A > K A HA t L \ l l İ V \ T
r > l \ r. It S 1 1 E «î I
F A K V. L T L S J
j\\\I
V
T N L A K I
_
MUTEZİLEMİN DOĞU...
98 downloads
1242 Views
3MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
A > K A HA t L \ l l İ V \ T
r > l \ r. It S 1 1 E «î I
F A K V. L T L S J
j\\\I
V
T N L A K I
_
MUTEZİLEMİN DOĞUŞU VE KELÂMÎ GÖRÜŞLERİ
Dr.
Kemal
İŞİK
A . Ü. ilahiyat Fakültesi Kelâm Asistanı
A
N
K
A
R
A
Ü N İ V E R S İ T E S İ
B A S I M E V İ
1967
İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ.;
5
GİRİŞ
7 B i r i n c i BÖlimı
MUTEZİLE'MN DOĞUŞUNU H A Z I R L A Y A N S E B E P L E R
28
1- Müslümanlar Arasındaki Dinî v e Siyasî İhtilaflar 2 - Yabancı Dîn v e Kültürlerin
28
Tesiri
34
3 - F e l s e f i Cereyanların T e s i r i
,
45
İkinci Bölüm MUTEZİLE'NİN DOĞUŞU, GELİŞMESİ V E ÇÖKMESİ
50
I - MuLczüe'niu Doğuşu
50
1 - Mutezile'nin Doğduğu Y e r v e . T a r i h i
50
2 - Mutezile D e y i m i Hakkında İleri Sürülen Çeşitli F i k i r l e r
52
3 - Mutezile'nin Diğer İsimleri
56
a) E h J /ıl-Adl 'va't-Tevhîd
56
b) al-Kaderiyye
57
I I - Mutezile'nin Gelişmesi v e Çökmesi
59
Üçüncü Bölüm MUTEZİLE'NİN KELÂMİ GÖRÜŞLERİ
67
I-Mutezile'nİn Beş P r e n s i b i
67
1- at-Tevhîd
67
2 - al-Adi (Adalet)
69,
3 - a l - V a ' d v a ' l -Vaîd . . . . '
,
71
4ı- al-Menzile beyne'1 -Menzileteyn
72
5 - a l - E m r bi'l-Ma'rüf v a ' n - N e h y a n i ' l -Münker
72
I I - Mutezile'nin Diğer Görüşleri
73
1 - Allah'ın Görülüp Görülmemesi
• • -
2 - K u r ' a n ' m Yaratılmış O l u p Olmaması 3 - Huşun v e K u b u h 4 - Akıl v e N a k i l Meselesi
Bu
eser, Ord.
Çağatay 1964
ve Prof.
Aralık
Prof.
Hilmi
M . Tayyip
ayında
doktora
Ziya
Ülken,
Okiç'den tezi olarak
kurulu kabul
Prof. juri
Dr.
l\eşet
tarafından
SONUÇ
73 75
•
77 79 81
BİBLİYOGRAFYA
84
İNDEKSLER
90
edilmiştir. 3
ÖNSÖZ
Kelâm tarihinde Mutezile okulu önemli bir yer işgal eder. Gerek tevhîd sistemleri ve gerekse hür düşünceyi temsil etmeleri bakımından d i k k a t i çeker. Ayrıca akılcı b i r y o l izlemiş oldukları için de İslâm âle minde kültür tarihi yönünden büyük b i r Önem taşır. işte genel karakterlerini birkaç cümle ile belirtmeğe çalıştığımız " M u t e z i l e " adının ve okulunun doğuşu hakkında şimdiye kadar d i l i mizde yakılmış ilmî mânada eserler hemen hemen yok denecek derece de az olduğu gibi, mevcut eserlerde de Mutezile*nin Doğuşu ve Kelâmı Görüşleri çok sathî b i r şekilde belirtilmeğe çalışılmıştır. B u sebeple biz "MutezhVnin Doğuşu ve Kelâmı Görüşleri" k o n u sunu doktora tezi olarak seçerken, her şeyden önce b u gerçekleri göz önünde tutmayı ve konuyu buna göre işlemeyi amaç edindik. Elimiz den geldiği kadar gerek arapça basılmış kaynaklardan ve gerekse konu ile ilgili yazmalardan faydalanmağa çalıştık. B u k o n u y u işlerken zaman zaman kıymetli tavsiye ve tevcihlerin den azamî derecede istifade etmeğe çalıştığım sayın Hocam Prof. D r . Neşet Çağatay'a, aynca ilgisini esirgemiyen sayın Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu'ya ve bazı kaynakları teminde bize kolaylık gösteren Kütüphane müdürümüz sayın İhsan İnan'a burada teşekkülerimi ifade etmeyi zevkli b i r borç b i l i r i m . Kemal IŞIK
5
GİRİŞ
• İslâm kültürü tarihinde Kelâm ilmiyle ilgili meseleleri i l k defa aklın ve felsefenin ışığı altında incelemek ve böylece b u ilme alışılmışın hilafı na, yeni b i r yön vermek cesaretini gösteren Mutezile fırkasının yaşadığı asır, İslâm düşüncesine çeşitli f i k i r cereyanlarının hâkim olduğu ve i t i kadı konularda önemli birtakım olayların cereyan ettiği k r i t i k b i r dev reye raslar. Başlangıçta Arap Yarımadası'nm küçük b i r şehrinde doğan İslâmiyet, hızla gelişmiş, yayılmış ve nihayet b u adanın da hudutlarını aşarak birçok ülkeleri, kavimleri ve bunlara mensup milliyetleri, inanç ları, âdet ve kültürleri başka başka olan birtakım yabancı unsurları sinesinde toplamış ve böylece kozmopolit b i r toplum meydana gelmiş tir. İslâm dini ve itikadı ile ilgili konuların en geniş şekliyle söz konusu edildiği ve b u hususta büyük mücadele ve münakaşaların cereyan ettiği bu devrenin özelliklerinden ve b u arada Mutezile fırkasının doğuşuna tesir eden çeşitli faktörlerden ileride daha tafsilâtlı b i r şekilde bahse dilecektir. Ancak, İslâmiyetin başlangıcından b u devreye kadar geçen zaman içinde itikâdi konuların ve genel olarak b u konuları kapsayan Kelâm i l m i n i n geçirmiş olduğu çeşitli safhalara temas etmemiz, tezimize konu teşkil eden "Mutezile'nin Doğuşu ve Kelâmı Görüşleri" n i n ve b u sistemin ana kaynaklarının açık b i r şekilde anlaşılmasına yardımcı olacağı kanısındayız. Her şeyden önce şuna işaret etmek lâzımdır k i , Kelâm i l m i Tek Tanrı (Monothéisme) fikrinden doğmuştur. Bunun için b u ilme " Tevhîd ilmi" de denmiştir. Tevhîd, Aïïah'm birliği esasına dayandığına göre, İslâmiyetten önce gelip geçmiş bütün dinlerde de b u mânada b i r b i l i m i n , yani b i r Tanrı düşüncesinin varlığını kabul etmek lâzımdır. T a r i h boyunca bütün Peygamberler ve seçkin din adamları daima b u prensibi savunmuşlar, be şeriyeti b u inanç ve b u ülkü etrafında toplamağa, onlara her şeyin üstünde ezelî ve ebedî b i r yaratıcının varlığım kabul ettirmeğe çahş7
mışlardır. B u itibarla, Tanrı düşüncesiyle ilgili hükümler hiçbir de virde ve hiçbir Peygamberin şeriatında değişmemiştir, i l k Peygamber Adem A . S. ın bu husustaki inancı ne ise, ondan sonra gelen bütün Peygamberlerin de inançları ayni olmuştur. Kur'an-ı Kerîm'de bununla ilgili hükümler açık bir şekilde beyan olunmuş ve k u v v e t l i delillerle de teyid edilmiştir .
bir tarafa - Yahudi veya Hıristiyan dinlerinden almış değillerdi. Ger çek şu k i , onlar böyle bir üstün kudretin varlığını daha önce Hz. İbra him ve İsmail devirlerinde öğrenmişlerdi .
1
0
7
Ancak, onların b u Tek Tanrı düşüncesi, gerçek b i r inancın neticesi değildi. Bunun içindir k i onlar hiçbir zaman Allah'a karşı lâyık olduğu derecede saygı duymamışlar ve O'nun hakkında münakaşaya dahi girişmekten daima kaçınmışlardır^.
2
insanlar oluşları itibariyle şüphecidirler. Her şeye, özellikle t a n rısal bilgilere şek ve şüphe ile bakmak onların karakteristik ve doğal vasıflarından biridir. Bununla beraber, bir üstün varlığın, b i r yaratı cının da varlığını hissetmek ve kabul etmek ihtiyacı kendilerinde fıtrî dir. İşte bundan dolayı, her devirde ve her Peygamberin ümmetinde, dinî telkin ve irşatta bulunmakla mükellef dinî liderlerin, b u ödevi yerine getirmekte izlemiş oldukları metodun yetersiz olması ve özellikle aklî delillere gerekli önemi vermemiş olmaları, b u gibi davetlerin çoğu zaman insanlar tarafından şüpheyle karşılanmasına ve bunun yanı sıra doğal olan dinî ihtiyaçların giderilmesi için Tek Tanrı yanında, çok tanrı düşüncesi gibi birtakım inançların doğmasına sebep olmuştur, . r
özet olarak Cahiliyye çağında arapların inanç durumu b u merkez de i d i . B i r taraftan Allah'ın varlığına inanırken, diğer taraftan kendileri ne Allah'tan daha yakın zannettikleri birtakım putlardan yardım u m u yor ve onlara ibadet ediyorlardı. Gerçekte onlar, b u ilâhların Allah'ın yer yüzündeki halifeleri, oğulları veya kızları olduklarına , binaena leyh onların da müstakil birer tanrı o l u p , Allah katında şefaatçi ve aracı olduklarına inanıyor ve "Biz onlara, sadece bizi Allah'a yaklaştırsın lar diye ibadet ediyoruz" diyorlardı. Bununla beraber onların put larına karşı duymuş oldukları saygı ve hürmetleri de o kadar derin de ğildi. Hattâ onların bazı günlük işleri ters gittiği zaman çok kere bun lara kızıldığı ve lanet edildiği de o l u r d u . 9
10
11
12
Bunun bariz örneklerinden birisini, Islâmiyetin doğuşundan önce Arap Yarımadasında cereyan eden olaylarda ve burada yaşıyan Cahiliy ye çağı araplarının inanç durumunda görmek mümkündür. islâm güneşi, b u bölgede çok tanrıcılığın (Polythéisme) hükümran olduğu bir devirde doğdu. Gerçi Cahiliyye Çağı diye adlandırdığımız bu devirde araplar arasında Hıristiyanlık ve Y a h u d i l i k gibi semavî dîn1ère mensup insanlar yok edeğildi. Fakat bunların adedi sayılabilecek kadar çok az ve m a h d u t t u . Bunların dışında kalan büyük çoğunluk ise putperest i d i . Kendi yaratıkları olan ve ekseriya insan gövdesi veya yüzünü andıran, bazan da heykel halini alan bir kaya, b i r taş parçası ve benzeri gibi maddelerden m a m u l birtakım putlara tapıyor ve bun ları kendilerine mabûd olarak ittihaz ediyorlardı . 3
13
İnanç ile ilgili konuların böylesine karışık ve çelişik bir durum arzettiği b i r sırada H z . M u h a m m e d yeni risâletiyle tebliğ olundu. 6 B k . C . B r o c k e l m a n n , İslâm Milletleri
*
Çağatay,
s.
10,
Ankara
Ve Devletleri
Tarihi,
Çeviren: Prof. D r . Neşet
1954.
7 B k . Prof. D r . Neşet Çağatay, Islânıdan Önce Arap
Tarihi
Ve Cahiliyye
A n k a r a 1963; M u h a m m e d a l - H u d a r i B e y , Muhadarât TarîhVl -Uman vdd.
K a h i r e 1376; A h m e t M i t h a t , Tarîh-i Edyân,
İstanbul
Çağı, s. 9 5 - 9 6 ,
al-lslâmiyye
C. i , s. 54
A h m e t H a m d i A k s e k i l i neşri. C . I , ş. 165,
1329.
8 B k . O r d . Prof.' H i l m i Z i y a Ülken, anılan eser, s. 36; Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu Gazzâlî Ve Şüphecilik, s. 7, A n k a r a 1964; D e L a c y O'leary, İslâm Düşüncesi Ve Tarihteki Çevirenler: H . Yurdaydın v e Y . K u t l u a y ,
s. 30, A n k a r a
Yeri,
1959.
4
Araplar tapmış oldukları b u ilâhların yanı sıra üstün b i r yaratı cının, her şeye kadir olan b i r Tanrının varlığına da inanıyorlardı . Fakat zannedildiği gibi, onlar b u inançlarını -biraz önce zikredilenler 5
1 B k . M u h a m m e d A b d u h , RisâletuHdarât fi
Îlmît-Tevhîd,
s. 88, K a h i r e 1373
2 B k . İsmail Hakkı (İzmirli), Yeni
Tevhîd, s. 5, Mısır 1351; Alî H a s a b a l l a h ,
-Firak
al -İslâmiyye,
4 Tafsilât için b k . Hişâm b . Kelbî, Kitâbu'l'Asnâm,
1339-1341.
s. 8, Mısır 1 3 7 8 / 1 9 5 9 .
A h m e t Z e k i Paşa neşri, s. 6 v d .
K a h i r e 1343 /1924; O r d Prof. H i l m i Z i y a Ülken, İslâm Düşüncesine Giriş I , s. 35, İstanbul 1954. 5 IÇur'an-ı Kerîm'de onların b u inançlarına delâlet eden birçok âyetler vardır: B k . ' Meselâ: Ankebût Sûresi, âyet: 6 3 ; Mu'minûn
8
10 Sâd Sûresi, âyet 5 de H z . M u h a m m e d için o n l a r m , "gerçekten Tanrıları bire mi Doğrusu bu pek tuhaf
11 Kur'an-ı Kerîm o n l a r m b u iddialarını şiddetle reddetmektedir. B k . Ra'd
Sûresi, âyet: 8 5 - 9 0 ; Zümer Sûresi, âyet: 8.
1946; aş-Sevkânî, FeıhııH -Kadir, C.
X I , s.
65.
Mısır
indirdi?
bir şey" dedikleri beyân olunmaktadır.
âyet: 3 3 ; Fâtır, âyet: 4 0 ; az-Zamahşerî,
îlm-i Kelâm, C . 1, s. 22, İstanbul
Sûresinin 91 n c i âyeti de b u n u t e y i d
etmektedir.
Muhâ-
/ 1952.
3 B k . Alî Mustafa al-Gurâbî, TarihuH
9 Kur'an-ı K e r i m ' i n îhlâs Sûresinde, Allah'ın çocuğa olmadığı bildirilmekte v e onların bu dâvası k e s i n olarak r e d edilmektedir. K e z a , Mu'minûn
Sûresi,
al-Kesşâf, C . I I , s. 264, C. I I I , s. 488, K a h i r e 1 3 6 5 /
C. I V , s. 344, Mısır 1349; S e y y i d K u t u b , Fi ZUâlVl
Kur*an,
(Tarihsiz).
12 B k . Zümer Sûresi, âyet: 3; M u h a m m e d al-Hudarî B e y , ayni eser, s. 5 5 ; D r . Hüseyin A t a y , Kur'an'a
Göre İmân
Esasları, J . 35 v d . A n k a r a 1 9 6 1 .
13 B k . D r . F i l i p Hûrî Hittî, Tarîhu'l Arap,
M u h a m m e d Mebrûk
K a h i r e 1949; Doç. D r . İbrahim A . Çubukçu, ayni
Nâfi' tercümesi, s. 115,
eser, s. 7.
9
Onun bize getirmiş olduğu bu yeni dinle, Cahilliyye çağı çok tanrı sis temi kökünden yıkıldı. Nitekim Hz. Peygambere Mekke'de nazil olan âyeti kerimelerde Cenab-ı H a k , Kendisini bize şöyle tanıtmaktadır: "De ki: O Allah bir tektir; en Büyük merci sadece O'rfur; ö , doğmamış ve doğurmamıştır:, ve O'na hiç kimse eşit olamaz" . Görüldüğü gibi, Hz. Muhanımed'in insanlara öğretmiş olduğu Allah f i k r i İslâmiyetten ön ceki Tanrı düşüncesinden tamamen farklıdır. Zira b u yeni dinin temeli, îhlâs sûresinin mânalandırdığı Tek Allah prensibine dayanmaktadır. Bundan dolayı Cahiliyye çağı arapları, esas gayeleri ne olursa olsun, tapmış oldukları putları ilâh derecesine yükseltip, Allah'a şerîk koş malarından dolayı kendilerine "müşrik" açb verilmiş ve Hz. Peygambe rin risâletini ve onun getirmiş olduğu yeni Allah düşüncesini inkâr edenlere de "kâfir" denmiştir. B u itibarla, İslâmiyette Kelime-i Şehâdet esas kılınmış ve Müslüman olabilme, ancak b u kelimenin i h t i v a etmiş olduğu mânalara inanarak söylenmesi şartma bağlanmıştır . 14
15
H z . Muhanımed'in daveti, başlangıçta şu üç esas nokta üzerinde toplanıyordu: .r 1 - 0 , Allah'ın elçisi olup bütün insanları hak dine davetle görev lendirilmiş olan bir Peygamberdir. 2 - Araplar arasında yaygın olan putlara tapma âdeti artık ilga edilmiştir. Bundan böyle her türlü ibâdet, ancak kâinatı yoktan val eden, şeriki ve benzeri bulunmayan U l u Tanrı'ya yapılacak ve ancak O'ndan yardım umulacak ve bağışlanma dilenecektir . Kur'an-ı K e rîm'de b u i k i esasa birden işaret edilerek şöyle denmektedir: "De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana Tanrının ancak bir Tek Tanrı olduğu vayholunuyor. Onun için hepiniz Ö'na yönelin, O^ndan bağışlan ma dileyin; Allah'a ortak koşanların vay halineV . 16
11
3 - Yaşamış olduğumuz b u hayattan sonra ebedî bir hayat vardır. Her insan öldükten sonra tekrar dirile.cek ve dünyadaki amelinin he sabı kendisinden sorulacaktır. Ameli i y i olan insan, lâyık olduğu mükâ fata nail olacak, kötü olan ise müstahak olduğu cezaya çarptırılacaktır. Gerçekte putperest olan araplar, böyle b i r hayatın varlığına inanmadık14 îhlâs
Sûresi,
âyet:
l a n gibi, ölümden sonra tekrar dirileceklerine de bir türlü akıl erdiremiyor ve şöyle diyorlardı: "Çürümüş kemikleri kim yaratacak?" . "Biz ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğumuzda mı diriltileceğiz?" . "Hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz tekrar dirilecek değiliz" . Kur'an-ı Kerîmde bunlardan başka, onların h u İnanç ve iddialarına delâlet eden daha birçok âyetler mevcuttur . 18
21
22
Hz. Peygamber başlangıçta ve bilhassa, risâletinden sonra Mekke'de ikamet etmiş olduğu onüç sene zarfında b u esaslar dahilinde davetine devam ederek, insanları alışmış oldukları sapıklık ve gaflet deryasından k u r t u l u p doğru yola yönelmeğe, dünya ve âhiret aydınlığa ve saadete kavuşmağa çağırdı; müşrikler tarafından Önüne çıkarılan bütün engel lere, karşılaşmış olduğu büyük güçlüklere ve imkânsızlıklara rağmen, yılmadan usanmadan b u mukaddes dâvayı savunarak Allah'ın emirleri n i yerine getirmeğe çalıştı. Bütün bunlara rağmen, Mekke müşriklerin den pek azı b u davete icabet ederek İslâm dinini kabul e t t i . "Fakat Yahudilerle olan yakın temasları dolayısiylc Tek Allah gibi mücerret mefhumlarla ünsiyeti olan Medine'lilerin, Akabe'de tezahür eden pey gambere yakınlıkları neticesi v u k u bulan hicretten sonra İslâmiyet büyük b i r hızla yayılmağa ve gelişmeğe başladı" . Ve böylece İslâ miyet, kısa bir müddet sonra cihanşümul b i r din halini aldı . 23
24
25
Biz -burada, İslâmiyetin doğuşundan genel b i r d i n hüviyetini alın caya kadar geçirmiş olduğu çeşitli safhalardan, özellikle siyâsî, tarihî, sosyal ve "kültürel gelişim ve değişimlerden ve bunların genel olarak insanlar üzerindeki çeşitli etkilerinden bahsetmek ve böylece konuyu uzatmak istemiyoruz. Çünkü bütün bunlar, başlı başına müstakil birer konu teşkil edebilecek b i r niteliktedir. Ancak, kısaca şunu söylemek isteriz k i , islâmiyet bütün insanlığa yeni b i r dünya ve âhiret nizamı ve anlayışı getirmiştir. B u nizamla 18 Tafsilât için b k . W . Montgomery W a t t , Hazrel-i 19 B k .
Muhammed Atay,
21 B k . En'âm
10
ve Saf/âl sinelerinde, eser,
s.
Muhammedu'r
Sûresi,
âyet:
Sûresi,
Sûresi,
âyet:
78.
âyet: • 82. 29.
ziât, âyet: 11.
i k i n c i bölümü ise Feth
suresinde v a r i d olmuştur. B k .
23 B k . A l i Mustafa al-Gurâbî, andan
eser, s. 9; M u h a m m e d al-Hudarî B e y , anılan eser,
S. 71 v d d . 24 B k . D r . Yaşar K u t l u a y , İslâmiyette İtikadı Mezheplerin
14.
25 Tafsilât için b k . T . W . A r n o l d , întişâr-ı
16 B k . Hişânı b. Kelbî, anılan eser, A h m e t Z e k i Paşa önsözü s. 22.
s. 3 1 - 3 5 ,
17 Fassilet
Ömer
Sûresi,
âyet:
Çeviren: H a y r u l l a h örs,
22 B k . Meselâ: Isrâ Sûresi, âyet: 49, 98; Sâffâl Sûresi, âyet: 16, 5 3 ; Vakıa, âyet: 47; A'â-
Sûresi, âyet: 19; Saffât Sûresi, âyet: 3 5 ; Felh Sûresi, âyet: 29. K e z a b k . D r . Hüseyin
andan
Yâsîn
20 B k . Mu'minûn
1-4.
15 Kur'an-ı KcrîmMç îtelime-i şehâdet i ifade eden, "La İlahe İllallah,
(
Muhammed,
s. 29, 30 v d d . İstanbul 1963; Alî Mustafa al-Gurâbî, anılan eser, s. 8 - 9 .
•llesûlullah" ( A l l a h ' t a n başka T a m ı y o k t u r , M u h a m m e d O ' m m elçisidir.) tâbirinin birinci bölü mü Muhammed
19
20
6.
İstanbul
1343; J o h n
D a v c n p o r t , Hazret-i
R ; z a (Doğrul), s. 5 4 - 6 1 , İstanbul
İslâm Tarihi¡ Muhammed
Doğuşu, s. 14, A n k a r a 1959. M.
Halil Halid
ve Kur'an-ı Kerîm,
tercümesi, Çeviren:
1347/1928.
11
bütün insan topluluklarının üstünde yepyeni bir müslüman topluluğu vücut bulmuştur. B u yeni toplumda, herkes istisnasız Allah'ın huzu runda eşittir; her türlü cins, ırk ve asalet gibi mefhum ve ayrılıklar gözetilmeksizin her insan yekdiğeriyle eşit hak ve salâhiyetlere sahip t i r . Eğer b u yeni dinde, Allah katında insanlar arasında b i r değer ölçü sü varsa, bu da, ferdin Allah'a olan takvâ ve bağlılık derecesiyle kaim olmasıdır. "Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'rca karşı gelmekten en çok sahnamzdır" . 26
B u dinde, daha önce Arap Yarımadasm'da ve bilhassa Mekk'de görüldüğü gibi, aile ve kabile asabiyetine yer y o k t u r , insanlar ancak bilgi, iktidar ve kıymetleriyle birbirinden üstündür. Bunun bariz ör neklerinden b i r i , Mekke gibi b i r şehre y i r m i yaşında bir gencin vali olarak t a y i n edilmesi ye Ö m e r b . a l - H a t â b gibi b i r kahramanın, henüz müslüman olmuş b i r insanın emri altında çekinmeden ve tereddüd etmeden çarpışmış ve bunu gayet normal b i r hareket olarak karşıla mış olmasıdır. Yine, hicretin 35 inci yılında Mısır valiliğinden azledi len " A m r b . a l - A s, halîfe O s m a n b . A f f â n'ııı y anına gelerek kendi sine, ailesinden, ana ve babasının asâletinden bahsederek övünmek iste mesi üzerine, Halifenin onu " b u şekilde kendini medhetmek Cahiliyye âdetlerindendir; seni bundan menederim" sözüyle azarlaması, I s lâmiyetin h u prensibini t e ' k i d eden diğer b i r örneği teşkil etmektedir . 27
28
Bütün bunların yanı sıra, İslâmiyet akla ve tefekküre büyük bir önem ve değer vermiş ve onu ön plâna geçirmiştir. Bundan dolayı K u r ' an-ı Kerîm hitabı daima ve doğrudan doğruya akla tevcih etmiş ,ondan düşünmek suretiyle gerçeğin araştırılmasını ve daha Önce araplar ara sında yaygın olan birtakım bâtıl inanç ve geleneksel âdetlerin terkedilmesini istemiştir. "Eğer Biz bu Kur^anh bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun, Allah korkusuyla baş eğerek nasıl parça parça olduğunu görür dün. Bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz" . "Bu insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar m ı ? " . Şüphe siz düşünen kimseler için bunda ibretler ve deliller vardır" . "Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini gösterir* . "Göklerde ve yerin 29
30
31
1
26 Hucurât
Sûresi,
âyet:
13.
27 B k . İbıı Kesîr, al-Bidaye
ve'n-NUıâye,
C. V I I , s. 1 7 0 , Mısır 1 3 5 1 / 1 9 3 2 .
28 B k . D r . Yaşar Kuthıay, anılan eser, s. 29 Hasr 30 Gâşiye
Sûresi, Sûresi,
âyet:
21.
âyet:
17-20.
31 Ra'd Sûresi, âyet: 3, 4; Bakara, 32 Bakara
12
Sûresi,
âyet:
73.
15-16.
âyet: 164; Nûlı, âyet: \2;Rûm,
âyel: 24.
yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri insanlar için deliller vardır" .
ardınca gelmesinde....
düşünen
33
Görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerîm, düşünmeyi ve f i k i r beyan etmeyi bazı nüfuzlu ve mevki sahibi şahısların inhisarından çıkarıp genelleştirmiş ve umuma teşmil etmiştir. İslâm dininde, akıl sahibi her insan, kâinattaki nâmütenâhi olayları ve bizzat kendi yaradılışındaki hikmet ve sebepleri düşünmek ve incelemek suretiyle gerçeğe ulaşmalıdır. B u k o n u ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerîm'de elliden fazla yerde misaller veril miş ve "düşünmek" ve "akletnıek" emredilmiştir. İslâmiyetin beşeriyete sunmuş olduğu ve Kur'an-ı Kerîm'de de ifa desini bulan yeni İmân esasları, dine i t i k a t yönünden kesin bir şekil ve anlam vermiştir. B u esaslara Kur'an-ı Kerîm'de ya doğrudan doğru ya işaret edilerek inanılması emredilmiş, yahut inananlar övülmüş, inkâr edenler ise yeriimiştir. Kur'an-ı Kerîm'de b u esasları gayet açık ve seçik bir şekilde ortaya koyan âyetlere hemen her yerde raslamak mümkün dür. Bununla beraber, İslâmiyetin daha i l k günlerinde bile inançla ve birtakım şer'î meselelerle ilgili olarak müslümanlar arasında zaman zaman bazı münakaşalar cereyan etmiş ve bunun b i r neticesi olarak da çeşitli görüşler ve f i k i r ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Başlangıçta basit gibi görünen bu ayrılıklar, daha sonraları, özellikle İslâmiyetin geniş lemesiyle birçok taraftarları sinesinde toplayan ve başlı başına kaim birer mezhep halini almıştır. Bunun nedenlerini veya b u neticeyi doğuran sebebleri anlayabil memiz için, daha Hz. Peygamber devrinden itibaren itikâdî konuların geçirmiş olduğu çeşitli safhalara kısaca temas etmemiz gerekmektedir. H z . M u h a m m e d ' i n asrı, henüz Cahiliyye çağı gelenek ve göre neklerinden yeni kurtulmuş olan araplan b i r araya getirmek, onları bir f i k i r , b i r inanç etrafında toplamak ve böylece henüz doğmakta olan İslâm devletini k u v v e t l i ve sağlam temeller üzerine kurmak amacını güden, imân esaslarının tesbit edildiği ve şer'î hükümlerin vazedildiği bir devirdi. Peygamber henüz aralarında olduğundan, müslümanlar dinin esaslarını ve bununla ilgili şer'i hükümleri öğrenmek için bizzat kendisine başvuruyor, vahiy ve Kur'an-ı Kerîm'in ışığı altında ara dıklarını buluyor ve böylece müşkülleri halledilmiş oluyordu . Esasen müslümanlar anlamakta güçlük çektikleri, öğrenmek istedikleri konu34
33 Bakara
Sûresi;
âyet:
164.
34 B k . Alî Hasaballalı, anılan eser,
s. 88 v d .
13
l a n ve her türlü müşküllerini Peygambere sormakla mükelleftiler. Kur'an-ı Kerîm b u gerçeğe işaret ederek şöyle demektedir: "Bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz -Allah'a ve âhiret gününe inanmışsanızonun hallini Allah'a ve Peygambere bırakın. Peygamberin başlıca gö revi ise, bundan başka b i r şey değildi: "Allah* m indirdiği Kitap ile ara larında hükmet... Onların heveslerine uyma. Peygamberin verdiği hükmü kabul etmek te müslümanların imânla ilgili ödevlerinden b i r i i d i : "Rabbime and olsun ki, aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem tâ yin edip, sonra, haklarında senin vermiş olduğun hükmü gönül rızasiyle kabul etmedikçe onlar imân etmiş olmazlar'"'' ' . 25
26
3 1
Kur'an-ı Kerîm'in tetkinkinden de anlaşılacağı üzere, Hz. Peygam berin doğrudan doğruya muhatap olduğu sorular onüç kadar meseleyi ihtiva etmektedir . Bunlar genel olarak müslüm anların pratik hayatlariyle ilgili amelî ve fıkhı meseleler olmakla beraber, bunların içinde Ruh'un mahiyeti, ZuT-Karneyn, Ashâbu'i-Kehf 'in kimlikleri ve kıya met gününün alâmetleri gibi, başka din mensuplarının veya onların teş v i k ettiği kimselerin tevcih etmiş oldukları sorular da yer almaktadır. 38
Yine Kur'an-ı Kerîm ve hadîslerin incelenmesinden anlıyoruz k i , Hz. Peygamber zamanında Kur'an-ı Kerim'de varid olan "muhkem" ve "müteşabih" âyetler hakkında da bazı tartışmalar olmuştur. M u h kem âyetler, kesin anlamlı, mânaları değişmiyen âyetlerdir. Müteşâbih olanlar ise, değişik ve çeşitli mânalara gelebilen, anlayışa göre deği şebilenlerdir . Kur'an-ı Kerîm b u konuda şöyle demektedir: "Sana f^Kitab'ı indiren O'dur. Onda Kitabın temelini teşkil eden kesin anlamlı (muhkem) âyetler vardır. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, sırf fitne çıkar mak, kendi arzularına göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir . İlimde derinleş39
411
35 Nisâ 36 Mâide 37 Nisâ
Sûmsİ; Sûresi; Sûresi;
âyet: âyet: âyet:
245,
813,
814;
İstanbul
43
Müteşabih âyetlerde, i l k nazarda zahirî mânaları itibariyle tenzih anlayışiyle uyuşmaz gibi görünen el, yüz ve göz gibi daha çok insanlarla İlgili birtakım sıfatlar ispat edilmektedir. Keza insan kaderi lehinde veya aleyhinde bazı din ve mezheplere karşı birtakım görüşler ileri sürülmektedir.Fakat bütün bunlara rağmen, gerek Hz.Peygamber devrinde ve gerek se onu takip eden dört halife devrinde b u konuda müslümanlar arasında ciddî ihtilâflara yol açacak, onların düşünce ve inanç birliğini sarsacak herhangi b i r f i k i r ve görüş ileri sürülmemiştir. Gerçi, biraz önce de söy lediğimiz gibi b u devirde, b u âyetlerle ilgili olarak müslümanlar ara sında bazı münakaşalar olmuştur. Akıl sahibi her insanın, kendisini yakından ilgilendiren b u gibi konular üzerinde düşünmesi gayet nor mal b i r olaydır. Fakat bunlar hiçbir zaman, daha sonraları olduğu gibi, "teşbih" veya "teesim" anlamında bir münakaşa olmamış, sadece b u âyetlerin tefsiri konusuna inhisar etmiştir. Ayrıca, nakledilen bazı hadîslerde de müteşabihata raslanması, o devirde olmasa bile, daha sonraki devirlerde müslümanları b i r hayli meşgul etmiştir . 44
B u devirde müslümanlarm zihnini meşgul eden diğer bir konu da, Kur'an-ı Kerîmde vârid olan "kader"le ilgili âyetlerdir. "Kader" b i l i n -
t a y a sapmaları üzerine nâail olmuştur. B k . al-Kâdî Beydâvî, Envâru'l-Tenzîl
65. Sûresi, âyet: 2 1 5 - 2 1 7 , 219, 220;
Enfâl,
âyet:
C. I , s. 193, İstanbul 1285; Alî b. Alımed al-Vahidî, Esbâba'n-Nu.zûl, a l - F a d l b. a l - H a s a n at-Tabersî, Macmaü l ,
âyet: 187. Tercümesi, C . I V ,
1373.
Beyân fî
TefsîrVl
Kur'an,
1
ve
Esrüru't-Te'vıl,
s, 68, Mısır 13.15; Ebû Alî C . I I , s. 410,
( S . A.) bana
Aişe, Kur* an* m yalnız müteşabih âyetlerine uyanları gördüğünde-ki Allah onları Kur'an'da miştir- onlardan C,
Tahran
-i.
42 H z . Âişe'nhı r i v a y e t ettiği b u hadîsin tamamı şudur:" "Resulullah
1304-1305.
40 Mülessirler, bit âyetin tefsiri h u s u s u n d a ihtilafa düşmüşlerdir. Onların b i r kısmı, âyette vârid olan "Va'r-Rasihûn" tabirini b i r önceki kelimeye, y a n i " i / i a a l l a h " deki A l l a h üzerine atfetmek suretiyle "onların yorumunu ancak Allah ve bir de ilimde derinleşmiş, rusuh kesbetmiş olanlar bilir" şeklinde mâna vermişlerdir k i , b u mânaya göre, b u gibi âyetlerin t e v i l edilmesi, yorumlanması caizdir. Diğer b i r kısmı ise, "illa'allah" d a d u r a r a k "onların yorumunu ancak Allah bilir. Rasihler - ilimde yüksek bir dereceye erişmiş olanlar-ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kalındandır, derler" şeklinde mâna vererek h e r türlü t e ' v i l v e y o r u m d a n kaçınmış lardır. B u konuda Z a m a h ş e r î birinci g r u b u n f i k r i n i d a h a u y g u n görmektedir. B k . Zamahşerî, aynı eser, C . I , , s. 338,
14
42
41 Al-i îmrân Sûresi, âyet: 7 . B u âyet, H K . P e y g a m b e r e gel m iş olan Necrânhıristiyanlarm-
39 B k . Zamahşerî, anılan eser, C . I . s. 337, 338; Asını E f e n d i , Kâmus s.
B u âyetle ilgili olarak H z . Aişe'den rivayet edilen b i r hadîste, Hz. Peygamberin müteşabih âyetlere uyanlardan sakmılmasmı emretti ği beyân olunmaktadır k i , daha sonraki şarİhlere göre, sakınılması gereken kimseler çeşitli mezhep tartışmaları sırasında benzeri âyetler den, kendi görüşlerini takviye maksadiyle bol bol istifade eden H a r i c î l e r , M u t e z i l e ve" C e h m i y y e gibi fırka mensuplarıdır .
d a n b i r g u r u b u n , " S i n H z . İsâ Allah'ın Kelîm'idir d i y o r s u n u z , h u bize kâfidir" diyerek m u g a l a
49.
âyel 8 3 ; İsrâ, âyet: 8 5 ; Araf,
kalındandır*'' der-
41
59.
38 B u meseleler hakkında h a k : Bakara 1; Kehf,
miş olanlar ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin Zer" .
VIII,
s.
sakın, buyurdu".
516,
43 B k . Ayni
İstanbul
B k . Aynî al-Hanefî,
Umdetu'l Kari li Şerh
1308.
"Ya zikret
Sahihi'l-Buhârî, •
eser, C . V I I I , s. 517; Zeyneddîn Alımed Zebîdî, Tecrîd-i Sarih,
Çevirenler:
A h m e t N a i m ve Prof. Kâmil Miras, C . X I , s. 75, İstanbul 1928-1945. 44 Müteşabih hadîslerle ilgili k o n u l a r için b k . İbn K u l e y b e , Mısır 1326; ar-Râzî, Esâsu't-Takdis fi'l-Kelâm, Roma
Te'vil,
Mısır 1328; İbn^Fûı-ek, Beyân
Muhtelefi'l-Iİadis, MuşkiliH-EhâdÎs,
1941.
15
diği gibi, Allah tarafından önceden tâyin edilen "ahny azısı" mânasına gelmektedir. Gerçi K u r ' a n da geçen " K a d e r " ve " K a d r " kelimeleri ne m i k t a r , ölçü, yani bir şeyin bir ölçüye göre tâyin edilmesi, bir h i k met ve gayeye istinaden yapılması şeklinde mâna verenler vardır. Fakat gerçek şu k i , müslümanların ekseriyeti, b u kelimenin delâlet etmiş olduğu mânanın, ancak önceden takdir ve tâyin edilen "almya2i8i" olduğu f i k r i n i muhafaza edegelmişlerdİr. B u düşüncenin müslü¬ man topluluğunu, daha sonraları nerelere kadar götürdüğünden ileride sırası geldikçe bahsedilecektir. Ancak, biraz önce de söylediğimiz gibi, gerek Peygamber devrinde ve gerekse H ü l e f â - i R a ş i d î n devirlerinde diğer ihtilâfh konularda olduğu gibi, b u mevzuda da önemli tartışma lar olmamıştır. Çünkü Hz. Peygamber, her fırsatta müslümanları i t i kadî konularda münakaşaya girişmekten şiddetle menetmiş, aralarında fitne ve fesat tohumlarının saçılmasına, dolayısiyle tesis edilmiş olan birlik ve beraberliğin bozulmasına sebep olabilecek her türlü ihtilâf noktalarından şiddetle kaçınmalarını kendilerinden istemiştir. B u ger çeği teyit etmesi bakımından, Tirmîzî'nin E b û Hureyre'den naklettiği şu hadîs gayet Önemlidir: " B i r gün bazı arkadaşlarla kader konusunda tartışıyorduk. Hz. Peygamber yanımıza gelip bizi b u halde görünce, öfkesinden yüzü ateş gibi kızararak bize: "Bununla mı emrolundunuz, yoksa ben size b u n u emretmek için m i gönderildim? Sizden öncekiler buna benzer tartışmalar yüzünden helâk oldular. Böyle mü nakaşalar yapmaktan sizi katiyetle nıenederim." b u y u r d u " . Keza başka bir rivayette de Hz. Peygamber bü konu ile ilgili olarak, " H e r ümmetin mecûsu vardır. B u ümmetin mecusları da "kader" y o k t u r , diyenlerdir. Onların hastalarını ziyaret etmeyin; cenazelerinde bulun mayın; çünkü bunlar Deceahn dostlarıdır" demektedir. 45
4 6
47
48
H z . Alî'den rivayet edilen b i r hadîste Hz. Peygamber şöyle de miştir: "İçinizden hiçbiri y o k t u r k i , A l l a h onun mekânını Cennet veya Cehennem olarak yazmamış olsun. Aralarından b i r i , ya Resulallah! O 45 B k . E d w a r d E - S a l i s b u r y , Materials of Predestination
and Free
Will,
46 B k . t b n P a r i s , Mu'cem Lisâna I-Arap,
for the History
of The Muhammadan
Doctrine
J A O S , V o l . V I I I . P . 115, N e w H a v e n 1866. Makâyîsït-Luga,
C . V , s. 6 2 - 6 3 , Mısır 1366; İbn Manzûr,
C. V , s. 7 5 - 7 8 , B e y r u t 1955, Âsim E f e n d i , anılan eser, C . I I , s. 618; Alî H a s a -
ballalı, anılan eser, s. 55. k a y d e t m e k t e d i r . B k . aş-Sevkânî,am/an
120; Kezâ b k . : al-Herevî, ZemmıCl-Kelâm 7614; İbnu'l -Arabî, Şerh Sahihi'l-Tirmizî, eser,
s.
16
va Ehlihi,
eser, C . V I I I . s.
C . I , V a r . 14 A , İlâh. P a k . K t . Y a 2 m a , N o :
C . I I , s. 9, Mısır 1 3 5 0 - 1 3 5 2 ; Alî H a s a b a l l a h , anılan
71.
48 B k . Sunen'u
4 9
3
Anlaşılıyor k i , Hz. Peygamber itikadî konuların münakaşasını şiddetle red ettiği halde, bazı müslümanların b u gibi mevzularda dü şünmesi, zihinlerinde bazı istifhamların belirmesi önlenememiştir. Fakat b u düşünce hiçbir zaman öğrenme veya aydınlanma arzusu hudutlarını aşmamıştır. Esasen müslümanlar da henüz b u konular üze rinde fazlaca durmayı lüzumlu görmüyor ve buna ihtiyaç da hisset miyorlardı. H z . Peygamberin aralarında olması, yukardaki hadîsde de görüldüğü gibi, onlara her zaman gerekli açıklamalarda bulunması, ayrıca âyetlerin nâzil olduğu ahvâl ve şartlara iyice vakıf olmaları, merale ve endişelerinin giderilmesi bakımından kendilerine kâfi geli yordu. Gerçekte b u gibi konuların taşıdığı mânalara tam olarak vakıf olmak, özellikle hadîslerde geçen dinî mânadaki t a k d i r ile "fatalizm" arasındaki farkı tefrik etmek kolay değildi . Bundan dolayı Hz. Pey gamberin b u mevzulardaki irşâd ve emirlerine, bilhassa imân, İslâm ve benzeri gibi dinî esasları tâyin ve izah eden hadîslerine tereddüt et meksizin uymak, onlara inanmak, kendilerini son derece t a t m i n et meğe kâfi geliyor, kalplerini emniyet, huzur ve neşe ile dolduruyordu. 51
Hz. Ömer, diğer b i r varyantta da Ebû Hureyre'den nakledilen bir hadîs", - k i buna ayni zamanda "Cibril hadîsi" de denmektedirHz...Paygamberin b u gibi konuları müslümanlara nasıl izah ettiğini göstermesi ve bilhassa "Kader'e inanmanın imân esaslarının bölünmez b i r parçası olduğunu belirtmesi bakımından büyük b i r önem taşımak tadır. Hz. Ömer şöyle demektedir: " B i r gün, Hz. Peygamber'in yanında oturduğumuz b i r sırada, Peygamberin huzuruna, şimdiye kadar hiç görmediğimiz ve hiç birimizin tanımadığı, beyaz elbiseli, siyah saçlı b i r adam girdi. Peygamber'in yanına yaklaşarak selâm verdikten sonra k a r 49 B k . SahîhuH-Buhârî, C . V I I , s. 212; Sahih Dâvud, s. 1 7 7 - 1 7 8 ; Taberî, C u n u V Z -Beyân,
Müslim,
C. V I I I ,
s. 4 6 - 4 7 ; Sunen'u
Ebî
C . X X X , i. 124, Mısır 1374; 7 i n c i C . den sonra
1321. baskısı.'
47 Şevkâııî, b u hadîsle müslümanlar a r a s m d a ihtilâfa y o l açacak her türlü tartışma v e münazaanın yasaklanmış olduğunu
halde çalışmak neye yarar ? Diye sorunca, Hz. Peygamber cevaben: Çalışın herkese alıştığı şey kolayiaştırılır, dedi vc sonra şu âyetleri o k u d u : ''Elinde, bulunanı verenin, Allah''a karşı gelmekten sakınanın, en güzel söz olan Allah'ın birliğini doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız. Fakat, cim rilik eden, kendini Allah'tan müstağni sayan, en güzel sözü yalanlayan kimsenin de güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız" ^.
50 Leyi
Sûresi,
51 B k . H e l m a r -Buhârî,
5-10.
K i n g g r e n , Studies
52 B k . Sahih Müslim,
in Arabian
Fatalizm,
s. 117, U p p s a l a 1955.
C . I , s. 2 8 - 3 1 ; İbn Haceı- al-Askalânî, Fethu'l-Bârî
C . I , s. 1 0 5 - 1 1 0 , Mısır, B u l a k baskısı 1 3 0 0 - 1 3 0 1 ; Sahîku'l-Buhârî,
d u n , Şifân's-Sâil Ehî Dâvud, C . I I , s. 175, K e s t e l i y e baskısı, tarihsiz.
âyet:
li TehzîbVl-Mesâil,
1957; Alî H a s a b a l l a h ,
anılan eser,
M u h a m m e d b. T a v i t at -Tancî
li Şerh SahîhVl
C. I , s. 18; İbn H a l
önsözü, s. N z , İstanbul
s. 58.
17
şısına geçip oturdu ve oha şöyle dedi: " Y a Muhammedi İslâm n e d i r ? " Peygamber: "İslâm, Allah'ın birliğine, Muhammed'in O'nun elçisi oldu ğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu t u t m a k , kudretin yettiği takdirde Beytullah'ı haccetmektir" dedi. A d a m doğru söyledin dedi ve sordu: "İmân n e d i r ? " Peygamber cevap v e r d i : "İmân, Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gü nüne, Kader'in i y i veya kötü, tatlı veya acı Allah tarafından olduğuna inanmaktır". Doğru söyledin dedi ve sordu: "İhsan n e d i r ? " Peygamber, "İhsan, Allah'a O'nu görür gibi ibadet etmekdir. Sen O'nu görmüyor san da O seni görüyor." dedi.... A d a m ayrıldıktan hemen sonra H z . Peygamber, arkanıza dönün ve ona bakın dedi. B i r de baktık k i , ne adam var, ne de ondan herhangi b i r eser! Bunun üzerine Hz. Peygamber bize dönerek, " B u C i b r i l i d i ; size dininizi öğretmek için gelmişti" d e d i " . 53
rolü de büyük olmuştur. Onlara göre, Kur'an-ı Kerîm veya hadîslerde varid olan "çeşitli anlamlı" veya " K a d e r ' l e ilgili âyet ve hadîslerin yorumunu yapmak, bunlar üzerinde tartışmak veya f i k i r yürütmek, müslümanları hataya düşürebilir ve selefin yolundan ayırabilirdi. O halde takip edilmesi gereken en doğru y o l , yalnız rivayetlere bağlı k a larak, nassların taşımış olduğu zahirî mânaların dışma çıkmamaktı. Onlar b u konuda şöyle diyorlardı: " B i z Allah'ın varlığma ve birliğine inanıyoruz. Lâfızların daha ileri mânasına gitmek bizi hataya düşüre bilir. Esasen bundan fazlasını bilmek de bize farz değildir. B i z i m mükel lef olduğumuz şey, sadece habere olduğu gibi inanmaktır. Eğer b u ha berleri t e v i l veya tefsir yoluna gidecek olursak, b u mânalar ve sözler, bizim kavlimiz^ olmaktan ileri gidemiyecektir. Oysa bunlar "Allah'ın K a v l i " d i r . B i z i m kavlimiz ise, daima hataya mâruzdur. O halde b u gibi hareketlerden şiddetle kaçınmamız lâzımdır" . 34
Hz. Peygamber'in devrini takip eden H ü l e f â-i R a ş i d î n devri, özellikle üçüncü halife O s m â n b . A f f â n <Ölm. H . 3 5 / M . 655)'ın devrine kadar nispeten sakin geçmiş, Peygamber devrinde olduğu gibi, akideyle ilgili hususlar münakaşa konusu yapılmamıştır. Esasen .bu de virde müslümanlar, bütün güçlerini daha çok İslâmiyetin genişleyebilmesi ve kuvvetlenebilmesi için yapılan savaşlara hasretmişler, dolayısiyle b u gibi meselelerin münakaşasına fırsat dahi bulamamış lardır. Sonra H z . Peygamber'in devrine hâkim olan zihniyeti olduğu gibi devam ettirmek isteyen muhafazakâr müslümanların b u konudaki 53 B u hadîsin bize öğretmiş olduğu diğer önemli b i r husus d a , insanların
imanca bir
birlerine eşit olmadıkları k e y f i y e t i d i r . Gerçekte i n s a n l a r , gerek Islâmiyeti b i r akide olarak k a bulde ve gerekse onun getirmiş olduğu hükümlerle a m e l etmekte çeşitlidirler. O halde, onların d a A l l a h katındaki dereceleri, imanları v e amelleri nisbetinde çeşitli olmalıdır; kendilerine dere celeriyle mütenasip isimler verilmelidir. İşte b u n d a n dolayı b u hadîs, müslümanları genel olarak üç
dereceye
ayırmaktadır:
1- " İ s l â m " derecesi: İslâmiyetin beş şartım k a b u l eden h e r i n s a n b u dereceyi ihraz etmiş v e kendisinin " m ü s l i m " v e y a " m ü s l ü m a n " adıyla anılması hakkım kazanmıştır. H z . P e y g a m ber bazı hadîslerinde, "İslâm'ın b i r i şehadet, diğeri a m e l , yâni bedenî hareketler o l m a k üzere i k i unsurdan
meydana
geldiğini
zikretmiştir.
2 - " İ m â n " derecesi: B u derece, insanın d u y g u l a n a c a k derecede sağlam v e k u v v e t l i b i r i n a n c a sahip olmasıdır. İmân, yalnız k a l p l e , yâni r u h l a ilgili olduğundan dış görünüşü y o k t u r . B u i t i b a r l a , k i m i n gerçekten imân sahibi olduğunu a n l a m a k mümkün değildir. H a l b u k i , " İ s l â m " m b i r u n s u r u da amel olduğundan, b u n u n l a ilgili bedenî hareketleri yerine getiren h e r i n s a n , sırf b u dış görünüşe göre, " m ü s l ü m a n " sayılır. O halde böyle b i r inancın " İ s l â m " derecesinden üstün olması, sahiplerine de " m ü ' m i n " admın verilmesi 3 - ncü v e en üstün derece i s e , " I h s â n "
adalet-i ilâhiye iktizasındandır.
derecesidir k i b u derece s a h i b i , yâni "mulısin"in
imanını t a m olarak yaşamasıdır. R a b b i n i görür gibi O ' n a i b a d e t etmesidir. Gazzâlî b u n l a r a "ayn Ehli'l
al-yakîn"
v e "haklı al-yâkîn"
-İslâm va'z -Zandaka,
adını v e r m e k t e d i r . B k . al-Gazzâlî, Fay solu t-Tafrika
s. 82, Mısır 1 3 2 5 / 1 9 0 7 ; al-Kavâid
1
al-Aşara, s. 96, Mısır 1343; İbn
Haldûn, anılan eser. s. N z ; D r . Hüseyin A t a y , anılan eser, s. 3-4.
18
beyne
Selefin b u t u t u m u n u teyid eden birçok haberler vardır. Biz bura da sadece, ehemmiyetine binaen birkaçına temas etmekle yetineceğiz: B i r gün M â l i k b . E n e s (Ölm. H . 179/M. 795)'e b i r adam gelerek, "Rahman Arşa istiva etti" âyetindeki "istiva" m n keyfiyetini sorun ca, derhal Mâlik'in başı yere düştü; alnında ter taneleri birikmiş oldu ğu halde b i r müddet sonra başını kaldırarak: "îstivâ meçhul değildir; keyfiyetini anlamak mümkün değildir; ona inanmak vaciptir; onun hakkında'soru sormak b i d a t t i r ; dedi ve adamın, bulunduğu meclisten derhal atılmasını e m r e t t i " . Keza, ayni âyet hakkında Mâlik b. Enes'i n hocası, R a b î a t u ' r - R a ' y (Ölm. H . 136/M. 753)'e ne düşündüğü sorulunca, Mâlik'in cevabına benzer b i r cavap vermiş ve şöyle demiş t i r : "İstivâ'nın keyfiyeti meçhuldür. İstivâ gayri mâkuldür. Bana ve sana düşen ona m u t l a k imandır" . 5 5
50
57
Halife Ö m e r b . a l - H a t t â b (Ölm. H . 2 4 / M . 644)'m " K a d e r " konusundaki t u t u m u , b u devire hâkim olan düşünceyi belirtmesi vet e y i d etmesi bakımından önemlidir: Hicretin 17 nçi yılında Şam sefe rine çıkan Halife Ömer, orada bir veba salgıniyle karşılaşınca derhal kendisiyle birlikte askerlerinin de geri çekilmesini emretmişti. Bunun üzerine E b û U b e y d e b. a l - C e r r a h kendisine, "Allah'ın kaderinden m i firar ediyorsun?" Dediği zaman ona verdiği cevap gayet i l g i çekici olmuş t u r : " E v e t Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyorum" . 58
54 B k . I b n u ' l -Arabî, anılan eser, s. 5. 55 Tâhâ Sûresi,
âyet: 5.
56 B k . al-Beyhakî, Kitâb al-Esmâ va's-Sıfât, 57 B k . al-Beyhakî, ayni eser, s. 4 0 8 - 4 0 9 .
s. 408, Mısır 1358.
58 B l ^ Taberî, TarîhuH -Umem va'l-Mulûk, C . I I , s. 1 5 8 - 1 5 9 , K a h i r e 1 3 5 7 / 1 9 3 9 ; İbn al-Esîr, al-Kâmil fi't-Tarîh, C . I I , s. 392, Mısır 1349.
19
İşte selefin, başka b i r deyimle hadîs ehli veya nakilcilerm itikadı konulardaki t u t u m u b u merkezde i d i . Onlar daha sonraları b u düşün celerinde o kadar ileri gittiler k i , kendilerinden başka türlü düşünen, nassları yorumlayan, aklî deliller kullanan bütün bilginlere karşı cephe alarak, onları zındıklıkla, bidatçılıkla i t h a m etmekten bile çekinme mişlerdir. 59
Selef dediğimiz b u cereyan sahipleri, kendi görüşlerini genel olarak şu noktalarda topluyorlardı: 1 - Takdis: Allah'ı, cismiyct vesaire gibi şanına lâyık olmayan her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmek. 2 - Tasdik: Kur'an-ı Kerîm ve hadîslerde v a r i d olduğu gibi, Allahın bütün kemal sıfatlarını münakaşa etmeden veya b u konuda herhangi b i r yorumda bulunmadan olduğu gibi kabul etmek ve bunlara iman etmek. 3 - Aczi itiraf: Kur'an-ı Kerîm veya hadîslerde geçen müteşâbih ve benzeri gibi nassların karşısında aczi i t i r a f etmek ve bunların mâna larını araştırmanın kendi görev ve yetkilerinin sınırını aştığına inan mak. X
4 - Sükût: B u gibi nasslar hakkında som sormamak, münakaşa yap mamak ve t a m b i r sükutu ihtiyar etmektir. Çünkü b u konularla ilgili herhangi b i r soru, herhangi b i r tartışma akidenin zayıflamasına, tehli keye girmesine sebep olabilir. Hattâ bazı hallerde sahibini bilmiyerek küfr'e kadar da götürebilir. 5 - îmsâk: B u gibi nasslar üzerinde aklî istidlâl veya teviller yap mamak, yorumlarda bulunmamak. 6 - Kef: K a l b i bozacak her türlü düşünce ve araştırmadan kaçın mak. 7- Teslim: Marifet ehline kendini teslim etmek, b u konuda onla rın şerh ve izahlarına tereddüt etmeksizin u y m a k . 60
G a z z a l î (Ölm. H . 505/M. 1111) gibi hür düşünceli bazı büyük İslâm bilginlerinin dahi, zaman zaman kendilerini kapılmaktan k u r taramadıkları selefin b u muhafazakâr cereyanı , henüz gelişmekte 61
59 B u cereyanı açık b i r şekilde belirten v e en büyük Kelâm bilginlerini d a h i i t h a m eden rivayetlerle dolu birçok eşeler telif edilmiştir. -Kelâm va Ehlihi,
C a v z i y y e , îgâsetuH-Lehfân,
C . I I , s. 139,
60 B k . Gazzâlî, Îkâmu'l-Avâm Ehli
Sünnet Kelâmında
Eş'arî
Kahire
misâl için
bk.
al-Herevî,
Zemmu'l
1939.
an llmi'l-Kelâm,
Mektebi,
61 B k . Gazzâlî, ayni eser, s. 4.
20
Bunlara
llâhiyat F a k . K t . Y a z m a N o : 7614. Kezâ b u k o n u için b k . İbnu'l-Kayyim a l -
s. 1 0 - 1 1 ,
s. 4 - 5 , İstanbul 1287; D r , Lûtfi Doğan,
Ankara
1961.
ve yeni yeni filizlenmekte olan İslâmiyetin gerektirdiği şartlar icabı, başlangıçta belki doğru olabilirdi. Esasen daha Önce de söylediğimiz gibi, gerek Hz. Peygamber ve gerekse onu takip eden Hülefa-i Raşidîn devirlerinde itikadı konularda ısrarla takip edilen t u t u m l u yolun ana hedefi de bundan başka b i r şey değildi. Fakat zamanla cihanşümul bir din halini alan, birçok yabancı din ve kültürleri içine alan İslâm topluluğu, özellikle alda ve düşünceye büyük b i r önem ve değer veren İslâm dini b u nazariyelerin mahkûmu olamazdı. N i t e k i m , b u muhafazakâr cereyana karşı duran, onun b u t u t u m u na şiddetle hücum eden, nassların aldın ışığı altında ilmî b i r şekilde yo rumlanmasını ve açıklanmasını öngören akılcı b i r cereyan meydana Çıktı. Bunların sistemli ve devamlı hücumlarına mâruz kalan E h l i Sün net, başka b i r deyimle Nakilciler, zamanla eski klâsik tutumlarını de ğiştirmek ve gelişen, her an değişme istidadı gösteren yeni İslâm toplu munun zorunlu kıldığı şartlara uymak mecburiyetinde kaldılar. İşte bunun b i r sonucu olarak da Sünnî Kelâm Sistemi doğmuş oldu. Yukarıda örneğini verdiğimiz Herevî gibi, bazı muhafazakâr İslâm bilginlerinin, başlangıçta Kelâm i l m i n i ve onunla iştigal edenleri şiddetle yermeleri ne, hattâ onları bidatçılıkla, zındıklıkla i t h a m etmelerine rağmen, b u gün elimizde mevcut Kelâmla ilgili eserlerin, hemen hemen hepsinin daha giriş kısmında b u i l m i n en şerefli, en üstün b i r b i l i m olduğunun ısrarla kaydedildiğini görürüz. Tabiî olarak b u , gelişmenin ve deği şen şartların b i r icabıdır. Başlangıçta şiddetle kaçınmalarına rağmen, bugün akla uygun ve nassların gerçek anlamlarına halel getirmeyecek şekilde t e v i l yapmıyan E h l i Sünnet âlimi hemen hemen yok gibidir. 62
Şüphesiz, Naldlcilerin karşıt k u t b u n u teşkil eden ve b u gelişmede en büyük rolü oynayan akılcıların başında, Kelâm i l m i n i n i l k esaslarını koyan, onu gerçekten sistematik b i r b i l i m haline getiren M u t e z i l e fırkası b u l u n u y o r d u . Konumuzu teşkil eden b u fırkanın b u babtaki büyük hizmetlerinden ileride tafşilatiyle bahsedilecektir. Ancak burada şunu ifade etmek isteriz k i , Mutezile fırkasının doğuşunu hazırlayan faktörlerin başında gerek itikadı, gerekse siyasî, İslâm camiasında zaman zaman zuhur eden birtakım ihtilaflar yer almaktadır. Buraya kadar, b u ihtilafların b i r yüzünü teşkil eden itikadî konuların, Cahiliyye ça ğından Üçüncü Halife Osman'ın devrine kadarki durumundan özet olarak bahsetmiş bulunuyoruz. Bundan sonraki duruma, özellikle Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle meydana çıkan duruma, Mutezilenin do63
62 B k . Zemmu'l
-Kelâm
ve Ehlihi,
Yazma,
63 B k . M u h a m m e d Ebû Z a h r a , al-Mezâhibu'l-tslâmiyye, -Mezâhib al- îslâmiyye,
s. 19, Mısır, t a r i h s i z ;
Tarîhu'l
C . I , s. 14, Mısır, t a r i h s i z ; Taftazânî, Şerhu'l-Akâid, s. 16, İstanbul 1308.
21
ğuşuna tesir eden faktörlerden bahsederken temas edilecektir. Ancak b u konuyu kapatmadan önce, daha Hz. Peygamberin hastalığı sırasın da zuhur eden ve başlangıçta basit gibi görünmesine rağmen, daha sonraları müslümanlar arasında çıkan büyük ihtilafların, dolayısiyle vücut bulan çeşitli fırka ve mezheplerin gerçek b i r nüvesini teşkil e t t i ğine inandığımız birtakım ayrılmalara kısaca temas etmenin, konuyu tamamlaması bakımından, faydalı olacağı kanısındayız. "İlk İhtilâflar'''' adını verebileceğimiz b u avrılmalar, özet olarak şu noktalarda toplanıyordu: 1 - îbn Abbas'tan rivayet edilen b i r hadîse göre: H z . Peygamber i n vefatlarına sebep olan hastalıkları şiddetlendiği zaman, yanında b u lunan ashabına: "Bana b i r kalem ve kâğıt getirin, size son vasiyetimi yazdırayım k i , benden sonra ihtilafa ve sapıklığa düşmeyesiniz" d e d i . Bunun üzerine orada bulunan müslümanlar arasında birtakım ihtilaflar başgösterdi. Onlardan bazıları, Peygamber'in bu sözlerinin ancak geçir mekte olduğu hastalığın şiddetinden hâsıl olan ateşin veya geçirmiş oldu ğu bir krizin tesiriyle söylenmiş olabileceğini, esasen kendilerine K u r ' a n ve Sünnetin rehberlik edeceğini, binaenaleyh böyle bir şeye lüzum ol madığını söylerken, diğer b i r kısmı da onun b u son emrinin yerine geti rilmesinde ve vasiyetinin yazıyla tesbit edilmesinde İsrar ediyordu. Pey gamber'in huzurunda çıkan b u münakaşanın büyümeğe istidat göster diği ve gürültülerin çoğaldığı b i r anda, bazı sahabîler, acaba Peygamber bunları gerçekten hastalığının tesiriyle m i söyledi? Kendisine b i r daha soralım, diyorlar. A y n i haberde, yapılan b u istifsarın sonucunda Pey gamberin kendilerine: "Beni kendi halime bırakın; benim şimdi b u l u n duğum yer, sizin beni çağırdığınız yerden daha i y i d i r " ; başka b i r r i v a yette de: "Yanımdan uzaklaşın, benim yanımda münazaa etmek u y gun değildir" dediği ve daha sonra da kendilerine üç vasiyette b u lunduğu, bunlardan birisinin, Arap Yarımadasında hiçbir gayri müslimin ikametine müsaade edilmemesi; diğerinin, çeşitli kabileler tarafından gönderilen elçilerin kendi zamanında olduğu gibi hürmetle, nezaket le karşılanmaları ve kendilerine lâyık b i r şekilde ağırlanmaları; üçüncü04
6 5
6 6
61. B k . Taberî, Tarîhu'l—ilmem,
C . I I , s. 4 3 6 ; Sahîhu'l-Buhârî,
C . V I I , s. 9;
al-Câmiu's-Sahîh, C . I I I , s. 125, K a h i r e 1 3 7 5 / 1 9 5 5 ; Mevlâna Şiblî, İslâm Tarihi
(Asr-ı
Müslim, Saadet),
Çev. Ömer Rıza (Doğrul), C . I I , s. 7 5 8 - 7 5 9 , i s t a n b u l 1 3 4 6 / 1 9 2 8 ; Herevî, ayni eser, C . I , V . 30 B . 65 B u düşüncede olanların başında, o a n d a orada b u l u n a n H z . Ömer b u l u n u y o r d u . O , P e y g a m b e r ' i n , b e l k i de i y i düşünmeden v e y a şuuruna sahip o l m a d a n vereceği k a r a r l a r , dinî meseleleri tehlikeye sokar, k a n a a l m d a i d i . B k . C. B r o c k e h n a n n , anılan eser, s. 3 6 ; Şiblî, anılan eser, C . I I , s. 759. ' 66 B k . Sahîhu'l-Buhârî,
22
C . I , s. 37; C . V I I , s. 9; C . V I I I , s. 161.
sünün ise, râvisi tarafından unutulduğu veya kasden
söylenmediği
zikredilmektedir . 61
B u rivayetler, daha sonraları E h l i Sünnet ile Şiîler arasında büyük bir i h t i l a f konusu olmuştur. Şiilere göre, Peygamber kalem ve kâğıt istemekle, vasiyetini yazdırmak istemiş ve H z . A l i ' n i n kendisine halef tâyin etmiş olduğunu anlatmak istemiştir. E h l i Sünnet ise, b u konuda Peygamber'in _ o sıradaki halet-i rulıiyesinin tesiri altında b u sözleri söylediğini, Kur'an-ı Kerîm'in tamamlanmasiyle yeniden kaydedile cek b i r şey kalmadığını, esasen " bu gün size dininizi tamamladım" 63
âyet-i kerîmesinin b u n u teyid ettiğini, b u itibarla H z . Ömer'in Peygam ber'in fazla rahatsız edilmesini istemediğini söylemek suretiyle Şiî' lerin tezini çürütmeye çalışmışlardır. H z . Â i ş e ' d e n gelen ve Peygamber'in son saatlerinde herhangi bir talimat veya b i r halef tâyin etmediğine dair diğer b i r haber de E h l i Sünnetin b u görüşünü teyid eder mahiyettedir . Başka b i r varyantta da H z . Peygamber'in ancak Kur'an-ı Kerînı'i vasiyet ettiği zikredil mektedir . 69
70
2 - H z . Peygamber'in, henüz çok genç ve tecrübesiz olan Ü s â m e b . Z e y d (Ölm. H . 54 / M . 673)'i Suriye seferine çıkacak İslâm ordusu nun kumandanlığına tâyin etmesi, müslümanlar arasında hoşnutsuzluk yaratmıştı. Onun dirayet ve k u d r e t i hakkında şüphe ediliyordu, özel likle, ordu daha sefer hazırlığı ile meşgul iken Peygamber'in âni has talığı müslümanların endişesini bir k a t daha arttırmıştı. B u durumu haber alan ve ordunun da sefere çıkmakta geciktiğini gören Peygamber, şiddetli rahatsızlığına rağmen mimbere çıkarak müslümanlara: "Üsâme'nİn ordusu derhal sefere çıkacaktır; siz b u gün Üsâme hakkında söylediklerinizi, daha önce onun babası Z e y d hakkında da söyle miştiniz; eğer babası tâyin edildiği vazifeye lâyık idiyse, Üsâme de onun kadar b u göreve lâyıktır" dedi. Bundan sonra evine dönen Pey gamber'in hastalığı daha da vahîmleşmişti. Ashab ne yapacağını b i l miyordu. B i r kısmı Peygamber'in emrine uymayı tavsiye ederken, b i r kısmı da Muhammed'in hastalığı arttı; onu nasıl b u halde bırakıp gi deriz; b i r müddet daha neticeyi bekliyelim, diyorlardı. Fakat H z . 7 1
67 B k . Taberî, anılan eser, C . I I , s. 436 v d . ; Şiblî, anılan eser, C . I I , s. 7 5 9 - 7 6 0 . 68 Mâide
Sûresi,
69 B k . Sahihu'l (Yalçın),
C. V I I I ,
s.
âyet:
4.
-Buhârî, C . I I I , s. 186; L . C a e t a n i , İslâm Tarihi, 37-38,
İstanbul
Çev. Hüseyin C a h i t
1924-1927.
70 B k . C a e t a n i , ayni eser, C . V I I I , s. 38; Buhârî, C . I I I , s. 186. 71 Z e y d b. al-Hârise, H . 11 / M . 632 yılı martında M u t a ' d a şehid düşmüştür. B k . C . B r o c k e i m a n n , anılan eser, s. 3 5 - 3 6 .
23
E b û B e k i r ' i n Peygamber'in emrine uyulmasının zarurî olduğu f i k r i üzerinde ısrar etmesi, onun emrine uymanın her zaman hayırlı ve be reketli sonuçlar verdiğini açıklaması üzerine Usâme ordusu hareket etti . 72
3 - H z . P e y g a m b e r ( ö l m . H . 1 1 / M . 632) vefat edince müslümanîarm b i r kısmı k o r k u ve ümitsizliğe kapıldılar. Hattâ bazıları onun öldüğüne ve ölebileceğine inanmak istemiyorlardı. H z . Ömer gibi dini bütün bir islâm büyüğü bile, kendisini b u cereyana kaptırmış ve büyük bir telaş ve heyecan içinde şöyle d i y o r d u : " K i m Hz. Muhammed öldü derse, onu şu kılıcımla öldürürüm. O ancak Meryem'in oğlu İsâ'nm göğe kaldırılışı gibi semaya yükselmiştir". Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir der hal işe müdahele ediyor ve mimbere çıkarak mescidde toplanan müslü¬ manlara, Peygamberin de diğer insanlar gibi öleceğini bildiren şu âyeti okuyor: "Ey Muhammed! Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler'" ve şöyle diyor: " K i m Muhammed'e tapıyorsa, bilsin k i o artık ölmüş tür. K i m Muhanımed'in Allah'ına ibadet ediyorsa, bilsinki O diridir, hiç Öİmiyecektir" ve hemen arkasından da "Muhammed ancak bir Peygamberedir. Ondan önce de Peygamberler geçmişti, ölür veya Öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye donen, Allah'tı hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir" âyetini okuyor. Hz. Ebû Bekir'in sarsılmaz b u inancı ve kudreti sayesinde müslümanlar mutlak b i r şaşkınlık ve sapıklıktan kurtulmuş oluyorlar. Hattâ Hz. Ömer, "Ebû Bekir b u âyeti okuyuncaya kadar, sanki daha önce onu hiç duymamış g i b i y d i m " demekten kendisini alamıyor . 73
7 4
75
dildiği yer olması gerekçesiyle Kudüs'e gömülmesini istiyordu. Müna kaşaların büyüdüğü b i r sırada H z . Ebû Bekir'in müdahele edip Pey gamber'in, "Peygamberler ancak öldükleri yerde d e f n e d i l i r l e r " hadîsini okuması ile müslümanlar sükûnet buluyor ve ittifakla Hz. Muhammed'in öldüğü yer olan H z . Aişe'nin odasına gömülmesine karar veriliyor . 77
73
5 - Hz. Peygamber'in vefatından sonra müslümanların karşılaştıkları en önemli ihtilaf konularından b i r i de imâmet meselesi olmuştur. Ansâr "Sakîfe Benî Saide" mevkiinde toplanarak, imamın kendilerinden ol ması gerekçesiyle S a ' d b . U b â d e ' y e biat etmek isterken, Kurcyşliler de halifenin ancak kendilerinden olabileceğini söylüyorlardı. Üçün cü b i r gurup ise, b u mühim makamın Peygamber'in mensup bulunduğu Benî Hâşim'den başkasına t e v d i edilemiyeceği f i k r i n i ileri sürerek, hila fet makamına A l i b . E b î Tâlib'in getirilmesini i s t i y o r d u . B u konuda yapılan münakaşalar o kadar şiddetli oluyordu k i , hattâ bir ara kılıç çekenler bile oldu. B u dununu haber alan Ebû Bekir ile Ömer'in toplantı mahalline yetişmeleriyle, patlak verecek olan büyük b i r badi renin önüne geçilmiş oluyordu. Zira Ebû Bekir her zaman olduğu gibi, büyük dirayet ve kudreti ile burada da duruma hâkim olmuş ve toplan tıda bulunanlara Peygamber'in, "İmamlar Kureyşliler arasından o l u r " anlamındaki hadîsini okumuş ve onlardan b u hadîse uyularak Kureyşlilerden b i r i n i imam olarak seçmelerini istemiştir. Bunun üzerine mesele daha çok büyümeden kapanmış ve E b û B e k i r ' e biat edilmiştir . 79
80
81
76
4 - H z . P e y g a m b e r ' i n defnedileceği yer konusunda da ihtilaf edildi. Ashabdan bazıları, bilhassa muhacirlerin ileri gelenleri onun doğduğu, büyüdüğü, kendisine i l k defa risaletinin tebliğ edildiği, İ s m a i l (A. S.) gibi ecdadının son ikametgâhı, özellikle müslümanların gece ve gündüz teveccüh etmiş oldukları BeytuHah'ın bulunduğu yer olması sebebiyle Mekke'ye gömülmesini isterken, Ansâr'da hicret ve nusret yeri olması hasebiyle Medine'ye defnedilmesinde İsrar ediyordu. Başka bir gurup ise, ceddi H z . İ b r a h i m ' i n ve diğer Peygamberlerin defne-
B u mesele başlangıçta hernekadar halledilmiş gibi göründüyse de, gerçeğin böyle olmadığım bize daha sonraki devirler açık b i r şekilde göstermiştir. Zira İslâm t a r i h i boyunca müslümanları en çok meşgul eden, Özellikle zaman zaman devletin başına büyük gaileler açan, onu tehlikeli durumlara sokan başlıca mesele, imamet konusu olagelmiş t i r . Hattâ, b u meseleyi devletin otoritesine karşı gelmek, onun meş ruiyetini tanımamak için b i r vesile olarak kullanmak isteyenlerin yanı sıra, bunu, aslında talî b i r mesele olmasına rağmen, itikadî b i r konu 8 2
77 B u hadîsin çeşitli varyantları için b k . İbn S a ' d anılan eser, C . I V , s. 108 v d d . :
72 B i t . î b n Hişâm, as-Sîrelu'n-Nebevİyye, Buhârî, C . I V , s. 213; Sahih Müslim, 73 Zümer
Suresi,
74 B k . Sahİhıil 75 Âl-i
tmrân
âyet,:
194.
80 B k . Muslİm. al-Câmiu's-Sahîh,
144.
Beynel
81 B k . Aş-Şehmtânî, al-Milel -Firak,
s. 1 4 - 1 5 ,
K a h i r e 1367/1948;
İbn S a ' d , at-
C , I V , s. 8 2 - 8 8 , K a h i r e 1358; Ebû'l - M u z a f f e r al-îsferâyhıî, at-Tabsîr
Din, s. 12, K a h i r e 1359/1940; at-Tabeıî, anılan eser, C . I I , s. 442 v d d ; İbn. C. I V , s. 3 0 5 - 3 0 6 ; M u h a m m e d al-Hudarî B e y , Muhadarât Tarîhİ'l -Umem,
24
anılan eser, s. 12; al-Bağdâdî, anılan eser,
C . I , s. 36, K a h i r e
Hişâm,
fVd.
al-îslâmiyye,
C . V I , s. 2 - 4 ; Sahihul
C.
al-İsferâyinî,
Va'n- Nihal,
C . I , s. 2 6 - 2 7 . -Buharı,
C . I , s. 24, K a h i r e
C. V I I I ,
104-105.
1381/1961;
al-Eş'arî,
anılan eser, C . I , s. 3 9 - 4 1 ; L . C a e t a n i , anılan eser, C . V I I I , s. 6 1 - 6 4 ; İbn Hişâm,
anılan eser,
I V , s.' 3 0 6 - 3 1 2 .
anılan eser,
C . I , s. 157.
1369/1950,
s. 15, Şiblî, anılan eser, C . I I , s. 769.
79 B k . M . Ebû Z a h r a , Tarîhu.'l-Mezâhtb
C . I V , s.
âyet:
76 B k . al-Bağdâdî, al-Fark Tabakâtul-Kübrâ,
C . V I I , s. 1 3 0 - 1 3 1 ; Şiblî, anılan eser, C . I I , s. 762.
78 B k . al-Eş'arî, Malcalâtul-Islâmiyyîn,
30.
-Buharı, Suresi,
C . I V , s. 2 9 9 - 3 0 0 , Mısır 1 3 5 5 / 1 9 3 6 ; Sahîhu'l-
82 B k . al-Bağdâdî, anılan eser, a. 1 5 ; al-Eş'arî, anılan eser, al-Milel,
C . 1, s. 38;
aş-Şehristânî,
C. 1, s. 24.
25
haline getirmek suretiyle sırf kendi kişisel menfaatlerine âlet etmek isteyen bazı insanların mevcudiyeti her devirde görülmüştür. 6 - Hz. Peygamberim vefatından sonra bazı kimseler zekât ver mekten imtinâ ettiler.Bunun üzerine, bunlar hakkında takip edilmesi gereken yol hususunda Sahabî'ler ihtilafa düştüler. B i r kısmı bunlarla harbetmenin doğru olmayacağını söylerken, diğer bir kısmı onlarla savaşmanın zarurî olduğu f i k r i üzerinde ısrar ettiler. Birinci görüşü savunan Hz. Ömer, ikinci tezin sahibi Hz. Ebû Bekir'e: "Peygam ber " A l l a h ' t a n başka Tanrı y o k t u r , deyinceye kadar insanlarla sa vaşmak için emrolundum; bunu söyledikleri an, benim için malları ve canları dokunulmaz o l u r " dediği halde sen nasıl olur da bunlarla savaşırsın?" dediği zaman, Ebû Bekir ona cevaben: " E v e t , ama H z . Peygamber hemen bu hadîsin arkasından "ancak hakkiyle söyleyenler" demedi m i ? B u n u hakkiyle söylemenin b i r şartı da şüphesiz namaz kılmak ve zekât vermektir ; onlar b u vecibeleri hakkiyle yerine getirmedikçe, bu dokunulmazlığa kavuşmuş olamazlar. B u itibarla namaz ile zekâtı birbirinden ayırmak isteyen b u gibi insanlara karşı sonuna kadar müca dele etmek, benim başlıca ödevlerimden b i r i d i r " dedi. Neticede, Ebû Bekir'in b u rivâyeti ve görüşü, gerek Ömer ve gerekse başlangıçta onun düşüncesinde bulunan müslümanlar tarafından doğru bulunarak, zekât vermek istemiyenlerle mücadele edilmesi kararlaştırıldı . 83
84
Bunlardan başka b u devirde, Fedek ve Kur'an'ın toplanması gibi daha bazı mevzularda da i h t i l a f edildi. Keza, daha Hz. Peygamber i n ölümünden önce ve sonra vukua gelen hazı i r t i d a d olayları, özellikle 85
85
Tuleyha b. H u v e y l i d , Müseyleme al-Kezzâb ve Secah bint al-Hâris gibi Peygamberlik iddiasında bulunan birtakım insanların meydana çıkması, müslümanları b i r hayli uğraştırdı. Fakat bütün bunlar, o zamanki müslümanların azim ve gayretleriyle, daha çok genişlemeye fır sat bulamadan önlendi. Esasen b u ihtilaflar, daha önce de söylediğimiz gibi, daha çok fıkhı ve fer-î meseleler etrafında toplanıyordu. D i n ' i n esası ve akidenin hütünlüğü hakkında - bazı i r t i d a d olayları hariçciddî b i r i h t i l a f y o k t u . 87
88
Bununla beraber b u kıpırdanışlar, her ne kadar basit de görünse, müslüman topluluğunun geleceği hakkında bize ışık t u t a n birer belge mahiyetinde olmuştur. Büyük b i r ihtimalle Hz. Peygamber, daha ha yatta iken b u istikbali görmüş ve çeşitli varyantlarla nakledilen "Be n i m ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; bunların bir tanesi hariç, hepsi Cehennem'e gidecektir. Kurtulacak olan benim ve ashabımın yolun da olan fırkadır" ", hadîsini irad buyurmuş olacaktır. 6
B u hadîs'in sağlamlık derecesini incelemek veya çeşitli varyant larını araştırmak konumuz dışındadır. Şu kadar var k i , gerek sahîh, gerekse muallel olsun, daha sonraları İslâm camiasında h u hadîsin mâna ve ruhuna uyan bir durumun hâsıl olduğu gözümüzün önünde bir gerçek olarak durmaktadır. İşte bundan sonra plâna göre inceleyeceğimiz konu, b u durumun ortaya çıkardığı bariz örneklerden birini teşkil etmektedir.
83 B u hadisin birçok varyaritları vardır. B k . Sahîhıı'l-Buhârî, C . I I , s. 1 0 9 - 1 1 0 ; Müslim, al-Câmiu's-
Sahih,
C . I . s. 3 8 - 3 9 v e başlıca hadîs kitapları.
84 B k . aş-Şehristânî, anılan eser, C. T, S. 25; al-Eş'arî, anılan eser, C . I , s. 3 6 - 3 7 . 85 F e d e k , Medine'nin k u z e y i n e düşen küçük b i r Y a h u d i köyü i d i . H a y b e r vak'asında yahudiler mağlup olunca, k e n d i akibetleri hakkında endişe v e k o r k u y a k a p d a n köy halkı, b u rayı m u k a v e m e t e t m e k s i z i n , k e n d i rızalariyle H z . P e y g a m b e r ' e t e s l i m etmişlerdi. Böylece b u rası peygambeı-'in şahsî mülkiyetine, i n t i k a l etmiş oluyordu. O , hayatı b o y u n c a b u r a m n gelirini k e n d i ailesine ve " B e n î Hâşim " den muhtaç olanlara sarfetmişti. F a k a t k e n d i s i vefat, edince, b u mesele Müslümanlar arasında i h t i l a f k o n u s u oldu. Neticede " P e y g a m b e r l e r m i r a s bırakmak lar"
anlamındaki hadîse u y u l a r a k , b u y e r i n m i r a s olarak H z . F a t m a ' y a verilmesi r e d edildi.
Bk.
aş-Şehristânî, ayni
eser, C . I , s.
25.
86 Kur'an'ın toplanması meselesi, H z . Ebû B e k i r ile H z . Ömer arasında tartışma k o n u s u olmuştur. Ömer, hafızların harplerde ölüp sayılarının azalması dolayısîyle' k u r u l a c a k ehil b i r komisyona Kur'an'ın
t o p l a n m a işinin havale edilmesini isterken, Ebû B e k i r , H z . P e y g a m b e r
in h a y a t t a ikeri böyle b i r şey yapmadığı gerekçesiyle b u teklifi r e d e t m e k istedi. F a k a t , sonunda diğer müslümanların da ısrarı ile Ebû B e k i r i k n a edildi ve K u r ' a n ' m toplanmasına k a r a r v e r i l di. İşle bugün elimizde bulunan m e t i n , H z . Osman'ın hilâfeti sırasında toplanması t a m a m l a n a n Kur'andır. B k . C . îîrockelmann, amitin
26
eser., s. 6 6 ; Sahihai
-Buhârî
C . V I , s. 9 8 - 1 0 0 .
87 S a h t e Peygamberler k o n u s u için bakınız: C . Brockclmaıııı, al-Bağdâdî, anılan eser, B. 1 5 - 1 6 ; D r . B a h r i y e Üçok, İslâm Tarihinde
ayni
eser,
İlk Sahle
s.
47-48;
Peygamberler,
A n k a r a 1957. 88 B k . Y u s u f Z i y a (Yöriikan), Şehristâni, Darülfünun, İlâh. F a k . Mec.
Sene
2, Sayı:
5 - 6 , s. 208, İstanbul 1927. 89 B u hadîs'in çeşitli varyantları için bakınız: al-Bağdâdî, anılan eser, s. 9 b k . İbnu'lEsîr al-Cezerî, Câmiu'l-Usûl, Risâletun mine'l-Akâid fi Beyâni't-Firak
al- Muhtelife,
V . 2 A , Süleymaniye K t b . Lâleli Böl. Y a z -
m a , N o : 2 2 3 7 ; E b û M u h a m m e d Osmân b. A b d i l l a h b. a l - H a s a n al-trâki al-Hatıefî, al-l$lâmiyye,
vdd. Keza
C. X , s. 407, K a h i r e 1 3 6 8 / 1 9 4 9 - 1 3 7 4 / 1 9 5 5 ; aş-Şirvânî, Tarihti'l-Firak
V . 3 A - 4 A , Süleymaniye K t b . Y a z m a , N o : 791.
27
yönettiği menfî hareketlerin ve devlete karşı ayaklanmaların başladığı bu devreye gayri meşruluk vasfını vermek kanâatimizce doğru b i r h a reket değildir. B u olsa olsa belirli b i r gayeyi istihdaf eden versiz ve hak sız b i r isnattan başka bir şey değildir.
BİRİNCİ
BÖLÜM
MUTEZİLE'NİN DOĞUŞUNU H A Z I R L A Y A N S E B E P L E R Bunları genel olarak üç noktada
toplamak
mümkündür:
1 - Müslümanlar
ve siyasî
ihtilâflar:
arasındaki
dinî
Hz. Peygamber ve onu takip eden i k i halife devrinde müslümanlar arasında hüküm sürmekte olan sükûnet, birlik ve beraberlik Üçüncü Halife O s m a n b . A f f â n ' m müdafaasız ve muhakemesiz b i r şekilde öldürülmesiyle sona erdi. Onun hilâfet devresi, H . 23-29 / M . 643-649 ve 30-35 / 650-655 yılları arasında olmak üzere i k i kısma ayrılır k i , birbirine eşit olan bn i k i devreden birincisini teşkil eden i l k altı yıllık süre "iyi idare sistemi", diğeri ise" gayri meşruluk ve karışıklık" la va sıflandmlmıştır . 9ü
Biz burada, Hz. Osman'ın hilâfetinin ikinci yarısında fiilen başgösteren zıt cereyanların ve nihayet onun katliyle sonuçlanan hareket lerin nedenlerini inceleyecek değiliz. Esasen buna vaktimiz de müsait değildir. Ancak burada şunu ifade etmek isteriz k i , A b d u l l a h b . Se¬ be gibi b i r İslâm düşmanının, İslâm kisvesi altında kıyam edip bizzat
İstinad edilen sebepler ne olursa olsun, Hz. Osman'ın böylesine feci bir şekilde öldürülmesi, müslümanlar arasında büyük b i r anarşi yarattı. Daha Önce İslâm camiasında teessüs eden birlik ve beraberlik b u hâdi seyle iııkiraza uğradı. Müslümanlar arasında doğan ciddî ihtilaflar ve ayrılmalar, çoğu zaman taraflar arasında silahlı çatışmaya kadar vardı. H . 36 / M . 656 yılında vukua gelen Cemel vak'asında H z . Peygambcr'in damadı A H b . Eb.î T a l i b (Ölm. H . 41 / M . 661) ile eşi H z . Â i ş e ve taraftarları amansız b i r harbe tutuştu. Neticede H z . A l i zaferi elde etti. Fakat her i k i taraf t a büyük b i r zayiat verdi. H z . Âişe'ııin taraftar larından T a l h a ve Z ü b e y r gibi birçok İslâm büyükleri b u vak'ada öldürüldü. Aişe ise, meyus b i r halde Medine'ye döndü; orada münzevî bir hayata çekildi ve H . 5 9 / M . 678 yılında 64 yaşında olduğu halde hayata gözlerini kapadı . 92
Bundan sonra H . 37 / M . 657 yılında Sıffîn'de v u k u bulan A l i ve Muâviye (Ölm, H . 60 / M . 679) mücadelesi de hazin neticeler doğurdu , özellikle i k i taraf arasında cereyan eden savaşı durdurmak amaciyle hâkem .olarak tâyin edilen E b û M û s â a l - A ş ' a r î (Ölm. H . 6 0 / M . 657) ve A m r b . a l - A s (ölm. H . 4 3 / M . 663)'ın hükümlerinin her i k i tarafça da kabule şâyan görülmemesi, b u mücadelenin şiddetlenmesine ve buna ilâveten de yeni anlaşmazlıkların doğmasına sebep oldu. H a r i ciye fırkası işte b u savaşın sonucunda meydana çıktı. Şîa'nm aşırı b i r kolu olan Sebeiyye fırkası ise, daha önce zuhur etmiş ve Hz. Osman'ın 93
91
2 - H z . P e y g a m b e r ' i n v e H z . A l i ' n i n , öldükten sonra t e k r a r dünyaya riieû 90 B k . H . A . R . Gibb ve J . H . K r a m e r s , Ulhman
maddesi,
Shorter E a c y c l o p c d i a ot İs
l a m , s. 616 v d . , Leideıı ve L a n d o n 1961; G . L e v i Delta V i d a , Osman Ansiklopedisi, Cüz. 9 5 , s. 430, İstanbul
b. Affân maddesi,
İslâm
1962.
91 A b d u l l a h b. Sebe, annesine nisbetle İbnuVSavdâ lâkabİyle de amlmaktadır. K e n d i s i D a h a sonra Mısır'a giderek, orada O s m a n idaresinden müşteki olan kimselere i l t i h a k etmiştir. Mısır'dan Medine'ye gelen ve Osman'ın k a t l i n e sebcb olan 5000 kişilik h e y e t i n başında b u l u n muş v e k a t i hâdisesinde büyük b i r r o l oynamıştır. K e n d i s i , Şiiliğin aşın b i r k o l u olan Sebeiyye fırkasının k u r u c u s u , başka b i r deyimle " g u l â t " m mümessili sayılır. İbn K u t e y b e , O n u n Rafızî' Sebeiyye'nin
Rafızî'lerin
gulâlından
al-îsferâyinî,
olduğu f i k r i n d e d i r .
O n u n İslâm âleminde ihdas etmiş olduğu fitne v e fesadı kısaca üç gurupta toplamak müm kündür: 1- P e y g a m b c r ' i n A l i ' y i kendisine v a s i ve halef olarak tâyin etmiş olduğunu.ilk defa söy leyen odur. O n a göre, Peyganıber'den sonra A l i ' n i n i m a m e t i nass ile sabittir.
28
defa
ortaya
atan
edeceklerini
odur.
3 - H z . A l i ' n i n ölmediğini, o n u n göğe çekildiğini, gök gürültüler inin onun sesi, şimşeklerin onun k u d r e t v e s a t v e t i olduğunu, onda ilâhî b i r k u d r e t i n saklı bulunduğunu, en sonunda y e r
aslen yalıudi olup, S a n a ' d a doğduğu r i v a y e t edilir. H z . Osman'ın d e v l i n d e müslüman olmuştur.
lerden olup, i l k defa dinden çıkan kimse olduğunu söyler. K e z a , Ebû'l Muzaffer
ilk
yüzüne inerek dünyayı adaletle dolduracağını, kötülükleri kökünden kazıyacağını i l k defa söy leyen y i n e
b u adamdır.
K e n d i s i n i n A l i tarafından Medâuı'e nefyedildiği biünmekle ise de, hayatımn nasıl v e ne z a m a n sona erdiği meçhuldür. B k . M . T h . H o u t s m a , Abdullah
b. Saba maddesi,
s. 40, İst. 1950; al-Eş'arî, anılan eser, M u h a m m e d Muhyiddîn A b d u ' l 12; Navbahtî, Fıraku'ş-Şîa,
s. 20, İst. 1931; M . G . S .
İsi. A n s . C . I ,
-Hamîd ön
H o d g s o n , Abdullah
b. Saba,
sözü, s. 11¬ Encyclope
dia of İslam, N e w Serie, V , F a s . I , P . 51, L e i d e n 1954; İbn K u t e y b e , al-Maârif, s. 266, Mısır 1353/1934;
al-îsferâyinî, anılan eser, s. 7 2 ; D r . T a h a Hüseyin, ai-Fitnaiıı'i -Kiibrâ,
Osman,
C. I , s. 131 v d . , K a h i r e 1951. 92 B k . C . Brockelmamı, anılan eser,
68-69.
93 B k . Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu, anılan eser, s. 7 - 8 .
29
şelıid edilmesinde büyük bir r o l oynamıştı. B u itibarla b u fırka mensup larına Osman'ın gerçek katilleri nazariyle bakıldı. 54
İslâm âleminde zuhur eden b u fitne hareketleri gün geçtikçe geliş t i . B u yüzden müslümanların temiz kanları bol bol aktı. Daha önce görülmeyen büyük günahlar işlendi. İslâm dininin yasakladığı icram hareketlerine girişildi. Müslümanlığın en u l u ve en muhterem şahsiyet lerinden birçoğu b u hâdiselerde hayatlarını k a y b e t t i . İslâm birliği parçalanarak müslümanlar ufak ufak gurup ve fırkalara ayrıldı. Bunlar birbirlerini t e k f i r etmekten ve lânetlemekten çekinmedi. Fütuhat hare ketleri b u iç çekişmeler yüzünden durdu. Gerçekten durum çok nazikti. B u durumu gören bazı büyük d i n bilginleri buna i>ir çare arama, bir çıkar y o l bulma çabasına düştü. Her âlim, irtikâp edilen büyük günahlar hakkında K u r ' a n ve Sünnet'e dayanarak kendi görüşüne göre hükümler verdi; fakat verilen hükümler çelişti, düşünce ve görüşler ayrıldı; meseleyi halledecek b i r nokta üzerinde i t t i f a k edilemedi. Müslüman bilginlerini b u derece meşgul eden büyük günâhın mahiyeti ne idi? Şimdi onu görelim: Büyük günah (Kebîre) m i k i kısma ayrıldığında bütün İslâm bilginleri i t t i f a k etmektedirler. 1 - Allah'a şerik koşmak:
öldürme ile zina suçuna terettüp eden günah ve cezanın, diğerlerine nazaran daha büyük olmasıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerîm b u i k i hususu hemen Allah'a ortak koşma fiilinden sonra zikretmektedir: "O kimseler ki, Allah'ın yanında başka Tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zinâ etmezler.." . A y e t i n siya kından da anlaşıldığı, gibi, b u gibi fiilleri irtikâp edenler, diğerlerine nis petle daha büyük b i r günah işlemiş olmaktadırlar. 100
B u mesele İslâm fırkaları arasında büyük b i r tartışma konusu oldu. E h l i Sünnete göre, şirk'in dûnunda olan büyük günah işleyen kimse mu'mindir. İşlediği büyük günah kendisini imandan çıkarmadığı gibi küfre de sokmaz; çünkü hâlâ kendisinde imanın esasını teşkil eden tasdik mevcuttur; o sadece işlediği günah nispetinde ceza görecek tir . 1 0 1
Haricîler ise, E h l i Sünnetin b u görüşünü red ederek şöyle diyorlar: Büyük veya küçük, mutlak surette günah işleyen kâfirdir; Cehennem de ebedî olarak kalacaktır . Çünkü onlara göre iman ile amel ayrıl maz b i r bütündür; amel imanı tamamlayan b i r c ü z d ü r ; o halde amele mukarin olmayan b i r imanın hiçbir kıymeti y o k t u r . 102
103
104
Haricîler E h l i Sünnete karşı b u f i k r i savunurlarken , M ü r c i e de Hariçîlerin görüşüne itiraz ediyor ve kendilerine has yeni b i r görüşle ortaya Çıkıyorlardı. Onlara göre dinin esası ve temeli imandır, amel değildir; günahla imana b i r zarar gelmeyeceği gibi, yapılan taatın da inanmayana bir faydası yoktur. O halde büyük günah işleyen m u ' m i n 105
E n büyük günah İşte budur. Buna, "Kebîre-i mutlaka''' yani m u t lak büyük günah denmektedir . B u günahı işleyen ebedi olarak Ce hennemde kalır. "Allah Kendisine ortak koşmayı bağışlamaz; bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur" . B u âyeti te'kîden Peygamberimiz b i r hadisinde şöyle diyor: "Allah'a ortak koşar olduğu halde ölen kimse Cehennemliktir" . Keza Peygamber'e soruldu: " E n büyük günah nedir? Peygamber "Allah'a ortak koşmaktır" d e d i . 95
96
100 Furkân
Bunlar, kasden insan öldürme, zina etme, ana baba hakkına te cavüz, yalan yere şahitlik, y e t i m i n malına tecavüz, faiz yeme gibi f i i l lere uyan günahlardır . Burada göze çarpan husus, haksız yere insan 99
94 B k . J u l i u s W e l l h a u s e n , al -Havâric
Va'ş-Şîa, A b d u r r a h m a n B e d e v i T e r e . s. 25, K a
hire 1958; M . Şerefcddhı, Islâmda İlk Fikrî Hareketler
ve Dinî Mezhepler,
Darülfünun, İlâh.
F a k . Mec. Sene: 4, Sayı: 14, s. 3, İstanbul 1930. 95 B k . Ömer an-Nesefî, 96 Nisa
Sûresi,
97 B k . Sahih
âyet:
48.
Müslim,
C.
98 B k . Sahîh Muslini, 99 B k .
30
Aynı
al-Akâidıt'n-Nesefiyye,
eser,
I.
s.
C . I , s. 63. s.
63-64.
65.
s. 117,
Kahire
1319.
1366/1947.
102 B k . Nesefî, anılan eser, s. 1 1 7 - 1 1 8 ; Ebû M u h a m m e d O s m a n al-lrakî
98
2 - Ortak koşmanın dûnunda olan büyük günahlar:
Sûresi, âyet: 68.
101 B k . Zühdî H a s a n Cârullah, al-Mu* t ezile, s. 15, K a h i r e
97
rîhuH-Firak al-İslâmiyye, v a r . 13 b . 103 B k . Hannâ'l-Fâhûrî v e H a l i l a l - C e r r , Beyrut
TarihıCl-Felsefe
al-Arabiyye,
al-Hanefî, Ta-
C . I , s. 1 3 7 - 1 3 8 ,
1957.
104 Haricî fıkraları arasında b u k o n u d a i h t i l a f vardır. B u n l a r d a n Ezârika'' y a güre, büyük v e y a küçük günah işleyen müşrik olup, kendisiyle birlikte ailesinin ve çocuklarının da k a t l i v a c i p t i r ; çünkü müşriklerin çocukları da müşriktir. Böylece m u h a l i f l e r i n i n çocuklarının öldürül mesini tecviz etmiş oluyorlar. Safariyye
genel olarak onların görüşüne u y m a k t a ise de, çocuk
ların öldürülmesi keyfiyetinde onlardan ayrılmak t adır. Necedât ' a göre ise, işlenen günahın talır i m i h u s u s u n d a ümmet icmâ etmişse, b u günahın mürtekibi kâfir v e müşriktir. Eğer i h t i l a f k o n u s u ise, b u h u s u s t a k i hüküm fakihlere terk edilir. Onların k e n d i i c t i h a d l a r i y l e verecekleri ahkâma göre hükmedilir. B k . al-Bağdadî, anılan eser, s. 70 y d . ; Hannâ'l-Fâhûrî v e H a l i l a l - C e r r ,
a y n i eser, s. 137—
138. 105 Tafsilât için b k . W i l l i a m T h o m s o n , Kharİjitİsm
and ihe Kharijites,
M a c d o n a l d Pré
sentation V o l u m e , 1933, ayrı basım.
31
d i t . Onlar b u hükmü vermekle beraber, günah işleyen kimsenin müsta hak olduğu cezayı açıklamaktan i m t i n a ederek, bunu Öldükten sonra Allah'ın onun hakkında vereceği hükme bırakmayı daha uygun b u l muşlardır . 1|16
B u konudaki f i k i r ayrılıkları günden güne gelişti; hattâ bu k o n u ile ilgili olarak mescitlerde ve sair yerlerde açık oturumlar ve münazaralar tertip edilmeğe başladı. Şüphesiz bunların en meşhurları Basra mescidleıinde tertip edilen halkalar, özellikle H a s a n al-Basrî'nin h a l kası olmuştur. Hasan al-Basrî'ye göre büyük günah işleyen müna fıktır , fakat al-Bağdâdî (Ölm. H . 429 / M . 1037) onun b u hükmünü, daha sonraları şiddetle tenkid etmiş ve münafikm, küfrünü açıklayan bir kâfirden daha tehlikeli ve daha zararlı olduğunu söylemiştir . 107
10S
Gerçekte, b u meselenin halledilmesi için ortaya atılan fikirler hiç bir tarafı t a t m i n etmeğe kâfi gelmiyordu. E h l i Sünnet'in hükmünde görülen tesâhül'e karşılık, Haricîlerin görüşü büyük b i r şiddet ve kas vet vasfım taşıyordu. Mürcie ise, b u işi Allah'a havale etmekle y e t i n i yor ve kesin b i r hüküm vermekten kaçınıyordu. Hasan al- Basrî'nin görüşü de yetersiz ve zayıf bir hüküm olarak vasıflandırılıyordu. O halde başka bir hal çaresi aramak lâzımdı. İşte b u hal çaresini bulduğunu iddia ederek, Hasan a l - Basrî'nin talebesi V â s ı l b . A t â ortaya yeni bir görüş attı. Genel olarak onun b u husustaki görüşü şu noktada t o p lanıyordu: " A m e l imanın bir cüz'üdür ; mü'minler, kâfirler ve mü nafıklar hakkında Kur'an-ı Kerîm ve hadîslerde varid olan hükümler, büyük günah işleyen kimse hakkında uygulanamaz; çünkü b u gibi i n sanlar mezkûr ahkâmın şümulüne g i r m e m e k t e d i r . O halde bunların durumuna uyan başka b i r hüküm vermek lâzımdır k i , b u da Kebîrey i işleyenin ne mü'min, ne de kâfir olmıyacağı, ancak onun iman maka mı ile küfür makamı arasında üçüncü b i r makamda bulunacağı k e y f i y e t i d i r . İşte böylece Vâsıl'ın şahsında Mutezile'nin meşhur "a/¬ Menzile BeyneH-Menzileteyri" nazariyesi ortaya çıkmış oldu. VâsıFa göre iman ile küfür arasında bulunan günahkâr, tpvbe ederse tekrar iman makamına avdet eder; tövbe etmeden ölürse, küfür makamına 1 M
110
111
dahil olmuş olur . Vâsıl böyle b i r insana "fâsık" demekte ve töv be etmeden ölürse, fâsıklığından dolayı Cehenneme gireceğini ve orada ebedî olarak kalacağını söylemektedir . Görüldüğü gibi, Vâsıl bir taraftan büyük günah İşleyen ne mu'mindir, ne de kâfir derken, diğer taraftan Haricîler'in görüşüne uyarak b u kimsenin ebedî olarak Cehen nemde kalacağını söylemekle kendi kendini nakzetmiş olmaktadır. Bağdâdî b u gerçeğe işaret ederek Vâsıl'ın sözlerinde açık b i r çelişme ol duğunu zikretmiştir . Her halde kendisi de daha sonra b u tenâkuzu idrâk etmiş olacak k i , böyle b i r insanın cezasının kâfirlere nisbetle daha hafif, derecesinin de onların derecesinden daha üstün olacağını söyle mek lüzumunu hissetmiştir . 112
l l i
m
115
116
V â s ı l b u nazariyesini hilâfet konusunda münazaa eden taraflara da t a t b i k etti. B u asırda müslümanlar b u hususta da i h t i l a f halinde idi. A l i taraftarları, ona karşı gelenleri, onunla haıbedenleri ve nihayet hakkı olan hilâfetten kendisini alıkoyanları şiddetle yererek, onları küfür ve zındıklıkla i t h a m ederlerken, Muâviye taraftarları da camiler de Ali'ye açıkça lânet ediyorlardı. Haricîler Cemel vakasında Ali'ye karşı harbcdcnlerin kâfir olduklarını, A l i ' n i n onlarla savaşmakta haklı bulunduğunu, fakat Sıffîn vakasında başlangıçta haklı olmasına rağmen " t a h k i m " meselesini kabul etmekle, onun da kâfir olduğunu iddia edi yorlardı. E h l i Sünnet ise, her i k i vak'ada harbeden i k i tarafın da müslümaıı olduğuna, Ali'ye karşı harbedenler arasında her ne kadar asî veya hatalı insanlar bulunmuş olsa da, bunların hatalarının veya isyanlarının küfre ve fıska müncer olmayacağına inanıyorlardı. M ü r c i e ' ye gelince, onlar her i k i tarafın da müslüman olduğunu söylüyor ve bunlar hakkında verilecek hükmü âhirete ircâ etmekle yetiniyorlardı. V â s ı l b u fikirlerin hiç birisini kabul etmedi. Ona göre, i k i taraftan birisi muhakkak surette fâsık ve hatalıdır, fakat bunu tâyin etmek güçtür. B u itibarla her i k i tarafın da şahadetini kabul etmek caiz değil d i r . Vâsıl'ın arkadaşı A m r . b . U b e y d daha ileriye giderek her i k i tarafın da fâsık olduğunu söylemiş ve şahadetlerini kabul etmemiştir. 1 1 7
118
112 B k . Fuzûlî, Maılau'l-İtikâd, 106 B k . aş-Şelıristâni, anılan eser,
C . I , s. 139.
107 B k . Ebû'l-Hüseyin b. Osmân a l - Hayyât, Kitâbu'l-întisâr. au-Nesefî, al-Aküid, s. 119. 108 B k .
al-Bağdâdî,
109 B k . Ncsefî,
anılan
anılan
eser,
eser,
s.
110 B k . al-Hayyât, anılan eser, 111 B k . al-Hayyât,
32
ayni
eser,
s.
70.
117.
Arapça s. 1 6 4 , K a h i r e 1 3 4 4 / 1 9 2 5 ;
a s b , 9.
87.
E s a t Coşan v e K e m a l Işık tere, s. 7 3 , A n k a r a 1962; ve
(
113 B k . Zubdî H a s a n Câmdlah, anılan eser, s. 17; Nesefî, anılan eser, s. 119. 114 B k . A h m e d Emîn, Fecrul-lslâm, 115 B k .
al-Bağdâdî,
anılan
eser,
s. 297, K a h i r e s.
116 B k . aş-Şehristânî, anılan eser, C . I , s. 48.
s. 167.
117 B k . aş-Şehristânî, anılan eser, C . s I , s. 49.
s.
118 B k . al-Bağdâdî, anılan eser,
164-168.
1370/1950.
71.
s. 72.
33
İşte Mutezile fırkası, b u gibi konuların en geniş şekliyle tartışıldığı bir devirde doğdu. Müslümanların karşılaşmış oldukları b u problemler, bu fırkanın doğuşuna tesir eden en büyük faktörlerden b i r i olduğun da şüphe y o k t u r . Çünkü b u müşküller, onları da diğer fırka mensupları gibi ilgilendirmiş ve bilhassa büyük şarkiyatçı i l i m adamı Prof. N y b e r g ' i n de işaret ettiği g i b i , b u konuda herkesin i t t i f a k edebile ceği veya en azından tarafların çelişik düşünce ve fikirlerini teb"f et meğe yarayacak b i r hal tarzı, b i r formül bulmak amaciyle ortaya atıl dılar. İşte b u düşüncenin b i r sonucu olarak da "al-Menzile Beyne'lMenzileteyn" nazariyesi meydana çıkmış o l d u . Mutezile'nin i l k ve en meşhur prensiplerinden b i r i n i teşkil eden b u konu hakkında ileri de daha geniş bilgi verilecektir. 119
120
2 - Yabancı din ve kültürlerin
1
1 2 2
B u tesirler çeşitli y o l ve şekillerde oldu. Meselâ b u din mensupla rından bazıları, kendi dinlerini bırakarak İslâmiyeti kabul etmelerine rağmen, eski inançlarından tamamiyle sıyrılmağa ve bunların etkisinden kendilerini kurtarmağa muvaffak olamadı. Çünkü b i r insanın eski 123
119 B k . Hayyât'ın al-lntisâr
adlı eserine Prof. N y b e r g tarafından yazılan önsöz. s. 51.
120 B k . Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser, s. 20. 121 B k . Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu, Gazzâlî ve Şüphecilik, 122 Tafsilât için b k . aç-Şehristânî, islâm Medeniyeti
Tarihi,
s. 8.
Bunlardan başka birçok gayri müslim de kendi esas d i n ve inanç larına bağlı olarak kalmayı tercih e t t i . Esasen İslâm dini de, gerekli olan cizye ödendikçe buna mâni olmuyordu. Müslümanlarla b i r arada yaşayan b u insanlar, tecrübe ve bilgilerinden dolayı zamanla devletin çeşitli daire ve vazifelerinde görevlendirildi. Böylece müslümanların bunlarla olan temas ve ilişkileri gün geçtikçe sıklaştı. Fikirler ve görüş ler t e a t i edildi. Fakat müslümanların onlardan aldıkları verdiklerin den çok* oldu. B u yabancı unsurlar kanaliyle İslâmiyete, daha önce müslüman ların söylemeğe cesaret edemedikleri birçok önemli teolojik meseleler sokuldu. Bunlar açıkça münakaşa edilmeğe başladı. B u gibi problem lere, müslümanlar arasından akıl ve istidlâl yoluyla bir hal çaresi bulmak cesaretini gösterenler oldu. İşte bunların başında, gerçek İslâm Kelâmının müessisi sayılan Mutezile fırkası bulunuyordu. Bu fırkanın doğuşunda Yahudilerin de bazı etkileri olduğu anlaşıl maktadır. Bazı kaynaklara göre, Kur'an'ın mahlûk olduğu f i k r i n i i l k defa ortaya atanlar onlardır. İ b n Esîr'e göre b u meseleyi i l k defa orta ya atan, daha önce de Tevrat'ın mahlûk olduğunu söyleyen ve Peyganıber'in en büyük düşmanı L e b î d b . al-Asam'dır. Onun b u f i k r i n i İslâmiyette i l k defa kitap halinde neşretmeğe cesaret eden ise, kız kar deşinin oğlu ve zındıklığı ile mâruf " T â l u t " olmuştur . Hatîb alBağdâdî (Ölm. H . 463 / M . 1070)'nin de kaydettiğine göre, Kur'an'ın mahlûk olduğunu iddia edenler arasında bulunan B i ş r a l - M e r r î s î 125
anılan eser, C . I , s. 233 v d d ; Prof. D r . W . B a r t h o l d ,
Çev: Prof. D r . M . F u a d
123 B k . Alî H a s a b a l l a h , anılan eser,
34
Bunlardan bazdan İslâmiyeti, inandığından değil fakat m a l ve şöhret gibi bazı kişisel düşünce ve şahsî çıkarlara istinaden kabul eder ken, diğer bazdan da sırf İslâmiyeti içinden yıkmak ve böylece eski dinlerinin intikamını almış olmak için b u dine giriyordu. Gerçekten İslâm kisvesi altında gizlenen b u insanların, İslâmiyete ne derece bü yük zararları dokunduğunu, müslümanların siyasî ve itikadî b i r l i k ve beraberliklerini parçalamak hususunda nasıl sinsice ve sistemli b i r şe kilde çalıştıklarım, daha sonraki devirler açıkça bize göstermiştir . 124
tesiri:
Arap Yarımadası'nda doğan İslâmiyet büyük bir hızla gelişti. Kısa bir süre içinde birçok ülkeler zaptedildi. H . 14-21 / M . 635-641 yılları arasında Suriye, Mısır, I r a k ve İran büyük İslâm devletinin birer eyâleti haline geldi - . Daha sonraları ve bilhassa Emevîler ve Abbasîler devrin de b u yeni devletin hudutları, doğuda Maveraünnehir, batıda Şimalî Afrika ve hattâ İspanya'ya kadar uzadı. Tabiî olarak İslâm düşüncesi ne b u fetihlerin Önemli etkileri oldu. Yabancı din ve kültürlere sahip birçok unsurlar İslâm toplumuna girdi. Suriye ve Mısır'da Hıristiyan ve Yahudi dinleri hâkim b i r durumda iken, I r a k ve İran'da da Mecûsî'lik, Sâbie, Zerdüşt, Mezdekiyye ve Seneviyye g i b i birtakım batıl inançlar yaygın b i r halde i d i . Müslümanlar fethettikleri b u ülkelerde, karşılaştıkları b u kadar çeşitli din ve inanç sahipleri ile b i r arada yaşa mak ve onlarla devamlı teşrik-i mesâi yapmak zorunluluğunda idiler. Bunun b i r sonucu olarak, bazı müslümanlar kendilerini onların tesirine kaptırmağa ve böylece onların bazı inançları da îslâıniyete sızmağa başladı. 1
akidesini, zamanla zihninde ve ruhunda yer edip bütün benliğini saran bir inancı, her ne kadar batıl da olsa, birden terketmesi kolay değildi. * İşte bundan dolayı b u yeni müslümanlar, bilerek veya bilmeyerek, yahut kötü b i r niyetle eski inançlarından bazılarını İslâmiyete soktu ve bunları müslümanlar arasında yaydı.
s. 91.
Köprülü, s. 15,. A n k a r a 1963.
124 B k . Alî
Hasaballalı, ayni
eser,
125 B k . Ibnu'l-Esîr, al-Kâmil fi't
s.
-Tarih,
92-93. C . V I I . s. 49, L e i d e n 1283-1293.
35
(Ölm. H . 218/M. 833)'nin babası, Kûfe'Ii bir yahudi boyacısı i d i . I b n Kuteybe'den rivayet edilen b i r habere göre, Kur'an'ın mahlûk ol duğunu i l k defa söyleyen, yahudi Abdullah b. Sebe'in koyu taraftarı al-Mugîre b . S a î d a l - î c l î (Ölm. H . 119/M. 737)'dir . 1 2 6
127
Görüldüğü gibi, Mutezile'nin doğuşunda Yahudilerin bazı tesirleri olmuştur. Fakat b u tesir, Hıristiyanlığın tesirine nispetle küçümsenecek derecededir. Biraz Önce de söylediğimiz gibi, İslâm devletinin hudutları nın genişlemesi ile b u devletin tab'ası haline gelen Hıristiyan toplumuna bazı imtiyazlar tanınmış, hattâ bunların bilgi ve tecrübe bakımından ileri gelenleri, devletin en yüksek kademelerine dahi tâyin edilerek ken dilerine önemli mevkiler sağlanmıştır. B u cümleden olarak Halife Muâviye, R u m Hıristiyanlarından Serg u n (Sergius) b . M a n s ûr'u kendisinin özel sekreterliğine, yâni b u gün hususî kalem müdürlüğü diyebileceğimiz çok önemli b i r makama tâyin e t t i . Muâviye öldükten sonra da ayni makamda kalarak kendisini devlet işlerinden ziyade şaraba, musikiye ve spora hasreden Yezîd (Ölm. H . 6 4 / M . 683)'in müşavirliğini y a p t ı . Bundan sonra b u vazife, oğlu St. John of Damascus (Yahya veya Yulıannâ'd-Dimaşkî)'a i n t i k a l etti. B i r müddet b u vazifede kaldıktan sonra, H . 112 / M . 730 yılında b u görevden ayrılarak Kudüs yakınlarında bulunan St. Sabas manastı rına çekilmiş ve geri kalan ömrünü dinî ve teolojik eserler yazmakla geçirmiştir. St. John H . 5 6 / M . 675 yılında Şam'da doğmuş olmasına rağmen, ölümü hakkında kesin b i r t a r i h tesbit edilememiştir, genel olarak b u t a r i h , M . 741 ile 754 yılları arasında değişmektedir . 128
129
130
131
S t . J o h n yaptığı İlmî çalışmalar meyânında yazdığı "Bilgi Kay nağı" adlı risalesi, ona şark kilisesinin en büyük doğmatiği şöhretini kazandırmış, eseri daha sonraları çok meşhur olmuş ve müteaddid defa lar Latinceye tercüme edilmiştir. B u eser üç kısımdır: Birinci kısımda Aristo'nun fikirleri teolojiye t a t b i k edilmekte, ikinci kısımda "zındıklık lar'' adı altında kendi zamanına kadar süregelen tartışma ve münaka şalar anlatılmakta, üçüncü kısımda ise, Ortodoks b i r Kelâm görüşü t e d v i n edilmektedir . Gerçekten St. John şark kilisesinin en Ünlü ve en
muhterem şahsiyetlerinden b i r i olduğu gibi, şark Hıristiyan âleminde de en büyük b i r Kelâm bilgini olarak göze çarpmaktadır . Onun zamanında Ortodoks Kelâm sisteminin zirveye ulaşmış olduğunu, yaz mış olduğu eserlerin çoğundan anlamak mümkündür . O, b u eser lerinde dinî inançlarını büyük b i r titizlikle savunurken daha çok aklî istidlal yollarına tevessül etti ve felsefî metodlarla dâvasını kazanmağa çalıştı. Onun mensup olduğu " R u m Ortodoks Kilisesi tarafından işle nip ortaya konulan ve bilhassa kendisi tarafından tedvin edilmiş b u l u nan Allah akidesi, müslümanları Allah'ın basit isimlerinden O'nun sıfatlarını araştırmağa s e v e k e t t i " . B u hususu, T . H . W e i r de biraz değişik bir ifade ile teyid e t m e k t e d i r . Keza Mc G i f f e r t b u k o n u y u incelerken, St. John'un yazmış olduğu eserleri arasında Hıris t i y a n dinini savunan ve b i r müslüman arapla b i r hıristiyanm kar şılıklı muhavere ve münakaşası şeklinde kaleme alınmış olan bir-eserin mevcudiyetinden de b a h s e t m e k t e d i r k i , b u asırda müslümanlarla hıristiyanlar arasında cereyen eden münakaşa ve münazaraların ma hiyetini bize göstermesi bakımından önemlidir. 133
134
135
136
137
Emevî devletinin i l k devirlerinde yapılmasında bir sakınca görül meyen, hattâ bazı hallerde bizzat Halife tarafından teşvik ve t e ' y i d gören b u gibi münakaşalar hernekadar b i r müddet için durdurulmuşsa da, daha sonraları b u münakaşaların tekrar başladığı ve özellikle Halife M e ' m û n (Ölm. H . 2 1 8 / M . 833) zamanında bütün şiddetiyle devam etmiş olduğu görülmektedir. "Nefhu't-Tîb" adlı eserde Me'mûn'un huzurunda Harrân rahibi ve St. John'un talebesi Ebû K u r r a (Ölm. H . 211 / M . 826)ile a l - A t t â b î arasında İsâ (A. S.) hakkın da şiddetli b i r münakaşanın cereyan ettiği zikredilmektedir . Keza, daha önce meşhur Hıristiyan şairi a l - A h t a P i n Emevî saraylarına k a dar girmeğe muvaffak olup, hattâ b u sarayların resmî şairi sıfatını almış ve özellikle Y e z î d b . M u â v i y e ' n i n , Emevî hanedanını düş manlarına karşı savunmada büyük ölçüde ona i t i m a d etmiş olması, b u devirde müslüman-hıristiyan münasebetlerinin k u v v e t derecesini gös138
132
126 B k . A h m e d b. Alî al-Hatîb al-Bağdâdî, Tarih
Bağdad, C . V I I , s. 61, K a h i r e 1 3 3 2 /
1913. 127 B k . I b n K u t e y b e , Vyûnu'l
İslâm
Milletleri,
s.
Tarîhu'l Umen,
131 B k . E n c y c l o p e d i a B r i t a n n i c a , John
36
İslâmiyette
maddesi,
136 B k . T . H . W e i r , Muhammadanism, m a d . , C . X I I I , s. 1 0 2 - 1 0 3 , 1953.
İtikadı Mezheplerin
Thought Early
and Eastern,
s. 3 0 8 , L o n
İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . I , s. 368, I s t a n b u l
1950.
79.
of Damascus
of Christian
eser, s. 331.
135 B k . D . B . M a c d o n a l d , "Allah"
C . V I , s. 183;
130 B k . Taberî, anılan eser, C . V I , s. 194, 199; lbnu'1-Esîr, anılan eser, C . I V , s. 17. 132 B k . D r . ,Yaşar K u t l u a y ,
134 B k . A . C . M c Giffert, ayni
-Ahbâr, C . I I , s. 148-149, K a h i r e 1 3 4 3 - 1 3 4 9 / 1925-1930.
128 B k . İbnu'l Esîr, anılan eser, C . I V , s. 7; Tabarî, Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser, s. 23. 129 B k . C . B r o c k e l m a n n ,
133 B k . A . C . M c Giffert, A History don 1932.
Doğuşu,
s. 6 1 - 6 2 .
s. 8 9 9 - 9 0 0 , N e w Y o r k
E n c y c l o p e d i a of Religion a n d E t h i c s , C . V I I I ,
1951.
137 B k . A . C . M c Giffert, anılan eser, s. 310. 138 B k . E b u ' l -Abbâs A h m e d al-Makkarî, Nefhu't-Tîb,
C . I l l , s. 153, K a h i r e 1279/1862.
37
teren diğer b i r örneği teşkil e t m e k t e d i r . Bunlara ilâveten, müslümanlarm hıristiyanların tesiri altında kaldıklarına ve bunların bazı fikirlerini alıp îslâmiyete soktuklarına dair daha birçok varyantlar mevcuttur. al-Agânfde zikredildiğine göre, meşhur arap şairi a l A ' ş â kaderiyeci olup, b u f i k r i Hira'da oturan Nasrânî İbadîlerİnden almış tır. Ayrıca kendi râvisinin de İbadîlerden olduğu söylenmektedir . A'şâ'nın kaderiyeci olduğu, b u konuda söylemiş olduğu meşhur b i r şiirinden de anlaşılmaktadır . 139
140
141
Makrîzî'nin kaydettiğine göre, İslâmiyette "kader" meselesini i l k defa ortaya atan M a ' b e d a l - C u h a n î (Ölm. H . 8 0 / M . 699), b u f i k r i Ebû Yûnus Senseveyh (al- Esvârî) adında bir hıristiyandan almıştır . I b n N u b â t e ise başka b i r görüş ortaya atarak, İslâmiyette "kader" konusunda i l k defa konuşanın Iraklı bir hıristiyan iken müslüman olan, sonra da i r t i d a d eden b i r şahıs olduğunu ve Ma'bed'in de b u f i k r i m u h temelen ondan almış olacağını söylemektedir . I b n Kuteybe de Ma'bed'den sonra kader konusunda en büyük yeri işgal eden G a y l â n a d - D i m a ş k î ' n i n kıptı olduğunu söyleyerek, kendisine "Gaylân alKıptî" adını vermektedir k i , böylece onun da Hıristiyan asıllı olduğu anlatılmak istenmektedir. 142
143
1 4 4
D u r u m b u zaviyeden incelenecek olursa, Mutezile fırkasının da b u yabancı tesirlerin dışında kalmadığı, hattâ b u fırkanın doğuşunda b u etkilerin büyük b i r r o l oynamış olduğu kendiliğinden meydana çıkmış olur. Bizzat Halife Me'mûn'un huzurunda Mutezile âlimleri ile St. John of Damascus'un meşhur talebesi Ebû K u r r a arasında dinî konu larda şiddetli münakaşa ve mücadelelerin cereyan etmiş olduğunu b i l i yoruz. B u itibarla, Mutezile'nin genel olarak St. John'un ve özellikle onun halefi Ebû Kurra'nın bazı fikirlerini almış veya kader, sıfat ve isimlerin nefyi, irade hürriyeti, t e ' v i l ve tefsîr gibi bazı konularda onların tesiri altında kalmış olması muhtemeldir. Çünkü Mutezile'nin b u h u suslardaki görüşleri ile, gerek St. John ve gerekse onun halefinin görüş leri arasında büyük bir benzerlik vardır. İşte bundan dolayı garp b i l ginleri, böyle b i r tesirin mevcudiyetinden ısrarla bahsetmiş olacaklardır. 145
B u konuda meşhur şarkiyatçı bilgin T . J . de B o e r , genel olarak İslâm düşüncesi üzerinde Hıristiyan düşüncesinin büyük b i r etkisi bulunduğunu, özellikle irade ve ihtiyar gibi meseleler üzerinde i l k k o nuşan müslümanların buuları Hıristiyan hocalarından öğrenmiş ol maları gerektiğini söylerken, M a c d o n a l d ' d a b u düşünceyi teyid eden bir mütalâa yürüterek, İslâm Kaderiyecilerinin geniş ölçüde Y u n a n teolo jisinden faydalanmış olduklarım s ö y l ü y o r . Fakat daha sonra b u tesirlerin Mutezile'nin doğuşunda ne derece etkili olduğunda mübalâ ğa edilmemesi ve b u hususta ifrata kaçılmaması gerektiğini de söyle mekten kendisini alamıyor . B u f i k r i destekleyen diğer bir şarkiyatçı da V o n K r e m e r ' d i r . Ona göre Mutezile, Y u n a n teolojisinin, Özellik le b u kültürü temsil eden St. John ve onun talebesi Ebû Kurra'nın tesi riyle doğmuştur . Çünkü o asırda kilise babaları, irade hürriyeti ve Allah'ın ezelî sıfatları hususunda daimî b i r mücadele halinde idiler; muhtemelen onların b u konudaki düşünceleri, Suriye'nin müslümanlar tarafından fethe dilme sinden sonra Mutezile'ye de geçmiş olabilir. V o n Kremer b u görüşe delil olarak Cehennem azabının ihkârı konusunda kilise babalarının görüşleriyle , Cehm b. Safvân'ın Cennet ve Celıennem'in ebedî olmadığı gibi, ehlinin de hareketlerinin sonlu olduğu yo1 4 6
147
Kader konusunda ileri sürülen b u çeşitli görüşlerin doğruluk dere cesi, kanâatimizce münakaşaya değer b i r mevzudur. Çünkü her şeyden önce b u fikirleri nakleden kaynaklarda göze çarpan husus, bunların daha sonraları yazılmış eserler olmasıdır. Sonra büyük b i r ihtimalle Kaderiyeciler, düşmanları tarafından Hıristiyanları taklidle ve onların tesiri altında kalmakla da kaşden i t h a m edilmiş olabilirler. Fakat ger çek şu k i , Hıristiyanların istitâa (güç) ve irâde hürriyeti gibi konulardaki görüşleriyle, Kaderiyecilerin b u meselelerdeki görüşleri arasında büyük ölçüde b i r uygunluk, b i r tevâfuk vardır. B u itibarla, b i r Hıristiyan tesirinin mevcudiyetini söyleyenleri de, b u gerçeğin ışığı altında haklı bulmamak mümkün değildir. Bütün diğer faktörler nazara alınmasa bile, sadece St. John ve onun talebesi Ebû K u r r a gibi Hıristiyan Orto doks Kclâmcılarınm müslümanlar arasında bulunması, böyle b i r tesiri icra etmeğe kâfi geleceğinde şüphe yoktur. 139 B l c . Ebû'1 - F e r e c al-îsfalıânî, al-Agânî, C . X I V , P. 117, Kahire 1-40 B k . al-Isfahânî, ayni Ferİd,
eser, C , V I I I ,
143 B k . I b n Nubâte al-Mısrî, SerhıSl-Uyûn /1861. 144 B k . I b n K u t e y b e ,
38
KitâbuH-Maârif,
Şerh Risâletjhn s.
149
I 5 0
145 B k . Zuhdî H a s a n
1323/1905.
31-32, al-lkduH-
207.
Ankara
s.
Theory,
s.
148 B k . Ayni
13, N e w Y o r k
Çeviren D r . Yaşar K u t l u a y , s.
of Muslim
Theology,
Jurisprudence
and
Consti-
1903.
eser, s. 132 v d .
149 B k . Nicholson, A Literary
Zeydûn, s. 157, K a h i r e 1278
26-31. Tarihi,
1960.
147 B k . D . B . M a c d o u a l d , Development tutionel
don 166,
Cârullah, anılan eser,
146 B k . Prof. D r . T . J . de B e o r , Islâmda Felsefe
s. 76.
141 B k . A . S . T r i t t o n , Müslim Theology, s. 54, L o n d o n 1947; I b n abd Rabbİh, C . I , s. 205, K a h i r e 1293/1876¬ 142 B k . al-Makrîzî, al-Hitat, Ç. I V , s. 181, Mısır 1324-1326.
]48
History
of the Arabs,
1907. 150 B k . A h m e d E m i n , Duha'l-İslâm'dan
adlı eserden n a k l e n , s. 2 2 0 - 2 2 1 , L o n
n a k l e n , C . I , s. 344 v d . , K a h i r e
1357/1938.
39
lundaki görüşü arasındaki büyük benzerliği göstermektedir . B i l i n diği gibi Mutezile mensupları ,daha sonraları Cehmiye fırkasının b u gö rüşünü alarak biraz değişik b i r tarzda, yani "Cennet ve Cehennem ebe dî olmakla beraber ehlinin hareketleri son bulacak, lezzet veya elemi tattıktan sonra câmid b i r cisim halinde ebediyen orada kalacaktır" şeklinde kendilerine maletmişlerdir . 151
152
Burada işaret edilmesi gereken husus, Mutezile'nin b u yabancı tesirlerin yanı sıra, dahilî bazı ideolojilerin de etkisi altında kalmış ola bileceği keyfiyetidir. Daha Mutezile'nin bir sistem olarak doğuşundan önce, Hıristiyan ve Y a h u d i dinlerini inceleyen ve b u dinlerle ilgili bazı itikadı konuları alarak bunları münakaşa mevzuu yapan b u ideoloji sahipleri, müslümanların daha önce söylemeğe cesaret edemedikleri birtakım görüşlerle ortaya çıktılar. Böylece İslâmiyctte i l k defa itikadî konular ciddî b i r şekilde tartışılmağa başladı. Kader ve Kur'an'ın mahlûk olup olmadığı meselesi günün konusu haline geldi. Allah'ın sıfatları, insanın yapma gücü (İstitâa) ve irade hürriyeti gibi mevzu lar üzerinde fikirler yürütülmeğe başladı . 153
işte b u asırda i l k defa Kur'an'ın mahlûk (yaratılmış), ileri süren C a ' d b . D i r h e m (Ölm. H . 124/M. 741) o l d u b . S a f v â n (Ölm. H . 128 / M . 745) b u konuda ve daha birçok onu takip e t t i . Cehm ayni zamanda, insanın hiçbir
olduğunu . Celim konularda iradesinin
J 5 4
1 5 S
1 5 6
151 B k . al-Bağdâdî, andan eser, s. 128; aş-Şehriatânî ,al-Milel, al-Fisal fi'l-Milel, C . I V , s. 83, K a h i r e 1317-1321. 152 B k . İbn H a z m , ayni
eser, a y n i y e r ; İbn K u t e y b e , Te'vîl
i57
158
1 5 9
100
İşte böyle çelişik cereyanların çarpıştığı bir asırda, Kaderiyecilerin merkezi olarak bilinen Basra şehrinde Mutezile teolojik bir sistem olarak i l k defa İslâm tarihindeki yerini almış oldu. B u fırkanın doğu şunda, içinde bulundukları çeşitli fikrî cereyanların büyük ölçüde etkili olduğunda şüphe yoktur. B u gerçeği açık bir şekilde teyid eden husus, savundukları prensiplerin, genellikle biraz Önce değindiğimiz sistem101
157 M a ' b e d al-Cuhanî, i l k defa b u k o n u y u B a s r a ' d a o r t a y a B a s r i ' n i n meclisine d e v a m ettiği v e başta A r a t b . TJbeyd olduğu
Muhtelefi'l-Iiadîs,
s. 55.
154 C a ' d b. D i r h e m b u sözünden dolayı, Hişâm b. A b d u ' l - M e l i k ( H i l a f e t süresi: H . 105-125 / M . 7 2 3 - 7 4 2 ) zamanında I r a k v a l i s i Hâljd b. A b d i l l a h a l - Kasrî tarafından H a l i f e n i n emriyle öldürülmüştür. Şam'da i k a m e t eden Ca'd'ın Mervân b. M u h a m m e d ' i n hocası olduğu ve ona Kur'an'ın yaratılmış olduğu f i k r i n i telkin ettiği söylenir, öldürülüşü hakkında çeşitli r i v a y e t l e r vardır. F a k a t ittifak edilen n o k t a , yukarıdaki sözüne ilâveten, H z . İbrahim'in "Halîlullah" v e Mûsâ'nın d a "Kelîmullah" sıfatlarını inkâr etmesinden dolayı, k u r b a n bayramı h u t besini müteakip m i m b e r d e n i n e n Hâlid b . A b d i l l a h al-Kasrî tarafından Küfe mescidinde k u r b a n lık k o y u n gibi b o y n u kesilmek suretiyle öldürülmüş olmasıdır. Tafsilât için b k . tbn'ul-Esîr, al-Kâmil fi't-Tarîh, C . V , s. 704; Alî H a s a b a l l a h , anılan eser, s. 91; İbn Nubâte, Serhu'l-Uyûn, s. 159; A . S . T r i t t o n , Müslim Tlteology, s. 5 4 - 5 5 ; İbn al-Hanbe)î, Şezerâtu'z - Zeheb, C . 1, s. 169, K a h i r e 1350/1931. eser, C . I , s. 169; î b n Nubâte, ayni eser, s. 159.
156 C e h m b. Safvân aslen Horasanlı i d i . Kûfe'de i k a m e t ettiği sıralarda C a ' d b. D i r h e m ile karşılaştı ve ondan bazı f i k i r l e r i n i aldı. R i v a y e t e güre b i r müddet de a l Hâris b. S u r e y c ' i n vezirliğini yaptı. E n sonunda H o r a s a n ' d a Hâris ile beraber Emevî'lere karşı girişüen kıyam h a reketine iştirak etmiş olduğundan, Emcvî'ler tarafından y a k a l a n a r a k öldürülmüştür. O n u n f i k i r l e r m m d a h a çok H o r a s a n ' d a yayılmış olduğu söylenmektedir. B k . M . Şerefeddin, Kelâm Sa vaşları, Darülfünun ilâh. F a k . Mecmuası, sayı: 24, s. 19, İstanbul 1932; A . S . T r i l . t o n , anılan eser, s. 5 5 ; aş-Şehristânî, al-Milel, C . 1, s. 86; al-Bağdâdî, al Fark, s. 128; İbn K a y y i m a l C e v z i y y e , Igâsetu'l -Lehfân, M . Hâmid al-Fakî n e s r i , C . I I , s. 177, K a h i r e 1939; Ahnıed Emîn, Fecru'l -İslâm, s. 286-287.
40
Yine b u asırda kader meselesi hakkında i l k sözü M a ' b e d a l Cuhanî (Ölm. H . 80 / M . 699) söyledi . Diğer b i r rivayette ise, bu konuda i l k sözü söyleyenin Şam'da ikamet eden ve Halife M u â v i y e b . Y e z î d ' i n hocası bulunan Ö m e r a l - M a k s û s (Ölm. H . 8 0 / M . 699) adında birisi olduğu söylenir; ayni varyantta b u adamın Emevî'ler t a rafından Halifeyi ifsad ithamiyle öldürüldüğü z i k r e d i l i r . Daha sonra da G a y l â n a d - D i m a ş k î Mâ'bed'in yolunu takip etti ve o da kaderi inkâr ederek insanın t a m bir irade hürriyetine sahip olduğunu, kendi f i i l ve hareketlerini yaratma kudretini haiz bulunduğunu ileri sürdü . Böylece de "Kaderiyeciler" adı verilen sistem vücut bulmuş oldu.
C- 1, s. 8 7 - 8 8 ; İbn H a z m ,
153 B k . Doç. D r . i b r a h i m Agâh Çubukçu, Gazzâlî ve Şüphecilik, s, 1 0 - 1 1 .
155 B k . i b n al-Hanbelî, ayni
mevcut olmadığım, her şeyin Allah tarafından önceden takdir edilmiş olduğunu, kulun takdir edilen f i i l i yapmağa mecbur olduğunu da iddia etti. Böylece onun şahsında Cebriyye ve ismine nisbetle de Cehmiyye fırkası doğmuş oldu.
attı. K e n d i s i n i n H a s a n a l halde B a s r a ' h birçok müshi-
m a n l a r m kendisine tâbi olduğu söylenir. F a k a t kader'le ilgili münakaşalar büyüyüp, müslüman¬ lar
arasında fitne v e a y n l m a l a r yaratmağa başlayınca, k e n d i s i n i n Halife A b d u l m e l i k b . Mer-
vân'm emriyle H a c c a c tarafından çarmıha gerilmek suretiyle öldürüldüğü r i v a y e t edilir. Başka bir
r i v a y e t t e ise öldürülmesinin, A b d u r r a h m a n b. al-Eş'as ile beraber
devlete karşı kıyam
hareketine iştirâk gibi siyasî b i r suça i s t i n a t ettiği zikredilir. B k . al-Mnkrî/.î, al-Hilat, s. 181 v d . ; al-Hâfız Şemseddin a z - Zehebî, Mizânul-
1' tidâlfi
K a h i r e 1 3 2 5 / 1 9 0 7 ; A h m c d Emîn, Fecru'l
285.
-İslâm,-*,
158 B k . Zuhdî H a s a n Cârullah, andan
N.akdi'r
-Rical,
C. I V ,
C. I I I , s. 183,
eser, s. 34.
159 Gaylân ad-Dimaşkî'nin t a m i s m i . Ebû Mervân Geylân b. Müslim'dir. Babası O s m a n b. Affân'ın kölesi i d i . K e n d i s i Hişâm b . Abdülmelik'in hilâfeti sırasında Şam'a geldi. D o h a önce de Halife Ömer b . Abdülaziz'in kendisim h u / u r u n a çağırıp, k a d e r k o n u s u n d a bizzat i m t i h a n ettiği, H a l i f e n i n kendisini öldürmek istemesine rağmen tövbe etmek
suretiyle canını k u r t a r
mış olduğu d a r i v a y e t edilmektedir. F a k a t Halife Ömer b . Abdülaziz'in ölümüyle tövbesini b o z a r a k tekrar eski inancına dönen Gaylân, Halife Hişâm tarafından elleri, ayakları k e s t i r i l m e k suretiyle öldürülmüş, sonra d a Şam kapısında çarmıha gerditilmiştir. Diğer bir r i v a y e t t e de diri olarak çarmıha geıildiği söylenir. B k . İbn lâbu'l -Maârif Fecru'l
-İslâm,
Nubâte, andan
eser, s. 1 5 7 - 1 5 8 ; İbn
Kuteybe,
s. 166, K a h i r e 1300/1882 ; A . S . T r i t t o n , anılan eser, s. 55. 59; A h m e d s.
Ki-
Emîu,
285.
160 B k . i b n K u t e y b e , Te'vîl Muhtelefi'l 161 B k . az-Zehebî, Mizânu'l
-Vıidâl,
Hadîs, s. 98. K a h i r e 1344. C . I I , s. 207.
41
lerin, görüşlerine uygun olarak, hattâ bazı istisnalar bir tarafa, b u gö rüşlerin karışımından meydana gelmiş olmasıdır. Meselâ onlar kader meselesinde tamamiyle Kaderiyecilerin görüşlerine iştirak ederlerken, Cehmiyye'nin birçok prensiplerini almakla beraber, sadece "cebr" konu sunda onlardan ayrılmışlardır. B u itibarla Mutczile'vi bu i k i sistemin, özellikle Kaderivye'nin gerçek varisi olarak nitelendirmek mümkündür. Mutezile'nin doğuşuna tesir eden âmillerden birini de, İslâm dini ve akidesini yabancı din ve cereyanlara karşı savunma gayretinde ara mak lâzımdır. Biz daha önce Hıristiyan ve Y a h u d i dinlerinin İslâm top lumunda oynadığı büyük rollerden, özellikle S t . J o h n ve A b d u l l a h b . S ebe gibi, b u din mensuplarının İslâm düşüncesindeki önemli etki lerinden ve sebep oldukları zarar veya faydalardan ana hatlariyle bah setmiştik. Fakat daha önce temas etmediğimiz İranlıların, İslâm top lumu ve düşüncesi üzerindeki etkilerinin, diğer yabancı unsurlara nis petle daha tehlikeli ve daha yıkıcı olduğunda şüphe y o k t u r . Kısa b i r süre içinde büyük İslâm imparatorluğunun b i r eyâleti ha line gelen Sâsânî devleti, sadece eski şan ve şöhretini kaybetmekle k a l madı; ayni zamanda İslâm'dan önceki İran'ın sınıf nizamını ve dinini de kaybetmiş oldu. Eski Zerdüşt dini yerine İslâmiyetin getirdiği yeni Monotheizme (Bir Allah'a inanış) akidesi k a i m o l d u . Fakat bir zaman lar Cahiliyye çağı araplarını I r a k ve Yemen'de hâkimiyetleri altına almış ve daima kendilerini araplardan üstün b i r ırk olarak görmüş olan Farslar, İslâm fütuhatı karşısında uğradıkları b u yenilgeyi kolay kolay unutamadılar. Kendilerini tahtlarından ve dinlerinden eden müs¬ lümanlara büyük bir k i n ve nefretle bakmağa ve onlardan i l k fırsatta intikam alma yollarım araştırmağa başladılar. İslâm devletinin siyasî bütünlüğünü yıkmak ve İslâm dini ve akidesini de ifsad etmek amaciyle türlü vesile ve mctodlara başvurdular. İ b n H a z m'inde işaret ettiği g i b i , hileye başvurmanın hedefe ulaşmak için en emin ve en kes tirme b i r y o l olduğu hususunda i t t i f a k ettiler. Böylece onlardan b i r kısmı inanmadığı halde İslâmiyeti kabul etmiş olarak göründü. E h l i Beyte büyük bir sevgi gösterisinde bulunuldu. H z . A l i ' y e bağlılık ve muhabbet kisvesi altında i l k "teşeyyu" hareketi başladı. Ona bir takım vasıflar verildi. Onun, Peygamber'in gerçek vârisi ve nassla tâ y i n edilmiş halifesi olduğu iddia edilerek, ondan b u hakkı alanlar veya ona karşı gelenler telefîr e d i l d i . B u n u n b i r sonucu olarak t a müslü102
163
manlar arasında büyük tartışma ve ayrılmalar başgösterdi. Aralarındaki ^birlik ve düzen bozuldu. İslâm akidesi büyük bir sarsıntı geçirdi. Dinde olmayan birtakım batıl inançlar dinin esasları gibi gösterildi. Bazı müslümanların "zanadıka" adı altında topladıkları b u cereyan sahipleri, gerçekten İslâmiyet için büyük bir tehlike arzetmeğe başla mıştı. Bunlara karşı mücadele etmek ve saf İslâm akidesini her türlü bid'at ve sapıklıkların tehlikesinden korumak gerekiyordu. İşte i l k defa bu hakikati gören Mutezile fırkası oldu. İslâmiyeti tehdid eden bu büyük tehlikenin hangi kanallardan geldiğini ve hangi kaynaklardan beslen diğini başkalarından önce keşfeden b u fırka mensupları, doğuşlarının en önemli sebeplerinden b i r i olduğunda şüphe etmediğimiz büyük bir mücadeleye girişti. B u konuda birçok prensipler vazedildi; birçok eser ler vücuda getirildi. Telif edilen b u eserlerin çoğu, daha çok Rafizîlik, Mecusîlik, Cebrîyye, Seneviyye, Naturalist ve Materyalist gibi sapık cere yanlara karşı bir reddiye şeklinde kaleme alındı. Görülüyor k i onlar, asıl tehlikenin Hıristiyan ve Yahudi kaynakların dan ziyade, Farslardan geldiğine inanıyorlardı. B u itibarla Mutezile mensuplarının, İslâm akidesinin müdafaası hususunda yaptıkları meş hur münazara ve münakaşaların ekserisinin, büyük hasımları Parslarla olduğunda şüphe yoktur ^. Çağdaş b i l g i n A h m e d E m î n ' d e b u görüşü teyid ederek, Mutezile'nin doğuşunun sırf İslâmî sebeplere dayandığını, V o n K r e m e r ' i n iddia ettiği gibi, Y u n a n ilahiyatının tesiriyle olmadığını söylemekte ve buna delil olarak itizâl prensiplerinin ekserisinin Hıristiyanlara karşı değil, fakat Farslara reddiye olarak vazedilmiş olduğunu zikretmektedir . 16
166
B u mukaddes mücadeleye katılan Mutezile mensuplarının başında şüphesiz b u fırkanın kurucusu V â s ı l b . A t â geliyordu. Onun muha lifleriyle yaptığı münazaraların yanı sıra, b u konuda birçok eserler verdiği ve meselâ Manîliğe karşı yazdığı "al-Eif Mesele fVr-Redd aWlMâneviyye" adlı eserinin sadece birinci cildinde seksenden fazla meseleye temas ettiği z i k r e d i l i r . B u görüşü t e y i d eden Mutezile'nin ikinci şahsı A m r b . U b e y d de, Gulât-ı Şîa, Hariç îlik, Zauadika, N a t u ralist ve Materyalist gibi sapık cereyanlara hâkim olan görüşleri en i y i şekilde bilen, bunlara en i y i ve en susturucu reddiyeleri verebilen yegâne şahsın Vâsıl olduğunu söylemektedir ", 167
16
164
165 B k . Zubdî H a s a n Cârullalı, anılan eser, 166 B k . A h m e d
162 B k . W . Baılhold, îsîûtn Medeniyeti 163 B k . t b n H a z m , al-Fisal 164 B k . a l - Bağdadi, al-
42
fVl -Milel, Fark,
Tarihi,
s. 43 v d .
C. I I , s. 115; a l - M a k r M , al-Hilau
s. 22 v d .
Emîn, Duha'l
-İslâm,
167 B k . A h m e d b. Y a h y a b. al-Murtadâ, C. I V , s. 190.
s. 38.
C . I , a. 346. al-Munye
val-Emel,
s. 21 v d , H a y d a r a b a d
1316/1902. 168 B k , İbn
al-Murtadâ,
ayni
eser,
s.
18.
43
Vâsıl, inandığı bu mücadeleyi sadece memleketi olan Basra'da yapmakla yetinmiyordu; ayni zamanda taraftarlarını gurup ve heyet ler halinde başka memleketlere gönderdiği gibi, kendisinin de bazan b u seferlere katıldığı ve İslâm imparatorluğunun çeşitli bölgelerinde karşı laştığı muhalifleriyle yaptığı münazara ve münakaşalar neticesinde, onlardan b i r çoğunu savunduğu prensiplere inandırmağa muvaffak oluyordu .
vazedilen genel kurallara aykırı bir düşüncenin meydana çıkmasına aslâ müsaade etmemişlerdir . İ b n a r - R â v e n d î (Ölm. H . 293/M. 905), î b n H â i t ve F a d l a l - H a z z a ' gibi başlangıçta itizâl prensip lerini savunan kimselerin, sonradan b u prensiplere aykırı birtakım gö rüşler ileri sürmelerinden dolayı Mutezile topluluğundan atılmaları, bunların hiyânetle, hattâ " m u l h i d " olmakla suçlandırılmaları, b u ger çeğin bariz örneklerinden b i r i d i r .
Vâsıl'dan sonra, onun çizdiği yol üzerinde yürüyen ve onun meto duyla mücadeleye devam eden diğer Mutezile büyüklerinin de b u konu daki başarıları büyük olmuştur. Reisleri Vâsıl gibi, muhalifleriyle yap tıkları meşhur münazaraların ve elde ettikleri büyük başarıların yanı sıra, bu konu ile ilgili olarak birçok eserler de vücuda getirmişlerdir. B u cümleden olarak, E b u ' l H ü z e y l a l - A l l â f ' ı n altmıştan fazla eser yazdığı , B i ş r b . a l - M u ' t e m i r ' i n sırf muhaliflerine ve din düş manlarına karşı telif ettiği bir risalenin kırkbin beyti İhtiva etmiş olduğu, Peygamber'in risâietinin en büyük savunucusu sayılan Câhız'ın d a muhaliflerine reddiye olarak sekiz ve itizâl prensip lerini savunan altı büyük eser telif ettiği zikredilir.
Diğer taraftan Halifelerin, İslâm dinini yabancı ideolojilere karşı savunma hususunda büyük ölçüde b u fırka mensuplarına i t i m a d et miş olmaları, onların b u alandaki büyük hizmet ve değerlerine delâlet eden başka b i r örneği teşkil etmektedir .
169
170
171
1 7 2
173
Mutezile mensuplarının b u alandaki hizmetleri gerçekten sayılamıyacak kadar çoktur; onların, b u hizmetleri ifâ ederken giriştikleri büyük mücadele, genellikle İslâm akidesini ve inandıkları itizâl prensiplerini düşmanlarına karşı savunma amacını güden i k i esaslı noktada toplanı yordu. Onlar İslâm dini ve akidesini savunurlarken hernekadar Mecu sîlik, Cebriyye ve Zanadıka gibi sapık cereyanlara daha çok önem vermiş olarak görünüyorlarsa da, gerçekte onların b u mücadelesi daha u m u m i bir mâna ifade ediyor, Yahudilik veya Hristiyanlık gibi İslâm düşün cesi ve akidesi üzerinde zararlı olabilecek her türlü cereyanı da içine alı yordu. Câhız'ın Hıristiyan ve Yahudilere reddiye olarak yazdığı eserler, bu görüşü teyid eden birer belge mahiyetindedir . İtizâl prensipleri nin müdafaasına gelince, Mutezile'nin b u konu üzerinde büyük bir t i tizlikle durduğunu görüyoruz. Onlar kuvvetle inandıkları prensipleri ni haricî tehlike ve hücumlara karşı şiddetle müdafaa ederlerken, ayni zamanda kendi bünyeleri içinde de herhangi b i r iç kıpırdanışa veya 174
175
176
177
Mutezile'nin, b u mücadeleyi yaparken, zaman zaman büyük güçlük ve imkânsızlıklarla karşılaştığını, hattâ b u uğurda hayatını bile kay bedenlerin bulunduğunu ve hasımları tarafından kendilerine, söyle medikleri veya inanmadıkları birtakım söz ve fikirlerin isnad edildi ğini bizzat kendi kaynaklarından öğreniyoruz. Meselâ, Câhız'ın Mute zile'nin fazilet ve hizmetlerinden bahseden ve ayni zamanda Rafızîlere bir reddiye mahiyetini taşıyan " Fadîlatul -Mu'tezile" adlı eserine karşıt, İ b n R â v e n d î ' n i n , yazdığı ve "Fadîhatu'l -Mıt'tezile" adlı eseri bile, b u fırkanın karşılaştığı güçlükleri ve ona isnad edilen kasıtlı gö rüşleri .anlatmağa kâfi gelir. Daha sonra da, a l - H a y y â t (ölm. H . 300 / M . 912)'m İbn ar -Râvendî'ye b i r reddiye olarak yazdığı "KitâbuH -İntişâr" adlı eseri, Mutezile'nin İslâm akidesinin savunulması husu sundaki değerli hizmetlerinden ve muhaliflerine karşı giriştikleri büyük mücadelelerden en i y i şekilde bahseden ve bunları en açık b i r şekilde belirten kıymetli b i r eser olarak göstermek mümkündür. 1 7 8
3 - Felsefî
cereyanların
Yabancı din ve inançlara karşı İslâm akidesinin savunucusu olarak ortaya atılan Mutezile'nin, b u görevi hakkiyle yerine getirebilmesi için karşılaştığı başka bir güçlüğü daha yenmesi gerekiyordu. B u da çağdaş bilimlerin, özellikle felsefî cereyanların yarattığı duruma intibak zorun175 B k . i b n an-Nedîm, al-Fikrist,
169 T a f s i l a t için bakınız: Y â k û t al-Hamavî, 1357/1938; t b n a l - Murtadâ, al-Munye, 170 B k . î b n
al-Murtadâ,
al -Munye,
171 B k . İbn
al-Murtadâ,
ayni
172 B k . al-Hayyât, 173 B k . Yâkût
al-İnlisâr,
al-Hamavî, ayni
Mu'ceraul-Udebâ,
s. 1 9 - 2 1 , 26, 51. eser, s.
s. 25. s.
30.
154.
eser, C . X V I , s. 107-110.
174 B k . Yâkût al-Hamavî, ayni eser, C . V I , s. 107-108.
44
C . X I X , s. 249, K a h i r e
tesiri:
s. 255, K a h i r e 1344; al-Hayyât, al-hıtisâr,
176 B k . i b n al-Mnrtadâ, Kitâb Tabakât al-Mutezile,
Susanna
s. 65.
D i w a l d - W i l z e r i'eşri, s.
92, B e y r u t 1 3 8 0 / 1 9 6 1 ; al-Hayyât, ayni eser, s. 102, 149; A d a m M e z , al-fîadâretu'l
-îslâmiyye,
Aı-apçaya çeviren: M . Abdulhadî EbÛ Rîde, C . I I , s. 9 7 - 9 8 , K a h i r e 1947/1948. al-Beyân ve't-Tebyîn,
Abdusse-
lâm M . Hâı-un neşri, C . X, s. 2 5 - 2 6 v d , K a h i r e 1 3 6 7 - 6 8 / 1 9 4 8 - 4 9 ; İbn A b d R a b b i h ,
al-tkduH-
177 B u k o n u için b k . Ebû Osmân A m r b. B a h r al-Câhız, Ferîd, C . I , s. 207, 218; i b n al-Murtadâ, al-Munye, 178 B k , al-Hayyât,
ayni
eser,
s.
s. 42.
105-106.
45
luluğu idi. Daha önce de söylediğimiz gibi, İslâm fütuhatı gelişip birçok ülkeler İslâm imparatorluğunun birer parçası haline gelince, müslüman¬ lar fethettikleri b u yerlerde çeşitli din ve kültürlerle karşı karşıya gel mişlerdi. Hâkimiyetleri altına aldıkları yabancıların çoğunluğu, eski medeniyet ve kültürün temsilcisi olup büyük ölçüde felsefî ve aklî bilimlere nüfuz etmiş, eski filozofların eserlerine bihakkın vakıf olmuş kimselerdi. Daha müslümanlarm Mısır, Suriye, I r a k ve İran toprak larını işgalinden önce b u ülkelerde Yunan, İran, Süryânî ve H i n t kül türü b i l i n i y o r d u . Çünkü Mısır ile Suriye Şarkî Roma İmparatorluğu'nun ve kültürünün varisi sayılan Bizans İmparatorluğu'na t a b i birer eyâlet halinde i d i . Tabiî olarak Bizans kültürünün tesirinde kalan b u ülkelerde geniş ölçüde b i r ilmî hareket göze çarpıyordu. B u bölgelerde bilimsel araştırmalar için yüksek okullar tesis ediliyor ve buralarda fel sefe ve fen dersleri gibi aklî ve tecrübî ilimler okutuluyordu. B u okul larda ayrıca teolojüc meselelerin de incelenmesine büyük b i r yer verili yor ve aklın ışığı altında bunların halledilmesine çalışılıyordu. 179
İskender İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra A t i n a ' d a k i âlim lerin Mısır'a Batlamyus Soter tarafından davet edilmeleriyle teşekkül eden İskenderiye okulu, Hıristiyan tefekkürünün i l k büyük merkezi sayılıyordu. B u okul, kuruluşundan sonra birçok istihâleler geçir mişti . İslâmiyetin doğuşundan biraz önce, burada hernekadar daha çok astronomi, tıp ve k i m y a gibi müsbet ilimlere önem verilmiş olarak görünüyorsa da, daha Önceleri b u okulun büyük b i r teolojik ha rekete sahne olduğunda şüphe y o k t u . B u hareketin başında ise, Y a h u d i dinini felsefeyle telif etmek isteyen büyük Y a h u d i filozofu P h i l o n (M. Ö. 20 / M . S. 40) geliyordu . Philon, daha önceki filozoflarda mevcut olan Tek Tanrıcı bir temayüle sahip olmakla beraber, felse fenin daha fazla teolojik olması meselesi üzerinde kuvvetle durmakta dır. Eflâtun'cu ekoPe ön plânda yer verildiği İskenderiye okulunda o, Eflâtun'dan mülhem olarak, Allah'ın bütün varlıkların en hayırlısı veya i l k hayır (hayrı evvel) olarak vasıflandırmakta ve kâinatın i l k sebebi olarak ebedî, değişmez, ihtirassız, dünya fenomeninin çok üstün de bir Tek Allah akidesi f i k r i n i ortaya atmaktadır. Onun b u felsefî mo noteizm anlayışı, ahd-i Atîk'İn telâkkisine uymakla beraber ondan 180
181
182
neş'et etmemektedir. " D o k t r i n i n i n başlıca özellikleri, i l k sebeb'in m u t lak birliği, mutlak h a k i k a t i , ebediyeti ve değişmezliğidir" . 183
İskenderiye'de zuhur eden b u felsefî ve teolojik cereyanın akisleri Suriye okullarında da görüldü, özellikle teolojik meselelerde büyük bir rol oynayan ve Y u n a n ilimlerinin merkezi haline gelen A n t a k y a okulu (kuruluşu: M.S. 270) bunların başında geliyordu. Burada öğretilen b i l i m ler içinde E f l â t u n felsefesi ve hitâbet sanatı önemli bir yer işgal edi yordu. Diğer taraftan b u okulda yapılan teolojik araştırma ve incele meler neticesinde Nestûrî ve Yakübî gibi birtakım Hıristiyan fırkaları teşekkül etti. Daha sonra Nusaybin (kuruluşu: M.S. 320) o k u l u n u n k u ruluşu ile Yunan ilimleri yeniden Kuzey Suriye'de canlandı. Niha yet M.S. 363 de İranhlar tarafından kurulan Ruha (Urfa) okulu ile Helenizmin Asya içlerine sokulması sağlanmış oldu. Burada Süryânî dilinin yanında Yunanca da mecburi olarak öğretiliyordu . B u okulda ay rıca Aristo felsefesi ve yeni Eflâtuncu düşüncelerin de okutulması önemli bir yer işgal ediyordu . Milâdî altıncı asırda K i s r â E n û ş e r v a n (M. 531/578) tarafından kurulan Cundisapur (Cundişapur) okulunun da, H i n t ve Yunan kültürünün İran'da süratle yayılmasında büyük e t k i leri oldu. Yunancadan, Hintçeden ve Süryânîceden Pehlevî diline bir çok eserler tercüme edildi. Böylece burası çeşitli kültürlerin birleştiği ve Hıristiyan ve Mecûsî dinlerinin de karşı karşıya geldiği önemli bir kül tür merkezi halini aldı. B u okulun çok uzun bir müddet yaşadığı, hattâ burada bulunan bilginlerden birisinin Halife M a n s û r ' u tedavi etmek üzere H . 148/M. 765 de Bağdad'a davet edildiği ve daha sonrada A b basî halifeleri tarafından b u geleneğin devam ettirildiği rivâyet edi l i r . Diğer önemli bir kültür merkezi de, şüphesiz arap fethinden çok Önce mevcut olan Harran okulu idi. Burada da yeni Eflâtuncu ve P y t hagoras'cı felsefe okutuluyordu. 184
185
1 8 0
Müslümanlar daha Emevîler devrinde b u kültürlerle ilgilenmeğe başladı. Yunanî bilgilerle uğraşan Y e z î d I . ' i n oğlu H â l i d (ölm. H . 85 /M.704)'e' astronomi, tıp ve kimyaya ait bazı tercüme eserler isnat edi l i r . Müslümanlar arasında hızla gelişen b u i l i m hareketlerinin sonucun da Basra ve Küfe birer kültür merkezi haline geldi. H . 132/M. 749 da 1 8 7
183 B k . D e L a c y O ' L e a r y , anılan eser, s. 6-7 v d ; H a r r y A n s t r y n Wolfson, Philon, 102,
179 B k . O r d . Prof. H i l m i Z i y a Ülken, İslâm Medeniyetinde İstanbul 1948.
180 B k . O r d . Prof. H i l m i Z i y a İJlken, Uyanış Devirlerinde İstanbul 1935.
Tercümeler ve tesirler, Tercümenin
s. 64,
184 B k . Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu, anılan eser, s. 8.
Rolü, s. 40 v d .
185 B k . Hannâ'l -Fâhûrî v e Halîl a l - C e r r , anılan eser, C . I I , s. 8. 186 B k . Cemâl a d -Dîn Ebû'I - H a s a n a l -Kıftî,
181 B k . Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser, s. 4 7 . 182 B k . E m i l e B r e h i e r , al-Arâu'd-Dîniyye ve'l-Felsefiyye li Philon al-lskenderî, Arapçaya çevirenler: D r . M . Yûsuf Mûsâ ve D r . Abdülnalîm an-Neecâr, s. 104 v d . K a h i r e 1954.
46
C . I . s.
227—9 v d . , Massachusete 1948; D r . Yaşar K u t l u a y , anılan eser, s. 9-10.
s.
71-72,
Kahire
îhbâr al - Ulemâ hi Ahlâr
al-Hukemâ,
1326/1908.
187 B k . Prof. D r . W . Baı-thold, anılan eser, s. 2 6 - 2 7 .
47
Emevî devleti düşüp yerine Abbasîleriıı geçmesiyle i l i m hareketlerinin ağırlık merkezi Bağdad oldu. Bu devirde İlim hareketlerine karşı ilgi çok arttı. Daha Mansûr'un halifeliği zamanında ( H . 137-159/M. 754¬ 775) başlayan tercüme faaliyetleri hızla gelişti. Özellikle H . 198 / M . 813 de M e ' m u n ' u n halife olmasiyle Yunanca'dan, Pehlevîce'den ve bilhassa Süryanîce'den Arapçaya b i r çok eserler tercüme edildi. Daha sonra H . 217 / M . 832 de Me'mun tarafından kurulan Beytul-Hikme'niıı de b u alanda büyük rolleri oldu. H . 232 / M . 846 da halife olan M ü t e v e k k i l tarafından da daha önce başlayan bu tercüme faaliyeti büyük b i r destek gördü ve böylece onun zamanında da birçok yabancı eserler Arapçaya aktarılmış o l d u . 188
İşte böyle bir ortamda zuhur eden Mutezile mensupları, kendilerini b u yeni duruma uydurmak zorunluluğunda kaldılar. Böylece yabancı kültürlere, özellikle Yunan felsefesine duydukları ilgi gün geçtikçe arttı. İtikadı konuları sadece nakle dayanmayıp, ayni zamanda aklın ve fel sefenin ışığı altında incelemeğe ve bunları mutlak ölçülere göre tefsir ve te'vîl etmeğe başladılar. Gerçek şu k i , İslâm dininin savunucusu olarak ortaya atılan Mute zile, b u dinin gerektiği gibi savunulmasının ancak hasımlarının k u l l a n dıkları metod ve silahları kullanmakla kabil olabileceğine inanıyordu. İşte b u inancın b i r neticesi olarak, kendilerini yabancı kültürlere, özel likle Yunan felsefesine karşı büyük bir ilgi göstermiş olarak görmekteyiz. Biraz önce de söylediğimiz gibi, Mansûr ve Me'mun devirlerinde giri şilen tercüme faaliyetleri, felsefî düşüncelerin Öğrenilmesine duyulan büyük ihtiyaçtan doğmuş olması muhtemeldir. Makrîzî'nin k a y d e t t i ğine göre, Me'mun'un hilâfetini takip eden birkaç sene içinde, Y u n a n ea'dan ve başka dillerden Arapça'ya birçok eserler tercüme edilmiş ve Mutezile mensupları bunları büyük b i r iştiyakla okumuş ve ken dilerini düşmanlarına karşı savunmada, b u eserlerden edindikleri bilgi lerden geniş ölçüde faydalanmışlardır. Ş e h r i s t â n î ' y e göre b u eserler den ciddî b i r şekilde faydalanan i l k Mutezile mensubu, Yunan füozoflarının birçok eserlerini okuyan ve onların görüşlerini Mutezile'nin görüşleriyle bağdaştırmağa çalışan N a z z â m olmuştur "". Bundan sonra onu da başkaları takip etmiş ve böylece Mutezile, felsefe ile dini uzlaştırmağa çalışan teolojik sistemlerin i l k i olarak İslâm tarihindeki gerçek yerini almıştır . 189
1
191
188 B k . O r d . Prof. H i l m i Z i y a "Ülken, İslâm Medeniyetinde 189 B k . al-Makrîzî, al-IIİtat, 190 B k . aş-Şehrislânî. al-Milel,
Tercüme ve Tesirler,
s. 1 0 2 - 1 0 3 .
C . I V , s. 183. C . I , s. 5 3 - 5 4 ; İtm Nııbâte, anılan eser, s. 120.
191 T a f s i l a t için bk. al-Hayyât, Kitâbu'l - İntişâr, Prof. N y b e r g önsözü, s. 58.
48
H
Mutezile b u t u t u m u ile yalnız İslâm dinini savunmakla kalmamış, fakat ayni zamanda b u dinin esaslarını, felsefî metotlarla en i y i şekilde açıklayan ve bunları birçok yabancı milletlere de kabul ettirmeğe m u vaffak olan b i r fırka olarak tebarüz etmiştir. Mutezile'nin başlangıçta sırf İslâmiyeti savunmak amaciyle felsefeye yönelmiş olduğunda şüphe y o k t u r . Ancak b u davranış, onların hayatında yeni b i r çığır açtığı gibi, düşüncelerinde de birtakım önemli gelişme ve değişmelere sebep ol muştur k i , «bunları i k i noktada toplamak mümkündür: 1 - Mutezile Y'unan felsefesine tamamiyle vakıf olup, b u i l m i n inceliklerine nüfuz edince, b u kültüre karşı derin b i r alâka ve aşırı dere cede b i r sevgi duymağa başladı. Y u n a n filozoflarına karşı duyulan sevgi ve bağlılık gün geçtikçe arttı. Sözlerine olduğu gibi inanılmağa, hattâ çoğu zaman bunlara din esaslarının tamamlayıcısı nazariyle bakıl mağa başladı . Böylece İslâm tarihinde i l k defa din ile felsefenin uzlaştırılması ve bağdaştırılması meselesi ortaya çıkmış oldu. Mutezile n i n gerçekten büyük gayret sarfettiği b u mesele, daha sonraları K i n d î (Ölm. Hicrî 252, Milâdî 866 yılından sonra), F a r a b î (Ölm. H . 339 / M . 950) ve İ b n i Sinâ (Ölm. H . 4 2 8 / M . 1036) gibi değerli İslâm filozofları tarafından da ele alınmış ve Mutezile'nin görüşlerine uygun olarak b u meselenin halledilmesine çalışılmıştır. 192
2- r- Felsefeye duyulan b u yakın ilginin b i r neticesi olarak, Mutezile yavaş yavaş teolojik meselelerden, özellikle üzerlerine aldıkları dinî görevlerinden uzaklaşmağa ve daha çok felsefî meselelerle ilgilenmeğe başlamışlardır. Bunun bir neticesi olarak zamanla asıl görevlerini i h mal etmişler ve kendilerini cevher, araz ve atom gibi sırf felsefî mese lelere .yermişlerdir. Görüldüğü gibi, İslâm dini ile felsefeyi uzlaştırmağa çalışan ve kendisini aşırı derecede felsefî cereyanlara kaptıran Mutezile, büyük ölçüde Yunan felsefesinin tesiri altında kalmış , görüşlerinin ekserisi b u felsefenin karışımından meydana gelmiş ve b u da tabiatiyle İslâm kül türünde büyük izler bırakmağa sebep olmuştur . Bununla beraber, daha sonraki İslâm filozoflarına i l k defa izleyecekleri yolu gösteren ve onların yolunu aydınlatan b i r meşâle vazifesi gören b u fırka mensupları na, İslâmiyetin i l k filozofları adını vermeği ve İslâm akidesi hususunda ifâ ettikleri değerli hizmetlerinden dolayı kendilerini daima hayırla yâdetmeyi, lâyık oldukları bir hakkı yerine getirmek bakımından gerekli bulmaktayız. v 193
194
192 B k . D e L a e y O ' L e a r y , Arabic 193 B k .
Nîctıolson,
anılan
eser,
194 B k . D e L a c y O ' L e a r y , Arabic
Thought and its Place in History, s.
s. 123, L t m d o n 1922.
369.
Thought...,
s. 123.
,
49
lan b i r soruya: " B u n u takdir etmeniz için sadece Vâsıl ve A m r b. Ubeyd'in ilmî derecelerine bakmanız bile k a f i d i r " dediğini zikretmek tedir k i , biz zahirde b i r b i r i n i tamamlıyor gibi görünen b u her i k i rivâyetin de doğruluk derecesi lıususunda haklı olarak şüpheye düşmek teyiz. Bizi b u düşünceye sevkeden sebeplerin başında, Muhammed b . al -Hanefiyye'nin ölümü ile Vâsıl'm doğum tarihleri arasında görülen çelişik durum gelmektedir. Biz biliyoruz k i Vâsıl, H . 80 / M . 699 yılın da doğmuştur. İbn al-Hanefiyye'nin Ölüm t a r i h i ise, daha önce de işa ret ettiğimiz, gibi, H . 8 1 / M . 700 ile H . 83 / M . 702 yılları arasında değişmektedir. Hattâ bunu H . 72 / M . 691 veya 73 /692 olarak kayde denler de vardır ° . Buna göre VâsıFın Kelâm i l m i n i veya itizâl f i k r i n i bizzat İbn al-Hanefiyyye'den almış olması imkânsızdır. Fakat, daha sonra Şehristânî'nin de teyid ettiği g i b i , onun b u f i k r i -İbn al-Murtadâ'nın görüşü kabul edildiği takdirde - İbn al-Hanefiyye'nin oğlu E b û H â ş i m A b d u l l a h ' d a n almış olması akla daha uygun gelmek tedir. 1 9 9
İKİNCİ
BÖLÜM
MUTEZİLE'NİN DOĞUŞU, GELİŞMESİ V E ÇÖKMESİ
20
I - Mutezile'nin Doğuşu:
z o 1
B u sistemin doğuşunu, ana hatlariyle şu üç kısımda incelemeğe çalışacağız : 1 - Mutezile'nin
doğduğu yer ve tarihi :
Mutezile'nin dinî mânada b i r ekol olarak ortaya çıkış t a r i h i kesin olarak bilinmemektedir. B u konuda Arap kaynaklarından öğrenebil diğimiz husus, b u sistemin i l k defa Basra'da Vâsıl b. Atâ al-Gazzâl'ın Hasan al- Basrî'nin meclisinden ayrılmasiyle başlamış olmasıdır. B i l i n diği gibi Hasan al-Basrî, Hicrî 110, Milâdî 728 tarihinde vefat etmiştir . Mutezile fırkasının kurucusu olan V â s ı l b . A t â (Ölm. H . 131 / M . 748) ile A m r b . U b e y d (Ölm. H . 144/M. 761)'in doğum tarihleri ise, Hicrî 80, Milâdî 699 y ı l ı olduğuna göre, böyle b i r fikrî harekete y i r m i yaşından önce başlamış olmaları düşünülemez. Buna göre Mutezi le'nin, Hicrî i k i n c i yüz yılm başlarında , büyük bir ihtimalle Hicrî 100-110, Milâdî 718-728 yılları arasında doğmuş olması gerekmektedir. 195
196
197
İbn al-Murtadâ ise, b u t a r i h i daha ileriye götürerek Hz. Peygamber'e kadar dayandırmakta ve delil olarak da, Vâsıl-ın H z . A l i ' n i n oğlu M u h a m m e d b . a l - H a n e f i y y e (Ölm. H . 8 1 / M . 700 yıhndan sonra) tarafından yetiştirildiğini ve dolayısiyle Kelâm i l m i n i , özellikle itizâl f i k r i n i ondan almış olduğunu ileri sürmektedir . a l - H â r i z mî (ölm. H . 383 / M . 993) de b u görüşü teyid eder mahiyette Ebû Hâşim Abdullah'ın, babası İbn al-Hanefiyye'nin i l m i derecesi hakkında soru198
İ b n a l - M u r t a d â ' n ı n Mutezile'nin nesebini^ Vâsıl, Ebû Hâşim, Muhammed b. al-Hanefiyye ve Alî b. Ebî Tâlib kanalları ile Hz. Muhammed'e dayandırması hususunda meşhur şarkiyatçı A d a m M e z , b u nesebin daha sonraları Şiîler tarafından uydurulmuş olabileceğini ileri sürmekte ve buna dchl olarak, Hicrî dördüncü yüz yılda bunlardan b i r çoğunun Mutezile mezhebine girmiş olduğunu göstermektedir . Başka b i r rivayette de, Vâsıl'm itizâl f i k r i n i Hasan al-Basrî'den almış olduğu zikredilmekte ve buna delil olarak da Hasan al-Basrî'nin, kaderi nefy ve adi gibi itizâl prensiplerini ihtiva eden bir risâleyi Halife A b d ü l m e l i k b . M e r v â n ' a göndermiş olması gösterilmektedir . D i ğer taraftan bizzat Vâsıl'm da A m r . b. Ubeyd'e yazdığı b i r risâlede ken disinin Hasan al-Basrî'nin mezhebi üzere oluğunu zikretmiş olması, bu görüşü teyid eden başka b i r belge olarak vasıflandırılmaktadır . 2ü2
203
2o4
205
B u rivayetlerin bize öğretmiş solduğu husus, Vâsıl'm, hernekadar " M u r t e k i b - i kebîre" hususunda Hasan al-Basrî'den ayrılmış olarak görünüyorsa da, kader meselesi gibi diğer bazı prensiplerde onun görü şüne uymuş olabileceği keyfiyetidir. 199 B k . Ebû B e k r al-Hârizmî, Resâİl al-Hârizmî, 200 B k . İbn Hallikân,
195 B k . İbn. Hallikân, Vefeyâl al-A"yân, XIX,
s. $ 4 3 .
50
va'n -Nihal,.
202 B k . A d a m Mez, anılan eser, 203 B k . aş-Şehristânî,. anılan eser,
197 B k . a l . Makrîzî, al-Hitat, . 198 B k . • İbn al-Murtadâ,
C.
C . I V , s.
183.
Tabakât al-Mutezile,
l
s.
7.
204 B k . - i b n al-Murtadâ,
al-Munye
s. 50, K a h i r e
1312/1894.
C . I I I , a. 312.
,
201 B k . aş-Şehristânî al-Milel
C. I , s. 355, K a h i r e 1367/1948.
196 B k . Iİm Hallikân, ayni eser, C . I I I , s. 132; Y â k û t al-Hamavî, Mu'cemu'l-Udebâ,
Vefeyâlu l-A'yân,
C . I , s.
C . I , s. 49. 332-333.
C . I , s. 4 7 , 49. Va l ,
-Emel,
S. 12-14.
•
205 B k . İbn A b d R a b b i h , anılan eser, C . I , s. 208.
51
2 - Mutezile
deyimi
hakkında ileri sürülen çeşitli
fikirler:
Mutezile'nin doğduğu yer ve tarihi böylece tesbit ettikten sonra, şimdi de b u fırkaya verilen çeşitli isimleri, özellikle "Mutezile" kelimesi hakkında ileri sürülen çeşitli görüşleri inceleyelim:
Hasan al-Basrî'nin meclisi zannederek, kendisinin b u meclise katıldı ğını, fakat biraz sonra yanıldığını anlayınca derhal oradan ayrılarak, "bunlar ancak itizâl eden kimselerdir'''' dediğini ve b u tarihten itibaren de bunlara ve bunlar gibi düşünenlere "Mutezile" dendiğini söylemek tedir . 207
Elimizdeki kaynaklardan öğreniyoruz k i , dinî anlamda Mutezile deyiminin ortaya çıkışı genel olarak üç sebebe dayanmaktadır: 1) Vâsıl b. Atâ'nın Hasan al-Basrî'nin meclisinden ayrılarak, arkadaşı A m r b. Ubeyd ile büyük günah (Kebîre) işleyenlerin küfür ile iman arasında mutavassıt b i r yerde (al-Menzile beyne*l -Merızileteyn) kalıp mutlak surette ne mümin ve ne de kâfir olmadıklarım söylemeleri üzerine, Hasan al-Basrî'nin bunlar hakkında, "kad Vtezelâ kavle'l-umme" yâni E h l i İslâmın görüşünden ayrıldılar demiş olması, diğer b i r riva yette de, ayni sebepten dolayı Hasan al-Basrî'nin meclisinden uzaklaş tırılan Vâsıl için onun, "kad Vtezele anna'l- Vâsıl" yani Vâsıl bizden ayrıldı demesi, Vâsıl'ın ve onun gibi hareket edenlerin "itizâl edenler'''' anlamına "Mutezile" adı ile anılmalarına sebep olmuştur . _ 206
B u görüşü büyük İslâm bilgini A h m e d Emîn'in de işaret ettiği gibi, birkaç yönden tenkid etmek mümkündür: a - Vâsıl'ın veya A m r b. Ubeyd'in Basra mescidinde b i r meclis ten diğer b i r meclise i n t i k a l etmiş olması, bir fırkaya isim olacak kadar önemli b i r olay değildir; böyle b i r tesmiyenin arazla değil, fakat cev herle, esasla daha çok ilgili olması gerekir. b - B u konuda râvilerin ihtilâf etmiş olmaları da, b u görüşün za fiyetine delâlet eden b i r sebep olarak gösterilebilir. Meselâ bunlardan bazıları ayrılma hâdisesini Vâsıl'a isnad ederken, bazıları da b u olayı A m r b. Ubeyd'e isnad etmektedir. Bundan başka bunları Mutezile ismiyle i l k defa ananın, Hasan al-Basrî olduğunu söyleyenlerin yanı sıra, bunu K a t â d e b . D i â m e a s - S e d d û s î (Ölm. H . 117/M. 735)'ye nisbet edenler de vardır. B u görüşü ileri süren İ b n H a l l i k â n , bir gün Basra mescidine giren Katâde'nini Hasan al-Basrî'nin meclisinden ayrı larak mescidin b i r köşesinde ayrı b i r topluluk meydana getiren A m r b. Ubeyd ile arkadaşlarının konuşmalarını işidince -kör olduğundan206 ' B k . M u h a m m e d b. an-Nu'mân al-Mufîd, Evâil al-Makâlât fVl-Mezâhib rât, s. 4 - 7 , T e b r i z 1371; M . Şerefeddin, Kaderiyye
yahut
Mutezile,
Mecmuası, sayı: I V , s. 5, İstanbul 1930; al-Bağdâdt, at-Fark anılan eser, s. 6 4 - 6 5 ; aş-Şehristânî,
al-Milel,
beyne l-Firak,
C. I , s. 48; Hannâ'l-
anılan eser, C . I , s. 1 4 0 - 1 4 1 ; İbn al-Murtadâ, Tab'akât al-Mutezile, tslâm, s. 288 v d . ; Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu, F a k . Dergisi,
52
1964
sayısı, s. 5 1 ,
Ankara.
Mutezile
val
-Muhıâ-
Darülfünun İlahiyat F a k . s. 71; al-İsfeıâyinî,
Fâhûrî v e Halü
s. 3; A h m e d Eraîn,
Ve Akıl
Meselesi,
al-Cerr, Fecru'l-
A . Ü\ i l a h i y a t
c- İlmi Kelâm ile ilgili eserlerin çoğunda muayyen bir şahıstan bahsedilirken, o Mutezilî b i r görüşe sahiptir veya itizâl ekimdendir, şeklinde birtakım ifade tarzlarının kullanılmış olması, Mutezile deyiminin belirli prensipleri bulunan b i r mezhebin ismi olduğuna ve b u ismin b i r meclisten diğer b i r meclise i n t i k a l gibi, cismî b i r hareketin çok üstünde Önemli bir anlam taşıdığına delâlet eden diğer b i r örneği teşkil etmek tedir . 208
2) İbn al-Murtadâ ise, b u ismin çıkışım başka b i r şekilde t a ' l i l etmekte ve Vâsıl ile arkadaşlarına Mutezile denmesinin gerçek sebebi olarak, bunların daha önce büyük günah işleyenler hakkında ileri sürü len sapık veya" en azından bid'atlıkla vasıflandırıl ah ilecek birtakım düşünce ve görüşlerden ayrılmış olmalarını göstermektedir . Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, "Miircie" büyük günah işleyen kimsenin mümin olduğunu söylemekle beraber, b u husustaki kesin hükmü âhirete ertelerken, Haricîler'in b i r kolu olan Ezârika onun kâfir olduğuğunu söylüyordu. Hasan al-Basrî'nin de b u husustaki görüşü, onun münafık olduğu merkezinde i d i . Vâsıl'ın bid'atlıkla vasıflandırılan bü tün b u görüşlere muhalefet ederek "büyük günah işleyen ne mü'mindir, ne de kâfirdir, ancak o fasıktır" teziyle ortaya atılışı, kendisinin ve onun gibi düşünenlerin "Mutezile" ismiyle anılmalarına sebep oldu. 209
3) a l - M e s ' û d î (ölm. H . 345/M. 45G)'ye göre b u fırka mensup larına Mutezile denmesinin sebebi, "büyük günah işleyenin müminler den ve kâfirlerden ayrılmış olduğunu söylemelerindendir k i , bu görüşün diğerlerine nisbetle gerçeğe daha yakın olduğu düşünülebilir. 210
Bunlardan başka çağdaş bilgilerden bazıları da, b u deyimin çıkı şına başka b i r sebep arama çabasına düşmüş olarak görüyoruz. Meselâ G o l d z i h e r , b u topluluğa Mutezile denmesinin gerçek sebebi olarak Vâsıl ve A m r b. Ubeyd gibi, b u fırkanın i l k kurucularının insanlardan ve dün ya nimetlerinden tamamiyîe uzaklaşarak zahidâne bir hayatı tercih 207 B k . İbn Hallikân, Vefeyât al-A'yân, anılan eser,
s.
C . I I I , s. 2 4 8 - 2 4 9 ;
Zuhdî
Hasan
Cârullah,
2-3.
208 B k . A h m e d E m i n , 209 B k . İbn
Fecrul
al-Murtadâ,
-İslâm,
Tabakât
s. 288.
al-Mu'tcîile,
s.
5.
210 B k . Ebû'l - H a s a n Alî Al-Mes'ûdî, Murûc az-Zeheb
va Maâdin
al-Cevher,
C . I I I , s.
235, K a h i r e 1367/1948; A h m e d Emîn, anılan eser, s. 289; Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser, s. 3.
53
etmiş olmalarım göstermektedir . Ahmet E m î n de başlangıçta hernekadar h u ismin i h t i d a eden Yahudi kaynaklarından gelmiş ola bileceğini ileri sürmüşse de, daha sonra b u fikrinden vaz geçmiş olduğunu söylemek lüzumunu hissetmiştir. 211
212
Genel olarak, çeşitli İslâmî kaynakların "Mutezile" isminin çıkışı hakkında ileri sürdüğü f i k i r l e r i , işte b u noktalarda toplamak mümkün dür. Fakat bizzat Mutezile'nin b u husustaki düşüncesi nedir? Gerçekte onlar kendilerine verilen b u ismi sevmediklerini ve bunu kendilerine bil işim olarak tatminkâr bulmadıklarını, her fırsatta "Ehl al-Adl VaH -Tevhîd" gibi başka bir ismi kendilerine yakıştırma çabasına düşme lerinde görmekteyiz. Onları böyle bir düşünceye sevkeden faktörlerin başında, şüphesiz çeşitli zamanlarda b u ismin mâruz kaldığı kötü tefsir ve yorumların yanı sıra, kendilerine hücum etmek için muhalifleri t a rafından daima b i r koz ve istinadgâlı olarak kullanılmış olması gelmek tedir. B a ğ d â d î ' n i n onlar hakkında "İcmâ-i Ümmet'ten ayrıldıkları için kendilerine Mutezile d e n d i " demesi bile, onları İm isimden so ğutmağa, hattâ nefret ettirmeğe kâfi geleceğinde şüphe y o k t u r .
"Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlarından güzellikle ayrıl" ™. Burada o, b u âyetlerin taşıdığı mânalar gereğince, kendi görüş ve dü şüncelerine muhalif olanların h a k i k i tevhîd ehli olmadıklarını göster mek için, kendilerine "Mutezile" adını vermiş olduklarına işaret etmek istemektedir . O, ayni zamanda b u ismi, "senden uzaklaşan hayra düşer" ve Süfyân as-Sevrî'den rivâyet edilen "Benim ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacak; bunların içinde en doğru yolda olanı Mutezile firkasıdır" hadîslerinden iktisap etmiş olduklarını da ileri sürmektedir . 2
217
218
Mutezile isminin menşei hakkında ileri sürülen bütün b u görüşler den şu i k i sonuca varmamız mümkündür: 1) "Mutezile" deyimi i l k defa Hasan al-Basrî ve talebeleri Vâsıl b . Atâ ile A m r b. Ubeyd'in şahıslarında vücut bulmuştur. 2) İtizâl . kelimesi sırf dinî meselelerle ilgili b i r tâbir olup, ancak b u konuları içine almaktadır.
2 1 3
Fakat, zamanla b u deyimin kendilerine has b i r isim olduğunu ve bundan kurtulmanın imkânsızlığını gören Mutezile, hiç olmazsa b u is min müdafaasını yapmanın, bunun fazilet ve üstünlüklerinden bahsetme nin çıkar b i r yol olduğuna kanaat getirdi. İşte bundan dolayı İbn al-Murtadâ, Bağdâdî'nin görüşünü şiddetle yererken, b u ismin başkaları t a rafından değil, fakat bizzat Mutezile tarafından ihdas edilmiş olduğu n u , onların her zaman, özellikle İslâmiyetin i l k yüz yılında daima " I c mâ-i Ümmet" ile amel etmiş olduklarım, ayrıldıkları hususların sadece sapık ve gerçeğe uygun olmayan görüş ve düşüncelere inhisar etmiş olduğunu söylemektedir k i , bununla Mutezile isminin çıkışını daha önce de döylediğimiz gibi, onların her türlü bid'at ve sapıklıklardan ay rılmış olmalarına bağlamak istemektedir. İbn al-Murtadâ daha sonra Mutezile isminin faziletini ve bereketini bazı naklî delillerle de ispat etmeğe çalışmakta ve örnek olarak şu âyet ve hadîsleri zikretmektedir: "Sizi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp sizden ayrılırım..." ; 214
215
B u i k i sonucun doğruluk derecesi kanaatimizce münakaşaya de ğer b i r konudur. İslâm t a r i h i ile ilgili kaynaklar, bize b u kelimenin daha İslâmiyetin i l k günlerinde dahi bol b o l kullanılmış olduğunu göster mektedir k i , bundan da b u kelimenin dinî veçhesinin yanı sıra, daha önceleri siyasî b i r anlamda da kullanılmış olduğunu anlamaktayız. Ger çekten,'başlangıçta b u anlamda kullanılan "Mutezile" sözü, tarafsız b i r topluluğu ifade ediyordu. Özellikle H z . Osman'ın katlinden sonra mey dana gelen Cemel ve Sıffîn savaşlarına iştirâk etmeyen ve b u savaşların kahramanları olan H z . A l i , H z . Aişe ve Muâviye taraflarından hiç b i r i ne i l t i z a m etmeyen tarafsız kimselere "Mutezile" deniyordu . Bunlar arasında Abdullah b. Ömer b. al-Hattâb, Muhammed b. Mesleme alAnsârî ve Üsâme b . Zeyd b. Hârise gibi, her i k i "tarafa hürmet eden ve daha çok ibadetle meşgul olan tarafsız ve saygıdeğer müslümanlar vardı. 219
Yine b u asırda Hz. Hasan ile Hz. Muâviye arasında cereyan eden mücadelede tarafsız kalan, i l i m ve ibadetle uğraşan kimselere de " M u tezile" adının verildiği z i k r e d i l i r . 220
211 B k . I g n a z Goldziher, al-Akîde
va'ş-Şerîa fi'l-îslâm,
Arapçaya çevirenler: M . Yûsuf 216 Müzzemmil
Mûsâ, A . H a s a n Abdu'l-Kâdir v e Abdu'I-Azîz A b d a l - H a k k , s. 100 v d . , K a h i r e 1959. 212 B k . A h m e d Emîn, Fecrul-tslâm,
s. 289; M .
Şerefeddin, Kaderiye
Darülfünun.İlahiyat F a k . M e c . sayı: X V , ş. 5 - 6 ; Zuhdî H a s a n Cârullah, 213 B k . al-Bağdâdî, al-Fark
beyneH
Firak,
214 B k . İbn al-Murtadâ, Tabakât al-MuUezile; 215 Meryem
54
Sûresi,
âyet:
48.
yahut
3-4.
âyet:
10. yahut
Mutezile,
218 B k . İbn al-Murtadâ, Tabakât al-Mu'tezile,
sayı X V , s. 5. s. 2.
219 B k . an-Nevbahtî, anılan eser, s. 2 5 - 2 6 ; A h m e d
s. 71. s. 5; al-Munye
Mutezile,
anılan eser, s.
Sûresi,
217 B k . M . Şerefeddin, Kaderiye
VaH Emel
s. 2, 4.
Emîn, FecruH
îslâm,
s.
290;
Alî
Mustafa al-Gurâbî, anılan eser, • ş. 48 v d . 220 B k . Ebû'l - H ü s e y n al-Malatî, at-Tenbîh va'r -Radd Kahire
alâ EhlVl-Ehvâ
va'l-Bida,
s. 3,
1369/1949.
55
Bütün bunlardan öğreniyoruz k i , b u kelime daha Hasan al Basıî'nin ekolü teşekkül etmeden b i r asır önce de müslümanlar arasında k u l lanılmıştır. B u itibarla Vâsıl b. Atâ'mn kurmuş olduğu fırkaya b u is min verilmiş olması, kanaatimizce yeni b i r buluş olmaktan ziyade, eski ismin yeniden ihya edilmiş b i r şeklinden i b a r e t t i r . Daha önce b i l i nen ve özel b i r anlam taşıyan b u kelimenin, VâsıFın Basra mescidinde bir köşeden diğer b i r köşeye i n t i k a l neticesi çıkmış olduğuna inanmak cidden güç bir meseledir. 231
sip bir isim verilmelidir. B u da ancak "Ehl al - Adi va't-Tevhîd" olabilir. Gerçekten Mutezile b u ismi kendisine şiar edinmiş olarak görünüyor. Esasen a l - M u k b i l î , aş-Şehristânî ve a l - M a k d i s î gibi İslâm bilginleri de, onların kendilerini daima b u isimle yadctnıiş olduklarını zikrediyorlar. a d - D amîrî'de, Kelâmcılardan bazılarının kendilerine "Ehl al-Adi va't-Tevhîd" adını verdiklerini söylüyor k i , b u sözünden sadece Mutezile'yi kasdetmiş olduğunda şüphe y o k t u r . İ b n a l - K a y y ı m a l - C e v z i y y e ise, bunlar için sadece "Ehl alAdl" veya "al-Adliyye" tabirini kullanırken , İ b n al-Murtadâ bunu "al-Adliyye va'LMuvahhide" olarak tamamlamaktadır . Keza, a l K a l k a ş a n d î Mutezile'nin kendilerini " E h l al- A d i va't-Tevhîd" ile adlandırmalarının sebebi olarak, onların "al-Adl" sözü ile kaderi inkâr edip, insana kendi f i i l i n i yaratma kudreti vermiş ve böylece Allah'a şer isnadından Kendisini tenzih etmiş olduklarına, Tevhîd ile de, Allah'ın bütün kadîm sıfatlarını nefyetmek suretiyle O'nun hakikî birliğini is pat ettiklerine inanmış olmalarını göstermektedir . 223
224
225
226
227
3 - Mutezile'nin
diğer isimleri :
228
Mutezile'ye verilen diğer isimlerin yekûnu b i r hayli kabarıktır. Umumiyetle hasımları tarafından kendilerine isnad edilmiş olan b u isimler arasında, bizzat kendilerinin de beğendikleri ve benimsedikleri bazı isimler vardır. Fakat bunlar beğenmedikleri, hattâ nefret ettikleri diğer isimlere oranla çok az b i r sayıyı İfade etmektedir. Bunları özel isimler ve müşterek, yâni b u topluluğun umumunu içine alan isimler olmak üzere i k i kısma ayırmak mümkündür. Biz burada özel isimler den bahsetmek istemiyoruz. Çünkü bunlar ya Mutezile'nin çeşitli fırka larından birinin Özel ismi veya büyük önemi olmayan i k i n c i derecede k i inançların birinden türemedir ' . Biz burada daha çok temel pren sipleriyle yakından ilgili bulunan umumî anlamdaki isimlerinden bahsetmek istiyoruz k i , bunları ehemmiyet derecelerine göre şöyle b i r tasnife tabi t u t m a k mümkündür. 2 2
a) Ehl al-Adi
va't-Tevhîd :
229
Mutezile'nin b u isme b u derece büyük b i r Önem vermiş olması, kanaatimizce bunun i h t i v a ettiği güzel mânanın yanı sıra, savundukları prensiplerin en Önemli i k i unsurunu teşkil etmiş olmasından ileri gel mektedir. Mutezile'nin kendisine yakıştırdığı ve intisap etmekle şeref duydu ğu diğer b i r isim de, şüphesiz "Ehl al~Hakk"tıv. Çünkü onlara göre doğ r u yolda olan sadece kendileridir; başkaları İse, dalâlet ve sapıklık içinde yüzmektedir. İşte bundan dolayı hasımlarına Cebriyye, Kaderiy ye, Müşebbihe ve Haşeviyye gibi birtakım isimler vermişlerdir . 230
Mutezile'nin en çok beğendiği isim işte budur. Onlara göre, ilâhî adaleti ve Allah'ın gerçek birliğini en i y i şekilde anlayan ve ispat eden kimseler olmaları itibariyle, kendilerine bu büyük hizmetleriyle mütena-
b) al-Kaderiyye
:
Mutezile ayni zamanda "al-Kaderiyye'''' lâkabiyle de anılmakta dır . B a ğ d â d î ' y e göre, onlara b u isim "insanın kendi f i i l i n i t a k d i r 231
221 B u mesele için b k . W . Montgomery
Watt,
The 'Political
J o u r n a l of the R o y a l A s i a t i c Society of G r e a t B r i t a i n a n d İreland,
Attitudes
of the
MuHezilah,
sayı: 1 - 2 , s. 57,
London
1963. 222 al-Makrîzî, al Hitat adlı eserinde Mutezile'ye verilen bu çeşit isimlerden tafsilat/ı b i r şekilde bahsetmiştir. Bunların en önemlileri: 1 - al-Harkiyye: 2 - al Mufniyye:
Cennet v e Ceheımem'in spnlu olduğunu
3_ al-Vâkıf iyye:
Kur'an'ın yaratılmış olduğu h u s u s u n d a l a v a k k u f u , susmayı tercih
4 - al-Lafziyye:
Kur'an'ın lafızlarının
gayri
mahlûk
olduğunu
Kabir
azabım
B k . al-Makrîzî, anılan eser,
inkâr, edenler.
C . I V , s. 169.
al-Milel
Şâmih fî îsâr al-IIakk
van-Pîihal,
al-Makdisî, Ahsen
225 B k . Şemsu'd-Dîn 1324/1906.
s.
söyleyenler, söyleyenler,
alâH-Âbâ'
val-Meşâyih,
s. 300,
43.
at -Takâsîmfî
226 B k . Kemâlu'd-Dîn ad-Damîrî, HayâtıCl-Hayavân
söyleyenler,
5 - al-Mültezime : Allah'ın h e r y e r d e , h e r mekânda bulunduğunu
56
224 B k . aş-Şehristânî,
Kâfirler a n c a k b i r defa y a n a c a k l a r diyenler,
edenler,
6 - al-Kabriyye:
223 B k . Sâlih al-Mukbilî, al-îlmu's4 1 5 - 4 1 6 , K a h i r e 1331/1912.
Ma'rifetiH at-Kübrâ,
-Ahâlim, s. 37, L e i d e n C . I , s. 12, K a h i r e 132-1 /
1906. 227 B k . İbn al-Kayyİm a l - C e v z i y y e , Muhtasar l-Muattila, C. I , 1 1 6 - 1 1 7 . K a h i r e 1380. 228 B k . i b n al-Murtadâ,
Tabakât al-Mu'tezile,
229 B k . A h m e d al-Kalkasandî, Subh al-A'şâ, 230 B k . al-Mukbilî,
anılan eser,
231 B k . aş-Şehristânî,
as-Savâik al-Mursele
al-Milel
s.
s.
alâ'l -Cchmiyye
va'
2.
C. X I I I ,
s. 251, K a h i r e 1337/1918.
300.
va'n-Nihal,
s.
43.
57
ve yaratma kudretine saiıip olduğunu ve Allah'ın k u l u n f i i l i üzerinde bir etkisi bulunmadığını ileri sürmelerinden dolayı, E h l i Sünnet tara fından verilmiştir . M a c d o n a l d da Kaderiyye tâbirinin "insanın kendi fiilini takdir etme, yaratma gücüne sahip olması" fikrinden doğmuş olduğunu söylemekle , yukarıdaki görüşü teyit etmiş olarak görünmektedir. 232
233
Gerçekte, Kaderiyye'nin bir sistem olarak Mutezile'nin teşekkülün den önce kurulmuş olduğu bilinmektedir. B u sistemi kuranların ba şında, daha önce de söylediğimiz gibi, Ma'bed al- Cuhanî ve Gaylân adDimaşkî gibi i l k Kaderiyyeçiler geliyordu . Daha sonra Mutezile tarafından da Kader konusunda seleflerinin izledikleri yolun izlenmesi, ayni zamanda Gaylân ad-Dinıaşkî'nin de kendilerinden olduğu tezinin ortaya atılması, b u fırka mensuplarına "al- Kaderiyye" adının veril mesine sebep oldu. İşte bundan dolayı Bağdadî ve îbn Kuteybe Kadeririyye ve Mutezile'den bahsederken, daima bunlardan bir fırka gibi bah setmişler vc aralarında hiçbir fark bulunmadığını söylemişlerdir . 234
235
Mutezile ise, b u ismi şiddetle reddetmekte ve bunun, Kaderin-hayır veya şer - Allah'tan olduğunu söyleyenlere itlâk olunmasının daha doğru olacağını ileri sürmektedir . Başka b i r deyimle Mutezile, Allah'a kaderi isnad edenler, O'ndan bunu nefyedenlerden daha çok b u lâkaba lâyıktır derken, İ b n K u t e y b e de A l l a h ' t a n kudreti selbedip kula vermiş olmalarından dolayı, bunların Kaderiyye lâkabiyle anılmalarının zorunlu olduğunu söylemekte ve b u görüşünü, " b i r şeyi kendi nefsine isnad eden kimse, onunla anılmalıdır" sözüyle perçinle mek istemektedir . 236
2 3 7
taşıdığı mânanın, " i y i l i k Allah'tan, kötülük kuldandır" veya "iyiliği Allah, kötülüğü de şeytan yaratır" diyen Muteziîe'ye uyduğunu, çünkü onlar b u sözü söylemekle Dualistler (Seneviyye)' i n ve Mecûsîler'in bu konudaki görüşlerini benimsemiş olduklarını ve bundan dolayı da kendilerine Mecûsî veya Seneviyye lâkabının, verilmiş olduğunu zik retmektedir . İşte Mutezile'nin" Kaderiyye" ismini şiddetle reddet mesi, daha çok kendisini Mecusîlik isnadından kurtarma çabasından ileri gelmiştir. 240
Mutezile'nin bunlardan başka, "al-Cehmiyye" , "al-Muattile" "al-Havâric" ve "al-Vaîdiyye" gibi daha birçok isim ve lâkapları vardır. Fakat daha önce de söylediğimiz gibi, bunların içinde eh çok beğendikleri ve kendüerine isim olarak lâyık gördükleri sadece "Ehl al-Adl va't -Tevhîd" ile "Mutezile" deyimlerinden ibarettir. Bilindiği gibi, bunlardan birincisi bizzat kendileri tarafından ihdas edilmiş, diğeri ise başkaları tarafından kendilerine verilmiştir; fakat b u isimden k u r t u l m a ümidini kesince, bütün güçleriyle bunun savunmasını yapmışlar ve fazilet ve bereketinden bahsetmişlerdir. 241
243
2 3 9
232 B k . al-Bağdadî,
al-Fark
233 B k . D . B . Macdonald,
beyne" l-Firak,
Developmcnl
s.
of Müslim
71. Theology...
I I - Mutezile'nin Gelişmesi ve Çökmesi: Mutezile isminin menşei ne olursa olsun, dinî b i r sistem olarak Bas ra'da doğduğu kesin olan itizalî fikirler süratle gelişti. Daha Emevîler devrinde bile bazı halifeler b u fikirlerin tesiri altında kaldı. B u cümleden olarak, Emevî hanedâmnm son Halifeleri Y e z î d b . a l - V e l î d (Ölm. H . 126/M. 743) ve M e r v â n b . M u h a m m e d (hilâfet
s. 128.
234 B k . al-Hayyâl:, anılan eser, s. 127; İbn al-Murtadâ, Tabakât al-Mutezile,
s. 17.
240 B k . al-Makrîzî, anılan eser, C. I V , s. 169; İbn K u t e y b e , 'lVvîl, s. 5.
235 B k . al-Bağdâdî, Kitâb Usûl ad-Dîn, C . I , s. 94, 135, 1 3 7 , 1 4 2 , 1 4 6 , 1 7 6 , İstanbul 1346; al-Fark
beyne'l-Fİrak,
s. 20, 56, 6 2 , 71, 72, 74, 94; İbn K u t e y b e , Kİtâb al-Maârif
236 B k . Ebû'l - H a s a n Alî b. Ismâil al-Eş'arî, Kitâbu'l -İbâne Haydarabâd 1 3 6 7 / 1 9 4 8 ; aş-Şehristânî, al Mİlel va'n Nihal, 237 B k . al-Eş'arî, al-lbâne, 238 B k . İbn K u t e y b e ,
58
Muhtelefıl-Hadîs,
an Usûl ad-Diyâne,
Muhlelefi'l-Hadîs,
241 B k . İbn T e y m i y y e , Kitâb Bugyet al-Murtâd fi'r -Redd vatl -Bâtıniyye,
s. 61,
alâ'l-Mutefelsife
s. 67, 68, 69, K a h i r e 1329; İbn Kayyım a l - C e v z i y y e , as-Savâik
I , s. 158, 177; Cemâlu'd-Dîn al-Kâsimî, Tarih
C. I , s. 43.
al-Cehmiyye
va'l -Mu'tezile,
242 B u k o n u için b k . aş-Şehristânî, Kitâb Nihâyet aVtkdâm fi îlmıl
vâH-Karâmita al-Mursele,
vâik,
s. 98. va'n Nihal,
C . I , s. 43;' İbn K u
s. 96, 98; a l - K a l k a şan dî, anılan eser, C . X I I I , s. 251.
C.
s. 44, K a h i r e 1331. -Kelâm,
Alfred G u ¬
illaume neşri, s. 123, L o n d o n 1934; İbn al -Esîr, anılan eser, C . V . s. 171; İbn K a y y i m ,
239 B k . al-Eş'arî, al-îbâne, s. 6 1 ; aş -Şehristânî, al-Milel teybe, Te\il
s. 207.'
s. 61.
Te'vîl
2 4 4
Sonuç olarak şunu söylİyebiliriz: İnsanın sosyal yapısına/hâkim olan birtakım prensip ve kurallar, fertlerin en çok sevdikleri isim veya lâkaplarla anılmalarını gerektirdiğine göre, İslâm topluluğunda büyük bir yer işgal eden b u sistemin de ikiden fazla ismi bulunmadığını söyle mek gerekir. Bunlar da, "Mutezile" ve özellikle "Ehl al-Adl vaH-Tevhîd"âiv.
238
Mutezile'nin b u isimden nefret etmesinin diğer bir sebebi de, H z . Peygamber'den rivâyet edilen "Kaderiyeciler b u ümmetin Mecûsîleridir; onların hastalarını ziyaret etmeyin; Öldükleri zamanda cenazelerin de bulunmayın" meâlindeki hadîsdir. Bazı rivayetler b u hadîsin
242 5
as-Sa
C . I , s. 116.
243 B k . Zuhdî
Hasan
Cârullah,
244 B k . al-Hayyât,
anılan
anılan eser,
eser,
s. 9.
s. 126.
59
süresi: H . 127-132 / M . 744-749) bu mezhebi resmen kabul etmiş i d i . Esasen Mervâıı, Kur'an'ın yaratdmış olduğu ve Kader'in nefyi gibi konulardaki düşüncelerini daha önce Ca'd b. Dirhem'den almış oldu ğundan, ona nispetle kendisine "Mervân al-Ca'dî" de d e n i y o r d u . 3 4 5
24â
Emevî devleti yıkılıp yerine Abbasî hilâfeti geçince Mutezile'nin durumunda önemli gelişmeler oldu. E b û C a ' f e r al-Mansûı'un hilâfeti ( H . 136-158/M. 753-774) sırasında bizzat Halife tarafından des tek gören b u fırkanın nüfuzu, Mehdî'nin hilâfete ( H . 158-169 / M . 774-785) geçmesiyle kırılır gibi oldu. Çünkü b u Halife muhaliflerin, özellikle Zanadika'nın amansız düşmanı i d i . B u yüzden Sâlih b. A b d al-Kuddûs (Ölm. H . 167/ M . 783) ve zamanın meşhur şairi Beşşâr b. Eürd (Ölm. H . 168/M. 784) gibi birçok kimse öldürüldü . 247
kalmıştı ° . Mutezile'nin içinde bulunduğu b u k r i t i k durum, Emîn'in öldürülüp yerine kardeşi M e ' m û n ( Ö l m . H . 218/ M . 833)'un geçmesiyle ( H . 198/M. 813) sona erdi. 25
Hicrî 198-232, Miladî 813-846 yılları arası Mutezile'nin altın çağı oldu. Özellikle Me'mun gibi bir halife'nin Mutezİle'yi resmen mezhep edinmesi, itizalî fikirlerin esaslı b i r surette müslümanlar arasında yayıl masını sağladı" . B u devirde E b u H u z e y l (Ölm. H . 235 / M . 849), B i ş r b . M u ' t e m i r (Ölm. H . 210/M. 825), N a z z â m (Ölm. H . 2 3 1 / M / 8 4 9 ) , Câlıız (Ölm. H . 255 / M . 868) ve C u b b â î (Ölm. H . 303/M. 915) gibi değerli bilginler yetişti. Bunların, Özellikle S ü m â m e b . E ş r e s (Ölm. H . 213/M. 828), E b û H u z e y l ve Kadı A h m e d b . E b î D u ' â d (Ölm. H . 240 / M . 854) gibi meşhur Mutezile bilginlerinin tesiri altında kalan Me'mun \ i l k defa H . 212 / M . 827 yılında K u r ' a n m yaratılmış olduğu f i k r i n i kabul ettiğini resmen ilân etti. Bundan bir müddet sonra, yâni H . 218/M. 833 yılında da bütün müslümanları b u f i k r i kabul etmeğe zorlaması ve b u konuda bazı âlimleri sorguya çek mesi, İslâm tarihinde i l k defa"mihne"adı verilen acı ve ızdıraplı bir dev rin başlamasına sebep oldu. B u meseleden dolayı sorguya çekilen, çeşitli ceza ve işkencelere mâruz bırakılan i l i m adamlarının başında A h m e d b . H a n b e l (Ölm. H . 241 / M . 855) geliyordu. B u zat, Kur'an'ın mahlûk olduğu f i k r i n i kabul etmemesi sebebiyle türlü işkencelere mâruz kalmış, hattâ b i r ara parangaya dahi vurulmuştur. Her sorgu arasında kırbaç lanmak suretiyle 28 ay devam eden b u d u r u m , ancak M ü t e v e k k i l ' i n hilâfeti ile son bulmuştur . 2S1
l3
H â r u n c r - R e ş î d hilâfet makamını eline geçirince ( H . 170-193/ M. 786-808), Mutezile yeniden geniş bir nefes almağa muvaffak oldu. Onun zamanında Y a h y a b . H a m z a a l - H a d r a m î (Ölm. H . 183/ M . 799) gibi meşhur b i r Kaderiyeci Şam kadılığına tâyin e d i l d i . Bundan başka Reşîd itİzâl fikirleriyle mâruf birçok şahsiyeti etrafında toplıyarak, onların fikirlerinden istifade etti. Mutezile her ne kadar b u hükümdarın zamanında geniş b i r selâhiyet ve kudrete sahip olarak -hattâ hasımlarından bazılarım sürgün ettirebilecek derecede - görünü yorsa da, gerçekte onlar kendi f i k i r ve görüşlerini açıkça yaymağa cesa ret edemiyorlardı. Buna sebep Halife'nin gerçekten dindar olması, d i n ve akideyle ilgili hususlarda büyük b i r t i t i z l i k göstermesi i d i . Bunun la beraber, Reşîd'in onlara gösterdiği yakınlık sayesinde saray'a kadar nüfuz etmeğe muvaffak oldular; böylece müslümanlar arasındaki şöh ret ve kuvvetleri de b i r hayli artmış oldu. Fakat Halife E m i n tahta geçince ( H . 193-198/M. 808-813), Mutezile daha önce sağladığı nüfu zundan birçok şeyler kaybetti. Çünkü Emîn dinî meselelerde baba sından daha çok t i t i z ve b u konularda asla müsamaha göstermeyen bir hükümdar i d i ; hattâ onun zamanında Zanadika'dan birçok kimse hapsedilmiş ve bunlardan bazıları da çeşitli ceza ve işkencelere'mâruz 24s
249
253
254
Me'mun'dan sonra halife olan M u ' t a s ı m ( H . 218-227/M. 833¬ 841) da selefinin yolunda yürüdü. Esasen Me'mun kendisine daha önce, Kur'an'ın mahlûk olduğu f i k r i n i müslümanlar arasında yaymağa de vam etmesini ve her işinde, Özellikle b u konuda Ahmed b. Ebî Du'âd'a 250 B k . Zuhdî H a s a n
Cârullah anılan eser,
251 B k . Corcî Zeydân, Medeniyet-i
îslâmiyye
s.
162.
Tarihi,
Çeviren: Z e k i Megâmiz, C . I I I , s.
283-286, İstanbul 1328-1330; Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu;
Mutezile
Ve
Akıl
Meselesi,
A n k a r a Üniversitesi, İiâhiyat F a k . D e r . 1964 sayısı, s. 52, A n k a r a . 245 B k . M . Şerefeddin, Kaderiyye X V , s. 6; A h m e d Emîn, Duhal-îslâm,
Yahut
Mutezile,
Firak,
at-Taberî, Tarîhu'l-Umem, kân, anılan eser,
C . I , s.
al-Yakûbî,
C. I I , s. 482, L e i d e n 1 3 0 2 / 1 8 8 4 ;
C . V I , s. 3 8 9 - 3 9 0 ; ad -Damîrî, anılan eser, C . I , s. 27; İbn
Halli-
249 B k . Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser, s. 161 v d . ; al-Hatîb al-Bağdâdî, Tarih
60
64.
Kahire
va'n -Nihal,
beyne'lal-Hatîb
Bağdâd, C. I V , s. 142; as-Subkî, Tabakât aş-Şâfiiyye
al-Kübrâ, C . I , s. 206,
1324.
253 B k . as-Subkî, anılan eser,
C. I , s. 218.
254 B k . A h m e d b. M u h a m m e d b . H a n b e l , Kitâbu'l -llel
247-248.
va M'a rİfeti"r-Ricûl, ,
Dr. Talat
K,oçyiğit önsözü, C . I , s, 8, A n k a r a 1963; İbn al-Cevzî, Menâkib al- îmânı Ahmed b.
248 B k . az-Zchebî, anılan eser, C . I I I , s. 285. dâd, C. V I I , s.
C . I , s. 70, 71; ah-Bağdâdî, al-Fark
s. 103; ad -Damîrî, anılan eser, C . I , s. 7 2 ; İbn Hallikân, aynı eser, C. I , s. 64;
al-Bağdâdî, Tarih
246 B k . İbn a!-Esîr, anılan eser, C. V , s, 171, 174. 247 B k . A h m e d h . Ca'fer al-Yakûbî, Tarih
252 B k . aş-Şehrİstânî, al-Mihl
Darülfünun İlâh. F a k . Mec. sayı:
C. I I I , s. 90.
Bağ-
s. 315, 317, 400, K a h i r e 1349; a z Zehe'oî, Düvel al-lslâm, C , I , s, 102, Haydarabâd :
H a s a n Cârullâh, anılan eser, s. 169 v d ; Ahmed-Emîn, Duhal
Hanbel,
1337; Zuhdî
İslâm, C. I I I , s. 178 v d .
61
geniş ölçüde i t i m a t etmesini vasiyet etmişti . Böylece Mu'taşım, kar deşinin vasiyetine de uyarak devletin en yüksek kademelerine Mutezile'ye mensup kimseleri getirdi; devletin idaresinde onların görüş ve fikirlerine ön plânda yer verdi. Alımed b. Ebî Du'âd'ı Kâd-ı Kudât makamına getirmesi ve onun bilgisi dışında hiçbir işi yapmaması , bu zatın devlet içinde büyük bir nüfuz ve kudret sağlamasına sebep oldu. Gerkeçten Ahmed b. Ebî Du'âd'm Mu'taşım üzerindeki nüfuzu, mun'la kıyasîanamıyacak kadar büyüktü. Böylece, Me'mun'un devrinde başlayan ve özellikle b u zatın büyük b i r rol oynadığı " m i h n e " devrine bütün şiddetiyle devam edildi. 255
256
Halife Vasık'ın devri ( H . 227-232 / M . 841-846) başladığı zaman, Mutezile'nin kuvvet ve kudreti zirvesine ulaşmıştı. Vasık'ın da selef leri gibi Mutezile'nin tesiri altında kalması, bütün gücüyle itizâlî f i k i r leri desteklemesi ve bilhassa Ahmed b. Ebî Dıı'âd'ın teşvikiyle selefleri ni aratacak şekilde " m i h n e " y i meydana getiren olaylara devam et mesi, müslümanlar arasındaki huzursuzluğun artmasına ve kendisine karşı duyulan nefretin ziyadeleşmesine, hattâ halk tarafından kendisi nin tekfîr edilmesine bile sebep o l d u . B u yüzden devlete, Özellikle Halifeye karşı bazı kıyam hareketleri v u k u bulmuş ise de, bunlar zama nında meyd ana çıkarılarak, daha çok büyümeğe fırsat verilmeden bas tırıldı ve müsebbibleri de en şiddetli cezalara çarptırddı. 257
V â s ı k ' ı n Hicrî 232, Milâdî 846 yılında vefat etmesi ve yerine Mütevekkil'in geçmesi ( H . 232-247 / M . 846-861) ile Mutezile'nin parlak devri sona ermiş ve böylece de onun çöküş devresi başlamış o l d u . Esasen, Mutezile'nin b u devirde Halifeler üzerinde kurmağa muvaffak olduğu baskının bir sonucu olarak, itizâlî fikirlerin kabul edilmesi için geniş halk kitlelerinin zorlanması, devletin resmî organları vasıtasiyle halkın buna mecbur kılınması ve bilhassa b u yolda bazı îslâm bilginleri ne karşı çeşitli ceza ve işkencelerin uygulanması, müslümanla-rm itizâlî prensiplerin karşısında durmasına ve b u düşünce sahiplerinden uzak laşmasına sebep olmuştu. Özellikle Hicrî 300, Miladî 912 yılına doğru E b û ' l H a s a n a l - E ş ' a r î (Ölm. H . 3 3 0 / M . 441) gibi değerli b i r İlim adamının itizâlden vazgeçip Sünnî b i r sistem olan Eş'arî ekolünü kurması, Mutezile için gerçekten ağır bir darbe oldu. 250
Bundan sonra Mutezile hernekadar zaman zaman varlığını his settirmeğe muvaffak olmuşsa da, b u uzun b i r müddet devam etmedi. B u cümleden olarak, Hicrî 4. yüz yılda Şiî olan Büveyh oğullarının hâ k i m i y e t i ele alarak Halifeler üzerinde nüfuz kurmaları , Mutezile'nin nüfuzunun yeniden canlanmasına sebep oldu. B u devirde bazı şiî akide lerine de uyan Mutezile, U m m a n , Bahreyn, Hûzistan ve özellikle I r a k gibi bazı ülkelerde geniş b i r halk kitlesinin desteğini kazanmağa ve nüfu zunu buralarda da yaymağa muvaffak oldu. Mutezile mezhebi üzerine amel eden Büveyhî Sultanı A d Û d a d - D e v l e (Ölm. H . 372/M. 982)'n i n , S â h i b b . A b b â d (ölm. H . 3 8 5 / M . 995)'ı vezâret makamına getir mesiyle Mutezile'nin şöhreti büsbütün arttı . Çünkü son derece otoriter b i r idare sistemi kurmağa muvaffak olan b u vezir, babası al-Hasan b. Abbâd b. Abbas'tan aldığı itizâl prensiplerine inanı yor ve bunları bütün gücüyle yaymağa çalışıyordu. Onun k u v v e t l i desteği sayesinde Mutezile daha önce kaybettiği şöhret ve itibarına ye niden kavuştu. Mutezile mensupları devletin en yüksek kademelerine getirildi. Böylece Büveyhîlerin merkezi sayılan Rey, daha Önce Me'm u n ve Mu'taşım devirlerinde Bağdad'a hâkim oldukları gibi, Mutezile nin hükmü altına girmiş oldu. Fakat Mutezile'ye hiçbir zaman Ahmed b . Ebî Du'âd'ı aratmamış olan Sâhib b. Abbâd ölünce, itizâlî cereyan yeniden gözden düştü. Buna ilâveten Buveyhî'lerin de zayıflamağa baş laması V e bunu fırsat bilen Halife al-ICâdir B i l l â h (ölm. H . 422/ M . 1030)'ın da Mutezile'ye karşı cephe alması, hattâ onları her fırsat t a tekfîr etmesi b u sistemin çöküşünü hızlandıran âmillerden b i r i oldu. 260
261
202
2 6 3
Diğer taraftan Sünnî olan G a z n e l i M a l ı m u d (Ölm. H.421 / M . 1030)'un da, H . 4 2 0 / M . 1029 yılında Büveyhî'lerin merkezi sayılan Rey'i işgal ederek, b u şehrin emîri olan F a h r a d - D e v l e ' n i n oğlu M e c d a d - D e v l e ' y i bertaraf etmesi , Sünnîliğin hakikî b i r zaferi, itizâlî sisteminde b i r hezimeti oldu. Burada bulunan Mutezile mensup ları Horasan taraflarına sürüldü. İtizâl'le, hattâ felsefe ve i l m - i nücûm gibi aklî ilimlerle ilgili bütün eserler yakılmak suretiyle imhâ e d i l d i . 264
265
2S9
255 B k . ad-Damirî, anılan eser, C . I , s. 7 3 ; î b n Hallikân, anılan eser, C . I , s. 67.
260 B k . Prof. D r . W . B a r i h o l d - P r o f . Dıv F n a d Köprülü, îslâm Medeniyeti
261 B k . Doç. D r . i b r a h i m Agâh Çubukçu, Mutezile
256 B k . İbn Hallikân, anılan eser, C . I , s. 67. 257 B k . Ebû'Î - H a s a n Alî al-Mes'ûdî, at-Tenbîh vaU-lşrâf, İbn al-Esîr, anılan eser C . V I I , s. 8. 258 B k . A h m e d Emîn, Zuhru'l-îslâm, anılan eser, s. 179 v d d .
s. 361, L e i d e n 1 3 1 1 / 1 8 9 3 ;
62
;
s.
ve Akıl Meselesi,
İlâh. F a k . D e r . s.
52.
C. I , s. 38 v d d . K a h i r e 1365; Zuhdî H a s a n Cârullah,
259 Eş'arî'nin h a l tercümesi için bakınız; î b n Hallikân, anılan eser, C . I I , s. 446-447..
Tarİhİ
4 8 - 4 9 ; Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser. s. 212.
ı
262 B k . Yâkût al-Hamavî, Mmem
al-Udebâ
263 B k . al-Hatîb al-Bağdâdî, Tarih
Bağdad, C. I V , s. 37 v d .
C . V I , s. 172, 247.
264 B k . İbn al-Esîr, anılan eser, C. I X , s. 261. 265 B k . Ayni
eser, C . I X , s. 262; Zuhdî H a s u n Cârullah, anılan eser, s. 213.
63
Fakat Selçuklu Sultan T u ğ r u l B e y (Ölm. H . 4 5 5 / M . 1063)'i n H . 429 / M . 1037 de Rey'i işgal etmesi ve H . 447 / M . 1055 yılında da Bağdad'a kadar ulaşmak suretiyle nüfuzunun İslâm ülkesinde art ması, Mutezile'nin de yeniden yıldızının parlamasına sebep oldu. B u hususta en büyük rolü, şüphesiz Tuğrul Beyin veziri Âmîd al-mülk Ebû Nasr Muhammed b. Mansûr ai-Künderî (Ölm. H . 4 5 6 / M . 1063) oyna mıştı. Zira Tuğrul Beyin nezdinde büyük b i r yeri ve kıymeti olan b u vezir, Mutezile mezhebinin en hararetli müdafilerinden b i r i i d i . B u sebeple, b i r taraftan Mutezile mensuplarım devletin en yüksek kademe lerine getirirken, diğer taraftan da Ehlî Sünnet ve bilhassa Eş'arî'ler aleyhinde hareket ediyor ve onları lanetlemek için mimberlerde hutbe ler v e r d i r i y o r d u . Böylece Horasan'da başlayan Mutezile- Eş'arî'ler mücadelesi, kısa b i r süre içinde Horasan, Şam, Hicaz ve I r a k ' a da sira yet etti. Eş'arî büyüklerinin türlü ceza ve işkencelere mâruz bırakıldığı b u büyük fitne, H . 4 5 5 / M . 1063 yılında A l p A r s l a n (Ölm. H . 4 6 5 / M . 1072)'ın saltanatı eline geçirmesi ve gözden düşen Amîd . al-mülk'ün de H . 456 / M . 1063 yılında feci bir şekilde öldürülmesi ile sona e r d i . 2 6 6
207
268
B u tarihten itibaren Eş'arîlik yeniden canlanmağa ve büyük bir hızla yayılmağa başladı. Zira A l p Arslan'ın vezârete getirdiği N i z â m a l - M ü l k (Ölm. H . 4 8 5 / M . 1092) k o y u b i r Eş'arî olduğu g i b i , ilme ve i l i m adamlarına büyük b i r değer veren b i r zat i d i . B u sebeple İmâm al-Haremeyn a l - C ü v e y n î (ölm. H . 4 7 8 / M . 1085) ve E b û Hâm i d a l - G a z z â l î (Ölm. H . 505/M. 1111) gibi, Eş'arî okuluna mensup olan i l i m adamları büyük ölçüde onun destek ve yardımlarına mazhar oldular. Bunların yanı sıra, Bağdad ve Nişâbûr'da kurduğu Nizâmiyye medreseleri gibi, Sünnî ve özellikle Eş'arî sistemleri üzerine öğ retim yapan daha birçok medreseler inşâ e t t i r d i . Böylece Eş'arî l i k devletin resmî mezhebi haline geldi. Artık Sünnîliğe mağlup oldu ğunda şüphe olmayan ve Sünnî sistemin yaygın bulunduğu Bağdad ve civarında tutunması imkânsız hale gelen itizâl hareketleri, Hârizm t a raflarına kaydı. Burada Mutezile mezhebinin yayılmasında, i l i m ve faz lı ile şöhret yapmış olan M a h m û d b . Cerîr a l - İ s f a h â n î (ölm. H . 507 / M . 1113 ) büyük bir r o l oynadı. Onun b u hareketi, daha sonra öğ rencisi M a h m û d a z - Z a m a h ş e r î (ölm. H . 5 3 8 / M . 1143) tarafından 269
270
devam e t t i r i l d i . Zamahşerî, b u konuda ifâ ettiği büyük hizmetleri n i n yanı sıra, "al-Keşşaf an Hakâik Gavâmiz at-TenzîV adlı büyük tefsirini de itizâl prensiplerine uygun olarak te'Iif e t t i . 271
2 7 2
Mutezile reislerinin sonuncusu olarak, bundan birkaç asır sonra Hârizm'de itizâlî fikirlerin yayılmasına çalışan ve Timurleng'in yakın arkadaşı bulunan meşhur bilgin A b d a l - C e b b â r b . A b d A l l a h a l - H â r i z m î (Ölm. H . 805/M. 1402)'yi görüyoruz. Daha sonra da i t i zâlî cereyanların Şîa'nm b i r kolu olan Zeydiyye tarafından las m en yürütüldüğü anlaşılmaktadır. İbn al-Murtadâ (ölm. H . 840 / M . 1436) gibi b i r Zeydî imamının, Mutezile'yi savunması ve yaymak istemesi de b u gerçeği teyid etmektedir. Bugün dahi Şia'nın ve özellikle Ycmen'de yaygın bulunan Zeydiyye'nin bazı önemli itizâlî fikirleri yaşattığı bilinen b i r gerçektir . 2 7 3
274
İşte Mutezile böylece doğup gelişti; daha sonra da uğradığı çeşitli baskı ve hücumlara dayanamayıp, bir sistem olarak tarihe karıştı. M u tezile'nin yıkılışının gerçek sebeplerini öğrenmek istersek, bunları başka yerde değil, fakat yine b u sistemin içinde aramamız lâzımdır. Düşünce Özgürlüğünün savunucusu olarak ortaya çıkan b u fırka mensupları, daha sonra bunu kendileri gibi düşünmeyenler ve onların izinde yürü meyenler için çok gördüler. Me'mun gibi, bazı halifelerin himâyesinde mezheplerini müslümanlara zorla kabul ettirme çabasına düştüler. K e n dilerine karşı gelmek cesaretini gösterenler için en şiddetli ceza ve işişkenceler uygulandı. İslâm tarihinde i l k defa "mihne" denilen acı ve ızdırabh b i r devir ortaya çıkmış oldu. Müslümanlar, bunun b i r sonucu olarak i k i zıd k u t b a ayrıldı: Bunlardan b i r i aklı ön plânda t u t a r a k , dinî hükümleri buna göre t e ' v i l ve tefsir etmeye çalışırken, diğeri de, naklin her şey olduğunu ve Kur'an'ın ezeliyetini bütün gücüyle savunuyordu. B u durumun, İslâmiyetin varlığı için ciddî b i r tehlike arzettiği b i r sı rada, Mutezile'nin düşmanı olarak bilinen M ü t e v e k k i l ' i n hilâfet makamına gelmesiyle i k i n c i gurubu teşkil eden Sünnî sistem büyük b i r hâmi bulmuş ve birinci gurubun mümessili sayılan Mutezile'nin de kara günleri başlamış oldu. Böylece, onların b i r zamanlar Sünnîliğe karşı 271 B k . Celâl ad-Dîn as-Suyûtî, Bugyetu'l-Vua s. 3 8 6 - 3 8 8 , K a h i r e
268 B k . İhıı al-Esîr, anılan eser, C . X , s. 1 8 - 2 1 . 269 B k . as-Subkî, anılan eser, 270 B k . Ayni
64
C . I I I , s. 137.
eser, C . I I I , s. 90.
fi
Tabakât
al-Lugaviyyîn
va'n-Nuhât,
272 B k . Haımâ'l-Fâhûrî v e Halîl a l - C e r r , anılan eser, C . I , s. 166.
266 B k . Iha Hallikân, anılan eser, C . I I , s. 64 v d . K a h i r e 1275. 267 B k . as-Subkî, anılan eser, C. I I , s. 270; İfon al-Esîr, anılan eser, C . I , s. 21.
1
1326/1908.
273 Şîa ve Mutezile ilişkisi için bakınız: "W. Montgomery W a t t , the Political the
Mu'tezilah,
JRAS,
1963
April,
s.
Altitudes
of
49-51.
274 B k . Hannâ'l -Fâhûrî v e Halîl a l - C e r r , anılan eser, s. 166; Zuhdî H a s a n anılan eser, s. 2 1 8 - 2 2 0 ; Doç. D r . i b r a h i m Agâh Çubukçu, Mutezile
ve Akıl Meselesi,
Cârullah, Ankara
Üniversitesi ilâh. F a k . D e r . 1964 sayısı, s. 52 v d d .
65
kullanmış oldukları baskı ve işkence siyaseti, şimdi de muhalifleri tara fından kendilerine karşı kullanılmağa başladı. Başka bir deyimle Mute zile artık ektiğini biçmeğe bağlamıştı . 275
Kendisine karşı girişilen b u misilleme hareketlerine uzun müddet dayanamayan Mutezile, en sonunda, prensiplerini savunurken uygula dığı metodun kurbanı olarak tarîhe i n t i k a l etti. Fakat b u sistemin İslâm düşüncesine kazandırmış olduğu gerçekler, günümüze kadar devam edegelmiş ve bunlar İslâm düşünürlerinin en kıymetli hazineleri olmuş tur.
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM
MUTEZİLE'NİİN KELÂMI GÖRÜŞLERİ I - Mııtezile'ıün Beş Prensibi: İşte yukarıdanberi doğuşunu, gelişmesini ve çöküşünü izah ettiği miz Mutezile mezhebinin başlıca kelâmı görüşleri arasında, özellikle beş prensip diye anılan meseleler Önemli bir yer İşgal eder. B u beş prensi b i n konuları şu meselelerdir: 1 - at-Tevhîd, 2 - al-Adi, 3 - al-Va'd vaHVaîtL 4 - al-Menzile beyne''l-Menzileteyn, 5 - al-Amr bVl -Ma'rûf va'n ••-Neyh ani'l--Münker. Şimdi b u beş prensibi birer birer Mutezile açısın dan i n c e l i y d i m : 1-
at-Tevhîd:
Mutezile, tevhîd meselesine en çok Önem veren Kelâm okuludur. Onlara göre Allah birdir, eşi ve benzeri y o k t u r . Allah'ın b i r olması ve O'nun kadîm bulunması, Allah'a mahsus en.özel bir sıfattır.Eğer Allah'ın kıdemi hâricinde O'na çeşitli sıfatlar îsııad edilirse, birçok tabiî varlık ların mevcudiyeti kabul edilmiş olur k i , b u da Allah'ın birliği gerçeğine aykırı olur. A l l a h , bu âlemi yoktan yaratmış ve her şeyin i l k prensibi olmuştur. B u i l k prensibin nedeni ve sebebi y o k t u r . Allah sebepsiz ola rak var olandır. O'nun sıfatları beşerin sıfatlarına asla benzemez. Eğer böyle bir benzetme yapılırsa, Allah'la k u l arasında müşabehet hasıl olur. B u sebeple Mutezile, Allah'a mahsus diğer zatî sıfatları t e ' v i l et me yoluna sapmıştır. Mutczile'ye göre Allah zatiyle baydır, zatiyle seınî'dİr, zatiyle basîr'dir, zatiyle k a d i r ' d i r , zatiyle mürîd'dir ve zatiyle âlimdir . Kur'an'da geçen Allah'ın b u sıfatları, Allah'ın zatının dı şında kabul edilirse, çeşitli kadîmlerin, yâni çeşitli ilâhların varlığı da 276
275 B k . Hannâ'UFâhûrî v e H a l i l a l - C e r r , anılan eser, C . I , s. 1 6 5 - 1 6 6 ; Alımed E m i n , Duha'l-îslâm,
66
C. I I I ,
s. 198 v d d .
276 B k . al-Cuveyııî, Kitâh al-lrşûd, neşrederler; D r . M . Yûsuf Mûsâ ve Alî A b d al-Mun*inı A b d al--Hamîd,
s. 79,
Kahire
1369/1950.
67
kabul edilmiş olur. Böyle b i r faraziye ise tevhîd sistemine aykırıdır, öyle ise Allah'ın kıdemi hariç, diğer zatî sıfatları t e ' v i l etmek z a r u r i d i r . 211
Mutezile'nin böylece anladığı zatî sıfatlar, Kelâm okullarında çeşitli münakaşalara ve münazaralara sebeb olmuştur. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Mutezile'den Önce gelen Selefîler Allah'ın sıfatları hakkın da tefsir ve tevile girişmekten çekinmişlerdir. Hattâ Allah'ın, müteşâbih âyetlerde geçen el, yüz ve istiva gibi sıfatlan hakkında soru sorulma sını bile bid'at saymışlardır. Selefîler Allah'ın sıfatlarını olduğu gibi kabul ederlerdi. Fakat islâm âlemine sızan felsefî düşünceler ve yabancı fikirler neticesinde, Kelânıcılar Allah'ın sıfatları hakkında ileri sürülen görüşler üzerinde durmak zorunda kaldılar. Hattâ o k a d a r k i fakılı olan E b û H a n î f e (Ölm. H . 150 / M . 767) bile, al-Fıkh al-Ekber adlı eserinde Allah'ın sıfatları üzerinde fikirler yürüttü. Allah'ın zatî sıfatlarının O'nun ayni de, gayri de olmadığını söyledi . 278
E b û Hanîfe'nin tohum halinde ektiği b u f i k r i , daha^onra E h l i Sünnet Kelâmcılarından E ş ' a r î (Ölm. H . 330/M. 941) ve M â t u r î d ı (Ölm. H . 333/M. 944) geliştirdi. Allah'ın b i r olduğu gerçeğini tekzip etmemek için onlar da Allah'ın zatî sıfatlarının, O'nun zatının ne ayni dir, ne de gayridir dediler . 279
temel prensibi olan Allah'ın birliği gerçeğine aykırı düşer. O halde A l lah'ın sıfatlarını t e ' v i l etmek zorunludur. 2 - al-Adl
(Addet):
Mutezile adalete de çok önem vermiştir. B u sebeple, daha önce de belirttiğimiz gibi "adliyye" ve "Ashâb al-Adl" isimleriyle de anılmış lardır. Mutezile'nin adalete önem vermeleri şöyle fikirler yürütmeleri neticesinde vuzuha varmıştır: İnsan hürdür. İnsan kendi f i i l i n i kendisi yapar. Allah kullarına b i r şeyi yapıp yapmama gücünü vermiştir. Eğer insan her hangi b i r şeyi yapmak hürriyetine sahip değilse, o insanın işlediği kötü veya i y i amellerden dolayı ceza veyahut sevap görmesi manâsız olur. Eğer Allah insanları muayyen fiilleri yapmağa zorlamış farzedilirse, Allah'ın o fiillerden dolayı b i r insanı cezalandırması zulüm o l u r . Halbuki Allah âdildir; kullarına hiçbir şeyde haksızlık etmez. O halde, Allah'ın b u adaleti icabı insanların irade hürriyetinin bulunması da lâzımdır. İrade hürriyeti bulunmayan bir insanın sorumlu t u t u l ması, Allah'ın hikmetine ve adaletine asla yakışmaz. N i t e k i m Kur'an'ı Kerîm'de bulunan birçok âyetler, insanın hareket hürriyetine sahip olduğunu ve Allah'ın adaleti yerine getireceğini açıkça belirtiyor: "Şüphesiz Allah hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık etmez; zerre miktarı, bir iyilik olursa, onun sevabını kat kat artırır. Ona, Kendi canibinden pek büyük bir mükâfat verir" . 280
2n
Bununla beraber Mutezile'nin takip ettiği y o l , tevhîd açısından Kelâm tarihinde önemli b i r yer t u t a r . Mutezile akılcı b i r metoda sahip olduğu için, bütün kelâmî meseleleri akıl ölçüsüne uydurmağa çalış mıştır. K u r ' a n ' d a dâvalarına uygun gelen âyetleri aynen kabul etmiş lerdir. Dâvalarına uygun görülmeyen nassları ve sıfatları t e ' v i l ederek, aklî b i r esasa uydurmağa çalışmışlardır. Burada, Allalı'm sıfatlarım te v i l ederek Allah'ın birliğini ispatlamaları da, onların aklî metoda ve b i l hassa mantığa verdikleri önemin neticesidir. Eğer Allah'ın zatının dışında kadîm b i r hayy veya semî sıfatı bulunsaydı, kadîmler çoğala cağından tevhîd f i k r i çürütülmüş olurdu. B u ise, İslâm düşüncesinin 277 Tevhîd meselesi k i n bakınız: nş-Şehristânî, al-Mihl H a s a n Cârullah, anılan eser, s. 60 v d d ; M . Ebû Z a h r a , s. 1 4 9 - 1 5 0 ; al-Bağdâdî aUFark Christian lan
Theology,
eser, s.
beyne'l -Firak,
va'ııNihal, C . I , s. 44 v d d ; Zuhdî
Tarîhu'l-Mezâhib''l
C. I ,
İslam and
P a r t I , V o l u m 2, s. 21, L o n d o n 1947; Hamıâ'l-Fâhûrî v e Halîl a l - C e r r , anı¬
145 v d d .
278 B u k o n u için bakınız; Ebû'l -Muntehâ, Şernu'l-Fıkh Ebû Hanîfe, Fıkh-ı Ekber
al -Ekber,
s. 5-6, İstanbul;
v e İzahı, çeviren; S a b i t Ünal, A n k a r a 1957.
279 B k . Ebû'l H a s a n al-Eş'arî, Kitâb al-Luma'fİY-Redd 14, Mısır 1955; D r . Lûlfi Doğan, anılan eser, s. 31.
68
-islâmiyye,
s. 6 8 - 7 0 ; J . W i n d r o w Sweetrnan,
ala Ehl az-Zayg
"Allah onlara zulüm ediyor değildir. Fakat onlar kendi zulüm ediyorlar'''' .
"Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyde zulüm etmez. Lâkin lar kendi kendilerine zulmederler" **.
s. 11¬
insan
2
"Öyle bir günden sakının ki, hepiniz o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecektir. Onlara haksızlık da edil meyecektir"^. "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendi yararına, yaptığı şer de kendi zararınadır" . 2ss
280 B k . D r . A l b e r t Nasrî Nâder, Felsefetu'l-Mu'tezile,
C . I , s. 99, Mısır 1950; Hnıma'l
-Eâhûrî v e Halîl a l - C e r r , anılan eser s. 1 4 9 - 1 5 0 ; Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu, Mutezile Akıl Meselesi,
Ve
A . Ü. İlâh F a k . 1964 sayısı, s. 53.
281 Nisâ
Sûresi,
282 Tevbe
Sûresi, âyet: 70 v e Rûm
283 Yûnus vaH-Bida,"
kendilerine
262
âyet:
Sûresi,
40. Sûresi, âyet: 9.
âyet: 44.
284 Bakara
Sûresi,
âyet:
201.
285 Bakara
Sûresi,
âyet:
286.
69
"Herkes sadece kendi kazancına
bağlıdır" . 266
Mutezile'nin adalet prensibi siyasî balcımdan da önemli bir anlam taşımaktadır. Zira insanların kendi fiillerini bizzat yaratmış olmaları prensibi kabul edildiği takdirde, halka zulmeden hükümdarların Allah indinde sorumlu olaeağı esası da kabul edilmiş olur. Birçok hükümdar lar yaptıkları kötü fiilleri kadere hamlederek, kendilerini sorumluluktan kurtarmak isterler. Mutezile ise irade hürriyetini kabul etmekle, kötü lük yapan siyaset adamlarının da, Allah'ın adaleti icabı âhirette ceza göreceğini ima ediyordu. Mutezile'nin Allah'ın adaleti prensibinden hareket ederek kabul ettiği hürriyet f i k r i , serbest düşüncenin gelişmesi, islâm âleminde tembel liğin vc miskinliğin önlenmesi bakımından da ayrıca özel b i r anlam t a şır. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, C e l i m b . S a f v â n tarafından savunulan Cebriyye okulu her şeyi Allah'ın iradesine hamlediyor ve i n sanları bir robot gibi kabul ediyordu . Cebriyyeciler insanların Allah tarafından yaratılmış fiilleri işlemeğe mecbur olduklarını ileri sürüyor lardı. Hattâ o kadar k i , insanın havada rüzgara t a b i olan bir tüy gibi, Allah'ın iradesine t a b i olduğunu söylüyorlardı. 287
B u türlü düşünce tarzı, İslâm âleminde aklî gelişmenin ve ilmî çalışmaların gelişmesini önleyici mahiyette i d i . Mutezile ise insana hür riyet tanımakla, İslâm dininin cemiyet hayatına verdiği önemi benim semiş oluyordu. Her müslümanın tembellikten kaçınan, çalışmağa ve araştırmağa bağlanan kimse olarak cemiyet içinde yaşamasını amaç ediniyordu. Mutezile b u prensibi i l e , zalim siyaset adamlarına dahi ağır bir darbe vurmuş oluyor ve onları vicdanî muhesebeye davet et miş oluyordu. Mutezile'nin kurmuş olduğu b u sistem, daha sonra Eş'arî'nin tenkitlerine mâruz kaldı. Eş'arî, fiilleri külli iradesiyle Allah'ın yarat tığını ve insanların da o yaratılmış fiilleri kesbettiğini söyledi . Eşarî'nin anlayışına göre kesb, insanın gücünün makdûre iktiranıdır . B u türlü düşünce tarzı ise b i r nevî mutavassıt Cebriyyeciliktir. 288
239
M â t u r î d î ise, b u hususta Eş'arî'nin izinden yürümekle beraber, Mutezile'nin fikirlerine de tamamen yabancı kalmamıştı. Mâturîdî 286 Tûr
Sûresi,
âyet:
287 B i t . al-Isferâyinî,
288 B k . al-Eş'arî, Kitâb
eser,
al-Luma,
s.
Görülüyor k i , insan hürriyeti meselesinde E h l i Sünnet okulları daha muhafazakâr olmakla beraber, Mutezile hamleci vc cesur adımlar atmış tır. 3 - al-Va'd
îlmi Kelâm,
va'l-Vaîd;
al-Va'd v a ' i -Vaîd, i y i işler işleyenin âhirette sevaplandırılması, kötü amelde bulunanların ise âhirette ceza görmesi anlamındadır . B u prensip, daha önce açıkladığımız adalet prensibinin b i r sonucudur. İyi işlerde bulunanın âhirette sevap görmemesi, Allah'ın adaletine y a kışmaz. Keza kötü ameller yapanın ceza görmemesi, Allah'ın adaletine dair daha önce bahsettiğimiz âyetlere aykırı düşer. Yüce Allah Kur'an'ı Kerîmde yapılması i y i olan veya kötü olan hususları açıklamıştır. K u l ların vazifesi de Allah'ın yapılmasını hoş gördüğü işlekleri yapmak, buna m u k a b i l Allah'ın beğenmediği fiillerden de kaçınmaktır. 291
Görülüyor k i , Mutezile al-Va'd vaH-Vaîdprensibini kabul etmekle, cemiyet içindeki düzenin sağlamlaşmasına yardım etmek istemiştir. B u prensibe göre her insan, yaptığı i y i veya kötü amelin karşılığını âhi rette m'uhâkkak göreceği için hareketlerini k o n t r o l etmek zorunlulu ğundadır. aVVa'd vaH -Vaîd prensibinin bize anlattığı diğer b i r anlam da, amelin imana dahil olmasıdır. Mutezüe'ye göre ameli terk eden ve sadece iman sahibi olan bir kimsenin âhirette durumu kötü olacaktır. B u se beple onlar imanı, ikrar, bilgi ve amel diye tanımlamışlardır. B u demek t i r k i , Mutezile'ye göre t a k l i d yoluyla edinilen imanın da b i r kıymeti y o k t u r . Mutezile kendi akılcı sistemi icabı imana bilgiyi de katmıştır. Demek oluyor k i İnsan, d i l ile ikrar etmek, i y i amellerde bulunmak ve aklı ile İslâmm temel prensipleri olan Allah ve peygamber fikrine ulaş mak suretiyle gerçek imanı bulmuş olur. Hattâ Mutezile'den bazı k o l lar, insanın, işlediği kötü fiillerden dolayı âhirette ceza göreceğini aklen bilmesi gerektiği tezini savunmuştur . 292
290 B k . İsmail Hakkı (İzmirli), ayni eser, C . I , s. 110 v d ; M . E m i Z a h r a , al-Mezâhib als.
302.
291 B u k o n u için bakınız: A h m e d Emîn, DuhaH-îslâm,
96.
Câmllah, anılan eser, s. 51; aş-Şehristânî, a l -Milel
s. 69 v d d .
289 B k . İsmail Hakkı (İzmitli), Yeni
70
290
îslâmiyye,
21. anılan
Allah'ın küllî iradesini kabul etmiştir. Fakat kesbi de şöyle anlamıştır: "Kesb k u l u n b i r şeye niyet ve azmetmesi ile hasıl o l u r " .
C. I , s. 110.
292 B k . al-Eş'arî, Makâlât al-lslâıniyyîn,
C . I I I , s. 61 v d d ; Zuhdî
va'n-Nihal,
Hasan
C . I , s. 45.
C . I , s. 308.
71
4 - al-Menzih
beync'l-Menzileteyn;
al-Menzile beyne'l-Menzileteyn, daha önce dc söylediğimiz gibi, i k i manevî yer arasında orta b i r yerdir. Demek oluyor k i , büyük günah işleyen ne kâfirdir, ne de mü'mindir. Böyle b i r kimse fâsıktır; tövbesiz öldüğü takdirde Cehennemde ebediyyen kalır. Şu kadar var k i Cehen nemdeki azap derecesi kâfirinkinden daha hafif o l u r . 293
Mutezile'nin b u prensibi, tövbesiz ölen büyük günah sahibinin mü'miri, müslim ile kâfir arasında b i r manevî dereceye sahip olduğunu göstermektedir. B u türlü düşünce tarzı Kelâm tarihinde yalnız Mutezile ye mahsustur ve Mutezile'nin temel prensiplerinden birini teşkil etmek tedir. Bilindiği gibi Havâric kebîre işleyeni kâfir addeder . Murcie ise iman sahibine büyük olsun, küçük olsun, günahların hiçbir zarar vermeyeceğini ileri sürer. E h l i Sünnet'e gelince, onlar büyük günah işle yeni müslim ve fakat fâsık addederler. E h l i Sünnet'in görüşüne göre kebire işleyen, âhirette cezasını gördükten sonra iman sahibi olduğu için Cennete girebilir, 294
Burada dikkatimizi çeken husus, b u görüşler arasında Mutezile'nin Havâric ile Murcie arasında orta b i r y o l tutmuş olmasıdır. Hattâ kebîre işleyen tövbe ettiği takdirde, Allah'ın rahmetine de nail olabilir. Mute z i l e c e Haricîler gibi katı bir görüşün sahibi olmuş, ne de Murcie gibi İslâm! prensipleri hafife almıştır. Onların takip ettikleri y o l , İslâmın koyduğu esaslara sıkı sıkıya bağlı olmak emelinden ileri gelmiştir. A n cak, Mutezile teVile bazan lüzumundan fazla önem verdiği için Selefîlerin izinden ayrılmıştır. B u hususta şüphesiz, Mutezile'den sonra kurulmuş olan Eş'arî okulunun görüşleri Selefîlerinkilere daha yakın dır. 5 - al-Emr
bi'l -Masruf
va'n Nehy ani'l
-Münker:
Mutezile Kur'anı Kerîm'de i y i amellerin emir buyrulduğu ve kötü amellerin yasaklandığı düşüncesinden hareket ederek, al -Emr bi'lMa*rûf'u va'n-Nehy ani* l-Münker* i vacip saymıştır. Yâni her müslümanın iyiliği emretmesi ve kötülüğü de yasaklaması icabeder. Mutezile 293 B k . Nesefî, al-Akâid, s. 117; akHayyât, anılan eser, s. 164 v d d ; A h m e d rw'i -İslâm,
a. 297; aş-Şehrislânî, al-Milel
va'n-Nihal,
C . I , s. 48; an-Nesefî,
Ernîn, Fee-
Tabsiratıı'l-Edille,
v a c . 309 a , Sülcymaniye K t b . Lâleli Böl., Y a z m a N o ; 2162; W . Montgomery W a t t , Free and
Predestination
in Early
Islam,
s. 6 3 , L o n d o n
1948.
294 B k . al-lrakî al-Hanefî, anılan eser, v a r . 13 b ; Nesefî, al-Akâid, s. 117 v d d .
72
Will
bu düşüncesine kaynak olarak K u r ' a n ' d a n bazı âyetler de göstermiş t i r . Meselâ: "Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki herkesi hayra davet etsinler, iyiliği emretsinler, kötülükten sakındırmağa çalışsınlar** " âyeti, Mutezile'nin görüşünü teyid eder mahiyettedir. 2Ç
Mutezile al-Emr bi*l - Ma'rûf va'n -Nehy and-Münker prensini bini kabul etmekle, cemiyet içinde sıkı b i r kontrol taraftarı olmuştur. Kendi prensiplerine karşı gelenlere ağır hücumlarda bulunmuştur, iyiliği emrediyorum diye kendi te'vil ve görüşlerini başkalarına zorla kabul ettirmek yolunu tutmuştur. Bunun b i r misâli olarak daha önce de belirttiğimiz gibi, Halife Me'mun zamanında Kur'an'ın mahlûk olduğu tezini kabul etmeyen A l ı m e d b . HanbeYin takibata uğramasını zikredebiliriz. Mutezile b u prensinbini uygularken diğer mezhep sâliklerİni gücendirmiştir. Mutezile'nin b u prensibi icabı yaptığı sert çıkış lar, daha sonra onun taraftarlarının azalmasına da y o l açmıştır . 296
I I - Mutezile'nin Diğer Görüşleri Böylece, Mutezile'nin İslâm Kelâmında tanınmış olan beş prensibini incelemiş ve t a h l i l etmiş bulunuyoruz. Fakat Mutezile'nin kelâraî görüşleri sadece b u beş prensipten ibaret değildir. B u beş prensip ya nında Allah'ın görülüp görülmemesi, Kur'an'ın yaratılıp yaratılmamış olması, huşun ve k u b u h meselesi, akıl ve nakil meselesi de Mutezile nin üzerinde durduğu problemlerdir. Mutezile'nin Kelâm tarihindeki fikrî sistemini t a m olarak belirtebilmek için b u problemler üzerinde de durmamız gerekmektedir. 1 - Allah'ın görülüp görülmemesi : Mutezile prensip olarak yine Allah'ın bir olduğu ve benzeri bulun madığı esasından hareket ederek, Allah'ın âhirette gözle görülemiyeceğini iddia etmiştir. Çünkü onlara göre A l l a h cisimlere benzemez. Gözle görünen b i r şey, cisimlere b i r bakımdan benzemiş sayılır, Allah'ın gözle görüleceğinifsöyleyenler, O'nu cisimler gibi görülecek b i r varlık olarak vasıflandırmış olurlar. H a l b u k i Mutezile tevhîd prensiplerinin icabı ola rak, Allah'ın sıfatlarının beşerin ve cisimlerin sıfatlarına benzemediğini açıklamışlardır. O halde Allah'ın gözle görülmesi, Mutezile'ye göre mantıkî olarak imkânsızdır. 295 Al-i
îmrân
Sûresi,
âyet:
104.
296 B k . Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser, s. 5 2 - 5 9 ; al-Gurâbi, anılan eser, s. 6 8 ; H a n nâ'l -Fâhûrî ve H a l i l a l - C e r r , anılan eser, C . I , s. 151; Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu. le Ve Akıl Meselesi,
Mutezi
A . U , İlâh F a k . D e r . 1964 sayısı, s. 55.
73
Mutezile b u aklî düşüncelerine mesned olarak nakli deliller de gösterir, özellikle şu âyetin Allah'ın gözle görülemiyeceğine delil oldu ğunu ileri sürerler: "O*mı gözler idrâk edemez, halbuki O gözleri idrâk eder" . Ehli Sünnet okulu ise, Allah'ın âhirette gözle görüleceğine inanır. Ehli Sünnet buna delil olarak da, "Yüzler vardır, o gün taptazedir; Rablerini görecektir" mealindeki âyeti gösterir. B u görüşlerini ayrıca şu âyetlerle de teyid etmek isterler: "Rabbim Kendini bana göster, Seni göreyim" ; "Allah arz ve semâvatın nurudur" . B u son i k i âyetten birincisinden H z . Mûsâ'nın Allah'ı görmek istediğini anlamaktayız. Bir peygamber olan Hz. Musa'nın imkânsız olan bir şeyi istemeyeceği meydandadır. Diğer sonuncu âyete gelince, Allah'dan "Nûr"' diye bah setmiştir. Nûr ise şüphesiz gözle görülür. Dolayısiyle b u da Allah'ın gözle görüleceğini ispat eden bir delildir. 191
300
2<}l)
E h l i Sünnet'den Eş'arî'ler, yukarıdaki düşüncelerden hareket ede rek, "û'rni gözler idrâk edemez. Halbuki O gözleri idrâk eder" âyetinin hük münün b u dünyaya râei olduğunu ve b u âyetten Allah'ın sadece b u dün yada görülemiyeceği anlamının çıkarılması lâzım geldiğini söyler. Çün kü, Kur'an'ı Kerîm'in âyetleri arasında tenakuzun bulunması imkân sızdır. B u son âyetin, Allah'ın âhirette görülemiyeceği anlamında oldu ğunu iddia etmek, daha önce zikrettiğimiz âyetlerin ruhuna aykırı düşer. Gerek Nûr âyeti olsun, gerek Hz. Mûsâ ile ilgili âyet olsun ve ge rekse yüzlerin Rablerine bakacağını bildiren âyet olsun, Allah'ın âhiret te görüleceğini beyan etmiştir. B u sebeple "O'nu gözler idrâk edemez" anlamındaki âyetin hükmü, sadece b u dünya içindir. Kısacası, E h l i Sünnet'e göre Allah b u dünyada görülmez, fakat âhirette m u t l a k su rette "görülecektir . 101
Mutezile ise, kendi fikirlerinde İsrar eder. Allah'ın görülemiyeceğin i , âyetleri te'vil ederek belirtmeğe çalışır. Meselâ, Kıyamet sûresinde geçen "Nâzıra" sözünü "görücü, bakıcı" mânasında değil, bekleme mânasında anlar. Yine ayni sûrenin sözü geçen âyetindeki "ilâ" harfi cerrine "niam", nimetler mânası verir. Böylece Mutezile âyetin mâ297 Eıi'âm
Sûresi,
298 Kıyamet 299 Araf 300 Nûr
Sûresi,
Sûresi, Sûresi,
âyet:
103
âyet:
âyel:
22-23,
139.
301 B u meseleler için balanız: aş-ŞehrisUuıî, al-Milel
va'n-Nihal,
Görülüyor k i Mutezile, kendi görüşünü ispatlamak için mantıkî mütalâalar yürüttüğü gibi, nakli delilleri de t e ' v i l ederek akla uydur mağa çalışmıştır. Onların Allah'ın gözle görülemiyeceğini iddia etmeleri, te'vilci ve akılcı sistemlerinin bñv sonucudur. 2 - Kur'anhn
yaratılmış
olup
olmaması:
Mutezile'nin K u r ' a n ' m yaratılmış olduğunu iddia eettiğine şahit olmaktayız. Mutezile'yi böyle b i r iddiaya sürükleyen başlıca sebep tevlıîd sistemleridir. Mutezile'yc göre Allah'ın sadece zatı kadîmdir. Allah'ın zatı dışında O'na kadîm b i r sıfat hamledilirse, tcvhîd sistemi bozulur. Çünkü Allah'ın zatından başka kadîm varlıklar var demek olur. H a l b u k i Allah' haricinde hiçbir varlık kadîm değildir. O halde, Allah'ın kelâmı olan Kur'an'ı Kerîm de kadîm olamaz. Dolayısiyle K u r ' a n ' m yaratıl mış olması zorunludur. Bundan başka Allah'ın kelâmı olan K u r ' a n , harf ve sesten meydana gelmektedir. Böyle b i r şey ise ya cisimdir, ya da arazdır. Ne cismin, ne de arazın kadîm olmadığı mâlumdur . Allah istediği zaman, za tının haricinde olan bir mahalde yarattığı kelâmla konuşur. 302
îşte böylece Allah'ın kelâmını mahlûk sayan Mutezile'yc karşı, E h l i Sünnet okulunu temsil eden E ş ' a r î ve M â t u r î d î okulları aman sız hücumlara geçmiştir. B u okullardan, Özellikle Eş'arî'nin temsil ettiği Kelâm cereyanını benimseyenler, Allah'ın kelâmının kadîm olduğunu ispatlamağa çalış mışlardır. Hattâ Mutezile'nin, Allah'ın kelâmı olan K u r ' a n ' m mahlûk olduğu hakkındaki f i k i r l e r i , Tevrat'ı yaratılmış sayan Yahudilerden aldıklarını ileri sürmüşlerdir . E ş ' a r î ' y e g ö r e A l l a h ' ı n kelâmı hâdis
C. I , s. 4 5 ; A l b e r t N .
Nâder, anılan eser, s. 112 v d . ; al— Eş'arî, al-Lumâ, s. 6 1 - 6 8 ; D r . Lûlfî Doğan, anılan
eser, s.
302 Bk.- aş-Şehristânî, Nihâyetu'l-îkdâm, C.
H a z . : Doç, D r . İbrahim Agâh Çubukçu ve D r . Hüseyin
A l a y , s. 60 v d . A n k a r a 1962; Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser s. 7 9 - 8 3 .
74
H z . Mûsâ ile ilgili âyete cevap olarak inen "Lenterânî" ilâhî kitabındaki anlamın ise, Allah'ın ebediyyen görülemiyeceği mânasın da olduğunu söyler.
303
âycL: 35.
4 4 - 4 5 ; al-Gazzâlî, al-lktisâd fil-İtikâd,
nasını, "yüzler Rablammı nimetlerini bckleyicidir" diye te'vil eder. Mutezile bununla da yetinmeyerek "Allah arz ve semâvatın nuru dur" meâlmdeki âyete do, E h l i Sünnet'in anlayışına zıd b i r mâna verir, âyetteki "nûr" sözünün "münevvir" anlamında olduğunu söyler. Böyle olunca da Mutczile'ye göre âyetin mânası, " A l l a h arz ve semâvatın nurlandırıcısıdır" demek olur.
I , s.
s. 288, 324; al-Eş'arî, Makâlât
al-îslâmİyyîn,
191-193.
303 B k . as-Subkî, Tabakât aş-Şâfiiyye, C . I , s. 207; D . B . M a c d o n a l d , D c v e l o p m e n t of Mus¬ lim
Theology,
s. 146.
75
olamaz. Eğer hadis olsaydı, kelâm ya Allah'ın zatında, ya zatının dışın da veyahut da kendi kendine kaim olurdu. Allah'ın kelâmı zatında hadis olamaz. Zira Allah'ın zatı olaylara mahal olacak h i r yer değildir. Olaylar daima değişir. Allah'ın zatı ise değişkenlikten münezzehtir. O halde, Allah'ın kelâmı Allah'ın zatında hâdis olmadığı gibi, zatının dışında hâdis olmuştur diye b i r iddia da ileri sürülemez. Çünkü böyle bir iddia, Allah'ın kelâmı ile O'ndan gayri bir varlığın emir vermiş ve nehyctrniş olmasını icap ettirir. B u ise mantıksız b i r düşünce olur. Son olarak Allah'ın Kendi kelâmını Kendi zatı dışında, yalnız başına k a im olmak üzere yaratmış olması tezi kalıyor. B u tezin de doğruluğu kabul edilemez. Çünkü kelâm Allah'ın sıfatıdır; sıfat bir mevsûfa m u h taçtır. Sıfatın mevsûfu da Allah'tır. O halde Allah'ın kelâmı hâdis de ğildir. O ancak kadîmdir. E ş ' a r î b u düşüncesine naklî delil olarak şu âyeti gösterir: ' Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, sözümüz ancak ona ol (kun) dememiz den ibarettir"™ . 1
4
Bu âyette görüldüğü gibi yaratılan her şey, Allah'ın "kun** emri ile hâdis olmuştur. K u n emri ise, Kur'aıı'ı Kerîm'in nasslarından b i r parçadır. Demek k i , yaratmadan önce Allah'ın kelâmı mevcuttu. Çünkü Allah'ın âyetleri ile k u n sözü ayni mahiyeti taşır .
gösterirler. B u âyeti t e ' v i l ederek, yapmak mânasına gelen "Cea/n«" fiilini yaratmak anlamında anlarlar . 507
Görülüyor k i , Mutezile kendi dâvasını ispat etmek için hem aklî delilden faydalanmağa çalışmış ve hem de nakli t e ' v i l yoluna sapmıştır. Mutezile'nin Kur'an'ı mahlûk sayması, tevhîd sistemlerinin ve aklî görüşlerinin b i r sonucu olmuştur diyebiliriz. 3 - Huşun ve
kubuh:
Genel olarak, Mutezile'ye göre Allah'ın şeriattan önce aklen bilin mesi icabeder . Hattâ onlar, b i r şeyin i y i (huşun) veya kötü (kubuh) olduğunun aklen bilinmesi lâzım geldiği tezini savunurlar. Çünkü der ler: Hâdiseler arasında sebep ve netice bağlantısı vardır. Allah, h i k m e t i icabı, bir şeyi diğer bir şeyin sebebi olarak yaratmıştır. Kâinatta olan lar sebepsiz meydana gelemezler. Akıl b u sebepleri bulmağa ve b i r şeyin i y i veya kötü olduğunu tâyin etmeğe m u k t e d i r d i r . 308
300
Şeriat ise, aklın bulabileceği i y i veya kötü şeyleri sadece tesbit eder. Mutezile'ye göre aklî olgunluğa erişmiş kimse, herhangi bir şeyin bizatihi i y i veya kötü olduğunu şeriattan önce tâyine muktedirdir.
Mutezile bu fikirleri asla kabul etmez. B u fikirlere karşı Allah'ın bazı âyetlerinin mensuh olması gerçeğinden hareket eder. Kur'an'ı Kerîm'in bazı âyetleri diğer bazılarını neshetmiştir. B u gösterir k i JCur'an kadîm değildir. Çünkü kadîm olan b i r şey neshedilemez ve yok olamaz.
Mutezile'nin b u akılcı tutumuna Eş'ariyye okulu muhalefet etmiş t i r . Eş'arî ve onu takip edenler, bütün dinî vazifelerin sem'î olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre akıl, hâdiseleri ve dinî kuralları zarurî kıl maz; hiçbir âmeli, i y i veya kötü diye bildirmez. İlâhî emirlerin iyiliği veya kötülüğü akılla değil, şeriatla bilinir. Hiçbir şey, zatı itibariyle i y i veya kötü değildir. B i r şeyi Allah emrettiyse i y i d i r ; eğer b i r şeyi Allah nehyettiyse, o şey kötüdür .
Mutezile diğer b i r mantıki delil Allah'ın kelâmı kadîm olsaydı, Allah, iken emir verici ve nehyedici olurdu. yakışmaz ve O'nun hakkında hafiflik Mutczilc'ye göre kadîm değildir.
olarak şu f i k r i ileri sürer: Eğer insanlar ve diğer yaratıklar yok Böyle b i r hal ise Allah'ın şanına olurdu. O halde, Allah'ın kelâmı
M â t u r î d î ise, b u konuda Mutezile ile E ş ' a r î arasında, fakat M u tezile'ye daha yakın b i r y o l tutar. Ona göre bir şey kendi zatı itibariyle, ya i y i d i r veya kötüdür. Akıl bir şeyin i y i veya kötü olduğunu bilebilir. Mâturîdî, huşun ve k u b u h mevzuunda aklın ve naklin oynadığı rolü şöyle özetler:
Mutezile kendi dâvasını ispatlamak için naklî delillerden de isti fade etmek ister. Onlar Zuhruf sûresinin "Biz onu anlayasınız diye arapça bir Kur'an yaptık" meâlindeki âyetini dâvalarına delil
a - Şeriata hacet kalmaksızın, sadece akılla İyiliği bilinen şeyler.
305
310
307 Mâturîdî Z u h r u f suresinin 19. âyetine d a y a n a r a k , "Cealnâ" fiilinin yarattık anlamın
306
304 Nahl
Sûresi,
308 B k . al-Bağdâdî, al-Fark
al-Bağdâdî, al-Fark
beyne!
-Firak,
s. 68; Zuhdî H a s a n Cârullah, anılan eser,
Albert N.-Nâder, anılan eser, s. 103 v d d ; Ebû Mansûr Mâturîdî, Akâid Risalesi,
76
Sûresi,
âyet:
3.
s. 33
620-621,
İstanbul
beyne7-Firak,
s. 70, 121;
al-Curcâııî, Şerh
alMavâkif
s.
1286.
309 B u k o n u için b k . D r . Hamûde Gurâbe, al-Eş'arî,
s. 7 5 - 7 6 ;
31 û B k . al-Eş'arî, al-Luma,
Ç e v i r e n : Prof.
Y u s u f Z i y a Yorükan, s. 15-16, İstanbul 1953; D r . Lûtfi Doğan, anılan eser, s. 3 2 - 3 4 . 306 Zuhruf
olmadığını söyler.
âyet: 40.
305 Kur'an'ın kadîm v e y a hâdis oiduğu k o n u s u ieiıı halanız: al-Eş'arî, al-Luma, vdd;
da
s. 50. v d d , K a h i r e 1953.
s. 7 1 - 7 2 , 100; aş-Şehristânî, al-Milel
Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukçu, Mutezile
Ve Akıl Meselesi,
va'n-Nihal,
C. I , s. 167;
A . Ü. İlâh. E a k . D e r . 1964 sayısı,
s. 59.
77
b - Yine Şeriata hacet kalmaksızın, sadece akılla kötülüğü bilinen şeyler. c - İyiliği veya kötülüğü şüpheli olan şeyler. B u gibi şeyler akılla lıalledilcmediği için ancak şeriatla bilinir. Ancak Mâturîdî, teklifin akıl yoluyla değil, ilâhî emirle vacip oldu ğu inancındadır. Halbuki Mutezile'ye göre, b i r şeyi yapmak veya nehyetmek akim t e k l i f i ile olur. Mutezile Allah'ın fuzûli bir iş yapmadığını, her fiilinde b i r hikmet bulunduğunu ve bütün fiillerini hikmeti icabı işlediğini söylemiştir.Allah' ın hikmeti, kullarına en i y i y i (aslahı) yapmasını icap ettirir. Eğer Allah kulları için en i y i olan şeyi yapmazsa, cimrilik ve hafiflik etmiş o l u r . Böyle b i r durum ise, Allah'ın şanına asla yakışmaz. O halde Allah'ın, kulları için aslah olanı işlemesi vaciptir. 311
Mutezile'nin b u akılcı t u t u m u , yine Eş'arîliğin muhalefeti ile kar şılaştı. Eş'arîler Mutezile'nin tezini çürütmek için şöyle bir faraziye, ortaya atmışlardır:
te göre hareket etmek mecburiyetinde olmadığını da ilâve eder. Çünkü A l lah murîddir, hürdür ve istediğini yapıcıdır. A y n i zamanda mecburiyet f i k r i , Allah'ın irade hürriyetine aykırıdır . 31î
Görülüyor k i , Allah'ın, fiilleri ve aslahı işlemesi konusunda E h l i Sünnet okulunun f i k i r l e r i , Mutezile'yi güç durumda bırakır mahiyette dir. Bunun b i r sebebi de, E h l i Sünnet okulunun tanınmış siması E ş arî'nin, evvelce Mutezil'î olduğu için, onların düştüğü buhranları çok i y i bitmesidir. 4 - Akıl
ve nakil
meselesi :
İslâm tefekkür tarihinde akla en çok önem veren okullardan birisi şüphesiz Mutezile okuludur. Mutezile, gerek hür düşüncenin sosyal hayatta oynadığı r o l , gerekse akim bilgi edinmek ve vahyi te'vil et mek konusunda oynadığı r o l üzerinde yeteri kadar durmuştur. Mutezile'den E b û ' l - H u z e y l (Ölm. H . 235/M. 849) "akıl i l i m kazanma, ve insanların kendisini başka yaratıklardan, başka yaratıkları da birbirinden ayırma melekesidir" demiştir . 314
313
Buluğa ermemiş ve îslâm fitratı üzerinde ölmüş b i r çocuk düşüne l i m . Kezâ^ bunun gibi buluğa ermiş b i r müslim ile buluğa ermiş bir kâfiri düşünelim. Ahirette, İslâmm icabını yerine getirmiş olan buluğa ermiş müslim kimsenin durumunun i y i olacağı ve sevap göreceği meydanda dır. B u kimsenin mânevi derecesi, şüphesiz buluğa ermeyen müslim çocuğun derecesinden daha üstün olacaktır. O v a k i t müslim çocuk Allah'a şöyle b i r soru tevcih edebilir: " E y Rabbim! Eğer bana ölme den Önce buluğa erdirecek fırsat verseydin, Senin . yolunda çalışır, derecemi yükseltirdim" mealinde sözler sarfedebilir. O zaman b u çocuğa Allah tarafından şöyle bir cevap verilebilir: "Eğer sen daha fazla yaşasaydm günah işlerdin. Senin hakkında erken ölmek, en hayırlı i d i . " Bu durumla ilgili olarak buluğa ermiş olan kâfir şöyle b i r itirazda bulunabilir: " E y Allah'ım! Beni Cehenneme attın; eğer beni de müslim çocuk gibi erken öldürseydin, günah işlemek fırsatını bulamazdım ve şimdi de Cehennem'de yatmaktan k u r t u l u r d u m " . 312
Eş'arî'niıı böyle b i r itirazı, Allah üzerine aslahı vacip gören Mutczile'yi güç durumda bırakmıştır. M â t u r î d î ise Allah'ın, fiillerini bir hikmete göre yaptığı ve yapaca ğı inancındadır.Fakat Mâturîdî Allah'ın, ayni zamanda, böyle bir hikme311 B k . Mâturîdî,
Akâid
Risalesi,
s.
312 lîk. al-Gazüâlî, al-tküsüd JTl-îtikâd, Mutezile
78
Ye Akıl
Meselesi.,
s. 60.
21. s. 184 -185; Doç. X3r. İbrahim Agâh Çubukçu,
C u b b â î ise, akh. i l i m diye anlayarak şöyle b i r t a r i f yapmıştır:" "İnsan, aklı ile b i r delinin işlemekten çekinmiyeceği fiilleri yapmak t a n kendisini muhafaza eder" . 3İ1)
Umumiyetle Bağdad okulundan yetişen Mutezilî düşünürler, aklı, " i l i m kazanmak melekesi" diye tarif etmişlerdir. B u demektir k i akıl, şüphenin giderilmesi ve onun yerine sağlam bilginin ikamesi için hizmet eden bir düşünce tarzıdır. Meşhur Mutezilî düşünürlerinden Câhız, akılla tartılmayan hiç bir bilginin yakın ifade etmeyeceğini ve her şeyin sebebini aramanın insana mahsus b i r Özellik olduğunu beyan eder . 317
Bütün bunlardan şu sonuca varmak mümkündür: A k i m i l i m kazanmakta r o l oynayan b i r nazarî tarafı olduğu gibi, insanı deliden ve iç güdü ile hareket eden başka yaratıklardan ayıran bir meleke ola rak, amelî tarafı da vardır. 313 B k . M.. Ebû Z a h r a , al-Mezâhibul 314 B k . İbn- Nedîm,
aU Fihrist,
- s.
-îslâmiyye,
s.
298-290.
251.
315 B k . A l b e r t N . Nâder, Le Système Philosophique
des Mutezile,
s. 239,
Beyrouth
1956.
B u eserden Sayın Doç. D r . İbrahim Agâh Çubukcu'mın yardımları ile faydalandık. K e n d i s i n e burada
teşekkürü, b i r borç
316 B k . al-Gurâbî,
bilirim.
anılan
eser,- s.
317 B k . al-Câhız, KitÛb al-Hayvân.
245. C . V I , s. 3 6 - 3 7 , 39', Mısır 1947.
79
Aklın dinî konularda oynadığı rol de büyüktür. Meselâ, Mutezile'den N a z z â n ı "akıllı b i r insan şeriattan evvel, düşünce île Allah'ın var lığını bulmalıdır" demiştir . 318
E b û H u z e y l b u konuda N a z z â m ' d a n da ileri gitmiştir. Gerek Allah'ın ve gerekse O'nu tanımağa yarayan bilgilerin, zorunlu olarak akılla bilineceğini ileri sürmüştür. Tanınmış Mutezilî fırkalardan b i r i n i temsil eden S ü m â m e (Ölm. H . 213 / M . 828) ise, bütün bilgilerin akd ve düşünce yolu Ue bilinebile ceği kanısındadır. Sümâme'ye göre aklî olgunluğa erişip, Allah'ı aklı ile bulamıyan kimse için şer'î teklif y o k t u r . Câ'fer b . M ü b e ş ş e r (Ölm. H . 234/M. 848) ve Câfer b . H a r b (Ölm. H . 2 3 6 / M . 850) gibi Mutezdî düşünürler ise, Allah'ın sıfatlarının ve dinî hükümlerin aklen bilinmesi lâzım geldiği f i k r i n i savunmuşlardır. Bütün bunlar gösteriyor k i , Mutezilî düşünürler, İslâmın temel prensibi olan Allah f i k r i n i n ve O'nun şer'î tekliflerinin ancak akılla b i l i nebileceği tezini ileri sürmüşlerdir . Onlar, akıl ile nakil arasında b i r Çelişme olduğu zaman, nakli akla uydurmağa çalışmışlardır. Bunun için de takıp ettikleri y o l , daima t e ' v i l metodu olmuştur. 319
r
Onlara göre şeriat, bazı şüpheli fiillerin ahlakî bakımdan teshi linde rol oynar. Yine şeriat, hazan aklın halledemiyeceği teferrüata dair meseleleri de halleder. Şeriat akılla bilinenleri tamamlar ve açıklar. Mutezile'den bazı düşünürler hadîs kritiği meselesi üzerinde de dur muşlardır. B u cümleden olarak Câlıız ve N a z z â n ı , tek bir haber (âhad) i n sağlam b i r dehl olamıyacağı f i k r i n i savunmuşlardır. Mutezile'nin h u akdcı t u t u m u , Kelâm tarihinde ilhama mazhar olduğunu iddia eden ve b u şahsî iddialarına göre fırka kuran birçok hulûlcu ve tenâsuhcu dinî cereyanları söndürmeğe yardım etmiştir. Meselâ Kerrâmiye fırkasının kurucusu İ b n a l - K e r r â m (ölm. H . 256 / M . 869) gibi, Uhamı bir dehl sayan kimselerin tezlerini Mutezile çürütmeğe muvaffak olmuştur. Çünkü ilham ferdîdir; içtimaî b i r olay değildir. Yine Mutezile'nin b u akılcı t u t u m u , D â v u d b . A l î a l - İ s f â lıânî (ölm. H , 2 7 0 / M . 883)'nin kurduğu Zâhniyye mezhebinin geliş mesini de Önlemiştir. Çünkü Zâhiriyye mezhebi nassların tevil edilemiyeceği, onların sırf zahirî anlamlarına kıymet vermek lâzım geldiği tezini savunmuştur. Mutezile'nin akılda fazla ileri gitmesi, daha sonra E h l i Sünnet okulu tarafından bazı meselelerde şiddetli tenkitlere uğramıştır. 318 Nazzâm
için
bakının:
İbn
Nedîm,
al-Fihrist,
s.
252.
319 H k . al-Bağdâdî, al-Fark beyne! -Firak, s. 70-, aş-Şehristâııî, al-Mitel, C. 1, s. 62, 102; Zuhdî H a s a n Câvullah, anılan eser, s. 107-110.
80
va'n-Nihal,
S O N U Ç
Bütün b u incelemelerimizden anlaşılıyor k i , Mutezile Kelâm t a r i hinde aklî b i r sistem t a k i p etmiş ve hür düşüncenin temsilcisi olmuştur. N i t e k i m İslâm düşüncesinde Yunan felsefesiyle ilgilenmek ve felsefeyi sevmek temayülü Mutezile ile başlamıştır. Mutezile okuluna mensup olan düşünürler, zamanlarında yapılan ticarî ve siyasî i r t i b a t sayesinde Y u n a n kültüründen haberdar olmuşlardır. Esasen İslâm devletinin h u dutları içine giren Suriye ve İran, eski kültürlerin beşiği haline gelmişti. A n t a k y a , Ruha (Uıfa), Harran, Cundişapur ve Nusaybin okulları M u tezile'nin sisteminin kurulmasında önemli roller oynamıştır. Yine İslâm düşüncesi tarihinde tercüme faaliyetleri de, Mutezile nin iktidarda bulunduğu sıralarda hızlanmıştır. Mutezilî Halife Me'm u n i l m i ve i l i m adamlarını korumuştur. Onun devrinde İslâm âlemi akla dayanan reformcu b i r hamle içinde olmuştur. Hattâ, biraz da cür'etkârâne teşebbüslerle nakil akla uydurulmağa çalışılmıştır. Gerçi Mutezile'nin b u t u t u m u , K u r ' a n ve Sünnete sıkı sıkıya bağlı kalmak isteyen E h l i Sünnet tarafından ağır tenkitlere uğramıştır. Fakat biz burada tamamen tarafsız bir görüşle, Mutezile'nin kurduğu sistem üze rinde durmaktayız: Mutezile, Tevhîd esasını aklî bir yolla izah etmiştir. Allah'ın b i r olduğunun sadece K u r ' a n da yazılı olduğu için değil, akılla da bilinmesi gerektiğini söylemiştir. Hattâ Allah'ın şeriattan önce biUnmesi lâzım geldiğini ve ancak aklî olgunluğa eren kimsenin mes'ul olacağını ileri sürmüşlerdir. Tevhîd sistemleri icabı, Allah'ın sıfatlarını te'vİl etmişlerdir. Allah'a mahsus yegâne sıfatın kıdem olduğunu beyan etmişlerdir. Allah'ın zatı dışında ezelî sıfatların kabulünün şirke varacağını belirtmişlerdir. B u sebeble de Allah'ın ezelî sıfatlarını, Allah zatı ile âlimdir, zatiyle basîrdir şeklinde t e ' v i l etmişlerdir. 81
Yine Mutezile tevhîd sistemleri icabı, Allah'ın kelâmının, yani Kur'an'ın yaratılmış olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü onlara göre K u r an kadîm kabul edilirse, Allah'dan gayri bir kadîm'in daha varlığı iddia edilmiş olur. Mutezile Tevhîd sistemine dayanarak, Allah'ın âhirette gözle görülemiyeceğini ileri sürmüştür. Çünkü onlara göre, Allah'ın gözle görül mesi demek cisme benzemesi demektir. Allah ise, cismî sıfatlardan mü nezzehtir; hiçbir şeyin eşi ve benzeri değildir.
Böylece de, insanlığın her şeyin^sebebini araştırmasına ve medeniyetçe gelişmesine yardımcı olmak istemiştir. Sözün özü, Mutezile, bazı kollarının taşkın bazı iddiaları b i r tarafa bırakılırsa, aklın ve i l m i n gelişmesine yardım eden Önemli b i r düşünce sistemi kurmağa muvaffak olan i l k okul olarak İslâm tarihindeki yerini almıştır.
Mutezilc'nin İslâm düşüncesine getirdiği en önemli yeniliklerden b i r i de, insanın kendi f i i l i n i kendisinin yaratmasıdır. Mutezile'den ön ce b u düşünce henüz b i r sistem haline gelmemişti. Mutezile "adalet" prensibinden hareket ederek, Allah'ın insanları iradelerinde hür bıraktığım-beyan etmiştir. Onlara göre, Allah'ın âhirette ceza veya sevap vere bilmesi için, insanların fiillerini kendi iradeleriyle yapmış olmaları gerekir. Allah'ın adaleti bunu icap ettirir. Mutezile'nin böyle b i r düşünceyi savunması, İslâm düşüncesi t a r i hinde önemli sonuçlar doğurdu: Siyasî alanda idarecilere, kendi fiillerinden dolayı mes'ul olacakları hatırlatılmış oluyordu. Böylece Mutezile keyfî idareye son vermek ve sosyal adaleti yerine getirmek teşebbüsünde bulunmuştu. Yine Mutezile'nin adalet prensibinin sonucu olarak, ferdî teşebbüse önemli surette yer verilmiş oluyordu. Müslümanların her şeyi Allah'a ve kadere yüklemek zihniyeti önlenmeğe çalışılıyordu. Kısacası kendi fiilini kendisinin yarattığını düşünen insan, Mutezile'ye göre tenbellikten kurtulacaktı. Son olarak üzerinde duracağımız b i r husus da, Mutezil'nin "İlliyet" prensibini kabul etmesidir. Mutezile'ye göre, A l l a h âlemi yaratırken külli kanunlar da koy muştur. Kainâttaki hâdiseler b i r b i r i n i n sebebi olarak meydana gelmek tedir. Her şeyin son nedeni Allah'tır. Fakat Allah'ın koyduğu hikmet icabı, sebep-netice bağlantısı vardır. Eş'arî ise, Mutezile'nin b u tezine karşı koymuş ve İlliyet prensi bini kabul etmemiştir. Eş'ariyye'ye göre her hâdise, âdetullah icabı meydana gelmektedir. A l l a h dilerse, ötedenberi sebep - netice gibi gör düğümüz hâdiseleri başka türlü yaratabilir. Görülüyor k i , Mutezile âlemin y o k t a n yaratıldığım ve onun A l l a h tarafından koyulmuş küllî kanunlarla idare edildiğini beyan etmiştir. 82
83
25-
Sünen
Ebû Dâvud:
Ebî
Dâvud,
2 6 - Ebû Hanîfe: Fıkh-ı Ekber
Kestelliye
2 7 - Ebû al-Muntehâ: Şerh al-Fıkhı!-Ekber, 28-
Ebû
Zahra,
Muhammed:
2 9 - Ebû Z a h r a ,
Muhammed:
30- Efendi, 31-
BİBLİYOGRAFYA
Kamus
Asım:
Baskısı.
ve İzahı, Çeviren: S a b i t Ünal, A n k a r a 1957. İstanbul.
TnrîJı al-Mezâhibn
-İsiâmiyye,
al-Mezâhibu'l-lslâmiyye, Tercümesi,
İstanbul
Kahire.
Kahire.
1304-1305.
al-Eş"arî, Ebü'l H a s a n Alî b. İsmail: Kitâb
al İbâne an-Usûl
ad-Diyâne,
Haydarabad
1367/1948. 3 2 - al-Eş'arî: Kitâb al-Lumâ fi'r-Rcdd 1- A b d u h , ' M u h a m m e d :
Bisâlet
Hüseyin: Kur'an'a
2 - Atay,
aı-Tevhîd,
Göre iman
3 - A r n o l d , T , W . : İntişâr-ı
İslâm
Kahire
Esasları,
Tarihi,
1351. Ankara
1961.
M . Haül H a l i t T e r e . i s t a n b u l
1343.
4 - Al-Aynî, M u h a m m e d b . Ahmett b. Mûsâ: Umdet al-Kâri Li Şerh Sahih al-Bukârî, İstanbul 1308. 5 - al-Bağdâdî, Ebû Maıısûr Abdu'l-Kâhir b . Tâbir: al-Fark 6 - al-Bağdadî: Kitâb 7 - Barthold, W :
Usûl ad-Dîn,
islâm Medeniyeti
Köprülü, A n k a r a
İstanbul Tarihi,
beyn al-Firak,
K a h i r e 1367 /1948.
1346/1928.
Neccâr
Tere.,
Kahire
1954.
1 0 - B r o c k e l m a n n , C : İslâm Milletleri Ankara
ve Devletleri
Tarihi.
1 1 - al-Buhârî, Ebû Abdillah M u h a m m e d b. İsmail: Sahîh al-Bukârî, 1 2 - a l - Câhız, Ebû O s m a n A m r b . B a h r : al-Beyân
1 4 - Cârulloh,
al-Hayvân,
Zuhdî
1 5 - Caetani, L . : İslâm 1 6 - al-Curcânî,
Tariki,
Abd
Kahire
aş-Şerîf:
al-Hamîd neşri. K a h i r e
2 0 - Çubukçu, İbrahim Agâh:
2 1 - Davenport, J o h n : Ilazret-i İstanbul
1286. al-Mun'im
1950.
Mutezile
sayısı,
İstanbul
İCIÎÎÎλ al-Irşâd, M . Yûsuf Mûsâ v e Alî A b d
Tarihi
Ve Cahiliyye
1 9 - Çubukçu, İbrahim Agâh: Gazzâlî ve Şüphecilik,
1964
Duka!
-İslâm,
Kahire
1357-1368.
Fecru'l
-İslâm,
Kahire
1370/1950.
36-
Emin,
Ahmed:
Kahire
1365/1946.
37-
Encyclopedia
38-
al-İabfirî, Hannâ ve H a l i l a l - C e r r : Tarih
ve Akıl
Çağı, 2. Baskı, A n k a r a 1963.
Ankara
Meselesi,
ve Kur'an-ı
Üniversitesi
İlahiyat
Kerîm, Çeviren: Ömer R i 2 a (Doğrul),
al-Gaaszalî: al-lktisûdfi'l 1962..
2 3 - D e B o e r , T . J . : İslâmda Felsefe 2 4 - Doğan, Lûtfi; Ehli
Tarihi,
Sünnet Kelâmında
al-Kübrâ,
Kahire
1324/1906.
Çeviren: D r . Yaşar K u t l u a y , A n k a r a 1960. Es'arî Mektebi,
A n k a r a 1961.
B e y r u t 1957.
M . b . Tavît at-Tancî neşri ve
1962. at-Tefrika
beyne
EhlVl-îslâm
1325/1907. an'1 imi'l-Kelâm,
-l'ıikâd,
İstanbul
1287.
İbrahim Agâh Çubukçu v e Hüseyin A t a y neşri, A n k a r a
• al-Kavâid
al-Aşra,
al-Gazzâlî:
44-
Gibb, H . A . R . a n d J . H . K r a m e r s : Shorter
45-
Goldziher, t g n a z : al-Akide
Mısır
va'ş -ŞerîafVl
1343. Encyclopedia
-İslâm,
of Islam,
H a s a n A b d al-Kâdir v e A b d at-Azfe A b d a l - H a k k , K a h i r e al-Eş'arî,
Hamûde:
L e i d e n 1961.
Arpaçaya çeviren: M. Yûsuf Mûsâ, Alî 1959.
46-
Gurâbe,
47-
al-Gurabî, Alî Mustafa:
48-
Hasaballah,
49-
al-Hamavî, Yâkût: Mu'cem
50-
al-Hanbelî, İbn ol-İmâd: Şezerât az-Zeheb fî Ahbâr men Zeheb, K a h i r e 1 3 5 0 / 1 9 3 1 .
Alî:
Kahire.
Tarîh al-Fırak
Muhadarât fî
al-İslâmiyye.
İlmi't-Tevhîd,
al -Udebâ,
Kahire
Kahire
Kahire
1378/1959.
1372/1952.
1357/1938.
5 1 - al-Hatîb al-Bağdadî, A h m e d b. A l î : Tarîh Bağdâd, K a h i r e 1 3 3 2 / 1 9 1 3 . Ebû
Besâit
Bekr:
5 3 - al-Hayyât, Ebû'I -Hüseyn Nyberg 54-
neşri,
Kahire
al-Hârizmî,
Kahire
1312/1894.
Abdu'r-Rahîm b. M u h a m m e d b. O s m a n : Kitâb aVİntisâr, D r .
1344/1925.
al-Herevî, Ebû İsmail Abdillah b. M u h a m m e d b. Alî: Kitâb Yazma
No:
Zemmi'l-Kelâm,
İlâh. F a k .
7614.
5 5 - Hittî, F i l i p Hûrî: Tarîh al-Arab,
Arapçaya çeviren: M u h a m m e d Mcbrûk Nâfi, K a h i r e 1949.
56-
Hodgson, M . G . S . : Abdullah
b. Saba Mad., Encyclopedia
.57-
H o u t s m a , M . T h . : Abdullah
b. Saba
58-
84
al-Arabiyyc,
va'l Ma'âd,
43-
1347/1928. al-IIayavân
ai-Felsefe
Ma'rifeti'l-Mabda'i
İleâm al-Avâm
42-
Mısır 1955.
1953.
fî
Mısır
al-Gazzâlî:
5 2 - al-Hârizmi,
1964.
Ankara
Zandaka,
41-
Ktİ).
2 2 - ad-Damîrî, Kemâl ad-Dîn: Hayâl
Britannica,
al-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. M u h a m m e d : Faysal va'z-
Ankara,
Muhammed
Zuhru'l-lslâm,
E s a t Coşan, K e m a l Işık tercümesi, A n k a r a
1947.
1366/1947.
Şerh al-Mevâkif,
Çağatay, Neşet: Islâmdan Önce Arap
Fakültesi Dergisi,
K a h i r e 1367 /1368.
Çeviren: Hüseyin C a h i t (Yalçın), İstanbul 1924-1927.
1 7 - al-Cuveynî, İmâm a l - H a r e m e y n :
18-
va't-Tebyîn,
İstanbul 1315.
Abdu's-Sclâm M u h a m m e d H a r u n neşri, K a h i r e al-Mu'tezile,
Hasan:
as-Seyyid
Ahraed: Ahmed:
1, Prof. D r . Neşet Çağatay T e r e . ,
1954,
1 3 - al-Câmz,: Kitâb
Emîn, Emîn,
Mısır 1358.
M . Yûsuf Mûsâ ve A b d al-Halîm a n -
Va'l-Bida',
1369/1950.
35-
40-
Va'l -Felsefiyye,
Kahire
34-
D r . M. F u a d
8 - al-Bcyhakî, Ebû B e k r A h m e t ! b. al-Hüseyin b. A l î : Kitâb al-Esmâ va's-Sıfât,
alâ Ehl az-Zayg
al-İslâmiyyîn,
3 9 - Fuzûlî, Matlau'l-îtikâd
Başlangıç v e Düzeltmeler: Prof.
1963.
9 - Brclıicr, E m i l : al-Arâu'd-Dîniyye
Makâlât
3 3 - al-Eşarî:
Mad.,
al-Hııdarî B e y , M u h a m m e d : Mukâdarât
of İslâm, N e w Serie, L e i d e n 1954,
İslâm Ansiklopedisi, Tarîh al-Umem
İstanbul 1950.
al-lslâmiyye,
Kahire
1370.
85
5 9 - Hüseyin, T a b a :
al-Fitnelu'l-Kubrâ
I,
Osman,
Kitâb al-lkdi'l-Fer'td.
6 0 - İbn Al>ıl R a b b i h , Ebû Onıcr A h m e d b. M u h a m m e d : 1956
ve 1293/1876
Alî: al-Kâmil fiH-Tarîh,
6 3 - îbn al-Esîr, Ebû'l -Hüseyn kısı.
A h m c d : Mu'cem
b. Hanbel,
6 6 - İbn H a c a r al-Askalânî: Fethu'l
al-Luga,
Müşkili'l-Ehâdîs,
6 8 - İbn Hallikâu: Vefeyât al-A'yân
va Enbâu Ebnâi'z- Zaman,
Kahire
1941.
/1948.
Cerrahoğlu
neşri, A n k a r a
ar-Ricâl, D r . T a l a t Koeyiğit
un -Nebeviyye,
Mısır
7 2 - İbn Kayyım a l - C e v z i y y e : Muhtasar
va'l -Ehvâ'
va'n-Nihal,
as-Savâik
al-Mursele
alâ'l-Cehmiyye
va'l
-Muallila,
-Lvhfân min Masâyid
İhtı al-Kclbî, Kahire
7 5 - İbn K e s i r :
aş -Şeytân, M u h a m m e d
Kitâb al-Esnâm,
al-Bidâya
Hamid
A h m e d Z e k i Paşa
-Nihâye
fi't-Tarîh,
Mısır 1351 /1932
Kitâb
al-Maârif,
7 8 - İbn K u t e y b e : Kitâb, Uyun 7 9 - İbn Manzûr: Lisân
Kahire
al-Ahbâr,
Kahire
al-Arap,
Beyrut
1300/1882.
Beyrut
va'l -Emel,
Tabakât al-Mu'tezile,
Susaıma D i w a l d - W i l z e r
Haydarabad
1316/1902.
K a h i r e 1348 ve M a t b a a t
al-İstikame baskısı.
Şerh Risâlet îbn Zeydûn,
K a h i r e 1278/1861.
S a ' d : at-Tabakât
al-Kubrâ,
8 5 - İbn a l - E s i r al-Cezerî: Câmiul
Kahire
M e Giffert, A . C . : A History
of Christian
al Hitat
al-Mes'ûdi: Murûc
alâ'l-Mutefclsife va'l- -Karâmita
1950.
Jurisprudence.
al-Makrîziyye,
Risâlesi,
Early
and Eastern,
Ma'rifeti'l-Akâlîm,
and
Constitutional
az -Zeheb
K a h i r e 1324-1326. alâ Ehli''l-Ahva
Tarih-i
al-Cevher, Karn
Rîde. K a h i r e
Edyân,
'va'l-Rida,
K n h i r e 1369 /1949. .
Çeviren: Y u s u f Z i y a Yörükan, İstanbul 1953.
va Maâdin fil
L o n d o n 1932.
L e i d e n 1324.
Ahmed
1311/1893.
K a h i r e 1367/1948.
ar-Râbi'al-Hİcr't,
A r a p c a y a çeviren: M u
1947-1948.
H a m d i A k s e k i l i neşri, İstanbul 1329.
1 0 9 - a l - M u f i d , M u h a m m e d b. an-Nu'mân: Evâil al-Makâlât fi'l-Mezâhib
va'l -Muhtârât,
Teb
1371. al-Mukbilî,
1 1 2 - Nâder,
aş-Şeyh
Salih:
al-İlm
Albert Nasrî:
Felsefet
al-Akâid
aş-Şâmih, Nefhul-Tîp
7 8 - al-trakî a l - H a n e f i , Ebû M u h a m m e d Osmân b. A b d i l l a h b. a l - H a s a n : Tarih 791.
al-Mu'tezile,
Kahire min
1331/1912.
Gusn
İskenderiye
Philosophique -Edille,
vaH-Bâtıniyye,
al-Firak
al-
an-Neseffiyye,
315-
an-Nesefi:
116-
an-Nevbahtî, Ebû M u h a m m e d
al-Endelûs
ar-Ratib,
Kabil'e
1950.
des Mutezile,
B e y r o u t h 1956.
Süleymaııiye K t b , Lâleli Bölümü, Y a z m a N o :
Kahire
1319.
a l - H a s a n b. Mûsâ: Kitâb Firak
as-Şîa.
H.
Ritter
neşri,
İstanbul' 1931.
118-
Literary
History
of the Arabs,
L o n d o n 1907.
an-Nîsâhûrî, Ebû'l - H u s e y n M u s l i m b. a l - H a e c a c , : al-Câmius 1333
No:
Thought
at-Takâsîm fî
A b d al-Hâdî Ebû
1 1 7 - Nicholson: A
Ktb. Yazma
Theology,
1903.
1 0 7 - Mez, A d a m : al-Hadârat al-lslâmiyye
M . H a m i d al-Fakî neşri. K a h i r e
1329.
Süleymaııiye
A n k a r a 1959.
İstanbul
2162.
1368-1374/1949-1955. -Redd
Doğuşu,
Ansiklopedisi,
of Muslim
1 1 4 - an-Nesefi, Ebû'I-Muîn: Tabsiratu'l
1358.
-Usûl min Ehâdîsi'r-Resûl,
8 6 - İbn Teynıiyyc; Bugyetu'l-Murtâdfi'r
Kahire
1279/1862.
8 3 - İhn Nubâte: Svrhu'l-Uyûn
86
New-York
1 1 3 - Nâder, Albert N . ; Le Système
al- Munye
Mısır 1331.
bi ahbâr al-Hukemâ,
1 0 5 - al-Mcs'ûdi, Ebû'l - H a s a n : al -Tenbîh va'l -İşrâf, L e i d e n
1955.
8 2 - İbn an-Ncdîm: al-Fihrist,
îslâmiyye,
İslâm
1 1 1 - al-Makkarî, Ebû'l-Abbâs A h m e d :
1380/1961.
8 1 - İbn al-Murladâ:
İstanbul
Mısır.
1 0 3 - al-Malatî, Ebû'l -Hüseyn: at-Tenbîh va'r-Redd
110-
K a h i r e , '1343-1349/1925-1930.
8 0 - İbn al-Murtadâ, A h m e d b. Y a h y a : Kitâb
Kahire
100-
riz
77- tbn Kutcybe:
D . B . : Allah,
1 0 8 - Mithat, A h m e d : -Hadis,
1344/1925.
8 4 - İbn
Theory,
hammed
va'n
va Esrârut-Te'vîl,
va'l-Mu'tezilc.
İhbâr al-Ulemâ
İtikadı Mezheblerin
9 9 - Macdouald, D . B . : Development
1343/1924.
7 6 - İbn Kııteybe, Ebû M u h a m m e d A b d i l l a h b. Müslim: Kitâb Te'vîl Muhtelefi'l
neşri,
9 8 - Macdonald,
106-
Ebû'l -Mıınzir Hişâm b. M u h a m m e d :
K a h i r e 1359/1Q40.
İstanbul. 1339-1341.
K a h i r e 1337.
Zilâl al-Kur'an,
9 7 - K u l l u a j , Yaşar: îslâmiyette
1 0 4 - Mâtıırîdî, Ebû Mansûr: Akâid
al-Fakî neşri, K a h i r e 1939.
neşri,
9 6 - Kutııb, a s - S e y y i d : fî
1 0 2 - a l - M a k r i z i : Kitâb
1355/1936.
1380.
7 3 - İbn Kayyım a l - C e v z i y y e : Igâselul
74-
Subhu'l-A'şâ,
1 0 1 - a l - M a k d i s i , Şemseddin: Ahsen
as-Sîrct
Kelâm,
1285.
1963.
1317-1321.
Kahire
Yeni' İlmi
1326.
M u h a m m e d M.. A b d al-Hamîd
7 0 - İbn H a z m , Ebû M u h a m m e d Alî b. A h m e d : Kitâb al-FisalfVl-Miîel
1323.
at-Tabsîr fïd-Dîn,
-Muzaffer:
9 5 - al-Kıftî, Cemâl ad-Dîn Ebû'l-Hasan: Kitâb
M . b. Tâvit at-Tancî neşri, İstanbul 1958.
6 9 - İbn H a n b e l , A h m c d b. M u h a m m e d : Kitâb al-İlel va Ma'rifet
7 1 - İbn Hişâm:
Ebû'l
Basımevi. Kahire
9 4 - al-Kasımî, aş-Şcyh Cemâl ad-Dîn: Kitâb' Tarihi'l-Cehmiyye
Mısır 1366. Koma
al Agûnî,
9 2 - al-Kâdî Beydâvi, Ebû Saîd Abdillah b . Ömer: Etıvâru't-Tenzîl
K a h i r e 1349/1930.'
-Bârî Li Şerh Sahih al-Buhârî, Mısır 1300-1301.
6 7 - İbn H a l d u n : Şifâu's -Sâil Li TehzîbVl -Mesâil,
D r . İsmail
9Û- al-İsferâyinî,
Mısır 1348 ve L e i d e n 1283-1293 bas
Makâyis
Beyân
6 5 - İbn Fûrek, A U m c d b. M u h a m m e d :
ve
İstanbul M a a r i f
Ebû'l-Feree:
9 3 - at-Kalkaşandî, A h m e d :
6 4 - İbn Fâı-is, Ebû'l -Hüseyn
K a h i r e 1367
Ansiklopedisi.
8 9 - al-İsfahânî,
9 1 - İzmirli, İsmail Hakkı:
Mısır 1350-1352.
6 2 - İbn al-Cev2Î, Ebû'l - F e r c e : Menâkib al-îmâm Ahmed
neşri,
K a h i r e 1948¬
baskısı.
Şerh Sukîh aı-Tirmizi,
6 1 - ÎLn al-Arabî:
8 8 - İslâm
K a h i r e 1951.
ve K a h i r e 1375/1955
1 1 9 - O ' L e a r y , D e L a c y : Arabic
-Sahih,
İstanbul 1331¬
baskısı. Thought
and its Place
in History,
L o n d o n 1922.
87
120-
O ' L c a r y , D e L a c y : İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yaşar
121-
Kutluay,
ar-Razî,
Ankara, Esâs
Fahreddîn:
in Arabian
and Free
Will,
Mısır
Fatalism,
1 2 3 - Salisbury, E d w a r d E . : Mataríais for the History tination
.Taos, V o l V J I I ,
İslam
re
of
L o n d o n 1947.
Tabakât al-Lugaviyyin,
156-
va'n -Nuhât, K a h i
1 2 7 - aş-Şelıristânî, Ebû'l-Feth M u h a m m e d b. A b d a l - K e r i m b. Ebî B e k r A h m e d : al-Milcl K a h i r e 1381-1961
ve Matbaatu'l-Ezher
b. Ca'fer: Tarih
Zebîdî, Zeymıddîn A h m e d : Miras,
Mısır 1324.
1326/1908.
-Nihal,
al-Yakûbî, Ahmed
b. Affân
Mad.
va'n
of Religion
and
Ethics,
İslâm Ansiklopedisi,
al-Ya'kâbi,
New Y o r k 1951.
İstanbul 1962.
L e i d e n 1 3 0 2 / 1884.
an-Hakâik Gavâmiz at- Tenzil,
Kahire 1365/
1946.
Predes 155-
al-Kubrâ,
Encyclopedia
V i d a , G . L e v i D e l i a : Osman
1 5 4 - az-Zamahşerî, M a h m u d h. Ömer: al-Keşşaf Doctrine
1866.
Theology,
1 2 6 - as-Suyûtî, al-Hâfız Celâleddîn: Bugyet al-Vuâfi
153-
1955.
of the Mukammadan
New H a v e n
and Christian
1328.
Uppsala
1 2 4 - as-Subkî, Ebû Nasr A b d al-Vabbâb, Tabakât aş-Şâfiyye 1 2 5 - Sweeiman, J . W i n d r o w :
1 5 1 - W e i r , T . H . : Muhammadanism, 152-
at-Takdîs fiH-Kelâm,
Studies
1 2 2 - Ringgren, H e l m a r :
Yeri, Çevirenler: Hüseyin Y urdaydın ve
1959¬
İstanbul
Tecrîd-i Sarih
az-Zehehî,al-Hâfız Şemseddîn: Mîzân
1 5 7 - az-Zehehî:
Düvel
Tercümesi, Çevirenler: A h m e d Nairn -Kâmil
1928-1945.
al-İslâm,.
158-
Zeydân, Corcî: Medeniyet-i
159-
Z i y a , Yusuf:
al î'tidâl fi
Haydarabad
İslâmiye
Tarihi,
Nakdi'r-Ricâl,
K a h i r e 1325/1907.
1337/1918. Çeviren: Z e k i Meğâmiz, İstanbul 1328-1330.
Şehristânî, Darulfiinûn, İlâh. F a k . Mec., İstanbul 1927.
baskısı.
1 2 8 - aş-Şehristânî: Kitâb Nihâyetu'l -İkdam fi İlmVl -Kelâm,
Alfred Guillaume neşri, L o n d o n
1934. 1 2 9 - Şerefeıldin, M . : İslâmda İlk F a k . M e c . İstanbul 130-
Fikri
Hareketler
ve Dinî
Mezhepler,
Şerefeıldin, M . : Kaderiyye
1 3 1 - Şerefeddîn, M . : Kelâm
yahut
Mutezile,
Darülfünun, İlâh. F a k . M e c . İstanbul
K t b . Lâleli,
"134- aç-Şevkânî, M u h a m m e d
Yazma
No:
1374; 7. C . t e n sonra 1321
al-Kadîr,
b. Ccrîr: Câmiul
-Beyân
136- at-Taberî, Ebû Alî a l - F a d l b. - a ) - H a s a n : Mecmau'l-Beyân
Mısır 1349. an Te'vîl al-Kur'an,
fi Tefsiri'l-Kur'an,
1 3 8 - at-Taftazânî, Sa'dettîn M c s ' u d b. Ömer: Şerh al-Akâid,
1933,
al-Muhtelife,
Mısır
baskısı.
1 3 7 - at-Taberî, Ebû Ca'fer M u h a m m e d b. Cerîr: Tarih al-Umem
S . : Muslim
Beyân al-Firak
2237.
b . Alî b. Muhamnıed: Feth
1 3 5 - al-Tnberî, Ebû Ca'fer M u h a m m e d
140- Thomson, W i l l i a m :
1930.
Ömer Rıza (Doğrul) T e r e , İstanbul 13Í6 /1928.
1 3 3 - aş-Şirvânî, Muhamnıed Nurî b. A l î : Risâletun MineH-Akâidft
1 3 9 - Tritton, A .
İlahiyat
Savaşları, Darülfünun, İlâh. F a k . M e c , İstanbul 1932.
1 3 2 - Şillî, Mevlâna: İslâm Tarihi (Asrı Saadet),
Sülcymarıiyc
Darülfünun,
1930.
Theology,
Kharijitism
London
vu'l-Mulûk,
T a h r a n 1373.
K a h i r e 1357/1939.
İstanbul 1308.
1947.
and the Kharijites,
Macdo-nald
Presentation
Volume,
ayrı basım.
1 4 1 - Üçok, B a h r i y e : İslâm
Tarihinde
1 4 2 - Ülken, H i l m i Z i y a t İslâm
İlk
Sahte
Düşüncesine
1 4 3 - Ülken, H i l m i Z i y a : İslâm Medeniyetinde 1 4 4 - Ülken, H i l m i Z i y a :
Uyanış
1 4 5 - al-Vahidî, Alî b, A h m c d : 1 4 6 - Wolfson,
Harry
Austryn:
İstanbul
Tercümenin
EsbâbunNuzûl,
Muhammed,
1 4 9 - W a t t , W . Montgomery: The Political London
Rolü,
İstanbul 1948.
İstanbul 1935.
Mısır 1315.
Massachusets
147- W a l t , W . Montgomery: F r e e Will and Predestnation 148- W a t t , W . Montgomery: Hazret-i
A n k a r a 1957. 1954.
Tercümeler ve Tesirler,
Devirlerinde
Philon,
Peygamberler,
Giriş,
Attitudes
194ft. in Early
İslâm, L o n d o n 1948.
Çeviren: H a y r u l l a h örs, İstanbul 1963. of the Mu'tezilah,
(JRAS)
1963 A p r i l ,
1963.
1 5 0 - W e l h a u s e n , J u l i u s : al-Havâric va'ş-Şîa, Arapçaya çeviren: A b d u r r a h m a n B e d e v i , K a h i r e 1958.
88
89
Ashahu'l-
Efendi:
Aslah:
78.
Asya: Atay,
Cebr:
A
Abduh,
48,
Muhaınmed:
Abdu'l-Arfz
Abd
b.
Ömer
Abdullah
b.
Sebe': b.
Alın
8. b.
54.
al-Hatlâb:
28,
Mervân;
Alî
36.
55.
42.
41,
51.
Abdusselâm
M.
Adalet: Adem
Hânın:
45.
69, 70, 71. 8.
Âeletullah: 82. Adi:
51,
56,
57,
Alp
Adûd
ad-Devle:
Afrika: Âhad: A.
va'l-Muvahhidc:
57.
63.
Abdu'l-Kudk:
Ahire t:
54.
18, 33, 71, 7 2 , 73, 74, 78, 82.
Ahmed
Emin:
33,
39.
(Kadı): 61, 62, 63. 40,
41, 4 3 , 52,
42,
50,
53, 54, 55, 60, 61, 62, 66, 71, 72.
71,
72, 73, 74, 75, 76. 77, 78, 79, 80,
81,
82. koşmak:
Kavli:
Arslan:
30.
Ebû
Nasr
a l - Künderi:
b. al-Âs:
Muhaınmed
24,
Araf
25.
Sûresi: 8,
10,
14,
74.
50.
Z e k i Paşa:
Akü:
36, 47.
Arş:
79, 80.
T.
W.:
ihsan
İnan'a
için kıymetli
'ardını!arını
42,
63.
47,
Kütüphane
Müdü-
72, 82.
Cibrîl. hadîsi: Cisim:
75.
Cizye:
35.
17.
Esat: 61,
30..
33. 79.
Cundisapıır:
47,
al-Curcânî:
77.
al-Cuveynî:
67.
81.
ç
15.
Çağatay, Neşet:
5,
Çok tanrıcılık: 48.
9.
8.
Çubukçu, İbrahim
24.
Agâh:
44,
61.
Davenport,
John;
Dâvud
Alî
b.
Boer,
Deccal:
46.
ad-Damîrî,
Büveyh:
Diwald-Wilzer,
63.
Doğan,
63. 30,
31,
32, 33,
52, 53, 72.
40,
L . : 23,
25. 80.
b,
Harb.
b.
Mübeşşer: -80.
al-Câhız, Ebû Osmân A m r b. B a h r : 44, 45, 80.
Lûtfi:
20,
Ömer
68.
Rıza:
1
57,
60,
61,
62.
45. 74,
11,
76. 22.
59. 13. '
Ebû
Bekir:
Ebû
Dâvud:
Ehii'I-Ferec Ebû
80.
28.
Susanna:
60.
Ca'fer
79,
Dualist:
G. Levi:
Kemâlu'd-Dîn:
Düşünmek:
Ca'fer
61,
(Doğrul),
11.
al-İsfahaıu:
16.
al-Buhâri: 17, 22, 23, 24, 25, 26.
Dirhem:
40,
T . J . : 39.
Delia Vida,
b.
34,
D
De
günah:
5, 9,- 29,
47, 52, 61, 63, 65, 69, 73, 74, 77. 78, 79.
35.
Emile:
Caclanİ,
esirgemiyen
70, 71,
Cibrîl: 18.
Broekelmanıı, C : 9, 22, 23, 26, 27, 29, 36.
Ca'd
teşekkürlerimi sın nıayı z e v k l i bir borç b i l i r i m .
Ceza:
Coşan,
C
69.
16, 39, 40, 56, 72.
Cubbâî:
46.
Büyük
11.
Cennet:
Corcî Zeydân: 61.
26.
al-Mu'temir:
Büveyhîler:
19.
Asbâbu'1-Adl:
* B u indeksi hasırlamak
90
75.
Aristo: Amold,
11.
rüınüz sayın
Araz:
H a k : 10.
71, 79.
Brehîer,
47, 81.
69.
19. 18,
29, 33, 55.
Ccnab-ı
60.
(Kadı):
b.
69.
15, 40, 41, 4 2 , 57, 59.
Vak'ası:
B i d ' a c - 20. 21, 53, 54.
Bizans:
8.
13, 14,
46.
25,
Bişr al-Merrîsî:
Ahmet
15, 23, 25, 29, 55.
Soter:
b. Bürd:
Ankcbût Antakya:
34,
Haşini:
Bişr
Sûresi:
27, 31, 32, 3 3 , 40, 42,
Bedevî, A b d u r r a h m a n :
Bilgi:
12, 29.
Arapça: 48, 76. 10.
Batlanıyus
Aııır b . U b e y d : 33, 41, 4 3 , 50, 51, 52, 53, 55.
A r a p Yarımadası: 7, 8, 12. 22, 34.
37.
b.
64.-
• "
B a s r a : 32, 41, 44, 47, 50, 52, 56.
Beytullah:
al-Mülk
25,
79.
81.
ve Fıkhî meseleler:
Mithat:
9.
W.:
al-Beyhakî: 14.
64,
63.
Beydâvî
64.
24,
67,
"Beşşâr
19.
63,
Sûresi: 12,
Basîr:
Beni
A h m e d N a i r n : 15.
Akabe:
Bakara
Bartbold,
Ahmet
Âişe ( H z . ) :
Bahreyn:
57,
a l - C e r r , H a i t i : 31, 47, 52, 65, 68, 69.
52." 54, 57, 58, 61, 68, 76, 77. 80.
Amelî
Arap:
8,
55.
Beytu'l-Hikme:
A h m e d b. M u h a m m c d b. Haııbcl: 61, 73.
al-Ahtal:
51,
54, 56, 57, 58, 59, 67, 68, 69, 70,
Aıısâr:
15.
48,
18, 31, 32, 54, 71, 72, 77.
Amr
46.
A h m e d b . Ebî Du'âd
33,
46,
Mansûr
Atik:
29,
24, 26, 30, 31, 32, Î 7 , 39, 40, 41,
Amîd
34.
Hasan
Ahd-i
28,
81.
şirk
47,
Amel:
80
Cemel
72.
al-Bağdâdî:
23,
20,
Allah'ın
67. 69.
a l - A d l i y y c : 57, 69. al-Adliyye
67,
Allah'a
54,
16.
16,
Âl-i tmrâıı Sûresi: 15, 24, 73. Âlim:
al-Cehmiyye: 18.
al-Hanefî:
Bağdad:
Alî A b d al-Mıırrim A b d al-Hamîd: 67.
20.
(A.S.):
9.
A l l a h : 7, 9, 10, 11, 12, 14. 15, 16, 17, 18, 19,
AİKÎıırrahman b. al-Eş'us; 41. A c z i itiraf:
yazısı:
Hamdi:
44,
78.
B
Ahmet
(llv,.):
74.
37.
13.
Aksekili,
al-Hakk:
Abdullah
Ahdulmelik
AkleUnek:
e
60.
18,
43,
16, 27, 30, 31, 33, 39, 40, 56, 72,
Cehrn b . Safvâıı: 39, 40, 69.
al-yakin:
Arap:
47,
9,
46.
Ayni
41,
Cehennem:
Hüseyin:
Ayn
77.
42.
Cebıiyye:
al-Attâbî:
34,
Cealnâ:
16.
38.
Atina:
Abbasî:
14,
47.
al-A'şâ:
ÖZEL İSİM V E TERİMLER İNDEKSİ *
C a h i l i y y e Çağı: 8, 9, 10, 11, 13, 21, '12.
K e l l i : 11.
Asım
Iİanîfc:
24, 16,
E
25,
26.
17.
al-fsfahânî:
38.
68.
91
al-Havâric: Ebû Hâşim A b d u l l a h : Ebû H u r e y r e :
50 51.
Furkân
10.
Hayır: 57, 58, 69, 73.
İbn H a z m :
Hayrı
İbn Hişâm:
Fussilet
Sûresi:
Fuzulî:
33.
37, 38,
Ebû'l-Muntahâ: Ebû Mûsâ
39. Gâşiyc
29.
Ebû
Yûnus
Senseveyh
Müslim:
.
(al-Asvârî):
38.
Ebû Mervân Gaylâıı b .
38," 41,
58.
G a y r i meşruluk v e karışıklık:
28.
Gazne:
Eflâtun:
al-Gazzâlî, Ebû Hâmid: 18, 20, 64," 74.
47.
63, •
E h l a l - A d l vâ't-Tevhîd: 54, 56, 57, 59.
Gibb,
Ehl-i
Goldzilıer,
BeyL;
Eblu'I-
42'.
Haltk:
Ehl-i
İslâm:
57. 52.
Elçi:
72,
Gulât:
74,
75,
79,
28.
Ignaz:
53,
Alfred:
54.
(Halife):
60,
bi'l-Ma'rûf
67,
72,
30,
va'n-Nehy
Hac:
Eııfâl
Hâdis:
Enuşervân:
14.
al-Eş'arî, Ebû'l-Hasan Alî b. tsmâil: 25, 26,
Hakk
Yahya
al-yakîn:
b. H a m z a :
78. 79, 82.
Hâlid
(b. Y e z i d
Halil
Halid,
74,
78.
Eş'ariyye: 77, 82.
HalîhıUah:
Ezârika:
Hârizm:
31,
53. F
Fadl
al-Hazzâ:
45.
Fahr
ad-Devle:
İbn
Filip
HÛrî:
S . : '29.
Horasan:
40,
63, 64.
M.
b.
Abd
Allah:
İcma:
Ikrâr:
9,
24,
40.
54, 10.
18.
74.
İlham:
80.
İlim: 79.
38, 40, 42, 46, 63,
33.
(Hz).:
71.
İlâ:
Kemal:
y
59.
İhlâs Sûresi: 9,
77.
72.
49.
31,
İhsân:
27,"31, Işık,
Sinâ:
İbrahim
80. 73,
45.
İbn Zcydûn: 38.
64.
al-Irakî a l - Hanefî, Ebû M u h a m m e d
Abdal-Cebbâr
51,
ar-Râvendî:
İbn T e y m i y y e :
12.
Osmân:
İlk
hayır:
İlk
İhtilâflar:
İlliyet
65.
imam İ
46. 22.
prensibi:
İmam:
Haricî: 15, 31, 32, 33, 43, 53, 72.
63
İbn
T h . : 29.
Sûresi:
34,
43, 44,
İbnu's- Savdâ: 28.
I
Irak:
b, Y a h y a :
İbn S a ' d : 24, 25. •
9.
G.
I . ) : 47. 11.
Ahmed
50, 51, 52, 53, 54, 55, 57, 58, 65.
İbn Nubâte: 38, 40, 41, 48.
Hodgson,
64, 65.
al-Hârizmî, 50,
M.:
16.
İbn an-Nedîm: 4 5 , 79, 80.
47,
Hülefâ-i Râşidm: 16, 18, 21.
40
15, 28, 29, 3 6 , ' 3 8 , 40, 41, 58,
al-Murtadâ, 45,
H û z i s t a n : , 63.
18.
Hâlİd b. A b d i l l a h al-Kasrî: 40.
64,
İbn
47
Huşun:
60.
10.
12.
İbn Manzûr;
47.
38.
Hulûi:
76.
29, 58, 62, 67, 70, 71, 72, 74, 75, 76, 77, Es'arîler:
46,
al-Hudarî, M u h a m m e d B e y : 9, 11, 24.
41. 75,
44,
8,
80
59.
33.
Hucurât
al-Hadramî,
47.
43, 64.
Houtsma,
18.
Haccac:
Kesîr:
47.
46,
25.
İbn Kelbî, Hişâm:
İbn K u t e y b e :
Hittî,
11, 55, 79.
H
En'âm Sûresi: I I , 74. Sûresi:
8,
31.
ani'l-Munker:
73.
32,
Hişâm b . A b d al-Melİk: 40, 41.
77.
61.
Osmân:
İbn
Hintçe:
Gulât-ı Şîa: 43.
Günah:
b.
Helenizm:
Hira:
Hamûde:
Ebû'l-Huseyn
al-Herevî;. 16, 20, 21.
Hint:
59.
24,
al-Kerrâm:
Hilâfet:
al-Gurâbî, Alî Mustafa:
Emevîler: 34, 37, 40, 41, 47, 48, 59, 60.
al-Emr
K.:
40, 42.
İbn
42,
40.
İbn K a y y i m al-Cavzİyye: 20, 40, 57, 59.
34, 44, 4 5 , 48, 58, 59, 72.
Hicaz:
28.
Gurâbe,
80.
18.
Emîn
A.
Guillaume,
E h l - i Sünnet: 21, 23, 31, 32, 33, 58, 64, 67, 71,
H.
46.
Hıristiyan: 8, 9, 15, 34, 36, 37, 38, 39, 40,
Ebû Z a h r a , M u h a m m e d : 21, 25, 68, 71, 79. 46,
evvel:
al-Hayyât,
12.
Gaylân ad-Dimaşkî,
Ebû Rîde, M . Abdulhâdî: 45. Ebû Ubeyde b. a l - C e r r a h : 19.
Sûresi:
26.
H a y y : 67, 68.
G
68.
al-Aş'arİ:
al-Hanbelî:
İbn al-Haııefiyye: 50, ,51.
Hayber:
16. 17.
Kurra:
İbn
72.
31.
Ebû'l-Hüzeyl al-Allâf: 44, 61, 79, 80. Ebû
59,
Sûresi:
82.
25. al-Haremeyn
İmâmet:
al-Cuveynî:
64.
28i
H a r i c i y y e : 29.
İbadî:
al-Fâhûrî, Hannâ: 31, 47, 52, 65, 66, 68, 69.
al-Hârîs b. S u r e y e : 40.
İbn Abbâs:
al-Fakî,
M.
al-Harkiyye:
İbn A b d R a b b i h : 38, 4 5 , 51.
İnan, İhsan:
Farabî:
49.
Harı-ân: 37, 47, 81.
İbnu'l-Arabî:
İrade hürriyeti: 38, 39, 40, 69, 70, 79.
Hârun
İbn
Fars:
42,
Hâmid:
43.
40.
56.
ar-Reşîd:
60.
Fâsık: 33, 53, 72.
H a s a b a l l a h , Alî: 8, 13, 16, 17, 34, 35, 40.
Fatalizm:
H a s a n ( H z ) . : 55.
Fatma Fâtır
17.
( H z ) : 26. Sûresi:
Fedek:
26.
Felsefe:
49,
9.
Fıkhî meseleler: Fısk: 33. Fıtrî:
92
8.
al-Cevzî:
İbn
Fûrek:
İbn
Hacer
57.
Sûresi:
al-Hatîb 60,
12.
al-Bağdadî A h m e d 61,
İbn Hâİt: b. Alî: 35,
36,
İrtİdad:
26.
al-lsferâyinî, 29,
15. al-Askalânî:
17.
Ebu'l-Muzaffer:
17, 18.
İbn Hallîkân: 50, 51, 53, 60, 61, 62, 64.
24,
25,
28,
52, 70.
İskender: 46. İskenderiye: 46,
45
İbn H a l d u n :
4
5.
İsâ ( H z ) : 15, 24, 37.
İbn Fâris: 16.
al-Basrî: 32, 41, 50, 51, 52, 53, 55,
20.
İran: 34, 4 2 , 46, 47, 81.
61.
Hasan
Haşr
19.
i b n al-Esîr: 19, 27, 35, 36, 40, 59, 60, 62, 6 3 ,
a l - H a s a n b. Abbâd b. A b b a s : 63.
Haşeviyye: 14,
16,
18, 31, 3 2 , 52.
İmsâk:
22.
64.
56. 63.
İmân:
38.
47.
İslâm: 7, 8, 11, 17, 1 8 , - 2 0 , 21, 24, 25, 27, 2 8 , - 2 9 , 30, 31, 34, 35, 36, 39, 41, 4 2 ,
63.
93
U,
44, 45. 46, 48, 49, 52, 54, 55, 57,
Kıyamet
Sûremi:
59,
61, 62, 64, 65, 66, 68, 70, 71, 72,
al-Kindî:
49.
73, 78,
79,
80,
82,
83.
Kisrâ:
İslâmiyet: 7, 8, 10, 11, 12, 13, 18, 21, 34. 35, 38, 40, 42, 43, 46, 48, 65.
74. .
47.
Kitap:
14,
Koçyiğitj
18.
Talât:
Köprülü, F u a d : 34, 63. Kötülük: 59, 70, 72, 73, 77, 78. K r a m e r s , J . H . : 28.
Istitâa:
38,
Kubuh:
İstiva:
19.
40.
73,
Kudret:
İyi idare sistemi:
Kudüs:
28.
36.
İyilik: 59, 72, 73, 77, 78.
Küfe:
36, 40, 47.
i z m i r l i , İsmail Hakkı: 8, 70, 71.
Kun:
76.
al-Kabriyye: 57,
58,
60.
K a d e r i y y c : 38, 39, 41, 42. 57, 58, 59. Kâd-i
Kudât:
62.
Kadîm: 67, 68, 75, 76, 82.
K a t i i'tezele Kadı::
anna'l-Vâsıl:
ad-Devle:
53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61,
Medâin:
62,
63, 64, 6 5 , 66, 67, 68, 70, 71, 72.
29.
Mekke:
10, 11, 12, 24.
Mehdi:
60.
al-Muvahhide:
Melek:
18.
Mü'min: 18, 31, 32, 33, 53, 72. , 48,
61,
al-Menzile 67,
beyne'l-Menzileteyn:
57.
Küfr: 3, 32, 33, 52.
al-Mes'Ûdî: 53, 62.
Müteşâbih:
Küllî irâde: 70,
Mez,
45, 51.
Mütevekkil:
34.
Müzzemmil
71. 82.
Adam:
Mezdekiyye: Miline:
Muhammedu'ı-Resûlullah:
Kâmil:
36. 75.
Nahl
(Yallkaya);
Kelime-i
Kerrâmiyye: Kesb:
80.
al-Kıftî,
38.
Kıyamet
günü:
94
Makdisî, Şemsu'd-Dîn:
57,
Alımed:
37.
ai-Makrîzî: 38, 41, 42, 48, 50, 56, 59. al-Maksûs,
Ccmâlu\|-L>în
al-Kıplî:
63.
al-Makkarî, Ebû'l-Abbâs
68. Ehû'l-Hasan:
47.
Ömer:
14.
41.
al-Malatî, Ebû'l- H a s a n : Mâlik b, Eııes: Manî: 43,
40,
19.
20.
61,
Sûresi:
62,
54,
Nakil:
79,
80.
Nakücüer:
21.
Namaz:
59.
18,
Nasranî:
26.
38.
Naturalist: 52.
56.
Nasrî: 69, 74, 76, 79.
Sûresi: 76.
43.
Nâzıra:
74.
Nâzizât
Sûresi:
Muhacir:
aıı-Neccâr, Ahdıı'l-ltalîm:
24.
M u h a m m e d ( H z . ) : 9, 10. 13, 18, 23, 24, 25,
48,
11.
hüzzâm: Necedât: Necrân:
M u h a m m e d Mebrûk Nâfi': 9.
Nehr:
b.
Muhammed
Muhyiddîn
Muhammed
Sûresi:
al-Ansârî: Abd
10.
14.
46.
Ömer:
30,
31,
32,
33,
72.
.
76.
Nesturi:
47.
Nevbahtî:
29,
55.
74.
Niclıolson:
39,
49.
N i s a Sûresi: 14, 30, 69.
S a l i h : 57.
İXişâbur:
45.
Mu'minûn Sûresi: 8, 9,
55.
al-Mamîd: 29.
Niaın;
18.
al-Mukhilî, Mulhid:
Meslemc
80.
15.
an-Nesefî,
Muhammed
61,
31.
M u h a m m e d b . a l - H a n e f i y y e : 50, 51.
Muhkem:
65.
55.
a l - Mugîre b. Saîd al-lclî: 36.
Muhsin: 55.
52,
51.
Mahmûd b. Cerir al-İsfahânî: 64
al-
70, 71.
Kıdem:. 67,
M c Giffert, A . C . : 37.
Mâide Sûresi: 14, 23. 10.
57,
al-Mufııiyye:
Macdc-nald, D . B . : 31, 37, 39, 58, 75.
40.
Şahadet:
30,
a!-Mufîd, M u h a m m e d b. Nu'mânî
Ma'bed al-Cuhanî: 38, 41, 58.
Kelîmullalı:
15,
48,
Nâder, A l b e r t
60.
al-Muattile:
Mahmud (Gazneli):
31. 14,
N
15.
Şerefeddin 55,
M
15.
10,
27.
78.
61, 62, 65.
Monothéisme: 7, 42. M.
72.
30.
72,
Mısır: 12, 28, 34, 46, Miras,
Ilâhe İllallah,
72. 51.
al-Kezzâb:
18,
Müşrik:
54.
53,
Kebîre:
Sûresi:
Kebîre: 30, 32, 52, 72.
Kelîm:
Mürtekib-i
Meryem
Muâviye b . Yezîd: 41.
67, 68, 72, 7 3 , 75, 76, 80, 81, 82.
52,
K u t l u a y , Yaşar: 9, I I , 12, 36, 39, 47.
Lenterânî:
57,
34,
53, 33,
18.
L e y i Sûresi: 17.
Kelâm: 5, -7, 20, 21, 35, 36, 37, 38, 51, 53,
32, 31,
Müşcbbilıe:
Kavi:
14.
32,
57. .
Müslüman:
82.
Katâde b. Diâme a s - Seddûsî: 52.
Sûresi::
Münafık:
Müseyleme
Muâviye: 29, 33, 36, 55.
Kehf
73,
Müslim:
Lebîd b. a l - A ' s u m : ' 35.
2Û.
65,
60.
Lâtince:
Kef:
63,
72. al-Ca'dî:
al-Kâsinıî,
mutlaka:
62.
büyük günah: 30.
Mürcie:
Kalkaşaııdî, Alımed: 57, 58.
Kebîre-i
73, 74, 75, 76, 77, 73, 79, 80, 81, 82, 83. Mutlak
24.
81,
10.
19.
41, 42. 43, 44, 45, 48, 49, 50, 51,
Meryem:
77,
63.
52,
Laleli:
59.
62,
40,
63.
Kâfir: 10, 31, 32, 33, 53, 56, 72, 70. Cemâlıı'd-Dîn:
61,
Mervân b. M u h a m m e d : 40, 59, 60.
76,
75
5, 7, 15, 21, 28, 32, 34, 35, 36, 30,
74,
75,
74,
Mutezile:
25.
Lâ
16.
34.
73,
a l - L a f z i y y e : 56.
52.
Mu'tasım:
78.
40,
Müslim: 17, 22, 24, 25, 26, 30.
Kureyş:
L
i'tezelâ Kavİc'1-Umme: 52.
76,
Mervân
al-Kâdir B i l l a h : 63. Kad
75,
79.
Meeusî: 34, 4 3 , 44, 47, 58, 59.
19, 20, 22, 23, 26, 30, 31, 32, 35,
Küllî k a n u n l a r :
K a d i r : 67.
70,
67, (Hz.):
36, 40, 56, 60, 61, 65, 67, 68, 69, 71, 7 2 ,
56.
K a d e r : 16, 17, 18, 19, 38, 39, 40, 41, 42, 51,
68,
81.
16,
K a b i r azabı: 56.
Mansûr:
Me'mÛu: 37. 39,
Kur'an-ı Kerîm: 8,. 9, 10, 11, 12, 13. 14, 15,
K
Ebıı
Medîne: 11, 24, 26, 28, 29. 60.
58. 25,
43.
ai-Mâturîdî,
Mecd
76.
al-Kuddûs, Sâlih b. A b d i l l a h :
İtizâl: 43, 44, 50, 52, 53, 55, 61, 63, 64.
Materyalist:
Musâ
Mâverâümıehr:
İsmail ( H z ) : 9, 24. Isrâ Sûresi: 14.
Murid:
77,
61.
ispanya:
34.
al-Mansür, EbÛ Ca'fer ( H a l i f e ) : 47, 48, 60.
Nizâm 11.
64,
al-Mülk:
Nizâmiyye
64,
medresesi:
64.
95
Nûh
Sûresi:
Nûr:
74,
Nur
12.
Sûresi:
Nusaybin:
Safariyye: 74.
47, 81.
N y b e r g : 34, 48.
O'Leary,
De
Ortodoks:
36, 37.
Lacy:
9,
47,
49.
41, 55.
Ömer b . AbduJazîz: 41. .Ömer b. al-Hattâb: 12, 17, 19, 22, 23, 24, 26.
H a y r u l J a h : 11. P
Pclüevî;
47,
P e y g a m b e r : 7, 8, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17, 18,
21, 22, 23, 24, 25, 26,. 27, 28, 29,
30, Philon:
35, 42, 44, 50, 58. 46.
Polytheisme:
8.
Pylhagoras:
47.
Rabb:
63.
36.
Taberî: 17, 19, 22, 23, 24, 36, 60.
San'a:
28.
at-Tabersî, a l - E a d l b. n l - H a s a n :
Sâsânî:
42.
Taftazânî:
Sûresi: 33.
YaV-Râsihûn:
as-Seddûsî, Kafâde b.. Dîâme: 52.
Tahrim:
31.
Vâaık:
Selçuk:
ar-Reşîd, Rry:
Harun:
Takdis: Tâlût:
35.
Seneviyye:
at-Tancî, M u h a m m e d b. Tâvît: 17.
Sevap:
82.
Seyyid
Kutub:
b . Mansûr: 36.
Sıfat v e i s i m l e r i n n e f y i : Sıffîn:
39.
29, 33, 55. 2b.
'
Celâlu'd-Dîn:
Siifyân
as-Sevrî:
Sükût:
20.
65.
55.
20.
Tecsîm: Tefsir: Tek
64, 75.
Risâlet: Roma Ruh:
17.
48,
20.
Teşbih:
15.
Teşeyyu:
68.
Şehadet:
(şarkî): 46. 14.
Sud Sûresi: 9.
46.
18.
aş-Şehrîstânî: 25, 26, 4 0 , 48, 51, 52, 57, 58,
81.
Şer: 57, 58, 69. Şeriat: 77, 78, 80.
35, 75. William:
aş-Şevkânî: Şeytan:
9,
16.
Julius:
30.
ad-Dımaşkî:
al-Ya'kÛbî, A h m e d b . C a f e r : 47, 6U. Yakut
al-Hamavî: 44, 50, 63. Sûresi:
Yemen:
65.
11.
42, 65.
Yezîd (b. Muâviye):.36, 37, 47. Yezîd
Trİtton, A . S . : 38, 40, 41. B e y : 64.
Tuleylıa b . H u v e y l i d : Tûr Sûresi:
44, 46, 54, 75.
( S t . J o h n of D a m a s c u s )
36.
Yâsîn
31.
16.
27.
70.
b.
al-Velîd:
59.
Yörükan, Y u s u f Z i y a : 27, 76. Yuhanna
ad-Dımaşkî:
36.
Y u n a n : 39, 43, 46, 47, 48, 49, 81. Yunanca: Yurdaydm,
U Ummân:
Wellhansen,
Yalçın, Hüseyin C a h i t : 23.
Tövbe: 3 2 , 33, 72. Tuğrul
W a t t , W . M o n t g o m e r y : 11, 56, 65, 72.
43,
59, 61, 68, 71, 72, 75, 77, 80.
36, 37.
34.
Roma:
¡
1
W
Yahya
Te'vîli 21, 39, 48, 65, 67, 68, 69, 74, 77, 79,
Tirmizî:
K r e m c r : 39, 43.
Y a h u d i : 8, 9, 11, 26, 28, 34, 35, 36, 40, 4 2 ,
'
Sûresi: 69.-
80,
50,
56.
V
42.
Timurleng;
J . Windrow;
Şam: 19, 36, 40, 41, 64. Şarkî
44.
S
96
Sweetman,
47,
Ş
Rûm Sûresi: 12, 69.
Sâbie:
46,
65.
55,
80.
Teslîm:
Tevhîd: 7, 55, 56, 57, 67, 68, 73, 75, 77, 81,82.
64,
53,
Wolfson, H a r r y A u s t r y n : 47.
39, 48, 65.
Tenasüh:
52,
W e i r , T . H . : 37.
15.
Tanrı: 7, 8, 9, 46.
Tevbe
60.
R u h a ( U r f a ) : 47, 81. Rum:
62,
Vou
Tanrı: 7, Ö, 10. 26, 31. Tasdîk:
9.
14.
62.
51,
Semî: 67, 68. 34. 43, 59.
56
Vâsıl b . A t a al-Gazzâl: 3 2 , 33, 43, 44,
20. 29.
Süryanî:
Helmar;
al-Vâkıfiyye:
19-
Talha:
63.
Ringgreıı,
29.
Selef: 19, 20, 67, 72.
Thomson,
16.
59.
Tahkim:
64.
".
Vakıa Sûresi: 11.
Tâhâ
27.
Tevrat:
15,
ı>l-Vaîdiyye:
21.
Sebep-netice bağlantısı: 82.
Sünnî:
(S.A.):
79.
67, '71.
Secâh bİnt al-Hâris:
Surname b.. Eşres: 61, 80.
Resûlullah
13,
al-Vaîd:
Hüseyin:
Sünnet: 22, 30, 31, 81.
ar-Râzî: 15.
15.
Vahiy:
Taha
28, 29.
Rahman:
18,
al-Vâhîdî, Alî b . A h m e d : 15.
31.
Rafızî: 28, 43, 45. Ramazan:
78.
a l - V a ' d va'l-Vaîd: 67, 71.
S a l i s b u r y , E d w a r d E : 16.
Süleymauiye Kütüphanesi: 27, 7 2 .
19.
Yâcip: T
Taat:
as-Suyûtî,
19.
27.
36, 37, 38, 39, 42.
S u r i y e : 34, 39, 46, 47, 81.
R a ' d Sûresi; 9, 12.
V
*1.
Sakîfe Benî Saîde: 25.
Sünnî kelâm sistemi:
15, 18, 74, 7 5 , 78.
Rabîatu'r-Ra'y:
Abbâd:
as-Subkî: 61,
it
«.
aş-Şirvanî:
b.
S e r g u n (Sergius)
48.
9
Sâhib
Sebeiyye: Ö
Örs,
Şiîlik:
23, 24.
Üsâme b. Z e y d h. H a r i s e : 55.
Şirk: 3 " ,
St. Sabas:
b. Affân: 12, 18, 21, 26, 28, 29, 30,
25.
31.
Üsâme b . Z e y d :
23, 51, 63.
Saffât Sûresi: 10, 11.
S t . J o h n of D a m a s c u s : O
Osman
ŞİÎ:
S a ' d b. Ubâde: 25.
75.
Yûnus
47,
48.
Hüseyin:
Sûresi:
9.
69.
Yûsuf Mûsa, M . : 46, 54, 6 7 .
63.
U r f a : 47, 81.
Z ü
59.
Şîa: 29, 65.
Üçok, B a h r i y e :
Şiblî, Mevlâna: 22, 23, 24.
m i Z i y a : Ülken, Hİ18, 9, 46, 48.
27.
Zâhiriyye:
80.
az-Zamahşerî, Mahmûd: 9, 14, 64, 65. Zanadika:
4 3 , 44, 60.
97
Zat:
76,
81.
Zındık: 20, 21, 33, 35, 36. Zina:
Zatî Sıfatlar: 67, 68. Zebidî, Zeymı'd-Dîn A h m e d : az-Zehebî, Zekât: Zeki
al-Hâfız
15.
Şemsu'd-Dîn:
26.
31.
Zuhdî 41,
60.
Hasan
31, 33, 34, 36, 39,
65, 68, 71, 7 3 , 74, 76, 80.
Megamiz:
61.
Zuhrul
Sûresi: 76,
Zerdüşt: 34, 42.
Zu'l-Karneyn:
Zeyd
Zübeyr:
b . al-Hârise: 23.
Zeydiyye:
Cârullah:
41. 43. 46, 53, 54, 59, 60, 61, 62, 63,
65.
77.
14,
29.
Zümer Sûresi: 8, 9, 24.
ÇEVRİLEN ÂYETLER İNDEKSİ
' B i z o n u anlayasınız diye arapça b i r Kur'ân "Aflah.
aklınızı kullanasınız diye
lerini 73): "Allah
gösterir."
(Bakara
size
Sûresi,
yaptık."
âyet âyet:
muzda
12.
arz ve
semâvatın
nurudur."
''
yüklemez.
dığı hayır kendi
Herkesin
bu
286):
"Bu
( B a k a r a Sûresi:
bundan
başkasını ortak
dilediğine
bağışlar.
koşan- kimse,
şüphesiz
büyük b i r günahla iftira etmiş
olur."
onlara
zulüm ediyor
indirdiği
hükmet....
kemikleri
Bana
ile
Onların heveslerine
uyma."
onlara,
gününe
inanmış sanız-
sınlar Sûresi:,
98
ona ol ( k u n ) (Nahl
sadece diye
onun
3):
(Yfi
bir T e k Onun
ortak
Tanrı
için
he
bağışlanma
dileyin.
Allah'a
haline!"
( F u s s i l e t Sûresi, âyet: 6 ) :
koşanların v a y 10.
sadece O ' d u r ;
O , doğmamış ve doğur-
mamıştır; v e O ' n a hiç kimse maz."
(Ihlâs
Sûresi,
sözü
dememizden
Allah'a ediyoruz."
9.
âyet:
eşit
1-4):
ola 10.
E
Sûresi, âyet: 4Q): 76. bizi
ibadet
âyet:
Sûresi,
' D e k i : ,0 A l l a h b i r t e k t i r ; en büyük merci
' B i r şeyin olmasını istediğimiz z a m a n , ibarettir."
ancak
vahyolunuyor.
piniz O ' n a yönelin, O ' n d a u
aralarında
hallini A l l a h ' a v e P e y g a m b e r e bırakın."
'Biz
(Gâşiye
kim yaratacak?"
Tanrının
olduğu
(Nisâ Sûresi, âyet: 5 9 ) : 14.
ancak
mı?"
1 7 - 2 0 ) : 12.
' D e k i : " B e n de ancak sizin gibi b i r insanım.
' B i r şey hakkında ihtilafa düşerseniz- A l l a h ' a
müz
dağların
D
B
âhire t
yaratıldığına,
sin Sûresi, âyet: 7 8 ) : 11.
(Mâide Sûresi, âyet: 4 9 ) : 14.
ve
nasıl
yükseltildiğine,
bakmazlar
'Çürümüş
69.
Kitap
devenin
Fakat
( T e v b e Sûresi, âyet: 70 ve Rûm
'Allah'ın
tamamladım."
ediyor
lar."
9):
dininizi
zulüm
kendi âyet:
(Mu'minûu
değildir.
onlar Sûresi,
kendilerine
size
nasıl
âyet:
(Nisâ Sûresi, âyet: 4 8 ) : 30. 'Allah
diriltileceğiz i "
nasıl dikildiğine, y e r i n nasıl yayıldığına
' ' A l l a h K e n d i s i n e ortak koşmayı bağışlamaz; Allah'a
gün
insanlar
bir
69.
mı
göğün
yararına, yaptığı şer
de k e n d i zarannadır." âyet:
kazan
3):76.
(Mâide Sûresi, âyet: 4 ) : 23.
" A l l a h hiç b i r kimseye gücünün yeteceğinden başkasını
Sûresi, âyet:
Sûresi, âyet: 8 2 ) : 11.
(Nût
Sûresi, âyet: 3 5 ) : 74.
(Zuhruf
' B i z ölüp toprak v e b i r yığın k e m i k olduğu
yaklaştır (Zümer
'Eğer
Biz bu olsaydık,
Kur'an'ı sen onun
b i r dağa Allah
indirmiş
korkusuyla
baş eğerek nasıl parça parça olduğunu görürdün. B u misalleri i n s a n l a r düşün sünler âyet:
diye 21):
veriyoruz."
(Haşr
Sûresi,
12.
99
' E l i n d e bulunanı verenin, A l l a h ' a karşı m e k t e n ' sakınanın, Allah'ın
birliğini
kolaylaştırırız. kendini güzel
Allah'tan
sayan
kolaylaştmrız."
5-10):
kazandığı
Onlara
tastamam
haksızlık
da
âyet:
30):
''Putperestlerin larından
(Leyi
'Kabbim
24. G
söylediklerine
mî i n d i r d i ?
rusu b u pek tuhaf bir şey!"
Doğ
ve
yerin
(Sâd Sû
ile gündüzün b i r b i r i ardınca
sonra,
gece
ancak
b u dünyadaki
ibarettir;
biz t e k r a r
vardır."
sadece
kendi
kazancına
'Sana
değiliz."
veya
öldürülür s e
• siniz?
Geriye
z a r a r vermez.
dönen,
144):
mi
etti."
zerre miktarı b i r i y i
lerine âyet:
zulmederler." 44);
kendi
mükâfat
canibinden
verir."
(Nisa
pek büyük b i r Sûresi,
âyet:
(Yûnus
Sûresi,
69. Y
' Y ü z l e r vardır, o gün taptazedir. görecektir." 22-23):
(Kıyamet
Rablerini
Sûresi,
âyet:
71.
olmazlar."
(Tâhâ
Sûresi,
Onda
vardır.
olanlar
sırf
Kitabın
İşte
kalplerinde
fitne
çıkarmak,
müteşâbih
olanlarına
onların
yorumunu
İlimde
derinleşmiş
dönecek-
"Biz
ona
Allah'a
si,
r a m kıldığı c a n a haksız yere kıymazlar, (Furkân Sûresi, âyet:
:
'Sizden
öyle
bir
cemaat
hayra
Allah
olanlar
ise
Rabbimizin
bulunmalıdır
davet
etsinler,
ki
iyiliği
emretsinler,
kötülükten
çalışsınlar."
( A l - i İmrân Sûresi, âyet,
104);
sizden
s a kındır m ağa
73.
'Sizi Allah'tan
başka taptıklarınızla
ayrılırım..."
âyet: 48);
31.
hepsi
ancak
âyet: 7 ) : 15.
herkesi
Allah'ın h a
inandık,
için
uyarlar.
kalındandır" d e r l e r . " (Âl-i İmrân Sûre
hiçbir
" O kimseler k i , Allah'ın yanında başka tanrı
68):
etmiş
Oysa
24.
zinâ e t m e z l e r . . . . "
istiva
âyetler
eğrilik
A l l a h şükredenlerîn mü
o n a y a l v a r m azlar,
kadar
lik olursa, o n u n sevabını k a t k a t artırır. Ona,
insanlara hiç bir şeyde z u
rızasıyle k a b u l e t
imân
bilir.
O
tutup
oldu
Ölür
kâfatını verecektir. ( A l - i îmrân Sûresi, âyet:
vermiş
Ondan
geçmişti.
geriye
edip,
senin
Kitab'ı indiren O ' d u r .
onların
Peygamberler
tâyin
k e n d i arzularına göre y o r u m l a m a k
ancak b i r P e y g a m b e r d i r .
de
Allah
lüm etmez. Lâkin insanlar k e n d i k e n d i
çıkan
hakem
gönül
onlar
Arşa
kem)
bağlıdır."
M
önce
"Şüphesiz
temelini teşkil eden k e s i n anlamlı ( m u h
(Tûr Sûresi, âyet: 21): 70.
"Muhammed
îsûh,
âyet: 5 ) : 19.
(En'âm Sûresi, âyet: 2 9 ) : 11. "Herkes
A l l a h hiç b i r kimseye zerre
4 0 ) : 69.
k i , aralarında
seni
hükmü
'Rahman
hayatımızdan
dirilecek
164;
(Nisâ Sûresi, âyet: 65); 14.
( B a k a r a Sûresi, âyet: 164): 13.
'Hayat
(Müzzemmil
âyet:
göster. Seni güreyi
haklarında
medikçe
gelmesinde.,
düşünen i n s a n l a r için deliller
yan
10): 55.
a n d olsun
ğun yaratılmasında,
Bakara,
(Arâf Sûresi, âyet: 139): 74.
ihtilâflarda
resi, âyet: 5 ) ; 9. 'Göklerde
sabret,
güzellikle ayrıl!."
Kendini bana
'Rabbime
tanrıları bire
4;
R
Sûresi,
yim." 'Gerçekten
3,
âyet: 12; Rûm, âyet: 2 4 ) : 12.
haksızlık etmez;
Sûresi, âyet:
(Zümer
âyet:
"Şüphesiz
,en
17.
ölecekler."
verilecektir.
edilmeyecektir."
( B a k a r a Sûresi, âyet; 281): 69.
' E y M u h a m m e d i Şüphesiz sen de öleceksin, onlar
da
eden.
sözü y a l a n l a y a n kimsenin de güç
Sûresi, âyet;
kese
olan
islerini
cimrilik
müstağni
gel
söz
doğrulayanın
Fakat,
lüğe uğramasını
;
en güzel
(Meryem
bırakıp Sûresi,
54.
" O ' n u gözler idrâk edemez, h a l b u k i O gözleri idrâk e d e r . "
(En'âm Sûresi, âyet: 1 0 3 ) :
74..
'Şüphesiz A l l a h katında en değerliniz. O ' n a karşı gelmekten
en çok
sakmanızdır."
(Hucurât Sûresi, âyet: 13): 12. " ö y l e b i r günden sakının k i , hepiniz o gün Allah'a
100
döndürüleceksiniz.
Sonra her-
'....Şüphesiz
düşünen
kimseler
için
bunda
ibretler v e deliller vardır." ( R a ' d Sûresi,
101
al-Kavâid
H
Kelâm
al-Hadâretu'l- Islâmiyye: 45. al-Havâric va'ş-Şîa: Hayatu'h
al-Keşşâf
30.
Hayavân al-Kübrâ:
Hazret-i
Muhammed:
Histoıy
ve Kur'an-ı Kerîm: 11.
KİTAP İSİMLERİ İNDEKSİ
Early
Abdullah,
b.
Saba
Andullnh
b.
Saba
ai-Agânî,
38.
Ahsen
(Houtsma,
M.G.S.):
29.
M.Tlı.):
29.
a l - Takasım fî Ma'rifeli'l-Akâlîm:
al-Akâid Akâid
E
(Hodgson,
an-Nescfiyye:
R i s a l e s i : 76,
al- Akide
30,
32,
57.
72.
78.
Üniversitesi İlâhiyal
gisi: 52, 61, 65, 69, 73, 77. and
İts P l a c e i n H i s t o r y :
bi
Alıbâr
al-İkdu'l-Ferîd:
38,
45.
al-İktîsâd f i ' l - İ'tikâd:
E n c y c l o p e d i a of islâm, N e w Serie: 29. of R e l i g i o n va
va'l-
and Ethics:
Esrâru't-Tevü:
fi'i-Kelâm:
37.
15.
lon Asr-j
Dîniyye
va'l-Felsefiyye
a l - Iskenderî:
Saadet:
li
46.
15.
al-Beyân
va't-Tebyîn:
45.
al-Bidâye va'n-İVihâye: Bilgi
Kaynağı:
12.
Bugyetu'l-Vuâ
fî
va'I-Muhtârât:
va'n-Nuhât:
al-Lugaviyyîu
65.
fî
Câmiu'l-Usûl:
27,
22,
25,
17.
26.
27.
İlâhiyat
30,
Development prudence 39,
58,
40, of
52,
Fakültesi 54,
Mecmuası:
60. Theology,
Constitution^
75.
D u h i r l - İslâm: 39. 43, 60, 61, 66, 71.
102
• İslâm
24,
40,
61, 76, 77.
42,
52,
54,
,
beyne
Ehli'l-Islâm
vaV
Şîa:
69.
Juris Theory:
İslânıda
Şerh . Sahîlıİ'l-Buhârî:
Tercümeler
ve
17.
36.
29,
38,
Tabakât
40,
JRAS: 29.
Mez
11,
al-Mu'tezile:
G "Guzzâlî ve Şüphecilik: 9, 34, 40.
15.
Arab:
16.
M Beyân
fî
Tefsîrİ'l-
Makalâtu'l- îslâmiyyîn: 25, 71, 75. dan
Doctrine
Mutezile:
al-KâmÜ fi't-Tarîh:
52, 54, 55, 60.
19, 35, 40. 14.
of
Free Will:
16.
Matlau'1-İt.ikâd:
33.
61,
K
Kâmus Tercümesi:
Kur'an:
Lisânu'l-
al-lmam
Muhamme¬
Prédestinai ion
Islâmiyye T a r i h i :
al-Milel v a ' n - N i h a l :
36.
65.
Yahut
52,
58.
Ahmed
al-Mezâhibu'1-İslâmiyye:
J o u r n a l of the R o y a l A s i a t i c Society of G r e a t
Kaderiyye
50,
Göre İman Esasları; 9.
Menâkib
16.
F r e e W i l l a n d Predestination i n E a r l y islâm: 72.
45,
Kur'an'a
Medeniyet-i
B r i t a i n a n d I r e l a n d : 56.
9.
Kelâm:
54, 55, 57, 58.
Macmau'l-
J
va'n-Nihal:
İlmi'l-
Materials for the H i s t o r y of the
68.
va'l-Ehvâ
58.
fî
75.
27.
39.
İslâmiyette İtîkadî Mezheplerin Doğuşu:
al-Fisal
41,
al-Ikdâm
a L i t e r a r y H i s t o r y of the A r a b s : 39.
9.
J o h n of D a m a s c u s :
az-Zayg
L 9,
30.
JAOS:
Ehl
Tesir
İlk Fikrî H a r e k e t l e r ve Dinî
a l - F i h r i s t : 45, 79, 80.
Fî Ziiâli'l-Kur'an:
Nihâyct
Kitâb Usûl ad-Dîn:
36.
nl-Fitnatu'l-Kübrâ:
alâ
53,
23.
29.
fi'i-Milel
fi'r-Redd
58,
61
v a ' I - B i d a ' : 68, 70, 74., 76, 77.
Kitâb
9.
İslâmdan Önce A r a p T a r i h i V e C a h i l i y y e Ça¬ ğı:
9.
al-Fıkhu'l-Ekber: Firaku'ş-
68.
İslâm T a r i h i n d e İlk Sahte P e y g a m b e r l e r :
hepler:
Felsefctu'l-Mu'tezile:
Kilàbu'1-Luma'
48,.
Islâmda Felsefe T a r i h i :
18.
li
Tarihi:
32,
İslâm T a r i h i : (Asr-ı S a a d e l ) : 22.
42.
Muslim and
b ey n e ' 1 - F i r a k :
Fethu'l-Bârî
D Darülfünun
45. 45.
Fethu'l-Kadîr:
Tefsiri'!-Kur'an:
al-Câmiu's-Sahîh:
Fadîhatu'l-Mu'tezile:
48.
67.
59,
İslâm Milletleri ve D e v l e t l e r i T a r i h i :
Fadîlatu'I-Mu'lezile:
Zandaka:
C Câmiu'l-Beyân
F
46,
45,
Kitâbu'l-İrşâd:
Kitâb
28, 29, 37.
Medeniyetinde ler:
v a Ma'rifeti'r-Ricâl:
Kitâbu'l-Maârif:
11.
İslâm Medeniyeti T a r i h i : 34, 4 2 , 63. İslâm
Fecm'l-İslâm: 33, 40, 41, 52, 53, 54, 55, 72. Tabakât
57.
İntişâr-ı İslâm T a r i h i :
Kitâbu'l-İlel
alâ'l-Ab â'
İslâm Düşüncesine Giriş: I . : 8.
Faysahı't-Tefrika
36.
al-Hakk
İslam a n d C h r i s t i a n T h e o l o g y ;
al-Eş'arî: 77.
58,
Meşâyih:
47.
79.
a n Usûl. ad-Diyâneı
Kitâbu'l-tntİsâr:
İslâm Düşüncesi v e T a r i h t e k i Y e r i ;
Evâil al-Makâlat fi'l-Mezâhib 52.
al-Fark
B
al-Hukemâ:
74, 78.
İsâr
İslâm A n s i k l o p e d i s i :
15.
Pbİ-
22.
fî
Hayvân:
K i t â bu'1-İ b âne
İhbâru'l-Uiemâ
49. al-Arâu'd-
Kitâbu'l40.
İlcâınu'l-Avâm a n İlmi'l-Kelâm: 20.
Esbâbu'n-Nuzûl: Der
20,
at-İlmu'ş-Şâmih
B r i t a n n i c a : 36.
va'l-Bâtiniyye:
Kitâbu'l-Esrnâ va's-Sıfât: 19.
a l - E l f Mesele f i ' r - R e d d alâ'l - Mânevİyye: 43.
Esâsu't-Takdîs
Fakültesi
20.
va'l-Karâmita
5
Encyclopedia
Eavâm't-Tenzîl
va'ş-Şerîa f i ' l - İslâm: 54.
Arabic Thought
SiümeU Kelâmında Eş'arî Mektebi:
Encyclopedia
A l l a h ( D . B . Macdoııald): 37. Ankara
Ehli
8.
. 9İ
A
at - T e n z i l ;
al-Murtâd f i ' r - R e d d alâ'l-Mu-
tefelsife
and
37.
İgâsetu'l-Lçhfân:
Gavâmiz
a n d the K h a i ' i j i t e s : 31.
Kitâbu'l-Asnâm: Kitâb B u g y e t
of Cristiaıı T h o u g h t
Eastern:
a n Hakâik
Klıarijitism
a l - H i t a t : 38, 41, 4 2 , 4 8 , 50, 56. A
18.
40.
9, 65.
57.
11.
Hazret-i Muhammed
al-Aşara:
Savaşları:
61.
b.
21,
and
Hanbel:
71,
25, 40, 48,
61.
79. 51, 52,
58,
68, 71, 72, 74, 77, 80.
Mizânu'1-İ'tidàl fî Nakdi'r-Ricâl : 41. Mu'cemu'l-Udebâ: Mu'cem
44,
50, 63.
Makâyîsi'l:-Luga:
Muhadarât
fî
Muhadarât
Tarîhi'I-Umem
16.
İlmi't-Tcvhîd :
8.
al-lslâmiyye:
9.
24. Muhammadanisın:
37.
103
Muhtasar
as- Sovâik
miyye
a l - Mursele
va'l-Muattila:
alâ'l-Ceh-
57, 59.
a l - M u n y e v a ' I - E i n e l : 43, 44, 45, 51, 54. Murûcu'z-Zeheb
v a Maâdin
Muslim Theology: Muşkihı'l-Ehâdis:
T at-Tabakâtu'l-Kübrâ: Tabakâtu'ş-Şâfiiyye
Meselesi:
52, 61, 6 3 . 65,
73, 77, 78.
Tarîhu'l-Arab:
N
Tarîhu'l-
h . Affân:
Tarih-i
Cehmiyye Edyân:
Tarîhu'l-Felsefe
28, 29.
Tarîhu'lP
B
al-îslâmiyye
(Alî
Mustafa
8.
mine'l-Akâid
fî
B ey âni'l-Firak
Sahili Muslim:
Sarîh: 1 5 / alâ Ehli'l-Ehvâ v a ' l -
Bidâ': 5 5 .
8.
Te'vÜ Muhtelifi'l-Hadîs:
17, 22, 23, 24, 25, 26.
Encyclopedia
of
15, 4 0 , 4 1 , 58, 59,
75.
17, 24, 30.
U
Seı-hü'l-Uyûıı Şerh Risâlet İbn Zeydûn: 38, 40. Islam:
28.
as-Sîretu'n-Ncbevİyye : 24. Studies i n A r a b i e n F a t a l i s m : 17. Subhu'1-A'sá:
25, 68.
,at-Tenbîh v e ' l - İşrâf: 6 2 . at-Tenbîh v a ' r - R a d d
S Sahîhu'l-Buhârî:
21,
Tarîhu'l-Umem v a ' l - Mulûk: 19, 2 2 , 36, 60. Tarîhu'l-Ya'kûbî: 60.
al-Hârizmî: 5 1 .
Bisâletu't-Tcvhîd:
Tarîhur-Mezâhibi'l-lslâmiyye:
Teerîd-İ
a l - M u h l e l i f e : 27.
Umdetu'l-
Karî Iİ Şerh Sahîhi'l- Buhârî: 15.
U t h m a n : 28. Uyanış
Devirlerinde
57.
Tercümenin
Rolü: 46.
V
Sünen Ebî Dâvud: 16, 17. Le
a l - A r a b i y y e : 31.
Firak
Tarîhu'l- F i r a k al-îslâmiyye: 27, 3 1 .
the P o l i t i c a l A l t i t u d e s of the M u t e z i l a h : 5 6 , 6 5 .
Shorter
v a ' l - M u ' t e z i l e : 59.
9.
al-Gurâbî):
P h i l o n : 47.
Risàletun
72.
9.
Tarîh Bağdâd: 36, 60, 61, 63. O
Resâiî
24. al-Ivübrâ- 6 1 , 7 5 .
at-Tabsîı f i ' d - D î n : 24. Tabsiratu'I-Edille:
Nefhu't-Tîb: 37.
Osmau
Şifâu's-Sâil L i Tehzibi'l-Mesâil: 17.
38, 40. 15.
v e Akıl
69,
Sahîhi't-Tirmizî: 16.
a l - C e v h e r : 53.
al-Mu'tezile: 31. Mutezile
Şerh
Ş ezer âtu 'z - Z eheb: 40.
Système Philosophique
de Mu'tezile: 79.
Vefeyâtu'l-A'yâu:
50, 51, 53. Y
Ş Şehristânî: ,27, 32, 33, 34, 4 0 ;
Y e n i İlm-i Kelâm: 8, 70.
Şerhu'l- Akâid; 21. Şerhu'l-Fıkhı'lŞerhu'l-
E k h e r : 68.
Mavâkif: 77.
Zemmu'l-
Kelâm v a E h l i h i : 16, 20, 21.
Zuhru'l-İslâm: 6 2 .
/
TGrtcIye Diyanst Vakfı hî&m ÀiaçimMaiari Merkezi
104
Kütüphanesi. I prof Dr. Hihad M. ÇETİN Bälfiina