Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN
insan yayınları: 381 irfan ve tasavvuf dizisi: 49 birinci baskı: istanbul, ekim 2003 isbn 9 7 5 - 5 7 4 - 3 7 4 - X tarihte bir aydın tarikatı zeynîler doç. dr. reşat öngören içdüzerı insan kapak düzeni rıdvan kuyumcu baskt-cilt kurtiş matbaası www.lturtismatbaa.com
insan yayınları keresteciler sitesi, mehmet akif cad. kestane sok. no: 1 merter/istanbul tel: 0212. 6 4 2 7 4 84 faks: 0212. 5 5 4 6 2 , 0 7 www.insanyayinlari.com.tr
[email protected]. tr
insan yayınlan
İçindekiler
DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN 1 9 6 3 yılında Ünye'de doğdu. 1 9 8 8 yılında M a r m a r a Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı'nda 1 9 9 0 ' d a Yüksek Lisans'ını, 1 9 9 6 ' d a da Doktora'sını tamamladı. 1 9 9 2 yılında L o n d r a ' d a bir yıl süreyle başta Biritish M u s e u m India Office Library and Records olmak üzere değişik kütüphanelerde sahasıyla ilgili araştırmalar yaptı. 1 9 9 6 - 2 0 0 0 yılları arasında T D V İslâm Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM) Tasavvuf araştırmacısı olarak çalıştı. Ayrıca İSAM'ın çıkarmakta olduğu İslam Ansiklopedisi'nin (DİA) te'lif h e y e t i n d e y e r aldı. O c a k 2 0 0 1 ' d e İstanbul
KISALTMALAR ÖNSÖZ GİRİŞ: Z E Y N İ L İ Ğ İ N I.
7 9 DOĞUŞU.
Z E Y N Î L İ Ğ İ N SİLSİLESİ
11 11
II.
Z E Y N İ L İ Ğ İ N KURUCUSU Ş E Y H Z E Y N Ü D D İ N HÂFİ
14
A.
Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler
17
B.
Zeynüddin Hâfî'nin Yöneticiler ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla İlişkileri 18
C.
Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu Eserleri
19
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Yardımcı D o ç e n t olarak atandı. Kasım 2 0 0 1 ' d e Doçent oldu. Halen aynı fakültede
BİRİNCİ BÖLÜM
öğretim üyesi ve Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı olarak
Öngören'in Osmanlılar'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ isimli
görevini s ü r d ü r e n
Anadolu'da
Yayınları arasında çıkmıştır (İstanbul 2 0 0 0 ) .
Z E Y N Ü D D İ N H Â F Î ' N İ N HALÎFELERİ V E Z E Y N İ L İ Ğ İ N YAYILIŞI
Tasavvuf: bir eseri İz
I.
Z E Y N Î L İ Ğ İ N HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI
33
A.
Muhammed Tebâdegânî
33
)
B. C.
1. Derviş Muhammed Bîhre
36
2. Derviş Seyyid Hasan
36
3. Mevlânâ Vecîhüddin
37
4 . Derviş Muhammed Gâzergâhî
38
5. Ali Şir Nevâî
38
Sadreddin Revvâsî Derviş Ahmed Semerkandî
39 40
D.
Mahmud Hisârî
45
II.
H İ C A Z BÖLGESİ İLE SÛRİYE V E MISIR'DA YAYILIŞI
47
A.
Şeyhü'l-harem Abdülmu'tf Mağribî ve Mekke'de Zeyniyye
Tekkesi
47
B.
Ebulfütûh Nûreddin Ahmed ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi
50
C.
Mevlânâ Muhammed Horasânî ve Mekke-Medîne-Halep Hattı.. 5 6
D.
Abdlilkerîm Halîfe ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi
58
E.
Seyyid Safiyyüddin Îcî ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni
60
F.
Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî ve Salâhiye-Siryakosa Hânkâhları....
62
G.
İbnü'l-Hümâm ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları
65
H.
Emînüddin Aksarâyî ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları
68
IH.
Z E Y N İ L İ Ğ İ N A N A D O L U V E R U M E L İ ' D E YAYILIŞI
69
A.
Şeyh Muhammed
69
B.
Abdürrahim Rûmî/Merzifonî
71
C. , Abdüllatîf Kudsî/Makdisî 1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi
84 85
3. Molla Fenârî
89
4. Mevlâ Musannifek
93
6. Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'de Zeyniyye Tekkesi
D.
76
2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi
5. Tâceddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı
KISALTMALAR
95 118
7. Âşıkpaşazâde ve §ık Paşa Külliyesi
126
8. Şeyh Vefâ ve Vefâiyye-i Zeyniyye
130
Diğer Zeynîler
159
İKİNCİ BÖLÜM Z E Y N Î L İ Ğ İ N ÂDÂBI V E Ö Z E L L İ K L E R İ I.
Şeyhe Bîat ve Tarîkata Giriş
BSOAS 170
DBİA
Bulletin of the School of Oriental and African Studies Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi
II.
Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıtk ve İstimdât
172
DI
Der islam
III.
Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi
175
DİA
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi
IV
Zikir Şekli ve Evrâd
178
İA
İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı yayını
V
Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli
181
VI.
Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi
.187
İAD
İslâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies
KAM
Kubbealtı Akademi
OA
Osmanlı Araştırmaları/The Journal of Ottoman Studies
TD
Târih Dergisi
TM
Türkiyat Mecmuası
VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd
SONUÇ:
Z E Y N İ L İ Ğ İ N TESİRİNİ YİTİRİŞİ
189 195
BİBLİYOGRAFYA
203
TTEM
Türk Târih Encümeni
İNDEKS
215
VD
Vakıflar Dergisi
Mecmuası.
Mecmûası
ÖNSÖZ
tkisini asırlar boyu devam ettiren tasavvuf ekolleri olduğu gibi, belli bir süre etkili olduktan sonra târihteki yerini alan ekoller de vardır. Araştırmamızın konusunu teşkil eden Zeynılik, XV Yüzyılda ortaya çıkışının ardından kısa sürede üç kıtaya yayılarak halkla birlikte üst düzey âlim ve yöneticilerin de dikkatini çekmeyi başardığı halde, iki asır sonra tesirini yitirmiş olan ekollerdendir. Ortaya çıktığı Herat şehrinden Horasan, Anadolu, Rumeli, Ortadoğu, Hindistan ve Kuzey Afrika'ya yayıldığı tesbit edilen bu ekolün bugün izine pek rastlanmamaktadır. Zeynîliğin târih içindeki rolünün bu çalışmayla gün ışığına çıkarılmış olması, kanaatime göre tasavvuf târihine olduğu kadar ilmiye ve siyâset târihlerine de önemli katkılar sağlayacaktır. Faal olduğu asırlarda aydınlar ve bürokratların gözdesi haline gelen Zeynılik hakkında şimdiye kadar Ö. T. İnançer- M. B. Tanman ortak imzasıyla yayınlanan Türkçe bir ansiklopedi maddesi (DBÎA, VII, 552553) ve Alman Türkolog H. J. Kissling tarafından hazırlanan Almanca bir makalenin ("Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Reiche", Der islam, X X X I X [1964], s. 143-179) dışında müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmalarda da tarikatın yalnızca Osmanlı
topraklarındaki serüveni özetlenmiştir. Ayrıca Kissling'in makalesinde bir takım yanlışlıkların yanı sıra kasıtlı saptırmaların olduğu da dikkat çekmektedir. Bu tür yanlışlıklara ve saptırmalara yeri geldikçe elinizdeki araştırmada işaret edilmiştir. Eserin giriş kısmında Zeynîliğin kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî ve ona ulaşan tarîkat zinciri üzerinde durulmuş, böylece ekolün ana tarikatlardan hangisi ya da hangilerinin neşvesine sahip olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Birinci bölümde Hâfî'nin halîfeleri vasıtasıyla ayrı ayrı devam eden sisilelerin yayıldığı coğrafyalar tesbit edilmiş ve buralarda kurulan tekke, zâviye, câmî, medrese vb. kurumlardaki tarîkat faaliyetleri kaydedilmiştir. Bu sırada çoğu ilm-i zâhire de vâkıf olan şeyhlerin eserlerine; husûsiyle tasavvufî mahiyette olanların muhtevasına işâret edilmiştir. İkinci bölüm Zeynîliğin tasavvuf ekolleri arasındaki yerini gösteren özellikleri ve âdâbma ayrılmıştır. Bu bölümde başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere ileri gelen Zeyniyye mensuplarının eserlerinden yararlanılmıştır. Sonuç kısmında ise Zeynîliğin neden uzun süre etkisini sürdüremediği husûsu üzerinde durulmuştur. Böyle bir eserin ortaya çıkmasında özellikle kıymetli hocam Prof. Dr. Mustafa Tahralı ile değerli Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Mehmed İpşirli'nin tavsiye ve teşviklerinin önemli etkisi olmuştur. Her ikisine de içten saygılarımı ve teşekkürlerimi sunmak isterim. Çalışmam sırasında muhtelif yardımlarını gördüğüm değerli meslekdaşlarım Doç. Dr. Şükrü Özen ile Dr. Necdet Tosun'a da burada şükranlarımı arzetmeliyim. Ayrıca eserin neşrini üzerine alan İnsan Yayınları'na da müteşekkirim. Daha başka çalışmalar için Allah'tan "gayret" ve "tevfik" niyaz ediyorum. Zira gayret de O'ndan tevfik de... Doç. Dr. Reşat ÖNGÖREN Büyük Çamitca/Üsküdar 28 Şubat 2003
GİRİŞ ZEYNİLİĞİN DOĞUŞU
I. ZEYNÎLİĞİN SİLSİLESİ /^eynîlik ana tarikatlardan Sühreverdiyye'nin bir kolu olup, adını kurucusu Zeynüddin Hâfî'den almıştır. Şeyh Zeynüddin'in tarîkat silsilesi Şeyh Nûreddin Abdurrahman Şibrîsî (veya Şirsî) Mısrî > Şeyh Cemâleddin Yûsuf Acemî Gûrânî > Şeyh Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî > Şeyh Necmeddin Mahmud Isfehânî > Şeyh Nûreddin Abdüssamed Natanzî vâsıtasıyla Sühreverdiyye tarikatının kurucusu Şihâbüddin Ömer Sühreverdî'ye ulaşır.1 Bü silsile tesbit edilebildiği
Lamiî Mahmud Çelebi, Nefehâtü'l-üns tnin hazarâti'l-kuds Tercümesi, İstanbul 1980, s. 5 5 1 , 5 6 1 - 5 6 2 ; Safâyî, Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 2 1 5 4 , vr. 17b, 18b; Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye fî ulemâi'd-devleti'l-Osmâniyye (nşr. Ahmed Suphi Furat), İstanbul 1985, s. 68; Nev'îzâde Atâî, Hadâiku l-hakâik fî tekmileti'ş,Şekâik (nşr. Abdülkadir Özcan), II, İstanbul 1989, s. 63; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 119b-120a; Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hırkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. 33a-b, 44a; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü'l-fuâd fi'l-mebdei ve'l-meâd, İstanbul 1288, s. 140-141; İsmâil Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve
kadarıyla ilk önce Zeyniyye ricâlinden Şeyh Vefa'nın (Muslihuddin Mustafa;, Ö.896/1491) kayıtlarını esas alan Nefehât mütercimi Lâmiî Çelebi (Ö.938/1531) ile2 Vefâ'nın mürîdi Şâir Safâyî tarafından kaydedilmiştir. Safâyî gibi Lâmiî Çelebi de Şeyh Vefâ ile görüşme imkânı bulmuş olan dönemin önemli müellif-mutasavvıflarındandır. Aynı silsile Şekâik müellifi Taşköprîzâde tarafından da değiştirilmeden kaydedilmiştir. Bununla birlikte Nefehâtü'l-üns'de Şihâbüddin Sühreverdî'nin halîfelerinden birinin Necîbüddin Ali olduğu, Nûreddin Natanzî'nin de Necîbüddin Ali'nin yanında yetiştiği ifâde edilmiş,3 daha sonraki kaynaklardan Atâî Zeyl'i, es-Simtu'l-mecîd, Semerât, Tıbyân, Mirâtü'l-mekâstd, Tabibzâde'nin Silsilenâme\\ ve Vassâf'ın Sefine'sinde verilen silsilelerde Şihâbüddin Ömer Sühreverdî ile Nûreddin Abdüssamed Natanzî arasına Necîbüddin Ali b. Bozguş Şirâzî de konulmuştur.4
Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, Bursa 1302, s. 105-106 (Nâşir tarafından sayfa kenarına kaydedilmiştir); Kemâleddin Harîrîzâde, Ttbyânü vesâili'lhakâik fi beyâni selâsili't-tarâik, Süleymâniye Ktp., Fatih, nr. 4 3 1 , II, 102a, 107a-b; Ahmed Rif'at, Mir'âtü'l-mahâsıd fîdef'i'l-mefâsid, İstanbul 1293, s. 3 8 - 3 9 ; Mehmed Şemsüddin, Bursa Dargahları Yâdigâr-ı Şemsî I-ll (nşr. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997, s. 3 6 6 ; Tabibzâde Derviş Mehmed Şükrü b. İsmail, Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdayî Efendi, nr. 1098, vr. 53-54; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yt Ebrâr, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2 3 0 6 , 1 , 263. Güldeste, Tibyan, Tabibzade'nin Silsilenâme'sı ve Sefîne'de Nûreddin Abdüssamed'in nisbesi "Natanzî" yerine "Nazîrî" şeklinde kaydedilmiştir. "Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî" de Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde bulunan (nr. 2650) bir yazmadaki silsilede "Tâcüddin Hasan Şimşîrî" (vr.4a), Güldeste'de "Hüseyin Şimşîrî", Mir'atü'lmakâstd ile Sefîne'ât "Hüseyin Hüsâmeddin" şeklinde kaydedilmiştir. 2
3 4
Şeyh Vefa'nın kendi eliyle yazdığı silsileden istinsah edilmiş bir nüsha Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. 16b). Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 2 8 - 5 2 9 , 534. bk. 1 nolu dipnotta gösterilen yerler. Zeyniyye'nin Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde bulunan bir yazmada (nr.2650) kaydedilen Abdürrahîm Rûmî'ye ka. dar gelen bir silsilesinde de (vr.2b-4b) Necîbüddin Ali'ye yer verilmiştir. Burada şeyhin adı Ali b. Buzgaş (Bozguş değil) şeklinde harekelenmiştir.
Yukarıda Şihâbüddin Sühreverdî'ye kadar kaydedilen silsile, içinde Cüneyd-i Bağdâdî'nin de bulunduğu diğer meşâyihle birlikte Hz. Ali'ye ulaşmaktadır. Bu sebeple Şeyh Vefâ silsileyi Sühreverdiyye-i Cüneydiyye-i Aleviyye diye kaydetmiştir.5 Yine Zeyniyye ricâlinden olan Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'nin kaydettiği tarîkat silsilesi ise Veysel Karam vâsıtasıyla hem Hz. Ali'ye hem de Hz. Ömer'e ulaşmaktadır. Bu silsilede ayrıca İbrahim b. Edhem de vardır. Cüneyd-i Bağdâdî'den îtibâren yukarıya doğru silsile şu şekilde devam etmektedir: Cüneyd-i Bağdâdî > Cafer el-Huzzâî > Ebû Ömer Istahrî > Ebû Turab Asker b. el-Hıssîn Nahşebî > Şakîk Belhî > İbrâhim b. Edhem > Mûsâ b. Yezid er-Râî > Üveys el-Karanî > Ömer b. Hattâb / Ali b. Ebî Tâlib. 6 Zeyniyye'nin bir de içinde Cüneyd-i Bağdâdî bulunmayıp Abdülkâdir Geylânî'nin yer aldığı Hz. Ebû Bekir'e varan bir silsilesi vardır. Bu silsileye göre Şihâbüddin Sühreverdî'nin şeyhi olan Ebunnecib Sühreverdî, Kâdiriyye'nin kurucusu Abdülkâdir Geylânî'den hilâfet almıştır.7 Bu durumda mezkûr silsileyi Sühreverdiyye-i Kâdiriyye-i Bekriyye şeklinde isimlendirmek mümkündür. Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'nin Rifâiyye tarikatından da hilâfeti bulunması sebebiyle Zeyniyye'nin aynı zamanda Sühreverdiyye ve Rifâiyye'yi cem eden bir tarîkat olduğu belirtilmektedir.8 Rifâiyye'nin kurucusu Seyyid Ahmed Rifâî'ye ulaşan Zeyniyye silsilesi şu şekilde kaydedilmiştir: Şeyh Zeynüddin Hâfî > Şeyh Abdurrahman Şirsî > Şeyh Zahîruddin İsa Mısrî > Şeyh Abdüsselâm Kuleybî > Şeyh Ebulfeth İbrahim b. Ömer b. Ebulferec Fârûkî Vâsıtî > Seyyid Ahmed Rifâî.9 Halvetiyye Tarîkatı'nın önemli kaynaklarından Lemezâfda ise Zeyniyye ricâlinden Abdüllatff Mahrûk'un (ö. 1009/1600-01) silsile-
5 6 7
8 9
Lâmiî, a.g.e., s. 5 6 0 . Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a-b. Lâmiî, a.g.e., s. 5 6 2 ; Safâyî, Vasâyâ, vr. 18b; ayrıca bk. Mir'atü'l-makâsıd, s. 39. Tibyân, II, 107b; Vassâf, Sefîne, I, 264. Tibyân, II, 59b-60a; Vassâf, Sefîne, I, 264.
si Şihâbüddin Ömer Sühreverdî'nin şeyhi Ebunnecîb Sühreverdî'ye kadar kaydedilmiş ve bu zat vasıtasıyla Zeyniyye silsilesinin Halvetiyye ile birleştiği ifâde edilmiştir.10
II. ZEYNÎLİĞİN KURUCUSU ŞEYH ZEYNÜDDİN HÂFİ Zeynîlik "Zeynüddin Hâfî" diye meşhur olan Ebu Bekir b. Muhammed b. Muhammed b. Ali tarafından kurulmuştur.11 757 (1356) yılında Horasan'ın Hâf şehrinde dünyaya gelen Şeyh Zeynüddin, Hicrî sene hesabıyla 81 sene gibi uzun ve bereketli bir ömür sürdükten sonra 2 Şevval 838'de (1 Mayıs 1435) Herat'ta vefat etti. Önce Mâlin köyünde defnedildi ise de daha sonra kabri Dervişâbâd'a nakledildi.12 Ali Şir Nevâî Nefehaf a yaptığı tercümede şeyhin buradan da Herat'ta bulunan Iydgâh'a (Iydgâh-ı Herat) nakledildiğini ve mezarının yanına büyük bir imârethâne yapıldığını ilâve etmektedir.13 Zeynüddin Hâfî yetişme döneminde Mâverâünnehir, Horasan, Azerbaycan, Irak, Şam, Mısır, Hicaz bölgelerinde pek çok âlimden ders al-
10
11
12 13
Mahmud Cemâleddin Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-ı Ulviyye [nşr. Mehmed Serhan Tayşî], İstanbul 1993, s. 607. Bazı yerlerde Zeyniyye'nin Halvetiyye'nin bir kolu olduğu şeklindeki ifâdeler bu sebeple olmalıdır. Bâzı kaynaklarda şeyhin adı "Ebu Bekir b. Muhammed..." yerine "Ebu Bekir Muhammed..." şeklinde kaydedilmişse de, Hâfî gerek bâzı eserlerinin başında gerekse halîfelerine verdiği icâzetnâmelerde adını yukarıda belirtildiği gibi yazmıştır. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik s. 71-73. Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve (haz. Kemal Eraslan, Doktora tezi), İstanbul 1979, s. 3 1 8 ; ayrıca bk. Emir Seyyid Abdullah, Mezârât-ı Herat (nşr. Fikri Selçûkî), Kabil 1344 hş., s. 89 (Emir Seyyid Abdullah tarafından 1459'da kaleme alınan bu esere daha sonra 1784'te Ubeydullah b. Ebû Saîd Herevî tarafından, 1931'de Muhammed Sıddîk Herevî tarafından ilâveler yapılmış, en son eseri neşre hazırlayan Fikri Selçûkî tarafından da genişçe bir tâlîkât ilave edilerek hepsi birarada yayınlanmıştır); Mecdî Mehmed Eferidi, Hadâiku'ş-Şekâik (eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercümesi, nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 92.
mış ve bir çok şeyhin sohbetine katılmıştır. Onun istifâde ettiği âlimler arasında Celâleddin Fazlullah Tebrîzî, Celâleddin Ebu Tâhir Ahmed Hocendî el-Medenî, Sadreddin Ebulberekât Ahmed b. Nasrullah Kazvînî, İbnü'l-Cezerî ve Zeynüddin Irakî gibi zâtlar vardır. Zeynüddin Irakî'den Medine'de İmam Nevevî'nin Kırk Hadis'ini okumuş, ayrıca adı geçen âlimlerin tamâmından icâzet almıştır.14 Bunların yanı sıra Şihâbüddin Seyrâmî15 ve Şerif Cürcânî er-Razî'den de ders okuduğu anlaşılmaktadır.16 Sohbetlerine katılıp feyz aldığı şeyhler ise Şihâbüddin Bistâmı, Şerîfüddin İskenderî, Tâyebâdî [Zeynüddin Ebû Bekir], Şihâbüddin Ahmed Fernevî,17 Kemâl Hocendî, İsmail Sîsî ve son olarak kendisinden icâzet aldığı şeyhi Nureddin Abdurrahman Mısrî'dir. Zeynüddin Hâfî Tebriz'de faaliyet gösteren Şeyh Kemal Hocendî'nin bir müddet hizmetinde bulunduktan sonra Şeyh İsmâil Sîsî'nin hizmetine girmiş ve bu zâtın tavsiyesi üzerine de Mısır'a giderek Şeyh Nureddin Abdurrahman ile buluşmuştur.18 Hâfî şeyhe mürid olma arzusunu ilk açtığında şeyh kendisinin fakir bir derviş, onun ise bir çok fende imam kabul edilecek ölçüde ilim sâhibi olduğunu belirterek arzusunu kabul etmek istememişse de Hâfî'nin samîmî ve ısrarlı talebi karşısında zikir telkin ederek irşad halkasına dahil etmiştir. 19 Zamânmda "tâliplerin kıblesi" diye tanınan Nureddin Abdurrahman, yukarıda silsileler kaydedilirken de gösterildiği gibi, seyru sülûkünü Cemâleddin Yûsuf Acemî Gürânî'nin yanında ikmâl etmişti. Rivâyete göre tasavvuf yoluna ilk girişi Mısır'da bir başka şeyhe intisap ile gerçekleşmiş, ancak belli bir müddet eğitimden sonra şeyhi kendisine sülûkünü Acem diyarından gelecek bir zâtın elinde tamamlayacağını bildirmiştir. Bu şekilde Yûsuf Acemî'nin eğitimi altına gir-
14
15
16 17 18
19
Şemsüddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dav'u'l-lâmi' li-ehli'lkami't-tâsi', Beyrut ts., IX, 2 6 0 - 2 6 1 ; ayrıca bk. Mezârât-ı Herat, s. 88. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 8 ; Safî Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi, Reşehât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerîf el-Abbâsî), İstanbul 1291, s. 3 9 5 . Sehâvî, IX, 260. Sehâvî, IX, 261. H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfî of Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), LIII/1 (1990), s. 58-59. Sehâvî, IX, 261.
miş ve yirmi günden az bir süre içinde sülûkünü ikmâl ederek irşad için icâzet almıştır. Yaşı ilerlemiş olduğu için icâzetnâmede Yûsuf Acemî'nin kendisine "birader" diye hitap ettiği belirtilmektedir.20 Zeynüddin Hâfî, Nureddin Abdurrahman Mısrî'nin yanındaki manevî eğitiminde kemâle ulaştıktan sonra şeyhi tarafından son olarak yedi günlük halvete konmuş ve icâzet almıştır. Şeyhin kendisine yazdığı Arapça icâzetnâmede21 bu halvetin safhaları şu şekilde anlatılmaktadır: "...Allah Teâlâ yedi günde fazlı ile lütufta bulundu, mevhibeler kapılarını açtı. Dördüncü gecede hakikat makamından tevhid makamına kadar bütün makamların derecelerine yükselterek açılan mevhibe kapılarını daha da arttırdı. Yedinci gün tamamlanmadan önce cem' hâlini müşâhede ederek tefrika kaydından kurtuldu. Yedinci günün bitmesinden sonra ona Zât'taki hakîki tevhid nurları zuhûr etti ki, bu hâle ehl-i hakikat dilinde 'cem'u'l-cem' denir. Şeyh Zeynüddin kuvvetli bir istîdâda sahip olduğu için hâlâ terakkî etmektedir. Ben Cenâb-ı Hak'tan ümid ederim ki, onu o makamın tamâmına eriştirsin, beka-i dâim ile bâkî kılstn, müttakîlere imam yapsın".22 Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetinde bulunmak için memleketine dönerken, şeyhinden aldığı bu icâzeti Bağdat'ta kaybetmiştir. Uzun bir müddet geçtikten sonra Horasan'dan tekrar Mısır'a gitmiş, ne var ki bu sırada şeyhi âhirete göçtüğü için onunla buluşma imkânı bulamamıştır. Ancak şeyhin halvethânesine girdiğinde icâzetnamesini birkaç harf eksiğiyle orada bulmuştur.23 Sehâvî'nin kaydına göre, Zey20 21
22 23
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 7 . Yaklaşık yarım sayfa kadar olan bu icâzetnâme Nefehât'ta kaydedilmiştir. Bir nüshası da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. lb). Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 7 - 5 4 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. Bu olayı anlatan Şeyh Zeynüddin Hâfî devamla halvethânenin mazbut olmadığını, hatta oraya vardığında kapısının bile açık olduğunu belirterek şöyle demektedir: "Acaba halvethânedeki icâzetnâme asıl icâzetnâmenin müsveddesi miydi, yoksa şeyhim nûr-i velâyetle icâzetnameyi kaybedip Mısır'a geri döneceğimi bilerek onu benim için ikinci defa mı yazıp oraya bırakmıştı bilemiyorum? Her hâl ü kârda onun böyle bir halvethânede uzun müddet kalması kerâmetten başka bir şey değildir" (bk. Adı geçen eserlerin belirtilen yerleri).
nüddin HâfT'nin Horasan'dan Mısır'a tekrar gidişi şeyhinin emri üzerine gerçekleşmiştir. Zira Şeyh Nûreddin Abdurrahman, Hâfî'riin semâ meclislerine katıldığını haber almış ve tarîkat anlayışı açısından uygun bulmadığı bu davranışından dolayı onu te'dib için elçi gönderip Mısır'a çağırmıştır.24 A. Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler Şeyh Zeynüddin irşad faaliyetlerini memleketi olan Hâf şehrinin Berâbâd köyünde bir hânkâh ile bir tekke (ribat) yaptırarak irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. 812 (1409) senesinde hazırlanıp 830 (1427) senesinde tescil ettirildiği anlaşılan vakfiyesinde bu iki dergâhı Hâff kendisinin yaptırdığını belirtmekte ve ayrıca Bâherz şehrinin Serbâlâ mezraasmda bir tekkenin daha yapılmakta olduğunu bildirmektedir.25 Hâft ayrıca 825'te kaleme aldığı el-Vasâya'l-kudsiyye isimli eserinde bir vesileyle Nurâbâd zâviyesinde halvete oturduğundan sözetmiştir.26 Bu zâviye yukarıda kaydedilen Berâbâd köyündeki hânkâh ve ribattan ayrı üçüncü bir tekke olabileceği gibi, bu iki tekkeden biri de olabilir. Zîrâ Nurâbâd, kaydedildiğine göre, Hâf'm Berâbâd köyünün batısında bulunan bir mezraamn adıdır.27 Şeyh Zeynüddin, adı geçen vakfiyede ifâde edildiği şekliyle Hâf'ta kurulan iki tekke (hânkâh ve ribat) ile, Bâherz'de yapılmakta olan tekke için Herat'ın Dervişâbâd köyünü, Hâf, Bâherz ve Herat'ta bulunan bir kısım mezraa, bağ ve su kanallarını vakfetmiştir.28 Öte yandan Şeyh Zeynüddin'in, halîfesi Abdurrahim Rûmî'ye Muharrem 832'de (Ekim 1428) yazdığı icâzetnâmeden Herat'ın Dervişâbâd köyünde de bir dergâhın bulunduğu anlaşılmaktadır.29
24 25
26
27 28 29
Sehâvî, IX, 261. Pâkistan' ın Islâmâbâd şehrindeki Gencbahş Kütüphânesi'nde bulunan bu Arapça vakfiye Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak tarafından neşredilmiştir ("Vakıfnâme-i Zeynüddin Ebû Bekir Hâfî", Mişkât, X X I I [1989], s. 197-198). Bu vakfiyeden beni haberdâr eden Necdet Tosun'a teşekkür ederim. Zeynüddin Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, Süleymaniye Ktp., Murad Buharı, nr. 2 1 0 , vr. 30a. Hâfî, Vaki/nâme, s. 194. bk. Hâfî, Vaktfnâme, s. 194-198. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 554.
B.
Zeynüddin Hâfî'nin İdarecilerle ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla İlişkileri Şeyh Hâfı Horasan bölgesinde başlattığı bu irşad faaliyetleriyle halkın yanı sıra, yöneticilerin ve farklı tarîkata mensup şeyhlerin de dikkatini çeken bir şahsiyet olmuştur. Onun Timur'un oğlu Şah Ruh'la Tebriz sultânı İskender arasında başlamak üzere olan bir savaşı önlemiş olması,30 devlet adamları nezdindeki etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca devrin önemli şahsiyetlerinden Emir Kıvâmüddin Sincânî (ö. 25 Zilhicce 819/13 Şubat 1417) ile karşılıklı yazıştıkları da nakledilir.31 Tarîkat erbabından özellikle Nakşîler'ın Zeynüddin Hâfî ile iyi ilişkiler kurdukları ve görüşlerini büyük ölçüde takdir ettikleri anlaşılıyor.32 Örneğin Nakşibendiyye'nin kurucusu Bâhâeddin Nakşibend'in önde gelen halifelerinden Muhammed Pârsa ile Hâfî arasındaki dostluğun çok ileri derecede olduğu görülmektedir. Pârsa onun için "Âlim ve âriflerin temizi, sünnet sancağını yücelten, bid'atlerle mücâdele eden, şerîat, tarîkat ve hakîkat yolunun yolcusu, kalplere şifâ veren, efendimiz, mevlâmız..." gibi ifâdeler kullanırken,33 Hâfî de Pârsa için "Avâm ve havâssın mürşidi, şeyhü'l-ıslâm, ulemânın önderi, evliyânın zübdesi" gibi tâbirler kullanmıştır. Muhammed Pârsa 822 (Ocak 1420) senesinde hac sonrası uğradığı Medine'de vefat ettiğinde, o târihte Mısır'da bulunan Zeynüddin Hâfî bir mezar taşı hazırlatarak Pârsa'nın kabri başına götürüp dikmiştir.35 Bir başka Nakşibendî şeyhi Nizâmeddin Hâmuş'un, gördüğü bir 30 Sehâvî, IX, 262. 31 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 3 - 5 6 4 ; Nevâî, Nesâytm, s. 318-319. 32 Nakşibendiyye'nin kurucusu Bâhâeddin Nakşibend'in (ö. 7 9 1 / 1 3 8 9 ) bir hac yolculuğu sırasında Herat'a uğrayıp Zeynüddin Hâfi'yi ziyaret ettiğine dair bilgiyi (Hamid Algar, "Bâhâeddin Nakşibend", DIA, IV, 459) ihtiyatla karşılamak gerekir. Nitekim Reşehât Tercümesi'nde onun Herat'ta ziyaret ettiği zatın adı "Zeynüddin Ebu Bekir Tâibâdî [Tâyebâdî ?]" şeklinde kaydedilmiştir ki (s 81) bu zât, yukarıda belirtildiği gibi, Hâfî'nin sohbetlerine katılıp feyz aldığı şeyhlerdendir. Aynı eserin bir çok yerinde Zeyniyye'nin kurucusu olan Şeyh Zeynüddin ise "Hâfî" nisbesiyle anılmaktadır. 33 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 547. 34 Zeynüddin Hâfî, Menhecü'r-reşâd, Süleymâniye Ktp., Ismıhan Sultan, nr. 2 8 3 , vr. 63a. . u 35 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 92; Mecdı, s. 2 6 9 .
kısım rûyâların yorumu için mürîdi Sa'deddin Kaşgarî'yi Zeynüddin Hâfî'ye göndermiş olması da Hâfî'nin Nakşîler nezdindeki îtibârını ortaya koyan bir başka husustur. Şöyle diyor mürîdini gönderirken Nizâmeddin Hâmuş: "Ol vâkıalardan çok havf eyleme (korkma). Çün gidersin onları Mevlânâ Zeynüddin Hazretlerine arzeylersin ki, o merd-i müteşerrîdir ve câdde-i sünnet üzere sâbittir."36 I Bâzı kaynaklarda Akşemseddin'in Hacı Bayram'a mürid olmadan önce Zeynüddin Hâfî'ye intisap etmek için yola çıkıp Halep'e kadar gittiği kaydedilmektedir.37 O dönemde Hâfî'nin Anadolu'daki şöhretini göstermesi halamından oldukça önemli olan bu hâdise, Akşemseddin üzerine müstakil bir çalışma yapan Ali İhsan Yurd tarafından imkansız görülmüştür. Yurd'un ileri sürdüğü en önemli gerekçe Akşemseddin'in bir eserinde Zeynüddin Hâfî'yi tenkit etmiş olmasıdır.38 Bize göre bu isâbetli bir gerekçe değildir. Zira tasavvuf târihinde, önceden beğenmeyip tenkit ettiği bir şeyhe daha sonra bir vesîleyle mürid olan bir çok kimse vardır. Ancak bu olayı kaydeden müelliflerden Lâmiî ve Taşköprîzâde hâdisenin meydana geldiği târihle alâkalı herhangi bir şey söylemezken, eserini bu iki müelliften sonra kaleme alan Enîsî 840 târihinde meydana geldiğini belirtmiştir. Eğer bu târih doğru kabul edilecek olursa o zaman Ali İhsan Yurd'un kanâatini kabul etmek gerekir. Zira Zeynüddin Hâfî'nin belirtilen târihten iki sene önce; 838'de vafat ettiği bilinmektedir. ^
C. Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu Eserleri Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetlerini muhtelif bölgelere yaptığı seyahatler sırasında oluşturduğu sohbet meclislerinin yanı sıra tasavvuf 36 37
38
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 4 2 ; Reşehât Tercümesi, s. 181. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 6 8 5 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 2 6 - 2 2 7 ; Emir Hüseyin Enisî, Menâktb-t Akşemsedditı (nşr. Ali İhsan Yurd-Mustafa S. Kaçalin, Akşemsedditı Hayatt ve Eserleri içinde), İstanbul 1994, s. 130; Hoca Sa'deddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, İstanbul 1279-1280, II, 519. Ali İhsan Yurd, Akşemsedditı Hayatı ve Eserleri (Düzeltme ve eklemelerle yayına sunan Mustafa S. Kaçalin), İstanbul 1994, s. 23-24.
prensiplerini ve tarikatın âdab ve erkânını anlattığı eserler kaleme almak suretiyle de sürdürmüştür. Onun yazdığı eserler arasında ehVasâya'l-kudsiyye'nin tarîkatm temel esaslarını belirlemesi bakımından ayrı bir önemi vardır. Bir çok nüshası bulunan bu eseri Hâfî müridlerinin talebi üzerine 825'te (1422) Kudüs'te müsvedde olarak kaleme almış, daha sonra Horasan'a gittiğinde bâzı kısımlarını değiştirerek son şeklini vermiştir.39 Kudus'te yazıldığı için Kudsiyye nisbesiyle anılan bu Arapça eserin sonraki yıllarda özetlenerek istinsah edildiği de görülmektedir.40 Eser Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Muhammed Tebâdegânî41 ve Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe Bursevî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.42 Eserin Türkçe'ye yapılmış daha başka tercümeleri de vardır. Mütercimleri tesbit edilemeyen bu
39
40 41 42
Eserin nüshaları için bk. Nuruosmâniye Ktp., nr. 2650, vr. 5 b - l l l b (istinsah: Edirne 868, küçük boy, 9 satır); Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 2 1 0 , vr. 2b-44b; Ayasofya, nr. 3 7 , vr. 66b-90b; Ayasofya, nr. 2 1 5 5 , vr. lb-63a; Esad Efendi, nr. 3 5 3 7 , vr. 44b-75b; Reşid Efendi, nr. 1162, vr. 121b-170b; Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. 5b-48b. Eseri önce müsvedde olarak kaleme aldığını ve bâzı kısımlarını Horasan'da değişitirdiğini müellif eserin içinde ifâde etmektedir (bk. Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 2 1 0 , vr. 37b, 44b). Eseri Kudüs'te 825'te tamamlandığı ise, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshanın sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Eser Keşfü'z-zunûn'Az yukarıda kaydedildiği şekilde Vasâya'î-Kudsiyye ismiyle Zeynüddin Hâfî'ye nisbet edildikten sonra (Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fiinûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya], İstanbul 1 3 6 0 - 6 2 / 1 9 4 1 - 4 3 , II, 2 0 1 2 ) Keşfü'z-zunûn'un zeyli îzâhu'l-meknûn'da Vasıyyetü'l-ârifîn diye de bir eserin Hâfî'ye nisbet edilmiş olması (Bağdatlı İsmail Paşa, İzâku'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya], İstanbul 1945-47, II, 711), bunların farklı risâleler olduğunu hâtıra getirmekteyse de bu hususta kesin bir bilgi elde edilememiştir. Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Kasîdecizâde, nr. 757, vr. 13b-16b. Nevâî, Nesâyim, s. 397. bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 1273, vr. (23b-126a); nr. 920, vr. (lb-77b). Mütercim olarak kaydedilen Hacı Halîfe Bursevî muhtemelen Kastamonulu Şeyh Abdullah (Ö.894/1489) olmalıdır. Bursa'da Abdüllatîf • Kudsî'nin açtığı dergahta Tâcüddin İbrahim Karamâ? nî'den sonra posta oturduğu bilinen bu zât Hacı Halîfe diye tanınmıştı.
tercümelerin bir kısmında metne sâdık kalınmış,43 bir kısmında ise bâzı ilâve açıklamalara yer verilmiştir.44 Hâfî'nin 825'te Kudüs'te Vasâya'l-Kudsiyye'nm yanı sıra kaleme aldığı bir başka eseri Silsiletü'ssûfiyye' dir.45 ^Zeynüddin Hâfî bir diğer eseri Menhecü'r-reşâd.'ı ise Farsça olarak Herat'ta kaleme almıştır. Ehl-i Sünnet inancı ve buna uygun tarîkat anlayışının anlatıldığı bu eserin tam adı kapağında "Menhecü'r-reşâd fî îtikâdi'l-ibâd" şeklinde kaydedilmişse de, giriş kısmında müellif adını Arapça-Farça bir terkiple "Menhecü'r-reşâd râ Vâsıta-i Salâh-ı Itikâd -ı İbâd" şeklinde kaydetmiştir.4^ Vasâya'l-Kudsiyye gibi bu eser de Hâfî'nin tasavvufî görüşlerini ve tarîkat anlayışını yansıtması bakımından oldukça önemlidir. Zeynüddin Hâfî tarîkatta okunacak "evrâd" ve "hizb"i de Arapça küçük bir risâle hâlinde kaleme almıştır. Sabahları okunan virdler "Hâzâ evrâdü's-subh" şeklinde kaydedilmiş, peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlığıyla diğer okunacak duâlar kaydedilmiştir.47 Bu virdler iki cildlik bir duâ mecmuasının ikinci cil43.
bk. Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 1347, vr. 2b-110a (Bu tercüme cümle cümle yapılmıştır); Süleymâniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. lb-45a (Bu tercümenin baş tarafında (2a) mütercim, eserin daha önce bir zât tarafından tercüme edildiğini, fakat burada müellifin bâzı görüşlerinin tam yansıtılmadığını ileri sürmüş ve bu sebeple tekrar tercüme ettiğini belirtmişti). 44 bk. Süleymâniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 4 3 8 , vr. 335b-384b (Bu tercümede özellikle İbnü'l-Arabî'nin "hatmü'l-velâye" görüşüyle ilgili yapılan açıklama dikkat çekmektedir); İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 845, vr. lb-64b; Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 876, vr. lb-30b. 45 Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur Supplementband, Leiden 1938, II, 2 8 5 . 46 Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, vr. 4b-77a; Hacı Mahmud, nr. 2829, vr. lb-45a. Hacı Mahmud nüshasının kapağında Arapça şöyle bir dörtlük vardır: Yâ sâlike mesleki'l-ibâd / Da' minke tarîkate'l-inâd Fi sıhhati mezhebin ve dîn / Yekfî bike Menhecü'r-reşâd. (Ey sâlik! Din ve mezhep hakkında sağlam bilgi için Menhecü'r-reşâd sana yeter) 47 Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2100, vr. 82b-85a. 48 [Mecmûa], (nşr. Osman Salahaddin b. Nâsıru's-Seyyid Abdülbâkî Dede), ts., II, 612-615.
di içinde Evrâd-t Şerife-i Zeyniyye adıyla neşredilmiştir.48 Bu evradı Alâeddin Ali b. Mûsa Koçhisârî (Ö.841/1437-38) şerhetmiştir (Şerhti Evrâdi'z-Zeyniyye).49 Evrâdm ayrıca meşhur âlim Kutbuddin İznikî'nin oğlu Mehmed İznikî tarafından Tenvîru'l-evrâd ismiyle Arapça olarak yapılmış bir şerhi daha bulunmaktadır.^0 Bu şerhte İznikî, virdlerin mânâsını açıklarken bunların kişiye sağladığı faydalar, belli adetlerde ve düzende okunmasının hikmetleri üzerinde de durmuştur. Zeynüddin Hâfî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri, tarîkat ehli için gerekli olan bir kısım nasîhatları kaydettiği Arapça Mir'atü't-tâlibîn'i,51 mürîdin davranışlarını, tarikatın rükünlerini, tasavvufun edeplerini ve makamları kısa maddeler hâlinde anlattığı Farsça Adâbü's-sûfiyye'si,52 halîfelerinden Ahmed Semerkandî'ye 821'de (1418) Herat'ta yazdığı nasihatlerden oluşan Arapça bir risâlesi53 ile zühdle alâkalı 825'te kaleme aldığı bildirilen bir risâlesidir.54 Zeynüddin Hâfî'nin telif ettiği bu eserlerin yanı sıra 826'da Dervişâbâd'da Şihâbüddin Sühreverdî'nin Avârifü'l-maârif me hâşiye yazdığı belirtilmekte49
s0
51
52 53 54
Keşfü'z-zunûtı, I, 2 0 0 - 2 0 1 ; Bağdatlı îsmâil Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'lmüellifîn ve âsâru'l-musanniftn (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mahmud Kemal), İstanbul 1 9 5 1 - 5 5 , 1 , 7 3 1 ; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, 1, 352. Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 , vr. lb-37b. Rebîulâhir 863 (Şubat 1459) tarihini taşıyan bu nüshadan başka eserin Süleymaniye Kütüphânesi'nde bir çok nüshası bulunmaktadır (Mesela bk. Laleli, nr. 1593, vr. lb-54a; Halet Efendi, nr. 7 9 7 , vr. 87b-122b). Mecdî, Sultan II. Murat devri âlimlerinden Balat kadısı Abdüllâtif Efendi için "Ve dahî Evrâd-ı Zeyniyye'yi bir güzel kitab eyledi" demektedir (Şekâik Tercümesi, s. 124). Bu ifâde ile kastedilenin tercüme mi? şerh mi? yoksa istinsah mı? olduğu tam anlaşılamamıştır. H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfı of Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), LIII/1 (1990), s. 57-63. H. T. Norris iki buçuk sayfa kadar olan bu eseri İngilizce tercümesi ve kısa bir değerlendirme yazısıyla birlikte adı geçen makale içinde neşretmiştir. bk. Süleymaniye Ktp., Uşşâkî, nr. 23, vr. 78b-82b. bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b. Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, Leiden 1938, II,
266.
dir.55 Sehâvî'nin bir kaydından onun Farsça şiirler yazdığı ve talebelerine derste bunların açıklamasını yaptığı anlaşılmaktadır.56 Molla Câmî onun Emir Kıvâmüddin Sincanî ile yaptığı yazışmalar sırasında kaleme aldığı Farsça beyitlerinden bir kaçını açıklamalarıyla birlikte kaydetmiştir.57 Ayrıca Vasâya'l-Kudsiyye'nin bir yerinde (vr. 37b) Hâfî, âlem-i kebîr ile âlem-i sağîri, bu iki âlemin birbirleriyle ve Allah'ın sıfatlarıyla irtibâtını, yaratıcının insanı bu âlemlerden süzmesini (ıstıfâ) ve onu mazhar-ı irfan kılmasını anlatan bir risâle yazacağını haber vermişse de, anlaşıldığı kadarıyla bunu gerçekleştirme fırsatı bulamamış, ancak onun bu arzusu daha sonra Zeyniyye ricâlinden Mustafa b. Muallim'in ilgili konu hakkında 22 Ramazan 909'da (9 Mart 1504) mâna âleminde kalbine ilham olunan bilgileri yazması suretiyle gerçekleşmiştir. Müellif girişte eserini Hâfî'nin arzusunu yerine getirmek için kaleme aldığını belirtmektedir. Arapça üç varaktan ibaret olan ve bir nüshası Köprülü Kütüphânesi'nde bulunan bu eserin başında yine Arapça olarak "Hâzâ Risâletün mev'ûdetün an işâreti'şŞeyh Zeynüddin Hâfî" ibâresi yazılıdır.58 Hâfî adı geçen Vasâyâ'nm sonunda da (vr. 43 a) tevhîdin mertebeleri, tevhid, ittihad ve vahdet arasındaki fark, tecellî-i Zât ve tecellî-i sıfatın mertebeleri v.b. konularla ilgili bir risâle yazmayı planladığını belirtmektedir. Muhtemelen bu planı, işâret edilen konuları da ihtivâ ettiği görülen Menhecü'r-reşâd isimli eserini kaleme almak sûretiyle gerçekleştirmiştir.
55
Hâşiyenin bir nüshasının İran Senato Kütüphânesi'nde 3 3 5 5 numarada kayıtlı olduğu belirtilmektedir (Bu bilgiyi Ebu Mansur Abdülmü'min İsfehânî'nin Farsça Avârif tercümesini bir mukaddime ile neşreden [Avârifü'l-maârif, Tahran 1985] Kasım Ensârî vermiştir, bk. Mukaddime, s. 18). Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak ise nüshanın Meclis-i Şûrây-ı İslâmî [Millî ?, Tahran] Kütüphânesi'nde 3 2 5 5 numarada kayıtlı olduğunu belirtmektedir (bk. Hâfî, Vaktfnâme, s. 188); ayrıca bk. Süleyman Uludağ, "Avârifü'l-maârif", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DIA), IV, 110.
56
Sehâvî, IX, 261. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564. bk. Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. lb-3b.
57 ss
BİRİNCİ BÖLÜM ZEYNÜDDİN HÂFÎ'NİN HALÎFELERİ VE ZEYNÎLİĞİN YAYILIŞI
O öhreti daha hayatta iken çok geniş bir çevreye yayılmış olan ZeyT nüddin Hâfî, zamâmnın çoğunu mürid yetiştirmeye ayırmıştır. Yetiştirip icâzet verdiği halîfeleri vâsıtasıyla mesajını özellikle Horasan, Anadolu, Rumeli ve Hicaz bölgeleri ile Sûriye, Mısır ve Hindistan'da önemli bir kitleye ulaştırmayı başardığı görülmektedir. İleri gelen halîfeleri ve bunların faaliyet alanları üzerinde ileride genişçe durulacak olan Hâfî'den icâzet alanlar arasında yeğeni Alâeddin b. Seyyid Afîfüddin1 ve muhtemelen, oğlu Şeyh Yahya da bulunmaktadır.2 Ayrıca
ı I f
1 2
I
1
/
Sehâvî, IX, 261. Nevâî, Nesâyim, s. 408. Şeyh Yahya'dan bahseden Ali Şir Nevâî, onun babasından icâzet aldığını açıkça belirtmemiştir. Ancak ifâdelerinden bunu çıkartmak mümkün olmaktadır. İlgili bölümde onu "Şeyh Yahya kaddesallahu taâlâ sırrehu" başlığı ile kaydedip, Zeynüddin Hâfî'nin oğlu olduğunu ve zühd ve takvâda çok ileri dereceler elde ettiğini belirttikten sonra mürid yetiştirmekle meşgul olmadığını söylemiştir. Şeyh olarak takdim edildiği halde mürid yetiştirmekle meşgul olmadığı belirtildiğine göre, irşâd için izinli olmadığı anlaşılmaktadır. Tarîkat icâzetini babasından almış olmalı ki, ayrıca intisap ettiği bir şeyhin adı zikredilmemiştir. Zeynüddin Hâfî daha önce temas edilen vakfiyesinde vakıf gelirlerinin sarfedileceği yerleri zikrederken çocukları ve eşi-
dönemin tanınan âlimlerinden Hâce Şemsüddin Muhammed Kûsevî (Ö.21 Cemâziyelevvel 863/26 Mart 1459), 3 Mevlânâ Şemsüddin Muhammed b. Esed (ö. 8 64/1460), 4 meşhur âlim Şemsüddin Serahsî'nin oğlu Mevlânâ Ebulhayr Ahmed (Ö.887/1482),5 allâme Ahmed b. Şa'bân b. Şihâbüddin (Ö.916/1510),6 Seyyid Ali Horasânî7 Hâfî'ye mürid olanlardandır. Sehâvî'nin kaydına göre Zeynüddin Hâfî 824'te (1421) Kahire'de bulunduğu sırada bir çok kimse ile birlikte İzzeddin Hanbelî'ye de zikir vermiş, ayrıca Cemâleddin Mürşidî el-Mekkî, Cemal b. Celal Neyrizî ve Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed b. Abdullah, ö. 861/1457 civârı) gibi âlimler de onun sohbet meclislerine katılmışlardır. Tâvusî ondan diğer bâzı talebeleriyle birlikte Farsça şiirlerini okumuştur.8 Ayrıca Şeyh Hâfî yukarıda belirtilen tarihte Mısır'a gittiğinde meşhur hadis hâfızı İbn Hacer Askalânî'nin (ö. 852/1449) onu karşılama sadedinde övücü iki beyit söylediği, şeyhin de ona üç beyitle karşılık verdiği kaydedilmiş, ancak İbn Hacer'in şeyhe intisap edip etmediğinden söz edilmemiştir.9
3 4
5
6
7
8 9
nin adını da zikretmiştir. Burada Yahya'nın tam adının Nizâmeddin Yahyâ olduğu görülmektedir. Diğerlerinin isimleri şöyledir: Nûreddin Muhammed, Burhâneddin İbrâhim, Şihâbüddin İsmâil, Âişe, Fâtıma ve Mübâreke. Eşinin adı ise Fâtıma Cânî Hân şeklinde kaydedilmiş ve merhum melik İhtiyâruddin es-Selûmedî'nin kızı olduğu belirtilmiştir (Hâfî, Vaktfnâme, s. 197). Erkek çocuklarının adını Sehâvî de kaydetmiştir (bk. ed-Dav'u'l-lâmi', IX, 260) Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 5 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 1 9 . Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 1 2 ; Nevâî, Nesâyim, s. 2 9 5 . Nevâî ismi "...Muhammed b. Esed" şeklinde değil de "...Muhammed Esed" şeklinde kaydetmiştir. Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 9 . Ali Şir Nevâî ayrıca Mevlânâ Tâcüddin Ahmed Şicenî'nin önceleri Zeynüddin Hâfî'nin mürîdi iken daha sonra Nakşibendiyye'den Sa'deddin Kaşgarî'ye intisap ettiğini belirtmektedir (Nesâyim, s. 407). Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire (nşr. Cebrâil Süleyman Cebbûr), Beyrut 1 9 7 9 , 1 , 134-135. Gazzî, el-Kevâkib, II, 145. Gazzî'nin kaydına göre Seyyid Ali Horasânî Kadiriyye, Sühreverdiyye ve Rifâiyye'den hırka giymiş olan Haleb şeyhu'ş-şuyûhu Zeynelâbidîn el-Cezerî'ye Zeyniyye adına bîat alma salahiyeti vermiştir (bk. aynı yer). Sehâvî, IX, 2 6 1 . Sehâvî, IX, 2 6 1 ; İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'lhabeb fi târihi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde),
Çok küçük yaşında Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'den zikir aldığı belirtilen ulemâdan Ebulfeth Şemsüddin İskenderî de (Mühammed b. Atıyye el-İskenderî, ö. 18 Zilhicce 906/ 5 Temmuz 1501) Zeynüddin Hâfî'den hırka giyenlerdendir.10 Hızırnâme isimli manzum eserin sâhibi Hamîd-ili'nden Muhyiddin Çelebi (ö.l476'dan sonra) ise Hâfî'ye müntesip olduğunu eserinde belirtmektedir.11 Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunan (Dâru'l-Mesnevî, nr. 158) Zeynüddin Hâfî'ye ait Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserin müellif nüshasıyla mukabele edilmiş nüshasının kapağındaki bir kayıtta, Tebriz'de vaaz ve nasîhatla meşgul olan Şeyh Mahdûmî diye bir Zeyniyye şeyhinin bulunduğu ifâde edilmiştir. Mürşidi belirtilmeyen bu zâtın da Hâfî'nin yanında yetişmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Nüzhetü'l-havâtır''âz meşhur kıraat âlimlerinden olduğu bildirilen ve 130 yıl yaşadığı nakledilen Şeyh Abdülmelik el-Gaznevî'nin de (ö. Receb 956 / Temmuz-Ağustos 1549) Herat'ta Zeynüddin Hâfî'ye intisap ettiği, uzun müddet hizmetinde bulundutan sonra icazetle adı geçen şehirde faaliyet göstermekte iken şöhretini duyan Sikender Şah tarafından Hindistan'a davet edildiği, Agra'ya yerleşerek pek çok Hintlinin kendisine mürid olduğu belirtilmiştir.12 Ancak Zeynüddin Hâfî 1435'de vefat ettiğinde on iki yaşlarında olması gereken Abdülmelik'in şeyhin yanında sülûkünü tamamlamış olması mümkün değildir. Bununla birlikte çocukluğunda Hâfî'nin sohbetlerine katıldığı, daha sonra halîfelerinden birinin yanında yetiştiği düşünülebilir. Nitekim aynı kaynakta onun kıraat ilmini Herat'ta Şeyh Mahmud Tebâdegânî'den öğrendiği nakledilmektedir.13 İleride kaydedileceği gibi Hâfî'nin ileri gelen iki âlim halifesinden birinin Şeyh Muhammed Tebâdegânî olduğu biliniyor. Eğer burada Muhammed yerine yanlışlık-
10 11 12
13
Dımaşk 1973, I (ikinci kısım), 8 4 0 ; Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'tınübelâ bi târihi Halebe'ş-gehbâ, Halep 1925, V, 301-302. İbn Hacer ve Şeyh Hâfî'nin söylediği şiirler bu eserlerde kaydedilmiştir. Gazzî, el-Kevâkib, I, 14-17. Ahmet Yaşar Ocak, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 418. Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâtır ve behcetü'l-mesâmi'i ve'n-nevâzır, Haydarâbâd 1973, IV, 2 1 7 . Nüzhetü'l-havâtır, IV, 217.
la Mahrnud yazılmış ise, o takdirde bu zâtın Hâfî'nin halifesi olduğu söylenebilir.14
kimsesiniz. Eğer şeyhim hayatta iken başka bir şeyhe intisap etmemi doğru buluyorsanız, o zaman size intisap ederim."
Bâzı araştırmacılar Pır Ilyas Amâsî ile 15 Hoca Sâdeddin Kaşgarî'yi Zeynüddin Hâfî'nin müridleri arasında saymışlarsa da, 16 bu doğru değildir. Zira bu zâtlardan Pîr İlyas, Halvetiyye meşâyihinden Sadreddin Şirvânî'nin uzun müddet hizmetinde bulunduktan sonra Zeynüddin Hâfî'nin şöhretini duyup Horasan'a gitmeye karar vermiş, ancak rûyâda Hz. Peygamber (a.s.) kendisinden Pîr Sadreddin'in hizmetinde kalmasını isteyince bundan vaz geçmiştir.17 Kaşgarî'nin ise gördüğü bir takım rûyâları tâbir ettirmek üzere bağlı bulunduğu Nakşibendiyye şeyhi Nizâmeddin Hâmuş tarafından Zeynüddin Hâfî'ye gönderildiği kaynaklarda belirtilmekle birlikte ona mürid olduğundan söz edilmemektedir.18 Gerçi Hâfî onun kendisine mürid olmasını istemiştir, ancak Kaşgarî bu talebe özetle şu şekilde mukabelede bulunmuştur:
Hâfî bunun üzerine o gece istihâreye yatmasını, kendisinin de istihâreye yatacağını söylemiş ve ertesi gün görülen rûyâlar sebebiyle intisap gerçekleşmemiştir. Kaşgarî, Hâfî'nin kendisine istihâreden sonra şöyle dediğini nakleder:
"Ben şu anda Nizâmeddin Hâmuş'a bağlıyım. Sizler güvenilir 14
Nüzhetü'l-havâtır'âakl bu bilgiler ayrıca tarikatın Hindistan bölgesinde yayıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Horasan, Suriye, Mısır, Hicaz, Anadolu ve Rumeli'de kimler vasıtasıyla yayıldığını büyük ölçüde tesbit ettiğimiz bu tarikatın Hindistan bölgesinde hangi şahıslar vasıtasıyla yayıldığım ve silsilelerin ne şekilde devam ettiğini henüz tesbit edebilmiş değiliz. Bu hususta elimize yeni bilgiler geçtiği takdirde eserin sonraki baskılarında ilave etmeyi planlamaktayız.
15
Purgstall J. R Von Hammer, Devlet-i Osmâniyye Târihi (trc. Mehmed Ata), İstanbul 1329, II, 153. Hans Joachim Kissling, "Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Reiche", Der islam (DI), X X X I X (1964), s. 151-152; D. S. Margoliouth-A. S. Furat, "Zeynüddin", İA, XIII, 556. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 573; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 74; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 6 - 4 3 7 ; Hulvî, Lemezât, s. 393. Lemezât'ın bir başka yerinde (s. 383) Pîr İlyas'ın Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'daki dergâhına kadar gittiği ifâde edilmekte ve intisâbından açıkça söz edilmemekle birlikte burada şeyhle görüştüğü anlaşılmaktadır. Muhtemelen bir kısım araştırmacılar bu kayıt sebebiyle onun Hâfî'ye mürid olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Lemezât'ın yukarıda kaydedilen yerinde diğer kaynakların verdiği bilgiye uygun olarak Hâfî'ye intisap etmekten vazgeçtiği açıkça belirtilmiştir.
16
17
18
Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 ; Reşehât Tercümesi, s. 181-182.
"Tarik cümle birdir. Hep bir yere vâsıl olur. Yine evvelki tarîka meşgul ol. Eğer bir vâkıan veyâ bir müşkilin vâkî olursa bize bildir. Kadir olduğumuz kadar meded eyleyelim."19 Zeyniyye tarîkatı Hâfî'nin yanında yetişen önemli halîfelerden Muhammed Tebâdegânî, Sadreddin Revvâsî, Derviş Ahmed Semerkandî, Mahmud Hisârî vasıtasıyla Horasan bölgesi ve civârında, Abdülmu'tf Mağribî, Ebulfütûh Nûreddin Ahmed, Mevlânâ Muhammed Horasânî, Abdülkerîm Halîfe, Seyyid Safiyyüddin Îcî, Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtf, Kemâleddin İbnü'l-hümâm, Emînüddin Aksarâyî vâsıtasıyla Hicaz bölgesi ile Sûriye ve Mısır civârında, Şeyh Muhammed, Abdurrahim Rûmî/Merzifonî, Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali b. Muhammed), Abdüllatif Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla da Anadolu ve Rumeli'de yayılmıştır.
19
Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 - 4 4 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 182-183.
ZEYNÎLİĞİN HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI
A. Muhammed Tebâdegânî (ö. 891/1486) eyh Zeynüddin Hâfî'den sonra yerine geçen Muhammed Tebâdegânî, Horasan bölgesinde şeyhin en etkili halîfesi olmuştur. Tam Şemsüddin Muhammed olup, 803 (1401) senesinde muhtemelen Herat'ın köylerinden olan Tebâdegân'da doğmuştur. Daha çocuk yaşta iken köylerine gelen Şeyh Zeynüddin'in sohbetlerine katılmış ve köyden ayrılırken şeyhe mürid olmak istediğini bildirmişti. Ancak şeyh o yaşta kendisinin ilim tahsil etmesi gerektiğini söyleyince Herat'ta Fîrûzâbad pazarında bulunan Medres-i Sebz'de ilim tahsiline başladı. Bu sırada Şeyhe mürid olma arzusunu aklından hiç çıkarmayan Muhammed Tebâdegânî, nakledildiğine göre bir gün bir kitap mütâlaa ederken cenaze salâsı verildiğini duyar ve namaza iştirak etmek üzere hazırlanıp dışarı çıkar. Ancak ortada ne cenâze vardır ne de cenâzeye giden bir kimse. Tekrar odasına dönüp mütâlaaya başladığında aynı salâyı yine duyar. Bunun üzerine hâtırına "Ölmeden önce ölünüz" hadîsi gelir ve "Bu salâ benim için verilmiş olmalıdır" diyerek gidip Zeynüddin Hâfî'nin hizmetine girer. Kısa zamanda önemli merhale katettiği bildirilen Tebâdegânî için Hâfî, "O saf altın idi,
biz onu altın para yaptık" demiştir. Şeyhin gerek resmî gerekse resmî olmayan mektuplarının hazırlanmasını bu müridine havâle ettiği belirtilmektedir. Hâfî'nin Vasâyâ'sını Türkçe'ye tercüme ettiği daha önce belirtilen Tebâdegânî, ayrıca Tezkiretü'l-habîb isimli bir eserin de mütercimidir. Eserleri arasında Esmâü'i-busnâ Şerhi, Menâzilü's-sâirîn Şerhi (Tesnîmü'l-muğribîn)20, biri "fakr" diğeri "zikir'le alâkalı olmak üzere iki ayrı Kırk Hadis Tercümesi ve Kasîde-i Bürde muhammesi bulunmaktadır.21 Tebâdegânî'nin tarîkat anlayışında semâ'm 22 ayrı bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Zamanında muhtelif kesimlerden tarikata rağbet daha da artmış, dergahta pek çok kimse onun denetiminde halvet ve erbainlerle sülûkünü ikmâl etmiştir. Ali Şir Nevâî onun lcırk yıla yakın irşad seccâdesinde oturduğunu belirttikten sonra vefatının 891'de (1486) seksen sekiz yaşında iken meydana geldiğini kaydetmektedir.23 Oysa 838'de (1435) vefat eden şeyhi Zeynüddin Hâfî'den sonra Hicrî sene hesâbıyla en az 53 sene şeyhlik yapmış olması gerekir. Eğer Nevâî'nin kaydında bir yanlışlık yok ise, o zaman Tebâdegânî'nin şeyhin vefatından sonra makamına hemen geçmediği söylenebilir. Her iki durumda da oldukça uzun müddet irşad faaliyetinde bulunduğu anlaşılan Tebâdegânî'den sonra müridleri tarafından HeratHıyâbân kanalında bulunan kabri başında bir hankâh ve yanına da bir mescid ve imâret yaptırılmış, hankâhta irşad postuna oğlu Hamîdüd20
21
22
23
Şerhin adını Said Nefisi kaydetmiştir (bk. Said Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr der îrân ve der Zebân-t Fârisî, Tahran 1363 hş., I, 263). Nevâî, Nesâyim, s. 396-397-, ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 28; Mezârât-ı Herat, s. 117. Ali Şir Nevâî şeyhin eserlerini sayarken kaydettiği Kasîde-i Bürde muhammesi, iki beyt arasına birinci beyitle uyumlu üç beyit daha ilâve edilmek sûretiyle yapılan "tahmîs" olmalıdır. Nevâî ayrıca şâirler tezkiresinde onun Farsça bir beytini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir: Servi gibi boyundan başkasına bakanlar, Doğrusunu söylersen hepsi ktsa görüşlüdürler (Mecâlis, s. 28). Burada sema' ile kastedilen, sonraki dönemlerde Mevlevî dervişlerin dönerek icrâ ettikleri devrân değil, bâzı enstrümanlar eşliğinde dinî musikîyi ve bir kısım ilâhîleri dinleyerek rûhen olgunlaşmayı hedefleyen bir zikir türüdür. Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 6 - 3 9 8 .
din (Ö.917/1511) oturmuştur.24 Nevâî 897'de (1491-92) kaleme aldığı şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'te Şeyh Hamîdüddin'i çağının şâirleri arasında zikretmiş ve Farsça şiirlerinden bir beyti kaydetmiştir. 25 Ayrıca Nevâî, babasının halefi olması sebebiyle dervişlerin onun etrâfında toplandığım, dergâhında halvet, uzlet, semâ ve safâmn eksik olmadığını belirtmekte, o târihte şeyhin henüz zâhiri ilimleri ikmâl etmediğini, ancak mutlaka ikmâl etmek istediğini de kaydetmektedir. Nevâî'nin önemli sayılabilecek bir başka kaydı da, Hamîdüddin'in çok mütevâzî, saf ve iyi niyetli olması sebebiyle kötü niyetli Mevlânâ Muhammed Arab isimli bir sahtekârı uzun yıllar dergâhta dervişleri arasında tuttuğuna dâirdir.26 Muhammed Tebâdegânî'ye intisap edenler arasında Ali Şir Nevâî gibi âlim-şâir bir devlet adamının bulunması,27 yine sultanlar nezdinde önemli bir mevkiye sahip olduğu bildirilen Horasan'ın ileri gelenlerinden Seyyid Hasan Erdeşir'in, müderrislerden Mevlânâ Vecîhüddin'in ve ordu mensubu Gâzergâhî'nin onun müridleri arasında bulunması,28 şeyhi Zeynüddin Hâfî ve ileride bahsi gelecek olan pîrdaşı Sadreddin Revvâsî gibi Tebâdegânî'nin de ulema ve devlet erkânı üzerinde derin nüfuza sahip olduğunu göstermesi yanında, tarikatın halkla birlikte ilmiye mensupları ve idâreciler arasında da taraftar bulmaya devam ettiğini göstermektedir. Zeyniyye tarikatı Horasan'da Muhammed Tebâdegânî'den sonra da halîfeleri vâsıtasıyla yayılmaya devam etmiştir.
24
25
26
27 28
Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995, s. 2 8 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 8 ; ayrıca bk. Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr, I, 3 2 8 . Nevâî, Mecâlis, s. 132. Beytin Türkçe'si şöyledir: Bazan hasta gönülleri anmak gerek / Allah için neş'eli olmak gerek! Nevâî, Mecâlis, s. 132. Nevâî, Mevlânâ Muhammed Arab'ı şâirler tezkiresi Mecâlis' in ikinci meclisinde kaydetmiştir. Orada verdiği bilgiye göre, bu zâtın saltanat sevdası güttüğü ortaya çıkınca sultan tarafından şehirden sürülmüştür (s. 29-30). bk. Nevâî, Nesâyim, s. 9. Nevâî, Nesâyim, s.400-403.
1. Derviş Muhammed Bîhre (ö.?) Muhammed Tebâdegânî'nin ileri gelen halîfeleri arasında zikredilen Muhammed Bîhre, Zeynüddin Hâfî'nin sohbetlerine de iştirak etmiş, ancak sülûkünü Tebâdegânî'nin yanında tamamlamıştır. İrşad faaliyetini Herat'ın Bîhre kasabasında sürdürdüğü ve müridleri terbiye etmekle birlikte halk için de sohbetler tertip ettiği nakledilmektedir. Vefat târihi kaydedilmeyen Derviş Muhammed'in kabrinin Bîhre'de büyük bir tepe üstünde olduğu belirtilmektedir.29
gânî'ye intisap ederek onun denetiminde erbaîne girmiş, yıllarca sülûkünü ikmâl için çile çektikten sonra hilâfet almıştır.33 Hayatının sonlarına doğru Semerkant'da Hâce Nasıruddin Ubeydullah'm sohbetlerine de katıldığı belirtilmektedir. 894'te yetmiş üç yaşında iken Herat'ta vefat etmiştir.34 Ona şâirler tezkiresi Mecâlisü 'n-nefâyis\t de yer veren Nevâî, tasavvuf öncesi ve sonrası dönemlerinde yazdığı şiirlerinden birer beyt kaydetmiştir. Tasavvuf yoluna girmeden önce söylediği Farsça şiirlerinden bir beytin Türkçesi şöyledir: Gönlümün dinlencesi olan sevgilimle, ağzına• kadar dolu olan sabah kadehini içmek ne hoştur! İkimiz gonca gibi dar bir gömlek içinde kıvrılmak ve demlenmek ne hoştur!
2. Derviş Seyyid Hasan (Ö.894/1489) Muhammed Tebâdegânî'ye mürid olduğu kaydedilen Seyyid Hasan Erdeşir ile alâkalı bilgilerimiz daha çok, onu sevip saydığını belirten Ali Şir Nevâî'nin eserlerine; özellikle de hakkında kaleme aldığı Hâlât-ı Hasan Big adlı risâleye dayanmaktadır.30 Nevâî'nin kaydettiğine göre, gençliğinde zâhir ilimlerini tahsil eden Seyyid Hasan tasavvuf yoluna girmeden önce işret meclislerine devam eder, ancak yaptıklarından pişmanlık duyduğu için ardından namaz kılıp tövbe edermiş. Sultan nezdınde büyük bir itibar kazanarak devlet hizmetine girmiş, fakat gönlüne dervişlik arzusu düşünce bu görevi bırakmak istemiştir. Ne var ki sultana bunu kabul ettirememiş, derviş kıyafetleriyle iki yıl daha maaş kabul etmeden memuriyete devam ettikten sonra sultan izin vermek zorunda kalmıştır.31 Nevâî onun görüşüp sohbetlerini dinlediği şeyhlerden Mevlânâ Bâyezid Pûrânî, Şeyh Bahâeddin Ömer, Hâce Ebu Nasr Pârsâ, Hâce Muhammed Kûsevî, Şeyh Şâh-ı Ziyâretgâhî ve Mevlânâ Muhammed Emin Kuhistânî gibi zâtların isimlerini vermektedir.32 Seyyid Hasan sonunda Muhammed Tebâde-
29 30
31
32
Nevâî, Nesâyim, s. 401. Çağatay Türkçesiyle kaleme alınan bu risâlenin Kemal Eraslan tarafından tahkikli neşri yapılmıştır ("Nevâyî'nin 'Hâlât-ı Seyyid Hasan Big' Risâlesi", Türkiyat Mecmuası [TM], 1971, XVI, 89-110).
Tasavvufa intisap ettikten sonra Çağatay Türkçe'siyle söylediği şiirlerinden bir beyt ise şöyledir: İlâhî nûr-i irfandın köngülge bir safâ birgil, Ki isyan zulmeti içre harâb-ahvâl ü hayrândur.35 3. Mevlânâ Vecîhüddin (Ö.894/1489) İlmiyeden olan Mevlânâ Vecîhüddin tahsilini tamamlayıp bir medreseye müderris olarak tayin edilmişken gönlüne tasavvuf aşkı düşmüş ve vazîfesini bırakarak ilk önce Mevlânâ Sirâcüddin diye bir zâta mürid olmuştur. Bir yıl kadar bu zâtla birlikte kaldıktan sonra hacca gitmiş, dönüşünde Meşhed'de Muhammed Tebâdegânî'ye intisap ederek seyru sülûkünü tamamlamıştır. 78 yıl ömür sürdükten sonra 894'te (1489) vefat ettiği belirtilmektedir.36 33
Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM, 1971, sy.
34
XVI), s. 92-93, 99-100. Nevâî, Seyyid Hasan, s. 98; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 - 4 0 4 .
35 36
Nevâî, Nevâî, Nevâî, Nevâî,
Seyyid Hasan, s. 101-102; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 . Seyyid Hasan, s. 104; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 404. Mecâlis, s. 65-66. Nesâyim, s. 4 0 0 - 4 0 1 .
4. Derviş Muhammed Gâzergâhî (ö.?) Ordu mensubu olduğu bildirilen Derviş Muhammed Gâzergâhî'nin asıl adı Maksud Ali'dir. Nisbesinden Herat-Gâzergâh'tan olduğu anlaşılmaktadır. Gönlüne tasavvuf aşkı düşünce askeriyeden ayrılmış ve Muhammed Tebâdegânî'ye intisap etmiştir. Kısa sürede şeyhin ileri gelen müridleri arasına girdiği belirtilen Gâzergâhî'nin vefat târihi kaydedilmemiştir.37 5. Ali Şir Nevâî (Ö.906/1501) Klasik Çağatay edebiyâtmın en büyük temsilcisi olarak kabul edilen devlet adamı Ali Şir Nevâî, Muhammed Tebâdegânî'ye mürid olduğunu 901'de (1495-96) tamamladığı Nesâyimü'l-mahabbe min §emâyimi'l-fütüvve isimli eserinin girişinde kaydetmektedir.38 Adı geçen eser Molla Abdurranman Camî'nin Farsça kaleme aldığı sûfîler biyografisi Nefehâtü'l-üns'ün Çağatay Türkçesine yapılan genişletilmiş bir tercümesi olup, Nevâî'nin bu tercümeye ilâve ettiği mutasavvıflar arasında Şeyh Muhammed Tebâdegânî ve halîfeleri de bulunmaktadır. Gerek bu eserinde39 gerekse diğer bâzı eserlerinde Nevâî Tebâdegânî'den hep sitâyişle bahseder. Şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'te onu "mürşid-i zaman", "zamânmın muktedâsı" gibi vasıflarla anmış,40 Seyyid Hasan'la alâkalı yukarıda adı geçen Hâlât-t Seyyid Hasan Big adlı risâlesinde de onun için "Cenâb-ı hakîkat-meâb, lcutbı dâyire-yi tarîkat ve mürşid-i ehl-i şerîat u hakîkat, kâşif-i ulûm-ı rabbânî" gibi yüceltici ifâdeler kullanmıştır.41 Bununla birlikte Nefehâtü'l-üns'ün Lâmiî Çelebi tarafından Osmanlı Türkçesine yapılan genişletilmiş tercümesinde Nevâî'nin kendisinin Molla Câmî'ye mürid olduğunu ifâde eden bir beytinin olduğu görülmektedir.42 Çağdaş araştırıcılardan Agâh Sırrı Levend ile 43 Ömer Okumuş da Nevâî'nin 37 38 39 40 41 42 43
Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 2 - 4 0 3 . Nevâî, Nesâyim, s. 9. bk. Nevâî, Nesâyim, s. 59, 397. Nevâî, Mecâlis,'s. 28, 65. Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 5 8 . Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevâî, Ankara 1965,1, 2 3 8 - 2 3 9 .
Câmî'ye mürid olduğunu ifâde etmektedirler.44 Hâmid Algar ise onun, Câmî'nin de şeyhi bulunan Sa'deddin Kaşgarî'ye bağlı olduğunu belirtir.45 Nitekim Câmî Nefehâtü'l-üns'ün hazırlanmasında Nevâî'nin teşviklerinin etkili olduğunu mukaddimede belirtirken, onun fakr ve fenâ yolunu şeçtiğinden sözettiği halde kendisine mürid olduğundan îmâ yoluyla bile bahsetmemiştir.46 Zeki Velidi Togan47 ve Günay Kut gibi araştırıcılar da şeyhinin ismini zikretmeden Nakşibendiyye tarikatına mensup olduğunu ifâde etmektedirler.48 Bütün bu kayıtlar Nevâî'nin Nakşibendiyye'ye mensu.p olduğunda şüphe bırakmamaktadır. Bu durumda onun, ehl-i sünnet çizgisini koruma noktasında aralarında nisbî farklılıklar olmakla birlikte birbirine çok yakın görüşlere sahip bulunan Zeyniyye ve Nakşibendiyye tarikatlarından her birerine ayrı ayrı intisap ettiği anlaşılmaktadır. Yukarıda kaydedilenlerden başka Muhammed Tebâdegânî'nin Mevlânâ Muhammed Horasânî isimli bir başka halîfesi daha vardır. Ancak bu zâtın tarîkat faaliyetleri daha çok Hicaz bölgesi ve civârında olduğu için kendisine ilgili bölümde temas edilecektir.
B. Sadreddin Revvâsî (ö.?) Horasan'ın Şugan vilâyetinden olan Sadreddin Revvâsî, Zeynüddin Hâfî'den sonra tarikatın Horasan bölgesi ve civârında yayılmasında önemli etkisi olmuştur. Şeyhi Zeynüddin Hâfî gibi onun da hem bâtın hem de zâhir ilminde devrin önde gelenlerinden biri olduğu belirtilmektedir. Zâhir ilimlerini Semerkand Daru'l-ilmi'nin en büyük âlimi, fıkıhta ikinci Ebû Hanife olarak tanınan Fazlullah Ebu'l-Leysî'den okumuştur. Hakkında bilgi veren Ali Şir Nevâî, kendisinin de Revvâsî'nin sohbetlerine iştirak ettiğini iftiharla belirtir. Yine Hâfî gibi onun da rûyâ tâbirinde mâhir olduğu nakledimektedir. İrşad faali-
44 45 46 47 48
Ömer Okumuş, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 95. Hamid Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 320. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4. A. Zeki Velidi Togan, "Ali Şîr", İA, I, 355. Günay Kut, "Ali Şir Nevâî", DİA, II, 4 5 0 .
yetini çoğunlukla Herat'daki dergâhında sürdürdüğü anlaşılan Revvâsî'nin, pek çok mürîdi halvet ve uzletle terbiye ettiği kaydedilir. Tesirli konuşmalar yaptığı vaaz meclislerine, halkla birlikte başta sultan olmak üzere devlet ileri gelenlerinin sık sık katıldığı, yazılı ve sözlü ricâlarınm idâreciler tarafından mutlaka yerine getirildiği vurgulanmaktadır.49 Müridleri arasında Bedahşan şâhının da bulunduğu ve şeyhin ona Fusûsü'l-bikem dersleri verdiği Nevâî'nin kaydettiği bilgiler arasındadır.50 Dervişlere tasavvufî risâleler okuttuğunu,51 zaman zaman şiir yazmakla da meşgul olduğunu yine Nevâî'den öğrenmekteyiz. Yazdığı Farsça bir beytin Türkçe anlamı şöyledir: Benim gözümün nurunun, senin yanağından olması ne güzel! Kötü söz, senin yüzünden dâima uzak olsun!.51 Sadreddin Revvâsî döneminde de Zeyniyye tarîkatı Horasan'da hem halk hem de ilmiye mensupları ve idâreci sınıf arasında yayılmasını sürdürmüştür. Seksen yaşlarında iken Herat'ta vefat eden şeyhin cenâzesi memleketi Şugan'a götürülerek orada defnedilmiştir.53 Kendisinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir.
C. Derviş Ahmed Semerkandî (ö.?) Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Derviş Ahmed'in tam adı Cemâleddin Ahmed b. Celâleddin Muhammed Semerkandî'dir. Mâverâünnehir, Horasan, Irak, Kudüs ve Hicaz bölgelerine seyahetler ettiği bilinmekle birlikte54 daha çok Horasan bölgesinde faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Hâfî'ye intisap etmeden önce uzun
49 50 51 52 53 54
Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 5 - 4 0 6 . Nevâî, Mecâlis, s. 29. Nevâî, Nesâyim, s. 406. bk. Nevâî, Mecâlis, s. 29. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 6 ; a.mlf., Mecâlis, s. 29. Reşehât Tercümesi, s. 150-151, 159.
müddet Nakşibendiyye büyüklerinden Alâeddin Attâr'ın 55 (Ö.802/1400) hizmetinde bulunmuştur. Hâfî'nin iş gören mürid ve halîfelerinden biri olduğunu kaydeden Câmî, onun Fusus dersleri verdiğini ve ayrıca çok güzel konuşma kabiliyetine de sahip olduğunu belirtir.56 Bu özelliğinden dolayı Şeyh Hâfî onu Herat Câmii'ne vâiz tayin etmiş ve vaazlarinı dinlemeleri için halka tavsiyelerde bulunmuştur. Bizzat kendisi de bir müddet bu vaazlara katılan Hâfî, kaydedildiğine göre, halktan bu halîfesine bîat etmelerini de istemiştir.57 Reşehât müellifi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Semerkandî'nin Receb 821'de (Ağustos 1418) Herat'ta Zeynüddin Hâfı'den icâzet almış olmakla birlikte, önceki şeyhi Alâeddin Attar'dan ayrıldıktan sonra ona yazdığı Farsça mektupların muhtevâsına dayanarak, Attar'la gönül bağının devam ettiğini, hatta onun hizmetinden uzaklaştığı için pişmanlık duyduğunu ve çok huzursuz olduğunu belirtmekte,58 böylece görünüşte Zeyniyye mensubu olsa bile onun gerçekte Nakşibendî olduğunu ifâdeye çalışmaktadır. Bu bilgilere dayanan Hasan Lutfi Şuşud da eserinde Semerkandî'yi hâcegân (Nakşibendî) silsilesinin dikkate şâyan bir şahsiyeti olarak kaydetmektedir.59 Reşehât müellifi Receb 821'de Semerkandî'ye verildiğini söylediği icâzetnâmenin son birkaç satırını eserinde kaydetmiştir. Zeynüddin Hâfı burada kendi adını, yazıyı kaleme aldığı târihi ve bu yazıyı Ahmed Semerkandî'ye yazdığını açıkça belirtmektedir.60 Ancak, bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1391) bulunan dört varaklık (vr. 84a-87b) bu yazının muhtevâsına bakıldığında, bunun bir icâzetnâme değil, tarikata yeni giren bir kimseye yazılan nasîhatlardan ibâret olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda Zeynüddin Hâfî'nin eserleri arasında da kaydedilen küçük bir risâle mahiyetindeki bu yazıda ana hatlarıyla Semerkandî'ye yazılanlar şunlardır: 55 56 57 58 59
Reşehât Tercümesi, s. 151. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549. Reşehât Tercümesi, s. 155. Reşehât Tercümesi, s. 150-151. Hasan Lûtfi Şuşud, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, İstanbul 1958, s. 67.
Terakki için sana dört şey gerekir: 1. Zâhiren ve bâtmen dünyayı terk. Bu, elini mülklerden kalbini emellerden temizlemekle olur (84a). 2. Zâhiren ve bâtmen takvâya mülâzemet. Zâhirî takvâ hususunda sana yardımcı olacak olan şeyler evlenmeyi terk, bekârlığa sabır ve insanlardan uzlettir (85a). 3. Her şeyinle; kalbin ve kalıbınla Allah'a teveccüh (86b). 4. Mâsivâullah'tan uzaklaşmak (87a). , Bu yazının muhteva ve târihine bakıldığında Ahmed Semerkandî'nin Zeynüddin Hâfî'den Receb 821'de icâzet aldığı değil de, bu târihte ya da bu târihten, kısa bir süre önce ona intisap ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, 802 (1400) senesinde vefat ettiği bilinen Alâeddin Attar'dan61 sonra Semerkandî'nin Hâfî'ye intisabı arasında uzun bir süre geçtiği, dolayısıyla Semerkandî'nin Attar'a bağlılığını bildirdiği mektupları Zeynüddin Hâfî'ye intisabından çok önce kaleme aldığı ortaya çıkar. Öte yandan Reşehât müellifinin kaydettiği mektubun sonunda Muharrem 822 (Şubat 1419) târihinin bulunması,62 bunun o târihten epey önce vefat etmiş olan Alâeddin Attar'a yazılmış olamayacağım da göstermektedir. Güzel ve etkili konuşması sebebiyle halka vaaz ve nasîhat etmesi için görevlendirilen Derviş Ahmed, bir müddet sonra kürsüden halka vahdet-i vücûdun derin meselelerini anlatmaya başlayınca Zeynüddin Hâfî tarafından ciddî bir biçimde uyarılmıştı. . Ne var ki Derviş şeyhinin uyarısını dikkate almayarak konuşmalarını sürdürmüş, bunun üzerine halk Hâfî'nin telkîniyle onun meclisini birer birer terketmişti. Bu sebeple şeyhiyle aralarında meydana gelen soğukluk zaman içinde Hâfî'nin onu tekfire varan tenkidleri sebebiyle düşmanlığa dönüştü.63 Reşehât müellifinin Nakşibendiyye şeyhi Ubeydullah Ahrâr'dan naklen anlattığı bu olay, Ahrâr'ın Yâkub Çerhî'ye intisap etmek için Herat'tan ayrıldığı sırada meydana gelmişti.64 Reşehât'm bir 60 61 62 63 64
bk. Reşehât Tercümesi, s. 150-151. bk. Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 3 1 9 - 3 2 0 . Reşehât Tercümesi, s. 154. Reşehât Tercümesi, s. 155. Reşehât Tercümesi, s. 155.
başka yerindeki kayıttan, Ahrar'ın Çerhî'ye intisap etmek için Herat'tan 834 senesinde ayrıldığı ve üç ay sonra tekrar geri döndüğü anlaşıldığına göre, 65 bu olayın meydana geldiği târih 834 (1430-31) senesidir. Ubeydullah Ahrâr üç ay sonra Herat'a döndüğünde, büyük bir yalnızlık içine itilmiş olan Derviş Ahmed olanları ona göz yaşları içinde aktarır ve yardım ister.66 Ubeydullah Ahrar daha önceden pek fazla tanımadığı halde Derviş Ahmed'e hemen sahip çıkarak vaazlarına devam etmesini, halkın tekrar meclisini dolduracağını söyler ve dediği gibi de olur.67<;Zeyniyye ile Nakşibendiyye arasında Ahrar ile birlikte Horasan'da bir rekabetin başladığını gösteren bu olay, diğer benzer olaylarla birlikte ileride Zeyniyye'nin etkisini yitiriş sebepleri anlatılırken ele alınıp değerlendirilecektir. Derviş Ahmed'in vaaz meclislerine Ubeydullah Ahrar'ın da katıldığı ve Derviş'in anlattığı hakîkatları gerçek mânâda Şeyh Ebu Hafs Haddad, Şeyh Ebu Osman, Şeyh Cüneyd ve Şeyh Şiblî gibi tasavvuf büyüklerinin anlayabileceğini belittiği kaydedilmektedir.^8 Esâsen Derviş Ahmed'in hitâbette eriştiği olgunluk seviyesine rûhî/mânevî kemâlât bakımdan erişemediği, zaman zaman hissî ve nefsî denilebilecek tavırlarından anlaşılmaktadır. Vaazını dinleyenlerden birinin "Cemaatin anlayamayacağı şeylerden bahsetmenin ne faydası var" diye itirazına, "Sen alçağın tekisin! Nereden biliyorsun herkesin senin gibi himmetsiz ve anlayışsız olduğunu..." diyerek azarlaması, namazı dikkatle kılmanın önemini anlatırken, "Bir danişmend, bir âlim mescide gelip namazını acele ile kılar ve ardından it gibi gider Fîruz Şâh'ın kapısında dönmeye başlar. Bunlara it demek bile günahtır. İt ne suç işliyor ki bu âsîler ona benzesin! Bu gibiler Şâh'ın itlerinin itleridir.." gibi üslup kullanması69 bunu göstermektedir. Onun böyle nefsî tavırlarına Ubeydullah Ahrar da bir vaazı sırasında şâhid olmuş, kendisinin yüksek hakîkatlerden bahsettiğini, cemâatin ise bunun kıy65 66 67 68 69
bk. Reşehât Tercümesi, s. 342. Reşehât Tercümesi, s. 155-156. Reşehât Tercümesi, s. 156. Reşehât Tercümesi, s. 157. Reşehât Tercümesi, s. 15-7-158.
metini anlamaktan âciz olduğunu belirterek gurûra kapıldığını görmüştür. Ahrar'ın naklettiğine göre, o vaazı sırasında böbürlendiği için Derviş Ahmed'in nutku tutulmuş ve kürsüden inmek zorunda kalmıştır. 70 Zaman sonra kendi eksikliğini kendisi de farketmiş ve bir vaazı sırasında cemâate şöyle itirafta bulunmuştur: Bundan böyle vaazlarıma ara vermek istiyorum. Zira vaaz ve nasîhat eden kimse, nefsin arzularından tamâmen sıyrılıp, bunu sırf Allah rızâsı için yapmalıdır. Benden ise nefsin arzusu henüz tamâmen zâil olmuş değildir. 7 1 Reşehât müellifinin Derviş Ahmed Semerkandî'nin ilk şeyhi Alâeddin Attar'a muhabbeti sebebiyle Nakşî olduğunu ileri sürmesinin isabetli olmadığı daha önce belirtilmişti. Acaba Derviş Ahmed yukarıda kaydedilen olaylardan sonra Zeynüddin Hâfî'yi bırakıp Nakşibendiyye'den Ubeydullah Ahrar'a intisap etmiş olabilir mi? Yukarıdaki olayları bize nakleden Reşehât müellifi böyle bir intisaptan söz etmemektedir. Aksine Nefehât'ta anlatılanlara bakılırsa, Hâfî'nin son yıllarında Derviş Ahmed'in onunla birlikte olduğu anlaşılmaktadır. Câmî'nin kaydına göre ömrünün sonlarında gelen bir vârid sebebiyle Zeynüddin Hâfî üç gün üç gece tamâmen kendinden geçmiş, bunu takip eden bir yıla yakın bir zamanda da çok az konuşarak suskunluğu seçmişti. İşte bu sırada Derviş Ahmed'e "Cezbe-i celînin ard arda hiç kesilmeden geleceğine dair bir bilgiye rastladın mı?" diye sormuş, o da rastlamadığını söylemişti.72 Öyle anlaşılıyor ki, 834 senesinde meydana gelen yukarıdaki tatsız olaylardan sonra Ahmed Semerkandî Zeynüddin Hâfî'den (Ö.838) özür dilemiş ve ölümüne kadar yine onun hizmetine devam etmiştir. Semerkandî'nin Hâfî'den sonra mürid yetiştirip yetiştirmediği husûsunda bir bilgiye rastlanmamıştır. Muahhar kaynaklardan Tabibzâde'nin Silsilenâme'sinde o Hâfî'nin halîfeleri arasında zikredilmiş, ancak ondan hilâfet alan herhangi bir kimse kaydedilmemiştir.73
70 71 72 73
Reşehât Tercümesi, s. 158. Reşehât Tercümesi, s. 159. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549. bk. Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.
D. Mahmud Hisârî (ö.?) {Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden olduğu bildirilen Mahmud Hisârî'nin hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. Nisbesinden Buhâra Hanlığı'na bağlı Hisar kasabasından olduğu anlaşılmaktadır. Adı Reşehât'ta bir vesîle ile geçmekte ve Zeynüddin Hâfî tarafından icâzetle memleketine gönderildiği belirtilmektedir. Yine Reşehât'm kaydına göre icâzeti Abdurrahim Merzifonî ile birlikte aynı günde almıştır.74 İleride temas edileceği gibi, Hâfî Anadolulu halîfesi Abdurrahim Merzifonî'ye irşad icâzetini Muharrem 832'de (Ekim 1428) yazdığına göre 75 Mahmud Hisârî'ye de bu târihte yazmış demektir.>
74 75
Reşehât Tercümesi, s. 350-351. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 555.
ZEYNİYYE'NİN HİCAZ BÖLGESİ İLE SÛRİYE VE MISIR'DA YAYILIŞI
A. Şeyhüi-harem Abdülmu'tî Mağribî (Ö.904/1499) ve Mekke'de Zeyniyye Tekkesi
1. 1
eynüddin Hâfî'nin önemli halîfelerinden Abdülmu'tî, Hicaz bölgesinde Zeyniyye tarikatının en etkili temsilcisi olarak dikkat çekmektedir. Hayâtı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Lâmiî Çelebi Mâlikî mezhebinden olduğunu ve Mağrib'de doğduğunu belirtmiş,76 ancak Afrika'nın Mısır ötesi kuzey sâhili ile Endülüs'ün dâhil olduğu oldukça geniş bir bölgeyi içine alan Mağrib'in 77 hangi vilâyetinde dünyaya geldiğini kaydetmemiştir. İrşad için icâzet aldıktan sonra Mekke'ye yerleşip tarîkat faaliyetlerini uzun yıllar burada sürdürdüğü için "şeyhü'l-harem" ünvânıyla tanınmıştır.78 Bâzı tabakât kitaplarında "Mekkî" nisbesiyle kaydedilmesi de bu sebeple olmalıdır.79 Zeynüddin Hâfî'nin diğer halîfeleri gibi Abdülmu'tî de ilm-i bâtınla birlikte ilm-i zâhiri tahsil edenlerdendir.80 Kerâmet ehli olarak
76 77
78
79 80
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 . Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm Târih ve Coğrafya Lügati, İstanbul 1314, "mağrib" md. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevârîh, II, 435. bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255.
bilindiği ve çok geniş bir topluluğun kendisine mürid olduğu nakledilir. Görüşüp dost olduğu kimseler arasında Kevâkib sâhibi Necmeddin Gazzî'nin dedesi önemli âlimlerden Muhammed b. Muhammed Gazzî de vardır.81 Ayrıca hac için Mekke'ye giden değişik tarikatlara mensup meşâyih tarafından özellikle ziyâret edildiği anlaşılmaktadır. Halvetiyye'nin ileri gelenlerinden Habîb Karamânî,82 Şâzeliyye'nin meşhur şeyhi Ali b. Meymun Mağribî,83 Nakşibendiyye'nin önemli şeyhlerinden Ubeydullah Ahrar ziyâretine gidenlerdendir. Ahrar ile hacca her gelişinde buluştuklarını bizzat Abdülmu'tî kendisi belirtmiştir. 84 Yüz yirmi seneden fazla ömür sürdüğü bildirilen ve Zeynüddin Hâfî, Seyyid Kâsım Envâr, Hoca Ubeydullah Ahrar gibi meşâyihle görüşmüş olan Molla Mahmud Sindî bir hac esnâsında ziyâret ettiği Abdülmu'tî'nin uzlethânesinde çok şiddetli mücâhede ve riyâzet yaptığını ve halkın arasına karışmadığını söylemekte, bu sebeple gönlü ona ısındığı için zaman zaman sohbetlerine katıldığını belirtmektedir.85 Lâmiî Çelebi, Taşköprîzâde, Hoca Sâdeddin Efendi gibi güvenilir müelliflerin kaydettiğine göre, Molla Mahmud Abdülmu'tî'nin yanında bulunduğu bir şırada şeyh kendisine, daha önce görüştüğü Hoca Ubeydullah Ahrar'ı tekrar görse tanıyıp tanıyamayacağını sorar. O da tanıyabileceğini söyleyince şeyh Ahrar'ın Kâbe'yi tavaf etmekte olduğunu bildirir. Koşup kendisi de tavafa katılan Molla Mahmud, Ahrar'ı görür ve peşine takılır. Ahrar makam-ı İbrahim'de namaza durunca, o da tavâfını tamamlayıp namaza durur. Ancak namazı bitirdiğinde Ahrar'ı tekrar göremez. Zaman sonra Semerkand'a gidip Ubeydullah Ahrar'ın sohbet meclisine katılır. Ahrar kendisine gördüklerini kimseye söylememesini tembihler. Molla Mahmud bir müddet geçtikten sonra tekrar Mekke'ye gittiğinde Abdülmu'tî'nin etrafının halkla dolduğunu görür. Bu defa görüşmelerinde Abdülmu'tî ağlaya-
rak, "Molla Mahmud biz Hoca'yı sana bildirdik, Hoca da bizi âleme bildirdi" der. 8 6 İleride bahsi gelecek olan Zeyniyye şeyhlerinden Seyyid Velâyet de 880 (1475) senesinde Abdülmu'tî'nin ziyâretine gitmiş ve şeyh kendisine o sırada hazır bulunan ulemâ ve meşâyihten müteşekkil topluluğa esmâü'l-hüsnâ okuması için icâzet vermiştir.87 Abdülmu'tî'ye ilmiyeden mürid olanlardan biri Lâmiî Çelebi'nin hocası "Ahaveyn" diye meşhur olan sahn-ı semân müderrisi88 Mevlânâ Muhyiddin'dir. Lâmiî'nin kendisinden naklen kaydettiğine göre onun intisabı şu şekilde gelişmiştir: Muhyiddin Efendi hac için Mekke'de bulunduğu bir sırada Abdülmu'tî'nin halktan çok rağbet görmesini bir kusur olarak değerlendirip çoğu kimsenin aksine ziyâretine gitmez. Bir müddet sonra gece vakti harem-i şerifte kalabalık bir toplantı olur ve Mevlânâ Muhyiddin burada ön safta yer alır. O sırada Muhyiddin Efendi'nin içi susuzluktan yanmaya başlar, ancak kalabalıktan dolayı bir yere gidip su içemez. Çâresiz beklerken safların arasından bir dervişin elinde çanakla kendisine doğru geldiğini görür. Derviş, "Şeyh Abdülmu'tî size gönderdi. Zemzem suyudur. Kana kana içiniz" diyerek çanağı uzatır. İşte bu olaydan sonra Mevlânâ Muhyiddin, Abdülmu'tî'nin yanına gidip ona mürid olur.89 Abdülmu'tî'nin vefâtının Mekke'de 904 senesinde meydana geldiğini kaydeden Necmeddin Gazzî, ayrıca onun için 8 Rebîulevvel 905 (10 Ekim 1499) târihinde Şam'da Benî Ümeyye Câmii'nde gâib namazı kılındığını belirtir.90 Abdülmu'tî'den sonra Mekke'de yerine kimin geçtiği belirtilmemiştir. Ancak Kânûnî Sultan Süleyman'ın 944 târihli bir fermânından Abdülmu'tî'nin oğlu Şeyh Hasan'ın babasından sonra Mekke'de ikâmete devam ettiği anlaşılmaktadır.91 Açıkça 86
81 82
83 84 85
Gazzî, el-Kevâkib, I, 255; II, 4. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 7 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 266; Tâcü't-tevârîh, II, 541. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 682. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 260. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 - 5 5 3 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70-71; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 6 .
87 88 89 90 91
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 - 5 5 3 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 7 0 - 7 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 436. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 7 8 - 5 7 9 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 188. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 553. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255. bk. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu-Fermanlar, I. Fasikül (haz. î. Hakkı Uzunçarşılı-İbrahim Kemal Baybura-Ülkü Altındağ), Ankara 1985, s. 8.
belirtilmemiş olmakla birlikte Abdülmu'tî'den sonra yerine oğlu Şeyh Hasan'ın geçtiği düşünülebilir.
B. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed (Ö.861/1457 civârı) ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Ebulfütûh Nûreddin Ahmed b. Abdullah b. Ebulfütûh el-Hakîm et-Tâvusî vâsıtasıyla Zeyniyye'de ayrı bir silsilenin meydana geldiği ve bu silsileye mensup şeyhlerin Hicaz bölgesinde, özellikle de Medîne'de faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'den sonra hilâfet Tâcüddin Abdurrahman b. Mes'ûd b. Muhammed el-Mürşidî el-Kâzerûnî'ye geçmiş,92 daha sonra ise silsile şu şekilde devam etmiştir: Seyyid Gazanfer b. Ca'fer > Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Safiyyüddin Ahmed b. Muhammed ed-Decânî el-Kuşâşî > İbrâhim b. Hasan Kûrânî > Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî. 93 Kuşâşî ile Harîrîzâde'nin Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden biri olduğunu belirttikleri Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'e94 Sehâvî de eserinde yer vermiş, ancak onun bir çok şeyhten hırka giydiğini belirttikten sonra, bunlardan birinin Ruknüddin Hâfî olduğunu belirtmiştir.95 Burada "Zeynüddin" yerine yanlışlıkla "Rüknüddin" yazıldığı ya da Arapça yazılımında birbirine çok yakın olan bu isimlerin müstensihler tarafından değiştirildiği hâtıra gelmektedir. Nitekim aynı müellif Zeynüddin HâfT'yi anlattığı bölümde Nûreddin Ahmed'in (Tâvusî) Mısır'da bulunduğu sırada Hâfî'nin sohbetlerine katıldığını belirtmiştir. 96 Sehâvî ilgili bölümde Şeyh Ebulfütûh'un 790 senesine yakın bir târihte doğduğunu ve yaklaşık 71 sene yaşadığını belirtmektedir.97 Buna göre şeyhin vefatı 861 senesi civârında meydana gelmiş demek-
tir. Çoğunlukla Hicaz bölgesinde faaliyet gösterdiği anlaşılan Ebulfütûh'tan sonra silsile, yukarıda da görüldüğü gibi halîfesi Tâcüddin Abdurrahman ile devam etmiştir. Bu zâtın hayâtı ve faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi bulunamadığı için tarikatını hangi bölgede neşrettiği bilinmemekle birlikte, onun da Hicaz bölgesini kendisine hizmet alanı olarak seçtiği tahmin edilebilir. Şeyh Tâcüddin'den sonra yerine geçen halîfesi Seyyid Gazanfer ve sonrasında işe silsileye mensup şeyhlerin ağırlıklı olarak Medîne'de faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Muhibbî'nin Hulâsatü 'l-esef de verdiği bilgiye göre aslen Buhâralı olduğunu öğrendiğimiz Seyyid Gazanfer'in "Medenî" nisbesini de almış olmasından Medîne'ye gelip yerleştiğini anlıyoruz. Yine Muhibbî, yanında yetişen zâtlardan birisinin Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eşŞinnâvî olduğunu belirtmektedir.98 Bu bilgiyi Şinnâvî'nin el-Ikltdü'lferîd fî tecrîdi't-tevhîd isimli eserine yazdığı Arapça şerhin baş tarafında Abdülganî Nablûsî de vermiştir.99 Seyyid Gazanfer'in yanı sıra daha başka şeyhlerden de hilâfet aldığı kaydedilen Şinnâvî 975 senesinde Mısır'da dünyaya gelmiş, ancak şeyhi gibi daha sonra Medîne'ye yerleşerek tedris ve tarîkat faaliyetlerini çoğunlukla burada sürdürmüştür.100 Kaleme aldığı eserlerden varlık ve tevhid konularını ele aldığı Risâle fi'l-vahdeti'l-vucûdiyye,101 Sâdihatü'l-ezel ve sânihatü'nnezel102 ile yukarıda adı geçen el-lklîdü'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd103 isimli eserleri dikkat çekmektedir. Hicrî sene hesabıyla 53 sene yaşayan Şinnâvî 8 Zilhicce 1028'de (16 Kasım 1619) Medine'de vefat etmiş ve Bakîu'l-garkad mezarlığına defnedilmiştir.104
98
99 92 93 94 95 96 97
bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Sehâvî, I, 360-361. Sehâvî, IX, 261. Sehâvî, I, 360-361.
100
101 102 103 104
M. Emin el-Muhibbî, Hulâsatü'l-eser fî âyâni'l-karni'l-hâdî aşer (Dâru Sâdır), Beyrut, ts., I, 2 4 3 - 4 4 . Abdülganî Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd fî fethi bâbi't-tevhîd, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2 3 2 4 , vr. 3b. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 243-44; ayrıca bk. Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b-4a. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 244; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b-4a. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. (lb-34a). Süleymaniye Ktp., Halet Ef., nr. 310, vr. (102a-109b). Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 246.
Şeyh Şinnâvî'den sonra mezkûr silsile Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî ile devam etmiştir. Şinnâvî'ye Medine'de intisap edip ondan hilafet alan Kuşâşî105 aynı zamanda şeyhinin kızıyla da evlenmiştir.106 Ebulfütûh Nûreddin Ahmed ile gelen bu silsileden ayrı olarak es-Simtu'lmecîd isimli eserinde Kuşâşî iki ayrı silsile daha kaydetmiştir. Kuşâşî'nin ilk silsiledeki gibi yine Şeyh Şinnâvî vâsıtasıyla aldığı bu silsileler Zeynüddin Hâfî'ye şu şekilde ulaşmaktadır: I. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > babası Ali b. Abdülkuddûs eş-Şinnâvî > Abdülvahhâb eş-Şârânî > Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensârî > Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî > Zeynüddin Hâfî. 107 II. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Seyyid Sıbgatullah > Vecîhüddin > Seyyid Muhammed > Haçı Huzur > Hediyyetullah Sermest > Kâdî Hemedânî > Abdullah Şettârî > Seyyid Ali Hemedânî > Zeynüddin Hâfî. 108 Bu silsilelerden Zeynüddin Hâfî'den sonra Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden birincisi, ileride üzerinde etraflıca durulacağı gibi, esas itibariyle Zekeriyya Ensarî veya bir görüşe göre Abdülvahhab Şârânî'den sonra farklı şahıslarla yürüyen ve faaliyetlerini çoğunlukla Mısır ile Hicaz bölgesinde sürdürmüş olan bir koldur. Seyyid Ali Hemedânî ile devam eden ikinci silsiledeki meşâyih hakkında ise pek fazla bilgi bulunamamıştır. Sâdece silsilenin sonlarında yer alan Şeyh Vecîhüddin'in Hindistan'da faaliyet gösterdiği, Seyyid Sıbgatullah'ın (Ö.16 Cemâziyelevvel 1015/19 Eylül 1606) onun yanında sülûkünü ikmâl ettikten sonra 1005 (1597) târihinde Hicaz'a gelip Medîne'ye yerleşerek tedris ve irşad faaliyetine başladığı, Ah-
105
106 107 108
Muhibbi, Hulâsatü'l-eser, I, 3 4 4 ; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b; Yûsuf b. Ismâil en-Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ (nşr. İbrahim Atve ivaz), Beyrut 1 9 8 9 , 1 , 559; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 28a. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 33a. Kuşâşî kayınpederi Şinnâvî'den Zeyniyye ile birlikte daha bir çok tarikattan hilâfet almıştır. Bu tarikatların adını ve silsilelerini es-Simtu'l-mecîd isimli eserinde kaydetmiştir (bk. vr. 28a-33b, 44a-45b, 52a-57a).
med Şinnâvî'nin de kendisinden burada el aldığı bilinmektedir.109 Bu bilgiler ışığında tarîkat faaliyetlerinin Seyyid Sıbgatullah'tan itibâiren Hicaz bölgesinde devam ettiği anlaşılmaktadır. Şeyh Vecîhüddin'den önceki meşâyihin ise nerelerde faaliyet gösterdiği tesbit edilememiştir. Ayrıca Seyyid Ali Hemedânî ile alâkalı bâzı belirsizlikler de söz konusudur. Zeynüddin Hâfî'nin halîfesi olarak kaydedilen ve kendisinden sonra silsilenin Hemedâniyye diye anıldığı anlaşılan Seyyid Ali Hemedânî, eğer Kübreviyye tarikatının Hemedâniyye kolunu kuran zât ise, o takdirde Hâfî'den hilâfet almış olması târihen çok zordur. Zira Hemedânî devrin sultanlarının da itibarını kazanmış ünlü ve etkili bir şeyh olarak 6 Zilhicce 786'da (19 Ocak 1385) 72 yaşında vefat ettiğinde110 Zeynüddin Hâfî'nin henüz daha otuzuna bile girmemiş (doğumu: 757) bir genç olduğu bilinmektedir. Bu yaşlarda onun irşad postuna oturmuş bir şeyh olup olmadığı bile belli değildir. Bununla birlikte silsilede adı geçen Hemedânî'nin Kübreviyye şeyhiyle isim benzerliği olan bir başka zat olması ve Zeyniyye'de de Kübreviyye gibi Hemedâniyye diye bir kolun meydana gelmiş olması muhtemeldir. Ancak bu silsilenin yer aldığı Kuşâşî'nin es-Simtu'l-mecîd'i de kaynakları arasında bulunan Harîrîzâde burada ismi geçen Hemedânî'nin Kübreviyye şeyhi olduğunu ve aynı silsilede adı geçen halîfesi Abdullah Şettârî ile tarikatta bir de Şettâriyye kolu meydana geldiğini belirtmektedir.111 Bu sebeple ikinci silsile ile alâkalı şimdilik kesin bir şey söylenememektedir. < Döneminde vahdet-i vücûdu savunanların imâmı olduğu belirtilen Kuşâşî'nin çoğu tasavvufla ilgili olmak üzere muhtelif konularda pek çok eser kaleme aldığı, bunlardan 50 kadarının kaynaklarda zikredildiği nakledilmektedir.112 Eserlerinden Kelimetü'l-cûd ale'l-kavli bi vahdeti'l-vücûd isimli Arapça eseri vahdet-i vücûda dâirdir^13 el109 110 111 112
113
Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 243-244. Tahsin Yazıcı, "Hemedânî, Emîr-i Kebîr", DİA, XVII, 186. Harîrîzâde, Tibyân, III, 254b, 256b. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, 1 , 3 4 5 ; ondan naklen Nebhânî, Câmiu kerâmâti'levliyâ, I, 5 5 9 . Eserin Süleymâniye Ktp., Reşid Ef., nr. 428'deki nüshası (vr. lb-33b) Mustafa Tuncay tarafından Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanmıştır. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (1997).
İfâde bima beyne'l-ihtiyâri'l-ilâhî ve'l-irâde isimli eseri ile Kitâbu sûreti's-saâde bi-tilâveti kitâbi'l-ibdâi ve'l-iâde isimli eserinde Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin bazı görüşlerine açıklık getirmiştir.114 es-Simtu'lmecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hırkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd adlı eserinde ise el aldığı bir çok tarîkatın muhtelif silsilelerini kaydetmiştir.115 Ayrıca Abdülkerim Cîlî'nin el-însânü'l-kâmil isimli eserinin 50-54 babları arasını,116 İbn Atâullah İskenderî'nin de Hikem-i Atâiyye'sini şerhetmiştir.117 Adı geçen es-Simtu'l-mecîd isimli eserinde 12 Rebîulevvel 991'de (5 Nisan 1583) doğduğunu kaydeden Kuşâşî,118 Hicrî sene hesabıyla 80 yaşın üzerinde iken 1071 (1661) senesinin sonunda vefat etmiş ve şeyhi gibi Medîne'de Bakî mezarlığına defnedilmiştir.119 Şeyh Kuşâşî'den sonra silsile en önemli halîfelerinden İbrâhim b. Hasan Kûrânî ile devam etmiştir.120 Aslen Şehrezurlu olan Kûrânî, memleketinde ilm-i zâhiri ikmâl ettikten sonra Bağdat'a gidip bir müddet kalmış, ardından Şam, Mısır, Hicaz'a seyahatler etmiştir. Şeyhi Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'ye Medîne'de intisap ettiği ve ölümünden sonra buradaki zâviyede makamına geçtiği kaydedilmektedir.121 1025 yılında doğan İbrâhim Kûrânî 28 Receb 1101'de (7 Mayıs 1690) Medîne'de vefat etmiş ve irşad faaliyetini yürüttüğü zâviyede defnedilmiştir.122 Kaynaklarda "Medenî" nisbesiyle de anılması123 114
n î
116
117 118 119 120
121 122
Bu iki Arapça eser Süleymaniye Kütüphânesi'nde aynı mecmua içinde bulunmaktadır (Reşid Ef., nr. 428). Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. (lb-76b). Burada Kuşâşî'nin zikirle alâkalı bir risâlesi (vr. 77b-87b) daha vardır. bk. Süleymaniye Ktp., Reşid Ef., nr. 4 2 8 , vr. (45b-82a). Burada Kuşâşî'nin kelâma dair de birkaç risâlesi bulunmaktadır. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 67a. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 346. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 34b; Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345; Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ, I, 5 5 9 ; Muhammed b. Tayyib el-K_dirî, Neşru'l-mesânî li ehli'l-harni'l-hâdî aşer ve's-sânî (nşr. Muhammed "Hâccî-Ahmed Tevfik), Rabat 1986, III, 5-6; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Neşru'l-mesânî, III, 5-6. Neşru'l-mesânî, III, 6. Harîrîzâde vefat târihini 1108 olarak kaydetmişse de ('Tibyân, II, 106b), Neşru'l-mesânî1de gün ve ay verilerek kaydedilen 1101 târihi daha doğru olmalıdır.
Medîne'de uzun süre kaldığını gösterir. Harîrîzâde adını "Ebu'l-uryân" lakabıyla birlikte kaydetmektedir.124 (Neşru'l-mesânfde 25'den fazla eserinin adı kaydedilen İbrâhim Kûrânî de şeyhi Kuşâşî gibi çok eser telif eden mutasavvıf âlimlerdendir,^25 Döneminde bir kısım kelâmî ve tasavvufî konularla ilgili tartışmaların içine girdiği anlaşılan Kûrânî, eserlerini de ağırlıklı olarak bu iki ilim dalının mes'elelerine ayırmıştır. Ayrıca kelâm ehli ile tasavvuf ehlini ortak bir noktada buluşturma gayreti içine girdiği de hissedilmektedir. Tahkîku't-tevfîk beyne kelâmi ehli'l-kelâm ve ehli't-tarîk isimli bir eser kaleme almış olması bunun bir göstergesi sayılabilir. Te'lif ettikleri arasında Matlau'l-cûd bi tahkîki't-tenzîh fî vahdeti'l-vücöd,126 Mirkstü's-suûd ilâ sıhhati'l-kavl bi vahdeti'l-vücûd ve İşrâku'ş-şems bi ma'rifet-i şerhi'l-külliyâti'l-hams gibi 127 vahdet-i vûcûda dâir eserleri bulunan Kûrânî, tasavvuf düşüncesinde şeyhi Kuşâşî'nin izinden yürüyerek vahdet-i vücûd anlayışını savunanların başında geldiği anlaşılıyor. Bu hususla alâkalı kendisine sorulan muhtelif soruların cevâbı için İbnü'l-Arabî'nin Fütûhât ve Fusûs'undaki ilgili kısımlardan yararlanmak sûretiyle bir çok risâle kaleme almıştır. Arapça olan bu risâlelerden on bir tânesi, kelâma dâir dört risâlesiyle birlikte Bâyezid Devlet Kütüphânesi'nde (Veliyyüddin Efendi, nr. 1815) bir mecmûa içinde bulunmaktadır. Tasavvufî mâhiyette olanların isimleri şöyledir: 1. el-Meslekü'l-muhtâr fî evvelin sadera mine'l-Vâcib bi'l-ihtiyar (vr. 7b-32a) 2. er-Risâle (İbnü'l-Arabî'nin bâzı görüşleri hakkında, vr. 65b-83b) 3. Meslekü't-ta'rîf bi tahkîki't-teklîf alâ meşrebi ehli'l-keşfi ve'ş-şuhûd (vr. 98b-110a) 4. Meşrau'l-vürûd ilâ matlai'l-cûd (vr. 114b-120b) 5. îbdâü'n-ni'me bi tahkiki sebkı'r-rahme (vr. 121b126b) 6. Cilâü'n-nazar fî bekâi't-tenzîh maa't-tecellî fi's-suver (vr. 127b-129a) 7. Keşfü'l-mestûr (vr. 129b-130b) 8. el-İ'lân yedfeu't-te-
123 124 125 126
127
Neşru'l-mesânî, III, 5 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Neşru'l-mesânî, III, 6-7. bk. Süleymâniye Ktp., Cârullah, nr. 2 1 0 2 , vr. (178b'-220a). Burada ve Şehid Ali Paşa bölümünde (nr. 2 7 2 2 ) Gürânî'nin çoğu kelâma dâir daha başka risâleleri de vardır. Neşru'l-mesânî, III, 6-8.
nâkuz fî sûreti'l-a'yân (vr. 131b-132a) 9. et-Tevsîl ilâ enne ilmellâhi bi'l-eşyâi ezelen ale't-tafsîl (vr. 132b-134a) 10. el-Meslekü'l-celî fî hükmi şathi'l-velî (vr. 137b-146b) 11. Tenbîhü'l-ukûl alâ tenzihi's-sûfiyye an i'tikâdi't-tecsîm ve'l-aniyye(?) ve'l-ittihâd ve'l-hulûl (vr. 147b-156b). İbrahim Kûrânî'den sonra Zeyniyye silsilesinin devam ettiği belirtilen Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. "Mekkî" nisbesinden Mekkeli olduğu ya da en azından uzun müddet burada faaliyet gösterdiği tahmin edilebilir. Tibyan müellifinin kaydından anlaşıldığına göre, ileride temas edilecek olan Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî ile devam eden Zeyniyye'nin bir başka silsilesi de bu zâtta son bulmaktadır.128
C. Mevlânâ Muhammed Horasânî (ö. Zilhicce 925/ Aralık 1519) : ve Mekke-Medîne-Halep Hattı Zeyniyye'nin Hicaz bölgesi ile Suriye ve civârında yayılmasında etkili olan önemli şahsiyetlerden biri, Zeynüddin Hâfî'nin Horasan bölgesindeki ön önemli halîfesi Muhammed Tebâdegânî'nin halîfelerinden Muhammed Horasânî'dir. Tasavvuf yoluna girmeden önce içki meclislerinden ayrılmadığı belirtilen Horasânî, zaman sonra yaptıklarından pişman olmuş ve Tebâdegânî'ye mürid olarak tövbe etmiştir. Çetin riyâzetler ve erbaînlerle sülûkünü ikmal ettikten sonra oruçlu ve yaya olarak hicaza gitmiş, uzun yıllar Mekke ve Medine'de irşad faaliyetinde bulunmuştur.129 Necmeddin Gazzî onun yarım asırdan fazla Arab diyarında kaldığını ve uzun ömür sürdüğünü belirtir. 130 Hicaz bölgesinin yanı sıra ayrıca Halep'te de uzun müddet faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.131 Arab diyârında halkın çoğunun
128 129 130 131
Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b/ Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 ; ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 153. Gazzî, el-Kevâkib, III, 66. Gazzî, el-Kevâkib, I, 91.
kendisine mürid olduğu belirtilen132 Horasânî'nin el verdiği kimseler arasında Kasım Acemî (ö.934/1528'den sonra) 133 ile Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî (Ö.970/1562-63) de vardır.134 Muhammed Turûsî şeyhin vefatından sonra yine Zeyniyye meşâyihinden olan Seyyid îsâ'ya (Şeyh Kutbuddin îsâ) intisap etmiştir.135 Ayrıca Kasım b. Zülzül'ün (Ö.942/1536), Horasânî'den el aldığı belirtilmemiş olmakla birlikte güzel sesli olması sebebiyle şeyhin semâ meclislerinde ilâhîler söylediği kaydedilmekte, 136 Yahya b. Mûsâ Erdebîlî'nin de (Ö.953/1546) diğer bâzı meşâyihin yanı sıra Horasânî'nin sohbetlerine de katıldığı belirtilmektedir.137 Açıkça ifâde edilmemiş olsa da bu iki zâtın şeyhe intisap etmiş olmaları muhtemeldir. Ali Şir Nevâî şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'in dördüncü meclisinde yer verdiği138 Muhammed Horasânî'nin Arap diyârından tekrar memleketi Horasan'a döndüğünü ve halkın arasına çıkmayarak çoğu vaktini sohbet ve ibâdetle geçirdiğini belirtmekte, kendisinin de birkaç kez sohbetiyle müşerref olduğunu kaydetmektedir. Nevâî'nin kaydından ayrıca şeyhin Horasan'da öldüğü ve oraya defnedildiği de anlaşılmaktadır.139 Ancak Necmeddin Gazzî, Horasânî'nin 925 senesi Zilhicce ayında Halep'te öldüğünü ve buradaki kabri başına Emîr Yûnus Âdilî tarafından bir imâret yaptırıldığını kaydetmiştir.140 132
Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .
Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 4 3 . Gazzî, el-Kevâkib, III, 66. 135 Gazzî, el-Kevâkib, III, 6 6 ; a.mlf., a.g.e., II, 2 3 4 . 136 Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 4 1 - 2 4 2 . 137 Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 5 9 . 138 Nevâî onun Farsça bir rubâîsini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir: Bir müddet dostlardan ayrı kalacağım Mihnet ve derde mübtelâ olacağım Sevgili benimle bilişik etmezse Kardeş ve bilişlere yabancı olacağım (Mecâlis, s. 153). 139 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .
133
134
140
Gazzî, el-Kevâkib, I, 9 1 ; ayrıca bk. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 4 2 3 . Bu ikinci eserde Horasânî'nin Zeyniyye ile ilişkisinden söz edilmemiş, aksine hırka silsilesinin Necmüddin el-Kebîr'e [Kubrâ?] dayandığı belirtilmiştir (V, 4 2 2 ) .
D. Abdülkerîm Halîfe (Ö.884/1479) ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi Zeynüddin Hâfî'nin bir başka önemli halîfesi Şeyh Abdülkerîm Efendi vasıtasıyla Zeyniyye tarîkatının Sûriye ve civârında, özellikle de Halep'te yayıldığı anlaşılmaktadır. Abdülkerîm Halîfe'nin Zeynüddin Hâfî'nin yanında yetiştiğini ve Halep'te ikamet ettiğini çağdaşı bulunan târihçi Âşıkpaşazâde'den öğreniyoruz.141 Âşıkpaşazâde onun adını, ileride temas edilecek olan Şeyh Cüneyd-i Safevî olayını anlatırken dolaylı olarak anmıştır. Hayâtı hakkında pek fazla bilgi bulunmasa da, Halep'deki meşhur sîmâların anlatıldığı bâzı eserlerde ona da yer verildiği görülmektedir. XVI. asır tarihçilerinden olan ve Abdülkerîm Halîfe ile zâviyesinde görüştüğünü belirten İbnü'l-Hanbelî (Ö.971/1563) ve daha sonra ondan naklen Muhammed Râgıb'ın belirttiğine göre, Abdülkerîm Efendi Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin Arab beldelerine yaptığı bir seyahat sırasında onunla buluşmuş ve bu tarihten sonra şeyhe bağlı olduğunu ifâde sadedinde "Hâfî" nisbesiyle Abdülkerîm Hâfî şeklinde anılmıştır.142 Zeynüddin Hâfî'nin Arab beldelerine yaptığı seyahatin tarihi verilmiyor; ancak onun 822'de (1419) Mısır'da 143 824'te (1421) yine Mısır Kâhire'de 144 825'te de Kudüs'te olduğu145 ve oradan Mekke'ye gittiği146 bilinmektedir. Abdülkerîm Efendi onunla muhtemelen bu târihlerden birinde buluşmuştur. Halep dışında faaliyet gösterip göstermediği tesbit edilemeyen Abdülkerîm Halîfe'nin Halep'teki irşad faaliyetlerini Kınnesrîn kapısı denilen yerde 147 eski mescidlerden Muhassab Mescidi'ni, mes141
142
143
144 145
146
147
Âşıkpaşazâde Derviş Ahmed, Âşıkpaşazâde Târihi [nşr. Âlî Bey], İstanbul 1332, s. 266. İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 8 3 9 - 8 4 0 ; Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 2 - 3 3 ; Nevâî, Nesâyim, s. 2 4 6 - 4 7 ; Reşehât Tercümesi, s. 91-92. bk. Sehâvî, IX, 261. Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Bu bilgi Vasâya'l-Kudsiyye'ye yapılan tercümelerin bir kısımının başında kayıtlıdır. Meselâ bk. (Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. 2a). İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839.
cid-tekke şeklinde kullanarak sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Zamanla müridlerin adedi artınca burayı ilâvelerle genişletmiştir. Şu an kabrinin bulunduğu kıble tarafının doğusundaki ilâve hücrenin kitabesinde, burayı 855'te (1451) bizzat kendisinin yaptırdığını belirtmiş ve adını Abdülkerîm b. Abdülazîz b. Abdullah şeklinde kaydetmiştir. Ayrıca Hanefî mezhebinden olduğunu ve Zeynüddin Hâfî'ye bağlı bulunduğunu da ifâde etmektedir.148 Halk arasında kerâmetiyle tanınan Abdülkerîm Halîfe'nin sıtmaya tutulanları okuyarak ve bazı formüller uygulayarak tedâvî ettiği, çokça rağbet edilen zâviyesinin 149 kendisinden sonra Kerîmiyye Câmii diye anıldığı belirtilmektedir. 150 Muhammed Râgıb halkın bu câmînin kıble duvarına Abdülkerîm Halîfe tarafından Hz. Peygamber'in ayak izinin bulunduğu sarı bir taşın konulduğuna inandığını ve teberrüken bu taşı ziyâret ettiklerini kaydetmektedir.151 Abdülkerîm Halîfe'nin Anadolu'dan kaçıp Haleb'e giden Şeyh Cüneyd'i yakalatması için Mısır sultanı Çakmak'a haber gönderen iki kişiden biri olması ve sultanın da bu haber üzerine harekete geçmesi, 152 halk arasında olduğu kadar yöneticiler nezdinde de itibar sahibi olduğunu gösteriyor. Onun uzun ve bereketli bir ömür sürüp yüz yaşını aştıktan sonra vefat ettiği nakledilmekte,153 ancak kendisinden sonra tarîkat silsilesinin devam edip etmediği belirtilmemektedir.
148
149
150
151 1S1
153
Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 302. Muhammed Râgıb kitâbedeki ismi yukarıdaki gibi kaydettiği halde, şeyhin adını İbnü'l-Hanbelî'nin kaydına uyarak "Abdülkerîm b. Abdullah" şeklinde kaydetmiştir. İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 8 3 9 - 8 4 0 ; ondan naklen Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301-302. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 304. Halkın inanışına göre Abdülkerîm Halîfe'ye bir gece rüyasında Resûlullah'ın ayak izinin bulunduğu bir taşı Hicaz'dan kumral bir adamın getireceği söylenmiş, ertesi gün camînin önüne devesiyle gelen adamdan bu taşı almıştır (bk. a.g.e., aynı yer). Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 266. İleride temas edileceği gibi, Sultan Çakmak'a Abdülkerîm Halîfe ile birlikte haber gönderen diğer zât Mevlânâ Ahmed Bekrî'dir. İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839; ondan naklen Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301.
E. Seyyid Safiyyüddin Îcî (ö.?) ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden olduğu anlaşılan Seyyid Safiyyüddin154 ile birlikte Zeyniyye'de devam eden silsileye mensup meşâyih de daha çok Hicaz, Suriye ve Mısır bölgesinde faaliyet göstermiştir. Hayâtı hakkında bilgi bulamadığımız Seyyid Safiyyüddin,155 öyle anlaşılıyor ki, Zeynüddin Hâfî'ye Mısır'da bulunduğu sırada intisap etmiştir. Sehâvî onun Mısır'da Hâfî'nin Farsça şiirlerini açıkladığı deslerine katıldığını kaydeder.156 Seyyid Safiyyüddin'den sonra posta oğlu Seyyid Muînüddin Safevî geçmiş, ondan da Medîne'de 904 (1498-99) senesinde Hz. Peygamber'in (a.s.) huzûrunda Ahmed b. Musâ Nebtînî hilâfet almıştır. Nebtfnî'nin faaliyetlerini çoğunlukla Medine şehrinde sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Seyyid Muînüddin'in kızından torunu allâme Seyyid îsâ b. Muhammed Îcî Safevî (Şeyh Kutbuddin îsâ) uzun yıllar Mekke'de kaldıktan sonra gittiği Medîne'de adı geçen Şeyh Ahmed b. Musâ'ya intisap ederek ondan icâzet almış, böylece Zeynüddin Hâfî'den sonra büyük dedesi Seyyid Safiyyüddin ile devam eden Zeyniyye silsilesine dâhil olmuştur. 157 Seyyid îsâ 939 (1532-33) senesi civarında Medine'den Şam'a geçmiş, burada hem tedris hem de tarîkat faaliyetlerinde bulunmuştur. Oradan Kudüs'e giden Seyyid İsâ'nın Şam'da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin ve diğer bir kısım evliyânın kabrini ziyâret ettiği belirtilmektedir. Ayrıca onun evliyâ kabirlerini ziyâret için Bağdat'a da gittiği nakledilir.158 Bağdat seyahati sırasında kendisine halîfelerinden Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî refâkat etmiştir.159 Seyyid îsâ iki defa da Anadolu'ya seyahat ederek İstanbul'da pâdişâh Kânûnî Sultan Süley-
man'la görüşmüştür. Birinci ziyâretinde padişah kendisine Mısır hazînesinden 50 akçe maaş bağlatmış, ikinci ziyâretinde de buna 20 akçe daha ilâve etmiştir. Ayrıca nesli kesilinceye kadar devam etmek üzere çocukları için 24 akçe maaş tahsis etmiştir. İstanbul'dan tekrar Suriye'ye dönen Seyyid îsâ Halep'te halîfelerinden Şeyh Muhammed Îcî ile buluştu. Muhammed Îcî, Seyyid îsâ'dan Halep'te hilâfet alıp ardından Şam'a yerleşmiş olan şeyhlerdendi.160 Muhammed Îcî'nin kendi adını verdiği oğlu Muhammed de Şam'da Seyyid îsâ'nın sohbetlerine katılarak ondan ders okumuştur.161 Îcî, öyle anlaşılıyor ki, şeyhinin İstanbul'dan döndüğünü duyunca onu Halep'te karşılamış ve birlikte buradan Şam'a gitmişlerdir. Seyyid îsâ daha sonra Şam'dan Mısır'a giderek oraya yerleşmiştir. 952'de (1545) Mısır'da hayatta olduğu anlaşılan Seyyid îsâ'nın vefat târihi kaydedilmemiştir.162 Muhammed Îcî'nin dergâhını Şam'ın Sâlihiyye bölgesinde kurduğu ve burada tasavvufî faaliyetlerinin yanı sıra zâhir ilimlerini de okuttuğu anlaşılmaktadır. Ondan ders alanlar arasında Allâme Muhammed b. Muhammed Behnisî, 163 kırâatta yed-i tûlâ sâhibi olduğu bildirilen Ahmed Aydûnî gibi âlimler vardır. Aydûnî'nin ondan Farsça dersleri aldığı belirtilir.164 Pek çok fende mâhir olduğu kaydedilen Molla Ahmed Kazvinî'nin (Ahmed b. Abdülevvel Kazvinî) onunla dost olması,165 ilmî seviyesinin yüksekliğine bir işâret sayılabilir. Emeviyye Câmii imamlarından Muhammed b. Ali Basravî,166 Nakşibendiyye'nin âlim şeyhlerinden Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî gibi önemli şahsiyetlerin vasiyyetleri gereği cenaze namazlarını kıldırmış olması ise, 167 onun çevresinde takva ve kemâl ehli olarak tanındığını göstermektedir. Ayrıca o, kaydedildiğine göre, Sultan II. Selim için 18 Razamazan 982'de (01 Ocak 1575) Şam'da kılınan gâib cenâze nama160
154 155
156 157 158 159
Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. Muahhar kaynaklardan Tabibzâde'nin Silsilenâme'siııde Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri arasında zikredilen Safiyyüddin b. Mansur (s. 53) bu zât olmalıdır. Sehâvî, IX, 261. Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. Gazzî, el-Kevâkib, II, 233-234. Gazzî, el-Kevâkib, III, 66.
162 163
l fi4 165 166 167
Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî,
el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib,
II, 233-234. III, 37. II, 234. III, 13. III, 125-126. II, 110. II, 47-48. II, 146.
zı için de imam olarak seçilmiştir ki, 168 bu, diğer kesimlerle birlikte idâreciler nezdinde de mûteber bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.
F. Ahmed b. Fakih Ali Dimyâti (Ö.877/1472-73) ve Salâhiye ile Siryakosa Hânkâhları Zeyniyye'nin Mısır ve Hicaz bölgesinde yayılmasında Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih Ali b. Muhammed169 ile devam eden silsilenin de önemli katkıları olduğu anlaşılmaktadır. "Dimyâtî" nisbesinden Mısırlı olduğu anlaşılan Şeyh Ahmed'in hayâtı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi bulunamamıştır. Şâfiî mezhebinden olduğu ve "Zülbânî" diye tanındığı belirtilmektedir.170 Onun uzun ömür sürdüğünü kaydeden Sehâvî, 877'de Kâhire'ye geldiğinde ziyâretine gitmiş ve yüz yaşım seneler önce aştığını kendisine söylediğini kaydetmiştir. Sehâvî'nin ayrıca sohbetine katılmak ve elini öpmek için halkın birbiriyle yarıştığını kaydetmesi, onun geniş bir kitle tarafından tanındığını göstermektedir. Bu seyahatinden sonra Kâhire'de fazla kalmayıp memleketine dönen Şeyh Ahmed orada vefat etmiştir.171 Şeyh Ahmed Dimyâtî'nin hilâfet verdiği zâtlardan biri Mısırlı meşhur âlim Şeyhülislâm Zekeriyya Ensarî'dir (Zekeriyya b. Kadı Zeynüddin Ensârî, ö. 3 Zilkade 926/15 Ekim 1520). 1 7 2 Dimyâtî'nin yanı sıra diğer bâzı meşâyihten de hilâfet aldığı kaydedilen Zekeriyya Ensârî "Allâmetü'l-muhakkıkin", "Seyyidü'l-fukaha ve'l-muhaddisin", "Câmiu beyne'ş-şerîa ve'l-hakîka" gibi unvanlarla anılır.173 Salâ-
hiye Dergâhı 174 ile ismi kaydedilmeyen daha başka dergâhların da meşîhatini üstlenmek suretiyle tedris ve tasavvuf faaliyetlerini sürdüren Ensârî'nin, 175 o dönemde vahdet-i vücûd görüşünün esaslı savunucularından biri olduğu anlaşılmaktadır. Mısır'da İbnü'l-Fârız'ın "Kasîde-i Tâiyye"si üzerine meydana gelen tartışmalar sırasında Muhibbüddin İbnü'ş-Şıhne ve Burhâneddin el-Bikaî gibi bir çok âlim İbnü'l-Fârız'ı küfürle itham edince Kâfiyeci, Suyûtî, İbnü'l-Gars ve Kasım b. Kutluboğa ile birlikte İbn Fârız'ı savunmuş,176 onun görüşlerinin yanı sıra Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve diğer tasavvuf büyüklerinin görüşlerini Şerhu'r-ravz isimli eserinde yanlış anlamalara sebebiyet vermeyecek şekilde yorumlayarak açıklamıştır.177 Kaleme aldığı eserler arasında Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı şerh de (Şerhu Risâleti'l-Kuşeyrî) bulunmaktadır.178 Zekeriyya Ensarî'den sonra Zeyniyye silsilesi Şeyh Necmeddin Gaytf (Muhammed b. Ahmed Gaytf, Ö.983 veyâ 984/1576) ile devam etmiştir.179 Harîrîzâde ayrıca bu silsilenin Zekeriyya Ensârî'den Abdülvahhâb Şârânî'ye, ondan Necmeddin Gaytî'ye geçtiği şeklinde de bir rivâyetin olduğunu belirtir. 180 Tam adı Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Ebu Bekir şeklinde kaydedilen Necmeddin Gaytî de dönemin ileri gelen âlimlerindendir. Ensârî gibi o da "Şeyhülislâm" "Allâme" ve "Asrın muhaddisi" gibi Unvanlarla anılmaktadır. Mısırlı olup Şâfiî mezhebine mensuptur. Kitâbü'l-mi'râc isimli bir eserinin olduğu bil174
175
168 169
170
171 172 173
Gazzî, el-Kevâkib, III, 156. Sehâvî, II, 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. Tibyân'da şeyhin künyesi "Ebu'l-Abbas" şeklinde kaydedilmişse de, Sehâvî "Ebû Abdü'l-Bâsit" şeklinde kaydetmiştir (bk. belirtilen yerler). Sehâvî, II, 3 2 ; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. Necmeddin Gazzî "İbn Zülbânî" diye meşhur olduğunu kaydetmiştir (el-Kevâkib, I, 198). Sehâvî, II, 32. Sehâvî, II, 3 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 198; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. Gazzî, el-Kevâkib, I, 196.
176 177
178
179 180
Salâhiye Dergâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Âsim Muhammed Rızk, Hânkâvâtü's-sûfiyye fîMtstr, Kahire 1 9 9 7 , 1 , 127-158. bk. Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Nazmu'l-tkyân fî a'yâni'l-a'yân, elMektebetü'l-ilmiyye, Beyrut, ts., s. 113. Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153 Gazzî, el-Kevâkib, I, 203. Arapça olan Şerhu'r-ravz'm büyük boy dört cild hâlinde bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (H. Hüsnü Paşa, nr. 400). Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 0 2 . Zekeriyya Ensârî'nin Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı Arapça şerhin büyük boy 2 8 0 varaklık bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'ndedir (Hacı Mahmud, nr. 1583). Gazzî, el-Kevâkib, III, 5 1 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.
dirilen Gayrî, tasavvufî faaliyetlerini İmam Şâfiî'nin kabri yakınında bulunan ve daha önce şeyhi Zekeriyya Ensarî'nin meşîhatini yürüttüğü Salâhiye Hankâhı ile Siryakosa Hankâhı'nda yürütmüştür. Mısır meşâyihinin kendisini çok sevdiği, özellikle babasının şeyhi Nûreddin Şûnî'nin ona ayrı bir muhabbet beslediği rivâyet edilmektedir.181 Necmeddin Gaytf den sonra Zeyniyye'nin bu silsilesi yine önemli âlimlerinden Gaytî'nin halîfesi Şeyh Sâlim Senhûrî (Sâlim b. Muhammed İzzeddin, ö. 3 Cemâziyelâhir 1015/ 6 Ekim 1606) ile devam etmiştir.182 Pek çok ilmi bünyesinde topladığı bildirilen Senhûrî Mısırlı olup, döneminde Mâlikîlerin Mısır başkadılığını yapmıştır. Mısır'la birlikte Şam ve Hicaz bölgesinden de sayısızca öğrencisi olduğu nakledilmektedir.183 Tasavvufî faaliyetlerini hangi dergâhta sürdürdüğü kaydedilmeyen Senhûrî'nin, şeyhi Necmeddin Gayrî ve şeyhinin şeyhi Zekeriyya Ensârî'nin meşîhatini üstlendiği Salâhiye Hânkâhı'nda sürdürmediği kesindir. Zira buranın vakfiyesinde Şâfiî mezhebinden olanlara şart koşulduğu belirtilmektedir.184 Senhûrî'den sonra Zeyniyye silsilesi şu şekilde devam etmiştir: Şeyh Muhammed b. Alâeddin Bâbilî (Şemsüddin Bâbilî, ö. 1077/166667) > Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî (ö. 1130/1718) > Şeyh Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî (ö.?). 185 Mısırlı olan Muhammed b. Alâeddin Bâbilî şeyhi bulunan Sâlim Senhûrî'den zâhirî ilimleri de tahsil ederek devrin en önemli fıkıh ve hadis âlimleri arasına girmiştir. Hadis hâfızı olması yanında cerh ve ta'dîl hususunda da oldukça mahâretli olduğu kaydedilmektedir. Tedris ve tasavvuf faaliyetlerini birlikte yürüttüğü anlaşılan Bâbilî, Salâhiye Medresesi'nde vazifelendirilmek istenmişse de, medresenin vakfiyesinde "Şâfiî ulemâsının en bilginine verilmesi" şart koşulduğunu, kendisinin ise Şâfiî âlimlerin en bilgini olmadığını belirterek bu vazîfeyi kabul etmemiştir. Bir çok
181 182
183 184 185
Gazzî, el-Kevâkib, III, 51-53. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 2 0 4 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a. Harîrîzâde Senhûrî'nin vefatını 1025 olarak kaydetmişse de, Muhibbî'nin gün ve ay vererek kaydettiği 1015 târihi daha doğru olmalıdır. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 204. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 40. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.
defa Hac için gittiği Mekke'de on yıl kadar kalmış olması,186 Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden bu silsilenin Mısır'la birlikte Hicaz ve civarında da yayıldığını göstermektedir. Şeyh Bâbilî'den sonra silsilenin devam ettiği Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî ve Şeyh Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayatı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. Ancak her ikisinin de "Mekkî" nisbelerinden Mekkeli oldukları ya da en azından Bâbilî'nin Hicaz bölgesinde başlattığı faaliyetleri uzun süre burada sürdürdükleri tahmin olunabilir. Şeyh Bâbilî talebelerine eser telifi ile zaman kaybetmemelerini, önceki âlimlerin yazdıklarını anlayıp bunları yaygınlaştırmalarının daha faydalı olacağını tavsiye etmiş, eğer bir eser yeni bir şey getirmeyecekse ona harcanan zamanın israf olacağını vurgulamıştır. Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa'nın talebi üzerine cihadla ilgili bir kitap kaleme aldığı kaydedilen Bâbilî, dönemin ileri gelen âlimlerinden olmasına rağmen te'lif için zaman harcamayarak bütün vaktini eğitime ayırmıştır. Onun yanında yetişenler arasında Kahire'den Şeyh Mansur et-Tûhî, Şihâbüddin Ahmed el-Beşbîşî, Şemsüddin Muhammed b. Halîfe eş-Şevberî, Şam'dan Şeyh Abdülkadir es-Suffûrî, Şeyh Muhammed el-Habbâz, Şeyh Muhammed b. Ali el-Mektebî, Mekke'den Şeyh Ahmed b. Abdurraûf, Şeyh Abdullah b. Tâhir el-Abbâsî, Şeyh Ali el-Eyyûbî, Şeyh Ali b. Ebül-beka, Şeyh İskender el-Makkarî, Şeyh Said b. Abdullah, Şeyh Abdülmuhsin el-Kal'î, Şeyh İbrahim b. Mahmud ez-Zencebîlî, Şeyh Ali Bâhâc, Medine'den Şeyh İbrâhim el-Hıyârî gibi zâtlar bulunmaktadır.187 Kendisi Şâfiî mezhebinden olmasına rağmen İmâm-ı Âzam'ı en üstün imam olarak nitelediği nakledilen Şeyh Bâbilî Hicrî 1000 senesinde doğmuş ve 1077'de vefat etmiştir.188
G. İbnü'l-Hümâm (Ö.861/1457) ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları Zeyniyye'nin Mısır ve civarında yayılmasında önemli katkıları olduğu anlaşılan Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen bir başka halîfesi, usul 186 187 188
Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 39-40; ayrıca bk. Neşru'l-mesânî, II, 155. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 41. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 42.
ve kelâm âlimlerinden Hanefi fakîhi Kemâleddin İbnü'l-Hümâm'dır. 790'da İskenderiye'de dünyaya geldiği kaydedilen İbnü'l-Hümâm'ın âilesi aslen Sivaslıdır. Zeynüddin Hâfî'ye, anlaşıldığı kadarıyla, Mısır'da bulunduğu sırada intisap etmiş ve şeyhle birlikte Kudüs'e gitmiştir. Hâfî'nin ona sâlih bir kul ve ilmiyle amel eden bir âlim olması yönünde duâ ettiği nakledilir.189 İbnü'l-Hümam'dan bahseden kaynaklar pek çok ilim dalında akrânından üstün olduğunu belirterek ona "allâme" vasfını lâyık görmektedirler.190 Onun Zeynüddin Hâfî'nin yanı sıra İbrahim b. Ömer el-Edkâvî'den de zikir aldığı, ayrıca İbnü'l-Arabî'nin Fusûsü'l-hikem'ini okutan Nasrullah b. Abdurrahman el-Ensârî ile sohbetlerde bulunduğu kaydedilmekte, allâme vasfının yanında "şeyhu'ş-şuyûh" ve "şeyhu'l-ârifîn" ünvanlarıyla da anıldığı belirtilmektedir.191 İbnü'l-Hümâm 829'da (1426) el-Melikü'l-eşref Barsbay'm Mısır'da kurduğu Eşrefiyye Medresesi'nin/Hânkâhı'nın 192 müderrisliği ve şeyhliğini yürütmek üzere görevlendirildi. Burada yaklaşık dört yıl faaliyet gösterdikten sonra, kendisine sorulmadan tasavvuf meşihatının öğrencisi Şemsüddin Emşâtî'ye verilmesine kızarak 13 Şâban 833'te (7 Mayıs 1430) görevini bıraktı. Kaydedildiğine göre, âdetleri üzere ikindi vakti zikir için toplanıldığında İbnü'l-Hümâm başından sarığını (taylesan) çıkarıp atarak, "Şâhid olun şu sarığı başımdan çıkardığım gibi, kendimi de meşîhattan azlettim" demiştir. Sultan ve adamlarının onca rica ve yalvarmalarına rağmen tekrar geri dönmeyince, yerine yine Zeynüddin Hâfî'den icâzetli âlim Emînüddin Aksarâyî getirilmiştir. İbnü'l-Hümâm bu olayın üzerinden uzun müddet geçtikten sonra 847'de (1443) Şeyhûniye Hankâhı'nın 193 şeyhliğini üstlendi, ancak kendi isteği ile buradaki görevini 189 190
191 192
193
Sehâvî, VIII, 127-128. Meselâ bk. Sehâvî, VIII, 131; Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Husnü'lmuhâdara fî târihi Mıstr ve'l-Kcihire (nşr. Muhammed Ebu'1-fazl İbrâhim), 1 9 6 7 , 1 , 4 7 4 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 226. Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, X X I , 88. Eşrefiyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hânk&vâtü's-sûfiyye fîMtsır, Kahire 1997, II, 6 0 2 - 6 3 5 . Şeyhûniyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hâttkâvâtü's-sûfiyye fî Mısır, Kahire 1 9 9 7 , 1 , 3 1 5 - 3 5 6 .
de bıraktı. 194 İslâm Ansiklopedisi'nde bu vazîfeden 858'de (1454) ayrıldığı kaydedilmiştir ki, 195 bu durumda adı geçen hânkâhta on seneyi aşkın bir müddet hizmet ettiği anlaşılır.196 İbnü'l-Hümâm'ın yetiştirdiği halîfeler arasında, kendisi gibi yine "allâme" vasfı layık görülen Seyfüddin b. Kutluboğa da (Ö.14 Zilkade 881/ 28 Şubat 1477) bulunmaktadır. İbnü'l-Hümam Şeyhûniye'de görevli iken hac için dergâhtan ayrıldığında yerine bu halîfesini bıraktığı nakledilir. Sultan Eşref Kayıtbay nezdinde de önemli bir itibara sâhib olduğu anlaşılan Kutluboğa, şeyhi İbnü'l-Hümâm'ın talebi üzerine Hıbâniye'de bulunan Câmî'nin meşîhatini üstlenmiş, ancak kurucusunun bâzı tasavvufî uygulamaları kendi arzu ettiği şekilde yönlendirmek istemesi üzerine görevini bırakmıştır. Ayrıca ona Kanbay Çerkesî'nin türbesinin bulunduğu dergâhın şeyhliği teklif edildiği halde bunu kabul etmemiş, ancak Burhaneddin İbnü'd-Deyrî'nin vefatından sonra Müeyyediyye Dergâhı'nın şeyhliğini üstlenmiştir. Daha sonra ise Kâfiyeci'nin ardından Şeyhûniye'ye şeyh olduğu ve ölünceye kadar bu vazîfeyi yürüttüğü belirtilmektedir.197
194 195 196
197
Sehâvî, VIII, 130; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 4 7 4 . Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, XXI, 87. İbnü'l-Hümâm hakkında bir çok akademik çalışma yapılmıştır. Bunların bir kısmı için bk. Ömer Aydın, Türk Kelâmcıları, İstanbul 2 0 0 1 , s. 49-50. Sehâvî, IX, 173-175; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478. "Allâme" diye anılan bir başka meşhur âlim Hanefî fakihlerinden Kasım b. Kutluboğa'nın da (Ö.879/1474) Eşrefiyye Dergâhı'na mensup bir sûfî olduğu kaydedilmektedir (Talat Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153). Adı geçen dergahın meşîhatinin o dönemde genellikle Zeynüddin Hâfî'ye mensup âlimlerin elinde bulunması, ayrıca Kutluboğa'nın İbnü'l-hümâm'ın talebesi olması ve Zeynîlerce okunmasına ayrı bir önem verilen Sühreverd'i'nin Avârifü'l-maârif indeki hadisleri tahrîç etmesi (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 110) gibi ' hususlar dikkate alınırsa, onun da Zeyniyye'ye mensup olduğu düşünülebilir. Ancak zikir aldığı şeyh belirtilmediği için bu hususta kesin bir şey söylemek zordur.
H. Emînüddin Aksarâyî (ö. 16 Muharrem 880/22 Mayıs 1475)
ZEYNÎLİĞİN ANADOLU VE RUMELİ'DE YAYILIŞI
ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları Zeyniyye Tarikatı'nin Mısır ve civarında yayılmasında etkili olan önemli âlimlerden bir diğeri de Hanefî fakîhi Emînüddin Yahya b. Muhammed Aksarâyî'dir. 797'de Kahire'de doğmuş olmakla birlikte, yukarıda bahsi geçen İbnü'l-Hümâm gibi o da aslen Anadolulu olup ailesi Aksaray'dan Mısır'a göç etmiştir. Zamanında Hanefîlerin başkadısı olduğu belirtilen Aksarâyî, Zeynüddin Hâfî'ye 824'te (1421) Kahire'de bulunduğu sırada intisap eden âlimlerdendir.198 Çeşitli faaliyetlerle birlikte bir müddet Sargıtmeşiyye Medresesi'nin199 ve Babülvezir'in dışındaki Emir Koca türbesinin bulunduğu dergâhın meşîhatini yürütmüş, pîrdaşı İbnü'l-Hümam'ın ayrılması üzerine de Eşrefiyye Dergâhı'nın hem müderrislik hem de şeyhliğini üstlenmiştir. Kaydedildiğine göre Eşrefiyye Dergâhı'ndaki görevi İbnü'l-Hümam gibi bir âlimden sonra teeddüben kabul etmek istememiş, ancak ısrar edilince kabul etmek zorunda kalmıştır.200 Burada ve diğer dergâhlarda ne kadar faaliyet gösterdiği tesbit edilemeyen Aksarâyî, meşhur Hanefî fakîhi Bedreddin Aynî'nin (ö. 855/1451) torunlarından Şihâbüddin'in ricâsı üzerine, Aynî tarafından kurulan medresenin (Medresetü'l-Ayniyye) müderrislik ve şeyhlik görevini üzerine almış, Eşrefiye'deki görevini de oğlu Ebussuûd'a bırakmıştır.201 Bâzı kaynaklarda kendisinden "şeyhu'ş-şuyûh" diye bahsedilen Akasarâyî'nin202 ilmî yeterliliği sebebiyle Sultan Eşref Kayıtbay tarafından da takdir edildiği ve sultanın kendisini ziyâret ettiği nakledilmektedir. Oğlu Ebussuûd kendisinden önce vefat etmiştir.203
198 199
200
201 202 203
Sehâvî, IX, 2 6 1 ; X , 2 4 0 , ayrıca bk. Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177-178; Muhammed b. Ahmed el-Hanefî, Bedâiu'z-zuhûr fî vekâi'i-dühûr (nşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1984, III, 107. Sehâvî, X , 2 4 1 ; ayrıca bk. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177, 178; İbn İyâs, Be- . dâiu'z-zubûr, III, 107. Sehâvî, X , 242. bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 226. Sehâvî, X , 2 4 2 - 2 4 3 .
—
A. Şeyh Muhammed (ö. 860/1456'dan önce)
f^aynaklarda hayâtı ve faaliyetleri hakkında hiçbir bilgi bulunamayan Şeyh Muhammed'in, Zeynüddin Hâfî'nin Anadolu'da faaliyet gösteren bir halîfesi olduğu, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi XVI. yüzyıl kaynaklarının Şihâbüddin Sivâsî (Ö.860/1456) bahsinde verdikleri dolaylı bilgiden anlaşılmaktadır.204 Tabibzâde de şematik olarak hazırladığı Silsilenâme'sinde Şeyh Muhammed'i Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri arasına yerleştirmiş, Şihâbüddin Sivâsî'yi de onun yegâne halîfesi olarak göstermiştir.205 Nişancı Târihi'nde ise Sivâsî'nin Zeynüddin Hâfî'ye intisap ettiği ve sülûkünü onun yanında tamamladığı belirtilmektedir.206 "Tefsîru'ş-şeyh" adıyla tanınan Uyûnü't-tefâsîr207
204
205 206 207
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 415. Bu kaynakların verdiği dolaylı bilgiler, muahhar dönemde kaleme alınmış olan Osmanlı Müellifleri ile (I, 90) Sefine'de de yer almıştır (I, 268). Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. Nişancı Mehmedlıîendi, Nişancı Târihi, İstanbul 1290, s. 123. Tam adı Uyûnü't-tefâsîr li'l-fudalâi's-semâsîr olan bu eserin tanitımı ve değerlendirilmesi ile ilgili bk. Şükrü Arslan, "Şihâbüddin es-Sivâsî ve 'Uyûnu'ttefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IX (1990), s. 1 8 8 - 2 1 4 (Makale X . ve XI. sayılarda da devam etmektedir).
isimli meşhur tefsirin müellifi olan Sivâsî Taşköprîzâde, Hoca Sâdeddin ve Bursalı Mehmed Tâhir'e göre, memleketinde zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Muhammed'e intisap ederek tasavvufî merhaleler katetmiş, daha sonra şeyhiyle birlikte Ayasuluğ'a (bugünkü Selçuk) gidip yerleşmişlerdir. Adı geçen şehre hangi târihte gittikleri belirtilmemekle birlikte, hayatlarının sonlarına kadar faaliyetlerini burada sürdürdükleri anlaşılmaktadır.208 Yukarıdaki bilgilerin yanı sıra bizzat Şihâbüddin Sivâsî Cezzâbü'lkulûb isimli Arapça eserinin sonlarına doğru "hırka" giymenin zâhir ve bâtın yönlerine işâret ettikten sonra, hırka giydiği şeyhini ve silsilesini kaydetmiştir. Buna göre Sivâsî hırkayı Zeynüddin Mısrî'nin elinden, Zeynüddin Mısrî Şeyh Abdünnûr'dan, o da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'den giymiştir. İbnü'l-Arabî ise Şeyh Yûnus Cemâleddin Abbâsî'den giydiğini söylemiştir. Yûnus Cemâleddin de Abdülkâdir Geylânî'den giymiştir...209 Burada Zeynüddin Mısrî ile Zeynüddin Hâfî'nin kastedildiği anlaşılmaktadır. Mısrî nisbesi, şeyhin Mısır'da da kalmış olması sebebiyle olmalıdır. Ancak bu silsile Zeyniyye'nin bilinen hiçbir silsilesine uymadığı gibi, ismi geçen bir kısım şeyhin de birbirlerinden hırka giymesi târihen çok zor gözükmektedir. ^Meselâ Şeyh Abdünnûi- eğer İbnü'l-Arabî'den (Ö.638/1240) hırka giymiş ise Zeynüddin Mısrî'nin (Ö.838/1435) ondan hırka giymesi mümkün değildir. Eğer Zeynüddin Mısrî'nin hırkayı Abdünnûr'dan giydiği kabul edilecek olsa o takdirde Abdünnûr'un İbnü'l-Arabî'den giymesi mümkün olmaz. O sebeple burada ifâde edilen hırka giyme olayının tasavvufî anlayışa göre rûhânî olarak mânâ âleminde gerçekleşen bir olay 208
209
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 5 ; Osmanlı Müellifleri, 1, 90. Şihâbüddin Sivâsî, Cezzâbü'l-kulûb, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3 2 5 7 , vr. 169b-170a-b. Silsile Abdülkâdir Geylânî'den sonra yukarıya doğru şu şekilde devam etmektedir: Ebû Said el-Mübârek b. Ali Muharrimî > Ali b. Muhammed el-Kureşî > Ebulferec et-Tarsûsî > Ebulfazl Abdülvâhid b. Abdülaziz et-Temîmî > Ebu Bekir Muhammed b. Halfü'ş-Şiblî > Cüneyd el-Bağdâdî > Serî es-Sakatî > Muruf el-Kerhî > Ali b. Mûsâ > babası Mûsâ b. Ca'fer > babası Cafer b. Muhammed > babası Muhammed b. Ali > babası Ali b. Hüseyin > babası Hüseyin > babası Ali b. Ebî Tâlib > Hz. Peygamber (a.s.) > Hz. Cebrâil (a.s.) > Hz. Allah (c.c.).
olduğunu ve muhtemelen, icâzet/hilâfet almak suretiyle devam eden tarîkat silsilesinden farklılığın buradan kaynaklandığını kabul etmek gerekmektedir.^ Kaynaklardaki bilgiler bir bütün olarak değerlendirildiğinde Sivâsî'nin önce Zeynüddin Hâfî'ye, ardından da halîfesi Şeyh Muhammed'e intisap etmiş olabeleceği de bir ihtimal olarak düşünülebilir. Şeyh Şihâbüddin Sivâsî'nin mürşidi Şeyh Muhammed'in hayâtı hakkında bilgi verilmediği gibi vefat târihi de kaydedilmemiştir. Ancak Bursalı Mehmed Tâhir'in ifâdesinden Şeyh Muhammed'in, Sivâsî'den birkaç sene evvel vefat ettiği anlaşılmaktadır.210 Sivâsî'nin vefat târihi ise ihtilaflıdır. Bu hususta Hicrî 780, 803, 860, 880 gibi birbirinden oldukça uzak târihler verilmiştir. Ancak bunların târihen doğruya en yakın olanı Bursalı M. Tâhir'in bizzat gidip gördüğü mezar taşındaki 2 Rebîulevvel 860 (9 Şubat 1456) târihidir.211 Buna göre Şeyh Muhammed 1456 senesinden önce vefat etmiş demektir. Şihâbüddin Sivâsî'nin kaleme aldığı eserlerden tasavvufî mâhiyette olanları Risâletü'n-necât min şerri's-sıfât212 ile yukarıda adı geçen Cezzâbü'l-kulûb213 isimli Arapça eserleridir. Cezzâbü'l-kulûb Mehmed Rif'at el-Kâdirî el-Eşrefî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.214
B. Abdürrahim Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra) Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında önemli katkıları olan bir başka zât Abdürrahim Rûmî'dir. Merzifonlu olan Abdürrahim Efendi'nin tam adı Nizâmeddin Abdürrahim b. Emir Aziz olup babası Sa210 211
212 213 214
Osmanlı Müellifleri, I, 90. Osmanlı Müellifleri, I, 91. Şükrü Arslan diğer vefat târihlerinin neden olamayacağı husûsunu şu makalesinde incelemiştir: "Şihâbüddin es-Sivâsî ve 'Uyûnu't-tefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IX (1990), s. 188-214. Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 2 4 6 , vr. (61b-77a). Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Ef., nr. 3257, vr. (143b-170b). Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3263, vr. (42b-62b).
rı Danigmend lâkabıyla tanınmıştır.215 Abdürrahim erginlik çağına geldikten sonra Mısır'a gitmiş ve orada Şeyh Zeynüddin Hâfî'ye mürid olmuştur.216 Hakkında müstakil bir çalışma yapmış olan Berin Taşan'ın tesbitlerine göre onun Mısır'a seyahati 824 (1421) senesinde gerçekleşmiştir. Taşan bu tesbitini Merzifonî'nin Mısır'a gitmek üzere yola çıktığında yazdığını ileri sürdüğü, bir mürşide aşk ve muhabbeti ortaya koyan gazelinin sonundaki 824 târihine dayandırmakta ve kaynaklarda onun Çelebi Sultan Mehmed dönemi (816/1413824/1421) şahsiyetleri arasında sayılmış olmasını da bu târihin doğruluğunu desteklediğini belirtmektedir.217 Ancak Taşan'ın görüşünü dayandırdığı her iki husus da, bize göre, Abdurrahim Merzifonı'nin o târihten önce şeyhle buluşmuş olmasını gerekli kılmaktadır. Zira Merzifonî eş-Şekâik, Tâcü't-tevârih ve Nişancı Târihi gibi kaynaklarda Çelebi Sultan Mehmed devri şahsiyetlerinden biri olarak gösterildiğine göre 218 onun bu dönemde yeni yetişmekte olan bir kişi değil, bir kısım özellikleriyle temâyüz etmiş bir şahsiyet olması gerekir. Oysa Merzifonî Mısır seyahati öncesi henüz rüşd çağma yeni gelmiş bir genç olarak takdim edilmektedir. Gerçi Âşıkpaşazâde Târihi'nde Merzifonî bir sonraki padişah olan II. Murad devri (1421-1451) şeyhleri arasında geçmekte, 219 dolayısıyla Taşan'ın ileri sürdüğü târihin doğruluk ihtimali buna göre kuvvetlenmektedir. Ancak bu durumda da Merzifonî'ye âit olduğu söylenen gazeldeki üslup dikkati çekmekte; onun burada bir şeyhe intisap etmek isteyen kimseden çok, daha önceden görüşüp tanıştığı şeyhe aşk ve hasretini ifade eden bir üslup kulandığı görülmektedir. Şöyle diyor: Yine deryâ gibi cûş itdi ışkun Başımı ışk ile hoş itdi ışkun Kadeh sundı elüme içdüm anı Delürdüm beni sarhoş itdi ışkun
Bu dörtlükdeki üslup, yukarıda da belirtildiği gibi, Merzifonî'nin şeyhle daha önceden tanıştığı intibâını vermektedir. Bu durumda .Evliyâ Çelebi'nin "Merzifonî Zeynüddin Hâfî'ye Bursa'da talebe oldu" şeklindeki kaydı 220 önem kazanmaktadır. Gerçi eş-Şekâik'te Hâfî'nin Anadolu'ya gelmediği şeklinde bir kayıt vardır,221 ancak bize göre, bir çok beldeyi dolaşmış olan şeyhin Bursa'ya da gelmiş olması çok uzak bir ihtimal değildir. Ayrıca Evliya Çelebi burada Merzifonî'nin mürid olmasından değil talebe (tilmiz) olup bir çok fenni ikmal etmesinden söz etmektedir. Bu durumda onun Hâfî'den Bursa'da ilm-i zâhir tahsil ettiği ve aşağıda temas edilecek olan icâzetnâmeden anlaşıldığına göre de Mısır'da ona mürid olduğu söylenebilir. Bursa'da iken şeyhin müridleri arasına girmemiş olması ise, yaşının küçüklüğü ve Hâfî'nin kendisine önce ilm-i zâhiri tahsil etmesi gerektiği yönünde tavsiyesi sebebiyle olmalıdır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi, buna benzer bir hâdise Horasan'da yaşanmış, küçük yaşta kendisine intisap etmek isteyen Muhammed Tebâdegânî'ye Hâfî önce ilim tahsil etmesini tavsiye etmiş, daha sonra müridliğe kabul etmiştir.222 Abdurrahim Merzifonî'nin Mısır'da hizmetine girdiği şeyhiyle birlikte Horasan'a gidip orada sülûkünü tamamlayarak icâzet aldığı bilinmektedir.223 Lâmiî Çelebi bu icâzeti Nefehât Tercümesi'nde kaydetmiştir.224 Orada belirtildiğine göre Merzifonî şeyhle birlikte Mısır'dan Horasan'a giderek Dervişâbâd'da bulunan tekkede bir çok defa halvete girmiş, seyru sülük esnâsında Şeyh Hâfî'den Sühreverdî'nin Avârifü'l-maârif ve İ'lâmü'l-hüdâ isimli eserlerini, Nevevî'nin Erbain'ini (Kırk Hadis) ve şeyhin kendi eserleri Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'rreşâd'ı okumuştur. İcâzetin verildiği târih Muharrem 832 (Ekim 1428)
220 221 222
21i 216 217 218
219
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Mecdî, s. 89. Berin Taşan, Merzifonlu Şeyh Abdürrahim Rumî, İzmir 1975, s. 16-17. bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Nişana Târihi, s. 130. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 202.
223
224
Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, İstanbul 1314, II, 399. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 71. bk. Nevâî, Nesâyim, s. 396-397. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Reşehât Tercümesi, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Mecdî, s. 89. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Arapça olan icâzetnâmenin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mecmua içinde bulunmaktadır (Halcses, nr. 355, vr. lla-12a).
olarak sonunda belirtilmiştir. Ayrıca Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde (nr. 2650) bulunan bir yazmada da Zeyniyye tarikatının Abdurrahîm Rûmî'ye kadar gelen bir silsilesi kayıtlıdır (vr. 2b-4b). Abdürrahim Rûmî'yi icâzetle memleketine gönderirken Zeynüddin Hâfî, "Bir aşk kütüğünü yaktık, diyar-ı Rûm'a attık" demiştir. 832'de (1428) Merzifon'a gelip irşad faaliyetine başlayan Abdürrahim Efendi'ye, dönemin Osmanlı pâdişâhı Sultan II. Murad sahip çıkmış ve 835'te (1431-32) Merzifon'da bulanan imâretin evkafından günlük beş akçe, yılda on müdjağırlık birimi) zahire olmak üzere kendisine maaş bağlatmış, daha sonra 843'de (1439) günlük miktarı sekiz akçeye çıkarmıştır. Abdürrahim Efendi'nin bir tarîkat şeyhi olarak maaş kabul etmesi, tasavvufî prensipler açısından bâzı kimseler tarafından uygun görülmeyip tenkid edilince, o bunlara şöyle cevap vermiştir: "Muhtelif elleri bir ele hasrettik, o lokma ile nefsin ağzını tuttuk." 225 Şiirlerinde "Rûmî" mahlasını kullandığı belirtilen226 Abdürrahim Efendi'nin kaleme aldığı belirtilen İrşâdü'l-enâm, Divançe-i İlâhiyât227 ve Işknâme223 isimli eserlerden yalnızca manzum Işknâme bulunabilmiştir.229 Evliya Çelebi Vasâyâ-yt Kudsiyye'yi de Merzifonî'ye nisbet etmişse de 230 bu eserin Zeynüddin Hâfi'ye âit olduğu bilinmektedir. . Kaynaklarda Abdürrahim Efendi'nin Merzifon'da vefat ettiği belirtilmekle birlikte vefat târihi hakkında kesin bir şey söylenmemektedir. Hediyyetü'l-ârifîn'de 850 (1446) civarı denilmiş, îslâm Ansiklopedisi' nin (DİA) ilgili maddesinde de kesin olmadığı belirtildikten 225
226
227 228 229 230
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69-70; Tâcü'ttevârîh, II, 435. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 . Evliya Çelebi ve Bağdatlı İsmâil Paşa mahlasını yanlışlıkla "Rûhî" diye kaydetmiştir (Seyahâtnâme, II, 3 9 9 ; Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562). Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562; Osmanlı Müellifleri, 1 , 1 1 1 ; Vassaf, Sefîne, I, 266. Osmanlı Müellifleri, I, 111; Vassaf, Sefîne, I, 266. bk. İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr. 1359. Seyahâtnâme, II, 399.
sonra yine bu târih verilmiştir.231 Hakkında müstakil çalışma yapmış bulunan Berin Taşan ise vefatının 1460 yılları civarında olduğunu tahminen söylemektedir.232 Ancak inceleme imkanı bulduğumuz Merzifonî'nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki Işknâme isimli manzum eserinin 865 (1461) senesinde telif edildiği belirtilmiştir. Bu durumda onun 8 65'ten sonra vefat ettiğini kabul etmek gerekir. Kabrinin önemli ziyâret mahallerinden biri olduğu ve kerâmetine inanıldığı için özellikle ihtiyaç sahiplerinin burayı çokça ziyâret ettiği târih kaynaklarında belirtilmektedir. • Devrinde şöhretinin geniş çevreye yayıldığı anlaşılan Merzifonî'ye intisap edenler arasında kelâm, tefsir ve fıkıh sahasında önemli eserler vermiş olan Osmanlı'nın ileri gelen âlimlerinden "Hayâlî" lâkaplı Şemsüddin Ahmed Efendi (ö. 875/1470[?]) dikkat çekmektedir. Belirtildiğine göre bu zâtın Merzifonî'den zikir alması Edirne'deki Yenicami'de gerçekleşmiştir.233 Bunun yanı sıra Atâî ve Tabibzâde, Amasyalı Şeyh Abdürrahim b. Şeyh Mehmed ile kardeşi Şeyh Nuh b. Şeyh Mehmed'in Merzifonî'nin halîfelerinden olduğunu kaydetmektedirler.234 Atâî'nin verdiği bilgilere göre Şeyh Abdürrahim Hicrî 900 senesi civarında dünyaya gelip 976 (1568-69) senesinde vefat etmiş ve halk arasında İmam Efendi diye tanınmıştır.235 Şeyh Nuh ise önce zahir ilimleri tahsil ettikten sonra Merzifonî'ye intisap etmiş, 977 senesinin Receb ayında (Aralık 1569) vefat etmiştir.236 Bu bilgiler dikkate alındığında her iki zâtın da Merzifonî ile görüşmüş olması târihen mümkün değildir. Fakat bu iki zât Merzifonî'nin halîfelerinden birisi eliyle, ya da meşâyihten olduğu anlaşılan babaları vâsıtasıyla tarikata girmiş olabilirler. Ancak bu hususta kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Nev'îzâde Atâî Kânûnî Sultan Süleyman'ın Nahcivan seferine (III. İran seferi) hazırlanırken adı geçen Şeyh Nûh 231 232 233
234 235 236
Azamat, Nihat, "Abdürrahim-i Rûmî", DİA, I, 293. Taşan, Abdürrahim Rumî, s. 37. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 141; Tâcü't-tevârîh, II, 4 7 9 - 4 8 0 . Hayâlî için bk. Adil Bebek, "Hayâlî", DİA, XVII, 3-5. Atâî, s. 198, 202; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. Atâî, s. 198. Atâî, s. 202.
ile buluşmak istediğini ve kendisine 1000 altın gönderdiğini kaydetmektedir ki, 237 bu o dönemde şeyhin şöhretini ve pâdişâh nezdindeki itibârını göstermesi bakımından önemlidir. Taşköprîzâde'nin kaydından Merzifonî'nin Ali isminde önemli bir halîfesinin daha olduğu. anlaşılmaktadır. Nakledildiğine göre Şeyh Merzifonî adı geçen halîfesiyle birlikte fetihten önce İstanbul'a gitmiş, Ayasofya'daki râhiplerle yaptığı münâzara sonucu kırk kadarının Müslüman olmasını sağlamıştı. İnançlarını değiştirdiklerini hiç kimseye söylemeyen bu râhiplerden altısının fetih sırasında hayatta olduğu belirtilmektedir.238
C. Abdüllatîf Kudsî/Makdisî (ö. 856/1452) Zeyniyye'nin Anadolu'da tesir alanını genişletmesi ve Rumeli bölgesinde yayılmasında Abdüllatîf Kudsî ve yetiştirdiği halîfelerinin çok ciddî etkileri olmuştur. Kudsî'ye Zeyniyye mensuplarınca, daha önce bahsi geçen Abdülmu'tî Mağribî ve Abdürrahîm Rûmî/Merzifonî ile birlikte "Abâdile" ünvânı verilmiştir.239 Kudüslü olduğu için (doğu237
238
239
Atâî, s. 202-203. Şeyh Nuh pâdişâhın bu ihsânı karşısında, "Bu parayı talibi olanlara versinler. Maksat duâ ise biz vazîfemizi biliriz" diyerek müstağnî davranmıştır. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 122-123. İstanbul'un muhasarası esnasında Yahûdîlerin ve Hıristiyanların el altından Sultan II. Mehmed ile ittifak ettiklerine dâir bilgi (bk. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, s. 104) bu noktada önem kazanmaktadır. Râhiplerin Müslüman olup olmadıkları kesin olarak bilinmese bile en azından bir kısımının gönlünün İslamiyet'e ısındırıldığı düşünülebilir. Nitekim bir bölgenin fethi öncesinde dervişlerin gösterdiği faaliyetlerin, o bölgenin fethedilmesine önemli katkılar sağladığı daha başka örneklerle de bilinmektedir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Atâî, s. 63. Abdullahlar anlamına gelen "Abâdile", hadiste ve tasavvufta farklı anlamlarda kullanılan bir terimdir. Hadiste ilimleri ve özellikle verdikleri fetvâlarla meşhur olan Abdullah adlı dört sahâbî; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. Âs hakkında kullanılmıştır (Râşit Küçük, "Abâdile" (Hadis), DİA, I, 7). Tasavvufta ise genellikle esmâ-i hüsnâdan birinin tecellîsine
mu: 786/1384) kaynaklarda daha çok "Makdisî" nisbesiyle anılan Şeyh Abdüllatîf (Abdüllatîf b. Abdurrahman b. Ahmed) "İbn Ganim" diye meşhur olmakla birlikte "İbn Benâne" diye de bilinir.240 Ayrıca Molla Fenârî'nin söylediği bir şiirden, onun da Şeyh Hâfî gibi "Zeynüddin" lâkabıyla anıldığı anlaşılmaktadır.241 Önce, aralarında babasının da bulunduğu bir çok âlimden ilm-i zâhir tahsil etmiş, daha sonra aklî ilimleri öğrendiği Abdülaziz Fernevî'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Yaklaşık on yıl hizmetinde bulunduğu şeyhinden242 aynı zamanda irşad için icâzet de aldığı kaynaklarda belirtilmektedir.243 Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatîf Kudsî 815'te (1412) Mağrib bölgesine gitti ve en son bulunduğu Tunus'tan 817 târihinde (1414) hac niyetiyle ayrıldı. Dönüşte tekrar Mağrib bölgesindeki şehirleri dolaşmaya başladı. Trablus'un Müsrâtâ köyünde meşâyihin ileri gelenlerinden İbrâhim Müsrâtî ile, Tunus'ta Muhammed el-Mağrıbî el-Esmer, Tilimsan'da Abdurrahman b. el-Bennâ, Şerîfüddin Ebû Yahyâ, Ebu'r-rikâb diye bilinen Şeyh Hasan ve Ahmed b. Zâğû gibi şeyhlerle buluştu. 820'den (1417) sonra döndüğü Kudüs'te Zeynüddin Hâfî ile tanıştı. 244 821'de Herat'ta olduğu anlaşılan Zeynüddin Hâfî'nin 245 822'de ve 824'te Mısır'da olduğu,246 825 (1422) senesin-
240 241
242 243
244
245
mazhar olmuş kimseleri ifâde etmek için kullanılmıştır (Süleyman Uludağ, "Abâdile" (Tasavvuf), DİA, I, 7). Atâî, Zeyniyye mensuplarının bu üç şeyhe hadiste kullanıldığı gibi "Abâdile" dediğini belirtmektedir (Atâî, s. 63). Sehâvî, IV, 3 2 7 . bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26; Güldeste, 242. Kudsî'nin Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib isimli eserinin Süleymâniye Kütüphanesi'ndeki (Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 ) bir nüshasında da vasıfları "Zeynü'l-Hakkı ve'l-milleti ve'ddîn" şeklinde kaydedilmiştir (vr. 1b). Keşfü'z-zunûn müellifi de bir kaç kez zikrettiği Kudsî'nin adını bir yerde "Zeynüddin" lâkabıyla birlikte anmaktadır (I, 376). Sehâvî, IV, 327. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 4 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 118a. Sehâvî, IV, 327. Burada yanlışlıkla Zeynüddin Hâfî yerine Nûreddin Hâfî yazılmıştır. Zeynüddin Hâfî müridlerinden Ahmed Semerkandî için bir kısım nasihatleri içeren Risâle'sini 821'de Herat'ta kaleme'aldığını, eserin sonunda belirtmiştir. bk. Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. (84a-87b).
de ise Kudüs'te bir kısım risalelerini ve tarîkat prensipleri açısından en önemli eseri Vasâya'l-Kudsiyye'yi tamamladıktan sonra Mekke'ye gittiği bilinmektedir.247 Kudsî'nin Zeynüddin Hâfî ile Kudüs'te buluşması, yukarıda kaydedilen târihlerden sonuncusunda; yâni Hâfî'nin Kudüs'te bulunup ardından Mekke'ye gittiği 825 senesinde gerçekleşmiş olmalıdır. Her nekadar Hâfî'nin Mısır'da bulunduğu 822 ve 824 senelerinde de Mısır öncesi ya da sonrasında Kudüs'e uğramış olabileceği muhtemel ise de, Kudsî'nin adı geçen şehirde Hâfî ile buluşmasına temas eden Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi kaynaklarda şeyhin buradan daha sonra Hicaz'a gittiği belirtilmektedir ki, 248 bu kayıt 825 târihini kuvvetlendirmektedir. Adı geçen kaynakların verdiği bilgiye göre Abdüllatif Kudsî şeyhle tanıştıktan sonra onu evinde misafir ederek, sohbetlerinden faydalanmış, ardından birlikte hacca gitmek istemiştir. Ancak şeyh, annesi rahatsız olduğu için evinden ayrılmasını uygun görmemiş, hac dönüşü kendisini Horasan'a götürebileceğini söylemiştir. Horasan'da Şeyh Hâfî'nin gözetiminde halvet, riyâzet ve mücâhedelerle yeniden seyrü sülûke başlayan Kudsî, buradan da şeyhin tavsiyesi üzerine Cam şehrine giderek Ahmed Câmî-i Nâmekî'nin kabri yanında erbaîne girdi. Bu sırada yaşadığı halleri Hâfî'ye düzenli olarak yazdığı mektuplarla bildirdi ve sonunda Şeyh Hâfî kendisine irşad için icâzet yazıp gönderdi.249 Zey246
247
248
249
822'de Mısır'da olduğuna dâir bk. Nevâî, Nesâyim, s. 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 2 - 4 3 3 ; Reşahât Tercümesi, s. 91-92. 824'te ICahire'de bulunduğuna dâir bk. Sehâvî, IX, 261. Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Eseri tamamladıktan sonra Kudüs'ten Mekke'ye gittiği ise, esere yapılan tercümelerin bir kısımının başında belirtilmiştir. Meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. 2a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 4 ; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlansoy, "Edebiyat Târihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I" isimli makale içinde, OA, XVIII [1998], s. 51-67), vr. 2b; Güldeste, s. 95-96; Yâdigâr-t Şemsî, s. 365. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 1 - 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66-67; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 4 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2b; Güldeste, s. 96.
nüddin Hâfî'nin Arapça olarak yazdığı icâzetnâmenin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır.250 Hâfî burada Abdüllatîf Kudsî'nin dinî ilimleri tahsil ettikten sonra bâzı şeyhlerin hizmetinde bulunduğunu, daha sonra ise kendisine intisap edip birlikte Kudüs'ten Horasan'a gittiklerini, sülûkünü ikmâl etmesi üzerine de memleketine dönmesi, "Lâ ilâhe illallah" zikrini telkîn ederek tarîkat hırkası giydirmesi husûsunda ona izin verdiğini ifâde etmektedir. Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatif Kudsî Horasan ve civarında üç yıl kadar kaldıktan sonra Kudüs'e dönmüştür.251 Bu durumda onun eğer 825'te Küdüs'ten ayrıldığı kabul edilecek olursa, icâzetle »geri dönüşü 828 (1425) senesinde gerçekleşmiş demektir. Kudsî bir müddet Kudüs'te kalıp ardından da Anadolu'ya gitmiştir.252 Sehâvî ile Lârtıiî Çelebi ve Lâmiî'den sonraki Osmanlı müelliflerinin verdiği bilgiler bir araya getirildiğinde Kudsî'nin Anadolu'ya en az iki kez seyahat ettiği ortaya çıkmaktadır. Sehâvî'nin kaydettiği seyâhat ilkine, Lâmiî ve diğerlerinin kaydettikleri ise ikincisine işâret etmektedir. Sehâvî şeyhin Anadolu'da kaldığı süre zarfında, bir kısmı ileri gelen yöneticilerden olmâk üzere pek çok kimsenin sohbetini dinlemeye geldiğini, onu ziyâret etmek isteyenler arasında Sultan Murad'ın da (II. Murad) bulunduğunu, ancak şeyhin sultanla buluşmaktan kaçındığını, gizlice geldiği halde sultanla yine görüşmediğini vurgulamakta, üç yıl kaldıktan sonra Anadolu'dan Kudüs'e döndüğünü belirtmektedir. Sehâvî ayrıca, Kudsî'nin Kudüs'e hangi târihte döndüğünü zikretmemekle birlikte, onun bu şehire döndükten sonra bir müddet ikâmet ettiğini ve 840 (1436-37) senesinden sonra da oradan Kâhire'ye gidip yerleştiğini kaydetmiştir.253 Öte yandan Sehâvî'nin bir başka kaydından Kudsî'nin 837 Ramazan'ında (1434) Kudüs'te olduğu anlaşılmaktadır.254 Bu bilgiler ışığında onun Anadolu'dan 837 senesinden önce döndüğünü kabul etmek gerekir. Kudsî Kâhire'de el-Melikü'zzâhir Çakmak ile yakın dostluk kurmuş ve ona bir sohbet sırasında 250 251 252 253 254
Reşid Ef., nr. 1019, vr. (29a-31a). Sehâvî, IV, 327. Sehâvî, IV, 327. Sehâvî, IV, 327. Sehâvî, IV, 328.
Memlûk sultânı olacağı müjdesini vermişti. Çakmak da şeyhe Kudüs'te bir zâviye binâsı tahsis edeceği sözünü- verdi. Ancak Memlûk tahtına geçtiği halde bu sözünü yerine getirmedi. Kudsî de bunun üzerine Babü'l-kantara dışındaki buğday meydanında bulunan bir câmîde uzlete çekildi. 255 Abdüllatîf Kudsî ikinci Anadolu seyahati için Şam'dan, Lâmiî Çelebi'nin kaydına göre 851 senesinin Şevval ayında (Aralık 1447) yola çıkmış ve Zilkade ayında (Ocak 1448) Konya'ya varmıştır.256 Burada sırasıyla Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Sadreddin Konevî ve Şemsüddin Tebrîzî'nin kabirlerini ziyâret ettiğini belirten Kudsî'nin257 irşad faaliyetini Şeyh Sadreddin Konevî Zâviyesi'ne yerleşerek sürdürdüğü anlaşılmaktadır.258 Kudsî Konya'da bulunduğu sırada Safeviyye Tarîkatı şeyhi Cüneyd-i Safevî müridleriyle birlikte adı geçen zâviyeye misâfir olmuş ve bir müddet sonra Kudsî ile Cüneyd arasında önemli bir tartışma meydana gelmiştir.259 Cüneyd'in mensup bulunduğu Safeviyye Tarîkatı kuruluşu itibâriyle sünnî bir karakter taşıdığı halde Şeyh Cüneyd, oğlu Şeyh Haydar ve torunu Şah İsmâil ile birlikte aşırı Şiî bir hüviyyet kazanmış ve tarîkattan çok siyâsî bir organizasyon hâline gelmişti.260 İşte siyâsî gaye güttüğü farkedilen Cüneyd, Karakoyunlu ülkesinden çıkarıldıktan sonra Osmanlı topraklarına gelip yerleşmek istemiş ancak Sultan II. Murad'dan yüz bulamayınca Karaman beyliğinin başkenti Konya'ya gitmişti.261 Sadreddin Konevî Zâviyesi'ne misâfir olan Cüneyd'le uzun müddet görüşmeyen Kudsî, daha sonra bir ikindi namazının ardından onunla bir araya gelmiş ve o
255 256
257 258
259 260
261
Sehâvî, i y 328. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-, Tâcü't-tevârîh, II, 434. kk- Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67. bk. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 4 ; Kara, Mustafa, "Abdüllatîf el-Kudsî", DİA, I, 2 5 7 . Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 4 - 2 6 5 . Safeviyye tarîkatında siyâsî g_ye güdülmeye başlanması ve Sünnî anlayıştan Şiîliğe dönüş hakkında bilgi için bk. Reşat Öngören, "Sünnî Bir Tarîkattan Şiî Bir Devlete: Safeviyye Tarîkatı ve îran Safevî Devleti", Bilgi ve Hikmet, XI (1995), s. 82-93. a.g.m., s. 84.
sırada yanlarında bulunan Âşıkpaşazâde'nin kaydettiğine göre aralarında şöyle bir diyalog yaşanmıştır: Cüneyd: Ataya ashâbı mı evlâdır yoksa evlâdı mı? Kudsî: Sual ettiğin makamda ashab evlâdır. Zîra ashab Kelâm-ı Kadîm'de "muhâcirîn ve'l-ensâr" diye anılmıştır. Ve dahî raezâhib-i erbaa (dört mezheb) ashaptan alınmıştır, evlattan değil. Cüneyd: O âyetler ashab hakkında nâzil olduğu vakit sen orada mı idin? Kudsî: Sen bu îtikadla kâfir oldun. Bu îtikadla sana uyanlar dahî kâfir olur. Bu tartışmadan sonra Konya'da kalamayacağını anlayan Şeyh Cüneyd ertesi gün sabahtan şehri terketti. Şeyh Kudsî ise Karamanoğlu İbrâhim Bey'e bir mektup yazarak Cüneyd'in sûfîlikle alâkasının bulunmadığını, inancının sapık, niyyetinin de emirlik olduğunu bildirdi. İbrahim Bey Cüneyd'in ardından adamlarını gönderip yakalatmak istedi ise de, o Haleb'e kaçmayı başardı. Bir müddet burada kaldıktan sonra Mevlânâ Abdülbekrî ve Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Abdülkerîm Halîfe, Mısır sultânı el-Melikü'z-zâhir Çakmak'a haber gönderip "Senin vilâyetinde deccal zuhûr etti" dediler. Cüneyd, kendisini yakalamak için harekete geçen Sultan Çakmak'ın adamlarından da kurtulup kaçmayı başardı.262 Abdüllatîf Kudsî Konya'da bir müddet kaldıktan sonra Bursa'ya geçmiştir. Kaynaklarda onun Bursa'ya gidişiyle ilgili 850 (1446), 852 ve 855 gibi birbirinden farklı târihler verilir.263 Bunlardan 850 târihi en zayıf ihtimaldir. Nitekim onun Konya'ya gelişinin bile bu târihten sonra; Zilkade 851'de (Ocak 1448) gerçekleştiği bilinmekte,264 oradan henüz ayrılmadan Şeyh Cüneyd'le karşılaşmış olması ise bu şehir262 263
264
Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 5 - 2 6 6 . bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 3a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 119a; Güldeste, s. 96; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Sefine, I, 265. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 .
de en azından 852 senesinin sonlarına kadar (1449) kaldığını göstermektedir. Zîra Cüneyd'in Anadolu'ya 1449'da geldiği belirtilmektedir. 265 Lâmiî Çelebi ve ondan naklen Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiği Recep 855 (Ağustos 1451) târihi, 266 doğruya en yakın olan târihtir. Recep ayında yola çıkan Kudsî Bursa'ya Şaban ayında varmış267 ve Hisar'da Büyük Câmî yakınında bir eve yerleşmiştir.268 Yolda giderken gördüğü bir rûyâda kendisine "Ehl-i mârifet senin yolunu gözlüyor, acele et!" dendiğini ve şehre ulaştığında Ramazan ayının sonuna kadar ulemâ ve sulehâdan müteşekkil bir toplulukla halvete oturduğunu söylemesi,269 daha önce Bursa'da önemli miktarda Zeyniyye Tarikatı müntesiplerinin oluştuğunu göstermektedir. Kudsî'nin faaliyet gösterdiği muhit daha sonra bağlı bulunduğu tarikatın isminden dolayı Zeynîler adını almıştır.270 Vefâtı 856 senesi Rebîulevvel ayının başlarında (Mart 1452) meydana gelmiştir.271 Kabrinin yanma daha sonra Zeyniyye Dergâhı inşâ edilmiştir. Abdüllatif Kudsî diğer Zeyniyye meşâyihi gibi mürid yetiştirmenin yanı sıra eser te'lîfine de önem vermiştir. İsmi tesbit edilebilen eserlerinden bir , kısmının nüshaları kütüphânelerde bulunmaktadır. Bunlardan Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz272 ile Tuhfetü vâhibi'lmevâhib fî beyâhi'l-maksmât ve'l-merâtib273 isimli Arapça eserlerin265
266 267
268 269
270 271
272 273
Faruk Sümer, Safevî Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1992, s. 10. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Kara, Mustafa, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1 9 9 0 , 1 , 87. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Güldeste, s. 97; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Sefîne, I, 265. Süleymâniye Ktp., Lâleli, nr. 3745, vr. (3b-47a). Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 , vr. (lb-17a); Düğümlü Baba, nr. 3 7 8 , vr. (lb-12a); Hâlet Efendi, nr. 797, vr. (25b-40b); ayrıca bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552. Keşfü'z-zunûn'da kaydedilen (I, 893) Risâle fî makâmâti ibâdillâhi ve merâtibihim isimli eser muhtemelen yukarıda zikri geçen Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib... isimli eserdir.
de tasavvuf anlayış ve düşüncesini ortaya koymuş, yine Arapça olarak kaleme aldığı Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb274 isimli eserinde ise tasavvufî meselelerle kelâmî konulan birlikte ele almıştır. Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad isimli eserinin bâtıl mezhep ve tarikatlara karşı bir reddiyye olduğu, hoca-talebe münâsebetlerini anlattığı §ifâül-müteellim fî âdâbi'l-muallim ve'l-müteallim isimli eserinde ilmin fazîleti, ilimlerin tasnifi, medrese ilimleri ve metod üzerinde durduğu, Kitâbu'l-emr bi'l-ma'rûf ve'n-nehy ani'l-tnünker isimli eserinde de genel anlamda tebliğin usul ve imkânlarına temas ettiği belirtilmektedir. 275 Kudsî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri şunlardır: İlimlerin kısımları hakkında el-Vesîle li'l-galati müzîle,276 İktibâsü ref'i'l-iltibâs fî beyâni tarîki'n-nâs,277 Nefhatü'l-eshâr ve rthletü'l-eshâr alâ menheci'l-muhtâr ilâ meşhedi'l-envâr. Bu sonuncusu manzumdur.278 Kudsî'nin ayrıca oğlu için yazdığı el-Ikd isimli manzum bir eseri daha vardır ki, bunu yine kendisi ed-Dürrü'l-yetîm fî halli'l-îkdı'n-nazîm ismiyle şerhetmiştir. Burada mürşidi Zeynüddin Hâfî'yi medhettiği beyitler de bulunmaktadır.279 Zeyniyye'nin Anadolu ve Rumeli'de yayılıp tutulmasında en önemli katkının Abdüllatîf Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla olduğu yukarıda belirtilmişti. Öyle anlaşılıyor ki bu tarîkat Horasan, Hicaz, Sûriye ve Mısır bölgelerinde olduğu gibi Anadolu ve Rumeli'de de üst düzey âlimler tarafından temsil edilmiştir. İleride zikredilecek olan zevât bunun en güzel isbâtı niteliğindedir.
274
275 276 277 278 279
Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde iki nüshasının olduğu görünmekteyse de bunlardan Dâru'l-Mesnevî, nr. 116'daki nüsha kayıp, Yazma Bağışlar, nr. 167'de bulunan nüsha ise noksandır. Sekiz varak kadar kalmış olan noksan nüshanın başında kaydedilen bölümlerden eserin muhtevâsı anlaşılmaktadır: Sağlam itikad, zât, sıfat, ef'âl ve sem'iyyâtm isbâtı, şeyhlik mertebesi, şeyh olmanın şartlan ve edepleri, mürîdin edepleri... Mevcut nüshada kelâmla ilgili ilk bölüm bile bilmemektedir. Kara, "Abdüllatîf Kudsî", DİA, I, 2 5 7 - 2 5 8 . Keşfü'z-zunûn, II, 2010. Keşfü'z-zunûn, I, 134-135. Keşfü'z-zunûn, II, 1968. Sehâvî, IV, 328. Sehâvî bu eserden 13 beyti kitabına almıştır.
1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi "Debbağlar imamı" diye meşhur olan Muslihuddin Halîfe'nin hayatı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Mecdî Efendi onu, Debbağlar mahallesindeki Şeyh Şucâuddin Zâviyesi yakınında bulunan mescidinde tam otuz yıl hizmet etmiş bir şeyh olarak tanıtmış ancak tarikatından söz etmemiştir.280 Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi kaynaklarda da mensup olduğu tarikatın adı zikredilmemiş, hakkında sadece birkaç satırlık bilgi ile yetinilmiştir. Fakat adı geçen bu kaynaklarda belirtildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin halîfelerinden Şeyh Vefâ tasavvuf yoluna ilk defa bu zâta intisap etmek sûretiyle girmiş, daha sonra bizzat onun izni ve işâretiyle Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olmuştur.281 Bu olay, Muslihuddin Halîfe'nin Zeyniyye'ye mensup olduğuna bir işâret olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Edirne'nin tarihî eserleri hakkında önemli bir çalışması bulunan Rıfkı Melûl Meriç de Tabak (Debbağ) Hacı Halil-Şeyh Şucâeddin Mahallesi'ndeki Şeyh Muslihuddin Efendi Camii'nin önceleri Zeynî tekkesi iken daha sonra câmiye çevrildiğini belirtmektedir ki, 282 bu da şeyhin Zeyniyye'ye mensup olduğunu te'yid ediyor.283 Öte yandan Taşköp-
280 281
282
283
Mecdî, s. 129; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 269. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 7 ; bu bilgi muahhar kaynaklardan Vassâf'ın Sefîne'sinde de tekrarlanmıştır (I, 269). Şeyh Vefâ hakkında müstakil bir çalışma yapmış bulunan Abdülkadir Erdoğan kaynak göstermeden, Muslihuddin Halîfe'nin İrşadnâme isimiyle te'lif ettiği bir eserini Şeyh Vefâ'ya gönderdiğini ve Abdüllatîf Kudsî ile temasa geçmesini orada tavsiye ettiğini belirtmektedir (Abdülkadir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefekkiri Şeyh Vefa Hayatt ve Eserleri, İstanbul 1941, s. 29). Mecdî Efendi ise eşŞekâik Tercümesi'nde "Mesmûdur.ki Şeyh Muslihuddin Efendi'nin İrşadnâme isimiyle müsemmâ bir risâlesi var idi. Ol risâleyi Şeyh Vefâzâde'ye irsal eyledi" demekte (Mecdî, s. 130), ancak eseri niçin gönderdiğini belirtmemektedir. Rıfkı Melûl Meriç, Edirne'nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, İstanbul 1963, s. 3 7 , 4 5 , 50. Muahhar kaynaklardan Sicill-i Osmânî'de ise Muslihuddin Halîfe'nin Halvetiyye şeyhi olduğu belirtilmiştir (Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, İstanbul 1308-15, Heppenheim, Bergstrasse 1971, IV, 491). Ancak burada Zeyniyye Tarîkatı, daha önce işaret edildiği gibi, Halvetiyye'nin bir kolu olarak
rîzâde ve Hoca Sâdeddin'in ifâdelerinden Abdüllatîf Kudsî'nin onu çok iyi tanıdığı ve onunla görüştüğü anlaşılmaktadır. Her gece yüz rek'at namaz kılmayı ve her iki rekatte bir abdest tâzelemeyi âdet hâline getirdiği nakledilen bu zât hakkında Şeyh Kudsî, "O hakîkat denizlerinden bir denizdir" şeklinde hüsn-i şehâdette bulunmuştur.284 H. J. Kissling, muhtemelen kaynakların verdiği bu bilgilerden yola çıkarak Şeyh Muslihuddin'i Kudsî'nin halîfelerinden biri olarak kaydetmiştir.285 Öyle anlaşılıyor ki o, vefâtına kadar tekkesinde uzun müddet Zeyniyye adına faaliyet göstermiş ve tarikatın Rumeli bölgesinde yayılmasında önemli katkıları olmuştur. Ancak kendisinden sonra yerine kimin geçtiği ve burada hangi tarihe kadar tarîkat faaliyetlerinin sürdürüldüğü bilinmemektedir. Belki de XVI. asır ve sonrasında Zeyniyye'nin diğer bir çok bölgede olduğu gibi Edirne'de de etkisi kaybolmuş ve müntesibi kalmayınca mescid-tekke olarak kullanılan bina câmiye çevrilmiştir. 2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi Sinan/Sinâneddin Ferevî ( ö . l l Rebîulevvel 890/28 Mart 1485) Zeyniyye'nin Rumeli bölgesinde yayılmasını sağlayan önemli şeyhlerden bir diğeridir. Bugün Yunanistan'ın Trakya kesiminde kalan Fere/Ferecik (veya Fire) kasabasından olan Şeyh Sinan, torunlarından birinin Mecdî Efendi'ye naklettiğine göre, tasavvuf yoluna Ayasluğî Ahmed Çelebi diye bir şeyhe intisap etmek suretiyle girmiş, ancak on dört yıl hizmetinde bulunduğu halde seyru sülûkünü tamamlayamayınca izin alıp yanından ayrılmıştır. Bu olaydan bir müddet sonra Ferecik'ten hac için yola çıktığında Bursa'ya uğrayan Şeyh Sinan, burada Abdüllatîf Kudsî ile tanıştı. Hasta ve son anlarını yaşamakta olan Şeyh Kudsî onu müridliğe kabul etti ve hacca gitmekten vazgeçmesini söyledi. Biraz tereddütten sonra şeyhin talebine uyarak hacca git-
284 28s
kabul edildiği için böyle söylendiği anlaşılmaktadır. Zira aynı yerde, Zeyniyye'den olduğu kesin olarak bilinen Abdüllatîf Kudsî için de Halvetiyye şeyhi denilmiştir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 460. Zejnîje Orden, s. 166-167.
mekten vazgeçen Sinan Efendi, dergâhta tam iki hafta samimiyetle şeyhe hizmet etti. Hastalığı ağırlaştığı bir sırada Kudsî müridlerine Sinan Efendi için bir icâzetnâme yazmalarını söyledi ise de, müridler, muhtemelen şeyhin bu talebi rahatsızlığı sırasında yapması ve Sinan Efendi'nin de onlar nazarında henüz iki haftalık bir derviş olması sebebiyle yazmadılar. Ancak şeyh ısrar edip kendilerini azarlayınca yazmak zorunda kaldılar. İcâzetle memleketine dönen Sinan Efendi, Gelibolu'ya vardığında Abdüllatîf Kudsî'nin vefat haberini aldı. Hemen Bursa'ya geri dönmek istedi ise de Gelibolu'daki bâzı meşâyihin tavsiyesine uyarak şeyhinin emri yerine gelsin diye memleketine gitti. Burada bir yıl kaldıktan sonra Abdüllâtîf Kudsî'nin rûhâniyetinden istifâde etmek için Bursa'ya gidip kabrini ziyâret etti. Bu sırada berâberinde getirdiği küçük oğlu vefat edince Kudsî'nin ayağı ucuna defnedilmiştir.286 Mecdî'nin kaydettiği Şeyh Sinan'ın Abdüllâtîf Kudsî'ye halîfe olduğunu gösteren bu bilgilerin yanı sıra, Zeyniyye ricâlinden Şeyh Mehmed b. Sa'dî de (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) onun Kudsî'den hilâfet aldığını belirtmiştir.287 Diğer yandan eş-Şekâik, Tâcü't-tevârîh ve muhtemelen bunlara dayanan Atâî Zeyli'nât Sinan Ferevî'nin, ileride bahsi gelecek olan Kudsî'nin halîfelerinden Tâcüddin Karamânî'nin halîfesi olduğu kaydedilmektedir.288 Bu konudaki farklı kayıtlar muhtemelen Şeyh Sinan'ın Kudsî'den hilâfet alması için iki haftalık sürenin yeterli olamayacağı düşüncesinden kaynaklanmıştır. Ancak onun daha önce bir başka şeyhin on dört sene hizmetinde bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Tasavvuf târihinde herhangi bir şeyhe yıllarca hizmet ettikten sonra gittiği bir başka şeyhin yanında çok kısa sürede sülûkünü ikmâl eden bir çok kişi bulunmaktadır. Meselâ Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Nûreddin Abdurrahman Şirsî, daha önce kaydedildiği gibi, bunlardan birisidir. Bununla birlikte tasavvuf târihinde hizmetinde bulunduğu şeyhin vefâtı üzerine yarım kalan sülûkünü şeyhin halîfesi yanında ikmâl edenler de vardır. Dolayısıyla
Sinan Efendi'nin Kudsî'nin vefatından sonra Bursa'da makamına geçen Tâcüddin Karamanî'nin yanında sülûkünü tamamladığı da düşünülebilir. Ayrıca Şeyh Sinan'ın her yıl gittiği Bursa'da birkaç gün kalarak bâzı kabirleri ziyâret ettiği ve buradaki zevâtın rûhâniyetinden de istifâde ettiği belirtilmektedir.289 Taşköprîzade babası ve dayısından naklen, Şeyh Sinan'ın tarîkat âdâbına riâyette çok titiz davrandığını, bu sebeple Bursa'daki dergâhı ziyâreti sırasında burada postnişîn olan Hacı Halîfe'nin tarîkat âdabına ters bir şey yapmamaları için müridlerini uyardığını kaydetmekte, Taşköprîzâde'nin dayısı ve aynı zamanda Hacı Halîfe'nin yeğeni 290 olan Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'un da (Kuşçu Abdî Çelebi, Ö.954/1547) aralarında bulunduğu bâzı küçük müridleri edebe aykırı davranırlar diye şeyhin huzûruna çıkarmadığını belirtmektedir.291 Atâî'nin "kutbü'l-aktâb ve'l-evtâd" diye andığı292 Şeyh Sinan Efendi, Ferecik'te kurduğu Zeyniyye tekkesinde 11 Rebîulevvel 890 (28 Mart 1485) târihinde meydana gelen vefâtına kadar irşad faaliyetini sürdürmüş, zengin-fakir, şehirli-köylü pek çok kesimden müridi terbiye etmiştir. Sohbetleri ve duâlarıyla orduların muzaffer olması için Fâtih Sultan Mehmed tarafından bir kaç kez sefere götürülmüş olması, 293 başta pâdişâh olmak üzere devlet ricâli nezdinde iyi bir îtibar sâhibi olduğunu göstermektedir. Vefâtından sonra da halk arasında uzun süre şöhretinin devam ettiği, kabrinin özellikle ihtiyaç sahipleri tarafından sıkça ziyâret edildiği belirtilmektedir.294 Buna rağmen kurduğu tekkesi hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh Sinan'dan söz ederken "Ferecik nam kasabada Şeyh Sinan'ın Zeynî tarîkine mensup meşhur bir zâviyesi vardır ve hâlen evlâdı elindedir"
289 290
291
.
286 287 288
Mecdî, s. 2 5 9 . Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Tâcü't-tevârîh, II, 5 3 0 ; Atâî, 80.
292 293 294
Mecdî, s. 259. İsmâil Beliğ'in kaydettiğine göre, Taşköprîzâde'nin dayısı Kuşçu Abdî Çelebi'nin annesi, Şeyh Hacı Halîfe'nin kızkardeşidir (Güldeste, s. 284-285). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 4 - 2 4 5 ; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 5 3 0 - 5 3 1 . Atâî, s. 80. Mecdî, s. 259. Mecdî, s. 259.
demektedir.295 Evliyâ Çelebi Ferecik'te XVII. asırda üç mescid ve iki âdet tekkenin bulunduğunu, mescidlerden birinin Şeyh Sinan Mescidi adını taşıdığını kaydetmekte,296 1310 (1892-93) târihli Edirne Salnâmesi'nde de Ferecik'te bulunan dört adet tekkeden birinin adının Şeyh Sinan Tekkesi olduğu belirtilmektedir.297 Acaba Evliyâ Çelebi'nin haber verdiği tekkelerden biri Şeyh Sinan tarafından kurulan tekke midir? Kaydettiği mescid adını Sinan Ferevî'den mi almaktadır? Ya da Salnâme'de adı geçen tekke Sinan Efendi'nin faaliyet gösterdiği tekke midir? Bu hususta şimdilik bir şey söylenememektedir.298 Şeyh Sinan'ın vefâtından sonra makâmına kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Ancak oğlu Ali Efendi'nin (Şeyh Ali b. Sinan, Ö.970/156263), Bursa'daki dergâhta 900-919 (1494-1513) yılları arasında faaliyet gösterdiği bilinen Safiyyüddin Halîfe'den 299 icâzet aldıktan sonra babasının Ferecik'deki zâviyesinde posta oturduğu ve vefâtma kadar burada irşad faaliyetini sürdürdüğü nakledilmektedir. İstanbul'da devrin âlimlerinden zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girdiği bildirilen Şeyh Ali, rûyâ tâbirindeki mahâreti ve zâhir ve bâtın ilimlerindeki yetkinliğiyle tanınmıştı. Müridleri terbiye ile birlikte halk için vaaz meclisleri de tertip etmekteydi. Halvetiyye şeyhlerinden Nûreddinzâde diye tanınan Mustafa Muslihiddin (ö. Zilkade 98l/Mart 1574), kendisini çekemeyen bâzı kimselerin şikâyeti üzerine yakalanıp hapsedilmesi için ferman çıkartılacağını öğrendiğinde300
295 296 297 298
299 300
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4a. Seyâhatnâme, XVIII, 78. Machiel Kiel, "Ferecik", DİA, XII, 3 7 2 - 3 7 3 . Ekrem Hakkı Ayverdi de Ferecik'deki tekkeleri sıralarken "Şeyh Siyah[?] Tâcüddin Tekkesi" diye bir tekkeden söz etmiştir (Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri [IV] Bulgaristan Yunanistan Arnavudluk, İstanbul 1982, s. 207). Siyah kelimesinin önündeki soru işâreti Ayverdi'ye âittir. Osmanlıca yazılışında "Sinan" ile "Siyah" kelimeleri birbirine çok yakındır. Belli ki kelimede noktalar karıştığı için tam okunamamıştır. Kanâatime göre bunun Sinan diye okunması akla daha yakındır. O takdirde bu tekkenin adının da Sinan Efendi'den gelmiş olabileceği bir ihtimal olarak düşünülebilecektir. İleride Safiyyüddin Halîfe'den bahsedilecektir. Bu olayla ilgili bilgi için bk. Reşat Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Anadolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000, s. 4 8 - 4 9 .
Şeyh Ali'nin dergâhına giderek onunla istişâre etmiş, gizlenmesinin mi yoksa İstanbul'a gitmesinin mi daha uygun olacağını sormuştu? Rivâyete göre Ali Efendi kendisine İstanbul'a gitmesinin daha doğru olacağını belirterek, orada itibarla karşılanacağını hatta kendisine bir zâviye tahsis edileceğini haber vermiş, dediği gibi de olmuştu. Kânûnî Sultan Süleyman devrinin sonlarına doğru (970/1562-63) vefât eden Şeyh Ali'den sonra 301 makamına kimin geçtiği tesbit edilememiştir.302 3.
Molla Fenârî (Şemsüddin Muhammed b. Hamza, ö. Receb 834/ Mart 1431)
Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislâmı olarak bilinen mutasavvıfâlimlerden Molla Fenârî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'den sonra vücud 301 302
Atâî, s. 80. Bursalı Mehmed Tahir Bey Zeyniyye şeyhlerinden olduğunu söylediği Edirneli Ömer b. Hamza'nın Enîsü'l-celîs isimli edebiyat, târih ve ahlâka dâir Arapça eseri adı geçen Şeyh Ali b. Sinan Efendi adına kaleme aldığını, ancak eserin yanlışlıkla İmam Suyûtf'ye nisbet edilerek neşredildiğini belirtmektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 113-114). Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Hacı Mahmud, nr. 1995) bulunan yazma bir nüshasının başına sonradan Ömer b. Hazma el-Üveysî şeklinde not düşülmüştür. Müellif eseri ihvan ve dostlarının ricası üzerine yazdığını girişte belirtmekteyse de Ali b. Sinan adına yazdığına dâir herhangi bir ifâdesi bulunmamaktadır. Öte yandan M. Tahir Bey eserin 986'da (1578) yazıldığını belirtmekte, aynı bilgiyi muhtemelen ondan naklen Hüseyin Vassaf da Sefine'de kaydetmektedir (I, 269). Ancak Atâî'nin kaydına göre Şeyh Ali b. Sinan'ın vefat târihi 970/1562-63'dir (Zeyl-i Şekdik, s. 80). Arada on beş seneden fazla bir zamanın bulunması, eserin Ali b. Sinan adına yazılıp yazılmadığı hususunda tereddütler uyandımaktadır. Muhtelif kütüphanelerde bir çok matbu nüshası bulunan eserin (Mesela bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 596; Beyazıd Devlet Ktp., Veliyyüddin, nr. 4 0 1 0 ; Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 1792, Tırnovalı, nr. 843; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp., Genel, nr. 1270; 3 5 2 4 ; 3815), Bursalı'nm dediği gibi İmam Suyûtî'ye nisbet edildiği görülüyor. Ancak bunlardan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphânesi'ndeki nüshalardan 1270 numaradaki nüshanın başına sonradan "Edirne'de Firecikli vaiz Ali b. Sinan Efendi'nin eseri" şeklinde not düşülmüştür. Diğer bir kısmında da Osmanlı Müellilferi referans gösterilerek Edirneli Ömer b. Hamza'nın eseri olduğuna dair notlar yazılmıştır.
bulan Ekberiyye mektebinin en önemli temsilcilerinden biri olması yanında, değişik tarikatlardan da el almış bulunan bir şahsiyettir. Bu tarikatlar şimdiki tesbitlerimize göre Rifâiyye,303 Ebheriyye (Evhadiyye-Safeviyye/Erdebîliyye)304 ve Zeyniyye'dir. Fenârî'nin Zeyniyye'ye intisap ettiğini görebildiğimiz kadarıyla ilk olarak, Hoca Sâdeddin Efendi Tâcü't-tevârîh'te kaydetmiş, ancak şeyhinin adını zikretmemiştir.305 Bursa Vefeyâtı ile daha sonraki kaynaklardan Osmanlı Müellifleri ve Sefîne-i Evliyâ'da ise onun Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olduğu belirtilmiştir.306 Çağdaş müelliflerden A. Zeki Velidî Togan ve İ. Hakkı Uzunçarşılı da Kudsî'ye intisap ettiğini belirtmektedirler.307 Öte yandan Taşköprîzâde eserinde Abdüllatîf Kudsî'nin Anadolu'ya gelişi üzerine onu medih sadedinde Fenârî'nin söylediği "Kadimte bilâde'r-Rûmi yâ hayra kadimin=Ey Anadolu'ya gelenlerin en hayırlısı" diye başlayan dokuz beyitlik Arapça şiirini, Kudsî'nin de ona "Elâ yâ imâme'l-asri yâ hayra kâimin=Ey zamanımızın önderi..." şeklinde başlayan on beyitlik cevâbını kaydetmiş, ancak Fenârî'nin intisabından söz etmemiştir.308 Ismâil Beliğ de Fenârî'nin Kudsî için söylediği şiiri "Abdüllatîf Kudsî hazretlerine muhib ve dildâde olup..." şeklinde bir ifâdeyle Kudsî'ye muhabbetinin bir semeresi olarak değerlendirmiştir.309 Ancak Beliğ'in XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde (1722) kaleme aldığı Güldeste'deki "muhib" kelimesini "mürid" anlamında kul303
304
305 306
307
308 309
bk. Kemâl b. Ahmed Ahlatî, Münevvirü'l-ezkâr fî zikri silsile-i meşâyîh, Üsküdar Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 253, vr. 17a. Molla Fenârî Ebheriyye tarikatından üç ayrı silsile ile icazet almıştır. Silsilelerden biri Safeviyye (Erdebiliyye) tarikatı üzerinden, diğer ikisi de Evhadiyye tarikatı üzerinden Ebheriyye'ye ulaşmaktadır (bk Harîrîzâde, Tibyân, I, 32b, 172b; II, 221b). Bu silsileler ve Molla Fenârî'nin intisap ettiği diğer tarikatlarla ilgili geniş bilgi için bk. (Reşat Öngören, "Osmanlı Devleti'nin İlk Şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Tasavvufî Yönü", Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2 0 0 2 , XI, 114-119). Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 3 . Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Osmanlı Müellifleri, I, 3 9 0 ; Vassâf, Sefîne, I, 267. A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Târihine Giriş, İstanbul 1981, s. 377378; Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, I, 533. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26-27. Güldeste, s. 2 4 2 .
lanmış olabileceğini de düşünmek gerekir. Nitekim XVI. yüzyılın ikinci yarısında Mehmed Mecdî Efendi (Ö.1591) tarafından yapılan eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercümesi ile XVII. yüzyılın ilk yarısında Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) tarafından kaleme alınan Türkçe Bursa Vefeyâtı'nda "muhib" kelimesinin "mürid" anlamında kullanıldığı görülmektedir.310 Eğer Fenârî Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olmuş ise, muhtemelen bu, Sehâvî tarafından kaydedilen ilk Anadolu seyâhati sırasında gerçekleşmiştir. Bursa Vefeyâtı, Yâdigâr-ı Şemsî ve Sefîne'deki Kudsî ile Bursa'ya yerleştiğinde (ikinci seyahat) buluştuğuna dâir kayıtların,311 o târihte Fenârî hayatta olmadığı için yanlışlığı ortadadır. İlk seyahat sırasında Kudsî ile Sultan II. Murad'ın görüşmek için yanına kadar gitmiş olması, 312 şeyhin Osmanlı topraklarına girdiğini hatta başkent Edirne'de bir müddet kaldığını göstermekte,313 bu arada sohbetlerine katılan önemli kişiler 314 arasında Osmanlı ileri gelenlerinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Molla Fenârî Kudsî'ye bu seyâhati sırasında intisap etmiş olabilir. Bunun yanı sıra çağdaş araştırmacılardan Hüseyin Hüsâmeddin (Yasar) kaynak belirtmeksizin Molla Fenârî'nin 821'de büyük oğlu Muhyiddin Muhammed Şah Çelebi ile birlikte çıktığı hac yolculuğunda Mısır'a giderek Horasan'dan Zeynüddin Hâfî'nin gelmesini beklediğini,315 822'de Hâfî ile birlikte Kudüs'ten hacca gidip tekrar Kudüs'e döndüklerini kaydetmektedir.316 Görebildiğimiz kaynaklar310
311
312 313
314 315
316
bk. Mecdî, s. 2 5 9 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Mecdî Efendi tercümesinde "muhib" kelimesi çoğul hâliyle "ahibbâ" şeklinde kullanılmıştır. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Sefîne, I, 265. Sehâvî, IV, 327. Abdüllatîf Kudsî'nin Edirne'de "debbağlar imamı" diye tanınan Şeyh Muslihuddin hakkında "O hakîkat denizlerinden bir denizdi. Devamlı tefekkür ve istiğrak hâlinde bulunurdu" şeklindeki hüsn-i şehâdeti de (Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 0 ) adı geçen şehirde bu şeyhle görüştüğünü, dolayısıyla Edirne'de kaldığını göstermektedir. Sehâvî, IV, 3 2 7 . Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", Türk Târih Encümeni Mecmûası ÇTTEM), XCV (1926), s. 383. Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", TTEM, XCVI (1928), s. 148.
da Fenârî'nin 822 senesinde hacca gittiği, 317 Medîne'de bulunduğu sırada orada vefat eden Nakşibendiyye şeyhi Muhammed Pârsâ'nm cenâze namazına katıldığı,318 hac dönüşü Kudüs'e, oradan da Mısır sultânının dâveti üzerine Kâhire'ye giderek sultanla ve ileri gelen âlimlerle görüştüğü belirtilmiş,319 yine bu târihte Zeynüddin Hâfî'nin o bölgede olduğu, Mısır'da hazırlatıp getirdiği beyaz taşı Pârsâ'nın kabri başına diktirdiği tesbit edilmiştir.320 Ancak bu kaynaklarda Fenârî'nin Zeynüddin Hâfî ile görüşüp görüşmediği husûsuna temas edilmemiştir. Kenâatimize göre Fenârî'nin bu sırada Zeynüddin Hâfî ile buluşmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak sırf görüşmüş olmalarından yola çıkarak ona mürid olduğu söylenemez. Nitekim Hüseyin Hüsâmeddin de herhangi bir intisaptan söz etmemiştir. Şeyhülislâlık makamına kadar yükselmiş bir âlim olan Molla Fenârî'nin el aldığı tarîkatlar arasında Zeyniyye'nin de bulunması, bu tarîkatın Anadolu'da halkla birlikte devlet ricâli ve ilmiye mensupları arasında yayılmasına önemli katkılar sağlamış olmalıdır. Tarîkat şeyhleri gibi başına tâc giydiği belirtilen Fenârî'nin 321 mürid yetiştirmekle meşgul olup olmadığı bilinmemektedir. Velûd bir yazar olan Molla Fenârî'nin tasavvuf kelâm, mantık, tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, Arap dili ve edebiyâtı gibi konularda pek çok eser kaleme aldığı görülmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir eserlerinin adedinin yüzü geçtiğini belirtir. 322 Sadreddin Konevî'nin vücûd, vücud mertebeleri vb. konuları ele aldığı Miftâhu'l-gayb isimli Arapça eserine Misbâhu'l-üns adıyla yine Arapça olarak bir şerh yaz317
318
319
320
321 322 323
İbn Hacer el-Askalânî, İnbâü'l-gumr bi-enbâi'l-umr, Beyrut 1986, VII, 3 7 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 1 ; Güldeste, s. 240. Nevâî, Nesâyim, 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 91-92. İbn Hacer, İnbâü'l-gumr, VII, 378; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 1 ; Güldeste, s. 240. Nevâî, Nesâyim, 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 91-92. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 25. Osmanlı Müellifleri, I, 390. Bu eserin ilmî neşri Konevî'nin metniyle birlikte Muhammed Hâcevî tarafından gerçekleştirilmiştir (İran 1416 h.)
mış, 323 burada tasavvufî anlayışla kelâmî görüşleri birbirine yaklaştırmaya çalışmıştır. Fâtiha sûresinin tefsîri sadedinde kaleme aldığı Aynü'l-a'yân isimli eserinde de 3 2 4 muhtelif mes'eleleri anlatırken tasavvufla kelâmı mezcettiği görülmektedir. Yine Arapça olarak kaleme aldığı bir risâlesinde de 325 tasavvuf ehlini ve uyguladıkları âdab ve erkânı savunmuştur. Giriş kısmında risâleyi yazmasının sebebini şöyle açıklamaktadır: "Bâzı kimseler tasavvuf ehlinin yaptıklarını bid'at, tavırlarını gösteriş ve aldatma, sözlerini de yalandan ibâret zannetmektedirler. Oysa ben biliyorum ki onlar Peygamber'den mîras olarak aldıklarını uyguluyor, Kitap ve Sünnet'in gösterdiği sağlam ve emin bir yolda yürüyorlar." 326 Vefâtına "Cennetü'l-firdevs" terkibinin târih düşürüldüğü (834) Fenârî'nin kabri Bursa'da kendi yaptırdığı câmînin hazîresindedir.327
4.
Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali b. Muhammed, ö. 875/1470-71)
Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında Alâeddin Ali b. Muhammed eş-Şahrûdî el-Bistâmî'nin de önemli katkıları olduğu anlaşılmaktadır. Çok genç yaşta eser te'lîfiyle meşgul olduğu için "Musannifek" lâkabıyla anılan Şeyh Alâeddin Ali, Horasan'ın Bistam şehrinin Şahrud köyünden olup nesli Fahreddin Râzî'ye dayanır. İlim tahsilini dokuz yaşında gittiği Herat şehrinde tamamlamıştır. Zeyniyye tarîkatı şeyhlerinden olduğu ve irşad icâzetini Zeynüddin Hâfî'nin bir halîfe324 325
326
327
Arapça olan bu eser Hicrî 1325 senesinde İstanbul'da neşredilmiştir. Sûfiyyenin Libas ve Etvâr ve Meslekine Dâir îtirâzâta Reddiye, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, vr. (lb-18b). Eserin giriş kısmında müellif adını Muhammed b. Hamza şeklinde kaydetmiş ve neslinin Şihâbüddin Sühreverdî'den geldiğini belirtmiştir (vr. 2a). Molla Fenârî eserin sonunda konuyla ilgili kaynakları zikretmiştir. Bunlar arasında Zeynüddin Hâfî'nin de bir risâlesi (adı zikredilmemiş) bulunmaktadır. Fenârî'nin tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı diğer eserleri için bk. Mustafa Aşkar, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara 1993, s. 93-96. Güldeste, s. 2 4 1 ; Osmanlı Müellilferi, I, 390.
sinden aldığı belirtilmekle birlikte, 328 şeyhinin adı kaydedilmemiştir. Bununla birlikte onun 848'de (1444), Herat'tan Anadolu'ya geldiği bilinmektedir.329 Herat şehrine ise ilim tahsili için gittiği çocukluk ve gençlik döneminden sonra ikinci olarak, Hoca Sâdeddin'in kaydına göre 838'de, 330 Taşköprîzâde'ye göre ise 839'da (1435-36) 3 3 1 gitmiş ve eserlerinden bir kısmını burada telif etmiştir. Buna göre Herat'a Zeynüddin Hâfî'nin vefat ettiği sene ya da vefâtından bir sene sonra gittiği ve burada en az on sene kaldığı anlaşılmaktadır. O târihlerde mezkûr şehirde faaliyet gösteren Zeynüddin Hâfî'nin iki önemli halîfesi vardır: Muhammed Tebâdegânî ve Sadreddin Revvâsî.332 Eğer Musannifek Anadolu'ya gelmeden önce Zeyniyye tarikatına girmiş ise, muhtemelen, ilmiye mensuplarının da büyük rağbet gösterdiği bu iki zâttan birine intisap ederek sülûkünü tamamlamıştır. Eğer Herat'ta tarikata girmedi ise o takdirde 848'de (1444) Anadolu'ya geldiğinde, Zeynüddin Hâfî'nin buradaki halîfelerinden Abdüllatîf Kudsî ile karşılaşarak intisap etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zîra Musannifek'in hangi târihlerde olduğu lcaydedilmemekle birlikte Konya'da müderrislik yaptığı belirtilmektedir.333 Abdüllatîf Kudsî'nin de bu şehirde bir müddet faaliyet gösterdiği yukarıda kaydedilmişti. Musannifek'in sûfî abâsı ve tâcı giydiği ve irşad için icâzetli olduğu açıkça belirtilmekle birlikte 334 tasavvufî faaliyetlerini nerelerde sürdürdüğü, kendisinden sonra halîfe bırakıp bırakmadığı kaydedilmemiştir. Fıkıh, tasavvuf, kelâm, mantık, tefsir, hadis, gramer gibi sahalarda Arapça ve Farsça pek çok önemli eser kaleme almış olan Musannifek, Fâtih Sultan Mehmed ve sadrâzamı Mahmud Paşa tarafından da takdir edilen mutasavvıf-âlimlerdendi. Vezirler için bir kısım nasîhatları ihtiva eden Farsça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi Mahmud Paşa için kaleme almış, yine Farsça olan tefsîrini de (el-Muhammediyye
fî tefsîri'l-Kur'an) Fâtih'in talebi üzerine te'lîf etmiştir.335 Tasavvufî mâhiyette olan Arapça Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz isimli eseri ise 336 Osmanlı klasik döneminde tasavvufla kelâmın mezcedildiğini gösteren önemli eserlerden biridir. Burada "âriflerin önderi, şeyhimiz, tâliplerin mürşidi, şeriat bayrağını yücelten" gibi vasıflarla andığı Zeynüddin Hâfî'nin Risâle-i Kudsiyye isimli eserinden de alıntı yapmıştır (22a). Musannifek'in tasavvufî mâhiyette olan bir diğer eseri ise Mesnevî'nin bâzı kısımlarına yazdığı Farsça şerhtir.337 Hicrî 803 senesinde doğan Musannifek 875 senesinde İstanbul'da vefat etmiş ve Eyüp'te Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin kabri civârına defnedilmiştir.338 5. Tâcüddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı Abdüllatîf Kudsî'den sonra Bursa'da makamına oturan halîfesi Tâcüddin İbrâhim Karamânî'dir (ö. Safer 872/Eylül 1467). Aslen Manavgatlı olan Tâcüddin İbrâhim, Yahşî Fakih diye bilinen bir zâtın oğludur. Eğirdir'de Pîrî Halîfe Hamîdî'nin (Pîr Muhammed Hûyî) yanında zâhir ilimleri tahsil etmekte iken, Abdüllatîf Kudsî'nin Konya'ya geldiğini duyup hocasıyla birlikte ziyâretine gitmişler ve birlikte zikir almışlardır. Hoca ve talebe bir müddet Kudsî'nin hizmetinde bulunduktan sonra Eğirdir'e dönmek istediklerinde, şeyh Pîrî Halîfe'ye "Molla Tâcüddin'i bize bırakınız" diyerek onu yanına almıştır. Bir müddet Konya'da kaldıktan sonra Kudsî ile birlikte Bursa'ya giden Tâcüddin İbrâhim, burada seyru sülûkünü ikmâl etmiş ve Kudsî'nin 1452'de vefâtı üzerine makamına oturmuştur.339 Kaydedildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin vefâtından sonra Tâcüddin İbrâhim müridleriyle birlikte şeyhin kabri yanında uzun müd335 336
328 329 330 331 332 333 334
Taşköprîzâde, Taşköprîzâde, Tâcü't-tevârîh, Taşköprîzâde, bk. "Tarikatın Taşköprîzâde, Taşköprîzâde,
eş-Şekâik, s. 163-164, 166; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 1 - 4 9 2 , 494. eş-Şekâik, s. 164; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 3 . II, 4 9 3 . eş-Şekâik, s. 164. Horasan'da Yayılışı" bölümü. eş-Şekâik, s. 165; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 4 . eş-Şekâik, s. 166; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 4 .
337
338 339
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 493-494. 866'da (1462) Edirne'de kaleme alınan bu eserin bir nüshası için bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 5 1 3 , vr. lb-213b. Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Nâfiz Paşa, nr. 604'de vr. lb-119a) bulunan bir nüshası muhtemelen müellif hattıdır. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 163, 165; Tâcü't-tevârîh, II, 492, 494. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 - 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 113; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 0 - 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 73a-74a; Güldeste, 97-98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367.
det evrâd u ezkâra devam etmiştir.340 Bunun üzerine Kudsî'yi çok eskiden tanıyıp seven îranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş kabrin etrafındaki arsayı satın alarak dervişler için zâviye, mescid ve abdesthâne yaptırdı.341 Daha sonra buraya bâzı hayır sahipleri, gelirleriyle dervişlerin ihtiyaçları karşılanmak üzere bir kısım dükkan, ev ve değirmen vakfetmiş,342 Fâtih Sultan Mehmed tarafından da Yıldırım Câmii'ne giden sudan bir parmak bu külliyeye verilmesi emredilmiştir.343 Tekkenin yanındaki suyun vaktiyle bizzat Abdüllatîf Kudsî tarafından bulunduğu söylenir. Şeyh Ahmed Gazzî bu suda zemzem lezzeti olduğunu belirtmektedir.344 Mehmed b. Sa'dî'nin açıklamalarından, burada zâviye ve mescid olarak iki ayrı bina değil, her iki ihtiyaca da cevap verecek şekilde tek bir bina yaptırıldığı anlaşılmaktadır.345 Güldeste ve Yâdigâr müelliflerinin mescidden söz etmeksizin, sâdece zâviye yaptırıldığım belirtmiş olmaları da bunu te'yid etmektedir.346 Ayrıca buraya Şeyh Tâcüddin'in izni ile Bursalı Hoca Ramazan tarafından bir mescid yaptırılarak kubbesi kurşunla kaplatılmış, daha sonra bu mescid Kazasker Muallimzâde Ahmed Efendi tarafından Bursa kadısı olduğu sırada câmiye çevrilerek Muallimzâde Câmii adım almıştır.347 Bunların yanı sıra kaynaklarda belirtildiğine göre Tâcüddin Karamânî'nin bir ara Uludağ'a çıkarak inzivâya çekildiği mahale, Kastamonu340 341
342 343 344 345 346
347
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 7 . Atâî'nin kaydından Bursa'daki dergâhın Abdüllatîf Kudsî tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktaysa da (s. 63), yukarıdaki bilgiler bunun böyle olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte Atâî'nin kaydını, Bursa'da ilk olarak Zeyniyye âit bir zâviye Abdüllatîf Kudsî tarafından kurulmuştur şeklinde anlamak da mümkündür. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 74b; Güldeste, 9 8 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Kazasker Muallimzâde Ahmed Efendi'nin babası Muallimzâde Şeyh Muslihuddin Mustafa, yukarıda zikredilen Zeyniyye Dergâhı'nda posta oturmuş olan şeyhlerdendir. İleride kendisinden bahsedilecektir.
lu Hoca Rüstem tarafından derviş hücreleri yaptırılmıştır.348 "Sûfîler yaylağı" diye meşhur olan bu mahalde bir de hamamın bulunduğu, çevresinde daha sonra bir çok bina yaptırıldığı belirtilmektedir.349 Baldırzâde'nin Vefeyâtnâme'si ile Güldeste ve Yâdigâr"daki kayıtlardan Hoca Rüstem'in derviş hücrelerini Bursa'da Zeyniyye hankâhı yanında yaptırdığı anlaşılmaktaysa da, 350 önceki kaynakların verdiği bilgiler daha doğru olmalıdır. t Zeyniyye adına bu şekilde binâların yaptırılmış olması, tarikatın Bursa'da geniş bir taraftar bulduğunu gösteriyor. Dergâhta görevli Çanakçı Dede'nin "Bir gecede halvetteki dervişlere 110 çanak yemek dağıttım" şeklindeki sözü de 351 Zeyniyye'ye gösterilen rağbetin bir ifâdesidir. Tâcüddin İbrâhim'e mürîd olduğu anlaşılan Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa'nın 352 Rumeli'de bir harp sırasında komuta ettiği askerlerin mağlup olacağından korkunca şeyhinin rûhâniyetinden yardım istemiş olması, 353 Tâcüddin Efendi'nin etkisini ve mânevî nüfûzunu göstermesi bakımından önemlidir.) Ayrıca Veliyyüddinzâde'nin yazdığı bir şiir de, şeyhin paşa üzerindeki tesirini gösteren önemli bir belge niteliğindedir: Emîn-i mahzen-i esrâr Şeyh Tâcüddin Bahâr-ı ravza-i envâr Şeyh Tâcüddin Dili hazâin-i hikmet kilidine miftah 348
349 350 351
352
353
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 . Muhtemelen Şeyh Tâcüddin'in müridlerinden olan Bostancı Dede'den naklen kaydedildiğine göre, Tâcüddin Efendi bir ara gizlice Uludağ'a çıkarak ıssız bir yerde inzivâya çekilmiş, dervişler kendisini günlerce aradıktan sonra bulabilmişlerdi. Daha sonra bu mahal Zeyniyye mensupları tarafından bir ziyâretgâh hâline getirilmiş ve Hoca Rüstem tarafından buraya derviş hücreleri yaptırılmıştır (bk. kaydedilen yerlerde). Tâcü't-tevârîh, II, 461. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 74a; Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Ahmed Paşa'nın, ileride kaydedileceği gibi, Tâcüddin Efendi'den sonra da Şeyh Vefâ'ya intisap ettiği anlaşılmaktadır. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.
Emîn-i Ahmed-i Muhtâr Şeyh Tâcüddin Cemâli gülşen-i cennetten ide müstağni Kime ki arz ide dîdâr Şeyh Tâcüddin Harîni-i Kâbe-i dilde sorulsa mürşid-i Hak Çağıra her der ü divar Şeyh Tâcüddin Pür oldu Gülşen-i Ravz'a nevâ-yı Mantık-ı Tayr Çün oldu bu deme Attar, Şeyh Tâcüddin Nesîm-i lutf-i deminden zülâli feyzi ile Cihânı eyledi gül-zâr Şeyh Tâcüddin Dem-i Mesih ki hulk-i Muhammedi'den olur Tabîb-i her dil-i bîmâr Şeyh Tâcüddin Fenâ vü fakr harîminde oldu Merve haki Safây-ı Kâbe-i esrâr Şeyh Tâcüddin Ya bahr-i rahmet-i Hakdır ki lutf-i mevcile ider Nisâr-ı gevher-i şeh-vâr Şeyh Tâcüddin Ya âlem-i dil ü cân yapmağ içun olmuşdur Binâ-yı âleme mîmar Şeyh Tâcüddin Uyandı subh-i ezelde ki hâb-ı gafletten Bu halkı eyleye bîdâr Şeyh Tâcüddin Mürid olursan ona ol ki irâdetin itti Medâr-ı kubbe-i devvâr Şeyh Tâcüddin Kabul-i nâfesin açsa nesîm-i hulk ile ider Cihân-ı nâfe-i Tatar Şeyh Tâcüddin Belâ vü derde giriftardur dil-i bîmâr Demidürür ki ide timar Şeyh Tâcüddin Hucûm-i leşker-i gamdan halâs olur Ahmed Olur ise ona gam-har Şeyh Tâcüddin.354
Tâcüddin İbrâhim olduğu açıkça belirtilmiştir.356 Safer 872 târihinde meydana gelen ve'fâtına kadar Hicrî takvim hesâbıyla 16 sene irşad faaliyetinde bulunan Tâcüddin İbrâhim'in kabri Abdüllatîf Kudsî'nin yanındadır.357 Yukarıda adı geçen Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa tarafından kabri üzerine türbe yaptırılmıştır.358 Anadolu'nun yanı sıra Arap ve Acem'den de pek çok mürîde sahip olduğu kaydedilen Şeyh Tâcüddin'in 359 yetiştirdikleri arasında Süleyman Halîfe, Boyabatlı Şeyh Kemâl, Mevlâ Ayas ve kendisinden sonra makamına oturan Hacı Halîfe gibi zâtlar bulunmaktadır. Hakkında yeterli bilgi elde edemediğimiz Süleyman Halîfe Taşköprîzâde'nin belirttiğine göre, İstanbul'da Zeyrek Câmii yakınına yerleşerek inzivâ hayâtını tercih etmiş, şeyhi Tâcüddin İbrâhim'den icâzet aldığı halde irşadla meşgul olmamıştır.360 Ayvansarâyî onun inzivâya çekildiği mescidin kiliseden çevrildiğini belirtmekte ve adını "Şeyh Süleyman Mescidi" şeklinde kaydetmektedir. Ayvansarâyî ayrıca şeyhin kabrinin de orada olduğunu belirtmiştir.361 Zâhir ilimlerine de vâkıf olan Süleyman Halîfe'nin evlenmeyip mücerred bir hayat sürdüğü nakledilmektedir. Kendisine neden mürid yetiştirmediği sorulduğunda, "Şeyhim bana, eğer bir tâlib senden irşad edilmeyi ister, sen de onun irşâdının başkası eliyle olamayacağını anlarsan o zaman müridliğe kabul et, diye nasîhat etmişti. Şimdiye kadar böyle birisine rastlamadım" diye cevap vermiştir.362 H. J. Kissling, eş-Şekâik'te onun
356
357
Yâdigâr müellifi Mehmed Şemsüddin Bursa'daki dergâhta ilk postnigîn olarak Abdüllatîf Kudsî'yi göstermişse de, 355 dergâhın Kudsî'nin vefâtından sonra yaptırılmış olması bunun yanlışlığını ortaya koymaktadır. Ayrıca Bursa Vefeyâtı'nâa dergâhta ilk posta oturanın
3ÎS
359 360 354 355
Ahmet Paşa Dîvânı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992, s. 41-42. Yâdigâr-ı Şemsî, s. 365.
361 362
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm, III, 1607. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Yukarıda sözü edilen Rumeli'deki savaş sırasında Şeyh Tâcüddin'in mânevî yardımıyla galip geldiğine inanarak sefer sonrası şeyhin kabrinin üstüne türbe yaptırmıştır (bk. kaydedilen yerde). Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249. Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmi', İstanbul 1 2 8 1 , 1 , 131. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249.
Şeyh Sinan Halîfe diye bir halîfesinden bahsedildiğini363 belirterek, Süleyman Halîfe'nin irşad faaliyetinde bulunduğunu, yukarıdaki sözlerinin ise küskünlükten kaynaklanan bir mübâlağa olabileceğini ileri sürmüşse de, 364 Sinan Halîfe'nin şeyhi olduğu belirtilen Süleyman Halîfe'nin, söz konusu olan Zeyniyye şeyhi Süleyman Halîfe olduğu belli değildir. Tâcüddin Karamânî'nin bir diğer halîfesi Şeyh Kemâl Boyabatlıdır. Hayâtı ve faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi bulunamamıştır. Taşköprîzâde, ulemâdan "İbnü'ş-şeyh" diye bilinen oğlu Mevlâ Abdullah vesilesiyle onun adını zikretmekte ve Şeyh Tâcüddin'in halîfelerinden biri olduğunu haber vermektedir.365 Oğlunun da müderrislikten emekli olduktan sonra tarîkat şeyhlerinin sohbetlerine katıldığını belirtmişse de intisâbından ve tarikatından söz etmemiştir.366 Tâcüddin Karamanî'nin bir başka halîfesi Bursalı Mevlâ Ayas (Ö.861/1457) Fâtih Sultan Mehmed'in küçüklüğünde hocalığını yapan önemli âlimlerdendir.367 Aynı zamanda hattat olduğu da belirtilmektedir.368 Şeyh Tâcüddin'den irşad için icâzet aldıktan sonra Bursa'da zamânmı ilim ve ibâdetle geçirdiği, özellikle mütâlaa ettiği kitapların kenarına notlar düşerek bir kısım hâşiyeler vücûda getirdiği kaydediliyor.369 Zeyniyye meşâyihi nezdinde "zamânın kutbu" olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.370 Yavuz Sultan Selim devri ricâlinden
363 364 365 366 367 368
369 370
bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 542. Kissling, Zejnîje Orden, s. 170. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 514. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 515. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 5 . Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928, s. 133-134. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 495-496. eş-Şekâik'in iki ayrı yerinde (s. 170, 3 4 7 - 4 4 8 ) ve Tâcü't-tevârîh'te kaydedildiğine göre (II, 4 9 6 ) ileride bahsi gelecek olan Zeyniyye meşâyihinden Âşıkpaşazâde, beraberinde hacca götürdüğü müridlerinden Seyyid Velâyet'e, Arafat'ta imamın sağında bulunan kişinin zamanın kutbu olduğunu söylemiş ve "Bak bakalım o zâtın kim olduğunu tanıyabilecek misin?" demiştir. Seyyid Velâyet dikkatlice baktığında imamın sağında duran kişinin, o sene hacca gitmeyip Bursa'da kalmış olan Mevlâ Ayas olduğunu farketmiş.
"Bursa İmamı" diye bilinen Şeyh Muslihuddin Efendi'nin (ö. ?) seyru sülûkünü Mevlâ Ayaş'ın yanında tamamladığı belirtildiğine göre, 371 mürid yetiştirmekle de meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun vâsıtasıyla Zeyniyye'de ayrı bir silsilenin meydana gelip gelmediği tesbit edilememiştir. Müstakimzâde vefâtınm "kurretü'l-ayn" terkibinin delâlet ettiği 861 (1457) senesinde Bursa'da meydana geldiğini kaydetmektedir.372 a.
Hacı Halîfe (Abdullah Kastamonî, ö. Cemâziyelâhir 894/Mayıs 1489)
Hacı Halîfe diye bilinen Kastamonulu Şeyh Abdullah, Tâcüddin İbrâhim'den sonra Bursa Zeyniyye Dergâhı'nda makâmına oturmuş olan önemli halîfesidir.373 Şeyhin ismi ve lâkabı hakkında kaynaklarda bir ihtilaf bulunmamakla birlikte, Lâmiî Çelebi'nin adım "Abdullah b. Hacı" şeklinde,374 İsmâil Beliğ'in ise "Hacı Halîfe b. Vefâ" şeklinde kaydetmiş olması, 375 babasının ismi husûsunda ittifak olmadığını göstermektedir. Önce zâhir ilimlerini tahsil eden Hacı Halîfe, daha sonra Şeyh Tâcüddin'e intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiş ve sülûkünü tamamlayarak icâzet almıştır.376 Kaynaklarda alçak gönüllü, cömert, ilimle mârifeti şahsında birleştirmiş bir şahsiyet şeklinde takdim edilen şeyhin, rûyâ tâbirinde mâhir olduğu özellikle belirtilir. Bir kısım önemli meselelerde ilmiyye mensuplarının sık sık kendisine danışmaları, ayrıca ilm-i zâhirde de üstünlüğünü göstermektedir. Kendisiyle ilmî istişârelerde bulunanlar arasında, zamanın Bursa kadısı meşhur sahn müderrislerinden Kadızâde de [Mevlâ Kasım] vardır.377 Târihçi Hammer onu "hakîm mutasavvıf" vasfıyla 371 372 373
374 375 376
377
bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 2 9 . Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 134. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 - 2 4 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 - 5 3 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 77a; Güldeste, s. 99; Harîrîzâde, Tibyân, II, 107a; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 8 ; Vassâf, Sefîne, I, 266. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556. Güldeste, s. 99. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 - 2 4 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 - 5 3 0 ; Güldeste, s. 99; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 368. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 , 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 1 - 2 4 3 ; Tâcü't-tevârîh, II, 530.
anmış ve irâde-i ilâhiyye ve cebir ile ilgili bir risâle kaleme aldığını belirtmiştir.378 -Küçüklüğünde babasıyla birlikte Hacı Halîfe'yi ziyâret edip elini öptüğünü belirten Lâmiî Çelebi, onun sözlerini bir dervişinin derlediğini bildirmekteyse de, 379 bu derlemenin günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. eş-Şekâik müellifi Taşköprîzâde'nin "Şöhreti ufukları tutan şeyh" diye tanıttığı Hacı Halîfe 380 ile birlikte Bursa'daki Zeyniyye hânkâhımn "Hacı Halîfe Zâviyesi" diye de anılmaya başlamış olması, 381 şeyhin şöhreti yanında etkisini de göstermesi bakımından önemlidir. Ancak buna rağmen hayâtı hakkında kaynaklarda pek fazla bilgi verilmemiştir. Mecdî'nin kaydına göre bir ara kâfir diyârında (isim zikredilmemiştir) esir edilip hapsedilmiş, bu sırada bir rahibin,müslüman olmasını sağlamıştır. Esâretten kurtulması ise, ülkenin ileri gelen âilelerinden birine mensup olduğu anlaşılan bir kızın derdine duâsıyla çare bulduğu için, âile fertlerinin yardımıyla gerçekleşmiştir.382 Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhtan başka Giresun'un Espiye ilçesine bağlı Tekke köyünde Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Hâtun'un (ö.911/1505-06) desteğiyle kendi adına kurulan tekkede de 383 bir müddet faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Ancak burada hangi târihlerde şeyhlik yaptığı ve kendisinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Tekkenin adının 929 (1523) târihli tapu 378 379 380 381
382 383
Hammer, III, 240. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 109. Mecdî, s. 258. bk. Naci Yüngiil, "Giresun'un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim'in Te'sîs Ettiği Gülbahar Hâtûn Tekkesi Vakfına Âit Vesîkaların Değerlendirilmesi", VD, X V (1982), s. 106; Hâşim Karpuz, "Giresun'un Espiye İlçesine Bağlı Tekke Köyündeki Gülbahar Hâtûn 'Hacı Abdullah' Zâviyesine Bağlı Yapılar", VD, X V (1982), s. 117. Hâşim Karpuz kaydedilen makalesinde Hacı Abdullah Halîfe'nin Nakşibendiyye'ye mensup olduğunu belirtmişse de (s. 119), Nakşibendiyye'ye mensup Hacı Halîfe'nin [Menteşeli] başka bir zât olduğu ve Kanûnî Sultan Süleyman devrinde faaliyet gösterdiği bilinmektedir (bk. Öngören, Osmatıltlar'da Tasavvuf, s. 134-135).
defterinde "Hacı Abdullah Halîfe Zâviyesi" diye kaydedildiği halde, 950 (1543) târihli vakfiyede "Gülbahar Hâtûn Tekkesi" diye kaydedilerek, 384 Hacı Halîfe'ye ya da herhangi bir Zeyniyye şeyhine nisbet edilmemiş olması, buranın Zeyniyye ricâlinin tasarrufu altında devam edip etmediği husûsunda şüphe uyandırmaktadır. Hacı Halîfe Cemâziyelâhir 894 (Mayıs 1489) senesinde Bursa'da vefat etmiş ve şeyhi Tâcüddin İbrâhim Karamânî'nin yanına defnedilmiştir.385 Yanında yetişen çok sayıda mürîdi arasında sadrâzamlardan İbrâhim Paşa, kazaskerlerden Alâeddin Ali Fenârî, kadılardan Şüca' Çelebi, müderrislerden Mehmed Efendi ve üveysî-meşrep Rüstem Halîfe gibi şahsiyetlerin bulunması, Zeyniyye'nin bu dönemde halkın yanı sıra devlet ricâli ve ilmiye mensuplarının ileri gelenleri arasında da yayılmaya devam ettiğini göstermektedir. Hacı Halîfe'ye mürid olduğu bildirilen İbrâhim Paşa (Ö.905/1499), Sultan II. Bâyezid döneminde sadrâzamlığa kadar yükselmiş bir devlet adamı olup, Osmanlı Devleti'ne kuruluşundan îtibâren bir çok âlim ve devlet adamı yetiştirmiş olan Çandarlı âilesine mensuptur. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'e göre babası Sadrâzam Halil Paşa Fatih Sultan Mehmed tarafından azledildikten sonra İbrâhim Çelebi de kadılık vb. vazifelerden peyderpey azledilerek en düşük makam olan ihtisab eminliğine kadar indirilince devlet hizmetinden ayrıldı ve Hacı Halîfe'nin dergâhına intisap etti. Sâhip olduğu ihtişamdan sonra derviş lcıyâfetine bürünerek çok çetin riyâzetlere katlanması sebebiyle, aklını kaçırdığına dâir yayılan söylentiler Fâtih Sultan Mehmed'e kadar ulaşmıştı. Bir gün şeyhi Hacı Halîfe kendisini çağırdı ve İstanbul'a gidip Amasya kadılığını talep etmesini söyledi. Bunun üzerine başkente giden paşa, sultan tarafından çok güzel karşılanmış, ancak Amasya kadılığını talep etmesine çok şaşırmıştı. Zîra sultan daha yüksek bir mansıp talep etmesini bekliyordu. Hatta o sırada sultanın kendi kendine "Henüz aklı tam yerine gelmemiş" şek-
384 385
Yüngül, a.g.m., aynı yer. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 4 ; Tâcü't-tevârih, II, 530.
ünde mırıldandığı nakledilmektedir.386 Kadılık talebi yerine getirilen İbrâhim Efendi'yi Amasya'da sancak beyi Şehzâde Bâyezid karşıladı ve kendisine, "Bu görevi benim hâtırım için kabul ettiğini biliyorum" diyerek teşekkür etti. 387 Bâyezid'in bu şekilde teşekkür etmesinden, daha önce Hacı Halîfe ile görüştüğü ya da bir şekilde haberleştiği ve ondan bizzat İbrâhim Efendi'yi istediği anlaşılmaktadır. Bu olay aynı zamanda Hacı Halîfe ile şehzâdenin çok iyi ilişkiler içinde olduğunu da göstermektedir. Zaman sonra Bâyezid İstanbul'da tahta oturunca İbrâhim Efendi de İstanbul'a gitmiş ve devlet hizmetinde sadrazamlığa kadar yükselmiştir.388 Hacı Halîfe'ye intisap ettiği bildirilen Alâeddin Ali Fenârî (Ali Çelebi, ö. 903/1497 civârı) ise Fâtih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bâyezid devirlerinde kazaskerlik yapmış olan önemli âlimlerdendir.389 Osmanlı Devleti'ne Çandarlı âilesi gibi bir çok ilmiye ricâli ve devlet adamı yetiştirmiş olan Fenârî âilesine mensup olup daha önce bahsi geçen Osmanlı'nın ilk şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin torunudur. Kaynakların ifâdesinden Hacı Halîfe'ye intisâbının resmî vazifelerinden ayrıldıktan sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır.390 Ancak onun II. Bâyezid döneminde (tahta geçişi: 886/1481) tâyin edildiği Rumeli Kazaskerliği'nde sekiz sene kaldığı391 dikkate alınırsa, bu vazifeden ay386
387 388 389
390
391
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 3 - 2 0 4 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 2 - 5 1 4 . Münir Aktepe Îbrahîm Çelebi'nin Amasya'ya, o târihte adı geçen şehirde sancak beyi olan II. Bâyezid'in lalalığı için tâyin edildiğini belirtmekte ve bunun 1468 senesinde meydana geldiğini söylemektedir (Münir Aktepe, "Çandarlı İbrâhim Paşa", DİA, VIII, 214). Zikredilen bu târihe göre yukarıda kaydedilen hâdise Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhta posta oturduğu ilk sene meydana gelmiş demektir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 4 - 2 0 5 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 4 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 5 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 4 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181-182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 7 8 - 2 7 9 ; Güldeste, s. 2 4 6 - 2 4 7 . bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 3 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 278-279. Kaynakların verdiği bilgilere dayanarak Hamdi Döndüren de onun resmî vazifelerinden sonra tasavvuf yoluna girdiğini belirtmiştir (Hamdi Döndüren, "Fenârî, Alâeddin", DİA, XII, 337). bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 278.
rılışmın en erken Hacı Halîfe'nin vefat ettiği 894 (1489) senesinde meydana geldiği ortaya çıkar. Bu durumda şeyhe hayâtının sonunda intisap ettiğini kabul etmek gerekecektir. Oysa aynı kaynaklarda ve ilâveten Nefehât Tercümesi'nde onun şeyhin denetiminde halvete girip çile çekerek tasavvufta belli bir merhale katettiği kaydedilmektedir. 392 O sebeple Fenârî'nin Hacı Halîfe'ye intisabı daha erken bir târihte ve muhtemelen, Fatih Sultan Mehmed tarafından getirildiği ilk kazaskerliğinden yine aynı pâdişâh tarafından azledildikten sonra 393 gerçekleşmiş olmalıdır. Hacı Halîfe'nin yanında yetişenlerden Şücâ Çelebi (Şeyh Şücâeddin İlyas ö. 914/1508) kadılık mesleğini bırakıp Hacı Halîfe'ye mürîd olanlardandır. Halk arasında "Niyâzî" diye tanınmıştır. Şeyhinden irşad için icâzet aldığı bildirilmekle birlikte nerede faaliyet gösterdiği kaydedilmemiştir. 914 senesinde Bursa'da vefat ettiği belirtilmektedir. 394 Mecdî Efendi bin adet gazelini ihtiva eden Türkçe bir divânını gördüğünü söylemektedir.395 Hacı Halîfe'nin ilmiyeden bir başka müridi Şeyh Mehmed Efendi (Ö.902 veya 903/1497-98) Fâtih Sultan Mehmed'in hocalarından meşhur Hocazâde'nin 396 oğludur. Önce zâhir ilimlerini tahsil edip babası hayatta iken Bursa'da müderris ve kadı olmuş, daha sonra ise tedrîsi ve kadılığı bırakıp Hacı Halîfe'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Kaynaklarda Hacı Halîfe'ye ne zaman mürid olduğu ve hizmetinde ne kadar kaldığı belirtilmemiştir. Ancak "Şeyh Mehmed" diye anılmasından seyru sülûkünü tamamladığı anlaşılmaktadır. 397 Ayrıca Lâmiî Çelebi'nin çocukken babasıyla birlikte ziyâret ettiği Hacı Halîfe'den naklen kaydettiği bir rûyâ, Mehmed Efendi'nin
392
393
394
395 396 397
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182, 2 4 2 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 3 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 7 8 - 2 7 9 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 7 8 ; Güldeste, s. 246. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. H O b - l l l a . Mecdî, s. 355. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 128; Tâcü't-tevârîh, II, 471. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478.
şeyhe kaç yaşlarında iken intisap ettiği husûsunda ipucu vermektedir. Nakledildiğine göre Mehmed Efendi Hacı Halîfe'ye ^rûyâsında bir Frenk çocuğunun yirmi yedi sene bir kalede hapis yattığını gördüğünü anlatmış, Hacı Halîfe de rûyânın tâbiri sadedinde ona bulûğ çağına kaç yıl önce girdiğini hesaplamasını söylemiş, sonuçta Mehmed Efendi'nin tam yirmi yedi sene önce bulûğa erdiği anlaşılmış.398 Bu durumda onun şeyhe en az otuz beş yaşın üzerinde iken mürid olduğu anlaşılmaktadır. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'in kaydettiğine göre, Şeyh Mehmed daha sonra Bursa'dan Acem diyârına gitmiş ve orada vefât etmiştir.399 Hacı Halîfe'ye müntesip olan bir diğer önemli zât Rüstem Halîfe'dir (ö.917/1511). Göynüklü olmakla birlikte, muhtemelen Bursa'da ikâmet ettiği için "Bursevî" nisbesiyle anılmıştır. Hacı Halîfe'ye intisap etmiş olmakla birlikte esâsen üveysî-meşrep bir sûfî olduğu belirtilmektedir. Sohbetlerine katılan Lâmiî Çelebi'nin kaydettiğine göre, kendisine getirilen hediyelere mutlaka daha fazlasıyla mukabelede bulunan çok cömert bir zât idi. Zaman zaman Hızır'la (a.s.) görüştüğüne inanılmakta, hâlini gizlemek için sıbyan mektebinde Kur'an hocalığı yaptığı nakledilmektedir. Lâmiî Çelebi ayrıca bizzat müşâhede ettiği kerâmetlerini eserinde kaydetmiştir.400 Taşköprîzâde, şeriatı uygulamadaki hassâsiyetiyle tanınan Nebî Halîfe (ö.940/1534'den önce) ile 401 Bursa'da imamlık yaptığı belirtilen ve âlim, âbid, zâhid gibi vasıflarla anılan Şeyh Lütfullah Efendi'nin de (Lütfi Halîfe, ö. ?) Hacı Halîfe'nin yanında yetiştiğini kaydetmektedir.402 Ancak bu iki zât hakkında diğer kaynaklarda bilgi bulunamadığı gibi, seyru sülüklerini tamamladıktan sonra mürid yetiştirip yetiştirmedikleri de tesbit edilememiştir. Ayrıca yukarıda kaydedilenlerin yanı sıra Hacı Halîfe'ye intisap edip icâzet aldığı bildirilen
398 399 400
401 402
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 2 - 5 6 3 ; ondan naklen Taşköprîzâde, eşŞekâik, s. 3 5 0 - 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 1 - 5 8 2 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. lOOb-lOlb. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 5 . bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 .
"Çelebi Halîfe" diye meşhur Cemâl Halvetî, Ö.899/1493-94, 403 daha sonra Halvetiyye tarikatına girmiş ve bu tarikata mensup birkaç şeyhin hizmetinde bulunduktan sonra en son Pîr Muhammed Erzincânî'den hilâfet almıştır.404 Dolayısıyla o Halvetiyye ricâlinden sayılmıştır.405 Yine, Hacı Halîfe'ye intisap etmek suretiyle tasavvuf yoluna girmiş olan Halim Çelebi'nin de (Mevlâ Abdülhalîm b. Ali, Ö.922/1516) esas yetişmesi, daha sonra Acem diyârında irşad halkasına girdiği Nakşibendiyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğu için, 406 o da Nakşibendiyye ricâlinden sayılmaktadır.407 Öte yandan H. J. Kissling'in eş-Şekâik'te zikri geçen Bekir Halîfe'yi 408 Hacı Halîfe'nin halîfelerinden biri olarak kaydetmesi yanlıştır.409 Zîra mezkûr kaynakta da açıkça görüldüğü gibi, orada ismi geçen Hacı Halîfe, Zeyniyye şeyhi değil, Nakşibendiyye ricâlinden olan Menteşeli Hacı Halîfe'dir.410 aa. Muhyiddin Esved ve Karaca Muhyiddin Zâviyesi Bursa'da Abdüllatîf Kudsî ile başlayan Zeyniyye silsilesi, ileride temas edileceği gibi, Hacı Halîfe'den sonra makâmına geçen Bolulu Çelebi vâsıtasıyla Zeyniyye Hânkâhı'nda devam etmiş olmakla birlikte, Hacı Halîfe'nin bir başka halîfesi Muhyiddin Esved (Muhyiddin Efendi Zeynî, Ö.925/1519) tarafından411 Karanfilli Bayır denilen yer403 404
405 406 407
408 409 410 411
Hulvî, Lemezât, s. 4 2 8 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b; Vassâf, Sefine, III, 230. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 7 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 267-268;. Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b-247a. bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 4 2 vd. Mecdî, s. 386; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 380. bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 143-144. Mehmed Akkuş'un, muhtemelen ilk intisâbma bakarak Halim Çelebi'yi Hacı Halîfe'nin müridleri arasında sayması (Mehmed Aklcuş, "Hacı Halîfe, Şeyh", DİA, X i y 476) doğru değildir. Ayrıca Abdülkerîm Abdülkâdiroğlu'nun Halim Çelebi'nin Hacı Halîfe'ye intisap ettiğini zikrettiği halde esas yetişmesinin Nakşibendiyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğunu belirtmemesi bir noksanlıktır (Abdülkerim Abdülkâdiroğlu, "Halîmî Çelebi", DİA, XV, 343). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 3 6 - 5 3 7 . Kissling, Zejnîje Orden, s. 175. bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 161a; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 5 4 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 479. Baldırzâde şeyhin vefâtı için "Yavuz Sultan Selim devrinin
de bir başka Zeyniyye tekkesi daha kurulmuştur. Yâdigâr-ı Şemsî'de Karaca Muhyiddin Zâviyesi diye kaydedilen bu tekkede. Muhyiddin Efendi'den sonra yerine Hacı Halîfe'nin diğer bir halîfesi Şeyh Abdülganî Efendi (Ö.940/1533-34) geçmiş, 412 ondan sonra da posta Abdülganî Efendi'nin müderris oğlu Mehmed Çelebi (ö.?) oturmuştur.413 Seyru sülûkünü kimin yanında tamamladığı belirtilmeyen Mehmed Çelebi'den sonra bu tekkede irşad faaliyetinin devam edip etmediği bilinmemektedir. İsmâil Beliğ 1728 yılında son şeklini verdiği Güldeste'rim kenarına düştüğü kayıtta, adı geçen zâviyeden ve yanındaki mescidden o dönemde bir eser bulunmadığını beyan etmektedir.414 ab. Bolulu Çelebi (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95) Hacı Halîfe'den sonra Zeyniyye Dergâhı'nda makamına halîfesi Şeyh Muhyiddin Mehmed geçmiştir. "Bolulu Çelebi" diye tanınmasından Bolu'da doğduğu anlaşılan bu zâtın, önce zâhir ilimlerini tahsil ederek müderris olduğu, daha sonra ise tedrîsi bırakıp tasavvuf yoluna girdiği nakledilmektedir. Çok fazla cezbe ve istiğrâka sâhip olduğu belirtilir. Kabri şeyhi Hacı Halîfe'nin yakınındadır.415 Hilâfet ver-
412
413
414 415
sonları" derken Tabibzâde 925 (1519) târihini vermiştir ki, bu, Baldırzâde'nin kaydına uygun düşmektedir. Yâdigâr'da ise "Sultan Bâyezid devri sonlarında" denildikten sonra 911 (1505) senesi zikredilmiştir. Yâdigâr-t Şemsî, s. 4 7 9 ; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 124b; Güldeste, s. İ 7 1 - 1 7 2 . Abdülganî Efendi, Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin kullandığımız Esad Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 1 3 8 1 , vr.l24b) istinsah hatası olarak Abdünnebî şeklinde kaydedilmiştir. Ancak Âşir Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 265, vr. 109a) Abdülganî şeklinde kayıtlıdır. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 125a; Güldeste, s. 172; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 479. Tabibzâde Silsilenâme'de Mehmed Çelebi'nin babasını "Abdülganî" yerine "Abdünnebî" şeklinde kaydetmişse de, bunun yukarıda işâret ettiğimiz Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin hatalı nüshasından (Esad Efendi, 1381) veyâ Hacı Halîfe'nin yukarıda zikri geçen Nebî Halîfe isimli halîfesiyle karıştırılmasından kaynaklanmış olması muhtemeldir. Güldeste, s. 172. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Güldeste, s. 100; Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 6 9 ; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Atâî, s. 6 3 - 6 4 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 154b; Vassâf, Sefîne, I, 266.' Bolulu Çelebi'nin vefât târihi eş-Şekâik'te Hicrî 9 0 0 , Tâcü't-tevârîh'te 900'ün
diği zâtlardan birisi Hacı Halîfe'nin yeğeni olup küçük yaşta Hacı Halîfe'ye intisap ettiği anlaşılan ve aynı zamanda Taşköprîzâde'nin dayısı olan müderrislerden Mevlânâ Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'dur (Kuşçu Abdî Çelebi, Ö.954/1547). 416 Ancak Mevlânâ Abdurrahman'm mürid yetiştirdiğine dâir herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Bolulu Çelebi'den (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95) sonra Zeyniyye Hankâhı'nda posta Safiyyüddin Halîfe (Şeyh Safiyyüddin Mustafa, Ö.919/1513) oturmuştur.417 Çankırı'da dünyaya gelen Safiyyüddin Halîfe'nin, Hz. Ebû Bekir'in neslinden olduğu rivâyet edilir. Bursa'da II. Murad Medresesi'nde okumakta iken hocası Fenârîzâde Ali Efendi'nin (Alâeddin Ali Fenârî, Ö.903/1497 civârı) Bursa kadılığına getirilmesi üzerine medreseden ayrılarak,418 o zaman Zeyniyye Dergâhı'nda postnişîn olan Hacı Halîfe'ye (Ö.894/1489) intisap etti. İrşad iznini ise Hacı Halîfe'den sonra makamına geçen halîfesi Bolulu Çelebi'den almıştır.419 Safiyyüddin Halîfe adı geçen tekkede 919 (1513) yılında meydana gelen vefâtına kadar yirmi sene gibi uzun bir müddet irşad faaliyetinde bulundu.420 Yetiştirip hilâfet
416
417
418 419
420
başı şeklinde kaydedilmiş, sonraki kaynaklardan Güldeste ile Yâdigâr-ı Şemsî'899 olarak kaydedilmiştir (bk. zikredilen yerlerde). bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 5 ; Mecdî, s. 2 5 8 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Mevlânâ Abdurrahman'ın küçük yaşta Hacı Halîfe'nin dergâhına intisap ettiği eş-Şekâik'in kaydından anlaşılıyor. Bolulu Çelebi'den hilâfet aldığı ise Tabibzâde'nin Silsilenâmesi'nde görülmektedir (bk. zikredilen yerler). Taşköprîzâde'nin dayısı olan Mevlânâ Abdurrahman'ın Hacı Halîfe'nin kızkardeşinin oğlu olduğunu ise Baldırzâde Mehmed ile (Vefeyânâme, vr. 121b) İsmâil Beliğ haber vermektedir (Güldeste, 284-285). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 0 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Atâî, s. 64; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a; Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî, s. 3 6 9 ; Vassâf, Sefîne, I, 266. Güldeste, s. 101. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a; Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî, s. 3 6 9 ; Vassâf, Sefîne, I, 266. İsmâil Beliğ Güldeste'Ae. Safiyyüddin Halîfe'nin 899 yılında posta oturup yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduğunu kaydettiği halde, şeyhin vefâtının 9 2 9 (1523) yılında meydana geldiğini belirtmektedir (s. 100-101). Oysa kaydedilen irşad müddetine göre vefâtının eş-Şekâik'te zikredildiği gibi (s. 350) 919 olması gerekir.
verdiği zâtlardan birisi, Ferecik'te babası Şeyh Sinan tarafından kurulan tekkede posta oturan Şeyh Ali b. Sinan'dır (Ö.970/1562-63). 421 Devrin diğer meşâyihi gibi, hem zâhirî hem de bâtını ilimlere vâkıf olan ve aynı zamanda hüsn-i hatta da mahâreti olduğu bildirilen Şeyh Safiyyüddin'den sonra tekkenin meşîhati, şeyhin vasiyyetine binâen Hacı Halîfe'den icâzetli Hocazâde Muslihuddin Efendi'ye (Şeyh Muslihuddin Mustafa, ö.930'lu yıllarda/1524-1534) geçmişse de, yoğun bir vecd ve istiğrak hâli yaşayan Hocazâde altı ay gibi kısa bir süre sonra makamını Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye (Ö.923 veya 924/1517-1518) bırakarak Kudüs'e gitmiş ve orada vefat etmiştir.422 Tosyalı Nasuh Efendi 423 seyru sülûkünü Şeyh Tâcüddin İbrâhim Karamânî'nin (Ö.872/1467-68) yanında tamamlayıp hilâfet alan âlimlerdendir. Aynı zamanda hattat ve şâirdir.424 Risâletü'l-edviyye fî tarîkati's-sûfiyye425 ile mürîdin mürşidine karşı davranışları ve tarîkat âdâbmdan bahseden küçük Risâletü'l-edebiyye isimli eserleri kaleme almıştır.426 Mezkûr tekkede üç sene kadar faaliyet gösterdikten sonra 421 422
423
424 425
426
Atâî, s. 80. ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b; ayrıca bk. Atâî, s. 64; eş-Şekâik'in bir başka yerinde (s. 429), Güldeste'de (s. 101) ve Yâdigâr-ı Şemsî'de (s. 3 6 9 - 3 7 0 ) Hocazâde'den bahsedilmeksizin Safiyyüddin Halîfe'den sonra irşad postuna Nasuh Efendi'nin oturduğu kaydedilmiştir. îsmâil Beliğ,'Nasuh Efendi'nin Tus şehrinden olduğunu belirtmiş (Güldeste, s. 1 0 1 , 1 0 3 ) ve muhtemelen ona dayanan Tabibzâde de şeyh için "Tûsî" nisbesini kullanmıştır (Silsilenâme, s. 54). Ancak bunun "Tosya" ile "Tus" karıştırilarak yanlışlıkla yazıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Mehmed b. Sa'dî onun Tosyalı olduğunu açıkça belirtmektedir (Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 2 9 ; Kissling, Zejnîje Orden, s. 172. Keşfü'z-zunûn, I, 844; Osmanlı Müellifleri, I, 113. Eser Osmanlı Müelliflerinde Risâletü'l-edviyye fî tarîkati'l-Muhammediyye şeklinde kaydedilmiştir. Süleymâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 818'de bulunan bir buçuk varaklık (vr. 122b-123b) bu eser, Osmanlı Müellifleri'nde Risâletü'l-âdâbiyye şeklinde kaydedilmişse de (I, 113), müellifi eserin başında adını Risâletü'l-edebiyye olarak kaydetmektedir. Nasuh Efendi'nin oğlu Abdülmecid Efendi de ulemâdan olup Arapça ve Türkçe manzum ve mensur olmak üzere bir çok eser kaleme almıştır. Süleymâniye Kütüphânesi'nin Şehid Ali Paşa bölümü (nr. 272, vr. lb-98b) ile Reşid Efendi bölümünde (mecmûa, nr. 1019, vr. lb-26a;
makamını halîfesi Muallimzâde Mustafa Efendi'ye (Şeyh Muslihuddin Mustafa el-Edhemî, Ö.930 veya 933/1527) 427 bırakarak memleketine gitmiş ve orada vefat etmiştir.428 Bursa Vefeyâtt'nda kaydedildiğine göre Nasuh Efendi, beş vakit namazdan sonra okunan evrâdın tesiriyle aşkı gâlib geldiği için kendi isteğiyle makamından ayrılmak istediğinde, dervişlerden bir kısmı yerine Muallimzâde Mustafa Efendi'nin geçmesini isterken, diğer bir kısmı da Tireli Mustafa Halîfe'nin geçmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Nasuh Efendi dervişlerin istihâreye yatmalarını söylemiş, görülen rûyâ üzerine makamını Muallimzâde'ye bırakmıştır. Mustafa Halîfe'yi ise icâzetle memleketi Tire'ye gönderdiği kaydedilmektedir. 429 Mehmed b. Sa'dî'nin (ö. 1040/1630) "Hâlen ol diyarda Zeyniyye'ye mensup zâviyesi... evlâdı elindedir. Meşhur ve müteârif makamdır" şeklindeki ifâdesinden Mustafa Halîfe'nin burada kurduğu zâviyenin XVII. asrın ilk yarısında faal olduğu anlaşılmaktaysa da, 430 Mustafa Halîfe'den sonra bura31b-59b; 61b-73b; 95a-106b) bâzı sûre ve âyetlerin Arapça tefsîrleri, yine Reşid Efendi bölümü, nr. 136'da Kırk Hadis Şerhi (31 varak), aynı bölüm, nr. 592'de Türkçe kısmen manzum Esmâü'l-hüsnâ Şerhi (94 varak) bulunmaktadır. Akıl, ilim, amel, hikmet, tıb, insan, Kur'an vb. muhtelif konuları ele aldığı Ravzatü'l-ezhâr ve cennetü'l-esmâr isimli Arapça eserin bir nüshası adı geçen kütüphânenin Şehid Ali Paşa bölümünde (nr. 1481, 3 2 2 varak), bir başka nüshası da Esad Efendi bölümündedir (nr. 1416, 2 6 9 varak). Yine muhtelif konuları ele aldığı Kıyâfetnâme isimli Türkçe kısmen manzum eseri ise Hafid Efendi bölümünde bulunmaktadır (nr. 4 7 9 , vr. 149a-166b). 427
Muallimzâde'nin vefat târihi eş-Şekâik'te kırklı yıllar olarak kaydedilmişse de (s. 435), doğruya daha yakın olanı Baldırzâde ile Belîğ'in verdiği 9 3 0 (Vefeyâtnâme, vr. 155a-b; Güldeste, s. 102) vaya Atâî'nin verdiği 933 târihidir (s. 173). Zîra Muallimzâde'den sonra irşad postuna geçen Emîr Ali'nin vefâtı Güldeste'de 938 olarak (s. 103), eş-Şekâik'te ise 9 4 0 civârı diye geçmektedir ki (s. 436), bu târihler Güldeste' nin veya Atâî'nin verdiği târihi destekler mâhiyettedir.
428
Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b, 155a-b; Güldeste, s. 101; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 370. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b. Rivâyete göre îstihâreye yatan dervişler rûyâlarında Muallimzâde Mustafa Efendi'yi hokkabazlık ederken görmüşler. Ertesi gün bunu Nasuh Efendi'ye anlattıklarında, şeyhden "Seccâde hokkabazındır" cevâbını almışlar (a.g.e., aynı yer). Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b.
429
430
da kimlerin irşad postuna oturduğu bilinmemektedir. Nasuh Efendi'nin Bursa'daki dergâhta yerine geçen Muallimzâde Mustafa Efendi Manisa'da dünyaya gelmiştir.431 Babasının adı Yûsuf olup, 432 nesli İbrâhim b. Edhem'e dayanmaktadır.433 Zâhir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girmiş, aynı zamanda iyi bir kırâat âlimi olarak tanınmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'i yedi, hatta on kırâat üzere okuduğu kaydedilir. Kırk sene hatimle terâvih namazı kıldırdığı gelen rivâyetler arasındadır. Hacı Halîfe ve Şeyh Vefâ'nın sohbetlerine katılmış,434 ancak irşad iznini Nasuh Efendi'den almıştır.435 Vefâtına kadar bu tekkede faaliyet gösteren Muallimzâde'nin yetiştirdikleri arasında, Zeyniyye Hânkâhı'nın yanındaki mescidi câmîye çevirdiği daha önce belirtilen oğlu Kazasker Ahmed Efendi de bulunmaktadır. 436 Muallimzâde'den sonra posta, Nasuh Efendi'nin diğer halîfesi Şeyh Emir Ali (Seyyid Ali Efendi, Ö.938/1531-32) oturmuştur.437 Seyyid Celâleddin Kirmânî neslinden olduğu bildirilen Emir Ali, tasavvuf yoluna girmeden önce ilmini ikmâl edip müderris olmuştu. Muhtelif medreselerde müderrislik yaptıktan sonra emekli olmuş ve Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye intisap ederek seyru sülûkünü tamamlamıştır.438 Baldırzâde'ye göre, icâzet aldıktan sonra Nasuh Efendi'nin arzusuyla Tosya'ya gidip bir müddet orada da faaliyet göster-
miştir.439 Babası Seyyid Hüseyin Efendi'nin de Emir Sultan Dergâhı'na müntesip olduğu belirtilmektedir.440 Emir Ali'nin yanında yetişenlerden biri "Kara Abdurrahman" diye bilinen Konyalı Mevlâ Abdurrahman b. Mustafa'dır (ö. Şevval 976/Nisan 1569). Kırâat ve tecvid ilmine vâkıf, mûsikî ilminde dönemin tanınmış kişilerinden olduğu bildirilen Mevlâ Abdurrahman aynı zamanda şeyhi Emir Ali'ye dâmad da olmuştur. Bursa'daki dergahta seyru sülûküne devam ile birlikte ilm-i zâhir tahsîlini sürdürmüş, girdiği devlet hizmetinde adım adım yükselerek Sahn müderrisliğine kadar çıkmıştır.441 Emir Ali'nin 938'de (1531-32) vefâtından sonra irşad postuna halîfesi Şeyh Mehmed Çelebi (Ö.969/1561-62) oturmuştur. Mehmed Çelebi ile birlikte Zeyniyye Hânkâhı'nın meşîhati 1171 (1758) senesine kadar Hicrî sene hesabıyla tam 233 yıl yukarıda adı geçen Safiyyüddin Halîfe'nin evlâdı elinde kalmıştır. Hz. Ebû Bekir neslinden gelen bu âilenin yetiştirdiği on kadar şeyh, belirtilen târihler arasında dergâhta irşad faaliyetini sürdürmüştür. Yâdigâr-ı Şemsî'nin kaydına göre bunların isimleri ve meşîhat yılları şöyledir: 442 Şeyh Mehmed Çelebi (938-969) Şeyh Abdülaziz Efendi (969-996) Şeyh Abdullah Efendi (996-1006) Şeyh Mehmed b. Abdullah (1006-1018) Şeyh Mehmed b. Sa'dî (1018-1040)
431 432 433 434 435
436 437
438
Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a. Atâî, s. 173; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 - 4 3 5 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 ; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370. Sefîne'de hilâfeti Hacı Halîfe'den aldığı kaydedilmişse de (I, 2 6 7 ) , târihî açıdan diğer kaynakların kayıtları akla daha yakındır. Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b; Güldeste, s. 1 0 2 - 1 0 3 ; Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 7 0 - 3 7 1 ; Vassâf, Sefîne', I, 267. eş-Şekâik'te Emir Ali'nin vefâtı için " 9 4 0 civârı" şeklinde kesin olmayan bir târih verildiği için, Güldeste ve Yâdigâr'm kaydettiği 9 3 8 târihi tercih edilmiştir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a; Güldeste, s. 102-103; Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 7 0 - 3 7 1 .
439
440 441 442
Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a. Atâî, Halvetiyye ricâlinden olduğunu belirttiği Tosyalı Nasuh Efendi'nin Boyabatlı Şeyh Sinan (Ö.976/1568) diye bir halîfesinden söz etmektedir (Atâî, s. 199). H. J. Kissling Atâî'nin burada Nasuh Efendi'yi yanlışlıkla Halvetiyye tarikatına nisbet ettiğini, esasen onun yukarıda zikri geçen Zeyniyye şeyhi Tosyalı Nasuh Efendi olduğunu, dolayısıyla Boyabatlı Şeyh Sinan'ın da Zeyniyye'ye mensup olması gerektiğini ileri sürmüştür (Kissling, Zejnîje Orden, s. 172). Adı geçen Şeyh Sinan, Atâî'nin belirttiğine göre, şeyhinden icâzet aldıktan sonra Gezencik köyünde bir zâviye kurmuş ve burada irşad faaliyetini sürdürmüştür (Atâî, aynı yer). Yâdigâr-ı Şemsî, s. 370. Atâî, s. 121-122. Yâdigâr-ı Şemsî, s. 371-374.
Şeyh Kemâl[eddin] Efendi (1040-1076) Şeyh "Mehmed b. Kemâl (1076-1091) Şeyh Mehmed b. Mehmed (1091-1135) Şeyh Sa'deddin Efendi (1135-1157) Şeyh Mustafa Efendi (1157-1171) Şeyh Mehmed Çelebi, Safiyyüddin Halîfe'nin oğludur. Önce asrın ileri gelen âlimlerinden zâhir ilimlerini tahsil etmiş, sonra ilmiye mesleğini bırakarak, yukarıda bahsi geçen Muallimzâde'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Bir müddet Muallimzâde'nin dergâhında kalan Mehmed Çelebi, daha sonra Emir Ali Efendi'nin yanında seyru sülûkünü tamamlamıştır. Mehmed Çelebi'den sonra makamına, küçük birâderi Şeyh Abdülaziz Efendi (Ö.996/1588) geçmiştir. Abdülaziz Efendi de ağabeyi gibi tasavvuf yoluna girmeden önce zâhirî ilimleri ikmâl etmiş ve müderris olmuştu.443 Seyru sülûkünü ağabeyi Mehmed Çelebi'nin yanında tamamladığı anlaşılmaktadır.444 Güldeste müellifinin "Umdetü'l-meşâyîh" diye vasıflandırdığı Şeyh Abdülaziz Efendi'ye 445 mürid olanlardan biri, "Vahidî" diye tanınan Abdülvâhid b. Süleyman Çelebi b. Kara Dâvud'dur (ö.?). Abdülvâhid Efendi'nin ilmiye mesleğinden ayrılıp tasavvuf yoluna girdiği belirtilmektedir.446 Abdülaziz Efendi'nin yanında yetişenlerden bir diğeri ise, Şeyhî ve Tabibzâde'nin kayıtlarına göre Şeyh Abdülganî
443
Atâî, 7 5 - 7 6 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 131a-b; Güldeste, s. 103-104; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370-371. Atâî, Mehmed Çelebi'nin vefat târihi için " 9 7 0 civârı", Abdülaziz Efendi'nin vefâtı için ise " 9 9 0 civârı" şeklinde kesin olmayan ifâdeler kullandığı için, diğer kaynaklardan Güldeste ve Yâdigâr'm kaydettiği birincisi için 969, ikincisi için 9 9 6 târihleri tercih edilmiştir.
444
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu'lfuzalâ (nşr. Abdülkâdir Özcan), İstanbul 1989, III, 53. Baldırzâde Vefeyâtnâme' sinin Âşir Efendi nüshasında (nr. 265) Safiyyüddin Halîfe'nin bir başka oğlu Abdüllatîf Efendi kaydedilmiş (vr. 112a) ve hâmişinde onun da Zeyniyye'ye müntesip olduğu belirtilmiştir. Güldeste, s. 5 1 7 . Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b; Güldeste, s. 5 1 7 ; ayrıca bk. Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54.
44s 446
Efendi'dir (Ö.1020/1611). 447 Güldeste ve Yâdigaf da ise Abdülganî Efendi'nin Bilecik'te bulunan Zeyniyye şeyhi Resul Efendi'nin yanında sülûkünü ikmâl ettiği ve ardından Bursa'ya gelerek Ali Paşa Tekkesi olarak da bilinen Kasım Subaşı Zâviyesi'nde posta oturduğu belirtilmiştir.448 Abdülganî Efendi'den sonra adı geçen zâviyede irşad postuna dâmâdı ve halîfesi Ankaralı Ahmed Kilîmî'nin (ö. Ramazan 1057/ Ekim 1647) oturduğu husûsunda ise kaynaklar ittifak halindedir. 449 Tasavvuf yoluna girmeden önce zâhir ilimlerini tahsil ettiği belirtilen Ahmed Kilîmî'den sonra mezkûr tekkenin tasarrufu Zeyniyye ricâlinin elinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiş,450 belli bir zaman sonra binâsı da ortadan kalkmıştır. İsmâil Beliğ 1728 yılında son şeklini verdiği eseri Güldeste'nin kenarına düştüğü zâviye ile ilgili notta "Elyevm binâdan eser yoktur" demektedir.451 Şeyh Abdülaziz Efendi'den sonra makamına Şeyh Mehmed Çelebi'nin oğlu Şeyh Abdullah Efendi (5.1006/1597-98) oturmuştur.452 Abdullah Efendi tarîkat icâzetini, Vekâyiu'1-fuzalâ'nin kaydından anlaşıldığına göre, , babası Mehmed Çelebi'den almıştır.453 Abdullah Efendi'den sonra irşad postuna oğlu Şeyh Mehmed Efendi (Mehmed b. Abdullah, 5.1018/1609) geçmiştir.454 Mehmed b. Abdullah'ın da 447 448
449
450 451 452
453 454
Şeyhî, s. 53; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Güldeste, s. 183; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 4 6 4 ; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 267. Mehmed Süreyya Bey ise onun Resul Efendi'nin yanında sülûkünü tamamladıktan sonra Ali Paşa yakınında bulunan Zeynîlere âit Sabûrî Tekkesi'nde posta oturduğunu belirtmektedir (Sicill-i Osmânî, III, 341). Adı geçen bu tekkenin Kasım Subaşı Tekkesi'nin bir başka adı mı? yoksa tamamen ayrı bir tekke mi? olduğu husûsu tam anlaşılamamıştır. Mehmed Süreyya ayrıca Abdülganî Efendi'nin Amasyalı olduğunu ve vefâtının 1028'de (1619) meydana geldiğini belirtmiştir. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 57a-b; Güldeste, s. 183; Şeyhî, s. 149; Yâdigârı Şemsî, s. 464. bk. Güldeste, s. 184; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 464-465. Güldeste, s. 183. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b140a; Güldeste, s. 105; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372. Şeyhî, s. 53. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 121a, 182a-b; Güldeste, s. 105-106; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372.
hilâfeti babasından aldığı anlaşılmaktadır.455 Ondan sonra seccâdeye bir başka Şeyh Mehmed (Mehmed b. Sa'dî Hoca, ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) oturmuştur. Mehmed b. Sa'dî, Menâkıb-t Zeyniyye adıyla da bilinen küçük risâlesi Bursa Vefeyâtı'nda kendisinden önce Bursa Hânkâhı'nda posta oturan şeyhleri kaydetmiş, kendisinin de Safiyyüddin Halîfe'nin akrabâsından olduğunu ve Şeyh Mehmed b. Abdullah'tan sonra dergâhın meşîhatini üstlendiğini belirtmiştir.456 Güldeste, Vekâyiu'l-fuzalâ ve Yâdigâr gibi kaynaklarda onun bir önceki şeyh Mehmed b. Abdullah'ın yanında yetiştiği kaydedilmişse de, 457 bu doğru değildir. Şeyhin kendisi yukarıda zikredilen eserinde, daha önce adı geçen Şeyh Abdülaziz Efendi'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girdiğini, ayrıca ilim mesleğinde ilerleyerek müderris ve kadı olduğunu, Şeyh Mehmed b. Abdullah'ın 1018'de meydana gelen vefâtı üzerine Zeyniyye mensuplarının talebi ile kadılıktan ayrılıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâviyesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Efendi'nin yanında tecdîd-i tövbe ederek icâzet aldıktan sonra Bursa'daki dergâhta irşad postuna oturduğunu kaydetmiştir.458 Şeyh Mehmed b. Sa'dî'den sonra yerine oğlu Şeyh Kemâl/Kemâleddin Efendi (ö. 29 Şâbân 1076/6 Mart 1666) geçti. Babası gibi kadılıktan vazgeçip tekkenin meşîhatini üstlenen Kemâl Efendi'nin, 459 açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, irşad icâzetini babasından aldığı anlaşılmaktadır. Kemâl Efendi'den sonra meşîhat silsilesi babadan oğula intikal ederek şu şekilde devam etmiştir: Şeyh Mehmed (Mehmed b. Kemâl, ö. 17 Zilkade 1091/9 Aralık 1680) > Şeyh Mehmed (Mehmed b. Mehmed b. Kemal, Ö.1135/1723) 460 > Şeyh Sa'deddin (Sa'deddin b. Mehmed, Ö.1157/1744). 461 Şeyh Sa'deddin'den sonra
yerine geçen kardeşi Şeyh Mustafa Efendi (Ö.1171/1758) 462 dergâhın meşîhatini üstlenen Şeyh Safiyyüddin Halîfe âilesine mensup Son şeyhdir. Mustafa Efendi'den sonra posta oturup vefâtına kadar Hicrî sene hesâbıyla on sekiz sene irşad faaliyetini sürdüren Şeyh Ahmed Efendi'nin (Ö.1189/1775)463 icâzeti kimden aldığı belirtilmemiştir. Yâdigâr müellifinin kayıtlarından anlaşıldığına göre, Ahmed Efendi'den sonra Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı'nın kontrolü Zeyniyye ricâlinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiştir.464 7 Safer 1175'te (7 Eylül 1761) Ahmed Efendi zamanında câmî, türbe ve şeyh odası ile birlikte elden geçirilerek tamir edilen zâviye,465 1925'te tekke ve zâviyelerin ilgasından sonra harap olmuş ve 1934 yılında Vakıflar idâresi tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.466 Yukarıda kaydedilenlerden başka Bursa Orhaneli'de de (Atranos) Zeyniyye'ye mahsus bir zâviyenin olduğu görülmektedir. XIX. asrın ortalarına doğru buranın meşîhatini bir süre Şeyh Hacı Ali Baba (Ö.1264/1848) üstlenmiştir.467 Ancak zâviyenin kim tarafından ve ne zaman kurulduğu, burada kimlerin faaliyet gösterdiği tesbit olunamamıştır. Ayrıca Lemezât-ı Hulviyye'de Akkirman'dan Bursa'ya gelip burada Emir Sultan tarîkine girdiği, sonra Edhemîler'e katıldığı, ardından da Bektâşîler'den el alıp mezkûr şehirde dergâhını kurduğu belirtilen Ramazan Baba'mn (Ö.1010/1601-02), 468 aynı zamanda Zeyniyye tarîkatından da icâzet aldığı belirtilmiştir.469 Yâdigâr'da
461 455 456 457
458 459 460
Şeyhî, s. 53. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Güldeste, s. 106; Şeyhî, s. 58; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372. Vekâyiu'l-fuzalâ'da ismi Şeyh Mehmed Kâdî Burûsevî şeklinde kaydedilmiştir (Şeyhî, s. 53). Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Güldeste, s. 1 0 6 - 1 0 7 ; Şeyhî, s. 5 6 2 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. Güldeste, s. 107; Şeyhî, s. 5 7 6 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. Şeyh Mehmed b. Kemâl'in, babasının yanında yetiştiğini Şeyhî kaydetmiştir (bk. aynı yer). Şeyh Mehmed b. Mehmed'in, babasından icâzet aldığım ise Yâdigâr haber vermektedir (bk. aynı yer). Şeyh Mehmed b. Kemal döneminde zâviye, câmî,
462 463 464
465 466 467 468 469
türbe ve derviş odalarının esaslı bir tamirden geçtiği ve bu iş için 62.533 akçe harcandığı nakledilmektedir (bk. Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi, s. 3 5 2 ; Hasan Basri Öcalan, Bursa'da Tasavvuf Kültürü P
"Ramazan Baba Dergâhı" adıyla kaydedilen ve meşîhatini üstlenen şeyhlerin isimleri de zikredilen dergâhın470 bir Bektâşî tekkesi olarak faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. 6. Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'de Zeyniyye Tekkesi Zeyniyye tarikatının Anadolu'da yayılmasını sağlayan Abdüllatîf Kudsî'nin bir diğer halîfesi Pîr Muhammed'dir. "Pîrî Halîfe" diye şöhret bulan bu zâtın hayâtı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunamamıştır. Aslen İran'ın Huy şehrinden olup Hamîd-ili'ne gelerek yerleştiği için "Hamîdî" nisbesiyle de anılmaktadır. Sadreddin Konevî'nin en-Nusus isimli eserine yazdığı Arapça Zübdetü't-tahkîk ve nüzhetü't-tevfîk isimli şerhin 471 giriş kısmında kendi adını Pîr Muhammed b. Kutbuddin el-Hûyî el-Hanefî şeklinde kaydetmiş, ayrıca daha önce zikri geçen Bursa Zeyniyye Dergâhı postnişîni Tosyalı Şeyh Nasuh'un oğlu Abdülmecid Efendi'nin tefsirle alâkalı bir eserinin472 başında da adı Şeyh Pîr Muhammed b. Şeyh Kutbuddin b. Şeyh Pîr Hasan el-Hûyî ez-Zeynî el-Hüseynî şeklinde kaydedilmiştir. Bu kayıt-
470
471
472
(nr. 1381) Ramazan Baha'nın hizmet ettiği şeyhler kaydedilirken "meşâyihi Zeyniyye" ibâresi yanlışlıkla "meşâyih deyninde" gibi yazılmışsa da (vr.lOOb), Âşir Efendi nüshaları ile (nr. 265, vr. 89a; nr. 2 7 0 , vr. 33b) Tâhirağa nüshasında (nr. 4 2 0 , vr. 60a) açıkça "meşâyih-i Zeyniyye" şeklinde kayıtlıdır. Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 5 5 vd. Yâdigâr müellifi Mehmed Şemsüddin Efendi, Ramazan Baba'yı anlatırken Baldırzâde Mehmed'in Vefeyâtnâme'si ile İsmâil Beliğ'in Güldeste'sinde Zeyniyye mensupları ile ilgili "Bu tâife namaz ve oruca ehemmiyet vermezler" şeklinde hiç de uygun olmayan bir kayıt bulunduğunu, oysa bu tarikatın zühd ve takvayı emrettiğini belirtmektedir (s. 355). Ancak Şemsüddin Efendi'nin adı geçen kaynaklarda kaydedilen bilgiyi yanlış anladığı anlaşılmaktadır. Zira incelememiz sonucu gördük ki orada namaz ve oruç hususunda gevşek davrandığı söylenen grup Zeynîler değil, Kalenderîler'dir (bk. Vefeyâtnâme, vr. 102a; Güldeste, s. 230). Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2 7 0 8 (195 varak, büyük boy, 19 satır). Osman Ergin bu eserin muhtelif kütüphanelerde ondan fazla nüshasını tesbit etmiştir (bk. Osman Ergin, "Sadreddin al-Kunavî ve Eserleri", Şarkiyat Mecmuası, II [1957], s. 73-74). Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1019.
tan Pîrî Halîfe'nin sâdâttan olduğu ve kendisi gibi babasıyla dedesinin de meşâyih zümresine mensup bulunduğu anlaşılmaktadır. Abdülmecid Efendi'nin eserinde şeyhin vefâtmın da 4 Zilkade 864 (8 Ağustos 1460) târihinde meydana geldiği belirtilmiştir. Pîrî Halîfe, daha önce de temas edildiği gibi, Abdüllatif Kudsî'nin ikinci Anadolu seyahati sırasında Konya'ya geldiğini duymuş, Eğirdir'de Mutavvel okuttuğu öğrencisi Tâcüddin İbrâhim Karamânî ile birlikte ziyâretine giderek şeyhe intisap etmiş ve bir müddet hizmetinde bulunduktan sonra öğrencisi Tâcüddin'i şeyhin yanına bırakıp kendisi Eğirdir'e dönmüştür.473 Esâsen Pîr Muhammed Eğirdir'in Yazla mahallesinde Hamîd-ili vâlisi Hızır Bey tarafından XV yüzyılın ilk yarısında kayın atası Şeyhülislâm Berdaî adına yaptırılan zâviyede, Berdaî'den sonra halîfesi sıfatıyla faaliyet göstermekteydi.474 Ayrıca Abdüllatîf Kudsî'den de hilâfet alarak 475 mezkûr tekkede irşad hizmetine devam etmiştir. Müridlerine aynı zamanda zâhir ilimlerini de öğrettiği anlaşılmaktadır. Sadreddin Konevî'nin en-Nusûs adlı eserini bir grup ihvânıyla müzâkere ettiğini, bu kitaba yazdığı şerhin girişinde belirtmektedir. Şerhi 18 Şâban 856'da (3 Eylül 1452) bitirdiğini de sonunda belirtmiştir. Süleymâniye Kütüphânesi'ndeki nüshanın (Fâtih, nr. 2708) sonunda istinsah târihinin Muharrem 864 (Kasım
473
474
475
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 - 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 113; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 0 - 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Güldeste, 9 7 - 9 8 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4 5 5 2 , vr. 6b-10b; ayrıca bk. Böcüzâde Süleyman Sâmi, Kuruluşundan Bügüne Kadar İsparta Târihi I-II (nşr. Suat Seren), İstanbul 1983, s. 131. Hangi tarîkata mensup olduğu belirtilmeyen Şeyhülislâm Berdaî'nin Hamîd-ili vâlîsi Hızır Bey'in daveti üzerine Acem diyârından Eğirdir'e geldiği, ayrıca Ankara'da Bayrâmiyye tarikatının kurucusu Hacı Bayrâm-ı Velî ile de görüştüğü kaydedilmiştir (Şerîf Efendi, a.g.e., aynı yer). Hacı Bayram ile görüştüğüne göre Eğirdir'e XV. asrın ilk yarısında geldiği anlaşılmaktadır. Ancak Hızır Bey'in Hamîd-ili'ndeki emirliğinin XIV asrın ortalarında ( 7 5 9 / 1 3 5 8 ) sona erdiği belirtilmektedir (Sait Kofoğlu, "Hamîdoğulları", DİA, XV, 473). Bu durumda Hızır Bey adının ya yanlışlıkla kaydedildiği, ya da X V asrın ilk yarısında Hamîd-ili'nde bir başka Hızır Bey'in idâreci olduğunu kabul etmek gerekir. Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 10b.
1459) olarak kaydedilmiş olması, eserin müellifi hayatta iken istinsah edildiğini göstermektedir. Pîrî Halîfe'den sonra Eğirdir'deki tekkede makamına oğlu Mehmed Çelebi oturmuştur.476 a.
Şeyh Mehmed Çelebi (Muhyiddin Mehmed b. Pîrî Halîfe, Ö.898/1493)
Uzun müddet Eğirdir'deki tekkede faaliyet gösterdiği anlaşılan Mehmed Çelebi'nin şöhreti, bulunduğu şehrin sınırlarını aşmış ve Hamîd-ili bölgesinde "kutb" olarak şüyû bulmuştu.477 Babası Pîrî Halîfe gibi onun hakkında da kaynaklarda yeterli bilgi bulunamamıştır. Yukarıda işâret edilen Abdülmecid Efendi'nin eserinin başında Pîrî Halîfe'nin vefat târihi kaydedildikten sonra, oğlu Mehmed Çelebi de "Zamanın gavsı, asrın kutbu, Hızır'la (a.s.) arkadaşlık eden, ilm-i ledün sâhibi, kerâmetleri ve acâib menkıbeleriyle tanınmış kâmil bir şeyh" şeklinde anılmış ve vefâtının 898 (1493) senesinde meydana geldiği belirtilmiştir.478 Şiirlerinin toplandığı bir dîvânının olduğu bildirilmektedir 4 7 9 Hilâfet verdiği kişiler arasında Hacı İvaz 480 ve Hayreddin Dede 481 gibi isimler vardır. Vefâtından sonra da mânevî tasarrufunun devam ettiğine inanılan482 Mehmed Çelebi'den sonra Eğir476
477 478
479
480 481 482
Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. Lemezât müellifi Hulvî, Gülşeniyye-i Halvetiyye'nin kurucusu İbrahim Gülşenî'nin İstanbul'daki halifesi Hasan Zarîfî'nin (ö. 9 7 7 / 1 5 6 9 - 7 0 ) İbrahim Efendi'den önce Zeyniyye şeyhi Pîrî Halîfe'den hilâfet aldığını kaydetmişse de (s. 539), bu tarihen mümkün değildir. Muhtemelen onun sözünü ettiği Pîrî Halîfe, XVI. asrın ilk yarısında Anadolu'da faaliyet göstermiş olan Nakşibendiyye şeyhi Pîrî Halîfe (ö. 960 veya 9 6 1 / 1 5 5 4 ) olmalıdır (bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 104, dipnot: 4 4 3 ; 140, 201)
dir'deki tekkenin bir müddet boş kaldığı,483 daha sonra ise posta kızı tarafından torunu Burhâneddin Efendi'nin (Ö.970/1562-63) oturduğu görülmektedir. Mehmed Çelebi'den sonra Eğirdir'deki tekkede posta oturan Burhâneddin Efendi hakkında en geniş bilgi, torunu Şerîf Efendi tarafından hazırlanan Menâkıbü'l-evliyâ isimli eserde bulunmaktadır. 484 Burada Burhâneddin Efendi'nin menkıbeleri, tarîkat faaliyetleri, silsilesi ve nesebi anlatılmıştır. Ayrıca bu bilgilerin çok az bir kısmı, bâzı yanlışlıklarla birlikte Atâî'nin Şekâik Zeyli'nde de yer almıştır.485 Nesebi Hz. Peygamber'e dayanan Burhâneddin Efendi'nin, dedesi Mehmed Çelebi vefat ettiği sırada 17-18 yaşlarında bir genç olduğu belirtilmektedir. O yaşta irşad postuna oturmaya kalkışınca, dedesinin yaşlı dervişleri kendisine hilâfet ve icâzet olmadan şeyhlik edilemeyeceğini söyleyerek îtiraz ettiler. Burhâneddin Efendi bunun üzerine Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı'nda postnişîn olan Şeyh Nasuh Efendi'nin terbiyesine girdi ve seyru sülûkünü tamamlayarak icâzet aldı. 486 Bursa'dan Eğirdir'e gittikten sonra da dedesinin kabri başında mücâhedesine devam ettiği belirtilmektedir.487 Bu sebeple onun, zahirî nisbetle Nasuh Efendi'den mânevî nisbetle de Pîrî Halîfe'den icâzet aldığı kabul edilmiştir.488 Nasuh Efendi'nin mezkûr dergâhta 1513-1516 târihleri arasında faaliyet gösterdiği dikkate alınacak olursa, Burhâneddin Efendi'nin bu târihlerde icâzet alıp Eğirdir'deki tek483 484
Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1019. Burada Pîrî Halîfe'nin oğlu "Şeyh Muhyi'l-milleti ve'd-dîn el-Hamîdî ez-Zeynî el-Hüseynî" şeklinde kaydedilmiştir. İsminden önce zikredilen özelliklerden, kastedilen zâtın Mehmed Çelebi olması gerektiği ve tam adının Muhyiddin Mehmed olduğu anlaşılmaktadır. Menâkıbü'l-evliyâ'da Dîvân'ından bâzı bölümler kaydedilmiştir (bk. 25a29a). Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 16b. Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 23b.
485 486 487 488
Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 42a. Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4 5 5 2 ) bulunan Türkçe elli varaklık bu eser, aslında Burhâneddin Efendi'nin müridlerinden Halîfezâde diye bilinen Mehmed Çelebi tarafından hazırlanmıştır. Ancak Şerîf Efendi bunun bâzı bölümlerine ilâve ve çıkartmalarla düzeltmeler yapmış ve sonuna da beş varak ilâvede bulunmuştur. Bâzı kataloglarda Menâktb-ı Şeyh Burhâneddin şeklinde de kaydedilen (meselâ bk. Târih Coğrafya Yazmalar Kataloğu, s. 5 0 7 - 5 0 8 ) bu eserde Şeyh Burhâneddin'in yanı sıra dedesi Şeyh Mehmed Çelebi, büyük dedesi Pîrî Halîfe ve onun kayın atası Şeyhülislâm Berdaî'nin menâkıbmdan da söz edilmektedir. bk. Atâî, s. 77-78. Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42a-b; ayrıca bk. Atâî, s. 77-78. Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42b. Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 5b-6a.
kede posta oturduğuna hükmetmek gerekir. Atâî Burhâneddin Efendi'nin Pîrî Halîfe'den sonra posta oturduğunu yazmışsa da, 489 bu târihen mümkün değildir. Zîra Pîrî Halîfe onun, yukarıda da görüldüğü gibi dedesinin babasıdır. Yirmi yaşlarında iken posta oturan Burhâneddin Efendi 490 vefâtına kadar uzun bir müddet irşad faaliyetinde bulunmuş ve her kesimden insanın îtibar ettiği bir şeyh konumuna gelmiştir. Kânûnî Sultan Süleyman'ın sadrâzamlarından Rüstem Paşa, sadâretten önce bir ara pâdişâhın gazabına uğrayıp Teke sancağına tâyin edildiği sırada, şöhretini duyduğu bu şeyhi ziyâret ederek himmet ve duâsmı almak istemiştir.491 Rivâyete göre Rüstem Paşa önce, İsparta'da faaliyet gösteren Nakşî şeyhi Pîrî Halîfe'den (Ö.960 veya 961/1553-54) yardım istemiş, Pîrî Halîfe ise kendisine sadrazamlık müjdesi verdikten sonra, "Size kurtuluş yolunu esas Eğirdir'deki Şeyh Burhâneddin hazretleri gösterebilir. Ben onun yanında bir damlayım" demiştir.492 Burhâneddin Efendi'nin de Pîrî Halîfe gibi Rüstem Paşa'ya sadrazamlık müjdesi verdiği ve paşanın orada şeyhe intisap ettiği kaydedilmektedir.493
489 490 491 492 493
Atâî, s. 78. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 34a. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b. Böcüzâde, İsparta Târihi, s. 116. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b. Rüstem Paşa'nın daha sonra Nakşibendiyye meşâyihinden Hakîm Çelebi'ye de bîat ettiği görülmektedir (bk. Gelibolulu Mustafa Alî, Künhü'l-ahbâr, İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi, TY, nr. 5959, vr. 478a). Menâktbü'l-evliyâ'da "Baba Çelebi" diye tâbir edilen ve Rüstem Paşa'nın kalbini çeldiği bildirilen zât, muhtemelen mezkûr Hakîm Çelebi'dir. Kaydedildiğine göre Paşa'nın bu zâta bîatı ile ilk şeyhi olan Burhâneddin Efendi'ye meyli azalmış, bunun üzerine şeyh kendisine incinerek, yaptığı duâ ve teveccühten vazgeçmiştir. Ancak Paşa daha sonra şeyhe aracılar gönderip, duâ ve himmetinin devâmını ısrarlı bir şekilde talep etmiş ve tekrar gönlünü almayı başarmıştır (bk. Şerif Efendi, a.g.e., vr. 32b). Burada "Baba Çelebi" ile, Hakîm Çelebi'nin yanında yetişmiş olan Mahmud Çelebi de kastedilmiş olabilir. Zîra Mahmud Çelebi'ye Rüstem Paşa'nın hocası olması hasebiyle "Baba Efendi" de denildiği belirtilmektedir (bk. Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf, s. 137). Ancak kaynaklarda Mahmud Çelebi'nin şeyhlik yaptığına dâir bir kayda rastlanmamıştır.
Rüstem Paşa bu olaydan bir müddet sonra sadrâzam olunca, şeyhi Burhâneddin Efendi'ye karşı-güven ve îtimâdı daha da arttı. Burhâneddin Efendi bir ara İstanbul'a sadrâzamın ziyâretine gittiğinde, paşa şeyhin başkentte faaliyet göstermesi için ricâda bulunmuş ve kendisine Küçük Ayasofya Zâviyesi'ni tahsis etmiştir. Burhâneddin Efendi sadrâzamı laramayarak bir yıla yakın burada faaliyet gösterdi ve ilmiye mensuplarından pek çok kimse kendisine mürid oldu. Ancak daha sonra devlet erkânına yakın olmaktan hoşlanmamış ve Eğirdir'deki tekkeyi de boş bırakmamak için geri dönmek istediğini bildirmiştir. Rüstem Paşa, öyle anlaşılıyor ki şeyhinin memleketine dönmek istediğini Kânûnî Sultan Süleyman'a arzedince, pâdişâh şeyhe Eğirdir gölü içinde bulunan Nis adasındaki gayri müslimlerin haracından 30 akçe maaş bağlanmasına karar vermiştir.494 Burhâneddin Efendi, tekkesinde tevhid ve tekbirlerle kalbleri coşturur, ara sıra ettiği vaazlarla da halkı irşâda çalışırdı.495 Onun irşad halkasında kardeşi Mehmed Çelebi, 496 oğlu Mahmud Efendi, 497 Uluborlu'dan Abdülvahhâb Efendi, 498 İznikli Şeyh Mustafa Selâmî (Ö.993/1585), 4 " Şeyh Velî (Ö.1026/16 1 7), 5 0 0 Şeyh Turhan (Turhan Dede, Ö.1027/1618), 501 Halîfezâde diye bilinen Muhyiddin Mehmed Çelebi 502 ve Abdüllatîf Mahrûlc (Ö.1009/1600-01) 503 gibi zâtlar yetişmiştir. Bunlardan Burhâneddin Efendi'nin kardeşi Mehmed Çelebi'nin mürid yetiştirmekle meşgul olup olmadığı bilinmemektedir. Kadılık yapmakta olan oğlu Mahmud Efendi ise mesleğini sürdürmeyi tercih etmiş, vasiyyet ettiği halde babasının makamına geçmemiştir. Bunun üzerine Burhâneddin Efendi'nin küçük oğlu Ahmed Efendi, yukarıda 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503
Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b-32a. Atâî, s. 78. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 47a-b. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46a. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46b. Atâî, s. 3 6 1 - 3 6 2 ; Kissling, Zejnîje Ordetı, s. 173. Atâî, s. 605; Kissling, Zejnîje Orden, s. 173-174. Atâî, s. 651; Kissling, Zejnîje Orden, s. 174. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42b-43a. Hulvî, Lemezât, s. 6 0 7 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54.
adı geçen Abdülvahhâb Efendi'nin yanında seyru sülûkünü tamamlayarak irşad postuna oturmuş ve yirmi yıldan fazla hizmet etmiştir.so4 Buna göre Burhâneddin Efendi'den sonra oğlu Ahmed Efendi posta geçinceye kadar Eğirdir'deki tekkenin meşîhatini halîfelerinden Abdülvahhâb Efendi'nin üstlendiği anlaşılmaktadır. Abdülvahhâb Efendi'nin daha sonra irşad faaliyetini nerede sürdürdüğü tesbit edilememiştir. îznikli Mustafa Selâmî Efendi (Ö.993/1585) ise medrese ilimlerini tahsil ettikten sonra evvela Bayrâmiyye şeyhlerinden Bahâeddinzâde Efendi'nin (Muhyiddin Mehmed b. Bahâeddin, ö. 952/1545) hizmetine girmiş, ardından Burhâneddin Efendi'ye intisap ederek sülûkünü tamamlamıştır. Herhangi bir Zeyniyye tekkesinde faaliyet gösterdiğinden söz edilmemekle birlikte, Fâtih ve Süleymâniye câmîlerinde vâizlik yaptığı, bu arada Fâtih'in Yavuz Sultan Selim semtinde bulunan Bayrâmiyye'ye mensup Şeyh Yavsî Efendi/Yavsî Baba Tekkesi'nin (Sivâsî Tekkesi) meşîhatini vefâtına kadar yürüttüğü kaydedilmektedir.505 Bu durumda Zeyniyye'ye girmeden önce intisap ettiği Bayrâmiyye şeyhinden icâzet de aldığı anlaşılıyor. Te'lif ettiği eserlerinden biri Mevlîd-i Şerîf manzûmesidir.506 Kabri Edirnekapı'daki Emir Buhârî Câmii'nin hazîresindedir.507 Burhâneddin Efendi'nin diğer halîfelerinden Şeyh Velî (Ö.1026/1617) Hamîd-ili'ne bağlı Ağras kasabasındandır. Hilâfet aldıktan sonra irşad faaliyetini kasabasında kurduğu mescid ve zâviyesinde sürdürmüş, halk arasında kerâmetleriyle tanınmıştır.508 Kendisinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Yine Hamîdili'nden Şeyh Turhan'ın (Ö.1027/1618) ise mürid yetiştirmekle meşgul olup olmadığı bilinmemektedir. Cezbesi gâlib bir şeyh olarak tanıtılan Turhan Dede'nin hiç kimseden hediye kabul etmediği, aksine halka ikramlarda bulunduğu belirtilmektedir.509 Halîfezâde diye tanınan Muhyiddin Mehmed Çelebi ise, Burhâneddin Efendi ve dedelerinin
504 505 506 507 508 509
Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46a-47b. Atâî, s. 3 6 1 - 3 6 2 ; ayrıca bk. Osmanlı Müellifleri, I, 81. Osmanlı Müellifleri, I, 81. Atâî, s. 362; Osmanlı Müellifleri, I, 81. Atâî, s. 605. Atâî, s. 651.
menkıbelerini ihtivâ eden Menâkıbü'l-evliyâ'nin ilk derleyicisidir. Yukarıda da belirtildiği gibi daha sonra bu esere Burhâneddin Efendi'nin torunlarından Şerîf Efendi tarafından bâzı ilâve ve çıkartmalarla son şekli verilmiştir. Halîfezâde'nin mürid yetiştirmekle iştigal ettiğine dâir bir kayda rastlanmamıştır. Burhâneddin Efendi'nin bir diğer halîfesi Vefâ Dergâhı'ndaki hücresinde yanarak vefât eden Abdüllatîf Mahrûk'a ileride Şeyh Vefâ bölümünde temas edilecektir. b. Muhyiddin Kocevî (ö. 885/1480) Pîrî Halîfe'den sonra Eğirdir'deki telekede makamına oturan oğlu Mehmed Çelebi ile devam eden silsile Zeyniyye tarikatının ağırlıklı olarak Hamîd-ili bölgesinde yayılmasını sağlarken, Pîrî Halîfe'nin bir başka halîfesi Muhyiddin Kocevî ile de başkent İstanbul'da yayılmasını sağlamıştır. Tasavvuf yoluna girmeden önce zâhir ilimlerini tahsil ettiği bilinen Şeyh Muhyiddin, Eğirdir'de hizmetinde bulunduğu Pîrî Halîfe'den icâzet aldıktan sonra İstanbul'a giderek510 Fâtih'in Aşıkpaşa mahallesinde Karanlık Mescid diye bilinen mescidi ve yanına da zâviyesini kurmuş ve 885'te (1480) meydana gelen vefâtına kadar irşâdla meşgul olmuştur. Kabri mescidin yanındadır.511 İlm-i zâhirle ilm-i bâtın arasını cemettiği kaydedilen şeyhin, bütün gününü müridlerinin terbiyesi ile geçirdiği, dünyevî menfaatlere asla tenezzül etmediği ve halk arasında kerâmet sâhibi olarak tanındığı belirtilmektedir.512 Vefâtını müteakip adı geçen tekkede makamına "Gündüz/Gündüzlü Muslihuddin" diye bilinen halîfesi Şeyh Muslihuddin Mustafa (ö. ?) geçmiştir.513 Şeyh Muslihuddin Mustafa'nın Kânûnî Sultan Süleyman devri meşâyihinden olduğu belirtilmekle birlikte hayâtı, faaliyetleri ve vefât târihi hakkında kaynaklarda bilgi verilmemiştir. Zâhir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna Abdüllatîf Kudsî'nin (Ö.856/1452) ileri gelen halîfelerinden Tâcüddin İbrâhim Karamânî'ye (Ö.872/1467-68) intisap etmek sûretiyle girmiş, onun vefâtından sonra ise Muhyiddin Kocevî'nin irşad halkasına katılmıştır.514 510
511 512 513
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 8 ; Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, 1 , 1 7 3 ; ayrıca bk. Kissling, Zejnîje Orden, s. 169. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 173. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 8 - 2 4 9 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 3 7 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 379a.
Muslihuddin Efendi'den sonra mezkûr tekkede irşad faaliyetinin devam edip etmediği bilinmemektedir.
dı gitti. Fakîr dahî Şeyh Abdüllâtîf'in koltuğuna girüp odasına aldım gittim." 518
Muhyiddin Kocevî'nin bu zâttan başka iki kişiye daha icâzet verdiği tesbit edilmiştir. Bunlardan biri halk arasında "Şeyh Kara Ali" diye bilinen Alâeddin Ali'dir (Ö.929/1523). Önce Kastamonulu Hacı Halîfe'ye (Ö.894/1489) intisap eden Alâeddin Ali, onun vefâtından sonra Muhyiddin Kocevî'nin hizmetine girmiştir. Her iki şeyhten de icâzet aldığı bildirilmekte, ancak mürid yetiştirmediği, evinde uzlete çekilerek ibâdetle meşgul olduğu rivâyet edilmektedir.515 Muhyiddin Kocevî'den icâzet alan diğer kişi ise Bigalı Hacı Ahmed b. Seydî'dir (ö.?). Zâhir ilimlerini Balıkesirli Mevlânâ Hacı Hasanzâde Mehmed Câmî'den öğrenen Hacı Ahmed Efendi'nin Avârifü'l-maârif i genişleterek Türkçe'ye tercüme ettiği ve ayrıca Esrâr-ı Fâtiha isimli bir eser te'lîf ettiği belirtilmektedir.516
Âşıkpaşazâde'nin Kudsî'den icâzeti Konya'da mı yoksa Bursa'ya gittikten sonra mı aldığı tesbit edilememekle birlikte, İstanbul fethedildikten sonra Fâtih'te bugünkü Haydar mahallesindeki mescid-tekkesinde irşad faaliyetini sürdürdüğü bilinmektedir.519 Daha sonra câmiye dönüştürülmüş bir mescid, bir tekke, iki türbe, bir çeşme ve hazîre bölümleriyle "Âşık Paşa Külliyesi" adını alan bu manzûmenin kuruluş dönemi tam aydınlatılabilmiş değildir. Baha Tanman'ın kanâatine göre külliyenin merkezini oluşturan mescid, adı geçen Âşıkpaşazâde adına 1464-1479 târihleri arasında Sarây-ı Atîk ağalarından Hüseyin b. Abdullah tarafından inşâ ettirilmiştir.520 Kaynaklarda "Aşık Paşa", "Emirler", "Seyyid Velâyet" gibi çeşitli adlarla anılan tekkenin de kuruluş târihi tam olarak tesbit edilememiştir.521 Âşıkpaşazâde'den sonra bu tekkede makamına halîfesi ve dâmâdı Seyyid Velâyet oturmuştur.522
7. Âşıkpaşazâde ve Âşık Paşa Külliyesi Abdüllatîf Kudsî'nin bir diğer önemli halîfesi Derviş Ahmed Âşıkî (ö. 889/1484'ten sonra), 517 büyük dedesi Âşık Paşa'ya nisbetle Âşıkpaşazâde adıyla anılmaktadır. Hayâtı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunamayan Âşıkpaşazâde'nin Abdüllatîf Kudsî'ye intisâbı, muhtemelen Kudsî'nin ikinci Anadolu seyâhati esnâsında Konya'da Sadreddin Konevî Zâviyesi'nde kaldığı sırada gerçekleşmiştir. Nitekim adı geçen tekkede, daha önce temas edilen Şeyh Kudsî ile Şeyh Cüneyd arasındaki tartışma sırasında Âşıkpaşazâde yanlarında olduğu bilinmektedir. Önemli eseri Tevârih-i Âl-i Osman'da (Âşıkpaşazâde Târihi) canlı şâhidi olduğu bu olayı aktardıktan sonra şöyle demektedir: "Hoca Hayreddin, Cüneyd'in koltuğuna girüp odasına al-
514 515 516
517
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 537. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 2 ; Tâcü't-tevârîh, II, 582. Osmanlı Müellifleri, I, 58; ayrıca bk. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 111; Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 110. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346. Âşıkpaşazâde'nin hangi tarihte vefat ettiği kesin bilinmemektedir. Hüseyin Vassâf onun 908'de (1502) vefat ettiğini yazmıştır (Sefîne, I, 265).
a. Seyyid Velâyet (ö. Muharrem 929/Aralık 1522) Nesli Hz. Hüseyin'e dayanan Seyyid Velâyet523 Kirmastı (Bugün Bursa'nın Mustafakemalpaşa kazası) kasabasında dünyaya gelmiş ve 874 (1469-70) senesinde şeyhi Âşıkpaşazâde'nin kızı Râbia Hâtun'la evlenmiştir. Molla Gûrânî'den hadis dersleri aldığı kaydedilen Seyyid Velâyet'in üç defa hacca gittiği ve bu yolculuklar esnâsında Mısır'da 518 519
s2°
521 522
523
Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 5 . bk. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 154. Sefîne-i Evliyâ'da Abdüllatîf Kudsî'nin halîfelerinden Şeyh Ahmed Zeynî isminde birisinin Fâtih'deki Âşıkpaşa Mescidi'nde irşad faaliyetinde bulunduğu ve Muharrem 846'da (Mayıs 1442) vefatı üzerine mescidin hazîresine defnedildiği belirtilmişse de (Vassaf, I, 265) bunun yanlışlığı açıktır. Zira belirtilen tarihte henüz İstanbul fethedilmiş değildi. M. Baha Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (DBİA), I, 364. Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 365. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 7 8 - 5 7 9 ; Vassâf, Sefîne, V, 248. Hz. Hüseyin vâsıtasıyla Hz. Ali'ye ulaşan nesep silsilesi için bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 5 - 3 4 6 ; Vassâf, Sefîne, V, 248.
Şeyh Seyyid Vefâ b. Seyyid Ebû Bekir 524 ve Mekke'de Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Şeyh Abdülmu'tî ile görüştüğü belirtilmektedir. Seyyid Vefâ kendisine kelime-i tevhîdi telkîn ederek irşad için icâzet vermiştir. Şeyh Abdülmu'tî ise Mekke'de meşâyih ve âlimlerden oluşan bir topluluğun huzûrunda esmâü'l-hüsnâ okuması için izin vermiştir.525 Âşıkpaşazâde ve dâmâdı Seyyid Velâyet'in saray çevreleriyle iyi ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Yukarıda adı geçen zâviyeye II. Bâyezid'in kızı Sûfî Sultan Hanım olarak tanınan Fatma Sultan tarafından 907 Cemâziyelâhirinde (Aralık 1501) tahsis edilen vakıflarla bir kısım gelirler sağlanarak kandil vb. giderlerin, şeyh ve dervişlerin yiyecek masraflarının karşılanmış olması526, bunun açık bir göstergesidir. Bu, aynı zamanda dönemin pâdişâhı Sultan II. Bâyezid ile de iyi ilişkiler içersinde olduklarını göstermektedir. Nitekim Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'in kayıtlarına göre, Yavuz Sultan Selim babası Sultan II. Bâyezid'in saltanatı kendisine bırakmakta tereddüt ettiğini görünce, işin âkıbetini öğrenebilmek için devrin şeyhlerine mürâcaat ettiğinde hepsinden saltanat müjdesi almış, ancak Seyyid Velâyet Yavuz'a mesâfeli durup mürâcaatına cevap vermemişti. Daha sonra zorla huzûra çıkarılınca ona, "Yakında sultan olacaksın, ama ömrün uzun olmayacak" dediği rivâyet edilmektedir.527 Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin tarafından daha başka kerametleri de kaydedilen Seyyid Velâyet, henüz hayatta iken zâviyenin meşîhatini oğlu Mustafa Çelebi'ye bırakmış ve vefâtından bir yıl önce 928 Muharreminde (Aralık 1521) zâviyeye pek çok vakıf tahsis et-
miştir.528 9 29 yılı Muharreminde (Aralık 1522) 73 yaşında iken meydana gelen vefâtından529 yaklaşık beş buçuk sene sonra da eşi Râbia Hatun, Gemâziyelevvel 934 (Mart 1528) târihli vakfiyede belirtildiğine göre zâviyeye sekiz hücre ilâve ettirmiştir.530 Seyyid Velâyet'in cenâze namazı ulemâ ve meşâyihten büyük bir cemâatin iştirakiyle Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi tarafından kıldırılmıştır.531 eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh başta olmak üzere bâzı kaynaklarda Seyyid Velâyet'ten sonra makamına oğlu Seyyid Derviş Mehmed'in (Şeyh Mehmed, Ö.942/1535-36) geçtiği belirtilmişse de, 532 yukarıda zikredilen Seyyid Velâyet'in Muharrem 928 târihli vakfiyesinde meşîhatin, oğlu Mustafa Çelebi'nin (ö.?) uhdesinde olduğu ifâde edilmiştir.533 Adı geçen kaynakların belirttiği Seyyid Derviş Mehmed ise muhtemelen Mustafa Çelebi'den sonra postnişîn olmuştur. M. Baha Tanman, Derviş Mehmed'den sonra da posta Seyyid Velâyet'in dâmâdı ve halîfesi Gazâlîzâde Şeyh Abdullah Efendi'nin (ö. Zilhicce 977/Mayıs 1570) oturduğunu belirtmiştir.534 Ancak Şeyh Abdullah'tan önce eğer irşad postuna kimse oturmamış ise tekkenin bir müddet boş kaldığına hükmetmek gerekir. Zîra Şeyh Abdullah'a eserinde yer veren Atâî, onun tahsîlini tamamladıktan sonra müderrislik ve çeşitli yerlerde kadılık hizmetinde bulunduğunu, 959 (1552) senesinde İstanbul'a giderek birkaç kez Galata vâlîsi olduğunu kaydetmiş, ardından azledilmek sûretiyle emekliye ayrıldığını belirtmiştir. Bu arada seyru sülûkünü Seyyid Velâyet'in yanında tamamladığı ve şeyhine dâmad olduğu da ifâde edilmekte, ancak tekkede şeyhlik yaptığından söz edilmemektedir.535 Şeyh Abdullah'ın hangi târihte emekli edildiği zikredilmemiş olsa da,
528 524
525
526
527
Müstakimzâde bu şeyhin Bekriyye-i Gücdüvâniyye tarikatından olduğunu kaydetmektedir (Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Meşâyihnâme-i İslâm, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1 7 1 6 / 1 , vr. 3a). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 7 8 - 5 7 9 ; Vassâf, Sefine, V, 2 4 8 . bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 953 (1546) Târihli (nşr. Ömer Lütfi Barkan-Ekrem Hakkı Ayverdi), İstanbul 1970, s. 275-276. Vakfiyede dervişlerin cumâ geceleri şeyhin huzurunda toplanarak teşbih ve tehlil etmeleri ve Hz. Muhammed'e salâtü selâm getirmeleri şart koşulmuştur. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 579.
529 530 531 532
533
534 535
İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 275. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 . bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 278. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 - 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Sicill-i Osmânî, IV, 609. bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 275. Vakfiyede şöyle denilmektedir: "...Ba'dehum irşâda kadir bir kimesne zâviyede halîfe olup evkâf-ı mezbûrei mutasarrıf ola. Hâliyâ hilâfet vâkıfın oğlu Mustafa Çelebi uhdesindedir". Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 366. Atâî, s. 132-133.
en azından 959 senesinin sonlarından önce tekkenin meşîhatini üstlenmiş olması mümkün değildir.-Bu da tekkenin yirmi seneye yakın boş kaldığını gösterir. Şeyh Abdullah muhtemelen emekliliğinden sonra tekkenin meşîhatini 977 Zilhiccesinde (Mayıs 1570) meydana gelen vefâtına kadar yürütmüş olmalıdır. Ondan sonra buranın bir müddet daha Seyyid Velâyet'in neslinden gelenlerin tasarrufunda kaldığı belirtilmekteyse de, 536 meşîhati kimlerin üstlendiği bilinmemektedir. 8. Şeyh Vefâ ve Vefâiyye-i Zeyniyye Zeyniyye'nin Anadolu ve Rumeli'de yayılmasında etkili olan Abdüllatîf Kudsî'nin bir başka önemli halîfesi Şeyh Vefâ diye meşhur Konyalı Muslihuddin Mustafa'dır (Ö.896/1491). Kaynaklarda adı "Ebulvefâ", "İbnülvefâ/İbn Vefâ" veya "Vefâzâde" gibi değişik şekillerde de anılmaktadır. Hatta aynı kaynakta bu farklı şekillerden bir kaçının kullanıldığı da görülür. Kendisiyle görüşme imkânı bulan Lâmiî Çelebi'nin kaydettiğine göre, Şeyh bir kitabının kapağına adını Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî şeklinde yazmış, ardından da "Vefâ" diye tanındığını belirtmiştir.537 Şiirlerinde de "Vefâ" mahlasını kullandığı görülmektedir. Konya Meram'da adına yaptırılan câmi- ^ in İ. H. Konyalı tarafından incelenen Arapça vakfiye sûretlerinde ismi farklı tarihlerde farklı şekillerde kaydedilmiştir. Muharrem 864 (Kasım 1459) tarihli sûrette "Muslihuddin Ebulvefâ Çelebi Mustafa" şeklinde, 875 tarihli sûrette babası ve dedesiyle birlikte zikredilen isminden sonra "eş-şehîr bi Veled-i Vefâ" kaydıyla, 879 tarihli sûrette "İbn Vefâ" kaydıyla, 885 tarihli sûrette ise "Şeyh Vefâ" şeklinde geçmektedir.538 Müridi Safâyî de şeyhini medih için yazdığı şiirinde: 536 537
538
Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 366. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 7 . Şeyh Vefâ'nın Arapça olarak yazdığı ibâre şu şekildedir: "Ketebehü'l-fakîr Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî elmed'uvvu bi-Vefâ". Lâmiî Çelebi şeyhin bir başka yerde de adını "el-Fakîr Mustafa el-ma'rûf bi-Vefâî" şeklinde kaydettiğini belirtmektedir (bk. a.g.e., s. 562). İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya 1964, s. 552-553.
Ki ismi Mustafa b. Hacı Yahya Vefâ derler ona meşhurdur
amma
demektedir.539 Gelibolulu Mustafa Âli ise Künhü'l-ahbâr'ın bir yerinde "Şeyh Vefâ", bir yerinde "Şeyh Ebulvefâ", bir başka yerinde "Şeyh İbn Vefâ" olmak üzere, yukarıdaki vakfiyede olduğu gibi birden fazla şekli kullanmıştır.540 Müridlerinden Sinan Paşa Tazarrünâme'sinde "İbnülvefâ" ve ikisi bir arada "Ebulvefâ İbnülvefâ" şekillerinde, 541 bir başka müridi Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa Dîvan'ında "Vefâ" ve "Vefâzâde" şekillerinde,542 şeyhin evrâd ve ezkârının toplandığı Evrâd-ı Şeyh Vefâ isimli eserin girişinde de "Ebulvefâ eş-Şeyh Vefâ b. Mevlâ Şemsüddin Ahmed b. Hacı Yahya es-Sadru'l-Konevî" şeklinde anılmaktadır.543 Fâtih Sultan Mehmed'in Abdülkâdir Erdoğan tarafından incelenen Arapça vakfiyesinde ise "Vefâzâde" denilmiştir.544 953 (1546) târihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde "Şeyh Ebulvefâ" şeklindedir.545 Taşköprîzâde ise onu eş-Şekâik'te "Şeyh Vefâ" başlığı ile kaydetmiş, ardından "İbn Vefâ" diye şöhret bulduğunu belirtmiştir.546 eş-Şekâik mütercimi Mecdî Efendi de bâ-
539
540 541 542 543 544
545 546
Safâyî, Vasâyâ, vr. 10b. Şiirde geçen Hacı Yahya, Şeyh Vefa'nın babası değil dedesidir. Burada kâfiye zarûretinden dolayı babası yerinde zikredilmiş olmalıdır. Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 167b, 380a, 478a. Sinan Paşa, Tazarrûnâme (nşr. A. Mertol Tulum), İstanbul 1971, s. 289-291. Ahmet Paşa Dîvânı, s. 38, 40. Süleymâniye Ktp., Fâtih, 2561, vr. 2b. Abdülk_dir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefekkiri Şeyh Vefa Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1941, s. 7. Abdülkâdir Erdoğan'ın bu eseri, Şeyh Vefâ ile ilgili Türkçe ilk monografi olma özelliğini taşımaktadır. Fâtih kürsî şeyhlerinden Abdürrezzak Efendi'nin 1165'te (1752) Arapça olarak kaleme aldığı Tuhfetü'l-ahbâb isimli dört varaklık eser ise (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3622, vr. 184a-187a), Şeyh Vefa ile ilgili eşŞekâik'te anlatılanların hemen hemen tekrarından ibarettir. bk. s. 159. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 237. Taşköprîzâde eserin muhtelif yerinde şeyhin adını "İbn Vefâ" olarak kaydetmiştir (bk. s. 176, 177, 240, 268, 269). Atâî ZeyVinde de bir yerde "İbn Vefâ..." (s. 21-22) bir başka yerde "Şeyh Vefâ..." (s. 192) denilmektedir.
zan "İbn Vefâ" bâzan "Vefâzâde" demektedir.547 Bütün bu kayıtlar gösteriyor ki, yukardaki şekillerden her biri, özellikle farklı bir anlam yüklenmeksizin şeyhi ifâde için kullanılmıştır. Yani "Ebulvefâ" denilmesi, Vefâ isminde bir oğlu olduğundan dolayı olmadığı gibi, "İbn Vefâ" ya da "Vefâzâde" denilmesi de Vefâ adında babası veya dedesi olduğu için değildir. Nitekim dönemin kaynaklarında bu hususa işâret eden her hangi bir kayıt da bulunmamaktadır. Yukarıdaki örneklerin bazısında "Ebulvefâ"nın şeyhin künyesi olarak kullanıldığı anlaşılmaktaysa da, diğer örnekler dikkate alındığında bunun pek yaygın olmadığı görülmektedir. Şeyh şiirlerinde mahlas olarak "Vefâ"yı kullandığı için, bu şekli diğerlerinden muhtemelen daha yaygın olarak kullanılmış olmalıdır. • Kaynaklarda Şeyh Vefâ'nın zâhirî ilimlerde mâhir, astronomiye vâkıf, mûsikîyi iyi bilen, "vefk" 548 yazmakla tanınmış, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde şiirler yazan önemli bir mürşid-i kâmil olduğu belirtilmekle birlikte, 549 tahsil dönemi ve hocalarıyla ilgili bilgi verilmemektedir. Türkçe bâzı şiirlerini şerheden Cebbarzâde Mehmed Ârif Efendi'nin kaydettiğine göre, zâhir ilimlerini gençliğinde babasıyla birlikte gittiği Osmanlı'nın o dönemdeki başkenti Edirne'de tahsil etmiştir.550 Abdülkadir Erdoğan ise kaynak göstermeksizin onun Konya'da okuduğunu belirtmektedir.551 Lâmiî Çelebi şeyhin ilmî seviyesini ifâde için "Câmi-i ulûm-i zâhir ve bâtın idi. Ekseri fünûnda yed-i ulyâsı var idi" demekte,552 evrâdının derlendiği ese-
rin girişinde ise "Zamanın allâmesi, usûl ve furûa vâkıf, Kur'an ve hadislerin rumuzlarını çözen, müfessirlerin efendisi, muhaddisleriri dayanağı" gibi vasıflarla anılmaktadır.553 Dönemin önemli mütefekkirlerinden Sinan Paşa da onu müctehid âlimlerden saymıştır.554 Kaleme aldığı eserleri de Vefâ'nın muhtelif fenlere vâkıf olduğunu göstermektedir. Örneğin Rûznâme astronomiye dâirdir.555 Melhame uzaydaki yıldız ve gezegenlerin durumlarına göre insanların yeryüzünde davranışları hakkında bilgi vermektedir. Eserdeki konu başlıkları "Ay ve Güneş on iki burcdan her hangi birine gelince nasıl amel edilir?", "Haftanın yedi gününde ne yapmak ve neden sakınmak gerekir?" "On iki Rum aylarının keyfiyeti", "Gökteki gezegenlerin sıfatları ve her iklimin keyfiyyeti" vb. şeklinde devam etmektedir.556 Bu eserlerin yanı sıra, o devirde Paskalya gününü belirlemede aralarında ihtilaf eden Hıristiyanların Şeyh Vefâ'ya danışarak günlerini belirlemiş olmaları da onun ilm-i nucûmdaki ihtisasının herkes tarafından kabul edildiğini göstermektedir.557 Şeyh Vefâ'nın tesbit edilebilen diğer eserlerinden Şiirler Risâlesi, Makâm-ı Sülük ,ve Sâz-ı îrfârı tasavvufî mâhiyette olup manzumdur.558 Arapça, Farsça ve Türkçe olarak üç lisan üzere yazdığı beyitlerinden meydana gelen ilk risâle mevzularına göre bölümlere ayrılmış ve her bölüme bir başlık konulmuştur. Eserin başında "Şeyh Vefâ'ya Ait Şiirler Risâlesi" şeklinde kayıt vardır.559 Türkçe beyitlerinden birisi şöyledir:
553 547
548
549
sso
551 552
Mecdî, s. 130, 196, 433. Abdülkadir Erdoğan da farklı kullanımlar için bâzı klasik kaynak ve vakfiyelerden örnekler zikretmiştir (bk. Şeyh Vefa, s. 7-9) Vefk çizilmiş bir kare içindeki bölümlere gerekli harf ya da rakamların yerleştirilmesi sûretiyle yapılan bir nevî muskadır ki, üzerinde taşıyanın her türlü kaza ve belâdan korunacağına inanılır (Geniş bilgi için bk. Taşköprîzâde Ahmed Isâmüddin, Mevzûâtü'l-ulûm [trc. Kemâleddin Mehmed], İstanbul 1 3 1 3 , 1 , 427). Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 7 - 5 2 8 ; Osmanlı Müellifleri, I, 181; Vassâf, Sefine, I, 269. Cebbarzâde Mehmed Ârif b. Şâkir, Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu nutk-i Şeyh Vefâ, Hacı Selimağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 5 4 4 , vr. 2b-3a. Erdoğan, Şeyh Vefa, s. 11. Lâmiî, Nefehât Tercürhesi, s. 559.
554 555
556
557 558
559
Vefâ, Evrâd-ı Vefâ, vr. 2a-b. İleride Sinan Paşa anlatılırken bu konuya temas edilecektir. İstanbul'un enlem ve boylamına göre tertip edilmiş cedvellerden meydana gelen bu eserin bir çok nüshası bulunmaktadır (Meselâ bk. Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 2 2 1 ; Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3 0 9 1 , vr. 63a-69b). Eserin Miftâh-ı Rûznâme (Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 17) ve Hüsnü'l-iktifâ li halli Rûznâme-i Şeyh Vefâ (Osmanlı Müellifleri, I, 181) isimli şerhleri vardır. Türkçe olan eserin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Yazma Bağışlar, nr. 3 0 9 1 , 6 2 varak). Cebbarzâde, Dâfiu'z-zulem, vr. 3b; Vassâf, Sefine, I, 270. Hoca Sâdeddin Efendi bir de Vefâ'nın Hâşiye-i Tecrîd'e hâşiye yazdığını ve kendisinin bu eseri gördüğünü ifâde etmektedir (Tâcü't-tevârîh, II, 528). Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Fâtih, nr. 3899) bulunan bu eser 105 varaktır.
Oh oh ne tatlu ola yol Mustafa yolu Ah ah kimin eline gire bu safâ yolu (vr. 91b). Eser şu beyitle son bulmaktadır: Üzerine salât-t selâmtn ale'd-devâm Kim menba-i Vefâ ve safâ durur müdâm. Makâm-ı Sülük isimli eserde de Türkçe 396 beyit bulunmakta ve tasavvufta yedi makam; seyr ilallah, seyr lillah, seyr alallah, seyr maallah, seyr fillah, seyr anillah, seyr billah sırasıyla anlatılmaktadır.560 Sâz-t İrfan'âz ise Vefâ'nın Türkçe bir çok rubâîleri ve diğer manzûmeleri vardır. Bu eser Makâm-ı Sülük'le birlikte aynı numarada kayıtlıdır. 38 varak olan eserde rubâîler harf sırasına göre tasnif edilmiştir. Süleymâniye Kütüphânesi'nin Ayasofya bölümünde iki nüshası daha vardır (nr. 1851, 1853). 1851 numaradaki nüsha Sırru esrâri'l-beyân ve burcu seyri rûhi'l-insân adıyla kayıtlıdır. 1853 numaradaki nüshada "Vefâ" mahlasının geçtiği son beyit bulunmadığı için olmalı, Bursalı Mehmed Tâhir Bey eserin Vefâ'ya yanlışlıkla nisbet edildiğini ileri sürmüş, sonunda Bahrî nâmında bir şâire ait olduğu belirtiliyor demiştir.561 Abdülkâdir Erdoğan da İbrahim Efendi bölümündeki Sâz-t İrfan'm Vefâ'ya âit olduğunu kaydetmekle birlikte, Ayasofya nüshası için Tâhir Bey'in ifâdesine uymuştur.562 Oysa Ayasofya bölümündeki eser İbrâhim Efendi bölümündekinin aynısıdır. Sadece Ayasafya bölümündeki nüshada, yukarıda belirtildiği gibi, diğerinde bulunan mahlaslı son beyit bulunmamaktadır. Erdoğan ayrıca Ayasofya nüshasının Vefâ'ya âit olmadığım te'yid için, eserde olduğunu söylediği Şeyh Vefâ'yı medih sadedinde yazılmış bir şiiri kaydetmekte ise de, 563 bu şiir orada değil Vefâ'nın müridlerinden Safâyî'nin Manzûme-i Vasâyâ-yı
560
561 562 563
Bir nüshası Süleymaniye Kütüphânesi'nde (İbrahim Efendi, nr. 652) bulunan bu eser 14 varaktan ibarettir. Eseri Ömer Ali Yıldırım İstanbul Üniversitesi İlahiyat Falcültesi'nde bitirme tezi (2002) olarak hazırlamıştır. Osmanlı Müellifleri, I, 181. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 9. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 9-10.
Şeyh Vefâ isimli eserindedir.564 Muhtemelen şeyhin sohbetlerinde dinlediklerini nazmetmek sûretiyle meydana getirdiği bu eserinde Safâyî daha başka şiirlerinde de Vefâ'yı "Vâkıf-ı esrâr-ı Rahmân", "Mazhar-ı rûh-i Muhammed", Kutb-i devrân" gibi üstün vasıflarla övmüştür. 565 Ayrıca eserde Sultan II. Bâyezid'e de övgüler bulunmakta ve pâdişâh "zıll-i Rahmân" şeklinde tavsif edilmektedir.566 Şeyh Vefâ'nın "Derviş olayım dersen" nakaratlı Türkçe sekiz rubâîsi Cebbarzâde diye bilinen Mehmed Ârif b. Şâkir tarafından Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu nutki Şeyh Vefâ adıyla şerhedilmiştir.567 İlk kıtası şöyledir: Evvel tevhidi zikret Sonra cürmünü fikret Var yoluna doğru git Derviş olayım dersen İslâm Ansiklopedisi'nde Mecdî'den naklen (s.252) Şeyh Vefâ'nın Firavun'un îmânı konusunda da bir risâle yazdığı kaydedilmişse de, 568 işaret edilen yerde böyle bir bilgiye rastlanmamıştır. Ayrıca Abdülbâkî Gölpınarlı Yûnus Emre ile ilgili eserinde kaydettiği "Yânayım 564
565 566 567
568
Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Ayasofya, nr. 2154) bulunan bu eser 64 varak olup Türkçe'dir. Şeyh Vefâ ile ilgili şiir şöyledir: Sana bir hoş kelâmım var muhakkak İşittim okudum şeyhimden el-hak Ki ismi Mustafa b. Hacı Yahyâ Vefâ derler ona meşhurdur amma Bilinmiş Şâm u Mm u Hind ü Çin'de Eğerçi cây-t Kostantin içinde Mudakkıktır muhakkiktir muhakkak Mükemmel mürşîd-i kâmildir elyak (vr. lOb-lla). bk. Safâyî, Vasâyâ, vr. İ l a . Safâyî, Vasâyâ, vr. 6b-10b. Şâban 1319'da (Kasım 1901). tamamlanan bu Türkçe şerhin müellif nüshası Üsküdar'da Hacı Selimağa Kütüphânesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 5 4 4 , vr. lb43b). Ömer Fâruk Harman, "Firavun", DİA, XIII, 120.
iy şem'-i rûşen yânayım" nakaratlı sekiz kıta murabbaın Yûnus'a yanlışlıkla atfedildiğini, aslında bunların Şeyh Vefâ'ya ait olduğunu belirtmiştir.569 Ancak son kıtada "Sabâyı" mahlasının kullanılmış olması, bunların Vefâ'ya değil de onun şâir müridlerinden Edirneli Sabâyî'ye ait olabileceğini düşündürmektedir.570 Nitekim sondan bir önceki kıtanın "Cümle uşşâka Vefâ matluptur" şeklindeki ilk mısraı da şâirin Vefâ'nın müridlerinden biri olması ihtimâlini kuvvetlendirmektedir. Şeyh Vefâ'nın tasavvuf yoluna girmesi Edirne'de "Debbağlar İmamı" diye meşhur olan ve yukarıda bahsi geçen Muslihuddin Halîfe'ye intisap etmek sûretiyle gerçekleşmiştir.571 Bu zâtın hizmetinde ne kadar kaldığı bilinmeyen Şeyh Vefâ'nın, daha sonra bizzat şeyhin izni ve işâretiyle Abdüllatîf Kudsî'ye intisap ettiği kaydedilmektedir.572 Bu ikinci intisabın Edirne'de mi yoksa Bursa'da veya Konya'da iken mi gerçekleştiği bilinmemekle birlikte, Vefâ'nın, Kudsî henüz hayatta iken irşad faaliyetine başladığı Mehmed b. Sa'dî tarafından haber verilmektedir.573 Mehmed b. Sa'dî ayrıca Kudsî'nin Vefâ'yı İstanbul'a gönderdiğini söylüyorsa da, 574 bunun yanlışlığı, İstanbul'un fethinin 569
570
571
572
573 574
Abdülbâkî Gölpınarlı, Yûnus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 3 6 1 - 3 6 2 . İlk kıta şöyledir: Âşık oldum bende-i cânâneyim Bahra düşdüm tâlib-i dür-dâneyim Bâl ü perden geçmişem pervâneyim Yânayım iy şem'-i rûşen yânayım Son kıta şöyledir: Yâr didüm sen yüreğüm yârana Bin Sabâyî gibi olsa yâre ne Çün neyistâna od urdum çâre ne Yânayım iy şem'-i rûşen yânayım Abdülkadir Erdoğan da bazı telaffuz farklılıkları ve noksanlıklarla (Örneğin birinci kıta üçüncü mısradan başlamış, "Safâyî" mahlasının geçtiği son kıta ise kaydedilmemiştir) söz konusu marabbaları Şeyh Vefâ'ya nisbet ederek kaydetmiştir (Şeyh Vefâ, s. 17-18). Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 7 ; Vassâf, Sefine, I, 269. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 7 ; Vassâf, Sefine, I, 269. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4a. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.
Kudsî'nin vefâtından sonra gerçekleştiği bilindiği için açıktır. Şeyh Vefâ'nın irşad için icâzet aldıktan sonra ilk olarak o tarihte Karamanoğulları'nın idâresinde bulunan memleketi Konya'da faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Karamanoğlu İbrahim Bey onun için Meram'da bir cami ve hânkâh yaptırmıştır. Buraya Şeyh Vefâ başta olmak üzere yakınları ve bağlıları tarafından vakıflar tayin edilmiş, Konya Osmanlıların eline geçtikten sonra da Fâtih Sultan Mehmed'in hükmüyle, vakfedilen bütün bağlara bahçelere mevsiminde su verilmesi ve vakıf işlerinde çalışanların her türlü vergiden muaf tutulması kararlaştırılmıştır.575 Ayrıca İ. H. Konyalı adı geçen câmiye/mescide Muharrem 864 (Kasım 1459) tarihinde konulduğu belirtilen atmış bir adet kitabın listesini incelemiştir ki, bunlar arasında altı adet tam Mushaf ve cüz halinde iki takım Kur'ân-ı Kerim'le birlikte Kasîde-i Bürde, İlâhinâme-i Şeyh Senâî, Fusûsü'l-hikem, Tercüme-i Vasâyây-ı Şeyh Sadreddin, Sultan Veled'in Mesnevi'si, Gazeliyât-ı Mevlânâ, Dîvân-t Âşıkpaşa, Resâil-i İlm-i Meşâyih gibi eserler 576 dikkat çekmektedir. Şeyh Vefâ daha sonra Konya'dan İstanbul'a gitmiştir. Ancak hangi tarihte gittiği kesin olarak bilinmemektedir. eş-Şekâik ve Sefine'ye göre onun İstanbul'a gidişi, bir ara deniz yoluyla hacca gitmek için Antalya'dan bindiği geminin korsanlar tarafından kaçırılıp Rodos adasına götürülerek kızkardeşi ve bazı arkadaşlarıyla birlikte esir edilmesi üzerine, adı geçen Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından fidyesi ödenip kurtarıldıktan sonra meydana gelmiştir.577 Abdülkadir Erdoğan, İbrahim Bey'in Vefâ'yı esâretten kurtarmış olması ve faaliyetleri için ona câmî yaptırmış olması gibi yardımlarını dikkate alarak, o hayatta iken şeyhin Konya'dan Osmanlı'nın yeni başkentine gitmesine ihtimal vermemekte, ancak 868'de (1464) meydana gelen vefâtından sonra İstanbul'a yerleşmiş olabileceğini düşünmektedir ki, 578 bunun aksini doğrulayacak elimizde bir bilgi yoktur. 575 576 577
578
Konyalı, Konya Tarihi, s. 5 5 2 - 5 5 6 . Konyalı, Konya Tarihi, s. 552. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Vassâf, Sefine, I, 270. Bu olayı Taşköprîzâde'den önce Lâmii Çelebi (Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ) ve ayrıca Hoca Sâdeddin Efendi de kaydetmiştir (Tâcü't-tevârîh, II, 528). Ancak onlar şeyhin İstanbul'a bu olaydan sonra gittiğini açıkça belirtmemişlerdir. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 11-12.
X Şeyh Vefâ İstanbul'da da Fâtih Sultan Mehmed'in büyük yardım ve desteğini gördü. Pâdişâh onun için, daha sonra adına nisbetle Vefâ diye anılacak olan semtte bir câmî ve çifte hamam yaptırmıştır. Bazı kaynaklarda câmînin Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı kayıtlı ise de, 579 buranın Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırıldığı husûsunun vakfiyelerde açıkça belirtildiği kaydedilmektedir.580 Câmînin çift fonksiyonlu olduğu; herkese açık olmakla birlikte Şeyh Vefâ ve dervişleri tarafından tevhidhâne olarak kullanıldığı son yapılan araştırmalarla netlik kazanmıştır.581 İsmail E. Erünsal tarafından Türkçe tercümesi ve bir değerlendirme yazısı ile birlikte neşredilen Arapça vakfiyeden anlaşıldığına göre, Fatih Sultan Mehmed şeyhe ayrıca içindeki binalarla birlikte câmînin yakınında bulunan arâziyi ve Çorlu kazasına bağlı Kepelim köyünü temlik etmiş, Şeyh Vefâ da câmînin yanındaki arâzi üzerinde derviş hücreleri, kütüphâne, dervişler için evler ve imâret niteliğinde bir mutfak yaptırmıştır? Daha sonra Receb 890 (Temmuz 1485) tarihinde Fâtih'in temlik ettiği arâziler ile kendi kitaplarını ve bu arâziler üzerinde yaptırdığı bazı binaları vakfetmiştir. 582 Vakfedilen kitapların tasavvufun yanı sıra tefsir, hadis, fıkıh, 579
580
581 582
Mesela bk. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 130. Abdülkâdir Erdoğan, Ayvansarâyî'nin câmînin yapılış senesi ile ilgili "Câmî-i Hâkânî" terkibinin ( 8 8 1 / 1 4 7 6 ) tarih düşürüldüğünü kaydettiği halde II. Bâyezid tarafından yaptırılmış olmasını söylemesi bir çelişkidir diyor ve haklı olarak bu tarihin Fâtih dönemini gösterdiğini hatırlatıyor. Erdoğan ayrıca bu yanlışın Ayvansarâyî'den önce Evliya Çelebi tarafından yapıldığını belirtmişse de (Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 21-22), Evliyâ Çelebi Seyâhatnâme'de câminin Fâtih tarafından yaptırıldığını söylemektedir (I, 304). Seyâhatnâme'den önceki kaynaklarda da câminin Fâtih tarafından yaptırıldığı kaydedilmiştir (Mesela bk. Nişana Târihi, s. 153; Tâcü't-tevârîh, I, 5 8 0 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 85b. bk. İsmail E. Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları Hakkında Yeni Bir Belge", İslâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies, I (1997), s. 6162; ayrıca bk. M. Baha Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 24; Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174. Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 55-62. İsmail E. Erünsal neşrettiği vakfiyedeki bilgiler doğrultusunda, daha önce ileri sürülen derviş hücreleri, imâret niteliğindeki mutfak ve kütüphânenin Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı şeklindeki görüşleri de (bk. Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174) tashih etmiştir. Ayrıca bu bilgiler Künhü'l-ahbâr (vr. 85b)
kelâm, felsefe, mantık, belâğat, gramer, tıb, astronomi gibi muhtelif ilim dallarına âit oluşu Şeyh Vefâ'nın ilgi alanının genişliğini gösterdiği gibi, ilmî seviyesine de işâret etmektedir.583 Buraya ayrıca Sultan II. Bâyezid tarafından da medrese hücreleri yaptırıldığı belirtilmektedir. 584 Baha Tanman Câminin kuzeyinde "U" şeklinde sıralanan hücrelerden bir kısımının derviş hücreleri, bir kısımının da medrese olarak kullanılmış olabileceğini tahminen söylemekte ve buranın XIII. yüzyıldan itibaren gelişimi izlenen ortak avlulu câmi-medreseler ve câmi-tekkeler zincirinin İstanbul'daki ilk halkaları, ayrıca Mimar Sinan'ın tasarladığı benzer nitelikteki yapıların öncüleri olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.585 Ayrıca câminin mihrap çıkıntısına bitişik olup, mihraptan açılan bir kapıyla içine girilen halvethânenin de (çilehâne), İstanbul'da tesbit edilebilen en eski târihli halvethâne olduğunu belirtmektedir.586 Şeyh Vefâ'nın vakıflarıyla ilgili belgeyi neşreden Erünsal, "II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı bilinen Vefâ medresesi ve türbesiyle ilgili herhangi bir vakıf kaydı veya vakfiye bulunmamaktadır" diyor.587 Baha Tanman'ın, hücrelerden bir kısımının medrese olarak kullanılmış olabileceği şeklindeki görüşü ve Erünsal'ın neşrettiği belgeyle derviş hücrelerinin Şeyh Vefâ tarafından yaptırıldığının anlaşılması, medrese hücreleri olarak kullanılan bölümün Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırılmış olmasını şüphe-
583
584 585 s86 587
ye Nişancı Târihi (s. 153) gibi kaynaklarda, câmî ile birlikte derviş hücrelerinin de Fâtih tarafından yaptırıldığı şeklindeki kayıtların yanlış olduğunu da ortaya koymaktadır. Vakfiyede kitapların ilim dallarına göre adetleri şu şekilde kaydedilmiştir: Tefsir, kavâid-i Kur'an ve tecvîde dâir elli dokuz adet, ehâdîs-i nebeviyyeye dair elli adet, usûl-i fıkha dâir on iki adet, furû-ı fıkha dâir otuz beş adet, ilm-i meşâyihe dâir yüz adet, ilm-i meânîye dâir dokuz adet, ilm-i nahve dâir dokuz adet, ilm-i sarfa dâir üç adet, tıbla ilgili on dört adet, lugatla ilgili on dört adet, ilm-i hikmete dâir yedi adet, ilm-i kelâmla ilgili beş adet, ilmi mantık ve hilafla ilgili üç adet, ilm-i hey'etle ilgili yedi adet. Ayrıca biri cüz halinde olmak üzere otuz dört adet Kur'an-ı Kerîm, Türkçe ve Farsça yirmi bir adet Dîvan (Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 56). Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 24. Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174-175. Tanman, "Halvethâne", DİA, XV, 391. Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 62.
li kılmaktadır. İleride temas edilecek bâzı olaylar da bu şüpheyi güçlendirmektedir. Ancak bu hususta yeni bilgi ve belge elde etmeden kesin bir şey söylemek zordur. Fâtih Sultan Mehmed'le dostluklarının çok ileri boyutlara ulaştığı anlaşılan Şeyh Vefâ'nın sadrazam Karamânî Mehmed Paşa ile de yakın münâsebet içinde olduğu anlaşılmaktadır. Sadrâzamın Vefâ'ya kaza ve belâlardan korunmak için bir "vefk" hazırlatıp başı üstünde taşıdığı kaynaklarda nakledilir.588 Paşanın mezartaşı kitâbesini de Şeyh Vefâ'nın hazırladığı belirtilmektedir.589 Ayrıca, Latffı'nin ifâdesine bakılırsa Vefâ'ya sâdece Sadrâzam Mehmed Paşa değil, sultanlar ve diğer idâreciler de vefk hazırlatıyorlardı.590 Abdülkadir Erdoğan "Şeyh Vefâ'nın ne Fâtih Mehmed ne de oğlu II. Bâyezid ile bir defa bile görüşmediğinde Vefâ'ya temas eden bütün müverrihler müttefiktirler" şeklinde bir iddia ortaya atmış, sonra da bunun doğru olup olamayacağını eserinde tartışmıştır.591 Ancak kaynaklardaki bilgiler dikkatlice incelendiğinde Erdoğan'ın bu iddiasının yanlış anlamadan kaynaklandığı görülmektedir. Meselâ bu hususa temas eden Lâmii Çelebi, Şeyh Vefâ'nın ömrünün sonlarına doğru tamamen uzlete çekildiğini, inzivâda iken ümerâ ve âyân bile gelse, ne kadar rica edilirse edilsin dışarıya çıkmadığını ifâde etmekte, 592 Taşköprîzâde de daha açık olarak şöyle demektedir: Halveti sohbete tercih eder, ancak belli vakitlerde dışarı çıkardı. İdâreciler onunla görüşmek için gelirler, oncak o belirlediği vakitten önce yanlarına çıkmazdı... Fâtih Sultan Mehmed onunla buluşmak istedi, kabul etmedi. Aynı şekilde Sultan II. Bâyezid de görüşme talebinde bulundu onu da kabul etmedi.593 Bu bilgiler bir bütün halinda ele alınırsa, şeyhin gö-
588
589 590 591 592 593
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 8 0 - 5 8 1 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 6 8 - 2 6 9 ; Yusuf Sinan b. Yakub, Menâkıb-ı Şerif ve Tarikatnâme-i Pirâtt ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290, s. 20; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 3 - 5 4 4 ; Hulvî, Lemezât, s. 4 3 1 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 8. Latifi, Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1314, s. 47. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 12-13. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238.
rüşme talebini reddetmesinin, inzivâ hâline rastladığı zamanlarda olduğu anlaşılır. Yoksa adı geçen kaynaklarda sultanlarla hiç görüşmemiştir şeklinde bir kayıt yoktur. Onun inzivâda iken bu şekilde davranması, tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserinde ortaya koyduğu halvet şartlarından kaynaklanmış olmalıdır. Hâfî mezkûr eserinde "Halvette bulunan kimse kapısını kimseye açmamalı, ziyâret ve teberrük kastı için gelenlere izin vermemelidir. Nitekim Resûlullah (a.s.) Hıra mağarasında vahiyden önce kimseyle musâhabe etmemiştir" 594 demektedir. Taşköprîzâde yukarıdaki bilgilerden sonra şunu da ilâve etmiştir: "Şeyh Vefâ vefat ettiğinde (ö.896/1491) Sultan II. Bâyezid cenâzesine katıldı ve onu görmeyi çok arzu ettiği için, meşrû değildir şeklindeki itirazlara aldırmadan yüzünü açıp baktı." 595 Eserini Taşköprîzâde'den daha sonra kaleme almış olan Hoca Sâdeddin Efendi'nin ise, cenâzedeki bu olayı "Şeyhi müşâhedeleri müyesser olmadığı cihetten galebei iştiyakları iktizâ etmiş ki..." 596 şeklinde bir ifâdeyle kaydetmiş olmasından, Sultan II. Bâyezid'in onu daha önce hiç görmediği mânası çıkmaktadır. Ancak bunu, Abdülkadir Erdoğan'ın belirttiği gibi, sultanın hayatta iken şeyhin sohbetine katılamadığı şeklinde597 yorumlamak gerekir. Zira târihçi Hammer'in kaydettiğine göre, Fâtih Sultan Mehmed'in cenâze namazım Şeyh Vefâ kıldırmış ve II. Bâyezid de bu merasime iştirak etmiştir.598 Şeyhi tekkesinde görmedi ise cenâzede görmüş olmalıdır. Sohbetine katılamamış olması ise Vefâ'nın hayatının sonlarına doğru halveti sohbete tercih etmesinden kaynaklanmış olabilir. II. Bâyezid'in bazı davetlerine katılmamış olması da muhtemelen bu sebepledir. Kaydedildiğine göre pâdişâh kırk bin dirhem göndererek şeyhi kızının nikahına çağırmış, o ise bunu kabul etmeyip Zeyniyye ricâlinden Şeyh Muhyiddin Kocevî'nin fakîr ve mubârek bir zat olduğundan bahisle onu davet etmelerini söylemiştir. Bunun üzerine ni-
594 595 596 597 598
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 27b. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238. Tâcü't-tevârîh, II, 528. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 13. Hammer, III, 244.
kah Muhyiddin Kocevî'nin huzurunda kıyılmıştır.599 Burada Şeyh Vefâ'nın Siıltan II. Bâyezid ile görüşmemiş olmasının siyasî sebeplerine de işâret etmek gerekir. Kaynaklarda kaydedildiğine göre, II. Bâyezid Amasya'da vâlî iken, Şeyh Vefâ'nın çok iyi münâsebetler kurduğu Sadrâzam Karamânî Mehmed Paşa'nın Şehzâde Cem tarafını tutarak kendisini babası Fâtih'in yanında katline sebebiyet verecek ölçüde sürekli çekiştirdiği haberini almış ve Amasya'da kendisine güvendiği Halvetiyye şeyhi Çelebi Halîfe'den (Cemâl Halvetî, ö.899/1494) sadrâzamın bertaraf edilmesi husûsunda mânevî yardım istemiştir. Dervişleriyle birlikte bu iş için seferber olan Çelebi Halîfe, sadrâzamın Şeyh Vefâ tarafından hazırlanan vefk sâyesinde mânevî koruma çenberi içinde bulunduğunu, ancak kendisi ve dervişlerinin gayretleriyle bu dâirenin içine girmeyi başardıklarını söyleyerek yakında helak olacağını Şehzâde Bâyezid'e haber vermiş, bir müddet sonra da Fâtih Sultan Mehmed'in âniden ölümünün ardından sadrâzam yeniçeriler tarafından şehid edilmiştir.600 Olayın kaynaklarda kaydedildiği
539
600
Taşköprîzâde,. eş-Şekâik, s. 239. Eğirdir'deki Pîrî Halîfe'den icâzetli olarak İstanbul Fâtih'te faaliyet gösteren Şeyh Muhyiddin Kocevî hakkında daha önce bilgi verilmişti. Şeyh Vefâ'nın bu zâta karşı ayrı bir ilgisinin olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim irşad faaliyetinde bulunmak için İstanbul'a ilk geldiğinde de onu ziyâret için dervişlerini gönderdiği nakledilmektedir (Taşköprîzâde, a.g.e., s. 240). Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 8 0 - 5 8 1 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 6 8 - 2 6 9 ; Yusuf Sinan b. Yakub, Menâktb-t Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290, s. 19-20; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 2 - 5 4 4 ; Hulvî, Lemezât, s. 4 3 0 - 4 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b. Kaydedilen bu kaynaklarda belirtildiğine göre, Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'in vefâtından birkaç gün sonra yeniçeriler tarafından şehîd edildiğinde, pâdişâhın vefâtı sırasında telaştan başındaki vefk ın bir bölümü terle ıslanıp silindiği için onu tekrar yazsın diye bir dervişiyle Şeyh Vefâ'ya göndermiş imiş (bk. zikredilen yerler). Bu olay Alman Türkolog H. J. Kissling tarafından bâzı makalelerinde Fâtih Sultan Mehmed ve sadrazamının öldürülmesi için dervişlerin kurduğu bir komplo şeklinde takdim edilmişse de (bk. "Zejnîje Orden...", s. 177; "Halvetî Tarîkatı II" [trc. M. Serhan Tayşî], Bilim ve Sanat Vakfı Bülteni, XXXIII (1994), s. 30-32), tarafımızdan hazırlanan bir m a k j e ile adı geçenin meseleyi saptırdığı, ileri sürdüğü iddianın hiçbir muknî ve kesin delîle dayanmadığı ortaya konmuştur (bk. Reşat Öngören, "Fâtih Sultan Mehmed'in Ölümü Üzerine Bâzı İddiâlar", Kubbealtı Akademi Mecmûast, II [1997], s. 28-33).
şekliyle meydana gelip gelmediği ayrı bir konu olmakla birlikte, buradan Şeyh Vefâ'nın sadrazam tarafını tuttuğununu rahatça söyleyebiliriz. İşte böyle bir olaydan sonra babasının yerine geçen Sultan II. Bâyezid'e karşı Vefâ'nın biraz mesâfeli durmayı yeğlediği de düşünülebilir. Hatta böyle bir tavır şeyhten sonra halîfeleri tarafından da sürdürülmüş ise, bu, Vefâ ile oluşan silsilenin tarikattaki diğer silsilelere göre etkisini daha erken yitirmesine de sebep olmuş olabilir. Sert görünmesine rağmen çok alçak gönüllü ve hoşsohbet olduğu belirtilen Şeyh Vefâ'ya o dönemde intisap eden bir çok devlet adamı, mütefekkir ve sanatkârın olduğu görülmektedir. Bunlardan Sinan Paşa (Ö.891/1486),601 Molla Lütfi (ö. Rebîulâhir 900 /Ocak 1495), 6 0 2 Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa (ö. 902/1496-97), 603 Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi (Ö.932/1526)604 gibi ileri gelen mütefekkir-âlimler, Safâyî, 605 Balıkesirli Zâtf, 606 Edirneli Sabâyî,607 Rumelili Şem'î, 608 Hattat Kasım, 609 Hattat Abdülmuttalip b. Seyyid Murtazâ 610 gibi önemli şâir ve sanatkârlar dikkat çekmektedir. 601
602 603
604
605
606
607
608
609
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 176; Mecdî, 196; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 548. Ahmed Paşa, Dîvân'ında Şeyh Vefâ ile ilgili bir şiirinde ona mürid olduğunu dile getirmiştir. İleride bu şiiri kaydedilecektir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 ; Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Devhatü'l-meşâyih: Osmanlı Şeyhülislâmlarının Biyografileri (nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978, s. 15. Bu şâir Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 2 1 5 4 ) isimli eserinde Zeyniyye Tarîkatı'nın silsilesini manzum olarak Şeyh Vefâ'ya kadar zikrettikten sonra şöyle demektedir: Eriştim ben âhir Vefâ'ya Bi-hamdillâhi sallû Mustafâ'ya (vr. 18a). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-şuarâ (nşr. İbrahim Kutluk), Ankara 1 9 7 8 , 1 , 382. Sehî, Heşt Bihişt: SehîBeg Tezkiresi (nşr. Günay Kut), Harvard Üniversitesi, Amerika 1978, s. 206. Sehî, Tezkire, s. 108; Latîfî, Tezkire, s. 210; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ or Tezkere of Aşık Çelebi (nşr. G. M. Meredith-Owens), London 1971, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 5 2 5 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 2 6 - 5 2 7 ; Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 366. Hattat Kasım, Hattat Hamdullah'ın talebesidir. Sultan II. Bâyezid zamanında saraya muallim olarak tayin edilmiştir.
{Şeyh Vefâ'nın müridlerinden adı geçen Sinan Paşa (Sinanüddin Yusuf b. Hızır, Ö.891/1486) İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'in oğlu olup Sahn müderrisliği yapmış önemli âlimlerdendir. Fâtih Sultan Mehmed onu kendisine husûsî hoca yaptıktan sonra vezirliğe ve sadrâzamlığa kadar yükselttiği için "Hoca Paşa" diye meşhur olmuştur. 611 Latîfî'nin ifâdesinden,612 Şeyh Vefâ'ya intisabının vezirlikten azledildiği 881 (1476-77) târihinden 613 sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı Tazarrûnâme1de614 şeyhi Vefâ'ya da yer vermiş ve onu çok üstün vasıflarla övmüştür.615 "Şol zât-ı mutahher, ki zamanımıza kutb olmuş", "Şol Bâyezid-vakit, ki âriflere server olmuş", "Şol Cüneyd-zeman, ki zühd ehline mihter olmuş", "Şol âlim-i âmil, ki şeriat tahtına sultan olmuş", "Şol şeyh-i mürşid ki, tarîkat ehline hân olmuş" şeklindeki tavsifleri bunlardan bazılarıdır>Ayrıca şeyhe karşı hayranlığını, aşağıya bir kısmını alacağımız beyitlerle dile getirmiş, ona gönülden tazarrû ve niyazda bulunmuştur:
610
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 4 7 - 5 4 8 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 109a (Vefeyâtnâme' nin Âşir Efendi [nr. 265] nüshasında bu zât "Seyyid Abdüllatîf" şeklinde kayıtlıdır [vr.97a]). İbnü's-seyyid Murtaza diye tanınan Hattat Abdülmuttalib'in Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dilde şiirler de yazdığı belirtilmektedir. Şeyh Vefâ vefat ettikten sonra Kübreviyye tarikatından Şeyh Yahya Tuzlavî'ye intisap etmiş ve ondan irşad için icâzet almıştır (Adı geçen eserlerin kaydedilen yerleri; ayrıca bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 221).
611
Mecdî, 196; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 8 - 4 9 9 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 174. Latîfî, Tezkire, s. 193. bk. Tâcîzâde Sa'dî Çelebi, Münşeât (nşr. Necati Lugal-Adnan Erzi), İstanbul 1956, s. 60. Sinan Paşa'nın gönül dünyasını ve tasavvuf anlayışını göstermesi bakımından oldukça önemli olan bir kısmı mensur bir kısmı manzum bu Türkçe eser, A. Mertol Tulum tarafından Sinan Paşa'nın hayâtı ve eserleriyle ilgili bir giriş yazısıyla birlikte neşredilmiştir (İstanbul 1971). Abdülbâkî Gölpınarlı bu eserin Konya Mevlânâ Müzesi'nde bulunan ve ilk bölümü noksan olan bir nüshasını yanlışlıkla Emîrî diye bir şâire nisbet etmiştir (bk. Konya Mevlânâ Müzesi Yazmaları, Ankara 1972, III, 462-464).
612 613
614
615
bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 2 8 9 - 2 9 5 .
§eyh-i âlem âfitâb-ı evliyâ Mürşid-i Hak muktedâ-yt asfiyâ Şeyh-i heft iklim ü kutbü'l-âlemin Vâstl-ı hazret cemâlü'l-ârifîn (...) Sâlikâtı-t dîne üstad olmış ol Ktdve-i ebdâl ü evtâd olmış ol Âb-ı hayvân katre-i bahr-t dili Hızr-veş ilm-i ledünnî hâsılı (...) Ol Muhammed-sîret ü Îsî-kadem Milk-i dîn içre emîr-i muhteşem (...) Cihan halkı kamu lütfün esîri Kapunda bende olmuştur emîri İrer lütfün nesîmi mürde câna Bakar rahmet gözü âsî olana Ne var bir gez nazar ben kula salsan N'ola lutf eyleyup gönlümi alsan Beni kurtarıvirsen bu belâdan Halâs itsen beni bend-i hevâdan Bıraksam dünye fikrini ben elden Elüm alsan çıkarsan eğri yoldan Elâ î şeyh-i kâmil mürşid-i Hak Elâ î kutb-i âlem şeyh-i mutlak (...) Sana ışkın viren Hak ışkı-y-içün Senün üstünde Allah hakkı-y-içün (...) Beni al vehm-i Şeytânî elinden Beni kurtar bu vesvese yolundan (...) İçümden sen çıkargıl kâyinâtı Yugıl benden gidergil bu sıfâtı Basiret gözini sen açıvirgil Bu zâhir göze toprak saçıvirgil
İnâyet yetişe senden bu kula Ki âhır hâli îmân-ile ola Şu demde ki nefesten kala bir dem İriştür himmeti î şeyh-i mükerrem Cihân içre seni Hak dâyim itsün Vücûdunla cihânı kâyim itsün (...) Hemîşe feyzun ola halka sâyil Kapunda olmaya mahrûm sâyil.
(...)
Elünde çün senün iksîrün ola Tjer itmekte neçün taksîrün ola (...) Elündedür ki bir tedbîr idesin Bu ben hâki temam iksîr idesin Eğer dirsen dilün söyler bu sözi İçinde hiç görünmez ışjk sûzt Talebdeysen alâmet böyle olmaz Mürîd-isen irâdet böyle olmaz Çalışursın turup dünya işîle İçün top tolu dünya teşyişîle Bununla dost fikri kaçan olur Bu vech-ile Hak'a vuslat mı olur Taleb ehli taleb fikrinde gerek Hak isteyen anun zikrinde gerek Cevâbum bu ki haktur ne ki dirsin Benüm. de hayretüm budur ki dirsin Benüm de umduğum budur ki senden Gidersin bu hâli ben kulundan Beni girçek Hak'a tâlib idesin Dîl ü cândan sana rağtb idesin (...) Bilürsün kalb işi Hakk'un elinde Nice dilerse anun dileğinde Hak'un da dileği hâs kullarında Nice dilerler-ise ellerinde Dilegüm bu durur ki dileyesin Benüm gönlümi Hakk'a döndüresin Beni lütfunla dâyim yâd idesin Duân-ile beni dil-şâd idesin Beni unutmayasın sen dilünden İnâyet eksük itme ben kulundan (...) Ümîdüm ol durur ki ölüm deminde Cenâbunda meded bula bu bende
Bu beyitlerinde Şeyh Vefâ'ya karşı samîmî inanç ve güvenini dile getiren Sinan Paşa, şeyhini başkalarına karşı da değişik mahfillerde savunmuş, onun üstünlüğünü hep dile getirmiştir. Kaydedildiğine göre bir ara İstanbul ulemâsı, Hanefi mezhebinden olan Vefâ'nın namazlarda Şâfiîler gibi Besmele'yi açıktan okuması ve celse-i istirâhate oturmasını mezhepleri birbirine karıştırmak (halt-ı mezâhib) şeklinde değerlendirmiş ve şeyhi uyarmak maksadıyla Şeyhülislâm Molla Gürânî başkanlığında bir câmîde toplanmışlardı. Davetliler arasında bulunan Sinan Paşa toplantının sebebini Molla Gûrânî'den öğrendiğinde ulemâya dönüp, "Şeyh Vefâ size 'Bu hususta ben böyle ictihad ettim' derse ne diyeceksiniz?" diye sormuş, Gûrânî'nin "O müctehid mi?" şeklindeki itirazına da şu şekilde cevap vermiştir: "Evet o, Kur'an'ın tefsirine yedi türlü bâtınî mânasıyla birlikte vâkıf olup kütüb-i sittedeki hadisleri de ezbere bilmektedir. Ayrıca ictihad şartlarını da çok iyi biliyor." Gûrânî'nin "Sen bu şekilde şehâdet eder misin?" şeklindeki mukabelesine de "Evet" deyince, Gûrânî ulemâya "Haydi gidelim. Sinan Paşa gibi bir şâhidi olan zâta bu hususta karşı çıkmak doğru olmaz" demiştir.616 Lâmiî Çelebi ise Sinan Paşa'nın şeyhe yapılan itirazlara karşı Maârif nâme'sinde özetle şöyle yazdığını belirtmektedir: "Ona riyâzet kuvvetiyle ilm-i zâhirde bir hâlet gele ki, bu iki meselede hak böyle idigine îtikad kıla. Pes bu meselelerde ol müctehid olmuş olur.. Alimler bu kadar ihtilafla İmâm-ı Azam mezhebinden çıkmazlar. Görmezmisin ki Hanefiyye imamları bile nice
616
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 177, 2 3 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 - 5 0 0 .
meselede ona muhalefet ederler... Zâhir ve bâtını kâmil bir azîzin bu kadar muhâlefetinde[n dolayı] neden kavga çıkar? Her kim ona ta'n ederse sırf tassup ve cehâletindendir. Her kim ona sû-i zan ederse kendi dalâletindendir."617 Şeyh Vefâ'nın ulemâdan diğer müridi Tokatlı Molla Lütfi ise Sinan Paşa'nın talebelerinden, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde'nin de hocalarındandır.618 Sinan Paşa vezirliği sırasında onu Fâtih Sultan Mehmed'e tavsiye ederek saray kütüphanesine hâfız-ı kütüp olarak tayin ettirdi. Daha sonra Sultan II. Bâyezid zamanında sahn müderrisliğine kadar yükselmiştir.619 Kaydedildiğine göre, sabahtan medreseye gidip ikindiye kadar ders verir, oradan Şeyh Vefâ Tekkesi'ne giderek akşam namazına kadar Buhârî okutur, oradan da evine giderdi. Buhârî dersleri sırasında çoğu zaman gözyaşlarını tutamadığı nakledilmektedir. Geçmiş bâzı âlimler ile dönemin bir kısım ulemâsını alaya alip tenkid ettiği için kendisine düşman olan âlimlerin garazına uğrayıp îdam ettirildiği belirtilmektedir. İdam gerekçesi "Namaz ayakta durmak ve eğilip bükülmekten ibarettir. Hiçbir yararı yoktur" şeklindeki ifâdesi sebebiyle "zındık ve mülhid" sayılmasıdır. Oysa Molla Lütfi'nin bu
617
618 619
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 560. Sinan Paşa eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh'te kaydedildiği şekliyle Vefâ'nın zâhir ilmindeki derecesine işâret etmekte, Maârifnâme'deki beyanlarında ise bâtın ilmine vukûfuna vurgu yaparak onu savunmaktadır. Bunlar doğru olmakla birlikte, kanaatime göre, şeyhin kaydedilen bu uygulaması, ileride Zeyniyye'nin âdab ve özellikleri anlatılırken de üzerinde durulacağı gibi tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin el-Vasâya'lKudsiyye isimli eserinde ortaya koyduğu şu prensip sebebiyle olmalıdır: "Şeyhlerin yolu, bir meselede değişik mezheplere mensup fakihlerin görüşlerini bir araya getirip uygulamaktır. Eğer bir araya getirmek mümkün olmazsa, evlâ olanı tercih eder" (vr. 5b-6a). Nitekim Şeyh Vefâ da müridlere vitir namazını tarif ederken, Hâfî'nin adı geçen eserde belirttiği şekliyle (bk. 18a) Hanefîler'e göre olan Kunut duaları ile Şâfiîler'e göre olan Kunut duâları cem edilerek birlikte okunur demekte, misvak kullanımını açıklarken de, bir kimse ister Hanefî isterse Şâfiî olsun namazlardan önce misvak kullanır demektedir (Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2 5 6 1 , vr. 5b; 121a-b). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 279, 3 7 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 547. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 7 9 - 2 8 0 ; Nişanct Târihi, s. 172; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 7 .
sözü söylediği mecliste bulunanlardan Taşköprîzâde'nin amcasının anlattığına göre, Molla Lütfi Buhârî dersi sırasında, Hz. Ali'nin ayağına bir harpte saplanan okun, ancak namaza durduktan sonra çılcarılabildiğini göz yaşları içinde anlatmış, sonra da "İşte gerçek namaz budur. Bizim namazımız ise ayakta durmak ve eğilip bükülmekten ibârettir. Bunun hiçbir faydası yoktur" demiştir. Şâhidler ise bu cümleyi kasıtlı olarak yukarıdaki gibi nakletmişlerdir.620 eş-Şekaik müellifi ve ondan naklen Hoca Sâdeddin Efendi, Molla Lütfi'yi idama götüren olayı yukarıdaki gibi kaydetmiş olsalar da, îdam sebebinin sadece bundan ibâret olmadığı, Molla Lütfî ile ilgili yapılan bir kısım araştırmalardan anlaşılmaktadır.621 Bu hususta en son Şükrü Özen'in yayınladığı İslâm hulcûku açısından zındıklık suçunu ele alan ve Molla Lütfi'nin idamının fıkhîliğini sorgulayan makalesi önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Yine de Özen'in idamla ilgili değerlendirmesi sonuç olarak şu şekildedir: "Osmanlı hukukçuları muteber saydıkları fıkıh eserlerine bakarak dava konusunda bir karara varmaya çalışmışlar, fıkıh kitaplarının yeterli olmadığı noktalarda ise padişah fermanları ile gedikleri doldurmuşlardır. Böylece hulcûkî zemini inceden inceye bir ağ gibi örerek hasımları Molla Lütfi'yi yok etmeye adım adım ilerlemişlerdir. Maamafih Müslüman mezarlığına defnedilmesi, onun idamı hak ettiği konusunda çağdaşlarını bile ikna edemediğinin en büyük kanıtıdır. Nitekim kendi çağında ebced hesabıyla düşülen tarihlerde ve kendisinden söz eden tarih kaynaklarında çoğunlukla 'şehîd' diye anılması bunu teyit eder." 622 620
621
622
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280-281.; ayrıca bk Tâcü't-tevârîh, II, 547-548. Molla Lütfî'den önce aynı anlama gelen sözleri hocası Sinan Paşa da söylemiştir (bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 113). Mesela bk. İsmâil E. Erünsal, "Fâtih Devri ICütüphâneleri ve Molla Lütfi Hakkında Birkaç Not", Târih Dergisi, XXXIII (1980-81), s. 57-78; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (1S-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 3 4 6 - 3 4 7 ; Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî'nin İdamının Fılchîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 17-62. Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî'nin İdamının Fıkhîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 61-62.
900 Rebîulâhirinde (Ocak 1495) gerçekleştirilen îdâmı öncesinde kelime-i şehâdet getirmeye başladığı belirtilen Molla Lütfi'nin vefâtına "Velekad mütte şehîden", 623 "Hilâf-ıjrâkî bûd" 624 gibi terkipler tarîh düşürülmüş, Zeyniyye ricalinden Şeyh Muhyiddin Kocevî vefât haberini aldığında, "Ben şâhidim ki, Molla Lütfî zendeka ve ilhaddan berîdir" demiştir.625 Taşköprîzâde eserinde Molla Lütfi'den zuhur eden bâzı kerâmetleri kaydetmiştir.626 Şeyh Vefâ'nın âlim ve şâir müridlerinden Ahmed Paşa (ö. 902/1496-97) Sultan II. Murad'm kazaskerlerinden Veliyüddin Efendi'nin oğludur. Değişik medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Fâtih Sultan Mehmed döneminde önce kazasker, daha sonra da pâdişaha musâhib ve hoca oldu. Devlet hizmetindeki başarılarından dolayı ayrıca kendisine vezirlik rütbesi de verilen Ahmed Paşa, İstanbul'un fethi sırasında ordunun mâneviyatının yükseltilmesinde görev almıştı. Daha sonra bazı dedikodular yüzünden Fâtih'in gazabına uğrayıp tutuklarimışsa da, padişaha yazdığı meşhur "kerem" redifli kasidesiyle hapisten kurtulmuş ve ardından muhtelif şehirlerde sancak beyi olarak görev almıştır.627 Dîvan'mda Zeyniyye ricalinden Şeyh Tâcüddin İbrahim için daha önce kaydedilen medhiyesinin yanı sıra Şeyh Vefâ için de medhiyyesi bulunmaktadır. Bu şiirlerden anlaşıldığına göre Ahmed Paşa önce Şeyh Tâcüddin'e mürid olmuş, muhtemelen onun vefatından sonra da Şeyh Vefâ'ya intisap etmiştir. Vefâ ile ilgili bir şiirinde: Ya irgür ben müridini murâda / Ya gönlümden çtkar dünya hevâsm628 Şeklindeki ifâdesi bunu açıkça göstermektedir. "Der medh-i Şeyh Vefâ" ve "Der medh-i Vefâzâde" şeklinde iki ayrı başlık altında kaydettiği şiirlerinden bir kısım şöyledir: 623 624 625 626 627 628
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280; Tâcü't-tevârih, II, 5 4 7 . Nişanct Târihi, s. 172-173. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 548. bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 0 - 2 8 2 . Günay Kut, "Ahmed Paşa, Bursalı", DİA, II, 111. Ahmet Paşa Dîvâni, s. 40.
Der medh-i Şeyh Vefâ Aleyhirrahme: (Arşdan çok yücedir rif'ati dervişlerin Kimse bilmez nicedir izzeti dervişlerin) (...) Can sattp her birisi oldu belâ müşterisi Aşk şehrinde budur san'ati dervişlerin (...) Âb ü gilden çû mizacında eser yok bunların Neyle yoğruldu aceb tîneti dervişlerin (...) Himmet-i Şeyh Vefâ'dan meded irmezse diriğ Ahmed'in haddi değil midhati dervişlerin (...) Cennetin kapısıdır halveti dervişlerin Yer ü gök tapışıdır himmeti dervişlerin (...) Ayağı taprağını tâc ede hurşîd-i felek Kime bendem der ise hazreti dervişlerin (...) Ehl-i zâhir gözüne gerçi elem gibi gelir Dil ü can lezzetidir zahmeti dervişlerin (...) Ahmedâ âb-ı hayât-ı ebedi ister isen Gel gör uş hâk-i der-i halveti dervişlerin Der medh-i Vefâzâde Aleyhirrahme: Sen ol âyine-i nûr-ı Hudâstn Ki her bir sûrete ma'nî-nümâsın Dilin Hikmet kilidinin dilidir Emîn-i mahzen-i sırr-ı Hudâstn Rumûz-ı 'Küntü kenz'in râz-dârı Emânet-dâr-ı genc-i Mustafâsm Senindir nutk-i îsâ hüsn-i Yûsuf Ki hem cân-bahşsın hem dil-rübâsm Yed-i kudretle verdin her müride
Hızır seccâdesin Mûsâ asâsırı Deminden feyz alır ilm-i ledünnî Ki sen serçeşme-i ayn-ı bekasın Şeriat farkının ser-tâcı sensin Hakikat burcuna şems-i duhâsın Nihâyet buldu sende her amel kim Nihâl-i Sidreden sen müntehâsın Devâsın derdime zahmıma merhem Buyursan nola derdimin devâsın Murâdım şem'in uyar kim gam-ı dil Mükedder ktldı bu bezmin saf âsin Ya irgür ben müridini murâda Ya gönlümden çıkar dünyâ hevâsın Şeh-i a'zamsın ey şeh an beni kim Unutmaz lutf ıssı şeh gedasın Muhammed hakkı Ahmed düştü hâke Elini al ki zıll-i Kibriyâsın629 Şeyh Vefâ'nın âlim müntesiplerinden Zenbilli Ali Efendi (Ali Cemâlî, Ö.932/1526) ise Sultan II. Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman gibi üç dirâyetli pâdişâh döneminde şeyhülislâmlık yapmış etkili bir şahsiyettir. Memeleketi Karaman'daki ilk tahsilinden sonra İstanbul'da Şeyhülislâm Molla Hüsrev'den ve Bursa'da Hüsamzâde diye bilinen Muslihuddin Mustafa b. Hüsam'dan ders okudu ve ona damat oldu. 630 Bu iki hocadan Molla Hüsrev'in, Şeyh Vefâ tarafından takdir edildiği için zaman zaman ziyâret edildiği,631 Hüsamzâde'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu632 bilinmektedir. Ali Efendi'nin daha sonra Şeyh Vefâ'ya intisap etmesinde bu zâtların da tesirinin olduğu düşünülebilir. Ali Efendi ayrıca Sinan Paşa'nın da ya-
kın dostuydu. Ancak Karamanî Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'e sadrazam olunca, Sinan Paşa'ya yakınlığı var diye kademe kademe derecesini indirmek sûretiyle onu cezalandırdı. Bunun üzerine Ali Efendi müderrisliği bırakarak Şeyh Vefâ'nın hizmetine girdi.633 Sadrazamın ona bu şekilde davranması, Sinan Paşa'nın sadrazamlıktan azledilmiş bir kişi olarak zamanın idaresi tarafından makbul bir kişi sayılmaması sebebiyle olmalıdır. Nitekim Sinan Paşa'nın yeniden itibarlı şahıslar arasına girmesi Sultan II. Bâyezid'in ona vezirlik rütbesini iâde etmesiyle gerçekleşmiştir.634 Fâtih Sultan Mehmed'den sonra yerine geçen oğlu Sultan II. Bâyezid tarafından tekrar devlet hizmetine alınan Ali Cemâlî Efendi, muhtelif yerlerde müderrislik ve müftîlik yaptıktan sonra Efdalzâde'nin 908'de (1503) vefâtı üzerine şeyhülislâmlığa getirildi. Halkı bekletmemek için evinden sarkıttığı zenbile bırakılan suallerin cevaplarını tekrar zenbille sarkıttığı için "Zenbilli" diye meşhur oldu. 635 Bütün vaktini okumak, okutmak, fetvâ vermek ve ibâdet etmekle geçirmeyi prensip edinen Ali Cemâlî Efendi'nin kaleme aldığı risâlelerden birisi, tasavvuf ehlinin uyguladığı "devrân" ile zikretmenin câiz olduğuna dâirdir.636 Ali Efendi'nin ayrıca bu hususta müsbet fetvâlar kaleme aldığı da bilinmektedir.637 Dönemin ileri gelen mütefekkir ve sanatkârlarını tekkesine çekmeyi başaran Şeyh Vefâ "İlâ rahmeti rabbihi" terkibinin delâlet ettiği
633
034 635
636
629 630 631 632
Ahmet Paşa Dîvânı, s. 38-41. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 9 - 5 5 0 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88. Osmanlı Müellifleri, I, 275. M. Tahir Bey Hüsamzâde'nin eserleri arasında Zevkıyye isimli ahlak ve tasavvuftan bahseden bir eserinin bulunduğunu belirtmektedir (bk. a.g.e., zikredilen yer).
637
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 286; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 ; Müstakimzâde, Devhatü'l-meşâyih, s. 15. İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, Ankara 1983, II, 659. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 7 - 2 8 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 - 5 5 1 ; Müstakimzâde, Devhatü'l-meşâyih, s. 15-16. Arapça olan bu birkaç varaklık eserin kütüphânelerde pek çok yazma nüshası vardır, bk. Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2 8 9 1 , vr. 12b-14b; Pertev Paşa, nr. 621, vr. 93b-94b; aynı bölüm, nr. 628, vr. 115a-117b; bir nüshası da Londra'da İndia Office Library and Records (İOLR), Or. 12933'de (vr. lb3a) bulunmaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir, Zenbilli'nin bu hususta biri manzum diğeri mensur olmak üzere iki risâle kaleme aldığını belirtmektedir (Osmanlı Müellilferi, I, 320). bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 370.
896'da (1491) vefat etmiş ve câmiinin hazîresine defnedilmiştir.638 Sonradan buraya türbe inşâ edilmiştir. a. Vefâiyye-i Zeyniyye ^Şeyh Vefâ'dan sonra yerine halîfesi Ali Dede geçmiş639 ve Vefâ ile birlikte Zeyniyye tarikatında oluşan silsile "Vefâiyye" adıyla devam etmiştir.640 Öyle anlaşılıyor ki, tarikatın bu kolunda Şeyh Vefâ tarafından tertip edilen evrâd okunmuş641 ve diğer zikirlerin yanı sıra Vefâ'nın ihdas ettiği Allah Vâhid Ahad Samed isimlerinin zikriyle soldan sağa dönerek icrâ edilen ve "Şeyh Vefâ Devri" diye bilinen zikir şekli de 642 uygulanmıştır. Vefâ'dan sonra meşîhati üstlenen Şeyh Ali Dede hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadıoTaşköprizâde onun hiç evlenmediğini,643 Mecdî Efendi de Sultan II. Bâyezid devrinin sonlarına kadar yaklaşık yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduktan sonra "Rûhuna rahmet" terkibinin delâlet ettiği 917'de (1511-12) vefat ettiğini ve Şeyh Vefâ'nın yanma defnedildiğini bildirmektedir.644 Fâtih ve II. Bâyezid devri İstanbul'unun en önemli tarîkat merkezlerinden birinde
638
639
640
641
642 643 644
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 8 : ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 2 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 167a; Mir'âtü'l-mekâstd, s. 39; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 8 6 ; Mir'atü'l-mekâstd, s. 4 0 ; Osmanlı M « j ellifleri, II, 17; Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 196-197. Vefâ'nın tertip ettiği evrâdın 1167'de (1754) istinsah edilmiş bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Yazma Bağışlar, nr. 2 2 2 [11 varak]). Ö. T. İnançer Şeyh Vefâ'nın söz konusu evrâdı bizzat bestelediğini belirtmektedir (Ömer Tuğrul İnançer, "Zeynîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBİA, VII, 553). Ayrıca Şeyh Vefâ'nın namazlardan önce ve sonra okuduğu duâlar, namazlarda okuduğu sûreler, kıldığı nâfile namazlar, tavsiye ettiği virdler dervişlerin takip etmesi için bir araya getirilmiştir. Bu derlemenin de bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'ndedir (Fâtih, nr. 2 5 6 1 , [277 varak]). Burada tavsiye edilen sûrelerin, uzun olsa bile baştan sona kadar yazılmış olması (meselâ, İsrâ, Secde, Zümer, Zuhruf gibi) eserin hacmini büyütmüştür. Eserin noksan bir nüshası da aynı kütüphânenin Kadızâde bölümünde (nr. 3 3 2 ) bulunmaktadır. Vassâf, Sefîne, I, 274. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 . Mecdî, s. 356. Sicill-i Osmânî'de Ali Dede'nin vefat tarihi 9 1 0 (1504) olarak kaydedilmiştir (IV, 491).
yirmi sene gibi uzunca müddet hizmet etmiş olan bir şeyh hakkında kaynakların bilgi vermemiş olması, Şeyh Vefâ'dan sonra dergâhın eski etkisini devam ettiremediği şeklinde yorumlanabilir. Ali Dede'nin hilâfet verdiği zâtlardan birisi Rumelili Mevlânâ Şem'î'dir (ö.945/1538'den önce). Devrin önemli şâirlerinden olan Şem'î, önce Şeyh Vefâ'ya intisap etmiş,645 onun vefâtından sonra ise Ali Dede'nin yanında sülûkünü tamamlayıp irşad faaliyetinde bulunmak üzere Edirne'ye gitmiştir.646 Vefâtma yakın tekrar İstanbul'a döndüğü anlaşılan Şâir Şem'î, Vefâ'daki dergâhta dervişlerin toplu zikir icrâ ettikleri sırada vefât etmiştir.647 Dönemin bir başka şâiri Edirneli Mevlânâ Yakînî'nin de Ali Dede'ye mürid olduğu belirtilmektedir.648 Şeyh Ali Dede'den sonra Vefâ'daki tekkede irşad makâmına, Taşköprîzâde ve Mehmed Süreyya'nın kayıtlarına göre Şeyh Abdüllatîf Efendi (Abdüllatîf Vefâî Rûmî, Ö.929/1523) geçmiştir.649 Ahmed Rif'at Efendi'nin verdiği meşâyih silsilesinde ise Abdüllatîf Efendi'den önce Şeyh Dâvud Vefâî Rûmî'nin (ö.?) posta oturduğu, ondan sonra Abdüllatîf Efendi'nin irşad makamına geçtiği görülmektedir.650 Şeyh Vefâ'nın halîfelerinden olduğu kaydedilen Dâvud Vefâî vefât ettiğinde Şeyh Vefâ türbesine defnedilmiştir.651 Zaman zaman cezbeye kapılarak çok büyük sayhalar attığı rivâyet edilen Abdüllatîf Efendi de 652 Şeyh Vefâ'nın halîfelerindendir.6S3 Dâvud Vefâî gibi o da Vefâ'nın yanına defnolunmuştur.654 645
646 647 648
649 650 651 652 653 654
Sehî, Tezkire, s. 108; Latffî, Tezkire, s. 2 1 0 ; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525. Sehî, Tezkire, s. 109. Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525. Sehî, Tezkire, s. 275. Aşağıdaki beyitler Yakînî'ye aittir: Gamzen cefâsı âşıka ayn-ı vefâ gelür / Bîmâra iltifâtı tabîbün devâ gelür Gamzen hayâli ile gönül kendûden geçer / Andukça hak-i pâyüni gözüm dolagelür Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 4 0 ; Sicill-i Osmânî, IV, 4 9 1 . Mir'âtü'l-mekâsıd, s. 39. Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 25. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 440. Nişancı Târihi, s. 195. Mecdî, s. 4 3 3 .
Mehmed Süreyya "Hekîm Çelebi" diye bilinen Mehmed Efendi'nin 655 babası Ahmed Efendi'nin Şeyh Vefâ'nın ikinci halîfesi olduğunu ve vefat ettiğinde şeyhin yanında defnedildiğini belirtmektedir. 656 Hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermediği Ahmed Efendi için "ikinci halîfe" ifâdesiyle Mehmed Süreyya, öyle anlaşılıyor ki, şeyhin ikinci ileri gelen halîfesi demek istemiştir. Yoksa bu ifâde ile Vefâ tekkesinde Ali Dede'den sonra yerine geçen ikinci halîfesi mânâsım kasdetmiş olamaz. Zira aynı yerde Ali Dede'nin yerine Abdüllatîf Efendi'nin geçtiğini bildirmektedir. Abdüllatîf Efendi'den sonra Vefâ tekkesinde meşîhati kimin üstlendiği bilinmemektedir. Şeyh Vefâ'dan sonra halîfeleri vâsıtasıyla devam ettirilmeye çalışılan Vefâiyye silsilesi, anlaşıldığı,kadarıyla Vefâ dönemindeki tesirini kısa süre içinde iyice yitirmiştir. Hatta Hüseyin Vassâf, Halvetiyye şeyhi Sünbül Sinan Efendi'nin (ö. Muharrem 936/Eylül 1529) Cuma günleri devrân esnâsında zikrin bitimine yafan "Şeyh Vefâ Devri"ni icrâ ettiğini ve Vefâ Dergâhı meşîhatımn Sünbülîler'e intikal ettiğini kaydetmektedir.657 Ancak Vassâf'ın belirttiği 655
656
657
Nakşibendiyye şeyhlerinden olan Hekîm Çelebi Mehmed Efendi için bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135-140. Sicill-i Osmânî, IV, 4 9 1 . Abdülkadir Erdoğan Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç sandukanın bulunduğunu, bunlardan birinin Şeyh Vefâ'ya, diğerlerinin de halîfelerinden Ali Dede ile Dâvud Vefâî'ye âit olduğunu kaydetmekte (Şeyh Vefâ, s. 25), Baha Tanman da aynı bilgileri tekrarlamaktadır (Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBÎA, VII, 175; ayrıca bk. Ömer Tuğrul İnançer-M. Baha Tanman, "Zeynîlik", DBÎA, VII, 552). Oysa Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç değil beş sandûkanın olduğu görülmektedir. Bunlardan dördüncü sandûkanın, yukarıda kaydedildiği gibi, Abdüllatîf Efendi'ye, beşincisinin ise Hekîm Çelebi'nin babası Ahmed Efendi'ye âit olması gerekir. Hekim Çelebi'nin kendi mezarı da türbenin hemen dışında bulunmaktadır. Taşköprîzâde, Sultan II. Bâyezid devrinin ileri gelen âlimlerinden Muhyiddin Mehmed b. İbrâhim Niksârî'nin de (Ö.901/1496) Şeyh Vefâ'nın kabrinin yanına defnedildiğini bildirmekteyse de, (eş-Şekâik, s. 2 7 4 - 2 7 5 ) bunu kabrin yanına değil yakınına defnedildi şeklinde anlamak daha doğru olur kanaatindeyim. Vassâf, Sefîne, I, 274. Ayrıca Halvetiyye'nin bir kolu olan Cerrâhiyye'nin kurucusu Nûreddin Cerrâhî'ye Şeyh Vefâ'nın bu devri ilham ettiğine inanılmakta, dolayısıyla Cerrâhî âyini sırasında da "Vefâ Devri" uygulanmaktadır (Süleyman Uludağ, "Devran", DİA, IX, 249). Ö. T. İnançer Cerrâhiyye âyini sırasında Vefâ Devri'nin nasıl yapıldığını şu şekilde târif etmiştir: "Hay"
bu durumun, süresi tam olarak bilinmemekle birlikte, geçici bir müddet için olduğu anlaşılmaktadır. Zira burada Şeyh Abdüllatîf (Mahrûlc) Zeyniyye ricâlinden Eğirdir'de faaliyet gösteren Burhâneddin Efendi'nin (Ö.970/1562-63) yanında sülûkünü ikmâl ettikten sonra 658 Cemâziyelevvel 1009'da (Kasım 1600) hücresinde yanarak vefât edinceye kadar meşîhati üstlenmiş, ondan sonra da irşad faaliyetini Muharrem 1042'de (Ağustos 1632) vefâtına kadar oğlu yürütmüştür. 659 Uzun ömür sürdüğü bildirilen Abdüllatîf Efendi'nin 660 meşîhati hangi tarihte üstlendiği belirtilmemekle birlikte, en geç, şeyhi Burhâneddin Efendi'nin vefâtını (970) müteâkip buraya geldiği ve yaklaşık kırk yıl faaliyet gösterdiği tahmin edilebilir. Lemezât' da uzun zaman İstanbul'da irşad postunda oturduktan sonra Şam'a gidip bir müddet Ümeyye Câmii'nde imam-hatiplik yaptığı, ardından tekrar İstanbul'a dönerek Vefâ Zâviyesi'ne yerleştiği kaydedilmektedir.661 Yine aynı kaynakta "Yâ Rab, beni ateşe atma, dünyada yak fakat âhirette yakma" diye zaman zaman dua ettiği, bu duası kabul edildiği için gece tennur içinde yatmakta iken sıçrayan bir kıvılcımın yorganı tutuşturmasıyla vücûdunun bir çok yerinin yandığı ve ertesi gün vefat ettiği, kabrinin de Vefâ Zâviyesi'nin haziresinde olduğu belirtilmiştir. 662 Kendisinden sonra yerine geçen oğlunun adı kaynaklarda zikredilmemiştir. Ancak Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî Efendi kaleme aldığı Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh Mehmed b. Abdullah'ın 1018'de meydana gelen vefâtı üzerine Zeyniyye mensuplarının talebiyle kadılıktan ayrılıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâvi-
658 659
660 661 662
devrânından sonra âyini yönetenin "Yâ Mevlâm hây hây hû" demesiyle âyinin "Vefâ Devri" başlar. Sağ el öne, sol el arkaya uzatılarak el ele tutuşulup kutuphâne solda bırakılacak biçimde, halka hâlinde yürünür. Devir esnâsında da zâkirler ilâhî okurlar. Birkaç devirden sonra Vefâ Devri biter... Sonra "Hû" zikrine başlanır (Ömer Tuğrul İnançer, "Cerrâhîlik [Zikir Usûlü ve Mûsikî]", DBÎA, II, 416). Hulvî, Lemezât, s. 6 0 7 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 5 4 . Atâî, s. 4 6 8 ; Sicill-i Osmânî, IV, 491. Lemezât müellifi Hulvî, Abdülatîf Efendi'nin vefatını 1006 (1597-98) olarak kaydetmiştir (s. 607). Atâî, s. 4 6 8 ; Hulvî, Lemezât, s. 607. Hulvî yüz yaşını aştığını belirtmiştir. Hulvî, Lemezât, s. 607. Hulvî, Lemezât, s. 607.
yesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Efendi'nin yanında tecdîd-i tövbe ederek icâzet aldıktan sonra Bursa'daki dergâhta irşad postuna oturduğunu kaydetmiştir.663 Bu durumda adı geçen Şeyh Ahmed Efendi'nin Abdüllatîf Efendi'den sonra yerine geçen oğlu olduğu ortaya çıkmaktadır. Ahmed Efendi'den sonra meşîhati kimin üstlendiği ise tesbit olunamamıştır. Bursalı Mehmed Tâhir, Anadolu'da muhtelif medreselerde müderrislik yapmış olan Muğlalı Şeyhzâde Vefâî'nin (Mevlâ Muhammed Muhyiddin, Ö.940/1533-34) Zeyniyye'nin Vefâiyye koluna müntesip olduğunu kaydetmektedir.664 Tarîkatı hangi şeyhten aldığı belirtilmemiştir, ancak kendisi gibi babası Şeyh Mahmud Muğlavî'nin de (ö.?) "Vefâî" nisbesiyle kaydedilmesinden,665 babasının Vefâiyye koluna mensup olduğu ve tarîkatı da babasından aldığı düşünülebilir. Bununla birlikte, kaynaklarda Şeyh Mahmud'un mürid yetiştirip yetiştirmediğine dâir bir bilgiye rastlanmamıştır. Eğer böyle bir faaliyeti olduysa, muhtemelen memleketi olan Muğla'da gerçekleştirmiştir. Zira Muğla, Anadolu'da Şeyh Vefâ koluna mensup Zeynîler'in XVI. asrın ilk yarısında etkilerini sürdürdükleri nâdir merkezlerden biri olarak göze çarpmaktadır. Nitekim Gölpınarlı, Şâhidî'nin Gülşen-i Esrâr' ma dayanarak, Muğla'da Mevlevîler gibi semâ eden Şeyh Vefâ dervişlerine rastlandığını, bunlardan Melâmî meşrep Hayreddin Efendi'nin (ö.?) yanı sıra, tekkesindeki irşad faaliyetleriyle şehzâde ve beylerin büyük hürmetini kazanmış olan Şeyh Bedreddin'in etkili olduğunu kaydetmektedir.666 Suraiya Faroqhi de, faaliyetinin 1500-1530 yılları arasında olduğunu tahmin ettiği Şeyh Bedreddin'in, kendi adıyla anılan mescidine (Şeyh Bedreddin Mescidi) yapılmış önemli bağışlardan Muğla'da büyük saygı gördüğünün anlaşıldığını belirtmektedir.667 Şâhidî'nin beyanlarından anlaşıldığına göre, Şeyh Bedreddin müridlerini 663 664
665 666 667
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Osmanlı Müellifleri, II, 17. Şeyhzâde Vefâî'nin kaleme aldığı eserlerden birisi Hazînetü'l-fedâil ve sekînetü'l-ef'âdil'dır. Diğer eserleri için bk. aynı eser, II, 17-18. bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 8 5 . Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 245. Suraiya Faroqhi, "Menteşeoğullarından Osmanlılara Muğla", Târih İçinde Muğla (derleyen, İlhan Tekeli), Ankara 1993, s. 28.
terbiye ederken kurduğu semâ ve tevhid meclislerinin yanı sıra, bâzı dervişlerine tefsir dersleri de vermekte, ayrıca o devirde hemen bütün tarikatlarda âdet olan Mesnevi dersleri okutmaktaydı.668
D. Diğer Zeynîler Anadolu ve Rumeli topraklarında gösterdikleri faaliyetlerle tarikatlarının yayılmasını sağlayan Zeyniyye mensuplarının yanı sıra, kaynaklarda bu tarikata mensup olduğu belirtildiği halde şeyhleri ve kendileri hakkında yeterli bilgi verilmeyen ya da bu tarikata girdiği açıkça belirtilmemekle birlikte dolaylı bilgiler ışığında müntesip oldukları anlaşılan şahıslar da vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: Derviş Mehmed b. Hızır Şah b. Gâzî-yi Balat Abdüllatîf Efendi (ö. 878/1473'ten sonra) Kaynaklarda Derviş Mehmed ile babası Hızır Şah ve dedesi Abdüllatîf Efendi'nin Zeyniyye tarikatına mensup olduklarını gösteren bâzı işâretler bulunmaktadır. Balat şehrinde (Balıkesir'e bağlı) kadı olduğu için "Balat Kadısı" diye tanınan Sultan II. Murat devri âlimlerinden Abdüllatîf Efendi, eş-Şekâik mütercimi Mecdî'nin ifâdesine göre, Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin derlediği "Evrâd-t Zeyniyye'yi bir güzel kitab eylemiştir."669 Hızır Şah ise Bursa Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin kaydına göre, Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap eden ve vasiyeti gereği adı geçen dergâhın hazîresine gömülen âlimlerdendir.670 Taşköprîzâde ise onun Balat medresesinde müderrislik yaptığını, Sultan II. Murad'ın kendisini Bursa'da yaptırdığı medreseye davet ettiği halde mazeret bildirip gel668 669
670
Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, s. 134. Mecdî, s. 124. Buradaki ifâdeden Evrâd'ı şerh mi, tercüme mi yoksa istinsah mı? ettiği tam anlaşılamamakla birlikte, bu eserle yakından alakadar olduğu anlaşılmaktadır. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 98a.
mediğini ve 853'te (1449) Balat'ta vefat ettiğini kaydetmiştir. Ancak gömüldüğü yerle ilgili herhangi bir şey söylememektedir.671 Hızır Şah'ın oğlu Derviş Mehmed ise yine Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiğine göre, babası gibi Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap eden ve vasiyeti üzerine Bursa'daki dergâhın hazîresine gömülen müderrislerdendir 672 Taşköprîzâde onun Bursa'da Sultaniye Medresesi'nde müderrislik yaptığını ve kerâmet ehli, duâsı makbul bir zât olarak tanındığını belirtmektedir.673 Nakledildiğine göre dervişler gibi abâ giyer, başına şemle sarardı. Fatih Sultan Mehmed'in itibar edip güvendiği kimselerdendi. Fatih Uzun Hasan'la savaşmak için sefere çıktığında Bursa'da onu karşılayanlar arasında Derviş Mehmed de vardı. Merkep üzerinde yolun kenarında beklerken padişah kendisini tam farketmeden selam verip yanından geçmiş, sonra Sadrazam Mahmud Paşa'ya, "Bu zat Derviş Mehmed değil miydi?" diye sormuştur. Sadrazam, "Evet o" deyince, sultan "Arkasından yetiş ve benim için dua etmesini söyle" demiştir.674 Derviş Mehmed Fatih'in Uzun Hasan'la muharebeye çıktığı tarihte hayatta olduğuna göre, vefatının 878'den sonraki bir tarihte meydana geldiği anlaşılmaktadır. Sadrâzam Mahmud Paşa (ö. 879/1474) A. Süheyl Ünver incelediği ve fakat adını kaydetmediği bir yazmaya dayanarak Fatih Sultan Mehmed'in sadrâzamlarından Mahmud Paşa'nın Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.675 Sadrâzamla ilgili bir menâkıbnâmede ise onun Kâdiriyye şeyhi Eşrefoğlu Rûmî'ye Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 96. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Burada, muhtemelen müstensih hatası sebebiyle, Derviş Mehmed'e ait bazı bilgilerle babası Hızır Şah'a ait bilgiler birbirine karışmıştır. Ancak eş-Şekaik'ten takip edildiğinde bu karışıklık ayırtedilebilmektedir. 673 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 168-167. [Burada baskı hatası sebebiyle Derviş Mehmed'e ait bilgiler 168. sayfadan başlayıp 167. sayfada devam etmekte ve 169'da son bulmaktadır]. 674 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 167; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süley• mâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 13 81, vr. 98a. Bu kaynaklarda onun ayrıca bir kısım kerametlerinden bahsedilmektedir. 675 Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12), s. 193.
müntesip olduğu belirtilmektedir.676 Bununla birlikte Mahmud Paşa'nın Kâdiriyye'nin yanı sıra Zeyniyye'ye de girmiş olabileceğini gösteren bazı işâretlere rastlanmaktadır: Meselâ Zeyniyye ricâlinden Mevlâ Musannifek, vezirler için bir kısım nasîhatları ihtiva eden Farsça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi onun adına kaleme almış, 677 Zeyniyye'den olduğu anlaşılan Kutbuddinzâde Mehmed İznikî de bazı eserlerinde ondan sitâyişle söz etmiştir.678 Ayrıca sadrazamlıktan azledildiğinde Kutbuddinzâde'nin ona yazdığı bir kısım nasîhatları içeren tesellî mektubunda "Değerli kardeşim" şeklinde hitap etmesi de, 679 aralarındaki samimiyete ve gönül birliğine işâret etmektedir. Molla Hüsrev (Mehmed b. Ferâmürz, ö. 885/1480) XV yüzyılda bir çok âlim gibi Molla Hüsrev'in de Zeyniyye tarikatına girdiğini gösteren bazı bilgiler bulunmaktadır. A. Süheyl Ünver Sadrâzam Mahmud Paşa gibi onun da Zeyniyye tarikatına müntesip olduğunu açıkça belirtmiştir.680 Ayrıca Fatih Sultan Mehmed tarafından "Zamanın Ebû Hanîfe'si" diye övülen bu zâtın, bir meseleden dolayı sultana kırıldıktan sonra İstanbul'dan Bursa'ya giderek bir medrese yaptırdığı ve orada tedris ile meşgul olduğu bilinmektedir.681 Zeyniyye Dergâhı'nın yanındaki camiin mihrabı hizasında yaptırılan bu medresenin arsasını, Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiğine göre, İranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş hibe etmiştir.682 Hoca Bahşâyiş'in aynı zamanda Zeyniyye Dergâhı'nı ve yanındaki ba676
Anonim, Menâktb-ı Mahmud Paşa, Millet Ktp., Ali Emîrî/ Şer'iyye, nr. 1136, vr. 9a. Burada Mahmud Paşa'nın sadrazâmlıktan azledilip Yedikule'de hapsedildiği sırada İznik'deki şeyhi Eşrefoğlu'na bir adamını göndererek yardım talebinde bulunduğundan söz edilmekte, şeyhin ise kendisine yakında şehâdet şerbetini içeceğini, dolayısıyla âhiret için hazırlık yapması gerektiğini tavsiye ettiği belirtilmektedir.
677
Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 3 - 4 9 4 . Meselâ bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, İhticâcu Âdem maa Mûsâ Aleyhime's-selâm, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 27a. bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4 2 2 3 , vr. 90b-92a. A. Süheyl Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12), s. 193.
671
672
678
679 680
681 682
bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 116-120. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b.
zı binaları, o mahalde satın aldığı arsa üzerine yaptıran kişi olduğu683 daha önce kaydedilmişti. Molla Hüsrev'e zâviyenin yanında bizzat zâviyenin bânîsi tarafından arsa satın alınarak medrese kurdurulması, Hüsrev'in Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bir işâret sayılabilir. Öte yandan İstanbul'da Şeyh Vefâ'nın zaman zaman onu ziyaret etmesi de 6 8 4 bir başka alâmet olarak görülebilir. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî (ö. 885/1480) Osmanlı âlim ve mutasavvıflarından Kutbuddin İznikî'nin oğlu olan Mehmed İznikî, Fâtih Sultan Mehmed'in itibar ettiği devrin ileri gelen âlim ve mutasavvıflarındandı. Sultanla birlikte Eğriboz ve Boğdan seferlerine katılmış ve bu seferlerde ordunun muzaffer olması için okunması gereken duâları derleyip askere dağıttırmıştır.685 Kaynaklarda onun Molla Fenârî'nin yanında yetiştiği, ilim tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girdiği ve şerîatla tarîkatı birleştirdiği belirtildiği halde 686 intisap ettiği şeyhin adı ve tarîkatı zikredilmemiştir. Kendisi de bazı eserlerinde tasavvufa intisabının olduğunu belirtmiş, 687 ancak bağlı bulunduğu şeyhin adını vermemiştir. Bununla birlikte onun Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bazı alâmetler bulunmaktadır. Bunlardan birisi Zeyniyye tarikatında okunan evrâdı (Evrâd-ı Zeyniyye) Tenvîrü'l-evrâd adıyla şerhetmesi688 ve bu ev-
683
684 685
686
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88. Kutbüddinzâde bu seferlere katıldığını şu eserinde kaydetmiştir: Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 85. Ayrıca cihadla ilgili kaleme aldığı bir eserinin girişinde (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 97b) 885'te Rodos adası fethine katılarak askeri teşvik için Türkçe bir risale hazırladığını ve burada da fethin gerçekleşmesi için okunması gereken duâları yazıp askere dağıttırdığını belirtmektedir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 107; Tâcü't-tevârîh,
II, 4 5 9 ; Nişancı Tarihi, s.
142. 687
688
Mesela bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271, vr. 2a. Bu şerhin müellif hayatta iken istinsah edilmiş bir çok nüshası bulunmaktadır (Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 [37 varak]; Fâtih, nr. 2 8 5 2 ; Laleli, nr. 1593).
râda bazı ilâveler yaptığını belirtmiş olmasıdır.689 Ayrıca bir eserinde Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'yi "Seyyidünâ", "Sultânü'levliyâ", "Vârisü hatmi'l-evliyâ" gibi vasıflarla anması da 690 bu tarikata bağlı olduğunun diğer bir alâmetidir. İznikî'nin tasavvuf düşüncesi olarak da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin fikirlerini sürdüren Ekberiyye mektebinin görüşlerini benimsediği görülmektedir. Onun eserlerinden birisi, Fâtih Sultan Mehmed'in talebi üzerine kaleme aldığı Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'l-gayb isimli eserine yazdığı şerhtir. 691 Bu mektebin görüşlerinin daha önce hocası Şeyhülislâm Molla Fenârî ve Dâvûd-i Kayserî gibi önemli âlimlerce temsil edildiği bilinmektedir.692 Sarıkadızâde Şeyh Mustafa (ö. 887/1482) Müstakimzâde Tuhfe-i Hattatîn'de Osmanlı hat ekolünün kurucusu hattat Şeyh Hamdullah'tan (ö. 926/1520) söz ederken onun Zeyniyye tarîkatı şeyhi Sarıkadızâde Şeyh Mustafa'dan el aldığını, bu şeyhin vefatından sonra ise Nakşibendiyye'den Emir Ahmed Buharî'ye intisap ettiğini belirtmektedir.693 Amasya Târihi'nde ise Hamdullah Efendi'nin babasından Zeyniyye ve Halvetiyye tarikatlarının hilâfetini aldığı kaydedilmiştir.694 Babasının Amasyalı Sarıkadızâdeler âilesinden Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede olduğu nakledildiğine göre, 695 Tuhfe-i Hattatîn'de ismi geçen Şeyh Mustafa'nın Hamdullah Efendi'nin babası olduğuna ve Zeyniyye hilâfetini ondan aldığına hükmetmek gerekmektedir. Burada Zeyniyye yerine Sühreverdiyye adının kaydedilmesi, Zeyniyye'nin Sühreverdiyye tarikatının bir kolu olduğu bilindiği için olmalıdır. Gülzâr-ı Savab'ta da onun ilk intisap
689
690
691 692
693 694 695
bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 63a. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Şerhu 'Sübhâneke mâ arafnâke hakka mârifetike', Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 18a. Ragıb Paşa Ktp., nr. 6 9 2 ; Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271. Kutbuddinzâde Mehmed hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bk. Reşat Öngören, "Kutbüddinzâde İznikî", DİA, XXVI, 489-490. Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 186. bk. Muhittin Serin, "Hamdullah Efendi, Şeyh", DİA, XV, 450. bk. Serin, a.g.m., DİA, XV, 4 4 9 .
ettiği tarikatın Sühreverdiyye olduğunun belirtmesi696 muhtemelen aynı sebepledir. Şeyh Mustafa hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Hüseyin Ayvansarayî Hadîkatü'l-cevâmî'âe onun Fâtih Sultan Mehmed'le birlikte İstanbul fethine katıldığını,697 babasının Kübreviyye şeyhlerinden Sarıkadı Mehmed Dede olduğunu ve Alemdağı yakınındaki Sarı^kadı köyü (Bugün Ümraniye sınırları içinde bulunan Sarıgâzi köyü) mescidinde kendine mahsus türbede yattığını, türbe dışında da eşi ve çocuklarının kabrinin bulunduğunu belirtmiştir.698 Kaydedildiğine göre Hattat Hamdullah Efendi, zaman zaman Alemdağı'nda inzivaya çekilip zikirle meşgul olur ve Mustafa Dede'nin türbesinde vecde gelip kendinden geçermiş.699 Şeyh Mustafa Dede'nin hangi silsileyle Zeyniyye'ye bağlandığı da tesbit edilememiştir. Ancak Nefeszâde Gülzâr-t Savâb'da (s. 52) Müstakimzâde de Tuhfe'de (s. 186) Hamdullah Efendi'nin Mustafa Dede'nin tarikat silsilesini kaleme aldığım belirtmektedirler. Muhittin Serin Topkapı Sarayı Kütüphânesi Emânet Hazînesi 2862 numarada kayıtlı, Şeyh Hamdullah hattıyla, baş kısmı ve ketebe sayfası eksik, on 696 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1939, s. 50. /Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 261. Evliya Çelebi'nin Seyâhatnâme'de (I, 9 9 - 1 0 0 ) kaydettiğine göre İstanbul'un fethi sırasında Zeyniyye'ye mensup Şeyh Cübbe/Cebe Ali (Cibâli) önderliğinde üç yüz kadar derviş kerâmet gösterip Halic'i seccadeleri üzerinde geçmiş ve bugün Cibali kapısı olarak bilinen yerden surlara sarılmışlar. Ancak keramet izhar ettiği için fetih sonrası Cibali şehid düşerek Gül Câmii'nin haziresine defnedilmiş, diğer dervişler de adı geçen câmîde inzivâya çekilmişler. Bu bilgiler pek çok tarikat mensubu gibi Zeynîler'in de İstanbul'un fethine iştirak ettiklerini göstermekle birlikte, Cibali hakkında verilen bilgiler târihen çelişkilidir. Zira aynı yerde onun Mısır'da Memlûk sultanı Kalavun'un şeyhi olduğu, buradan Bursa'ya gelip Zeyniyye tarikatına girdiği belirtilmiştir. Oysa Sultan Kalavun'un daha Osmanlı Devleti bile kurulmadan önce; 1290'da vefat ettiği bilinmektedir 698 Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 2 6 1 - 2 6 2 . 699 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab, s. 52. Burada Sarıkadıoğlu Mustafa Çelebi'nin Hamdullah Efendi'nin şehzâdesi olduğu kaydedilmiştir. Muhtemelen yanlışlıkla "şeyhi" yerine "şehzâdesi" ifâdesi kullanılmıştır.
697
sekiz kıt'a, sülüs Halvetiyye silsilenâmesinin, yukarıdaki kaynaklarda sözü edilen silsile olabileceği üzerinde durmuş, Halvetiyye'ye nisbet edilmesinin de muhtemelen Zeyniyye silsilesinin bir noktada Halvetiyye ile birleşmesi sebebiyle olduğunu belirtmiştir.700 Hasan Çelebi Fenârî (ö. 891/1486) Kabri Bursa Zeyniyye Dergâhı'nın hazîresinde bulunan müderrislerden Hasan Çelebi Fenârî de Mehmed b. Sa'dî'nin belirttiğine göre Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap etmiş ve bu sebeple Zeyniyye'ye âit zâviyenin haziresine defnedilmeyi vasiyet etmiştir.701 Sahn-ı Semân'da müderrislik yapmış olan Hasan Çelebi'nin müderrisliği sırasında derviş tâcı ve abâsı giydiği, başına şemle sardığı belirtilmektedir. 702 Daha önce üzerinde genişçe durulduğu gibi, dedesi Molla Fenârî'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu bilinmektedir. Hocaları ve yararlandığı âlimler arasında yine Zeyniyye'ye müntesip oldukları anlaşılan Molla Hüsrev ile 703 Kutbüddinzâde Mehmed İznikî de vardır. 704 eş-Şekâik'te onun meşâyihle çok yakın ilişkisi olduğu belirtildiği halde705 intisap ettiği şeyhinin adı zikredilmemiştir. Şeyh Ârif Mehmed Efendi (ö. 943/1536'dan sonra) ( Bursalı Mehmed Tâhir ile Hüseyin Vassaf'ın kaydına göre Denizlili Ârif Mehmed Efendi de Zeyniyye'nin ileri gelenlerindendi. İstanbul'da zahir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girerek seyru sülûkünü tamamlamış ve ardından yerleştiği İzmit'tej£.efâtma kadar tarîkat faaliyetlerini sürdürmüştür. Kabri Orhan Gâzi Câmii yukarısındaki mezarlıktadır^706 M. Tâhir Bey tasavvufî mâhiyetteki Rav700 701 702 703 704
705 706
Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999, s. 101. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Mecdî, s. 204. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 186. Cemil Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313. Kâtip Çelebi, Süllemü'l-vüsûl, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1887, vr. 79b; ayrıca bk. Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 185. Osmanlı Müellifleri, I, 114; Vassaf, Sefîne, I, 2 6 9 (Sefîne'de ismi Mehmed Ârif şeklinde kayıtlıdır. Burada ayrıca Nüzhetü'l-muvahhidîn isimli manzum eserin sahibi olduğu kaydedilen oğlu Şeyh Ahmed Efendi de (ö. 9 7 1 / 1 5 6 3 ) Zeyniyye ricâli arasında kaydedilmiştir. Kabri İzmit'te zikredilen yerde babasının yanındadır).
zatü't-tevhid isimli manzum eserini 947'de (1540) ikmal ettiğini belirtmekteyse de 707 müellif eseri Receb 943'te tamamladığını sonunda manzum olarak ifâde etmiştir.708 "Bede'nâ bismillâhi'l-ganiyyi'l-ahad / Huvallâhu rahmânu hayyü samed" şeklinde başlayan ilk 23 beyti Arapça olan eserin diğer beyitleri Türkçe'dir. Müellif şiirlerinde Ârif mahlasını kullanmış, eserin adını da birkaç yerde zikretmiştir.709 Veysî Efendi (Üveys b. Mehmed, ö. 1037/1628) Akşehirli olduğu bildirilen Veysî Efendi'nin manzum Tövbenâme isimli eserinde Zeynüddin Hâfî'nin hikmetli sözlerini derlediği nakledilmektedir.710 Bursalı Mehmed Tâhir Bey mezkûr eserde geçen,
beytinin Abdurrahim Rûmî'ye âit olduğunu belirtmekte,713 Mustafa Kara ise Veysî'nin yukarıdaki beytinin (.Peyrev oldum...) Abdürrahim Efendi'nin sehl-i mümtenî olarak kabul edilen beytini (Tövbe tamamladığını söylemektedir.714 Oysa Süleymâniye Kü( Yarabbi...) tüphânesi'nde (Halet Efendi, nr. 800, vr. 32a-33a, kenarda) iki varaklık bölümü kaydedilen Tövbenâme nüshasında her iki beytin de Veysî'ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Beyitler öncesiyle birlikte şu şekilde sıralanmıştır: Tövbe Yârabbi giriftâr-ı hevâ olduğuma Tövbe Yârabbi talepkâr-ı belâ olduğuma (-) Tövbe Yârabbi ibâdet sanup ettiklerime Dâmen-i âlûde-i çirkâb-ı riyâ olduğuma Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe Daimâ rehsiper-i amd u hata ettiklerime Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe Daimâ rehsiper-iâmd u hata ettiklerime711 beytindeki "sühan-perver" (mürşid) ile kastedilenin Abdürrahim Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra) olduğunu belirtmiştir.712 Buradan Veysî'nin Abdürrahim Efendi'ye intisap ettiği anlaşılsa da bu târihen mümkün1 değildir. Ayrıca Mehmed Tâhir Bey, sehl-i mümtenî olarak kabul edilen, Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime 707 708 709
710
711
712
Osmanlı Müellifleri, I, 114. bk. Süleymâniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 743 (178 varak). Bununla birlikte Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunan bazı nüshalarının başında müellif olarak farklı isimler kaydedilmiştir: Bağdatlı Vehbi (nr. 743) bölümünde "el-Hâc Ahmed Halveti eş-şehîr bi Koca Halîfe", Mihrişah (nr. 2 1 3 ) bölümünde "Yiğitbaşı Ahmed Efendi", Reşid Efendi (nr. 4 5 1 ) bölümünde "el-Hac Ahmed Halîfe" şeklindedir. Eserin bir bölümünün yer aldığı Şehid Ali Paşa (nr. 1121, vr. 13a-24b) nüshasında ise Ârif İznikî ismi kayıtlıdır. M. Kanar, "Veysî", M, XIII, 3 0 9 ; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, 1,-111. bk. Süleymâniye Kütüphânesi, Halet Ef., nr. 800, vr. 33a [kenarda]. Burada eserin iki varak kadarlık kısmı haşiyede kaydedilmiştir (vr. 32a-33a). Osmanlı Müellifleri, II, 4 7 8 .
Mahmud Hayran (ö. ?) Bursa'da Zeyniyye Dergâhı'ndaki hücresinde uzun müddet zikir ve ibadetle meşgul olduğu kaydedilen' bu zât keramet ehli olarak tanınmıştı. Rivayete göre kendisine vefat edeceği zaman bildirilmiş, o da vakit yaklaştığında arkadaşlarını Zâviye'nin yanındaki Muallimzâde Câmii'nin önüne toplayarak, "İçeride bir cenaze var. Ben girip dışarı çıkarayım, siz de yıkanıp kefenlenmesi ve namazının kılınması için hazırlık yapın" diyerek içeri girmiş. Uzun müddet dışarı çıkmayınca ne olduğunu merak eden dervişler camiye girdiklerinde onu mihrapta kıbleye yönelmiş bir şekilde vefat etmiş halde bulmuşlar. Ve o zaman "içerideki cenaze" ile kendisini kasdettiğini anlamışlar. Kabrinin adı geçen zaviyenin haziresinde olduğu kaydedilmektedir.715 713
714
Osmanlı Müellifleri, I, 111; II, 4 7 8 . Hüseyin Vassaf Bey de aynı bilgiyi tekrarlamıştır (Sefine, I, 266). Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 93, dipnot: 28.
Bu bölümde son olarak §u bilgilere de yer verilmelidir: Bu araştırma sırasında bir çok nüshasına başvurulan Baldırzâde Mehmed'e ait Vefeyâtnâme'nin Süleymaniye Kütüphânesi'ndeki Âşir Efendi (nr. 265) nüshasının hâmişinde, Molla Hüsrev'in talebelerinden fakih ve hattat Derviş Mehmed b. Eflâtunzâde.(ö. 935 veya 937/1531) ile (vr. 86b) Bursa Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed Çelebi'nin (Ö.969/1561-62) oğlu müderris Abdülvâhid Efendi'nin (ö. 986/1578) de Zeyniyye'ye müntesip oldukları kaydedilmiştir (vr. 121b). Ancak eserin diğer nüshalarında böyle bir kayda rastlanmamaktadır. Ayrıca Cemâleddin Server Revnakoğlu, Fâtih Sultan Mehmed devri ricalinden olan ve Fâtih-Atpazarı'nda eski Mıhçılar caddesindeki açık türbesinde son zamanlara kadar halk tarafından sık sık ziyaret edilen Şeyh İsmâil Efendi'nin İstanbul'da Zeyniyye şeyhi olarak faaliyet gösterdiğini belirtmiş, 716 Mustafa Kara da Hüseyin b. Ali Kâşifî'nin Ahlâk-ı Muhsinî adlı manzum eserini Türkçe'ye çeviren Abdurrahman Frâkî'yi (Ö.988/1580) eser ve fikirleriyle Zeyniyye kültürünü yayan şahıslar arasında saymıştır.717 Öte yandan Enver Behnan Şapolyo kaynak göstermeksizin Yıldırım Bâyezid (ö. 805/1403) ile Çelebi Sultan Mehmed'in de (ö. 824/142,1) Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.718 Kanâatime göre Çelebi Sultan Mehmed'in intisabı mümkün olsa bile, Yıldırım Bâyezid'in intisap etmiş olması târihen çok uzak bir ihtimaldir.
715
716
717
718
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 5a; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 182b-183a; Güldeste, s. 228229. Cemâleddin Server Revnakoğlu, Eski Sosyal Hayatımızda Tasavvuf ve Tarikat Kültürü (nşr. M. Doğan Bayın-îsmail Dervişoğlu), İstanbul-2003, s. 148-149. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 112. Ahlâk-ı Muhsinî Tercümesi'nin yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphanesi'ndedir (Reşid Ef., nr. 1077). Şapolyo, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. 448.
İKİNCİ BÖLÜM ZEYNÎLİĞİN ÂDÂBI VE ÖZELLİKLERİ
ühreverdiyye tarikatının bir kolu olan Zeyniyye'de benimsenen usûl ve âdâb büyük ölçüde Zeynüddin Hâfî'nin eserlerine; özellikle de Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'r-reşâd'a dayanmaktadır.1 Ayrıca Sühreverdiyye'nin kurucusu Şeyh Şihâbüddin'in sünnî tasavvuf esaslarını anlattığı Avârifü'l-maârif i ile ehl-i sünnet inançlarını kaydettiği A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka isimli eserleri de2 Zeyniyye'nin âdâbı ve prensipleri için temel kaynaklardandır. Zeynüddin Hâfî halîfelerinden Abdürrahîm Rûmî'ye yazdığı İcâzetnâme'de adı geçen iki eseriyle birlikte Şeyh Şihâbüddin'in bu iki eserini de bizzat okuttuğunu ve zikir telkin etme, hırka giydirme vb. salâhiyetlerin yanı sıra müridlerine bu eserleri okutması için de kendisine izin verdi1
2
Zeynüddin Hâfî'nin eserleri hakkında "Zeyniyye'nin Kuruluşu" bölümde bilgi verilmiştir. Arapça olan bu eserlerden Avârifü'l-maârif hakkında geniş bilgi için bk. (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 109-110). Sühreverdî'nin diğer eseri A'lâmü'l-hüdâ'nin yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Murad Buhârî, nr. 210, vr. 49b-71a).
ğini belirtmiştir.3 Ayrıca Hâfî Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserinde tarikatın usûlünden sözederken bu hususla alâkalı Âvârifü'l-maârifi tavsiye etmekte (vr. 6b), müridin okuyacağı duâları kaydettiği sırada da "Duânın tamâmı Avârifte kayıtlıdır" diyerek bu esere mürâcaat edilmesini istemektedir.4 Yine Menhecü'r-reşâd'ı hazırlarken Hâfî'nin yararlandığı birkaç eser arasında Avârif in de olduğu görülmektedir.5 Kaydedilen bu eserlerden başka Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed Îznikî, Şeyh Vefâ, Sinan Paşa, Zenbilli Ali Efendi, Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî gibi Zeyniyye mensûbu müelliflerin tasavvuf düşünce ve anlayışlarını ortaya koydukları eserlerde ve Zeyniyye ricâline yer verilen diğer bir kısım kaynaklarda da doğrudan veya dolaylı olarak tarikatta benimsenen prensiplere; usûl, âdâb ve erkâna yer verilmiştir. İleride temas edilecek olan bu usûl ve özellikler, temel olarak Şeyh Şihâbüddin Sühreverdî ve Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin görüşlerine dayanmakla birlikte, Hâfî'nin ileri gelen halîfesi Abdüllatîf Kudsî/Makdisî vâsıtasıyla da Zeyniyye'ye bâzı esasların girdiği belirtilmektedir. Kudsî'nin Şeyh Hâfî'den önce uzun yıllar hizmetinde bulunduğu Şeyh Abdülaziz Fernevî'den tevârüs ederek getirdiği bu özellikler "Def'i zarar, celb-i menfaat, ihvâna yardım, düşmana mukabele için teveccüh" şeklinde ifâde edilmiştir. Bu anlayışın Kudsı'den önce tarikatta bulunmadığı vurgulanmaktadır.6
I. Şeyhe Bîat ve Tarikata Giriş Tarikata girme (intisap), şeyhe bağlılık sözleşmesi anlamına gelen ve şeyhin elini tutmak sûretiyle icrâ edilen bir bîat merâsimiyle ger-
çekleşir. Aralarında bazı önemsiz farklar bulunmakla birlikte bîatın şekli ve gayesi bütün tarikatlarda hemen hemen aynıdır. Öncelikle tarikata girmek isteyen mürid adayının intisâba ehil olup olmadığı araştırılır. Araştırmalar olumlu sonuç verirse tâlip bir deneme ve müridliğe hazırlık dönemi geçirir. Bu dönemde üç gün oruç tutar, boy abdesti ile iki rekat namaz kılar, istihâre eder, Allah rızâsı için sadaka verir. Sonra şeyhin yanına giderek yüzü kıbleye gelecek şekilde huzûrunda diz çöker. Şeyh tâlipten üzerinde kul hakkı varsa bunları ödeyeceğine veya helâl ettireceğine dâir söz alır. Sonra sağ elini uzatıp onunla musafaha eder. Tâlibin elinin üstünde şeyhin eli bulunduğu gibi şeyhin elinin üstünde de tarîkat pîrinin eli bulunduğu ve bunun silsileyle Hz. Peygamber'e kadar ulaştığı kabul edilir. Şeyh tâlipten bütün şer'î hükümleri yerine getireceğine, dînine ve ahlâk kurallarına bağlı kalacağına dâir söz alır. O andan îtibâren hiçbir emrine karşı çıkmamasını, dostuna dost, düşmanına da düşman olmasını tenbih eder.7 Eğer şeyhe bir anda birden fazla kişi bîat edecekse, o zaman bir kişi şeyhin elinden, diğerleri de biribirlerinin eteğinden tutar ve böylece şeyh tamâmına birden tövbe ve zikir telkîn ederek bîat gerçekleştirilir.8 Tövbe eden tâlipte şu üç vasıf bulunmalıdır: 1. İşlediği günahlardan pişmanlık, 2. Onları tekrar işlememek, 3. İleride işlemeyeceğine dâir de kesin kararlı olmak.9 Ancak bu şartlar çerçevesinde tövbe edenlerin "mürid" olabileceğini belirten Şeyh Zeynüddin Hâfî, tarikatta yol almaya başlayabilmek için de dünya nimetlerinden uzaklaşmayı ve emelleri terk etmeyi şart koşar.10 Halîfesi Abdüllatîf Kudsî bu husûsu, tarikata girmeden önce günahlardan tövbe edenlerin, tarikata girdikten sonra mahbûbun dışındaki her şeyden (mâsivâ) tövbe etmesi gerekir11 şeklinde ifâde etmiştir.
7 3
4 5 6
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Arapça olan İcâzetnâme'nin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mecmua içinde bulunmaktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. lla-12a). bk. el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr.lOb. bk. Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283. bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 68; Tâcü't-tevârîh, II, 435.
8
9 10
11
Bu bilgiler ve bîat esnasında okunan dualar için bk. Osman Türer, "Biat (Tasavvuf)", DİA, VI, 124-125. Zeynüddin Hâfî'ye bir topluluğun bîati için bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 512. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b; a.mlf., Risâle [Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler], Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a. Abdüllatîf Kudsî, Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz, Süleymâniye Ktp., Lâleli, nr. 3 7 4 5 , vr. 7a.
II. Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıta ve İstimdât Bir şeyh-i kâmile kendi irâdesiyle bîat ederek tarîkat yolunu seçen mürîdin, mânevî eğitimini (seyru sülük) tamamlayıncaya kadar o şeyhin denetimi altında bulunması şart koşulmuştur. Bu, diğer tarîkatlerde olduğu gibi Zeyniyye'de de vazgeçilmez bir kuraldır. Ancak şu da belinmelidir ki, şeyhin denetimi dışına çıkmama şartı, kendi irâdesiyle ona bîat etmiş olan (mürid) kişiler için konulmuştur. Yoksa böyle bir kural bütün müslümanlar için ileri sürülmüş değildir. Bâyezid-i Bistâmî'ye nisbet edilen "Üstâdı olmayanın imâmı şeytandır" sözü de yine tasavvuf yoluna girmiş kimseler içindir. Tasavvuf klasiklerinden Kuşeyrî Risâlesi'nde bu sözün "Müridlere nasîhat" bölümünde zikredilmiş olması ve müellif Abdülkerim Kuşeyrî tarafından da bu sözden önce "Mürid için gerekli olan bir başka şart" şeklinde bir açıklama getirilmiş olması12 bunu göstermektedir. Demek isteniyor ki tasavvuf yolunu seçenler eğer olgun bir şeyhin denetimi altında yol almazlarsa şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Şeyh Vefâ'nın müridlerinden Sinan Paşa bunu "Yola giden uz gerek; Hak isteyene kılavuz gerek. Sülük irşadsuz olmaz ve irşad inkiyadsuz olmaz" 13 şeklinde ifâdeye koymuş ve manzum olarak şu şekilde dile getirmiştir: Sâlike miirşid gerek bilgil anı Mürşid olmayınca azar yolını Rehber olmadın gidersen râha sen Geh düşersin balçığa geh çâha (kuyu) sen.14
yenler üç gruptur: "Sâlih ve ahyâr" denilen birinci gruptakiler namaz, oruç gibi zâhirî amellerle, "evliyâ ve ebrâr" diye nitelenen ikinci gruptakiler tezkiye, tasfiye, tahallîjkötü duygulardan kalbi arındırıp nefsi temizleme ve iyiye, güzele yönlendirme) gibi bâtınî amellerle, "sıddîk" denilen üçüncü gruptakiler ise her ikisiyle birlikte yol alıp hedefe varırlar.15 Şeyh-mürid ilişkisine başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere Abdüllatîf Kudsî, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Şeyh Vefâ, Sinan Paşa gibi ileri gelen Zeyniyye ricâli eserlerinde temas etmişlerdir. Zeynüddin Hâfî bu konuya el-Vasâya'l-Kudsiyye'de halvete giren mürîdin uyması gereken şartları Cüneyd-i Bağdâdî'den naklen sıralarken işâret etmektedir. Ona göre mürîdin kalbi tam bir teslimiyet ve sevgi ile sürekli şeyhe bağlı olmalı (râbıta) ve onun rûhâniyetinden yardım beklemelidir (istimdat). Diğer şeyhlerin de hak olduğunu kabul etmekle birlikte Allah'ın kendisine ancak bağlı bulunduğu şeyhi vâsıtasıyla feyz vereceğine inanmalı, ondan yardım istemenin (istimdat) Nebî'den (a.s.) yardım istemek anlamına geldiğini bilmelidir. Zira şeyhi tarîkat silsilesiyle Resûlullâh'dan o da Hz. Allah'tan yardım almaktadır. Şeyhine îtiraz eden ve ona kalbî râbıtayla bağlı olmayanın feyz alması ve mânen yükselmesi mümkün değildir. Öyle olduğu için bütün meşâyih mürîdin şeyhine, ölünün yıkayıcıya teslim olduğu gibi teslim olmasını gerekli görmüşlerdir.16 Mürid hallerini, eğer şeyhin huzûrunda ise sözlü olarak, değilse sağlam bir râbıta ile gıyâbında mânevî olarak şeyhine arzetmelidir.17
15
Öte yandan tasavvuf yolunu seçmemiş olanlar için Allah'a ulaştıran daha başka binlerce yolun olduğu "Yaratıkların nefesleri adedince Allah'a götüren yol vardır" şeklinde bir ifâde ile bizzat tasavvuf ehli tarafından dile getirilmiştir. Nitekim Abdüllatîf Kudsî de eserinde mezkûr sözü naklettikten sonra şöyle demektedir: Bu yollarda yürü-
12
13 14
Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâletü'l-kuseyriyye Mahmud b. eş-Şerîf), Kahire, ts., II, 735. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 181. a.g.e., s. 77.
(thk. Abdülhalîm Mahmud-
16 17
Abdüllatîf Kudsî, Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l-makâmât ve'l-merâtib, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 , vr. 2a. bk. Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 25b-27a. Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 38b. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Hâfî'nin Evrâd'ına yazdığı şerhte mürîdin şeyhin rûhâniyetinden istifâde etmesini şu şekilde açıklamaktadır: Yaptığımız duâlar bizimle mukarreb melekler arasında bir münâsebet meydana getirmesi sebebiyle meleklerden bize yardım ulaştığı gibi, velîlerin rûhâniyetinden de yardım ulaşır. Zîra duâ eden ile velînin rûhâniyeti arasında da bir münâsebet meydana gelmektedir. Ayrıca velînin hayatta olup olmaması da önemli değildir. Vefat etmiş olanların kabirleri ziyâret edilip duâ edildiğinde bol miktarda feyz meydana gelir (Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Tenvîru'l-evrâd, Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 , vr. 10b).
Şeyh Vefâ da mürşid-i kâmilleri birer mânevî doktor olarak nitelemekte ve bir hastanın doktora teslim olduğu gibi mürid de mürşidine teslim olmalı; sözlerinde bir hikmet olduğuna inanarak isteklerini yerine getirmelidir, demektedir. Ayrıca mürîdin kendisini devamlı şeyhin huzûrunda olarak düşünmesi gerektiğini de vurgulayan Şeyh Vefâ,18 insanın içinde bulunduğu "his âlemi"nin kayıtlarından kurutulup şeyhin yardımıyla "misal âlemi"ne geçerek hakîkî kurtuluşa ereceğini belirtmektedir. Bunu şu şekilde ifâde etmiştir: "Sen annesinin karnındaki çocuk gibi şu his âleminde hapissin. Eğer misal âlemine doğmazsan karanlıkta kan emmeye devam edersin. Şâyet misal âlemine doğmayı başarırsan, karanlıktan da kandan da kurtulur, süt emmeye başlarsın. Unutma ki şeyhin irşâdı, mürîdine süt vermesi gibidir."19 Zeyniyye'nin ileri gelen şeyhlerinden Hacı Halîfe şeyhin sözüne uymanın mürid için ne denli erdirici rol oynadığını yaşadığı bir tecrübeden yola çıkarak şöyle dile getirmiştir: "Altı ay boyunca kendi kararımla hiç hayvânî gıda almadan ve su içmeden riyâzet yaptığım halde bir şey elde edemedim. Bütün kazanımlarım ancak şeyhimin tavsiyelerine uymakla gerçekleşti."20 Şihâbüddin Ahmed Sivâsî Risâletü'n-necât isimli eserinde şeyhe kalbî râbıtanın gerekliliği konusunda bir kısım âyet ve hadislerden deliller kaydetmiş,21 ayrıca mürîdin şeyhin makamına oturamayacağı, elbisesini giyemeyeceği, sözüne itiraz edemeyeceği ve yanında gülemeyeceği, şeyhin hanımı annesi yerinde olduğu için şeyh onu boşasa bile evlenemeyeceğini dile getirmiştir.22 Abdüllatîf Kudsî de Hâdi'lkulûb isimli eserinde "şeyhlik mertebesi", "şeyhliğin şartları ve edepleri", "müridin edepleri" gibi başlıklarla,23 Şeyh Vefâ'nın müridlerin18
19
20 21
22 23
Vefa Muslihuddin Mustafa, Makâm-ı Sülük, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 6 5 2 , vr. 2a. Vefa Muslihuddin Mustafa, Sâz-ı trfân, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652, vr. 40b. bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Risâletü'n-necât min şerri's-stfât, Süleymâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 246, vr. 66a. a.g.e., vr. 71a. Abdüllatîf Kudsî, Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 167. Hâdi'l-kulûb''un kaydedilen bu nüshası noksan olup sekiz
den Sinan Paşa ise Tazarrûnâme'de "İşâret-i Vucûb-i Şeyh" başlığıyla şeyh-mürid ilişkisine temas etmişlerdir.24 İleri gelen meşâyihin yaptığı açıklamalar göstermektedir ki, mürîdin mânevî yükselişi şeyhine olan râbıtasıyla; yâni kalbî bağlılık derecesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden mürîdin, şeyhini en yüksek dereceye çıkmış bir velî olarak kabul edip her şeyiyle ona bağlanması istenmiştir. Bununla birlikte şeyhe bağlılığın îtidal ölçüsünde de olabileceği Hacı Halîfe tarafından dile getirilmiştir. Ona göre, şeyhe yukarıda belirtildiği şekilde bağlılık esas olmakla birlikte, şeyhin yalnızca şerîat yolunda yürüyen bir Hak eri olduğunu kabul edip, kerâmet ehli bir velî olduğuna inanmadan da mürid olmak mümkündür.25
III. Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi ÂJıirete yönelmek için dünyaya ilgi göstermemek anlamında kullanılan zühd, tasavvuf ehlinin vazgeçilmez prensiplerinden biridir. Dünyaya ilgi göstermeme, bâzı sûfîlerce "ona hiç sâhip olmama" şeklinde, bâzılarınca ise "sevgisini gönüle sokmama" şeklinde anlaşılmış ve uygulanmıştır. Zeyniyye tarikatında birincisinin, yâni dünyâya hiç sâhip olmamanın esas alındığı ve bunun mürîdin mânen yol alabilmesi (seyru sülük) için temel şartlardan biri olarak kabul edildiği görülmektedir. Zeynüddin Hâfî Vasâyâ'sında, tövbe edip mürid olan kimsenin artık daha önce sâhip olduğu yüksek makam, leziz yemek, değerli giyecek, rahat yataklarda uyku gibi şeylerden ferâgat etmesi gerektiğini belirt-
24 25
varaktan ibârettir. Kalan bu varaklarda ise, giriş kısmında verilen bölüm başlıklarından anlaşıldığı kadarıyla tasavvufî meselelere geçmeden önce inanç konularının ele alındığı birinci bölüm bile bitmemiştir. Eserde şeyh-mürid ilişkilerine dâir bilgiler verildiği, başında kaydedilen bölüm başlıklarından anlaşılmatktadır. Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Dâru'l-Mesnevî, nr. 116) bir başka nüsnasının daha kayıtlı olduğu görülmektedir. Ancak bu nüsha da kayıptır. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 76-80. bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 241242.
mekte, bunu gerçekleştirmeden zâhid olunamayacağını vurgulamaktadır.26 Müridlerinden Ahmed Semerkandî'ye tavsiye niteliğinde yazdığı risâlesinde mânevî yükselişin şartlarım şu şekilde saymıştır: Zâhiren ve bâtınen dünyâyı terk etmek; zâhiren ve bâtmen takvâya sarılmak; mâsivâdan (Allah'ın dışındaki her şey) uzaklaşmak; kalb ve bedenle Allah'a yönelmek. Dünyayı terketme, elini mal ve mülklerden kalbini de emellerden temizlemekle gerçekleşir. Takvâya sarılmak ise, insanlardan uzaklaşmak (uzlet), evlenmeyi terk etmek ve bekârlığa sabretmekle olur.27 Hâfî ayrıca Vasâyâ'da da mürîdin insanlardan uzaklaşması (uzlet) ve evlilik meselesi üzerinde durmuş, bu çerçevede seyru sülûkünü ikmâle koyulan bir kimsenin din işlerinde gevşek davranan kötü huylu kimselerle arkadaşlık etmemesini, gıybet, yalan, riyâ, kibir, haset, nifak gibi pek çok bozuk hâl ve davranışların bu gibi insanlardan bulaştığını bilerek cumâ ve cemaatle namazın dışında insanların arasına karışmamasını tavsiye etmiş, sohbet edecek sâdık bir kimse bulursa onunla sohbet edebileceğini, aksi takdirde bütün vaktini Allah'a ibâdet ile geçirmesinin uygun olacağını belirtmiştir.28 Bekâr olarak tarîkata girenler, seyru sülûkünü tamamlayıncaya kadar evlenmemelidirler. Zira bu kimseler nefsin hevâsını önlemek için çetin bir mücâdele içine girmişlerdir. Ne zaman ki Hak eri olurlar ve artık dertleri devâları hâline gelir, o zaman evlenebilirler.29 Sûfi evleneceği hanımın kendisini ibâdet ve tâatinden alıkoymaması için dînine bağlı, kanâat sâhibi, sabırlı ve saygılı kimselerden olmasına dikkat etmelidir. Eğer böyle bir kimse bulamazsa bekârlığı evliliğe tercih eder. Zira açlık ve uykusuzluk çekerek bekârlığa sabretmek, yukarıdaki vasıflara sahip olmayan bir hanıma tahammül etmekten daha üstün ve daha sevaptır. Evli olarak tarîkata girenlerin hanımları da
26 27
28 29
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b. Zeynüddin Hâfî, Risâle (Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler), Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8a-b. Taşköprîzâde, Hacı Halîfe'nin (Şeyh Abdullah, Ö.894/1489) müridlerinden birinin evlendiğini eserinde bir vesileyle kaydetmiştir (bk. eş-Şekâik, s. 245). Bu eğer çok özel bir durum değil ise, tarikatta mürîdin evlenmemesi kuralının zaman içinde yumuşatıldığına işâret sayılabilir.
tövbe edip Allah'a itâatle meşgul olmalıdır. Eğer rızık endişesiyle ko' casının tarîkata girmesine engel olmaya kalkarsa, kocası mehrini verir ve Allah rızası için onu boşar.30 Mürid rızık konusunda Allah'a tevekkül etmeli, O'na güvenmelidir. Rızık için çalışmaya gerek duymamalı, insanlardan bir şeyler umarak etrâfında dolanmamalıdır.31 Ayrıca yemesi, içmesi ve uyumasını ibâdete güç ve kuvvet kazanmak niyetiyle yapmalı, eşiyle buluşmasını da harama düşmemek için şehvetini teskin etmek ve Allah'a kulluk edecek bir çocuğa sâhip olmak umuduyla gerçekleştirmelidir. Yoksa bunlardan lezzet almayı hedeflememelidir.32 çSeyru sülük ile mürîdin, kötülüklerin en önemli kaynağı olarak görülen nefsini terbiye etmesi; kötü huylarını iyi ve güzel huylara dönüştürmesi amaçlanmaktadır. Şeyh Vefâ Makâm-ı Sülük isimli eserinde nefsin ilk mertebedeki vasfı olan "emmâre" (sürekli kötülüğü emretme) özelliğini zikrettikten sonra şöyle diyor: Bu makamda nefsin işi gücü hevâsı peşinden koşmaktır. Dünyâyı sever, ama âhireti aklına bile getirmek istemez. Bu mertebede ölenler mücrim (günahkâr) olarak giderler. O sebeple nefsi riyâzetle (çile, halvet, uzlet vb.) bu mertebeden kurtarıp daha yüksek derecelere çıkarmak gerekir. Zira bu şekilde terbiye edilmezse daha da azar ve mukabili olan ruh/can bedendeki etkisini yitirir. Şeyh Vefa bu husûsu manzum olarak şu şekilde dile getirmiştir: y Ten gıdâsmdan nefs bulur hayat Ol hayat buldukça can bulur memat?3 Nefsin çirkin huylarını güzel huylara dönüştürme konusunda Zeynüddin Hâfî seyru sülük erbâbına, kötü vasıflardan herbirini bu vasıfların kendisinde hâkim olduğu bir hayvan sürerinde düşünmesini tavsiye etmektedir. Meselâ hasedi kurt, aldatmayı tilki, boş yere ge-
30 31 32 33
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b-5a. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 6b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8b. Vefâ, Makâm-ı Sülük, vr. 2a.
;
I1
j
|
! ;
p:,., il ; | ^ li İî Ş t ıp-' |
zip dolaşmayı çakal, gafleti tavşan, cimriliği fâre, hırsı karınca, boğaz düşkünlüğünü maymun ve ala köpek, kibri kaplan, kendisine itaat edilmesini arzu etme ve yükseldik duygusunu aslan, kızmayı (gadab) siyah köpek ve ayı, fere şehvetini eşek şeklinde düşünmelidir. Ayrıca şehveti söndürmek için az gıda, oruç ve uykusuzluk gerekir.34 Taşköprîzâde'nin eş-Şekâik'te yer verdiği bir olay, Zeyniyye'de nefsin kötü huylarına karşı mürîdin ne kadar dikkatli ve uyanık olmasının istendiğini göstermesi bakımından önemlidir. Kaydedildiğine göre, Zeyniyye ricâlinden Şeyh Muslihuddin Kocevî İstanbul'a geldiğinde Şeyh Vefâ teberrüken müridlerini onun ziyâretine gönderir. Muslihuddin Efendi'nin bir âdeti vardır; birisi elini öptüğünde mutlaka elini yıkamaktadır. Vefâ'nın dervişleri sırayla elini öptükçe herbirinden sonra elini yıkadığı halde, Veliyyüddin isimli dervişten sonra her nedense yıkamaz. Bu durumu şeyhi Vefâ'ya öğünçle, sevinerek anlatan Veliyyüddin'de ufak bir enâniyet sezen Şeyh Vefâ şöyle demiştir: "Nasil yıkasaydı ki, sen öpünce elini kesmesi gerekiyordu." Veliyyüddin Efendi, "Benim için tasavvuf kapısı işte bu sözden sonra açıldı" diyerek, yapılan uyarının kendisi üzerindeki tesîrini dile getirmiştir.35 Yine Şeyh Vefâ'ya bir gün, şehre çok güçlü bir adamın geldiğini, kimsenin kaldırmaya güç yetiremeyeceği koca koca taşları rahatlıkla kaldırdığını söylediklerinde o, "Abdest ibriğini kaldırmak o taşları kaldırmaktan daha zordur; çünkü biri nefsin hoşuna diğeri ise zoruna gitmektedir" demiş36 ve böylece şerîatın emirlerini yerine getirmenin nefsi terbiye konusunda ne denli etkili olduğunu ifâdeye çalışmıştır.
edilir.37 Başta kurucusu Zeynüddin Hâfî olmak üzere tarikatın ileri gelenleri zikrin yapılış şeklini şöyle târif etmişlerdir: Mürid önce bağdaş kurup ellerini ayakları üzerine (uyluklarına) koyar, ardından gözlerini yumarak başını kalbi üzerine eğer. Zikre "Lâ" sözüyle başlar ve aynı anda başını sağ omuzuna doğru kaldırır. Baş sağ omuzun üzerinde iken kelime-i tevhîdin "Lâ ilâhe" kısmı bitmiş olur. Ara vermeden başını tekrar kalbine doğru indirir ve tam kalbi üzerine geldiğinde vurgulu bir şekilde "İllâllah" der.38 Abdüllatîf Kudsî kelime-i tevhîdin nefiy kısmıyla (Lâ ilâhe) Allah'ın zâtı için muhal olan sıfatların nefyedildiğini, isbat kısmıyla da (illâllah) zâtı için gerekli olan sıfatların isbat edildiğini belirtir. Ayrıca nefiy kısmının "fenâ"ya, isbat kısmının "beka"ya işâret ettiğini, dolayısıyla "Lâ ilâhe" ile Allah'tan başka her şeyin nefyedilip "İllâllah" ile O'ndan başka hiçbir şeyin ibkâ edilmediğini vurgular.39 O sebeple zikir esnâsında baş soldan sağ omuza doğru kaldırılırken, mâsivânın kalpten sökülüp atılmasına, "Allah" denildiğinde de kalbe Allah'ın nûrunun yerleşmesine niyet edilir.40 Tarikata yeni girmiş olanlar "Lâ ilâhe illâllah" derken "Lâ mâbûde gayrallah" mânâsını düşünür. Biraz ilerleyip orta dereceye yükselmiş sâlik "Lâ matlûbe/Lâ murâde/Lâ maksûde illâllah" mânâsına niyet eder. Kalbinde mahlûka karşı muhabbet kalanlar "Lâ mahbûbe illâllah" mânâsını düşünür. Tevhid zikrine devam eden mürîdin kalbi vahdâniyet nurlarıyla dolunca, bu nurlar kâinâtın bütün safhalarına da akseder. Sonuçta mürid varlıkları gerçekte oldukları gibi; yâni kendiliklerinden var olamayan, her an yok olup gitmesi mümkün eğreti
.', ı 'I
k:
IV. Zikir Şekli ve Evrâd Zeyniyye tarîkatında uygulanan zikir "cehrî" ya da "celî" tâbir edilen sesli tevhîd (Lâ ilâhe illâllah) zikrinden ibârettir. Bu zikri ve yapılış şeklini ilk olarak Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye târif ettiği kabul
34 35 36
bk. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 38b-39a-b. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 .
37
38
39 40
Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2650, vr. 2a; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b; ayrıca bk. Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2 6 5 0 , vr. 2a; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb. Kuşâşî zikrin yapılış şeklini Hâfî'nin halîfesinin halîfesi Tâcüddin Abdurrahman el-Mürşidî elKazerûnî'den naklen kaydetmiştir. Zikirde oturuş şeklini de yine aynı zâttan naklen o kaydetmektedir. Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 12a. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b.
varlıklar olarak görmeye başlar. Bu durumda "Lâ ilâhe illâllah" derken niyeti "Lâ mevcûde illâllah" olur ve böylece tevhîd nûru ortaya çıkar. Bu sırada meydana gelen kevnî keşiflere ve kerâmetlere iltifat etmez. Zira onlar nefsin hevâ ve hevesinden kaynaklanmaktadır.41 Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe, tevhid zikrine devam eden mürîdin zamanla kendisini hep Allah'ın huzûrunda görmeye başlayacağı için diliyle zikredemez hâle gelebileceğini, hatta duâ bile edemeyeceğini belirtmekte, bu durumda zikirden fikire geçmenin, yâni yalnızca Hakk'ın huzûrunu düşünmenin yeterli olacağını ifâde etmektedir. Ona göre bu hâl, Cibrîl hadîsinde ifâde edilen "Allah'ı görüyormuş gibi ibâdet etme/ihsan" derecesinin başlangıcıdır.42 Yukarıda verilen "tevhid zikri" târifinden anlaşıldığına göre tarikatta zikir oturarak icrâ edilmekte; yâni "kuûdî zikir" uygulanmaktadır. Ancak kaynaklarda açıkça ifâde edilmemiş olsa da Zeynîlerin "kuûdî zikir"le birlikte, ayakta dönerek zikretme anlamına gelen "davrânî zikir" tarzım da uyguladıkları tahmin edilebilir. Zira Zeyniyye'nin bağlı bulunduğu ana tarîkat olan Sühreverdiyye'de devrânî zikre büyük önem verildiği belirtilmektedir.43 Ayrıca Ö. T. İnançer Zeyniyye'nin Horasan tasavvuf ekolüne bağlı olduğu için devrânî zikir tarzını benimsediğini ve zikir âyininin Halvetî âyinine çok benzediğini ifâde etmekte, ancak bu hususla alâkalı her hangi bir kaynak zikretmemektedir.44 Kanaatime göre, Abdüllatîf Kudsî'nin genellikle devran sırasında icrâ edilen "semâ" ile ilgili, Allah'a olan muhabbet sebebiyle cezbeye kapılarak yapıldığında insandaki güzel huyların açığa çıkmasına yardımcı olduğunu söylemesi,45 Şeyh Vefâ'nın ayakta halka hâlinde icrâ edilen ve "Vefâ devri" diye bilinen bir zikir türünü uygulamış olması,46 Vefâ'nın müridlerinden Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi'nin devran ile alâkalı verdiği müsbet fetvâların yanı sıra bir de
41 42 43 44 45 46
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. llb-12a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 - 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. Uludağ, "Devran", DİA, IX, 248. İnançer, "Zeynîlik (Zİkir Usûlü ve Mûsikî)", DBİA, VII, 553. • Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 37a. bk. burada "Vefâiyye-i Zeyniyye" bölümü.
risâle kaleme alarak bu tür bir zikri muhâliflerine karşı savunması,47 Zeyniyye'de devran ile zikir yapıldığım gösteren hususlar olarak değerlendirilebilir^ Zeynüddin Hâfî tarikatta okunacak "evrâd" ve "hizb"i de Arapça olarak kaleme almıştır. Sabahlan okunan virdler "Hâzâ evrâdü'ssubh" şeklinde kaydedilmiş, peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlığıyla diğer okunacak duâlar zikredilmiştir.48 Aşağıda mürîdin yirmi dört saati anlatılırken bu virdlerin zamanlarına işâret edilecektir. Bununla birlikte Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630), Hâfî'nin şeyhinin şeyhi Yûsuf Acemî Gûrânî'nin tertip ettiği evrâdın Zeyniyye şeyhleri tarafından beş vakit namazdan sonra okunageldiğini belirtmiştir.49 Bu, Hâfî'den çok önce tertip edilen bir evrâdın tarikatta okunduğunu göstermektedir. Ve belki de Hâfî'ye nisbet edilen evrad, Gûrânî'nin tertip ettiği evrad olup Hâfî tarafından da okunduğu için sonradan ona nisbet edilmiştir. Ancak yine de Gûrânî'ye nisbet edilen evrad elde edilinceye kadar bu hususta kesin bir şey söylemek zordur.
V. Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli Zeynüddin Hâfî el-Vasâya'l-Kudsiyye'de müridlerin vaktini gece ve gündüz nasıl değerlendirmesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde anlatmış, okunması gereken duâları da ayrı ayrı kaydetmiştir.50 Buna göre bir mürid yirmi dört saati şu şekilde geçirmelidir: Sabah Duâları: Sabah namazı vakti (fecr-i sâdık) girdiğinde mürid önce "Allâhümme innî esbahtü üşhidüke..." diye başlayan duâyı (9 satır), sonra üç defa "Allâhümme mâ esbaha bî min nîmetin..." diye başlayan duâyı (2 47 48 49 50
Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 343, 369-370. Süleymaniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2 1 0 0 , vr. 82b-85a. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2a, 4b. Eserde tam olarak kaydedilmiş olan duâların burada sâdece başlangıç kısmı kaydedilecektir.
satır), sonra "Allâhümme leke'l-hamdü hamden..." diye başlayan duâyı (4 satır) okur. Daha sonra ise okuyabildiği kadar "Sübhânallâhi ve bihamdihî adede halkıhî..."diye başlayan duâyı (1 satır), eğer vakit olursa "Sübhânallâhi ve bihamdihî ed'âfe..." diye başlayan duâyı (9 satır) okur. Ardından sabah namazının iki rekat sünnetini kılar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rekatta ise İhlas sûresini okur. Farza başlamadan önce yüz defa ya da mümkün olduğu kadar "Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhi'l-azîm ve bihamdihî estağfirullah" duâsını okur. Sonra mümkün olduğu kadar salavât getirir. Ardından "Allâhümme innî es'elüke rahmeten..." diye başlayan duâyı okur. Sonra cemâatle farzı kılar.51 Sabah Evrâdı, Tevhid Zikri ve Murâkabe: Mürid sabah namazının ardından "sabah evrâdı"nı, onu tâkiben de kendisine verilen "hizb"i okur. Sonra "Lâ ilâhe illâllah" zikriyle meşgul olur.52 Güneş bir ya da iki mızrak boyu yükselinceye kadar bu zikre devam eden mürid yorulunca zikri bırakır ve murâkabeye dalar. Önce Hak Taâlâ'nm her taraftan kendisine baktığını ve onu kuşattığını düşünür. Düşündükçe vücûdu küçülür, küçülür... Rabbi'ne gitmekten başka çâre kalmaz ve cismiyet ortadan kalkar... Sonra kalbine mesajlar (havâtır) gelmeye başlayınca, dervişler arasında bilinen duâyı okur.53 Murâkabenin ardından iki rekat Kuşluk (İşrak) namazı kılar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Nûr sûresinin 35. âyetini, ikinci rekatta da 36-38. âyetlerini okur. Sonra birkaç defa daha zikir yapar ve duâ eder.54 Kur'an Okuma ve Akâid Tahsili: Mürid sabah evrâdı, tevhid zikri vb. vazifelerini yerine getirdikten sonra mânâsını düşünerek bir müddet Kur'an okur. Sanki Allah'la 51 52
53 54
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 9b-10b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b. İlerleyen sayfalarda tevhid zikrinin yapılış şekli ve müridin zikir sırasında dikkat etmesi gerekenler anlatılmaktadır. Ancak bunlar daha önce "Zikir Şekli" başlığı altında anlatıldığı için burada tekrar kaydedilmemiştir. Dua kaydedilmemiştir. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 12b-13a. Duâ kaydedilmemiştir.
konuşuyormuş ya da Kur'ân'ı O'na okuyormuş gibi dikkatli ve uyanık olur. Sonra iki ya da dört rekat olarak Duhâ namazı kılar. Her iki rekatta da Fâtiha'dan sonra Duhâ ve İnşirah sûrelerini okur. Dört rekat kılacaksa ilk iki rekatta Şems ve Leyi sûrelerini, sonrakinde ise iki rekat kılınırken okunan sûreleri; yâni Duhâ ve İnşirâh'ı okur. Namazdan sonraki vaktini ise ehl-i sünnete uygun inanç esaslarını öğrenmeye ya da öğretmeye ayırır.55 Ders saatinden sonra eğer oruca niyetli değilse yemeğini yer 56 ve gece kalkmasına yardımcı olsun diye kaylûle uykusuna yatar. Uyanınca kalkıp abdest alır ve iki rekat şükür namazı kılar, güneş zevâl buluncaya kadar da zikirle meşgul olur.57 Ardından ister Hanefî isterse Şâfiî mezhebine mensup olsun tek selâmla dört rekat nâfile kılar. Sonra öğlenin dört rekat sünnetini, cemâatle farzını ve peşinden son sünnetini kılar. Öğle namazından sonra ise iki rekat daha nâfile kılar.58 İlmi
Faaliyetler:
Akâidle ilgili konuların tahsîli ya da tâlîmi için müride kuşluk vaktinde ayrılan zamânın yanı sıra ilmî faaliyetleri için öğle ile ikindi arası, akşamla yatsı arası ve yatsıdan sonra olmak üzere üç ayrı zaman dilimi daha ayrılmıştır. Ancak bu vakitlerin başında ve sonunda yapılması gereken bâzı duâlar ve nâfile ibâdetler bulunmaktadır. Buna göre öğleden îtibâren yatma vaktine kadar müridin yapması gerekenler şu şekilde düzenlenmiştir: Öğle namazını müteâkip kıldığı iki rekatlik nâfileden sonra eğer önemli bir işi varsa ikindiye kadar o işini görür. Eğer işi yoksa kitap mütâlaa eder veyâ daha önce te'lîfe başladığı eserini yazmakla meşgul olur. Sonra dört rekat ikindinin sünnetini, ardından da cemaatle farzını kılar. Namazın peşinden kendisine verilen "hizb"i okur. Sonra güneş batıncaya kadar tevhîd zikriyle meşgul olur. Eğer zikir güneş batmadan önce biterse akşam namazı vaktine kadar teşbih ve istiğfar çeker. Cemaatle akşamın farzını, sonra iki rekat sünnetini kılar. Ardından îmanın bekası için iki rekat daha namaz kılar. Her bir rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, İhlas, Felak ve 55 56 57 58
Hâfî, Hâfî, Hâfî, Hâfî,
el-Vasâya'l-Kudsiyye, el-Vasâya'l-Kudsiyye, el-Vasâya'l-Kudsiyye, el-Vasâya'l-Kudsiyye,
vr. vr. vr. vr.
13a-b. 14b. 15b. 16a.
Nâs sûrelerini okur. Sonra on defa salavât getirir. Peşinden üç defâ "Allâhümme innî istevda'tüke..." diye başlayan duâyı (iki satır) okur. Sonra ilim tahsil edenlerden ise yatsıya kadar kitap miitâlaası ile meşgul olur. Bu sırada hiç konuşmaz. Zira konuşmak kalbi bulandırır. Kendisine dînî-şer'î bir mesele sorulmazsa yatsıdan sonra da konuşmamalıdır. Eğer ilim tahsil eden müridlerden değilse uygun olan tevhîd zikriyle meşgul olmasıdır. Yatsı vakti girince dört rekat sünnetini, cemâatle farzım, sonra da dilerse iki, dilerse dört rekat olarak son sünnetini kılar. Ardından hücresine çekilip tek selâmla dört rekat nâfile kılar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, ikincide Âmene'r-rasûlü'yü, üçüncüde Hadîd sûresinin ilk altı âyetini, dördüncüde ise Haşr sûresinin son dört âyetini okur. Sonra eğer yanında diğer dervişler varsa onlarla birlikte, değilse tek başına zikir yapar. Ardından yüz defa salavât getirir. Sonra dervişler arasında yapılan şekliyle dört büyük melek, hamele-i arş, mukarreb melekler ve bütün peygamberler üzerine üç defa salat okur. O günkü gafletini düşünerek yetmiş defa istiğfar çekip duâ eder. Duânın peşinden anne ve babası, şeyhi, ihvânı ve arkadaşları için Kur'an'dan birer bölüm okur ve sonunda Hz. Peygamber'e (a.s.) salavât getirir. Yine eğer ilim tahsil eden müridlerden ise, özellikle kış mevsiminde uykusu gelinceye kadar kitap mütâlaa eder. Eğer değilse tevhîd zikriyle meşgul olur. Uykusu gelince beklemeden yatar ki, teheccüde kalkabilsin. Yatmadan önce diz çöküp oturarak Âyetü'l-kürsî'yi, Âmene'r-rasûlü'yü, Kehf sûresinin son dört âyetini, "Bismike Allâhümme..." diye başlayan ve "Allâhümme eykıznî..." diye başlayan duâları okur.59 Yukarıdaki düzenleme göstermektedir ki, mürid öğleden sonra yatmcaya kadar ikindi ile akşam arası hâriç çoğu vaktini ilmî mütâlaalar ile geçirmektedir. Ancak ilim tedrîsi açısından şartlara göre bu düzenlemenin dışına çıkılabildiğini gösteren uygulamalara da rastlanmaktadır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi Şeyh Vefâ Tekkesi'nde Molla Lütfi Buhârî dersini, medresedeki derslerini bitirdikten sonra ikindi ile akşam arasında okutmaktaydı.60
59 60
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 16a-17b. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 8 .
Teheccüd Vakti: Mürid bir müddet uyuduktan sonra teheccüt vaktinde kalkar ve "Elhamdü lillâhillezî ahyânâ..." diye başlayan duâyı okur, istiğfar çeker ve Allah'ı (c.c.) teşbih eder. Ardından abdest alıp iki rekat namaz kılar. Sonra on rekatta tamamlamak üzere Teheccüd namazına başlar. İlk iki rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî ve Âmene'r-rasûlü'yü okur. Selâmdan sonra birkaç kez teşbih çeker, zikir yapar, salavât getirir. Üçüncü ve dördüncü rekatlarda Secde ve Duhan sûrelerini, beşinci ve altıncı rekatlarda Yâsîn ve Fetih sûrelerini veya Zümer veya Hadîd ya da dilediği bir sûreyi okur. Yedinci ve sekizinci rekatlarda Mülk ve Müzemmil sûrelerini, dokuzuncu ve onuncu rekatlarda da Tâ-Hâ sûresinin tamâmını veya bir kısmını okur. Sonra Vitir namazını kılmaya başlar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra A'lâ, ikincide Kâfirûn, üçüncüde ise İhlas sûrelerini okur. Kunut duâlarını Hanefî ve Şâfiî mezhebine göre olan görüşleri birleştirerek okur. Vitir'den sonra salavât getirir ve gecenin altıda biri kalıncaya dek zikirle meşgul olur. Sonra sabah namazı vaktine kadar kendisi, anne babası ve bütün müminler için yirmi beş defa "Estağfirullâhe lî, velivâlidiyye, velicemîilmü'minîne ve'l-mü'minât el-ahyâ-i minhüm ve'l-emvât" şeklinde istiğfarda bulunur ve çokça duâlar eder... Ardından yeni bir günün duâ ve zikirlerine târif edildiği şekilde tekrar başlar.61 Halvet
Hâli:
Yirmi dört saatini normal zamanlarda yukarıda açıklandığı şekilde değerlendiren müridin halvette iken yapması gerekenler biraz daha farklıdır. Bilindiği gibi çoğu tasavvuf ehlinin günahtan korunmak ve daha iyi ibâdet etmek için ıssız yerleri tercih ederek halvet/uzlet hayâtını tercih etmeleri bir çok tarîkat tarafından genel kabul görmüş ve bu, bir şeyhin gözetiminde, belli bir zaman dilimi içinde (genellikle kırk gün) çilehâne veya halvethâne denilen dış dünyaya kapalı küçük mekanlarda uygulanan özel şekliyle müridlerin mânevî terbiyesi için önemli bir unsur olarak kullanılmıştır. Zeynüddin Hâfî bir gün boyunca mürîdin yapması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde kaydettiği gibi, halvete giren mürîdin uyması gereken şartları da Cüneyd-i 61
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudşiyye, vr. 17b-18b.
Bağdâdî'nin tarikat esasları olarak bilinen sekiz maddeyi62 naklederek Vasâyâ'da zikretmiştir. Buna göre, 1. Devamlı abdestli olmak, 2. Halveti bozmamak (Müddeti dolmadan halvetten çıkmamak), 3. Devamlı oruçlu olmak, 4. Devamlı zikretmek (Tarif edildiği şekilde tevhid zikri yapmak), 5. Zikrin dışında sükût etmek, konuşmamak, 6. Gelen havâtırı (mesajlar) ister hayır ister şer olsun kalbinden çıkarmak, onu defetmek, 7. Devamlı şeyhle kalbî râbıta içinde olmak, 8. Allah'tan gelen her şeye; lehine ya da aleyhine olan bütün hallere rızâ göstermek ve şeyhe itirazda bulunmamak.63 ^Halvetteki müridin dışarı ile irtibâtı kesik olduğundan bir kişi ona namaz vakitlerini hatırlatmalıdır. Halvette sâdece farz ve sünnetler kılınır, diğer nâfilelerle vakit bölünmez. Zira bütün, amelleri yerine getirmeye çalışmak, kalb huzûrunu bozabilir. Müridin yemeği de hazırlanarak önüne konmalıdır.64 Orucunu akşam namazından evvel açar, ancak yemeği yatsıdan sonraya bırakır. Daha da güzeli seher vaktine bırakmasıdır. Ama eğer yeme arzusu çok fazla ise, akşamla yatsı arasında da yiyebilir.65 Mürid yemeğini getirenlerle konuşmadığı gibi, 66 teberrük kastıyla ziyâretine gelenlere de kapısını açmamalıdır.67 Halvet sırasında yaşadığı halleri ve gördüğü rûyâları şeyhine tam olarak anlatır.68 Rûyâlarını şeyhinden gizleyen ya da noksan veya fazla şekilde anlatan hiyânet etmiş sayılır.69 Ayrıca kevnî kerâmetlere ermek için ihlas şartına riâyet etmeden şeyhinden izinsiz halvete girenler şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Zira şeytan Resûlullah'ın ve irşadla izinli şeyhin dışında bir kısım sâlihlerin sürerine girebilir ve ona bâtılı Hak olarak gösterebilir.^0 62
63 64 65 66 67 68 69
70
bk. Necmüddin Kübrâ, Fevâihu'l-cemâl ve fevâtihu'l-celâl (nşr. Mustafa Kara, müellifin diğer iki risâlesiyle birlikte), İstanbul 1980, s. 94. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23b-27a. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23a-b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 24b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23a. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 27b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 29a. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 30b-31a. Şeyh Hâfî rûyâda görülen sembollerin ne anlama geldiklerini Vasâyâ'da anlatmıştır (bk. vr. 40a-43a). Hâfî eserinde izinsiz halvete giren bir dervişi şeytanın Hızır sürerinde görünerek nasıl aldattığını anlatmıştır (Hâfî, el-Vasâya'l-kudsiyye, vr. 29a-b).
VI. Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi Klasik dönem tasavvuf kaynaklarında genellikle "şerîat-hakîkat" birlikteliği şeklinde ifâde edilen, daha sonra ise "şerîat-tarîkathakîkat" şeklinde de formüle edilmiş olan anlayış, Zeyniyye'nin benimsediği önemli özelliklerden biridir. Bu anlayışa göre şeriatla hakîkat biribirlerinin zıddı değil tamamlayıcısıdır. Biri Allah'a giden yolun zâhiri, diğeri ise bâtını niteliğindedir. Şeriat kulluk vazifesini yerine getirmek, hakîkat ise rubûbiyeti müşahede etmektir. Süt içinde yağın varlığı gibi şeriat içinde de hakîkat vardır. Dolayısıyla hakîkatı olmayan şeriat âtıl, şerîatsız hakîkat ise bâtıl olarak kabul edilmiştir.71 Zeynüddin Hâfî Allah'ın emirlerine ve Resûlullah'a hem "zâhir", hem "bâtın" hem de "sır" yönünden uyulması gerektiğini belirtmiş,72 Zeyniyye'nin âlim müntesiplerinden Mevlâ Musannifek de "sûfî"yi anlatırken, "Şeriatı bilip yaşayan ve tarikatla hakîkatı birliştiren kimse" şeklinde târif etmiştir.73 Bu sebeple tarikata girenler yol alabilmek için öncelikle şeriat kurallarına uymalı; davranışlarında Resûlullah'ı örnek almalıdır.74 Şeriat kurallarına uymadan tasavvuf yolunda ilerlemenin mümkün olmadığını belirten Zeyniyye ricâli, inanç ve amel noktasında ehl-i sünnet çizgisinden sapılmaması husûsunda da ısrarlı olmuşlardır. Zeynüddin Hâfî özellikle Menhecü'r-reşâd isimli eserinde ve kısmen de el-Vasâya'l-Kudsiyye''de bid'at ehli grupların bozuk inançlarına işâret etmiş, müridlerini onlardan uzak durmaları ve ehli sünnet çizgisini tâkip etmeleri konusunda uyarmıştır.75 Ona göre bid'atlerle kirlenen kalbin ibâdet ve tâatle nurlanması mümkün değildir. Bütün ârifler müctehid imamların görüşlerine uyup ehl-i sünnet ve'l-cemâat çiz71 72
73
74 75
bk. Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 9b. bk. Hâfî, İcâzetnâme (Abdürrahim Rûmî'ye), Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak. Zeynüddin Hâfî'nin açıklamasına göre "sır" yönünden uymak demek, yalnızca Allah'a teveccüh etmek ve başka hiçbir şeye iltifat etmemek demektir. Musannifek Alâeddin Ali b. Muhammed, Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nûri Ergin, nr. 5 1 3 , vr. 30a. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 6b; Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 9a. bk. Hâfî, Menhecü'r-reşâd, tür. yer.; a.mlf., el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b.
gisini takip etmek sûretiyle yüksek derecelere çıkmışlardır.76<£Hâfî'nin ayrıca ehl-i sünnet çizgisini koruma noktasında müridlerine adı geçen iki eseriyle birlikte Şihâbüddin Sühreverdî'nin sünnî tasavvuf esaslarını anlattığı Avârifu'l-maârif ini ve ehl-i sünnet inançlarını kaydettiği A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka isimli eserini okuttuğu, halîfelerine de bu eserleri okutmaları için icâzet verdiği bilinmektedir.77 Onun ehli sünnet inançlarını öğrenmeleri ya da öğretmeleri için müridlere her gün belli bir zaman dilimi ayırdığı da yukarıda yirmi dört saatlik program anlatılırken kaydedilmişti.) Zeynüddin Hâfî'den sonra Abdüllatif Kudsî/Makdisî, Mevlâ Musannifek, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî gibi ileri gelen Zeyniyye ricâlinin eserlerinde bu husûsa temas etmiş olmaları; konu ile ilgili hassasiyetin tarikatta devam ettiğini göstermektedir. Kudsî Hâdi'lkulûb isimli eserinde bunu ilk bölümde "Akîdetü's-sahîha" başlığı altında ele almış, tasavvufî meselelere daha sonra geçmiştir.78 Onun Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad isimli eserinin de bâtıl mezhep ye tarikatlara karşı bir reddiyye niteliğinde olduğu belirtilmektedir.79 Mevlâ Musannifek ise Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz isimli eserinde bu husûsa bir bölüm ayırmış ve Şeyh Hâfî'den naklen, "Mürîd ehl-i sünnetin ortaya koyduğu görüşleri öğrenip inançlarını ona göre düzeltmeli, şeriatı düzgün yaşayabilecek kadar ilim tahsil etmelidir" şeklinde uyarıda bulunmuştur.80 Sivâsî'nin de Cezzâbü'lkulûb'un ilk bölümlerinde ilim, îman, îslâm gibi konulara yer verdiği, ondan sonra tasavvufî meselelere geçtiği görülmektedir.81 Zeyniyye'de amele taalluk eden konularda dört büyük mezhebin görüşlerini ihtiyâten cem etme esâsı benimsenmiştir. Meselâ Hanefî
76 77
78 79 80 81
Hâfi, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b. bk. Hâfi, îcâzetnâme (Abdürrahîm Rûmî'ye), Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak. Zeynüddin Hâfî'nin okutup icâzet verdiği eserler arasında bir de İmam Nevevî'nin "Kırk Hadis Mecmûası" {Erbaîn) bulunmaktadır. bk. Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 167. Kara, "Abdüllatîf Kudsî", DİA, I, 2 5 7 - 2 5 8 . Musannifek, Hallü'r-rumûz, vr. 22a. bk. Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Ef., nr. 3257, vr. 143b-170b.
bir mürid abdest alırken Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin görüşlerini de dikkate alarak abdest almalıdır. Eğer görüşleri bir araya getirmek mümkün olmazsa o zaman ihtiyat açısından en uygun olan görüş hangisi ise o tercih edilir. Tarikatın kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî bu görüşü kendisinin ortaya atmadığını, aksine önceki meşâyih tarafından da uygulanageldiğini belirtmekte,82 bu prensip gereği, daha önce de kaydedildiği gibi, Vitir namazında Kunut duâlarmm Hanefî ve Şâfiîlerin görüşleri birleştirilerek okunmasını tavsiye etmektedir.83 Daha sonra Şeyh Vefâ da Kunut'la ilgili aynı görüşleri tekrarlamıştır.84 Vefâ ayrıca müridin yapması gerekenleri sıralarken mezkûr anlayış sebebiyle "İster Hanefî ister Şâfiî mezhebinden olsun, her namaz öncesi misvak kullanır" demektedir.85 Şeyh Vefa'nın bizzat kendisinin de Hanefî olduğu halde imâmet sırasında Şâfiîler gibi Besmele'yi açıktan okuduğu ve celse-i istirâhate oturduğu86 daha önce ilgili bölümde kaydedilmişti.
VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd Tevhid konusunda tasavvuf ehlinin bir kısmının "vahdet-i vücûd" görüşünü, bir kısmının ise "vahdet-i şühûd" anlayışım benimsediği bilinmektedir. "Varlığı bir bilme; Allah ve O'nun tecellîlerinden başka varlık olmadığını idrak etme" şeklinde ifâde edilebilecek olan vahdet-i vücûd görüşünü ilk defa sistemli olarak Muhyiddin İbnü'l-Arabî ortaya koymuştur. Vahdet-i şuhûd ise "Her şeyi Allah ve O'nun tecellîleri olarak görme, O'ndan başkasını görememe hâli" diye ifâde edilmektedir. Bâyezîd-i Bistâmî'nin "Süphânî mâ a'zame şânî" (Kendimi 82 83 84
85 86
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b-6a. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 18a. Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2561, vr. 121a-b. a.g.e., vr. 5b. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 - 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 177, 239; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 - 5 0 0 . Şeyh Vefâ'nın bu uygulamasının bâzı âlimlerce halt-ı mezâhip (mezheplerin görüşlerini birbirine karıştırma) şeklinde değerlendirilip engellenmek istendiği bilinmektedir (bk. Vefâ ile ilgili bölüm).
teşbih ederim, şâmm ne yücedir), Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hak" (Ben Hakk'ım) sözlerini söylerken bu hâli yaşadığı kabul edilir. Bu hal geçtikten sonra sâlik Hak ile halkı ayrı ayrı görür. Vahdet-i vücudda varlığın bir olduğunu bilme ve idrak etme söz konusu iken vahdet-i şühudda belli bir süre için varlığı bir görme söz konusudur. Zeyniyye'nin kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin yukarıdaki görüşlerden vahdet-i şühûdu benimsediği söylenebilir. Bunu Nefehâtü'l-üns'de kaydedilen şu görüşlerinden çıkarmak mümkün olmaktadır: Mutlak vahdet zât tecellîsinde olur. Sıfatların tecellîsi esnâsında müşâhede edilen vahdet, o sıfatların mânâlarıyla kayıtlı ve sınırlıdır... Bu vahdetin müşâhedesi bütün sıfatların zımnındaki vahdeti müşâhededen mahfuz olmakla tamam olur. Ve ikilik bu müşâhedede ortadan kalkar.87 «^Yine Hâfî sâlikin tevhid zikri sırasında son merhalede "Lâ ilâhe illallah" derken "Lâ mevcûde illallah" mânasına niyet etmesini ve böylece tevhid nûrunun ortaya çıkacağını belirtmekte, ancak bu noktanın ayakların kaydığı çok tehlikeli bir nokta olduğunu, sâlikin burada çok dikkatli olması gerektiğini dile getirmektedir.88 Hâfî'ye göre varlığın birliği görüşü bâtıldır. İbnü'l-Arabî'nin Fütûhât-ı Mekkiyye ve Füsûsü 'l-hikem' de ortaya koyduğu vahdet-i vücûd anlayışına itikad etmek gerekmez.89 "Allah'ın zâtında taayyün yoktur, ancak oluşta (kevn) taayyün vardır" demek, akaidi ifsad etmekten başka bir şey değildir^0 Zeynüddin Hâfî bununla birlikte varlık mertebelerini, ilk mertebe olan taayyünsüzlük (Lâtaayyün) mertebesi hâriç, İbnü'l-Arabî ve ondan önceki bâzı meşâyihin görüşüne uygun bir şekilde açıklamakta, Allah'ın (c.c.), sıfatlarının mazharları zuhur etmeden önce zâtıyla zâtı üzerine tecellî ettiğini, ilk olarak nurların nûru, mazharların mazharı olan Muhammed Mustafâ'nın (a.s.) rûhunu zuhûra getirdiğini ve
87 88 89 90
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 12a. Hâfî, Menhecü'r-reşâd, vr. 76a-b. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 33a. İbnü'l-Arabî'ye göre ilk mertebede (Lâtaayyün) Allah için hiçbir taayyün söz konusu değildir.
bütün yaratıkların Allah'ın sıfatlarının muktezâsına uygun şekilde ortaya çıktığını ifâde etmektedir,91 Öyle anlaşılıyor ki Zeynüddin Hâfî tevhid konusunda vahdet-i şühûd tarafını benimser gözükmekle birlikte, vahdet-i vücûda da topyekün karşı çıkmamış, muhtemelen yanlış anlaşılacağından çekindiği için varlığın birliği konusunda ihtiyatlı bir dil kullanmayı tercih etmiştir. Bu noktada Reşebât müellifinin kaydettiği şu olay konuya açıklık getirmesi bakımından oldukça önemlidir:^ Bir gün Herat'ta Şeyh Bahâeddin Ömer, sohbetine katılan Nakşibendiyye şeyhi Ubeydullah Ahrar'a şehirde neler konuşulduğunu sorar? O da varlık konusunda dervişler arasındaki bir tartışmaya işâret ederek, Şeyh Zeynüddin ve arkadaşlarının "heme ez ost" yâni "her şey O'ndandır" dediklerini, Seyyid Kasım ve müridlerinin ise "heme ost" yâni "her şey O'dur" dediklerini nakleder. Bu haber üzerine Bahâeddin Ömer "Şeyh Zeynüddin ve taraftarları doğru söylüyor" der ve bu görüşün doğruluğunu ispat için deliller sıralamaya başlar. Ubeydullah Ahrar "Bu deliller hep Seyyid Kâsım'ın görüşünü te'yid ediyor" diye mukabele edince, şeyh daha farklı ve güçlü deliller ortaya koyar, ancak onlar da yine Seyyid Kâsım'ın görüşlerini doğrular nitelikte olur. Ahrar şeyhi dinledikten sonra şu kanâate vardığını nakleder: "Anladım ki şeyhin murâdı şu imiş: Bâtın bakımından Seyyid Kâsım'ın görüşüne inanmak gerekir, ama zâhirde Şeyh Zeynüddin ve taraftarlarının inandığı gibi görünmek lâzımdır^"92 C Zeynüddin Hâfî Îbnü'l-Arabî'nin tevhid konusu dışında daha başka bir kısım görüşlerine de itirazlarda bulunmuştur. Bunlar "hatmü'lvelâye" görüşüyle, Firavun'un imânlı öldüğüne dâir görüşüdür. Ona göre İbnü'l-Arabî'nin kendisini "hatmü'l-velâye" (veliliğin en son mütekâmil temsilcisi) olarak takdim etmesi bir şathiyyedir. Zîra veliliğin en son mütekâmil temsilcisi, geleceği vâdedilen Muhammed el-Mehdî olacaktır.93 Firavun'un imânı ise, "îman-ı ye's" olduğu için makbul değildin?4 91 92 93 94
Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 33a. Reşehât Tercümesi, s. 351. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 22a. Hâfî, Menhecü'r-reşâd, vr. 76a-b.
Herat câmiinde vahdet-i vücûdun derin meselelerini halka anlatmağa kalktığı için Zeynüddin Hâfî tarafından şiddetle tenkid edildiği daha önce kaydedilen Derviş Ahmed Semerkandî'nin,95 İbnü'lArâbî'nin yukarıdaki görüşleriyle ilgili Hâfî'den farklı düşündüğü anlaşılmaktadır. Uzun yıllar Nakşibendiyye'den Alâeddin Attar'ın hizmetinde bulunduktan sonra Şeyh Hâfî'ye intisap ettiği bilinen Semerkandî, İbnü'l-Arabî'nin varlıkla (vücud) ilgili bütün söylediklerinin ve Firavun'un imânlı öldüğüne dâir görüşünün bizzat Resûlullah tarafından mânâ âleminde te'yid edildiğini belirtmiştir. Molla Câmî Semerkandî'ye âit bir Fusûsü'l-hikem nüshasının sonunda, onun yaşadığı bir hâdiseyi şu şekilde kaydettiğini nakletmektedir: Resûlullah (a.s.) İbnü'l-Arabî'nin Fusûsü'l-hikem'ini okutmam, husûsunda bana işârette bulunduktan sonra Dervişâbâd'da halvete girmiştim. Burada yine Resûlullah'ı gördüm ve sordum: Firavun'un îmanı konusunda ne dersiniz? "Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin dediği gibi tertemiz gitti" buyurdular. Tekrar sordum: Yâ Resûlallah vücud (varlık) konusunda ne dersiniz? Şöyle buyurdular: "Görmezmisin ki İbnü'l-Arabî vücûd kadîmde kadîm, hâdisde hâdisdir" diyor. Sonra şöyle devam ettiler: "...Ulûhiyetin mazharı olduğun için, sıfât-ı ilâhiyyenin sende zuhûru sebebiyle sen ilâhsın. Sınırlı oluşundan, taayyününden ve yaratılmışlığından dolayı da kulsun."96 Zeynüddin Hâfî'nin Firavun'un îmanı ve hatmü'l-velâye gibi meselelerde değişik görüş belirtmesi ve tevhid konusunda bâzı farklı görüşler ortaya koyması sebebiyle, İbnü'l-Arabî'ye ve vahdet-i vücûd anlayışına tamâmen karşı olduğu şeklinde bir fikre kapılmanın doğru olmayacağına yukarıda işâret edilmişti. Kendisinden sonra Zeyniyye'yi temsil edenlerin İbnü'l-Arabî ve vahdet-i vücudla ilgili düşünceleri dikkate alındığında, onun bu anlayışının muhtemel bâzı endişelerden ileri gelmiş olabiyeceği fikri daha da kuvvet kazanmaktadır. el-Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserine yapılan tercümelerin birinde 97 mütercim onun "hatmü'l-velâye" ile ilgili görüşünü anlatırken,
"Burada Hâfî -hâşâ- İbnü'l-Arabî'nin ilmini yahud hâlini inkar etmiyor, belki bu zamanın sâliklerinin çoğu onu anlayamayacakları için bu şekilde bir açıklama yapıyor", şeklinde bir değerlendirme yapmış olması bu açıdan önemlidir. Öte yandan Hâfî'den sonra tarîkatın Horasan'da yayılmasında önemli etkileri bulunan iki büyük halîfesinden biri Sadreddin Revvâsî'nin Fusûsü'l-hikem dersleri vermesi,98 tarîkatın Hicaz bölgesindeki temsilcileri Ahmed Şinnâvî, Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî, İbrâhim Kûrânî gibi şahsiyetlerin99 ve Mısır'da faaliyetini sürdüren önemli âlimlerden Zekeriyya Ensârî'nin 100 gerek sözleri gerekse eserleriyle vahdet-i vücûd anlayışını savunmaları, Anadolu'da faaliyet gösteren Pîrî Halîfe'nin Fusûsü'l-hikem'e şerh yazması ve vahdet-i vücûd meselelerini talebeleriyle müzâkere etmesi, 101 Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Ekberiyye mektebinin ileri gelen bir temsilcisi olarak bilinmesi,102 Anadolu ve İstanbul'da faaliyet gösteren Şeyh Vefâ'nın İbnü'lArabî'nin görüşlerine uygun olarak varlık mertebelerinden söz etmesi 103 ve Firavun'un îmanı ile ilgili yöneltilen soruya "Keşke İbnü'lArabî gibi iki mümin bizim hakkımızda da böyle şehâdet etse" şeklinde mukabelede bulunması104 göstermektedir ki, Zeynüddin Hâfî'den sonra tarikatta tevhidle ilgili hâkim görüş vahdet-i vücûd şeklinde ortaya çıkmış ve devam etmiştir.
98
99
100
101
102
95 96 97
bk. "Zeyniyye'nin Horasan bölgesinde yayılışı" bölümü. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 9 - 5 5 0 . bk. Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2624, vr. 23a.
103 104
Nevâî, Mecâlis, s. 29. Kaydedildiğine göre Sadreddin Revvâsî Fusus derslerini müridleri arasına katılan Bedahşan şâhına vermekteydi. Bu şahısların faaliyetleri ve eserleri için bk. "Ebulfütûh Nûreddin Ahmed" bölümü. Abdülvahhâb Şârânî'nin de hocası olan Zekeriya Ensârî'nin faaliyetleri ve eserleri için bk. "Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî" bölümü. Pîri Halîfe ve eseri için bk. "Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'deki Zeyniyye Tekkesi" bölümü. Tam adı Şemsüddin Muhammed b. Hamza olan bu zât için bk. "Molla Fenârî" bölümü. Vefâ, Sâz-t İrfâtı, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652, vr. 22a-23a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 - 2 3 9 ; Vassâf, Sefine, I, 271.
SONUÇ ZEYNÎLİĞİN TESİRİNİ YİTİRİŞİ (Mühmel Sebepler)
X
V yüzyılın başlarında Herat'da kuruluşunun ardından Horasan, Anadolu, Rumeli ve Hicaz bölgeleriyle Sûriye, Mısır ve Hindistan'da kısa süre içinde geniş bir çoğrafyaya yayılan Zeynîliğin, XVI. yüzyıldan itibaren etkisini yitirmeye başladığı gözlenmektedir. Yayıldığı her bölgede sıradan halkın yanı sıra ilmiye mensupları ve devlet adamlarının da dikkatini çekmeyi başaran bu tarikat, XV asrın en önde gelen tarikatları arasında sayıldığı halde acaba neden çok uzun süre tesirini sürdürememiştir? İşte sonuç bölümde bunun muhtemel sebepleri üzerinde durulacaktır. Zeyniyye'nin etkisini yitirmesinin sebepleri bahsinde öncelikle bu tarikatın kısa süre içinde çok geniş coğrafyaya yayılmasmdaki temel sâikleri görmek ve bu sâikler çerçevesinde tesirini yitirişinin sebepleri üzerinde durmak isabetli sonuçlara ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Böyle bir yaklaşımla ayrıca, Alman Türkolog H. J. Kissling ve benzerlerinin tarikatın özellikleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan ileri sürdükleri, "Osmanlı devletinin sünnîleştirilmesi üzerine Zeyniyye bu karakteri taşımadığı için etkisini yitirmiştir", şeklindeki kanâat-
lerinin 105 yanlışlığı da ortaya çıkacaktır. Tarikatın âdâbı ve erkânı anlatılırken üzerinde durulduğu gibi, Zeyııiyye'de prensip olarak şerîattarîkat-hakîkat birlikteliği benimsenmiş ve ehl-i sünnet çizgisinden sapılmamasına özen gösterilmiştir. Tarikatta bâtın ilimleriyle birlikte zâhir ilimlerine de ayrı bir önem atfedilmiş olması bunun bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Bu özelliğin oluşmasında tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfı'nin tutumunun birinci derecede etkisi olduğu açıktır. Nitekim onun, halîfesi Muhammed Tebâdegânî (Ö.891/1486) çocuk yaşta kendisine mürid olmak istediğinde, önce zâhir ilimlerini tahsil etmesini tavsiye ettiği, 106 ayrıca tarikata girenlerin yirmi dört saatini düzenlerken tasavvufî vazifelerin yanı sıra ilmî mütâlaa ve araştırmalar için de zaman ayırdığı bilinmektedir.107 Bu iki husus; yâni şerîat-tarîkat birlikteliği ve bâtın ilimlerinin yanında zâhir ilimlerine de değer verilmesi, Zeyniyye'ye ilmiye çevrelerinin çokça rağbet etmesini sağlayan temel sebeplerden olmuştur. Zira şeriat ilimleri de denilen zâhir ilimlerini tahsil eden şeyhler, öncelikle kendi bünyelerinde oluşturdukları zâhir-bâtın dengesini tarikatın temel prensiplerinden biri olarak öne çıkarmışlar, böylece tekkelerini ilim ehli kimseler için de birer câzibe .merkezi hâline getirmeyi başarmışlardır. Ne var ki bu özelliğin çok uzun süre devam etmediği ve buna paralel olarak tarikata rağbetin de zamanla kaybolduğu anlaşılmaktadır. Nitekim XV yüzyılda zikredilen özellikleriyle dikkati çeken Zeyniyye şeyhlerine daha sonraki asırlarda, bir iki istisna dışında pek rastlanmamaktadır. Meselâ Horasan'da Zeynüddin Hâfi'nin halîfesi Muhammed Tebâdegânî'nin yerine geçen oğlu Şeyh Hamîdüddin (ö. 917/1511) irşad postuna oturduğunda108 henüz zâhir ilimlerini ikmâl etmemişti.109 Ayrıca saflığı sebebiyle Mevlânâ Muhammed Arab gibi bir sahtekârı uzun yıllar kötü niyetini farketmeden dergâhta dervişleri arasında tuttuğu nak-
ledilmektedir.110 Öyle anlaşılıyor ki, Şeyh Hamîdüddin Herat'ta babasının yerini dolduramamıştı. Horasan'daki bu duruma benzer olayların hemen hemen aynı târihlerde Rumeli ve Anadolu'da da meydana geldiği görülüyor. Örneğin İstanbul'da muhtelif ilimlere vukûfu sebebiyle âlim, sanatkâr ve mütefekkirlerin uğrak yeri haline gelen Şeyh Vefâ'nın (ö. 896/1491) tekkesi, onun vefâtından sonra yerine geçen Ali Dede (ö. 917/1511-12) 111 ile birlikte âdeta sessizliğe bürünmüştür. Öyle ki dönemin kaynakları Fâtih ve II. Bâyezid devri İstanbul'unun en önemli tarikat merkezlerinden birinde yirmi sene gibi uzun müddet hizmet vermiş olan bu zâtın faaliyetleri ve yerine geçen halîfeleri hakkında neredeyse hiç bilgi vermemişlerdir. Öte yandan Eğirdir'deki Zeyniyye tekkesi de Şeyh Mehmed Çelebi'den (Muhyiddin Mehmed b. Pîrî Halîfe, Ö.898/1493) sonra yerine geçecek kimse olmadığı için bir müddet boş kalmıştır.112 Gerçi daha sonra burada posta oturan Burhâneddin Efendi (Ö.970/1562-63) zamanında tekkenin oldukça etkili bir faaliyet içine girdiği görülmektedir. Fakat ondan sonra burası da yavaş yavaş etkisini yitirmiştir. Zeyniyye tekkeleri içinde diğerlerine göre daha uzun müddet faaliyet gösterdiği anlaşılan Bursa'daki dergâh ise ancak XVIII. asrın ortalarına kadar devam edebilmiş, bu târihten sonra Zeynîler'in kontrolünden çıkarak başka tarîkat mensuplarının tasarrufu altına girmiştir. Bir kısım kayıtlardan Hicaz bölgesi ile Sûriye, Mısır ve çevresinde bâzı Zeyniyye silsilelerinin XIX. yüzyılın başlarına kadar etkisini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. 1890'lı yıllarda Kuzey Afrika ülkelerinde yapılan sosyolojik-etnolojik çalışmalarda Cezayir'de tesbit edilen on iki tarikattan birinin 3000 mürid adediyle Zeyniyye olması,113
110
10s 106 107
108
109
Kissling, Zejhtje Orden, s. 166, 179. Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 6 - 3 9 7 . bk. "Tarîİcatm Âdâbı ve Erkânı" bölümünde "Müridin Yirmi Dört Saati..." kısmı. Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995, s. 2 8 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 8 ; ayrıca bk. Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr, I, 328. Nevâî, Mecâlis, s. 132.
111
112 113
Nevâî, Mecâlis, s. 132. Nevâî, Mevlânâ Muhammed Arab'ı şâirler tezkiresi Mecâlis'in ikinci meclisinde kaydetmiştir. Orada verdiği bilgiye göre, bu zâtın saltanat sevdası güttüğü ortaya çıkınca sultan tarafından şehirden sürülmüştür (s. 29-30). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 2 ; Âlî, Künhü'l-abbâr, vr. 167a; Mir'âtü'l-mekâsıd, s. 3 9 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42a. Kadir Özköse, "Başlangıcından Günümüze Kadar Afrika'da İslâm ve Tasavvuf", Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, VII (2001), s. 161-162.
bu tarîkatın ayrıca Kuzey Afrika'nın değişik ülkelerinde de yayıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak bu bölgede devam eden silsilelerde şeyhlerin aynı zamanda Zeyniyye ile birlikte diğer bir çok tarikattan icazetli oldukları, hatta bunların bir kısmının bölgede Zeyniyye'nin dışında bir tarikatın temsilcisi olarak tanındıklarını da bilmek gerekir. Bu durumda Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri vasıtasıyla bölgede devam eden silsilelerin yanlızca Zeyniyye'ye ait olduğunu ve faaliyetlerini bu tarikat adına sürdürdüklerini iddia etmek isâbetli olmaz. Zeyniyye'nin tesirini yitirmesinde, zamanla diğer bazı tarikatların öne çıkması ve bunlarla Zeyniyye arasında yaşanan rekabetin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Horasan ve çevresinde öne çıkan tarikatlar arasında Ubeydullah Ahrâr ile temsil sedilen Nakşibendiyye dikkat çekmektedir.114 Zeynüddin Hâfı daha hayatta iken Zeyniyye ile Nakşibendiyye arasında ciddî bir rekabetin yaşanmaya başlandığı; Zeynüddin Hâfî ve taraftarlarının etkisini kırmak için Ubeydullah Ahrar'm önemli faaliyetler içine girdiği, Reşehât müellifinin kayıtlarından anlaşılmaktadır. Nakledildiğine göre bu iki tarikat arasında ilk defa ciddi olarak Hâfî'nin müridi Derviş Ahmed Semerkandî yüzünden gerginlik yaşanmış;115 Zeynüddin Hâfî camî kürsüsünden "vahdet-i vücud" meselelerini halka anlatmaya kalkan bu müridini vaaz etmekten alıkoyunca, ona Ubeydullah Ahrâr sâhip çıkmıştır. Bu olayla ilgili olarak Ahrâr'ın "Gençliğimde Zeynüddin Hâfî ile muâraza eyledim ve galip geldim" dediği kaydedilmektedir.116 Ahrâr ayrıca Hâfî'nin kendisine büyük bir zât gibi görünmediğini, fikirlerini benimsemediği için çok az kere ziyâret ettiğini, bir ara yanına gittiğinde onu istiğrak hâlinde bulduğunu, rahatsız etmemek
114
115
116
bk. Hamid Algar, "Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 459. Daha önce de işaret edildiği gibi aslında Zeyniyye ile Nakşibendiyye arasında çok güzel ilişkiler vardı. Ancak bu ilişkilerin Hâfî'nin yaşlılık döneminde Nakşibendiyye'nin başına geçen Ubeydullah Ahrar ile birlikte nisbeten bozulduğu anlaşılmaktadır. Geniş bilgi için bk. "Zeyniyye'nin Horasan'da Yayılışı" bölümünün "Derviş Ahmed Semerkandî" kısmı. Reşehât Tercümesi, s. 156-157.
için huzûrunda sessizce beklerken, ders okumak isteyen bir grup müridinin gelip onu rahatsız ederek edebsizlik ettiklerini, zaman sonra ise şeyhin o müridlerden birine hilâfet verdiğini söylemekte,117 böylece yetiştirdiği halîfelerinin de aslında pek yeterli kimseler olmadığını îmâ etmektedir. Öte yandan Ubeydullah Ahrar'm Reşâhafda kaydedilen şu rûyâları da Zeynüddin Hâfî ile mücâdelesinin boyutlarını göstermesi bakımından önem arzetmektedir: Nakledildiğine göre Ahrar rüyada kendisini geniş bir cadde üzerinde dururken görür. Zeynüddin Hâfî bu caddeden ayrılan küçük yollardan birisiyle onu köyüne götürmek ister. Ancak Ahrâr'ın ana caddeyi bırakıp küçük yoldan gitmeye gönlü râzı olmaz. Daha sonra Seyyid Kasım beyaz bir at üzerinde "Gel seni ana caddeden şehre ulaştırayım" diyereik alır götürür. Bir başka rûyâsında da Ahrar kendisini Zeynüddin Hâfî'ye âit bir evden geçerken görür. Hâfî'nin müridleri kendisine evde kalmasını teklif ettikleri halde o bunu kabul etmez. Oradan uzaklaştıktan sonra ise çok temiz ve aydınlık bir yere ulaşır...118 Nakşibendiyye'nin yalnızca Horasan bölgesinde değil Anadolu'da da Zeyniyye'nin etkisini kırdığı anlaşılmaktadır. Ancak bu coğrafyada Nakşibendiyye ile birlikte Halvetiyye ve Bayrâmiyye'nin yükselişleri de Zeyniyye'nin geri plana düşmesine sebep olmuştur. Özellikle XV yüzyılın son çeyreğinden itibaren meydana gelen bâzı olaylar Hal' vetiyye ile Bayrâmiyye'nin yükselmesini, Zeyniyye'nin ise gerilemesini beraberinde getirmiştir. Kaydedildiğine göre Sultan II. Bâyezid Amasya'da vâlî iken Halvetiyye'den Şeyh Çelebi Halîfe (Cemal Halvetî, ö. 899/1494) ve Bayrâmiyye'den Şeyh Muhyiddin Yavsî ile çok samimi ilişkiler kurmuş ve her ikisinden de el almıştı.119 Babası Fatih Sultan Mehmed'in vefâtı üzerine İstanbul'da tahta oturduktan sonra 117 118 119
Reşehât Tercümesi, s. 3 4 9 - 3 5 1 . Reşehât Tercümesi, s. 349-350. Çelebi Halîfe'ye intisap ettiğini Lemezât müellifi Hulvî (s. 4 3 0 ) haber vermektedir. Muhyiddin Yavsî'den el aldığını ise Nişancı Mehmed Paşa ile Gelibolulu Mustafa Âli kaydetmişlerdir (Nişancı Târihi, s. 161; Âlî, Künhü'lahbâr, vr. 166b.
II. Bâyezid bu iki §eyhi başkente davet etti 120 ve burada teşkilatlanmalarına imkân sağladı. Bu gelişme devlet adamlarının Halvetiyye ve Bayrâmiyye'ye rağbet etmesine ve böylece bu tarikatların öne çıkmasına sebep olmuştu.121 Ayrıca Lâmiî Çelebi'nin kaydettiği Fâtih Sultan Mehmed devrinde Halvetiyye ile Zeyniyye arasında bir çekişme ve rekabetin yaşandığını gösteren bir olaya da burada işâret edilmelidir. Rivâyete göre Halvetiyye büyüklerinden Şeyh Ali Rûmî'ye İstanbul'da bir çok ileri gelen devlet adamı ve dîvan üyeleri mürid olunca Fâtih "arz-ı saltanat" endişesiyle şeyhin başkenti terketmesini istemiş, o da buradan ayrılıp gitmişti. Bu olayda Zeyniyye şeyhlerinden Abdüllatîf Kudsî'nin Bursa'daki halîfesi Tâcüddin İbrahim Karamanî'nin (Tâcüddin Halîfe, ö. Safer 872/Eylül. 1467) önemli rolü olduğu, Şeyh Ali Rûmî'nin İstanbul'dan uzaklaştırılması için dervişlerini onun aleyhine çalıştırdığı nakledilmektedir.122 Zeyniyye'nin gâlibiyyeti ile neticelendiği anlaşılan bu olaydan sonra, Fâtih Sultan Mehmed'in ölümü öncesi ve sonrasında meydana gelen bir kısım olayların ise Zeyniyye'yi; özellikle de Şeyh Vefâ ile devam eden silsilesini çok olumsuz etkilediği görülmektedir. Vefâ bahsinde genişçe temas edildiği gibi, siyâsî olarak Fâtih'in oğlu Şehzâde Bayezid ile sadrâzamı Karamânî Mehmed Paşa'nın taraf olduğu bu olaylarda,123 sadrâzama destek olan Şeyh Vefâ ile Şehzâde Bayezid yanında yer alan Halvetiyye şeyhi Çelebi Halîfe de ister istemez karşı karşıya gelmiştir. Olay
120
Çelebi Halîfe için bk. (Hulvî, Lemezât, s. 432), Muhyiddin Yavsî için bk (Taşköprîzade, eş-Şekâik, s. 3 4 3 ; Ali Çelebi, el-Ikdü'l-manzûm fi zikri efâdıli'rMm [eş-Şekâiku'n-nûmâniyye sonunda], Beyrut 1975, s. 4 4 0 ; Mahmud Kefevî, Ketâibü âlâmi'l-ahyâr min fukahâi mezhebi'n-Nu'mâtı el-muhtâr, Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 630, vr. 479a; Ayvansarâyî, Hadîkatü'lcevâmî, I, 121; Vassâf, Sefine, II, 277).
121
Geniş bilgi için bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 246-247, 2 5 6 - 2 5 8 . Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 577. Geniş bilgi için bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 8 0 - 5 8 1 ; Taşköprîzâde, eşŞekâik, s. 2 6 8 - 2 6 9 ; Yûsuf Sinan b. Yâkub, Menâktb-ı Şerif ve Tarikatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, s: 19-20; Hoca Sâdeddin, Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 2 - 5 4 3 ; Hulvî, Lemezât, s. 4 3 0 - 4 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b).
122 123
Mehmed Paşa'nın bertaraf edilmesi ve Bâyezid'in tahta oturması şeklinde neticelenince tabiî olarak Şeyh Vefâ ve tekkesi arka plana düşmüş, Halvetîler ise ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte şu da belirtilmelidir ki, İstanbul'da Âşıkpaşazâde (ö. 889/1484'ten sonra) ve ardından dâmadı Seyyid Velâyet'in (ö. Muharrem, 929/Aralık 1522) meşîhatini üstlendiği Fâtih Haydar'daki Zeyniyye tekkesi Sultan II. Bâyezid dönemde canlılığını korumuş, saray çevrelerinin buraya maddî ve mânevî desteği artarak devam etmiştir. Ne var ki bu tekke de muhtemelen Yavuz Sultan Selim dönemi ile birlikte geri planda kalmaya başlamıştır. Zira Sultan Selim'in babasına karşı giriştiği saltanat mücâdelesi sırasında işin âkıbetini öğrenebilmek için mürâcaat ettiği bütün şeyhlerden saltanat müjdesi aldığı halde Seyyid Velâyet'in ona mesâfeli durup mürâcaatına cevap vermediği nakledilmektedir. Seyyid Velâyet daha sonra zorla huzûra çıkarılınca Yavuz'a, "Yakında sultan olacaksın, ama ömrün uzun olmayacak" dediği nakledilmektedir. 1 2 4 Gelişen olaylarla bağlantılı olarak devlet erkânının desteğini büyük ölçüde kaybettiği için Halvetiyye ve Bayrâmiyye'nin gerisinde kalan Zeyniyye, muhtemelen bâzı tasavvufî düşünce ve prensipleri sebebiyle de medrese çevrelerinin desteğini yitirmiş ve ilmiye mensuplarının Nakşibendiyye'ye yönelmesine sebep olmuştur. Nakşibendiyye'nin de Zeyniyye gibi bâtın ilimlerinin yanı sıra zâhir ilimlerine de değer vermesi ve şerîat-tarîkat birlikteliğine vurgu yapması bu iki tarikatın ortak özellikleri olarak öne çıksa da, medrese çevrelerinin Nakşibendiyye'yi Zeyniyye'ye tercih etmelerini gerektirecek bazı önemli farklılıkların olduğu görülmektedir. Kanâatime göre Zeyniyye'de benimsenen "semâ ve devrân ile zikir", "zühd anlayışı" ve "evlilikle ilgili tutum" bu farklılıkların en önemlileridir. Sesli zikir (zikr-i cehrî) uygulayan tasavvuf ehli ile ulemâ arasında semâ ve devran sebebiyle zaman zaman ciddî tartışmaların meydana geldiği bilinmektedir. 125 Nakşibendiyye'de ise gizli zikir (zikr-i hafî) prensibi gereği
124 125
Taşköprîzâde, eş-Şekdik, s. 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 579. Bu hususla ilgili XVI. asırdaki durum için bk. bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 369-384.
böyle bir uygulama olmadığı için, âlimler bu tarîkatı diğerlerine göre kendilerine daha yakın bulmuşlardır. Diğer yandan tasavvufta, âhirete yönelmek için dünyaya ilgi göstermemek anlamında kullanılan zühd prensibi, bâzı sûfîlerce "Dünya ve nimetlerine hiç sâhip olmama" şeklinde, bâzılarınca ise "Dünya nimetlerinin sevgisini gönüle sokmama" şeklinde anlaşılmış ve uygulanmıştır. Zeyniyye tarikatında birincisinin, yâni dünyâya hiç sâhip olmamanın esas alındığı ve bunun müridin mânen yol alabilmesi (seyru sülük) için temel şartlardan biri olarak kabul edildiği görülmektedir. Oysa Anadolu'da Nakşibendiyye'nin de içinde bulunduğu bir çok tarikat zühd prensibini daha çok ikinci anlamıyla uygulamış; sevgisi kalbe sokulmadıkça dünya nimetlerini elde etmenin, makam ve mevkî sahibi olmanın zühde mâm olmayacağı belirtilmiştir.126 Eğer Zeyniyye tarikatında zühd anlayışı tavizsiz bir biçimde uygulandı ise, ulemâ içinde bulunduğu şartlar -gereği Nakşibendiyye'yi kendisi için daha uygun bir tarikat olarak görmüş olabilir. Ayrıca Zeyniyye'de mürîdin seyru sülûkünü tamamlamadan evlenmemesi, evli olarak tarikata girenlerin ise hanımlarının da tövbe edip Allah'a itaatle meşgul olması istenmekte, eğer rızık endişesiyle hanımı kocasının tarikata girmesine engel oluyorsa, onu boşaması tavsiye edilmektedir.127 Zühd anlayışının bir parçası olarak bu prensip de tavizsiz uygulandı ise, evli olanların Zeyniyye'den uzak durmalarına sebep olmuş olabilir. Bununla birlikte e%Şekâik'te kaydedilen Zeyniyye şeyhi Hacı Halîfe'nin (Şeyh Abdullah, Ö.894/1489) müridlerinden birinin evlendiğine dâir bilgi, 128 zaman içinde evlenme ile ilgili tarikatta yumuşamaya işâret sayılsa bile yine de uygulamanın yaygınlık kazanıp kazanmadığı belli değildir.
126
127 128
bk. Reşat Öngören, " X V ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı", XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değereler, İstanbul 1999, s. 2 0 7 - 2 1 0 ; a.mlf., Osmanlılar'da Tasavvuf, s. 2 3 7 - 2 4 0 . Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b-5a. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 245.
BİBLİYOGRAFYA
Abdülkâdiroğlu, Abdülkerim, "Halîmî Çelebi", DÎA, XV, 343-344. Ahlatı, Kemâl b. Ahmed, Münevvirii'l-ezkâr fî zikri silsile-i meşâyîh, Üsküdar Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 253. Ahmet Paşa Dîvânı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992. Akkuş, Mehmed, "Hacı Halîfe, Şeyh", DÎA, XIV, 476-477. Akpınar, Cemil, "Hasan Çelebi, Fenârî", DÎA, XVI, 313-315. Aktepe, Münir, "Çandarlı İbrâhim Paşa", DÎA, VIII, 214. Algar, Hamid, "Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 458-460. Ali Çelebi, el-Ikdü'l-manzûm fî zikri efâdıli'r-Rûm (eş-Şekâiku'nnûmâniyye sonunda), Beyrut 1975. Âlî, Künhü'l-ahbâr: Gelibolulu Mustafa Âlî, Kilnhü'l-ahbâr, İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr. 5959. Algar, Hamid, "Alâeddin Attâr", DÎA, II, 319-320. ,"Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 458-460. Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2650, vr. (lb-4b). , [Mecmûa], I-II, (nşr. Osman Salahaddin b. Nâsıru's-Seyyid Abdülbâkî Dede), ts.
, Menâkıb-ı Mahmud Paşa, Millet Ktp., Ali Emîrî/ Şer'iyye, nr. 1136 (10 varak). Asım Muhammed Rızk, Hânkâvâtü's-sûfiyye fî Mısr, I-II, Kahire 1997. Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ or Tezkere of Âşık Çelebi (nşr. G. M. Meredith-Owens), London 1971. Aştkpaşazâde Târihi: Aşıkpaşazâde Derviş Ahmed, Aştkpaşazâde Târihi (nşr. Âlî Bey), İstanbul 1332. Aşkar, Mustafa, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara 1993. Atâî: • Nev'îzâde Atâî, Hadâiku'l-hakâik fî tekmileti'ş-Şekâik (nşr. Abdülkadir Özcan), II, İstanbul 1989. Aydın, Ömer, Türk Kelâmcıları, İstanbul 2001. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî: Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I-II, İstanbul 1281. Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri: Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri [IV] Bulgaristan Yunanistan Arnavudluk, İstanbul 1982. Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi: Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mîmârisinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri, II, İstanbul 1972. Azamat, Nihat, "Abdürrahim-i Rûmî", DÎA, I, 293. Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381; Âşir Efendi, nr. 265, 270; Tâhirağa, nr. 420. (Not: Kitapta Esad Efendi nüshası kullanılmış olmakla birlikte, farklı ya da ilâve bilgilere rastlandığında kaydedilen diğer nüshalardan da yararlanılmıştır). Bebek, Adil, "Hayâlî", DÎA, XVII, 3-5. Böcüzâde, İsparta Târihi: Böcüzâde Süleyman Sâmi, Kuruluşundan Bügüne Kadar İsparta Târihi I-II (nşr. Suat Seren), İstanbul 1983. Cebbarzâde, Dâfiu'z-zulem: Cebbarzâde Mehmöd Ârif b. Şâkir, Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu nutk-i Şeyh Vefâ, Hacı Selimağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 544, vr. lb-43b. (müellif nüshası)
Döndüren, Hamdi, "Fenârî, Alâeddin", DÎA, XII, 337. Erdoğan, Şeyh Vefa: Abdülkâdir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefekkiri Şeyh Vefa Hayatt ve Eserleri, İstanbul 1941. Ergin, Osman, "Sadreddin al-Kunavî ve Eserleri", Şarkiyat Mecmuası, II (1957), s. 63-90. Erünsal, İsmail E., "Fâtih Devri Kütüphâneleri ve Molla Lütfi Hakkında Birkaç Not", TD, XXXIII (1980-81), s. 57-78. ,"Şeyh Vefâ ve Vakıfları Hakkında Yeni Bir Belge", ÎAD, I (1997), s. 47-64. Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, I-VI İstanbul 1314-18; VII-X, İstanbul 1928-38. Faroqhi, Suraiya, "Menteşeoğullarından Osmanlılara Muğla", Târih İçinde Muğla (derleyen, İlhan Tekeli), Ankara 1993. GAL: Cari Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur, I-II, Leiden 1943-49. GAL,.suppL: Cari Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur Supplementband, I-III, Leiden 1937-42. Gazzî, el-Kevâkib: Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire, I-III (nşr. Cebrâil Süleyman Cebbûr), Beyrut 1979. Gölpınarlı, Abdülbâkî, Konya Mevlânâ Müzesi Yazmaları, III, Ankara 1972. , Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983. ,Yûnus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961. Güldeste: İsmâil Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, Bursa 1302. Hâfî, Vakıfnâmeı Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak, "Vakıfnâme-i Zeynüddin Ebû Bekir Hâfî", Mişkât, XXII (1989), s. 187-200 Hâfî, Zeynüddin, İcâzetnâme (Abdürrahim Rûmî'ye), Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak; Marmara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Ktp., Hakses, nr. 355, vr. (lla-12a). [İcâzetnâme Lâmiî Çelebi'nin Nefehât Tercümesi'nde de kayıtlıdır, s. 553-555]. , Menhecü'r-reşâd, Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, vr. (4b-77a). , Risâle [Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler], Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. (84a-87b). ,el-Vasâya'l-Kudsiyye, Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr. 210, vr. (2b-44b). Hammer: Hammer, Purgstall J. F. Von, Devlet-i Osmâniyye Tarihi (trc. Mehmed Ata), İstanbul 1329. Harîrîzâde, Tibyân: Kemâleddin Harîrîzâde, Tibyânü vesâili'l-hakâik fî beyâni selâsili'ttarâik, Süleymâniye Ktp., Fatih, I-III, nr. 430-432. Harman, Ömer Fâruk, "Firavun", DÎA, XIII, 118-121. Hediyyetü'l-ârifîn: Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'l-müellifîn ve âsâru'lmusannifîn, I (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mahmud Kemal), II (nşr. İbnülemin Mahmud Kemal-Avni Aktuç), İstanbul 1951-55, Tahran 1387/1967. Hulvî, Lemezât: Hulvî, Mahmud Cemâleddin, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-t Ulviyye (nşr. Mehmed Serhan Tayşî), İstanbul 1993. Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", TTEM, XCV (1926), s. 368383; XCVI (1928), s. 148-158. İbn Hacer, İnbâü'l-gumr: İbn Hacer el-Askalânî, İnbâü'l-gumr bi-enbâi'l-umr, Beyrut 1986. İbn İyâs, Bedâiu'z-zuhûrı Muhammed b. Ahmed el-Hanefi, Bedâiu'z-zuhûr fî vekâi'i-dühûr, IV (nşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1982-84. . İbnü'I-Hanbelî, Dürrü'l-habeb: İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'l-habeb fî târîhi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde), III (dört mücelled), Dımaşk 1972-1974. İnançer, Ömer Tuğrul, "Cerrâhîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBÎA, II, 416-417.
,"Zeynîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBÎA, VII, 553. İnançer, Ömer Tuğrul-Tanman, M. Baha, "Zeynîlik", DBÎA, VII, 552553. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Târihli (nşr. Ömer Lütfi Barkan-Ekrem Hakkı Ayverdi), İstanbul 1970. İzâhu'l-meknûn: Bağdatlı İsmail Paşa, İzâhu'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya], MI, İstanbul 1945-47. Kanar, M., "Veysî", ÎA, XIII, 308-309. Kara, Mustafa, "Abdüllatîf el-Kudsî", DÎA, I, 257-258. , Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I-II, Bursa 1990, 1993. Karpuz, Hâşim, "Giresun'un Espiye İlçesine Bağlı Tekke Köyündeki Gülbahar Hâtûn 'Hacı Abdullah' Zâviyesine Bağlı Yapılar", VD, XV (1982), s. 117-126. Kâtip Çelebi, Süllemü'l-vüsûl, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1887. Keşfü'z-zunûn: Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn, I-II (nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1360-62/1941-43. Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü 'ş-şuarâ, I-II (nşr. İbrahim Kutluk), Ankara 1978, 1981. Kiel, Machiel, "Ferecik", DÎA, XII, 371-373. Kissling, Hans Joachim, "Halveti Tarikatı II" (trc. M. Serhan Tayşî), Bilim ve Sanat Vakfı Bülteni, XXXIII (1994). Kissling, Zejnîje Orden: Kissling, Hans Joachim, "Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Reiche", Der islam (DI), XXXIX (1964), s. 143-179. Koca, Ferhat, "İbnü'l-Hümâm", DÎA, XXI, 87-90. Kofoğlu, Sait, "Hamîdoğulları", DÎA, XV, 471-476. Kudsî/Makdisî, Abdüllatîf, Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 167. Kudsî, Hallü'r-rumûz: Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz, Süleymâniye Ktp., Lâleli, nr. 3745, vr. (3b-47a). Kudsî, Tuhfe:
Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'lmakâmât ve'l-merâtib, .Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3007, vr. (lb-17a). Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd: Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-htrkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. (lb-76b). Kuşeyrî, Abdülkerim, er-Risâletü'l-kuşeyriyye (thk. Abdülhalîm Mahmud-Mahmud b. eş-Şerîf), Kahire, ts. Kut, Günay, "Ahmed Paşa, Bursalı", DÎA, II, 111-112. , "Ali Şir Nevâî", DÎA, II, 449-453. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271. , îbticâcu Âdem maa Mûsâ Aleyhime's-selâm, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223. , Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802. , Şerhu 'Sübhâneke mâ arafhâke hakka mârifetike', Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223. , Tenvîru'l-evrâd, Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 290 (vr. lb-27b). Kübrâ, Necmüddin, Fevâihu'l-cemâl ve fevâtihu'l-celâl (nşr. Mustafa Kara, müellifin diğer iki risâlesiyle birlikte), İstanbul 1980. Küçük, Râşit, "Abâdile" (Hadis), DÎA, I, 7. Lâmiî, Nefehât Tercümesi: Lâmiî Mahmud Çelebi, Nefehâtü'l-üns min hazarâti'l-kuds Tercümesi, İstanbul 1980. Latîfî, Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1314. Levend, Agâh Sırrı, Ali Şir Nevâî, I-IV, Ankara 1965-68. Mahmud Kefevî, Ketâibü âlâmi'l-ahyâr min fukahâi mezhebi'nNu'mân el-muhtâr, Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 630. Margoliouth, D. S.- Furat, A. S., "Zeynüddin", ÎA, XIII, 556. Mecdî: Mecdî Mehmed Efendi, Hadâiku'ş-Şekâik (eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercümesi, nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt: Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlansoy, "Edebiyat Tarihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I" isimli makale içinde, OA, XVIII [1998], s. 51-67), vr. lb-6a.
Menâkıb-ı Akşemseddin: Emir Hüseyin Enisî, Menâktb-ı Akşemseddin (nşr. Ali İhsan YurtMustafa S. Kaçalin, Akşemseddin Hayatı ve Eserleri içinde), İstanbul 1994. Meriç, Rıfkı Melûl, Edirne'nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, İstanbul 1963. Mezârât-ı Herat: Emir Seyyid Abdullah, Mezârât-ı Herat (nşr. Fikri Selçûkî), Kabil 1344 hş. (Emir Seyyid Abdullah tarafından 1459'da kaleme alınan bu esere daha sonra 1784'te Ubeydullah b. Ebû Saîd Herevî tarafından, 193l'de Muhammed Sıddîk Herevî tarafından ilâveler yapılmış, en son eseri neşre hazırlayan Fikri Selçûkî tarafından da genişçe bir tâlîkât ilave edilerek hepsi birarada yayınlanmıştır). Mir'âtü'l-makâsıd: Ahmed Rif'at, Mir'âtü'l-makâsıd fîdef'i'l-mefâsid, İstanbul 1293. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb: Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'n-nübelâ bi-târîhi Halebe'ş-şehbâ, I-VII, Halep 1923-1925. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser: M. Emin el-Muhibbî, Hulâsatü'l-eser fî âyâni'l-karni'l-hâdî aşer, I-IV (Dâru Sâdır), Beyrut, ts. Musannifek, Hallü'r-rumûz: Musannifek Alâeddin Ali b. Muhammed, Hallü'r-rumûz ve keşfü'lkünûz, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nûri Ergin, nr. 513. Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Devhatü'l-meşâyih: Osmanlı Şeyhülislâmlarının Biyografileri (nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978. , Meşâyihnâme-i İslâm, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1716/1. , Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928. Nablûsî, Tahrîku'l-ıklîd: Abdülganî Nablûsî, Tahrîku'l-ıklîd fî fethi bâbi't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. lb-296a). Nebhânî, Yusuf b. İsmâil, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ, I-II (nşr. İbrahim Atve ivaz), Beyrut 1989. Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-ı Savab (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1939.
Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr: Said Nefîrî, Târîh-i Nazm u Nesr der îrân ve der Zebân-ı Fârisî, I-II, Tahran 1363 h§. Neşru'l-mesânî: Muhammed b. Tayyib el-Kâdirî, Neşru'l-mesânî li ehli'l-karni'l-hâdî aşer ve's-sânî, I-IV (nşr. Muhammed Haccî-Ahmed Tevfik), Rabat 1987786. Nevâî, Mecâlis: Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995. Nevâî, Nesâyim: Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve (haz. Kemal Eraslan, Doktora tezi), İstanbul 1979. Nevâî, Seyyid Hasan: Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM, 1971, sy. XVI), s. 89-110. Nişana Târihi: Nişana Mehmed Efendi, Nişancı Târihi, İstanbul 1290. Norris: Norris, H. T., "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâft of Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), Liü/l (1990), s. 57-63. Nüzhetü'l-bavâtır: Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâttr ve behcetü'lmesâmi'i ve'n-nevâztr, Haydarâbâd 1973. Ocak, Ahmet Yaşar, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 417-419. , Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998. Okumuş, Ömer, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 94-99. Osmanlı Müellifleri: Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İstanbul 1333. Öcalan, Hasan Basri, Bursa'da Tasavvuf Kültürü (XVII. Yüzyıl), Bursa 2000. Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Reşat Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Anadolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000.
Öngören, Reşat, "Fâtih Sultan Mehmed'in Ölümü Üzerine Bâzı İddiâlar", KAM, II (1997), s. 28-33. , "Kutbüddinzâde İznikî", DÎA, XXVI, 489-490. ,"XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı", XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değereler, İstanbul 1999, s. 207-219. /'Osmanlı Devleti'nin İlk Şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Tasavvuff Yönü", Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, XI, 114-119. _,"Sünnî Bir Tarikattan Şiî Bir Devlete: Safeviyye Tarikatı ve îran Safevî Devleti", Bilgi ve Hikmet, XI (1995), s. 82-93. Özen, Şükrü, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî'nin İdamının Fıkhîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 17-62. Özköse, Kadir, "Başlangıcından Günümüze Kadar Afrika'da İslâm ve Tasavvuf", Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, VII (2001), s. 157-184. Reşehât Tercümesi: Safi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Reşehât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerif el-Abbâsî), İstanbul 1291. Revnakoğlu, Cemâleddin Server, Eski Sosyal Hayatımızda Tasavvuf ve Tarikat Kültürü (nşr. M. Doğan Baym-İsmail Dervişoğlu), İstanbul 2003. Safâyî, Vasâyâ: Safâyî, Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 2154. Sakallı, Talat, "İbn Kutluboğa", DM, XX, 152-154. Sehâvî: Şemsüddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dav'ul-lâmi' li-ehli'l-harni't-tâsi', I-XII (6 mücelled), Beyrut, ts. Sehî, Tezkire: Sehî, Heşt Bihişt: Sehî Beg Tezkiresi (nşr. Günay Kut), Harvard Üniversitesi, Amerika 1978. Semerât: Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü'l-fuâd fi'l-mebdei ve'l-meâd, İstanbul 1288. Serin, Muhittin, "Hamdullah Efendi, Şeyh", DÎA, XV, 449-452. , Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999. Sicill-i Osmânî: Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-15, Heppenheim, Bergstrasse 1971.
Sinan Paşa, Tazarrûnâme (nşr. A. Mertol Tulum), İstanbul 1971. Sivâsî, Şihâbüddin Ahmed, Risâletü'n-necât min şerri's-sıfât, Süleymâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 2,46, vr. (61b-77a). Sümer, Faruk, Safevî Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1992. Süyûtî, Husnü'l-muhâdara: Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Husnü'l-muhâdara fî târihi Mısır ve'l-K_hire, I-II (nşr. Muhammed Ebu'1-fazl İbrâhim), 1967-68. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân: Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Nazmu'l-ıkyân fî a'yâni'l-a'yân (elMelctebetü'l-ilmiyye), Beyrut, ts. Şapolyo, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964. Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm: Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm Târih ve Coğrafya Lügati, I-VI, İstanbul 1314. Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4552 (50 varak). Şeyhî: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu'l-fuzalâ, III-IV, (nşr. Abdülkâdir Özcan), İstanbul 1989. Şihâbüddin Sivâsî, Cezzâbü'l-kulûb, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3257, vr. (143b-170b. Şuşud, Hasan Lûtfi, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, İstanbul 1958. Tabibzâde, Silsilenâme: Tabibzâde Derviş Mehmed Şükrü b. İsmail, Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdayî Efendi, nr. 1098. Tâcîzâde Sa'dî Çelebi, Münşeât (nşr. Necati Lugal-Adnan Erzi), İstanbul 1956. Tâcü't-tevârîh: Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, I-II, İstanbul 1279-1280. Tanman, M. Baha, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 364-368. , "Halvethâne", DÎA, XV, 388-393. ,"Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 173-176. Taşan, Berin, Merzifonlu Şeyh Abdürrahim Rumî, İzmir 1975.
Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, Mevzûâtü'l-ulûm [trc. Kemâleddin Mehmed], İstanbul 1313. Taşköprîzâde, eş-Şek_ik: Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye fî ulemâi'd-devleti'l-Osmâniyye (nşr. Ahmed Suphi Furat), İstanbul 1985. Togan, A. Zeki Velidi, "Ali Şîr", İA, I, 349-357. , Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu-Fermanlar, I. Fasikül (haz. İ. Hakkı Uzunçarşılı-İbrahim Kemal Baybura-Ülkü Altındağ), Ankara 1985. Türer, Osman, "Biat (Tasavvuf)", DİA, VI, 124-125. Uludağ, Süleyman, "Abâdile" (Tasavvuf), DİA, I, 7-8. ,"Avârifü'l-maârif", DİA, IV 110. , "Devran", DİA, IX, 248-249. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, I, Ankara 1982; II, Ankara 1983. Ünver, A. Süheyl, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. 7-12, s. 189-193. Vassaf, Sefine: Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, I-V, nr. 2306-2309. Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2561. , Makjn-ı Sülük, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652. , Sâz-ı İrfân, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652. Yâdigâr-t Şemsî: Mehmed Şemsüddin, Bursa Dargahları Yâdigâr-ı Şemsî I-II (nşr. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997. Yazıcı, Tahsin, "Hemedânî, Emîr-i Kebîr", DİA, XVII, 186-188. Yurd, Ali İhsan, Akşemseddin Hayatı ve Eserleri (Düzeltme ve eklemelerle yayına sunan: Mustafa S. Kaçalin), İstanbul 1994. Yusuf Sinan b. Yakub, Menâkıb-ı Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290. Yüngül, Naci, "Giresun'un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim'in Te'sîs Ettiği Gülbahar Hâtûn Tekkesi Vâkfına Âit Vesikaların Değerlendirilmesi", VD, XV (1982), s. 101-116.
İNDEKS
A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi'ttüka 169, 189
Abdülaziz Fernevî 7 7 , 1 7 0
A. Süheyl Ünver 1 6 0 , 1 6 1
Abdülbâkî Gölpmarlı
116
Abâdile 7 6 , 7 7 , 2 0 9 , 2 1 3
135,136,
144, 158, 159, 2 0 6
Abdullah b. Tâhir el-Abbâsî 6 5
Abdülganî Efendi
108,114,115
Abdullah Efendi 1 1 3 , 1 2 9 , 2 1 2
Abdülganî Nablûsf
51,210,84,
Abdullah Efendi (Mehmed Çelebi
1 3 1 , 1 3 2 , 1 3 4 , 136, 137,
oğlu) 1 1 5
138, 140, 141, 156
Abdullah Kastamonî (bkz.Hacı
Abdülkadir es-Suffûrî 6 5 Abdülkerîm b. Abdülaziz 5 9
Halife) Abdullah Şettân
Abdülkerîm Halîfe
52,53
31,58,59,81
Abdurrahim b. Şeyh Mehmed 7 5
Abdülkerim Cîlî 5 4
Abdurrahim Rûmî/Merzifonî 1 7 ,
Abdülkadir Erdoğan 8 4 , 131, 132,
31, 4 5 , 7 1 , 76, 166,
72,73,
134, 136, 137, 1 3 8 , 1 4 0 ,
74,
167
141, 1 5 6 ,
206
Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf 8 7 , 109
Abdülkâdir Geylânî 13, 7 0
Abdurrahman Şirsî 13, 2 9 , 8 6
Abdüllatîf Efendi 1 5 9
Abdülaziz Efendi 1 1 3 , 1 1 4 , 1 1 5 ,
Abdüllatîf Kudsî /Makdisî 2 0 , 3 1 ,
Ahmed b. Şa'bân 2 8
Ali Rûmî 2 0 1
Bahâeddin Ömer 3 6 , 1 9 2
82, 83, 84, 85, 86, 87,
Ahmed b. Zâğû 7 7
Ali Şir Nevâî 14, 2 7 , 2 8 , 3 4 , 3 5 ,
Bahâeddinzâde Efendi 1 2 4
90, 91, 94, 95, 96, 98,
Ahmed Câmî-i Nâmekî 7 8
99, 107, 118, 119, 125,
Ahmed Efendi (Kazasker) 1 1 2 ,
Amasya 1 0 3 , 1 0 4 , 1 4 2 , 1 6 3 , 2 0 1
Bahrî 1 3 4
Ahmed Efendi (Burhaneddin
Amasyalı Sankadızâdeler 163
Balat 2 2 , 1 5 9 , 1 6 0
76,77,
79,80,81,
78,
126, 127, 130, 136, 137,
36, 38, 39, 57, 209, 211
Bâherz 17
170, 171, 172, 173, 174,
Efendi'nin oğlu) 1 2 3 ,
Antalya 1 3 7
Balıkesir 1 2 6 , 1 5 9
175, 179, 180, 181, 187,
124
Arap 5 7 , 9 2 , 9 9
Balıkesirli Zâtî 143
Ahmed en-Nahlî el-Mekkî 6 4 , 6 5
Ârif Mehmed Efendi 1 6 5
Barsbay 6 6
Ahmed Gazzî 9 6
Âşık Paşa 1 2 6 , 1 2 7 , 1 2 9 , 1 3 0 , 2 1 3
Bâyezid Devlet Kütüphanesi 5 5
Ahmed Kazvinî 6 1
Âşık Paşa Külliyesi 1 2 6 , 1 2 7 , 1 2 9 ,
Bâyezid Pûrânî 3 6
188,
189,201,208,209
Abdüllatîf Mahrûk 1 3 , 1 2 3 , 1 2 5 , 157,
158
Abdüllatîf Vefâî Rûmî
155
Abdüllâtif Efendi 2 2 Abdülmelik el-Gaznevî 2 9 Abdülmu'tf 3 1 , 4 7 , 4 8 , 4 9 , 5 0 , 7 6 ,
128
Ahmed Rifâî' 13 Ahmed Semerkandî 2 2 , 3 1 , 4 0 , 4 1 , 42, 44, 77, 171, 176, 192, 198, 199, 207 Alckirman 1 1 7
Abdülmuhsin el-Kal'î 6 5
Akşemseddin 1 9 , 2 1 0 , 2 1 3
Abdülvahhâb Efendi 1 2 3 , 1 2 4
Alâeddin Ali b. Muhammed eş-
Abdülvahhâb Şârânî 5 2 , 6 3 , 193 Abdülvâhid b. Süleyman Çelebi b. Kara Dâvud 1 1 4 Abdülvâhid Efendi (Mehmet Çelebi oğlu) 1 6 8
beka 16, 6 5 , 1 8 0
81, 126, 127, 205 Atâî 11, 12, 7 5 , 7 6 , 7 7 , 8 6 , 8 7 , 8 9 ,
Bekir Halîfe 1 0 7 Bektaşî 1 1 8 Benî Ümeyye Câmii 4 9
112, 113, 114, 121, 122,
Berin Taşan 7 2 , 7 5
123, 124, 129, 131, 157,
bîat 2 8 , 4 1 , 1 2 2 , 1 7 0 , 1 7 1 , 1 7 2
Alâeddin Ali' 1 2 6
205
Bîhre 3 6
Alâeddin Attar 3 9 , 4 1 , 4 2 , 4 4 , 192,
Ali b. Abdülkuddûs eş-Şinnâvî 5 2 Ali b. Ebül-beka 6 5 Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi 15, 4 1 ,
212
Agra 2 9
205 Âştkpaşazâde Târihi 5 8 , 5 9 , 7 2 , 8 0 ,
Alâeddin Ali Fenârî 1 0 3 , 1 0 4 , 1 0 9
Alemdağı 1 6 4
Agâh Sırrı Levend 3 8
Bedreddin Aynî 6 8
Alâeddin Ali b. Mûsa Koçhisârî 2 2
Acem 15, 9 9 , 1 0 6 , 1 0 7 , 1 1 9 22
Bedahşan 4 0 , 193
100, 126, 127, 128, 202,
Berâbâd 17
Abdüsselâm Kuleybî 13 Adâbü's-sûfiyye
Âşıkpaşazâde 5 8 , 5 9 , 7 2 , 8 0 , 8 1 ,
Bayrâmiyye 1 1 9 , 1 2 4 , 2 0 1 , 2 0 2
96, 108, 109, 110, 111,
Şahrûdî el-Bistâmî 93
204
Abdünnûr70
130, 213
Ağras kasabası 1 2 4
Ali b. Meymun Mağribî 4 8
Ahaveyn 4 9
Ali b. Sinan 8 8 , 8 9 , 1 1 0
Biga 1 2 6
Atranos 1 1 7 Avârifü'l-maârif
22, 23, 67, 73,
126, 169, 189, 213 Ayasofya 11, 2 0 , 7 6 , 1 2 3 , 1 3 4 , 1 3 5 , 143, 162, 1 6 3 , 2 0 9 , 2 1 2
Boğdan 1 6 2 Bolu 1 0 8 Bolulu Çelebi 1 0 7 , 1 0 8 , 1 0 9 Boyabatlı Şeyh Kemâl 9 9
Ayasuluğ 7 0 Aynü'l-a'yân
Bilecik 1 1 5
93
Ayvansarâyî 9 9 , 1 2 5 , 1 2 7 , 1 3 8 , 164, 200, 205
Buhâra 4 5 Buhârî 2 0 , 1 2 4 , 1 4 8 , 1 4 9 , 1 6 9 , 1 8 5 Burhâneddin Efendi 1 2 1 , 1 2 2 , 1 2 3 , 124, 125, 157, 198
Ahmed Aydûnî 6 1
Ali Bâhâc 6 5
Azerbaycan 14
Ahmed b. Abdurraûf 6 5
Ali Cemâlî 1 5 2 , 1 5 3
Babü'l-kantara 8 0
Burhâneddin el-Bikaî 63
Ahmed b. Abdülevvel Kazvinî 61
Ali Dede 1 5 4 , 1 5 5 , 1 5 6 , 1 9 8
Babülvezir 6 8
Bursa İmamı 1 0 1
Ali el-Eyyûbî 6 5
Bağdat 16, 5 4 , 6 0
Bursalı Mehmed Tâhir 2 2 , 7 0 , 7 1 ,
Ali Hemedânî 5 2 , 5 3
BahaTanman 1 2 7 , 1 2 9 , 1 3 8 , 1 3 9 ,
Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtf 3 1 , 5 2 , 5 6 , 6 2 , 6 5 , 193 Ahmed b. Musâ Nebtînî 6 0
Ali İhsan Yurd 19
156
92, 134, 153, 158, 165,
166, 211
Cafer el-Huzzâî 13 Camî 38, 199 Cebbarzâde 132, 133, 135, 205 Celâleddin Ebu Tâhir Ahmed Hocendî el-Medenî 15 Celâleddin Fazlullah Tebrîzî 15 Cemal b. Celal Neyrizî 28 Cemâl Halvetî 107, 142 Cemâleddin Ahmed 40 Cemâleddin Mürşidi el-Mekkî 28 Cemâleddin Server Revnakoğlu 168 Cemâleddin Yûsuf Acemi Gûrânî 11, 15 Cezzâbü'l-kulûb 70, 71189, 213 Cilâü'n-nazar 55 Cüneyd 13, 43, 58, 59, 70, 80, 81, 82, 126, 144, 174, 186 Cüneyd-i Bağdâdî 13, 43, 144, 173, 174, 186 ! Cüneyd-i Safevî 58, 59, 80, 81, 82, 126 Çakmak 59, 79, 80, 81 Çanakçı Dede 97 Çandarlı âilesi 104 Çankırı 109 Çelebi Sultan Mehmed 72, 168 çilehâne 139, 186 Çorlu 138 Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu nutki Şeyh Vefâ 135 davrânî zikir 181 Dâvud Vefâî 155, 156 Dâvûd-i Kayserî 163 Debbağlar İmamı 136 Derviş Ahmed Âşıkî 126
Derviş Mehmed b. Eflâtunzâde 168 Derviş Mehmed b. Hızır Şah 159, 160 Dervişâbâd 14, 17, 22, 73, 193 Dîvân-t Âştkpaşa 137 ed-Dürrü'l-yetîm fî halli'l-Ikdt'nnazîm 83 Ebheriyye 90 Ebu Bekir b. Muhammed 14 Ebu Hafs Haddad 43 Ebü Nasr Pârsâ 36 Ebu Osman 43 Ebû Ömer Istahrî 13 Ebû Turab Asker b. el-Hıssîn Nahşebî 13 Ebu'l-uryân 55 Ebulfeth İbrahim b. Ömer b. Ebulferec Fârûkî Vâsıtî 13 Ebulfeth Şemsüddin İskenderî 29 Ebulfütûh Nûreddin Ahmed 28, 31, 50, 52, 193 Ebulhayr Ahmed 28 Ebunnecib Sühreverdî 13, 14 Ebussuûd 68 Edhemîler 117 Edirne 20, 75, 84, 85, 88, 89, 91, 95, 132, 136, 155, 210 Edirnekapı 124 Eğirdir 95, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 142, 157, 193, 198 Eğriboz 162 Ehl-i Sünnet 21, 39, 169, 187, 188189, 197 Ekberiyye 90, 163, 194
Emeviyye Câmii 61 Emînüddin Aksarâyî 31, 66, 68 Emir Ali 112, 113, 114 Emir Buhârî Câmii 124 Emir Kıvâmüddin Sincânî 18, 23 Emir Koca 68 Emirler 127 Endülüs 47 Erdebîliyye 90 Esmâü'l-husrıâ Şerhi 34 Esrâr-t Fâtiha 126 Eşrefiyye Dergâhı 67, 68 Eşrefiyye Medresesi 66 Evhadiyye 90 Evliya Çelebi 73, 74, 88, 138, 164, 206 evrâd 21, 22, 96, 131, 133, 148, 154,159, 162, 173, 179, 181, 189, 209, 213 Evrâd-ı Şerife-i Zeyniyye 22 Eyüp 95 Eyyûb el-Ensârî 95 Fâtih 84, 87, 94, 95, 96, 100, 103, 104, 105, 118, 119, 124, 125, 127, 131, 133, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 144, 148, 149, 150, 153, 154, 160, 161, 162, 163, 164, 168, 189, 198, 201, 202, 206, 212, 213 Fâtih Sultan Mehmed 87, 94, 96, 100, 103, 104, 105, 131, 137, 138, 140, 141, 142, 144, 148, 150, 153, 160, 161, 162, 163, 164, 168, 201, 212
Fatma Sultan 128 Fâzıl Ahmed Paşa 65 Fazlullah Ebu'l-Leysî 39 fenâ 39, 98, 180 Ferecik 85, 87, 88, 110, 208 Fîruz Şâh 43 Firavun 135, 192-194, 207 Fusûsü'l-hikem 40, 41, 55, 66, 137, 193, 194 Fütûhât 55, 191 Gazâlîzâde Şeyh Abdullah Efendi 129 Gâzergâh 38 Gâzergâhî 35, 38 Gelibolu 86 Güldeste 11, 12, 77, 78, 81, 82, 87, 90, 92, 93, 95, 96, 97, 99, 101, 104, 105, 108, 109, 110, 111, 112, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 168, 206 Gülşen-i Esrâr 158 Gülzâr-t Savâb 163, 164, 210 Günay Kut 39, 143, 150, 212 Gündüz/Gündüzlü Muslihuddin 125 Gâzî-yi Balar Abdüllatff Efendi 159 Habîb Karamânî 48 Hacı Ahmed b. Seydî 126 Hacı Ali Baba 117 Hacı Bayram 19, 119 Hacı Halîfe 20, 87, 99, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 112, 126, 175, 176, 181, 203,204
Hacı Hasanzâde Mehmed Câmî
Hattat Hamdullah 1 4 3 , 1 6 4
126
havâtır 2 9 , 3 0 , 1 8 3 , 2 1 1 ,.
Hacı Huzur 5 2
Hayâlı 7 5 , 2 0 5
Hacı İvaz 1 2 0
Haydar mahallesi 1 2 7
Hadîkatü'l-cevâmî
125, 127, 138,
213
İbnü'l-Hanbelî 2 8 , 5 8 , 5 9 , 2 0 7
Hocazâde Muslihuddin Efendi 1 0 5 ,
110
İbnü'l-Hümâm 3 1 , 6 5 , 66, 67, 6 8 , 208
Horasan 14, 16, 1 7 , 18, 2 0 , 2 7 , 3 0 ,
İbnü'ş-Şıhne 63
Hayreddin Dede 1 2 0
31, 33, 35, 37, 39, 40,
İbrâhim b. Edhem 13, 1 1 2
Hayreddin Efendi 1 5 8
41, 43, 45, 56, 57, 73,
İbrahim b. Mahmud ez-Zencebîlî 6 5
Hediyyetullah Sermest 5 2
78, 79, 83, 91, 93, 94,
İbrahim b. Ömer el-Edkâvî 6 6
Hediyyetü'l-ârifîn 22, 74, 207
181, 192, 194, 196, 198,
İbrâhim el-Hıyârî 6 5
Hâf 14, 17
Hekîm Çelebi 1 5 6
199, 2 0 1
İbrâhim Müsrâtı 7 7
Hâlât-t Seyyid Hasan Big 3 6 , 3 8 ,
Herat 9 , 14, 15, 17, 18, 2 1 , 2 2 , 2 9 ,
164, 200, 205 Hâdi'l-kulûb
ilâ likâi'l-mahbûb
1 7 4 , 1 7 5 , 189,
83,
208
211
51, 52, 53, 54, 64,
Hulâsatü'l-eser
33, 34, 36, 37, 38, 40,
65, 2 1 0
Halep 19, 2 9 , 5 6 , 5 7 , 5 8 , 6 1 , 2 1 0
41, 42, 43,,77, 93, 94,
Huy 1 1 8
Halîfezâde 1 2 1 , 123, 1 2 4 , 1 2 5
192, 1 9 6 , 1 9 8 , 2 1 0 , 2 1 1
Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî 11, 1 2
Halil Paşa 103 Hallâc-ı Mansûr 1 9 0 Hallü'r-rumûz
ve keşfü'l-künûz
95,
187, 189, 210 Hallü'r-rumûz
ve
II. Murad 2 2 , 7 2 , 7 4 , 7 9 , 80, 9 1 , 109, 150, 159
Hüsamzâde 1 5 2
II. Murad Medresesi 1 0 9 İktibâsü ref'i'l-iltibâs
Hıra 1 4 1
Hüseyin Ayvansarayî 1 6 4
Hıyâbân 3 4
Hüseyin b. Abdullah 1 2 7
Hızır 1 0 6 , 1 1 9 , 1 2 0 , 1 4 4 , 1 5 2 ,
Hüseyin Hüsâmeddin 12, 9 1 , 9 2 ,
159, 160, 186
207
Hızır Bey 1 1 9 , 1 4 4
Hz. Ali 13, 1 2 7 , 1 4 9 , 1 7 9
halvet 3 4 , 3 5 , 4 0 , 7 8 , 1 4 1 , 1 7 8 ,
Hızır Şah 1 5 9 , 1 6 0
Hz. Ebû Bekir 13, 1 0 9 , 113
Hıztrnâme
29, 211
fî beyâni tarîk-
i'n-nâs 83 el-İ'lân yedfeu't-tenâkuz
fî sûreti'l-
a'yân 55
171,208 '
halvethâne 1 3 9 , 1 8 6 , 2 1 3
II. Bâyezid (bkz. Sultan II. Bayezid),
Hıbâniye 6 7
mefâtîhu'l-künûz
182,186,187
İbrâhim Paşa 1 0 3 , 1 0 4 , 2 0 4
el-İfâde bima
beyne'l-ihtiyâri'l-ilâhî
ve'l-irâde 5 3
Hz. Hüseyin 1 2 7
el-îklîdü 'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd
51
Hz. Ömer 13
el-İnsânü'l-kâmil
Halvetiyye 13, 14, 3 0 , 4 8 , 84, 8 5 ,
50, 51, 52, 53, 54, 56,
Işknâme 7 4 , 7 5
İmam Nevevî 1 5 , 188
88, 107, 113, 120, 140,
59, 60, 62, 64, 65, 78,
İ. H. Konyalı 1 3 0 , 1 3 7
İmâm-ı Azam 6 5 , 1 4 7
142, 156, 163, 165, 200,
83, 194, 196, 199
İbdâü'n-ni'me
İnançer 9 , 1 5 4 , 1 5 6 , 1 5 7 , 1 8 0 , 1 8 1 ,
201, 202, 213 Hamîd-ili 2 9 , 1 1 8 , 1 1 9 , 120, 124, 125
Hicaz 14, 2 7 , 3 0 , 3 1 , 3 9 , 4 0 , 4 7 ,
Hikem-i Atâiyye 5 4
bi tahkiki sebkt'r-
rahme 55
54
207, 208
Hindistan 9, 2 7 , 2 9 , 3 0 , 5 2 , 1 9 6
İbn Benâne 7 7
Irak 14, 4 0
his âlemi 1 7 5
İbn Ganim 7 7
İran 2 3 , 7 5 , 9 2 , 1 1 8
Hamîdî 9 5 , 1 1 8 , 1 2 0 , 193
Hoca Bahşâyiş 9 6 , 161
İbn Hacer 2 8 , 2 9 , 9 2 , 2 0 7
İrşâdü'l-enâm
Hamîdüddin 3 4 , 3 5 , 1 9 8
Hoca Hayreddin 1 2 6
İbnü'd-Deyrî 6 7
İskender 18, 6 5
Hâmid Algar 3 9
Hoca Paşa 1 4 4
İbnü'l-Arabî 2 1 , 5 4 , 5 5 , 6 0 , 6 3 , 6 6 ,
İskender el-Makkarî 6 5
Harîrîzâde 12, 5 0 , 5 2 , 5 3 , 5 4 , 5 5 ,
Hoca Ramazan 9 6
56, 62,.63, 64, 90, 101,
Hoca Rüstem 9 7
1 0 7 , 1 4 0 , 142, 2 0 0 , 2 0 7
Hoca Sâdeddin 19, 3 0 , 4 8 , 7 0 , 8 5 ,
7 0 , 89, 1 6 3 , 1 9 0 , 1 9 1 , 192, 193, 194
74
İsmâil Beliğ 11, 8 7 , 9 0 , 1 0 1 , 108, 109, 1 1 0 , 1 1 5 , 1 1 8
İbnü'l-Cezerî 15
İsmail E. Erünsal 1 3 8
Hasan Çelebi Fenârî 165
90, 94, 103, 106, 128,
İbnü'l-Fârız 63
İsmâil Efendi 1 6 8
Hasan Lutfi Şuşud 4 1
133, 137, 141, 149, 200,
İbnii'l-Gars 63
İsmâil Sîsî 15
İsparta 1 1 9 , 1 2 2 , 2 0 5 İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi 75
Kevâkib 28, 29, 47, 48, 49, 56, 57, 60, 61, 62, 63, 64, 66,
Küçük Ayasofya Zâviyesi 123
Künhü'l-ahbâr 122, 125, 131, 138 154, 197, 199,
68, 104, 105, 2 0 6
204
165,209 Medîne 15, 18, 5 0 , 5 1 , 5 2 , 5 4 , 5 5 , 56, 60, 65, 92
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 131
Kmnesrîn 5 8
Kâdî Hemedânî 5 2
Medres-i Sebz 3 3
istimdât 1 7 2
Kırk Hadis 15, 34, 73, 111, 188
Kâdiriyye 13, 1 6 0 , 1 6 1
Medresetü'l-Ayniyye 6 8
İşrâku'ş-şems 55
Kirmastı 1 2 7
Kânûnî 4 9 , 6 0 , 7 5 , 8 9 , 1 2 2 , 1 2 3 ,
Mehmed b. Abdullah 1 1 3 , 1 1 5 ,
Iydgâh 14
Kissling 9, 10, 3 0 , 8 5 , 9 9 , 1 0 0 ,
İzmit 1 6 5
107, 110, 113, 123, 125,
İznik 1 2 3 , 1 2 4 , 1 6 1
Kanbay Çerkesî 6 7 Karaca Muhyiddin Zâviyesi 1 0 7 -
Konya 80, 81, 9 4 , 9 5 , 1 1 9 , 1 2 6 ,
Kâfiyeci 6 3 , 6 7 Kahire 2 8 , 6 3 , 6 5 , 6 6 , 6 8 , 7 8 , 1 7 2 , 205, 207 -209
108 Karamânî Mehmed Paşa 1 4 0 , 1 4 2 , 153, 2 0 2 Karamanoğlu İbrâhim Bey 8 1 , 1 3 7 Kasım Acemî 5 7
116,157 Mehmed b. Ferâmürz 161
79, 80, 82, 101, 102,
Mehmed b. Kemâl 114, 1 1 6
105, 106, 130, 132, 147,
Mehmed b. Mehmed 1 1 4 , 1 1 6
170, 174, 175, 201, 207
Mehmed b. Sa'dî 7 8 , 8 1 , 82, 8 6 ,
Latifi 1 4 0 , 1 4 3 , 1 4 4 , 1 5 5 , 2 0 9
87, 88, 90, 91, 95, 96,
Lemezât 13, 14, 30, 107, 117, 120,
97, 99, 101, 108, 109,
123, 140, 142, 157, 199,
1 1 0 , 1 1 1 , 112, 113, 1 1 4 , '
200, 207
1 1 5 , 1 1 6 , 1 1 9 , 136, 1 5 7 ,
127, 130, 132, 136, 137,
Lütfi Halîfe 1 0 6
1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 0 , 161, 162,
144, 2 0 6
Mahmud Efendi 1 1 9 , 1 2 1 , 1 2 3 ,
1 6 5 , 1 6 8 , 179, 181, 1 8 2 ,
213
Köprülü Kütüphânesi 2 3 Kudüs 2 0 , 2 1 , 4 0 , 5 8 , 6 0 , 6 6 , 7 7 , 78, 79, 80, 91, 92, 110
Kasım b. Kutluboğa 6 3 , 6 7
Kûrânî 5 0 , 5 4 , 5 5 , 5 6 , 1 9 4
Kasım b. Zülzül 5 7
Kuşâşî (Safiyyüddin Ahmed) 11, 13,
Kasîde-i Bürde 34, 137 Kasîde-i Tâiyye 63
Lâmiî Çelebi 1 2 , 3 8 , 4 7 , 4 8 , 4 9 , 7 3 ,
142, 196, 197, 2 0 8
Kitâbu sûreti's-saâde bi-tilâveti kitâbi'l-ibdâi ve'l-iâde 54 Kitâbu'l-emr bi'l-ma'rûf ve'n-nehy ani'l-münker 83 Kitâbü'l-mi'râc 63
Kadızâde 1 0 1 , 1 5 4
125
Mahmud Hayran 1 6 7 Mahmud Hisârî 3 1 , 4 5 Mahmud Paşa 9 4 , 1 6 0 , 1 6 1 - 2 0 5 , 213
50, 52, 53, 54, 55, 62,
Maksud Ali 3 8
170, 179, 194, 209
Makâm-ı Sülük 133, 134, 174, 177, 178, 213
209 Mehmed Çelebi (Abdülganî Efendi'nin oğlu) 108 Mehmed Çelebi (Burhaneddin Efendi'nin oğlu) 123 Mehmed Çelebi (Pirî Halîfe'nin oğlu) 1 2 0 , 1 2 1 , 1 2 5 , 198 Mehmed Efendi 14, 6 9 , 1 0 3 , 1 0 5 ,
Kastamonu 1 2 6
Kuşçu Abdî Çelebi 8 7 , 1 0 9
Kastamonulu Şeyh Abdullah (bkz.
Kuşeyrî 6 3 , 1 7 2 , 2 0 9
Mâlin 14
106, 114, 115, 156, 165,
Kuşeyri Risalesi 63, 172
Mansur et-Tûhî 6 5
209, 211213
Hacı Halife) Kayıtbay 6 7 , 6 8
kutb 3 8 , 1 2 0 , 1 3 5 , 1 4 4 , 1 4 5
Kelimetü'l-cûd
Kutbuddin îsâ 5 7 , 6 0
Matlau'l-cûd bi tahkîki't-tenzîh fî vahdeti'l-vücûd 55
Kutbuddin İznikî 2 2 , 1 6 2
Mâverâünnehir 14, 4 0
Kutbuddinzâde Mehmed İznikî 2 2 ,
Mecâlisü'n-nefâyis 35, 37, 38, 57,
ale'l-kavli bi vahde-
ti'l-vücûd 53 Kemâl Hocendî 15 Kemâl[eddin] Efendi 1 1 4 Kerîmiyye Câmii 5 9
Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad 8 3 , 1 8 9 Keşfü'l-mestûr
55
1 6 1 , , 162, 163, 165, 170, 173, 174, 2 0 9
196,211 Mecdî 14, 1 8 , 2 2 , 7 2 , 7 3 , 8 4 , 8 5 ,
Mehmed İpşirli 1 0 Mehmed İznikî 2 2 , 1 6 1 , 1 6 2 , 1 6 3 , 165, 170, 173, 174, 209 Mehmed Şemsüddin 9 8 Mekke 4 7 , 4 8 , 4 9 , 5 6 , 5 8 , 6 0 , 6 5 , 78, 128
kuûdî zikir 1 8 1
86, 87, 91, 102, 105,
Melâmî 1 5 8
Kuzey Afrika 9, 1 9 9
107, 109, 131, 132, 135,
Kübreviyye 5 3 , 1 4 4 , 1 6 4
143, 144, 154, 155, 159,
Melhame 133 Menâkıbü'l-evliyâ 119, 120, 121,
122, 123, 124, 125, 197, 213
Mirkâtü's-suûd
ilâ sthhati'l-kavl bi
vahdeti'l-vücûd
Menâzilü's-sâirîn
Şerhi 3 4
misal âlemi 1 7 5
Menhecü'r-reşâd
18, 2 1 , 2 3 , 7 3 ,
Misbâhu'l-üns
55
92
Muhammed Gazzî 4 8
Muslihuddin Halîfe 8 4 , 136
Muhammed Horasânî 3 1 , 3 9 , 5 6 ,
Muslihuddin Kocevî 178
57
Muslihuddin Mustafa (Şeyh Vefâ),
Muhammed Îcî 6 0 , 6 1
12,96,110,111,125,
169, 170, 187, 188, 190,
Molla Câmî 2 3 , 3 8 , 1 9 3
Muhammed Kûsevî 2 8 , 3 6
1 3 0 , 1 4 8 , 152, 1 7 4 , 1 8 9 ,
191, 2 0 7
Molla Fenârî 7 7 , 8 9 , 9 0 , 9 1 , 9 2 ,
Muhammed Pârsa 18
213
Menteşeli Hacı Halîfe 1 0 7
93, 104, 162, 163, 165,
Meram 1 3 0 , 1 3 7
193, 194, 205, 207, 2 1 2
Merzifon 7 4 el-Meslekü'l-celî
Molla Gûrânî 1 2 7 , 1 4 7 56
el-Meslekü'l-muhtâr Meslekü't-ta'rîf
Molla Hüsrev 1 5 2 , 1 6 1 , 1 6 2 , 1 6 5 , 55
168
bi tahkîki't-teklîf
55
Mesnevî 2 9 , 8 3 , 9 5 , 1 3 7 , 1 5 9 , 1 7 5 Meşhed 3 7 Meşrau'l-vürûd
ilâ matlai'l-cûd
55
Mevlâ Abdullah 1 0 0 Mevlâ Ayas 9 9 , 1 0 0 , 1 0 1
Molla Lütfi 1 4 3 , 1 4 8 , 1 4 9 , 1 5 0 , 185, 2 0 6
Muhammed Râgıb 2 9 , 5 7 , 5 8 , 5 9 ,
210
Mustafa Âli 1 3 1 , 1 9 9 Mustafa b. Muallim 23
Muhammed Tebâdegânî 2 9 , 3 1 , 3 3 ,
Mustafa Çelebi 1 2 8 , 1 2 9 , 1 6 4
35, 36, 37, 38, 39, 56,
Mustafa Dede 1 6 3 , 1 6 4
73, 94, 197, 198
Mustafa Efendi 111, 1 1 2 , 1 1 4 , 1 1 7
el-Muhammediyye
fî
tefsîri'l-Kur'an
94
Mustafa Kara 12, 167, 1 6 8 , 1 8 6 , 209213
Molla Mahmud Abdülmu'tf 4 8
Muhassab Mescidi 5 8
Mustafa Selâmî 123, 124
Molla Mahmud Sindî 4 8
Muhibbî 5 1 , 5 2 , 5 3 , 5 4 , 6 4 , 6 5 ,
Mustafakemalpaşa 1 2 7
Muallimzâde 9 6 , 1 1 1 , 1 1 2 , 1 1 4 , 167
210
Mutavvel 1 1 9
Muhittin Serin 1 6 3 , 1 6 4 , 1 6 5
Müeyyediyye Dergâhı 6 7
Mevlâ Kâsım 1 0 1
Muallimzâde Câmii 9 6 , 1 6 7
Muhyiddin Çelebi 2 9
Müsrâtâ 7 7
Mevlânâ 19, 2 8 , 3 1 , 3 5 , 3 6 , 3 7 , 3 9 ,
Muallimzâde Mustafa Efendi 1 1 1 ,
Muhyiddin Efendi Zeynî 1 0 7
Müstakimzâde 1 0 0 , 101, 128, 143,
49, 56, 59, 80, 81, 109,
112
126, 137, 144, 155, 158,
Muğlalı Şeyhzâde Vefâî 1 5 8
159, 197, 198, 2 0 6
Muhammed Arab 3 5 , 1 9 7 , 1 9 8
Mevlânâ Abdülbekrî 8 1 Mevlânâ Sirâcüddin 3 7
Muhammed b. Ahmed b. Akîle elMekkî 5 0 , 5 6 , 6 4 , 6 5
Mevlîd-i Şerîf 1 2 4
Muhammed b. Alâeddin Bâbilî 6 4
Mısır 14, 15, 16, 17, 18, 2 7 , 2 8 ,
Muhammed b. Ali Basravî 6 1
Muhyiddin Esved 1 0 7 Muhyiddin Kocevî 1 2 5 , 1 2 6 , 141, 142,150 Muhyiddin Mehmed b. Bahâeddin 124 Muhyiddin Mehmed Çelebi (bkz. Halîfezâde)
30,31,47, 50,51,52,
Muhammed b. Ali el-Mektebî 65
Muînüddin Safevî 6 0
54, 58, 59, 60, 61, 62,
Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî
murâkabe 183
63, 64, 65, 66, 68, 70, 72, 73, 77, 7 8 , 8 1 , 83, 91, 92, 127, 164, 194, 196, 199, 213 Miftâhu'l-gayb
9 2 , 163
Mimar Sinan . 1 3 9 Mir'atü't-tâlibîn Mirâtü'l-mekâsıd
22 12
57, 60 Muhammed b. Atıyye el-İskenderî 29 Muhammed Behnisî 6 1 Muhammed el-Habbâz 6 5
Mûsâ b. Yezid er-Râî 13 Musannifek 3 1 , 9 3 , 9 4 , 9 5 , 161, 187, 188, 189, 2 1 0 Muslihuddin Efendi (Bursa İmamı)
101
1 5 3 , 1 6 3 , 164, 2 1 0 Nakşibendiyye 18, 19, 2 8 , 3 0 , 3 9 , 4 1 , 4 2 , 4 3 , 4 4 , 4 8 , 61, 9 2 , 1 0 2 , 1 0 7 , 120, 1 2 2 , 1 5 6 , 1 6 3 , 192, 198, 199, 201, 202, 203 Nasıruddin Ubeydullah 3 7 Nasrullah b. Abdurrahman el-Ensârî
66 Nasuh Efendi 1 1 0 , 1 1 1 , 1 1 2 , 113, 121 Nebî Halîfe 1 0 6 , 108 Necdet Tosun 10, 17 Necîbüddin Ali b. Bozguş 12
Muhammed el-Mağrıbî el-Esmer 7 7
Muslihuddin Efendi (Hocazâde) 1 1 0
Necmeddin Gaytî 63, 6 4
Muhammed Emin Kuhistânî 3 6
Muslihuddin Efendi (Muhyiddin
Necmeddin Gazzî 2 8 , 4 8 , 4 9 , 5 6 ,
Muhammed Gâzergâhî 3 8
Kocevî'nin müridi) 1 2 6
57,62,206
Necmeddin Mahmud Isfehânî 11
Orhaneli 1 1 7
Sa'deddin Kaşgarî 19, 2 8 , 3 0 , 3 9
50, 58, 60, 62, 66, 67,
Nefehât Tercümesi 12, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 23, 28, 3 0 ,
Ortadoğu 9
sabah evradı 183
68, 77, 78, 79, 80, 83,
Ömer b. Hattâb / Ali b. Ebî Tâlib
Sadreddin Ebulberekât Ahmed b.
91, 2 1 2
38, 39, 41, 44, 45, 47,
13
48, 49, 58, 72, 73, 74,
Ömer Okumuş 3 8 , 3 9
77, 78, 80, 81, 82, 84,
Pîr Hasan el-Hûyî 1 1 8
92, 95, 96, 97, 99, 101,
Pır İlyas Amâsî 3 0
Sadreddin Konevî Zâviyesi 8 0 , 1 2 6
Semerkand Daru'l-ilmi 3 9
102, 103, 105, 106, 107,
Pîr Muhammed 9 5 , 1 0 7 , 1 1 8 , 1 1 9
Sadreddin Revvâsî 3 1 , 3 5 , 3 9 , 4 0 ,
Semerkant 3 7
119, 130, 132, 136, 137,
Pîrî Halîfe 9 5 , 1 1 8 , 1 1 9 , 1 2 0 , 1 2 1 ,
140, 142, 143, 148, 154,
122, 125, 142, 193, 194,
Sadreddin Şirvânî 3 0
Seyfüddin b. Kutluboğa 6 7
162, 170, 171, 174, 175,
198
Safâyî 1 1 , 12, 13, 1 3 0 , 1 3 1 , 1 3 4 ,
Seyyid Ali Horasânî 2 8
Nasrullah Kazvînî 15 Sadreddin Konevî 8 0 , 9 2 , 1 1 8 , 1 1 9 , 1 2 6 , 163
94, 193, 194
Selçuk 7 0
Semerât 12, 212 Semerkand 3 9 , 4 8
Serbâlâ 17
180, 189, 190, 192, 193,
râbıta 1 7 2 , 1 7 4 , 1 8 7
200, 207, 209
Râbia Hâtûn 1 2 7 , 1 2 9
Safeviyye 8 0 , 9 0 , 2 1 2
Seyyid Gazanfer 5 0 , 5 1
Nefeszâde 1 6 4 , 2 1 0
Ramazan Baba 1 1 7 , 1 1 8
Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî 11, 13,
Seyyid Hasan 3 5 , 3 6 , 3 7 , 3 8 , 2 1 1
Nefhatü'l-eshâr ve nhletü'l-eshâr alâ menheci'l-muhtâr ilâ meşhedi'l-envâr 83 Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve 14, 38, 211 Neşru'l-mesânî 54, 55, 65, 211 Nişancı Târihi 69, 72, 138, 139,
Ravzatü't-tevhîd 166 Resâil-i İlm-i Meşâyih 137
148, 150, 155, 1 9 9 , 2 1 1 Nizâmeddin Abdurrahim 7 1 Nizâmeddin Hâmuş 18, 19, 3 0 Nuh b. Şeyh Mehmed 7 5 Nurâbâd 17 Nûreddin 11, 12, 17, 2 8 , 3 1 , 5 0 , 5 2 , 6 4 , 7 7 , 8 6 , 1 5 6 , 193 Nûreddin Abdurrahman 11, 15, 16, 17, 8 6 Nûreddin Abdüssamed Natanzî 11,
12
Resul Efendi 1 1 5
Reşehât 15, 18, 19, 30, 31, 40, 41,
135, 136, 143, 2 1 2
52, 54, 170, 194, 209 Safiyyüddin Halîfe 8 8 , 1 0 9 , 1 1 0 , 113, 114, 116, 117
Seyyid Derviş Mehmed 1 2 9
Seyyid Hasan Erdeşir 3 5 , 3 6 Seyyid îsâ 5 7 , 6 0 , 6 1 Seyyid Kâsım 4 8 , 1 9 2 , 2 0 0
Safiyyüddin Îcî 3 1 , 6 0
Seyyid Muhammed 5 2
42, 43, 44, 45, 58, 73,
Sahn 4 9 , 1 0 1 , 1 1 3 , 1 4 4 , 1 4 8 , 1 6 5
Seyyid Sıbgatullah 5 2 , 5 3
92, 191, 192, 198, 199,
Said b. Abdullah 6 5
Seyyid Velayet 4 9 , 1 0 0 , 1 2 7 , 1 2 8 ,
200, 212
Salâhiye Dergâhı/Hankâhı 6 3 , 6 4
129,130, 202
Rifâiyye 1 3 , 2 8 , 9 0
Salâhiye Medresesi 6 4
er-Risâle 55 Risâle fi'l-vahdeti'l-vucûdiyye 51 Risâle-i Kudsiyye 95 Risâletü'l-edebiyye 110 Risâletü'n-necât 71, 1 7 4 , 1 7 5 2 1 3
Sâlihiyye 6 1
Strru esrâri'l-beyân ve burcu seyri rûhi'l-insân 134
Sâlim Senhûrî 6 4
Sikender Şah 2 9
Sarây-ı Atîk 1 2 7
Silsilenâme 12, 44, 60, 69, 75, 107,
Rodos 1 3 7 , 1 6 2
Sarıkadızâde Şeyh Mustafa 163
Ruknüddin Hâfî 5 0
Sâz-t îrfân 1 3 3 , 1 7 4 , 1 9 3 2 1 3 Sefine 12, 13, 69, 74, 81, 82, 84,
Rumeli 9, 2 7 , 3 0 , 3 1 , 7 6 , 8 3 , 8 5 ,
Sarıgâzi köyü 1 6 4
1 0 8 , 1 0 9 , 1 1 0 , 112, 1 1 4 ,
Sarıkadı Mehmed Dede 1 6 4
115, 123, 154, 157, 197213
Silsiletü's-sûfiyye 21 es-Simtu'l-mecîd 11, 12, 13, 50, 52,
97, 99, 104, 130, 159,
89, 90, 91, 101, 107,
196, 198
108, 109, 112, 115, 117,
Sinan Ferevî 8 5 , 86, 88
5 3 , 5 4 , 6 2 , 179, 2 0 9
Nûreddin Şûnî 6 4
Rûznâme 133
126, 127, 128, 132, 133,
Sinan Halîfe 1 0 0
Nuruosmâniye Kütüphanesi 1 2 , 7 4
Rüstem Halîfe 1 0 3 , 1 0 6
136, 137, 154, 156, 165,
Sinan Mescidi 88
en-Nusûs 119 Nüzhetü'l-havâtır 29, 30, 211
Sa'deddin Efendi 19, 4 8 , 9 0 , 1 1 4 ,
167, 193, 2 0 0 2 1 3
Sinan Paşa 1 3 1 , 1 3 3 , 1 4 3 , 1 4 4 ,
141, 149213
Sehâvî 15, 16, 17, 18, 2 3 , 2 7 , 2 8 ,
,
147, 148, 149, 1 5 2 , 1 5 3 ,
170, 172, 174, 175213 Siryakosa Hankâhı 6 4 Sivâsî Tekkesi 1 2 4 Sûft Sultan Hanım 1 2 8 Sûfîler yaylağı 9 7 Sultan II. Bâyezid 1 0 3 , 1 0 4 , 1 2 8 , 135, 138, 139, 140, 141,
Şemsüddin Ahmed 7 5 , 1 3 1
Bekir 1 2 8
108, 109, 110, 112, 114,
Şeyh Sinan 8 5 , 8 6 , 8 7 , 88, 1 0 0 ,
Şemsüddin Bâbilî 6 4 Şemsüddin Muhammed 15, 2 8 , 3 3 ,
110,113
197213
Şeyh Süleyman Mescidi 9 9
Tâcü't-tevârih
Şemsüddin Muhammed b. Esed 2 8
Şeyh Şucâuddin Zâviyesi 8 4
Tâcüddin 12, 2 0 , 2 8 , 5 0 , 5 1 , 8 6 ,
Şemsüddin Muhammed b. Halîfe
Şeyh Vefâ (bkz. Muslihuddin
65, 89, 193, 2 1 2
Mustafa)
eş-Şevberî 6 5
142, 143, 148, 152, 153,
Şemsüddin Muhammed Kûsevî 2 8
154, 156, 198, 201, 2 0 2
Şemsüddin Serahsî 2 8
Şeyh Velî 1 2 3 , 1 2 4
Şemsüddin Tebrîzî 8 0
Şeyh Yahya 2 7 , 1 4 4
Suraiya Faroqhi 1 5 8
Şerhu Evrâdi'z-Zeyniyye
Şeyh Yavsî Efendi 1 2 4
Sûriye 2 7 , 3 1 , 5 8 , 6 0 , 8 3 , 1 9 6 , 1 9 9
Şerhu Risâleti'l-Kuşeyrî
Suyûtf 6 3 , 8 9
Şerhu'r-ravz
22 63
63
179
Şeyhûniye Hankâhı 6 6
96, 97, 99, 100, 101,
şeyhü'l-harem 4 7
103, 110, 119, 125, 2 0 1
Şerîfüddin Ebû Yahyâ 7 7 Şerîfüddin İskenderî 15
Şiblî 4 3 , 7 0
Sühreverdiyye-i Cüneydiyye-i
Şerif Cürcânî er-Razî 15
Şifâül-müteellim
Aleviyye 13 Bekriyye 13 Süleyman Halîfe 9 9 , 1 0 0 Süleymâniye Kütüphânesi 2 2 , 2 9 ,
Şettâriyye 5 3 Şeyh Abdullah 2 0 , 6 5 , 1 0 1 , 1 1 3 , 115, 129, 130, 176, 203 Şeyh Ahmed Efendi 1 1 6 , 1 1 7 , 1 5 8 , 165
119, 125, 150, 179, 201
Tâcüddin İbrâhim Karamânî 8 6 , 9 5 ,
169,181
Sühreverdiyye-i Kâdiriyye-i
87, 88, 95, 96, 97, 98,
Tâcüddin Abdurrahman 5 0 , 5 1 ,
Şeyhülislâm Berdaî 1 1 9 , 1 2 1
Sühreverdiyye 11, 13, 2 8 , 1 6 3 , 1 6 4 ,
72
99, 100, 101, 103, 110,
Şeyh Vefâ Tekkesi 1 4 8 , 1 8 5
Sultan II. Selim 6 1
115, 123, 154, 157,
Tahkîku't-tevfîk
beyne kelâmi
ehli'l-
kelâm ve ehli't-tarîk 5 5 fî
âdâbi'l-muallim
ve'l-müteallim
83
Şihâbüddin 11, 12, 13, l 4 , 15, 2 2 , 28, 65, 68, 69, 70, 71,
Tanman 9, 127, 1 2 9 , 1 3 0 , 1 3 8 , 139,156, 208213 Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed
28
93, 169, 170, 174, 175,
Tâyebâdî 15, 18
189, 213
Tazarrûnâme
131, 144, 149, 172,
41, 54, 63, 73, 79, 83,
Şeyh Bedreddin 1 5 8
Şihâbüddin Ahmed el-Beşbîşî 6 5
89, 95, 108, 110, 117,
Şeyh Hasan 4 9 , 5 0 , 7 7
Şihâbüddin Ahmed Fernevî 15
Tebâdegân 33
119, 121, 133, 134, 135,
Şeyh Kara Ali" 1 2 6
Şihâbüddin Ahmed Sivâsî 1 7 0 , 1 7 4 ,
Tebâdegânî 2 9 , 3 1 , 3 3 , 3 4 , 3 5 , 3 6 ,
154, 166, 167, 168, 169,
Şeyh Kutbuddin 5 7 , 6 0 , 1 1 8
170, 175
Şeyh Mahdûmî 2 9 , 1 0 7
Şihâbüddin Bistâmî 15
Şeyh Mehmed Çelebi 1 1 3 , 1 1 4 ,
Şihâbüddin Ömer Sühreverdî 11,
Sünbül Sinan 1 5 6 Şah Ruh 18 Şâh-ı Ziyâretgâhî 3 6 Şâhidî 1 5 8 Şâir Safâyî 12 Şakîk Belhî 13
115, 168 Şeyh Muhammed 2 9 , 3 1 , 3 8 , 6 1 , 64, 65, 69, 70, 71 Şeyh Muhyiddin Mehmed 1 0 8 , 1 0 9 Şeyh Mustafa 1 1 4 , 1 1 7 , 1 2 3 , 163,
175,189
12, 14 Şihâbüddin Sivâsî 6 9 , 7 0 , 7 1 2 1 3 Şihâbüddin Sühreverdî 12, 13, 2 2 , 9 3 , 1 7 0 , 189
175, 213
37, 38, 39, 56, 73, 94, 197, 198 Tebriz 15, 18, 2 9 Tenbîhü'l-ukûl
56
Tenvîru'l-evrâd
22, 173, 209 34
Tesnîmü'l-muğribîn Tevârîh-i Al-i Osmân
126
Şiirler Risâlesi 133
tevhid zikri 1 8 1 , 1 8 3 , 1 8 7 , 1 9 1
Şinnâvî 5 0 , 5 1 , 5 2 , 5 3 , 1 9 4
et-Tevsîl 56
Şeyh Nasuh 1 1 0 , 1 1 2 , 1 1 8 , 1 2 1
Şugan 3 9 , 4 0
Tezkiretü'l-habîb
Şâzeliyye 4 8
Şeyh Safiyyüddin Mustafa 109
Şükrü Özen 10, 1 4 9
Tibyân 12, 13, 5 0 , 5 2 , 5 3 , 5 4 , 55,.
Şem'î 1 4 3 , 1 5 5
Şeyh Seyyid Vefâ b. Seyyid Ebû
Tabibzâde 12, 4 4 , 6 0 , 6 9 , 7 5 , 1 0 7 ,
Şam 14, 4 9 , 5 4 , 6 0 , 6 1 , 6 4 , 6 5 , 8 0 , 157
164
34
56, 62, 63, 64, 90, 101,
107, 140, 142, 200, 207 Tilimsan'da Abdurrahman b. elBennâ 7 7
177, 178, 179, 180, 182,
Zahîruddin İsa Mısrî 13
183, 184, 185, 186, 187,
Zekeriyya Ensârî 5 2 , 6 2 , 6 3 , 6 4 ,
Topkapı Sarayı Kütüphanesi 1 6 4
207,212
Vassâf 12, 1 3 , 8 1 , 8 2 , 8 4 , 9 0 , 9 1 , 101, 107, 108, 109, 112,
170, 181
115, 117, 126, 127, 128,
Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî 6 1
Trablus 7 7
132, 133, 136, 137, 154,
Zeynîler 8 2 , 1 1 8 , 1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 4 ,
Trakya 8 5
156, 193, 2 0 0 164, 208, 2 1 0
170, 171, 174, 176, 178,
Zenbilli Ali Efendi 1 2 9 , 1 4 3 , 1 5 2 ,
Tövbenâme 166, 167
Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'lmakâmât ve'l-merâtib 82, 1 7 3 , 2 0 9 Tuhfetü'l-Mahmûdiyye 94, 161
148, 159, 163, 166, 169,
Zeki Velidi Togan 3 9
Tosya 1 1 0 , 1 1 2
Tuhfe Hattatın 100, 101, 143, 163,
92, 93, 94, 95, 128, 141,
194
188, 189, 190, 191, 194, 202,
Tokat 1 4 8
77, 78, 81, 83, 86, 91,
179, 1 8 1 , 1 8 2 , 1 8 6 , 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 197, 199, 200,
199 Zeyniyye Dergâhı/Hankâhı 8 2 , 9 6 ,
Vecîhüddin 3 5 , 3 7 , 5 2 , 5 3 Vefâ Dergâhı 1 2 5 , 1 5 6
97, 101, 108, 109, 117,
Vefâ devri 1 5 4 , 1 5 6 , 1 5 7 , 1 8 1
118, 121, 157, 159, 161,
Vefâiyye-i Zeyniyye 1 3 0 , 1 5 4 , 1 8 0
165, 167, 168
Vefeyâtnâme 11, 77, 81, 95, 96, 97,
Zeynüddin Hâfî 10, 11, 13, 14, 15,
206 Zeynüddin Irakî 15 Zeynüddin Mısrî 7 0 Zeyrek Câmii 9 9
101, 105, 106, 107, 108,
16, 17, 18, 19, 2 0 , 2 1 ,
zikr-i cehrî 2 0 3
Tunus 7 7
109, 111, 112, 113, 114,
22, 23, 27, 28, 29, 30,
zikr-i hafi 2 0 3
Turhan Dede 1 2 3 , 1 2 4
115, 117, 118, 144, 159,
33, 34, 35, 36, 39, 40,
Ubeydullah Ahrar 4 2 , 4 3 , 4 4 , 4 8 ,
160, 168, 205
41, 42, 44, 45, 47, 48,
192, 198, 199, 2 0 0 Uluborlu 1 2 3 Uludağ 2 3 , 6 7 , 7 7 , 9 6 , 9 7 , 1 2 6 , 156, 169, 180, 213
Uyûnü't-tefâsîr 69
50, 52, 53, 56, 58, 59,
vefk 1 3 2 , 1 4 0 , 1 4 2 Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa 1 3 1 , 143 Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa 9 7 , 9 9
el-Vesîle li'l-galati tnüzîle 83
uzlet 3 5 , 1 7 7 , 1 7 8 , 1 8 6
Veysî 1 6 6 , 1 6 7 , 2 0 8
Ümraniye 1 6 4
Yahşî Fakih 9 5
Üveys b. Mehmed 1 6 6
Yahya b. Mûsâ Erdebîlî 5 7
Üvey s el-Karanî 13
Yakını 1 5 5
vahdet-i şühûd 1 9 0 , 1 9 1
Yâkub Çerhî 4 2
vahdet-i vücûd 5 5 , 6 3 , 9 3 , 1 9 0 ,
Yavuz Sultan Selim 1 0 0 , 1 0 2 , 1 0 7 ,
191, 193, 194, 205
124, 128, 152, 2 0 2 213
Vahidî 1 1 4
Yenicami 7 5
el-Vasâya'l-kudsiyye 11, 13, 17, 20,
Yıldırım Câmii 9 6
21, 23, 29, 34, 58, 73,
Yunanistan 8 5 , 8 8 , 2 0 5
74, 78, 95, 131, 134,
Yûnus Âdilî 5 7
135, 141, 143, 1 4 8 , 1 6 9 ,
Yûnus Emre 1 3 5 , 1 3 6 , 2 0 6
170, 171, 173, 174, 176,
Yûsuf Acemî Gûrânî 11, 1 8 2
:•
Zübdetü't-tahkîk ve nüzhetü't-tevfîk 118
60, 62, 65, 66, 67, 68,
zühd 2 7 , 1 1 8 , 1 4 4 , 1 7 6 , 2 0 3
69, 70, 71, 72, 73, 74,
Zülbânî 6 2