzara resminin deðiþik resmedilme biçimlerinden sadece birinin resmini göstereceðim." "SONSÖZ" Albinus: Zengindi, saygýndý, mutluydu; günün birinde gencecik bir metres uðruna karýsýný terk etti; sevdi; sevilmedi; ve yaþamý felaketle son buldu. Öykünün hepsi bu kadar! "Biz de hiç üstünde durmayabilirdik, eðer anlatmaktan keyif alýp kâr edebileceðimizi bilmeseydik (!)" Murat: Zengindi, saygýndý, mutluydu; günün birinde gencecik bir metres uðruna karýsýný terk etti; sevmedi, sevilmedi; ve yaþamý
Yaþamý felaketle son bulsaydý, öykünün hepsi bu kadar diyebilirdik belki. Belki diyorum, çünkü Murat'ýn yaþamý bir kapý eþiðine geldi, dur/ul/du. Yaþamý duruluða yeltendi. Devam edeceði karinesiyle
Yine de öykünün hepsi bu kadar diyebilir, hiç üstünde durmayabilirdim, eðer anlatmaktan keyif alýp kâr
Yoo, bir kâr hesabý hiç deðil üstünde düþünüp durmamýn nedeni. Anlatmaktan keyif alan bir baþka Albinus'la tanýþýp, dertleþtiði(m) için. Albinus örneðindeki gibi; erkek kahramana, "melek erkek"e, kadýnsý hýrçýnlýðým ve inceltilmiþ þirretliðimle söylenirken "neden" sorusunu, sadece onun için deðil, kendim için de bir yakarýya dönüþtürüp gözlerim dolduðu.. ve Murat'ýn yazgýsýnýn, Albinus gibi bir
69
Bir Kitabýn Eþiðinde
trajediye evrilmediðini öðrenince tuhaf bir sevinç, kursakta kalma tadýnda buruk bir ürperti duyduðum için... Kekre bir neþe; erkeksi dilin parametreleriyle örülmüþ, iktidarýn yaldýzlý izini takip eden, enerjisini þiddetten alan ve reddedilesi bir ideolojinin yüzeyinde dolanan bir hayatýn, aslýnda için için sonlanmasýný dilerken nasýl olup da çark ettiðim; kýrýk da olsa, kýrýlarak da olsa yine de bir ýþýk görebildiðim (gösterilene, inanma "meleke"sinden sýyrýlamadýðým) için...
Ýyi ve/veya kötü meleklerin,
melekelerini yitirseler de bir gün mutlaka bulacaklarýna inandýðým ve bana Nabokov'u anýmsattýðý için; sevdim erkeklerin melek olabilme olasýlýklarýný. Yüzünde usta bir kumarbazýn, kendinden çok emin bir sihirbazýn sinsi tebessümünün maskesini takmýþ, maskelerini çýkardýklarýnda, kendileriyle
göz
göze
gelmekten
korkan,
hayattan
korkan,
kaybetmekten korkan iki erkek: Albinus ile Murat. Baþtan çýkaran deðil, çýkarýlmaya rýza gösterirken aslýnda çok da fazla sorgulamayan. Düzen hesaplarýna bir sam yelinin bile deðmesinden ödleri kopan. Sonra deðiþim rüzgârýna kapýlarak savrulan. Gecenin de bir rengi olduðunu görmekten, daha fazla kaçmak istemeyen. Ancak biri gecenin içinde yitti, diðeri geceyi içinde yitirdi. Biri büyük bir üslûpçuydu, diðeri râvî
Biri geceye içrekti (ölüme massedildi); diðeri geceyi içselleþtirdi (hayata açtý gözlerini)
Benzeþen öyküler anlattýlar, burjuva evliliðini alaya alan, aldatan bir erkek üzerinden; kurgu deðil, çok gerçek, samimi
Hayatýnda radikal deðiþiklikler yapmaya kalkýþan, ama bunu ne kadar ve ne denli iradi olarak istediðini bilmeyen adamlarýn öykülerini anlattýlar, farklý zaman aralýklarýnda. Gerçek yaþamý, yani kendilerinin olmasý gereken yaþamý arayan adamlardý bunlar. Albinus'a göre gerçek bir yaþam, "Dev bir yýlan gibi zalim, çevik ve güçlü olan, bir an önce yok etmek için can attýðý yaþam baþka bir yerdeydi- ama nerede?" Bilmiyordu.
70
Bir Kitabýn Eþiðinde
Murat'a göre "Bir uyanýþ, bir vazgeçiþ rüyasý. Fýsýltýlý damlalarla yüzümüze sýçrayan, uyandýran, vazgeçiren
" Albinus, kadifemsi karanlýða (simgesel anlamda; sinemada) daldýðý an, bir elektrik fenerinin beyzi ýþýðýnda Margot'nun yüzünü görür. Gerçek anlamdaki karanlýðýnda -körlüðünde- ise gecede karadüþsel bir yaratýðýn, gözlerinin içine çok parlak bir þimþek çaktýðýný "görür" gibi olur. Murat ise sadece bir ara bir el fenerinin yakýlýp söndürülmesi gibi bir an içinde, karýsýnýn (Gül'ün) yüzünü tekrar görür gibi olur: "Ortada, üstümde, çevremde karanlýkta kaybedilmiþ bir þey olduðunu, kaybedenin ben olduðumu da anlayabiliyordum. Sadece bir þey, karanlýkta kaybedilmiþ ve karanlýkta bulunamayacak bir þey olduðunu." Geceye ait olmayan geceden uzak durmalýydý belki de Murat'ýn dediði gibi: "Çünkü gece, kendine ait olmayaný tanýr, içine sokmaz, kendi karanlýðýndan daha koyu bir karanlýkla karartýr onu
" Albinus koyu bir karanlýða gömüldü, kahkahasýný yitirdi. Murat da geceye lehimlenseydi; eylemin olmaklýðýnda da küçük bir harf deðiþimi gerçekleþecek, Albinus'un trajedisini tekrarlayacaktý: Erkekler, melek ölür! Oysa kendisiyle dopdolu olmayý, kendisini sahip edinmeyi arzulayan Murat, yeniden doðup biraz yardýmla korkmamayý, yaþamayý, büyümeyi, yalnýzlýðý, düþünmeyi ve karþý cinsi tanýmayý öðrenmek isterken Albinus'un trajedisi de yerini drama býrakýyor. Ne var ki geceye yapýlan serenad ayný: "Sev beni gece." Gecenin içinde bir çýðlýk! Görülüp duyulmayan bir kahkaha belki de
Karanlýkta kahkaha! Ya da bir ilüzyon; bir Pirus zaferi!
71
Çalýkuþu Reþat Nuri Güntekin
Türkçe Kadýn: Çalýkuþu Nazlý Ökten Kadýn mý doðulur, kadýn mý olunur? Kadýnlýk, biyolojik kaynaklý bir öz müdür yoksa toplumsal olarak öðrenilebilir bir davranýþ kodlarý bütünü, bir varoluþ þekli mi? Her makul yaklaþým gibi, ikisi de cevabýna meyledilebilir kuþkusuz. Ýkici karþýtlýklarýn sýnýrlýlýðýndan haklý olarak kaçýlabilir. Baþlangýç verilerinin dondurulmuþ kaderci zorunluluklar olarak sunulmasýna isyan edilebilir. Kadýn olma halleri olduðu kadar kadýnlýðý öðrenme biçimleri de vardýr çünkü. Çalýkuþu, Türk kadýnlarýnýn okul yüzü görmüþ kesimlerinin "kadýn olma biçimini" en çok etkilemiþ eser olarak çýkar karþýmýza. Bir erkeðin yarattýðý bu kadýnýn, Cumhuriyet projesinin tahayyül evreninin en kalýcý figürlerinden biri olduðu açýktýr. Benim gibi pek çok kadýn da Türkçe kadýnlýðý ondan öðrenmiþ ve yaþatmýþtýr eminim. Kendisi olabilmek için kaçýp gitmeyi, baþka bir hayatý baþka bir yerde kurmayý hayal edebildiyse Feride, bunu mümkün kýlan anlayýþ, yerleþmemiþ de olsa kadýnýn da bir birey olabileceði düþüncesidir. Reþat Nuri, Çalýkuþu'yla Cumhuriyet kadýnýna ilk Odisesini armaðan eder. Kahramanýn yolculuðuna hak kazanmýþtýr kadýn. Evinden uzaklaþabilecek ama oraya geri dönebilecek, dönüþecek ama kendisini bulacaktýr. Annesiz bir çocuktur Feride: Türkiye Cumhuriyetinin çocuðudur, geleneðinin deðil. Babasý bir asker olarak, o dönemin modernleþme projesine en açýk kanadýndadýr. Onu rahibelerin kucaðýna teslim ederken, kýzý için iyi bir eðitimin ne anlama gelebileceðinin farkýndadýr.
72
Bir Kitabýn Eþiðinde
Çalýkuþunun haylazlýðý, her halükarda kadýnlarýn -ister teyzelerin ister rahibelerin- temsil ettiði bir düzenlilik evreninin içine sýðmayan bir yaþam enerjisinin göstergesidir. Kendi kendisiyle ne yapacaðýný, kendisini nereye koyacaðýný bilemez Feride, öksüzdür ama kimsesiz deðildir, çevresi kalabalýktýr ama yalnýzdýr, gururludur ama minnet borçludur. Kâmuran'ý küçümsemekten baþka çaresi yoktur sanki, çünkü onun hakim olduðu hazlar ve hisler dünyasýnýn dilini bilmemekte, kendisini dilsiz bir çocuk gibi hissetmektedir. Kâmuran'ý efemine bulmasýnýn ama yine de ona doðru çekilmesinin nedeni, onun kadýnlýða yakýn sayýlan iç dünyanýn, özel alanýn diline hakim olmasýdýr. Tensel eðitimi yoktur Feride'nin ve libidosu sýnýflardan aðaçlara, fondan kutularýndan kolanlý salýncaklara, oradan oraya savrulur. Hazzýn dilini bilmez ve yaklaþtýðýnda paniðe kapýlýr. Fondanlarýn aðýzda eriyiþinin yarattýðý histen korkar ve onu tüm sýnýfla paylaþarak suçunu hafifletir; Kâmuran ile kolanlý salýncakta giriþtiði mücadele, histerinin gözyaþlarýyla sonuçlanýr çünkü artýk yenilgisini kabul etmek zorundadýr. Mesele, Kâmuran'ýn ondan daha cesur olduðunu ispatýndadýr kuþkusuz ama salýncaktan düþmek konusunda deðil; giderek hýzlanan temposu ve ikisinin de kan dolaþýmlarýný hýzlandýrarak ter içinde býrakan heyecaný, açýkça cinsel iliþkiyi çaðrýþtýrmaktadýr. Kadýn, bunu bir yenilgi olarak yaþamaya mahkumdur, arzusunu eþ derecede özgürlük ya da sýnýrlýlýkla ifade edemediði sürece. Çünkü iyi kadýnlar "bunu" öyle uluorta arzu etmezler, iyi kadýnlar "bundan" kaçarlar ve kime yakalanacaklarýný iyi hesaplamak zorundadýrlar. Sonunda pes ettiklerinde bir de rakip kadýnlarýn varlýðý olasýlýðý, dayanýlmaz bir düþ kýrýklýðýnýn yaný sýra, zedelenmiþ bir gurura da yol açar. Gurur benliktir; benliðin, sýnýrlarý ihlal edildiðinde can acýtacak, tecavüze uðrayacak alanlarýdýr. Feride'nin acýsýný ifade edebilecek tek þansý, gururuna sýðýnmaktýr ki bu gurur bile ailenin diðer üyeleri tarafýndan "yersiz" olarak algýlanacaktýr. Üstelik Kâmuran, ailenin içindendir, Feride, kime kaçsa teslim edilecektir. Anadolu, o karanlýk ve bilinmez mekan, kendisini ezik hissetmeyeceði tek seçenek olarak onu bekler. Yerine varamamýþ arzularýný yüceltecektir Feride. Klasik Freudyen bakýþ açýsýyla cinsel isteklerini bastýrýp yüceleþtirecektir, bir idealin ortak
73
Bir Kitabýn Eþiðinde
enerjisinin içine katacaktýr libidosunu. Meþrulaþacaktýr. Ama kadýnlýk, hiç peþini býrakmayacaktýr. Ne köylülerin yalnýz bir kadýna kuþkuyla bakan gözlerinden, ne Ýstanbullu hanýmlarýn onu istihzalý bir merhametle andýklarý sözlerinden kurtulamayacaktýr. Ýki kiþi bekler onu korumak için yolunda: doðurmadýðý bir çocuk ve seviþmediði bir koca. Feride, kendine sahip kalmak için kadýnlýðýný kurban etmek zorundadýr. Ama Gülbeþeker'in yanaklarýndaki o boyasýz pembelik, libidosunun öyle kolay ölmeyeceðini hatýrlatarak umut verir bize. Bir kere Feride, sahici bir güzeldir. Daha doðrusu, sahici bir güzelliðin kadýnýn deðerini tanýmlayan koþullardan biri olduðu hatýrlatýlýr bize. Zeyniler Köyü'nün karanlýðýnda, mezarlýk ve ölümle tanýmlanmýþ dünyasýnda Feride varlýðýyla ýþýldar. O zamana dek kadýnlýðýný reddederek aðaçlarda çalýkuþunu oynayan Feride, istese de istemese de kadýnlýðýyla yüzleþtirilir: o istese de istemese de gülbeþekerdir. Gül ve bülbül, divan edebiyatýnda aþkýn en klasik simgeleridir. Gül yapraklarýndan elde edilen bir tatlýyla, kýsacasý yenilebilir bir þeyle özdeþleþtirilmesi canýný acýtýr. Utanç vericidir, bahçedeki gül olarak deðil, tabaktaki gül tatlýsý olarak görülmek. Nihayetinde sahipsiz sayýlýr. Attýðý her adýmda karþýsýna çýkan kadýnlýk sýnýrýný ihlal etmek için baþvurduðu geçici çözümler gerçek olsalardý Kâmuran'a dönemeyeceðini biliriz. Eðer gerçek bir evlilik geçirseydi, aþkýna yeniden kavuþmaya hakký olacak mýydý? Eðer gerçekten bir çocuk doðurmuþ olsaydý Kâmuran Gülbeþeker'i ne denli sevdiðini ona yine fýsýldayacak mýydý? Bir baba figürü olan gölge koca Doktor Hayrullah, son nefesinde talep etmeseydi Feride'nin Ýstanbul'a dönüp teyzesine gidecek gücü olacak mýydý? Sorular ne kadar çoðaltýlýrsa çoðaltýlsýn Feride, kendi macerasýný yaþamaya cesaret eden kadýnýn Cumhuriyet için arketipi olarak yerleþmiþtir zihin haritamýzda. Güzelliði, enerjisi, zekasý, cesareti,masumiyeti, neþesi, kýsacasý onu özenilir kýlan her þey, baþýna iþ açacaktýr. "Fazla" gelecektir gittiði yerlere; Ýstanbul konaklarýnýn bahçelerinde, rahibe okullarýnýn merdivenlerinde hoþgörüyle karýþýk azarlanan Feride, Anadolu'nun kasaba ve köylerinde taþra sýkýntýsýnýn boy hedefi haline gelecektir. Ait olduðu mekanlardan çýkar çýkmaz tehlikededir kadýn. Kendisini
74
Bir Kitabýn Eþiðinde
koruyacak bir þeylere ihtiyacý vardýr, sahte bir baba, yetim bir çocuk...Feride, baþýna gelenler yüzünden mazlum konumunda olsa da gittiði her yerde arzulanýp istenen bir kadýn olmasý, onunla özdeþleþme hislerimizi çoðaltýr. Reþat Nuri, tüm bu olumlu özelliklerle donattýðý kadýndan, "haným hanýmcýklýðý" almýþtýr. Ondan esirgediði bu özellik, bir iyi aile kýzýnýn sahip olmasý gerekenler arasýnda en önemlilerinden biridir . Reþat Nuri, þefkatli bir baba gibi, Cumhuriyet'in kýzýný ayrýcalýklý bir yere oturtur, diðer kadýnlar için geçerli olan sýnýrlamalardan ayrý tutar. Evet, Anadolu'ya gidiþi aslýnda aþktan kaçmak içindir, evet idealleri için ardýnda býraktýðý aþýðý kendisine sadýk biri olsaydý
daha bir
"kahraman" olurdu, evet arzularýný yüceleþtirdi, evet dönüp dolaþýp Gülbeþeker olmayý kabul etti, evet gittiði yeri ona iþaret eden parmak babasý Cumhuriyet'in parmaðýydý ama Feride, kendisine gösterilen yerde durmayý reddederek, kendi macerasýnýn kahramaný olmayý becerdi. Ýþte bu yüzden, Türkiye'de kadýnlar hâlâ onun kanat seslerine kulak veriyor, onun arzuyla kýzaran yanaklarý hâlâ çoðumuza heyecan veriyor.
75
A Girlfriend in a Coma Douglas Coupland
Sevgilim komada; Biliyorum, durum çok vahim! Çaðkan Sayýn Koma ender rastlanan bir vakadýr. Modern yaþamýn yan ürünlerinden biridir. II. Dünya Savaþý öncesi koma vakalarýna hemen hemen hiç rastlanmýyordu. Ýnsanlar ölüp gidiyordu, bu kadar basitti. Koma da polyester, jetlerle yolculuk ve mikroçipler gibi modern bir geliþme. Merhaba ben Jared, sizin bildiðiniz hayaletlerden deðilim. Zihninizde canlandýrdýðýnýz hayaletlerin en cinseli, en bedenseliyim. Siz hiç Ocak güzeline bakýp mastürbasyon yapabilen, çýrýlçýplak koþmaktan hoþlanan, cesetlerden korkan, ruhsal iliþki yoluyla çocuk sahibi olabilen bir hayalet kurguladýnýz mý? Ýþte ben öyleyim. Lise futbol takýmýnýn deðiþmez elemaný, kýzlarýn gözdesi, penisinin ucundan ötesini düþünmeyen on yedi yaþýnda bir yeniyetmeyken, deplasman maçýnda yere yýðýlýveriyorum. Yýðýlýþ o yýðýlýþ, gözümü hastanede açtýðýmda lösemi teþhisi konmuþ bile. Lüle lüle sarý saçlarým dökülüyor, cildim çamaþýr suyuyla yýkanmýþ gibi, aynalarý kýrmak istiyorum. Yaþadýðým korku, suratýma yerleþtirmem gereken gülümsemeyi engelleyemiyor çünkü annemle babamýn hali harap. Üç ayda çizginin öteki tarafýna geçiveriyorum, hem de daha ikinci paragrafta; 14 Ocak 1979. Ani ölümüm, daha doðrusu on yedi yaþýnda sonsuza kadar
76
Bir Kitabýn Eþiðinde
dondurulmam nedeniyle Coupland'e kýzmýyorum, yazarla karakterler arasýndaki egemenlik iliþkisini tek yönlü düþünmemek lazým. Bizleri yaratmýþ olmasý Coupland'i bizim efendimiz kýlmaz aksine biz Coupland'iz. Baþka romanlarý bilmem, en azýndan bizim iliþkimiz böyle, beni içine doðduðum çevre baðlar. Yanlýþ anlaþýlmasýn, ölüm hiçbir zaman benim için kurtuluþ olmadý, sadece arkadaþlarým yetiþkin olmanýn azabýný çekerken ben onlarý orada öylece seyrettim. Ama basit bir aktör deðilim, rolüm önemli. Hayalet olmam sadece romanýn ruhani þemasýný ortaya koymuyor, ayný zamanda Coupland'in alternatif ontolojisinin hizmetkarýyým. Doðaüstünün/metafiziðin, modernitenin bizi tek bir biçimde algýlamaya zorladýðý çaðdaþ dünya içerisindeki varlýðýnýn simgesiyim. Ýnsanlýða dünyanýn sonunun geldiðini haber veren bir elçiyim, erdemin sesiyim. Uçkuruna düþkün, hiçliklerle dolu dünyevi yaþamým, anlatýcý olarak bana atfedilen bir nevi melek rolüyle çeliþse de bu durum arkadaþlarýný ruhani körlükleri karþýsýnda uyaran kutsal bir salak olmamý engellemiyor. Bu, platonik iliþkilerle birbirine baðýmlý ve 'öðrenmeyi' baþarabilen arkadaþlarýmýn öyküsü; Hamilton, Pam, Karen, Wendy, Linus ve Richard. Birlikte kimsenin farkýnda olmadýðý ya da fark etmek istemediði 'anlam'ý bulacaðýz, anlamsýzlaþmýþ kimliklerimizi ve dünyayý yeniden inþa edeceðiz. Rüya bile görmeden uyuduðunuz daimi koma halinden, depresyondan, inançsýzlýktan, amaçsýzlýktan, belirsizlikten, yabancýlaþmadan kurtulacaðýz. Bizlere alternatifsiz nihai amaçlar olarak sunulan 'iþ'lerden, kariyer hýrsýndan, eþyalardan, teknolojiden, tüketim kültüründen sýyrýlacaðýz. Bakýþlarýmýza ruh gelecek, bulanýk kiþiliklerimiz netleþecek. Hani þu yirmili yaþlarýmýzýn baþýnda 'seçtiðimiz', yýllarca provasýný yaptýðýmýz ve sonunda birebir örtüþtüðümüz, bizi yutuveren kimlikler. Hayýr bizler "kadere boyun eðmeyeceðiz, alýnyazýsý kaybedenlere mahsus". Öncelikle þunu söylemeliyim ki o 'kaybedenler' lafýný söylerken bana olan anlamlý bakýþýný kaçýrmadým Jared efendi. Aklýndan geçenleri okuyorum; düþük kaliteli pornografinin, dýþlanmýþlýðýn, otlanýlan cigaralarýn, hergeleliðin adamý, zavallý eroinman Hamilton. Bunu sen de çok iyi biliyorsun ki eroin benim için bir 'anlam' deðildi,
77
Bir Kitabýn Eþiðinde
hâlâ birtakým fýrsatlara sahip olabileceðim hissini yaratan bir yanýlsamaydý. Eskiden insanlarýn 'olan' kendilerine uymadýðýnda kaçýp saklanabilecekleri metafiziksel alaný bana saðlýyordu. Sistemle yüzleþmiyordum, alternatifsizliði yaþamýyordum, 'ya sistem ya ölüm' ikileminden yýrtýyordum, makinelerin zaferi karþýsýnda insanlýðýn esaretini görmezden gelebiliyordum. Ayrýca insanlýðýn riyakarlýðýný eleþtirmen senin ahlaklý bir hayalet olduðun anlamýna gelmez, baþta ne haltlar karýþtýrdýðýný itiraf ettin zaten. Ben kaybeden olmaktan hiç utanmadým aksine, kaybetmiþlik dünyadaki varlýðýmýn hiç de boþ olmadýðýnýn göstergesi. Merkezdekiler için birer örnek teþkil edeceðiz, hep kenarda durmalýyýz. Toplumun karanlýk yüzünü görünce korkacaklar ve düzene boyun eðecekler. Merkezdekilerin yaþamsal kaygýlarýnýn nedenini oluþturmak bizim görevimiz, bir nevi toplumsal kontrol aracý olmak. Bize bakmayý kimse sevmez Jared, akýllarýna rekabetçi pazar toplumunun basit kurallarýna uymamaktan doðan berbat ve dayanýlmaz sonuçlarý getiririz. Metafiziksel bir hayaletle dünyevi bir öcünün 'düzeni' tartýþmasý ne kadar anlamlý bilmiyorum ama bunlarýn arasýndaki sýnýrý kaldýran ben deðilim; Coupland. Demek arada o kadar da dengeli bir baðýmlýlýk iliþkisi yokmuþ Jared, bak bizleri þüpheciliðin içine hapsetti. Eþyalardan,
toplumsal
denetimden
ve
tüketimden
kurtulma
çabalarýmýzýn sonucunda 'ahlaki ve entelektüel' üstünlüðe doðru yelken açmadýk mý? Kendini, modern olmanýn zevklerini ve hayal kýrýklýklarýný seslendiren, eleþtiren bir peygamber olarak hissetmedin mi hiç? Unutulduðunu varsaydýðýmýz düþünmeye, sorgulamaya olan gereksinimi yeniden kurgulamaya çalýþmadýk mý, modernitenin teknik akýl vurgusunu alttan alta reddetmedik mi, olaný parçalamaya çabalamadýk mý? Peki temel sorunumuz neydi? Parasýzlýk deðil, iþsizlik deðil, özgür olamamak deðil. Mutluluk? Eh iþte... Hep birlikte toplumsal
görevimizi
aramadýk
mý?
Sürekli
hissedip
de
tanýmlayamadýðýmýz eksiklik toplumu birleþtirici bir 'din'in olmayýþý mýydý yoksa? Bazen düþünüyorum Coupland hangi dine mensup acaba; iradi bir sorgulama, yýkma ve yeniden yapma dogmatiklikten uzak bir din olabilir mi? Peki dinamit patlatma sevdamýn bunlarla bir alakasý var mý? Yoksa saplantý mertebesine ulaþmýþ maddeci bir
78
Bir Kitabýn Eþiðinde
kültürün, tanrýsýz bir dünyanýn ruhani okunuþu mu bütün bu olanlar? Hayýr Jared, ruhanilik asla yok olmadý, aksine tüketim iktisadýnýn buyruklarýyla yeniden yazýlýyor. Ama bizim içimiz rahat çünkü seçeneklerin geri dönülmez sonuçlar doðurduðu bir dünyayý reddettik, komadan çýktýk. Öldürdüðümüz zamanlar yerini sorgulamaya býraktý, boþ vermiþliðimizin yerini yardýmseverlik aldý. Donna Taritt'i hatýrlýyor musun, lisedeki cazgýr edebiyat hocasý. "Ýyi bir roman inanmayaný inananýn dünya görüþüne dahil edendir" demiþti bir keresinde. "Dünya gözle görülmese de birleþtirici bir plan tarafýndan yönetilen baðlantýlar, seçimler, tesadüfler ve kazalardan oluþur". Anlam hâlâ inanacak bir þeylerin varlýðýnda gizli ama bunun için mutlaka geleneksel dinlerden birine baðýmlý kalmamýz gerekmiyor herhalde. Yüzleþtiðimiz belirsizlikler bizi 'doðruyu' bulma olasýlýklarýný sorgulamaya yöneltti, bunu modasý geçmiþ, bilim-dýþý bir arayýþ diye kestirip atmamayý öðrendik en azýndan. Seküler kültürün krizini aþmak için yeni deðerlere ihtiyacýmýz var. Artýk yaþlanmanýn mutlaka beraberinde bilgelik getirmediðini biliyorum. Alternatifsizliðin bir tuzak olduðunu, uyuþturucu, alkol ve eðlencenin bu problemi aþmamýza yaramadýðýný, sadece isteri krizlerini örtecek birer araç olduklarýný anladým. Hayatýn "on sekiz yaþýnda bir veledin kalkýp seni ömür boyu saplanacaðýn bir iþe mahkum etmesi"nden daha geniþ olduðunun farkýndayým. Gördün mü, kaybetmeye mahkum bir hergele olmam aptal olduðum anlamýna gelmiyor, artýk zihnim berrak, 'temizim'. 'Temiz' bir geri dönüþ kaygýsýný sürekli hissettim. Kirlilik, boka bulanmýþlýk, çarpýklýk, kirletilmiþlik, baþtan çýkartýlmýþlýk; üstümüze yapýþtýrýlan bu markalar yabancýlaþmamýzý seçimden çok bir zorunluluk haline getirmedi mi? Kendini yetiþkin gibi hissetmenin kendi duygularýna, insanlýðýna karþý yabancýlaþmak ve ilgisizleþmek anlamýna geldiðini bizler icat etmedik, bu mutlaka karþýlýk vermemiz beklenen 'sosyal bir kod'du. Hayali seyirciler karþýsýnda oyunlar sergilediðimiz gençlik dönemimizin travmatik sonu, sancýlý geçiþin baþlangýcý. Açýkçasý moda dergilerinin kapaklarýndan yok olana kadar bunu hiç umursamadým. Göz kamaþtýrýcý diþi kurt, popüler kültür ürünü Pam'in çýkýþý ve iniþi. Sorunum sadece uyuþturucu baðýmlýlýðý ve depresyon deðildi; rulet masalarýna, limuzinlere, para harcamaya,
79
Bir Kitabýn Eþiðinde
kýsacasý kendimi 'muhteþem' hissetmeye ve hissettiren her þeye karþý olan baðýmlýlýðýmdý. Ne yalan söyleyeyim, rehabilitasyon döneminden sonra benimle yapýlan "eski süper-model uyuþturucuyu nasýl yendi?" söyleþileri bana hâlâ geri dönüþ olasýlýðýnýn sinyallerini veriyordu. Sonuçta kirlenmiþlik sosyal hafýzadan silinir gider, siz artýk kirlenme korkusuyla kendilerini hijyenik hücrelerine kilitleyenlerin garantisi olmuþsunuzdur. Ayný þeylere 'yeni' bir baþlangýcýn mümkün olduðuna dair basit bir olasýlýk hesabýnýn saðlamasýný teþkil edersiniz. Farklý þeylere farklý baþlangýçlar yapabilmek ise ancak 'ben'i aþan bir farkýndalýðý gerektiriyor. Belleðinizi boþaltmak; gerçekten kim olduðunuzu maskeleyen ýþýltýlý yanýlsamalar, atomlara ayrýþma, hafýza kaybý ve komadan sýyrýlýp birlikteliði oluþturmak. Herhalde bizim kuþaðýn arayýþý da buna yönelik, hani þu meþhur X-Kuþaðý. Ne saçma 20'lerin 'Kayýp Kuþaðý', 60'larýn 'Beat Kuþaðý', 80'lerin 'Boþ Kuþaðý' ve 90'larýn 'X-Kuþaðý'. Farklý zamanlar, mekanlar, toplumsal iliþkiler, kültürler, teknolojiler, trendler... Sahi kimlik kuþakta mý saklýdýr? Kuþak dediðimizde her þeyiyle o kuþaðýn özelliklerine/deðerlerine asimile olmuþ bireyler/topluluklar mý düþünmeliyiz, yoksa ara geçiþler ya da ait ol(a)mamak mümkün mü? Sýkýntým tam da burada baþ gösteriyor zaten; 'kendini ait hissedememek'. Gelecek bana parçalar halinde gösterilmeye baþlandýðý anda iyi bir yer olmadýðýný anlamýþtým. Bin yýl uyumak istiyordum,
böylece
geleceðin
gebe
olduðu
garipliklerden
kaçabilecektim. Neyse ki bu dileðim, pek istediðim gibi olmasa da, hemen gerçekleþiverdi. O sýralar bedenim üzerinde 'tam kontrol' saðlamakla meþguldüm. Annemle birlikte dönemin beslenme modalarýna ayak uydurmaya çalýþýyorduk. Zayýflamak için alýnan iki valium, üzerine Cadýlar Bayramý partisinde içilen bir bardak votka ve on yedi yýl sürecek uzun bir uykuya yatýþ. Kiþi olmaktan, zihinlerdeki anýlarý yavaþ yavaþ silinen bir hayal olmaya geçiþ. Komadaki sevgili Karen; üstüne üstlük bekaretini kaybettiði gece, sperminatör Richard tarafýndan vurulan hamile Karen. Artýk toplumla ilgili hiçbir þeye ait deðilim. On yedi yýl, on ay, yedi gün sonra komadan uyandýðýmda deðiþimi
80
Bir Kitabýn Eþiðinde
özümsemek zorunluluðuyla karþýlaþtým. "Kuralsýz, sert ve aniden geniþlemiþ" olan dünyaya karþý beni koruyan fanusumdan çýkmýþtým. Yürümeye direnen, korkunç görünümlü zayýf bir bedenim ve on yedi yaþýnda takýlýp kalmýþ bir belleðim var. Bir embriyonun gözleriyle bakýyorum; bilmeden, sadece görerek ve duyarak. Arkadaþlarýmýn yitirmiþ olduðu masumiyetle dünyayý yorumluyorum; kendisi olmaya bile katlanamayan insanlar, iþlerine adanmýþ karý kocalar, okul ve video oyunlarý arasýnda bölünmüþ çocuklar, birbirinden izole yaþamlar, çalýþmak/televizyon seyretmek/internette gezinmek/uyumak ekseni dýþýna taþamayan yaþamlar, geleceðe karþý kayýtsýzlýk, sadece kazanmak, kazanmak, kazanmak... Kendinden son derece emin görünümlerin ardýndaki büyük zayýflýðý fark ettiniz mi? Birkaç varoluþsal soruyla insanlarýn dünya hakkýnda ne kadar ümitsiz olduklarýný anlamak pek de zor olmasa gerek. Oysa Berlin Duvarý çökmüþ, Rusya artýk düþmanýmýz deðil, büyük paranoyamýzýn bitmiþ olmasý gerekiyor. Kapitalizm zaferini ilan etmiþ, artýk daha 'özgür' bireyler yaratabilecek ama dünya kolektif bir ütopyadan yoksun. 'Olan'a karþý yapýlandýrýlmýþ bilinçli bir alternatif yok, hatta artýk bunu hayal dahi edemiyoruz. 'Özgürlüðe' karþý darbe hiç beklenmedik bir yerden gelmiþ; seks artýk öldürücü. Komadayken Megan'ý dünyaya getirdim, þimdi on yedi yaþýnda bir yeniyetme. Topluluk içine girmeyi istemeyecek kadar baðýmsýz bir çocuk. Kendi kurallarýný ailesine deðil baþkalarýna referansla belirliyor. Her þeyi kontrol edebilme yarýþýnda aile kurumu son sýrada. Yeniyetmeler medyanýn pompaladýðý rol modellerinden ya da özellikle ebeveynlerinin kabusu olmak üzere seçtikleri sevgililerinden çok daha fazla etkileniyorlar. Dikkat çekici garip giysileri, siyah ojeleri, halkalarla boðulmuþ vücudu, morg beyazý cildi, büyü takýntýsý, kimyasallara olan baðýmlýlýðý ve post-modern mengene The Cure'un lirik iþkencesine maruz kalan iç organlarýyla Megan iletiþim kurmayý hep reddetmiþ. Neyse ki artýk kendini ölümle özdeþleþtirmesine gerek yok; erken ölümün peþinde koþmak anlamsýz, on yedi yýldýr uyuyan sebzesi dünyaya geri döndü. Uyandýðým gün kýzým da ayný hastanede ama uyanýþýma tanýklýk
81
Bir Kitabýn Eþiðinde
etmek için deðil; hamile. Skitter hergelesinin bundan haberi yok çünkü o zaman bebek sadece Megan'a ait olmayacak, paylaþmak zorunda kalacak. Hamilelik ve doðum korkutucudur, tehditkardýr. Erkekler hayatlarýnda belki de ilk kez varsaydýklarý mutlak güçlerinin yapaylýðýyla yüzleþirler, egemenliklerinin koþulsuz bir amaç deðil de basit bir araç olduðu þüphesi beyinlerini kemirmeye baþlar. Bunun hep farkýnda mýydýk acaba? Modern dünya gizliden gizliye kadýnlarýn 'irrasyonel duygusallýklarýyla' ya da göreli güçsüzlükleriyle maskelenen akýlcý planlarýyla mý þekillendi? Annem Lois "kadýnlarýn paspas muamelesi görmekten öteye gidemedikleri" Kennedy Amerika'sýnýn kalýntýsý; ben "kendini erkeklerle eþit gören ama hiçbir zaman onlardan daha güçlü olduðunu iddia etmeyen" bir geleneðe aidim; Megan ise baðýmsýzlýðýný kullanarak gücünü açýða vuruyor. Arkadaþlarým elbirliðiyle masumiyetimi 'deðiþmiþ' dünyadan korumaya çalýþýyorlar. Bana ihtiyaçlarý var. Aslýnda ben onlar için pek de objektif bir yorumcu sayýlmam; on yedi yaþýnda dondurulan deðerlerim ve 70'lerin dünyasýna içkin bakýþ açýmla sadece aradaki geçiþi yorumlayan bir elçiyim. Tarihsel kopuþ mümkün müdür diye düþünüyorum; 'bugün' bir anda mý ortaya çýktý yoksa geçmiþ birikimlerin mi bir ürünü? Ya da olup bitene kayýtsýz kalmak veya olduðu gibi kabullenmek mi bizi bu noktaya getirdi? Hissettiðimiz sýkýntýnýn kaynaðý insanlýðýn 'kaçýnýlmaz ilerlemesi'nin bize geçmiþi aratmasý mý yoksa travmatik sona doðru bayýr aþaðý ilerleyen 'kaçýnýlmaz
yuvarlanýþ'mý?
Bizler
en
büyük
ve
ayrýþtýrýcý
mülkiyetlerimizi terk ettik; zamanýmýzý ve seçeneklerimizi. Kendi tarihimizi yapabilme kapasitemizi, bizi muazzam acýlara karþý koruyan dayanýlmaz bir uyku isteðiyle takas ettik. Artýk "Büyük Uyku"yla yüzleþme zamanýmýz geldi. Hastane ölülerle dolup taþýyor. Ýnsanlar dayanýlmaz bir uyku isteðiyle olduklarý yere uzanýp bir dakika sonra ölüyorlar. Karen'in sözünü ettiði kýyamet günü geldi çattý. Ben kýyametlere inanmazdým ama ömür boyu yalnýzlýk karþýlýðý elde ettiðim kariyerimde daha önce hiç böyle bir vakayla karþýlaþmadým. Veba gibi bir þey, anlayamýyoruz, açýklayamýyoruz, hýzla yayýlýyor. Dünya kendisini tüketiyor ve bizim
82
Bir Kitabýn Eþiðinde
elimiz kolumuz baðlý. Çok bitkinim, hastaneden ayrýlýyorum, tek düþüncem evime gitmek. Hayýr aslýnda Jared'i de düþünüyorum, ne tuhaf! O maçta yere yýðýlmasaydý akþam buluþacaktýk. Kim bilir belki de yataðýnýn baþucunda bir çentik olmaktan öteye gidebilirdim, böylesine yalnýz bir hayat yaþamazdým. Dünyayý ve yaþamý açýklayan þey keþfedilebilir düzenlilikler mi yoksa kaotik tesadüfler mi artýk bilemiyorum. Sokaklar cesetlerle dolu, henüz uykuya dalmamýþ olanlar dükkanlarý yaðmalýyor, direksiyon baþýnda uyuyan sürücülerin arabalarý birbirine çarpýyor. Yakýnlarda bir yere bu iþin ardýndaki sanal düþmaný bombalamaktan dönen helikopter düþüyor, sendeliyorum. Yüzüm týp eðitimi aldýðým günlerdeki gibi, uykusuz ve tedirgin. Herkes kendisini güvenceye almak için evine kaçmaya çalýþýyor ama nafile; söz konusu "Büyük Uyku" olunca özel alan daha rahat uyumaný saðlayan bir yanýlsamadan ibaret. "Dünya komaya giriyor, artýk bizim zamanýmýz baþlýyor". Herkes öldü ama biz Nuh'un gemisine binmeyi baþardýk, koca dünyada artýk biz bizeyiz. Kýyamet sonrasý yaþantýmýz bu dünyadaki deðiþimleri içeren 'gelecek'le, zamaný anlamsýzlaþtýran 'yaþam sonrasý' arasýndaki çizgiyi iyice belirginleþtiriyor. Bize verilen küçük hiçlik parçalarýyla geleceðin ya da yaþam sonrasýnýn resmini çizmeye çalýþmak artýk anlamsýz çünkü þu anda hangi tarafta durduðumuzu bile bilmiyoruz. Aslýnda gelecek dediðimiz kaybedenler döngüsü içinde daireler çizmekten baþka bir þey deðil. Yirmi yaþýndayken bir Rock yýldýzý
olamayacaðýmý
anlamýþtým.
Yirmi
beþimde
kariyerist
profesyonellikten uzak olduðumu fark ettim. Otuzumda ise zenginlik ve baþarý hayallerini bir kenara býrakýp, hayallerin gerçekleþtirilebilir olup olmadýðýný düþünmeye baþladým. Otuz beþime geldiðimde, o güne kadar yaptýðým þeylerin hayatýmýn geri kalanýnda da yapacaðým þeyler olduðu fikriyle yüzleþtim ve kadere boyun eðdim. Yaþlanmak 'ne olduðumuzu' pekiþtirmekten baþka bir iþe yaramýyor, mucizevi deðiþiklikler beklemek anlamsýz. Ama doðumun bir mantýðý olmalý; bizi aþan bir plan olmalý. Acaba yaþlanmanýn anlamý kendi dünyamýzý yeniden þekillendirme seçeneklerinin keþfiyle açýklanabilir mi? Bu seçenekleri görmezden gelmemiz, neden kimsenin kendisine yarattýðý kimlikten hoþnut olmadýðýna iyi bir yanýt olabilir belki de. Evet "dünya
83
Bir Kitabýn Eþiðinde
üzerindeki herkes sahte" özlerini bir kenara býrakýp onun yerine daha çekici ama silikondan yapýlma kimlikleri benimsemiþler. "Asla deðiþemeyeceðimizden endiþeleniyorum; asla deðiþemeyebileceðimiz için endiþeleniyorum". Hep 'büyük' anlatýlarýn peþinde(n) koþtum; 'oðlum Linus, dünyada olup biten her þeyin bir mantýðý var ve her þeyi açýklayan bu mantýðý yakaladýðýnda anlamý bulacaksýn'. Artýk o kadar emin deðilim. Þu anda insansýz, tükenmiþ ve ölmeden önce yaðmalanmýþ bir dünyada yaþýyoruz. Soluduðumuz havada, kýyamet günü patlayan nükleer reaktörlerden sýzan pis kokulara eþlik eden, milyarlarca ölünün leþ kokusu hakim. Marketlerde kalmýþ, son kullaným tarih geçmek üzere olan yiyeceklerle idare ediyoruz. Ýnsansýz bir dünyada öylece durmuþ bekliyoruz, zamanýmýzý öldürüyoruz. Açýkçasý neyi beklediðimizi de hâlâ bilmiyoruz. Þu anda bildiðim tek þey dünyanýn sonunda saatlerden, mevsimlerden, sürekli yapýlan programlardan ve ritimlerden uzak yaþamanýn bana çok farklý göründüðü. Artýk zaman tamamen önemini yitirdi, insanlarýn olmadýðý evren sadece bir kelimeden ibaret; "sonsuzluk ve sýfýr ayný þey oldu". Sýkýldým, tek istediðim buradan çýkmak, lanet olasý bir arayýþa daha fazla alet olmak istemiyorum. Ne istiyorsun?! Ne yapmalýyýz?! 'Yaþasýn aile, yaþasýn muhafazakarlýk; ah nerede o eski günler, yüce insanlýðý yüzyýllardýr yönlendiren ama artýk terkedilmiþ ulvi deðerler' diye haykýralým mý?! Sen orada kýçýnýn üzerinde göktaþý koleksiyonunla ilgilenirken her þey rahat görünüyor tabi. Kendim olmakla iyi bir þey yapmadýðým duygusuna çok sýk kapýlýrdým. Altýn yüzüklü, saçlarý yapýlý ve makinede bronzlaþmýþ 'yuppie'ler arasýnda ne iþim olduðu sorusuna bulabildiðim tek cevap onlar gibi olmadýðýmdý. 'Kiþiliði' tüketilenle özdeþleþtiren, insanlarý eritip birbirinden farksýzlaþtýran okul yýllýðý yazýlarýnýn aslýnda tam da böylesi bir dünya için gerekli altyapýyý hazýrladýðýný þimdi anlýyorum. Birey kendisini kurgulamanýn sorumluluðunu taþýr, oysa bizler dünyayý yitirdikten sonra bile duraðan kaldýk. Kýyamet gününden bu yana tam bir yýl geçti ve hâlâ kendimize verecek bir yanýtýmýz yok, korkuyoruz. Yeni yeni fark ediyorum; sahip olduðumuz bütün deðerleri
84
Bir Kitabýn Eþiðinde
amaçlarýmýzý gerçekleþtirebilecek birer araç haline dönüþtürmüþüz. Edinilmiþ kiþiliklerimizi geliþtirip, özgür olmaya takmýþýz kafamýzý. Asla özgür olmadýðýmý þimdi anlýyorum, aslýnda hiçbirimiz hiçbir zaman özgür olmadýk. Çözülmesi olanaksýz bir cebir problemine dönüþmüþ yaþam karþýsýnda uyuþturuculara, alkole, iþlerimize, teknolojiye, büyük anlatýlara, komadaki sevgililerimize baðýmlý oluvermiþiz. Bizlere dünyanýn yokluðunda hayatlarýmýzýn ne hal alacaðýný ve bunun karþýsýnda nasýl deðiþeceðimizi görebilmemiz için bir þans daha verildi. Bu, bizi kuþatmýþ, iletiþimimizi maniple eden bir sistem olmadan her þeyi sorgulayabilme fýrsatýydý ama biz bu fýrsatý tepip, insanlýðýn en kötü özelliklerini sergilemeye devam ettik. Aslýnda bütün bu olup bitenler bir 'büyük anlatý' oluþturma çabasý deðildi Linus. Birbirimizden çok farklý olmamýza raðmen, ortak olarak hissettiðimiz sýkýntýyý ve dünya görüþümüzü kendi 'küçük anlatýlarýmýzla' ifade etmeye çabaladýk. 'Ben' geleneksel konumumu kaybettim. Ýçlerine yerleþip kendimi yeniden ifade edebileceðim farklý konumlara bölündüm. Buradan yola çýkýp kolektif cevaplara ulaþýlabilir mi acaba? Sonuçta hepimiz öðrendik Linus; artýk teknik akýl üzerindeki mutlak vurguyu reddetmeden, deðer sistemlerine 'mucizeler' için gerekli olan kapasiteyi yerleþtiremeyeceðimizin farkýndayýz. Genelde insanoðluna hep üç þans tanýndýðýna inanýlýr ama ben nedense tanrýnýn bu sýnýrlama konusunda çok daha esnek olduðunu hissediyorum; bizleri "B planý"na geçirmesi aslýnda en son þansýmýz deðil. Romanýn sonunu bir daha düþün, dikkatlice, sinirlenmeden... Tarçýn kokulu ölümün kurtuluþ olmadýðýný artýk biliyoruz. "Evren, kaybederken bile bizim kazanmamýzý istiyor". Bizler bir anlaþma yaptýk; ölü ve düþüncesiz inanýþlara meydan okumak için gerekli her þeyi kendimize ve diðerlerine soracaðýz. Sistemler karþýsýnda pasif kalmak yerine içlerine sýzacaðýz, sorgulamayý engelleyen her þeyi parçalayýp atacaðýz. Dünyayý yeni bir kültür için temizlemeye dönüyoruz; þansýn sýnýrsýzlýðýna ve mucizelere inanarak. Yorgun, tükenmiþ sistemi yýkacak yetiþkinler biziz. Radikal, yeni bir dünyaya doðru sürünerek, çiðneyerek, kazýyarak yürüyeceðiz.
85
Yakýn Geleceðin Mitoslarý J.G. Ballard
Ýçi Geçmiþ Bir "Þimdi"ye -þimdilikAlternatif "Gelecek"ler Akýn Sevinç Bazý yazarlar çok keskin gözlere sahiptirler. Hem burunlarýnýn ucundakileri, içinde yaþadýklarý zamanda ve dünyada olan bitenleri þýp diye görürler, hem de çok uzak bir zamanda ve yerde olup bitecekleri fark edip iþaret ederler. James Graham Ballard (1930, Þanghay) o yazarlardan biri. Zamaný sorguluyor ve asla kolaya kaçmýyor. Öfke duyduðu konularý öyle bir þekilde ele alýyor ki, onlara öyle farklý yaklaþýmlar sergiliyor ki, ortaya eþi benzeri olmayan kurgular çýkarýyor. Bitmiþ, tamamlanmýþ, kurulmuþ deðil, aksine bitmemiþ, tamamlanmamýþ ve kurulmamýþ üzerinde oluþturuyor yazdýklarýný. Sonuçta yazdýklarý bitmekte olana, tamamlanmakta olana ya da kurulmakta olana yakýn duruyor. Kanýksanmýþ ya da sabitleþmiþ olanlarý çürütüyor ve onu bambaþka bir hale sokuyor. J.G. Ballard'ýn 1982 yýlýnda yayýmlanan Yakýn Geleceðin Mitoslarý adlý kitabý, farklý farklý okumalara açýk bir öyküler toplamý. Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, J.G. Ballard'ýn hayatý ve diðer kitaplarýyla hizalayarak okumak mümkün. Bu hizalama sýrasýnda J.G. Ballard'ýn Pearl Harbour saldýrýsýndan sonra Japonlar tarafýndan sivil
86
Bir Kitabýn Eþiðinde
bir toplama kampýna kapatýlmasý, baþta Güneþ Ýmparatorluðu (Ayrýntý Yayýnlarý, 1990) olmak üzere birçok kitabýnda savaþý baskýn bir öðe olarak kullanmasý, bir dönem Kraliyet Hava Kuvvetleri'nde görev yapmasý, kendilerine dayatýlan tektip duruþlar arasýnda sýkýþýp kalanlara odaklandýðý Al Kumsallar (Arion Yayýnevi, 1995 ) adlý kitabý, aldýðý týp eðitimi, kahramanlarýnýn türlü türlü hastalýklarýn pençesinde olmalarý, Covert Garden'da teknik ve bilimsel yayýnlar bölümünde müdürlük ve baþyazarlýk yapmasý, Çarpýþma'da (Ayrýntý Yayýnlarý, 1997) mekanik olandan alýnan hazla cinsellikten alýnan hazzý bir araya getirmesi, Cennete Bir Koþu'da (Ayrýntý Yayýnlarý, 2000) tasarladýðý adanýn dünyadan kaçýþ yeri deðil de dünyaya farklý bir yerden bakma þansý sunuyor olmasý, Kokain Geceleri'nde dünyadan kaçýþ aracý olarak uyuþturucuya tutunmalarý,
Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ndaki öykülere sessiz sedasýz eþlik edebilirler. Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, içinde yaþadýðýmýz gündelik hayatta karþýmýza çýkan hastalýklarla, ilaçlarla, teknik buluþlarla, cinsellik üstüne yapýlan çalýþmalarla, ortaya konan formüllerle, kopyalamalarla ilgili
haberlerle
birlikte,
kitabýn
sahip
olduðu
katmanlarý
belirginleþtirerek okumak da mümkün. Hemen her gün karþýmýza çýkan þu türden haberler, Ballard'ýn neredeyse yirmi yýl önce yazdýðý öykülerinin içinde saklý duranlarla iliþkimizi saðlamlaþtýrabilir: Mutluluðun formülü net1, [http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/14/haber_62777.php] Mutluluðun formülü bulundu. Mutluluk, hayata bakýþ açýsý ve uyum yeteneðiyle, ihtiyaçlar arasýnda kurulan bir denge Bilim mi, pornografi mi? 2 [http://www.radikal.com.tr/veriler/2002/12/25/haber_60665.php] ABD'de Çocuk Saðlýðý Geliþimi Enstitüsü, kadýnlarýn cinsel yönden nasýl uyarýldýðýný öðrenmek için 150 bin dolar ayýrýnca, muhafazakârlar kýzdý. Kopya insan Havva 3
87
Bir Kitabýn Eþiðinde
[http://www.radikal.com.tr/veriler/2002/12/28/haber_61073.php] Raelian tarikatý, ilk kopya bebeðin doðduðunu iddia etti. Eve (Havva) adý verilen bebek, Amerikalý annesinin 'ikiz kardeþi'! Bir dizi klon geliyor! 4 [http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/06/haber_61908.php] Rael tarikatý bu ay sonu veya gelecek ay baþlarýnda üç kopya bebeðin daha doðacaðýný duyurdu. ABD'de görülmemiþ kriz! 5 [http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/01/haber_61370.php] ABD Dýþiþleri, Irak savaþýndan da zor bir konuyla karþý karþýya. Amerikalý bir anneden ülke dýþýnda doðan ve kopya olduðu öne sürülen bebek, ABD pasaportu alacak mý? Çocuða þeker: Prozac 6 [http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/05/haber_61800.php] Çocuklarýn yüzde 2.5'inin, ergenlerin ise yüzde 8.3'ünün depresyonda olduðu ABD, 7-17 yaþa Prozac kullanýmý için onay verdi. Ancak ilaç boy geliþimi ve kiloyu etkiliyor Aslýnda hepimiz hastayýz! 7 [http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/04/haber_61703.php] 'Her dert için bir ilaç' yaklaþýmý, 90'lardan beri günlük yaþama damga vurdu. Ýlaç þirketleri, kadýnlara da Viagra satmak için hastalýk üretmekle suçlandý. Mercek altýna alýnan araþtýrmaya göre kadýnlarýn yüzde 43'ü cinsel yetersizliðin pençesinde! Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, J.G. Ballard'ýn hayata karþý refleksleri olarak okumak da mümkün. Ýnsana, garibine giden olaylar, durumlar, geliþmeler karþýsýnda "Yok artýk, bari bir de
" diye baþlayan cümleler kurduran cinsten bir refleks belli ki Ballard'ýnki. Bir tür þaþkýnlýða uðrama sonucu, "Daha neler göreceðiz bakalým!"ýn peþine takýlýp gelen akýl yürütmeler. Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, öykülerin geçtiði mekânlarýn izini
88
Bir Kitabýn Eþiðinde
sürerek okumak da mümkün. Ýþte o zaman karþýmýza terk edilmeye hazýr bir dünya çýkar: "terk edilmiþ barlar ve moteller", "boþ bir yüzme havuzu",
"yarý terk edilmiþ otobüs terminalleri ve kiralýk araba
bürolarý", "terk edilmiþ bir þehir", "terk edilmiþ Uzay Merkezi'nin paslanan rampalarý", "tabelalarý kýrýk dökük oyuncaklara benzeyen sýra sýra terk edilmiþ barlar ve moteller", "Cocoa kumsalýnýn terk edilmiþ dükkân ve süpermarketleri", "terk edilmiþ kliniðin çatýsý", "kurumuþ palmiye ve kýsmen boþalmýþ havuz"
Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, içinde türlü türlü kehanetlerin saklý olduðundan hareketle okumak da mümkün. Ballard, Aldous Huxley için, "Onu çaðdaþlarýndan ayýran çok önemli bir özelliði var; 'kahin' sýfatýný hak ettiren ileri görüþlülüðü. Yazdýklarýnýn günümüz dünyasýyla uyumu o kadar þaþýrtýcý ki, 'kahin' sýfatý hiç de abartýlý deðil" diyor. Yakýn Geleceðin Mitoslarý'nýn sayfalarýný çevirirken karþýlaþýverilen bazý satýrlar, Ballard'ýn kahinlik konusunda Huxley'den aþaðý kalýr yaný olmadýðýný gösteriyor: "Yazarýn sunuþu Birleþik Krallýk üç yüz yýl sonra yeniden bir iç savaþa sürüklenebilir mi? Süregiden iþsizlik ve ekonomik durgunluk, gitgide keskinleþen sýnýflar arasý ayrým ve törensel roller dýþýnda tüm iþlevlerinden kendini soyutlamýþ zayýf bir monarþinin varlýðý göz önüne alýndýðýnda aþýrý sol ve sað arasýndaki þiddetli karþýtlýðýn bir iç savaþa dönüþeceðini kurmak olanaklý mý ? Böylesi bir durumda ABD'nin, askeri ve ekonomik yatýrýmlarýný savunmak için, Güneydoðu Asya'daki talihsiz deneyimine raðmen, gene de Vietnam'da olduðundan daha kesin bir þekilde müdahale edeceðinden kuþkum yok
" Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, öykülerdeki insanlarýn aykýrýlýklarý ve hastalýklarý üstünde dura dura okumak da mümkün. Bu farklý okuma sýrasýnda, "uzay hastalýðý"nýn, "dýþarý çýkmaya isteksizlik, iþlerin, ailelerin ve arkadaþlarýn terk edilmesi, günýþýðýna duyulan nefret, sürekli kilo kaybý ve kýþ uykusuna yatmýþ olma hali gibi belirtiler"in, ruhsal çöküntü içindeki insanlarýn, "olaðanüstü psikiyatrik keþifler" in günümüz insanýna ne kadar yakýn olduklarý görülebilir.
89
Bir Kitabýn Eþiðinde
Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, bir bilimkurgu olarak okumak da mümkün. Tabii bu okuma sýrasýnda J.G. Ballard'ýn, bilimkurguda "New Wave" olarak adlandýrýlan, teknik ayrýntýlarla yeni buluþlara olabildiðince yakýn durarak insanýn bilinmezlerine eðilen akýma yakýn durduðunu hemen söylemek gerekir. Belki bu noktada bizzat kendisinin þu sözleri bu okumayý güçlendirebilir: "Bilimkurgu uzayda deðil insanýn kendi içindedir, gelecekte deðil bugünde aranmalýdýr." Yakýn Geleceðin Mitoslarý'ný, kitaptaki derinden derine hissedilen karamsarlýðýn etkisinde kalarak, cansýzlaþan bir dünyanýn son çýrpýnýþlarý olarak okumak da mümkün. Bazý kitaplar vardýr, onlar her okunduklarýnda baþka bir kitap olarak belirirler karþýmýzda. Bir bakýma bu kitaplar yaþayan kitaplardýr ve taþýdýklarý zamanla farklý anlamlara bürünürler. Yakýn Geleceðin Mitoslarý, bu yaþayan kitaplardan. Kitabýn her farklý okunuþunda, Ballard'ýn keskin gözlerinin bir yandan da okuyanýn üzerinde dolaþacaðý
kesin.
Ballard
-henüz-
görünmeyenlerden,
görülemeyenlerden ayýrmadýðý gözleri yardýmýyla, þimdimizi ya da geleceðimizi okuyor. Biz, kitabý her okuduðumuzda, Ballard'ýn okumalarý derinleþiyor, yapýtlarý farklýlaþýyor, soluk alýp veriyor, kýpýrdanýyor.
Yakýn
Geleceðin
Mitoslarý,
her
canlandýðýnda,
yaþadýðýmýz hayatýn hastalýklarý, ilaçlarý, buluþlarý, savaþlarý, formülleri, kehanetleri, huzursuzluklarý þekil deðiþtiriyor. Ballard'ýn kaleme aldýðý "yakýn gelecek" ve onun "mitoslarý", her okuyanýn hayal gücünü de içine katarak kendi halinde akýp giden zamanda boðumlar oluþturmayý sürdüreceðe benziyor. 1. http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/14/haber_62777.php 14 Ocak 2003 Mutluluðun formülü net Mutluluðun formülü bulundu. Mutluluk, hayata bakýþ açýsý ve uyum yeteneðiyle, ihtiyaçlar arasýnda kurulan bir denge AA - LONDRA - Mutluluk, sanýlanýn aksine ne büyük bir aþk, ne de iyi bir iþle elde edilebiliyor. Çünkü mutluluk hayata bakýþ ve koþullar arasýndaki hassas dengeyle alakalý. Ýngiliz bilim adamlarý, bu dengenin
90
Bir Kitabýn Eþiðinde
formülünü buldu. Mutluluðun formülü þöyle: Mutluluk=P+(5xE)+(3xH). Kendinize not verin Formüldeki P, hayata bakýþ açýsý ve uyum yeteneði gibi kiþisel özellikler, E saðlýk, mali istikrar ve dostluklarý kapsayan 'varlýk', H kiþinin kendine verdiði deðer, beklentiler ve espri anlayýþý. En yüksek deðeri 100 olan mutluluðu hesaplamak için dört soruyu yanýtlayýp '1' (Kesinlikle hayýr) ile '10' (Tamamen uyuyor) arasýnda puan verilmesi gerekiyor. Sorular þöyle: * Dýþadönük, enerjik ve uyumlu musunuz? Hayata bakýþýnýz olumlu mu, zorluklarýn üstesinden kolay gelebiliyor ve hayatýnýzý kontrol altýnda tuttuðunuzu hissedebiliyor musunuz? (Bu iki sorunun toplamý P deðeri) * Saðlýk, para ve dayanýþma gibi temel ihtiyaçlarýnýzýn karþýlandýðýný düþünüyor musunuz? (E deðeri) * Size yakýn olan insanlar sizi destekliyor mu, yaptýklarýnýzdan hoþnut musunuz ve beklentileriniz karþýlanýyor mu? (H deðeri) 2. http://www.radikal.com.tr/veriler/2002/12/25/haber_60665.php Bilim mi, pornografi mi? ABD'de Çocuk Saðlýðý Geliþimi Enstitüsü, kadýnlarýn cinsel yönden nasýl uyarýldýðýný öðrenmek için 150 bin dolar ayýrýnca, muhafazakârlar kýzdý AA - WASHINGTON - Kadýnlarýn cinsel yönden nasýl uyarýldýklarýna iliþkin araþtýrma bilimsel bir çalýþma mý, yoksa porno mu? ABD'nin Illinois eyaletindeki Northwestern Üniversitesi tarafýndan kadýnlarýn cinsel yönden nasýl uyarýldýðýný öðrenmek amacýyla yürütülen akademik bir çalýþma, muhafazakâr politikacýlar arasýnda tartýþma baþlattý. Muhafazakâr kesimler, 'Çocuk Saðlýðý Geliþimi Enstitüsü' (NICHD) tarafýndan 147 bin dolara finanse edilen çalýþmayla, 'kamu paralarýnýn pornografik film seyrettirilmek için harcandýðýný' belirtti. Araþtýrmada, kadýnlarýn hangi tür erotik görsel ve iþitsel imajlarý cinsel açýdan uyarýcý bulduðunun ortaya çýkarýlmasý hedefleniyor. Her gönüllüye 75 dolar Bunun için de aralarýnda lezbiyen, biseksüel ve heteroseksüel 180
91
Bir Kitabýn Eþiðinde
kadýna, piyasada satýlan ve lezbiyen, homoseksüel ya da heteroseksüel cinsel iliþkileri görüntüleyen video bantlarý seyrettiriliyor. Daha sonra kadýnlarýn cinsel organlarýna yerleþtirilen bir cihazla tepkileri ölçülüyor. Araþtýrmaya katýlan her gönüllüye 75'er dolar ödeniyor. Florida'dan Temsilciler Meclisi'ne seçilen Cumhuriyetçi Dave Weldon, bu çalýþmaya karþý çýkarken, "Çocuklarda gerileyen otizm ile kýzamýkçýk aþýsý arasýndaki baðlantýyý incelemek için para bulamadýlar, ama porno film seyrettirmek için 150 bin dolar ödeyebiliyorlar" dedi. Araþtýrmanýn baþýndaki Michael Bailey'ýn muhafazakâr tepkilerine yanýtý ise "Araþtýrmalar çok ciddi ve önemli" oldu. 3. http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/01/haber_61370.php 1 Ocak 2003 ABD'de görülmemiþ kriz! ABD Dýþiþleri, Irak savaþýndan da zor bir konuyla karþý karþýya. Amerikalý bir anneden ülke dýþýnda doðan ve kopya olduðu öne sürülen bebek, ABD pasaportu alacak mý? AA - WASHINGTON - Rael tarikatýna baðlý bilimciler tarafýndan 'yapýldýðý' iddia edilen dünyanýn ilk kopya bebeðinin milliyeti, ABD'de tartýþma yarattý. ABD Dýþiþleri Bakanlýðý Sözcüsü Philip Reeker, eþinin çocuðu olmadýðý için kendisini kopyalatarak hamile kalan 31 yaþýndaki Amerikalý
annenin,
bebeðine
ABD
pasaportu
ve
Amerikan
vatandaþlýðý için baþvurmasý durumunda bir karara varmanýn güç olacaðýný belirtti. Reeker, bu tür bir talebin yoðun adli incelemeleri gerektireceðini vurgulayarak, "Klon bebeðin doðumu olasýlýðý daha önce görülmemiþ bir durum yaratmaktadýr, bu durumda vatandaþlýk konusundaki Amerikan yasalarýnýn bu bebeðe nasýl uygulanacaðýný þu anda belirleyecek durumda deðiliz. Bu doðumun gerçek olmasý durumunda adli makamlarýn konuya eðilmeleri gerekecek" dedi. Doðrudan vatandaþlýk yok Yürürlükteki
Amerikan
yasalarýna
göre,
anne
babalarýnýn
pasaportlarýnda ibraz edilen çocuklar rahatça seyahat edebiliyor. ABD dýþýnda doðmuþ olanlarýn ise bizzat kendi pasaportlarýnýn bulunmasý gerekiyor. Amerikalý bir ailenin yurtdýþýnda doðmuþ çocuklarý, doðrudan Amerikan vatandaþlýðý hakký kazanamýyor, bu çocuklarýn Amerikan vatandaþlýðý hakký kazanabilmesi için, ailelerinin ABD'de oturma hakký konusunda bazý kriterleri yerine getirmesi gerekiyor.
92
Bir Kitabýn Eþiðinde
Avrupa Konseyi kýzgýn Bu arada Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Walter Schwimmer, Avrupa'da insan klonlanmasýna karþý çýktý. Schwimmer, Avrupa Konseyi'nin 2003 yýlýndaki en önemli hedeflerinden birinin, týp ve biyoloji alanlarýnda insan haklarýnýn korunmasýyla ilgili mekanizmalarý güçlendirmek olduðunu söyledi. Schwimmer, 1999 yýlýnda yürürlüðe giren týp alanýndaki Avrupa Sözleþmesi ile 2001 yýlýnda sözleþmeye eklenen insanlarýn kopyalanmasýný yasaklayan protokole bütün üye ülkelerin taraf olmasýný istedi. Üye ülkelerin bu sözleþmelere taraf olarak Avrupa'yý 'klonlamadan arýndýrýlmýþ kýta' haline getirmeleri çaðrýsýnda bulunan genel sekreter ayrýca, Avrupa Konseyi'nde gözlemci statüsü bulunan ABD'ye de iþbirliði çaðrýsý yaptý. 4. http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/06/haber_61908.php 6 Ocak 2003 Bir dizi klon geliyor! Rael tarikatý bu ay sonu veya gelecek ay baþlarýnda üç kopya bebeðin daha doðacaðýný duyurdu. AA - LONDRA - ABD'de ve Avrupa'da iki bebek kopyalandýðýný iddia eden Rael tarikatý, bu ay sonu veya gelecek ay baþlarýnda üç kopya bebeðin daha doðacaðýný duyurdu. Tarikata baðlý Clonaid þirketinin baþkaný Brigitte Boisselier, BBC'ye deneyler için çok sayýda klonlanmýþ embriyon ürettiklerini ve bunlarýn 10'unun kadýnýn rahmine yerleþtirildiðini belirtti. Ancak, genetik-bilim uzmanlarý, bir türlü geçen hafta doðduðu söylenen 'ilk kopya bebek' Eve'e (Havva) DNA testi yaptýrmayan þirketin iddialarýnýn fos olduðunu savunuyor. 5. http://www.radikal.com.tr/veriler/2002/12/28/haber_61073.php 28 Aralýk 2002 Kopya insan Havva Raelian tarikatý, ilk kopya bebeðin doðduðunu iddia etti. Eve (Havva) adý verilen bebek, Amerikalý annesinin 'ikiz kardeþi'! MIAMI - Ýnsan klonlamak için bugüne kadar gizli çalýþmalar yürüttüðünü açýklayan Raelian tarikatý, kopyalanan ilk insanýn doðduðunu
iddia
etti.
Ancak
bilim
çevreleri,
bilimselliði
kanýtlanmadýkça iddiayý kabul etmeyeceklerini belirtti. Merkezi Kanada'nýn Quebec eyaletinde bulunan tarikat üyeleri tarafýndan insan
93
Bir Kitabýn Eþiðinde
kopyalamak üzere kurulan Clonaid þirketinin müdürü Fransýz Brigitte Boisselier, klonlama tekniðiyle elde edilen ve Eve (Havva) adý verilen kýz bebeðin önceki gün sezaryenle dünyaya geldiðini söyledi. Boisselier, doðumun nerede gerçekleþtiðini açýklamadý. Ýddiaya göre 3.2 kilogram doðan bebeðin annesi, 31 yaþýnda Amerikalý bir kadýn. Babanýn ise çocuðu olmuyor ve çift bu yüzden proje için seçildi. Doðumun baðýmsýz bilim çevreleri tarafýndan onaylanmasý durumunda, bu bebek klonlama yöntemiyle doðan ilk insan olarak kabul edilecek. Boisselier, baðýmsýz bir uzman tarafýndan yapýlacak genetik test sonuçlarýnýn sekiz-dokuz gün içinde açýklanacaðýný söyledi. Boisselier geçen ay, beþ kadýnýn kopyalama yöntemiyle elde edilen ceninlere hamile olduðunu, bunlardan Amerikalý bir çifte ait olanýn doðumunun yakýn olduðunu söylemiþti. Doðacak bebeðin, annesinin genetik kopyasý, yani yýllar sonra doðan 'ikizi' olacaðýný açýklanmýþtý. Fransýz gazeteci Claude Vorilhon'un kurduðu Raelian tarikatý, yaþamýn 25 bin yýl önce uzaylýlarca baþlatýldýðýna ve insanlarýn kopyalama yoluyla yaratýldýðýna inanýyor. (aa, ap) 6. http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/04/haber_61703.php 4 Ocak 2003 Aslýnda hepimiz hastayýz! 'Her dert için bir ilaç' yaklaþýmý, 90'lardan beri günlük yaþama damga vurdu. Ýlaç þirketleri, kadýnlara da Viagra satmak için hastalýk üretmekle suçlandý. Mercek altýna alýnan araþtýrmaya göre kadýnlarýn yüzde 43'ü cinsel yetersizliðin pençesinde! PARÝS - Ve 'uzmanlar' kadýn iktidarsýzlýðýný icat etti: 'British Medical Journal' adlý týp dergisinin son sayýsýnda, ilaç sanayiinin, kadýnlara da Viagra satabilmek amacýyla altý yýldan beri 'kadýnda cinsel iktidarsýzlýk' kavramýný ýsýtýp ýsýtýp kamuoyunun önüne sürdüðü iddia edildi. Makalede þu görüþler savunuldu: "Ýlaç sanayiinin hastalýk uydurmasý yeni bir þey deðil. Kadýnlarda cinsel iktidarsýzlýk kavramý, bunun en son ve en yeni örneðini oluþturuyor. Yeni iddiaya göre, kadýnlarýn yüzde 43'ü cinsel fonksiyon yetersizliðinden þikâyetçi. Bu rakam abartýlý. Asýl tehlike, insanlarýn en küçük bir cinsel sorunun bile
94
Bir Kitabýn Eþiðinde
mutlaka fiziksel bir nedenden kaynaklandýðýna ve hap içerse geçeceðine inandýrýlmasý." 1999 yýlýnda yapýlan söz konusu araþtýrmada, 1500 kadýna yedi cinsel problemin yer aldýðý bir liste verilmiþ ve iki ay boyunca listedeki sorunlarý yaþayýp yaþamadýklarý sorulmuþtu. Tek bir 'evet' yanýtýna bile 'cinsel fonksiyon bozukluðu' teþhisi konulan araþtýrmada, 'Kadýnlarýn yüzde 43'ünün cinsel sorunlarý var' sonucuna varýlmýþ, araþtýrma dünya basýnýnda da yer almýþtý. (aa, Guardian) 7. http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/01/05/haber_61800.php 5 Ocak 2003 Çocuða þeker: Prozac Çocuklarýn yüzde 2.5'inin, ergenlerin ise yüzde 8.3'ünün depresyonda olduðu ABD, 7-17 yaþa Prozac kullanýmý için onay verdi. Ancak ilaç boy geliþimi ve kiloyu etkiliyor REUTERS - NEW YORK - ABD Ýlaç ve Gýda Kurumu (FDA) Prozac'ýn 7-17 yaþ arasý kullanýmýna onay verdi. Depresyon ve takýntý gibi rahatsýzlýklar için önerilen ilacý artýk çocuklar da kullanabilecek. FDA tarafýndan yapýlan açýklamaya göre Prozac, bu ülkede, çocuklardaki depresyon için kullanýlan ilk ilaç oluyor. Depresyondaki çocuk ve ergenler üzerinde yapýlan araþtýrmalara göre ilacýn uygulandýðý denekler, tedavinin olumlu etkilerini gördü. Deneylerde kullanýlan ve plasebo denen yanýltýcý haplarý kullananlar ise tedaviye cevap vermedi. Plasebo deneyine oranla ilacý gerçekten kullananlarda yüksek bir iyileþme oraný elde edildi. Ýlacýn yan etkileri ise yetiþkinlerdekiyle ayný olarak belirlendi. Bunlar mide bulantýsý, yorgunluk, sinir, konsantrasyon zorluðu ve baþ dönmesi olarak biliniyor. Prozac verilen deneklerde 19 hafta sonunda plasebo verilen deneklere göre 1.1 santimetre daha az boy uzamasý ve 500 gram kilo kaybý gözlendiði belirtildi. Ýlacýn geliþme üzerindeki uzun vadeli sonuçlarýnýn ise henüz bilinmediði de belirtildi. ABD'de çocuklar arasýndaki depresyon oraný yüzde 2.5, ergenlerde ise yüzde 8.3.
95
Uðultulu Tepeler Emily Bronte
Bir Reddediþ ve Bedelinin Romaný Ilgýn Sönmez Emily ve kardeþi olan diðer Bronte'lerin yazdýðý 1800'lerin ilk yarýsý, yani Kraliçe Victoria dönemi, yazarlara ve eserlerine son derece 'önem' verilen bir edebi kesite tekabül ediyor. O günlerde yazarlar tutkuyla takip edilir, yazýlanlar gündeme dönüþürdü. 19.yy'ýn ortalarýna doðru Ýngiltere, tüm dünyayý etkileyen dominant bir güçtü artýk. Ýngiliz ukalalýðý namýný en kesin ve net biçimde o günlerde ifade etti. Ortalýk modernleþiyor, Ýngilizler modern dünyada gelmiþ geçmiþ en medeni millet olmakla böbürleniyordu. Dört yüzyýlý aþkýn bir süredir Ýngiliz politikasý aristokratlarýn oyun alaný olmuþtu. Ancak Emily'nin serpildiði yýllar olan 1830'larda, orta sýnýf da oy hakký kazandý. Bir deðiþim söz konusuydu. Herhangi bir politik gücü olmayan iþçi sýnýfý, ayný yýllarda, büyük ekonomik sýkýntý içindeydi. 1830'larýn sonunda, iþçi sýnýfý devriminin kýyýsýna kadar gelindi. Ýngiltere'de, iþçiler ancak 1860'larýn sonunda oy kullanmaya baþladý, kýsmen. Victoria Ýngiltere'si, ekonomik olarak büyüyen fakat sosyal olarak fokurdayan bir Ýngiltere'ydi. Victoria dönemi edebiyatý da temel olarak bu damardan beslendi. Ekonomik büyüme okur sayýsýný büyük ölçüde arttýrmýþtý. Halk, artýk kitap almak, süreli yayýnlarý takip etmek için para ayrýlabiliyordu. Çok az insanýn tiyatro ya da konserlere gittiði bu dönemde edebiyat, hoþ zaman geçirmenin en popüler yolu olarak çýkýyor karþýmýza. Ýnsanlar aç kurtlar gibi okuyor, bunun için para ödemek hususunda da cimri davranmýyordu. Böylece öyküler, þiirler, romanlar yayýnevleri
96
Bir Kitabýn Eþiðinde
tarafýndan satýn alýnýyor, yazarýna günün þartlarýna göre hiç de fena sayýlamayacak paralar getiriyordu. Prestijli iþti yazmak. Hem de tüm bir Ýngiltere tarihinde hiç olmadýðý kadar! Belli baþlý Victoria yazarlarý, konuþunca kitleler tarafýndan dinlenen
sosyal ve politik liderlerin
ilgisini yoðun biçimde çekiyor, mesela içlerinden biri E.B Browning dedi mi, Browning'in kitabý tükeniveriyordu. Dönemin en popüler ve karakteristik açýdan en baþarýlý edebi biçimi romandý. Roman okumak, Victoria insaný için vazgeçemeyeceði bir baðýmlýlýktý. Dickens, Thackery, Eliot ve Charlotte Bronte gibi dönemin en baþarýlý romancýlarý, yaþarken meþhur olmanýn tadýný çýkardýlar. Bu arada mühim bir noktanýn altýný çizmek lazým. Victoria romaný kalýndý. Tuðla gibi. Dokuz yüz sayfa ve üzeri. Ancak "Uðultulu Tepeler" bunlardan biri deðil. Kadýn olmanýn ayrý sýkýntýlarý vardý. Edebiyat, erkek iþi olarak kabul ediliyor, kapalý ve tutucu hayatlar yaþayan kadýnlarýn yazabileceklerine ihtimal dahi verilmiyordu. Bronte'lerin bir dönem erkek adlarýyla yazmalarýnýn ve okuyucunun kafasýnýn karýþmasý da bundandýr. Zira basýldýðý dönemde "Uðultulu Tepeler"in Emily'nin erkek kardeþine ait olduðu düþünülmüþtü. Hatta "Jane Eyre"ýn da! Her iki romanda da hakim olan kadýn iç dünyasýna dair hassas dokuya raðmen! 1847'deki ilk basým sonrasýndaki yýllarda eleþtirmenler kitabýn yazarýnýn Emily Bronte olduðuna inanmýyorlar. Ayný aileden üç iyi kadýn yazar çýkabileceði ihtimali, dönem entelektüellerine pek akýl karý gelmiyor. Dil ve tutku benzerliðinden de kaynaklanýyor olacak, eleþtirmenler, romanýn "Jane Eyre"ý yazan þahýs tarafýndan kaleme alýndýðýný düþünmeyi tercih ediyor. 1850'deki basýma, hayatta kalan tek kýz kardeþ Charlotte, bir editör önsözü yazmýþ ve romanýn merhume kardeþine ait olduðuna okuyucuyu inandýrmak istemiþ: "Erkekten daha güçlü, çocuktan daha yalýn mizacý ile benzersizdi." Charlotte, yazdýðý önsözde romanýn dürüstlüðü ve yürekliliði üzerine cümleler kurarken, içerdiði büyük ve ürkütücü karanlýðýn Emily'nin yalnýz ve melankolik tabiatýndan beslendiðini belirtmiþ. Sakinlerinin yaþamlarýný ve ruhlarýný biçimlendiren, güzel, tehlikeli ve vahþi bir diyarýn inançlý bir temsili...
97
Bir Kitabýn Eþiðinde
Emily Bronte 1818'de doðmuþtu. Anne ve kardeþ ölümlerinin yaþandýðý, duygusal olarak hastalýklý, izole bir aile yaþantýsý vardý. Dört kardeþtiler. Branwell, Charlotte ve Anne. Ýngiltere'de bir fabrika kasabasýna yukarýdan bakan bir tepe evinde yaþadýlar. Okula gitmediler. Dinsel inançlarý güçlü olan babalarý tarafýndan eðitildiler. Hiç arkadaþlarý olmadý. Kardeþlerin hepsi yoðun yaþayan tiplerdi. Çok duygusaldýlar. Ve entelektüel meraklarla dopdoluydular. Makaleler, þiirler, öyküler, romanlar, coðrafi kitaplar, çok ciltli tarih kitaplarý yazdýlar. Bronte kýzlarý yirmili yaþlarýnýn ortalarýna geldiðinde, üçü de þiir ve romana yoðunlaþmýþtý. 1846'da ilk þiir kitaplarý çýktý. Kendi adlarýyla. 1847'de ise üçü de takma erkek adlarýyla roman yayýmladý. Charlotte'unki "Jane Eyre", Anne'inki "Agnes Grey" ve tabii Emily'ninki "Wuthering Heights / Uðultulu Tepeler"di. Dört kardeþin içinde Emily, en sessiz ve tutkulu olandý. Ailesine karþý hissettiði yoðun ve þiddetli sevgi yüzünden onlardan ayrý bir hayat kurmayý düþünmedi bile. Bir ara gider gibi oldu ancak yaþadýðý sýla hasretiyle hemen geri döndü. Erkek kardeþinin 1848'deki ölümünden sonra, ki romanýnýn yayýmlanmasýndan beþ altý ay sonrasýna denk düþüyor, Emily, yaþama isteðini tümüyle kaybetti. Ýyice içine kapandý. Verem oldu. Týbbi yardýmý kabul etmedi. 1848'de öldü. O sabah her zamanki gibi kalkmýþ, giyinmiþ ve aþaðýda kahvaltý eden kardeþlerine katýlmýþtý. Saðlýðýna dair tek kelime etmedi. Biraz yedi, biraz içti ve masadan kalktý. Tekrar odasýna dönmek üzere merdivenlere yöneldi. Üst basamaklara varamadan yýðýlýp öldü. Erkek kardeþ Branwell ve Emily arasýndaki 'yoðun' sevginin genç kadýnýn yaratýcý zihnini tamamen ele geçirdiði anlaþýlýyor. Victoria dönemi, katý bir ahlak anlayýþýnýn hüküm sürdüðü bir dönemdi. Hatta izlerini 50 - 60'larda Yeþilçam'da çekilen melodramlarda dahi gördüðümü düþündüðüm türden, cinselliði tabulaþtýran, çaðrýþýmlarýna dahi kapýlarýný kapayan, kadýn cinselliðini ve cinsellikteki beklentilerini kastre eden bir katýlýk bu.
98
Bir Kitabýn Eþiðinde
Emily ve kardeþi arasýndaki sevginin, Heathcliff ve Catherine arasýndaki 'muðlak' yoðunluða ilham verdiðini düþündüm hep. Emily'nin o günkü þartlarý göz önünde bulundurulursa, Heathcliff ve Catherine'i 'kan' kardeþ yaparak, romanýný resmen bir ensest üzerine kurmasý beklenemezdi. O da duygusal, manevi bir ensest atmosferi yarattý. Lanetli bir aþk. Yakýndan tanýdýðý, mücadelesini verdiði bir lanet. Olay örgüsü kurguydu fakat his örgüsü bütünüyle gerçek hayattan beslenmiþti. Kardeþinin hastalýðý sýrasýnda yazdýðý bir þiirde, Emily, hislerini þöyle ifade ediyor. Sen ölürken karþýmda böylece, eðer bir gözyaþý damlasý Mutlulukla düþecek olursa benden Ruhum yanýp tutuþuyor demektir sadece Gitmek ve huzura kavuþmak için, seninle Ýnsan, yaþamý boyunca yüzlerce bedenle karþýlaþýyor ama bazen sadece tek bir tanesini ölümüne arzuluyor. Bu arzu þiddetlendikçe sözler manasýný yitiriyor. Suskunluklar ön plana geçiyor. Arzu þiddetlendikçe, sözler her þeyi mahvediyor. Ýnsan düþkünleþiyor ve vazgeçme aþamasýna geliyor. Vazgeçmiþliðe kendini kaptýran kiþi ise ürkütücü bir güce dönüþüyor. Zira vazgeçmiþ olmanýn intikamýný alacaðýna kesin gözüyle bakmak gerekiyor. "Uðultulu Tepeler"de sevgilinin önemi, tutku ve ölüm düþüncesi Emily'nin kalemine aþaðýdaki satýrlarla yansýyor. Her þey yok olup, o kalsa, benim varlýðým gene devam ederdi; her þey kalýp da, o ortadan kaybolsa, evren bana büsbütün yabancý olurdu. Ben, onun bir parçasý olamazdým. Romanýn dokuzuncu bölümündeki bir epizod, dramatik sanatlar açýsýndan bir çatý kuruyor. Yani romaný senaryolaþtýrmak ya da oyunlaþtýrmak isteyenler için. 15 yaþýndaki Cathy Earnshaw, 20 küsur yaþýndaki hizmetçi Nelly ile Victoria tarzý bir taþra mutfaðýnda konuþuyor. Wuthering Heights'dalar. Burasý Yorkshire esintilerinin merkezine yerleþtirilmiþ büyük bir ev. Orada, Cathy yani Catherine, Nelly Dean'e, Edgar Linton ile evlenmek eðiliminde olmasýna raðmen
99
Bir Kitabýn Eþiðinde
gerçek aþkla baðlý olduðu kiþinin Heathcliff olduðunu itiraf ediyor. Heathcliff de bu konuþmanýn ilk kýsmýna kulak kabartmýþ bulunuyor ancak Catherine farkýnda deðil. Cathy, derin sevgisini anlatmaya çalýþýrken þöyle bir ifade kullanýyor: "Nelly, I am Heathcliff. / Nelly, ben Heathcliff'im." Heathcliff, Cathy'nin evleneceðini duyduðu bu anýn hemen sonrasýnda evi terk ediyor ve birkaç yýl boyunca geri dönmüyor. Biz bu iki aþýðýn hikâyesini, iki anlatýcýnýn aðzýndan dinliyoruz. Esas anlatýcý hikâyeyi öðrenen, dýþarýdan biri olarak, þimdinin sesiyle anlatan þehirli centilmen Mr. Lockwood. Diðeri ise geçmiþin sesi ve içeriden biri olan, anlattýðý olaylarýn bir çoðuna bizzat þahit olan Ellen (Nelly) Dean. Catherine Earnshaw ve Heathcliff'in aþký ve bu aþkýn biçimi çocukken yerleþiyor ikisinin arasýna. Þehveti eylem planýnýn dýþýnda býrakan ancak baþka bir düzleme çok daha sarsýcý bir biçimde yerleþtiren bir aþk biçimi bu. Dokuzuncu bölüm, iki aþýðýn, çocukluk dünyasýnýn yabanýllýðýndan ve saðladýðý özgürlükten sýyrýldýðý, bir kýrýlma noktasý. Heathcliff'in bir aþýk olarak varlýðý ortaya çýkýyor, alýp baþýný gitmek durumunda hissediyor kendisini. Catherine ise çocukluðunu ve aþkýný temsil eden tüm vahþi ve kaba tavýrlarýný bir kenara býrakarak, ince, kibar, zengin bir adamla kabul edilebilir bir hayata, yeni eþiyle oturacaðý Thrushcross Grange'a yöneliyor. Hislerin, iliþkilerin, durumlarýn Wuthering Heights'a oranla çok daha muðlak yaþandýðý bir ortam burasý. Catherine'in kocasý Edgar Linton, maddi zenginliðin getirdiði tüm olanaklara sahip, akýlcý bir dünyanýn prensiplerine göre yaþayan bir adam. Yani Catherine ve Heathcliff'e ait olan Wuthering Heights dünyasýnýn zýddýný temsil ediyor. Yýllar sonra, gittiði uzaklardan zengin bir adam olarak dönen Heathcliff'in yaþadýðý ihanete uðramýþlýk hissinin odaðýný da tercih edilen bu diðer dünya oluþturuyor. Bu ihanet, Catherine'siz kalan Heathcliff'te kontrol dýþý bir öfke ve dolayýsýyla þiddete dönüþüyor. Fakat iþte burada Emily Bronte'nin ne derece usta bir anlatýcý olduðu gerçeðiyle burun buruna geliyoruz. Çünkü romanda Heathcliff'in þiddeti, olaðanüstü bir sükunetin parçasýymýþ gibi ifade ediliyor. Heathcliff, yitirdiði çocukluk
100
Bir Kitabýn Eþiðinde
dünyasýna yeniden kavuþamayacak olmanýn acýsýna raðmen, kavuþabilmek için de elinden geleni yapýyor. Bu lanetli ihtiras dýþýnda her þeyden vazgeçiyor. Hatta Catherine'in bedensel varlýðýndan bile. Neredeyse ölümünü çabuklaþtýrdýðý Catherine'in göçüp gidiþini, dindiremediði öfkesi, baþa çýkamadýðý tutkusunun gölgesinde izliyor. Heathcliff, aklýn iyilik olarak tanýmladýðý güvenlikler dünyasýna karþý açtýðý savaþýnda insanca olduðu kabul edilen, iyi davranýþlara yer vermiyor, kaçýyor, kaçýnýyor. Zira insancýllýk ve iyi davranýþlar, Heathcliff'in içindeki þeytaný tetikliyor. Edgar Linton'ýn kýz kardeþi insancýl bir aþkla seviyor Heathcliff'i. O da hemen bu tazecik kýzla evleniyor. Öfke nesnesi Edgar'a kötülük edebilmek için. Kýzý aþaðýlýyor, gösterdiði ilgisizlikle bunalýma sürüklüyor, hýrpalýyor... Bundan vahþice zevk alýyor. Yasalarýn bu kadar katý, zevklerin bu kadar narin olmadýðý bir ülkede doðsaydým, keyifli bir akþam geçirmek için bu yaratýðý canlý canlý kesip inceleme zevkini bahþederdim kendime. Irwýn Yalom, romantik aþkýn gizemle beslendiðini, incelendiðinde ufalýp daðýldýðýný yazmýþtý. Zaten ben de Heathcliff - Catherine aþkýnýn celladý olmak niyetinde deðilim. Fakat aþk kipinin kiþiyi savunmasýz býrakmasý hali, tahrik edici. 19.yy'da yazýlmýþ bir roman olarak "Uðultulu Tepeler" ya da baþka bir çeviride dendiði üzere "Rüzgarlý Bayýr" okunduðunda bir olgunluk çörekleniyor insana. Hem içerdiði romantizm, öylesine gerçek ve ütopik, güzel ve çirkin, güvenli ve tehlikeli, uysal ve vahþi ki, bu noktada insan rock þairlerinin Emily Bronte ve romanýna olan düþkünlüðünü anlamamazlýk edemiyor. Billie Holiday'in, Janis Joplin, Patti Smith, Marianne Faithfull, Nico gibi kadýnlarýn; Bob Dylan, Lou Reed, David Bowie gibi adamlarýn etajerlerinin üzerinde tuttuðu, Beat'cilerin sözünü sýk ettiði, biyografilerde yer eden bu roman, yüz altmýþ yýl sonra artýk bir kült. Romantizme gotiði en þiddetle sokan roman diyelim. Zaten Ortaçað, Victoria ve Edward döneminin klasikleri, 1970 ve 1980'lerde, punk etkisiyle ortaya çýkan gotik rockçýlarýn kutsal kitaplarý gibi. "Uðultulu
101
Bir Kitabýn Eþiðinde
Tepeler" her yaþta, görüþte kiþiye farklý biçimde hitap etmiþ. Marksistler de yazmýþ hakkýnda yapý bozumcular da. Sonra Balthus'un roman için 1932'de yaptýðý çizimler var. Keza filmler , televizyon uyarlamalarý da.... Emily Bronte'nin romancýlýðýnýn yapýsý oldukça karmaþýk. "Uðultulu Tepeler"in plot line'ý da bir o kadar karýþýk. Ýç içe geçen zaman geçiþleri de öyle. Yapý olarak çaðdaþ romandan ayýrt etmesi güç. Victoria döneminde deðil de, bugün dahi kaleme alýnmýþ olsa, yine ayný derecede ilgi göreceðinden þüphe edilemez. Bir kere romanda ayný ismi paylaþan pek çok kahraman mevcut. Neredeyse herkesten iki tane var! Hatta üç Catherine! Catherine Earnshaw, Catherine Heathcliff ve Catherine Linton. Romanýn 1847'deki ilk basýmýndan sonra hakkýnda çýkan ilk eleþtirilerden birinde isimlerin ve kiþisel tarihlerin tekrarýnýn, insan tabiatýyla ilgili felsefi bir tercih olduðu yazýlmýþ. Çünkü roman kahramanlarýnýn suç ve hüzünleri, içlerindeki þeytani güçten çok, yaþam karþýsýnda hatalý gardlar almalarýndan kaynaklanýyor! George Bataille'ýn "Edebiyat ve Kötülük"ün önsözünde de söylediði gibi 'kötülük' kavramý ahlak yoksunluðuna denk düþmediði gibi, yapýsý, yazýlý ya da sözlü olarak saptanmamýþ bir tür 'yüksek ahlak' anlayýþýný da þart koþuyor. Tüm çaðlar için geçerli bir tespit bu. Ahlak kalýplarý katýlaþtýkça, bu kalýplarý besleyenlerin kötülük olarak tanýmladýðý durum da elbette ki geliþecek. Üstelik bu anlamda paylaþýlan bir kötülük durumu, insan ruhlarýnýn derinden iletiþimine de olanak yaratýyor. Edebiyat da, 'kötülük bilgisi'nin paylaþýldýðý önemli platformlardan biri. Çocuksu bir cesaret, bir eylem biçimi. Katý Ýrlandalý papazlarýn eðittiði Emily Bronte'nin Yorkshire presbiteryumundaki fundalýklarýn dýþýna taþmayan yaþamý ve kendi içine kapanýklýðýndaki sessizliðini bozan tek þey yazdýklarýydý. Þiirleri ve romaný. Emily Bronte güzel bir kadýndý. Ancak erkeklerle hiçbir fiziksel temasý olmadý. Bu temas gerçekleþmedikçe de içindeki tutku büyüdü. Zihin ve yazý alanýnda tutkunun gidebileceði ufuklarý keþfetmesi uzun sürmedi. Orada karþýsýna çýkan durumdan da
102
Bir Kitabýn Eþiðinde
ürkmedi. Tutku bilgisi, sadece yeterince sezilmek ve edinilmek istenmediðinde aydýnlýk bir bilgiydi. Tutkuya hakký verildiðinde ucunun þiddete, ucunun ölüme deðmemesine imkan yoktu. Hâlâ da yok. Emily, iyilik ve ahlak sembolü Catherine karakterine, ölüm anýna dek, kötülük sembolü Heathcliff'i tutkuyla sevdirdi. Ýyi olana kötülüðü arzulattý. Catherine, bedenen iyiliðe ait olmayý tercih etti ama ruhen hep kötülüðün özlemini duydu. Ulaþamayýnca da öldü. Bu, Emily'nin kendi hayatýnýn romana yansýmasý olarak okunabilir. Burada, Emily ve Catherine'i özdeþleþtirdiðimiz bu noktada, yukarýda sözünü ettiðimiz 'yüksek ahlak' meselesini açmakta fayda var. Bu iki kadýnýn sahip olduðu, bizim yüksek ahlak dediðimiz bilgiyi, yerleþik ahlaka baþ kaldýrmak olarak saptayalým. Ve þöyle bir yerleþtirme yapalým. Emily'nin romanýnda Wuthering Heights yüksek ahlaký, Thrushcross Grange ise yerleþik ahlaký simgeliyor. Yüksek ahlak, kiþinin kendini, toplum hayatýnýn sürekliliðine hizmet eden, düzeni riske atmamak için oluþan önyargýlardan özgürleþtirme çabasý olarak algýlanmalý. Ki katý papazlarýn yetiþtirdiði Emily için bu özgürleþmenin çok daha yoðun ve sancýlý geçtiði düþünülebilir. Orada keþfettiði kötülüðün dünyevi çýkarlar uðruna hissedilmediði, ölümün cazibesi dýþýnda herhangi bir çýkar barýndýrmadýðý da ortada. Bataille, burada, yasalar tarafýndan ikisi de mahkum edilen ancak mukayese kabul etmeyecek olan adi bir cinayet ile tutkuyla iþlenmiþ cinayet örneðini veriyor. Ve ekliyor: "Ýnsan hayatýnda anlam bakýmýndan en zengin olan þeyler 'lanetli yan'da dururlar". Bu lanetli yanla tanýþmanýn, orada eyleme geçmenin bedeli vardýr. Catherine ve Heathcliff, hatta Emily Bronte, düþledikleri lanetin bedelini ödemiþtir... "Uðultulu Tepeler", bugüne dek çeþitli kereler farklý isimlerle Türkçe'leþtirildi. Her þeyden evvel, 1939'da William Wyler'ýn çektiði, Lawrence Olivier ve Merle Oberon'lu film, ki en iyi yapým da bu zaten, "Ölmeyen Aþk" diye sinemalarda gösterilmiþ. Catherine'in ölümüyle biten bir versiyon bu. Ardýndan ayný adlý bir tercüme yayýmlanmýþ. Derken "Anafor Tepe" denerek bir tane daha. Bu iki versiyon da film
103
Bir Kitabýn Eþiðinde
gibi, Catherine'in ölümüyle finale baðlanýyor. Romanýn ilk tam tercümesi ise Naciye Aksekili Öncül tarafýndan, 50'li yýllarda, "Rüzgarlý Bayýr" ismiyle yapýlmýþ. Tercümanýn kendisi de bu romana verdiði ismin orijinalini karþýlamadýðýnýn farkýnda fakat tercümesini son derece 'þiirsel' bulduðu için vazgeçememiþ. Ben, rüzgar deyip geçmek istemiyorum 'wuthering' için. Emily'nin kitabýnýn adý bir Yorkshire kelimesi olan 'withering'den geliyor. Ki bu da tam olarak rüzgarlý ve deðiþken bir hava halini ifade ediyor. Emily'nin çok katmanlý hikâyesine ürkütücü bir ifade gücüyle soktuðu karakterlerin de deli gibi estiði ve deðiþtiði düþünülecek olursa, Bordo Siyah Dünya Klasikleri serisinden yayýmlanan Güvenç Küçüktok çevirisi "Uðultulu Tepeler" en uygunu oluyor herhalde. Bronte'nin romanýný okurken, adýnýn da bu noktaya gönderme yapmasý bir yana, farklý hava durumlarýna dikkat etmenizi öneririm. Sýklýkla deðiþen hava, karakterleri, yaþamlarýndaki deðiþiklikler doðrultusunda tanýmlamamýza yardýmcý oluyor. Yörenin fýrtýnalarýnýn Heathcliff'e iþaret etmesi gibi. Catherine'in ölümü güneþ ýþýðý, Heathcliff'inki ise acýmasýzca yaðmurlu bir karanlýk gecede gerçekleþiyor. Sonbaharýn ilk günlerinde kar yaðýyor. Yadýrgamýyoruz. Çünkü bu, aþkýn bir baþkasýnda ya da ölümde bulunduðu, kaybedildiði ve yeniden bulunduðu bir roman.
104
Osmanlý Âdet, Merasim ve Tabirleri Abdülaziz Bey
Aziz'in Hikmetli Metinleri Ayfer Tunç Abdülaziz Bey, Siz, bundan en az yüz yýl önce, 14 defter tutan notlarý alýrken ne hayal etmiþtiniz, aklýnýzdan ne geçiyordu bilmiyorum, ama bilmek isterdim. Atalarýnýzýn ve çaðýnýzýn insanlarýnýn yaþama biçimlerini, alýþkanlýklarýný, geleneklerini, küçük dünyalarýný, inançlarýný kaleme alýrken, o notlarý býraktýðýnýz geleceðin "nasýl" olacaðýný hiç tasavvur etmiþ miydiniz? Defterleriniz siz öldükten çok sonra yayýmlandý, yaklaþýk seksen yýl sonra. Günlük hayatýn akla hayale gelmez küçük ayrýntýlarýný bile kayýt altýna alýrken, sizden 114 yaþ küçük birinin aklýný çeleceðini hiç düþünmemiþsinizdir, - belki de düþünmüþsünüzdür, çünkü sýnýrlarý belirsiz bir âlemi yansýtan kitabýnýzýn ayný zamanda geniþ bir muhayyileyi ve hayat karþýsýnda ilgisiz kalamayan bir yazarý iþaret ettiðini düþünüyorum. Notlarýnýz benim aklýmý çeldi.** Kitabýnýz 1995 yýlýnda basýldý. Aldým, okudum, hayret ettim, hayran oldum. Bir süre bu hayranlýkla yetindim. Ben de -sanýrým sizin gibihayata ilgisiz kalamayan biriyim. Kimileri kuþlarý merak eder, kimileri düþünceleri; ben hayatýn kendisini, sýnýrsýz çeþitlilik ve çoklukta olan hayatý merak ederim, - hayatlarý.
105
Bir Kitabýn Eþiðinde
Bu yüzden olsa gerek, týpký sizin gibi, kendi çaðýmýn insanlarýnýn küçük/büyük hayatlarýnýn ayrýntýlarýný not almaya baþladým, küçük küçük kâðýtlara, aklýma geldikçe. Derken kitabýnýzýn formülü bana kýlavuz oldu ve kendi çaðýmý, çaðýmýn on yýlýný yazdým. Elbette eskiye giden ve geleceðe taþan hayat ayrýntýlarýný da barýndýrýyordu. Ýlhamýný sizden aldým. Size borçlu olduðumu düþünüyorum. Zaman geçtikçe bunu daha çok düþünüyorum. Kitabýnýzý okuduðumda ufkum geniþledi. Görme gücünüze duyduðum hayranlýðý vurgulamak isterim. Kitabýnýz bir gelecek projesi ya da tasavvuru içermiyor, aksine yakýn-uzak geçmiþi ve ondan da fazla "þimdi"yi anlatýyordu. Ama her ayrýntýnýn kýsa süre içinde kaybolabileceðini, unutmanýn karanlýk boþluðuna düþebileceðini görmüþ/hissetmiþ ve unutmanýn gücünü anlamýþ olmalýsýnýz ki; o an varolan ve hep varolacaðý sanýlan en köklü ayrýntýlarý bile kayda geçirmiþsiniz. Bin yýl geçse bu deðiþmez denenleri de, göz açýp kapayýncaya kadar unutulacak olanlarý da. Kaydýn unutmanýn düþmaný olduðunun altýný çizdi kitabýnýz. Bana o sýrada aklýmda bile olmayan kitabýmla ilgili ilham veren ilk tespit bu oldu. Düþündüm. Bugün var veya henüz hatýrlanýyor, bugün varolaný veya hatýrlanabileni bugün yaþayanlar bilmiyorlarmýþ, hatýrlamýyorlarmýþ gibi kaydetmek, anlatmak çok anlamsýz; ama ya yarýn? Ya kaybolursa? Ya unutulursa? Ki öyle oldu, oluyor. Bugün varolan her þey, sözcükler, nesneler, anlayýþlar, gelenekler yarýna kalamayabiliyor. Bugün varolan her þeye yarýn da varolacakmýþ gibi bakýyoruz. Sanki varlýklarýnda bir süreklilik taþýyorlarmýþ, deðiþimin yasasýnýn hükmünden kurtulabilirlermiþ gibi. Elma aðaçlarýnýn hep ayný çiçekleri açacaðýný sanýyoruz, denizlerin hep ayný yerde duracaðýný. Oysa hayatýn sonunda ölüm var, en deðiþmez deðiþim.
106
Bir Kitabýn Eþiðinde
Yüzyýlýn köklü bir deðiþim için yeterli hatta uzun bir süre olduðunu da düþündüm kitabýnýzý okurken. Bu deðiþimde sizin kuruluþuna yetiþemediðiniz cumhuriyetin payý çok büyük elbette. Yetiþmiþ olsaydýnýz, eminim 14 defter geliþmenin ve deðiþmenin hýzýný tutanak altýna almak için yeterli olmaz, belki 114 defter gerekirdi. Görmenizi ve yorumlamanýzý isterdim; müthiþ gözlem gücünüz varlýðýndan haberdar bile olmadýðýmýz çeþit çeþit ayrýntýyý okumamýzý saðlar, bir toplum olarak kimliðimize iliþkin kendimize yýllardýr sorduðumuz yýðýnla sorunun cevabýný bulmamýza yardýmcý olurdu belki. Keskin bir deðiþim ve dönüþüm olarak okuduðumuz sürecin günlük hayattaki hýzýný, toplumu oluþturan bireylerin hayatlarýný nasýl deðiþtirdiðini daha ayrýntýlý bir biçimde öðrenebilir, bugün hâlâ yaþadýðýmýz ve bizden sonra da yaþanacak olan deðiþimin dinamiðini daha iyi anlayabilirdik. Bazý bilinenlerin ispatý olduðunu da düþündüm yazdýklarýnýzýn. Osmanlý'nýn sýnýflý bir toplum olduðunu, âdâb-ý muaþeretin aðýr ve tartýþýlmaz kurallarý olduðunu, üretmenin de tüketmenin de bir âdâp gerektirdiðini,
kiþilerin
yaþantýlarýnýn
toplumdan
pek
de
soyutlanamayacaðýný göstermiþsiniz. Hayatýn nasýl bir ritüeller bütünü olduðunu da. Okula baþlamaktan evlenmeye, bir iþ sahibi olmaktan hacca gitmeye, mesire yerinde vakit geçirmekten uðurlama ve karþýlamalara kadar, ritüeller hayatýn hayat oluþunun ispatý olarak kendini gösteriyor. Kaleminiz dýþardan çok içeride odaklandýðýndan, yani genellikle konaklarda yaþanan hayatý kayýt altýna aldýðýnýzdan, kadýnlar Osmanlý'ya iliþkin pek çok kitapta olmadýðý kadar çok yer tutuyor kitabýnýzda. Kadýnlarýn dünyasýna çok vakýfmýþsýnýz. Halktan hanýmlarýn kýyafetlerini, cihaz takýmý tabir ettiðiniz çeyizin içinde bulunmasý gereken her bir parçayý, nalýnlarý, taraklarý, yelpazeleri, sürmeleri ve göz banyolarýný, kalfa ve cariyelerin evlendirilmesini bile anlatmýþsýnýz.
Kadýnlarýn
ve
erkeklerin
ayrý
âlemler
içinde
yaþadýklarýný, kesiþme alanlarýnýn çok dar olduðunu göstermiþsiniz, ayný zamanda hayatý kurucu güce her iki cinsin de sahip olduðunu, ama aralarýnda tartýþýlmaz bir iþbölümünün varolduðunu da.
107
Bir Kitabýn Eþiðinde
Çeþitli ýrklardan, dinlerden insanlarýn Âli Osmanlý Devleti içinde (bazen hayatlarý zor olsa da) birlikte yaþadýklarýný anlatmýþsýnýz. Örneðin azat edilen zenci köle kadýnlarýn yoksul düþenlerinin sokaklarda, cami kapýlarýnda, tencerelerine dizdikleri yaprak veya lahana dolmalarýný satarak geçindiklerini, bunlara dolmacýlar dendiðini sizin kitabýnýzdan öðrendim, her midye dolma satýcýsý gördüðümde muhakkak aklýma gelir. Ayrýntýya çok düþkünmüþsünüz. Sizin ayrýntýlarýnýz kýlý kýrk yarmaya ve her bir parçayý da kýrk yarýp yine her bir parçayý ayrý ayrý anlatmaya benziyor.
Örneðin
marangozlarý
anlatmýþsýnýz,
sonra
ince
marangozlarý anlatmýþsýnýz, kullandýklarý aðaçlarý "servi, innap, çemþir, çýnar, ceviz, abanoz" diye sýralamýþsýnýz. Ulema sýnýfýnýn ellerinde taþýdýklarý âsâlarýn kýzýlcýk aðacýndan, kýzýlaðaçtan veya boðmaklý kalýn hezarenden yapýldýðýný belirmiþsiniz. Bununla yetinseniz
iyi,
ince
marangoz
olarak
ünlenmiþ
kiþileri
de
unutmamýþsýnýz, "Bu sanatlarda en fazla þöhret kazanmýþ olanlar Çemberlitaþ civarýndaki sedefçiler içinde Þehlevendim lakabýyla tanýnan meþhur Haþim Usta, ayný yerde Kelayioðlu Haçadur Usta ile dükkâný olmayýp hanesinde çalýþan Galip Usta idi." Kitabýnýz "Bir Çocuðun Doðumundan Önce ve Sonra Yapýlan Ýþler ve Uyulan Âdetler" bölümüyle baþlýyor. Ardýndan "Eðitim" ve "Evlenme" geliyor. Sonra diðer bölümler sýralanýyor. Siz mi böyle sýraladýnýz bilmiyorum, ama iyi bir baþlangýç. Ben de size özenip birçoðu unutulmaya yüz tutmuþ çocuk oyunlarýný anlattýðým "Saklambaç Oynayan Kaleye Mum Diksin" bölümüyle baþladým kitabýma, hayatýn en güzel dönemiyle. Kitabýnýzý yayýna hazýrlayan Prof. Dr. Kâzým Arýsan ve Duygu Arýsan Günay "Osmanlýnýn son dönemine ait ve belirttiðimiz konularda bu denli ayrýntýlarý içeren birinci elden kaynaklarýn ne kadar az olduðu göz önüne alýnacak olursa, eserin -özellikle Türk halkbilimi için- nasýl bir boþluðu dolduracaðý daha iyi anlaþýlýr," demiþler. Kitabýnýzýn günümüze tuttuðu ýþýðýn önemini o notlarý kaleme aldýðýnýz sýrada tahmin edebilir miydiniz?
108
Bir Kitabýn Eþiðinde
20. yüzyýlýn baþýnda -sizin öldüðünüz sýrada- doðanlarýn büyük çoðunluðunun göremediði, söz konusu yüzyýlýn son on-on beþ yýlýnda ortaya çýkan internet ortamýnda yayýmlanýyor bu satýrlar.
Siz Âli
Osmanlý Devleti sýnýrlarý içinde yaþarken, adýnýzýn okyanuslar ötesinde ola ki bir tek kiþi tarafýndan telaffuz edilebileceðini hayal edemezdiniz. Oysa sizin yaþadýðýnýz dönemde haritada yerini bulmak için bile bir sebebinizin olmadýðý ülkelerde örneðin Kenya'da, Ukrayna'da, Yeni Zelanda'da, Pakistan'da, Japonya'da, Finlandiya'da, Fiji'de internette gezinen ve Türkçe bilen bir okur sizin kitabýnýzdan haberdar olacak ve belki de merak edecektir. Araþtýrdým ama bulamadým, belki de yeni yazýya aktarýlmamýþtýr, sahi, siz Latin alfabesine geçtiðimizi de göremediniz- iki küçük kitapçýk da yayýmlamýþsýnýz. Biri Denenmiþ Ýlaçlar, diðeri ise Aziz'in Hikmetli Cümleleri. Ben, ardýnýzda býraktýðýnýz külliyata, külliyen "Aziz'in Hikmetli Metinleri" diyorum, çünkü bu hikmetten feyz aldým.
109
Totem & Taboos Sigmund Freud
Totem ve Tabular Pýnar Türen
Ocak 2003 Ýstanbul Sevgili Freud, Her þeyden önce size teþekkür etmek istiyorum. Biliyorum önsözler genellikle okuyucuya hitap eder ama bu görevi siz zaten kitabýnýzýn baþýnda yapýyorsunuz, ben ise size hitap ederek hem psikoanalitik bir tatmin yaþayacaðým hem de okuyuculara özel bir iliþki üzerinden farklý bir okuma kapýsý açmayý deneyeceðim. Psikolojinin profesyonel olarak içine girdiðimden beri bana insan, insana ait deneyimler ve hatta insan üzerinden hayata dair farklý okuma görüsünü kazandýran sizsiniz. Yani amacýnýza ulaþtýnýz. Kendisinden sonra gelen nesilleri sizin kadar etkilemeyi baþarmýþ kaç kiþi var? 21. yüzyýlýn otomatik insanlarý bile bir yerlerde ruhlarýný aramaya karar verdiklerinde ya da "ben nerede hata yaptým" dediklerinde inanýn bana yeniden size sarýlýyorlar. Kuþkusuz bu sözleri sadece Totem ve Tabular kitabýnýz üzerinden söylemiyorum ama özel bir edisyon için yýllar önce üniversitede ders kitabý olarak okuduðum bu kitaba özel önsöz istendiðinde bir psikolog olarak size genel bir teþekkür etmekten kendimi alamadým. Hiçbir zaman mütevazý bir insan olduðunuzu düþünmedim, insana tepeden bakmadan görülemeyecek þeyleri bulmuþ ve kabul ettirmiþ bir insan olarak tevazudan çok uzak olduðunuzu düþünüyorum. Bu giriþ teþekkürü de bu yüzden sizin için çok önemli olmayacaktýr ama yine de teþekkürler.
110
Bir Kitabýn Eþiðinde
Totem ve Tabular'da antropolojik sorulara psikoanalitik cevaplar arayan ve ilkel topluluklarýn akýlcýlýðý ile çaðdaþ nörotikler arasýnda ortak bir payda bulmayý amaçlayan 4 makaleniz de insanýn atalarýnýn en gizemli odalarýný karýþtýrýyor: Ensest Korkusu; Tabu ve Duygusal Dengesizlik; Animizm, Büyü ve Düþüncenin Sýnýrsýz Gücü; Çocuklukta Totemizmin Geri Dönüþü. Böylece hâlâ kendisini hayvandan ayýrmaya çalýþan
insanoðluna
ruhunun
mistik
yanlarýný
gösterirken
atalarýmýzdan sadece genetik haritamýzý deðil, genlerimizin bize vaat ettiklerini nasýl baský altýna aldýðýmýzýn sýrlarýný da aldýðýmýzý gösteriyorsunuz. Ve insanýn karanlýk köþelerine ýþýk tutmayý ne kadar ince bir ustalýkla yapýyorsunuz (hatta bazý yerlerde hafif bir alay tadý aldým desem çok mu ileri gitmiþ olurum?). Bir erkek çocuðun annesi için yanýp tutuþmasýný ya da tam tersi bir annenin çocuðuna aþkla bakmasýný ilkel toplumlardan daha farklý yorumlayacak bir düzeye geldik mi? Bazý güncel sanat eserleri "evet" dercesine cüretkar mesajlar verse de bunun nedeni fazlasýyla özgürlük düþkünü topluluklara dönüþmüþ olmamýzdan baþka bir þey deðil. Günlük hayatlarýmýzý yine bastýrýlmýþ duygularýmýzla devam ettiriyoruz. Bu "inkar" daha ne kadar devam edecek inanýn bilmiyorum. Ama inkar da nöroz da hâlâ devam ediyor. Bastýrdýðýmýz ne varsa ancak sanat eserlerinde ortaya çýkýyor. Kitabýnýzda hatýrlattýðýnýz Otto Rank'in saptamasý, yaratýcý yazarlarýn ensest temasý etrafýnda yoðunlaþmasý inanýn bana tesadüf deðil! Niye bu kadar yasaklar üzerinden yaþýyoruz? Hem de kendimizi bildik bileli! Ne kadar ilerlesek, ne kadar medenileþsek veya akýllansak da yasaksýz ve bastýrmasýz ve dolayýsýyla çatýþmasýz bir dünya yaratamýyoruz. Oysa 2000li yýllarda insanýn genetik haritasý çýkartýldýðýnda herkes sevinç içinde saðlýklý, hatta kusursuz insanlarýn geleceðine kadeh kaldýrmýþtý. Akýllý olan insan deðil, genleridir deniyor. Siz olsanýz tüm bu olup bitenlere nasýl tepki verirdiniz? Eminim genetik bilimi de psikoanaliz içinde kullanmanýn hatta genlere psikoanaliz yapmanýn yolunu bulurdunuz. Genetik Bilime göre ensest yasaðýný çözmek çok kolay, aile içi evlilikten özürlü çocuk doðma olasýlýðý o kadar yüksek ki, ilkel insanlarýn saðlýklý bir þekilde üreyebilmek için ensesti katý bir þekilde yasaklamasýndan daha doðal bir þey olamaz. Peki o zaman sizin de sorduðunuz ve incelediðiniz gibi neden üvey ebeveynlerle iliþki de ayný þekilde yasak?
111
Bir Kitabýn Eþiðinde
Þaþýrtýcý benzerliklerden biri de nörotiklerle, tabulardan korkan ilkel insanlarýn fiziksel gerçek bir sebep olmadýðý halde karþý koyulmaz bir dürtüyle belli obje veya þartlardan korkmalarý. Wundt'un dediði gibi siz de tabularýn insanýn en eski (Tanrý ve Dinlerden önce) yazýlmamýþ kanun kodlarý olduðuna inanýyorsunuz ve onlarý yaratan ilkel insanýn bilinçaltýnýn süreçlerini geçmiþ ve bugün arasýnda gidip gelerek incelerken aslýnda hep ayný kavramýn etrafýnda dönüyorsunuz: Temel güdülerimiz... Cezalandýrma sistemi olarak tabular, korku salmak için tabular, þeytanla mücadele etmek için tabular... Ve bunun üstüne doðrudan insanýn hayal gücünü zorlayan büyüler ve totemlerin varlýðýný da ilave edince ortaya çýkan manzarayý psikanalitik bir pencereden seyretmek ne kadar keyifli deðil mi? Evet, kitabýnýzý okumak ve açtýðýnýz pencereden alabildiðine serbestçe ve sýnýr tanýmadan düþünceden düþünceye uçmak çok zevkli. Arkaik olaný günümüz þartlarýnda incelemek. Ýþte kitabýnýzýn özü olan ve üstünden yýllar geçse de hâlâ peþinden koþtuðumuz bilmeceler. Uzaya baktýðýmda ne kadar ufak olduðumuzu nasýl anlýyorsam, zamana baktýkça da hâlâ ne kadar az yol gittiðimizi ve önümüzde ne kadar uzun yollar olduðunu düþünüyorum. Asýrlar sonra bizler de arkaik olduðumuzda, bizleri inceleyecek kültürler bizim üstümüzden neler bulacaklar acaba? Yoksa onlar da hâlâ sizi mi okuyor olacaklar sevgili Freud...
112
Frankfurt Seyahatnamesi, Mektuplar, Mülakatlar Ahmet Haþim
Bir Karanlýk Lisan : Ahmet Haþim Sibel K.Türker Biz modern edebiyat tutkunlarý, 1933'te ölen þair Ahmet Haþim'i deðil düzyazýlarýyla, þiirleriyle bile az tanýrýz. Bu nedenle þairliðinin önüne 'ünlü' kelimesini getirmeye gönlüm elvermedi. Evet, ünlüdür ünlü olmasýna, adýna aþinayýzdýr; ancak bu aþinalýk 'güneþ rengi bir yýðýn yaprak'tan ve 'aðýr aðýr çýkýlan merdivenler'den bahseden birkaç dizeyi hatýrlamaktan öteye geçmez çoðu kez. Haþim bizim için çok uzaklarda kalmýþ birkaç güzel dizenin yazarý olmaktan fazla bir anlam taþýmayan bir isimdir.Bunun nedenlerini düþünecek olursak, ilk baþta Haþim'in þiirinin 'meraklýsýna' bir þiir olduðunu söylememiz gerekir. Bu merak ki; bizi Piyale'den Göl Saatleri'ne götürür, yetinmez þairin peþine düþürür. Kimdir, nerede yaþamýþtýr, nasýl bir adamdýr, neleri sever neleri sevmez, hayat ve edebiyat hakkýnda neler düþünmüþtür, þiirine götüren o uzun yolu nasýl yürümüþtür...? Bütün bu sorularýn cevabýný aramaya çalýþmak, gerçekten de þiirin deðil, onu yaratan bir hayatýn peþine düþmektir aslýnda. Ahmet Haþim'in az bilindiðini söyledik. Buna bir neden olarak da, onun þiirinin kolay okunmaz, kolay ele geçmez, uðraþtýran bir dili olduðunu gösterebiliriz. Bu onun edebiyat anlayýþýndan ileri gelen bir durumdur.Hele kendinden sonraki kuþaklarla arasýna kalýn bir duvar ören ve belki bu ülkenin ilginç tarihiyle açýklanabilecek 'eski dil' engelini de eklersek, Haþim hepten içinden çýkýlmaz, anlaþýlmaz bir þair oluverir. Þair bu yönüyle bir 'zamanzede'dir. Bir yirmi yýl sonra doðmuþ olsaydý, devrin tüm þair ve yazarlarý gibi 'devrim'den nasibini alacak, daha sadeleþmiþ, daha anlaþýlýr ve genç bir Türkçe'yle yazacak, daha çok tanýnacaktý. Nitekim
113
Bir Kitabýn Eþiðinde
yeni basýlan kitaplarda þiirleri 'Türkçeleþtirilmiþ' olarak veriliyor-gerçi þair þiirin tercüme edilebileceðine inanmazdý, ancak buna tam bir tercüme deðil olsa olsa kabuk soyma iþlemi diyebiliriz- o aðdalý þiirin içinden çýkýveren süssüz ancak bir o kadar etkileyici dizeleri okuduðunuzda, Haþim'in söz deðil anlam yaratan has bir þair olduðunu anlýyorsunuz. Benim için Ahmet Haþim'in kendisi de satýrlarý gibi batan bir ayýn kenarýna gizlenmiþ, okunaksýz, yalnýz ve çirkin bir adamdýr. Ve tüm çirkinlerin karanlýðý hak ettiðini düþünecek kadar saf ve çýkarsýz, sitemsiz bir vazgeçiþle kendi içinde yaþayan, taþmayan, kendisini öldürmek pahasýna hayatý yormayan bir adam. Çirkinliði tarif etmek için tereddütlü bir dil kullanýrýz çoðu kez ve onun aslýnda o kadar da çirkin
olmadýðýný,
güzelliðin
yanýnda
yakýnýnda
durduðunu
kanýtlamaya çalýþýrýz. Seçtiðimiz her kelime bu yakýnlýða inanmayý istediðimizi gösterir.Ben bunu yapmak istemiyorum, çünkü þairin kendisi de bunu yapmayý hiç istemedi. Onun hakkýnda yazýlan bu yazý þairin niyetini aþmamalý.Onu yakýndan tanýyan tüm arkadaþlarý 'aslýnda zannettiði kadar...olmadýðýný fakat onun buna bir türlü ikna olmayarak ...olduðunu düþündüðünü' yazarlar. Demek ki Haþim ikna olmayý ve acýsýný yumuþatmayý seçmedi; öyleyse biz de ikna olmamalýyýz. Þairi þiiriyle sevenleri bir kenara koyarsak, Ahmet Haþim'in þiiriyle fazlaca
ilgilenmeyenler
düzyazýlarýnýn
toplandýðý
bu
kitapta
aradýklarýný bulurlar mý, bilmiyorum. Belki þiirden bilerek esirgenen zeka, mizah ve çokça akýlcýlýk, devrini yaþayan ve ona tanýklýk eden bir düþünce adamýnýn bu akýcý cümleleri okuyucuyu kendine çeker. Belki þairin düzyazýsý þiiri gibi çetrefil - kendi deyiþiyle çetin bir edebiyatdeðildir, düzyazýlar belki bir anlam karmaþasý da yaratarak 'basit' olduklarýný ima ederler.Bu, ruhun ve hislerin, duyumlarýn ve sezgilerin kaðýda dökülmesinin zorluðu karþýsýnda, olaylar, yerler, ülkeler ve insanlarýn anlatýlmasýnýn kolaylýðýna denk düþer aslýnda. Ayný zorlukkolaylýk hali okuyucu için de geçerlidir. Haþim düzyazýlarýnda kâh gördüðü memleketlerden bir seyyâh edasýyla bahseder, kâh tarihsel olaylarý merkez alarak konuþur, kâh yazma eylemi ve edebiyat üzerine
114
Bir Kitabýn Eþiðinde
teorilerin ýþýðýnda gezinir.Ancak Haþim'i iyi tanýyanlar bütün bu yazýlarda, bunalmýþ bir ruhun þiirden kaçýp cümlelere bulaþtýrdýðý lekeleri izleyebilirler. Zaten kendisi de Frankfurt Seyahatnamesi için "dýþtan ziyade içten bahsedilen bu renksiz ve vak'asýz küçük kitabýma seyahatname
adýný
vermekle
okuyucuyu
aldatmýþ
olmaktan
korkuyorum" der. Demek ki þair kötü bir alýþkanlýðý, yani 'þair gibi düþünmeyi' gazete yazýlarýnda bile sürdürdüðünün farkýndadýr. Ahmet Haþim düzyazýlarýnda neleri konu edinmiþtir? 'Hassas bir gözün, yaþadýðý zaman dilimi içerisinde görebileceði her þeyi 'desek yanlýþ olmaz sanýrým. Ancak yazýlarýndaki ana eksen, bu ülkede yaþamýþ-yaþayan her aydýn gibi doðu-batý meselesi üzerine düþünmektir. Onlar ve biz, yani garp ve þarkýn ayrýlýðý, birleþmezliði, benzemezliði Haþim'i de fazlaca meþgul etmiþtir. Ahmet Haþim bir Baðdat'lý olarak 'þark'ý sever, þark'ýn zevklerinde samimi ve gerçek bir yan bulur.Batý fazlaca tanzim edilmiþ,kurgulanmýþ; ancak içi biraz kof görünmüþtür ona. Haþim Frankfurt Seyahatnamesi'ni hasta bir adamýn gözünden yazar. Evet, Frankfurt'a yolculuðu, onu bu yazýlarý kaleme aldýktan birkaç yýl sonra ölüme götürecek hastalýðýnýn tedavisi için gittiði zorunlu bir yolculuktur. Ancak görmeye alýþmýþ bir göz, sahibi hasta da olsa bu kötü alýþkanlýðýndan vazgeçmez. Þehri, insanlarýný, alýþkanlýklarýný,
havasýný,
suyunu;
hatta
dilencilerini
bile
görüntülerinden soyarak asýl anlamýyla sorgular. Seyyah kiþi, bu yabancý memleketin kaldýrýmlarýnda 'acaip' bir yaratýktýr. Ama Haþim, kendi memleketinde de ayný acayip adam deðil midir zaten? Kendisine 'þairlerin en garibi' sýfatýný yakýþtýran da o deðil midir? Haþim her yerde ve her koþulda karþý kýyýda durmayý seçmiþ bir yabancýdýr aslýnda.Þair, devrin edebiyat akýmlarýnýn içine de girmemiþtir pek. Onun þiiri - her ne kadar bir ülke þiirinin baðýmsýz ve tek tek þiirler üzerine kurulamayacaðýna inansa da- kendi deyimiyle 'münferit bir ruhun þiiri'dir. Ahmet Haþim her koþulda kendi 'baþkalýðýný' ilan etmiþtir. 'Alçak' zekalardan ve 'iþlenmemiþ hayvani tabiattan' nefret ederken, 'kürsü ve cüppeyle taçlandýrýlmamýþ serbest zekalarý' över.Edebiyatýn dýþýnda resim sanatý, üzerine en çok söz söylediði alandýr. Avrupa Edebiyatýyla Türk Edebiyatýný karþýlaþtýrýrken, edebiyatýmýzýn taklit oluþundan yakýnýr.Kimi kez, Avrupa edebiyatýnýn genç beyinleri bir tür
115
Bir Kitabýn Eþiðinde
anlamsýzlýk ve hiçlik duygusuyla yoðurduðunu düþünür. Gençliðin ham hayallerinin
ve
cehaletinin
tatlýlýðýndan
bahsederken,
asýl
savunduðunun o 'acý meyve', yani hayat karþýsýnda edinilmiþ olgunluk olduðunu anlarýz. Ancak þairin asýl kimliðini anlayabilmek için 'Mektuplar'ýný okumak gerekecektir. Gazete yazýlarýnda ya da mülakatlarda bir hizaya sokmak zorunda kaldýðý düþünceleri, bu özel alanda daðýlýp un ufak olur.Deðiþik tarihlerde deðiþik isimlere yazdýðý bu mektuplarda, kendini kahredecek kadar huzursuz ve endiþeli, evhamlý ve kýrýlgan bir adamýn hayatýný
yakalarýz.Haþim
sevilmemeyi
sevmemeyle
cezalandýranlardandýr. Haþim kuruntuludur, tek bir söz, tek bir bakýþ, bir umursamaz tavýr onu yýkabilir.Haþim ölümüne gururludur, bir kadýnýn kendisini çirkin buluþu onu derinden yaralar ancak "Neden böyle düþündünüz?" diye sormaz, "Evet ama bundan size ne?" diye sorar. Ona selam vermeyen bir eski dosta yazdýðý mektupta, kendisinden bir cevap beklemediðini kesin bir dille bildirir. Dostlarýna yazdýðý mektuplarda çalýþtýðý iþlerden yakýnýr: " Beni accreditifits giþesine koydular. Gerçi kolay bir iþ; fakat beyaz saçlý ve iþe girdiði gün hesapla alýþveriþim yok diyene verilecek bir vazife deðil. Sýkýlýyorum, utanýyorum..." diye yazar.Zaten iþ hayatýnda hiçbir zaman tatmin olmamýþ, girip çýktýðý bütün iþlerde ayný boðuntuyu yaþamýþtýr. Kadýnlar meselesinde de ayný boðuntuyu yaþar; onu sevenleri kendisi sevmemektedir, onun sevdikleriyse kendisiyle ilgilenmemektedir. Haþim'in mektuplarý, yalnýzlýðýný, kimsesizliðini çoktan kabullenmiþ, bütün günlerini amaçsýzca koþturup, birileriyle randevulaþýp, birilerini bekleyerek tüketen ve en sonunda hýrçýnlaþan birinin hayatýna bizleri tanýk kýlan metinlerdir. Bekledikleri ya hiç gelmez ya da yanlýþ zamanlarda gelirler, karanlýk kahvelerde neþesizce ve caný sýkýlarak oturur, küçük notlar yazar, dostlarýndan küçük ya da büyük ricalarda bulunur. Haþim, iri ve beceriksiz adýmlar atarak yürüyen, 'soluk giysili' ve fakir bir adamdýr.. Kendisiyle yapýlan mülakatlarda biraz ilgisiz ve uzaktýr. Zaten kendisine yöneltilen bir soru üzerine: " Azizim, ben alelade bir adamým" diye cevap vermiþtir. Ve bunu, alelade olmadýðýný çok iyi bilen birinin o tuhaf alçakgönüllülüðüyle yapar.
116
Bir Kitabýn Eþiðinde
Ahmet Haþim'i gerçekten tanýmak isteyenler, onu " Devrin çok mühim tarihsel olaylarýndan uzak durmuþ, bireyci ve kötümser bir þair" olarak tanýmlayanlarýn derinliksiz bakýþlarýndan uzak durmalýdýrlar. Haþim, aydýn sorumluluðunu iyi bir þair olmakla yerine getirdi. Hiçbir güç ve iktidar aygýtýyla alacak-verecek iliþkisine girmedi, mevki istemedi, politikanýn kirli iþleyiþinden uzak kalarak ruhunu korumaya çalýþtý. Çok yakýn arkadaþý Yakup Kadri'nin dediði gibi, bahçesinde çok sevdiði haþhaþ çiçeklerini yetiþtiren bu adam, gönül azaplarý son haddine varmýþ bir bedbahttan baþka neydi ki? Ahmet Haþim "gözünde açýlmýþ yaralarla" bir ömür acý çekti. Karanlýðý ondan ürkerek sevdi, karanlýk bir lisanýn büyüsüyle eridi. Ölüm yataðýnda bile kapýyý aralayan arkadaþýna karanlýðýn gururundan seslendi: "Kardeþim, þu aydýnlýðý kapa!"
117
Son Þeyler Ülkesinde Paul Auster
Kendi "Son Þeyler"ime Önsöz Engin Türkgeldi
Anna Blume'un sesi olan binlerce isimsiz Kopyacý'nýn anýsýna,
fotoðraf: Margaret Bourke-White, Nuremberg Bundan yýllar önce serin bir bahar akþamý Daniel Quinn, Kent'in dört bir yanýndaki emsalleri gibi uzun zamandýr kullanýlmayan bir posta kutusunda Anna Blume'un mavi defterini tesadüfen bulduðunda, kendininki dahil birçok insanýn hayatýnýn deðiþmek üzere olduðunun
118
Bir Kitabýn Eþiðinde
farkýnda deðildi. Çaldýðý posta kutusuyla birlikte satmayý düþündüðü defterin ne kadar edeceðini kestirmek için sayfalarý çevirdiðinde, birden
kendini
Anna
Blume'un
hikayesinin
içinde
buldu.
Okuduklarýndan öylesine etkilenmiþti ki, çok iyi para getireceðini bilmesine raðmen defteri satmadý. Gece gündüz, defalarca okudu. Bir süre sonra parlak fikrini hayata geçirdi: el yazýsýyla kitabýn bir kopyasýný çýkardý ve aynýsýný yapmasý þartýyla bu kopyayý en yakýn arkadaþý Marco Fogg'a verdi. Gerisi Kent'te yaþayan herkesin bildiði, efsaneleþmiþ hikaye: defterin kopyalarýnýn baþlarda yavaþ yavaþ ve sessizce elden ele dolaþmasý, her okuyanýn masraflý olmasýna raðmen -hem kural gereði, hem de Anna'ya duyduklarý yakýnlýk ve minnet nedeniyle- mutlaka bir kopya çýkartmasý, sayýlarý çýð gibi artan el yazmalarý, düzenlenen toplu okuma ve yazma seanslarý, derken birkaç varlýklý insanýn antika Heidelberg baský makineleriyle kitabý çoðaltmasý, iki insan bir araya geldiðinde sözün týpký hava durumu gibi eninde sonunda Anna'ya gelmesi, Anna ve akýbeti hakkýnda çýkan yüzlerce söylenti, ve sonuç olarak bugün hemen hemen her Kentli'nin en az bir kez okumuþ veya dinlemiþ olduðu, hepimizin hayatýna az ya da çok girmiþ olan Anna Blume'un "Son Þeyler 1"i... Peki herþeyin sersemletici bir hýzda bir daha geri gelmemek üzere yokolup gittiði, üretimin durduðu, artýk hiçbir çocuðun doðmadýðý, edebiyatýn altmýþ-yetmiþ kitap ve birkaç akademisyen sayýlmazsa diðer tüm sanat türleri gibi sona erdiði, ölümün tek sanat biçimine dönüþtüðü (Yüksekten Atlamak, Ölümüne Koþmak, ya da Ötenazi Kliniði'ne baþvurmak...Ýþte bütün mesele bu!), eþyalarýn, insanlarýn hatta koskoca binalarýn, sokaklarýn göz açýp kapayýncaya kadar ortadan kaybolduðu, hep Son'a koþan
bir þehirde; ne on dakika
sonraki hava durumundan, ne de geceyi nerede geçireceðinden emin olamayan, yaþamaktan çok hayatta kalmaya çabalayan, en büyük hedefi o gün yetecek kadar yiyecek bulmak, en büyük baþarýsý bir adýmýný diðerinin önüne atabilmek ve ayakta kalmak haline gelen insanlarýn Anna Blume'un hikayesini böylesine sahiplenmesinin, onu kalýcý kýlmasýnýn sebebi nedir? Cevap, biraz da bu uzun sorunun içinde gizli.
119
Bir Kitabýn Eþiðinde
"Son Þeyler" herþeyden önce bir rehber. Kent'e yeni ayak basan her bahtsýzýn, buranýn baþka hiçbir þehrinkine benzemeyen vahþi düzenini, acýmasýz kurallarýný, ve sinsi tuzaklarýný öðrenmek için mutlaka okuduðu bir baþvuru kitabý. Kent'in eskilerini ise artýk doðal karþýladýklarý yaþam tarzlarýyla tekrar yüzleþtiren (Geçenlerde yaþlý bir adam anlattý: "Kitabýn baþlarýndaydým. Önce Anna'nýn sokaklardaki cesetler karþýsýnda duyduðu dehþet ve þaþkýnlýða þaþýrdým. Sonra hatýrladým: eskiden yolda hasta biri veya bir ceset bulunduðunda etrafýnda merhametli ve þaþkýn bir kalabalýk toplanýr, yardým etmeye çalýþýrdý. Hele bir de yerde yatan zavallý soyulmuþsa dehþete düþer, insanlýðýn kalmadýðýndan yakýnýrdý herkes. Oysa þimdi her sabah onlarca cesedin arasýndan sakince yürüyoruz hepimiz, cansýz gövdelerin etraflarýnda insanlar yine toplanmýþlar, fakat artýk 'Üzerindekiler kimin olacak?' diye kavga etmek için"), kanýksadýklarý dünyayý yeniden farketmelerini saðlayan (Yakýn bir arkadaþým Kent'te tek bir çocuk bile olmayýþýna ancak kitabý okuduktan sonra dikkat ettiðini utanarak söylemiþti.) bir ayna. "Son Þeyler"i özel yapan diðer bir neden ise herþeyin yok olmaya, çürümeye, kaybolmaya, unutulmaya, zamana yenik düþtüðü bu belirsiz ülkede kitabýn -ismine inat- yýllardýr var olmayý sürdürebilen2 üç-beþ þeyden biri olmasý. O eski deyiþle, onu öldürmeyen þey, daha güçlü kýlýyor. Kitabýn her Kentli'nin eninde sonunda yenik düþtüðü bu düþmanlarý altetmesinde en büyük rol þüphesiz Anna Blume'un. Eðer Anna Kent'ten kaçamamýþ olsaydý, Anna Blume'un gerçek hikayesi "Son Þeyler" de çoktan yok olup giderdi. Çünkü "Son Þeyler" her sayfasýyla umut hakkýnda. Kanserli bir doku gibi her önüne geleni yutan, büyüdükçe habisleþen, habisleþtikçe büyüyen Kent'ten birkaç kiþinin bile olsa kurtulduðunu bilmek, bir gün kendisinin de bunu baþarabileceðini hayal edebilmek... Ýþte bu "Son Þeyler"in sunduðu en büyük armaðan. *** Böylesine kabul görmüþ, tüm toplumun ilgisini çekmiþ bir eser hakkýnda doðal olarak çeþitli yorumlarda bulunuluyor, iddialar ortaya
120
Bir Kitabýn Eþiðinde
atýlýyor. Uzun zamandýr gündemde olan ve ben dahil birçok Kentli tarafýndan kabul edilen görüþ, Anna Blume'un çaðýmýzýn Anne Frank'i olduðu yönünde. Anne Frank'in Günlüðü'nü hatýrlayacak kadar yaþlý insanlarýn (Birkaç istisna dýþýnda Kent'te yýllardýr kitap basýlmýyor. Eski kitaplarýn da neredeyse tamamý çoktan yakacak olarak kullanýldý. Son darbeyi Ulusal Kütüphane yangýnýyla alan edebiyat, artýk sadece altmýþ-yetmiþ kitaplýk komik bir birikimin adý.) ortaya attýðý bu fikir oldukça güçlü temellere dayanýyor. Anna Blume ile Anne Frank; isimleri, Yahudi ve çok genç olmalarý, dýþarýda onlarý bekleyen hemen hemen ayný facialardan (Soðuk, açlýk, krematoryum) kurtulmak için bir çatýkatýna sýðýnmalarý, burada aþký bulmalarý gibi yüzeysel benzerlikler dýþýnda; onlarý içine çekip öðütmek isteyen yýkým ve þiddet dolu, merhametsiz bir dünyada herþeye raðmen insani duygularýný koruyabilmeleri, ve ayakta kalmaya çalýþýrken hayali/unutulmuþ arkadaþlarýna yazarak yaþadýklarý korkunç dönemlere tanýklýk etmeleri gibi daha derin baðlarla da birbirlerine baðlanýyorlar. Ayrýca, Anne Frank'in sonunda yakalanýp bir toplama kampýna götürüldüðünü, savaþýn bitmesine kýsa bir süre kala öldüðünü biliyoruz. Tek teselli, savaþýn bitmiþ, Anne Frank'i öldüren dünyanýn yok olmuþ olmasý. Anna Blume'un yaþadýðý acýmasýz dünya ise her gün biraz daha güçlenip büyüyüyerek varlýðýný sürdürüyor. Bizim tesellimiz ise Anna Blume'un kurtulmuþ olmasý. Öte yandan son günlerde ortaya atýlan bir iddia, Kentliler arasýnda huzursuzluk yaratýyor. Anna Blume'un aslýnda varolmadýðý, onun Paul Auster adýnda uzun zaman önce yaþamýþ, günümüzde unutulmuþ bir yazarýn "Anna Blume Yirminci Yüzyýlda Yürüyor" ismini verdiði romanýnýn kahramaný olduðu söylentileri kulaktan kulaða, hýzla yayýldý. Güya Daniel Quinn'in bulduðu el yazmasý, edebiyatýn yavaþ yavaþ yok olmasýna engel olmak isteyen, en azýndan birkaç kitabý kurtarmak için çalýþan bir edebiyatsever tarafýndan yedeklemek amacýyla yazýlmýþ. Yazarýn ve kitabýn isminin yer aldýðý ilk sayfa ise belki yýrtýlmýþ, belki kaybolmuþ. Kitabýn bir posta kutusunda bulunuþu ise içi boþ bir söylenceymiþ. (Diðer bir söylenceye göre bu edebiyatsever Daniel Quinn'in ta kendisiymiþ. Kitabýn ilgi çekmesi ve zamanýn diþlerinden kurtulmasý için bütün bunlarý uydurmuþ.). Hiçbir temele veya somut
121
Bir Kitabýn Eþiðinde
kanýta dayanmayan bu iddianýn kafalarý karýþtýrmak, Anna Blume sayesinde bulduðumuz bir dirhem huzuru da elimizden almak için uydurulduðunu düþünüyorum. Eðer bu kitap 20. yüzyýlda yaþamýþ Paul Auster adýnda adsýz sansýz birinin eseri olsaydý, kendi çaðýný eleþtirmek için yazýlmýþ, karanlýk, kötümser bir negatif ütopya, oldukça baþarýlý bir felaket kehaneti olmaktan öteye gidemezdi. Oysa "Son Þeyler" kitlelere yaþama gücü ve umut pompalayan, okuyan herkesi zor da olsa bir kurtuluþun mümkün olduðuna yürekten inandýran, aydýnlýk, son derece etkileyici bir mektup. Anna Blume'dan. engin türkgeldi, Son Þeyler Ülkesi'nden, Tarih: bilinmiyor 1-Aslýnda herhangi bir ismi olmayan defter "Bunlar son þeyler..." diye baþladýðý için halk arasýnda bu isimle anýlmaya baþladý, ve zaman içinde "Son Þeyler" kitabýn adý oluverdi. 2- Kitabýn her kopyayla birlikte ufak tefek deðiþikliklere uðradýðý bilinen bir gerçek. Fakat kimse özü ayný kaldýðý sürece bu deðiþikliklerden þikayetçi deðil, çünkü bunlarýn kitabý organik, yaþayan bir varlýk haline getirdiðini düþünüyor
122
Extension du domaine de la lutte Houllebecq
En son okunacak olan
Buket Türkmen Houellebecq'in romaný "extension du domaine de la lutte" için bir önsöz yazmaya baþlamadan evvel, önsözleri sevmeyen bir roman okuru olduðumu belirtmek isterim. Genellikle de önsözleri sonsöz olarak, yani roman bittikten sonra okurum. Önsözlerin bazý teorik kitaplarýn okunmasýný kolaylaþtýrýcý olduklarýný kabul ediyorum, ancak söz konusu olan edebi metinler, hele ki romanlarsa, kiþisel tercihim metinle arama aracý koymaksýzýn okumaya baþlamak, sonrasýndaysa varsa bu metin üzerine yazýlanlarý okumaktýr. Bu durumda yazdýðým önsözün romandan önce okunmamasýný diliyorum. Tabii son karar okurundur. Houellebecq modern Fransýz edebiyatýnda oldukça tartýþýlan bir yazar. Kendisini "gündelik acýlarýn roman yazarý" olarak nitelendiriyor. Oldukça basit ve sürükleyici bir yazma tarzý olmasý bazýlarý tarafýndan çok satmasýnýn altýnda yatan yegane sebep olarak gösteriliyor. Ancak üzerine eðildiði konularýn bir medeniyetin çöküþünün gündelik hayattaki yansýmalarýna iþaret etmesi, Fransýz aydýný tarafýndan görmezden gelinmesini engelliyor. Tahrik edici yazýný kadar davranýþlarý
ve
röportajlardaki
sözleri
sebebiyle
"aydýn
sorumluluðun"dan yoksun olup-olmadýðý üzerine edebiyat dýþý çevrelerde de oldukça tartýþýlan bir yazar. Ben Houellebecq'i edebi deðerinden baðýmsýz olarak, bireysel yaþantýlarý toplumsalýn yansýmasý olarak ele almasýyla çaðýnýn baþarýlý bir tanýðý olarak görüyorum. Bu anlamda kanýmca Fransýz yazýnýnda ve aydýn tarihinde
123
Bir Kitabýn Eþiðinde
önemli bir yere sahip olacak. Burada ona bu yönünden bakmak, romanýnda ortaya çýkan çað tanýklýðýnýn anlamýný tartýþmak istiyorum. Houellebecq'in eseri, liberal kapitalist sistemin 90'lý yýllarda vardýðý marketing kültürünün rahatsýz edici bir eleþtirisini yapýyor. Romanlarý batý toplumlarýnýn bireylerini bu sistemin taþýyýcýlarý haline getiren tarihsel süreci bir arka fon deðil, baskýn tema olarak kullanýyor. Aslýnda romanlarýn kahramanlarý, bu dönüþümü anlatmaya yarayan birer araç. Bunlar, 90'lý yýllarda etkileri gündelik hayatta yaþanmaya baþlanan yeni liberalizmin kuþatmasý altýnda yollarýný bulmaya çalýþan bireyler. Mutsuzluðun normalleþtiði bir varoluþ içindeler. Bu mutsuzluk toplumsal süreçlerin bir sonucu olarak gösteriliyor. Houellebecq, bireysel çýkýþ arayýþlarýný acýklý arayýþlar olarak baþarýsýzlýða mahkum ediyor. Ancak bir karþý çýkýþ ve mücadele önerisi de yok. Kahramanlarýnýn bu derin mutsuzluðun getirdiði acýya karþý tek savunmalarý
var:
daha
dibe
inmemeye
çalýþarak
tiksintiyi
normalleþtirmek ve beklemek, bu arada yaþamý devam ettirmek için "gerekenleri yapmak". Ama "zor olan þu ki, kuralýna uygun yaþamak yetmez. Gerçekten de (bazen ucu ucuna da olsa) kuralýna uygun yaþamayý baþarýrsýnýz. (...) Faturalarýnýzý zamanýnda ödersiniz. Asla kimlik kartýnýz olmadan dýþarý çýkmazsýnýz (ve banka kartý koyulan küçük özel poþetsiz!...)Buna raðmen, hiç arkadaþýnýz yoktur." (sf.12) Genellikle kahramanlarý erkek: kapitalist sistemin taþýyýcýlarý ve kurbaný olan, iyi eðitimli orta sýnýf erkekler. Kadýnlar öncelikle bedenlerinin belirleyiciliði çerçevesinde giriyorlar hikâyeye. Bu anlatým tarzý, kadýný sistem açýsýndan bedensel bir gösteri sahnesine indirgiyor: vaatlerle donatýlmýþ pornografik gösteri sahnesi. Bu anlamda erkekler de kadýnlar da, birbirleri için ezici sistemin diþlileri haline geliyorlar. Kahramanlar sistemin beyaz yakalý çalýþanlarý içerisinden seçiliyor ve yaptýklarý iþlerden nefret ediyorlar. Ama boþ zamanlarýnda yaptýklarý ve eskiden sevdikleri her þey de gitgide "liberalizmin alanýný geniþletmesi ya da kuþatmasý" yüzünden nefret alanýnýn içine dahil oluyor. Houellebecq'in
ilk romaný Extension du domaine de la lutte
liberalizmin kuþatmasýna karþý her normal insanýn"vermesi gereken"
124
Bir Kitabýn Eþiðinde
cevabý anlatýyor: mutsuzluk ve depresyon. Bu anlamda Houellebecq'in normatif bir tavrý da var, her ne kadar kendisi röportajlarý ve yazýlarýnda inkar etse de. Bu tavra göre böyle bir sistemde normal olarak insan mutsuz olmalýdýr. Romanýn kahramaný birinci tekil þahýs, neden bu kadar mutsuz olduðunu soran terapistine itiraz ediyor: "Somut olarak insanlarýn nasýl yaþamayý baþardýklarýný anlamýyorum. Kanýmca herkes mutsuz olmalýydý; anlýyor musunuz, o kadar basit bir dünyada yaþýyoruz ki. Hakimiyet, para ve korku üzerine dayalý bir sistem vardaha çok eril bir sistem, ona Mars diyelim; baþtan çýkarma ve cinsellik üzerine kurulu da diþil bir sistem var, ona da Venüs diyelim. Ve hepsi bu." (sf.147) Houellebecq'in eserinde sistem, ve dolayýsýyla da ona karþý verilen kavga , birbirini tamamlayan alt-alanlardan oluþan çoðul bir alaný kapsýyor: iþ, cinsellik ve psikoloji. Aslýnda bu üç alt-alan, tek bir sistemin yeniden üretim mekanizmalarý olarak romana giriyorlar. Temel itiraz dinamiði ise derinden hissedilen bir tepki olarak iðrenme þeklinde ortaya çýkýyor: iþten, seksten ve ruhsal tedavi sisteminden iðrenme. Bütün bu iðrenmeler, gündelik yaþamda farklý görüntülere bürünüyorlar, ancak temelde bu üç alanýn alt kümeleri söz konusu. Ýþ, bu üç alanýn en önemlisi olarak ortaya konuyor: ekonomik üretim, toplumsal yeniden üretim, bireysel sosyalleþme ve suyun üzerinde kalmanýn kaçýnýlmaz adresi. Böylece iþten iðrenme, üretim biçiminin bizatihi kendisinden kaynaklanan monoton, kiþiden baðýmsýz, rekabete dayalý çalýþma düzeninden ve hiyerarþik örgütlenmeden iðrenme olduðu kadar, iþ arkadaþlarýndan da iðrenme biçimine bürünüyor. Kahramaný, kapitalizmi týkandýðý yerden açmaya çalýþan bütün o yeni marketing þemalarýyla dalga geçiyor ve hepsinin arkasýnda yatan temel ideolojinin kokusunu buram buram hissediyor. Bu anlamda gitgide daha da basitleþen iþ tanýmlarýndan ve o iþleri yapan insanlarýn güçsüzlüðünden, tatil mekanlarýnda düzenlenen iþ toplantýlarýndan/kongrelerden ve yokmuþlar gibi davranýlan, ama aslýnda yoðun biçimde var olan hiyerarþik örgütlenmelerden bahsederken bize de duyuruyor o kokuyu. Bütün bunlara raðmen o iþte baþarýlý olma gereðini de buram buram hissediyoruz. Çünkü iþteki
125
Bir Kitabýn Eþiðinde
baþarýsýzlýk, ekonomik yoksunluðu getirecektir, bu ise herþeyin sonu demektir. Houellebecq'in tanýmladýðý cinsel alan da ayný sistemin kuþatmasý altýnda görünüyor: kodlanmýþ pornografik görüntüler çerçevesinde yapýlan seçimler, týpký ekonomik rekabette olduðu gibi bir yoksunluk alaný yaratýyor. Fakirleþme, liberalizmin bir sonucu olarak sadece kitlelerin ekonomik fakirleþmesi olarak ortaya çýkmýyor böylece: bedenlerin rekabetine dayalý cinsel pazarý kuþatan liberal düþünce, cinsel fakirler kitlesi yaratýyor. "Cinsel liberalizm, kavga alanýnýn yayýlmasýdýr, hayatýn bütün çaðlarýna ve toplumun bütün sýnýflarýna yayýlmasý. (...) Þirketler yeni mezunlar için kavga ederler; kadýnlar bazý genç erkekler için kavga ederler, erkekler bazý genç kadýnlar için kavga ederler" (sf.101) Houellebecq, cinsel pazarý acýnýn en derinden yaþandýðý alan olarak görür: gençlik saplantýsýnýn yönlendirdiði gergin ten seçimleri, yaþlýlýk ve ölüm tehdidine gitgide daha da dayanýksýz hale gelen bir toplumda, bunalýmý körükler halde tasvir edilir. Aþk mümkün müdür? "Gerçekte, ergenlik sýrasýnda art arda biriken cinsel deneyimler her türlü duygusal ve romantik yansýtma imkanýný yýpratýr ve bozarlar" (sf.114) Bu anlamda Houellebecq'in kahramanlarý, aþký da cinsellik gibi, 'kavga alanýnýn kuþatmasý' altýnda yaþarlar. Burada Houellebecq kahramanlarýna acýr mý, yoksa her türlü þefkatten yoksun dilinin tam da düþündürdüðü gibi onlardan kendisi de iðrenir mi emin olamýyor insan. Acýmasýzca tasvir eder ve acýklý hale getirir sýradan
insanlarýn pornografik kodlamalara uymayan ve o
sýnýrlardan taþan fiziksel görüntülerini. Et parçalarýnýn sarkmalarýndan bahseder, dökülmüþ saçlardan, ve onlarýn karþýsýna koyduðu diri yeni yetme vücutlardan. Kuþatmanýn yeniden üretim mekanizmalarýndan önemli bir tanesi de kahramanýn girdiði depresyon sonrasý tanýklýk ettiðimiz psikiyatri alanýdýr. Bu alan, bir tür kýzaða çekilme adresidir: bireylerin týkanan kanallarýnýn açýlmaya çalýþýldýðý alan. Depresyona girmiþ bir birey kullanýþsýz hale gelmiþtir. Tedavi edilmesi gerekir. Öncelikle hastalýðý teþhis edilir -kahramanýmýz rahatlar, hastalýðýnýn bir adý vardýr artýk, bu da bir þeydir- ve tedavi sürecine geçilir. Bu ise onun iþ ve diðer alanlardan dýþlanacaðýnýn bir iþaretidir. Kahramaný, psikiyatri kliniðine, önceden yapýlmýþ bir planý yerine getirmek için gelmiþ gibi hisseder,
126
Bir Kitabýn Eþiðinde
Ýsa peygambere benzetir kendini, insanlýðýn devamý için verilen kurbanlarý mý kasteder? Houellebecq, ikna olmamýþ kahramanlar yaratýr: bütün bu kuþatmanýn ikna etme çabalarýný boþa çýkarýr kahramanlarý. Üç alanýn üçü de birbirinden beterdir. Bence bu roman, baþýndan beri kapitalizmin hayalini kurduðu o kapsayýcý/kuþatýcý yapýya eriþtiði bir zamanda, ve belki de tam da bu yüzden, inandýrýcýlýðýný yitirmesinin romanýdýr. L'extension du domaine de la lutte, Fransa'da 90'larýn baþýnda beyaz yakalý genç çalýþanlarýn etkisini oldukça fazla hissederek yaþadýklarý kapitalizmin bunalýmýna verilen bir cevap niteliðindedir. Houellebecq, kuþaðýnýn bunalýmýný dillendirir gibidir. Kahramanlarý sýkýlýrlar, bunalýrlar, bazen þöyle bir silkinip bir çýkýþ denerler, her defasýnda çýkýþsýz kalýp, ya intihar eder, ya da depresyona girerler. L'extension du domaine de la lutte'ün
kahramaný, birinci tekil þahýstýr. Yazarýn otobiyografisiyle ortak noktalarýndan
biri, kahramanýn
kitabýn
sonunda
girdiði
depresyondur- girdiði bir depresyon sonrasý Houellebecq de birkaç kez psikiyatri kliniðinde kaldý. Kitap, liberalizmin krizine bir cevap olarak tasarlanan yeni üretim þemalarýnýn getirdiði marketing kültürü, bu üretimi destekleyecek olan yeniden üretim mekanizmalarý ve kayýp anlamlarý yeniden inþa etme çabalarýna edilen
itirazlarý
dillendiriyor.
Okuyucularýn
roman
kahramanlarýnda kendilerini bulmalarý kanýmca "basit ve kolay anlaþýlýr yazý stilinden" deðil, etki alanýný geniþleten ve geniþlettikçe ikna kabiliyetini paradoksal olarak yitiren bir sistemi hepimizin hissetmesinden kaynaklanýyor. Bu üçlü sistem eleþtirisini, daha sonradan yazacaðý ve Türkçe'de de yayýnlanan Temel Parçacýklar romanýna bir giriþ, bir hazýrlýk gibi görmek de mümkün. Kötümser ve rahatsýz edici bakýþýyla çýkýþsýzlýðý çaðýrsa da, Houellebecq'in romaný bir kuþaðý ikna edemeyen liberalizmin kuþatmasýna verilen önemli bir cevap olarak okunmalý.
i
Seçilen eserlerin künyeleri: 1. 62 Maket Seti, Julio Cortazar (Çeviren: Aslý Biçen), 1997, Ayrýntý Yayýnlarý, Ýstanbul 2. Son Kuþlar ve Alemdað'da Var Bir Yýlan, Sait Faik Abasýyanýk, 2002, YKY. 3. Cüce, (Dvärgen), Pär Fabian Lagerkvist (Çeviren: Yaþar Gedikoðlu), Þubat, 1988 [Ýlk Yayým Yýlý: 1944], Kýyý Yayýnlarý (402) 4. Anxious Intellects, John Michael, Academic Professionals, Public Intellectuals and Enlightenment Values (Durham ve Londra: Duke University Press, 2000), Türkçeye çevrilmedi. 5. Külkedisi, Grimm Kardeþler (Jacob Grimm / Wilhelm Grimm), Çeviri: Selda Yurtsever, Resimleyen: Serdar Akkaya, Redhouse Yayýnlarý, 1988. 6. Just and Unjust Wars: A Moral Argument with Historical Illustrations (Haklý ve Haksýz Savaþlar : Tarihsel Örneklerle Ahlaki Bir Argüman), Michael Walzer, 1977, Basic Books, 361 s., 1992, Türkçe'ye çevrilmedi 7.
Hisarlý
Ahmet
Yorumuyla
Kütahya
Türküleri,
Yayýna
hazýrlayanlar: Mustafa Hisarlý-Hüseyin Pektaþ, 1. baský 1995, Güral Porselen'in katkýlarýyla. 8. Yitik Kentin Kýrk Yýlý, Kozmas Politis (Çeviren: Osman Bleda), Temmuz 1994, Belge Yayýnlarý
ii
Bir Kitabýn Eþiðinde
9. Jules Feiffer's America: From Eisenhower to Reagan, Jules Feiffer, (Editör: Steven Heller), Penguin Books, Middlesex,1982. 10. Korkuyu Beklerken, Oðuz Atay, Bütün Eserleri 4, 2.Baský, Ýletiþim Yayýnlarý, 1987 11. Godot'yu Beklerken (En Attendant Godot), Samuel Beckett, 1952, (Çeviren: Hasan Anamur), Can Yayýnlarý, 1994 (2. Basým) 12. The Island of the Day Before, Umberto Eco (Translated by W.Weaver), 1995, Secker & Warburg, London, Önceki Günün Adasý, Umberto Eco (Çeviren Kemal Atakay), 1995, Can Yayýnlarý, Ýstanbul 13. Melekler Erkek Olur, Hamdi Koç, Yapý Kredi Yayýnlarý, Mayýs 2002 14. Çalýkuþu, Reþat Nuri Güntekin, Ýnkýlap Kitabevi 15. Girlfriend in a Coma, Douglas Coupland, Regan Books; (March 1999) 16. Yakýn Geleceðin Mitoslarý, J.G. Ballard
(James Graham
Ballard), Ýngilizceden çeviren: Ümit Altuð, Ayrýntý Yayýnlarý, Kitabýn Özgün Adý: Myths of the Near Future, Birinci Basým, Eylül 1993 17. Wuthering Heights, Emily Bronte, (Uðultulu Tepeler, Çeviren: Nurten Tunç, Oda Yayýnlarý, Ýstanbul, Aralýk 2002, 366 s.), (Rüzgarlý Bayýr, Çeviren: Naciye Akseki Öncül, Can Yayýnlarý, 1. Basým 1982, Ýstanbul, 378 s.) 18. Osmanlý Âdet, Merasim ve Tabirleri (Âdât ve Merasim-i Kadime, Tabirat ve Muamelat-ý Kavmiye-i Osmaniye), Abdülaziz Bey, Yayýna Hazýrlayanlar Prof. Dr. Kâzým Arýsan, Duygu Arýsan Günay, Tarih Vakfý Yurt Yayýnlarý, Ýstanbul, 1995, Birinci Baský
iii
Bir Kitabýn Eþiðinde
19. Totem and Taboo, Sigmund Freud, Vintage Books; (April 1960) 20. Frankfurt Seyahatnamesi, Mektuplar, Mülakatlar, Ahmet Haþim, Ahmet Haþim Külliyatý 4, Dergâh Yayýnlarý, Birinci Baský: Ekim 1991, 224 sf. 21. Son Þeyler, Anna Blume, Engin Türkgeldi tarafýndan yazýlan kopya, El yazmasý, Kent, Son Þeyler Ülkesi. Tarih: bilinmiyor, In the Country of Last Things, Paul Auster, Faber and Faber Yayýnevi, Londra, Büyük Britanya. Ýlk ihraç baskýsý, 1992. (Kitabýn ilk baskýsý: Viking Penguin Yayýnevi, New York, ABD; 1987) 22. Houllebecq, Extension du domaine de la lutte, ed. J'ai lu, 1994 (Türkçesi: Kuþatýlmýþ Yaþamlar, Can Yayýnlarý)