ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARINDAN
•
XLVII
DIN SOSYOLOJ İ S İ
Dr. Mehmet TAPLAMACIO Ğ LU İlâhiyat ...
71 downloads
1932 Views
29MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARINDAN
•
XLVII
DIN SOSYOLOJ İ S İ
Dr. Mehmet TAPLAMACIO Ğ LU İlâhiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Profesörü
ANKARA UN İ VERSITESI BASIMEVI-1963 Tel:105404
ANKARA VNİVERSİTES İ ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARINDAN
XLVII
DIN SOSYOLOJ İ S İ
Dr. Mehmet TAPLAMACIOLU ilâhiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Profesörü
• tsb' • \t .
fiş)
ANKARA ÜNIVERSITESI BAS T MEV I-1963 Tel: 105404
ÖNSÖZ Bu eseri, yakan, y ıkan ve ölüm saçan bir Dünya Sava şının acı ve sancıları devam ederken kaleme ald ım. Hergün yeni bir olay, yeni bir bulu ş ve yeni bir devlet ve milletin ortaya ç ıkmasına karşılık katı gerçek iki Dev Blokun kurulmuş olmasıdır. Başka başka inanç, düşünce ve görüşte olan kimseler ayrı ayrı kamplarda ve karşı karşıyadırlar. Bu bloklar aras ındaki dengeyi çok karma şık bir strateji sa ğlamaktadır. Korku saçan bir sava ş tekniği, hayret uyandıran uzay yolculuklar ı, ürpertici sonuçlarıyla atom denemeleri, körlere göz ve ölülere can verecek derecede ilerlemi ş bir bilim hayat ı insanoğlunu dehşete düşürmüş va bir bakıma onu tevekküle ve dini inançlara götürmü ştür. Avrupa gezisinden dönen her yurtta şın ve genel olarak, Bat ı Dünyasından gelen herkesin kulaklar ında, ister istemez, çan sesleri, org gürültüleri' ve kilise ilâhileri çınlamakta ve din törenlerinin canlı hatırası yaş amaktadır. Gerçek ve geleneksel dindarlardan ba şka, bir yanda sava ş , yoksulluk ve zorunlu göçlerle yerinden oynam ış , yurdundan olmu ş ve her türlü maddi destek ve dayanaklar ını yitirmiş milyonlarca insan, öte yanda kolayca servete konmanın tela§ ve heyecan ı içinde günahtan ar ınmaya çalışan günün adamları, mirasyediler ve yeni tip zenginler ço ğunluğu son. teselliyi tinsel varlıklarda aramakta ve böylece dinin toplumdaki önemini bir kat daha arttırmaktadırlar: Son günlerde raslanan çok say ıda tap ınak inşaatı, hızla ilerleyen din e ğitimi ve olagan üstü artan hac seferleri bu gidi şin belirgin örnekleridir. Savaş Sonrası, yurdumuzda da olumlu bir din hayat ı başlamış ve gün geçtikçe softahk, bilgisizlik ve koyu taassup yerlerini ho şgörürlük, bilim ve insanlık ilkelerine b ırakmıştır. O kadar ki insan olmadan islam olmaya imkân olmadığı artık anlaşılmış ve minarelerden yükselen ezan ve tevhit sesleri din özgürlü ğü ve gerçek dindarh ğın bir sembolu olmuştur. Tarih boyunca bir çok de ğerler din kurumu içinde kalm ışt. Zamanla bir ayrımlaşma olmuş ve sırası gelince ahlak, hukuk, iktisat siyaset ve e ğitim bağımsızlığa kavuş arak dinden ayrılmışlardır. Kendi öz alanına çekilen din
III
ise, insanlığın iç âlemini i şlemek, süslemek ve zenginle ştirmek yolunu tutmuştur. Rönesanla bilim ve sanat, Reformla siyaset, Amerikan Ba ğımsızlık Savaşı ve Frans ız Devrimi ile hukuk, e ğitim ve devlet dinden ayrılarak lâyiklik ilkeleri yerle şmiş ve kökle ş miştir. En ilkel toplumlardan en ileri uygarlıklara kadar, dinin tabii gruplarla olan münasebetleri, büyük bir ilgi ile ele al ınmış ve dinle toplum aras ındaki etki ve tepkilerin etüt ve çözümü bir uzmanl ık işi olmuştur. Günümüzde bu uzmanlık görevi Din Sosyolojisine dü şmektedir. Din Sosyolojisinin henüz çok körpe ve yeni, üstelik yurdumuzda bu türlü bilimsel geleneklerin çok k ıt olması bu konudaki ba ş arı ş anslarını azaltmıştır. Fakat samimiyet, iyi niyet ve hizmet etmek duygusu çabam ızı artt ırmakta ve bu çetrefil problemlerin çözümünde bize kılavuzluk etmektedir. Bizim için oldu ğu kadar dünya bilim çevreleri için de yeni olan bu alanda eksiklerim olabilir. Okuyucular büyük bir bilimseverlik ve ho ş görürliikle küçük kusurlar ı bağışlar ve önemli yanlışları düzeltme yoluna giderlerse yalnız bana de ğil, dolayısiyle yurt kültürüne ve insanlık ülküsüne de, hizmet etmiş olurlar. Çünkü yazarın içten dile ği tanınmak, fayda sa ğlamak veya bilim çevrelerinde ün salmak de ğil, yalnızca yararlı olmaktır. Ankara 1-12-1963 Prof. Dr. Mehmet TAPLAMACIOCLU
IV
B İ R KAÇ SÖZ Profesör Dr. Mehmet Taplamac ıoğlu'nurı Din Sosyolojisine dair yayınladığı ikinci ve daha büyük kitab ını okuyorum. Kısa zamanda ilim çevresine bu konuda üst üste birçok makaleler ve eserler veren yazar ın çahşkanlığı ve verimliliğini takdirle kar şıladığımı herşeyden önce belirtmeliyim. 33 y ıl evvelki de ğerli talebem Taplamac ıoğlu burada geni ş tutulmu ş bir plana göre din sosyolojisinin pek çok bölüm ve alt-bölümlerini dolduran zengin bilgiler vermektedir. Kitaba bu yeni sosyoloji dal ının doğuşu, bu konudaki esash kavramlar ve tarifler, tan ınmış din sosyologlarımn kısa portreleriyle giriyoruz. Yazar kendi ihtisas alanının ilimler aras ındaki yerini belirtmeye çalışı yor: sosyoloji nedir? Bu sorunun sarih bir cevab ını bulmadan önce, verilmiş bütün cevaplar ın geçit resmini yap ıyoruz. Sosyoloji normatif olmayan, ampirik olan bir olaylar ilmidir. Ba şlıca konusu toplumsal yap ıdır. Fakat hemen burada Tönnies'in pek iyi bilinen cemiyet ve cemaat s ınıflamas ına katılmış egemenlik, zümre ve s ınıf cemiyetleri diye yeni tiplerle kar şılaşıyoruz. Yazarın bu toplumsal yap ı sınıflamasında sıksık zikrettiği Hans Freyer gibi eklektik olmay ı tercih etti ği anlaşılıyor. Bir çok alt-bölümlere ayr ılan bu sınıflamalardan sonra toplumsal hareketlili ğe dair bir fas ıl geliyor. Bu, bizim eskiden sosyal fizyoloji dedi ğimiz ş eye benzer yeni bir Amerikan görü şüne Avrupa sosyolojisinin ısınmaya ba şladığının alametlerinden biridir. Kitap bu uzun Giriş 'ten sonra dinler ilmi ve din sosyolojisinin münasebetlerini inceleyerek hedefine yakla şıyor. Yazar burada da terimlere ait tarif serileri ve detayl ı sınıflamalarına devam ediyor. Yorum nazariyesi, dini tecrübe, din sosyolojisi görüşlerine ait özetler veriyor. Din sosyolojisinin öncüleri, kurucuları , son geliş meleri, bugünkü durum başlıklarını taşıyan bölümler bir hayli yüklüdür. Konunun özüne ancak bundan sonra din sosyolijisinin Ana Problemleri ile giriyoruz. Şüphesiz, her ş eyden önce metod meselesi ele al ınmalıdır. Burada da yazar büyük bir itina ile bu konuda her ne söylenmi şse kitap dışında bırakmamaya çal ışıyor. Din sosyolojisinin, onca, asıl alanı din ve toplum münasebetidir. Art ık doğrudan do ğruya meselemizin içindeyiz. Seçilmiş metodumuz Max Weber'den ba şhyarak Troeltsch, J. Wach, Mensching'de gelişen anlayıcı metod, ideal tipler metodudur Dinin toplum ve dünya
karşısı ndaki tutumu, iman, doktrin, ibadet kavramlar ı birer birer inceleniyor. Din ve toplum münasebetlerinde a ğırhk merekezini, kitab ın plânına göre başka kısımların aleyhine olarak biraz fazla•geni şlemiş bir halde, din ve devlet münasebeti te şkil ediyor. Burada eski hukukçu (Madrid üniversitesinden hukuk doktoru) alışkanlıklarına hâkim olamamış ve belki de problemin aktüel öneminden dolayı ba şka bahislerden fazla onun üzerinde durmay ı tercih etmiştir. Din ve devlet münasebetlerinde birer ayr ı alt-bölüm halinde devlet, devletin tanımı, başlangıcı, kurucu unsurları , siyasi ve tarihi görünü şü, dinle münasebetleri bakımından devlet ve lâiklik meseleleri birbirini takip ediyor. Ondan sora islâmda devlet, hilâfet•ve buna dair ba şlıca islami yayınlar üzerinde duruluyor. Din ve devlet münasebetleri dolay ısile yazar yeniden tipolojilere dönüyor. Burada tamamen Joachim Wach'tan mülhemdir ve onu Mensching'in din sosyolojisi ile tamandamaktadır. Bu bahsin tabii gelişmesi halinde son ve en uzun kısım lâikliğe ayrılmıştır. Bu konu etrafındaki Türkçe yayınlar gazete makelelerine var ıncaya kadar zikredilmi ştir Taplamacıoğlu konusu ile uzaktan yak ından ilgili malzemeyi toplama bak ımından an gibi çal ışan bir yazard ır. Bu malzemenin önceden haz ırlanmış petek (kaneva) içine nas ıl yerleştirildi ğini görüyoruz. Din sosyolojisi bizim sosyoloji tarihinmizde de, kendisinin söyledi ği gibi, yeni ve az i şlenmiş bir bahistir. Bundan dolay ı yazarın daha önce ve burada getirdikleri bu iliııile uğraş anlar için her bakımdan faydalı olacaktır. Din sosyolojisine dair Türkiye için teferrüatl ı, hattâ bas ılmamış kitap ve ders notlarım zikredecek kadar titiz bir tarihçe verirken baz ı ş eyleri unutmu ş görünüyor: Mehmet Karasa ııııı İlâhiyat Fakültesi dergisinde ç ıkan Din Sosyolojisi maka lesi, benim Anadolu tarihinde dini ruhiyat mü ş ahedeleri (Anadolu dergisi 1922), Din Sosyolojisi (Felsefe ve içtimaiyat dergisi 1927) adlı makale serilerim, aynı dergide Potlaça dair bir yaz ı ile din sosyolojisi ile ilgili Heyecan ve Te heyyüciyet adlı yazılarım, son yıllarda çıkan Din ve içtimai Yap ı hakkındaki makalem (Sosyoloji dergisi, 1960) ve 1958-60 aras ında İstanbul Edebiyat Fakültesinde okutmu ş olduğum ve talebe tarafından Teksir Makinesile basılan ders notlar ım bunlardandır. Din sosyolojisine, sosyolojinin ba şka bahislerinde oldu ğu gibi iki tarzda girilebilir: birisi onu tabiat ilinden aras ında ele almak ve bütün bu ilimlerdeki gibi gözlem, tecrübe, monografi, istatistik tarihi vesika usullerini kullanmak üzere toplum olaylar ını kendi sui generis mahiyetleri içinde incelemektir. Burada din sosyologu art ık sübjektif bir yorundayıcı gibi değil, bir tabiat alimi gibi hareket edecektir İkincisi toplum olgularına birer ideal tip gözüyle bakarak onları kavramlar halinde tanımlamak, bu kavramların ince sımflamalarını yapmak yoludur. Burada eski içe bak ış metodunun yeni bir şekli olan anlayıcı metodu kullanmak ve sübjektif tecrübeden hareket ederek yaşanmış olaylara nüfuz etmek istemektedir. Yazar bütün eserde bu ikinci yolu
VI
seçmiş görünüyor. Hattâ bir yerde Marx, Comte ve Freud'un adlar ını bir arada zikr ederek "bu büyük ve iddial ı görüşleri bir yana b ırakıp biz daha mütevazı hareket edece ğiz" derken bu seçmesini, kar şı tarafa ait tart ışma ve tenkitlere girmeksizin, yapmay ı tercih etti ği anla şılıyor. Anlayıcı sosyolojiniıı, garip ve çelişik bir tarihi macera sonunda, Bat ı sosyoloji çığırlarma kar şı Dilthey'da ba şlayan sava şma hareketinden do ğduğunu hatırlamamak kabil de ğil: tabiat' ilimlerile manevi ilimleri kesin sınırlarla ayıran bu filozof frans ız, ingiliz pozitivistlerini "natüralist" olmakla itham ederek, hakiki pozitivizmin kant'a dayanan kendi görü şünde oldu ğunu, Comte ve Spencer'den beri ad ı geçen sosyoloji hareketlerini imkans ız davranışlar gibi gördüğünü ilan ediyor; bu arada yaln ız eserinin sonundaki Ek'de Simmel'in rölativist sosyolijisini bu hükmün d ışında bırakıyordu. Vakıa bu sonuncu da yine sübjektif rölativizme dayanarak, orijinal toplumsal muhteva yerine, sosyolojinin konusu olarak fertleraras ı münasebet şekillerini gördüğü için, Kant felsefesinin ba şka bir yorumlama tarz ına dayanıyordu. Bir üçüncü çığır Hegel'in mutlak idealizminden, "objektif Ruh" görü şünden doğmak üzere Cemaat ruhu nazariyesi içinde geli şen "sosyal ilimler" anlay ışı idi. Hasılı, Almanyada felsefi davran ış ya başka memleketlerde do ğan sosyoloji eğilimlerine tamamen dirsek çeviriyor, yahut bu ilmi onlardan büsbütün ayrı felsefi bir temele dayandırarak yeniden kurmaya çal ışıyordu. Bu davran ışı, alman sosyolojilerinin, esasında felsefi, kavramc ı, soyut, sınıflayıcı olma vasıflarını ta şımalarının başlıca sebebi olarak görünüyor. Ancak, İkinci Dünya Savaşından sonra Amerikan ve k ısmen kıt'a sosyolojilerinin tesirlerile onlarda da değişmeler görülmeye ba şlamıştır 2 .
Taplamacıoğlu'nun seçti ği işte bu tarzda anla şılan sosyoloji istikametidir. Onun kar şısında henüz kendisile hesapla şmasım yapmamış olduğu natüralist sosyoloji görü şü içinde sayısız araştırmalar devam etmektedir. Nitekim yazarın zaman zaman zikretti ği ve kısmen dayandığı kaynaklardan bir kısmı da bunlar aras ındadır. Yazarın bu noktada esash bir tart ışmaya girişmesi gerekir. Bu konuya ileriki yay ınlarında mutlaka girmesi beklenir. Almanların natüralist dedikleri bütün bu ç ığırlar aras ında her ne kadar dar baz ı farklar varsa, da, hepsinin ya aynı kuvvette ve paralel olarak, ya da bunlardan birine üstün rol vermek üzere statistik, monografik, tarihi ve genetik görü ş, etnoloji ve kültür antropolojisi metodlarını kullandıkları, ve bunlardan bir kaçım birbirile tamamlayabildikleri nisbette daha tam ve derin tetkikler yapabildikleri görülmektedir. Geçen yüzy ılin•bütün toplumsal problemlerini bir hamlede çözmek isteyen geni ş sistemci sosyolpjilerine kar şı, yakın zamanlarda problemleri ayrı ayrı ele alan ve her birinde ona elveri şli metodu kul Dilthey, Introduction â Ntude des Sciences Morales, trad. franç p. L. Sauzin, p. 515-517. 2 K. Martin Bolte, Peter Heintz, Rene Kö ııig, RainCr M. Lepsius, Rüschemeyer, Erwin Scheuch, A. Silberraann, Emilio Willems, K. Müller, hatta Mannheim bunlardand ır.
VII
lanarak hemen senteze ula şma sabırsızliğım göstermeyen tahlilci çalışmalara geçtiği bütün dünyada göze çarpmaktad ır. Yukarda zikretti ğimiz metodları yerine göre kullanmak ve onlar ı birbirlerile tamamlamak üzere, memleketimizin bilhassa muhtac oldu ğu bu tahlilci araştırma yolunun tutulması zamam çoktan gelmiştir. Taplarnacıuğlu din sosyolojisine ait bir monografi denemesile bu yola hazırlandığım gösterdi 3 Olayların karakteristik tetkikine girmek için bu yolda ilerlemesi, doktrin tart ışmalarından önce, daha önemle beklediğimiz bir nokta olacaktır. .
Yazarın türkçe bakınundan gösterdi ği titizliğe hepimiz kat ıhrız. Yalmz sosyal ilimler ve felsefe dilinin tabiat ilimleri dili kadar i şlek ve tam bir hale gelmediğini, bir çok terimlerin iyice yerle şmediğini, unutmamalidır. Bunun için, kitabın sonunda ki ek k ısmını hafifleterek bir has isimler ve türkçe terim ler İndeks'inin kat ılması iyi olurdu. Çalışkan ve yorulmaz yazar ın kendisinden beklediğimiz daima yeni ve daha ilerlemiş eserlere kıyasla bu küçük işaretlerimi ba ğışlayacağını umarım. * 28,X.I963 Hilmi Ziya ULKEN
3 Ilâhiyat Fakültesi Dergisi (Cilt X 1963)'nde ç ıkan M. Taplamacıoğlu'nun "Ya şlara göre Dini Tecriibenin şiddet ve kesafeti üzerine bir anket denemesi" adl ı yazısı, * Bu başlığın yazarı Ord. Prof. Hilmi Ziya I.J1ken lisede bana ders vermi ş , yetişırıeme emek harcamış ve bilimsel öğütleriyle bana ışık tutmuştur. Dil, bibliyografya ve anlay ış metodunun Din Sosyolojisindeki önemi konusunda benimkilerden farkl ı olan görüşlerine teşekkür ederim. — Yazar
VIII
IÇINDEKILER BIRINCI BÖLÜM GIRIŞ SAH İFE I. GENEL BILGILER
1
II. SOSYOLOJ İ
7
1. Sosyoloji Nedir? a) Sosyoloji özel konusu olan bir bilünidir. b) Sosyoloji bir yapı ve olgu bilimdir, c) Sosyoloji normatif olmayan bir ı olaylar bilimidir d) Sosyoloji ampirik bir bilimdir. 2. Toplumsal Yap ı Cemaat Menfaat Cemiyeti Egemenlik Cemiyeti Zümre Cemiyeti Sınıf Cemiyeti 3. Toplumsal Hareketlilik
7 9 11 13 ( 15-27) 15 17 19 24 26 (27-31)
Yatay Hareketlilik
27
Dikey Hareketlilik
29
III. DINLER BILIMI A. Yorum Teorisi B. Dini Tecrübe C. Din Sosyolojisi
(31-43) 34 36 38 IX
IV. D İ N SOSYOLOJ İ S İ N İ N TAR İ HÇES İ
(43-58) 43
A. Din Sosyolojisinin Öncüleri B. Din Sosyolojisinin Kurucuları C. Din Sosyolojisinde Son Geli ş meler
47 52
D. Bugünkü Durum
55
İ KINCI BÖLÜM (Din Sosyolojisinin Ana problemleri) (58-68)
I. GENEL BILGILER A. Din Sosyolojisinde Metot B. Din Sosyolojisinde Araştırma Alanı C. Din ve Toplum II. DINI TECRÜBEN İ N ANLATIMLARI
59 64 65 (68-78)
B. Dinin Pratik Anlat ımı
69 72
C. Dinin Sosyolojik Anlatımı
74
A. Dinin Teorik Anlat ımı
III. DININ TOPLUM VE DÜNYA KAR Ş ISINDAK İ TUTUMU (78-94) A. Dinin Sosyolojik Rolu B. İman ve Ö ğretinin Birle ştirme Gücü C. Ibadetin Birle ştirme Gücü D. Dini Tecrübe ve Dinin Dünyaya kar şı tutumu E. Toplum ve Evrensel Düzen
78 81 82 86 91
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (D İN VE TOPLUM MÜNASEI3ETLERİ) I. DEVLET A. Devlet Sözü B. Devletin Ba şlangıcı C. Devletin Tanımı D. Devletin Kurucu Unsurlar ı E. Devletin Siyasi ve Tarihi Görünü ş ü F. Dinle münasebetleri bak ımından Devlet şekilleri II. İ SLAMDA DEVLET A. Genel Bilgiler B. Hilafet Müessesesi
(94-104) 95 97 98 99 99 103 (105-115) 105 108
b) Hilâfet makamına gelme tarz ı c) Halifenin Görevleri
109 113
III. D İ N VE DEVLET MÜNASEBETLER İ VE TİPOLOJ İ LER(11-130) Birinci Tipoloji (Dinle Devletin aynı olması) a) İlk Safha b) İkinci Safha c) Geçici Safhaya ait örnekler 1) Zerdüştlük 2) Shinto Dini 3) İslâmiyet İkinci Tipoloji (Yeni Din) Üçüncü Tipoloji (Evrensel Dinler) IV. LAYİ KLİ K VE VİCDAN ÖZGÜRLÜ ĞÜ A. GENEL BILGILER 1) Lâyiklik Sözü 2) Lâyikliğin Tanımı 3) Lâyikliğin Batıda ve Türkiyedeki uygulanmas ı B. BATIDA LAY İ KL İK 1) Aydınlanma Devrine kadar olan Devre 2) Frans ız Devrimine kadar olan Devre 3) Bugünkü anlamda lâyikli ği doğuran olaylar a) Amerika Birle şik Devletleri b) Frans ız devrimi c) 1905 kanunu
(115-126) 115 115 118 118 119 120 126 128 (130-169) (130-135) 130 131 133 (135-147) 138 138 (140-147) 140 141 144
C . DO ĞUDA LAY İ KLIK VE VİCDAN ÖZGÜRLÜGÜ .
(148-159)
1) İslâmda din ve devlet ay ırımı 2) Türk ve İslam dünyas ında lâyiklik örnekleri 3) Osmanhlarda din ve vicdan özgürlü ğü 4) Türkiyede lâyikli ğin kuruluşu
148 151 152 154
a) Tanzimat b) Türkiye Cumhuriyeti D . VİCDAN ÖZGÜRLÜ ĞÜ 1) Medeni halin lâyikle şnıesi a) Nüfus kayıtları b) Evlenme ve miras i şleri 2) Dini törenlere kat ılma yükümlüğünün olmaması 3) Dini törenlerin kamu hizmeti say ılmaması
154 155 159 160 160 160 160 160 XI
4) Kamu hizmetlerinin lâyikle ş mesi 5) Genel Bütçeden din için bir yardım yapılmaması
161 161
E. IBADET, Â.YİN VE TÖREN YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜ
162
F. TÜRKİYEDE LA YIKLIK KONUSUNDA BAZI GÖRÜŞ FARKLARI
164
G . BIZDEKI VE BATIDAK İ LAYİ KL İĞIN BENZERLIK VE AYRILIKLARI
166
SÖZLÜK KESIMI
IIX
169
DIN SOSYOLOJ İ S İ
Birinci Bölüm
GIRIŞ I — GENEL BILGILER Din Sosyolojisi çok genç bir bilimdir. Alan, amaç ve metodu üzerindeki tartışmaların henüz sonu almmam ıştır. ı Bu konuda sadece deneme özelliginde bir takım eserler yaz ılmıştır Tümü ve bütünüyle büyük problemleri ele alan sistematik eserler çok azd ır. Açıklanması başta gelen Din Sosyolojisi sözü bile açık değildir. Bu terimle iki şey anlatılmak istenir : A) 19. yüzyıl sonunda toplumsal ş artları hareket noktas ı sayarak dini açıklamak ve anlamak cihetine gidilmi ştir. Bilindiği gibi bu, Auguste Comte'un pozitivizmine giden bir yoldu. Comte'a göre din toplumun bir fonksiyonu idi. Son zamanlarda Durkheim etrafında toplanan Frans ız Sosyoloji Okulu bu doğrultuda ilerlemi ş ve büyük bir canlılık göstermi ştir 2 Burada dinin başlangıç ve temelini rasyonel olarak aç ıklamak amacı güdülmüş .
ve ilk toplum ba ğlarma gidilerek Totemcilik ele ahnm ıştır Insanla toplum (klân, frateri, kabile ve benzerleri) aras ındaki bir bağhlaşma münasebeti gözlemlenmiş ve bu münasebet dinin ba şlangıcı sayılmıştır Klân adını taşıyan toplulukta, totem, cemaatin yerini tutan kutsal varl ık olarak alınmış! tı. Bu yolda gerek din ve gerekse totem hakk ında yanlış düşüncelere sap ıldığında şüphe yoktur. Frazer, 1910 y ılında yayınladığı Totemcilik ve D ış Ev. lenme 3 adli eserinde Totemle olan münasebetin her vakit dini olmayaca ğını ispat etmi ştir. Yazara göre Tanr ıdan söz eder gibi totemden söz açmak ve bunun klân tarafından yüceltildiğini doğrulamak büyük bir hatad ır. Bu türlü anla şılan sosyolojik görü ş yirminci yüzyılın başlangıcında büyük ölçüde tarihi ara ştırmalara yol açm ıştır. Ara ştırmalarda tarihle toplum durumI Bk. J. Wach, Einführung in die Religionssoziologie 1931 2 Les formes Mmentaires de la vie religieuse 1912 3 James Georges Frazer, Totemism and Exogamy, 1910
Din Sosyolojisi F. 1
İ.
ları arasındaki bağıntı ve bağlantılar ele almıyor ve toplumsal tutum, ekonomik şartların bir sonucu sayılıyordu. Bütün bu söylenenler, Dinler Tarihine uygulanacak olursa, dini olaylar ın kendisi bile tarihi belirti ve de ğişiklikleriyle toplum ş artlarına, ihtiyaçlara ve ekonomik zaruretlere indirilmi ş ve onların ışığı altında anlaşılmış olur. Bu yolda yap ılmış toptan bir te şebbüs yoksa da parça parça denemeler vard ır. Hırıstıyanhğın yorumu, bunun çok açık bir örne ğidir. Kautsky sosyalist teorinin en çok tanınmış bir temsilcisidir. Sosyalist teori dini, ekonomik şartların ortaya çıkardığı sınıf farklarma bağlı görür. Kautsky, 1908 yılında yayınladığı Hırıstıyanhğın Menşei adlı eserinde Tarihi Maddecilik metotlarını izliyerek Hıristiyanhğın, bir proletarya hareketinden ba şka bir şey olmadığını ispata yeltenmi ştir. Yazara göre daha sonra varhkh s ınıflar kendi çıkarlarını düşünerek bu ilkeleri karşılayan imân ve ahlak yönünden bir takım değişiklikler yapmışlardır. Mauren Brecher de buna benzer fikirler ortaya atm ıştır. Bu yazar da tıpkı Kautsky gibi Hırıstiyanhğı, yığınları n proleter psikolojisinden ç ıkmış gibi göstermektedir. Tarihi bakımdan tamamiyle yanlış olmakla beraber her iki görüşteki ana fikir, dinin toplumsal ş art ve etkenlerin bir anlat ımı ve fonksiyonu oldu ğu yolundadır. B) Başka bir açıdan din sosyolojisi din içindeki sosyolojik olaylar ı ve dinin sosyolojik münasebetlerini inceler. Bu tan ım, genel olarak bir çok elemanları içine alır : 1) Din sosyolojisi, çok açık ve kolayca belirtilebilen münasebetlerle sosyolojiye bağlı olduğu kadar Dinler Bilimin de ba ğlıdır. Eğer sosyolojinin göı evi insam toplum içinde incelemek ve onun toplumla olan ba ğlarını ve topluluk türlerinin temel yap ısını açıklamak ise bu durumda Din Sosyolojisi Özel bir Sosyoloji olarak kendini gösterir. Gerçekte Sosyolojiyi iki ana gruba ay ırmak bir adet haline gelmi ştir. Genel Sosyoloji, Özel Sosyoloji.... Genel Sosyoloji, ana fikirlerin, toplum türlerinin ve toplumda ya şayan ana kuvvetlerin bir teorisi oldu ğu halde, Özel Sosyoloji, ilgili bulundu ğu çeşitli sosyolojik kurum ve konuları inceler. Bu yönden bugün bir Sanat Sosyolojisi, bir hukuk Sosyolojisi, bir iktisat sosyolojisi, ve son olarak bir de Din sosyolojisi vardır. Bu durumda Din Sosyolojisi, sosyolojinin Özel bir dal ıdır.
Başka yönden, Din Sosyolojisi karşılaştırmalı ve sistemli olarak Dinler Biliminin pratik verilerini inceler. Bu durumu ile de bu disiplin Kar şılaştırmalı Dinler Biliminin bir koludur. Karşılaştırmalı Dinler Bilimi, Genel Dinler Tarihinin temelleri üzerinde yükselir. O halde Din Sosyolojisinin konusu, Toplumun ana şekilleri ve dinin dış gösterileri ile (tezahürlerile) ilgili sosyolojik süreçler ve bunlar ın yapı ve kanunlarıdır 5 .
4 Karl Kautsky, Der Ursprung des Christianismus, 1908 5 Dinin dışarıya akseden belirti ve gösterileri fenomenolojinin konusudur. Bunun için Bk. Gerardus Van Der Leeuw, Phaenomenologie der Religion, 1933
2
2) Genel ve Sistematik Din Sosyolojisi (Sociologie Religieuse G& İ,ftale et SysMmatique) Burada belli ba şlı niteliklerini açıklamak amacım güttüğümüz bu bilim bir çok proplem ve kategorileri inceler. Buradan aç ıkca anla şılır ki yalnız başına ele ahnan her hangi bir dine öz sosyolojik problemleri ve nitelikleri söz konusu eden bir de Özel Din sosyolojisi (Sociologie Religieuse Particuliere) vard ır. Ernst Troelsch 1912 yılında yayınladığı Hıristiyan Kilise ve Gruplarının Toplumsal Doktrini 6 adlı eserinde bir Hıristiyan Din Sosyolojisi yapmıştır. Max Weber 1920 y ılında yayınladığı Din Sosyolojisi Dergisinde 7 Konfuçyus, Hindu ve Yahudi dinlerinin Özel Din Sosyolojilerini ortaya koymuştur. Bunun gibi Reuben Levy'nin 1957 yılında yayınladığı islâmın Toplumsal Yapsa 7 ve Joseph Chelhod'un 1958 yılında yayınladığı İslam Sosyolojisine giri ş 9 adli eserler de islam dinini inceleyen birer Özel Din Sosyolojileridir. Çoğu zaman Özel Din Sosyolojisi sosyolojik primblendere ba ğlı teorilerden söz açmaz. Çünkü kimi dinlerin özünde toplumsal bir teori yoktur. Buna karşılık bu dinlerde Sosyolojiye konu olan ana şekillere rastlan ır. Din Sosyolojisiııin konusu, tarih boyunca, özel ve ampirik bir şefilde olagelen din ve toplum araştırmaları temeline dayanır. Bu görüşün zorunlu sonuçları olarak din sosyolojisinin ilgi alan ı şöyle özetlenebilir a) Dinin aile, kabile, millet, devlet ve benzeri tabii topluluklar kar şısında zorunlu olarak aldığı bir durum ve takındığı bir tutum ♦ardir. Dinle tabii topluluklar aras ındaki münasebetlerin s çözümlenmesi, Sistematik Din Sosyolojisinin ba şta gelen bir görevidir. b) Din, varlığına bağlı olan sosyolojik tezahürleri kendili ğinden meydana getirir. S ırf Dini Cemaatlar (Communaute Specifiquemerıt Religieuse) ancak, Evrensel Dinlerin ortaya att ığı topluluklardır. Temel yapılarının incelenmesi gerekli olan konular
şunlardır : Din Doktoru ve ö ğrencisi, ustad
ve tilmiz münasebetlerini düzenleyen ilkeler cemaatlar, müminler cemaati, mezhep, tarikat ve benzerleri. c) Bir yandan tabii toplulukla dini grup aras ında, öte yandan toplumla, ya şayan din arasında, incelenmesi gerekli özel münasebetler. d) Birbirine tamamen yabanc ı olan dini topluluklar (cemaatlar) aras ındaki münasebetler kadar bir dini toplulu ğun içindeki mezhep ve tarikatlar ıyla olan münasebetleri de Din Sosyolojisinin inceleme alanına girer. Bilincinin yakın örneği Kıbrıstaki Hıristiyan ve isl'am cemaatlar ının münasebetleri, 6 Ernst Troeltsch Die Soziallehren der Christlichen Kirchen und Gruppen, 91? 7 Max weber, Gesammelte Aufsatze zur Religionssoziologie, 1920 8 Reuben Levy, Social Structure of Islam, (Cambridge, University Press 1957). 8 Joseph Chelhod, Introduction 'a la Sociologie de l'Islam. (Editions Besson-Chant- emerle 1958.)
ikinci şıkkın örneği ise Islam dininin kendi bünyesinde yer alan mevlevi veya kacliri tarikatına karşı aldığı tutumdur. Yukarıda belirtildi ği üzere bu konuda bugüne kadar çok az say ıda eser yazılmıştır Ortaya at ılan mes'eleleri tümüyle aksettirecek önemde sistemli bir çalışmanın hemen hemen yap ılmadığı da bir gerçektir. Ileride türlü sebeplerle ele alaca ğımız bir kaç ünlü Kurucuya ve onlar ın yazılarına burada kısaca dokunmakta faide vard ır. Max Weber : 1864 yılında doğmuş, 1920 yılında ölmüştür. Din Sosyolojisi dergisi 10 üç cilttir. İkinci baskısı 1922-23 yılında yap ılmıştır. Yazar, bu eserinde kar şılaştırmah olarak dinin ekonomi üzerindeki etkilerini ve yine ekonomik hayatın toplum ve toplum tabakalar ı üzerindeki tepkilerini ara ş tırmıştır. Ne yazık ki bu büyük yazar ın din sosyolojisine yapt ığı ölçüsüz hizmetleri bir' yana b ırakılarak Kapita]izm zihniyeti ve bunun Protestan ahlaki üzerindeki e%kisi ve özellikle Kalvinizm ahlak ına ilişkin yazıları büyük çevrelerde daha çok ilgi çekmi ştir. Ernst Troeltsch : Max Weber'in yanı başında Ernst Troeltsch' ı buluyoruz. 1865 yılında doğmuş ve 1923' yılında ölmüştür. Konu ile ilgili olarak, H ıristiyan Kilise ve Gruplarının Sosyal Doktrini 11 adlı eseri yazmıştır. Yazar burada hıristiyanli ğın toplumsal elemanlar ım incelemekle beraber öyle derin çözümlemeler yapmıştır ki görünürde ele alman konu yaln ızca hıristiyanlık olduğu halde gerçekte bütün dinleri kapsayan genel ve sistemli bir Din sosyolojisinin temelleri atılmıştır. Joachim Wach : 1898 yılında do ğmuş ve 1955 yılında ölmüştür. Kendisi aslında karşılaştırmah dinler bilimi profesörüdür. Son görevi Chicago Üniversitesindedir. Din sosyolojisi ba şlangıcı 12 adlı eserinde ilk olarak kar şılaştırmalı ve sistematik bir Din sosyolojisinin alan, amaç ve s ınırlarını çizmiştir Bu eser konu ve tammlanyla özlü bir Din Sosyolojisi tasla ğı niteli ğindedir. Yazarın, Amerikaya göç ettikten sonra Ingilizce olarak yay ınladığı Din Sosyolojisi 13 bütün bilim çevrelerinde yank ılar yapmış ve çe şitli dillere çevrilmiş önemli bir eserdir. Burada Dini tecrübenin anlat ımları, dinin toplumdaki 10 Gesammelte Aufs&tze Zur Religionssoziologie, 3 cilt, 1920-21 11 Soziallehren der Christlichen Kirchen Und Gruppen, 2 cilt, 1912. 12 Einleitung in die Religionssoziologie, 1931. 13 J. Wch, Sociology of Religion, (The University of Chicago Press, Chicago) 1957
4
birleştirici görevi, dinle toplum münasebetleri özlü bir şekilde ele alınmıştır. Yazarın Dini Tecrübe Tipleri 14 ve. Dinlerin Kar şılaştırmalı Etüdü 15 adlı eserleri de dolayısıyla Din Sosyolojisi konularını inceler. Giistav Mensching : Günümüzün ya ş ayan Din Sosyolojisi bilginlerindendir İlkin halk Dini ve Dünya 16 dini adı alt ında yayınladığı eser az zamanda kap ışılmış ve tükenmiştir. Büyük sava ştan sonra Bonn Üniversitesinde' ö ğretime ba şlayan yazar daha sonra Frans ızcaya da çevrilmi ş olan Dini sosyolojiyi 17 yayınlamıştır Eser, sistemli din sosyolojisinin bir çok konular ını ele alır. Milli Din ve Tabii topluluk, Evrensel Din ve Tabii topluluk, Din ve Dini cemaat, Dini cemaat ve Din, bu eserin belli ba şlı konuları arasındadır. Glenn M. Vernon : Brigham Young Üniversitesi ö ğretim üyelerindendir. 1962 y ılında yayınladığı Din sosyolojisi günün konular ıyla ilgilenir 18 .
Buraya kadar sistematik Din sosyolojisine hizmet edenlerden ve eserlerinden bahsettik. Bu yazarlar çal ışma metodu olarak anlay ış sosyolojisi (Verstehen Soziologie) ni almış ve hiçbir suretle din mensuplar ını gücendirecek ve küstürecek bir yol tutmam ışlardır : Eserlerinde pozitivistlerin dinsizliğe götüren yorumlar ına rastlanmaz. Bunlar Sistematik din sosyolojisinin kurucuları olmakla beraber din ve din sosyolojisi konusunda ba şka yazarlar da vardır : Karl Marx, Auguste Comte, Freud ve Durkheim gibi ünlü bilginler de bu konularda fikir yürütmü ş ve eserler vermi şlerdir. Fakat bu bilginler pozitivist ve tek görü şlü kalmış ve dinin içinde saklad ığı bazı yücelikleri en basit maddi olaylara indirmi şlerdir. Gerçi Auguste Comte Pozitivist ilmihali, Durkheim Din Hayat ının iptidâi şekilleri, Freud Totem ve Tabu gibi şaheserleri kaleme alm ışlardır. Fakat bunları, bir çokları, Din sosyolojisinin kurucuları değil, yıkıcıları gibi görmektedirler. Zira Karl Marx dini iktisadi hayatın bir fonksiyonu saymış , Aguste Comte tap ılanla tapan' birbirine karıştırmış , Durkheim dinin ba şlangıcını iç güdülerde bulmu ş , Freud ise dini 14 J. Wach, Types of Relgious Experience (The University of Chicago Press, Chicago) 1951 15 J. Wach, The Comparative Study of Religions (Columbia University press, Newyork 1958 16 G. Mensching, Volksreligion und Weltreligion 1935 17 G. Mensching, Sociologie Religieuse (Payot Paris 1951) 18 Glenn M. Vernon, Sociology of Religion (Mc Graw Hili Book Company, inc. Newyork 1962
nevroz ve cinsel güdülerle aç ıklamaya kalkmıştır. Bütün bunlar muhtelif dindeki düşünürleri küstiirmü ş ve sürekli takışmalara yol açmıştır. "
Din sosyolojisinin bilimler arasındaki yeri Çağımızın bilim alanında yadırganmayan bir smıflamas ına göre bilimler üçe bölünür: A Tabiat Bilimleri (Sciences Naturelles) B İnsan Bilimleri (Sciences 'Humaines) C Din Bilimleri (Sciences Religieuses) 20 Bu sımflamada alt bölümlere dokunmak amaç d ışıdır. Ancak daha önce belirtilen ilkelere göre Din Sosyolojisinin bölümlemedeki yerini bulmak bizim için özel bir önem ta şır. Din Sosyolojisinin yerini, ad ımn da gösterdi ği üzere, İnsan Bilimleriyle Din Bilimlerini birbirine bağlayan köprüde aramak gerekir. Ba şka bir deyi şle Din Sosyolojisine iki yoldan yarılır: Toplum bilimleri, Din bilimleri.... Din sosyolojisi bu iki disiplinin birleştiği yerdedir. Din Sosyolojisinin bu iki kanath durumu karşısı nda asıl konuya girmeden önce Genel olarak İnsan Bilimleri ve Din bilimleri üzerinde durmak aydınlatıcı bir önem ve niteliktedir. A. İnsan Bilimleri Bu bilimlere, ünlü Alman bilgini Dilthey'a uyularak, Manevi bilimler (Geistestwissenschaften) de denir. Bu ise genel olarak, Antropolji ile özde ş bir anlam ta şır. İnsan bilimleri, Fizik, psikolojik ve toplumsal insan ı inceler. Burada konu ile ilgili yön toplumsal insandır. Toplumsal insanı inceleyen disiplinin adı Toplum Bilimleridir. Toplum Bilimleri deyince ekonomi, hukuk, ahlâk ve tarih gibi Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales Particulieres) ve bunları özel bazı nitelikleriyle tek bir bayrak alt ında toplayan Sosyoloji karşımıza çıkar. Konumuzla daha yakın ilgisi dolayısiyle bu arada yalnızca genel sosyolojiden söz açmak güdülen amacı sağlamaya yeter. 19 Burada verilen bilgiler s ırf sistematik din sosyolojisi eserleri ve yazarlarma ili şkindir. Tarihçe kısmında başka yönden bu konuda tamandapc ı bilgiler verilecektir. 20 Almancada yine aynı anlamda olmak üzere Naturwissenschaften, Geisteswissenschaften, Religionswissenschaften terimleri kullanılır. Islamdaki ilimler tasnifi büsbütün ba şkadır: Ilimler ilkönce AKL İ ve NAKLI olmak üzere ikiye ayrılır. AKLİ ilimler NAZAR/ ve AMEL İ olarak iki kesimdir : NAZARİ kesim, Ilâhl, riyazi, tabii ilimleri, Ameli kesim Ahlük, Tedbiri Mezil (ev idaresi veya ev iktisadı), tedbiri Müdün (medineler veya belediyeler bilimi) bilimlerini ihtiva eder. Nakli ilimler de Aliye ve Aliye (aletle ilgili) Aliye (yüksek) kesimlerine ayr ılır: Ali ilimler : Lugat, Sarf, Nahive, Maani, Bedi ve Beyan, Şiir ve İnşat, Aruz, Tarih ve muhadarat gibi bilimleri ihtiva eder
Aşli ilimler : Tefsir, hadis, keliim ve akait ilimlerini kapsar.
6
SOSYOLOJ İ
Sosyoloji toplum olaylar ını inceleyen vas ıflayıel (descriptif) bir bilimdir. Toplum olayı saptanmış olsun veya olmasın fert üzerinde bir d ış baskı yapmaya elveri şli her türlü yapma ve dü şünme tarz ıdır 21 Bu bakımdan .
olumlu bir bilim niteli ği taşıyan sosyolojisinin konumuzu ilgilendiren yönlerini özetlemek ayd ınlatıcı ve yararlıdır.. I. SOSYOLOJ İ NEDIR? a) Sosyoloii evrensel de ğil, özel konusu olan bir bilimdir. Sosyoloji toplumun şekil ve gelişmelerini inceleyen bir bilimdir. Bu tanım açık bir anlam ta şır. Bütün güçlük, toplum kavram ının özelliğinden ileri gelir. Toplum bitki, hayvan veya dil gibi konu bak ımından smırlandırılabilen tekil belirtiler tümü de ğildir. O t ıpkı tabiat ve tarih bilimleri gibi bir disiplindir. Tabiat Kanunlarma ba ğlı olaylar tabiattan ve zaman içinde akıp giden olaylar ise tarihten ç ıktığı gibi insano ğlunun yaptığı, yaratt ığı ve yaratmayı tasarlad ığı olaylar da toplum içinde akıp gitmektedir. Sosyoloji toplum bilimi yahut toplum ş artlarından do ğan ve toplumsal etki yaratan olaylar bilimi olarak tammlamrsa bu tan ım bütün kültür bi. limlerini içine almış olur. Bu durumda sosyoloji insanlar ın geliş me, çalışma ve yaratma alanlar ını çevreleyen evrensel bir bilim say ılır. Adam Ferguson ve Aug. Conte'a göre sosyoloji, insanl ığın kültür geliş mesinin tümünü içine ahr. Bunun gibi Tarihi Maddecilik te sosyolojiyi bütün manevi bilimlerin biricik bilimsel metodu ve dünya tarihini açıklayan ve her kap ıyı açabilen evrensel bil maymuncuk sayar. Sosyolojinin bu aşırı iddialardan yaz geçmesi, onu kendine öz konu ve metodu olan bir bilim derecesine yükseltmi ştir. Bugün sosyoloji, konusu olan toplum kavram ını özel bir aç ıdan tanımlamaya ba şlamıştır. Bütün manevi bilimleri sosyoloji bayra ğı altında toplamaya çal ış an ve yalnızca sos yoloji metotlar ını kullanma gere ğini savunan düşünüş tarz ına sosyolojizm adı verilir. Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales Particulieres) bu görüş e karşı gelmektedir. Dil, Din, Ahlâk, hukuk ve ekonominin kendilerine öz kural ve kanunlar ı vardır. Bu bilimler dikkatlar ını öz konuları üzerinde toplayarak özerkliklerini (muhtariyetlerini) korumu ş ve sosyolojizm akımma karşı koymu şlardır. Böyle yapmakla dil, din, ekonomi, hukuk ve ahlâk ile ilgili sosyoloji mes'elelerinin önemi inkâr edilmi ş olmuyor. Sosyoloji kültür yapılarının muhtevasım ve ş ekil kanunların ara ştıracak yerde bu yap ıları n 21 Durkheim Sosyoloji Metodunun kaideleri adl ı eserinin 14. sayfas ında Toplum olaylarını şöyle tanımlar : Est Fait social, toute maniere de faire, fix& ou non, susceptible d'exercer une contrainte sur l'individu.
7
hangi sosyal şartlar alt ında ortaya çıktıklarım ve ne gibi etkiler yapt ıklarım tesbitle yetinir. Konunun sınırlanma ve daralmas ı sosyolojinin yararına olmuştur. Yalnızca özel toplum ve kültür bilimlerinin dayanma ve diremesi de ğil; sosyoloji metodundaki evrim ve devrimler de bu bilimin ve özellikle toplum kavra İmran, daralmasına yol açmıştır. Bugün toplum kavram ıyla toplumsal ya-" şayış ve bağıntıları ilgilendiren her şey kastedilmeyip türsel bir konuya öz meseleler ele alınmaktadır. Kültür belirtilerinin toplumsal bir yönü oldu ğundan sosyolojik bir görüşlü incelenebilir. Başka bir deyi şle, ekonomi bilimi dışında bir ekonomi sosyolojisi, hukuk bilimi dışında bir hukuk sosyolojisi, sanat dışında bir sanat sosyolojisi vardır. Sosyoloji kendi s ınırlarını devamlı olarak tutarsa manevi bilimlerle bir çatışma olmaz ve aralar ında sıkı bir i şbirliği sağlanır Böylece sosyoloji kendine öz bir konu ve görü ş açısma kavuşur. Bu amaca varmayı güçleştiren ba şlıca engel toplumun belirli bir alanı tutmayıp bütün kültür alamn ı kaplamasıdır. Sanat, bilim, ekonomi, hukuk siyaset ve din gibi kültür alanlar ı koyu çizgilerle birbirlerinden ayr ılmaktadırlar. Bu ayrılmalar her alanın mahiyetinden ve ba ğlı bulunduğu şekil kanunlarından ileri gelir. Bunları bir bağçenin a ğaçlarına veya bir tara ğm dişlerine benzetebiliriz. Toplum bunlardan biri olmayıp onları taşıyan, onlara kaynak ve temel vazifesi gören ve onlar ı birleştiren bir dayanakt ır Tarağın dişlerini birle ştiren sırt ve a ğaçların kök saldıkları topraklar topluma benzetilebilir. Görülüyor ki Toplum bu kültür dallar= eklenecek bir ba şka dal değil, onları taşıyan ve onların filizlenip içinde kök salmasına yarayan bir dayanaktır. Toplumun sosyolojik yönünü yalnız toplumsal ba ğıntılara hasrederek onu ötekilerinden ayırmak mümkündür. Son yıllarda bu dü şüncelerden hareket ederek sosyolojiye özel bir konu sağlamağa ve onun manevi bilimlerle münasebetlerini aç ıklama ğa uğraş an kuvvetli bir fikir pkinu ba şlamıştır. Bu arada şekli (formel) sosyolojinin kurucusu olan Georg, Simmel ve sosyoloji saltanatma kar şı cephe almış olan W. Dilthey'in fikirleri çok ilgi çekicidir. Georg Simmel'e göre Toplumsal olayların bir şekli birde muhtevas ı vardır:
Şeklini sosyoloji; muhtevasım ise özel toplum bilimleri inceler. Toplumsal olaylar ötedenberi muhtevalar ı olan ekonomi, hukuk, sanat, dil, din olarak sistematk bir şekilde çözümlenmektedir. Bu durumda sosyolojinin bu muhtevaları birer birer ele almas ı, hasıh tahsil kabilinden, boş bir tekrarlama veya ansiklopedik bir ara ştırma olabilir; fakat hiçbir vakit sosyoloji ııin bağımsız varlığını haklı gösteremez. Sosyoloji, tamamen farkl ı bir görüşten hareketle kültür kurumlar ına do ğru uzamayıp ortakla şa yaşayışa, te şkilat
ve grupla şma şekillerine doğru yönelir. Georg Simmel böylece toplumsal olayların niuhtevaları olan kurumlarla onlar ın bir şekli olan toplumu birbirinden ayrı ve ba ğımsız görmektedir. 0 kadar ki toplumsal ba ğlantılardan doğan e ş şekiller, türlü kültür kurumlar ını araştırırken de önümüze çıkarlar. Mesela hukuk araştırmalarında klân, kabile ve site şekilleri karşımıza çıkar. Ekonomi sistemini ara ştırırken yine bu ana şekiller kar şımıza çıkarlar. O halde hukuk kurumu klan, kabile veya siteye göre çe şitlendiği gibi din kurumu da klânda, kabilede ve sitede ba şka ba şkadır. Dürbünün öte tarafından bakacak olursak bu şekillerin de ğişik muhtevaları ta şıdığı açıkça görüŞEKİ LLERİN SISTEMATIK TEORISI OLARAK BA ĞIMSIZ B İ R B İ L İMD İ R. O halde sosyoloji, grup münasebetlerini, toplumsal ayrımlaşma (Diffirenciation) ve lür. G. Simmel'e göre bu durumuyla sosyoloji, SOSYAL
tabakalaşma (stratification) yı ve toplumlar ın şekil kanunların", muhtevalarına dokunmaks ız ın inceler.
Yazarın söyledi ği gibi sosyoloji tarihi bir geli şme-
nin geometrisidir. Georg Simmel'in bu görü şüne taktşılmıştir. Toplumsal ş ekiller her vakit kültürel muhtevalardan ay ırdedilemezler. Bu yönden ş ekil ve muhteva ayrılığı ancak zihinde tasarlanabilen ve gerçe ğe uymayan bir bulu ştur. Bu takışma sosyoloji, manevi bilimlerin bir geometrisidir, yolundaki tan ım için doğrudur. Fakat toplum hayat ının ş ekli kanunların saptamak ve nazari bak ımdan sosyolojiye yol göstermek konusunda bilim alemi Simmel'e borçludur. Manevi bilimlerde çok de ğerli hizmetlerde bulunan W. Dilthey ba şka yollardan hareket ederek Simmel'in Şekli Sosyoloji görüşüne katılmıştır. Bu yazar, bütün be şeri kültürün bir duygu ve ş ekil halinde gerçekle ştiğini ileri sürer. b) Sosyoloji toplumu bir yap ı ve olgu olarak inceleyen bir bilimdir. Bir bilim dalını ötekilerinden ay ıran ölçüt kendine öz konusu ve metodudur. Toplum çe ş itli tabakalardan meydana gelmi ş bir gerçektir. Sosyolojide öteki bilim dallar ından daha çok okul ve do ğrultuların yer almas ı toplum olayının zaman zaman şu veya bu özelli ğini"' ön plana alınmasından ileri gelir. Toplum olayları insanların yaptıkları eylemler olarak ele alınırsa Sosyolojiye Beş eri Hareketler Bilimi denebilir. Max Weber bu dü şüncededir. Toplum hayat ını her zaman objektif düzen ve yap ılar etrafında toplayarak i şe başlanırsa Sosyoloji Toplumsal Yap ılar Bilimi diye tanımlanabilir. Bu son görü şü O thmar Spann ve Emile Durkheim savunmu şlardır. Bu türlü yormulamaların en tehlikeli tarafı toplumun bir özelli ğine gereğinden fazla bir de ğer vermek, ötekilerini küçüksemektir. Eski bir Yunan düşünürünün ben tek kitaph insandan korkar ım demesi bu tehlikeye i ş arettir. Yine bir Yunan filozofuna göre gerçe ğin bir yönü de ğil bir çok yönleri vardır. Toplumsal gerçe ği bütünüyle göz önünde bulundurmak laz ımdır. 9
,
Toplum incelemelerinde, toplumu somut bir gerçek olarak ele almak gerekir. Onu diledi ğimiz şekilde değiştirmeye yetkili de ğiliz. Toplum her ,vakit objektif bir olay, de ğişmez bir gerçek ve zorlay ıcı bir düzen olarak karşımıza çıkar. Bu durumu ile toplum bizi ba ğlıyor, hareketlerimizi s ınırlıyor, bizi zorluyor, belirli yer ve do ğrultulara yöneltiyor ve bütün bunlardan kaçınmak istedi ğimizde başımız sert kayalara çarp ıyor. Toplumsal gerçek bir dinin kurulmas ı, bir siyasi sistemin alınması ve bir iktisadi faaliyetin yürütülmesinde de Demokles'in kılıcı gibi başımızın üstünde durmaktadır. Bu gerçe ği tanımak istemeyen bir din kurucusu, bir siyaset pehlivam, bir ekonomi uzmanı ve bir ahlak havarisi ancak ve ancak hüstanla karşılaşır. Ba ş arı ise yalnızca bu gerçeklere uymakla sa ğlamr. Unutmamak gerekir ki toplumsal gerçek ferdi arzulardan çok daha kuvvetlidir. İnsan vücudu a şağı yukarı yedi yıl içinde bütün yuvarlar ını deği ştirdiği halde bünyede belirli bir de ğişme olmaz. Tıpkı bunun gibi toplumlarda da fertler ve ku şaklar değiştiği halde bünye de ğişmez, daha do ğrusu toplum bünyesi fert ve ku ş akların de ğişme temposuyla orant ılı olarak de ğişmez. Değişme temposu bünyede çok a ğırdır. Bir toplumun maddi dayanaklar ı nisbeten kolayca görülebilir. Fakat bünye somut olarak de ğil, daha çok idrak, duyu ve yorumla kavranabilir. Bu sebeple toplumsal yap ıların bünyesinden ve bunları kavramaya imkan veren sosyolojik görü şten bahsedilebilir. Uzak mesafeden bir topluma bakacak olursak fertleri de ğil bütünü kavramış oluruz. Bu durumda bütüne hakim olan düzeni, onu besleyen kuvvetleri ve onun içindeki gerginlik, aykırılık ve uygunsuzlukları tek bir bakışla anlayabiliriz. Sosyolojik görüş sürekli ö ğrenmelelerle elde edilir. Ancak • bu ö ğrenmelerde ara ştırıcı toplumsal şekillerin dış görünüşleriyle yetinmiyerek sosyolojik olayların kayna ğım ve onların psikolojik temellerini de ele almand ır. Aksi halde toplumsal gerçek yerine bo ş kahplar elde edilmiş ve anla şılmış olur. Bu duruma göre gözlemci insanları bağlayan ve ayıran • kuvvetleri ve toplumsal yap ıların temellendikleri ruhi tabakalar ı açıklamalıdır. Bunlar psikolojik eklemeler de ğil, toplum olaylarınınosyolojik yönden kavranılmasının temel şartla- rıdır. Sosyolojik görüş , iki eşit temele dayanır. Bunlardan biri çeşitli olgu ve yap ıları bir bütün halinde birle ştiren Süreç, ötekisi çok taraflı bir psikolojik gerçek.... Gözlemci toplumsal yap ının dıştan göze çaxpan stati ğinden başlayarak, onu meydana getiren dinami ği anlamak zorundadır. Toplumsal olgu ve gerçe ği kavrama ğa çalış an her sosyoloji bu çifte görevi benimsemelidir. Toplum olaylar ını bu açıdan ele almanın önemi sanıldığından daha büyüktür. Bu yap ılmazsa bo ş kahplar insanı yandtabilir. O zaman Monarşi yapıları içine Asur ve kaldelilerin zulme dayanan yönetimleriyle ingilizlerin demokrasi, e şitlik Ve özgürlüğ e dayanan yönetim şek-
10
lini aynı saymak veya sadece demokrasi ad ını ta şıyan popüler demokrasilerle İsviçre demokrasisisini bir saymak gibi hatal ı görüşlere vardır.
e) Sosyoloji normatif olmayan bir olaylar bilimidir. Genel Sosyolojinin çözmek zorunda kald ığı en önemli mesele sosyolojinin konu ve metodudur. Bu bizi bilgi nazariyesi ve metodolojiye götürür. Burada cevapland ırılacak soru şudur: SOSYOLOJ İ HANGİ MANTIGA DAYANMALI VE HANGİ YOLLARDAN YARARLANMALIDIR ? Bu soru üç türlü cevapland ırılabilir: Manevi bilimler aras ında de ğer yarg ılarıyla normatif görü şleri sistemlerinin bel kemi ği yapan bir sürü disiplin vard ır. Hukuk, Pedagoji, Ahlak, Estetik ve benzerleri bu gibilerdendir. Şüphesiz, bu bilimlerde her türlü değer yargılarından uzak, yaln ızca olay ve olgulara dayanan tespitler de vardır. Pedagojide çocu ğun bedeni ve ruhi gelişmesini, hukukta bir fiilin suç sayılıp sayılmamasım tesbit eden maddi olaylar bu türlü tesbitlerdendir. Fakat dikkat edilirse bu disiplinlerin özü de ğer yargılarına dayanır ve her vakit üstün bir de ğere göre ayarlan ırlar. Bu gibi bilimlerin ortaya ç ıkmaları bile böyle bir de ğerin geçerli ği sayesinde mümkün olmu ştur. Hukukun problematiği (Çözüm ölçüsü) adalet, Estetiğin proplamatiği güzellik, AhLakm proplemati ği iyilik, dinin proplemati ği ise kutsallıkur. Bu bilimlerin ödevi, benimsedikleri üstün de ğerleri normal sübjektif görü ş ve tutumların üstüne çıkararak gerçekle ştirmektir. Bu bilimlerin önsel (apriori) olarak kabul ettikleri ş ey, adalet, güzellik, iyilik ve kutsall ığın objektif bir de ğer olarak alınmasıdır. Bu türlü disiplinler yaln ızca olay ve olgulara dayand ıkları müddetce kendilerine öz çal ışma alanları dışına çıkmış olurlar. Bu anlamda bu bilimlere normatif disiplinler ad ı verilir. Sosyolojinin mant ık ve mahiyeti ile ilgili ilk tesbit, bu bilimin normatif bir bilim olmad ığıdır. Bir toplum düzeninin adil, faziletli, fertlerin istek ve zihniyetine uygun olup olmaması sosyoloji bakım ından önemli de ğildir Sosyologun incelemekte olduğu toplumsal yap ıların de ğer yarg ılarırıa uyup uymadığını veya toplumun adalet, fazilet ve ahlak törelerine göre yönetilip yöneltilmedi ğini so r mağa hiçbir yetkisi yoktur. Sosyoloji normatif bir bilim olsayd ı , bu konuları çözümlemekle görevli olurdu. Sosyoloji normatif bilim, olmad ığından bütün bu meseleler onun çözüm alan ı dışında kalırlar. O halde bu meseleleri ortaya atan veya bunlar ı karara ba ğlayan kimse hukuk, ahlak, pedagoji gibi normatif bilimler alanına geçmi ştir. Bu kimsenin de ğer yargıları pratik eylemler haline gelince siyaset alanına girilmiş olur. Bu ana kadar sosyolojiyi normatif bir bilim de ğildir şeklinde ele aldık. Şimdi müspet olarak sosyolojinin yaln ızca olay ve olgularla ilgili mes'ele-
lerle u ğraşmağa yetkili olduğunu söyleyebiliriz. Burada sadece falan top: hım düzeni acaba hangi yap ı kanununa göre kuruhnu ştur ? Böyle bir toplumda aile, din ve devlet nasıl bir röl oynar ? Te şkilat şekillerinden hangisi ön plana alınmıştır (Babaşahlık, anaşahlık v. s.) ? Gruplardan hangisi egemenli ği elde tutmaktad ır ? gibi mevcut 'durumu tesbit eden sorular yan ında falan toplumun gelişmesi hangi do ğrultudadır ? Hangi toplumsal yap ı, kurum ve kuruluşlar yıkılmağa, çözülme ğe veya şekil de ğiştirme ğe yüz tutmu ştur ? Hangileri yeniden kurulma ğa, gelişmeğe ve yayılmağa elveri şlidir? gibi sorular sosyologa sorulabilir Fazla olarak bir biri üzerine tesir eden toplum düzenlerinden hangisi hangisinin üzerinde daha çok etki yaparak bir bünye de ğişikliğine yol açar ? Şeklinde sorular da sorulabilir. Çek kere görünürde kazananların yendikleri toplum bünyesinde eridikleri ve gerçekte yenildikleri çok rastlanan örneklerdendir. Selden Demokrasi ad ı taşıyan bir yönetimin gerçekte koyu bir zorlama rejimi oldu ğu çok görülmüştür. Bu sebepten e şyanın gerçe ğini aramak gerekir. Geçmişteki toplumsal olayları bugünkü durumla karşılaştırmak çok kolay bir yoldur. Çünkü tarih, kaynaklar ı bakımından kavranabilecek bir durumdadır. Bu gerçek kar şısında irademizin büyük bir rolü yoktur. Ancak tarihi olaylara de ğer verme söz konusu oldu ğunda i ş değişir. Sosyoloji yalnız geçmişin ve günün olaylariyle de ğil, bugünkü durumun gelecekte göstereceği yönelişleriyle de ilgilenir. Açıkça belirtmek gerekir ki günün toplumsal gerçekleriyle sıkı bağlantılarımız vardır. Bu bağlantılar varh ğımızla sıkulan sıkıYa ilgilidir. Bir memleketteki siyasi hareketler bilginin, tarafs ız gözlem ve tesbitine konu olabilirler. Fakat bu siyasi cereyanlardan biri bu gözlemi yapanın varlığına son vermeyi veya mensup oldu ğu zümrenin yok edilmesini hedef tutmu şsa bu incelemede ara ştırıcımn durumunu ve ne dereceye kadar tarafs ız kalaca ğım düşünmek gerekir. Nazi Almanyas ında yahudi soyundan bir bilginin çalışması veya istibdat devrinde hürriyet ve demokrasiye dayanan bir bilginin verece ği eserleri dü şünmek kafidir. Görülüyor ki toplumsal gerçekler, içinde ya şadığımız ilemin kendisi veya önemli bir parçasıdır. Bu toplum düzeninin devamı, değişmesi veya ortadan kalkmas ı ka derimizi tayin eder. Fazla olarak bu düzenin devam etmesi de ğişmesi veya ortadan kalkması bir dereceye kadar irademize ba ğlidır. Zira bu düzene şekil veren canh madde bizleriz. Bu yönden bu gerçe ğin bir parças ı veya etki gücü bizleriz. Toplumsal olaylar bizlerden geçerek yoluna devam eder. Burada bir soru hatıra gelebilir: Bizi en yakından ilgilendiren bu olaylar ı olduğu gibi kabul ederek şuurlu bir feragatla herhangi bir durum almaktan ve de ğer hükmüne varmaktan sakmacak ınlyız ? Sosyoloji bir olaylar bilimi olduğundan her türlü de ğer hükmünden uzak kalmak zorundad ır. Aksi takdirde bilimsel anlamda bir sosyolojiden bahsedilemez. Sosyoloji kurumlar ını her an kendi çıkarına uygun ve insanhk gereklerine aykırı şekilde yöneten sert 12
bir otorite sistemi kadar fertlere özgürlük, e şitlik ve kardeşlik tamyan bir toplumsal sistemi de e şit ve objektif ölçülerle incelemelidir. Her iki düzenin yapı kanunların ve gelişme e ğilimlerini objektif bir gözlem süzgecinden geçirerek birini kötüleyip, ötekini alk ışlamadan olduğu gibi aksettirmelidir. Bu sonuca varmak için uzun y ıllar geçmiştir. Kurucular bu cihete i şaret etmişlerdir. Buna ra ğmen aradan bir çok yıllar geçmiş, fakat bir türlü sosyoloji değer yargılarından yakasını kurtaramamıştı. E. Durkheim, V. Pareto ve M. Weber gibi devrin üstün ve ünlü bilginleri toplumda olup bitenleri bilimsel bir süzgeçten geçirerek sosyolojiye bilim de ğerini kazand ırmışlardır. Durkheim toplumsal olayların eşya gibi incelenmesi, Pareto sosyolojiye neopozitivizmin uygulanmas ı ve Weber ise değer yargılarından uzak kalınması tezlerini savunmu şlardır. Fizik biliminin yardımıyla bazı uygulama ve yenilikler Son uzay yolculukları veya atomik ke şiflerini bir fizik ve astronomi bilginini gelecekle ilgili aç ıklama ve bildirilerde bulunma ğa yetkili kılabilir. Fizyolojideki ilerlemeler, doktorlukta var ılacak a ş amaları iş aret edebilir. Bunun gibi Sosyolojide de baz ı mutlu sonuçlardan bahsedilerek siyasi do ğrultu belirtilebilir. Burada dikkat edilecek şey, de ğer yargılarma saplamnamakt ır.
d) Sosyoloji ampirik bir bilimdir : Sosyoloji, tecrübelerden toplad ığı bilgi ve verilesi kar şdaştıran, bölümleyen ve yorumlayan bir bilim dandır. Matematik gibi irsi bir bilim de ğildir. Daha önceleri bu bilimi teorik kadrolar içinde ele alanlar ve felsefe içinde inceleyenler olmu ştu. Fakat 19. yüzyılın sonunda hiç bir şüpheye yer vermeyecek ş ekilde sosyolojinin tecrübi niteli ği ortaya ç ıkmıştır. Tabii hukuk anlayışı, sosyolojinin tecrübi anlamda geli şmesini sağlamıştır. Zira tabii hukukun amac ı tabii toplum düzeninden baz ı kurallar elde etmektir. Bunun yap ılması için bu kuralları verecek olan tabii toplum düzenini incelemek gerekmi ş ve bu da zorunlu olarak tecrübi verilere dayanan bir sosyolojinin kurulmasına yardım etmiştir. Emile Durkheim, toplum olayları ancak ba şka bir topum olaylar ıyla açıklanır ve bunlar hiçbir suretle fizik, biyolojik ve psikolojik olaylara indirilemez ve bu olaylarla aç ıklanamaz, der. Bu görü şün gerçek anlam ı sosyolojinin yalnızca toplum olaylarıyla uğraş acağı ve tek ba şına coğrafi, tabii ve fizik ş artların doğrudan do ğruya toplum olaylarını tayin edemiyece ği yolundadır. 13
Herhangi bir yap ıp inş ai bir tarzda kurmaya kalkışmak, bu toplum yapısını yalnızca tek yönden görmektir. Bu ise o yap ıda sakh olan büyük de ğişme yetene ğini hiçe saymak olur. Toplumsal gerçe ği bütün zenginliği ve değişme ihtimalleriyle birlikte kavramak ise ampirik bir yoldan gitmekle mümkündür. Bundan dolayı gerçek ve olumlu bir bilim haline gelen sosyoloji aynı zamanda bir deney bilimi olmak zorundadır. Almancada tecrübenin kar şılığı Erfahrung'dur. Terim, bir yolculukta edinilen pratik bilgileri anlat ır. Bu sebepten dolayı sosyolog bir inceleme gezisine çıkmalı ; hemde otomobile de ğil, yaya olarak. Yolu üzerinde rastlad ığı insanlar, kar şılaştığı olaylar ve konuştu ğu kimseler ona öyle tecrübeler kazandırır ki bunları kitaplar aras ında ve .masa üzerinde elde etmek çok güçtür. Bunun gibi Yüksek öğrenimi yapan bir ö ğrenc i nin sırasıyla ilk, orta, lise ve üniversiteye devam etti ği sıralarda edindiği bazı tecrübeler vard ır. Bu a şama ve basamaklar ı izlemeden yetişmi ş kimselerin kitaptan ö ğrendikleri bilgiler temelsiz kalan bo ş kalıplar gibidir. Bu sebepten Üniversiteyi bütün aş amalardan geçerek bitiren bir kimse kültür da ğıtan kurumlardan aldığı tecrübelerle toplum , denilen bilmeceyi çözmeye ve meslekte ba şarı elde etmeğe daha yetkili ve yeterlidir. Şunu da belirtmek gerekir ki bugün sosyoloji, fizik ve biyoloji kadar deneysel de ğildir. Bir kere toplum bilimlerinde, biyoloji ve fizikte oldu ğu gibi bir deneyim yoktur. Yani plânh bir tecrübe metot bak ımından çok ileri durumda bulunan İşletme sosyolojisinde bile çok zayıftır. Tecrübenin tam olarak uygulanmas ı ve sonuç vermesi için giri şilen deneyin icabederse durdurulmas ı ve tekrar ba şlaması mümkün olmalıdır. Çok küçük birliklerde bazı deneyim (experimentation) lere giri şmek mümkün ise de büyük toplum olaylarını durdurmak ve tekrar ba şlatmak kabil de ğildir 22 Bundan dolayı sosyoloji tecrübelerden ilhâm ve kayna ğını alan bir bilim olmakla .
beraber fizik bilimler ölçüsünde bir deney bilimi sayılmaz. Ancak konusunun özelliklerine uygun dü şen, de ğişik bir ampirik metodu geli ştirmek zorundadır. Sosyolojide bir de istatistik usulleri yer alır. Istatistik yerlerin sosyolojide bir değer kazanmas ı için elde edilen rakkamların iyice denetlenmesi gerekir. K ısacası, istatistik yolu ile kavran ılan her toplum olayının sosyolojik bir gerçe ği ifade etmesi için nicel ve nitel bir çözümleme süzgecinden geçmesi
gerekir 23.
22Deneyim terimi Tecrip (Exp&imentation) kar şılığı kullanılmıştır. Planlı bir tecrübe demektir. Burada ayn ı ş artlar altında olayları tekrarlanabilmesi esast ır. 23 Bu dilim için Dr. Hana Freyer'in Sosyolojiye Giri ş Adli (N. Abadan çevrisi) eserine bak. Yine aynı yazarın İ spanyolca ( İntroduccion a la Sociologia) eserinde sayafa -1-31 bak ılmalıdır.
14
2. TOPLUMSAL YAPI
(Structure sociale)
Yapi incelemelerine geçmeden önce metodla ilgili ayd ınlatıcı nitelikte• bir kaç noktaya dokunmak gerekir:
a) Sosyoloji, tarihi değil, sistematik bir disiplindir. Bundan dolayı sosyolojideki ana kavramlar toplum hayat ında yalnızca bir defa geçen tekil belirtiler de ğil, tekerrür eden tipik yap ılarıdır. Burada her sosyolojik olay ın aynı zamanda tarihi bir olay oldu ğu inkâr edilemez. Fakat bu olaylardan ancak tekerrür edenleri ve bir sisteme ba ğlanabilenleri, sosyolojiye konu olur. b) Yapı incelemelerinde bir toplumda ço ğu zaman bir çok yap ı şekilleri birbirine girmi ş daireler halinde görünürler. Cemiyet cemaat menfaat birlikleri yan yana ve iç içe girerler. Bu türlü incelemelerde, bu çapra şık durumları göz önünde tutmak gerekir. c) Yapı araştırmalarında ülküsel tiplerin ara ştırılması bazı çapra şıkhk gösterir: M. Webere göre, toplum münasebetlerinin olu şunda etki yapan çeşitli saik, amaç, çıkar ve sebeplerden her zaman bir tanesi daha a ğır basar. Bu ağır basan yön toplum yap ısımn tipini tayin eder. Gerek fizik ve biyolojik gere,kse psikolojik ve sosyolojik yap ılarda gerçekten ülküsel tipe varmak çok güçtür. Nas ıl (H20) formülü ülküsel bir su tipi olup tabiatta rastlananlar ın bundan az çok farkh oldu ğu tesbit edilmi şse bunun gibi toplumdaki yap ı tiplerinde de bölünılemeyi güçleştiren yönler vardır. Ancak a ğır basan nitelik, sebep ve saik bunlar ın sınıflanmasını kolaylaştırır. E ğer bu yollarla ülküsel tipler saptanmasayd ı sınırlı bir kaç yapı tipi yerine sayılamıyacak deı ecede tipler elde edilecek ve bilimsel çah şmalara fırsat bulunamıyacaktı . Şüphesiz bu türlü ülküsel (ideal) tiplerin kurulmasında sakh olan fayda toplumsal belirtilerin sonsuz çe şitlerini bir, düzen içinde kavramay ı sağlamaktır. Bunlara Ekonomide model tip te derler. Prof. Hans Freyer ülküsel (ideal) tiplerin en genel olanlar ına sosyal hayatın ana şekilleri demektedir. Zoolojide, Botanikte, fizikte bu ana tipler pek çoktur. Bunlar bilimsel bölü ınlemeyi mümkün kılarlar. Zoolojide omurgah, omurgas ız tasnifi ve bunlardan da sürünge ıder, kuşlar ve balıklar şeklinde bölümlemelere var ılması birer ülküsel tip saptanmas ından başka bir ş ey değildir. Bu türlü tesbitlere sosyolojide de s ık sık rastlanır.
Cemaat (Communaute") : Bu tip topluluk ilkel toplumlarda yer alm ıştır. Konu ile en çok Ferdinand Tönnies u ğraşmıştrr. Yazar Cemaat ve Cemiyet (Gemeinschaft und Gesellschaft) adl ı eserinde cemaat yap ısını iyiden iyiye incelemiştir. Bu tip 15
topluluk ilk zamanlara öz bir gruplanma olmakla beraber bugün de bu türlüsüne bir çok yerlerde rastlan ır. Bu kuruluşun en önemli özellikleri şunlardır: a) Bunlar küçük topluluklard ır. Üye sayısı az ve ço ğu zaman dünyanın başka kesimleriyle ilgisini kesmiş olan küçük gruplardır. O halde bu tipin başta gelen özelli ği küçük ve dar bir topluluk olmas ındadır. b) Bu tip toplulukta ya ş ayan insanlar aras ında birlik ve beraberlik yanında düşmanhk ve kin dalgalar' da görülür. Fakat bunlar ın temel ba ğları, kader birliği, kültür birliği ve gelenek birliğinde toplanabilir. Bundan dolay ı bu topluluk üyeleri kendilerini birbirine ba ğlı görürler, üyelerden birine kar şı beliren bir tehlikenin, bütün cemaat üyelerine etki ve tepkileri görülür. Bunun en güzel örne ği Okyanus içinde bir adada ya şayan ve sonralar ı bir yanardağın tehlikeli olmas ı üzerine Ingiltereye getirilen Tristan Dakona halk ı nın durumudur. Etrafla münasebeti kesilmi ş olup yüksek da ğlar arasında kalmış bir köy, büyük denizler ortas ında tek başına yaşayan bir ada halkı, Afrika veya Avusturalyada dünya ile münasebeti kesilmi ş bir a şiret cemaat tipinin belirgin örnekleridir. c) Cemaat üyeleri, kader birli ği, ortaklaşa kültür ve birbirine çok girmiş olmaktan ileri gelen bir bütünlük gösterirler. Fakat bu, hiçbir vakit bir cemaat .üyeleri içinde farkl ı yetenek ve marifette insanlar ın bulunmayaca ğı anlamında değildir. Müşterek bir tehlike kar şısında pek nsln daha tecrübelilerden akıl sorulur. Bir işte en yetenekli olanlar görevlendirilir vesaire Bütün bunlara ra ğmen cemaat içinde egemenlik kavram ı yoktur Kişisel nitelikleri dolayısiyle grup içinde iş görenler, bütün cematı temsil ederler. Böyle bir farklılaşma cemaatin ya ş amasını sağlayan bir temeldir. Fakat böyle küçük bir azgınlığın, cemaat bünyesi üzerinde egemenlik kurmas ı anlamında değildir. Egemenlik ileride aç ıklanaca ğı üzere toplum içinde hele ilk safhalarda parçalayıcı bir rol oynar. Egemenlikte yöneticiler yönettikleri y ığın larla aynı kaderi paylaşmazlar. Onların yaşadığı Mem yönettikleri yığından farklıdır. 0 halde cemaat egemenlik unsuru taşımayan bir toplum yap ısıdır Cemaatin bu özellikleri yan ında birde yap ısını geliştiren şartları varCemaat yap ısı üç etkenin tesiri alt ında gelişir: Birinci etken Kom ş uluk dır: münasebetidir. toprak birli ği, cemaat üyelerini birle ştirir ve kayna ştırır İkinci etken kan birliğidir. Kan birliğinin en küçük şekli ailedir. Ailede çe şitli yeteneklere ra ğmen bir birlik vard ır. Bu bakımdan aile küçük, devaml ı ve gerçek bir cemaat tipidir. Cemaatin kurulmas ında üçüncü etken, ortaklaşa düşünüş, davranış ve iş "güç birliğidir. Ancak bu halin bir cemaatin kurulmasını sağlaması için ortakla şa görüş ve anlayışın insanların derinliklerine iş -
16
lem.esi ve cemaatin belli ba şlı tabakalarma girmesi gerekir. Böylece bir insan yığını, bir cemaat haline gelebilir. Bunun en güzel Örne ği dini bir grupta mü şterek kutsallıklara inananların kurdukları topluluklardır. Bunların üyeleri ortakla ş a inanış, ortakla şa tapınnıa ve ortakla ş a bir dini ya ş ayış sonucu o kadar sıkıca birbirlerine ba ğlanır ve birle şirler ki, bu birlik karşısında servet, meslek, toplumsal durum gibi farklar tamamen önemlerini kaybederler. Mekkeden Medineye göç eden müslümanlarla medineliler o kadar birbirlerine yakla şmışlardı ki • bu hal ancak bütün müminler karde ştir ( ) sözüyle anlat ılabilir Bunun gibi ortakla şa bir ara ştırma yapan, birlikte senelerce yan yana kalarak derslerini haz ırlayanlar aras ında da böyle içten gelen grupla şmalar olabilir. Mülkiyeliler derne ği, İstanbul liseliler derne ği böyledir. Bu' birlikte farklı yetenekteki üyelerin birlikte yer alm ış olması, birliği bozucu de ğil, kuvvetlendirici bir etki yapar Aynı dili konuş an bir millet büyümü ş bir cemaattır. Dış tehlike, kader birliği, dil ve amaç birliği yoluyla gerçekle şen kültür birliği bu millet üyelerini birbirine perçinler 24 .
Menfaat Cemiyeti (Societe" bas& sur les int' ğr&s)
Cemaat, küçük bir grup olup genel olarak, ilkel ve erken ça ğlarda bulunan bir topluluktur. Kolay ya ş ama şartlarının bulunduğu yerlerde içten bağlanan bir insanlar toplulu ğu cemaati meydana getirin. Bunlar ın üyeleri aras ında bir yandan mihaniki olarak beraberli ği sağlayan bir dayanışma öte yandan birlik ve beraberli ği içten koruyan tinsel veya kültürel bir ba ğ vardır. Menfaat birliklerinde ise aç ıkça tanımlanan belirli bir amac söz konusudur. Bu amac ı n her vakit ekonomik olması şart de ğildir. Bir ihracatç ılar birliği, bir gıda maddeleı i parakendeciler birli ği kadar bir cami yapanlar derneği, bir pul mübadele derne ği, bir anıt yaptıranlar derne ği de bu türlü birlikler aras ında yer alabilir. Bunlar ın li€psi menfaat birlikleridir. Yaln ız bu sonuçlarla gözetilen amaç ekonomik türden bir menfaat de ğil, spor, kültür, hayır ve yardım ile ilgilidir. Bu yönden Yardım Sevenler Derne ği, Atlı Spor kulübü ve benzerlerini Menfaat Birlikleri aras ına katmak gerekir. Menfaat birliklerini cemaattan ay ıran birinci fark üyeler aras ında ekonomik veya benzeri bir amac ın bulunmasıdır. İkinci fark cemaatta üyeler her yönden birbirlerine ba ğlandıkları halde menfaat birli ğinde 24 Bk. Mehmet Taplamaelo ğlu, Genel Sosyoloji, Be şeri Gruplar, sayfa 24 ve devam ı (Ankara üniversitesi Basmıevi, Ankara, 1961) Bk. Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, sayfa 73 ve devamı (Ajans türk Matbaas ı, Ankara, 1957.
Din Sosyolojisi F. 2
17
yalmzca tek bir münasebette birlik vard ır ve fert mı tek amaç di ş„.da tamamen serbesttir. Kader birli ği, kültür birli ği ve tinsel bir birlik Kuran insanlar bütün varhklar ıyla birleşirler. Mesela cemaat şeklinde birleşen bir ıssız adada üyelerden biri ç ıkıp ben yalnız balık avlarım, fakat yang ın 'felaketine veya su bask ımna karşı kolumu kıpırdatmam diyemez. felaketleri ortakla şa paylaşmak zorunlu ğu vardır. Halbuki menfaat birliklerinde mesela madenciler birli ği sadece madenleri çıkarıp, satmak ve karı payla ş mak için; Tarım Kooperatifinde ise ürünleri' elde edip satmak ve bundan bir menfaat sa ğlamak için birleşme vardır. Bunun dışında Madenciler Birliği üyesi tamamen serbest ve Tari ş ortakları ise bütün işlerinde özgür insanlardır. O halde Menfaat Birli ğinin Cemaattan ikinci fark ı sınırlı bir birleşme olmasıdır. Cemaatla menfaat Birli ği arasındaki üçüncü fark şudur: menfaat birliklerinde bir kişi bir çok birliklere aynı zamanda üye olabilir. Buna kar şılık cemaatta birden fazla grubun üyeli ği düşünülemez. Fakat bir ki şi iç içe giren aynı merkezli daireler halinde bir kaç cemaata mensup olabilir. Mesela bir kimse hem bir ailenin üyesi; hem ailenin içinde bulundu ğu kabilenin üyesi; hemde Türk milletinin bir ferdi olabilir. Bunun benzeri çapra şık bir durum. Menfaat Birliklerinde görülür. Bir kimse Hem Madenciler şirketinin müdürü, hem Jokey kulübünün üyesi hemde Gıda satış kooperatifinin yöneticisi olabilir. Burada fert bunlar ın kesiş me noktasında bulunmaktadır. Menfaat birliklerinde ayn ı ihtiyaç, aynı amaç ve aynı menfaat sahipleri birleşirler. Bunlar belirli menfaat sa ğlamak pahasına bazı feragatlara katlanırlar. Sınırlı menfaatlar dışında birbirlerine ba ğlılık ve yükümlülükleri yoktur. Cemaatla Menfaat Birliklerini birbirinden ay ıran dördüncü bir fark şudur: Menfaat birliklerini kurmak arzu ve iste ğe ba ğlıdır; buraya girip ç ıkmak bir istek i şidir. Buna karşılık Cemaati kurmak, onu de ğiştirmek ve ondan çıkmağa imkân yoktur. Cemaatlar d ış ve iç alemin baskısı altında kendiliklerinden kurulmu şlardır. Cemaatla Menfaat Birli ği arasındaki beşinci fark Cemaatin eski zamanlara ve menfaat birliklerinin son zamanlara öz bir te şkilâtlanma olması olayından çıkar. Ferdinand Tönnies bu konuda daha ileri giderek geni ş anlamdaki cemiyeti ana çizgileriyle menfaat birli ği modeline uyan bir kurulu ş olarak tanımlar. Normal gelişme Cemaattan menfaat birli ğine do ğru olmakla beraber ters bir geli şme sonucu Menfaat Birliklerinin cemaata inkilâp ettikleri de görülmüştür. Böyle bir durum genel bir yöneli ş değil, tekil ve ayrık bir olay18
dır. Bir lonca bir sendika, bir müte şebbisler birli ği Menfaat Birliklerine örnektir. Bunlar bir geli şme sürecinden geçerek bir cemaata dönebilirler. Lonca kuruluşunda buraya girecek ustalar ın menfaatlarım korumak, çırakhk ve ustalikları bir düzene koymak için kurulmu ş bir menfaat birli ği olduğu halde zamanla bu lonca üyeleri aras ındaki dini, kültürel, aileyi ve psikolojik bazı yakınlıklar daha ileri bir kayna şma meydana getirir. Loncadaki ç ıraklar ustalarının kızlariyle evlenir veya dini bir tak ım ilgiler, üyeleri daha sıkıca birbirine kenetleyerek bunlar ı bir bütünün kopmaz parçalar ı haline getirir. O kadar ki art ık bu yeni şeklin Rdı cemaat olmak gerektir. Sendikalarda daha s ıkı iç münasebetler, e ğitim ve kültürel yak ınlıklar daha ileri bir kayna şmaya yol vererek onu cemaata çevirir. Büyük bir fabrika, i şçileri için baz ı -tesisler yapar; çocuklar ım okutur, kurdu ğu sinema ve tiyatrolarla kendilerini eğlendirir; üyeler aras ında kooperatifler kurarak onlar ın kültürel yakınlığım sa ğlar ve bütün bunlar fabrikada bir cemaat şuuru yaratır. Bu misallere ra ğmen Menfaat Birliklerinin cemaata dönmesi süreci ge., nel de ğil, tekil ve ayrık bir olaydır. Egemenlik Cemiyeti (Sociffi bas& sur la souverainete .) Alman Sosyoloji edebiyatında Cemaata Gemeinschaft, Menfaat Birliğine Gesellschaft ve Egemenliğe ise Herschaft derler. Bu bölümlemede en çok üzerine durulan konu Egemenliktir. Cemaatı tanımlarken bunun egemenlik unsuru ta şımayan bir topluluk olduğunu belirtmiştik. Gerçi. Cemaatta da ° fertler aras ında ayrımlaşmalar olduğu, bazı kimselerin ötekilerden daha güçlü ve yetenekli olduklar ı görülür. Fakat bunlar cemaat ın Biz şuuruna ba ğh kalırlar. Egemenlikte ise egemen grubun ana gruptan ayr ılması ve ona cephe alması sistemin gereklerindendir. Yöneticiler kendilerini yönettikleri y ığından değil, ondan farklı ve üstün görmektedirler. Buna kar şıhk yönetilenler de kendilerinin bir avuç insan tarafından yönetildilderinin farkındadırlar. Kısacası Egemen grup cemaatın biz şuurunu parçalamakta ve parçalanan iki grup aras ında sert bir gerginlik yer almaktad ır. Egemenlik olayı, gerçekte bir grubun yönetici olarak buyruklarda bulunmas ı ve öteki grubun da 'bu buyruklara boyun eğmesi şeklinde kendini gösterir. Bu boyun e ğdirme zenginlikten, sihirli bir güçten, fizik ve fikir üstürılüğünden, bağlılık, saygı, korku veya mantıktan ileri gelebilir. Bu sıfatların tümü veya' bir kısmı yahut bir tanesinin grupta itaatı sağlaması , egemenlik olayının ortaya çıkması için yeter bir niteliktir. Devrin ünlü bir hukukçusu olan Leon Duguit, egemenli ği, yönetenlerle yönetilenler aras ındaki bir ayrımlaşma olarak tanımladıktan sonra bunu yöneten grubun yönetilenler üzerinde sözünü geçirmesi olay ına bağ19
lamaktadır. Bu yazara göre egemenlik fiili bir durum olup ancak uygulama tarz ına göre me şru veya gayri me şru olabilir. İslamiyet Tanrıya, Tanrı resilluna ve buyurma yetkisi olanlara itaat ı emreder 22 Bu görüş Egemenliğin islamiyeti korumadaki öneminden ileri gelir. islamdaki bu itaat smarlid ır. İyi şeylerde itaat şart olduğu halde kötü şeylerin yapılmasında bir yükümlülük yoktur 28 . Burada Duguit görü şü ile .
islamın görüşü birleşiyor; biricik fark islamın maruf dedi ğine Duguit me şru demektedir. M. Weber egemenlikteki buyurma ve boyun e ğme olayını, uygulamadaki meşruluğa bağlamaktadır. Bu sebeple egemenli ği uygulayanların seçimle işbaşına gelmeleri bir meşrulaştırma hamlesidir. islâmiyette hilafet icma'a dayanır ve meşruluğunu iki kaynaktan alır: biri islamın ileri gelenleri tarafından adayın seçilmesi; tötekisi bu seçimden sonra yönetilen grubun bu seçimi onaylaması (biat) dır. Kitap ve hadis hükümlerine göre uygulamaların da göz• öriiinde tutulmas ı gerekir. Zira Tanrıya ve Tanrı sal kurallara uymayan yöneticilere itaat vecibesi yoktur 29
.
Max Weber, Egemenliğin üç ülküsel tipinden söz açar: Geleneksel, karizmatik ve meşru egemenlik
Geleneksel Egemenlik (Souverainete Hereditaire), ötedenberi uygulana gelen ve yönetenlerle yönetilenler aras ında eskiden beri gerçekle şen bir ayrımlaşmadan ileri gelir. Böyle bir yap ıda yer alan hükümdar, yaz ılı hukuk ve şekli kurallara göre de ğil, gelenek, örf ve adetlere göre görevini yerine getirir. Yönetilenler yöneticilerin gelenek ve örflere uygun olarak verdikleri karar ve buyrukları yerine getirirler. Bu türlü yönetimde ayaklanmalar, egemenlik sistemine de ğil, doğrudan doğruya gizli veya kapal ı olarak anlaşmayı bozmuş olan hükümdara kar şıdır. Bu tip egemenlikte ki şisel unsurlar vardır. Eski bir çiftlik a ğasının rençber ve köylüler üzerinde söz geçirmesi, bir aşiret ş eyhinin kendine ba ğlı olanlara karşı takındığı durum geleneksel egemenlik sisteminin tipik örnekleridir. Burada egemenli ği kullanan kişi veya zümrenin yard ımcısı olan kurmay heyet hükümdar ın iste ğine göre seçilir.
Karizmatik Egemenlik (Souverainete Charismatique), bamba şka bir tiptir. Karizma (Charisme veya Charisma) hit«, inayet ve kerem anlam ındadır. Max Weber bu terimi yönetilenlerin baz ı yöneticilerde var sandığı olağanüstü veya tabiat üstü nitelik ve özellikler için kullan ır Halk bu üs27 Bk. Nisâ Suresi 59. âyet 28 İtaat Marufadır. 29 (
20
l£1) Bak. Binbir Hadis
aplb )
B Binbir Hadiste No 978
tün varlıklara ve ba şarılarına inanarak onlar ın yönetimini tanır ve kabul eder. Bunun en güzel örne ği bir din önderinin veya peygamberin inananları ve bazan bütün bir toplum veya milleti arkas ında toplaması 've şürüklemesidir. Burada hükümdar, önder, halife veya peygamberin gerçekten bu özelliklere sahip olmas ı şart de ğildir; ona ba ğlı olan grup üyelerinin bu olağanüstü özelliklere inanmas ı ve onlara itaat göstermesi Idifidir. Hz. Muhammedin müminler üzerindeki etkisi, Napolyonun zaferden zafere ko şturduğu Fransız ulusu üzerindeki nüfuzu; Fatih, Yavuz ve Kanun ırnin milletleri üzerindeki geleneksel karizmatik etkileri; Atatürk'ün Kurtulu ş Sava şı ve onu takip eden zamanlardaki ola ğanüstü prestiji böyle bir egemenli ğin güzel örnekleridir. Me şru Egemenlik (Souverainete legitime) te egemenli ği elinde tutanlar kadar bunların buyruklarma boyun e ğenler de kanunlara ve şekli kurallara uymaktadırlar. Bu yönden bu gibi yönetimlere hukuk devleti ve uygulanan egemenliğe de hukuk egemenli ği (Soverainete du Droit) ad ı verilir. Burada yardımcı 'Kurmay Heyeti hükümdarm veya ba ştakilerin keyfine göre değil, objektif hukuk kurallarına göre seçilmiştir. Kurmaylar mertebeler düzenine göre görevlendirilirler. Bu tip egemenli ğe Eski Kültür toplumlar ında, modern Devletlerde, Belediye ve büyük i şletmelerde ve büyük kamusal kurumlarda rastlanmaktad ır. Bu ülküsel egemenlik tipleri yan ında bir sürü karmaşık tipler de vardır. Şimdi sıra egemenliğin toplum tarihinde tuttu ğu yeri belirtmeye gelmiştir. Gözlemi, insanl ık tarihinin derinliklerinde oldu ğu kadar Amerika, Avusturalya, Afrika ve benzeri yerlerde ya şamakta olan ilkel toplumlarda da yapmak mümkiin ve yararl ıdır. Bu türlü bir ara ştırma egemenliği olmayan bir toplumun nas ıl bir egemenlik yapısına geçtiğini gösterir. Bu konuda. Franz Oppenheimer'm teorisini açıklamakla yetinece ğiz. Bu teoriye göre ba şlangıçta ayrı ya ş ayan iki topluluk gerçek alanda kar şılaşıyor, sava şıyor ve sonunda bunlardan biri ötekine ba ğlanıyor. Ortaya çıkan yapıda bir grup ötekisi üzerinde üstün bir tabaka meydana getiriyor. Bunun tipik örneği şudur: Bir .yanda henüz sapan medeniyetine varmam ış olan ve topra ğı çapa ile işleyen yerleşik bir topluluk; öte yanda avc ılık veya hayvancıhkla uğraşan yarı veya tam göçebe çobanlar vard ır. Meselâ verimli ırmak kıyılarında ya şayan rençberlerle bu k ıyıp çevreleyen da ğlarda barınan gezegen çobanlar veya vahalarda yerle şmiş ekincilerle burayı çevreleyen çöl ve bozkırlarda hayvan besleyen göçebeler bulunabilir. I şte bu ikilik, tipik dört aşama gösteren egemenlik geli şmesinin çıkış noktasıdır. Bu işin önemli yönü egemenlik a ş amalarının teorik tarafı değil, canlı örneklere dayanan geli şmeleridir. Egemenlik sürecinde -her yer ve her zamanda dört ayrı aşama göze çarpar: 21
Birinci A şamada topra ğı işleyen kimseler ürünlerini toplamak üzere bir kara parças ına yerle şirler. Burada da ğınık ve savunma güç ve yeten-eğinden yoksun bir toplum hayat ı yaşarlar. Bu ürünler onlar ı ele geçirmek için pusuda yatan göçebeleri harekete getirir. Asl ında bu göçebe çobanlar birincilerden çok daha çevik ve sava şçıdırlar. Tam ürünlerin ahnaca ğı bir sırada göçebeler verimli topraklara sald ırırlar. Bu olay bir egemenlik değil, birçok kez tekrarlanan bir ya ğmadır. Bununla beraber bu durum, egemenliğin çekirdeği sayılır. Oppenheimer'e göre bu ğday ve yiyecek tedariki için iki yol vardır: Bunlardan biri ekonomik yol yani•emek sarfiyle bunu elde etmek; ikincisi siyasi yol yani düzenli olarak bu ürünleri sahiplerinden zorla almak ve ya ğma etmektir. Bu ise siyasi ve askeri üstünlük sayesinde ba ş kalarının ekonomik iş ve eme ğini sömürmek demektir. İkinci A şama, hemen birinciye bitişiktir. Göçebelerin her y ıl gelip ürünleri ya ğma etmeleri elveri şsiz oldu ğu kadar, ya ğma ve savaşlar halka ve her iki tarafa a ğır kayıplar verdirmektedir. Askeri üstünlük ve kom şuluk kaçınılmaz bir gerçek oldu ğuna göre bu i şleri bazı kurallara ba ğlamak yararlıdır. Bir anla ş ma ile birinciler her yıl ürünlerinin belirli bir k ısmını ikincilere verecek; buna kar şılık ikinciler zor kullanmaktan vaz geçeceklerdir. Bu türlü bir anlaşma her iki taraf için yararl ı olacak ve yaratt ığı karşılıklı ba ğıntılardan dolayı devamh bir düzen kurulacakt ır. Oppenheimer bu aşamaya Bal Toplama Safhası diyor. Bilindiği gibi arıcı, petekler dolunca bahn belirli bir kısmını alır; buna kar şılık kovana dikkat edip onu korur. Bunun gibi egemen grup aldığı cizye kar şılığı cizye veren grubu ba şkalarına karşı korur. Öte yandan göçebeler alacaklar ını sağlama ba ğlamak için yerli halkın ekonomik gelişmesine yard ım eder ve onlara göz koyan yabanc ı yağmacs ılara karşı onları korurlar. Üçüncü aşamada, cizye verenleri d ış düşmanlara kar şı koruma, cizyeleri toplama ve bütün bunlar ı denetleme gere ği, göçebeleri gezicilikten yerle şikliğe götürmü ş ve bunlar kendilerine ba ğlı olanların yakınında ve aralarında oturmak zorunda kalm ışlardir. Böylece ba şlangıçta ayrı ya ş ayan iki grup üçüncü a şamada bir araya gelmi ş bulunmaktadır. Egemen grup yönettikleri grubun kolayca kontrelünü sa ğlayacak çad ır veya ş atolarını tepelere kurar veya yaparlar. Bu iki grup bir egemen birliğe çok yakla ş mış olmakla beraber toplum yap ısı cemaatta oldu ğu kadar tek düzen ve tek parça de ğildir. Tersine, bu yapı aralarında keskin ve etkin gerginlik olan iki ayr ı gruptan kurulmu ştur. Bunlardan biri topra ğı işlemekte ötekisi ise gerek cizye ald ığı grup yararına ve gerekse kendi ç ıkarları için, saldırganlara kar şı sava ş açmakta ve buna kar şılık savundu ğu grubun emeğiyle geçinmektedir. 22
Dördüncü A şamada iki grup kesin olarak kayna şmıştır Bu kayna şma sonunda hoinojen bir birlik yerine, buyuranlarla bu buyruklara boyun e ğen,
lerden ibaret iki tabakal ı bir egemenlik birliği meydana gelmi ştir. Bu suretle iki grup üyeleri aras ındaki evlenmeler, önemli baz ı ara tabakaları ortaya çıkarmış ve her iki tabaka aras ında aracılık yapacak aileler do ğmuştur. Bu yapı antropolojik yönden de geli şerek millet ad ı verilen bir toplum türünün doğmasına yol açmıştır. Böylece dört a şamadan meydana gelen süreç sona ermiş bulunmaktadır. Kısacası dört a ş amanın sonucu egemen bir birliğin ortaya ç ıkrnasıdır. Bu sürec yaln ız ilkel toplumlarda de ğil, aynı zamanda ileri medeniyetlerin ba şlangıç ve temelinde görülmektedir. Her rastlanan egemen birli ğin yukarıda açıkladığımız yollardan geçerek meydana geldiğini savunmak bilimsel gerçeklere uymaz. Egemen birlik, egzojen yanı dış bir baskı altında ayrı ayrı iki grubun birle şmesinden doğduğu gibi, endojen yani içten gelen etkenlerle de gerçekle şebilir. Aslında homojen olan bir grup iç ayrımlaşma (Differenciation interne ou endogne) yoluyla egemen bir birlik meydana getirebilir. Genel olarak böyle bir farklılaş ma özel mülkiyetten ileri gelir. Özel mülkiyetin do ğmasiyle bir zenginlik ayrımlaşması (farklılaşması) başlar. Daha zengin kimseler toplumda daha fazla yetkili ve güçlü bir hale gelirler. Zenginler grubun savunma görevini bunların sırtına yükler. Geçim sıkıntısı bilmeyen bu kimselerin var-Ulan ve bo ş zamanları onların büyük, para ve zamana muhtaç olan, silâhlanmalarmı mümkün kılıyordu. Bir yandan kendilerini öte yandan muhafızların' silühlandıran bu kimseler egzojen egemenlikteki süreci aynen taklit ederek bütün grubun korunmas ını üzerlerine al ıyor ve buna kar şılık egemenlik hakkını gruptan istiyorlard ı. İşte Derebeylik denilen şeklin kök ve ba şlangıcını burada aramak gerekir. Egemenlik Cemaatın homojenliğini yıkarak toplum tabakalar ı aras ında bir e şitsizlik yaratmakta ve bazan zorlamalara ba şvurulmaktadır. Bununla beraber egemenlik geni ş insan toplulukları n yaratan ve bir arada tutan biricik yoldur. Egemenlik olmasayd ı bir İskender imparatorlu ğu, bir Roma Imparatorlu ğu ve bir Osmanlı imparatorluğu olmayacaktı. Yine egemenlik olmasaydı tarihte örne ğini gördüğümüz geniş ülkelere yayılan bir islânt topluluğu, bir İsrail toplumu, bir Yunan medeniyeti olmayacakt ı Cemaatlar her vakit küçük gruplardir ve öyle kalmaya mahkümdurlar. Bunlar bir kabile büyüklüğüne gelince kendiliklerinden bölünür ve çözülürler` Cemaat ,
en arı şekliyle herkesin birbirini tan ıdığı ve toplumsal çevrenin kolayca kav randığı bir zamanda gerçekle şir. Bunun anlamı ise cemaatın küçük birlikler olması demektir. Ilkel kültürler küçük gruplarla yetinebilir, Fakat yüksek kültürlerin daha geniş yüzeyli ta şırcılara ihtiyacı vardır. Eski Çin, Hitit, Yunan medeniyetleri bunun göze çarpan örnekleridir. 23
Zümre Cemiyeti
(Societe des etats)
Toplum hayatının ana şekillerinden olan Cemaat, cemiyet ve egemenliği inceledik 30. Şimdi bunlardan daha karma şık olan sınıf cemiyetlerini ele alacağız. Bu şekillere geçi ş egemenlik yoluyla gerçekle şmektedir. İster iki karşıt grubun birle şerek tabakala şmasından isterse ayn ı grubun iç sebeplerle ayrımlaşmasından meydana gelsin egemenlik sürecinden yeni bir sosyal yapı doğar. Bu türlü bir birlik sa ğlayan insanlar tek bir kader ve ya ş ayışı paylaşacak yerde ayr ı ayrı âlemlerde ya ş amaktadırlar. Bu duruma göre toplum yapısı, tek katli de ğil bir kaç kathdır. Fertler ayr ı ayrı katlarda ya şayan gruplardan birine mensuptur. Fert bu gruplardan birine kat ıldıktan sonra toplumsal bir tüzüğe (statüye) kavu ş abilir. Böyle bir modeli kavramak için iki noktamn açıklanması gerekir: Birinci nokta katlar, ikinci nokta bu katları bütün binaya ba ğlayan iç kanunlar Birinci nokta, ferdi zümresine ve toplumsal tabakas ına bağlayan ölçütü (kıstası) bulmayı gerekli kılar; ikincisi ise heterojen parçalar ı daha yüksek bir birli ğe çevirecek olan birleştirici ve ayırıcı ilkelerin ayd ınlatılmasım gerektirir 31
.
Zümre Cemiyetinde, zümreler aym ana yap ı içinde tıpkı çe şitli katlarda yaş ayanlar gibi farkl ı hukuk durumlar ı dolayısiyle öteki tabaka veya katlardan ayrılan kısmi gruplardır. Böyle bir cemiyet üyesinin, binan ın bütün katlarında yaşayan insanlarla payla ştığı bazı hakları vardır. Fakat onun asil davranış ve ya ş ayış ş artlarını belli eden hukuki durumu mensup oldu ğu zümrenin yani aym katta ya şayanların aymdır. Zümreler aras ındaki hukuki durumlar birbirinden çok farkl ı olursa daha iyi durumdaki zümrenin haklarına imtiyaz adı verilir. Bu takdirde her zümre için bir alt veya üst tabakaveya kattan söz aç ılabilir. Zümre Cemiyeti hukuk Devleti (Rule of Law) ilkelerinden büsbütün başkadır. Çünkü Hukuk Devletinde toplum binas ında yaş ayan bütün üyeler e şit haklardan faydalanır. Bu türlü yönetim hiç olmazsa hukuk alan ında imtiyaz tan ımaz. Bunun gibi bu türlü yap ılar, ana şart olarak hukuk devleti kavramına dayanan ça ğdaş Demokrasi anlayışına aykırıdır. Fransız devriminden önce çe şitli zümre (Asilzâde Rühnan ve Burjuvazi) lerden kurulmu ş Eski Rejimi (Ancien Regime), patriçi ve pleb ayırınuna dayanan Romanın Devlet yap ısı ve Hindistanda Brahmanlara imtiyaz tanıyan te şkilât bu türlü Ziimre Cemiyetinin tipik örnekleridir. Askerlik, rahiplik, siyasal önderlik ve büyük toprak mülkiyeti son zamanlara kadar bir imtiyaz say ılmakta idi. Bu akımın tersine birde yukarı 30 Bak. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, N. Abadan çevrisi, (Ajanstürk Matbaas ı, Ankara 1957) 31 Daha geniş bilgi için aynı eserin sayfa 73 ve devanuna Bak.
24
sınıf imtiyaz' yerine a ş a ğı sınıf ve zümrenin imtiyaz ı vardır: Bazı toplum faaliyetleri ve bir tak ım işler yüksek zümrenin yapmayı bir a ş ağılık saydığı şeylerdi. Mesela ticareti ve para i şleriyle u ğra ş rnayı soylu, asker veya rahipler a ş ağılatıcı görmekte ve bunları a ş ağı sınıflara b ırakmakta idi. Öyle ki, bir bakıma, bu gibi iş ve görevler bu a ş ağı zümrenin imtiyazlan aras ında idi. Ziimre Cemiyetinde her zümrenin bir görevi ve bu görevi kar şılamak üzere baz ı ahlâk ve davran ış yasaları vardır. Bunlar zümreden zümreye de ğişir. Bir amele ile bir kondurac ımn, bir asilzade ile burjuvanan görü şleri arasında derin farklar vard ır. Zümre Cemiyetinin iyice ania ş abilmesi için yap ı kanunlarma ba ğlı olan üç sürecin aç ıkça bilinmesi gereklidir.
Birinci Süreç: Zümrelerin tekelci olmas ıdır. Bunun böyle olmas ı pek tablidir. Çünkü ötekilerden daha çok imtiyaz' olan zümre bu durumu devam ettirmek için ötekilerin bu imtiyazlan ö ğrenmesini istemez. Zümreler arasındaki sınırların keskin çizgilerle kapal ı tutulmas ına çalışılır. Bölümler su sızmayacak derecede kapal ı olduğu yerlerde bir KAST (Caste) sistemi meydana gelir. Hindistandaki durum bu sistemin tipik bir örne ğidir. Bir kasttan ötekine geçmek tamamen imkâns ızchr. Zümreler aras ında yer alt ı faaliyetleri vard ır. Yani a şı lmaz gibi görünen sınırlara ra ğ men zümreler aras ında baz ı kaymalar vard ır. Öte yandan yukarı zümreler kay ıpları telâfi veya egemenli ği elde tutmak için devaml ı olarak a ş ağı zümrelerden takviye görmek ve a şdarnalarla dip diri kalmak zorundad ır. Yaln ız bu a şılama veya takviye edilme olay ı bir taktik ve metot i ş idir. Burada bir yandan yukar ı zümrenin kapal ılık ve imtiyazlanna halel getirmemek, öte yandan yararli olan her ş eyi içine al mak gibi ikili bir amaç güdülür. Bunun örne ğini Eski Romada Patriçilerin Pleblerden aldıkları takviye ve a şilamalarcla görmek mümkündür. Burada gözetilen nokta bu a şdamalann zümreyi sarsmamas ı ve gev şetme ınesi, tersine perçinlemesidir.
İkinci Süreç,
aş ağı zünırelerin yukar ı zümreler imtiyazlanna kar şı
cephe almış olmaları olaylandir. Bu hareketin önceki a şılama veya takviye görmeden olan fark ı meydandadır. Zira birinci hareket yukar ı zümrenin isteği ile gerçekle şir. Halbuki bu son hareket onlar ın arzusu dışında zorlayıcı bir faaliyettir. Bu haks ız imtiyazlarm kald ırılması için giri şilen teşebbüs cemiyet diizenini bozar gibi görünürsede gerçekte haks ız bir durumu iptal etmek ve gasbedilmi ş initiyazlan geri almak amacını güder 32 32 islâmda adalet, hakkı yerine getirmek ve bat ılı gidermek
.
Bu türlü
J11,1 9 -
,31:¢>J
şeklinde tanımlanır.
25
faaliyet, zümre bütünlü ğünü korumak şartiyle yukarı zümrenin imtiyazların' suurlamak çabas ıdır. Üst zümrelerin direnmeleri ço ğu zaman kanlı savaşlara yol açar. ,
Üçüncü Bir Süreç, zümre düzenini ortadan kaldırma amacıyla girişilen çabalardır. Yöneten zümre elde tuttu ğu imtiyazlar kar şılığı bazı yararlı hizmetleri üzerine almak zorundad ır. Bu hizmetlere s ırt çevirmek ve imtiyaz. lazım son kertesine kadar kullanmak sevdas ında olan yüksek zümre er. geç bir devrim ve direnmenin zafer teranelerini beklemek durumundad ır. Fansız Devrimi zümre cemiyetine kar şı düzenlenen ayaklan ıxıamn tipik bir örneğidir. Voltaire gibi ansiklöpediciler, Montesquieu, Rousseau gibi düşünürlerin geliştirdiği 18. yüzyılın Aydınlanma Devri böyle bir Devrim ideolojisini içten haz ırlamıştır. Kamu şuurunda yerle ştirilmek istenen ülkü, eski de ğer yargılarım içten parçalamak amac ını güden özgürlük, eşitlik, kardeşlik, hukuk devleti, ve ulusal egemenlik gibi ilkeler hep bu ideolojiden kaynak almışlardır.
S ınıf Cemiyeti (Sociötö classiste)
Sımf Cemiyetiyle Zümre Cemiyetini birle ştiren nokta her ikisinin de dikey olarak üst üste tabakalardan kurulmu ş olmalarıdır. Fakat bu iki ana şekil arasında gerek yap ı ve gerekse içlerinde cereyan eden olaylar yönünden önemli farklar vard ır. Zümreler, öncede söyledi ğimiz gibi, kamu hukuku ve örfü adetle kendilerine tanınmış olan farklı hukuki durumları, kendilerine öz devinim kuralları, kapalı bir ahlült anlayışı, yaşayış tarzı ve dünya görüşleri (Weltanschauung) ile s ımflardan ayrılırlar. Sımf Cemiyeti, hiç olmazsa şeklen, hukuk eşitliği ilkesine dayan ır. Sınıflar bu türlü toplumlarda e şit veya benzeri eko-nomik durumları olan tabakalard ır. Zümre Cemiyeti hukuk ayr ılığına, Sınıf Cemiyeti, hukuk e şitliği ve ekonomik ayr ımlaşmaya dayanır. Burada ekonomik eşitlik tabakaları teşkil eden sınıflardadır. Bununla beraber bir tabakadan ötekine atlamak her vakit mümküdür. Tabakalar birbirine geçmi ş durumdadır. Buna ra ğmen her ekonomik sistemde baz ı özellikler vardır. Sınıf çatışmasını çok kötü sonuçlarla yorumlayanlar, bir yandan Devletin sertliği yumuş atmak üzere araya girmesi, öte yandan a ş ağı sınıfların yardımlaşma ve te şkilatlanma süreçleri kar şısinda bugün dayanaks ız kalmıştır. O kadar ki Bat ı âleminde patron-i şci problemi hemen hemen çözülmüştür. Aradaki büyük farklar giderilmi ş ve birçok yerde devamh, dengeli ve kıvamh bir ekonomik sistem meydana gelmiştir. İş ci ve patron sendika26
larının sürekli temaslar ı sonucu fiat yükselmeleri kar şısında iş ci bir takım özel hesaplamalarla kendi payını almaktadır. Hayat endeksleriyle Devlet te i ş ci gündeliklerini, dengeli ve geçim ş artlarına uygun bir seviyeye getirmiştir. Ayrıca gelir miktarları, çe şitli yollarla, birbirine yakla şmaktadır. Bir ö ğretmenle kalifiye bir i ş çinin gündeliği aş ağı yukarı aynıdır. Böylece üst üste gelen s ınıf tabakalarından a ş ağı sınıftan orta sınıfa do ğru kuvvetli bir akın başlamış ve buda genel olarak s ınıfları bir piramide benzeten ekonomi bilginlerini ş aşırtarak bir yıldız şeması meydana getirmi ştir. Yukarı Sınıf Orta Sınıf Aşa ğı Sınıf Eski durum
E -3-
Son durum
Bazı bilginler düzenli 'bir Orta S ınıf Cemiyetinden bahsederken başkaları ekonomik farkları tamamen silinmiş bir SINIFSIZ toplumdan söz açmaktadırlar. Bu sonuncular ı sınıflar aras ındaki ,büyük farkların yukarıda açıkladığımız yollarla giderilmi ş olması ş eklinde yorumlamak uygundur. Zira üst tabaka ile alt tabakan ın sivrilmesine ve zay ıflamasına kar şılık orta tabaka kal ınlaşmaktadır. Bu ise barışcı yollarla sa ğlanmıştır. Yukarıda incelediğimiz ana şekiller ülküsel tiplerdir. Gerçekte bunlar ı bu kadar soyut olarak yakalamak güçtür. 33 .
3. TOPLUMSAL HAREKETL İL İK (Mobilite Sociale) İki türlü hareketlilik vard ır : Yatay hareketlilik, dikey hareketlilik Yatay hareketlilik tıpkı tek katlı binanın kompart ımanları aras ında oldu ğu gibi mekânda cerayan eder. Dikey Hareketlilik ise çok katlı bir binanın katları aras ında oldu ğu gibi toplum tabakaları arasında gerçekle şir. O halde birincinin bir yüzeydeki düz ayak bir devinim olmas ına karşılık ikinci iniş ve çıkışı olan bir hareketliliktir.
Yatay Hareketlilik
(Mobilit e Horizontale)
Bundan bir iki yüzyıl önce insanlar ın hareket alan ı çok dardı. Bütün hareketlilik ş ehir surlari içinde yahut surlar d ışında atla yap ılan bir gezintiye inhisar ediyordu. Ş ehirler aras ı geziler pek seyrek, yabanc ı ülkelere gitmek 33 Bu kesim Prof. Dr. Hans Freyer'in eserlerinden yaralan ılarak yaz ılmıştır • Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş (N. Abadan çevrisi) sayfa 73-109 Dr. Hans Freyer, Introduccion a la sociologia ( İspanyolca) sayfa 146-160
27
ise ola ğan üstü bir hâldi. Bu devirlerde E şyamn hareket alam da suurhyd ı. Gerek ham madde gerekse i şlenmiş eşya şehir surları içinde veya surlar ın en çok 25-30 kilometrelik çevresi içinde bir hareketlilik gösteriyordu. Şehirler aras ı ve bugünkü anlamda uluslar aras ı bir de ğişim sistemi akla gelmezdi. Bu dar çevreli hareketlilik devirlerinin ula ştırma araçlar ı da ona göre idi. Karada at, araba, ka ğnı, deve ve benzeri; denizde kürekli gemi ve sandallar kullanılmakta idi. Bugün bu alanlarda artan bir hareketlilik göze çarpmakta-. dır.
1819 y ıhnda Robert Fulton'un buldu ğu buharlı gemi, Okyanusa aç ılmış ve baş arılı bir yolculuk yapmıştır. 1823 yılında George Stephenson bulu şunu değerlendirmek amac ıyla ilk lokomotif fabrikasını kurmu ş ve Samuel Morse aynı yıllarda telgrafı bulmuştu. Bütün bu yenilikler bir süre sonra uygulanmıştır. Bir yandan Avrupa demiryolu a ğlarıyla örülürken öte yandan . bir çok deniz yolları işletmeye açıhyordu. Buna birde telgraf haberle şmesini katınca hareketlili ğin aldığı manzaranın eskisiyle ölçülmiyecek bir dereceye ,
geldiği anlaşılır. Ula ştırma tekni ğinde ikinci bir hamle 1900 yıllarında yapılmıştır. Bu hamlenin özelli ği, benzin motorlu araç, uçak ve tramvay ın ulaş tırmayı olagan üstü kolayla ştırmasıdır. Bunun bir sonucu olarak insanlar hayatlarında daha fazla yol yapm ış ve çok büyük hacimdeki e şya eskisinden daha uzun mesafelere götiiriilmü ştür. Bütün mes'ele hareket eden insan ve eşya türlerinin hangi do ğrultulara yöneldiklerini ve bunların güttükleri amac ı belirtmektedir. Bu devrede çevreden şehirlere bir akın ba şlamıştır. Sanayile şme hareketinin hızlanmasıyla bu göç daha da artnu ştır. Bir yandan terkedilen yerlerin kayıplarını do ğum telâfi ederken öte yandan büyük kentler alabildi ğine büyüyordu. Buna şehirleşme hareketi denilir Büyük şehirlerin bu türlü büyümesi do ğu mun değil, dışarıdan geleli güçlerin bir sonucudur. Bir ba şka gerçek te göç eden- : ğu gibi yakın köy ve kasabalardan de ğil, çok uzaklardan lerinskdou ,
gelmi ş olmalarıdır. O halde büyük şehirlerin büyüme sürecinde do ğum olayı yerine bu şehirlerin daha çok ta şradan nufus çekme yetene ğini temel saymak gerekir. İstanbul, Londra, Newyork, Paris ve Roma'n ın geliş mesini bu yolla açıklamak yerinde olur. Büyük bir kentteki nüfusun üçte birinin do ğum ve ve yerlilerden, üçte ikisinin nzaklardan gelme oldu ğunu istatistikler gösterir. Geri kalan yerli çekirde ğin de büyük bir kısmı göçmen neslinden gelmektedir. Bu konuda yap ılacak bir hesaplama, milyonlarca insan ın eski devirlerde rastlanmayan büyük bir hareketlilik gösterdiklerini ortaya koyar.
11.::,tJketlilik sürecinde birinci yeri büyük şehirlere yap ılan akınlar tutar. İkinci süreç sanayile ş me ve fabrikaların nüfus çekeaesidir. 28
Bu konuda özet olarak yatay hareketlilik probleminde büyük ş ehirlerin geliş mesi ve endüstri bölgelerinin kurulmas ı çok büyük önem ta şır. Trafik ,
ve ikamet ve i ş yerleri aras ındaki mekik hareketleri ise ikinci derecede belirtilerdir.
Dikey Hareketlilik
(Mobilite verticale)
Toplum tabakaları aras ındaki hareketlili ğin adı na Dikey Hareketlilik derler. Burada incelenecek önemli iki konu vard ır : Statu de ğiştirme, tabaka de ğiş tirme, toplumsal yükselme ve inme Yatay Hareketlilik rr ıekânla ilgili olduğ u halde Dikey Hareketlilik makam ve kadarla ilgilidir.
a) Statü değiş tirme : Mekan de ğiştiren insanlar ayn ı zamanda makam de ğiştirirler. Köyden bir endüstri bölgesine gelen bir köylüyü dü şünelim: Köyde ekincilik ve hayvan besleme yerine ş ehirde bir fabrikada makine ba şındadır ; köyde kulübede iken burada kiralan ıthş muntazam bir kattad ır ; Köyde tarım ve hayvanc ılıktan gelen ayni gelirlerle geçinirken burada sadece bir gündelik almaktad ır. Bütün bunlar göçmen üzerinde çok derin etkiler yapar. Öyle ki az sonra köylülük hat ıraları adeta silinir gider. Bu kimsenin çocuklar ı ise büsbütiin ba şka
ş artlar içinde yeti şirler.
Köylerden kalifiye olmayan i ş çi tedarik edilir. Kalifiye i ş çi daha önce mevcut olup endüstrile şme sonunda ortadan kalkan el sanatkarlar ıdır. Böylece bir endüstri s ınıfı tabakas ı ortaya ç ıkar. Yeni s ınıf bir erime sonunda ortaya ç ıkmıştır. Bir yanda köyde tar ımsal yetenekleriyle bar ınma yolunu bulamayan iş çiler; öte yanda endüstri yar ış masında dayanaklarını kaybetmiş kalifiye i ş çi bir erime sonucu yeni bir s ınıfın do ğmasına yol açmış tır. Bu iki kayna ğı üçüncü bir kaynak olan do ğ umlar izler. El ;'anatkarlar ı büyük endüstri tarafından çökertildikten sonra yine bazı sektörlerde bunlara ihtiyaç vard ır. Kundura Fabrikası karşısında Kundura tamircisi, anahtar ve çilingir e şyası fabrikas ı yanında çilingir, ve benzerleri varlıklarını devam e ttirmi şlerdir. Dikkat edilirse bunlar ın ço ğu ba ğımsızlığını kaybederek mesela bir otomobil Fabrikas ının dö ş enı.ecilik kesiminde çal ış makta ve ba ğı msız kalmak isteyenler de s ınırlı çalış ma alanı içinde s ıkışıp kalmaktadır. Bunlardan bir k ısmı üretim alan ıyla ilgisini kesmi ştir. Fakat as ıl tipik olan yön bunların fabrikalarda kalifiye i ş çi olarak görevlendirilmeleridir. Bu durum kar şısında bunlar için bir tabakada!' ötekine geçi ş de ğil, statü de ğerinde bir de ğişiklik söz konusudur.
b) Tabaka değiştirme : Tabaka değiştirme, statü de ğiştirmeden ayrıdır. Eski Türk Askeri Azap askeri idi. Yeniçeri düzeninin kurulmas ıyla bunlar 29
bulundukları tabakadan dü şmüş, soluğu Denizcilikte almışlardır. Zira harp teknigittin de ğişmesiyle gere ğinde ağır silahlarla donanm ış bir yeniçeri nizamı bunları lüzumsuz Unu ş ve ço ğu yerde yeniçeri askerinin hücuma kalkmadan azaplar ı ileri sürerek harcad ığı ve Onların cesetleri üzerinden hücuma geçti ği görülmüş tü/. Bu durumu anlayan padi şahlar onları Deniz kuvvetlerine vermek suretiyle Yeniçeri;azap çat ışmasım önlemişlerdir. Ekonomi alanında da sık sık böyle değişiklikler olur. Köleliğin yasak edilmesi üzerine Amerika Birle şik Devletlerinde zenciler tabaka de ği ştirmişlerdir.
c) Yükselme ve inme : Dikey hareketlilikte birde çe şitli toplum tabakaları arası nda fertlerin bazan yukar ı bir tabakaya atlad ıkları bazan da daha a ş ağı tabakaya indikleri s ık sık rastlanan bir olaydır. Bu konuyu gözlerde canlandırmak için birbirine z ıt iki örnekten biri kast sisteminin geçerlikte olduğu toplumlardır. Burada bir tabakadan ötekine geçmek imkâns ızdır. Bunun karşı kutbunu liberal bir sistemde buluruz. Burada bir tabakadan ötekine geçmek çok kolaydır. Zamanımız toplumlarında veraset yolu ile intikal eden mesleki çenberler k ırılmış ve fert için geni ş yükselir e imkârıları açılmıştır. Bu konuda iki noktayı aydınlatmaya lüzum vard ır : Birinci nokta ferdin yükselme arzusunun içinde bulundu ğumuz toplumda son derece kuvvetli bir yükselme saiki olmas ı ; ikinci nokta ise, toplumun bu imkâm haz ırlamas ıdır. Toplum adetâ bir asansör haz ırlar; kullanmasım bilenler bu asansörle yukarı tabakalara yükselirler. Katolik kilisesi bu yolda çok ayd ınlatıcı bir örnektir. . Bu kilise demokrat ve üyelerine yükselme imkâm veren çok elverişli bir sistemdir. Bir çoban ın günün birinde bir kardinal olmas ı ve bir kardinalin da sıras ı gelincede papa olması hiç te yadırgandcak bir şey değildir. Demokratik bir sistemde yükselmeyi mümkün k ılan ve yükselme şanslarmı eşit duruma getiren kurumlar yarat ılmıştır. Yarışmalar, yükselmeye götüren yolları eşit olarak bütün yurtta şlara açık tutar. Birde çeşitli ülkelerdeki hareketliliğin ölçüsü veya denge üzeridlle durulmaktadıır. Burada babamn mesle ği ile oğul ve torunların mesleği arasında bir orantı kurulur. Colin Clark'a göre A-Ziraatç ılar B- İşçiler C-Ötekiler diye bir şema çizilebilir. Çözümü gereken problem A grubundan ahnan kimselerden kaç kiş inin A grubunda kaldığı ve kaç kişinin B ve C mesleklerine geçti ğidir. Bu konuda Amerikada al ınan sayılar ş öyle olsa :
30
A
B
C
38
39
23
A
grubu
B
,,
4
61
25
C
,,
4
25
71
Bu takdirde A grubunda 38 ki şi babasının meslekinde kalmış, 39 tanesi B grubuna 23 tanesi de C grubuna geçmi ştir. O halde burada % 62 bir hareketlilik vardır. Bu rakkam yaln ız A grubundaki hareketlilik olup di ğer grupların da hareketlilik ölçüsü alınabilir. 34
III DINLER BILIMI ( Sciences Religieuses)
Joachim. Wach'a göre Dinler bilimi felsefi de ğil, ampirik bir bilimdir. Wach, C. P. Tiele'nin din bilimleriyle Din felsefesi aras ındaki sınırları ortadan kaldırmış Olmasına takışmıştir. Tielenin eserinde, Din Felsefesi, dar anlam ıyla, Dinler biliminden ba şka bir şey de ğ ildir. Yazara göre bilim derlenmiş , düzenlenmiş ve bölümlenmi ş bilgiler üzerindeki felsefi bir görü ştür. Wach, Chantepie de la Soussaye'nin de Dinler bilimi ile din felsefe ve tarihini ayn ı seviyede gördüğü kanısındadır. Wach'ın üstadı Ernst Troeltsch yaln ız Din Felsefesi ile Dinler bilimi arasındaki sınırları silmekle kalmamış, aynı zamanda Dinler biliminin mahiyeti ve görevi üzerinde de hiç bir vakit aç ık konnşmaınıştır. Ona göre Dinler bilimi normatif bir bilimdir. Wach, Troelsch' ın durumunu bu şekilde açıkladıktan sonra bu konuda iki eğilme işaret etmektedir: Bunlardan biri, bilim olarak geli şmek üzere Felsefeden hareket eder ; ötekisi, Felsefeye yönelmek üzere biliniden hareket eder. Wach'a göre Dinler biliminin ba ğımsız görevi bu iki uç arasında kalmahdır.
34 Genel Sosyoloji ile- ilgili örnek şdkil ve fikirleri yazarken sayın Hocam Ord. Prof Hans Freyer'in eserleri esas tutulmu ştur. Genel olarak bu kesimde a ş ağıdaki eserler ayd ınlatıcı ve görülmesi yararlıdır : Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, Dr. N. Abadan çevrisi (Ajans Türk Matbaas ı, Ankara 1957 . Dr. Hans Freyer, Einführung in die Soziologie 1931 Dr. Hans Freyer, Soziologie als Wirklichkeitlehre 1930 Dr. Hans Freyer, Introduccion a la sociologia F. G. V. mn Ispanyolca çevrisi, Madrid 1951 Ord. Prof H. Z. -Diken, Sosyolojinin problemleri, İ stanbul, 1955. Ren6 Maunier; Introduction a la Sociologie, Paris, Lib. Felix Alacan, 1929 Armand Cuviller, Manuel de Sociologie, 2 tomes, Paris, P. U. F. 1958. Mehmet Taplamacıo ğlu, Genel Sosyoloji, Ankara 1961 Macıver, Encyclopedia of Social Sciences'deki Sociology maddesi. Paul Fauconnet ve Marcel Mauss, Grande Ancyclope'clie'deki Sociologie maddesi. Max Bonafus ve Necmettin Sad ık, İçtimaiyat, İstanbul 1927
31
Son zamanlarda Din filozoflan aras ında Felsefe ile Dinler b;limini aç ıkca birbirinden ayıran tek yazar, Max Scheler'dir. Bu yazar, pozitif Din bilimi ve Dinin asli Fenomenolojisi aras ına, birle ştirici bir tema olarak, dini eşya ve eylemlerin somut fenomenolojisini koyar. Max Scheler'in kendi deyimiyle, bu araştırma bir veya bir çok dini tasavvurların muhtevas ını mümkün olduğu kadar tam olarak anlamaya çal ışır. Böylece Max Scheler, aç ıkça dini ve ilmi olan bir görü şün yine dini ve ilmi görevini zihninde tasarlar. Wach böylesine bir Dinler biliminde ç ıkış noktasının tarihi dinlerde mevcut oldu ğunu doğrulamaktadır. Din Felsefesi tümden gelim metoduna göre önsel (a priori) olarak ortaya ç ıktığı halde dinler bilimi hiçbir spekülatif amaç gütmez, ve sonsal (a posteriori) d ır. Vasıflama (description) Dinler Bilimi için hayati bir önem ta şımakla b e raber yine bu bilim tam olarak vas ıflayıcı değildir. Wach'a göre din alan ında, ara ştırıcı, gayretini olaylara anlam vermeye yöneltmeliclir. Başka disiplinlerle kar şılaştırınca, konusunun özelli ği dolayısıyla, Dinler Biliminde böyle bir anlam verme (Bedeutung) nin özel bir tak ım güçlüklerle karşılaş acsa ı ortaya çıkar. Meselâ bir estetikçiye göre, sanat yap ısı, dini tezahürler yap ı sından daha objektiftir. Sanat incelemelerinde yorumun a şağı seviyesi ile anlayışın (Verstehen) yukarı seviyesi aras ında büyük ölçüde bir uzla şma imkânı vardır .: Yorumun a ş ağı seviyesinde bir ifadenin anlam ı belirtilir. Anlayışın yukarı seviyesinde ise, tüm ve bütüne götürmek suretiyle bir olayın anlaşılması sağlanır. Dinler Biliminin ç ıkış noktası din olayının anlamı üzerinde bir ara ştırmadır. Felsefi ve metafizik problemler bundan sonra gelir. • Mes'ele, dinin mahiyetini, de ğerler tablosundaki s ırasını ve psikojenez (Psychogense) safhasındaki yerini belli etme konusu etrafında döner. Böylece felsefe için her vakit bir güçlük ba ş gösteriyor demektir. Bu da ampirik ye tarihi yerlerin felsefi-dini görevdeki s ırasını veya hacmini tayinden ileri gelir. Dinler Biliminin görevi tarihi yerlerin anla şılmasırıdan ibaret olup metot ve usulleri bu sonucu sa ğlamak üzere ayarlanm ıştır. Böyle bir bütün içinde dinler biliminin sistematik görevi ampirik veriler aras ında münasebetler kurma ğa inhisar eder. O halde dinler biliminde dinlerin iyice anla şılması için Tarihi konular (Objets Historiques) sistematik tasanlar (Projets- Systematiques)'ın her ikisi de kesin olarak gereklidir. Wach'm kanaatına göre ilahiyatç ılarla felsefeciler belirli din veya doktrinleri savundukları halde din bilgini veya dinler bilimi uzman ı değer yargılarına 32
dayanan beyanlarda bulunmak zorunda de ğildir. Prensip bakımından ölü dinler dahi, hiç olmazsa tarihi yönden, ayn ı işleme tabi tutulmal ıdır. Bununla beraber amprik ara ştırıcılar subjektif olarak bir tak ım peşin felsefi fikirlerden uzak kalamazlar. Bu sebepten bu kimselerin subjektiflik ve nazarilik tehlikesine karşı dikkatli bulunmaları gerekir. Din konusunda felsefenin bilime üçüzlü bir yard ımı vardır: a) Disiplinin metotlar ını denetler ve do ğrular. (Buna dinler biliminin mantığı denir.) b) Bir araştırmausulünü ötekine ba ğlamak suretiyle konusunu felsefi olarak tayin eder'. c) Bilgiler bütünü içinde olaylar ı bir düzen ve s ıraya koyar. (Dinin tarih, Felsefe ve metafizi ği) Bununla beraber bu tip münasebette ampirik ara ştırma ile Feisefi ara ş tırma arasında ki fark hiç bir şekilde kapanamaz. 'Bundan dolay ı J. Wach ampirik ara ştırmalardan evrensel geçerlikte normlar ç ıkaran tarihçileı le ihtilaf halindedir. Wach' ın takındığı bu durum, kendisinin Din konusunda, genel ve evrensel tarihten ç ıkardığı metot ve ilkelere engel olmam ıştır Dinler biliminin sistematik kısmında Wach tıpkı Simmel gibi anlamak isteyen suje ile anla şılması gerekli konu aras ında ortalama bir çözüm yolu olarak yorumlama teorisini ileri sürmü ştür. Waeh' ın hipotezi insan tabiatının evrenselli ğine dayanır. Bundan ezeli insanl ık (Eternel Hınnain-Ewig Menschingliche) ile tarihi ayr ımlaş ma aras ında ortalama bir çozüm yolu olmak bakımı ndan tipolojik metodun önemi meydana çıkar. Bütün bunlar özetlenirse, Wach'ı n din etüdünde iki yönü birbirinden ay ırdığı görülür. Bir yanda normatif olan teoloji ve din felsefesi, öte yanda ampirik olan Dinler Bilimi vardır. Dinler Bilimi tarihi ve sistematik k ısımlara ayrılır. Tarihi ba şlık altında genel ve Özel dinler tarihi s ıralanır. Sistematik ba şlık tipolojik etütleri, yani tarihi ve psikolojik tipleri ele al ır. Joachim Wach'ın geliştirdi ği önemli konulardan biri de Klasik kavramıdır. Yazar klasik kavram ımn bir din etüdünde normatif ve deskriptif yönler arasında bir köprü kuraca ğını tahmin etmektedir. Kendi deyi şiyle klasik kavramı bir ön yargı (Prenotion) ad ına olayların heterogenliğini zorlamak durumunda olan yani onları aynı cins ve türden olmaya zorlayan izafi bir normdur 35 .
35 Une norme relative qui 'a pas â violenter l'heterogenetie des phenomenes au nom d'une preconeeption)
Din Sosyolojisi F. 3
33
Klasik sözünden menfi olarak ah şıbıuş olaylar da anla şılır. Gerçekte klasik adı verilen olaylar bir tak ım tipik şeyleri gösterir. Dini hayat ve dini tecrübe kar şısında bu olaylar bireysel olarak ta şıdıkları anlamdan çok daha üstün anlamlar ta şırlar. Maitre Eckhart 36 Gazali ve Shankara 37 klasik mis,
tiklerdendir. Çünkü onlar ın ateşli heyecan ve ö ğretilerinde tipik bir tak ım mistik yönler vardır. Bununla beraber, klasik Kavram ı bir olaydaki temsili ayırmacayı (farikayı) göstermez, ayn ı zamanda bir normu da gerektirir. Şahsiyet, hareket ve tarihi olaylar ın çokluğu içinde bile bunlardan baz ıları hatırda kalmıştır. Çünkü bunlara ayd ınlatıcı bir nitelik tanımak ve onları örnek olarak göstermek mümkündür. Bu yolla onla ıın dini yaşayışımız üzerindeki etkisi tanınmış olur. Klasik kavramı Wach'a göre mutlak relativizmle her türlü infra-kritik görüş arasında mevcut olan bir yöneli şin denenmesidir 38 Bu ise yazar ın düşüncesile Van Der Leeuw'ün fenomenolojisi ve Mircea Eliade' ın din morfolojisi arasında bazı yakmliklar Sa ğlar. Her türlü bilimsel çalışmayı imkansız kılan anarşi dolu sübjektivizmden kurtulmak isteniyorsa klasik kavram ında özellikle .
gerçekleşmiş olan İ ZAFf OBJEKT İ FLİ K ilkesine inanmış olmak gerekir. Wach'ın tasarlad ığı türdeki bir Dinler Biliminin göze çarpan üst yap ısı, belli başlı üç bölümde toplan ır- Yorum teorisi, Dini Tecrübe ve Din sosyolojisi
A.
YORUM TEORISI
(Hermeneutique)
•
Wach Dilthey'in görü şlerini benimseyerek yorumu felsefe ile insan bilimleri (Geisteswissenshaften) aras ında bir ba ğlantı noktası sayar. Yazdığı anlayış (Das Verstehen) adl ı eserin 39 birinci cildini yorum teorisine ay ırmıştır. Burada s ırasiyle Wolf, Ast ve Boeckh gibi klasik filologlar, Schliermacher gibi teologlar ve W. Von Humboldt gibi bilginlerin sistemleri yer al ır. Wach verdiği her örnekte, keskin bir görü şle yorum teorisi ve felsefi temayül aras ındaki münasebeti belirtmekten geri kalmaz. Kitabın ikinci cildi ünlü ilahiyatçıların verdikleri 14 örnek içinde teolojik yorumu inceler. 36 Maitre Eekhart (1260-1307) alman filozofudur. .Papa onun mistik teorilerini mahkum etmiştir. 37 Shankara, bir hint filozofudur. 38 Infra-kritik bir kimsenin özel felsefe ve teolojideki seçme yetene ğine bağlı takdiri bir haldir. 39 Das Verstehen, Grundzüge Einergeschichte der Hermeneutiscben Theorie im 19. Jahrhundert. 1933. Tübingen. J. C. B. Mohr.
34
Schliermacher ve bir kaç ba şka yazardan sonra Giri ş kısmında Wach Din kadar Sanat ve Edebiyat ın da tam uygun bir yorumu olup olmayaca ğını ara ştırır. Kutsal Kitaplar (criture Sainte) ın türünde tek (Suigeneris) olmaları özel bir yorumu gerektirince yazar, böyle bir eseri inceleyen bir disiplinin hangi anlamda bir bilim sayılabilece ğini aı aştırır. Ü çüncü Cilt, tarihçilerin yorum teorilerine ayr ılmıştır. Bunların belli başhları Ranke ile Droysen'in teorileridir. Wabh'ın yorum teorisine kar şı gösterdi ği bu ilgi yorumun dış ilke ve kuralları ile sınırlı değildir. Dinin tam ve tüm olarak anlayışına kadar gider. Üstad bu konuda şu dört temel ilkeye i ş aret etmektedir: 1) Olay ve olguların anlayışlı bir deskripsiyonu 2) Tarihi ve sosyolojik bir açıklama 3) Sınıflandırma tekniği 4) Psikolojik bir anlayışın zorunlu ğu Wach bilimsel çalış malara koyuldu ğu günden ba şlayarak dinler bilimi kadrosu içinde yorum mes'eleleri ile u ğra ş mıştı. Dini iyice anlamak için d ış bir görünüşten hareket etmenin mümkün olup olmad ığı sorusunu kendi kendine soruyordu. Acaba bir dinin esas ı o dine mensup olmayan bir kimse için 'bilinemiyecek kadar güç bir şeymidir ? Acaba bir müslüman din uzman ı Hıristiyan dinini bilimsel bir araştırma konusu yapabilir mi? Yapabilirse bu müslümanın kendisine yabancı kalan olaylar üzerinde ne dereceye kadar hüküm yürütebilir ? Wach Anlayış (Das Verstehen) adli eserinde anlay ışı insan kesafeti ile mümkün oldu ğunu ve anlama eyleminin insanlar ın birbirlerile görü ş melerinden sonra gerçekle şebildiğini ileri sürüyordu. Bu bakımdan anlayış , toplumsal bir olgudur. Hiç bir deskripsiyon, tek başına bu işi baş aramaz. Bu konu Felsefe, Mant ık ve bilgi teorisi (Epistemologie) ile ilgilidir. Anlayışın ve metafizik temelinin şartları kadar, sonuçlarını da gözönünde tutmak gerekir. Psikoloji ruhi hayat ın tümü içinde anlayışın yerini arar ve anlay ışı hayat tecrübelerine ba ğlamak amacıyla insandaki gelişmeyi araştırır. Fakat burada en önemli yeri Dilbilgisi tutar. Çünkü dil insanlar aras ındaki fikir ahş verişinde en kesin araç ve mekan ve zaman içindeki fikir ak ımının en do ğru yoludur. Biraz daha ileri giderek denilebilir ki bir kimseyi anlamak onun dilini bilmekle mümkündür. Dil zihnin yarat ıcı bir eylemidir. 35
Bunun gibi beyan tarz ı (Elocution) dü şünceyi yapan organ olarak tan ımlanabilir. Dil, onu yaratan milletin zeka ve zihniyetinin bir d ış görünüşüdür. Filoloji'nin Dinler Bilimindeki önemi bundan ileri gelir. Öte yandan Wach her vakit Humbolt ve Dilthey ile birlikte ferdi anlay ış üzerinde durur. En manalı yön, anlayış problemlerinin bir sınır ve derece meselesi olmasıdır. Bu konuda Wach şöyle yazar: (... her anlay ış ta iki faktör birle şir. Bu faktörlerden biri subjektif yorumdur ki bu yolla bir deyimin Psikolojik anlanu bulunur. Bu da onu ilk defa söyleyene kadar götürmek suretiyle yapılır. Öteki faktör, objektif yorum olup yorumu gereken ifade, oldu ğu gibi alınarak ondan manâ ç ıkarıhr. Objektif yorumun üç şekli vardır. a- Teknik Yorum: Burada yorumu gereken deyim veya anlat ımın malzeme ve unsurları çözümlenir. b- Türsel Yok ım: (İnterpretation G enerique) Burada incelenen şeyin tertip ve şekli üzerinde durulur: c- Tarihi ve Sosyolojik Yorum: Burada Tarihi ve Sosyolojik olaylar ın geliş mesi söz konusu olur.Bu yorum olayların gelişmesini aydınlatmağa çalışır. San'atın yorumunda, bir yandan yorum, öte yandan de ğer verme eylemleri birbirine sımsıkı bağlanmıştır. Mesela, Hukukun yorumunda ve daha bir çok hallerde durum böyledir. Dinin yorumunda, bir dini demeçteki anlam ın tarihi karakteri bilinmeden o demecin anla şılıp anlaşılamayacağı sorusu akla gelebilir. Kendi dinimiz dışındaki bir dinin anla şılması 4 şarta ba ğlıdır. a) O din hakkında mümkün olduğu kadar fazla bilgi edinmek. b) Konu üzerinde tam uygun bir duyarhk ve titizlik göstermek. c) Tasarı hazırlamada do ğruluk. d) Kutsala ili şkin kişisel tecrübe. Mutlak olarak objektif bir anlay ış a varmak imkansızlığı karşısında Dinler Biliminin amacı, hiç olmazsa etraflıca dinin anla şılması olmalıdır.
B) DİNİ TECRÜBE (ExOrienee religieuse) Rudolf Otto, Dini tecrübenin türsel (specifique) bir nitelik ta şıdığı kanısındadır. Otto bu işe görülmemiş bir çözümleme inceli ği, o zamana kadar 36
alışılmamış bir derinlik ve üstün de ğerde bir dini duyarlık kavramı getirmiş tir. J. Wach üstadının bu çıkış noktasını benimsemiştir. Ahlak, estetik ve benzeri tecrübelerle olan ba ğıntısına ra ğmen yine dini tecrübe, di ğer tecrübe türlerinden ayrılır. Rodolf Otto bunun için latince Tanr ı gücü, tanrısal anlamına gelen Numen ve numineux terimlerini kullanmıştır. Din alanı kutsal alandır; ba şka bir deyişle din alanı kutsahn ta kendisidir. Bu bildiri ve aç ıklama, sanıldığı gibi, gereksiz bir tekrar (tautologie) olmad ığı gibi söylenmesi gereken son söz de de ğildir. E ğer Otto dini tecrübe olay ında mevcut objektiflik vasfınm ispatını çıkış noktası yapsaydı bu konuda pek çok yanılmalar önlenmiş olurdu. Yaratığın üstün bir varlığa karşı duyduğu ba ğlılık ve tanrısal güç (Numen) hakkında R. Ottonun yapt ığı çözümleme bazı takışmalara yol açmış tır. Çünkü yazarın kutsal anlayışı aşırı derecede Psikolojiktir. Bununla beraber Wach, üstadının kutsal fikri, ( İ dee du sacre) üzerindeki ilk teklifinin, sır (Mysterium) ın objektif niteli ğine dayandığını düşünür. P. Tillich'in de aynı fikirde olduğu biliniyordu 40. Otto hayatının son 20 yılında iki türlü mes'ele ile u ğraş mıştır: Bunlardan biri felsefe, ötekisi teolojidir. Birinci mes'ele dinin ahlâkla miinasebetine ili şkin tipi incelenmesidir. Wach bunu ş öyle ifade ediyor: Eleştiriciler R. Otto'da en zay ıf tarafın şekilcilik oldu ğunda oy birliği ederler. Yazar Şemacılık (Schematisme) terimini Kant'tan 'alm ış fakat anlamını değiştirmiştir. Dini tecrübe, ba şka türlü tecrübe ve yarg ılarla şematize edilir. Yazara göre günah, kurtulu ş , hatta kutsahn temel kavramlar ı, ahlaki arılamlar ta şır. Ahlaki , ve manevi de ğerlerin fenomenolojik- bir ispat ı R. Ottonun önemle varmak istedi ği bir amaçtı. • Otto'nun 'tart ışmasını yaptığı ikinci mes'ele İsa hakkında ne dü şünüyoksunuz sorusu ile ortaya atılmıştır. Bu ikinci mes'elenin tartışmasına Wach'ın ikinci üstadı olan Ernst Troeltsch'ta kat ılmıştır. Wach, Otto'nun fikrine uyarak İsa Bininin bir düşünce ve zihni bir hazırhktan sonra gelmi ş olmadığı kanısındadır. Yeni din Hıristo'nun ferdiyet ve derinli ğinden fışkırmışt ır. İsa, Tanrım!' gönderdi ği gerçek Hıristomudur? sorusunu, Otto ancak dinin cevaplandırabileceğini ve böyle bir cevab ın Dinler Tarihinin görevi dışıda kaldığı sonucuna varır. 40 P. Tillich, Systematik Theology, (tome I, Chicago, Uni. Of Chicago press, 1951) adli eserinin 215-216 sayfalar ında şöyle deniliyordu: Rudolf Ottonun klasik olan The Idea of Iloly (kutsal fikri) adl ı eseri, kutsahn fenomenolojik deskripsiyonu, kutsal, anlam ıyla tanrısal anlamı arasında karşılıklı bir bagımlasmasım(interdependance) ve bunlar ın da sonsuz bir varh ğa bağlı kaldığım göstermektedir.
37
Wach'ın en büyük hizmetini dini tecrübenin anlat ımlarını teorik, pratik ve sosyolojik diye üç alanda toplamış olmasında aramak gerekir. / Dini tecrübenin teorik anlatt ım- konusunda şunlar söylenebilir: Teorik ifade ilk tecrübenin sezi ş , duyuş ve inanışında aranmalıdır. Bunlar ise ço ğu zaman sembol şeklinde gösterilir ki buda inanç ve ö ğreti unsurlarını ihtiva eder. Bu ilk alg ılar az çok , belirli ve tutarli bildirilerde anlat ılmışlardır. Dini tecrübenin teorik anlat ımı özel bir önem ta şıyan üç konu etrafında döner: Tanr ı, Dünya ve insan. Ba şka deyişle teolojik, kozmolojik ve antropolojik görü ş ve anlayışlardı r ki bunlar devamhca Efsane, Doktrin ve do ğma yolu ile gelişmiş ve beslenmişlerdir. Temel tecrübede veya onun ilk anlat ımında teori ile pratik, teoloji ile ahlâk arasında bir ayırım yapmak güçtür. Wach, dinin, teorik anlat ımında bildirilen şeylerin dini uygulamalara yol açtığını söyler. Bunlar, geni ş anlamıyla kayna ğını dini tecrübede bulan her türlü tap ınma eylemeleri (Cultus) dir. O halde dini tecrübenin pratik ifadesini ibadet (Culte) s ınırları içinde dü şünmek gerekir. Din ço ğu zaman ibâdet olarak tan ımlanmıştır. Bütün dinlerde kutsal ın tecrübeleri efsane, doktrin ve do ğmaya dayanıp Tanrı (Numen) ya kar şı tapınma eylemleri olarak ifade olunurlar. İbadeti açıklama konusunda hizmeti çok büyük olan Underhill bu eylemleri dörde ay ırır: 1) Mensek ve Litürjiler 2) Semboller, 3) Kutsallama törenleri ve 4) Kurbanlar. Efsanelerin men şei üzerindeki anla şmazlıklarla Wach hiçbir suretle ilgilenmez. Buna kar şılık yazar bir yandan toplumsal bask ı ; öte yandan ferdi özgürlük ve dinin tarihi geli şmesinde ferdin oynadığı rol hakkında yapılan münazara ile candan ilgilenir. Dini tecrübenin sosyolojik a ıılatımı çok önemlidir. Bundan dolay ı Wach Sosciology of Religion, Religionssoziologie, Sociologie de la Religion gibi çeşitli dillerde yazılmış eserlerinde kendine öz bir din sosyolojisi görü şünü geliştirmiştir.
C) DİN SOSYOLOJİSİ (Sociologie Religieuse) Din Sosyolojisi Dinler Biliminin önemli bir dalıdır. Öte yandan bu disiplin din ve toplum bilimlerinin birle şmesinden do ğmuştur. Din Sosyolojisinin, iki disiplinden tevarüs etti ği mes'eleler yanında bir takım güçlükleri ve kendine öz görevleri vard ır. Başka deyi şle, din sosyo38
lojisi, insanın diğer faaliyetlerine ili şkin olarak sosyoloji ile baz ı problemleri payla şır. Bu arada dini tecrübe ve anlat ımlarının özel mahiyetine ba ğlı kendine öz problemleri de vardır 41 . Kısacas ı , Din Sosyolojisi dinin toplum, toplumun din üzerindeki karşılıklı etki ve tepkileriyle dini gruplar ı inceler. Din Sosyolojisi, ba ğımsız bir disiplin olarak daha dünyaya gözlerini açmadan önce onun hesab ına ba şka disiplinler pek çok malzeme toplamış tı . Bu malzemenin ço ğu, 20. yüzyılda elde edilmi ş olup zaman zaman teolojik, filozofik ve psikolojik yönlerden bölümlenmi ş ve incelenmi ştir. Bununla beraber, 20. yüzy ıl ba şlangıcına kadar toplanm ş olan malzemeyi tarafs ız ve özel bir metotla ele almış olan hiç bir diri sosyolojisi mevcut de ğildir. Wach, Amerikan, İngiliz, Felemenk, Frans ız ve Iskandinav sosyolologlarına, pek çok şeyler borçlu oldu ğunu kabul etmekle beraber, gerek mizacı ve gerekse yeti ş me tarzı bakımından anlayış sosyolojisi ve bu okulun Werner Sombart ve Gekurucularından olan Max Weber, Ernst Troeltsch, _ orge Simmelin yaratt ıkları gelene ğin içinde kalmıştır. Kişisel olarak da Dilthey-'in etkisi alt ındadır. Bilindiği gibi Diltlı ba ğımsız bir sosyolojinin kurulmas ına muhaliftir. Bununla beraber yazar ın felsefi ve tarihi eserleri sistematik ve metodolojik yönlerden önemlidir. Wach' ın Rickert'le payla ştığı fikir şudur: toplum olaylarının kavranmas ı özel bir de ğerler tablosuna kat ılmayı gerektirmez.... Fakat insanlar ın toplum içindeki davranışları, ancak e şyanı n manasma (Sinn) nüfuz etmekle anla şılır. Bunu do ğrulayan Max Weber be şeri hareket ve davran ışların diğer olaylardan farkl ı olduğunu; fakat anlaşabilirliğin, ampirik bilimler için çok akışkan sınırları olduğunu söyler. Wach, Max Weber'den ilk olarak din sosyolojisini ortaya atm ış bir bilgin olarak bahseder. Max Weber, eserinde kalvinizme büyük bir yer ay ırmkakla sistematik din sosyolojisine• yapt ığı büyük hizmetleri gölgede b ırakmış tır. Fazla olarak Max Weber bir çok konular ı eksik bırakmıştır. Mesela, ilkel dinleri, islam dinini ve bir çok önemli dinleri Dinler Şemasına sokmamışt ır. Bunun gibi din olaylarının temel anlamına kar şı gösterdi ği dikkatin yetersizli ği yüzünden s ımflamaları tam ve memnunluk verici de ğildir. Max Weberin eseri, bir çok yönlerden dostu Ernst Troeltsch' ın üstün değerdeki etütleriyle tamamland ı . Troeltsch' ın eseri H ıristiyanlık s ınırları 41 1961 yılında yaynnladiğım Din Sosyolojisine giri ş adlı eserinin üçüncü bölümüne bak.
39
içinde kaldı. Bu iki bilginin durumları karşdaştırdırsa Max Weberin daha çok toplumsal bilimlerde; Ernst Troeltsch' ın teoloji ve felsefede uzman oldukları görülür. Her ikisi de bo ş teorilere, ki şisel düşünce ve metafizik görüşlere saplanmayarak dini anlamdaki toplumsal olaylar ı çö, zümlerne ve vas ıfla:mada tarafs ız kalmasını bilmişlerdir. Bu tutum, gelece ğin din sosyologlarına ö ğütlenmeye de ğer bir örnektir. Bu büyük bilginlerin tuttu ğu tarafs ızlık yolunu halefleri kendileri kadar titizlikle izleyememi ş lerdir. Wach din sosyolojisi metodunun tarafs ız ve objektif olmas ı gereğini ileri sürer. Bununla beraber baz ı ilkelere uyulmak gereklidir. Birinci İlke, Dini tecrübenin geni ş ve çe şitli oldu ğunun anla şılmış olmasıdır. Bunun tabii bir sonucu olarak dinin her türlü sosyolojik etüdünün ilk a ş amada fenomenolojik ve psikolojik tipler üzerinde yap ılması gerekir
İkinci aş amada
dini tecrübenin çok sayıda tarihi tiplerini incelemede aranmal ıdır. Başka bir deyi şle araştırma alanını yalnız bir dini inceleyecek kadar daraltan her te şebbüs zorunlu olarak yetersizdir. İkinci İlke, din olaylarının manâ ve mahiyetine de ğer verme ve anlamad ır. Ara ştırıcı inceleme konusu ile bir yakınlık sa ğlamal ı ve elindeki malzemeyi sempatik bir anlay ışla yorumlamalıdır. Objektif olmak ald ırış sız olmak anlamında de ğildir. Bu durumda acaba bir tek din sosyolojisi mi yoksa her dine göre ayr ı bir sosyoloji mi bahis konusu olacakt ır. Wach'a göre bir tek din sosyolojisi olmak gerektir. Toplumun, bir katolik, bir marksist ve bir islam felsefesi olmas ına kar şılık objektif ölçütlere dayanan ve bütün dinler için geçerli ği olan tek bir din sosyolojisi vardır. Bu din sosyolojisine çe şitli açılardan yana şrnak ve onları farklı derecelerde gerçekle ştirmek mümkündür. Fakat biraz öncede söyledi ğimiz gibi bu sosyoloji aynı ş ekilde objektif ölçütlerden yararlanmak zorundad ır. Ara ş tırma amac ı, dini nitelikteki kavram, tören ve te şkilatı bütünü ile içine almak ve her kesimini bütünün bir parças ı olarak yorumlamak olmalıdır. Kısacası din sosyologu, yorum ilkelerini izlemek, dini fikir, mensek ve te şkilat şekillerinin mana ve maksadım bütünü ve tümü içinde anlamak zorundad ır. Her dini grubun din olaylarını kendine öz bir anlayışı ve kendine öz bir yorum tarz ı vardır. Bu durumda sosyologun çe şitli anlayış ve yorumları ne şekilde ele almas ı sorusu hat ıra gelebilir. Wach, bilgi sosyolojisi uzmanı Scheler'in izafiyecili ği (Relationisme) ile din sosyolojisinin tipolojik metodundan yararlanarak bu soruyu cevapland ırıyor. Din bilgininin, sosyolojik ara ştırma usullerine ah şması lazımdır. Buna kar şılık sosyologun da din hayatı ve onun dış belirtilerine ili şkin teori ve ipotezi din bilgininden alması ve öğrenmesi gereklidir. Böylece din bilginleriyle tophimu inceleyen kimseler 40
arasında işbirliği yapılarak din sosyolojisinin özel kategorileri olumlu bir şekilde meydana ç ıkarılır. Wach bu konuda şu yönleri belirterek yorum ilkelerinin önemine iş aret eder : a) Söz ve kavramlar ın bugünkü anlamlar ı. b) Günah, af, nedamet ve kurtulu ş gibi terimlerin dini anlamlar ı c) Dini bir çevrede bu terimler için yap ılan somut, bireysel ve teolojik yorumlar.
n 42,wc eR,
e, e ,4e4 o- n. P e
:ÇıAL4
1 "4",e,(4‹,_
ri Q
Kavram, mensek ve adet gibi ayr ı ayrı gözlemlenen olaylarla bunlar ı do ğuran ana tecrübeyi ba ğlılaştırmak (correlation) için çok ciddi te şebbüslere giri şilmedikçe, dini gruplar ın zihniyetine nüfuz etmek ve dini ya şayış , sembol ve davranışları anlamak mümkün de ğildir. Wach'a göre böyle bir sosyolojinin iki türlü inceleme alan ı vard ır :
Birinci alan, dinle toplum münasebetlerine ili şkin olup şu kesimleri ihtiva eder. a) İman, ibadet ve cemaatin sosyolojik kök ve görevleri. b) dinin toplum içinde ve üzerinde yapt ığı sosyolojik etki ve görevleri.
İkinci alan dini gruplardır. Bu alan bir çok yönlerden ele al ınabilir; fakat en önemli yönü şudur : "Araştırmaları, dini tecrübenin teorik, pratik ve sosyolojik anlat ı mları üzerine çekmek genel sosyolojinin görevleri aras ındadır. Efsane, doktrin ve do ğma dini tecrübenin teorik 'anlatt ım; dua, kurban, mensek, pratik anlat ılır]; te şkilat, kurulu ş ve otorite ise onun sosyolojik anlat ımıdır. Somut ve tarihi misalleri, sosyolojik görüşlerle ku ş atmak özel sosyolojinin görevidir. Bir Ergenekon efsanesi, bir G ılgamış destanı böyle bir etüde muhtaçt ır. Bu türlü ara ştırmalar tasavvuru mümkün olan en küçük birliklerden ba şlayarak yürütülmelidir. Mesela bir aile, bir klân, belli zaman ve mekandaki yersel bir grubun incelenmesi böyledir. Bu i şin en büyük tehlikesi daha önce ayn ı konuda teolojik, psikolojik veya antropolojik bir incelenmenin yap ılmış olmasından ileri gelir. Fakat bu tehlike de önlenmi ş bulunmaktadır; zira
bu
incelemeye hâkim olan sosyolojik görü ş tek ba şına kesin bir rol oynar." Sistematik bir din sosyolojisi, ideal olarak, günün veya geçmi şin bütün din gruplarını, soysal (etnik), kültürel ve siyasal nitelikleri olan tabii grupla münasebetleri bak ımından ele almak zorundad ır. 41
Wach Din sosyolojisi (Sociology of Religion) adlı kitab ının önsözünde Din ve toplum bilimlerinini birbirinden ay ıran çukurun üzerine bir köprü kurulmasını çok uygun buldu ğunu aç ıklamaktadır. Yazar bu konudaki hizmet ve yard ımını eksiksiz bir envanterden daha ziyade mütevazi bir sentez denemesi saymaktadır. Aynı yazar kitab ının son kısmında şunları söyliyecek derecede ileri gidiyor : Bu etüdün gruplar ın sosyolojik deskripsiyonu ile s ınırlanmış olması" toplum üzerinde yap ılan teolojik, felsefi ve metafizik ara ştırmaların ortaya attığı mes'eleleriji ask ıda kalrnas ıum Osii.ee.-kelftıl--edi.lıslei anlamında asla yorumlanmamalıdır Yazar ın amacı dinle toplumun kar şılıklı münasebetlerini ilgilendiren çe şitli dini ve felsefi malzemeyi okuyuculara sunmaktn.
B İBL İ YOGRAFYA:
Buraya kadar dip notlar ında ve metinlerde i ş aret edilenlerle birlikte a şa ğı daki eserler konu ile ilgilidir. Gustav Mensching, "
J.
Sociologie religieuse, Tr. Par P, Jundt, Paris, 1951.
" Welt Religion und Volk Religion,
1933.
Wach, La sociologie de la religion, Sociologie au XX eme siecle P. U. F. Paris, 1947
Religionsoziologie, Die Religion in Geschichte und Gegenwart 1932 Comparative Study of Religions, colombia universty press, 1958 H. Z. Ülken,
Dini Sosyoloji, İstanbul 1943
Mehmet Taplamacıoğlu,
Din Sosyolojisine giri ş, Ankara 1961
Archives de la Sociologie des religions No 1. Paris, 1960.
TraiM de sociologie, publie sous la direction de G. Gürvitsch, 1958 Nurettin
Şazi Kösemihal,
Sosyoloji tarihi.
Abdülkerimül Yafi, Temhit fih ilmül içtima' , Dr. G. Kesseler, Roger Mehl, 42
İstanbul, 1955. Ş am 1.957.
İçtimaiyata başlangıç, İstanbul 1938
Histoire et Socilogie religieuse, Strasbourg, 1962.
IV. D SOSYOLOJİSİNİN TARİHÇESİ
A. Din Sosyolojisinin öncüleri Sosyoloji, 20. Yüzyıl ba şında felsefi görü şlerden kurtularak belirli olayları kendi metotlanyla inceleyen bir bilim dal ı olmaya ba şlamıştır. Çe şitli toplum olayları aras ında din olayları önemli bir yer tutar. Deneysel bir sosyoloji ortaya çıktığı zaman, din sosyolojisi, sosyolojinin önemli bir bölümü olarak kurulmu ştur. Din sosyolojisi, bu anlamıyla pek yenidir. Fakat din üzerindeki ara ştırmalar çok eskidir. Toplum ve din olaylar ı iizerinde dü şünme ve ara ştırma en az 'tabiat olaylar ı kadar eskidir. Bunun kaynaklar ı ilk ça ğ Yunan felsefesine kadar çıkar. Manevi bilimlerin ba şlangıcı ilk yunan sofistlerinde görülür. Fakat onlardan önce tabiat bilimlerinin kurulma ğa ba şladığı sıralarda din hakkında bugünkülerine çok yak ın düşüncelere rastlan ır. Bunlar aras ında Kolophan (Colophan) lx Ksenophanes, (Xenophanes) ile Efesli Herakleitus tan bahsedilebilir. Birincisi çok tanr ılı (Polytheiste) dinlerdeki iman konusu, ötekisi ibâdet ve din törenlerini bilimsel yönden incelemi ş ve ele ştirmiştir. Dinler kadar tanr ı ve tanrı kullarımn çe şit ve kar şı tlığı üzerinde durmu ş , zamanındaki inanışların gerçek din ve tanrı anlayışına aykırı olduğunu göstererek, felsefi bir sezi şle tek tanr ıcılığı savunmuştur. Şüphesiz onların tanrılar/ ve tanrı görüşü daha çok bir teoloji ( ılâhiyat-kelâm) meselesidir." Bu fikirleri savunmak için zaman ın dinlerini ve,bu dinlerin toplum üzerindeki etkilerini inceleme, genel olarak dinler bilimi, özel olarakta din sosyolojisi bak ımından, yararlı olmuştur. Bunlardan sonra gelen sofistler dü şüncelerini fizik ve fizik-ötesi konulai't dan daha çok, insan ve topluma çevirmi şlerdir. Fikir tarihinde pek tan ınmış olan
« İnsan her şeyin ölçüsüdür. » düsturuna dayanarak bilim, ahIk
ve dinin insani kaynaklarını - aram ışlar, böylece dinlerin çe şitliliğini insan ve toplumların çe şitliliğinde görmü şlerdir. Dinin teorik anlat ımı olan mitolojiyi kendi görü şlerine göre yorumlamış ve aç ıklamışlardır. Sofistlerin görü şleri o zamanki dinlere dayan ıyordu. Toplumun din, dinin de toplum üzerinde ki kar şılıklı etkilerini incelemeleri kendilerine dinler bilimi ve diri sosyolojisi tarihinde önemli bir yer verdirmi ştir. Din sosyolojisi bakımından en orjinal görü şlere Eflâtunda rastlan ır. Eflâtun bir çok bilim ve felsefe konular ında oldu ğu gibi bu alanda da öncülük yapmaktad ır. Bu bakımdan onu bir din sosyolo ğu saymakta bir sak ınca yoktur. O din ve toplum olaylar ını çe şitli yollardan incelemi ş ve birbiriyle 43
sıkı münasebetlerini en ufak ve ince noktalar ına kadar göstermiştir. Eflâtunda 'felsefenin hareket noktas ı sofistlerin dayand ıkları ilkenin tam kar şıtıdır. Sofistler her şeyin ölçüsü insand ır (Homo-Mensura) diyordu. Eflatun "Her şeyin ölçüsü Tanrıdı r" diyor. Aristo felsefe, ahlak ve siyaset sistemlerini kurduktan sonra bütün bunlar ı din üzerinde temellendirmek istiyordu. Çünkü tasarladığı toplum düzeninin dinsiz yaşayamaca ğma inanıyordu. İlk büyük eseri olan Devlet (Politeia) gençlerin e ğitirninde dinin yerini belirttikten sonra, zamanın eğitim sistemlerinde uygulanan din ö ğretimine takışmakta ve yeni bir e ğitim ve ö ğretimin hangi ilkelere dayanmas ı gerektiğini göstermektedir'. Fakat yazarın din sosyolojisi bakımından .en önemli eseri şüphesizki kanun,
.
larıdır. (Nomoi). Eflatun bu kitapta günün toplumsal_ ş artlarına uygun bir devlet anayasas ının planını çizdikten sonra koydu ğu kanunların yalnız maddi yaptırımlarla (müeyyide) tutunam ıyaca ğını, asıl manevi yatırımların gerek tiğini, bunuda ancak dinin verebilece ğini ileri sürüyordu. Toplumda rastlanan her türlü bozuklu ğun, dinsizlikten, tanrılara inanmaktan ileri geldi ğini, dolayısıyla iyi bir toplum düzeninin kurulabilmesi için, ilkin dinsizli ğe karşı savaşmak gerektiğini ileri sürüyordu. Bu sava şta yap ılacak ilk i ş bir çok devletlerin yaptığı gibi dinsizliğe karşı kanunlar ç ıkarmaktır. Eflâtunun eserinde (kanunlar) dine kar şı işlenen suçlar ve bunlar ın yaptırım listesi Oldukça kabarıktır. Yazd ığı ceza kanununun hükümleri ilk ça ğ devletlerinin toplum hayat ında dinin oynadığı rolü belirtmek bakımından çok çekicidir. Fakat Eflatun yalnız bu maddi yardımların yani devletin dini korumas ının, dinsizliği önlemek için yeterli olmad ığım da görüyordu. Çünkü dinsizli ğin asıl sebebi maddi değil, mânevidir. Buda halktan de ğil, filozoflardan gelmekte idi. Böylece dinsizliğe götüren Materyalist felsefeye karg ı Spiritüalist bir felsefe kurmak gerekti ğini belirterek, fikir tarihinde ilk olarak sa ğlam bir ilahiyat (Theologie) sistemi kurdu. ilahiyat ın birinci işi Tanrının varlığını ispat . etmektir.' ,Bunun için klasik bir tak ım kamtlar veriyordu. İkinci i şi Tanrımn insanlarla ilgilendiğini, hiçbir kimsenin yapt ıklarının yanına kalmayaca ğını -ispat etmekti. Üçüncüsü, bir takım yalvarma veya ba ğışlarla Tamılarm kazanılamıyacağını ve herkesin kendi hareketinden sorumlu tutulaca ğını ispat etmekti. Eflatun dinde eylem kadar inanc ın da önemini, bu , eylem ve inancın bir toplumun, varolma ve yaşama şartlarından biri oldu ğunu belirtiyordu. Bu bak ımdan, Eflatan ilk din sosyologu olarak gösterilebilir. Aristo sosyolojinin ilk öncülleri aras ında sayılabilir. Fakat din hakkındaki görüşleri daha çok psikolojik ve metafizik temellere dayan ır. Aristodaki Tanrı anlayışının gerek Yunan gerekse Hristiyan ve islam dinlerindeki tesirleri bilinmektedir. Ortaça ğın Müslüman, Yahudi ve H ıristiyan Teologları Aristo'dan büyük ölçüde yararlanm ışlardır. Fakat din sosyolojisi alanında yazarın genel görüşlerden ileri gitti ğini sanmak yersizdir.
44
İskender saldırısı yüzünden Eski Yunan Sitelerinin yıkıldığı, öte yandan yunanl ılarla doğu milletlerinin karışmasından yeni bir âlemin belirdi ği görülüyor. Romalılarındoğu ülkeleriEflatun ve Aristodan sonra bir yandan
ne saldırmasından Hıristiyanlığın yayılmasına kadar süren zamana tarihte Helenistik ça ğ denir. Bu devir dinler tarihi kadar dinler bilimi yönünden de çok ilgi çekicidir. Zira bu devirde klasik yunan dini, bir yandan kendi içinde beliren felsefi okul ve ak ımların .dinin yerini almak için harcad ı kları çabalarla, öte yandan İran, İsrail ve Mısır gibi do ğulu dinlerin etkileriyle
özelliklerini kaybederek tarihi bir din olmaya ba şlamıştır. Aydınların felsef9yi kendilerine bir din edinmeleri, tarihi yunan dininin efsaneleri ve toplumun tuttu ğu din ve tanıdıkları tanrılara karşı uyanan ilgiler çe şitli ve geniş bir din edebiyatının doğmasına sebep olmuştur. Kutsal efsane, takvim, dini tören, din hukuku, ibadet, s ır, bayram, kurban, kâhin, tap ınak, tanrı şeceresi ve benzeri konular üzerinde zengin bir din edebiyat ı bu devrin öezellikleri arac ındadır42. Dine ve dinin tamm ına karşı gösterilen ilgi yunan dininden ba şka do ğu dinlerine de yöneliyor : Fenike, İsrail, Iran ve Mısır dinleri üzerine bir çok eserler yaz ılıyör ve bu arada kutsal kitaplar yunancaya çevriliyordu 43. Böylece ilk ça ğ dinleri ile onları takip eden Hıristiyanlığın doğma ve yayılma ş artlar ı hakkında en iyi tarihi bilgiler bu kaynaklarda yer al ıyordu. Bu bilgiler başhca üç kaynaktan gelir: Birinci kaynak Aristonun ö ğrencisi ve ondan sonra Aristo okulunun başkanı Theophrastos, İkincisi ünlü Co ğrafyacı Strabon, Üçüncüsü Tarihçi Plutarkhos'tur. Hıristiyanh ğın ortaya çıkmasıyla ruhlar kuvvetli bir iman ışığı etrafında toplanıyor. Bu iman kendini anlamak ve anlatmak istedi ği zaman Helenistik devrin Felsefe akımlarından olan Stoac ılık ile yeni Eflâtunculu ğun yardımına baş vuruyor. Dini inanışı felsefi bir şekilde açıklama ihtiyacından bir Hıristiyan teolojisi (Kelâm) do ğuyordu. Daha sonra gelen islâmiyet de ayn ı Yunan kaynaklarından faydalanıyor; Böylece bütün orta ça ğ boyunca, din bilgisi, aşağı yukarı kelâmdan (teolojiden) ibaret kal ıyordu. Dinler biliminin, bütün bilimler gibi yeni ça ğın akliyeciliği ile ba şladığmda şüphe yoktur. Almanların Aufklârung, Fransızların Siecle de Lumieres ad ını verdikleri bu rasyonalizm veya Ayd ınlanma hareketi İngiltere, Fransa ve Almanyada 17 - 18. yüzy ıllarda kuvvetleniyordu. İlk çağda olduğu gibi
42 Le 0.6ıie Grec dans la Religlion. 1. Bölüm, II. bahis sh. 842 Louis Gernet et Andre. Boulanger. 43 Elimizde bulunan en eski Tevrat metinlerinden biri, Isa'dan önce 3. yüzy ılda yetişmiş Ibrani alimi tarafından Iskenderiyede yazılan Yunanca bir metindir.
45
bir yandan düşünce lâyilde şiyor, öte yandan din bilgileri, zenginle şiyordu. Bu hareketin bir çok sebepleri vard ır . Fakat ba şlıca sebep ça ğdaş bilmin doğması ve gelişmesidir. Genel olarak bilim ve bilimsel dü şünce ba ğımsızlık kazanınca her alana uzan ır. Din de zorunlu olarak onun ara ştırma alanından uzak kalamazdı. Fakat henüz ça ğdaş bilim doğmadan önce haçlı savaşlar hıristiyanhkla islâmh ğı karşı karşıya getirdi ği gibi yeni kara parçalar ının keşfi de mevcut dinlerden ba şka dinlerin varlığını öğretinişti. Amerika yerlilerinin dinleri kadar, çe şitli Asya dinleri de inceleme ve kar şılaştırma konüsu olmuştur. Bu çe şitli dinleri birbirleriyle ve H ıristiyanlıkla kar şılaştırma, din bilimi denilen genel bir disiplinin ba şlangıcı olmuştur. Fakat bu bilim çalışmalarr zamanın toplumsal gereklerine cevap veren bir felsefe hareketini doğurmuştur ki buna tabii din (Religio Naturalis) anlayışı denir. Aydınlık devri filozoflan, baz ı ilk ça ğ filozoflarımn ve özellikle helenistik çağ filozoflarmın görüşüne dayanarak, bütün dinlerde tabii ve mü şterek noktalar bulundu ğunu, insanda din duygusunun ve Tanrı fikrinin tabii olarak mevcut olduğunu ileri sürmüş ve yalnız bu tabii duygu veya fikrin tAılili üzerine bir din kurmak istemişlerdir. Büyük ölçüde Protestanhktan ilham alan bu görüş , tarihi dinlerden yalnız bu tabü, duyguya uygun olanı alıyor. Dinin akla uygun olmayan yerlerini sadece bir gelenek olarak kabul ediyordu. Bunlara göre üstün bir Tanr ı vardır. Ona inanmak ve ibadet etmek lâz ımdır. Bu ibâdetin esas ı da fazilet ve tanr ı sevgisidir. Her günahın bir nedameti vardır. Nedamet ise vicdan azab ına götürür. Bu azap günah]. öder. Ölümden sonra iyiliğin ve kötülüğün bir mükâfat ve mücazat ı olur. Böylece akılla bulabildiğimiz bir takım genel ve iiimel gerçekler varekr. Bunlar tabii dinin temelidir. Böylece kendilerine tanr ıcı (Deiste) adını veren bu Filozoflar, İlk ça ğda olduğu gibi, bir türlü felsefi dine gidiyorlard ı. Bunun da vardığı sonuç Aug. •Comte' ıin dediği gibi, dinin inkârı oluyordu. Çünkü din gibi tabiat üstü bir Kurumu, tabii bir kurum olarak göstermek, onun mahiyetini inkâr etmek demekti. Nitekim 18. Yüzyılın aşırı fertçiliği, ilkin kiliseye kar şı yapılan tenkidleri sonra dine çevirmi ş ve dinin artık tarihi rolünü oynad ığı fikrini ileri süren bir türlü dinsizli ğin doğmasına yol açmıştı. Fransız devrimi böyle bir hava içinde gelişmiş ve sadece hakikat denilen hayali bir Tanrıya tapacak kadar ileri gitmiştir 44.
44 Bu felsefenin din meselesi ile ilgili alan ında başlıca mümessillleri ingilterede. John Locke, Herbert of Cherbury, Barkly ve David Hume, Almanyada Leibnitz ve Wolff, Fransada Voltaire ve Rousseau'dur. Bunlar hakk ında şüphesiz felsefe tarihi eserlerinde geni ş bilgi vardır. Türkiye de bu konu . üzerinde oldukça geni ş bir bilgi veren ve aydınlık felsefesi hakkında türkçede ilk yazılmış eser olarak İ stanbul -üniversitesi Profesörlerinden Macit Gökberk'in Kant ve Herder'in Tarih Felsefesi üzerine denemesini gösterebiliriz.
46
B. Din Sosyolojisinin kurumlar ı 19. Yüzyıl ve onu temsil eden pozitivist felsefe 18. yüzy ıl akliyeciliğinin bir tepkisi olarak ortaya ç ıkıyor. Toplum meselelerini, olaylar ın objektifinden görmek isteyen 'bu felsefenin ba şlıca mümessiii Aug. Comte, ba şka alanlarda olduğu gibi,, toplum konusundada tecrübe metodunu gaye ediniyor : Bu maksatla sosyoloji kadar, Din sosyolojisinin de kurucusu olarak görünmek istiyor. Aug. Comte sosyolojiyi iki temelli bölüme ay ınyor : Statik Sosyal, Dinamik Sosyal. Statik Sosyal bir toplumu yapan ve ya şatan temel unsurlar ı inceliyor ve. birbirleriyle münasebetlerini tesbit ediyordu, yani bu statik bir toplum düzeninin bilimi idi. Dinamik sosyal ise temel unsurlar ın tarih boyunca geli ş mesini inceliyordu; dolayısıyla bu da toplumsal ilerlemenin bilmi idi. Gerek Statik sosyal gerekse Dinamik sosyalin temel unsuru dindi. Ona göre toplumu meydana getiren üç temel vard ır : Aile, Devlet ve Din.
Bunlar olmadan bir toplum kurulamaz. Toplum düzeninin tam veya eksik, iyi veya kötü olmas ı bunlar arasındaki dengeye ba ğlıdır. Böylece Din, Aile ve Devlet gibi, insan ın tabiatından çıkan ve toplu halde ya ş ayan insan için gerekli bir kurumdur. Nerede insan toplumu varsa orada bir din vard ır. Böylece Aug. Comte, kurmay ı tasarladığı pozitif toplumun pozitivist bir dini olaca ğım ileri sürerek bir "Pozitivist 45 bile yazmıştı. Bu ilmihal bugünkü anlamda bir din kitabı sayılabilir. Çünkü, onda, toplum ve din münasebetleri, dinin tarifi, toplum hayatındaki rolü inceden inceye ele al ınmıştır Dinamik sosyal bakımından, üç hal kanunu, insanl ığın ilk dünya ve hayat anlayışının din olduğunu gösteriyor. Bu kanuna göre insan dü şünce•
sinin hareket noktas ı dindi. İlk düşünce şekli teolojik idi: Metafizik dü şünce, teolojik düşünce ile pozitif dü şünce aras ında geçici bir ya şayış tarzı olduğuna, ve pozitif ça ğın da ondan sonra kurulaca ğına göre, tarih boyunca insanh ğa hakim olan düşünce kayna ğını dinden almış oluyordu. Ona göre, metafizik ça ğ aşağı yukarı klasik Yunanla ba şlıyor. Halbuki Yunanhlarda büyük ve kuvvetli bir mistiklik do ğduğu ve Felsefe sistemlerinin zamanla dini şekil alarak Hıristiyanhkta sona erdi ği bilinmektedir. Orta ça ğ ise, tarihin tanıdığı en büyük dinlerin 'do ğduğu ve yayıldığı bir çağelır. Dolayısiyle pozitif ça ğa kadar geçen zaman boyunca, insanl ığın alın yazısında din en önemli bir rol oynar. O halde, Dinamik sosyal, bir Felsefe ve din tarihi olarak ortaya ç ıkıyor. Belli dünya görüşüne, belli din görü şleri tekabül eder. Böylece, Aug, Comte ilk olarak dinlerin evrim ve geli şmesi kanununu ortaya koymu ş oluyor. Orada
45 Cathechisme Positiviste, TürlsCeye Peyami Erman taraf ından çevrilmiştir.
47
Fetişizm'den politeizm'e ve oradan Monoteizm'e geçi şin genel bir kanununu buluyor. Aug. Comte'un Frans ız sosyolojisi üzerinde bıraktığı etki bu güne kadar devam edegelmi ştir..1)ç hal kanunu insan bilgisinin geli şme,si kanunudur. Aug. Comte'den sonra, Frans ız sosyolojisini en iyi temsil'eden Durkheimda da bu tesir pek iyi görülüyor. Durkheim sosyolojisinin temelini kollektif şuur (Conseience colletive) anlay ışı te şkil eder. Kollektif şuur ortakla ş a tasavvurlar tümüdür. Ortakla şa tasavvurların temeli başlangıçta Dini tasavvurlardı. Böylece Durkheim sosyolojisini en geni ş anlamıyla, bir din sosyolojisi olarak görmekte bir sak ınca yoktur. Durkheimin ilk ve en önemli eseri,olan toplumsal işbölümü 46 işbölümünü yani medeniyetin ilerlemesiyle geli şen ,
çeşitli toplumsal kurumlar ı ve bu arada dini inceler. Meşhur mihaniki ve uzvi dayanışma sistemlerine göre yazar ilkel ve ileri dinleri birbirinden ay ırır. Yazar uzvi dayanışmada ortakla şa bilincin (kollektif Şuurun) şiddetini kaybetmesini, dini hukuktan layik hukuka geçi şle ispat etmeye kalkıyor. Ilk'hukukun dini niteliği üzerinde duruyor. Hukuk sisteminin zamanla nasıl dini şekilden layik şekle geçti ğini inceliyor. Durkheim'in bu eserinden sonra kurdu ğu Ann& Sociologique dergisinde yazd ığı ilk yazı din olaylarının tanımı 47 üzerindedir. Burada yazar Aug. Comte'a ba ğlı kalarak dinin toplumsallığı üzerinde duruyor. Din olaylar ım objektif bir gözle inceleyen bir dinler biliminin nasıl kurulabilece ğini anlatıyor. Annee Sociologique dergisinin her say ısında, çe şitli sosyoloji alanlarında yapılan yayınları bildiren bölümlerin birincisini Din Sosyolojisi te şkil eder. Bir din sosyolojisi terimine ilk defa bu dergide rastlanır Din Hayatımn iptidai şekilleri adlı eseri 48 din sosyolojisinin en klasiklerinden biridir. Bu eserin önsözü yaln ız sosyolojide ,
de ğil, felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Çünkü yazar orada, klasik felsefe nin en önemli konusu olan Bilgi Nazariyesini, sosyolojik bir gözle çözümlemeyi deniyor. Düşüncemizin muhtevası gibi şeklinin de, toplumsal ve dolay ısıyla dini oldu ğunu savunuyor. E şyayı anlamak için zihnin kulland ığı başlıca kategorilerin (zaman, mekan, illiyet ve benzeri) kurulu şunda dinin oynadığı rolü belirtiyor. Insan ın kendisylie dünya hakk ında edindi ği ilk tasavvurların kayna ğı dindir diyor. İnsan, Dünya ve Tanrı ile ilgili görüşleri ihtiva etmiyen bir din yoktur. Felsefe ve Bilim Binden do ğmuştur. Din yalmz insan düşüncesini zenginle ştirmekle. kalmamış , insan düşünceslnin oluş ve kuruluşuna da yardım etmiştir". 49 Fekat Durkheim'e göre dinin as ıl görevi, yalnız insanın düşüncesini geliştirmek değil, onu belli ideallere ba ğlıyarak
46 De la Division du Travail Social, 1893. 47 De la Definition des Phenomenes socianx, 1899. 48 Les Formes Elementaires de la vie Religiense. 49 Les Formes Elementaires de la Vie Religiense, Introduction, sh, 12.
48
manen ve ahlâkan yükseltmektir Dinin gerçek görevi yaln ızca bizi diişündürmek, bilgimizi zenginle ştirmek değil, bizi harekete getirmek ve ya şamamıza yardım etmektir. Hayat ın güçlükleri artt ıkça mümin kendini daha güçlü hisseder. İmanın birinci şartı kurtuluşa inanmaktır. Bu duruma göre dini kuvvetler insani, ve ahlaki kuvvetlerdir 5°. Durkheim dinin bu ahlaki ve manevi kuvvetini INTIHAR adlı eserinde göstermiştir. Böylece Durkheim, dinin çe şitli olaylar üzerindeki etkilerini belirtmek suretiyle ilk olarak bilimsel bir din sosyolojisi kurmu ştur. Aynı eserin sonunda yazar şöyle diyor : Dü şüncenin temel kategorileri ve dolay ısıyla bilim, ahlak ve hukuk kurallar ı dinden çıkmıştır. Daha geniş anlamda" bütün toplumsal kurumlar ın ana kayna ğı dindir 51 . Durkheim bugün dahi sosyolojinin belliba şlı klasilderi aras ında kalmaktadır. Fakat o memleketimizde ad ıyla çok fikir ve doktrini ile az tan ınmış bir bilgindir. Durkheim'in kurdu ğu Anne Sociologique" dergisi etrafında toplanan kimselerin sosyolojik ara ştırmalarımn ağırlı k merkezini gene din sosyolojisi teşkil eder. Mauss ile Hubert'in gerek birlikte gerekse ayr ı ayrı yayınladıkları etütler hep aym konu ile ilgilidir. Kurbamn mahiyeti ve toplumsal görevi üzerine deneme 52 bunların en önemli eserlerindendir. Tam olarak Durkheim'in görüşünde olmakla beraber Frans ız sosyolojisine büyük hizmeti dokunan bir yazar da Lucien Lb. ıy Bruhl'dür. İptidailer 53 üzerinde yapt ığı çeşitli incele meleri arasında İlkel zihniyet, İlkel ruh 54, ilkel toplumlarda zihni görevler. gib; klasik olanlar vard ır 55
.
Durkheim okulundan olmad ığı gibi meslekten bir sosyolog da olmayan fakat ça ğımızın en büyük filozofu sayılan Henri Bergson'un Ahlak ile dinin iki kaynağı 56 adlı eserinde, din meselesi şüphesiz yeni ufuklar açm ıştır
Aug. Comte'tan beri dinin toplumsal kökü ve görevi hakk ında ileri sürülen fikirler en büyük ve en kuvvetli tenkidi Bergson'dan görmü ştür. O, Dinin
50 Aynı eser, Conclusion, sh, 595. 51 Aynı eser, Conclusions, sh. 568. 52 Essai sur la Nature et la Fonetion Sociale du Sacrifice. 53 La Mentalite Primitive. 54 L'Ame Primitive. 55 Les Fonctions Mentales dans les Societes Primitives. 56 Le Deux Sources de la Morale et de la Religion.
Din Sosyolojisi F. 4
49
yalmz toplumsal sebeplerle açiklanamayaca ğım, daha derin sebeplerin ara ştırılması gerektiğini ileri sürüyor. Durkheim'in kollektif şuuru ve Levy-Bruhl'un ilkel zihniyeti ile dini aç ıklamağa imkân olmadığını söylüyor. Dinin psiko- biyolojik bir izahını verdikten sonra, ilkel dinlerden ileri dinlere do ğru din anlayışlı= nasıl geliştiğini gösteriyor. Statik ve dinamik diye dinleri ikiye ayırdıktan sonra, ilkel dinleri birinci kategoriye, yüksek dinleri de ikinci kategoriye koyuyor. Sonra bu iki türlü dini kar şıhyan iki türlü ahlak, iki türlü hukuk görü şünün varlığını belirtiyor. Bu görü şün orjinal tarafı ilkel dinlerle ileri dinler yahut eski ça ğ dinleriyle yeni dinler aras ında, sosyologlarm bir türlü gösteremedikleri fark ı belirtmiş olmasıdır. Insanh ğın bütün üstün kavram ve duyguları insan hakları, demokrasi, e şitllik, karde şlik, insana saygı hep dinden geliyor. Hatta bugünkü tekni ğin, batı medeniyetindeki bütün nimetlerinin dinden geldi ğini, en inandırıcı bir dille aç ıklıyor. Fransada din konusuyla u ğra şanlar yalnız bunlar de ğildir. Fakat belirli bir konu üzerinde kalmak amac ı din sosyolojisine do ğrudan doğruya veya dolayısıyla yardımı dokunan din ara ştırmaları= hepsinden bahsetmeyi imkansız kılmaktadır Yalnız bir noktayı belirtmek gerekirki bu konu üzerinde aşağı yukarı yüzyıldan fazla bir zamandan beri u ğraşılmakla beraber bütün meseleleri bir arada gözden geçiren sistematik bir eser yoktur Şimdilik elimizde Roger Rastider'in Din sosyolojisinin unsurları 57 adli ufak bir eseri vard ır. Buna birde 1950 de Almancadan çevrilen güstave Mensching'in din sosyolojisi 58 adlı eserini eklemek gerekir. Doğrudan doğruya din sosyolojisi ile u ğraşmamakla beraber genel dinler bilimine yaptıkları hizmet dolayısıyla din sosyolojisi için önemli say ılan bazı yazarlardan bahsetmek gerekir. Pinar De La Boullaye'nin dinlerin karşılaştırmah etüdü 59 adli eseri genel olarak din, özel olarak din sosyolojisi incelemelerinde izlenecek yolu göstermek bak ımından çok ilginçtir. Buna Raoul De la Grasserie'nin Dinlerin sosyolojik bak ımdan mukayesesi 69 adli eserini de eklemek gerektir. Bunlardan ba şka din konusunda Milletler aras ı şöhreti olan Hollandalı Van Der Leeuw'un Frans ızcaya çevrilen Özü ve belirtileri içinde din" 61 adlı eseri de bunlara kat ılabilir. Nasıl aydınlık felsefesi ilkin İngilterede do ğmuş ve oradan bat ı ülkelerine yayılmış ise, Pozitivizm hareketi de Aug. Comte'tan sonra Fransan ın dışına yayılmıştır. Comte'u izleyen ilk dü şünür İngilterede Stuart Mil 57 Elements de Sociologic Religieuse.. 58 Sociologie Religieuse. 59 Etude Comparte des Religions. 60 Des. Religions Compares au point de vue Sociologique. 61 La Religion dans son Essence et ses Manifestations.
50
olmuştur. İngiltere, Fransa gibi, bir devrim memleketi olmasada, orada da bir takım toplumsal meseleler, sosyalizmin ve onunla birlikte sosyololojinin doğmasına sebep olmuştur. Fakat İngiliz muhafazakörlığı şosyolojiyi daima şüphe ile kar şılamıştır. Bunun için Ingilterede Fransada oldu ğu gibi bağımsız sosyoloji akımından ziyade toplumsal meseleleri inceleyen özel toplum bilimlerinin geliştiği görülür. Bir bakıma genel sosyolojinin bir kolu olan din sosyolojisi içinde hal böyle olmuştur. Din sosyolojisinin görece ği işler, inceleyece ği konular ve uygulayaca ğı metodlar Almanya ve Fransada oldu ğu kadar açık ve sistematik bir şekilde tayin edilememiştir. Onun için sosyolojide ün salanlar saf sosyolojiden daha çok sosyolojinin yard ımcı kollarında çalışanlar olmuştur. Bunların da başmda etnolog ve etnograflar gelir. Ba şhcalan Frazer ile Taylor'dır. Birincisi Totemizm üzerindeki çal ışmalarıyla tanınmıştır Totemizm ve dış evlenme 62 Altın Dal 63 en mühim eserleridir. İkincisi iptidai kültür 64 adlı eseri ile ün salmışur. Fakat din Bilimi gibi din sosyoloji,
sinde de en önemli rolü oynayan yazar Max Müller'dir. Bu düşünürün dinler üzerinde karşılaştırmalı etüdünün genel din biliminin kurulmas ında büyük yararı olmuştur 65 .
Sistematik din sosyolojisi çalışmalarına Almanya ve Amerikada rastlanıyor. Bunların başmda Max Weber'in çalışmaları gelir. Weber toplum, iktisat ve din üzerindeki incelemeleriyle tan ınmıştır. En önemli eserleri olan Ekonomi ve Toplum 66 ve Din sosyolojisi dergisi 67 sistematik din sosyolojisinin ana hatlarıni çizmiştir. Eserlerinin mihrak noktas ını Hıristiyanlık, ve Kalvianizm te şkil eder. Burada yazar din ve iktisat münasebetlerini inceler. Bundan başka Weber hıristiyanlık dışında kalan birçok dinleri, bu arada ilkel dinleri, islâmh ğı ihmal etmi ştir. 68 Max Weber'in eksiklerini Ernst Troeltsch tamamlamıştır Fakat bu yazar da incelemelerini yaln ızca Hıris tiyanhğa hasretmek gafletini göstermi ştir. Asıl tarihi ve sistematik din sosyolojisini, birinci Dünya Sava şım takip eden yıllarda, Max Weber'in öğrencileri kurmu ştur. Bunların en önemlisi Joachim Wach'dır. Wach, bugün çok tan ınmış bir din sosyologudur. 1931 de din sosyolojisine giriş 69 adlı eseri ile ilk olarak sistematik bir Din Sosyolojisi yazmıştır. Bu ufak eserde tamam ıyla tecrübi, kendi deyimiyle Ampirik bir din sosyolojisinin, metot, konu, alan ve sınırı ana çizgileriyle görülür. 1935
62 Totemism and Exogamy. 63 Golden Bough.. 64 Primitive Culture. 65 H. Ziya Ulken, Dini Sasyoloji 66 Wirtschaft und Geselsohaft. 1925. 67 Gesammelte Aufsiltze zur Religions Siziologie. 1927. 68 Joachim Wach, Sociology of Rengim", sh. 3. Chicago, 1944. 69 Einführung in die Religionssoziologie.
51
yılında Almanyada geli şen siyasi olaylar dolayısıyla Amerika Birleşik Devletlerine gitmiş ve 1944 yılında en önemli eseri olan Din Sosyolojisini ingilizce olarak yazmıştır 7° Max Weber ile Joachim Wach'tan sonra ikinci derecede önemli alman din sosyologu Güstav Mensching'dir. Dinler Biliminin de ği.
şik konuları üzerinde çe şitli eserler yazan Mensching Bat ı Almanya ve belki de bütün Avrupada bugün bu konuda söz sahibi büyük bir bilgindir. Yazar Daha önce 1938 yılında ulusal ve Evrensel din (Volksreligion und Weltreligion) adlı çok ilginç bir eser yaymlam ış, 1947 yılında yazdığı Din Sosyolojisi adlı eseri 1951 yılında frans ızcaya çevrilmi ştir 71
- 72 .
Alanının geni şliğ; ve konusunun önemi dolayı sıyla sosyolojinin pek zengin bir edebiyat ı vardır. Buna kar şılık Din Sosyolojisi üzerinde sistematik yazıların sayısı pek azdır. Bugün Batı Almanyada Gabriel le Bras, Wach ve Mensching'den ba şka önemli yazarlara rastlanmaz. Türkçede yay ınlanmış ilk eser Prof. H. Z. Ülkenin Dini Sosyolojisidir. İkincisi yazarın 1961 yılında yayınladığı Din Sosyolojisine Giri ş adli eserdir. 1960 yılında kısa bir süre için Ilahiyat Fakültesinde ders veren Hans Freyer almanca olarak 90 sayfalık bir Din Sosyolojisi Özetini sözü geçen Fakültenin Dekamna teslim etmi şsede bu eser bugüne kadar dilimize çevrilmemi ş*. Sözü geçen eserin Türkçeye çevrilmesiyle Prof. Bedi Ziya Egemen görevlendirilmi ştir. Ziya Gökalp'm Din Sosyolojisine ilişkin ders notlar ımn bulunduğu söylenmekte isede bugüe kadar bunları elde etmek mümkün olamam ıştır 73 .
C. DIN SOSYOLOJİSİNDE SON GELIŞMELER Dinle Toplum münasebetlerinin esash bir şekilde ele ahnmas ı, ancak 19. yüzyıldan başlar. Bu durumu daha önce belirtmi ştik. Şu kadar k; bu ilgilenme, başlangıçta ancak ilkel dinlere kar şı olup bunda akliyecievrimcilik (evolutionisme rationaliste) din ve sihiri, günlük hayat ın teorik ve pratik problemlerini çözmek için ilk araç olarak tan ır. Bunlar Spencer ve Taylor da oldu ğu gibi rasyonalist bilim ve tekniğin gelişmesi karşı sın da kendiliklerinden kaybolup giderler. Tarihi maddecilik hemen ayn ı iyimser bir görü şle bu münasebetleri temellendirme ğe çahşır. Mesela Karl Marx dini, üretim münasebetlerinden ve buna ba ğlı sınıf çat ışmalarından hareket ederek aç ıklamaya çah şır. Marx'a göre din egemen s ınıfın imtiyazlarını koruyan bir araç olup toplumun alt yap ısı üzerinde muhafazakâr bir etki yapar. 70 Sociology of Religion•Chicago-. 1944 son bask ısı 1957
71 Sociologie der Religion-Bonn. 1947 72 Sociologie Religieuse Paris. Payot. 1951 73 Tarafımdan yayınlanan Din Sosyolojisine giri ş'te Türkiyede Din sosyolojisi çah şmalarr (Sayfa 93-97) Bak. Bu eser'in genel Bilgiler k ısmı.
52
Emile Durkheim, Bronislav Malinowski, Max weber, ve Ernst Troeltsch ile Din Sosyolojisinin Alt ın Devri ba şlamıştır. Durkheim hem rasyonalizmi hemde Max Müller natüralizmini a ş arak bünyesinde dinin ilkel şeklini, müş ahede etti ği totemcilikten hareket ederek toplumu yaln ız ba şına hem dinin kökü hemde konusu olarak inceledi. Buna kar şıhk Tanrı ve Kutsalı, toplumun sembolleri ve grup dayan ışmalarının kişileştirilmesi olarak ele aldı. Toplum, dini sembolları ve daha önce toplumsal olarak yap ılmakta olan törenleri dinin mihrak ı olarak kullanır. Bütün bunlar Durkheim'a göre kollektif tasavvurlar (Representations Collectives) in çekirde ği olan kollektif ve kültürel devinim kurallar ını anlatmak için yap ılır. Bu duruma göre dinin esası toplumsal birle ş me ve kayna şma (integration) dar. Bronislav Malinowski toplumdan söz açmakla yetinmiyerek dinin men ş einde bir ferdilik görmektedir. Yazar dinin rasyonalist yorumuna ve özellikle, Levy Bruhl'ün ilkel toplumların mantık öncesi zihniyeti (mentalite prelogique) tezine kar şı cephe almaktadır. Bu toplumlarda rasyonel tekni ğin bilindiği, din ve sihirin sadece ilk ş ekiller oimadıkları, bunların ba ğımsız sistemler oldukları, bu vasıtalarla rasyonel yönden kontrolu mümkün olmayan zararl ı tesirlerin yok edilemedi ği ve insanların güvensizlik ve korku hallerinde yeni heyecanlara uymaya sevkedildi ği söylenmektedir. Dini törenlerde sa ğlanan iç bo ş altmalar, fertlerin gruplardan ayr ılması tehlikesini önler. Ernst Troeltsch, Hıristiyan kilise ve gruplar ının toplumsal doktrinlerini inceleyen ara ş tırmalar ında kilise ile mezhepleri (sectes) birbirinden ay ırt etmektedir. Bunlar özellikle toplum içindeki farkl ı durumlarıyla bir birinden ayrılırlar ki böylece sosyal teorileri farkl ı olan tipik gruplar bir topluma kat ılma yolunu bulmu ş olurlar. Bunun bir sonucu olarak dinin kendine öz dinamizmi hiç bir ş ekilde inkâr edilmi ş olmaz. Troeltsch, ilk h ıristiyanhkta bayatlam ış bir kalı ptan daha çok fikri bir devrim görmektedir. Eski ça ğda toplum buhranları halkın alt tabakalar ına ancak endirekt olarak sokulmu ş ve Hıristiyan Ilkin kurulmas ın ı sa ğlamıştır. Zira önemli dini yenilikler ve türü kendine öz birçok din birliklerinin kurulmas ı bu tabakada daima müsait kar şılanmıştır. Din Sosyolojisinde klasik devrin en önemli temsilcisi olan Max Weber her şeyden önce Bat ı Kültürünün gelişimi ile ilgilenmektedir. Bu yazar toplum ve din münasebetlerinin Hint, Çin ve Yahudilikteki tarihi kar şıla ştırmalarım yaparak şu sonuçlara varmaktad ır : Bilgine göre iktisadi ve genel farklar dini ve ahlâki alandaki farklara uymaktad ır. Toplum dokularnam de ğiş mesiyle dinlerin kar şı sına yeni problemler ç ıkmakta ve bu problemleri her din kendi doktrinine göre çözmektedir. Toplum, iktisat .4ve din arasında karşılıklı etki ve tepkiler vard ır. Max Weber'in bu tezi marksizimin din olaylarını tek sebebe ba ğlama (Monocausal) yolundaki aç ıklamalarını 53
yetersiz bularak reddetmektedir. Merkezi inanç doktrinlerinin etkisi alt ında Kalvinizm bir gruba has iktisadi özelliklerin geli şmesine vesile olmu ştur. Bu da ça ğdaş kapitalizme esash etkiler yaparak onu geli ştirmiştir. Harp aras ı devirde din sosyolojisi önemli bir ilerleme yapamam ıştır. Bu süre içinde en çok sözü edilmeye de ğer tartışmalar Weber'in tezi üzerinde olmuştur. Bu arada Erha Tawny'den söz aç ılabilir. Bu yazara göre Weber, kalvinist protestanl ığın ve kapitalist iktisat zihniyetinin do ğmasında dinin rolunu olurundan daha büyük göstermi ştir. Gerek J. Wach' ın gerekse G. Mensching'in Din sosyolojisi eserleri sistematik din sosyolojisinin ilk ve esaslı denemeleridir. Şu kadar ki bu denemelerin kar şılaştırmalı Dinler Bilimiyle olan yakın ilgileri su götürmez bir gerçektir. Avrupadaki Din Sosyolojisi frans ız kilise çevrelerinin çaba ve çal ışmalarıyla önemli ilerleme ve geli şmeler yapmıştır. Gabriel le Bras, frans ız katolik lerinin dini pratikleri hakkında geniş denemelerde bulundu. Sonralar ı bu çahşmalara F. Boulard, Y. Daniel, J. Labbens, L-J Lebert ve E. Pin gibi bilginler de katıld ı. İkinci ve oldukça etkin bir ara ştırma merkezi Hollanda da kuruldu. Burada W. Banning, J. P. Kruijt, ve G. H. L. Zeegers'in çah ştıkları görülür. Bugün bir çok mezhep ara ştırma enstitüleri, kiliselerin toplumsal ara ştırmalar için yapt ığı çalış malara kat ılmak iste ğindedir. Burada Steinmetz'in planoloji tesirleri görülür. Fransada ba şlayan bu hareket Belçika, İtalya, İspanya, Kanada ve Güney Amerikaya yay ıldığı gibi Hollanda da ba şlayan hareket te oradan Avusturya ve Almanyaya yay ılmıştır. J. Freytag, N. Greinacher, R. Köster ve W. Menges bu etkiler alt ında çalış mışlardır. Bunlar arasında E. Pin istisna edilirse bütün bu ara ştırmaların büyük bir kısmı kilise adamları tarafından yapılmakta ve bu akı m kuvvetle tarihi, istatistik ve sosyografik do ğrultulara yönelmi ş bulunmaktad ır Fransada türeyen bir tak ım yeni bilginler pastoral bir do ğrultuya saparak din sosyolojisi görüşünden ayrılmışlar ve Gabriel le Bras' ın etrafında toplanarak Din Sosyolojisi Grubu içindeki yerlerini alm ışlardır. Bunların fikirlerini Dinler Sosyolojisi Arsivlervi (Archives de la Sociologie des religions) adl ı dergi yayar. Amaçlar ı daha çok teorik yönden kilise elemanlar ı üzerinde ara ştırmalar yapmakt ır. Kullandıkları metotlar Genel Sosyolojinin metotları olmakla beraber münferit dinlerin sosyolojisi ve nihayet çe şitli dinlerin genel bir din sosyolojisini kurmaya çal ışmaktadırlar. Bu yeni , yılında toplanan uluslar aras ı Dinler doğrultunun belirgin özelli ğini 1948 Sosyolojisi konferans ının 6. inci Kongresinde bulmakta-pz 74. Bu konferans 1959 yılında polonyada toplanmıştır. Bunun yanında 1958 plındanberi Din 74 Conferance internationale de Sociologie Relgieuse
54
Sosyolojisi enstitülerinin Milletler aras ı federasyonu yer almaktad ır. Bu kurulu şun fikirlerini yayan Social Compass yani toplumsal pusula adl ı dergidir. Amerika Birle şik Devletlerinde 1920-25 y ılları aras ında Protestan çevrelerde protestan kilisesinin intibak' ile ilgili problemler inceleme ve ara ştırma konusu olmuştur. H. P. Douglass ve R. W. Sonderson bu do ğrultuda çalış mışlardır. Fakat bu çal ış malar yarıda kalmış ve ancak büyük sava ş sonu olan 1945 yılından sonra bu ara ştırmalara devam olunmu ştur. Bugün kilise pratiği üzerinde dikkate' de ğer ara ştırmalar vard ır. Buna kar şılık protestan papazlarımn bölgelerinde beliren ve bunun dışına çıkan konular da yer almaktadır. Dinin evlenme ve aile üzerindeki etkileri, din ve toplumsal de ğiş meler, reform ve lâyikle ş me bu aradadır. N. Bellah' ın ara ştırmaları daha eski klasik din sosyolojisinde oldu ğu gibi toplum olaylarının tiimüne yönelmiş bulunmaktadır. Japonyada oldu ğu gibi din ile eğem enlik ve sanayileş me aras ındaki münasebetler böyledir. Ancak 1950 y ılından sonra ça ğdaş .
nazariyelere yönelmi ş bazı eserler ç ıkmıştır E K. Nothingham, J. M. Yinger ve T. F. Hoult'ün eserleri bu niteliktedir. Amerika Birle şik Devletlerinde Din Sosyolojisine karşı gösterilen ilgi gün geçtikçe artmaktad ır. Amerikan Sosyolojisinin tanınmış bilginlerinden T. Parson bu çal ışmaları beğenmekte ve sosyolojinin bugüne kadar ihmal edilen bu alanlar ında kendisi de emek harcamaktad ır.
D. Bugünkü durum : Günümüzün Din Sosyolojisi, dini art ık Aug. Comte örne ğine göre bir kültür gecikmesi (Retard de Civilisation) tipi olarak almamaktad ır Dinin doğuşunu tek bir sebebe ba ğlamak isteyen (Monocausal) her te ş ebbüs art ık bir çıkmaz yol olarak kabul edilmektedir. Din bugün için daha çok toplumun fonksiyonel bir ön şartı olarak dü şünülmekte ve dinle toplum aras ındaki karşılıklı etkiler üzerinde önemle durulmaktad ır. Bu münasebetle belirtelim ki, gerek dini tam olarak tan ımlamak ve gerekse onun toplumun fonksiyonel ön ş artı olduğunu ispat etmek oldukça güçtür. Din. Sosyolojisine kar şı din çevrelerinde beslenen güvensizlik hemen hemen ortadan kalkm ıştır. Öte yandan a şırı derecede idealist olan ve ferdiyeti ortadan kald ıran görü şler de hemen hemen silinmi ş Din Sosyolojisinin temel konularından biri, dinin bide ştirici görevidir. Toplumsal düzen problemleri yalnız ba şına iktidarla çözülecek türden değildir. Ortakla ş a bir de ğer sistemi bunun ikinci bir ipotezidir. Din, gerek değer ve normlara anlam vermek ve böylelikle fert üzerinde bask ı yepreı 4,tf "I Ol Ske erf
~it" 1 0` ,1
ON C.
da '101
g• 4
55
-ve heyeeardara hitabeden adet ve Virerdepi-dErakinondan,-~ gtuplarn ı-nıey.dana-gelınelerine yardım eden başka ..faluöslor bakımından ee gerekse yer yüzünde kar şılaşılan hayal lurıkhklarınfkırgı nlıkları ve hayati kendisine dünya ötesi bir ı ,S düzenle manalanclırmalk~ dengeye—getir-3~5i bak ımından şüphe yok ki, bir toplumun birle şmesine esaslı bir şekilde hizmet etmektedir. Fakat dinin bu birleştirme görevini ne dereceye kadar yerine getirdi ği sorusu bugünkü durumda kesin olarak cevapland ırılamaz. Din, bilinçli olarak, din mensuplar ı arasında bütünleyici ve birle ştirici bir rol oynar. Buna kar şılık dine ba ğlı orta tipte insanlar do ğrudan do ğruya dini değerlerin etkisi alt ında değildirler. Bugün genel geçerlikte kutsal tören ve de ğerlerden söz edilemez. Birbirleriyle ba ğdaş amayan yeni değer ve normlar meydana gelmi ştir. Bu yeni ölçülerde Hıristiyanh ğın ve diğer evrensel dinlerin çok eski fikri de ğerleri kutsal dışı mana değişikliklerine uğramıştır Amerika Birle şik Devletlerinde nicelik bak ımından kilise bağlarımn artışı bu durumda hiçbir de ğişiklik yapmamıştır Kilise bağlarının bu art ışı demokratik ya ş ayışın e ş değer sembolleri olarak ortaya ç ıkmıştır. Bunlar a şırı bir lâyikle ştirme sonucu olarak belirrni ş ve muhtevas ız bir inanış a inanış (Belief in Belief) olarak ço ğu zaman ortaya ç ıkmışlardır. Bütün bunlar pragmatik olarak yer yüzü bar ışına hizmet etmekte ve ünlü din adamları da onların propagandas ını yapmaktad ırlar. Bir zamanlar yeni ekonomi sistemlerinin esas itibariyle din etkisi altında bulunmalar ına karşılık bugün bu sistemler geni ş ölçüde dini ba ğlardan kurtulmuş ve din de kendi kabu ğuna çekilmiş veya özel alemine itilmi ştir. Böylece tersine dönen bu türlü süreci bir çok alanlarda izlemek mümkün olmuştur. Burada dinler genel niteliklerdeki görevlerini kaybetme kar şılığı özel (specifique) bir alana çekilmi ştir. Bu arada din ba ğları= gittikçe gevşemekte oldu ğu söylenebilir. Bunun bir çok sebepleri vard ır: önendileri şunlardır: bir defa Devletin din üzerindeki deneti kalkm ış ve bu suretle Devletin bu konudaki ald ırışsızlığı karşısında yurtta şlar dinle ilgilenmez olmu şlardır.
İkinci sebep, toplu göçlerdir. Güçler, grupların toplumsal köklerinden koparak şehirlere yerle şmesine, sosyalizmin yayılmasına ve dolayısıyla din bağlarınııı gevşemesine yol açm ıştır. Bununla beraber geri kald ığı iddia olunan dini te şkilat (Avrupa kilise te şkilatı) bu toplumsal de ğişmeler içinde ulusal niteli ğini korumağa çalışmıştır. Öte yandan dinin de toplumu parçalad ığı ileri sürülmektedir. Fakat bu konu sosyolojik yönden pek az de şilmiştir. Günümüzde aç ık çatışma ve çarpışmalar yerine yer alt ı faaliyetleri ve gizli gerginlikler hüküm sürmektedir. Çok kuvvetli topluluk şuuruna sahip olan dini, mezhebi ve menseki az ınlık 56
gruplarının merkezin basklar ından kurtulması, çatışmaları bir kat daha arttırmıştır. Bu durum kar şısında büyük dini kitleye mensup bir çokları imtiyazlarım kaybetmek endi şesine düşerlerse büyük anla şmazlıklar ortaya çıkar ve bu da çat ışmaları alevlendirir.
57
İ kinci Bölüm
D İ N SOSYOLOJ İ S İ N İ N ANA PROBLEMLERI
I. GENEL B İLG İLER Özellikle genç bilimlerde, konular ı tek tek ele almadan önce metot, alan, ve amaç üzerinde durmak gerekir. Son yüzy ılın insan bilimleri ve din bilimlerinde meydana getirdi ği mutlu sonuçlardan biri de Din Sosyolojisi denilen yeni bir disiplinin müsbet bilimler aras ında yer almış olmasıdır. Fransız devriminden önce toplum konusundaki sorular ı klasik disiplinlerden teoloji ve din felsefesi cevapland ırıyor ve o zaman ın bilim alemi bu cevap ve aç ıklalamalarla pekala yetiniyordu. Devrimle beraber bu iki klasik bilim dal ı hayatın binbir çeşit olaylarını ve onların de ğişik görünüs,lerini aç ıklayamaz oldu. Bu Eski Bilimlerin olaylara verdi ği anlam ve aç ıklamalar, yetersiz say ılmakla kalmamış , birçok kimselerin alay ve e ğlenmesine bile yol açmıştı. Klasik bilimlerin dünya olaylarını açıklanı adaki yetersizlikleri ve yeni durum ve kurumların gerekleri, yeni bir bilimin do ğmasına sebep oldu. Bu yeni bilimin adı Sosyolojidir. Ancak yeni disiplinin bir dinsizlik tohumu saçaca ğından korkan kimi bilginler dini korumak ve sosyolojinin ta şkınlıklarmı önlemek için bir denge arıyorlardı. Denge fikri, şüphesiz, eskiye dönmek veya sözü geçen klasik bilimlerden yard ım beklemek şeklinde ortaya ç ıkmadı.Bir dan, sosyolojinin dine kar şı takındığı sert durum yumu ş arken öte yandan teoloji ve din felsefesi, müsbet bir nitelik ta şıyan dinler tarihi, din psikolojisi ve din fenemonolojisini içine alan Dinler bilimine yakla ş maya ba şlad ı. Birbirine kar şıt sayılan bu iki sistemin uzla ştığı ve birle şti ği noktada Din Sosyolojisi adı verilen ba ğımsız bir bilim do ğdu. Bıı bakımdan yeni bilim, toplum ve din bilimlerinin gönüllü ve tatl ı bir birle şiminin mutlu bir sonucu sayılabilir. Din sosyolojisinin aç ıklanan bu durumu çe şitli yorumlara yol açm ıştır: Bazıları bu bilimin bağımsızlığı yerine kom şu bilimler çerçevesi içinde kalmasını öğütler; ba şkaları ise yeni disiplinin ba ğımsızlığa hak kazand ığı fikrindedirler. Bir bilimin bağımsızlık kazanması kendine has metodu, alan ı, amacı ve konusu olmasına bağlıdır. Son elli yılın olagan üstü geli şmeleri so-
58
nunda Din Sosyolojisi, sözün tam anlam ıyla, bu ba ğımsızlığa hak kazanmıştır. Bu bakımdan bu bilimin metot, alan ve amac ına bir göz atmada büyük bir önem ve fayda vard ır. qa
1,
1
k
rfN
e
4
TOı e'k k`:
A. DİN SOSYOLOJİSİNDE METOT:
-
Tc kal
Ana çizgileriyle bile olsa, burada dinler bilimi metotlar ının tümünü incelemek amaç d ışıdır. Yapılacak ş ey, dinler biliminin çeşitli dalları arasındaki bağlantıları gözden geçirmektir. Normatif bir bilim dal ı olan teoloji (kelam), belirli bir dini çözümleme, yorumlama ve aç ıklama amac ını güder. Din fenomenolojisi, Din psikolojisi, dinler tarihi ve din sosyolojisini içine alan Genel Dinler Bilimi (Religionswissenschaft) asl ında deskriptif olup bütün dinlerin niteliklerini anlamaya çah şır. Bu yönden iki disiplinin ba şlangıç, yol, amaç ve araçlar ı arasında bir nitelik ve nicelik farkı vardır Teolojinin inceleme konusu, özel bir din ve onun savunmas ıdır. Dinler Biliminin konusu ise çeşitli dinlerdir. Metot bak ımından Teoloji normatif; Dinler bilimi deskriptif (vasıflayıcı) tır. Din felsefesi, normatif oldu ğundan teoloji ile aynı familyadandır; fakat konusunu dinler bilimi ile payla şır. Dinler tarihi ve din Psikolojisi üzerine çok güzel eserler yaz ılmıştır. Fakat dini tecrübenin anlat ımlarmı inceliyen sistematik ve kar şılaştırmalı etütler çok azd ır. Ara ştırıcıların pek ço ğu efsane, ö ğreti (doktrin) ve inak (dogma -nas) gibi dini tecrübenin teorik anlatı nız, üzerinde önemle durmaktad ır. Şüphesiz, Dini Tecrübenin bu türlü anlat ımları önemlidir; fakat bir tap ınma ve tören şeklinde beliren Dini Tecrübenin pratik anlat ımı da bir o kadar önemlidir. Dini tecrübenin ö ğreti (doctrine) ve törenleri yani teorik ve pratik anlatımları dışında toplumsal bir alan ı daha vardır ki, bu ancak son zamanlarda gereken önemi kazanm ıştır. Dini tecrübenin bu son anlat ımı, dini grupla şma, din karde şliği, din birli ği, din derne ği ve benzeri ş ekillerde göze çarpar. İşte dini tecrübenin toplumsal veya sosyolojik anlat ımı olan bu toplulukların tipolojik ve kar şılaştırmalı etüdüdür ki Din Sosyolojisinin ba şlıca konularından birini te şkil eder. Ba şka bir deyişle Din Sosyolojisi böyle bir etüdün ana çizgilerini belirtmek amac ındadır. Burada sosyolojik yönden inceleyece ğimiz çeşitli dinlerle, ilgili tarihi geli şmelerin önceden bilindiği farzedilerek işe başlamaktadır. Dinler tarihçisinin yardımı olmadan din sosyologu ba ş arılı bir çalışma yapamaz. Fakat bunlardan hiçbiri ötekinin yerini tutamaz. Dinler tarihi geli şmenin yatay çizgileriyle ilgilendiği halde Din sosyolojisi bu geli şimin dikey kesiti ile uğraşır. Sosyologun ümit ve iste ği, kategorileri oldukça verimli k ılarak tarihçinin belgeleri düzenlemesine yol açmakt ır 44Vv);.59
■ 01:1
A
■`a,
; 1),s,
A
k Lal
4„„de,„/2„;
ri4 "14 iAce
fo
'; 4 • : ı
İlk olarak sistematik bir din sosyolojisi kurmak şerefi, Max Weber'e nasip olmuştur 1 . Nedense bütün gözler ünlü yazar ın Kalvinizm üzerindeki çalışmalarına çevrilmiş ve onun sistematik din Sosyolojisine yapt ığı hizmetlerin büyük bir kısmı gölgede kalmıştır. Biz burada yazar ın sistematik görüşleri ve hıristiyanlık dışındaki dinlerde yapt ığı incelemeler üzerinde duraca ğız. Weberle arkada şları, ve özellikle Werner Sombart toplumda dinle ekonomiyi ba ğlayan zayıf bağlar üzerindeki ara ştırmalarda öncülük yapmışlardır. Bununla beraber dinle ekonomi münasebederinin tetkiki çok sayıdaki toplum çalışmalarının yalnızca bir yönü olup din sosyolojisinin ancak bir bölümünü ayd ınlatabilir. Din ve sanat veya din ve hukuk 1~ ınl...,..un asındaki ba ğitmtdaı i. ot-ii-tierirrele oldu ğu gibi ekonomi ve dinin karmaşık olan kar şıhklı münase„ betleriı , dinle bütün toplum taaityetier - ı aras ındaki ba ğlantılarm genel ye, -1 etüdünde büyük anla m1~~61,ır. Fakat dinle ekonomi münasebetlerini incelemek hiçbir suretle din sosyolojisi demek de ğildir 2
.
Weber, geride kendisinden sonra yap ılması gerekli pek çok şey bıraktı. Eserlerinde ilkel dinlerin tümünü, islamiyeti ve daha birçok önemli dinleri ihmal etmişti. Fazla olarak bu ünlü bilginin yüksek din anlay ışı dine karşı takındığı eleştirici durum yüzünden, bir dereceye kadar körlenmi şti. Din olaylarını sımflamak için Weber'in kurdu ğu kategoriler tamam ıyla tatminkâr değildi. Çünkü bunların orijinal anlamlarma yeteri kadar dikkat edilmemişti. Weberin eseri, bir çok yönlerden, arkada şı Ernst Troeltsch'ün üstün de ğerdeki çalışmalarıyla tamamlanmıştır 3 Fakat bu sonuncu da, ne yazık ki, yalnızca Hıristiyan dinine ba ğlı kalmıştı. Troeltsch'ün çalışmaları .
Amerikan mezhepleri (american denominationalism) üzerinde inceleme yapma isteklerini arttırmış ve H. Richard Niebuhr bu konuda yazd ığı değerli bir eserle din sosyolojisinin geli şmesinde olağan üstü bir hizmet sa ğlamış tır 4 .
Tıpkı bunun gibi, Max Weber'in tesiri, Leopold Von Wiese'nin sosyoloji ile birleşerek Howard Becker'in ilgisini dinin sosyolojik yönlerine çek-
1 Din sosyolojisi ve tarihçesi almanca yay ınlanmış olan Die Religion in Geschichte und
Gegenwart adlı ansiklopedide Joachim Wach tarafından özetlenmiştir. 2 Yazarın başlıca eserleri, Ekonomi ve Toplum (Wirtschaft und Gesellchaft) ve Din sosyolojisi dergisi (Gesammelte aufsötze zur Religionssoziologie) dir. 3 Ernst Troeltsch'ün en önemli eseri, H ıristiyan kilise ve gruplar ının sosyal teorisi (Die Soizallehren der Christlichen Kirchen und Gruppen) dir. 4 H. Richard Niebuhr, mezheplerin toplumsal kaynaklar ı (The social Sources of Denominationalism) New York, Henry Holt and Co. 1929.
60
Le•/k;, cLQ--
miştir 5. Sosyolog olan Max Weber ile teolog ve filozof olan Ernest Troeltsch dini nitelikteki toplumsal olayları incelerken şahsi görüş, anlayış ve teorilerini bir yana b ırakarak objektif bir yol tutmu şlardı. Daha sonra gelen bilginler ünlü kurucuların açhkları bu mutlu yolu her vakit izleyememişlerdir. Bu türlü ara ştırmalarda, yeni din psikolojisi kurueülarımn bir süre önce düştükleri hatalardan sak ınmak gerekir. Yeni ışıklarla gözleri kama şmış olan bazı araştırıcılar, din olaylarını anlamak konusunda her kap ıyı açabibilen bir sihirli maymuncu ğun ellerinde oldu ğunu sanmışlard ı. Dinin sosyolojik anlamla= ara ştıranlar tek tarafl ı bir görüşle dinin mahiyet ve esas ım açıklayacaklarını düşündükleri müddetçe, tıpkı din psikolojisi kurucular ı gibi, yanılacaklardır. Bu uyarma, özellikle, Karl Marx ve Aug. Comte felsefesini veya Freud görü şünü din ve toplum etütlerine uygulamak hevesinde olanları hedef tutar. Mesela bunlardan Durkheim, kamts ız olarak (delil göster maden) tap ılanla, tapan ayn ı şey saymış ve ilkel din kurumları üzerindeki değerli incelemelerinin geçerli ğini pek çok zayıflatmıştır. Öte yandan Durkheim dini heyecanları ilkel iç güdülere indirmekle dinin yüceli ğini ve üstün değerini kötülemiştir 6 Karl Marx, dini ekonomik hayat ın bir fonksiyonu olarak ele alm ış ; Freud ise din hayat ını bir nevroz olarak inceka.4«t<1..) lemişti. .
Bu büyük ve a şırı iddialar karşısında Din sosyolojisinin güttüğü amaç daha mütevazidir. Dinle toplum olaylar ı aras ındaki münasebetleri ince lerken dinin, ba şta gelmese bile çok önemli olan, toplumsal görevine dikkati çekmek gerekir. Böyle bir giri şle yalnız dinin kültürel anlamını değil, aynı zamanda dini tecrübenin çe şitli anlatımları arasındaki münasebetleri de aydınlatmış ve belki de dini tecrübenin çe şitli yönlerini daha iyi anlamış olacağız. Din konusunda asil i ş ele alman olayı doğru olarak yorumlamakt ır. Bu gere ği yarım asır önce Willam James aç ıkça görmüştü 7 Yorum teorisi olan Yorum Bilimi (Discipline de l'Hermeneutique) yeniden canland ırılabilse .
büyük hataların pek ço ğu önlenebilir. Teoloji, felsefe ve hukukun büyük yorum sistemlerinde olduğu gibi dinler biliminde de yorumun teori, metot ,
ve sımrları üzerinde aç ık tanımlara ve düzenli tart ışmalara ihtiyaç vardır. 5 Howard Becker, sistematik sosyoloji (Systematic Sociology) New York, John Willy and Sons 1932 6 Durkheim'a göre ilkel insanlarda mevcut olan sava şma (lutte), meyva toplama veya mal edinme (cueillette) ve birle şme (rut) iç güdüleri dini heyacanlar ı ve dini vecitleri meydana getirmiştir. 7 Willam James, Dini tecrübelerin de ğişiklikleri (the Varieties of Religious experience) London and New York, Longman, Green and CO. 1929.
61
Din Sosyolojisi, gerçekte, din fenomenolojisi, din psikolojisi ve dinler tarihini tamamlar. Fakat hiçbir suretle onlarm yerini tutamaz; hele teolojinin yerini ise asla tutamaz. Ya şayış ve davram şlarmuza kılavuzluk eden dini kural ve değerlerin anlatımım teolojiye (İlmi Kelâm'a) bırakıyoruz. Sosyolojide metot vas ıflayıcı (deskriptif), oldu ğundan varılacak sonuçlar hiçbir vakit akademik ve teorik olamaz. Tarafs ız bir gözlemci din ve toplum münasebetlerindeki karma şıkhk ve çeşitliliğin farkına varır. Dinin haiz olduğu olagan üstü bir birle ştirme ve isteklendirme gücü bu gözlemcinin gözlerinden asla kaçmıyacak ve onu uzun uzun dü şündürecektir. İsviçrenin büyük kültür tarihçisi Jacob Burckhardt konumuza
ışık
saçan dünya tarihinin tema şası (Weltgeschichtliche Betrachtungen) adl ı konferanslarında Bacon'ün
Din insanlığtn en önemli bağtchr
(La religion
est le principal lien de l'humanite) 8
şeklindeki özlü sözünü hat ırlatmaktadır. Devrimizde medeniyeti ku şatan felaketin e şiğinde dinin toplumda oynadığı rolü tam olarak anlamak büyük önem ta şır. Bilginlerin, karşılaş tım:kah din konularını umursamıyacakları devir çoktan geçmi ştir. 19. yüzyılın sonunda düşünürlerin kaleminden ç ıkan inaksal (do ğmatik) yargıları toplamak çok aydudatıcıdır. Bunlar do ğrudan doğruya veya dolayısiyle Aydmlanma Devri ile ilgili dü şünüş ve davranışları kamtlarıyla birlikte aksettirirler. Aydınlanma Devri tek tarafh bir zihniyetcilik ( İntelectualisme) ve şüphecilik (scepticisme) Devri idi. Bir çok pozitivist yorumcular ı, cahil zihniyetin garip ve çi ğ ifadeleriyle alay etmeye sevkeden üstünlük duygusu, hemen hemen ortadan kalkm ıştı Nasıl bizimkinden ayrı bir sanat anlayışım, Sanat Tarihi ö ğretirse, t ıpkı bunun gibi çe şitli dinlerde kullanılan efsane ve sembolleri kavramak ve onlar ın gerçek anlamını ortaya koymak görevini dinler tarihi üzerine al ır. Metot bölümünde bir ba şka konu da toplumun normatif teorisi olan toplum Felsefesi (Philosophie Sociale) ile sosyoloji arasında yapılması ve gözetilmesi gereken ay ırımdır. Gerçekte Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi sosyolojisi diye bir şey yoktur. Bununla beraber, aç ık veya kap ah olarak Hıristiyan, Müslüman yahut Yahudi toplum felsefeleri vardır. Fakat tamamiyle yersiz olarak Toplum Felsefesiyle Sosyolojinin birbirine karıştırıldıgı ve aynı sayıldığı da olmuştur. Dinin normatif anlayışı içinde Hıristiyan Sosyolojisi veya İslam Sosyolojisi şeklinde görülen disiplinler, ba ğh bulundukları dinin toplumsal anlamdaki etütlerini bir araya getirir. Bunlar de ğerli olabilir, Fakat bu eserlerde di ğer dinler hakkında pek az bilgi bulunduğu gibi bunlarla uğraşan yazarların sayısı da pek azdır. Sık sık yapılageldiği üzere, Din Sosyolojisini toplumsal reformun kesin programlarıyla aynı şey saymak ta büyük bir hatad ır. Sosyolojiyi bu şekilde 8 Religio praecipuum humanae societatis vinculum.
62
anlamak, onun vasıflarc ı (deskriptif) olan gerçek de ğerine kar şı büyük bir saygısızlık olur. Dinin sosyolojik anlamının saptanmas ı, ön yargılardan uzak olarak gerçekle ştirilen tarafs ız ve objektif bir çal ışmayı gerektirir. Bunun için baz ı ilkelere uyulmak zaruridir. İlk ş art dini tecrübenin geni şlik ve çes,itliliğini tam olarak ölçebilmektir. Bu ise din sosyolojisini, fenomenolojik ve psikolojik tipler kadar dini tecrübenin çe şitli tarihi tipleri üzerinde temellendirmek demektir. Ba şka bir deyişle, incelemeyi bizim dine veya bizce bilinen tek bir dine hasretmek üzere giri şilen her te ş ebbüs, bizi yanlış sonuçlara götürür. Ara ştırıcımn, dini tecrübenin çe şitli anlat ımları üzerindeki bilgisi ne kadar geniş ve derin olursa temel konuyu anlamas ı da o kadar kolay olur. Dinler tarihi, antropoloji ve sosyoloji üzerindeki ça ğdaş ara ştırmalar bundan 30, 40 yıl önceki malzeme ve belgeleme fakirli ğini gidermiştir. Bu türlü ara ştırmalarda kullanılan tipolojik metot, seçme yetkisini ortadan kald ıran ve olaylar aras ında bir fark gözetmeyen tarihçi metotla, ara ştırmayı tek bir dine hasreden inhisarcı metot aras ında bulunmaktadır. Söz konusu tek din genel olarak ara ştırıemın kendi dinidir. Burada hâkim olan dü ş ünce Harnack' ın iddia etti ği üzere bir dini bilen bütün dinleri de bilir önermesidir. Din Sosyolojisi metotlarm ı ba şka disiplinlerde izlenen metotlardan al ır. Vinogradoff'un hukuk ve kurumlar ı üzerindeki etütleri bu konuda çok ayd ınlatıcıdır. Yazar metodunu ş öyle karakterize etmektedir: İdeoloji alanında olay ve doktrinleri incelerken olaylar ın bugünkü gerçek ak ım ı nı tayin eden coğrafi, etnolojik, politik ve kültürel şartları bir an bile gözden kaçırmamak ve kabul etmek gerekir. Din ve toplum olaylar ının sistematik ve fenomenolojik tetkikinde kesin olarak bu görü ş uygulanır Bunun en güzel örneklerini islâm dininin de ğişik ş artlara malik ülkelerde de ğişik ş ekiller almas ı verir. Gerçekten İrandaki co ğrafi, etnolojik, politik ve kültürel ş artlar Anadoludan farkh olduğundan tranda Şia denilen bir fırkamn yer almas ına kar şılık Anadolu müslümanları sünni kalmışlardır. Tip teorisini kurarken ara ştırıcının zorunlu olarak statik bir görü şü dinamik bir görü şle tamamlamas ı gerekir. Olayların statik ve dinamik yönlerini eşit olarak de ğerlendirmek kolay bir i ş de ğildir. Ara ştırıcılar, genel olarak olaylar ın bu iki yönünden birine daha çok önem vermektedirler. Vinogradoff'a göre hukuk teorisine temel olarak tarihi tiplerin de ğerini kabul etmek esash bir noktad ır. Tıpkı bunun gibi dini gruplarla ilgili tiple ri i baş arı ile incelemek için dinler tarihinin verilerinden yararlanmak zorunludur. Din konusunda ba ş arılı bir araştırmanın başka bir ş artı da din olayları= anlam ve özelli ğinin tam olarak anla şılması ve de ğerlendirilmesidir. 63
Ara ştırıcı konusunu sevmeli ve ele ald ığı belgeleri,bir yakınhk duyarak yorumlamaya alışık olmalıdır. Din olayları, dini tutum ve davranışlar ve dini grup ve kişilikler üzerinde ara ştırma yapan bir kimse için izlenecek iki yol vard ır. Biri gerçe ği olayın içinde sayan ve arayan içkin metot (Methode immanente) tur. Bu kaynaktan ilham alan sosyolog t ıpkı dinler tarihçisi gibi söz konusu olay ın en az yarısını yorumlayabilir. Ötekisi birinciyi inkâr etmemekle beraber, bir belge veya malzemeyi ele alarak onu ele ştirici bir gözle toplumsal, tarihi, kültürel ve psikolojik çevre ve ba ğıntılar içinde nazara alarak ilkin o olay ın tabiat ve mahiyetini belirttikten sonra o olay ı, ba ğlandığı amaca dayanarak yorumlayan metottur. Metot konusunda son olarak şu soru hatıra gelebilir: Acaba felsefeci ve din bilginleri, toplum bilginleriyle zaman zaman bir araya gelerek kendi çaplarında karşılıklı bir çahşma ve anlaşma ile Din Sosyolojisinin geli şmesine yardım edebilirler mi? Bu soru şöyle cevaplandırılabilir: Kendilerini toplum, siyaset teorisi ve devlet yönetimi incelemelerine vermi ş olan sosyologlar konunun bir yönünü; filoloji, arkeoloji ve çe şitli teolojilerle takviye gören karşılaştırmalı din bilginleri de konunun ba şka bir yönünü aydınlatabilirler. Böylece her iki ara ştırıcı zümre el ele vererek ba ş arılı bir Din Sosyolojisinin kurulmas ına yardım edebilirler.
B. DIN SOSYOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA ALAVI Amacımız dinle toplum münasebetlerini ve bunlar aras ında yer alan karşılıklı etki ve tepkileri incelemektir. Prensip olarak bu konuda yap ılacak sırf teorik bir ara ştırma isteği karşılar. Fakat konunun iyice anla şılması için deneysel belirtilerin somut etüdüne de ihtiyaç vard ır. Teorik çalışmalar, eldeki belgeleri düzenlemeyi sa ğlayan kategorileri verir; deney, belirti ve d ış gösteriler de, prensipleri do ğrulamaya yarayan çok say ıda verileri toplamaya yarar. Dinin sosyoloji ile münasebeti bak ımından taşıdığı anlamlara de ğer ve önem verilmesi felsefi ve psikolojik etütleri derinle ştirmiştir. Böylece bilginler dikkatlerini, tarihi dinlerin saklad ıkları gizli maksatlar, demeçlerinin toplumsal anlamı ve etkilerinin meydana getirdi ği değişmeler üzerinde toplamağa başlamışlardır. Gerçekte, bu do ğrultuda gere ğinden fazla ileri gidilmiş tir Dinin siyasal, toplumsal ve kültürel etlçilerine olagan üstü bir önem vermek suretiyle gidilen a şırdığa (ifrata) kar şı geçen yüz y ıl içinde sosyolojik araştırmalarda gerçekle ştirilen hızlı gelişmeler sonunda bu görü ş 64
lerde. bir de ğişiklik olmuş ve dini, yalnızca toplumsal ve kültürel kuvvet ve e ğitimlerin bir mahsülü gibi yorumlama temayülü ba ş göstermişti. Konuyu bu türlü ele almanın anlamları üzerinde söylenecek çok ş eyler vardır. Şüphesiz bu alanda ilgi çeken sonuçlara var ılmıştır. Bu sonuçlar dini düşünüş ve davranışın toplumsal ve ekonomik varsay ışları (faraziyeleri) üzerindeki bilgi alammızın genişlemesine yardım etmişlerdir. Ama, öte yandan, tek yönlü bir ara ştırma ile avunmak ta yersizdir. Daha önce görüldü ğü üzere, Din Sosyolojisinin Kurulu şuna herkesten çok hizmet etmi ş olan Max Weber, sosyolojik ve ekonomik materyalizmin tek yönlü görü şünü protesto edenlerin ilki olmuştur. Ünlü bilgin dini bir 'davran ışta ayırdedici niteliği sadece bir tabakan ın toplumsal ş artlarının bir fonksiyonu sayan materyalist yorumu kesin olarak, reddetmi ştir. Söz konusu görüş Karl Marx'ın Komünist Beyannamesinde (Le Manifeste Communiste) yer alm ış olup Sosyolojik incelemeler üzerinde çok büyük etki ve tepki yaratm ıştır. İbrani dini üzerinde, devrimizin birinci sınıf uzmanı olan Lduis Finkelstein İsrail geleneklerinin, yoksullarla bunlara i şkence eden büyük toprak sahipleri aras ındaki sürekli kültür sava şının bir sonucu olarak incelenmesi gereğini ortaya atmıştır. Yazar yan göçebe çobanla yerle şik çiftçi aras ındaki ilkel karşınlık (muhalefet) ve da ğlık bölgelerin küçük köyliisü ile düz ovalarm varhkh ve mutlu ekincisi aras ındaki çatışma üzerinde durmaktadır. Şehirlerdeki tüccar ve küçük sanat erbab ıyla asilzâde ve saray mensuplar ı: arasında beliren karşınhğm da Romadaki patriçilerle plebler aras ındaki temelli farklara benzetilebilece ği ve bu iki olayın özdeş (aynı) olduğu üzerinde diren,
mektedir. Reform devrinde ve protestan mezhepleri ııiıı türemesi s ırasında bu yoldaki araştırmalarda benzeri düşünce ve açıklamalar üstün rol oynamakta idi. Ernst Troeltsch bu tip tek yönlü ara ştırmalara kar şı kafa tutanlar aras ındadır. Toplumsal şartların din üzerindeki büyük etkileri oldu ğu kabul edilmekle beraber, bir tak ım bilginler dinden kayna ğını alan ve toplum yapısı üzerinde tepki yapan etkenlerin de bir o kadar önemli oldu ğunu unutuyorlar. Dinin toplum hayatı üzerinde etkileri, gruplar ın birleşme ve bağlanmaları, tophımsal tutum ve kadroların evrim ve ayrınılaşmaları ve yine toplumsal kuruinlarm yükseli ş ve çöküşleri üzerinde yapılacak esash bir inceleme, çok de ğerli sonuçları ortaya ç ıkarır. C. DIN VE TOPLUM Dinle toplumun karşıhkh münasebetlerini incelemeye ba şlamadan önce bazı ön sorular üzerinde kısaca durma= gerekir. a) Din bireyselmi yoksa toplumsalmıdır? b) Dinin tabii gruba kar şı tutumu nedir (olumlu, olumsuz veya ilgisizmidir?); ba şka bir deyişle toplumla dinin temas noktalar ı nerededir ? Din Sosyolojisi F. 5
65
Dini tanımlamak amacımız dışındadır o. Bununla beraber en iyi tanem, kısa ve sade olmak niteli ğini taşır: Rudolf Otto, Din Kuts4 ı n Tecritbesidir (La religion est l'experience du sacre) diyor Dinin bu 'anlay ışı, din üzerindeki araştırmaların objektif mahiyetini aç ıktan açığa ortaya koyar. Bu ise antropologlar arasmda öteden beri moda oldu ğu üzere psikolojik teorilerde söz konusu olan dinin sırf subjektif anlayışına zıt bir görüştür. Asıl bu objektif anlayıştır ki din etüdüne olanca zenginli ğini verir. 18. ve 19. yüzy ıllarda sübjektivizm akımına kapılan ve ço ğu protestan olan teolog ve kilozoflar dinin bu zengin anlamını reddetmi ş lerdir. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçince takınılan tutumda bir de ğişiklik olmuştur. Robert Ranulph, Marett, Nathansoederblom, Wilhelm Schmitt ve Rudolf Otto gibi din uzmanlar ının eserobjektivizm hakkında çağdaş felsefi temayüllerle, her vakit şuurlp ol-
leri
masa bile, gerçekten uzla şmı halindedir. France Brentano, Alexis Meinong, Edmund Husserl gibi yazarların temsil etmekte oldukları Alman ve Avusturya Fenomenolojik okulunun Psikoloji aleyhtar ı tutumu, Romano Guardini, Max Scheler, Jacques Maritain ve ba şkalarının ortaya att ıkları Din felsefesince payla şıhmştır. Otto'nun dini tecrübeyi, büyük bir incelikle, KORKUTUCU VE BUYIYLEYICI SIR (Mysterium tremendum et fascinosum) şeklinde nitelendirmesi, onu vasıflama, çözümleme ve anlam ını bilimsel olarak kavrama yolunda yap‘lacak her türlü te şebbüse meydan okumaktad ır. Her gün yeni ve daha iyi gerçekle ş me amacı güttüğünden dinin yarat ıcı enerjisi sonsuzdur. Dini tecrübe ilk bak ışta açıkça ve dolaşıksız olarak ifade edileniez. Fakat bu tecrübenin anlat ımları sayesinde karSkterini tam olarak çizmek ve anlamak mümkündür. Dini sübjektif yönden incelemeye çal ış anların hepsi de şu FASIT DAİREYE düşmüşlerdir İç tecrübenin anla şılması, objektif anlatınun yorumu ile mümkündür; Fakat bizzat bu yorumun anlaşılabilmesi de her şeyden önce dini tecrübenin iç anlam ını kavramaya ba ğlıdır. Temel dini tecrübe (L'experience religieuse fondamentale) çi şitli şekillerde anlatılır ve objektifle şir. Dini tecrübenin çe şitli anlatımlarının tanım ve açıklanmasına ihtiyaç vardır. Filozoflar uzun zamandan beri bu gere ği anlamışlardı. Fenomenolojide Hegel, objektifleşmenin birbiri ardından gelen aş amalarını çözümlemiştir. Hegel, İnsanın düşünülebilen bütün faaliyetlerini bu a ş amalar içerisine sokmu ştur. Yazar büyük bir titizlikle objektif tin (Esprit Objectif) le mutlak tin (Esprit Absolu) aras ındaki ayırımı göz önünde tutmuş olup mutlak tiıı ,seviyesindel7lini tecrübe ,i—fakwu anlatımi ak., I cın ,,4144,, çdaha tam olduğunaIşaret arasındaki uyarlığın,objektif tin etmiştir. Hegel'e göre din mutlak tinin yönlerinden biridir. Ve yine Hegel
;ta jazanka
9 Dinin çe şitli yönlerden tanımı için, tarafımdan yayınlanan. Din sosyolojisine giri ş adlı kitabm 36-52 sayfalar ına bakımz. (Resimli posta matbaas ı, Ankara, 1961)
66
bakımından, çağdaş adaptasyon ve yorumlar ı izleyerek, teknik ba şarı, ekonomik sistem, sanat çah şmaları, hukuk ve düşünüş sistemleri gibi insan ın kültürel ürünlerini objektif kültür sistemleri olarak ele almak mümkündür. Şüphesiz bu objektif kültür sistemleri aile, arkada şhk ve akrabahk gruplar ı, dernek ve devlet gibi toplumun her türlü organizasyonundan farld ıdır.• Teknik başarı, ekonomik sistem, sanat çahşması, hukuk ve düşünüş sistemleri kültürün objektif sistemleri olarak sosyolojiyi ancak dolay ısıyla ilgilendirebihr. Dini tecrübenin anlat ımma gelince bunu birinci kategoriye bir hayli tereddütle sokabiliriz. Çünkü bu tecrübenin öz ve esas ı tam bir objektifle şmeye yer vermez. Bu ise ço ğu zaman dini tecrübenin yorumunu ayd ınlatacak yerde güçle ştirir. Bir dini ö ğreti, bir tap ınma veya bir dini tören, bir kanun veya endüstri ürünürıden daha az objektifle şmiştir. Belirli bir grubun eko nomik, artistik ve hukuki kurumlarıyla dini kurumları arasındaki, münasebetlerin etüdü kadar toplumsal grupla dini geli şmeler arasındaki bağhlaş ma (Correlation) üzerindeki incelemeler de bir tak ım güçlüklerle doludur. Hegelin ardından Dilthey hukuk, sanat, bilim ve din gibi objektif kültür sistemleriyle toplumun kabile, Devlet, millet ümmet şeklinde görülen organizasyonları arasında bir münasebet oldu ğunu açıkça ispat etmi şti. Böylece Dilthey, Hegel ve Lazarus'un metafizik in şaları (Constructions m&taphysiques) ile Steirıtharm Halk Psikolojisi (Volker-Psychologie) ne cephe almış oluyordu. Amma Dilthey bile çekinmeden dini, objektif kültür sistemlerinden biri gibi görmeye olurundan fazla meyletmi şti. Dilthey'in manevi „ bilimler felsefesi (Philosophie der Geisteswissenschaften) nin parlak bir be~kid) sini yapmış olan Baillie, tıpkı Dilthey gibi, dini, sadece kültür anlatımlarmın bir çe şidi saymakla yandmiştır Din Filozofu D. M. Edward ile mutab ık olarak, kutsal ın, iyi, gerçek ve ğüzel gibi değerlere eklenen dördüncü bir de ğer olmadığı savunulabilir. Mecazi olarak denebilir ki Din A ğacın Bir Dalı Deg i l, Gövdesidir. Bundan dolayı, belirli bir Kültür sisteminin çözümlenmesi yaln ızca dini davranış ların anahtarı olan teoloji, efsane ve törenleri ara ştırmalda yap ılmaz, ayın zamanda kültür ya şayışım tümü ile açığa vuran gerçek havay ı keşfetmek, genel davranışları dikkatlice incelemek gerekir. Ç ıeğsleş--~1.444-1,..ültiirel 1,...2.11,1 e etki-~a ııı.-ereiüi-et-lienlePi§1--fen,lcsi~1.-~ii~elibedewi-tl mle durmalet.efehr. Bu konuda dikkati çeken bir ba şka yön gelenek ve kendili ğindenlik (Tradition et spontan&t) problemidir. İlkel insanm toplumsal yaşayışa katılması, bağışlar alıp vermekle olurdu. İnsan, tevarüs etti ği her türlü kanun, kural, gelenek, kurum ve kavramları hemen hemen aynen al ıp uyguladığı gibi bunlara kendili ğinden yenilerini eklediği de olur. İlkel toplumların dinleri üzerinde son zamanlarda yap ılan ara ştırmalar, tek bir etnik ve co ğ67
rafi birlikte bile uygulama bak ımından büyük farklar bulundu ğunu gösteriyor. Bu türlü ara ştırmaların en başarılısı Ruth Benedict'in Kuzey Amerikada koruyucu ruh kavram ı adli parlak bir monografisidir 10. Bu kavramın çeşitli amerikan kültür çevrelerinde ald ığı şeklileri gözden geçiren Benedict, geleneklerin pasif bir şekilde halk tarafından olduğu gibi uygulanmasından tutun da onda yarat ıcı değişiklikler yapılması na kadar giden çe şitlenmeleri açıkça göstermiştir. Böylece eserde, dinler tarihi boyunca ferdi tecrübenin çok karmaşık bir yorumu ile gleneksel ifadesinin çe şitli şekillerini buluyoruz. Bütün bunlar dinde pasif elemanların yanında dinamik elemanların da yer aldığını gösterir.
II. DINI TECRUBENIN ANL kTILMALARI
Din olayları gözden, geçirilecek olursa, Dini Tecrübeyi tam olarak aç ıklamak üzere sürekli ve az çok ba şarılı bir çabanın harcandığı göze çarpar. Gelenek ve görenek, evrim ve devrim, reform ve rönesans gibi sözler bu alanda verilen bitmez tükenmez sava şın çeşitli evrelerini gösterir. Bu arada, dini şekillerle sanat, hukuk ve ekonomi faaliyetleri aras ında görülen benzerlik te ilgi çekicidir. Şimdilik sınır ve amac d ışına taşmadan yalnızca şu soruları cevaplandırmakla yetinilebilir: Dinin' niteliği nedir? Heyecan, düşünce ve iradenin din olayındaki yeri ve payı neden ibarettir? Bu konularda tek yönlü görü şler eksik de ğildir. Heyecan, dü şünce ve irade zaman zaman dini tecrübenin özü gibi ahnm ıştı. Dinin psikolojik niteliğini ayrıntılı olarak belirtmeden öince herhangi bir tanımın, olaylardaki karma şıklığı göz önünde tutmas ı lüzumuna işaret etmek gerekir. Dü şüncenin dine büsbütün yabanc ı olduğunu ileri süren Schliermacher iddias ında haksızdır. Bununla beraber, dinin aslmda dü şünceye dayandığını, düşünceden çıktığını ve yalnızca düşünceden ibaret oldu ğunu savunmak pek güç oldu ğu gibi onu iç güdü ve gicli şlerimizle aynı saymak ta mümkün de ğildir. Şüphesiz tek yönlü de olsa dinin niteli ği üzerindeki görüşlerin herbirinde bir parça geçerlik ve gerçeklik payı vardır. Herbiri gerçe ğin bir yönünü ayd ınlatır Fakat hiç birini din olaylarm ıntümünü kaplayan bir ilke gibi ele almak do ğru olmaz. Genel olarak bunlar, din konusundaki ba şka görüşleri küçümsemek 10 Ruth Benedict (The Concept of the Guardian Spirit in North America) american Anthropological Asssociation. Memoirs yol. XXIX. 1923.
68
hevesinden ileri gelir. Dinde duyu ve güdüye önem verilmesi zihniyetei-
liğin (intellectualism e) eseridir. Oysa ki dinin dü şünce ile aynı şey sayılması onda akla sığmayan ve akıl dışı kalan (irrationalisme) unsurlar ı hiçe saymak olur. Kutsalin tecrübesi diye tan ımlanan dini tecrübe çe şitli anlatım şekillerine bürünmii ştür. İman ve ibadet konular ında çok , şeyler yaz ılmıştır Bunları incelerken akla şu sorular gelir: "Dini tecrübenin teorik anlat ımı olan imanla, pratik anlat ımı olan ibadet (tap ınma) ten acaba hangisi daha önemli ve önceldir ?" Ve yine "Efsane ve tören, iman ve âmel, itikat ve ibadet aras ındaki kar şılıklı miinasebetler nelerdir ?" Bilimsel alanda bu konularda bir çözüm yolu bulmak çok güçtür. İslam dünyas ı ameller niyetlere göre de ğerlendirilir ilkesiyle niyete ve dolayısıyla iman konusuna önem vermektedir. H ıristiyanl ığın protestan kollar ında da dini tecrübenin bu sübjektif yönü geçerliktedir. Fakat bilimsel alanda kaldığımız sürece en akla yatan görü ş imanla ibadeti s ıkıca birbirine ba ğlı sayan ve bunlardan hiçbirine öncelik ve üstünlük tan ımayan görü ştür. Hiç bir tapınma (ibadet) yoktur ki onda bir parça tanr ı sal düşünüş ve inanış olmasın; ve yine hiçbir dini inan ış ve görev yoktur ki orada biraz tap ınma eylemi bulunmasın. Scheler'le birlikte denebilir ki : İman, tapınmadan öncel de ğil, yalnız gelişmesi için tap ınma aracından yararlanır. Bununla beraber din olayı temelinde, zihni ve ruhi bir olayd ır ; fakat tek yönlü ruhi bir olay de ğil, ruhi-fiziki (psycho-physique) nitelikte bir olayd ır.
A) DININ TEORİK ANLATIMI :
İman ve öğreti (Croyance et doctrine)
Teorik anlat ım Temel tecrübede daha önceden vard ır. Temel tecrübe, çok kez duyu, dü şünce veya ö ğreti (doktrin) yi içinde gizleyen sembollerje gösterilir. İlk algı ve sezi şten olan Temel Tecrübe belirli ve tutarl ı teorik bildirilerde söz konusu olur. Bu türlü sembollerin niteli ğini iki büyük alman ş airi güzelce anlatmış lardır. Schiller'e göre ; akl ın olgunla ş ması sürecinde ancak yüzyıllar geçtikten sonra anla şılan ş eyler, çocukluk ça ğındaki insanın kafasında çok daha önceden ilham ve vahiy olarak yer almıştır. Goethe (Göte) ise, gerçek sembolle ştirme öyle bir haldir ki orada hülya ve hayalet de ğil, fakat henüz ke şfedilmemiş önemli ve canlı bir vahiy ve ilham olarak özel, geneli temsil eder, der.
69
Dini tecrübenin teorik anlat ımın iyice anlıyabilmek için din kavramı= gelişime sürecini incelemek gerekir. Bu geli şme şekil ve muhteva bak ımından ele alınabilir :
I) Imanin şekil balamindan gelişmesi : İlkel zihniyetlerdeki efsane (mythes), daha ileri medeniyetlerde ö ğreti (Doktrin) olarak kendini gösterir. Efsanenin kendine öz mant ık ve kuralları vardır. İlkel zihniyetle ilgili zaman, mekân ve sebeplik kategorileri ve efsanelerde adı geçen kişilikleri incelemek bu konuda çok ayd ınlatıcıdır. Çok kez birbirini, tutmayan mitolojik olay ve geleneklerin çe şitli olmasıyla nitelenen polimorfizm a şaması, belirli medeniyetlerde bütün tarih boyunca ya şamış ve devam etmiştir. Bu arada efsanelerin bir ço ğunda birbirini tutmayan çelişiklik baş göstermi ş ve dağınık ve çelişik efsaneler zamanla ba ğdaşıp örgütlenerek merkezi ki şilikkr tarafından açıklığa kavuşmuşlardır. , Efsanelerin baz ı yönleri zamanla daha açık ve belirli bir hal almış ; buna kar şılık başka yönleri silinip gitmiştir. Soy kütükleri (şecere tablolar ı) nin anahatları çizilir ve gelişme süreci devam ederse masal ve efsaneler ba ğdaşır, düzenlenir ve birleşirler. Şüphesiz burada ak ıl ve düşüncenin oynad ığı rol büyük bir anlam taşır ve bu yoldaki geli şmenin devamhhğım sağlar. Bu alanda göze çarpan bir ba şkn etken de dini ki şiliklerin kendilerine öz dini tecrübeleri başkalarına geçirmek ve yaymak arzular ıdır. Durum ve toplum ş artları elverişli olursa, iman ilkeleri (doktrin) ni bir araya getirmek, tan ımlamak ve düzenlemek üzere üstün bir din otoritesi kurulur. Böylelikle rasgele bir araya gelen çe şitli mitolojik gelenekler yerlerini normatif bir sistem olan ö ğretiye (doktrine) b ırakır. Bu ise düpe düz ilâhiyat (teoloji) ın başlangıcıdır. Bu arada efsaneleri derleme, toplama, düzenleme ve kanunlaştırma işleri aralıksız devam eder. Sözlü gelenekler yerlerini zamanla yazılı geleneklere bırakır. Bunun sonunda kutsal kitaplar ortaya ç ıkar. ilâhiyatçılar temel kavramlar ı rasyonalize etmeye, ve normatif karakterdeki iman ilkelerini geli ştirmeye çalışırlar. Bir yandan ilâhiyatç ılar imamn mıuhtevasma ilişkin çok ince fikirleri haz ırlarken; öteyandan imanla ilgili kısa özetler akait kadrolar ı içine alınır ilâhiyat ın bu şekildeki geli şmesi ise felsefenin do ğmasına yol açar. Dini tecrübenin zihni anlat ımının sistemle şmesi sürecinde birinci basamak Afrika ve Polinezya mitolojileridir. Babil, M ısır, Meksika, Çin ve Yunan dinleri ikinci basamakt ır. Bu ikinciler ba ğımsız iman ilkelerinde görülen birleşme ve kanunlaş ma temayülü ile birincilerden ayrılırlar. Yahudilik, Hıristiyanlık, islândık, Zerdü ştlük, Maniçeizm, Budizm, Jainizim, Hinduizm, Konfuçyanizm ve taoizm gibi kitaph dinler çok iyi geli şmiş inaklarıyla (nass) 70
basama ğı teşkil ederler. Bütün bu dinlerin temel ilkeleri üzerinde yapılan tartışmalar ise felsefenin do ğmasma ve gelişmesine yardım etmiştir.
-üçüncü
2) İmanın muhteva bak ım ından gelişmesi Dini tecrübenin teorik anlat ımı özel bir önem taşıyan üç konu etrafında döner : Tanrı , Dünya ve İnsan... Bunları karşılayan bilim dalları sırasıyle Teoloji, Kozmoloji ve Antropoloji (ilahiyat, Kevniyat ve be şeriyat) veya Tanrı bilimi, evren bilimi ve insan bilimidir. Bu kavramlar süreklice efsane, öğreti ve inak, ba şka deyişle mitos, doktrin ve do ğma şekilleri altında evrim geçirmişlerdir. Tanrı, Tanrıların doğuşu, yetişek veya ba şlangıcı "Teogoni" 11 ıların nitelikleri, dünya ile olan münasebetleri ve bunlar ın isbat ıTanr "Teodise" 12 gibi konuların tümü teoloji içinde anlatılmış ve gösterilmiştir. Kozmoloji, dünyanın başlangıcı, gelişimi, çeşitli evreleri ve sonucu ile ilgilidir. Teolojik anlamdaki antropoloji ise kurtulu ş teorisi (Soteriologie) 13 ve öbür dünya bilgi§i (Eschatologie) i ıi 14 içine alarak insanlığın başlangıç, tabiat ,
,
ve alın yazısını inceler. Dünya düzeninde ilkel anlamda el de ğmemiş bazı mitolojik kavramları çok ayrımlaşmış ve son derece geli şmiş felsefe ve teoloji sistemleriyle kar şılaştırmak çok ilgi çekicidir. Bat ı Afrika, Polinezya, güney bat ı Amerika ve Meksikanın tek düzenli sistemleri hakk ında bilgiler elde edildikçe ilkel toplumlarla Çin, Hint, Babil, Yunan ve Roma gibi eski ça ğın büyük uygarhlçları arasındaki geçici bo şluklar dolmakta ve kapanmaktad ır. Bu sistemlerin pek ço ğu dünya ve Tanrı kavramları çevresinde döner. Toplum' ların mitolojisinde pek çok felsefi elemanlar varsada orjinal evrelerde teori üzerinde o /kadar durulmaz. Mesela totemcilik k ısmen nazari bir sistemdir; fakat ameli ahlâka önem verir. Ameli ahlaka önem verilmesi ileri dinlerin büyük teolojilerine öz bir niteliktir. Yahudilik, Parsilik (Hindistan zerdü ştlüğü) Hinduizm ve Konfuçyanizmde olduğu gibi dinin çabuk' gelişme ve ayrımlaşması sonunda Hikmet Edebiyatı (Literature Sapientiale) denilen çok yeni bir evreye vard ır. 15
11 Teogoni (Thöogonie) : Tanrılarm dogu şlarniı ve soy kütüklerini inceler. 12 Teodise (Thöo ılieöe) : Tanrının varlığından ve niteliklerinden bahseden bilim kolu 13 Soteriyoloji (SOtöriologie): İ sa doktirinindeki kurtulu ş teorisi ve İsanın bu kurtulu ştaki rolünü açıklayan bilgi kolu. 14 Eskatoloji (Eschatologie) : Teolojinin bir kolu olup ölümden, ceza giinünden, cennet ve cehennemden, dünyanın sonundan ve genel olarak öbür dünya olaylar ından söz açar. 15 Hikmet edebiyat ı (Littörature Sapientiale) Tevrat ın ahlak ve hikmet ilkelerini içine alan kesimleri, meseller, rahipler v. s.
71
Dinin teorik anlat ımı ile pratik anlatımı sımsıkı birbirine ba ğhdır. Fakat zamanla teori prati ğe bağlı kalır. Böylece insan din konusunda daha çok ilgi toplar ve yava ş yava ş ahlak ve teoloji köleli ğinden kurtulmuş olur. Ba ş langıçtan din felsefesinin kurulu şuna kadar giden bu geli ş me yunan dininin tarihi dönemlerinde izlenebilir. Yunanistan
Theoria'yı 16 buldu. Aristo da
bilgi örgütünün bir tablosunu yapt ı. Bu yalnzca bilimsel veriler üzerine kurulmuş teori ara ştırmaları= ba şlangıcını aydınlatır. Şüphesiz, Kahramanl ık ça ğı ve onun mitolojik görünü şünden ilâhiyatçılarm hikmet ça ğına ve oradan stoacıların rasyonel ve metodik ansiklopedisine varmak için oldukça uzun bir yol vardır 17 . Din kurucuları denilen büyük dini önderlerin ortaya koyduklar ı eserleri de bu evrim ışığı altında yorumlamak gerekir. Her sezgi, ilham veya vahiyde bir teorinin tohumlar ı yatar. Bu tohumlar ı, kurucu veya izleyicileri bir ö ğreti (Doktrin) haline koyar ve zamanla bunlar inak (Do ğma) olarak yerle şirler Bununla beraber, temel tecrübe (Experience originelle) ve onun ilk anlat ımında teori ile pratik, teoloji ile ahlak aras ında bir ayırı m yapmak çok güçtür. Hz. Muhammede gelen ilk ilhâm ve vahiy, Musaya inen buyruklar, Budan ın aydınlanma tecrübeleri incelenirse teori ile pratik aras ında bir s ınırlamaya imkân olmadığı kamsına varılır.
B) DİNİN PRATIK ANLATIMI: Tapınma (Culte)
18
Başlangıçtan beri yap ılan açıklamalardan, dini tecrübenin pratik anlatımı olan dini eylem veya ibadetin s ıkıca inanç ve imana ba ğlı oldu ğu anla şılıyor. Dinin teorik bildirisinde aç ıklanan iman konuları burada pratik olarak anlatılmakta, uygulanmakta ve gerçekle şmektedir. Geniş anlamda, dini tecrübeden kayna ğını alan her eylem dinin pratik anlat ımı olarak alınmak gerekir. Dar anlamda ise dinsel kişi
(Homo Religiosus) nin yapt ığı eylem ve
işlemlere tap ınma (ibadet) denir. Bu tan ımda din tap ınma olarak ele al ınmıştır 19 . Kutsalm tecrübesi olan din, Efsane, ö ğreti (doktrin) ve Inak (do ğma) larda tap ınma konusu olan Tanrıya veya Tanr ısal güce kar şı saygı eylemleriyle anlat ıhr. Gerardus Van der leeuw bütün din anlat ımlarmın geniş bir etüdüne dayanan tap ınma eyleminin fenomenolojik bir yorumunu yap-
16 Theoria : Tanrısal sırları görme, bilme ve ö ğrenmedir. Vahiy unsurları taşır. Sonraları bilimsel bir anlam kazanm ıştır. 17 Stoik felsefe akıldan başka hiçbir dış belirtiye önem vermeyen bir sistemdir. 18 Öz türkçe ile iman veya akideye inanç; ibadet ve amele ise tap ınma denmektedir. İnançta efsane, ö ğreti (doktirin) ve inak (do ğma ve nass) dahildir. Tap ınma dil, fiil ve bazı çekimserliklerle gerçekle şir. 19 Bk. Evelyn Underhill, ibadet (Worship) (N. y and London, Harper and Bros. 1937
72
nuştır 2°
Underhill tapınma eylemlerini dörde ay ırır : Dini törenler (Les Rituels), Semboller (Les symboles), kutsallama törenleri (Les Sacrements) .
kurban (Le sacrifice)... Tap ınma eylemlerinin anlam, münasebet ve mahiyeti üzerinde sistematik bir ara ştırma söz konusu oldu ğu zaman bu türlü sınıflamalar çok yararlı olur 21 Eski sözleşme (Tevrat) üzerinde de ğerli ve
.
çalışmalar yapmış olan Walter Eicrodt ile birlikte tap ınmanın geçici bir olay değil, ,dinin temelli ve gerçek bir anlat ımı olduğu ve insan hayatının tümünü kapladığı söylenebilir. Dinin zihni anlatımı ile onun temel, tabiat ve görevini birbirine karıştırmaktan ileri gelen yanılma, __teorinin dinde en anlaml ı veya en esaslı bir ilke olmadığım kabul etmek suretiyle önlenmi ş olur. Gerçekte tap ınma olayı o kadar önemlidir ki, bir dinin onsuz devam edebilece ği bile şüphelidir. Çeşitli dinlerde tap ınmanın inançla karşılıkh münasebeti çok kez tartışma konusu olmu ş ve birbirinden çok farkh çözüm yollar ına bağlanmıştır. Kuzey Avrupa folklor ve din sistemlerine k ısaca bir göz atmak konuya ışık verecek özellikleri ortaya koyar. 19. yüzy ılın başlarında Kuzey Avrupa Tetkikleri kürsüsünü kurmu ş olan Jacob Grimm, dinin teorik (mitolojik) anlatımına kar şı duyulan bir ilgiyi ibadet, hukuk ve kurumsal elemanlarla karıştırmıştır. Grimm'den sonra gelen Schwartz, efsanevi geleneklerin (tradit'
ions ınythologiques) yorumuna önem vermi ş ; fakat 19 yüzy ılın ikinci yarısında Wilhelm Mannhardt çal ışmalarını halk törenlerini geni şce incelemeye hasretmi ştir. Dini tecrübenin iman ve ibadet yahut Maç ve tap ınma yönlerin-
20 Gerardus Van der Leeuw Din fenomenolojisi (Phenomenologie der Religin) adl ı eseriyle fenomenolojiyi dine uygulamıştır Aslında fenomoloji bir kimsenin doğrudan do ğruya edindiği tecrübenin deskriptif bir etüdüdür. 1933 y ıhnda yayınlanan bu eser kar şılaştırmalı dinler etüdün de önemli bir yer tutar. Özel olarak din fenomolojisi din olaylar ı olarak dini yap ı ve onun dayandığı temel tecrübe ve belirtilerini ke şfetmeye çalışır. Bunu yaparken de tarihi ve yersel elemanlardan soyutlamr. 21 Din törenleri eski dilde Mensek ve Batı dillerinde ise Rite diye geçer. Ve Din törenlerindeki sıra, şekil ve yalvarma (dua) lar ı gösterir. Bu tören s ıralarını açıklamak üzere yaz ılan kitaplara Rituel denir.
Litürji (Liturgie) : Dini otorite tarafından saptanmış olup dua ve töreulerin s ırasını bildirir. Semboller (les symboles) soyut bir kavram ı somut şekillerle anlatmak için kullan ılan işaretlerdir. Bu işaretler müminlerce bilindi ği halade yabancıların anlayamıyacağı şekilde düzenlenmiştir. Hırıstıyanhk ilk devirlerinde (i şkence çektikleri sırada) bu sembolle1rden yararlanmıştır. Meselâ Hırıstiyanlıkta haç, Hz. İsayı ve bütün hırıstıyanligı gösterir. Üç kenarh e şit bir üçken içine çizilen daire e şit üç kutsal' yani teslisi (Trinite") gösterir. Güvercin kutsal ruhu (Saint-Esprit) temsil eder. İslamiyette şehadet parmağını kaldırma tanrı birliğine Hz. Muhammedin hak resul olduğuna işarettir.
Kutsallama törenleri (Les sacrements) Hr ı stiyanlıkta kutsal bir ruh veya kavram ın kutsal bir eylem olarak dışarı aksetmesidir. Hırıstiyanlıkta yedi kutsallama töreni vard ır: yaftiz, konfirmasyon (belirli bir ya şa gelen çocukları papazın duasiyle aşai rebbaniye katılması), Aşai rebbani âyini (eucharistie) bunlar aras ındaır. lıar
73
den birine ötekinden daha çok önem ve öncelik tan ınmasıyla ortaya ç ıkan anla şmazlıklar sami dinlerin tetkikinde de önümüze ç ıkar. Robertson Smith tapınma konusuna gereken ilginin gösterilmeme3ine öfkelenerek sami dinler (Religion of Semites) adlı eserini kaleme alm ıştı Mazmurların yorumu üzerindeki çat ışmalar, Mowinckl'in teorisinde son kertesine varm ış ve, dinin ihadetle ba şladığı sonucunua varılmıştır. Ilkel tap ınmalar konusunda değerli bir uzman olan Daniel Brinton, Dini eylemlerin bütün dinlerin kayna ğı olduğunu ileri süren Otto Gruppe'nin teorisine kar şı koymuştur. Brinton ayn ı şekilde efsanelerin din törenlerinden ç ıkmış olduğunu söyleyen Robertson Smith'in görü ş lerine de takışarak dinde eylemin efsaneye dayand ığını savunmuştu. Tanrılara saygı göstermek üzere giri şilen en basit eylemlerden, yahudilik, parsilik, brahmanlik, Do ğu ve Bat ı katolikliği gibi, dinleri karakterize eden kimi menseki örnekler ç ıkmıştır. Ortalama bir görü şle tapınma olarak, kutsal zaman ve mekânlara sayg ı gösterilerini, dünya düzeni ve tanr ı iradesinin geniş bir yörumu sonucunda giri şilen kimi eylemleri ya da belli bir amaca varmak için yap ılan basit törenleri (taharet, dua, kurban gibi) bulmaktay ız. Tapınmamn tarihçesi bir yandan zorlama ile gelenel aras ındaki sürekli münasebetin, öte yandan, ferdi hürriyet için giri şilen devamlı savaşın bir hikâyesidir
C) DİNİN SOSYOLOJİK ANLATIMI : Din Birli ği (Communion) • — Kollektif ve ferdi din — Dini teerübenin teorik ve pratik anlat ı mlan onun üçüncü bir görünü şü olan sosyolojik anlatımı ile tamamlanır. Ya ş ayan bir din tabiat ı icab ı toplumsal münasebetleri kurmak ve devam ettirmek zorundad ır. John Mac Murray Dini Tecrübenin Yap ısı üzerindeki ilgi çekici derslerinde din alan ınm kişisel münasebetler alanı olduğunua bizleri inandırmaya çalışlynr. Bu teori dinde ferdi ve kollektif elemanlara yer vermekle pozitivistlerin toplumu tapınma konusu saymakla dü ştükleri yanlış yoruma yakla şmak tehlikesi gösterir. Bütün münasebetlerin din alan ında cereyan etti ği ve dinin, kar şılıklı bir bağımlaşmamn bilinçli bir idrakinden ibaret oldu ğu düşüncesi do ğru değildir. Bu anlayış kutsala bağlılığı açıklayan temel tecrübenin toplumsal sonucundan başka bir şey değildir; ve önemi ne olursa olsun ikinci derecede kalmaya mahldımdur. Mac Murray, dinin toplumsal yön ve görünü şü . ini üzerinde durdu ğu müddetçe hakl ı dır; Fakat toplumsal olay ın bir töre V Tabiatiyle Mac bir yola sapmıştır. ği saymakla yanlış onun gerçek çekirde Murray dini birli ğin (cemaatin) sembolik çah şmalan üzerinde yüksek dü şünceleri 01..:n bir bilgindir. Yorumlar ı gerçekten derin ve anlaml ıdır. Bu bilgin göre, dini tören birli ğin basit bir anlatımı değil, fakat birliği ya ş atan bir araçt ır. 74
Beşeri münasebetler niyyet ve iradeye dayand ıkları nisbette yükselir ve asilleşirler. Her şeye ra ğmen, yüksek bir din de „toplumsal münasebetlerin dini yönden muhafazası tabii ba ğları kuvvetlendirdiği kadar onları kolaylıkla yokedebilir. Çünkü manevi birlik, tabii birli ğin sadece bir devamı değildir. Bir dindeki sosyolojik sonuçlar ı incelemek için Dinler Tarihinin ma4eme ve verileri ele ahnmal ıdır. İlk iş dindeki birlik, i şbirliği ve ortakla ş a çalış maların dini tecrübenin bütünleyici ve temeli parçalar ından= yoksa geçici olayların bir belirtisimi olup olmad ığım kestirmektedir. Ve yine dinde acaba fertlerin kendiliklerinden dinin toplumsal çal ışmalarına katılma ve toplum fertleriyle birle şme ihtirnalini ortadan kald ıracak kadar köklü baz ı ferdi durum ve tutumlar varmıdır? Bu türlü sorulara verilecek kar şıhklarm din hakkındaki özel görü şleri aksettirece ği kolayca anla şıhr. Ortakla şa tapınma ilkeleri (Principle of Corporate Worship) adl ı eserinde Evelyn Underhill çok .
anlamlı olan şu yorumu yapıyor : tek ve toplu tap ınma aras ındaki öncelik ve üstünlük problemi bir kenara b ırakıhrsa pratik hayatta her ikisi de birbirini tamamladığı, kuvvetlendirdi ği ve denetledi ği görülür. Scheler dinde her işlemin aynı zamanda bireysel ve toplumsal i şlem olduğunu ve tek bir hıristiyan asla hıristiyan de ğildir (Unus Christianus nullus Christianus) sözünün geniş anlamda bütün dinlere uygulanaca ğım söylediği zaman şüphe yok ki tümü ve bütünüyle katolik felsefesini yans ıtıyordu. Yazar kiliseyi müminler birliği olarak aldığı ve bu birlik hakkında derin bir görü şü olmadığı halde tümüyle dinin bireyselliği ve ferdin do ğrudan do ğruya tanrıya karşı sorumlu olduğu konusunda önemle durmu ştur. Bununla beraber protestanl ıkta bile ferdin din konusundaki rol ve önemi üzerinde görü ş ayrılıkları vardır. Burada çeşitli mezhebi grupların görüş ve anlayışlarına göre ferdin dindeki rol ve ve önemi birbirinden farkl ıdır. Bu görü şler bir dini toplulu ğun gelişme safhalarma göre değişebildiği gibi aynı alanda da de ğişik görüşler olabilir. Mesela' protestanlık Doğu katoliklikten daha çok fert üzerinde durur. Bunun gibi her ikisi de protestan oldu ğu halde Metodizm (Methodisme) anglikanizmden daha çok bireye ve bireysel de ğerlere önem verir 22 Öte yandan Luther mezhebinde 19. yüzyılda ortaya çıkan dindarhk ve uyanış hareketleri küçük ve .
samimi grupların kurulmasına yol açmıştır. Bu hareketlerde Ortodoks ve konfessiyonalizmden daha aç ık olarak ferdi dindarlığa önem verilmişti. Mez-. hebi gruplar da ayn ı eğilimleri gösterirler. Gerek ferdiyetci durum ve tutumlar ve gerekse reform hareketleri, karizmatik ve komünist gruplar ın çok koyu kollektivist duyuşlarma zıt bir do ğrultuda geli şmişlerdir.
22 Metodizm : 1729 da Ingilterede Weseley karde şler tarafından kurulmu ş bir protestan mezheptir. -1:1-yelerinin ahlak kurallar ına olurundan çok önem vermeleriyle ötekilerden ayr ıhr.
75
19. yüzyılın sonuna do ğru, bir çok bilginler dini geli şmenin yava ş yavaş fakat, de ğiş mez ve dönmez bir şekilde kollektivistlikten fertçili ğe doğru iler lediği sonucuna varm ışlardır. Bu evrensel gidi şte Hıristiyanlık putperestli ğe, protestanhk katolikli ğe, liberal protestanhk klasik protestanl ığa kar şı üstünlük ve öncelik sağlamak suretiyle örnekler vermi ştir. Geçen 50 yıl içinde ayrın,tıh ve karşılaştırmalı tarih biliminin gelişmesi ve hırisyanlık çeşitleriıin tümüne karşı büyük bir ilginin uyanmas ı bu türlü erken genellemelere şüphe ile bakmayı öğretmiştir. Mistisizm, rasyonalizm ve spritüalizm gibi baz ı dini tutumlar birbirinden oldukça ayr ı ve aral ıklı dönem ve devrelerde şu veya bu şekilde tekrar ortaya ç ıkmış ve tek kişinin toplumla olan münasebetini tayin etmiştir. Çe şitli hıristiyan gruplar ında görülen bu tutumlar Ernst Troeltsch tarafından sosyolojik ortanUar ı içinde incelenmiştir. Bilginler ça ğdaş dünyaya öz olan bu geli şmelerin daha öncede Eski Yunan ve Orta ça ğ toplumlarında örnek vermiş olduğunu ispat etmişlerdir. İster fert isterse bir grup olsun, dinin temel süjesi üzerindeki görü şlerin pek çok de ğiştiği görülür. Eski ça ğın Site dinlerinde ifadesini bulan dini birlik kavramı ça ğdaş dinlerdekinden çok farkl ı idi. Onlar toplu tap ınmalarma önem vermi ş ve bireysel tap ınmayı geçerliği olmayan bir soyutlama olarak almışlardı. İlkel dinler bu konuda daha da ileri gitmi şlerdi. Yunan ,dini ferdi olmadan önce aile, kabile ve devlet dini gibi toplumsal bir nitelik taşımakta idi. Roma topraklarında bireysellik (ferdiyat) kavram ın-in gelişmeEi, toplumsal dü şünüşün olağanüstü ilerlemesi yüzünden geç kalm ıştı Fert sadece aile, klan ve Devletin yüzü suyu hörmetine var say ılıyordu. Japon toplumu aile kavramına kutsal bir anlam verir. Fert, ailenin ortakla ş a yaşayışı içinde geçici de ğil, fakat sürekli olarak erimi ş ve yutulmuştur. Güven verir gibi görünen bu cür'etli genellemeler pek çok istisnalar ı ihmal eder. Yukarıda sözü geçen medeniyetlerde kollektif dinin önemi çok büyük olmakla beraber dini önderlerin toplumlarda ola ğan üstü rolü ve üstün derecede yard ımları olduğunu unutmamak yçrinde olur. İlkel toplumlarda bile çok kişisel bir dini tecrübenin varl ığını kabul etmek zarureti vardır. Bütün bunlar dinin yalnızca bireysel oldu ğunu ispat etmese de dini düpedüz toplumsal nitelikte anlamay ı güçle ştirir. MaSnowskinin oralama formillüne uyarak kollektif ile dininiri hiçbir suretle ayn ı geniş likte olmad ıkları söylenebilir. Yahut Ruth Bendiet'in söyledi ği gibi gerçekte toplumla tekin birbirine kar şıt olmadıkları doğrulanabilir 23 .
Daha üstün nitelikteki ferdiyetçi dinin geli şmesinde iki önemli etken göze çarpar: Biri kültürel ve toplumsal ortam ın etkisi. altında ferdin yava ş 23 Ruth Benedict, kültür örnekleri (Patterns of culture) (Boston Houghton Mafflin co 1934)
76
yava ş özgürlüğüne kavu şması , ötekisi toplum ve uygarlıkta devamlı bir ayrımlaş ma (Differenciation) sürecinin gerçekle şmesidir 24. Bu çifte sürece ilkel toplumlarda bile rastlan ır. Lowie, Amerika yerlilerinden Crow (Karga), Yeni Gine yerlilerinden Kai ve. Eskimo gibi bir çok ilkel toplumlardaki mülkiyet kavram ını gözden geçirdiklen sonra ba şka yerde rastlanmayan bu komünist toplumlarda bile ferdi motiflerin büsbütün ortadan kalk ınadığı sonucuna varmıştır. Bu temayül Do ğuda daha açık olarak kendini gösterir. Fakat Batı medeniyetleri ferdiyetçili ğin zirvesine varmış bulunmaktadır. Tek ba şına klasik medeniyetin gelenekleriyle haz ırlanan bu ferdiyetçilik yöneli şin yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamlık gibi evrensel dinler derinle ştirmiştir. Helenistik devir bir yandan ayn ı geleneksel nitelikteki örgütleri (te şkilatı) eritmek; öte yandan yeni tipte bir dindarl ık yaratmak ve bu yeni tiplerle birlikte din derneklerinin kurulmas ına yardım etmekle dinde ölçüsüz etkiler yapmıştır. Dini ferdiyetçili ğin geliş mesinde sosyolojik bakımdan çok önemli bir yön, dini cemaatlarla tabii gruplar ın gün geçtikçe birbirinden ayrılması yani Lâyiklik ilkesinin uygar ve ça ğdaş toplumlarda revaç bulmas ıdır. Konumuza ilişkin olması bakımından yukarıda yapılan açıklamalara hıristiyanhktaki ferdiyet kavraniiyle ilgili bir söz daha eklenebilir. Ba şlangıcında kutsal kitaplara dayanan ve büyük din ıslahatçılarınca (Reformateurs) yorumlanan ferdiyet kavramı , paskal, Kant ve Kierkegaard felsefelerinde üstün bir rol oynarlar. Bir din sosyologu olumlu bir ilgi ta şımamakla beraber, Soeren Kierkegaard teolojisi, ferdin (der einzekne) sosyolojik ve dini yönden temel kategori oldu ğu konusunda varılan en son mantıki sonuçları gösterir. Çağdaş felsefe ve protestan teolojisinde benzeri fikirlere rastlan ır Mesela Alfred Nortlı Whitehead dini, insanın iç hayatının sanat ve teorisi olarak tanımlar ve bu do ğrulamayn dinin her şeyden önce bir toplum olayı olduğu görüşünün açıktan açığa bir reddiyesi sayar. Bu yazar Din olay ım ferdin yalnızlığı ve yalmzlığlyla yetinnıesi olarak özetler. Öte yandan dindeki kollektif eylemleri ise dinin süslü püslü bu d ış yönü olarak alır. Çağda ş psikolog Floyd Allport'a göle Kişisel din, ferdi, dinden ayırmakla kalmaz, ayn ı -zamanda ba şkaları ile her türlü muhabere ve temas ı engeller. Hıristiyan wezhepçili ği (Sectarianisme Chretien) ve budist teolojisine hiçte yabanc ı olmayan bu görüşten dolayı dini . tecrübenin imkan, me şruiyet ve din birli ği sınırları problemi ola ğan üstü bir ciddiyet gösterir. Dini tecrübeyi yaln ızca kişisel bir iş sayanlar kilisenin örgüt, disiplin ve yasas ını ret ve inkâr edenlerdir. Dinleti tarihi boyunca ferdin geli şme ve özgürlüğünü tehlikeye koyan sistemleı e karşı ferdi tecrübe ve te şebbüs adına sürekli bir itiraz ın yükseldiği görülür. •Önceden mevcut olan geleneksel bir toplum içinde gerçekle şınek zorunda kalan din kavram ı, ya bağımsız olarak dini olgunluğa götüren etkenleri bir24 Robert M. Mac iver Society : İts stucture and ehances (N. Y : Farer and Ihn ıhart 1937)
77
leştirir; ya da mevcut herhangi bir topluluktan ba ğımsız bir cemaatin doğacak olan iman birliğine yönelmesini sa ğlar. Burada din sosyolo ğunun işi, dini topluluk (cemaat) konusunda birbirinden ayrı kavramlardan ç ıkan ve tipolojik yönden farkl ı olan dini yap ıları dikkatlice incelemek ve s ınıflamakt ır. Yine bu bilgin yapıların tarihi geliş melerini çizmek ve her yer ve zamanda rastlanan çe şitli din karde şliği kavramını aramak zorundad ır.
III. DİNİN TOPLUM VE DÜNYA KARŞISINDAKİ TUTUMU
A. Dinin sosyolojik rolü Tipolojik bakımdan dinin toplum kar şısında üç farkh tutumu vard ır: 1) Olumlu tutum (Attitude affirmative)
Bu durum ve tutum, din ve dünya te şkilatları aynı olan gruplar ın ayırdedici bir niteli ğidir. Ulusal dinlerle, islâmiyet, lamaizm ve Vatikan Katolikliği bu tutumun ayd ınlatıcı örnekleridir. Burada din topluma kar şı olumlu bir durum takınmıştır. 2) Olumsuz tutum (Attitude negative): Koyu sofuluk (Ascetisme radical) bu tutumun tipik bir örne ğidir. Budizm ve bazı islam tarikatları, bozguncu yobazhk, ke şişlik (monachisme), çilecilik ve benzerleri bu s ıradadır. Burada din topluma kar şı menfi bir durum takınmıştır. 3) Seçmeli tutum (Attitude d'un realisme selectif). Bu tutum dini grupları nitelik ve nitelik bak ımından sınırlandırır. islâmdaki Emrü Dünya (dünya işleri), Emrü Ahiret (ahiret veya din i şleri), hıristiyanh ğın ilk demeçlerinde ifadesini bulan din ve dünya (devlet) i şlerinin ayırımı buna ili şkin örneklerdir.
Dini cemaat tiplerinin kar şılaştırmalı bir etüdü, zorunlu olarak onlar ın kuruluş sebeplerini, özel anlamlar ını ve üyleri üzerinde yapt ığı etkileri inceler. Ba şka bir deyi şle, yalnızca sosyolojik olan bir ara ştırmayı grubun ken-
78
dini yorumlamas ı olan ideoloji ve yapısı üzerindeki incelemelerle tamamlamak gerekir. Burada ideoloji sözü, sübektif ve s ınırlı olarak dar anlamda de ğil, teorik bir aç ıklama ve grubun kendini vas ıflama ve aç ıklaması olarak geniiş anlamda alınmalıdır. Yalnızca psikolojik veya yalnızca sosyolojik olan bir yorum tek yönlü ve eksiktir. Bu türlü yorum, bir şekil veya grubun çat ı ve yapısını anlamaya yol yerse bile tek ba şına onu bütün yönleriyle aç ıklayamaz ve muhtevas ım ortaya koyamaz. Bir grubun ileri sü ı düğü dini değerlerin psikolojik veya sosyolojik çözümlemesi, grup üzerinde etki yapan değerlerin ancak bir ba şlangıcı olarak alınabileceğini gösterir. Grup içindeki ortakla ş a tecrübe ye onun anlat ımlan çok etkin bir birle ştirme ve kayna ş firma gücü olarak etki yapar. Grubun korunma ve kurulma ihtiyaçlar ı, üyelerin birbirlerine kar şı dayamşma duygularının oluşma ve gelişmesinde önemli bir rol oynar. Bu, bir gruptaki resmi inancm zorunlu olarak, ba şlangıçtaki toplumsal ve psikolojik ş artların tam i dadesi gibi ele alınması gere ğini göstermez. Din kurucusu, din önderi veya haleflerinin yan ılma paylarını ve karşılaştıkları hayal kınklıklannı hesaba katmak gerekir. Mezhepçilik zihniyeti (Sectarianisme) nin tarihi, bu konuyu ayd ınlatan bazı örnekler verir. Kavram ve. şekillerin gerçek yönünü, bilinç alt ı anlamını ve nedenlerini yorumlama işinde psikoloji, psiko—sosyoloji ∎ve psikopatolojinin çok de ğerli yardımları olabilir Bununla beraber as ıl sosyolojiyi ilgilendiren cihet, dini kavramlar, kut sal törenler ve toplumsal yap ılardır. Bunlar sosyolojik bir birlik sa ğlamak üzere toplum üyelerini hem birle ştiren hemde onları dış âlemden ayıran açık ve belirli bir dini tecrübeyi aksettirir. Cemaat ve tarikatlar gibi s ırf dini olan guruplar (Groupements Specifiquement Religieux) n ı durum ve idoolojilerini aile ve kabile gibi hem dini hem tabii olan guruplarınki ile karşılaştırmak çok ilgi çekicidir. Her iki halde de yabanc ılara kar şı teorinin emretti ği ve pratiğin izlediği farklı bir durum ve tutum göze çarpar. Birinci şıkta yabanc ı yalnız iman bakımından guruptan ayrı kaldığı halde ikinci şıkta yabanc ı guruptan hem inıân hemde kan bak ımından ayrılır. O halde sosyolojik yönden dinin iki türlü etkisi vardır: Her yeni din, yeni bir âlem ve yeni bir dünya görü şü (Weltansehaung) yarat ır. Bu yeni âlemde, eski görüşler, bayatla ınış ve günü geçmiş kurumlar varl ık sebeple rini kaybederler. Burada tabii guruplardan gelen görü şler ortadan kalkar, eskiler silinir ve yeni bir e şya düzeni kendini gösterir. Şüphesiz bu de ğişmeler devfimei de olabilirler. Bütün mesele, geleneksel elemanlar ın bu yeni görüş le yapılan yorumlarmın genişliğine ba ğlıdır. Yeni bir dinin demeçleri, vaaz ve kitapları, bu din evrensel nitelikte olsa bile, ilk olarak az çok düzenli bir gruba yönelir. Kültürü yüksek ve sosyal yap ısı ayrımlı toplumlarda ihtidalarm içinde cereyan etti ği ortam ço ğu zaman tecanüsten yoksundur. 79
o Huy ve soy, düşünce ve kültür bakımından bu kadar tutars ız olan elemanların din etkisi alt ında nasıl tek düzen ve tek parça bir gurup meydana getirdiklerini incelemek, Din Sosyolojisinin ilginç bir konusudur. İlk hıristiyan (Ekklesia), Buda ve Jaina (Samgha) İslam ve zerdüşt cemaatleı-i bu konuda gerekli, bilgi ve malzemeyi verirler. Bu seviyede daha kesif bir dini tecrübenin sonucu olarak özel bir tak ım problemler ortaya ç ıkar. Burada önemle dini tecrübenin özü olan tanr ı ve tanrıya yakla şma ve onunla birle şme konusu üzerinde durulur. Bu münasebet tasarlanabilen bütün diğer insanlar aras ı münasebetler kar şısında bir üstünlük ve öncelik gösterir. Fakat yeni gurupta din hayat ının kesifleşme ve geli şmesiyle bu tecrübenin yayılması (sirayeti) çok güç olur. İlk safhalarda dini tecrübe anlatımlarının ortakla şa araç ve anlamları olan seMboller bir dereceye kadar yumuş akhk ve kolaylık gösterirken, daha rasyonel görü şlerin ve daha evrimli törenlerin gelişmesi bu sembollerin anla şılmasım güçleştirir; ba şka bir deyişle, eğer geleneksel sembollerin dini cemaatin temeli say ılması zaruri ise bunların daha açık olarak tan ımlanması gerekir. Yukar ıda belirtildi ği üzere yüksek seviyedeki dinde, grubu bütünleme ve perçinle ıneye götüren etkenler vard ır. Bu durumda, daha küçük, daha kesif bir din hayat ı yaşayan seçkin bir dini grup (elite religieux) kurulmu ş olur. Dinler Biliminde buna cemaat içinde cemaatcik (Ecelesiola in Ecclesia) denir. Bu küçük topluluk üyeleri herkese aç ık bulunan dini cemaattakinden daha derin tecrübeler, daha s ıkı kurallar veya daha s ıkı örgütlerle birbirlerine ba ğhdırlar. Yeni grubun üyelerini daha sıkıca birleştiren dış alemin tepkileri de bir kenara b ırakılmayacak derecede önemlidir. Din karde şliği (Fraternite religieu şe) incelenirken kar şılıklı bir süreç veya münasebeti unutmamak gerekir. Bu süreçle bir dini cemaatin zihniyet ve tutumunu, o cemaatin üyeleri yarat ır. Blına karşılık gurup üyelerinin tutumları ferdi kavramlar üzerinde geni ş ölçüde etli yapar. Cemaat içinde. özel terimlerin yerle şmesi, ahlâk ve âdetlerin geli şmesi böylece gurubun etkisi altında gerçekle şir. Bu karşıhkh uyarma ve isteklendirme dil ve di ğer yaratıcı faaliyetlerin etüdünde de kendini gösterir. Dil felsefesinin bugün bile en büyük temsilcilerinden biri olan büyük Wilhelm Von Humboldt çok önemli olan şu ilkeyi savunür. Gurup konuşarak dili, dil de sırası gelince gurubu yatır. Yazara göre kutsal dil ile din münasebetlerinin, dil sosyolojisi ile din sosyolojisi arasında olduğu gibi, ilgi çeken bir çok benzerlikleri vard ır.
80
B. İman ve öğretinin birleştirme gücü (Le Pouvoir integrant de foi et doctrine)
Konu dinin cemaat üyelerini birle ştirip kayna ştırarak tek parça bir bütün yapmas ını ve bunu kolaylaştıran ve güçle ştiren ş art ve araçları inceleme olduğuna göre, dini tecrübenin çe şitli anlatımlarmm (iman, ibadet ve cemaat) ne dereceye kadar bu birle şme ve kayna şmaya yardım ettikleri sorulabilir. Kesin anlamdaki dini tecrübe, kutsal terimlerle buyrulmu ş ve bildirilmiş, tapınma törenleriyle anlat ılmış ve son olarak pratik alanlarda uygulanm ıştır. Başka deyişle dinin özü, buyruk, kulluk ve topluluktur. Benzeri sosyolojik etkiler kutsal geleneklerin geçerlikte oldu ğu her yer ve zamanda gözlemlenebilir. Ilkel toplumlarda masal ve efsanelerin dile gelmesiyle grup kaynaşır ve birle şir. Kutsal bilim ya kehânet ve vecize olarak bireysel bildirilerle yahut vahiy ve ilham de ğerini ta şıyan hitap ve kitaplarla açıklanır. Böylece kutsal demeçleri i şitmek için kulaklar= ve gerçek imanı (la vraie foi) duymak ve anlamak için kalp gözlerini açanlar birle şir ve kaynaşırlar. Bu kutsal ça ğrılara cevap vermeyenler ise din kadrosu d ışmda kahrlar. Doktrin, daha önce birle şmiş olan grubu, te şkilâtlanmaya götüren ilk teşebbüstür. Ö ğreti (doktrin) ya sistematik efsane ve masal şeklinde ya da inak (doğma) olarak kat ılaşmış kanunlar halinde tart ışmalı olarak ortaya çıkar. Din konusunda gerekli tan ımlar yap ılsa ve inaklar kat ılaş arak kanunlaşsa bile yine bu tart ışmaların sonu gelmez. Çünkü temel tecrübenin gizli kalan muhtevasını anlamak ve bunu içten gelen şüphelere, dıştan gelen saldırılara karşı korumak ve savunmak iste ği tarih boyunca devam edegelmiştir. Bu tartışmalar sonunda bir yandan yer ve yarad ıhştan, huy ve soydan, gelenek ve görenekten ileri gelen fikir ayr ılıklar', öte yandan temel tecrübenin yorumunda ortaya ç ıkan de ğişik görüş ve anlayışlar üstün değerdeki valz ve tefsirci, yorumcu ve İlahiyatçılar etrafında bazı mezhep, mektep ve tarikatlar ın do ğmasına yol açar. Dini grubun daha çok kayna şması ve birliğin daha çok kuvvet bulmas ı, günah çıkarmalar ve sembollerin formül haline getirilmesi sayesinde gerçekle şir. Dini cemaat aynı tecrübeye ba ğlı kimselerin dayanışmasuu ifade ve isteklendirme amac ını güden İman sembollerini formülle ştirmek yoluyla kendi birli ğini kuvvetlendirir. Yeni dilde inak denilen do ğma veya doğmatik sözü baz ı çevrelerde bir kötüleme formülü olarak menfi bir de ğer ve anlamda kullan ılır. Bu doğmatiktir, deyince değişmez dini kanıları dolayısiyle kendisinden uzakla şılmak istenen bir muarız kastolunur. Hıristiyanlığın Kamş ilkesi (Credo en Chretien), Budistli ğin üçlü Din Sosyoiojisi F. 6
81
cevheri (Triratna bouddhiste) 25 Islamın şehadet ve amentüsü, Yahudili ğin İman duası (Shema Juif) 26 ve tranın itirafları inak, nas veya do ğmamn uy,
gulanma alanlarıdır. Mahalli . şöhreti olan Ilahiyat okulla ırımn iman ve öğreti konusunda korkunç denecek derecede büyük etkileri vard ır. Mısırda Heliopolis, distanda Dakshineshvara, Japonyada Mou ııt Hiei böyledir. Bu okullar gerek doktrinin geli şmesi ve gerekse, geni ş anlamıyla dini birlik üzerinde büyük etkiler yapmışlardır Bu türlü sosyolojik bütünleme ve kayna şmalarm politik anlamları olacağım söylemek hiçte mübala ğah sayılmaz. Eski Çağdaki Yakın Doğu, Japonya ve Meksika gibi imparatorluklar ın tarihi bunu ispat eden misallerle doludur. Bir dini cemaatte sözünü geçiren önder ve ö ğreticiler çevresinde toplanan muhtelif gruplar ın tartıştıkları öğreti ve olaylar ın çeşitli olması yalnızca fikir, teoloji ve felsefenin geli şmesine yol açmakla kalmaz, ayni zamanda toplum hayatı için büyük bir önem ta şır. Dinler Tarihinde bu konuyu aydanlatan pek çok belge ve kamtlar vard ır. Pythagore, Empedocle, Eflâtun ve Plotinus , gibi büyük gnostik üstatlar 27 ve HinduizmdekiShankara, Ramanuja ve Râma krishna; Japon BudiZminde Honen Shinran ve Nichiren gibi ilahiyatçı filozoflar kendilerinden sonra gelenler ve genel olarak din karde ş leri üzerinde çok büyük etkiler yapm ışlardı r. 007 4.<^: • ,
C. Ibadetin Birle ştirme Gücü (Pouvoir inte ğrant de culte) Burada dini tecrübenin pratik anlat ımı olan ibadetin sosyolojik anlamları inceleme konusudur. Zihni bir nitelikte olan iman, grup veya fertleri daha geniş bir cemaat içinde aynmla şma ve ayrılmaya götürürken ibadet dini grubu kurmaya, birle ştirmeye ve geli ştirmeye yarar. Underhill ibadetin dini benciliği yendiğini ve sosyolojik ve mezhebi bölünme ve ayr ılmaları önlediğini büyük bir anlayışla söylemektedir 28 Ibadet, âyin ve dini törenler .
25) Triratna : Sanskirit dilinde üç ta ş veytt cevher anlam ındadır. Terim Budizmde Buda, Dharma ve_.:Ş=2ıc222.Lbaret üçlü bir inanc ı gösterir. Bu ise Buda, Budamn kitabı ve Buda cemaat]. anlam ındadır.
jruLti£ (Yahudi şamast) 26 Sit'e'ı
Yahidilerin günlük törenleri s ı rasında söyledikleri
be ş kutsal kitaptan seçme iman konusundaki dua ve şehadet sözleridir. 27 Gnose veya Gnosticisme : Etimolojik olarak gnostik bilgi demektir. Gerçekte ibadetin özel bir tipini gösterir. Bu öyle mutlak ve bütünü kaplayan bir bilgidirki bu sayede tanr ı, dünya ve insana ilişkin felsefi ve dini problemlerin çözümü mümkün olur. 28 Evelyn Underhill, ibadet (Worship) N. Y. and London: Harper and Bros) 1957 (Principles Of Corporote Wership)
82
aynı merkezi tecrübeye dayanan kimseleri birbirine ba ğlar ve birle ştirir 29
.
Bu olay ilkel dinlerde daha açık olarak görülür. Profesör Bronislav Kaspar Malinowski, ibadet, âyin ve tören olarak görülen eylemlerde yarat ıcı elemanlar görmekte ve bu amaçla yap ılan toplantılardan en kutsal eylem ve işlemlerin cereyan etmekte oldu ğunu savunmaktad ır. Şüphesiz, namaz kılmak, kurban kesmek, Tanr ıya şükretmek ve yalvarmak için bir araya gelen müminler ibadet, âyin ve törenlerin en güzel örneklerini verirler. Malinowski, ilkel toplumlardaki ibadetin, genellik ve dini inançla toplum te şkilatının karşılıklı münasebetleri bak ımından en az ileri dinlerdeki kadar belirgin oldu ğunu söyler. Soy, sop, uruk ve ulustan hangisi söz konusu olursa olsun en ilkel ibadet, âyin ve törenler bile grubu birle ştirmeye yardım eder. Hiçbir teolojik doktrin, dini tören ve menseklerin yapt ığı tesiri yapamaz. Dr. Pratt Hinduizmin tanınmış bir kolu olan Arya Samaj gibi büyük ölçüde rasyonalist olan bir grupta bile ibâdetin kuvvetli etkilerini görmü ştür. Çağı mızın en önde gelen bir sosyolog ve filozofu olan G. H. Mead'e göre ibadetin tam olarak aklile ştirilmesi imkans ız olup içinde sakladığı sırlı değerler vardır 30. Bununla beraber o her vakit içinde bulundu ğu şekil ve toplumsal ortamda muhafaza edilegelmektedir. Ibadet, kurban ve dini tören, yaln ızca ona katılanların tecrübelerini açıkça anlatmakla kalmaz, ayn ı zamanda grubun te şkilat ve zihniyetini tayin etmeye ve ona ş ekil vermeye de yard ım eder. Underhill Hıristiyan kilisesinde toplu tap ınma konusunda üç tip tespit eder: Ortakla ş a bir sükat, Önder, imam, papaz, haham ve yard ımcılarının grup adına yaptıkları tap ınma eylemleri ve hei müminin kat ıldığı âyin, tören ve litürji eylemleridir. Ilkel bir toplumda teorik bilgilerin say ısı pek azdır. Amerika Yerlilerinden Kara ayakhlar (Pieds—Noirs) veya karga (Corbeau) ve benzeri uruklar çok az bir dünya görü şüne sahiptirler. Her türlü panteon fikrinden yoksundurlar 31 Kutsal bilgiler çok kez büyücü, hoca, papaz ve haham gibi din işlerini yürütmekten birinci derecede sorumlu kimselerin biricik i ş ve imtiyazlarıdır. Grup bir bütün olarak çok az din töreni yapar. Fakat grubun .
29 W. E. Hocking, The Meaning of God in Humen experience (New Havan: Yale Üniversity press, 1912. 30 George Herbert Mead, Self and Society, 1934 31 Panteon (Panthe'on) sözünün üç ayr ı anlamı vardır : a) Yunanlı ve romahlann bütün tanr ılan için ayırdıklan tapınak anlammad ır Roma panteonu isâdan 27 yıl önce yapılmış olup ilkin bütün Roma Tanrılarına Sonra Meryem Anne ve azizlere tahsis edilmi şti. b) Bir memlekette tap ılan tannlann tümü anlammad ır. c) Memleket büyükleri için ayr ılan mezarlık anlamınadır Paris panteonu ve Londradaki Westminister Abbey böyle birer panteondur.
83
devamhlığı bu popüler törenlere ba ğlıdır. Tarımla uğra ş an toplumlarda ve genel olarak, köylüler aras ında teorik din bilgisinin az ve k ıt olmasına karşılık ibadet konusundaki ilgi ve eylemleri göze çarpacak kadar belirgindir. Tapıııma eylemleri zamanla daha ince ve karma şık bir hal ahnca büyük ölçüde bir uzman ihtiyac ı baş gösterir. Böylece ilke ve uygulamada bir takım tapınma eylemlerini ba şkalarından ayırmak ve baz ı menseki ve litürjik görevleri yerine getirmek üzere din adamlar ından kurulmu ş bir heyet meydana gelir. Bu kimseler gün geçtikçe Diyanet i şlerini fiili inhisarlar ı altına aldılar. Bu suretle yava ş yava ş Ruhban (Sacerdoce) denilen bir s ınıf teşekkül eder.. Bunlar İsrail, Mısır, Yunan, Meksika, Çin ve Japonya'da oldu ğu gibi başlangıçta aile babas ı (Paterfamilias), önder, ba şkan, memur ve k ıralların yapmakta oldukları dini işlem ve görevleri üzerlerine al ırlar. Ibade Ile ilgili önemli görüşler ve feı di doğrudan do ğruya grupla münasebete getiren an ve zamanlar üzerinde durulur. Bunlar aile için do ğum, erginlik, evlenme, sava ş , av ve benzeri, tek __ ve toplu çalışma için bülug ça ğı ve gruptan ayrılmak için de ölüm olaylarıdır. Ilkel insanın hayat ında hiçbir iş ve eylem yoktur ki din damgasını taşımasm. Ş üphesiz din bütün toplumlarda en önemli bir etkendir. Din her türlü toplum ve aile münasebetlerine, en basit çalış malara ve günlük i şlere kadar girer. K ısacası ilkel insanın yaş ayışında her işlem ve eylem dini mensek ve yasaklarla az çok s ıradanmış ve denetlenmiştir. Tapınma ilkel toplumlarda birinci derecede bir birleştirme etkeni ve birli ği anlatma konusunda ba şta gelen bir faktördür. Bu görüş kültür gelişmelerinin daha yüksek seviyelerinde bile do ğrudur. İsrail, Yunan, Roma, Hint, Çin, Meksika ve Eski Do ğunun şehir devletlerinde özel ve genel tap ınmalar iman ve doktrinden daha çok ya ş ayış ve davranış birliği sağliyordu. Bugün e ğer Doğu Roma, İngiliz Katolikliği, Budizmin Mahayana kolu 32 Hinduizm, Parsizm, Yahudilik ve İslamhğın bazı dallarında dinin ibadet yönlerine önem veriliyorsa bunu k ısmen tapınma yahut din törenlerinde saldı birleştirme gücünün anla şılmış olmasına yormak ,
gerekir. Bu kanı ve anlayış bütün din kurucularında layık olduğu ifadeyi bulmuştur. Bunun en tipik örne ği, Konfuçyus'ta ve onun konu şmaların saptayan seçme eserler (Analectes)inde bulunur 33 .
32 Budizmin iki kolu vardır : Mahayana, Hinayana
Mahayana sanskritçede büyük
araç demektir. Bu kol daha çok Çin, Kore, Japonya ve Tibette yerle şmiştir. Bu arada Tibet budizmini bazı yazarlar Lamaizm ad ı altmda tamamen ayr ı bir kol sayarlar Hinayana ise yine Sanskritçede küçük araç anlam ındadır. Bu kol daha çok Seylan, Birmanya, Siyam ve
Çin-
de yerle şmiştir. 33 Analectes, Seçme parçalar demektir. Konfuçyus'un ölümünden sonra Ö ğrencileri ve ümmetinin uluları tarafından derlenmiş seçme eserler dergisidir. As ıl anlamı özetlenmi ş konuşmalardır.
84
ibadetin birle ştirme gücü, geçici veya sürekli bir te şkilâtın kurulması ile gerçekle şir : ilkel toplumlar arasında ve Yunanistanda yer alan s ır cemiyet-
Teri (ş ocietes â Mystres) ve gizli dernekler, Romamn karde şlik dernekleri bütün dünya dinlerinde özel ve genel tap ınma görevlerini yerine "getirmek üzere kurulmu ş olan Lonca, Tarikat, Ahilik, Fütüvvet gibi ad ta şıyan dernekler ve bir merkeze b ağlanmış olan grup, kabile ve siteler konfederasyonu bu türlü te şkilatın örnekleridir. Bu Konuda Bayram şenlikleri (Festivals) ve haç .
tavafları olağanüstü firsatlardır. Çünkü buralarda yıkanma, temizlenme (taharet), yalvarma, adama (Voeu), sunma (Ofrande), kurban kesme, dini tören, törensel yürüyü ş (Processions) gibi çe şitli tapınma eylemleri arasında .sıkı bir bağhlaşma görülür. Bütün bunlar din tarihçisi kadar Din sosyoloğunun da özellikle ilgilendi ği konulardır. Bu türlü te şkilatın özel bir maksatla toplanmış olan mensuplarının zihniyet ve tutumu üzerindeki etkiler ve genel olarak din üzerinde yaratt ığı birleştirici ve bütünleyici sonuçlar kolayca tasavvur edilebilir. Bununla beraber kültür anlat ımlarında olduğu kadar dini şekillerin yorumlarında da bir ipham bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu belirsizlik ve müphemiyet dinin pratik anlatmu olan tap ınmada da vardır. Doktrinler ancak onların anlam ve önemini aç ıklayan kesin tanımlarla korunurlar. Öte yandan tap ınma eylemleri çeşitli yorumlara yol açabilir. Bu sebepten rastgele ve maksath olarak başka başka amaçlara hizmet ederler. Bu türlü karmaşık sebeplilik örneklerini Pueblo Medeniyetinde bulmaktay ız 34 Ame.
rika Yedilerinden Zuni uru ğunda ev yapma eylemi Hasat dolay ısıyla yapılmakta olan din törenlerinin bir parças ıdır. Bu vesile ile yap ılan tören zengin, lerin toplumsal ödevlerini yerine getirme ve toplumu birle ştirme ve kay, naştırma mekanizması olan mal ve mülk da ğıtımı için bir fırsattır 35 Bu gibi .
örnekler her din tarihinden al ınacak misallerle sonsuz olarak ço ğaltılabilir. Tapınma eylemleri bu kadar kolayl ıkla geniş, yeni ve belki de birbirine karşıt anlamlara bürünse bile büyük bir ayr ıhğa yol açmaz. Buna karşılık yorum farkları çatışma ve uyu şmazhklar yaratabilir. Bilindiği üzere sanat dini ilham sayesinde beslenir ve geli şir. Tezyin sanatları gibi görünürde dini san ılmayan buluşların bile kök ve ba şlangıcının dini ilhamda olmad ığım ispat etmek çok güçtür. Güzellik ve dansta hiçbir şeye irca edilemeyen bir zevkin varl ığı inkar edilemez; ancak SANAT SANAT İÇ İNDİ R (l'Art pour Part) önermesi çok geç var ılan bir sonuçtur. 34 Pueblo Medeniyeti (Civilisation de Pueblo) ; pueblo sözü ispanyolcada köy köylü demektir. Halk anlam ına da gelir. Burada Amerika. yerlilerinin küçük kulübelerden yap ılmış köylerinde içlerine kıvrılarak sürdükleri geri kalmış bir medeni yaşayışı anlatır. 35 Bk. Ruth Benedict, ayn ı eser, Güney Batı Amerikadaki Potlaç kurumu. Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Matbaa' Amire, 1341, S 55 ve devamı.
85
Ilkel 36 ve doğulu dinlerin epik, dramatik ve lirik edebiyat ında resim, mimari, müzik ve dansın tapınma ile ilgili bir ba şlangıç ve anlam taşıdığı açıkça farkedilir. Burada "sanat sanat içindir" anlat ımı nisbeten küçük bir rol oynar. Batı Aleminde sanatın başlangıç ş artlarından, yani din etkisinden kurtulması Rönesansla ba şlar. Sanat ın yaratıcılık niteliği başlangıç, taki amaçlarını muhafaza etti ği müddetçe bunun dini gruplar üzerindeki birleştirici ve kayna ştırıcı etkisi ölçüsüz denecek derecede büyüktür. Bunu anlamak için Dionizos s ırlarının yorumunda Yunan Dram ının oynadığı rolü, islâmda Alevilerin elem ve ac ılarını dile getiren Şia dramının rolünü, Hint ve Yunamn büyük kahramanlık destanlarım, Çin, Tamil 37 ve Iran lirizmini düşünmek kâfi gelir. Bu konuda birde sanat yap ılarıyla pratik olarak bütün ileri dinlerdeki tap ınma yerlerinin (Havra, kilise ve camiler gibi tap ıpınaklar) artistik yap ı ve dekorasyonunun yaratt ığı etkiye ve klasik kilise müziğinin Hıristiyanhkta oynad ığı birleştirici rol ve taşıdığı anlam ve öneme iş aret edilebilir. Böylece bu türlü faaliyetlere yard ım etmek ve onları geliştirmek amacını güden te şkilâtın çok çe şitli olduğu meydana çıkar. Bunların din ve kültür hayatı üzerinde büyük etkileri vard ır.
D. Dini Tecrübe ve Dinin Dünyaya Karşı Tutumu Buraya kadar dini tecrübenin, teorik ve pratik anlat ımları olarak ö ğreti (doktrin) ve tap ınma (ibadet) yı inceledik. Şimdi dini grubun genel olarak dünyaya ve özel olarak topluma kar şı durum ve tutumunu ele alaca ğız. Din''it bir iç hal ve sübjektif bir tecrübe olarak belirli bir temayül, bir atmosfer, bir tutum veya şekil olarak objektifle şmedikçe olaylar üzerinde etki yapmaz.
ı ca,i,E,
v.
Katıksızca kişisel olan bir din sübjektif bir teori olarak kalmaya mahldim4 dur (Sokrat misali) Anlaşılması ve toplumsal bir sonuç vermesi için duygu, dü şünce ve heyecanın anlatılması ve açığa vurulması gerekir. Aynı dine bağlı iki kişinin ya ş adıkları dini tecrübe, hareket, söz ve eylem olarak kendini göstermezse bu iki kişi arasında din ve iman birliği meydana gelmez. Bu hareket, söz ve eylem sayesinde birbirinin benzeri say ılan duyu, düşünce ve eylemler, katılaşma, yerle şme ve gerçekle şme şansına kavu şur. Bir başkasının ruhunda yaş adığı dini tecrübenin anla şılması nadir ve olagan üstü bir haldir. Do ğrudan do ğruya ve kar şılıklı anlayış olsa, olsa iki veya birbirlerini yak ından tanıyan birkaç ki şi arasında düşünülebilir. Fakat bu halin, dini tecrü-
36 P. Radin, Social Anthropology (Newyork and London, Mc. Grow-Hill Book Co 1932) 37 Tamil' veya Tamil Hindistamn Güney k ısmmda ve Seylan adasında oturan etkin bir gruptur Madras ve Seylan beyli ği adını taşır.
86
1,0
benin oldukça geniş bir birlik ve mübadelesine temel te şkil etmesi çok güçtür. Dini tecrübe kendili ğinden karakteristik durum ve tutumlar ın gelişmesini isteklendirir. Daha önce aç ıklandığı gibi sıras ı gelince bu durum ve tutumlar duygu, düşünce ve eylem olarak belirli ve billurlu bir ş ekil alırlar. Kurucularının yaş adığı kutsalın gerçek tecrübesinden kayna ğını alan hıristiyan, İslam, Budist ve Hindu, durum ve tutumunu tan ımlamak imkansız değil8e bile çok güçtür. Her dinin ruh ve özü bu durum ve tutumda sakl ı bulun-
maktadır. Bu durum ve tutumlar bir dindeki fikir, norm ve kurallar ın bugünkü davramşlara uygulanmas ını düzenlemi ş ve gerektirmi ştir. Spekülatif metot bugünkü ku şaklar ;çin çok ilgi çekici de ğildir. Fakat Hegel'in Tarih ve Din Felsefesinde büyük dinler hakk ında yapt ığı tavsifler bugün bile faydalı bir şekilde okunabilir niteliktedirler. Büyük yazar Çin dinini ölçü, Suriye dinini ıztırap, yahudi dinini yücelik, Yunan dinini Güzellik, ve Roma dinini menfaat dinleri olarak vas ıfladığı zaman hemen herkes kendisiyle beraberdi 38 İbrani milletinin Babil Esaretinde ve bundan k ısa bir süre sonra geçirdi ği dini tecrübenin bir sonucu olan durumun incelenmesi yahudilerin, hayat, toplum ve dünyaya kar şı davranışlarını anlamak için elimize bir anahtar verir. Japon Şintoizmi üzerinde yapılacak benzeri bir ara ştırma, bu dinin hayat, tabiat, devlet ve dünya karşısındaki tutum ve davranışını anlamayı mümkün kılar. Bu misallerin faydası, dini tecrübedeki, çe şitli faktörlerinin anla şılması ve bağdaşmaz gibi .
görünen fikir ve fiilleri tek bir merkezi sebeplik ilkesine ba ğlamasıdır. Kardeşlik, din birliği ve din derneklerinin önemini anlama, de ğerlendirme ve yorumlama tarzlar ında dinler birbirlerinden farkhd ırlar. Üstün derecede gelişmiş dinlerde normlar saptanm ıştır. Bu normlar her dine öz bir dünya ve toplum fikrini tan ımlar. Tarihçi ve sosyolog bu dinlerin gelişmesini, bu dinlerin özel iddialar ı ışığında incelemek zorundad ır. Çok parlak bir etüdünde, Max Weber baz ı dünya dinlerinde rastlanan çeşitli dini tutumları tipolojik yönden vasıflamaya çalışmıştır. Toplum, dünya düzeninin bir parças ı olduğundan, muhtelif dinlerin topluma kar şı tutumu, merkezi görü şlerinden aynlmaz. Aslında tekçi olan bir din çe şitli derecelerde ikiciliğe (Dualizme) yönelebilir. Mesela, ilkel dinde grubun dini tecrübesi, alemi kutsal (tabu) __
ve kutsal dışı (noa) 39 diye ikili bir bölümlemeye götür-
38 Georg W ilhelm Friedrich Hegel, Lectures on the Philosophy of religion trans. E. B. Spriel (London K, Paul, Fronch, Trubner And Co, 1893) yazarın islam dini için de bir (Hikmet dini) şeklinde bir vasilamada bulunmam ış olması çok üziicüdür. 39 Noa. Polinezya dilinde kutsal-dışı, baya ğı anlamındadır. Tabunun zıddıdır.
87
irt tw'" 1 410
4 tak ı
müştür. Bu ayrımın temeli dinidir; fakat bunun ahlaki ve manevi anlamlar ıda vardır. Esasen dünya iyi ve e ğleneelidir. Fakat efsane ve teolojide aç ıklanan bazı sebepler bu iyiliği belirli bir alana lıasretmiş , onu =damı§ ve bozmuştur. Daha geli şmiş dinlerde de mes'ele böyledir, de ğişmez. Kötü kuvvetlerin dünya düzenini süreklice bozma temayüllerine ra ğmen Homer ve Veda kahramanl ık destanlar ımn içinde ceryan etti ği alem tenaelli olarak iyi idi. Tevrat ın Tekvin kitab ı (Livre de la Genese) yarat ıliş sonucunu çok iyi diye vasıflar. Fakat İbrani dininin gelişmesi sıras ında Leviler kitab ında (Livre Levitique) yer alan bir tak ım farklar belirmi ştir. Dünyayı iyi ve e ğlenceli olarak de ğerlendirmek baz ı dinlerde hâkim bir ilkedir. Buna kar şılık daha ayrımlı ve daha geli şmiş ba şka dinler dünyaya karşı kararlı olarak menfi bir durum takınırlar. Gnostsizm 40 Mandeizm 41 ,
Maniçeizm ve Budizm bunun göze çarpan örnekleridir. Bu dinlere göre dünya en karanlık renkteolup orada ıstırap ve şer, kötülük ve üzüntü en yüksek derecede hüküm sürer. Böyle bir dünya kar şısında dinin takınacağı biricik rasyonel durum ve tutum, kat ıksız bir kötümserliktir. Budizm teoloji ve felsefesi, tipik bir hint görü şü olan samsaranın özel bir yorumuna dayanır 42. Üçüncü bir dünya görü şü beşeri tecrübeden aksetti ği üzere dünyanın metafizik ve ahlaki bir nitelik ta şıyan menfi yorumudur. Burada çe şitli değişiklik ve ş artlara yer verecek menfi bir tutum söz konusu olup tamamen veya kısmen kutsal kalma imkanları üzerinde durulmu ştur. Genel olarak yahudi ve islam teolojileri bu görüşü temsil ederler. İranın zerdüşt dini bu konuda çok ayd ınlatıcı örnekler verir Hikmet Tanr ısı olan Ahura—Mazdanın her şeyi yapmaya yeten gücü nisbeten ba ğımsız bir varlığa sahip olan kötülük kuvvetleriyle tadile u ğramış ve sınırlı kalmıştır. Yani burada dinin teolojisine dinamiklik a şılayan bir ikili sistem vard ır. Böylece iyilik ve kötülük karşılaşmasına dayanan ikili bir sistem dinin teolojisine henüz benzeri olmayan bir dinamiklik vermiştir. Bu dinamik kuvvet iranl ıların tarih felsefesi (Kozmoloji, eskatoloji) ve ahlak ında canlı bir şekilde ifade edilmi ştir Buna göre, dünya çok geni ş bir savaş alam gibi ahnmaktadır. Çarp ışan or40 Gnostisiz ınKatma bir dini felsefi sistemidir. Hinstlyanl ıktan önce birçok farkl ı elemenlan tek bir sistemde toplanm ıştır. Bu elemenlar Babilonyamn mitolojisi, Kabalist yahudilik, hanın ikili sistemi ve Yunan felsefesiydi. Hıristiyanlık doğduktan sonra karma şık bir hale gelmiştir. Bu dini saf bir halde bulmak güçtür, ba şka dinlere karışmıştır. 41 Mancleizm. hanın batısında ve Babilonyamn güneyinde yürürlükte olan bir dindir.
Samsara. Hindu dininde durmadan dönen hayat çark ı anlamınadır Devir, doğum ve tekrar do ğumdan başlayarak sonuna kadar gider. Buna ruhlarm göçü veya tenahsuhu denir.
88
dular eşit ş artlar altında karşılaşırlar. Burada kötülük kuvvetleri inatç ı, hilekâr ve güçlüdür. Bir çok defa dü şmamnın kalesini ele geçirecek gibi olur. Fakat bütün sava şlar iyiliğin zaferiyle sonuçlan ır İran Tanrı bilimi (Theodicee İranienne) nin yahudi h ıristiyan ve islamların tarih ve dünyayı yorumlama tarzlar ına tesir ettiği genel olarak kabul edilmektedir 43 Nitekim islâmdaki melek ve ş eytan, cennet ve cehennem fikri bunu gösterir. Herder, Kant Schelling ve Hegel gibi ça ğdaş felsefe ta.
rihçilerinde ve çe şitli hıristiyan Rus yazarlar ında bu tesiri görmek mümkündür. Büyük tarihçi Von Ranke tarih felsefesinde Eski İran görüşünü şöyle aksettirir : "Hümüzle Ehriman sonsuz sava ş halindedirler. Ehriman durmadan dünyayı karıştırmaya ve işleri alt üst etmeye çal ışır. Fakat ba şarı sağlayamaz 44 . "
Karakteristik bir tecrübenin tayin etti ği ve sebep oldu ğu bir dünyaya karşı takınılan tutum beşeri varlık ve beşeri faaliyet şekillerinin temel görü şleri insamn dünya olaylarım değerlendirmesine etki yapar. Weber bir kere daha bunun tipolojik tasla ğını gözlerimiz önüne serer. Böylece yazar klasik Yunan, Buda ve Hint dinlerinin tabiat olaylar ına verdikleri de ğerleri karşılaştırarak, bunlarda mevcut karakteristik ve farkl ı tepkileri ortaya çıkarır 45 Tabiat olaylarının yorumunda rastlanan bu türlü görü ş farkları Doğu katolikliği, Roma katolikliği ve protestanlık tiplerinin incelenmesiyle güzelce belirtilmi ş ve açıklanmış olur. Duruma göre ya tabiat olaylar ı olduğu .
gibi kabul edilmi ş ya kesin olarak reddedilmi ş yahut ortalama bir yorum ve işleme ba ğlanmıştır. O halde tabiat olaylar ına karşı, herbiri kendi bünyesinde yeni bir farkl ılaşmaya elverişli olmak üzere üç farkl ı tutum vardır: Beşeri Tecrübede bir temel olay say ılan sava ş , genel olarak, a ş ağı kültür seviyesindeki bir çok dinlerin memnunlukla kabul edip uygulad ığı bir eylemdir. Buna karşılık bazı ünlü be şeri ve evrensel din önderleri sava şı tanımaz ve bu yolu do ğru bulmazlar Yahudi, H ıristiyan ve islam teolojileri, bir takım şartlar alt ında savaşı uygun görürler 46
.
43 Theodicöe sözü yunancada Tanr ı Adaleti anlamınadır. Metafizi ğin bir kolu olarak Tanrı, Tanrısal varhk ve tannsal niteliklerden bahseden kesimdir. Biz bu Terimi Tanr ısal Bilim diye dilimize çevirebiliriz. 44 Löopold Von Ranke , Gesammelte Werke 45 Hınstıyanhğın dünyaya karşı takındığı temel durumu en iyi aksettiren eser Ernst Troeltsch'ın Hıristiyan kiliselerinin toplumsal ö ğretisi (Soziallehren der christlichen kirchen und gruppen) adlı eseridir. Bu eser Olive Wyon tarafından (The Social Teaching of the christian churches) olarak ingilizceye çevrilmi ştir. (New york Mac Millan Co. 1931) 46 İ slamda Cihad, sınırlı hallere hasredilmiştir. Kuranda Bakara suresinin 190. ayetinde
89
Dinlerin sanat karşısındaki tutumları, bu dinlerin temel ilkelerine göre
değişir. Hıristiyanlıkta bu konuda türlü kanaatların bulunması bu de ğişik tutumun bir delilidir. Genel olarak Do ğu, Roma ve İngiliz katolikliğinin her üçü de sanat ı korur ve savunurlar. Lütl ıer kilisesi baz ı şartlar alt ında sanatı kabul eder.__ Kalvinizm ise hiç olmazsa başlangıçta bunlara iyi bir gözle bakmaz. Müzik, Dans, tiyatro ve heykeltra şlık konusunda bütün dinlerde değişik tutum ve yorumlara rastlan ır. Islamın ana kayna ğı olan Kur'anda sırf putperestliği önleme amacıyla bazı hükümler 47 bulunduğu gibi ikinci ti
derecede bir kaynak olan hadislerde de bu amac ı güden yasaklar vard ır 48 Islamın doğuş şartları göz önünde tutulursa yasaklar ın yalnızca putpresliği önleme ve yüce ilkeleri koruma dü şüncesinden ileri geldi ği anlaşılır. Bi.
limi, güzelliği, insanhğı ve beşeri değerleri bu kadar üstün tutan bir dinin dünyayı başka türlü görmesi beklenemez. Güzel sanatlar ın bir çoğu islam devletlerinde ho ş görüldüğü ve iyi karşılandığı tarihçe sabittir. Mimari, tezyini sanatlar, müzik ve minyatür konusunda hiç bir tereddüt olmamakla beraber heykeltra şhk, resim ve raks için baz ı tereddütler vard ır. Bütün bunları islamın çok engin olan dünya görü şü ile yorumlamak gerekir. Kurtube yakınları ndaki Medinetüzzehra'da Zehra heykelinin, Mevlevi rak ıslamum, bazı kabartma resim ve benzerlerinin İslam âleminde yad ırgannıadığı ileri sürülmektedir, 49
(Size sava ş açanlarla Tanrı yolunda dövüşün, aşırı gitmeyin ; Gerçekten Tanr ı aşırı giden saldırganları sevmez.
41h:A I
L
i bm;
47 Kuranda Maide suresinin 90. ayeti şöyledir Ey inananlar' içki, kumar, putlar ve fal oklar ı, hiç şüphe yokki, şeytan işi pisliklerdir; j j.-$
esenliğe kavuşmak için onlardan kaç ınmız :
,
Lel
I Lt
48 Sahihi Buhari, Babüttasvir (Cilt 7 /4 sahife 64, 65, 67) de rastlanan hadislerin bir k ısmı aşağıdadır : a) Kim bu dünyada suret yaparsa kıyamet gününde ona ruh ver diye kendine bir teklif yapılacak; Fakat o ruh verecek durumda de ğildir.
ili
_,./11
;ji,
b) Kıyamet gününde Tanrı katında nastan en şiddetli azaba çarp ılacak olanlar suret yapanlar (musavvirler) dır :
r „,
49 Bu konuda şu eserlere bak : Ord. Prof Suut kemal Yetkin, Islam Mimarisi, islâmlıkta resim ve heykelin durumu, sayfa 75-79 Osman Keskio ğlu, islâmda Tasvir ve Minyatürler, Bâhiyat Fakültesi Dergisi, 961 Dr. Neda Armaner, hadislere göre kad ının siyasal durumuna umurni bir bak ış, illihiyat Fakültesi Dergisi 1961. Halil Arslan O ğlu, İslamda Resim, ilâhiyat F. Dergisi 1963. Musaya inen 10 emirde put yapma yasak edilmi ştir (Tevrat, Çıkış XX)
90
Yenileyin dini görü şlerin ekonomi gibi alanlardaki etkileri üzerinde bir çok parlak eserler yaz ılnuştır. Max Weber yahudi, H ıristiyan, Hindu, Parsi, Buda Konfuçyus ve Toa dinlerinin i ş , ticaret, mülk, para ve tefecilik karşısındaki tutumunu çözümlemi ştir. Weberin eseri Werner Sombart, Ernst Troeltsch, Kraus, Tawney, Niebuhr, Hyma ve h ıristiyan mezhepleriyle u ğraşanlar tarafından maharetle ele ştirilmiş ve tamamlanm ıştır. Temel beşefi tutumlarm dini sebepleri için pek çok misaller verilebilir. Muhtelif kültür ve medeniyetlerin çok soyut kavramlar ı bile dini ilke ve temellere göre değişik görünüştedirler. Bütün bu etütlerin sosyolojiye çok şeyler kazandırdığı aşikârdır. Bütün bu şekilleriyle ferdin topluma kar şı tutumu ve dinin toplumsal münasebetler ve kurumlar üzerindeki etkisi geni ş ölçüde dini grubun ö ğreti, tap ınma ve teşkilatına nüfuz eden ruh ve zihniyete ba ğhdır. Belirli bir toplumda insanlar arası münasebetleri de tayin eden yine bu ruh ve tutumlard ır. Aile, hısımlık ve devlet gibi kurumlar merkezi tecrübenin ışığı altında düzenlenebilir. Bu merkezi tecrübeye göre bir toplumun ülküsü dile getirilip kaleme alınır; yani formülle ştirilir. Bununla beraber bu konu dinle toplumun karşılıklı etkisinin yalnızca bir yönünü gösterir. Çünkü dini tecrübenin an. latımları bile dışarıdan gelen toplumsal etkilerin sonuçlar ına göre değişikliklere sahne olmaktad ır.
E. Toplum ve Evrensel Düzen : (Ahlak, ideal ve Gerçek) Dinin dünya ile ilgili görüşleri dinin toplum olayları karşısındaki tutumuna hasredildi ğinden şimdi sıra bu farklı tutum ve olaylar ı birleş tiren ana fikirleri inceleme ğe gelmiştir. ilkel toplumların bir çoğunda rastlanan zengin ve teşkilâth mitolojik sistemler genel olarak, normatif elemanlar ı ihtiva ederler. Evrensel, dünyevi, ahlâki ve dini düzene ili şkin ilkeler bu düzeni umm§ olanlara bir tak ım külfetler yükler. Devinim kuralları (hattı hareket kaideleri) ve ahlâk ilkeleri sistemli bir zihniyet için bazen çeli şik gibi görünür. Fakat bunlar tanrısal düzeni anlamak, gerçe ği bir düzene göre ayarlamak ve böylece varhk ve mutlulu ğun ba ğli bulunduğu sistemin işlemesini sağlamak çâbasından başka şeyler de ğildir.
Herhangi bir toplumun ahlâk yasas ı (Code ethiquelo toplumdaki normatif sistemin bir parçasıdır. Normatif sistemle hukuk, Ahlak, pratik ve benzeri kuralların tümü anlatılır. Bu kurallar, tek (fert) in toplum içindeki hareketini düzenler ve tek bir sistemde birle ştirir. Kurallar ın hiçbir yönü, normlarm hiçbir grubu, sistemin tümünden ayr ı ve ba ğımsız sayılmaz ve ayrı bir inceleme konusu olamaz 5° 50 Bk. Jane E. Harrison, A study of Social Origins of Greek Religion (Gambridge University press, 1912)
91
Eski çağın toplum sistemi, teamül ve kanunlarla snurhd ır. Kanun (lex), teamül (Mos) ve hukuk (Jus)'a dayanarak anlat ılmış ve düsturla şmıştır. Eski Yunanda Themis 51 adaleti ve dünya düzenini temsil ederdi. Bu düzen toplumda zorlayıcı bir nitelik ta şırdı. Öte yandan Themis, ba şlangıçta yaygın, kapak ve basitti; daha sonra kollektif şuuru, toplumsal müeyyideyi ve toplumsal buyru ğu kişileştirirdi. Bu ilkeler, kanun ve adalet olarak belirli sözleşme ve örflerde billurlu bir şekil almıştır Medeni hukukla ceza hukuku veya kanunla teamül ve örf aras ında kesin farklar ancak son zamanlarda kendini göstermiştir. Medeniyetin ilerledi ği nisbette hayat ve hareket ülküsü formül halinde ifade edilmi ştir Bu da pek az bir istisna ile dindeki temel görüşlerin (mitoloji veya teolojinin) ay ırdedici niteliklerini muhafaza etmesine imkan vermi ştir. Hindin Manu kanunları, Tevrat ve Kur'an ın ortaya koyduğu hukuk sistemleri, zerdü şt ve konfucius yasalar ı bu temayülün göze çarpan örnekleridir. Belgeler aras ında dinle hukuku birbirinden ay ırmak çok güçtür. Gerçekte hukuk dinin bir parças ıdır. Ilkel toplumlarda ve Do ğu ülkelerinde çok eski bir tarihte atasözleri olarak beliren bir hikmet edebiyat ına rastlanır. Bu hikmet edebiyat ında düşünce ile gerçek davran ış birbirine karşıttır. Son zamanlarda İbrani Hikmet Edebiyat ı üzerinde yap ılan bir çözümlemede bu Edebiyat ın iki ana bölüme ayr ıldığı görülür. Birinci bölüm, pratik felsefe ve Ahlaki içine al ır. Tecrübeden çıkar ve popüler hikmeti aç ıklayan vecizelerden ibarettir. İkincisi teorik felsefe yolu ile ahlak ve din hayatının problenderini inceler. Bu grubun en iyi örnekleri Hz. Eyyubun kitaplarmda ve kökü Hz. Süleymana ba ğlanan atasözleri (Emsal]. Süleyman) nde yer alır. Halk bilgisi, de ğişik medeniyetlerde çe şitli şekillerde meydana çıkar. Bilmece (Enigme), Atasözü (Proverbe), Özlü Söz (Aphorisme), Menkibe (Anecdote) ve benzerleri bu aradad ır. Bu bilgi ço ğu zaman hayat ın pratik tecrübesinden çıkmış olduğundan yalnızca teorik kalan dü şünceyi tamamlamaya yarar. Her ikisi yani pratik ile teori el ele vererek teoloji ve felsefenin geli ş mesini sağlar ve topluma kılavuzluk ederler. Doktrin ilerledikçe ahlak, kanun ve örften ayr ılır. Fakat bir ahlak sisteminin do ğduğu yerde bile bu ahlaki fikirlerin men şe'i, sebep ve olu şu kesin bir dini tecrübeye dayanır. Pratt bütün tarihi _ dinlerde din önderlerine karşı takından tutumla hayat ın gidişi üzerinde etki yapan ö ğretim sistemini ayırdetmektedir. Yazar bunlar ın birbirine ba ğlı olduğunu ve pratik
51 Themis, Eski Yunanda adaleti temsil eden bir Tanr ıça idi. Adalet mensuplarının kullandıkları terazi sembolu ondan kalmad ır.
92
olarak aralarında bir ayırım yapmanın imkansız olduğunu söyler 52 . Felsefi ahlak sistemleri ancak üstün seviyelerde ve özel şartlar içinde geli şebilir. Yunan felsefesi bu konuda belki de en çok dikkati çeken örne ği verir. Üzüntü ile söylenebilir ki bilginlerin ahlak tarihi üzerindeki ilgileri hemen hemen yalnızca Eski Sözle şme (Ahtü Atik) ile Yunan, H ıristiyan 53 ve çağdoaLaBatı Ahlaki üzerinde toplanmakta ve teorik yöne önem verilmektedir. Ilkel medeniyetler konusunda yeni baz ı malzeme ve belgeler elde edilmekle beraber ahlak kavramlar ının tip ve gelişmeleri hakkında daha geni ş etütlere ihtiyaç vard ır. Dini tecrübenin Ahlak üzerindeki yank ıları ahlakın toplumsal anlamları ve bunların karakteristik mahiyetteki toplum görü ş ve teşkilatı üzerindeki etkilerini ve son olarak dini buyruklar ın gerçek olaylar üzerindeki tesirleri hakkında daha pek çok şeyler öğrenmemiz gerekmektedir 54
.
SosyoLog tarihçiden geri kalmamak şartiyle ülkü ile gerçek aras ındaki karmaşık münasebetlerle ilgilenir. Bu nokta göz önünde tutularak dini grubun niteliğini ve gelişmesini yorumlamak gerekir. Görünürde do ğru, gerçekte
Eke,
yanlış ve aldat ıcı olan iki doktrin, gerçek münasebetlerin anla' şılmasım güçieştirir. Bunlardan birincisi Tarihe olurundan çok ruhani bir nitelik ve anlam veren tarihçi mektebin görü şüdür. Bu doktrin kat ı gerçe ğin fikir ve düşüncelerde sebep oldu ğu etki ve sonuçları ihmal eder. Yine bu doktrin tarihi verilerin önemini o kadar büyültür ki gerçek yerine kar şımıza parlak sentezler çıkar. Ikinci Doktrirı sathi bir maddecilikten ibarettir. Bu da teoriyi maddi , rıs,.. %le İ #1., /!.55' şartların basit bir sonucu gibi alarak onu gerçek de ğerinden ayırır ve işe yaramaz duruma getirir. Marksizimde ideoloji kavram ımn düştüğü utanç verici durum bunun açık bir örne ğidir. Din Sosyologu her iki görü şün aldatıcı etkisinden uzak kalmasını bilmelidir.
52 Harry Ranston, The old testament Wisdom book and their Teaching (London 1930.) 53 H. E. Barnes and H. Becker, Social Thought from Lore to Science (Boston, 1938.) 54 Pratt, Religious Consciousness
93
Üçüncü Bölüm
DİN VE TOPLUM MÜNASEBETLERI
Daha önce belirtildi ği üzere, devrin ve konunun en büyük uzman ı olan Joachim Wach'a göre Din Sosyolojisi, D İNLE TOPLUM münasebetlerin' ve bunlar arasında yer alan kar şılıklı etki ve tepkileri inceler 1 . Burada dinin üç türlü münasebeti dü şünülebilir. 1 — Dinin toplumla ve toplumun daha etkin bir te şkilatı olan Devletle münasebetleri. 2 — Dinin toplum içinde ve d ışındaki ba ş ka dinlerle olan münasebetleri. 3 — Dinin kendi bölümleri ile veya mezhep, tarikat ve benzeri alt gruplarla olan münasebetleri. Genel olarak birinci kesim, toplumun ve onun egemenlik bask ısı altında birleşmiş ve kayna şmış bir örgütü olan DEVLETIN D İNLE MÜNASEBETLER İ N İ ve son olarak dinle devlet ay ırımı olan L 'AY İKLIK ILKELERINI söz konusu eder.
İkinci Kesim ; D İ N ve Vicdan imtiyaz ve özgürlü ğünü inceler. Üçüncü kesim ; Mezhep, tarikat ve benzeri alt gruplar ı ara ştırır.
Birinci Kesim DİN VE DEVLET MÜNASEBETLER İ Din Sosyolojisi üzerine yaz ılan eserlerin birço ğunda Din ve Devlet münasebetlerinden önce dinin çe şitli toplum ş ekilleriyle olan münasebetleri çözümlenir. Fakat henüz konusu oturmam ış , ilkeleri yerle şmemiş ve özel terimleri 1 . To study the interrelation of religion and society and the forms of interaction Which take place between them (J. Wach, Sociology of Religion, sayfa II)
94
saptanmamış olan bu alanda, al ışılmış ve bilinmiş terim ve olaylardan uzaklaşmak tehlikelidir. Çok ş ey bilip engin alanlarda kaybolmaktansa, az ve öz bilmeyi ve açık olmayı üstün tutmak gerekir. Bu sak ıncaları gözönünde tutarak bu kesimde yaln ızca şu konular ele alınacakt ır.
I.
DEVLET (Etat)
II.
İ SLAMDA DEVLET (Califat)
III .D İ N VE DEVLET MÜNASEBETLERI (Relation de l'Etat et de la Religion)
1V.LAYIKLIK VE DIN ÖZGÜRLÜ Ğ Ü (Laicite et la liberte religieuse)
I — DEVLET
Sosyolojide toplumsal örgütün en basitinden ba şlayarak en karma şık ve karışıklarına kadar bütün toplum ş ekilleri, inceleme konusu olur. Bunlar arasında çe şitli sebeplerden dolayı devlet, özel bir ara ştırma konusu olmaktad ır. Ba şta, Devlet nitelik ve nitelik bak ınundan Kamusal kurumların en önemlisidir. İkinci olarak devlette ba şka kurumlarda bulunmayan bir özellik (Egemenlik) vardır. Son olarak dini cemaatlar ın tetkiki mantıkan bunların karşılığı olan siyasi ve tabii topluluklar ın incelenmesini gerektirir. Ba şka bir deyimle devlet makanizmas ı bilinmedikçe din ve toplum münesebetlerinin sosyolojik yönleri eksik kalır.
A — DEVLET SÖZÜ
Devlet sözü dilimize arapçadan gelmi ştir. Bu söz, ba şlangıçta bir hakan, veya bakan' soyuna öz e ğemenlik ve sultanlığı anlat ırdı. Sonraları geniş leyerek bütün ülkeyi kapsayan soyut bir e ğemenlik ve sultanhk anlamına gelmiştir 2
.
Eski Türklerde ilhanhk ve bakanl ık, islâmda hilafet sözleri bu
anlamda kullanılmıştır. Arapçada mülk sözü de devlet anlam ında kullanılır:
J.L..11
(Adalet mülkün temelidir) cümlesinde mülk sözü Devlet
yerine kullanılmış tır
2 Bk. H. Naili Kvbah, Devlet Anayasa Hukuku, İ st S. 128
95
Yunanlılar buna Polis ( no?\.tg ) Romahlar ise Res publicum veya Civitas 3 derler. Dikkat edilirse ayni terimler hem devleti hemde şehri .
gösterir. Zira o devirlerde devletin ülkesi sitenin geni şlemiş bir sayılıyordu. Bodin buna Republique, demi şti.
şekli
Siyasal bir kurul anlam ında batı dillerindeki Etat terimi ilk olarak İtalya'da Stato diye kullan ılmıştır. Machiavelli ister Cumhuriyet, isterse Mutlakiyet olsun devlete ilk olarak bu ad ı vermiştir 4 Ingilterede ayni kökten .
ve ayni siyasi anlamda State kelimesine 1538 tarihinde Thomas Starkey'in eserinde rastlan ır Bu kitap İtalyan makamlar ın incelemekte idi. Fakat Ingilterede resmi dile devlet sekretesi (Secretary of State) deyimiyle girmi ştir. Bu deyim Elizabeth zamanında Robert Cecil'in i şgal ettiği bakanlık görevine alem olarak kullan ılıyordu. 17. yüzyılda Almanyada Staatkunst deyimi İtalyan köklü Ragione di Stato (Devlet yönetimi) kar şılığı olarak kullanıl mıştır. Almanya'da Staatsrecht sözü kamu hukuku anlam ına gelen Jus publicum karşılığı kullanılırdı Teknik olarak bu terimle ülkeye, halka ve egemen otoriteye at ıf yapılmaktadır. Bugünkü anlamda devlet sözü bir dereceye kadar siyasi ba ğımsızlık ifade eden ve hatta büyük ölçüde bir egemenlik iddiasında bulunmayan yönetimleri de içine alacak derecede geni şletilmiştir O kadarki tarihi gidişinde Avrupadaki siyasi ve felsefi geli şmelerle hiç bir ilgisi olmayan Avrupa dışı devletlere de bu ad verilmi ştir. Ingilizcede devlet sözünün tesadüfi olarak toplum anlam ında kullamldığı da olmuştur. 5 . Millet sözünün çok kere devlet anlam ında kullanıldığı olmuştur. Şüphesiz kültür bakımından farklı olan bir milletin bir devlet içinde az ınlık olarak kalması olayı ile ayni ülkeye yerleşmiş bir devletin çe şitli milletlerden kurulmuş olması hali vardır. Bu da gösteriyorki devletle millet ayni şey olmaktan uzaktır. Bu iki terim sosyolojik yönden birbirinden ayr ı anlamlardadır. Millet, kültür, toprak, Din, tarih, kader ve amaç birli ği, gelenek, görenek, ulusal ülke ve kahramanlıklara saygı gibi ortakla şa temellere dayanır. Bütün bu temellerin belki de en önemlisi, milletlerin S İYAS İ KADERLER İN İ KENDILERININ TAYIN ETMESI isteğidir. Devlet ise siyasi ve hukuki makam.
3 Yunancada Polis şehir ve devlet anlamına geldiği gibi politis kelimesi de ayni kökle ilgili olarak yurtta ş anlammadır. (Bk. Prof. Sinano ğlu Yunanca-Türkçe sözlük.) Latincede civitas kelimesi vatanda şlar birliği devlet ve milletler toplulu ğu (Civitates aut nationes) anlam ında kullamlmaktadır. (BK. Cassell'a Latin Dictionnary) 4 Machiavelli, prince, kesim 1. 5 George H, Sabine E. S. S. Cilt 14 S, 328 State maddesi State is an History regarded at as the halt)
96
ların birliğine işaret sayılmaktadır. Devletle milletin ayni . şey olmamasına rağmen ısrarla ileri sürülen bir inan ışa göre milli birlik, siyasi birliğin bir temelidir. Bundan dolayı hiç olmazsa siyasi ideal bakımdan milli devletlere modern tip ,tevletler denebilir. Bununla beraber milliyetçili ğin devletin fiili yapısı üzerindeki yankılannı çok geniş tutmak ve bunu sihirli bir maymuncuk saymak yersizdir.
B — DEVLETIN BA ŞLANGICI
Devletin ba şlangıcını ararken Devletle devlete benzeyen çok ilkel, bulan ık, ve geçici bir devrenin hesaba kat ılması gerekir 6 .
ilkel devlet sisteminden yüksek kültür hayat ına geçi şin ayıncı niteliğinin iktisadi bir üretim arac ı olan sapamn kullanılması olduğu iddia olunabilir. Bu konuda bütün bilginlerce henüz bir görü ş birliğine vanlmanuştır. Bundan dolayı biz de devletin kurulması için genel olarak temelli say ılan unsurları saymakla yetinece ğiz. Bir devletin var olmas ı için, yukarıda belirttiğimiz üzere ülke yeter say ıda bir insan toplulu ğu ve eğemen bir yönetim temelli şartlardand ır. Bu duruma göre devlet belli bir ülkede ya şayan, üstün ve eğemen bir' otoriteye bağlı bir insan topluluğunun meydana getirdiği devaml ı, siyasi ve hukuki bir bütündür. Egemenlik unsuru eski bir anlayış a göre râkip, nâzir, mâdun, mâfevk tan ımayan bir irade iktidar ıdır. Şimdi bu ilke Devlet bünyesinde vukua gelen de ğişme sonucu sadece içerde özerklik (Dahili muhtariyet) ve dışarıda bağımsızlık şeklinde kendini gösterir. Egemenlik, ilkel toplumlarda bile Ru şeyn (Embryon) halinde vard ı. Toplumların ve dini cemaatların siyasal ve toplumsal geli ş mesi ele ahnacak olursa, baz ı grupların yalnız akrabalık bağına, baz ılarının tarihi bitişikliğe (Contiguite Historique), baz ılarının ortakla şa bir tarih ve gelene ğe ve hatta baz ılarının da tek bir yönetim (Gouvernement unifie) alt ında yaşama olayına dayandığı görülür. Göçler, sava şlar ve zorumlu boyunduruklar (Subjugation) ve buna benzer birçok geli şmeler devletlerin do ğuşuna ve siyasal yap ının kurulmasına hizmet etmi şlerdir. Kuzey Amerikada ki birçok kabileler ahenkli olarak birbirlerine ba ğlannuşlar ve fakat hiçbir suretle te şkilath bir bütün (Organised Whale) içinde erimemişlerdir. O kadar ki bunlar için devlet deyimi ııi kullanmak çok güçtür 7
.
MacLeod, devletten önce gelen iki te şkilat tipini incelemektedir Bunlar.._ dan birisi Kuzey Amerika yerlilerinden Yurok kabilesinde uygulanmakta
6 R. H. Lowie, The Origine of the state, New York, 1927 7 Birbirleriyle koordine olan kabileler şunlardır : Cherokec Pawnee, Dakota, pueblo, Joachim Wach, Sociology of Religion. S. 289
Din Sosyolojisi F. 7
97
olan anar şi (Anarchie), Ötekisi do ğu Afrika Kabilelerinden Bantular aras ında rastlanan ihtiyarlar idaresi (Gerontocratie) d ır. Bunlara benzeyen Kuzey Amerika'nın tanınmış İrokva (İrouquois) lar birli ğine veyahut Natschez teşkilatına devlet sıfatını vermeyi haklı gösterecek bir sebep yoktur. Fakat gerek Aztek ve gerekse Peru hükümdarl ıklarına pekâla devlet ad ı verilebilir.
C — DEVLETIN TANIMI Nazariyecilere göre devlet, ortakla şa amaç ve ülkünün gerçekle şmesi için birlikte hareket eden insanlar ın meydana getirdikleri grup ve te şkilattır. Bu tanım devleti toplumdan küçük, fakat amac ının kesinliği bakımından ortaklaşa yaş ayışlardan ayrı sayar. Ba şka bir görüşle devlet, toplumda yaşayan insanların olaganüstü dış münasebetlerinin düzenlenmesi amac ını güden toplumsal bir yönetim kuruludur. Böyle bir görü ş tabiatıyla menfaatçı devlet
teorisi (Th63rie utilitaire de L'Etat)tipiyle ayni ardamdad ır. Metafizik, âhlak veya adalet bakımından kuvvetle desteklenen baz ı yazarlar, devletle toplumu, grup meselesi olmaktan daha çok„ bir görü ş farkı olarak ayırdederler. Bun lara göre devlet, toplumun bir bölümü de ğil bir başka yönden görünü şüdür. Böylece Hegel hükümetin hergün yapmakta oldu ğu bu türlü görevleri devlete karşı değil, sivil topluma (Burgerliche gesellschaft) kar şı yapılan polis görevlerine yormaktachr. İngiliz siyaset nazariyesine bugünkü kimli ğini veren İngiliz Hegelcileri, devleti toplumsal bir kurumdan daha çok toplumsal de ğişmeleri (Chanğement) yöneten, her yerde ve her şeyde gizli bir uzla ştırma etkeni (İntelligence) olarak dü şünürler. Hukukçulardan, özellikle Kant görü şüne taraftar olanlar bu türlü ay ırımı, daha iyi açıklamışlardır. Böylece Kelsen devletin bu sosyolojik görü şünü yani onun toplumla aç ıklanmasını toptan redetmiştir. Kelsen Almancadaki Sein (olan) ve Sollen (olmas ı gereken veya arzu edilen) aras ındaki esash farktan faydalanarak Devleti Hukuki normlar ın düzen ve sistemi olarak hüviyetlendirmi ştir.
Devlet sözünün siyasi te şkilatı gösteren bir terim olmas ı, Devletle hükümet arasında kesin bir s ımrlamayı güçle ştirir. Mutlak . hükümdarhklardan daha do ğrusu Mutlakiyet devrinde, Devletin e ğemenliği hükümdarm ş ahsında toplandığından devletle hükümet ayırımı o kadar önemli de ğildir. O devirde ülke ve ülke üzerinde ya ş ayan halk hükümdarın mameleki (Patromoine) sayılır& 8 Bununla beraber böyle bir ay ırım yapılması, Devletin, hukuki anla.
yışı bakımından çok önemlidir. Seydle den Jellinek'e kadar birçok Alman nazariyecileri mâmelek görü şünü yıkarak devleti, hukuki bir varl ık olarak kurmuşlardır. Hükümdar ve hükümet sadece devletin organlar ıdır. Kelsen devletin hukuki şahsiyetini müphem görmektedir. 8. Marrielek. Bir kimsenin yarı yoğu, mal mülkünün tümü.
98
D — DEVLETİN KURUCU UNSURLARI VE DEVLET GÜCÜNÜN NE OLDUĞU Yukarda devletin üç unsurdan meydana geldi ğini belirtmiştik : (Ülke, insan topluluğu ve Egemenlik) Bunlardan insan toplulu ğu ile ülke devletin Maddi unsurlarıdır. Bunun yanında çok önemli bir unsur daha vard ırki bu da manevi nitelikte olan devlet otoritesi, veya egemenliktir. Maddi unsurlar olmadan bir deiletin kurulmas ı mümkün değildir Fakat sadece maddi unsur ların bulunması bir devletin kurulmas ı için yeter sayılamaz. Maddi unsurlarla ve bunlara ili şkin teorilerle u ğra şmak konumuzla ilgili de ğildir. Fakat ilerdeki ara ştırmalarda aydınlatıcı bir önem taşıyaca ğı için devlet otoritesi (Eğemenlik) üzerinde durmak yararl ıdır. Bir insan topluluğunun bir ülke üzerinde yerle şmesi devletin bir başlangıcı sayılabilir. Fakat devletin kurulması için toplumun hücreleri sayılan birliklerin bir amac ı gerçekle ştirme u ğrunda kayna şmaları ve mertebeler düzenine ba ğlanmaları gerekir. Bu ise ancak devlet gücü denilen e ğemen bir erkin (iktidarm) varlığı ve baskısı ile olur. O halde devletin en önemli unsuru, bu kayna şmayı sağlayan ve mertebeler düzenini kuran e ğemen bir devlet gücüdür. Bu temel unsur yan ında ikinci dereCede bir takım unsurlar daha vardır. Bunlara VAHDET ve DEVAMLILIK denir. Bir ülkede yerle şen insanlar arasında bu unsurlar yani devlet kudreti, VAHDET ve DEVAMLILIK varsa orada zorunlu olarak devlet vard ır. Devlet gücünün ne oldu ğu konusunda biri. Frans ız buluşu olan, sözleşme teorisi, ötekisi Alman görü şünü aksettiren pozitivist teori vard ır. Zamanımızda bu dikenli mesele üzerine yaz ı yazanlar bunlardan birini veya ötekini esas tutarak işe başlamaktadırlar. Biz devlet gücünün aydınlanması konusunda ünlü üç yazarın adlarını açıklamakla yetinece ğiz. Alman Pozitivist okuluna katılmakla beraber Normativizm gibi orijinal bir fikir ortaya atm ış olan Kelsen, gerçekci bir doktrin sahibi olan Leon Duguit, ve nihayet realizmle idealimizi bağdaştırmaya çalış arak sosyolojik verilerden i şe ba şlayan Hau• riou'dur 10. E — DEVLETİN SİYASİ VE TARIHI GÖRÜNÜŞÜ Siyasi kurumların gelişme ve ilerlemesi belirli bir düzen ve yol izlemedi ği için bir sıraya göre, devletin evrimini söz konusu etmek gerçe ğe uymayan bir iddia olabilir. Bununla beraber birçok devlet tipleri inceleme konusu olabilir. Bunlar, ilişkin oldukları devirlerin ayırıcı özeliklerini ta şırlar. 1 — Şehir Devleti (Esat-Citö) Devlet örneklerinin ilkidir. 9 ve 10 Bak. Akbay, Muaffak, Umumi Amme Hukuku, Ankara 1952.
99
Denilebilirki asıl bu şehir devleti içinde siyasi devlet nazariyesi ba şlamıştır. Bu tip devletin özelli ği küçüklüğü ve siyasi ya şayışının içtenliğidir. Başka bir deyişle içten (Samimi) ve etkin bir yönetimin kurulabilmesi ülke s ınırlarımn çok dar olmas ı ve Yunanistanda oldu ğu gibi dışarı ile ticari ve siyasi münasebetleri sağlayacak derecede halkın savaşcı olmasına bağhdır. Özgür yurtta ş anlayışı kuvvetten daha çok i ş birliğine dayanan özgür yönetim anlayışnun kaçınılmaz bir gere ği idi. Bu bakımdan Yunanistan' ın Yurtta şhk görüşü hukuki olmaktan daha çok ahlâki ve e ğitimsel idi. Zira Yunan düşünürleri devleti, içinde yüksek medeni ya ş ayışın sağlanabileceği, bir olay gibi görmekte idiler. Fakat idealim son derece zengin olu şu bu alanı seçkin ve küçük bir sınıfa öz kılmıştır. Şehir devletinin, ilk önce Makedonya, daha sonra Roma imparatorlu ğu tarafından yutulmuş olması bu sistemin siyasi anlamını yok etmiş ve onu ideallerinden uzakla ştırarak yalnızlığa götiirmiiştür. Roma devletinde yurtta şlık evrensel bir nitelik ta şıyordu. Yurtta şlar aras ındaki ba ğ, şehir devletinin kültür, içtenlik (samimiyet) ve i ş birliğine dayanan ba ğlarından büsbütün ba şka idi. Romada bu ba ğ hukuki idi. Bugün bile hukuk anlayışı Roma düşüncesinin bir mirası sayılabilir. Yargıç otoritesinin ve yargıçlık hakkının inancası kanundu. Kanun ve daha geniş anlamıyla hukuk, tatbikatta hak ve hukuku içine alır bir şekilde tasarlamyordu. Bir Romal ı her tarafa bir hukukçu gözüyle bakmakta idi. Hayvanlar ın bile çok zaman yargılanarak cezaya çarptırılması, Romanın Hukuka verdi ği önemi belirtme ğe yeter. Bir dünya devleti içinde bu hukuk idealinin devam edebilmesi, imparatorluk otoritesinin kaynağını askeri bir güçten alm ış olmasından ve bu gücün hukuk sistemiyle desteklenmiş olmasından ileri gelir. 2) Orta çağda siyasi kurum ve düşüncelere büyük ölçüde feodalite bağları hâkim bulunuyordu. ' Bu devirde hükümdar ile uyru ğu arasındaki münasebet nizami (tüzüksel) bir münasebet oldu ğu halde Senyör ile toprak kulu arasındaki münasebet daha çok sözle şmeli bir münasebete benziyordu. 3) Avrupa siyasi tarihinin modern ça ğı açıktan açığa siyasi ve hukuki otoritelerin merkezle şmeye doğru bir yol ald ığını gösterir. Bu hareket ticari işlerin artışı, mahalli bağımsahldann ortadan kalkmas ı, esnaf loncalarının, din ve rühban derneklerinin kald ırılmasıyla yakından ilgilidir. Bu türlü merkezile şme hareketi biribirine dü şman din ve mezheplerin do ğurdu ğu ayrıhkları ahenkli kılma ihtiyacı ve milli birlik duygusunun artmas ı ile teşvik görmüştür. Milli Birlik duygusunun amac ı, siyasi iktidara dünyevi ve lây ık
bir temel vermektir. Bu türlü devlet anlayışına egemenlik anlayışı çok uygun gelmektedir, ilk aş amada milli birlik duygusunun artmas ı, iktidardakilerin siyasi nüfuzunun
100
artmas ını gerektirmi ş ve bundan da en çok kira! faydalanm ıştır. İngilterede bu hal parlamenter geli şme ile ba ğda şmış tır. Bu memlekette sınıfları temsil eden bir meclisten (Assembly of Estates)ulusal nitelikte bir yasaman meclis (Natoinel Legislative) do ğmuştur. Bu meclis ise genel oyla seçilen yasaman meclisin asli örne ğini (Prototype) vermektedir. Bu örnek say ılan yasaman meclisin de dahil bulundu ğu İngiliz sistemi, geçirdi ği sayısız değişikliklerle bugünkü demokrat ve liberal devletin tipik bir örne ği olmuştur ı l.
4) Modern Devlet olarak son zamanlarda yeni tipte baz ı devlet şekillerinin gelişme halinde olduğunu söylemek do ğru olsa bile bu ana kadar İngilterede gelişen demokrat tipin yerine geçecek daha üstün bir devlet ş eklinin bulunmu ş olduğu iddia edilemez. Mesela bugün mutlakiyete dayanan bir sistemin İngiltere için uygun bir yönetim oldu ğu ileri sürülemez. Britanya Milletleri Topluluğu (British Commonwealth of Nations) nun varl ığı ve parlamento egemenli ği hükümdarlığı hukuki bir faraziyeye irca etmi ş tir. Yani Ingilizler, mutlakiyet şeklinin bütün kılık ve kıyafetini muhafaza etmi ş , ancak onun içinden sanki bir şırınga ile bütün eskilikleri atarak yerine çok yeni fikirleri zerk etmi ş gibidirler. Bu konuda şekil ve görünüş e aldanmamak gerekir. Zira bugün İngiliz meclisinin farazi olarak yapamayaca ğı birşey varsa oda kad ını eı kek, erkeği kadın yapmakt ır ki bazı düşünürlere göre meclis hukuk bak ımından bunu da yapabilir. S ıkı bir uluslar aras ı sisteminin kurulması ulusal egemenlik ve ba ğımsızhkları daha farazi bir hale getirebilir. Yahut toplumsal ve ekonomik münasebetler ba ğımsızlık nazariyesine ayak uydurmak için k ılık kiyafet de ğiştirmek zorunda kalabilir. Devlet yönetiminde mülk sahiplerinin, iş çilerin ve tüketicilerin ç ıkarları bakımından ticari, iktisadi, mali ve hatta siyasi bazı düzen ve tedbirlere ba ş vurulması önüne geçilmez bir zaruret haline gelmi ştir. Di ğer taraftan, yasaman meclislerin meseleleri çözmede gösterdikleri yetersizlik kimsenin gözünden kaçmamaktafbr. Bu alanda genel düzenleme ve denetleme görü şü, seçim ile kurulan meclislere birakılmak suretiyle hükümet ve idare düzeni için gerekli organlar ı kurmak gibi temsili bir mahiyet arz eden hükümet ş ekli kaldırılarak s ıkı .snurlamalarla otoritenin daha çok merkezile ştirilmesi de dü ş ünülebilir. İkinci şıkta yani temsili hükümetin kaldırılarak sıkı sınırlamalar ı gerektiren merkezile ş me sistemine İtalya ve Almanya'da kurulmu ş olan fa şist idareler misal te şkil ederler 12
.
Devletin totaliter anlay ışı olan bu doktrine göre, devlet yaln ız
hukuki anlamda egemen olmakla kalmaz. Toplumsal ya ş ayışın bütün bö-
11 Bk. Georges H. Sbine State, E. S. S. Cilt 14 S. 329 ve devam ı 12 Bak. Schumen Fredericke, political theory of german Facism, American political scienes Review, cilt, 28, 1934. Sh. 210-232)
101
lümlefini düzenlemek görevini de üzerine alır. Eğitim, din ve sanat kadar, sermaye, i ş ve ulusal ekonominin tümü devletin düzenleme, yönetme, denetleme ve müdahele alan ına girer. Rusyada 20. yüzyılda yerle şmiş olan Komünist devlet anlayışı, sonuçları bakımından bu görüşten çok farklı değildir. Rusya'daki sistem i şçi sınıfının çıkarlarını korumak üzere kurulmu ş bir diktatörlük oldu ğu halde Fa şizm ve Nazizm aç ıkça itiraf edilmedi ği halde kapitalist diktatörlükten ba şka birşey değildir. Yani İspanyolların dediği gibi birisi kızıl, di ğeri beyaz birer diktatörlüktür. Fakat her ikisi de bir diktatorya idaresidir. Her iki sistemde de (Yani Fa şizm ve Komünizmde) muhalefet partileri kald ırılmış ve parlamento asli cevherinden yoksun kalm ıştır Bununla beraber her ikisi de ba şhcası üreciler konfederasyonu olmak üzere bazı organlar vasıtasıyla TEMSIL ESASINI, muhafaza ettiklerini ısrarla iddia ederler. Muhalefet, Demokrasi ve Parlamento rejiminin bir temel unsuru oldu ğu halde Fa şizm ve Komünizmin kurdu ğu bu organlaıın sistem ve temel unsurlardan sayılamıy\-aca ğı artık anla şılnuştır. Bu tecrübelerin yeni bir devlet tipine i şaret sayıldığını söylemek güç ve hatta imkâns ızdır. Yalnız Rusya meselesinde Komünizmin memleketin içinde bulundu ğu özel ş artlara uygun dü şmesi mümkündür. Ba şka memleketlerde aynı şartların bulunmayışı, diğer devletlerin Komünizm sistemini ayn ı doğrultuda geliştirebilmeleri ihtimalini bertaraf eder. Bunun gibi. İtalya ile Almanya meselesinde Fa şizmin yeni bir devlet tipimi yoksa modern bir k ıhğa bürünmüş eski bir diktatörlükmü oldu ğunu kestirmek bir hayli güçtür. Fa şist devletlerin kurulması ve bu şekildeki bir devlet anlay ışmunn geçici de olsa revaç bulmuş olması kısmen toplumsal çöküntü ve sefaletten do ğan psikolojik telâfiye, kısmen de bu sistemin milliyetçilik, Hegelcilik (Hegelianisme ve Makyavelcilik (Machiavelisme) ile kar ışık bulunmasına atfetmek gerekir 13 . Herhengi bir devlet nazariyesinin en güç taraf ı, olaya ve de ğerlere verilmesi gereken önemde sakh bulunmaktad ır. Herhangi bir de ğeri peşin olarak var farz ederek i şe ba şlamak bizi yanlış yollara götürür. Siyasi olaylar, değerlendirmeler ışığı altında bir de ğerler dokusu niteli ğindedir. Gerçek siyaset felsefesi, halkın zihninde müphem olarak mevcut olan de ğerleri açıklığa kavu şturan ve de ğerlendirmeyi yeni olay şartlarına uygulamış olanıdır. 13 Bk. Prof. E.Z: Karalm devrim ve laiklik yaz ısı S. 67 Laiklik adli anonim eseri, (Birinci cihan harbinden sonra Laik idealini inkar eden, İnsan şahsiyetini ham madde gibi kullanmak ve israf etmek isteyen Fa şizm ve Komünizm rejimleri ortaya ç ıktı . Lâyik de ğerleri ihtiva eden Demokrasi nizam ına, ayrı cephelerden, taarruz ederek bu nizam ı büsbütün kaldırmak istediler. Fakat ikinci cihan harbi ile tasfiye edilen zihniyet Fa şizm zihniyeti oldu. Bugün ayakta tutunmaya çalışan Komilnizme gelince : Korkuya, zulme dayand ığı için ve yalmz maddeye k ıymet verdiğinden insanlık için bir iddia de ğildir ve olamaz. Fa şizm'in uğradığı akibetten kurtulmas ı da, bu sebeple ne mümkündür, nede muhtemeldir. Bu k ısa açıklamada gösteriyorki medeni dünyanın ideali ve istikameti Lâik devlet nizanud ır.
102
Geleneksel Devlet Felsefesi, her devletin gerek kendi uyru ğuna karşı, gerekse ba şkalarına kar şı uygulamakta oldu ğu zorlama gücünü (Contrainte) ahlâki yönden hakl ı göstermek yolunu tutmu ştur. Eski toplumsal sözle ş me (Contrat social) veya Tanr ısal hukuk (Jus divinum) nazariyeleri bugün modadan dü ş müştür. Fakat bu iki nazariye aras ında mevcut olan esasl ı fark devam etmektedir. Her iki nazariyenin de devletin haiz oldu ğu zorlamayı haklı göstermek üzere ortaya at ılmış oldukları izahtan varested ır. Devletin Hukuki nazariyesi, de ğerlendirme s ınırları içinde düş ünülen nazariye tipinin özel bir halidir. Bundan dolay ı ahlaki de ğerlerle ilgilenme ğe bir ihtiyac ı yoktur. Mesele kollektif iradenin geçerli ği ve gerçekli ğini ilgilendirdiği orant ıda olumludur. Ş unu da söze katmak ki hukuki yetki, kendiliğinden bir de ğerdir. Bunun fiili bir iktidarla zorunlu bir münasebeti yoktur. Siyasi e ğilimdeki nazariyeler, Hukukla devlet aras ında tek bir münasebet kabul etseler bile, genel olarak devlette yaln ızca hukuki olmayan siyaset ve hükümet tasarruflar ı (Actes gouvernementaux) n ın bulundu ğunu kabul ederler. Kanun yapma yetkisini devletten farkl ı bir görev sayan nazariyeler ço ğ u zaman hukuku bir norm, devleti ise kendisinden hukuk normu ç ıkan bir tüzel ki şilik sayarlar. Bu tip nazariyeler hukukun var olmas ı nı bir devletin var olmas ına; bir devletin var olmas ını da hukukun var olmas ına ba ğlar ve bu iki önerme aras ında bir fark gözetrnez. Bu yolda tamlan en aç ık durum Kelsen'in durumudur. Kamu otoritesinin me şruiyeti ile ilgilenen nazariyeler bile kaideten bu meseleleri, fiili ve illî mahiyetleri dolay ısıyle birbirinden ayı rdedememi şlerdir. Makyavelden beri siyasi ve hukuki münasebetlerin mekanizmaslyla ilgilenen bilginler olmu ştur. Fakat Aristonun siyasetname veya politika diye an ılan 14 eseri bu sahada yap ılan etüdlerin tümüne bir misal te ş kil eder. Bu türlü eserler, toplumsal ve siyasal psikoloji ve kültür antropolojisinde yap ılan en son ara ştırmalarda oldukça önem kazanm ışlardır. Son devrin siyasi münaka ş alarında söz s ını f mücadelesine getirilmekte ve devlet iktidarda bulunan s ınıfın vekâletini haiz bir heyet (Agence), say ılmaktad ır. Böyle bir anlayış a göre devlet mensup oldu ğu s ınıfın menfaatlerini korur; Fakat di ğer s ınıfları sömürür. Bu nazariyenin kaç ınılmaz bir sonucu• s ınıfa dayan mayan bir cemiyette devlet kavram ın!'" ortadan kalkmas ıdır. Bu fikir gayet ütopik bir fikir oldu ğ u halde halen sosyalistlerce ra ğbet görmektedir 15
.
F) DINLE MÜNASEBETLERI BAKIMINDAN DEVLET ŞEKILLERI. Bu konuda bir çok s ı mflamalara raslamr. Genel olarak Dinle münasebeti bakımından Devletin dört şekli dü ş ünülebilir: 14 Bak. Aristo, Politika,
IV,
VI kitaplar.
15 Bak. E. S.S. State Maddesi.
103
1. Teokrasi (Theocratie) Din kuralları= devleti yönetmesi sistemidir. Tarihte pek çok örneklerine raslamr. Günümüzde sayısı çok azalmış olan bu sistemde devlet bir dini resmen tanır. Bu din dışında kalan dinlerle mensuplar ımn Devletçe hiç bir değeri yoktur. Devletin temeli din ilkelerine dayan ır. Bu sistemin daha ileri şekillerinde bir dini ho şgörürlük yer ahr. Hattâ anayasalar ba şka dinlerin de varlığını kabul ederek bunlara bir hak tan ır. Günümüzde Suudi Arabistan, Tibette uygulanmakta olan Lamaizm ve bir bak ıma İspanya bu sistemin belli ba şh örnekleridir. İslamda Devlet (Hilafet) saf şeklile en aydınlatıcı bir teokrasi örne ğidir.
2. Bizantinizm (Byzantinisme)
Devletin dini himayesine almas ı demektir. Buna İngiliz yazarları kayser papaliğı anlamında (Caesaro—Papism) derler. Iznik Konsilinde dini himayesine almış olan Konstantinin durumu böyledir. Osmanlı Imparatorlu ğu Yavuzun Hilafeti ele geçirmesinden sonra bu sisteme çok yak ın bir yönetim şekli olmuştu. Yazarlar aras ında Osmanlı idaresini Teokrasi sayanlar da vardır.
3. Konkordato Sistemi (Regime Concordataire) Bir Devlet Ba şkanı, ülkesinde ya şayan kimselerin ilgili bulunduğu dinin önderiyle bir anla şmaya varırsa bu anla şma hükümlerine göre bir yönetim kurulur ki buna konkorda veya konkordato rejimi denir. Bu rejim iki tarafh bir uluslar aras ı anlaşma niteliğinde olduğundan bunun tek tarafl ı bozulması Devletler hukukuna ayk ırıdır. Fransada Birinci François ile papa arasında ve Napolyonla papal ık arasında böyle bir anlaşmaya varılmıştı
4. Lâyiklik (Laicite) Dinle Devletin ayr ılması ilkesidir. Demokrasi e şitlik ve özgürlük temeline dayanır. Lâyiklik ise eşitlik ve özgürlü ğün bir sonucudur.- Bu dört sistemden en önemlisi birinci ile sonuncudur. Birincinin en tipik örne ği İslamda Devlet bahsinde, Lâyiklik ise daha ileride söz konusu edilecektir. .: Demir perde gerisinde gruplanan halk demokrasilerinde Sosyalist sistemler klasik demokrasilerden farkla olarak din ve vicdan özgürlü ğü yanında dinsizlik (atheisme) özgürlüğünü anahaklar aras ında savunur. 104
II. İSLAMDA DEVLET — (HILAFET) A. Genel Bilgiler Devletin Maddi Unsurları ve Kamu gücü a — Devletin maddi unsurlar ı (Ülke ve halk) Islâmiyet dünyayı üçe ay ırır; bunların herbirine dâr denir. Müslümanların elinde olan kısma Darülislam, müslümanların elinde olnuyana Darül-
harp; müslümanlarla bar ış halinde olana Darülsulh derler. Bütün müslümanlar bir tek millet (milleti vâhide) say ıldığı halde gayrimüslimler üç zümreye ayrıhrlardı. 1— islam egemenli ği altında bulunmayanlara kafir—i harp denirdi. 2— islam egemenliğini tanıyan gayrimüslimlere ise 1(Ctfir—i zim ıni denir Bu Kâfir—i zımmilere reaya da denirdi. 3— islam egemenli ğini tanımamış olmakla beraber islam ülkesine s ığınmış olan ve islam himayesi alt ında ya ş ayan gayri müslimlere de kafir—i müst'emen bir sene islam ülkesinde kalabilirlerdi 3
derlerdi. Müste'menler ancak
.
b — Devletin manevi unsuru (Kamu gücü veya egemenlik). Terimler ve anlamları
Hak ve hukuk. Bugünkü anlamda hukuk zorunlu toplum kurallar ıdır biarada iki türlü hak vardır Biri hakkullah denilen Tanr ısal Hak; ötekisi Hakkul'ibad denilen kul hakkıdır. Genel olarak bunlar ın birincisi bugün kamu hukuku bölümünde incelenir. Ikinci grup ise bugün Özel hukuk ba şlığı altında toplanır. Kamu hukuku, kamuyu yani toplulu ğun ortakla ş a işlerini ilgilendiren hukuk kollarını içine alır. Bu zümrede taraflardan biri devlettir. Bugün Hukuk Fakültelerinde okunmakta olan Anayasa hukuku, İdare hukuku, Ceza hukuku, Devletler Umumi Hukuku, Mali Hukuk ve benzerleri Kamu Hukuku ailesindendir. Yukarıda da belirtti ğimiz gibi, İ slamda bu hakların çoğuna Tanrısal haklar (Hakkullah) denirdi. Bugün Kamu haklar ı arasında gördü ğümüz özgürlük hakkı (hakkı hürriyet), nefsin ve ırzın dokunulmazlığı hakkı (hakkı ismet), mülkedinme hakkı (hakkı mülkiyet) ve ş ahsın dokunulmazlığı İslamda Tanrısal haklardand ı. 13 Osmanli imparatorlu ğunun son zamanlarında Zimmilere tebai gayri-müslime ve müste' menlerede tebaa ecnebiye denmi ştir.
105
Halife ve Hilafet sözü Arapça • 13 alefe (
) kökünden gelir.
Birinden sonra gelmek anlam ındadır. Halife sözü Bat ı dillerine Calife, Khalife, caliph şeklinde geçmiştir. Kelime, Tüı kçede üç anlamda kullanılır: 1— Türkçeleşmiş olan şekli ile "Kalfa" in ş aatta müteahhitle usta aras ında yapı işlerini idare eden kimseye denir. 2— Eski Bab ıâli memurlarına verilen bir unvandır; 3— Mahalle mekteplerinde hocadan bir derece a şağı olup öğrencilere yard ım eden kimsedir. Halifenin konumuzu ilgilendiren anlam ı ise Peygamberin ölümünden sonra islâm ın siyasi ve dini- önderli ğini yapan kimsedir. Buna göre Halife Peygamberin vekilidir. Ebubekir Tanr ı Peygamberinin Halifesi (Halifei Resulullah) unvan ı ile yetinmiştir. Tanr ının Halifesi (Halifetullah) deyiminin de kullan ıldığı olmuşsa da bunun do ğruluğu sabit olmamıştır 14
.
Kur'anda islâmi anlamda hilafeti ilgilendiren bir hüküm yoktur. Sadece kamu hukukukunu ilgilendiren iki âyet vardır: Bunların birincisi, "Müslümanlar işlerini kendi aralarında me şveretle yürütürler" 15 ötekisi "Tan: rı'ya, Tanrı Resulline ve buyurma yetkisi olanlara itaat ı 16 öğütler" 17 ,
.
Görülüyor ki birinci âyet devlet i şlerinde kar şilıkl danışmayı hedef tutmakta, ikincisi ise anar şi, ba şsızhk ve hükümetsizli ği önlemek ve disiplini sağlamak için itaatı emretmektedir 18 .
Kur'anda Halife hakk ı nda, islâmi anlamda bir hüküm yoktur. Bu, böyle olmakla beraber Kur'an ın muhtelif yerlerinde Halife sözüne rastlanmaktadır. Arap dilinde taşıdığı tarihi anlamlan ve hilafet sözü içinde gizlenmi ş özellikleri belirtmesi bak ımından bunları incelemek yerinde olur. 14 Abbasi Halifelerinden Mansur mekke'de irad etti ği bir hutbede kendisinin Allah' ın yeryüzünde tayin etti ği bir Sultan oldu ğunu söylemiştir. Bundan Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi il j; manas ı çıkarılmaktadır. Bu görü ş yanhştır. 15 Kur'an, Sûra Suresi, 37 16 Kur'an, Nisa Suresi, 59
j.„1 ji l J y JJI
1_,"1.
.11 13..,1,1
17 Tartu şi eski bir bilgine atfen „kırk yıllık istibdat bir saatlik anar şiye müreccahtır" der. 18 İncil'de I. Petrus'un birinci mektillı u (Premiöre clpître de Pierre, II) 13-14 ayetinda buna benzer bir hüküm vard ır : "Gerek egemen Kral olsun gerekse bu Kral ın kötüleri cezalandırmak ve iyileri korumak üzere gönderdi ği valiler olsun insanlar aras ında kurulmuş her otoriteye"Tann u ğrunda itaat . ediniz (Kitab ı Mukaddesteki ifade bozuk oldu ğundan Fransızca ashndan tarafımdan çevrilmiştir.) Luter'e göre fena ve haks ız da olsa cismâni otoriteye isyan ve ayaklanma tecviz edilemez. Çünki kötülü ğü cezalandırmak herkese ait bir i ş değil, ancak elinde dünya otoritesini bulunduran makam buna yetkilidir. (Bk Edit de Weimar, Cilt XVIII, Sayfa 302 ve devam ı) Buna kar şılık Ralven (Calvin) kötü idareye kar şı direnmeye uygun görür. (Bk. G. Mensching, Sociologie Religieuse, Paris, 1951, sayfa 132)
106
Tanrı, Hazreti Davud'a: "Ey Davut seni yer yüzünde halife k ıldık Yeter ki insanlar aras ında hak ve adaletle hükmedesin." 19 Burada Hazreti Dâvut, Tanrı'nın halifesidir. Fakat bu halifelik hak ve adaletle hükmetmek ş artma ba ğlıdır. Adaletin yerine getirilmesi eski bir deyimle Hakk ın ihkak ı
ve batılın iptali demektir. İmam ve İmamet: Bir çok islam müçtehitleri tarafından İmametle hilafet aynı anlamda kullamlmıştır Fakat dikkat edilirse bu iki deyim aras ında bir fark vard ır. Her İmam Halife de ğildir; buna karşılık her Halife aynı za• manda islamlann İmann (İmamül Müslimin) dir. Eski hukukçular bu iki kavram arasında Umumu Mutlak ve Hususu Mutlak münasebeti vard ır derlerdi. Mesela mahalle imamları, tabur imandan, İmamı Azara, İmam Şafii İmam Gazali gibi bir meslek veya mezhebin önderleri Halife say ılmazlar. İmam sözü kur'anda Hz. İbrahimin Tanrı ile yaptığı bir konuşmasında geçer: Burada Tanr ı Hazreti İbrahime "Ben seni nasa imam yapaca ğım" buyuruyor 29 İslam Hukukunda birinci derecede önemli kaynak Kur'and ır İkinci olarak hadis gelir. Hadis Peygamberin söyledi ği, yaptığı, yapılmasını emrettiği ve yapılırken mani olmadığı işler ve eylemlerdir. Bu anlamda sünnet kelimesi de kullanılır Buraya kadar Kur'anda konumuzla ilgili hükümler görüldü. İkinci derecede bir kaynak olan hadiste konu ile ilgili önemli hükümlere raslanmaz. Gerçi İmam Kureyş Kabilesinden olacakt ır 21 diye bir ,
hadis varsa da bu hilafet müessesesinin mahiyetiyle ilgili de ğildir. Kur'an ve Hadiste hilâfetle ilgili bir aç ıklamaya rastlanmamas ı meseleyi icma'a bırakmıştır
Hildfeti Hakikiye ve Hilafeti Suriye: Sünnet etli bilginler hilafeti, Hilafeti Suriye ve Hilafeti Hakikiye diye ikiye ay ırırlar. Bu bölümleme Bat ılı bilginlerce de benimsenerek Hilafeti Hakikiyeye Frans ızca (Califat parfait ou legitime) ingilizce (Orthodoxe Caliphate) denilmektedir. Hilafeti Suriyeye sadece Califat veya (Caliphate) denilmi ştir Ileride uzun uzad ıya görece ğimiz Hilafeti Hakikiye (gerçek halifelik) gerekli nitelikteki bir kimsenin ümmetin seçkinleri tarafından geçilmesi ve biat denilen halk ın onayı ile iktidara gelmesi halidir 22 islamiyetin ilk devirlerinde gelen ilk dört halifenin durumu .
19 Kur'an Sad Su ı esi (XXVII) 17. Ayet. 20 Kur'an I, 124 21 ( ot?.
e° •1) )Z 22 Sadrüşşeria, Tadil-ül Ulum adlı eserinde hakiki hilâfete hilâfeti nübüvvet ad ım vermek. tedir. (Bk Seyyit bey, Hilâfetin mahiyeti şer'iyesi, sayfa 16 ve devam ı.
107
böyledir. Suri hilafet ise yukarıda temel ilke diye sayd ığımız esastan birinin (seçimin) eksik olmas ı dolayısiyle ancak şeklen hilafet sayılır. Emevilerin, Osmanlıların hilafeti bu türlüdür. Örfü adet: Bu terim aslında iki kelime oldu ğu halde tek bir anlam ı vardır. O da, halkın yaptığı hukuktur. Kelime Batı dillerinde kullanılan usage, Coutume gibi tabirlerin karşıhğı olmakla beraber Frans ızcada Les us et coutumes terimi nas ıl iki kelimeden yap ıldığı halde bir tek anlam ta şıyorsa, hukukçuları= da halen bu iki kelimeyi yukarıda belirttiğimiz anlamda kullanmaktadırlar. Halbuki gerçekte iki kelime söz konusudur. Bunlardan biri örf, ötekisi âdettir. örf, irfana dayanan bir kurald ır. Bilginlerin, arif olanların koyduğu bir esastır. Fakat adet sözünde bu yüksek anlam belirtilmi ş değildir. Zira batıl ve kötü şeyler de adet olabilir. Mü şterek olan yön, her ikisinin de toplumda yaşıyan ve yaz ılı olmıyan kurallardan olmasıdır. İkisi arasında umum ve hususu mutlak münasebeti vard ır. Yani her örf bir adettir; fakat her adet örf de ğildir. Islami tabiriyle örf ( ) âdet ( ) d ır. Kuran'ın Araf suresinin 199. ayetinde örf ile emreyle denmektedir 23 O halde örf üzere idare Tanr ı buyruğu icaplarındandır. 24 Bugünkü hukuk görüşü örfü, adetin daha şuurlaşmış bir şekli sayar. Bu bakımdan örf, adet ile Kanun aras ında, daha do ğrusu yaz ısız hukuk ile yazılı hukuk arasında bir köprüdür 25 .
B. H İ LASET MÜESSESESI Gerçek hilafet, ülküsel biçim ve niteli ğini ancak ilk dört Halife devrinde koruyabilmi ş daha sonra görünürde hilâfete (sûri hilâfete) dönmü ştür. Gerçek hilafet özellik ta şıyan önemli bir inceleme konusudur. Buna kar şılık hilafeti siiri'ye diye an ılan bozuk şekil eşine her yerde rastlanan bir anayasa konusu olmaktan ileri gidemez. Terim k ısmında sözü geçen Sadru şşeriamn Tadilül Ulihn adli eserinde gerçek hilâfete Hilafet—i Nübiivvet deniliyordu. Bu konuda Peygamberin bir hadisi oldu ğu söylenir. Peygamber, bu hadisiııde, gerçek hilafetin ancak 30 y ıl devam edece ğini ve bundan sonra bu yönetimin ısırıcı bir saltanata dönece ğini bildirmiştir 26 23 (
1
.
Bağışla, örfle i şi yürüt ve bilgisiz- '
lere yüz çevir. 24 Terim incelemelerinde daha uzun bilgi edinmek için şu eserlere müracaat edilmelidir. İ slam Ansiklopedisinin konuyu ilgilendiren k ısımları, İbn Haldun tercümesi Cilt : 2, Seyyit Bey, Hilafetin mahiyeti şer'iyyesi ; Ortis, derecho musulman ( İ spanyolca) Califato, Enciclopedia de Espasa (İ spanyolca); Nasuhi Bilmen, Istilahat ı fıkhiye kamusu Cilt: I 23 Ek. Yavuz Abadaü, Hukuk Tarihi, ta şbasması S. 63.
26
108
(
ı âs
I)
Gerçek hilâfetin iyice anla şılması, şu iki cihetin incelenmesiyle mümkürıdür : a. Adayın hilafet makamına getirilmesi b. Halifenin din ve dünya görevleri a. Aday ın Hiltifet makam ına getirilmesi: Buradh üç evrenin incelenmesi gerekir. 1) Adayda aran ılan nitelik ve özellikler 2) Seçim; 3) Biat. Şimdi bunları ayrı ayrı ara ştırahm• 1. Sünni olan islam bilginlerine göre adayda aranan ki şisel şartlara başhcaları şunlardır 27 :
1— Müslüman olmak 4
2— Bağımsız olmak 3— Akıl ve, baliğ (Reşit) olmak 4— Erkek olmak 5— Beden ve akıl eksikliği olmamak 6— Ülke ve Ulusu yönetmede tedbirli bir siyaset\ adam ı olmak 7— Halk arasmda ünlü ve güçlü tan ınmak 8— Yiğit olmak 9— Adalet erbab ından olmak 10— Kureyş Kabilesindcn olmak 11— Bilgin olmak 12— İyi ahlakh olmak
13
-
Doğru olmak
Yukarıda sayılan niteliklerin ço ğu bir açıklamayı gerektirmez. Fakat Kureyş kabilesinden olması ile bilgin olması açıklamaya muhtaçtir. Halifenin Kureyş kabilesinden yani Peygamberin ba ğlı bulunduğu kabileden olması bir hadise dayamr. Bu hadis Ebubekir taraf ından söylenmiştir. Bundan dolayı İslam bilginleri Osmanlı Saltanatına gerçek hilafet gözü ile bakmamışlardır. Osmanlı Hilafeti, seçim ve biat gibi temel ş artlardan da yoksun 27 Maverdi, Ahkânu Sultaniye, „bu eserde ilk on şart vardır".
109
bulunduğundan hiç bir zaman gerçek Hilafet sarlmam ıştır Yine bu ş art son zamanlarda, M ısır Kırallarma, hilafetin verilmesine engel olmu ştur. Halife olacak aday ın bilgin olması ş artına gelince, sünnet ehlinin bir ço ğu Halifenin sadece, bilgin olmas ını yeter sayarlar. Sünnet ehli bilginlerinin bir kısmı da adayın sadece bilgin olmas ını yeter görmezler; ayr ıca adayın hukuk biliminde doktrin sahibi yani müçtehit olmas ını da gerekli sayarlar. Hanefiler sadece adayın bilgin olmasını yeter bir şart sayarlar. Dokuzuncu ş art olarak görünen "Adalet erbab ından olmak" islâmdaki devlet anlayışının açık bir niteliğidir. İslam bilginlerine göre zalim bir kimseyi Halife yapmak, kurdu koyuna çoban yapmak demektir. Kur'anda Hazreti İbrahim'in Tanrı ile konuşması, adaletin büyük önemini belirtmektedir. Hazreti İbrahim kendine verilen İmamet'in soyuna da verilmesini Tanr ı'dan e diledi 28 Bunun üzerine Tanr ı "benim andı emanetim zalimlere vas ıl olııkaz" .
cevabını verdi. Buna göre Halife ve İmam tayini zalimin zulmuilnü def' etmek içindir. Ebubekir ilk hutbesinde "Ey nas... Ben sizin üzerinize veliyyülemir oldum. Halbuki ben hepinizin en hay ırlısı değilim. Eğer iyilik edersem 29 .
bana zahir olunuz, e ğer fenahk edersem beni do ğru, yola sevk ediniz. Do ğruluk emanettir ; yalanc ıhk hiyanettir. Kaviniz indimde zay ıftır ki andan mağİlk dört Halife bu şartları yerine durun hakkım istihsal ederim" 19 getirmişlerdi. Bundan sonra Hilafet kurumu Peygamberin sözüyle ısırıcı bir saltanata dönmü ştür. Bu saltanat ı dini anlamda Hilafet saymak yanl ış olur. Verilen ad ne olursa olsun bundan sonra gelen Devlet şekillerini sırf öğrenme merak ımızı giderme ve İslamdaki yönetim şekillerini tesbit etmek bakımı ndan söz konusu yapmak gerekir Sünnet ehlinden olan islam bilginlerinin hepsi bu kamdadırlar. Şia mezhebi ne mensup bilginler Hilafetin, Peygamberin damadı olan Ali'nin nesline ait olması gerekti ğinde israr ederler. Hariciler bu görüşün karşı kutbunu teşkil ederler. İslam mezhepleri içinde çok demokrat olan bu mezhep, ehliyet şartlarından tamamiyle vazgeçerek herhangi bir müslümanın Halife seçilebilece ğini ileri sürer 31 .
Şia mezhebi muhtelif fırkalara arılmışıtr 12 Bunlardan biri olan Zeydiye fırkası Peygamberin kızı Fatime evladıııdan olmak üzere Hilafetin veril.
mesi konusunda bir kaç ş art ileri sürer ; İlm-ü Fazilet, züht-ü taat, cud-u semahat, şecaat-ı celadet ve halk- ı icabet ve itaate davet gibi 33 .
28 Bak imamet (bu dilimin terim lusnn) 29 Bakara 124.
,...„Lut
Jl;
30 Seyyit Beyin Mecliste irad etti ği Hilğfet nutkundan. 31 P. Jose Lepaz Ortiz, Derecho Musulman, sahife 45 32 İmamiye, Zeydiye ve .Gulat fırkalan 33 Bk. İbni Haldun terciimesi 2. cilt 5. sahife
110
j11.31.;
b — Hilafet Makam ına Gelme Tarz ı (seçim) Bütün iktidar halktad ır 34 . Halk bu iktidara dayanarak gerekli ş artları üzerinde toplayan aday ı Halife seçer. Bu seçim yap ıldıktan sonra bir de halk ın bu seçimi onaylamas ı gerekir. Halkın onayına B İAT derler. Bu da Halifenin eli sıkılmak suretiyle yap ılırdı . Gerçekte seçimi yapan el üstünde olan seçkin bir zümredir. Bugünkü anlamda tam demokratik bir seçim de ğildir. Mes'ele bu safhada kalsaydı İslam Hilâfetine bir zümre yönetimi demek gerekecekti. Fakat bu seçimden sonraki biat olay ı işleri de ğiştirmektedir. Bu son haliyle halife seçimi bugünkü demokrasi seçimlerinden farkl ıdır. Zira Seçim Ba şkentteki halkın oyuna dayanıyordu. Taşramn açık bir biatı söz konusu de ğildir. Ebubekir, sakife-i Beni Saide'de yap ılan bir toplant ı sırasında ümmetin ileri gelenleri tarafından seçilmiş ; daha sonra halk ona Mat etmi şti. Halife Ömer, Halife Ebubekir tarafından aday gösterilmek suretiyle i ş başına gelmiş olmasına rağmen halk kendisine biat etmi ş olduğundan durumu meşra bir hal almıştı. İşte bu şekle veltiyeti ah ıt ve gösterilen adaya da veliaht derler. Halife Osman ile Ali de yine seçimle iktidara gelmi şlerdir. Yalnız Hazreti Ali Mekke gurubunun oylarıyla iktidara gelmi ş olup bütün müslümanlar bunu onaylamamışlardır. Bu yüzden İslam alemi kanlı çarpışmalara sahne olmuştur. Fakat gerek E ınevi, gerek Abbasi, gerekse Osmanl ı Hilâfetinde bu iki temelden hiç biri nazarı itibara alınmamıştır Bu yönden, bilginler bunları Suri Hilafet diye vas ıflandırırlar. Esasta Hilafet bir Vekalet olduğuna göre bu Vekalet ya mutlak olur, yahut s ınırh olur. Birinci halde Halife mutlak yetkilere maliktir İkinci halde ise Halife me şruti bir hükümdard ır. Bu sonuncuya en açık örneği son zamanlardaki Osmanl ı meşruti idaresi vermektedir. Batı hukukunda Devletin haiz oldu ğu üstün hakkın kayna ğını bir sözleş meye bağlayanlar bulunduğu gibi 35 bunda Tanrısal özellik görenler veya Duguit'de oldu ğu gibi Devlet olayım yönetenlerle yönetilenler aras ındaki bir ayrımlaşma (Differenciation) gibi görenler de vard ır 36 .
İslamda egemenliğin kayna ğı halktır 37 . Halk lıtı yetkisini yukarıda belirttiğimiz şekilde, Vekalet yolu ile Halifeye devreder. Bunun tabii bir 34 Hıristiyanlık iktidarın menşeini Tann'ya atfetmektedir. Bk. Incil Romahlar k ısmı 35 J. J. Rousseau'mn toplumsal sözle şme (Contrat •social) adlı eseri 36 Duguit'mn Devlet Nazariyesi için D. Ethem Menemencio ğlu'nun Duguit tercümesine ve Prof. Muvaffak Akbay'm Amme Hukukuna bk. 37 Sanhoury, tek ba şına Tanrı'nın egemen olduğunu, egemenliğin Tanrı tarafından Hükümdara de ğil millete verildiğini, binaenaleyh Halifenin Tanr ı'mn mümessili değil, milletin temsilcisi olduğunu ve milletin bizzat Tannyı temsil etti ğiıi söylemektedir. (Bk. Sanhoury le Califat s. 17, 18
sonucu olarak kamu .erkinin fizyonomisi de ğişir. Halifeye mutlak bir yetki verildiğinde mutlak bir yönetimin, sınırlı yetki verilirse Me şruti yönetimin meydana. gelece ğini biraz önce söyledik. Bu iki şekilden başka olarak halk hiç kimseye Vekalet vermeksizin kendi haklar ını kendisi kullamrsa Cumhuri idare olur. İslam tarihinde bu üç şeklin örnekleri vardır. İlk dört Halife devrinde Hilafet mutlak bir Vekâlete dayan ıyordu. 1897 tarihli Osmanlı Anayassasına göre bu yetki s ınırlıydı. Halkın bu yetkiyi temsilcileri arac ılığıyala doğrudan do ğruya kullanmas ı bugünkü anlamda demokrasi sistemini do ğurur. İslamda Hükümet kelimesi tahakküm anlam ını taşıdığı için kullamlmaz; bunun yerine ilk devirlerde mütemadiyen Hilafet kelimesi kullan ılmıştır. Müsayere yazarı İbni Hümam, Hilafeti "Müslümanlar üzerine Kamu tasarrufu yapmaya hak kazanmakttr" diye tanımlar 38 Bunun anlamı şudur: Halifenin bütün Müslümanlar ın kamu işlerine karışmak hakkı vardır. İşte bu tasarrufa Islam Hukukunda kamu velayeti anlamında Verayet-i amme .
denir. Bu ise egemenlik demektir, İslam bilginleri, yel:ayeti ister uygun görülsün ister görülmesin ba şkası üzerine söz geçirmek diye tammlarlar 39 Bir kimsenin başkası üzerine söz geçirmesi gayri me şru olursa buna tahakküm, cebir yahutta tagallüp denir. Fakat bu söz geçirme me şrii bir temele dayamrsa o zaman böyle bir tasarruf velayet ad ını ahr. islâmiyette hiç bir kimse kendi .
imtiyazından dolayı başkası üzerine cebren söz geçirmek ona emir ve yasaklarda bulunmak hakkına 'mâlik de ğildir. Yalnız babanın çocu ğu üzerine cebren söz geçirme yetkisi vard ır ki bunun adı velayettir; bunun da me şı i) olması gerekir. Bu babal ık hakkına ba ğlı bir tasarruftur. Büyük Baba da bu durumdadır. Bu velayete daha aç ık bir ifade ile veletyeti Zatiye denir 49 .
Babanın çocuk üzerindeki velayetinin bir velayeti zatiye oldu ğunu söyledik. Birde başkasının bir kişiye yetki vermesi hali vard ır. Bu türlü velayete de Velâyeti tafviz derler. Vekil, vasi, mütevelli, Vali, Hakim; Kumandan ve B. M. Meclisi ve hakemlerin haiz oldukları velayet böyle bir velayeti tafviz'dir. İşte Halifenin de haiz oldu ğu velayet, böyle bir Velayet-i Tafvizdir. Zira hiç bir kimse kendi iradesiyle veya irsen Halife olamaz. İbnühüman Halife olmak tasarrufu amme (kamu yetkisine) istihkak demektir diyordu. Bu istihkak millet tarafından bir kimseye tasarruf-u am vermekle meydana_ gelen bir Vekalettir. Kamu i şleri halkın müşterek işleridir. Bir memleketin idaresi bir kamu işi olup, o memleket, ahalisinin Kendi i şi ve hakkıdır. Halk, bu hakkı kimseye vermedikçe, hiç kimse o hakka malik olamaz. Bil sebepten dolay ı 38 39 L31 J
I Ja
L
J;111
40 Bak, Seyyit bey, HiLafetin mahiyeti Şer'iyesi sh. 30 ve devam ı,
112
İslam Hukukçular ı, hilCıfet, milletle Halife aras ında yapılmış bir Veldilettir
derler. Siyasi cepheden hilafet, Hükümet demek olup, amac ı, memleket ve milleti adilâne ve güzelce yönetmektir. Şimdi hatıra bir soru gelebilir. Acaba Halife veya İmamın tasaruflar ı nas ıl oluyor da nafiz 41 oluyor ve kayna ğı .
nedir? Bu otoritenin kayna ğını, seçim ve bundan sonraki biatta aramak gerekir. Tasarrufun me şru olması için bu tasarrufu yapan kimsenin behemehal seçilmiş olması ve kendisine biat edilmi ş olması ş arttır. Ancak bu iki esasa tamamen uyulduktan sonrad ır ki Halifenin emir ve tasarruflar ı muteber
ve meşra olur. Bu görüşü sünni olan bilginler genel olarak kabul ederler. İslam âleminde Şia mezhebi birçok fırkalara (Zeydiye, İmamiye, Gulat) ayr ılmış olmakla beraber hepsi Hazreti Ali ve soyunun İmam ye Halife olmasında oy birliği ederler. Bunlar, iddialarım Peygamberin hadislerine istinat ettirirler. Bu hadislerden birisi "Ben kimin Mevlas ve Velisi isem Ali de onun Velisidir" 42 .
Burada Mevlâ kelimesini Şiiler Veliyyül Emir manas ına almaktadırlar.
İkinci hadis : "Ali yargı konusunda hepinizden yetkilidir" 43 Peygamber bu hadisinde kitap (Kur'an), sünnet ve yarg ı konularında Hz. Alinin ashabın en yetkilisi olduğunu söyleyerek onu övmü ştür. " İmamet ve hilâ.
fener' matlup ve maksut dahi tenfizi ahlrâm ı şer'i mübin ile tanzimü ümurü müslimine maksur olup ve Kur'an ı Kerimde mezkar oldu ğu üzere Ulil emre itaat nehçi kavimi şer'i mübin üzere eimme ve hidafamn hüküm ve kazalar ı ına kaffei müsliminin teslim ve rizalar ından ibaret olmakla Aliyyül Murtaza' nın mesaili hükmü kazada âgem ve Afdal olmas ı nass'ı şari ile İmamet ve Hilâfete cümle ashaptan ziyade ehliyet ve istihkak ını müfit olur dediler ( İbn Haldun tercümesi, ikinci cilt, sahife 3). Fakat bu ve buna benzer dü şünceleri islam aleminin ço ğunluğu payla şmamıştır. Zira Hazreti Peygamber Ali kadar diğer Milefayi ra şidini de övmüştür. b — Halifenin Görevleri Bütün dini ve siyasi erkler Halifede toplanm ış bulunmaktadır. Politik bakımdan bugünkü Devlette klasik olarak üç erk vard ır 44 .
41 Bu yazının muhtelif yerlerinde münasebet dü ştükce temas edece ğimiz hilafet, terim bahsinde izah etti ğimiz gibi, dini otorite olan İmamet ve siyasi otorite olarak Devlet Ba şkanlığı gibi çift yetkiyi ifade eder. 42 (
„
c„:„5"
)
43 44 Erklerin bu üçlü bölümlemesine son zamanlarda birçok yazarlar tak ışmıştır. Bu konuda Jose Ma Cordero Torres'in Consejo de Estado en Espana adli eserinde yeteri kadar aç ıklama vardır. (Madrid 1944).
Din Sosyolojisi F. 8
1 13
a — Yasama Erki b — Yargılama erki e — Yürütme (Icra) erki İslamda ise Halifenin, yetkileri şöyle sıralanabilir : 1 — Dinin savunması ve korunmaal 2 — Hukuki anlaşmazlıkların çözümü 3 — Suçların cezalandırılması 4 — Sınırların korunması için asker donatma ve toplama 5 — Islâmiyeti kabul etmeyen veya İslam Devletine ba ğlı kalmak istemeyenlere kar şı savunma ve sava ş. (Cihat) 45. 6 — Vergi koymak ve toplamak 7 — Ayhkları vermek ve devlet mallar ını idare etmek. 8 — Devletin ikinci de'recedeki i şleriyle u ğraşmak . Başka bir görü şle Halife bir yandan Peygamberin halefi, öte yandan milletin (daha do ğrusu ümmetin) bir vekili oldu ğundan eğer (bu vekâlet mutlak ise) yerine geçti ği Peygamberin yetkilerine sahip olmas ı gerekir. Meseleyi gerçek yönden alırsak görülür ki İslam devleti tanrısal bir devlet (C İVİTAS DE İ) tir. Binaenaleyh Halifenin, Peygamberin haiz oldu ğu bütün yetkilere sahip olması gerekir. Bilindi ği üzere Peygamberdeki yetkiler dini ve siyasi idi. Zira Hazreti Peygamber o zaman Arabistan'da ge ılerlikte olan Şeyhlik otoritesini tek Tanrı'nın sözcüsü s ıfatiyle birleştirerek teokratik bir devletin temelini atm ıştı. Bu anlayış a göre Peygamber, hem mü'minlerin İmam., hem kanun koyucusu, hem ba şyargıcı, hem yöneticisi, hem de hamledarı idi. Peygamberin bu durumunu İspanyol bilginleri şöyle anlatırlar ; İslam peygamberi, en üstün dini ve dünyevi erki (Suprema Potestad Reli-
giosa y Civil) elinde tutardı 46
.
45 İslâm dininin bir gönül dini olmas ı , dinde zor kullanmanın kabul edilmemiş olması ve Kur'anda herkesin dini kendine denmesi (Kur'an Kafirun suresi 6. ayet) cihadm yalmzca bir meşru savunma aracı olduğunu gösterir. Bu konuda ikinci bölümdeki aç ıklamalara bakılmalıdır. 46 Margouliouth, İslamismo, sayfa 65-94 (El Estado Islamico)
114
In
— DIN VE DEVLET MİSASEBETLERi VE TİPOLOJİLER
Dinlerde tipoloji denemeleri güç bir i ştir. Ulusal ve evrensel diye ayr ılan dinlerden birini örnek tip sayarak di ğer dinleri bu kadro içinde incelemek hemen hemen imkansızdır. Mesela her ikiside ilkel din oldu ğu halde animizmle totemizm asla bir tipeirca edilemez. Bunun gibi evrensel dinlerden örnek alarak bir din tipolojisi yapmak boş bir hevestir. Fakat, mutlak olmamakla beraber, din ve devlet münasebetleri konusunda, baz ı tipolojiler yapmak mümkündür. Biz burada üç tipoloji tesbit etmekle yetinece ğiz. Birinci tipoloji dinle devletin bir olmas ı halidir. İkincisi yeni din, üçünciisü evrensel dinlerdir.
Birinci Tipoloji DINLE DEVLETIN AYNI OLMASI HALI (Identit de l'Etat et du culte) a) İlk safha Din ve dünya gruplar= aym olmas ı belirgin bir niteliktir. Burada devlet ibadet şeklini tekelci bir zihniyetle tayin etmi ştir. Hükümdar hem uyruklarım yönetir, hemde onların tanrılar' ile münasebetlerinde arac ılık ederdi. Burada uzmanla şma ve iş bölümü „gerekleri bir ruhban s ımfının kurulmas ı şeklinde kendini gösterir. Mesela klanlarda kahinler, sihirbazlar ve falc ılar ilk ruhban zümrelerini te şkil etmişlerdir. Frazer, hükümdarhk inıtiyazlarmın rahiplere geçi şini belirtmek üzere ilkel toplumlardan örnekler alır. Bu konuda en tipik örnek Japonyada bugünkü imparatorluk rejiminin devirdiği Shogunate rejimidir 45 Yunanistanda da siyasi sebepler ayn ı sonuçları doğurmuştu. Bu intikalin ba şka bir niteliği de ayrıca bir dini te şkilatın .
kurulamadığı yerlerde gerek ba şkan ve gerekse buyruk alt ı küçük memurların dini işlerin yönetimini ele alabilmeleridir. Buna bir bak ıma bizantinizm denir.
b) İkinci Safha Devlet ve din teşkilatının bağımsızlığı ve hatta dinin muhtar olmas ı halidir. Ruhban esas ına göre kurulmuş örgütlerde ba şkamn etki, erk ve otoritesi yalnız dinde değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel çevrelerde de kendini duyurur. Dinin esas ında anlaşmazlık söz konusu de ğildir. Burada ola ğanüstü yaradıhştaki devlet ba şkanlarıyla dini heyet aras ında iktidarı ele geçirmek 45 Shogun veya Shoganat Japonyada muhtelif zamanlarda hüküm sürmü ş bir yönetimdir. Burada çifte görev ayn ı kimse üzerinde, toplanmaktad ır.
115
yolunda kişisel kavgalara s ık sık rastlanır. Bu merhalade devlet ve din asl ında evrensel (universel) bir nitelikte de ğildir. Bu devrede standardizasyon ve birliğe do ğru bir temayül görülür. Efsanevi gelenekler toplan ır ve bundan sistematik bir teoloji do ğar. Din törenleri zorunlu bir devinim kural ı olarak yerle şir; Ibadet çe şitli şekiller alır. Mahalli idareler bir araya gelerek merkezile şirler. Bu durum toplumsal geli şme sonucunda oldu ğu kadar imparator veya fatihlerin ani bir hareketile de gerçekle ş ebilir. Dini kurumlar değiş en ş artlara uymak zorundad ırlar. Dini kurumlar ın yeni duruma göre ayarlanmas ı çok kez ba ştaki hükümdarm prestijini artt ırmak amac ıyla yapılmış olabilir. Askeri ve siyasi geli ş melere ba ğlı olarak imparatorluk dini (Reichsreligion) kurulur. Bu yolla meydana gelen din, devletlerin veya imparatorluklar ın muhtelif kısımlarım birbirine benzetmiye ve kenetlemeye hizmet eder. İsrail, Hitit, Roma, Meksika, Peru, Çin, Eski M ısır imparatorluklar ında durum böyledir. Şurası var ki dini merkez mutlaka siyasi merkez de ğildir. Bundan do ğan ikiliğin önemi çok büyüktür. Bat ı Afrikada Yoruba devleti buna iyi bir örnektir. Burada (Shango) ad ındaki tanrının insan kılığına girmiş bir temsilcisi sayılan imparator (Alafin) memleketin siyasi ba şkenti olan OJO'da otururdu; buna kar şılık Yorubanın baş rahibi olan papa (Oni) eskiden beri kutsal bir şehir olan İfe'de kalırdı 46 Delfinin Yunanistanda, Menfisin Mısırda, Allahabad'ın Hindistanda, Kyoto'nun Japonyada haiz olduklar ı perestij siyasi .
etkiler yok olduktan sonra da devam etmi ştir. Bu devre içinde gerek siyasi ve gerekse dini te şkilat kuvvetlenmi ştir Hükümdarın kutsal sayılmasında baz ı değişmeler olmuştur. Rahip kıral (RoiPretre) anlay ışı Mısır, Peru ve Japonya gibi daha ileri medeniyetlerde de görülmüştür. Tanrılarm do ğrudan do ğruya hükümdar oldukları ve hükümdarların ise insan kılığına girmiş tanrılar oldukları veya hükümdarlar ın yer yüzünde tanr ılarm temsilcileri veya çocu ğu oldukları görüşü bazı yerlerde pek çok gelişmiş ve koyu bir teokrasi sistemine yol açm ıştır. Burada devlet, tanrıların tam yetkili elçileri ve din memurlar ından kurulmu ş te şkilat tarafından yönetilir. Ba şka hallerde layik makamların yava ş yava ş dinden ayrıldığı veya aniden özgürlü ğe kavuştuğu görülmüştür. Nazari olarak hükümdarın din bakımından görevli olması fikrine ba ğlı kalmasına ve devletin evrensel bir geçerli ği olan manevi temele dayanmas ına ra ğmen dinle devlet arasında yavaş yava ş bir ayrılma başlamıştır. Din ve devlet ayrımı= yani bugünkü adıyla lâyiklik anlamının çekirde ğini bu gelişmede bulmak mümkündür. Gruplar ın, fertlerin ve hattâ yönetenlerin ki şisel durumları ve izledikleri politika birbirinden farkl ı olabilir. 1) Hükümdar din adamlarını n yetki, etki ve prestijini s ınırlandırmaya 46 J. Wach, Sociology of Religion, Chicago s. 300.
116
çalışır ve onların kendilerini yaln ızca dini çalışmalara vermelerini isteyebilir. Bu te ş ebbüs ileride dinle devlet ayr ımına giden yolu açar. 2) Hükümdar, din üzerinde devletin denet (kontrol) ve egemenli ğini kurma yoluna gider; bu da Bizantinizme varan yolu haz ırlar. 3) Hükümdar, din kurallar ını dünya münasebetlerine uygulamaya yelImir. Ve kendisi de bu kurallara uyarak i şlem yapar. Bu da teokrasi veya teokratik sistemdir. Tatbikatta ırk, siyaset ve tarih bak ımından ayarlanmış çeşitli durumlara rastlanmaktadır. Öyle site devletleri vard ır ki bütün tarih boyunca site devleti kalmıştır. Eski Yunanistan ve Fenike bunun aç ık örnekleridir. Bunlarda dini değerlerin ayrımlaşma ve gelişmesine bakılmıyarak devletin dini, site dini olarak kalmıştır. Yani bunlar ulusal dinlerin ileri bir safhas ı olan medenilerin dinleri (Religions Civilisees) kesimine ba ğlı kalmışlardır 47 Buna kar.
şılık bir de site devleti olarak do ğupta engin ülkelere yayılmış devlet tipleri vardır. Bu hale Roma ve Asur devletleri iyi birer örnektir. Bu türlü devletlerde ayrımlaşma için daha büyük bir alan var demektir. Bunlar din ve kültür bakımından hazan çok ve hazan az mütecanistirler. Bu ise devletin dine karşı takındığı durumun tabii bir sonucu sayılabilir. Bir devletin sınırları içinde iki ve daha ziyade dinin bulunmas ı yeni bir durum yarat ır ki burada üç ihtimal vard ır: 1) Eski ibadet ve din törenleri, eski gelenekler uyar ınca devam eder. 2) Yeni ibadet ve törenler meydana çıkar; 3) ibadet ve tören şekilleri dış arıdan gelmiş olabilir. Bunun gibi bu çe şitli dinler, ya eski dinle ba ğdaş acak türden olur yahut her biri di ğerine karşı mutlak ve tekelci bir durum tak ınır. Bu son şekilde yani dinlerin yarışması halinde, devlet ya böyle bir yar ışma (rekabet) ya kar şı ilgisiz kalır, yahut bunlardan birini tutar. Bu cihet devletin din konusundaki genel politikasına ba ğlı bir meseledir. Bazan ve hattâ çok defa tesadüf edilen hal, devletin bir dine inhisarl ı ve imtiyazl ı bir hak vermi ş olması halidir. Bu takdirde devlet, genel politikas ı gereklerine göre bir dine inhisar vermi ş ve diğer dinleri kaldırmaya karar vermi ş demektir. İ spanyada hırıstiyanlığa tekelci bir nitelik vererek engizisyonlarm yok etti ği müslümanlık ve yahudilik bunun en yakın bir örne ğidir. Devlet yerli ve mensup oldu ğu ırkla ilgili bir dini benimseyebilir. Burada yap ılan yorum politika gereklerine göre bir elestikiyet kazanır İnanç ve törenler her hangi bir yerden al ınabilir. Romalıların yabancı tanrıları daveti (EVOCATİO)ve şehir yakınında din için ayr ılan yerleri (Po47 Dk. Mehmet Taplamac ıoğlu Din Sosyolojisine giriş, ulusal dinlerin belirli nitelikleri. Sayfa 77 ve devamı, Ankara 1961.
117
meriunı) nin genişletilmesi ve buralara yabanc ı tanrıların getirilmesi bu amaca hizmet etmiştir. c) Geçici safhaya ait birkaç örnek 48 1) Zerdüştlük
(Zoroastrisme) (Lig. Zoroastrianism)
Geçici safha ııııı ilk örneğine İranda 3. ve 4. yüzyıllar arasında ve Sasaniyan imparatorlu ğu zamanında uygulanmış olan Zerdüştlükte rastlanır. Burada bizi ilgilendiren cihet yukar ıda kaydetti ğimiz devre içinde bu dinin devletle olan münasebetleridir. Fakat s ırası gelmişken bu dinin esash sayılan kısımlarım belirtmek, din ve devlet münasebetlerini aç ıklamak önemlidir.
- bakımından,
Klâsik zerdü şt kelâmı ikili sisteme (Dualisme) ba ğlı bulunmaktadır. Orta farsçada ahura—mazda yahut Hürmüz, ışık ve iyilik tanrısı olup kötülük ve karanlık tarım' olan angra mainyu yahut Ehriman'a muhalif bulunmaktadır. Bunlar aras ındaki savaş sonunda iyiliğin kötülüğe, aydınlığın karanlığa ve hay= şerre galebesile sona erer, bu dinin kutsal kitab ı Avestadır. Avesta pehlevi dilinde hukuk demektir. Buna baz ı İran ilâhiyatçdar ı yüzyıllar boyunca Zend denilen yorumlar yapm ışlardır. Zerdiiştliiğe göre iyilik kötülüğe galebe çalacakt ır; ama, doğuşta irade—i cüz'iyesi olan insan bu galebeye yardım etmelidir. Zerdü ştlüğün üç buyruğu vardır: iyi düşünce, iyi konu şma ve iyi davranma.... Ahirette ruh bir köprüden geçecektir. İyi ruhlara geçit kolaydır. Kötü ruhlar için bu köprü kıldan ince olup, neticede bu ruh oradan cehennem çukuruna yuvarlanacakt ır. Insanın yardımı ile her şey muzaffer olunca tanrı yönetimi (Royaume de Dieu) yer yüzünde kurulmu ş olacaktır. Din, Zerdü şt tarafından milattan önce kurulmu ştur. Büyük İskenderin saldırısından sonra Zerdü ştlük yediği büyük darbenin etkisi ile çok sarsdm ış tır. 641 yılında İrana giren İslâmiyet hem İran devletini hemde bu devletin resmi dini olan Zerdü ştlüğü yok etmiştir. Bir kısım Zerdüştler ihtidadan (Abjuration) kurtulmak için Hindistana göç etmi şlerdir. Burada Zerdü ştlük serbest bir dini cemaat olarak Parsi ad ını almıştır İranda kalanlar az , sayıda olup bunlara Gebr derler. Yeni İslam hükümdarları başlangıçta biraz hoşgörürlük göstermişlerse de Al—Mütevekkil (847-51) ve halefleri bu dine karşı tassup ve şiddet göstermi şlerdir 49. 48 Geçici safhada verilen misallerde dinin esas ım özetlemeyi konumuzu aydınlatması bakımından gerekli sayıyoruz. Bu sebepten dolay ı dinler tarihi ile ilgili olarak ilkönce bu misalleri ineeleyecek ; daha sonra din ve devlet münasebetleri bak ımından ve devlet münasibetleri bak ımından konuyu ele alaca ğız. 49 E. Royston Pike, Dictionnaire des Religions, P.U.F. Paris, 1954 (Zoroastrisme maddesi)
118
Zerdüştlüğün devletle olan münasebetlerine gelince Ardaşir tarafından Sasanyan sülalesi kurulduktan sonra Zerdü ştlük İranın ulusal devlet dini ikinci büyük devolarak yeniden canland ırılmıştı 50 İran tarihinin bu , Hükümdar tanr ısal nitelikte ır. rinde yüksek örgütlü bir yönetime rastlan sayılmakta ve cihan şumul bir din ve ahlak kitab ı olan Asha (Tanrı= ezeli .
kanunu—La Loi Etenrnelle de Dieu) ya göre tek parça say ılan bir ülkeyi yönetmektedir. Bu s ırada İranda Zerdüşt dini hiyerarşiye dayanan üstün teş kilatı bir ruhban heyeti meydana getirmi şti. Rahiplerine mecus (Mage), tap ınaklarına ate şgede (Temple du Feu) adı verilirdi. Gerçekte Sasanyan devrinde zerdüştlük bir devlet dini olmu ş , bu sıfatla her türlü imtiyaz ve muafiyetten yararlamm ştı. Din Bugünkü deyimiyle devlet dini statüsüne ba ğlı idi. Memleket içinde din bak ımından bazı azınlıklar vardı. Nesturi hıristiyanlar, Maniç4isler (Manicheistes) bu arada idi. Bu az ınlıklar devlet zerdüştlüğü (Zoroastrisme d'Etat) nün tekelci zihniyeti ile yok edilmi şlerdi. Zerdü ştlüğün İranda ulusal devlet dini olarak devletle sıkı münasebetleri vard ı . 641 yılında müslüman arapların istilası üzerine İran imparatorlu ğu tamamen çök müş tü. Bundan sonra zerdü ştlük devletle ilgisi olmayan bir dini cemaat halinde yabancı ülkelere göç etmeye ba şladı. 2) Shinto Dini (Shintoisme) Shinto, 1945 yılında, Amerikan i ş gali -üzerine Mac Arthur'un emrile devletten ayr ılıncaya kadar Japonyan ın resmi devlet dini say ılmakta idisl. Shinto kelimesi Çince Kami no michi tabirinden gelme olup buda tanr ılar yolu (Voie des dieux) demektir. Shinto dininde üstün bir varl ık fikri yoktur; sadece tanr ılar, yarı tanrılar ve kahramanlar vard ır. Shinto panteonuncla tanrılaştırılmış imparatorlar, ulusal kahramanlar, dag, akar su, a ğaç v. s. tanrılar' yer ahrlai. Burada ne kutsal kitaplara ne günah ç ıkarma nede ortodoks (gerçek din) sistemlerine rastlan ır. Misyonerlik diye bir şey bilinmez. Çünkü ancak anadan do ğma Japon olanlar bu dine kat ılabilirler. İlk imparator milli destanlara göre güne ş tanrıças ının torunudur. Tenno veya mikado sülalesinin ceddidir. Bu soydan gelmiş olan imparatorlar tanrısal sayılırdı. Dini inançları ne olursa olsun bütün Japonlar devlet' shintosuna kat ılmak zorunda idiler. Zira bu türlü shinto, tanr ı evleri (Jijas) denilen tap ınakların etrafında Japon milletinin toplanmasını sembolize etmekte idi. Bunlar ın giderlerini • devlet verirdi. Ziyaret ve tavaf yeri Ise idi. Mezhep Shinto'suna gelince: bu Japonlarm fert olarak tuttuklar ı bir 50 J. Wach, Sociology of Religion, Chicago 1957, Sayfa 302. 51 1868 tarihinde Imparator dünyevi otoritesine ba şlamıştı. O zaman Shinte devletin resmi dini idi. 1889 tarihinde din hürriyeti ikin edilmi şti. Bununla befaber fiili bakımdan Shintonun tesiri büyüktü.
119
vicdan dini idi. Bu din evelkisi gibi yurtta şların imparatora ba ğlanması ve tapınması değil, doğrudan doğruya kişisel bir din ve ibadetti. Bununla ilgili giderler din mensupları tarafından ödenirdi. O halde Japonyada s ırf yurtta ş olmak dolayısıyla bütün Japonların katılmak zorunda olduklar ı resmi bir ibadet veya din şekli yanında kişisel bir vicdan dini olup giderleri mensuplaı'ı tarafından ödenen bir mezhep Shintosu vard ı . İşte asıl kelâm (Theologie) bu mezheplerde geli şmiştir. Resmi tap ınakta yap ılan ibadete kar şılık bu mezheplere ait tap ınak ve ınihrapta yap ılan ibadet ve tap ınma şekli daha içten ve daha ki şiseldi. Mezhep Shintosunda geliştirilen kelam, Peygamberi olan tek tanrıcı dinlere çok yakla şır 52 Shinto dininin devletle olan münasebetleri geçici safhamn tipik bir örne ğidir. Aslında bir kabile dini (Religion tribale) olan Shinto imparatorlu ğun kurucusu olan hanedan ın siyasi başarıları dolayısıyla ulusal bir, geçerlik kazanmıştır. Buddizm, Konfuçyaniztn gibi yabancı inanç ve ö ğretilerin Shinto dinine girmesi, bu dinin ufuklarını genişletmiş ve onu çe şitli dinlerin bir bütünü (Ryobu Shinto) haline getirmiştir 53 .
Hükümdarların muhtelif dinlere kar şı takındıkları durum ba şka başka olmuş ve zamanla Budizm duruma hâkim olmuştur. Bütün bunlara ra ğmen Japon tarihinde, bat ıda olduğu gibi, imparatorluk makamı ile papahk makamı arasında bir ihtilaf söz konusu olmamıştır. Zira Budist rahiplerinin, en kuvvetli bulunduklar ı zamanda bile, resmi makamlara meydan okudukları görülmemiştir. Meiji hanedanının kurulmasından sonra Shinto törenleri adalardaki bütün din adamlar ınca uyulması zorunlu bir nitelik kazanmıştı. Japonyada din ve devlet ınünesebetlerinin açıklanması Japon dininin en önemli ve ilgi çeken yönlerinden biridir. K ısacası, resmi kisvesiyle Shinto dini öğreti ve örgüt bakımından kilise ve ruhbam olan bir dinin temel niteliklerinden yoksundur. Fakat bu eksiklik devlete ba ğlı olmıyan mezhep Shinto'su ile giderilmektedir. Ki şisel bir vicdan dini olarak mezhep Shintosu bir dinin gerektirdi ği vasıfları kendinde toplamış sayıhr.
3) İslâmiyet (İslamisme)
İslam kelimesi arapça asl ında tanrı iradesine boyun e ğme anlamınadır. Bu anlamı ile İslam. sözü Kur'anın bir çok yerlerinde geçer. Mesela Ali imran suresinin 17. ayetinde "Tanr ı katında gerçek dinin islam ( P yl..yl Z, I .A11 JI ) olduğu belirtilmektedir. Burada islam sözü islam dini anlam ındadır. Bunun 52 E. Royston Pike, Dic Des Religions P. Eni 954 ; S. 287 Shintoisme maddesi -Grande Encylop6die Shinto- G. W. Kux, the Development of religions in Japon 1905. • ,
53 Bk. J. Wach, ayn ı eser, sh. 302-303
120
gibi, kur'anda sekiz yerde islam kelimesi geçmektedi ı 54 Kelimenin ifade ettiği gerçek anlam "Allaha mutlak itaatt ır". Bu insanın kendi iradesin.
den vazgeçmiye mecbur oldu ğu sonsuz ve tümü kapsayan Tanr ı gücü önünde duydu ğu bağlılık (Dependance) duygusudur. Schleier-macher'in dini, bağlılık şeklinde ifade etmesi 55 ve Lactantius'un dini ba ğlanmak anlamında yorumlaması 56 islâm esaslarına uygun düşmektedir. Bu dine mensup olanlara arapça muslim denildi ği gibi genel olarak din mensupları kendilerine müslüman derler. Yabanc ı yazarların sık sık kullandıkları Muhammedi deyimi islâmlar aras ında revaç bulmamıştır. Islam dini, bugün göksel (semavi) dinlerden biri (Di ğer ikisi Hırıstiyanlıkla Museviliktir) olup evrensel dinlerin önemlisidir. Halen üç yüz milyondan fazla bir müslüman toplulu ğu vardır. Islâmiyet arap yarımadasında do ğduğu halde hemen ilk yüzy ılda eski dünyanın üç kıtasına yayılmıştı Bir ucu Atlas okyanusuna di ğer ucu Hint ve Çine dayanmıştı. Güney Fransa ve IE. panyadan islâmiyetin gerilemesi s ırasında Türkler Avrupanın göbeğine doğru saldırmağa ba şlamış ve ispanyada islâm ın u ğradığı yenilgiyi kısmen telafi etmişlerdi. Bugünkü durumu ile islâmiyet, dünyada büyük insan kütlelerinin dini sayılmaktadır. Hele 20. yüzyılda uyanan islâm alemi bugün eski dünyanın bir çok yerlerinde ba ğımsız veya yarı bağımsız devletler halinde ve bir kısmı da azınlık olarak muhtelif Avrupa ülkelerinde bulunmaktadırlar. Islâmm Sosyolojik görünü şü üzerinde bat ılı ve do ğulu bir çok yazarlar kalem oynatmışlardır. Bunları incelemeye bu etüdümüzün müsaadesi yoktur. Ancak bu konuda tarafs ız bilginlerin mutab ık kaldıkları cihet islâmiyetin antropomorfizm (Anthropomorphisme) yani tanr ıcı insan şeklinde tasavvur etmeye muhalif, tek tanr ıcı, be şeri, evrensel ve orjinal bir din oldu ğu yolundadır. (Bk. H. Z. ülken, Islam Dü şüncesine giri ş . sh. 40-43, "Islâmda Allah telâkkisi) Islâm.a göre Tanr ı birdir; ba şlangıcı ve sonu yoktur; do ğmamış ve doğurmamıştır; dengi ve benzeri yoktur (Kur'an ihlâs suresi). Bu ise Islâm ın hiç bir suretle insana loenzetilemiyen, soyut, bir tek tanr ı anlayışım gösterir. Aynı zamanda Tanrı bir uruk ve ulusun de ğildir. "O alemlerin yarat ıcısı, inanan ve inanmayan herkesin ve her yarat ığın esirgeyicisidir" insanlar yalnız ona tapar ve ondan yard ım beklerler. (Kur'an Fatiha süresi)
54 Bk. İ slâm Ansiklopedisi, Islam maddesi. 55 H. Z. Dlken, Dini Sosyoloji, İstanbul 1943, Sayfa 11-112 56 M. Taplamacıoğlu, Aynı eser, s. 36
121
İslamda imal= temeli şehadettir: yaln ız bir Allah vardır ve Muhammed onun resulüdür 57 Tek tanrıya ve Muhammedin onun resulü oldu ğuna iman Islam akaidinin temelidir. Fakat iman bu kadarla bitmez. Daha ba şka iman konuları da vardır. İslam, Kur'anı en son Tanrı Buyru ğu olarak kabul eder. Kurandan önce inmiş olan üç kitaba da inamr. Bunlar şunlardır: Musevilerin Tevratı (Torah ou Pentateuque des Juifs), Davudun Zeburu (Psaumes de David), İsamn İncili (Evangile de Jesus). Ayr ıca islâmiyet 28 peygambere inamr. En önemlileri Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsadır. İsa dininde yani Hırıstiyanlıkta islamın reddetti ği nokta hanın asılması ve Tanrı sayılması (4P , dır. Meryem Ana'nın kız oğlan kız olduğu halde Hz. İsayı doğurduğuna inaralmaktad ır. İslam dininin iyice anla şılması için bu dinin diğer semavi dinlerle olan benzeyi ş ve ayrıl!~ sosyolojik yönden tesbit etmek gerekir. Islam ın içinde do ğduğu ş artlar İsa ve Musa dininin do ğuş şartlarından farklıdır. Bir çok batılı yazarlar islamiyetin Musa dinine yak ınhğına şaşarlar. Gerçekte İslam dini ile Musa dini arasında bazı esash farklar vardır. En önemlilerinden biri islamhkta bir ruhban s ınıfı= olmayışıdır. Yani İslam dini, Tanrı ile kul arasına bir aracı koymamıştır. Önemli farklardan bir ba şkası 'da, Musa dinin baş langıçta ulusal bir din oldu ğu halde islam dini soy ve sop, ırk ve cins, milliyet ve medeniyet farkı gözetmeksizin kollarını bütün insanlığa açmış olması dır. Tanrı= birliğine ve Muhammedin peygamberli ğine inanan herkes islâmdır. Halbuki Musa dinini kabul eden bir kimse hele başlangıçta musevi sayılmazdı. Bu ilk zamanlarda musevi olmak için anadan do ğma yahudi olmak gerekiyordu. Yahve kıskanç bir tanr ıdır ve yalmz yahudilerin Tanrısıdır. Yahudilerin diğer milletlere zarar vermesini bile hakh görürdü 58 .
İslam dininin hıristiyanhkla olan farklar ı, bu iki dinin kur-Ulusları sırasında içinde bulundukları özel ş artlardan ileri gelir. islaınlık ilk günden başlayarak bir hukuk düzeni ve bir devlet yönetimi kurmak zorunda kald ığı halde Hıristiyanlık kuvvetli bir Roma imparatorlu ğu ve onun geli şmiş bir hukuk düzeni içinde dünyaya gözlerini açm ıştır. Bundan dolayı Hı ristiyanl ık başlangıçta dünya düzenile u ğraş madı veya uğraşamadı. İsa, dünya otoritesinin kötü yankılarından kendini koruyabilmek için "Tanr ı= hakkını Tanrıya, Sezarın (Hükümdarın) hakkım Sezara verin" düsturu ile dinle dünya işlerini ayırdı. Zamanla Tanrı ile insanlar aras ında arac ıhk yapmak üzere 57 Fransızlar bunu şöyle ifade ederler : İl n'ya qu'un Dieu et Mahomet est son Prophete; İngilizler ise yine aynı anlamda There is no God but God and Mahommed His Prophet. 58 Bk. Kitabı mukaddes, Çıkış (exode) XI, 1, 2, 3.
122
birde Ruhban Sımfı ortaya çıktı. Buna kar şılık islâmiyette dünya i şleri (Emrü Dünya) ile öbür dünya i şleri (Emrü ahiret) birbirinden ayr ılmamıştır.
İman konusunda bir de tanr ı meleklerine inanmak vardır. Büyük melekler (Archanges) s ırasıyla şunlardır: Cebrail (Gabriel), Mikâil (Michel), Azrâil (Azrael) ve İsrafil. Bunlardan ba şka tanrı melekilturm çevreleyen daha bir çok melekeler vard ır. Bunlar cinlerle savaşır, güçsüzleri korur ve gilnahkârları tanrının ba ğışlamasını dilerler.
Yine insanla ilgili olarak Ahiret (La vie future) inanc ı vardır. İnsan öldükten sonra hemen ilk anlarda sorguya çekilir E ğer gerçekten tanr ının iyi bir kulu ise K ıyamete kadar tedirgin edilmez. kötü bir insan ise Zebâniler tarafından dö ğülür. Ruhları n bekledikleri yerlere berzah derler. ( İnsanlar tekrar hayata kavu şunca savap ve günahlar ına göre yarg ılanır ve sonra Sıratı Müstakimden geçerler. Bu, iyi ruhlu kullar için basit bir geçit olduğu halde kötü ruhlu kullar için k ıldan ince kılıçtan keskindir. Neticede bu köprüyü a ş amayan kötü insanlar cehennemin ate şlerinde yanacaklardır. Gerçek müslümanlara peygamber klavuzluk ederek bu köprüyü geçirecektir. Cennetin ırmakları, yeşillikleri, sa ğladığı rahatl ıklar ve hurileri her müslüman dine ba ğlayan ola ğan üstü bir inanç kayna ğıdır. Buna kar şılık cehennem zebânileri, k ızgın ateşleri ve ya ğdırdığı felâketler kötüleri ürküten bir deh ş et konusudur.
Ahiretle ilgili inançlar İslâmda eski bir deyimle Mebde've Mead anlay ışı (Eschatologie) ad ı altında toplanır. İnsanın, ba şlangıcı ve sonu yahut geldi ği yer ve gidece ği yol
İ slâmiyetin metafizik temelidir.
İslâmiyette bu konu
üzerindeki literatür çok zengindir.
Yevmiddin, yevmilkıyame, ruzumah ş er, ruzuceza, Ahret, Cennet, Cehennem, kevser, s ırat, zebâni ve benzeri kavramlar kaynaklar ını eski sâmi kavimlerden almaktad ırlar. Bu milletlerde kötü insanlar cehennem ate ş ve azab ı ile korkutulurlard ı. islânon be ş ş artı (Cinq Piliers de la Foi)nın enönemlisi Tanrı Birliğine ve Muhammedin onun gerçek peygamberi oldu ğuna ilişkin olanıdır. Di ğer ş artlar s ırası ile oruç, namaz, haç ve zekâttir. Burada özellikle iman konusu önemlidir. Bu, İslam inanç ve ö ğretisinin ana ilkesidir. Geri kalan dört ş art ise âmele ili şkindir. Yani her müslürnana dü ş en dini ödevlerdir. Ek sadaka ve ibadet, önceleri birde cihat (Guerre Sainte) ödevi vard ı. Bu kutsal sava ş "
"
son olarak 1914 yılında müttefiklere kar şı Os-
manlı padiş ahı tarafından ilân edilmi ş isede hiç bir sonuç vermemi ş aksine 123
Osmanlı imparatorlu ğuna en öldürücü darbeyi yine müslümanlar vurmu ş lardır. Bu konuda yap ılan bilimsel' bir ara ştırma cihadın bir savunma arac ı olduğu ve islâmda ikna yetene ğinin kılıca kat kat üstün oldu ğu yolundadır 59 Hırı stiyanhktaki haçh seferler gibi cihat kavram ının saldırgan emellere vasıta edildiği çok görülmüştür. .
Islamın kutsal kitabı kurandır. Kuran müslümanlara göre tanr ı kelâmıdır. Ahlaki, kelâmı ve şer'i hükümleri ihtiva eder. Hadis ikinci kaynakt ır. Hadis sözü yerine bazen sünnet sözü kulland ır. Kuran ayetleri Peygamber zamanında tesbit edilerek halife Osman zamamnda bir kitap halinde getirildiği halde hadis daha sonra muhaddisin denilen bilginlerin gayreti ile toplanmıştır. Bunların en önemlisi Buhari (870) ve Müslim (875) olup Abu Davut (888), Ennesai (915), Al—Tirmizi (892) ve , İbn Maca (896) nın hadis çalışmaları ( S) alt ı kitap halinde derlenmi ştir. Kur'an ve hadis islam hukukunun şaşmaz kaynaklarındandır. Sonra buna icmai ümmet eklenmi ş ve daha sonra da hukuk bilginlerinin ki şisel çahşmalanyla bu kaynaklar dörde çıkmıştır. Yorumu yapan hukukçulara müçtehit, yap ılan yoruma içtihat derler. Bir müddet sonra bu yorumlar ı yasak eden bir karara varıldı. İçtihat kapısı kapanmıştır denildi. Hukuk bakımından dört gerçekçi mezhep vardır: Hanefi, maliki, hambeli, şafili. Bunlar sünni mezheplerdir (4 Ecoles orthodoxes de droit) İslamda mezhep sözü dar anlam ıyla sünnilerdeki dört okulu gösterir. Geni ş anlamda mezhep islâmdaki birbirinden oldukça farklı grupları gösterir. Baz ıları bu sonunculara siyasi mezhep veya fırka demektedir. İslamda bu son anlayışı ile üç mezhep vard ır. Bunlardan biri biraz önce söz konusu olan dört sünni mezhebi içine al ır ki mensuplarıİkinci gurup haricilerin teşkil ettikleri guruptur. Bu gurup üyeleri çok mutaass ıp olup Hazreti Alinin hilafetine muhalefet etmi ş ler ve islaında bir çok karga ş alıklar çıkarmışlardır. Bugün sayıları çok azdır 60 Üçüncü zümre Şiilerdir. Bunlar özellikle imamet konusunda sünnilerle çatışma halindedirler. Hazreti Aliyi tanr ının vekili sayarlar. na ehli sünnet denir
.
Kısaca anahatlar ını çizdiğimiz islâmın konumuzla ilgili olan tarafı bu dinin devletle olan münasebetleridir. Eviensel bir din olmak bak ımından islânıiyet buraya kadar münaka şasını yaptığımız dinlerden farkl ı bir guruba mensup bulunmaktad ır. Özellik gösteren siyasi nazariyesi onu türü kendine öz bir kategoriye sokmaktad ır. islâmiyetin kurucusu olan Peygamberin
59 Bk. H. Ziya Ülkem isllun Dü şüncesi, cihad bahsi. Bak ikinci bölüm cihad. 60 Bk. E. R. Pike, Dic. Des. Religions Paris, 1954 islöm maddesi s. 165-168. Grande Encyclopödie, İslöm maddesi.
124
arap olmasına ve arap halkına demeçte bulunmas ına ra ğmen mümin, gayri mümin, din ve dinin yayılması hakkındaki görüşü kuruluşunu hedef tuttuğu cemaatin s ınırlarını soy ve toprak, ırk ve mülk guruplarmdan daha geniş ve daha büyük tuttu ğunu göstermektedir 61 Bir çok bilginler Hazreti .
Muhammedin son yıllarındaki islam cemaati ile ilk dört halife devrindeki cemaata teokrasi yani din egemenli ğine dayanan yönetim demektedirler. Başlangı çta bu cemaat kur'anda beyan olunan şer'i şerife ve ilk yüz y ıllarda büyük imamlarca geli ştirilen hadise dayanmakta idi. Daha sonra islâmiyetten muhtelif cemaat ve guruplar peyda olmu ştu. Bunlar ilk kaynakların kençlilerince üstün say ılan kurallarına uyarak cemaat ın kuruluş ve yapılarında bir takım değişiklikler yaptılar. Ebu Bekir'in gösterdi ği titizliğe rağmen hükümdarlar kendilerini yer yüzünde tanr ının halifesi (Halifet—ul—Allah) sayarak dinin koruyuculu ğu iddiasında bulundular 62 Kadılarda kendilerini peygamberin halifeleri saymakta idi ki bu görü ş tamamen yanlıştır 63 Nerede olursa olsun Şer'i Şerif geçerlikte idi. Sünni müslüman teolojisine göre doğru yol ı tutan ve bir müslüman devletin yönetiminde ya şayan halk, gerçek .
.
müslümandır. Sünni müslümanlar hilafet kurumunu, siyaset nazariyesinin mihrakı sayarlar. Hilafet meselesi son zamanlarda çok târt ışılmış ve bu uğurda pek çok mürekkep harcanm ıştır. İlk ayrılma hareketi (Sehisme) hilafet meselesinden do ğmuştur. "Hariciler, Alinin hilafethn kabul etmemi şlerdir." İslamda, devrim ve kargaşalık taraftarlar ı bütün tarih boyunca, devlet ve dinin düşmanları sayilmışlardır 64 Yetkili bilginler iktidarın Emeviler,den .
Abbasilere geçmesini, bir arap imparatorlu ğu yerine bir müslüman imparatorluğunun kurulması şeklinde yorumlarlar. Emevi hilafetinde bile hükümet görevleri arasında bulunan siyasi yönetim (emirül müminin) dini önderlik (İ mamet) ve vergi alma görevlerini, üç muhtelif kimse yönetirdi. Sünnilik üzerinde durmas ı ve saraylarında din bilginlerinin nufuzlu bulunmas ı dolayısıyla Abbasi Hilafetinde de teokrasi şekli apaçık kendini gösteriyordu. 929 yılında İspanyada III. Abdurrahmanm resmed ba ğımsızlığını ilan ederek bir hilafet kurmas ı ve biraz sonra Kuzey Afrikada bir ba şka hilafeti"' kurulmas ı. İslamda birden fazla hilafetin ayn ı zamanda mevcut olabilece ğini göstermişti. Şu var ki orta ça ğ Hıristiyanh ğında kilise ile devlet aras ında çıkan anla şmazlıklar hiç bir vakit islâmiyette görülmemi ştir. İslam devletlerinin dini az ınlıklara kar şı takı ndıkları duruma gelince burada doktrinle pratik hiçbir vakit ba ğdaş amamıştır. Nazari olarak bu 61 Devlet bölümündeki hilafet bahsi, Philip K. Hitti, History of the Arabs (London, 1937) 62 Ebu Bekir Halifetullah tabiri ııi kabul etmemi ş ve sadece halife'i Resullullah s ıfatıyla yetinmiştir Burada fark, yoruma ihtiyaç göstermiyecek derecede, aç ıktır. 63 Sir Thomas Walker Arnoid the Caliphate, Oxford 1924, s. 123• 64 Louis Massignon, Hüseyin ibn Mansur Al halladj
125
azınlıkların yok edilmesi gerekirken Osmanlı, Moğol ve İslâm Türk devletlerindeki uygulamalar çok yumu şak ve müsamahal ı olmuştur 65. Çağdaş islâmiyet biri birinden farkl ı iki yol tutmu ştur: Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye, Suriye ve Yemen ayr ı ayrı ele alınırsa bu ikilik kendini gösterir. Müslümanların devlete karşı tutumu, devletin müslim veya gayri müslim olmasına bağlıdır. Bunun gibi din ile devlet aras ındaki münasebetleı de idare eden hanedan ın veya hükümdarm sünni veya şii olup olmaması her iki tarafın karşılıklı durumlarında büyük bir rol oynar. S ırf bu yönden islâmiyet, devletle dini ayn ı sayan tipolojinin geçici bir safhas ı olarak incelenmiştir 66 .
İkinci Tipoloji
YENİ DİN (Nouvelle foi)
Dinlerin ulusal ve evrensel yahut geleneksel ve Kurucusu olan din ay ırımı biraz saymacad ır. Bu ciheti daha önce belirtmi ştik. Zira kendili ğinden yapılmakta olan dini faaliyet geleneksel veya ulusal dedi ğimiz dinlerin gelişmesinde ço ğu zaman önemli bir rol oynar. Bunun gibi din kurucular ı, gerçek anlamda kurucu olmaktan ziyade çok kez ıslahatçı (Reformteur) olarak hareket etmi şlerdir. Bu sebepten iki alan ı yani ulusal dinle evrensel dini kesin olarak biri birinden ay ırmıya imkan yoktur. Şurası var ki ne de olsa bu iki alanın ayırımı din ve devlet münasebetlerinin saptanmas ında aydınlatıcı bir rol oynar. Buraya kadar tipolojimiz din ve devlet te şkilâtında değerlerin ayrımlaşması (Differenciaton des valeurs) sonunda dinin devletten ayrılması ve bağımsızlık kazanması şeklinde bir yol izlemiştir. Şimdi dikkatimizi dinde çok büyük bir anlamı olan başka bir olay üzerinde toplayahm. Bu olay yeni bir dinin ortaya ç ıkmasıdır. Bu hal geleneksel veya ulusal dine karşı bir protesto, bir bayrak kald ırma ve bir ayaklanma olarak meydana gelmiştir De ğişiklik dini tecrübenin büt İin alanlarında yani kelam (Theologie), ibadet (Culte) ve te şkilat (Organisation) ta gerçekle şmiştir. İslâmiyet müstesna olmak üzere, dinlerde kollektif din statüsündeki de ğişmeler, fetih, hanedan de ğişmesi gibi siyasi bir sebepten yahut teolojik dü şünce ve dini tercihlerden ileri gelmi ş olabilir. Ilkel Toplumların bağlı bulundukları tabii dinler (Religions Naturelles) i bir yana b ırakırsak, kollektif de ğişmelere ve bu 65 Adolph Louis Wismar'A Study in tolerance, as practiced by Muhammed and his immidiate successors (Contribution to oriental History and Philology cilt XIII (New york ; Columbia university Press, 1927) 66 Bk. J. Wach, aym eser. sh. 303-306
126
değişmelerle ilgili örneklere Romada imparatorluktan önceki devrin tarihinde, Mısır, Babilonya, Cermen, Kelt ve Slav dinlerinde raslanabilir. Geleneksel ve kollektif bir konu olan din uruk (kabile), bölge ve ulusla ilgili bir kurum olarak birle ştirici bir rol oynar. Böyle bir dinin te şkilatı bağlı bulunduğu dünyevi cemaatin ya tamamen ayn ıdır yahut onun çok benzeridir. Bu aşamada bir devlet içinde din say ısının artmas ı kadar dinlerin bir tek din olarak birle şmesi de fetih, göç, siyasi de ğişiklik ve buna benzer d ış etkilerden ileri gelir. Bütün bunlar kuvvet ve ilham ım yaratıcı önderlerden alan yeni grubun kurulması ile tamamen de ğişebilir. Büyük bir dinin do ğması, açıklanması güç sırlardan biridir. Bu durum insanlığın kültür bakımından yükselmesi ile birlikte gerçekle ş miştir. Dini te şkilat incelenirken ilkel ve ileri toplumlarda bazı derneklere rastlan ır Bu bize ş ahsi tercih ve kararın dini hayatta oynad ığı rolü gösterir. Bu dernekler, yeni bir dini te şkilat olarak, gizliden gizliye veya' aç ıkça geleneksel ve resmi kurumlara meydan okurlar. Bunlara gizli dernekler denir. Bu guruplar genel olarak varhklar ını büyük evrensel dinlerin do ğmas ına yol açan te şebbüslere borçludurlar. Bu dinlerin meneine ait bilgiler bazan çok az ve da ğınık olduğu halde bazanda yeni dinin doğuşunu çevreleyen olaylar bu dinlerin ili şkin-bulunduklar ı toplumun müşterek hat ırasında yer- almış bulunur. Böyle bir gruplanmamn gerçekle şmesi ve büyümesi din ve devlet münasebetlerinin geli şmesinde yeni bir safhaya işaret sayıhr ki bu tam anlam ıyla evrensel dinler safhas ıdır. Gizli ve sırh ifadelerinin de pekala gösterdi ği üzere bu gruplar kerldilerini ana gruptan ayırmak e ğilimindedirler. Devletle olan münasebetlerine gelince burada ayr ılma ve inzivadan tutun da fiili muhalefet ve hasmâne te şebbüslere kadar varan çeşitli münasebet tarzlar ı göze çarpar. Fiili muhalefet hükümete veya hükümdarın şahsına karşı olduğu gibi bir prensip meselesi de olabilir. Bu son şık yani ayaklanmanın prensip yönünden olması arızidir. Pek az hallerde dini sebeplere dayanan bir çat ışma ve anar şi ortaya çıkar. Bunlara ili şkin örneklere Roma imparatorlu ğunda (Collegia illicita), islâmiyette ( Şii, batını hurafiler v. s.) ve Çindeki gizli cemiyetlerde prastlamr. Devlete fiilen kar şı koymanın sebep ve saikleri muhteliftir. Bu sebep ve saikler devletin güttü ğü zulüm ve i şkence politikas ına karşı bir tepki halinde kendini gösterir ve önemi ikinci derecede kalır Yahut dini grubun teolojik, ideolojik ve politik nazariyesinde ifadesini bulan ilkelere dayan ır. Son şeklinde yani grubun dini, fikri ve siyasi teorisindeki ilkelere dayand ığı takdirde zorlama, şiddet kullanma ve harp gibi devlet mekanizmas ının tabii zorlama alet ve araçlar ıyla karşılaşır. Yahut bir devletin kimli ğini gösteren teori ve pratik engeller öne çıkar. Bu türden olmak üzere, Roma devleti, Yunanistan, Küçük Asya, Mısır, Suriye ve İrandan gelen dini gruplar ın hücumuna u ğramıştı. Sünni müslüman devletleri de şii, harici, ihvanı safa, bat ıni ve karmati gibi çe şitli grupların muhalefetine u ğramışlardı . Hindistanda da ayn ı
127
ş ekilde dini gruplar vardır. Hindistan yalnız bu dini grupların yurdu olmakla kalmamış aynı zamanda evrensel dinlerin de be şiği olmuştur 67.
Nüncü Tipoloji EVRENSEL DİNLER Din ve devlet münasebetlerinde üçüncü a şama evrensel dinlerdir. Bu a0manın ayırdedici niteliği, yüksek bir siyasi geli şme ve dini cemaatin evrensellik iddiasıdır. Bir dini evrensel diye vas ıflamada o dini tutanlarm sayısı o kadar önemli de ğildir. Çünkü burada sorumluluk yüklenen topluluk değil, ferttir. O halde bu geli şme devresindeki dini te şkilâtın sayı ve siyasete dayanan kuvveti tek ba şına kesin sonuçlu bir etken olamaz. Ba şka bir deyişle yeni dini cemaatlarda devlete kar şı takınılan durumu tayin eden tecrübenin şiddeti (İntensite de l'experience religieuse) dir. Büyük dinler küçük grup ve azınlık inançları olarak başlar. Bu inançlara gün geçtikçe say ısı artan katılmalar olur. Ulusal dinde, dinle sarma ş dolaş olmaya ahşmış olan devlet, yeni dininin do ğması ve gün geçtikçe büyümesi sonunda tabii olarak dini grubun meydan okumalar ına karşı koymak zorunda kalir. Bu durumda Devletin yeni dine karşı takınacağı tütumlar hakkında çeşitli ihtimaller akla gelebilir. a) Devlet yeni dine kar şı ilgisiz kalir. b) Devlet yeni dini tanır. c) Devlet yeni dini reddederek mensuplarına kar şı kovu şturma ve işkence yapar. Roma devleti Hıristiyanlığa karşı başlangıçta birinci durumu tak ınmış yani ilgisiz kalmıştı. Az sonra üçüncü şıka dönerek Hıristiyanlara karşı işkence politikas ı gütmüş ve hele Neron zaman ında bunları vahşi hayvanlara parçalattırmıştı. Sonunda ikinci şıkta karar kılmış ve Hıristiyan* kabul etmişti. Buda dini Çinde so ğuk ve sert karşılanmış , Hindistan devletlerinde ho ş görülmüş ; Japonyada ise de ğişik işlemlere tabi olmuştur. Zerdüşt dini, başlangıçta hoş görülmüş 3-7. yüzyıllar' aras ında İranın resmi devlet dini olmuş ve ancak islâmın İram ele geçirmesi üzerine takibata u ğramıştır Mani dini (Manicheisme) 68 başlangıçta ana yurdunda bile işkence çekmiş, daha sonra 67 J. Wach. Suciology of Religion s. 306 ve devam ı G. Menshing, Sociologie religieuse s. 81 ve devamı 68 Bu din zerdüşt dini gibi ikili bir dindir. Daha fazla ferdin kurtulu şuna önem veren ve bu suretle mistik gnostik zümreye dahildir Mani taraf ından kurulmuş olup Asyamn bir ucundan öte ucuna kadar yay ılınıştır.
128
Orta Asyada devlet dini olmu ştur. Uygur devletinde °Idu ğ-U gibi Çinde de güvenli bir durum sa ğlamış ve en son Çinde u ğradığı işkence ve kovu şturma yüzünden dağılnuştı. Konfuçyüs dini (Confucianisme) devrinde i şkence görmüş daha sonra olgun bir devlet dini olmak s ırrma ermi ştir. Halbuki Çinin halk dini olan Tao dini (Taoisme) hiç bir vakit üzerindeki şüpheyi gideremediği gibi bazı hükümdarlarm bu dini korumalar ı bile işkence ve kovuşturma siyasetini önliyememişti. Bu kısa açıklama, devletin yeni evrensel dinlere kar şı takındığı ilk durumu zamanın akışına uyarak s ık sık değiştirdiğini, bazan da büsbütün tersine bir durum takındığını gösterir. Hıristiyanlık, islâmiyet, Maniçeizm, Budizm, Konfüçyanizmde oldu ğu gibi en önemli merhale Dinlerin do ğdukları yerden başka yerlere göç etmeleri, hanedan ın düşmesi, yöneten sınıf veya hükümetin de ğişmesi, devletin çökmesi ve yeni bir devletin kurulmas ı ve benzeri olaylar din ve devlet münasebetlerinde dönüm noktas ı sayılırlar. Bütün bu değişmeler dini gurupların geliş mesine etki yapar. Tarih alan ında girişilen bu kısa geziden sonra s ıra temel konu olan tipoloji ara ştırmalarına gelir. Evrensel dinlerin do ğmas ım ve gelişmesini gerektiren s ıkı bir dini tecrübe, bütün yönleriyle, de ğişik bir durum yaratmıştır. Bu de ğişiklik, genel olarak, kötü kar şılanmakta, tak ışılmakta ve dini önderlerle mensuplar ının halk içinde de ğerden dü ş meleri sonucunu do ğurmakta idi. Dinin temeli sayılan bazı bilgiler bu dinlerin genel do ğrultularım gösterir. Bu temel bilgiler arasında dinin dünya görü şü, iman ve akideleri, dua ve ilahileri yer ahr. K ısacası bu kutsal kitaplarda yeni cemaatin ideali çizilmi ş , iman, amel ve cemaat ana çizgileriyle aç ıklanmıştır. Bu kitaplarda din ve Devlet münasebetleri de anlaşılır bir şekilde belirtilmi ştir Kur'an ve İncilde Tanrıya, Tanrı Resulüne ve yönetenlere kar şı itaatın emredilmesi, yine İncilde Tanrının hakk ını Tanrıya, Kayserin hakk ını kaysere ver denilmesi dinin Tabii topluluk veya devlet kar şısındaki tutumunu aç ıklamaktadır. Yeni Dinin kurdu ğu düzene karşı durumun değişmesinde önemli sayılan bir nokta daha vardır. Uruk, Kent ve Ulus gibi geleneksel gruplarca yüklenilen ortakla şa sorumluluk, vahiyden yararlanan büyük dini önderlerin getirdi ği dini tecrübelerin şiddeti bir ferdi imana ve ferdi dayan ışmaya inkılap etmiştir. Böylece dindarlığın bir ölçütü olan din törenleri yerini niyyet ve imana b ırakmıştır. İslam, amellerin niyetlere göre olacağını ilan etmekle bu yolda aç ık bir durum takmmıştır. Bu yönden Eski Sözle şmede adı geçen peygamberlerin dini ve ahlaki ö ğretileri, Yeni Sözleşmedeki dinin çalışma ve iman yoluyla gerçekle şen kişisel hakları kollektif hukuk yerine koymak üzere yap ılan gayretler bu alanda bir haz ırlık gibi yorumlanabilir. Hz. Muhammed eski putlara tap ınmanın ve bu türlü törenlerin hükümsüzlüğünü ilan etmekle ki şisel dine giden yolları açmış bulunuDin Sosyolojisi F. 9
129
yordu. Gerçe ğin bütün çıplaklığı ile anla şılması için kişisel bir arınma ve araştırmayı öğütleyen Buddarun demeti, her türlü ortakla şa törenleriyle birlikte Brahmana devrindeki dininin ilgas ından başka bir şey değildir 69
.
IV. LAYIKLIK VE VICDAN ÖZGURLtal (Laicite et la Liberte religieuse) A. GENEL BILGILER Evrensel dinlerin cemaata de ğil, ferde ve ferdin vicdamna hitabetmesini ve demeçlerinin s ınır tanımayan bir geni şlikte olmas ını bunların din ve Devlet ayrunım kabul ettiklerine yormak gerekir. Ba şlangıçta, iş bölümünün henüz gelişmemiş olduğu zamanlarda sanat, ahlak, felsefe, bilim ve siyaset din kadrosu içinde toplanmakta idi. De ğerlerin ayrımlaşması (Differenciation des valeurs) ve i ş bölümünün ilerlemesi sonunda sanat, felsefe, ahlak ve bilim ve son olarakta Devlet, hukuk ve e ğitim dinden ayrılmıştır. Dinin Devletten veya Devletin Binden ayr ılması siyaset edebiyat ında lâyiklik adını alır. Din ve Devlet kurumlarının bağımsız durumlarını, vicdan, din ve kanaat özgürlüğünü, hatta Do ğuda rastlanan modernizm hareketlerini bu ba şlık altında toplamak mümkündür.
1) LAYİK SÖZÜ Türkçedeki layik sözünün kökü frans ızcadır. Bu dile yunancadan gelmiştir. Layiklik arapçada İLMANİYE ve yeni türkçede Din Ayrısı, Din Özgenli ği olarak gösterilmekte ise de bunlar ın hiçbiri tutunamamıştır. Anlamı halka, kalabalığa veya yığına ilişkin olan layik sözünün Eski Yunancadan geldiği su götürmez bir gerçek ise de bu dile nereden geldi ği bilinmemektedir. Yetmişler, Tevratı ibrani dilinden yunancaya çevirirken, LAY İK sözü ile rahip ve özellikle kendilerini Tanr ıya verenler dışında kalan halk ya ğınmm kasdedildiği görülmüştür. Bu çevirmede LEV İLERE KLEROS o5) denilmekte idi. Laos veya Lik. İKOS (itdixö) deyimi imtiyazlı bir sınıf sayılan ruhban (Kleros) d ışındaki kimseler için kullan ıhyordu. Homeros'un eserinde bu sözün seçkin insanlar ın emrinde şekilsiz ve örgütsüz bir yığım anlatmakta oldu ğu sanılmaktadır.
69 Bk. J. Wach, ayn ı eser s. 309 ve devann
130
Hıristiyanlığın ilk zamanlarında kilise adamlarına yunanca Klerikoi ve latince Clerice, müminler topluluğuna ise yunanca Laikoi ve latince LAİCİ denirdi 1 . Fransızcadaki Laicit, Laic ve Laicisme sözleri bu kökten gelir. Bu anlamda Bat ı dillerirıde ve özellikle İngilizcede SECULAR İSM ve Secular terimleri vardır. Bu terimlerin ingiliz dilinde bugünkü anlam ıyla kullaruhşı 1848 yılında ba şlar ve bu konu ile u ğraşmış olan Holyoak'a mal edilir 2 .
Gençleştirmek ve ça ğdaş kılmak anlanuna gelen to secularise bu kökten gelir 3 Yine İngilizcede Layman ve Profane kelimeleri de layik anlam ında kullanılır. .
2 — LAIKLIĞIN TANIMI Laik aslinda rahip s ınıfından olmayan demektir. H ıristiyanlikta bir ruhban s ınıfı (Clege) vard ır; islâmiyette ise böyle bir şey yoktur 4 İçinde .
bir ruhban sınıfı olan dinlerde bu zünıre dışında kalan kimselere Lâyik denir. İnsanlık tarihine göz atacak olursak ba şlangıçta, sanat, bilim, felsefe, hukuk, eğitim ve hattâ devlet teorisinin din içinde ve dini köklerden geldilderi görülür. Bu yönden baz ı tarihçiler ve bunlardan Prof. Enver Ziya Karal Layikligi bir tarih terimi olarak, din ile felsefenin, din ile bilimin, din ile hukukun, din ile sanatın ayrılmasıdır, diye tanımlar. Bu tammda dinle devlet ayırımına iş aret yoktur. Lâyiklik, din ile felsefe, sanat, bilim, e ğitim, hukuk ve Devlet ayrımı diye tammlamrsa, hem yukardaki tan ımı hem de devlet ve din ayr ımını kapsayan bir anlama var ılmış olur 5 .
1 Bak. Dr. Suat Sinano ğlu, Laiklik adlı anonim eserde „Laik kelimesini etymonu ve anlamları. 2 E. R. E. (Din ve ahlâk ansiklopedisi) Seucularism maddesi. 3 Cassel's Latin dictionnary Secularis kelimesi 4 E. Z. Karal osmanlı Tarihi 5. cilt, Ankara, 1954 sh. 146-149 (Cevdet Paşa, Fransız elçisi Marqui de Montier ile bir mülakatmda, elçinin şu sözlerine muhatap olur. Napolyon Bonapart. Eğer ben bir din ile mütedeyyin olsam müslüman olurdum. Zira din-i İslam da ruhbanhk yoktur. Dermiş. Halbuki bir müddet İ stanbulda e ğlendim. Ulema s ınıfının clerg6 tarzında olan meratibini öğrendim. İşte siz de bu tarikatın en ileri mertebesinde bulunuyorsunuz. Napolyon, buralara gelmediği cihetle hakikati hale muttali olmamıştı; der. Bunun üzerine Cevdet Pa şa da Napolyon Bonapart bu meseleyi tahkik eylemi ş ve güzel söylemi ş, filhakika Islâmda clerge yoktur ve 1.31,11
.) )1 diye bir hadis-i
Şerif vardır. Gördüğünüz
sarıklılar clerg6 değillerdir. Zira onlarda bir s ıfat-ı resmiye-i ruhaniye yoktur. Clergenin tevaif-i İseviye haklarında icra ettikleri hükümet-i rubaniye gibi s ıkı
lere
muamele-
İslamiye tahammül edemez. 5 Prof. E. Z. Karal; Lâyiklik adli anonim kitapta Devrim ve Lâyiklik adli yazı.
131
Nahit Tendar, Prof. Hilmi Ziya Ülken'den mülhem yazısında Layikliği, din ve dünya işlerinin ayrılması, iç ve dış aleme ayrı değer ve görev verilmesi şeklinde tanımlar 6 Lâyiklik dini inanış ile düşünüş ayrımı diye taııımlansa daha felsefi olur; o zaman ak ıl ve vicdan özgürlükleri ayr ımı ş ek.
linde bir sonuca varılmış olur ki bu da düşünüş ile inanışın aynı zamanda var olabilece ği (coexistence) fikrini ilham eder. Bu durumda akl ın ula şamadığı yerde vicdan hükmünü verecektir. Böylece hem deneysel hem de deney üstü metotlar, insanlığın hizmetinde olacakt ır. Devrimizin ünlü bir hukukçusu olan Leon Duguit layikli ği şöyle tanımlar: "Layik devlet, din konusunda tamamen tarafs ız olup ba şkanı ve memurları istedikleri dini ta şımakla beraber, kendisi devlet olmak haysiyeti ile hiç bir din tutmayan ve hiç bir din töreni yapmayan ve kendi ad ına da yaptırmayan devlettir 7
.
Görülüyor ki burada konu, hukuk ve devlet teorisi yönünden ele al ınmıştır. Layikliğin tanımını belirtmeden önce ünlü tarihçi ve bilgin Ernest Lavisse'in "Anales de la Jeunesse Laique" adli dergide yayınladığı bir açıklamayı aynen buraya geçirmeyi uygun buluyoruz. "Lâyik olmak insan fikrini görülen ufuk ile çevrelemek hattâ insana rüyay ı yasak ve mütemadiyen Allah ı aramak arzusunu bertaraf eylemek de ğildir. Lâyik olmak bugünkü hayat için vazife hissini edinmektir. Lâyiklik şiddet göstermek, hala eski itikatlarm ta thlıkları içinde kapalı kalan vicdanları tahrik etmek de de ğildir. Geçici dinlere, devam edici olan insanlığı idare etmek hakkını vermemektir. Lâyiklik bir mabetten yahut muhtelif mabetlerden hep birden nefret etmek de değildir; belki dinlerin ilham ettikleri garaz ve ayr ılık ruhunu —O ruh ki, birçok şiddetlerin, ölümlerin ve harabilerin sebebi olmu ştur— ortadan kaldırmaktır. Lâyik olmak insan fikrinin hareketsiz olan bir din kaidesine katlanmamas ı ve anlaşılmaz bir şey önünde hakkından vaz geçmemesi ve hiç bir bilgisizliğe razı olmamasıdır. Lâyik olmak hayat ın yaş anmaya de ğdiğine inanmak, bu hayatı sevmek, dünya hakk ındaki (Göz ya şları vadisi) tabirini ortadan kaldırmak, göz ya şlarımn lüzumlu ve iyilik yap ıcı olduğunu kabul etmemek, azab ın bir Allah emri oldu ğuna inanmamaktır. Lâyiklik hiç bir sefalete, ıztıraba taraftar olmamakt ır. Lâyik olmak üç fazilete sahip olmak demektir. Şefkat, yani insanlar ı sevmek; Ümit, yani uzakta da olsa, adalet, sulh ve saadet rüyalar ının hakikat olaca ğına, eskiden atalar ımızın
6 Nahit Tendar, Sosyoloji dergisi, No 1. Laiklik yaz ısı . 7 Laiklik adli anonim eser. Sahife, 44.
132
göğe bakarak bekledi ği şeylerin gelece ğine inanmak; İman, yani mütemadi sa'y ve gayretin nihayet galebesine kaani olmakt ır 8." Görülüyor ki Lâyiklikte temel ilke, din ve dünya i şlerinin ayrımı olmakla beraber, bilginlerce ayr ı ayrı tammlar yapılmıştır Bu durum karşısında doğrudan do ğruya konunun açıklanmasına geçmek ve tanımların dar çemberi içinde kalmamak tutulacak en do ğru yoldur. Unutmamak gerekir ki lâyiklik ilkesi siyasi bir toplumda ya ş ayan insana, insanh ğa yakışır bir önem veren kutsal bir ilkedir. Zira bu ilkenin kabul edilmesiyle fert dü şünmek için bir dimağa, manevi âlemini korumak için bir vicdana kavu şmuştur 9
.
Batıda din ile bilim, din ile sanat, din ile devlet ay ırımı rönesansla ba ş layan ve iş bölümünden ilham alan bir kavramd ır. Gerçekten matbaan ın keşfiyle bilim, sanat ve Devlet teorisinde o kaadar büyük ilerlemeler olmu ş tur ki bu olayları, bütün gücünü inak (Do ğma) lardan alan din kal ıpları içinde çözmeye maddeten imkan kalmam ıştır. Bu durum, sözü geçen konular ın birer birer dinden ayrılmasını gerektirmi ştir. Zira din ile Devletin ba ğlı bulundukları disiplinler başka başkadır. Ke şif ve buluşlar ve bilimsel veriler karşısında artık Galilee'yi susturmak, sanat ı de ğiş mez dini kalıplarda hapsetmek, Devlete ve devlet hizmetlerine dini bir nitelik tan ımak savunulması güç bir hal almıştı. Ne yazık ki bu yolda harcanan çabalar a şırılık yüzünden bo ş a çıkmış ve lâyikle şme bazan dinsizlik veya tanr ısızlıkla birle şerek sonunda bir çok bozuk şekiller ortaya ç ıkmıştır Akılla nakıl arasında verilmiş olan kanlı savaşlar, devrilen saltanatlar ve yap ılan işkenceler bir yana bırakıhrsa layiklik ilkesi hiç te mantığın inkâr edece ği bir şey de ğildir. Lâyiklik bugünkü anlamıyla dinsizlik de ğildir. Aksine insanlık ülküsüne karşı bir saygının ifadesidir.
3.
LÂYIKLIGIN BATIDA VE TÜRKIYEDE UYGULANMA ŞANSLARI
Layikliğin Do ğu ve Batıda gösterdi ği özellikleri ele alamadan önce bu iki âlemin içinde bulundukları ş artları karşdaştırmada büyük bir fayda vardır: Bat ıda dini koruyan bir ruhban s ınıfı vardır. Bu sınıfın kendine öz okulları, üniversiteleri ve fikirlerini yayan organlar ı vardır. Yine bu s ınıfı mali yönden ayakta tutan gelir kaynaklar ı vardır. Yüzyıllardan beri devam eden gelenekleri ve yeti şmiş din adamları 8 Bu tanım laiklik adındaki anonim kitapta Naz ı m Poroy'un anales de la jeunesse laique den yaptığı çevirmeden olduğu gibi, alınmıştır (Bak. s. 37-38) 9 Prof. Enver Ziya Karal, Laiklik anonim kitab ı, Devrim ve Lâiklik makalesi, Sayfa 67 (Lâiklik)
133
vardır. Bütün bu şartlar layiklik ilkesinin kurulmasına ve Devletle din kurumlarının bağımsızlıklarını sağlamaya hizmet etmiştir. Do ğuda bu şartların bir kısmı yoktur: Bir takım şartlar da toplumsal ve siyasal sebepler yüzünden kald ırılmış veya yasak edilmi ştir Bugünkü Türkiyede Dinin özünden gelme bir ilke Batıda dinin koruyuousu olan ruhbanh ğı saf dışı etmiştir. Yukarıda da birazcık belirttiğimiz üzere İslamda ruhban yoktur. Din okulları ve din öğretimi yapan Medreseler kapanm ış yerine ancak uzun yıllardan sonra Imam— Hatip Okulları, Ilahiyat Fakültesi ve İslam Enstitüleri aç ılmıştır. Bu bilim yuvaları gerek yeterli eleman bulma güçlü ğü, gerek genel kültür seviyesinin bugünkü durumu ve gerekse geçmi şteki kötü örneklerin baskısı altında ülküsel verimlilikle çalişamamaktadnlar. Din propagandas ı yapmak ve konusu din olan dernekleri kurmak nisbeten güç oldu ğundan din için genişleme ve yayılma imkanları yalnızca camilerdeki vaizlere, Dini ve ahlaki konu şmalara hasredilmiştir. Yapılmakta olan dini yayınlar ise ya yeteneksiz ellerde bir yobazhk propagandası yahut din hayat ında uzun yıllar boş kalan alanda din damgasım taşıdığından dolayı rağbet gören ve gerçekte toplum ve birli ğimiz için zararlı olan yayınlardır. Burada Ilahiyat Fakültesinin a ğır başlı yayınları bir istisna te şkil eder. Devlet karışmamak ve incitmemek titizli ği içinde bu gibi seviyesiz yayınları hoş görmektedir. Halbuki özgür ve yeterli bir yay ın ve irş at kurulu, Devletten daha yetkili olarak bu gibi yanh şhkları önleyebilir. Yine bu kurul toplumda ayırıcı, dinde karıştırıcı ve medeniyette utandmc ı olan bu yayınları kolayca denetleyebilir. Batıda Uyikliğin üçüncü bir ş artı ve temelli dayana ğı olan mali kaynak bizde yalnızca Devlet bütcesinden sa ğlanmaktadır. Bu hem din ve devlet ayırımına hem de dinin ba ğımsızhğına aykırıdır. Zira nasıl başkasının parasıyla geçinen bir kimsenin ba ğımsızlığı söz konusu olmazsa devletin yard ımıyla geçinen bir kurumun da ba ğımsızlığı kağıt iizerinde kalır. Batıda kilisenin yararland ığı mali kaynaklar memleketimizde önceleri vardı ve bugün de vard ır. Evkaf idaresi din adamlar ının bağışlarıyla kurulmuştur. Devlet bütçe gerekleri dolay ısiyle bunları yönetimine almıştı. Bu o zaman için do ğru bir yoldu. Fakat bugün bunu pekala kurulacak olan din kurumuna geçirerek yaln ızca mali yönden bir devlet deneti ile yetinilebilir. Bu arada ihtiyaç fazlalar ımn tekrar kamusal kurumlara iadesi ve ba134
ğışlanması da mümkündür. Böyle yap ıhrsa din kurumu kendi mali kaynaklarına dayanarak daha verimli çalışmak yolunu bulur. Sosyolojik bakımdan dinin en önde gelen görevi, toplum fertlerini birbirine yakla ştırmak, ve birle ştirmek oldu ğ una göre bu kurum memleketteki az ınlıklara kar şı ve hattâ ba şka dinlere kar şı daha tatlı davranabilir. Böylece toplumumuzda ayine', kırıcı ve inkarcı bir dini tutum yerine birle ştirici, ho şgörücü ve insanhk ülkülerine ba ğlı bir din hayat ı başlar. Kısacası, memleketimizde layikligin iyice yerle şmesi iyi ve yeterli din adamlar ı yetiştirmeye ve bunlar yetişinceye kadar hafif bir devlet denetinin devam ına, dini ö ğretim, yayım ve irş atları güzelee ayarlamaya ve din kurumunu ve kutsall ığı ve yüceliğiyle orantıh mali imkanlara kavu şturmaya bağlıdır.
B— BATIDA IİYIKLIK Ayd ınlanma devrine kadar olan devre Hıristiyanhk güçlü bir devlet te şkilatı ve gelişmiş bir hukuk düzeni olan Roma imparatorlu ğu içinde gözlerini dünyaya açt ı. İsa'nın dünya düzeni ile u ğraşmasını gerektiren bir sebep yoktu. Bundan dolay ı İsa kendi adamlarına, Kayserin hakkım Kaysere, Tanrnun hakk ım Tanrıya veriniz (Rendez done a Cesar ce qui est â Cesar, et â Dieu ce qui est â Dieu) (Kitab— ı mukaddes, Matta incili XXII. bap, 21. ayet.) n halde H ıristiyanlıkta ba ş langıçtan beri din ve devlet ayr ımı var demektir. İsa dini, havarilerin çalışması sayesinde küçük cemaatler halinde bir din oluverdi. Aziz Pavlus (St. Paul) Roma imparatorlu ğunu yeni dini yaymak için en uygun bir zemin bulmuş ve verdiği vaizlerle pek çok taraftar toplam ıştı Neron devrinden Diocletien'lere kadar gelen imparatorlar ın çoğu bu din mensuplarına karşı kovuşturma ve işkence yaptırmıştı. Başlangıçta küçük cemaatler halinde bulunansH ıristiyanlar zamanla kendilerine birer kilise edinmişlerdi. Bu kiliseler yöresel (mahalli) gereklere göre kurulmu ş , daha sonra ulusal bir nitelik kazanmışlardır Bu arada Fransada, Frans ız kilisesi (Eglise Gallicane), İstanbulda Bizans Rum Ortodoks kilisesi, Ingilterede Anglikan kilisesi (Eglise Anglicane), Luther ve Kalven'in etkisi alt ında Protestan kilisesileri (Eglises Protestantes) kurulmu ştu. Romada ilk Piskopos St. Pierre (Aziz Petrus) olmu ştu. Büyük Konstantin 313 y ılında yayınladığı Milano Fermaniyle (Edit de Milan) İsa dinini resmi devlet dini olarak tan ımış ve St. Pierre'i ilk papa olarak tammıştı Fakat Hıristiyanlıkta ilk hareket, Bizansta ba şlamış sayılabilir. Konstantin 325 y ılında İznikte bir genel ruhani meclis (Concile 0ecumenique de Nicee) toplad ı. Buradan Arianizm (Arianisme) in reddine 135
,
karar aldı 10. Ayrıca bütün mezhepler birle şerek Hıristiyanlık devlet dini haline geldi. /inanın temel şartları Iznik sembolü (Symbole de Foi de Nicee) adı altında toplandı ". Bu konu şmalar sonunda imparator hem dinin hem de devletin ba şkam oldu. Bu şekle Anglosaksonlar CAESARO-PAP İSM, Fransızlar ise BYZANT İNİ SME derler. Bizantinizm deyimi dinin devlet hizmetinde olmas ı anlamındadır. Fikrin zorbahk etkisi alt ında kararmas ı da bu terimle anlat ılır. Dikkat edilirse burada bir otokrasi ile teokrasi Kayserin ş ahsında birleşerek Bizantinizm denilen sistemi meydana getirmi ştir. Fikir ve din konusunda yap ılmış olan bu baskı bazı tepkiler uyand ırdı. Genel din meclisleri (Concile oecumeniques) kar şısında bazı muhalif guruplar belirdi. Mesela, Suriye ve Mezapotamyada 6. yüzy ılda Monofizit (Monophysite) olan Jakobit (Jacobites) mezhebi kurulmu ştu 12 Yine 4. yüz.
yılda Mezopotamya ve İranda kurulmu ş olan Nesturi kilisesi (Eglise Nestorienne) bu aradad ır 13 Batı dilinde Heterodoxe denilen bu mezheplerin .
amacı Hıristiyanlığı saf ş ekle sokmak ve Incil hükümlerine ba ğlı kalmaktır. Roma imparatorlu ğunun do ğu kanadında din ve devlet münasebetleri bu manzarada iken bu alemin bat ı kanadında da Katolik kilisesi devletle birleşiyordu. St. Pierre yerine geçen papa dini ba şkan olarak vazife gördü. Dinde bir mertebeler düzeni (Hierarchie) kuruldu. Bu tutumu ile katolik kilisesi, vicdana daha ba ğımsız bir yer bırakmış oluyordu. Din adam ı ile din adamı olmıyanlar, birbirinden ay ırt edilerek, din adam ı, aşırı istekleri olmayan ve kendisini din i şlerine bağlayan bir kimse olarak kald ı . Din adamı olmayan kimseler aşırı istek, tutkunluk ve tinsel güçsüzlükleriyle dünya adamları olarak kalmışlardı. 10 Arianisme, Iskenderiye rahiplerinden Arius'un doktirinidir. Bu zata göre, Tanr ı birdir. Akanami selase aynı cevherden gelmedir. İsa yani oğul yoktan var olmu ştur. Esasında mükemmel olmakla beraber, Allah de ğildir. 11 Iznik sembolü (Symbole de Foi de Nicee) bizdeki amentü benzerinde dinin esaslar ım gösteren bir formüldür. 325 tarihinde iznik konsilinde kabul edilen şekli şöyledir. Görülen ve görülmeyen her şeyin yaratıcısı olan Isa'ya inamyorum Tanr ının tamzsı, ışıklann ışığı, gerçek tanr ımn gerçek talim' baba cevherinden meydana gelmi ştir. Baba cevherinden doğan ve kendisiyle yer ve gök yarat ılmış olan efendimize inamyorum. 380 y ılında Ruh-ül Kudüs hakkında yapılan değişikliği Yunanlılar kabul etmemişlerdir. Bk. Larrousse du XX'eme siecle, Symbole de Nic ı,;e maddesi) 12 Monofizit (Monophysite) veya Monophysitime diye adland ırılan doktrin Hıristiyanhkta tek varlığı kabul eder. Bunlar İ sadaki iki kişiliği (Ili)hi ve İnsani) tammazlar. Ve yine bu mezhebin iddiasma göre, tanr ısal kişilik insani kişiliği yutar Bunlar sıkı bir şekilde teşkilatlanmışlardır. Üç kiliseleri vardır. Bu kiliseler bağımsızdır. Bunlardan biri Ermeni kilisesi (Eglise Arm6ıienne), ötekisi Yakubi kilisesi (Eglise Jacobite) olup Suruyededir. Üçüncüsü ise Mısırdaki Kıpti kilisesidir. (Eglise Copte) 13 Nestorius tarafından kurulmu ştur. Bu mezhep Isada birle şmiş iki kişilikten insani yönü över. Mezhebin ad ı, Nestorianisme'dir. Efes konsilince doktrini reddedilmi ştir
136
Kilise insanların iç hayatını temizlemek üzere zaman zaman onlar ı günah çıkarmıya ça ğırıyordu. Bu günah çıkarma veya itiraflar (Confessions) küçük odacıklarından başlıyarak 5. yüzyılda yaş amış olan St. Augustin ve 18. yüzyılda ya ş amış olan Rousseau da en yüksek ş eklini almıştır Günah çıkarmanın esası İsa'nın havarilerine verdi ği demeçten ç ıkarılmaktadır. Gerçekten İsa havarilerine: "Günahlarınızı kime verirseniz onda kalacakt ır" demişti. Bu durum ile katolik kilisesi iç alemi işlemek yolunda çalışmalarını, devlet otoritesinden uzak olarak gerçekle ştirmiştir 14 .
Az sonra Roma imparatorlu ğunda bir barbar sald ırısı başlamıştı. Bu durum kar şısında papalar, ruhani otoriteleri yan ında aynı zamanda cismani bir otorite kurmaya kalkt ılar. Papalık makamı bugünkü anlamda bir üstün devlet (Super —Etat) durumuna geldi. Bu s ıralarda, her ne kadar Do ğu da barbar saldırısına u ğramışsa da büyük ölçüde olmamış ve yine Do ğu kilisesinde Bizans İmparatorları, İstanbulun Türkler tarafından alınması tarihi olan 1453 yılına kadar hem devlet ba şkanı hem de din önderi olarak saltanat sürmüşlerdir. Bu duruma göre, Do ğuda bir Ortodoks kilisesi, Bat ıda da papahk makamına ba ğlı bir katolik kilisesi kurulmu ş oldu. Imparatorlu ğun her iki ucunda kilise ve devlet birle şmiş bir durumdadır. Fakat bu birle ş me Do ğuda imparatorun cismani ve maddi nüfuzunu dine te şmil etmesi daha do ğrusu imparatorluk ( İMPER İUM) ve Rahiplik (SACERDOT İ UM) sıfatlarını ş ahsında birleştirmesi, Batıda ise, esasında dini bir karakter ta şıyan papamn cismani bir otorite olmak iddiasiyle, dünya i şlerine karışması şeklinde ortaya çıkmıştı 15 .
Büyük devrime kadar Fransada Bourbon soyu devam etmi ştir. Bu devirde mülki bölüntüler kilise bölüntüleri ııin aynı olduğu gibi, her yerde yarg ılama yetkisi din mahkemelerinin elinde idi. Kilise evrensel nitelikte olan dini kanunların dünya münasebetlerinde uygulanmas ını istemekte idi. Roma imparatorlu ğ unda katolik dininin resmi din olarak tan ınmasını ve St. Pierre'in papa olarak tan ınmasında/1 sonra kilise imparatorluk kanunlar ı yerine kendi kanunların' uygulamaya kalkmış ve dünya i şlerine karış mak için fırsatı kaçırmamış idi. Kilisenin bu büyük hayalini gerçekle ştirmeye yardım eden bir sebep te Avrupada feodalite sisteminin yay ılmış olmasıdır. Senyörler karşısında kendilerini zay ıf bulan kırallar, nüfuzlar ını artt ırmak için kiliseden yardım beklediler. Böyle bir durumda vicdan özgürlü ğü aramak, rasyonel olan bilgiyi do ğmatik olan kilise hukukundan ayırmak ve dinle devlet ayırımından bahsetmek yersiz olurdu. Bereket versinki bir süre sonra bu karanlığı yaran ve insanlık tarihine şan veren iki büyük hareket olmu ştur. 14 Sosyoloji Dünyas ı Cilt, 1. No 1. S. 32-33. 15 G. Mensehing, sociologie religiouse, R. Jundt çevirmesi. 1951, Sahife 137.
137
Bunlardan biri reform öteki ise rönesanst ır. Rönesans daha çok sanat ve bilim hayatında bir uyanmadır. Yani bununla fikre vurulan s ıkı pranga ve ba ğlar sökülmüş ve kültür ya ş ayışı karanlıktan nurlu ufuklara yönelmi ştir. Reform'un amac ı siyasi ve dinidir. Refarm'un amac ı siyasidir; çünkü katolik kilisesinin fikir, vicdan ve dünya i şlerinde insanlığı n boynuna geçirmek istediği boyunduru ğa atmak hedefini güder. Dinidir; çünkü dinde yerle şen yanlış görüşleri gidererek dini normal s ınırlarına getirmek amac ını gütmüştür. Bu iki hareket de çok çabuk yay ılmış tır. Zamanla kırallar ülkelerini feodalitenin etkisinden kurtararak güçlü ve etkili bir duruma gelince ilk i şleri, kilisenin ve dolayısiyle papalar ın siyasi nüfuzunu yok etmek veya onlarla bu yetkileri payla şmak oldu. Ingilizler, birinci yolu tuttular ve 1547 y ılında protestanlığı kabul ederek papal ıktan ayrıldılar. Kendini güven içinde gören Fransa k ırah I. Fransuva (François I.) ise papa ile 1516 yılında bir anla şma (konkordat) yapmış tı 16 Fakat her .
iki şekilde de din ve devlet ay ırımı yoktur. Roma Imparatorlu ğunun batı ucundaki barbar sald ırısı durumu allak bullak etmi ş ve bundan da en büyük fayday ı papahk makamı sa ğlamıştı. Bu hal uzun zaman devam etmi ştir. Avrupa kıt'asında 1547 tarihinden başlayarak papalarla bütün ba ğlarını koparan İngiltere bir yana b ırakıhrsa din ve devlet münasebetlerinde Fransan ın arzetti ği durum konumuz için çok aydınlatıcıdır. Zaten Jul Seza= "Geldim, gördüm, yendim" (Yeni, vidi, vici) rumuzu ile alındığını bildirdiği Galya bugünkü Fransa, Belçika ve İsviçreyi içine alan büyük bir ülke idi. Bu sebeple Reform ve Rönesans hareketlerini de içine alan ve böylece ayd ınlanma devrine kadar gelen zamandaki din ve devlet münasebetlerini Fransa tarihi sinesinde inceleyecek olursak hiç de yanlış bir yola sapmış olmayız. Şu kadar ki k ıt'a gerekimlerinden uzak ve geçimini ba şka yerlerde aramak zorunda kalan Ingilterenin özel durumunu bunun dışında tutmak ş artt ır. Aksi takdirde İngiliz lâyikli ğinin gerçek manası anla şılmamış olur.
2. Fransız devrimine kadar olan devre Barbar sald ırısından sonra ilk ş ef Clovis idi. Bundan sonra Pepin le B ı ef gelmiş , bunu da o ğlu Ş arlman (Charlemagne) takibetmi şti. Birinci François'nin yapt ığı anla şmanın amacı Papalık makamı nın kendi uyru ğu üzerinde elde etmi ş oldu ğu siyasi nüfusu payla şmak yani dün16 Bir din önderi ile bir devlet ba şkanının anlaşmasına devletler hukukunda "Konkordato" (CONCORDAT) derler.
138
ya işlerinde Krallığın da söz sahibi olmas ını sağlamaktı. Fakat kırallarm bile bu devirde çok H ıristiyan (Roi tres chretien) ad ve s ıfatım ta şıdıkları düş ünülürse Konkordatonun vicdan özgürlü ğünü sa ğladığı yolundaki kanaatın yanhşlığı anlaşılır. Papahk mertebeler düzenine ba ğh geniş te şkilatı ile kırallardan daha üstün bir rol oynamakta idi. Papa katoliklere sadece din konusunda Manacaklarnu de ğil, aynı zamanda yapacaklar ı başka i şlerde de emir vermekte idi. Papanm gösterdi ği şeylerden ba şkasına inanmak do ğru yoldan sapma (Heresie) emretti ği şeylerden ba şkası nı yapmak itizal ve ayrılma (Schisme) sayıhrdı. Bunların her ikiside a ğır cezaları gerektirirdi. K ıral ş öyle diyordu. (Katoliklik uyruklarımızın zorunlu dini olacakt ır. Biz do ğru yoldan sapmay ı (Heresie) cezaland ıracağız. Ve bunu yapmakla Krallığın niyetlerine ayk ırı hareket etmi ş olamıyaca ğız. Din kanunlarma devlet kanunu kuvvetini verece ğiz. Papazlara imtiyaz verece ğiz. Fakat buna kar şılık iman konusu dışında kendi topra ğımızda hâkim olaca ğız. Baş Papazları ben seçece ğim. Papazları da bu ba ş Papaz seçecektir. Papa da bunlar ı tastik edecektir. Disiplin ve Yönetim bakımından bunların hepsi benim emrin altında olacakt ır) 17
.
Papa X. Leon bu ş artı kabul edince Fransada oldukça özgürlü ğü olan bir Kilise kuruldu. Bu Konkordtoyu layiklik yolunda büyük bir a ş ama saymak do ğru olmaz. Zira Pretostanlar ı şirin uyruklarında kana boyayan Saint—Barthelemy kılıçtan geçirme buyru ğunu 24 a ğustos 1572 gecesi bu Konkordatoyu imzalayan devlet ba şkanı vermi şti. En de ğerli bir hak olan vicdan özgürlüğü henüz yoktu. Hukukun ana ilkesi din birli ğine dayan ı yordu. Katoliklik devlet dinidir. Dinden sapanlar suçludurlar. 1598 y ılinda IV. Henrinin çıkardığı Nantes fermanını on dördüncü Lui (Louis 14) 1685 yılında kaldırarak Protestanlar ın ki şilik durumları (ahvali ş ahsiye) na iliş kin sicillerini bat ıl saymıştır. Onbeşinci Lui (Louis 15) nüfus kayd ına müsaade eden 1787 tarihli fermanı nda hiç bir yolla vicdan özgürlü ğünü aklına getirmemi ş ti. Şimdi durumu aydı nlatmak üzere bu fermandan biraz okuyahm• "Yalnız katolik dini genel dinin şeref, hak ve imtiyaz ına maliktir. Katolik olmıyan diğ er teb'anuz devletimizde kurulmu ş düzen içinde her türlü tesirden yoksun olacakt ır. Bunların krallığımızla beraber olmak kudretinden her zaman için uzak olduklar ı önceden bildirilmiş olup kendileri alelade inzibat kaidelerine ba ğlı tutulacaklard ır. Kanun onlara di ğer 17 Lâiklik 1. Istanbul, 1954 s. 28
139
tebeamız gibi, medeni haklardan istifade için tabiatla reddedemedi ği haklardan ba şka bir hak tammıyacak, yani onların yalmz doğumlarma, evlenmelerine, ölümlerine ba ğlı haklardan ba şka hakları olmıyacaktır 18... Görülüyor ki burada vicdan özgürlü ğünden, lâyiklikten, din ve devlet ay ırımından söz etmek yersizdir. Buna kar şılık Ingilterede din özgürlüğü Fransadakinden başka bir yol tutmuştur. Elizabeth'in devletin Kilise i şlerinde üstün bir rol oynamas ı esasına dayanan politikas ı, resmi Kiliseye gelmek istemeyenlerin özel ibadetlerine müsaade eden ve onlar ı medeni haklardan yoksun bırakmayan geçici bir anla şma ile sonuçlandı. 17. yüzyılda din düşmanlarımn artmasiyle Roma Katolik Kilisesi ile Anglikan Kilisesine ba ğli olmayanlara (Noncorfomist) büyük bir şüpe ile bakıhyordu. Bunlar yaln ız Anglikan Kilisesi için de ğil, aynı zamanda devlet düzeni için de tehlikeli sayıhyorlardı. Katolikler Papa taraftan, Nonkorformistler ise mutlak doktrinler aleyhtarıdır. Cromwell'in 1647 yılında yaptığı anayasa bu konuda bir dönüm noktası sayılır. Bu anayasa, kanun çerçevesinde Protestanlara tam bir özgürlük verdi ği halde Katoliklere kar şı en ufak bir musamahada bulunmuyordu. Fakat zulüm ve işkence politikas ının artık bayatlamış olduğunu ve bundan böyle sökmiyece ğini İkinci Charles'in 1672 yılında yayınladığı suçları ba ğışlama bildirisi ( İndulgence) daha aç ık olarak belirtmekteydi. Bu bildiri Katoliklerle Anglikan Kilisesinden ayr ılan protestanlar ın menfaatlanna uygundu. Böylece dini zulüm ve i şkencenin ortadan kalkmas ı gerek iç güvenlik ve gerekse ticari gereklere uygun görülüyordu. Zira tüccarların büyük çoğunluğu Non Korformistler aras ında olup bu alandaki etkileri çok önemli idi. II. Willam'ın 1689 yılında yayınladığı hoşgörme yasas ı (act of toleration) bu dü şüncenin mantıki bir sonucuydu. Bu yasa kanun çerçevesi içinde ve katolikler müstesna olmak üzere herkes için gerçekten hoş görürlüğü temellendirmiş bulunuyordu 19 .
3. Bugünkü anlamda layikliği doğuran olaylar
Yukarıdaki açıklamalardan 18. yüzyıla gelinceye kadar Devletin dini bir temele ba ğlanmış olduğu anlaşılıyor. Hükümdar nazari olarak yetkisini doğrudan do ğruya Tanrıdan aldığı için ancak ona kar şı sorumlu idi. Zira Bütün Güç Tanndad ır (Omnis Potestas a Dei). Devletin resmi dininde olmayanlar için siyasi bir hak tan ınmazdı. İngiltere ve Prusya bir dereceye kadar özgür ülkelerdi. Fakat bunlara ra ğmen genel manzara yukar ıdaki 18 L'diklik 1. aynı eser Nazım Poroy'un makalesi s. 29.-Bk. Bartelmi, hukuku idare (M. Atıf tercilmesi) s. 477. 19 Bk. E. S. S. cilt 13 S. 243
- 140
ş emada oldu ğu gibiydi. Layikliğin gelişmesi bakımından 18. yüzyılın ikinci yarısı çok ilgi çekicidir. Burada lâyiklik konusunda biri Amerika, ötekisi Fransada patlak veren iki büyük devrimden söz açmak gerekir. Rönesans ın sanat ve bilimde, Reformun ise din ve siyasette yapm ış olduğu değişmeleri bu iki devrim siyaset ve Devlet anlar şuıda yapmış ve çağımızın kutsal bir ilkesi sayılan Lâyiklik en kuvvetli destek ve kayna ğını bu iki olaydan almıştır. Şimdi bunlara kısaca bir göz atal ım:
a) Amerika Birleşik Devletleriııdeki Devrim Anlayışı Bu memlekette Devrim ba ğımsızlık sava şı ve anayasa çal ışmaları olarak gözükmektedir. Burada Devrimlerin bütün yönlerini aç ıklamak söz konusu de ğildir. Sadece lâyiklik ve din özgürlü ğü ile ilgili değişmeler ele alınacaktır. Bunlar 1776 y ıhnda yayınlanmış olan İnsan Hakları Beyannamesinden ilham alırlar. Frans ızlar buna (D&laration des droits de l'homme), anglosaksonlar (Human Rights) derler. Amerikan Anayasas ı nın dinle ilgili maddeleri şunlardır: 1) Parlamento bir din kurmak veya din özgürlü ğünü kaldırmak için kanun yapamaz. (Anayasa Ek. Madde I.) Bu hüküm Federal İdare kadar sayısı 49 u bulan Federe devletleri de ba ğlar. 2) Din veya Tanrıya borçlu olduğumuz ödev ve bunun yerine getirilmesi kuvvet veya şiddetle de ğil, akıl ve kanaatla idare edilebilir. Herkes e şit bir tarzda vicdanının emrettiği gibi dininin gereklerini yapmak özgürlü ğüne mâliktir. 3) Amerikan kongresi hiçbir zaman bir dini hakim din olarak ilan edemez ve herhangi bir din mensuplarının ibâdet ve dini törenlerini serbestçe yapmalarını yasak eden bir kanun yayınlayamaz. (Bu son madde Jefferson'un tesiriyle konmuştur.) Burada İnsan Hakları Beyannamesi ile Anayasa maddeleri o kadar açıktır ki hiçbir yorumu gerektirmez.
b) 1789 Fransız Devrimi Fransız Devrimi bir çok yönlerden konuyu ilgilendirir. Bu bak ımdan üzerinde durulmaya de ğer. Zira bu Devrimden layik bir din anlay ışı ve Anayasaya ba ğli bir Devlet tipi do ğmuştur. Gerçi Amerika bu i şlere Fransadan daha önce ba şlamış hattâ İngiltere bu konuda çok tipik uygulamalar yapm ış 141
ise de Toplum ve siyaset alan ında dünya ölçüsündeki de ğişmeleri frans ız Devrimine borçluyuz. Devrimden önce devlet k ıralcı, hükümet dinci ve memle ket anayasas ızdı. Kiral yetkilerini Tanr ıdan aldığını savunur ve ruhbana dayanırdı. Bazı kırallar devlet benim (L'Etat c'est moi) diyecek kadar a şırı iddialara giri şmişlerdi. Devlet otoritesinin kar şısında en güçlü örgüt papaz, ların kurdu ğu din dernekleriydi. Bu derneklere bat ı dilinde Congregation (Kongregasyon) derler. Bunlar medeni hukukta rastlanan cemiyet ve derneklerden farklı idi. Bu derneklere giren üyeler ba şka derııeklerden farklı olarak bir adak (Voeu) adarlard ı. Üye derne ğe girmekle ya iffet, ya fakirlik yahut ba ğlılık nezrederdi. Zengin derne ğe girmekle yar ını yoğunu ona b ırakır; yoksul ise bütün varlığıyla derne ğe bağlanır ve kilisenin bir kölesi olurdu. Bu yol derne ği hem zenginle ştirir, hem de onua güçlü kılardı. Böylece devrim öncesi Fransada kar şıt kuvvetler olarak K ıralhk ve Din Dernekleri bulunmakta idi. Fransada bir de sınıfları temsil eden meclis vardı ki bunun adı Sınıflar Meclisi (Etats Generaux) idi. Bu meclis ola ğan üstü veya vergi almak için kırahn ça ğrısıyla toplan ırdı. XVI. Louis 1789 yılında bu meclisi topladı. Meclis, papaz, avukat, ö ğretmen, asilzade gibi renk renk üyelerden kurulmakla beraber iki konuda üyeler birle şmişti. Bir kere, hepsi kırahn keyfi davranış ve yolsuzluklarından şikayet ediyorlard ı. Bu yönden üyelerin hemen hepsi k ıral ve yönetim aleyhtarı idiler. İkinci olarak 18. yüzyılın, yüzünü a ğartan büyük filozoflar ın hak, özgürlük ve e şitlik konusundaki fikirlerini benimsemi şlerdi. Kıral durumu anlayınca meclisi da ğıtmak istedi isede Mirabeau ate şli hitabesiyle haberi getirene, millet iradesiyle toplandıklarından kendilerini ancak süngü kuvvetinin ç ıkarabilece ğini hatırlatarak kafa tuttu ve bunun üzerine Meclis i şi ele aldı 20
.
Meclis her ş eyden önce memlekete bir ana yasa vermek amac ında idi. Bu sebeple kurucular meclisi (Assemblee Constituante) ad ını aldı. Meclis anayasadan önce 3 kas ım 1789 tarihli insan ve yurtta ş hakları beyannamesini (D eclaration des droits de Phomme et du citoyen) yay ınladı. Bu beyannamenin bir çok yönleri vardır. Bunlardan biri de bizi ilgilendiren din konusudur 21 .
Hiç kimse, dini de olsa, kanaatlar ından dolayı tedirgin edilememelidir. Yeter ki bu kanaatlar ın açıklanması kamu düzenini bozmas ın.
20 Mirabeau haberciye şöyle söylemişti : Allez dire â votre maitre que nous sommes ici par la volonte du peuple et nous n'en sortirons que par la force des baionnettes. 21 Bk. Petit dictionnaire de droit Dalloz, "De'claration des droits de l'homme et du citoyen" maddesi.
142
(Nul ne doit etre inquiete pour ses opinions, meme religieuses, pour vu que leur ınanifestation ne trouble pas l'ordre puplic etabli par la loi). Fransadaki bu hareket iki cepheli idi. Bir yandan k ırallığa karşı bir ayaklanma, öte yandan ruhbana ve dolay ısıyla papaya ve onun nüfuzuna kar şı bir rest çekmekti. K ıral bu durumu hiç bir yolla önliyemedi ği gibi kaçarken de yakaland ı. Devrim sıras ında bir çok suçsuz kimselerin kanlar ı aktı . Devrimciler bu s ırada baya ğı kana susamışlardı, 0 kadar ki bunlardan birisi mezar ta şına şu sözleri yazd ırmıştı : "Yolcu benim ölümüme a ğlama; çünkü ben sa ğ olsaydım sen ölecektin." (Passant ne pleure pas ma mort, si j'etais vivant tu serais mort.) Kurucular meclisinin ilk işi ruhban bir sivil te ş ekkül (Constitution civile du clerge) haline sokmak oldu. Bunun için 88 maddelik bir kararname ç ıkarıldı. Bu kararnameye göre papazlar memurla ştırılmakta idi. Papazlar di ğer memurlar gibi seçime ba ğlanıyorlardı. Bu seçimleri iki metropolit kontrol edecekti. Metropolitin karar ı sivil mahkemelerde son olarak hükme ba ğlanacaktı. Seçimi yapacaklar aras ında protestanlar bulundu ğu gibi yahudiler bile vard ı. Ruhbanın aylıkları da bir kararnameye ba ğlanmıştı. Fakat papaz seçiminin onanmas ı gibi işlerde papanın sözü bile geçmiyordu. Kurucular meclisinin aldığı bu kararlar tarafs ız bir gözle incelenecek olursa bunla ı a toplumsal ve hukuki yönlerden tak ışılabilir. Toplumsal yönden, meclisin gösterdi ği bu tepki normal, s ınırları a şmış ve devrimcileri saldırgan bir duruma getirmişti. Hukuki bakımdan da i ş te aykırılık vardı, zira meclisin aldığı karar kilise hukukuna (Droit canonique) ayk ırıydi. Bundan ba şka Birinci François ile papa aras ında yapılan konkordato iki tarafh oldu ğundan hükümleri devletler hukuku gerekimlerine göre, ancak iki taraf ı n istekleriyle de ğiştirilebilirdi. Halbuki kurucular meclisi bunu tek tarafl ı olarak bozmu ştu. Ruhbanın büyük ço ğunlu ğu meclisin bu karar ını tanımak istemedi. Meclis ruhban muhalefetini yenmek için devlete ba ğlılık yeminini mecburi k ıldı 22
.
Bunun üzerine,
papazların bir kısmı, işleri bırakt ığından bir çok kiliseler papazs ız kaldı. Bu hareket Fransaya özgü sald ırgan lâyıkhk diye vasıflandıraca ğımız hareketin önemli bir a ş amasıdır. Kurucular meclisi bir anayasa yapt ıktan sonra da ğılmıştı . Yerine kanun koyucular meclisi (Assemblee Legislative) topland ı . Bu da yerini daha gen ş bir anayasa yapmak üzere konvansiyon meclisine (Convention nationale) b ıraktı Konvansiyon geniş bir anayasa yapt ı ise de bu uygulanmad ı. Bu s ırada devrim almış yürümüştü. Kan gövdeyi götü-
22 Bağlılık veya Sadakat yemini söyle idi : Je reconnais que Funiversalite des citoyens français est le souverain, et je promets obeissanee et soumission aux lois de la Repoublique. (Fransız yurtta şları bütünlü ğünün egemen oldu ğunu kabul eder ve Cümhuriye kanunlarına itaat etme ğe ve ba ğlı kalmaya söz veririm.
143
rüyordu. Ünlü bir general bu durumdan yararland ı . Napolyon ilk önce papalık makamıyla anla ş arak 1802 tarihinde bir konkordato imzalad ı. Böylece Napolyon ilk meclisin att ığı adımı geri almış ve nüfuzunu artt ırmak İkinci aş amada Napolyon kendine uygun bir anayasa yaptırdı. Fakat art ık durumun de ğiştiğini kendisi de anlamış olacak ki yap ılan anayasada Fransanın resmi dini katoliktir" cümllesi yerine "Fransada ço ğunamacım gütmü ştü
luğun dini katoliktir" maddesini koydurdu. Napolyonun bu davran ışı gerici ve geriletici bir hareket olarak vas ıflandırılabilir.Konkordato rejimi Fransada din ve kilisenin ayr ılması hakkındaki 1905 tarihli kanuna kadar devam etmiştir. Napolyondan sonra yine tahta Burbon hanedan ından XVIII. Louis gelmişti Fakat durum o kadar de ğişmişti ki eskiye dönmeyi ne memleket hazmedecek durumda idi ne de böyle bir şey meclisten geçebilirdi. Nitekim Napolyon anayasas ı yerine yap ılan anayasada dinin katolik olaca ğı açıklanmakla beraber ayni anayasan ın beşinci maddesinde herkesin dinini e şit bir özgürlükle ta şıyaca ğı ve tören yapmak için ayni himayeyi görece ği belirtiliyordu. O kadar ki X. Charles'dan sonra gelen Orlean soyundan Louis philipe yeni anayasadan devlet dini ile ilgili sözleri bile ç ıkarmıştı. Böylece lâyiklik anlayışı ve vicdan özgürlüğü artık kağıttan kalplere dökülmü ş ve benimsenmişti. 1848 de kurulan II. Cumhuriyet ve 1871 de kurulan III. Cumhuriyette lâyiklik ilkesinde sürekli ilerlemeler görülmü ştür. Yalnız meclisler de ğil, bilginler de bu alanda baz ı düşünceler ortaya atm ış ve ilkeyi savunmuşlardı. III Cumhuriyette en fazla bu konu üzerinde duran devlet adam ı ünlü hatip Gambetta'dır. Jules Simon, Jules Ferry, Clemenceau, Emile Zola da bu arada söylenebilir.
4) 1905 Kanunu Bugün uygulanmakta olan lâyiklik ilkesi kaynağını kilise ve devletin ayırınu hakkındaki kanun (La loi sur la separation des Eglises et de l'Etat)' dan almaktadır. Bu kanun o zamana kadar uygulana gelen Napolyon konkordatosunu tek tarafl ı olarak feshediyordu. Bu kanunu ç ıkarmada iki türlü sebep vardı : Uzak ve yak ın sebepler. Katolik kilisesinin merkezile ş mesi ve lâyiklikliğin gelişmesi uzak sebepler aras ındadır. Katolik kilisesi, Vatikan konsilinin denet ve yönetimi alt ında gün geçtikçe merkezile şen bir yol tutmuştu. Buna kar şılık Fransada kamu hizmetleri gün geçtikçe lâyikle ş mekte idi. Birbirine z ıt olarak geli şen bu iki akıllı , Fransada din ve devlet ayırımı/la yol açmıştır. Fakat bu ay ırımın asil sebebini daha çok yak ın olaylarda aramak gerekir. Yak ın sebeplerin ba şında papanın cumhurba şkani 144
M. Loubet'nin Romaya yapaca ğı geziyi protesto etmesi, ikinci sebep, papalığın iki Fransız papaz ını istifaya zorlamas ıdır 23 .
Projenin raportörlii ğiinü yapan me şhur Aristide Briand bu yakın sebeplerin nazara alınmadığını o zaman şu sözlerle ifede etmi şti: "Kilisenin devlet ten ayrılmasmı , siyasi kinlerimizi veya katolik dü şmanhğımızı gidermek için de ğil, fakat muhtelif din mesuplan aras ında barışı sağlayacak olan yegane rejimi kurmak için uygun bulmaktay ız." Bir çok tartışmalardan sonra bu tasar ımn bel kemiği olan iki ilke kabul edildi. Birinci ilke, kamu düzenine ayk ırı olmamak ş artıyla cumhuriyetin din, vicdan ve tören özgürlü ğünü garanti etmesidir. İkinci ilke, Cumhuriyetin hiç bir dini tanımaması, hiç bir dine yardım etmemesi ve hiç bir dine bütçesinden ödenek ayırmamas ıdır. Kanun çıktıktan sonra papa, 11 şubat 1905 tarihli şiddetli bir bildiri yayınladı. Bu bildiride şu esaslar vard ı : Din ve devlet ayırımı en büyük hatadır. Bu ayırım tanrıya hakaret sayılır. Bu ayırım tanrının kurmuş olduğu düzeni altüst eder. Ve son olarak bu ay ırım dünyevi cemaata büyük zararlar verdirir 24
.
Kanunun getirdiği yenilikler ş öyle sıralanabilir:
I — Devlet hiç bir din tan ımaz. (La republique ne reconnait aucun culte) 2 — Din ile ilgili her türlü kamu te şkilatı kaidırdmıştır. (Toute organisation publique des cultes est supprimee) 3 — Kanun kar şısında herkes gibi birer fert olan din adamlar ı (hademe-i hayrat) genel hükünrdere ba ğlıdırlar. (Les ministres du culte, simples parti culiers au regard de la ki, sont soumis au droi t commun) 4 — Devlet, bütçesindeki yard ım bölümünden hiç bir dine para vermez. (La republique ne salaire ni un subventionne aucun culte) 5 — Din törenlerini yapma ve ibadet yerlerinin bak ım giderlerini sağlamak üzere din dernekleri kurulmu ştur. (Les associations cultuelles sont formees pour subvenir aux frais a l'entretien et a l'exercice public du culte) 6 — Kanun ruhbana yalnızca ibadet yerlerini (Edifices des cultes) kullanma yetkisini verir. 7 — Ruhbana ait mallar kurulacak din derncklerine devredilir. 23 Bk. A. Autin Laicit et Libert de Conscience, Paris, 1930 sh. 176-178. 24 Bk. A. Autin aynı eser, sh. 178-181.
Din Sosyolojisi F. 10
145
8 — Din zab ıtası (POL İCE DES CULTES) Kamu düzenine ayk ırı olmamak üzere her dinin gereklerini serbestçe yerine getirmeyi ve törenlere katılmayı sağlayacak hükümleri ihtiva eder. Bir kısmını yukarıya aldığımız bu ilkeleri biraz de şince görülürki Fransada kamu düzeni (ordre public) ne ili şkin smırlamalar dışında dini törenlerin yapılması serbesttir. Devletin kendine has bir dini yoktur. Hiç bir dine genel bütçeden yard ım edilmez. Din bir kamu hizmeti olmad ığı gibi din adamları da devlet memuru de ğildir. Devlet dinlerin hepsine kar şı eşit davramr. Kanun kar şısında yalnız eşit yurtta şlar vardır. Yardımın tek istisnası yatılı okul, hastahane ve hapishanelerdir. Belediye bütçesi genel bütçeden sayılmadığından bu yolda yap ılan harcamalar kanuna ayk ırı de ğildir. (Fransız damştayı bu yolda ictihatta bulunmu ştur). 1 kanunda önemli sayılan bir mesele de din derneklerinin kurulabilmesi 131_ dir. Her kilise bir dernek kurabilecektir. Bunlara din dernekleri (Associations cultuelles) denir. Dernekler birle şerek bir birlik meydana getirirler. Devlet kesin olarak di ıı adamlarından elini çekmi ş ve papaya tam bir serbestlik vermiştir. Bu kanunun ba şka önemli bir noktası da tören zab ıtasıdır. Eskiden katoliklik protestanhk ve yahudilik kamu hizmetleri aras ında idiler ve bütçeden para alırlardı. Bunun dışında kalan dinler yasak edilmi şti Bunlar için hükümetten ayr ıca izin almak icabediyordu. Bu türlü dinlerin mensuplar ı, ancak devlet şurasmdan geçen bir kararla tap ınak yaptırabilirlerdi. 1905 tarihli kanun bu s ınırlama ve yasakları kaldırmıştır. Bugün Fransada tap ınak yapma serbesttir. 1907 tarihli kanun beyanname vermek külfetini de kald ırmıştır. Kanuna göre rühban genel hükündere ba ğlı idi. Çok yerinde olan bu esaslar papaların hoşlarma gitmedi ve bunları konkordato hükümlerinin bir taraflı feshi sayddar Ancak 1924 tarihinde papa XI. Pie bir anla şma teklif etti. Durum, hükümetçe incelenerek bir din statüsü kaleme al ındı. Statünün beşinci maddesinde din derneklerinin görevi aç ıklanarak bu konuda papamn temsilcisine yetki tan ındı. Derne ğin adı da Association diocesaine diye de ğiştirildi. Fransız hükümeti bunu kabul etti. Bu dernek katolik kilisesinin anayasasıııa göre papanm bir temsilcisi olan ba ş papazm idaresi alt ında katolik dini törenlerini devam ettirmek ve giderlerini sa ğlamakla u ğraş acaktı. 1960 yılında yayınlanan Dördüncü Cumhuriyet Anayasas ı Lâyiklik ilkesini bir hareket noktası olarak almıştır. Vicdan ve din özgürlüğünün bir memlekette var olabilmesi için o memlekette herkesin istedi ği ş eye inanması ve bunu istedi ği şekilde açığa vurması yani vicdan ve tören yapma özgürlü ğünün var olması, Tapınak ve teferruat ının serbestçe kurulabilmesi gereklidir. Fransa 1905 1907 kanunları ve 1924 tarihli din statüsü ile bu yola girmi ş bulunmaktadır.
146
Bütün bunları özetlemek gerekirse 1905 kanunu ile Fransa ; I — Vicdan ve din özgürlü ğü (Liberte de conscience et des cultes) 2 — Devletin din konusunda tarafs ızlık ve lâyikliği, (Neutralite religieuse et laicite de l'Etat) 3 — Din bütçesinin kaldı rılması, (Supression du budget des cultes) 4 — Dinle ilgili olan kamusal kurumlar ın yürürlükten kald ırılması, (Supression des etablissements publics du culte) Ilkeleri Fransada kanunla ş nuş bulunuyordu 25 .
C — DO ĞU ALEMİNDE LikYIKLİK ve VICDAN ÖZGÜRLÜ ĞÜ.
Lâyikliğin batıda değerlerin ayrımlaşma ve evrimi (Differenciation des valeurs et ses evolutions) sonunda do ğduğunu gördük. Toplumsal evrim ve ilerlemede rastlanan en önemli olay bütün de ğerlerin derece derece dini de ğerlerden ayr ılmalarıdır. Ilkel toplumlarda her türlü toplumsal değer, dini de ğerler içinde yer almakta idi. Toplum geli şerek karma şık bir manzara ald ıkça bu de ğerler birer birer dini de ğerlerden ayrılmışlardır. Böylece siyasi, hukuki, iktisadi, bedii, ve ahlaki de ğerler dinden ayrılmış lardır. 26 .
Doğuda sosyolojinin ortaya koydu ğu bu genel evrimden ba şka• bir şey olmanuştır. Alaca ğımız örnekler sadece bu genel görü şün bir ispatı olacak ve lâyiklik ilkesinin sanıldığı gibi içi boş bir teori değil, misallere dayanan bir evrim aş aması olduğunu açıkça gösterecektir. Doğudan kast, din bak ımından bağlı bulundu ğumuz islâm ülkeleri, Türk ulus ve ülkeleriyle memleketinıizdir. Bu sebeple misaller islâmiyetten, Türk dünyasından, Osmanlı İmparatorlu ğundan ve Türkiye Cumhuriyetnden alınacakt ır. Bugün Türkiyede uygulanmakta olan lâyiklik ise, kanun hükümlerine dayanılarak incelenecek ve bu konudaki fikir ak ımları gözden geçirilecektir. Son olarak, Do ğu ve Bat ıdaki uygulamaların birle ştikleri ve ayrıldıkl'arı noktalar aç ıklanacakt ır. 25 Bak. J. Eymand-Duvesnay, commentaire pratique sur la s.eparation des Eglises et de L'Etat, Paris. 1906 Sh. 1-20. 26 Bu konu ile ilgili olarak şu eserlere bakınız. E. Durkheim, Division du Travail. C. BougM, Evolution des Valeurs. Siyasi değerlerin olu şumu ve dini de ğerlerden ba ğımsız olarak geli şmesi için, Moret et Davy'ın Des Clans aux Empires adh eserin bak ılmandır. G. Davy, Sociologie politique, 1924
147
I — İSIAMDA DİN ve DEVLET MUNASEBETLERİ ve LÂYİKLİK ILKESI İslamiyet, daha ba şlangıçta, din ile devleti birle ştirmek suretiyle do ğmuştur. Kur'an ve hadis incelenirse görülürki onlarda hem dinle hem de dünya ile ilgili hükümler vardır. Bu da teokrasi yani dini egemenli ğe dayanan devlet sistemi demektir. Bizantinizm ile teokrasi aras ında bir fark vard ır; Bizantinizm, otokrat bir devlet ba şkanının dini kendi yönetimine almas ı demektir; buna olsa olsa Do ğuda ancak Osmanl ı hilafeti zamanında rastlanabilir. Teokrasi ise din kurallarnun devlet ve dünya i şlerini yönetmesi demektir. Bu ince fark baz ı yazarların gözlerinden kaçmıştır. Bizantinizmde devlet dine hâkim olur ve onu istedi ği gibi yönetir. Teokraside ise din kuralları dünya işlerini yönetir. Kısacas ı, teokraside din kurallar ı ve dini makamlar dünya işlerini ve devleti yönetmektedir. Dini makamlar sadece terimleri de ğiştirerek dünya i şlerine uygulanan kurallarına dini renk şeye haram, suç olan şeye günah deniyordu. Kur'amn ilk hükümleri Mekkede inmi şti. Bunların ço ğu iman, vicdan, fazilet ve ahlâkla ilgili hükümlerdir. Kur'a= Medinede inen hükümleri ise daha verirler. Mesela yasak olan
çok dünya i şleri ve kuruluş halinde bulunan islam devletinin işleyişine, hukuka ve pratik bir nitelik ta şıyan ahlaka ili şkindi. Ana çizgileriyle birinciler dini ve ahlaki hükümler, ikinciler toplumsal ve siyasal hükümlerdir. Bu cihet Hz. Muhammed'in hayat ı incelendikte daha iyi anla şılır. Gerçekten Hz. Muhammet ilk önce tam manas ıyla gönüllere hitap eden bir din kurucusu idi. Fakat Medineye göçten sonraki y ıllarda bir devlet ba şkanı oldu. Ordulara komuta ediyor, hukuki anla şmazlıklar' çözüyor, uluslar aras ı sözleşmeler yapıyor, kısacası cemaatin dünya i şleriyle uğraşıyordu. Bu hükümler de ğerlerin farkhla şması bakımından ele ahmrsa, Peygamberin arap yar ımadas ında gerçekle ştirmeye koyulduğu toplumsal ilkeler, zamana göre çok ileri ad ımlar sayılabilir. Zira Arap Yarımadası, o zamanki medeniyet dünyas ında bir veba, bir kıtlık ve bir gericilik yuvas ı idi Cihanın en büyük komutanlar ı buralara girememiş ve sürekli bir egemenlik kuramam ıştı Medeniyetin, kültürün ve cihangir ordular ın giremedi ği bir yerde Muhammedilik bütün ışınlarıyla parlamış ve Peygamber'in ölümünden henüz 25, 30 yıl geçmeden bütün kuzey Afrika, Orta Do ğu, Hint ve Sind'e kadar olan yerler Muhammedin do ğmayan, doğurmayan ve her şeyden üstün olan tek Tanrısmın bayra ği altına geçmişti. Alemlerin efendisi ve yarat ıcısı olan tek ve ulu Tanr ı karşısında bütün yerli inançlar çökmü ş ve İslamiyet yeni bir medeniyet me ş'alesi ile Doğudan Batıya kol salmıştı. Bu açıklamada gösteriyor ki İslamiyet daha do ğuşta iki manzara göstermiştir. Vicdana dayanan hükümler mutasavv ıfkr elinde büyük insan y ığınlarının iç alemini işlemiş ve yükseltmi ştir. Dünyaya hitap eden k ısımlar 148
da çok büyük imparatorluklar ın kurulmasına yol açmıştı. Daha doğrusu islam dini mutasavvıflar elinde bir vicdan dini olmu ştu. Mutasavvıfların doktrini vicdan özgürlüğüne yer vermekte, ince bir sezi ş ve derin bir dünya görüşüne dayanmakta idi. Bunlar kendilerine göre bir ahlak sistemi kurmu ş , cüz'i irade (Libre Arbitre) ile tanr ı iradesi arasındaki münasebeti tesbit ederek üstün de ğerde olan ahlak ilkelerini ortaya at ımşlardı. Başka yönden giden İmam-ı Azara ilk kelânu yazarak buna F ıkıh-ı Ekber adım vermişti. Değerlerin farkhla şması yolu ile Fıkıhı Ekberden kelâm, felsefe ve tasavvuf ayrılarak yalnız şer'i hükümler kalmıştı ki bu geri kalan kısma islam hukuku anlamında fıkıh denir. Bilindiği üzere islâmda şer'i kaynakların başında Kur'an vardır. İkinci kaynak hadistir. Üçüncü kaynak icma'd ır. Bu üç kaynak yanında içtihat sahibi hukukcuların (fakihlerin) geli ştirdikleri bir dördüncü kaynak ortaya ç ıktı. Buna bilginlerin içtihad ı (İçtihad-ı ulemâ) veya kıyası fukaha deni,. Fakihlerin ço ğu devlet memuru olmadığı gibi hiç bir vakit hilafet makamının buyruklarına bağlı de ğillerdi. Zaten islamiyet ba şlangıçta hanedana bağli bir sistem de ğildi. Bugünkü demokrasi tekni ğine göre bazı eksiklerine rağmen bir cumhuriyet idi. Halife bir ;cma sonuncu iktidara getirdi. Bu ise bugünkü anlamiyle bir referandum veya kamu onam ı (Consensus) gibi bir şeydi. İcma, bir konu üzerinde islam ulular ının vardığı bir görüş birliği idi.
"Ümmetim yanlış yolda icma etmez ( Abk,..11JI
(9%1 C, s y) demek suretiyle Peygamber icmaa önem vermişti. İslam aleminde en önemli işler icma'la yapılırdı. Yalnı z bunu olurundan fazla büyütmek do ğru olmaz. Zira icma s ınırlı ve belirli insanların vardıkları bir görüş birliğidir. Yoksa bugün halkın sesi hakkm sesidir." (Vox populi vox dei) anlam ında bir demokrasi kayna ğı sayılmaz. Hilafet kesiminde söylendi ği gibi iktidar için sadece bu seçim•yetmezdi. Bu seçimi bir nevi sadakat yemini (Sermenst d'Allegence) olan biatla tamamlamak gerekirdi. Dikkat edilecek olursa biat bile yine küçük bir zümrenin onamı demekti. Büyük bir imparatorlukta bu i şlere karar verenler bir avuç insandan ibaretti. İlk dört halifeden sonra hilafet bir saltanata dönmü ş ve tam olarak bir bizantinizm ba şlamıştı. Hele osmanh devrinde serbest kadıhk yerine devlet emrinde Şeyhul islaınhk kurumu do ğmuş ve böylece padişah sadaret makamı yolu ile otoriteyi ve şeyh'ul islamhk yolu ile de dini önderliği şahsında tophyarak eşsiz bir otokrasi kurmu ştu. Bu ise Teokrasiden daha ziyade bir bizantinizm say ılır. Esasen bu devirde saltanat ın manevi cephesini skolastik zihniyet körletmi ş bulunuyordu. İçtihat kapısı ise çoktan kapanmıştı 27 .
Bu bahsi kapatmadan önce, üç soruyu cevapland ırmak gerekir: Birincisi : islamın başlangıcında acaba dinle devlet, veya daha genel olarak, dinle dünya i şlerinin ayırımı m gösteren belirtiler varm ıdır? 27 Bk. Nahit Tendar, Layiklik, sosyoloji dünyas ı, sayı 1.
149
İkinci soru: Lâyiklik ilkesinin temeli olan din ve vicdan özgürlü ğü İslamda ne şekilde anlaşılmıştı ? Üçüncü soru: Lâyiklik ilkesi bir bak ıma akılla vicdan ayrımı sayıldığma göre, İslanun akla verdi ği değer ne idi ? Şimdi bunları cevapland ırmaya çallış ahm• kl ?I) 1) Peygamber "Dünyaya ait i şleri sizler daha iyi bilirsiniz" (r 1;1 le'l dediği gibi. "Ben de ancak sizin gibi bir insamm de" diyen ( ayet ve hadisler, dinle dünyan ın ayfildığına i ş aret sayılabilir. Hz. Peygamber Mekkeyi aldıktan sonra Hüneyn sava şına giderken devlet i şlerini Ataba'ya ve din işlerini Maaz'a bırakmıştı. Bu davranış islamın başlangıcında bile böyle bir ayırımın, rüşeym halinde de olsa, var olduğunu gösterir 28 .
d .1,5 I y ) sizin dininiz size, benim dinim 2) Dinde zor yoktur, ( ) gibi hükümlerden başka islam dini dışında kabana ( j lanlara halife Ömer zamanında gösterilen hoşgörürlük bu yolda ışık verecek niteliktedir. Gerçekten Hz. Ömer zaman ında islam orduları Kudüsü kuş attığı sırada patrik Sofranius, islam ın din konusundaki ho şgörürlüğüne ve adaletine hayran kalarak kan dökmeden şehri teslim etmi şti. Mısırı alan müslümanlar hıristiyanlar' dinlerinde serbest b ırakmışlardı 29 .
3) Lâyiklik bir bakıma bilimle vicdamn, akılla naklin, pozitif bilgi ile nâssm, bilişle inanışın ayrımı olduğuna göre islamda akıl (Ratio) ile iman (Credo) in birbirinden ayrıldığı ve hattâ akla her vakit üstünlük tarand ığı görülmüştür 3° .
1. jıli y 9 ) (Kur'an İsra Bilmediğin şeyin ardına düşme ( 4.; ,!-U j jıh süresi - 36). Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ( ) Ya Rabbi bize e şya= gerçe ğini olduğu gibi göster. ( 1.3 ) 1 r.4.11 ), Hikmet mü'minin yitik mandır; onu nerede bulursa almaya herkesten çok hakhd ır. c:,.._;11 Jl e Zç....4-1) gibi ayet ve hadisler ve buna benzer daha pek çok dini hükümler akl ın ve müsbet dü şüncenin üstünlük ve faziletlerini saymaktad ır. islamiyet bu durumu ile ta ba şlangıçta değerlerin ayrımlaşmasında ileri adımlar atmış ve müsbet bir dünya görü şü ile yüksek uygarlık ve kültürler için olumlu örnekler vermiştir. 28 Lâyiklik adındaki anonim eserde Hilafet ve lâyiklik makalesi Sh. 174. 29 Bk. M. E. Elöve, Türkiyede din imtiyazları, Hukuk Fakültesi dergisi Sh. 105-368. 1953 sayı 1-4. 30 Akılla nakll bağdaşmazsa akla öncelik tamyın : 1..3 1:>I)
,pul ,
150
j
2. TÜRK ve 'SLIM DÜNYASINDA RASLANAN LÂYIKLIK ÖRNEKLELERİ islamdan önceki Türk devletleri, ş amani, budist, hıristiyan, yahudi ve mani dinlerini muhtelif °zamanlarda veya ayn ı zamanda kabul etmi ş lerdi. Bunun misallerine özellikle Uygur ve Hazer Türklerinde rastlan ır. Uygurlarda Bugrahanlar islamiyetten önce ayn ı zamanda birkaç dini himaye ediyorlard ı. Hazer Türkleri de yönettikleri kimselerin din özgürlü ğünü sa ğlamak amacıyla bir kaç vezir kullamyorlard ı . Vezirlerin biri Yahudi, biri H ıristiyan, biri de Müslümand ı . Bu vezirlerden her biri ba ğlı bulunduklar ı din mensuplarının i şlerini yürütürlerdi. Kanunlar ve hükümdarlar bütün dinlere kar şı e şit davran ır ve e şit uygulamalar yaparlard ı. Devlet gücü e şitlik ve tarafs ızlık ilkesine dayan ıyordu. Herkes ayn ı külfet ve ni ınetlerden e şit olarak yararlan ırdı. Bu durum din bak ımından devlet yönetimnde dini e ş itliği ve büyük bir ho şgörüılüğün yürürlükte oldu ğunu gösteriyordu. Bütün bunlar genel anlam ıyla layiklikten ba şka bir ş ey de ğildi. Buna benzeyen ba ş ka bir örne ğe de Türk—Mo ğol İmparatorlu ğunda raslanır. Hindistan 5 yüzyıl kadar yöneten Babür'ün torunlar ı zamanında yani Türk—Mo ğol imparatorlu ğunda büyük bir ho ş görürlü ğün yer aldığı görülür. Bunlardan Ekber Ş ah, veziri Fazl—ul-Allah Alkami'ye Âyini Ekberi adıyla üç ciltlik bir eser yazd ırd ı . Ayini—Ekberi, Ekberin devlet te şkilat ı , kanunları, te şrifat ı ile beraber zaman ındaki dinlere kar şı davranışını göstermekte idi. Buna göre Hinduizm, Brahmanizm, Buddizm ve islâmiyet, Hindistarıda eşit bir işleme ba ğlanıyordu. Hepsi tek bir tap ınakta toplanacak ve burada her din ve mezhep mensuplar ı kendi ibadetlerini serbestçe yapacaklard ı. Ekber Şah bu kanunu uygulamak üzere bir tap ınak yapt ırdı. Fakat dinleri birle ş tirmek amac ı kendisinden sonra gerçekle şemedi. Yine din mensuplar ı aras ında gerginlik devam etti. Ancak Ekber Ş ahin büyük ülküsü ve kanunlar ının layık ve müsamahalı niteliği değerini daima muhafaza etmi ş tir. Ekber, Cihangir ve Hümayun zamanlar ında dinleri uzla ştırma yolundaki çabalar devam ediyordu. Bu çabalarda, dinleri birle ştirmekten daha çok kar şılıkl ı müsamaha ve sayg ıyı geliştirmek fikri hakimdi. O s ırada Hindistanda ç ıkan Sikh mezhebi islamiyetle Hinduizm'i ba ğda ştırmak için at ılmış en önemli bir te şebbüstü 31 Fakat sonralar ı bu mezhep mensuplar ı her iki tarafla da .
çarp ış mak zorunda kald ılar. İslam Türk tarihinde tam teokrasinin do ğuşu, Abbasiler zamanında Eş 'ariligin zaferinden sonra felsefe ak ımlarının takibata u ğraması 32
Şii
31 CarrC. de Vaux, les penseurs de l' İ slam. Columbia Ensyclopedia. S ıkk maddesi. 32 E ş'arilik Ş afii mezhebini, maturidilik ise Hanefei mezhebini temsil eder. Gerek E ş' arilik ve gerekse Matüridilik sünnet ehlinin (ortodoxie musulmane) görü şlerini Kelâm yönünden sistemleş tirmiş ve Mu'tezile ve sap ık mezheplere kar şı bu görüşleri savunmu ş tur.
151
ligin şiddetle reddi ve baz ı yerlerde kitaplar ımn yaktırılması şeklinde görülür. Aynı hal Endülüs ve Kuzey Afrikada Murabıtin ve Muvahidin devletleri zamanlarında görülür. Bu devirde Yusuf bin Ta şfin gibi kimseler filozofları koruyorlardı. Onun zamanında İbn-Rüş d gibi ünlü bir bilgin ve filozof yetişmiştir. Fakat ondan sonra taassup dalgas ı kuvvetlenmiş , İbn—Rüş d takibata u ğramış ve Kuzey Afrikada mutaass ıp tarikatlar ve en dar teokrasi zihniyeti hüküm sürmü ştür. Islam âleminde teokrasi daha do ğrusu Bizantinizmin kuvvetlenmesi din sava şları ile ilgilidir. Haçlılara kar şı uyanan tepki, bir türlü varl ığı savunma iç güdüsü ile, islam devletlerini kuvvetle dine ba ğlamıştı. Hintte Kuzey Afrikada ve Kanuniden itibaren Osmanl ılarda Tanrı sözünü yüce klima (4ul Z.IS" ) her şeyin başı nda ve üstünde geliyordu. Bu ise hoşgörürlüğü yok ediyor ve taassubu artt ırıyordu.
3. OSMANLILARDA DİN ve VICDAN ÖZGÜRLÜ ĞÜ ve L kYIKLİK. Türk yönetiminde dinlere kar şı müsamaha ve kanun e şitliğinin üstün bir de ğer kazanması Fatih Sultan Mehmet devrine rastlar. Fatihin İstanbulu aldıktan sonra yapt ığı kongre, Yahudi ve Ortodokslara kar şı gösterdi ği kanuni e şitlik ve dini ho ş görürlük bu konuda güzel örneklerdir. Şehre yeniden rum ve ermenileri getirterek yeni mahalleler kurmu ş ve cemaat te şkilatı ile okulları (Fener mektebi) oldu ğu gibi bırakarak büyük bir müsamaha gösterilmişti İslam Türk devletlerinin as ıl ayine' niteliğini burada aramak gerekir 33
.
Fatihin patrik Pennadios'un ş ahsi= her türlü saldırıya karşı kişisel dokunulmazhğını bildiren berat ında şöyle deniliyordu: "Kimse patrike tahakküm etmesin, kim olursa olsun hiç bir kimse kendisine ili şmesin, kendisi ve maiyetinde bulunan büyük papazlar her türlü umumi hizmetlerden müebbeden muaf olsun.... Kiliseleri cami'e tahvil edilmesin. Izdivaç ve defin işleri sair adetleri Rum kilise ve adetlerine göre eskisi gibi yap ılsın" 34 .
Bu örnekler ço ğaltılabilir. Fakat dikkat edilirse bunlar lâyiklikten daha ziyade onun temeli olan tesamüh ve yeni bir deyimle ho şgörürlüktür. 35 Bu konuda daha belirgin örnekleri islam hükümdarlar ından Salahattini Eyyubide görmek mümkündür. Fakat önce de belirtti ğimiz gibi Osmanlı tarihinde özellikle Kanuniden sonra Tanr ı sözünü yüce klima Kelimetul33 Bk. Ahmet Rasim, Osmanlı tarihi. Cilt 1, Sh. 178 ve devam ı - İsmail Hakkı Uzunçarşıho ğlu, Osmanlı Tarihi, C. 2, Sh, 6 ve devamı. 34 Engin Osman Türk tarihinde evkaf, belediye ve patrikhaneler. İstanbul, Sh. 70. 35 Konu din ve devlet münasibetleri olduğuna göre dini az ınlıklara kar şı yapılan muamelelerin tesbitinde faide vard ır.
152
lah) herşeyin başında geliyor, tesamüh fikrini yok ediyor, ve kuru taassubu alabildi ğine ate şliyordu. Kabiz ( ) Mülhit diye tanınan ve Şeyh—ul İslam Ebussuut efendi fetvasile öldürülerek derisi yüzülen Muris Es'ad efendi bilgin bir kimse idi. Bu zat ın Hıristiyan ve İslam ahlâklanm karşılaştırırken İsa da ahlâk ki şiliğinin üstünlüğünden söz açmas ı, kâfir sayılmasına ve idam edilmesine yol açm ıştır. Halbuki Avrupada Luther yeti ş miş ve Rönesans ta bundan yüzyıl önce ba şlamıştı. Gerçi bu devirde Avrupada engizisyonla St—Barthdemy'ler görülmü ş ve Kalven ve Zwingli elinde protestanhk korkunç bir silah haline gelmi şti. Fakat Bat ıda bir çok fikir ak ımları, aynı zamanda geli şmiş ve birbirini kovalayan etki ve tepkiler fikir ve din özgürlüğüne ve bunun temel dayana ğı olan vicdan özgürlü ğüne giden yolu hazırlamıştı. Doğuda ise yapılan tek tük itiraz ın derhal bo ğulması ve bu türlü fikir hareketlerinin hiç bir dayanak noktas ı bulamaması Kanuniden sonra devletin bir fikir ve vicdan köleli ği kurması ile sonuçlanmıştı. Bu ise dinler tarihinde bütün özellikleriyle bilinen bir bizantinizn ıden başka bir şey de ğildir. Bu duruma karşı Osmanlı saltanatında iki türlü tepki görülmüştür. a) Devlet mekanizmas ı ve kamusal kurumlar Bat ının daha ileri tekni ği kar şısında erimeye ba şlamıştı. Bunu önlemek üzere tepeden gelme baz ı ıslahat teşebbüsleri olmu ştur. III. Ahmet ve III. Selim zamanlar ında askeri ıslahatla beraber Bat ıldaşma akımları başladı. Matbaanın kurulmas ı memleketi batı düşünce ve uygarlığına götürdü. Bunlar ın tabii bir sonucu olmak üzere lâyiklik yava ş yava ş memlekete girmeye ba şladı. Süreçte belirtilmesi gereken yön lâyikli ğin doğrudan do ğruya de ğil, dolayısıyla gelmiş olmasıdır. b) Devletin teokratik, ö ğretimin skolastik ve tekni ğin orta ça ğ oluşuna karşı ilk tepkiler tepeden, yani Devlet Ba şkanı ve devlet adamlar ından gelmişti. İkinci tepki do ğrudan do ğruya dinin içinden gelmekte idi. Bu ikinci hareketin ba şında İlmi Teymiye'yi görüyoruz. Bu bilgine göre skolastik düşünceden kurtuluş Hz. Muhammed devrine dö ımekle mümkündür. Nasıl Peygamber ve ondan sonra gelen ilk dört halife devrinde devlet mekanizması İcma—ı ümmete dayanan bir cumhuriyetle yürütüliiyordu ise şimdi de bu ilkelere dönmekle i şler düzene girecekti. Bu gerekim yerine getirilince bir yandan skolastik dü şünüş öte yandan tahakküm önlenecekti. Skolastiğe ve tahakküme kar şı açılan bu savaşlar ne yaz ık ki Türkiyede son zamanlara kadar hiç bir tepki uyand ırmadı 36 Sadece İzmirli İsmail Hakkı ve Ziya Gökalp gibi aydın bilginler memleketi ve dini ça ğdaş bir seviyeye getir.
36 Bk. Nahit Tendar ayn ı eser aynı yer.
153
meye çalıştılar. Buna kar şılık Mısırda Muhammed Abdo (1849-1905), Panislamizme ilham vermi ş olan Cemaleddin—i Afgani (1839-1891), Pakistanda Muhammed İkbal (1873-1938) ve tatarlar aras ında Musa Carullah İ slâmiyeti modern bir görü şle yorumlamışlardı 37
.
Batılı yazarların modernist ad ını verdikleri bu kimselere islam Rönesans ının öncüleri gözüyle bakılabilir. Bunların çoğu tasavvufu Bergson ve Nietzsche fikirlerile birle ştirmi şlerdir. 4. TÜRKIYEDE LkIKLIĞIN KURULUŞU Türkiyede lâikli ğin kurulu şu bahsinde Bat ıya yönelme, lâyikle şme, din ve vicdan özgürlü ğü konuları hep bir arada ele al ınabilir. İki yüzyılda din, hukuk siyaset ve toplum alanlar ında gerçekle ştirilen evrim ve devrimler bugün içinde bulundu ğumuz sistemi yaratmıştır. Bu olgu ve olayların ışığı altında aş ağı daki nirengi noktaları tesbit edilebilir: a) Tanzimat. Tanzimat devrinde hemen her alanda bir ikilik göze çarpar: Mektep yanında Medrese, Bilim karşısında skolastik ve onun de ğişmez kalıpları, Nizami Mahkemeler yan ında Şeriat Mahkemeleri, Yenilik kar şısında Gerilik, Sadaret kar şısında Şeyh—ül islâmlık vardı ; kısacas ı her sektörde eski ve yenilerden, ilerici ve gericilerden kurulmu ş bir çeli şiklik göze çarpmakta idi. Toplumsal durum t ıpkı Zerdü şt dininin Hürmüzle Ehriman çarp ış mas ı gibi bir hal almıştı . Neticede Mektep Medreseye, Bilim Skolasti ğe, Yenilik Eskiliğe, Sadaret Ş eyh—ül islamlığa galebe çalmış ve nurlu ışıklar do ğmaya ba şlamıştır. Daha sosyolojik olan Hauriou'nun deyi şiyle, akıncı kuvvetler tutucu kuvvetlere üstün gelmişti 38
.
Bilim ve teknikte Avrupa görü şü memlekette filizlenmi ş ve kök salmaya ba şlamış tı. Bu de ğişmelerin zorunlu bir sonucu olarak lâyiklik ilkesi yava ş yava ş yurtta yerle şmişti. Zira ya ş asin hürriyet seslerini yaln ız müslümanlardan de ğil, aynı heyecanla gayrı müslim tebaadan da i şitmek nasip olmuştu. Bazı düşünürler Hilafet yerine Cumhuriyeti, Osmanl ıca yerine Türkçeyi ve İslam fıkhı yerine Mecelleyi savunurken Suavi bey usulü fıkhı reddediyor ve devlet yönetiminde dinle dünyan ın birbirinden ayrılmasını istiyordu 39
.
37 Bk. E. R. Pike, Dic. Des Religions, islâm maddesi. Sh. 168. 38 Bk. M. Taplamacıoğlu, Genel Sosyoloji, Ankara 1961 (sh. 20, dip hotu 22) 39 Bk. Sosyoloji dergisi 4-5 say ı Sh. 179.
154
Durkheim yolunda yürüyen Ziya Gökalp doktrin alan ında konu ile ilgili bazı yayınlara başlamıştı. Gökalp bu arada Şer'iye Mahkemelerinin kalkmasını, kanunların lâyikle şmesini istiyor ve halifenin dini i şlere karış masına uygun bulmuyordu. Bu ise aç ıkça dünya i şlerine dinin karışmamas ı tezini savunmaktı. Görülüyor ki Ziya Gökalp'ın bu yayınları yeni Türkiyede lâyiklik hareketinin öncülük ve bayraktarh ğından başka bir şey de ğildi. b) Türkiye Cumhuriyeti ile kurulan sistem: Türkler kendi dinlerinden ba şka dinlerde olanlara kar şı hoş görürlüğü olan uluslardan biridir. Tuna boylar ında at oynatan Fatihlerin k ılıcı bugün bütün Balkan yarımadasında Türkiye yarar ına daha olumlu ve verimli bir durum ve gelecek hazırlayabilirdi. Fakat onlar büyük tesamüh ilkesi uğruna geleceklerini bile feda etmekten çekinmediler. Bu fatihler kendi yararlarına bir sonuç sa ğlamak için İspanyada olduğu gibi engizisyon mekanizmasını işletmeye muhtaç de ğillerdi. Rusya steplerinde yahudi katliam ı (Pogrom) na benzer tertiplere de lüzum yoktu. Sadece hakan ın müslüman olmayı teklif etmesi kâfi gelebilirdi. Fakat Türkler zararlarma da olsa ho ş görürlüğü üstün bir ilke bildiler. Bu bak ımdan Türkler dini özgürlüğünü ilk kuralı milletlerden biri sayılabilir. Voltaire bile Türkleri bu konuda örnek olarak göstermi şti. Fakat nedense Türklerin din müsahamalar ı müsliiınanhk çerçevesi içinde tarihi yönden ve özellikle hukuk alan ında olumlu sonuçlar vermemişti. Bu verimsizlik, hilafet kurumuna yiikletiliyordu. Hilafet resmi dininin islam olmasını gerektirmekle kalmam ış aynı zamanda kamu hizmetlerini dini kurallara uydurmak te şebbüsünde bulunmuştu. islâmiyet, her dinin temeli olan ahlak, itikat ve ibadetle yetinmeyerek, ayn ı zamanda gerek özel ve gerekse kamu hukuku hükümlerini de içine alm ıştı. İslamda Emri Ahiret, s ırf dini olan hususları ihtiva ederdi. Bu, ahlak, itikat ve ibadet olarak özetlenebilir. İslamda bir de Emri Dünya (Affaires Monclaines) vard ır ki bu da üç kısma ayrılır: Münakahat ve müfarekat, Muamelat, Ukubat. Birincisi evlenme, ayr ı lma ve aile kurmay ı düzenler; muamelat kesimi hukuki işlemlerden bahseder; ukubat ise, ceza hukuku ile ilgilidir. Emri Dünya dahi islamiyet gereklerinden oldu ğu için devlet işlerinde uygulanan kurallar dini temellere ba ğlanarak devlet tam anlam ıyla teokratik bir ş ekil almıştı 40 .
40 Daha önce Osmanlı Türklerinde din ve devlet münasebetlerinin ad ına bizantiniinz denmesini ö ğütlemiştik. Gerçekten devlet ba şkanının dini yönetimi altına almasının adı bizantinizimdir. Din buyruklarmın devlet işlerine uygulanmasına teokrasi demek gerekir. Bizantinizm ile teokrasi ayn ı ilkenin iki muhtelif yönden görünü şüdür.
155
Tanzimat, Birinci ve İkinci Me şrutiyet devirleri devleti, dini niteliklerden ayıramamıştı. Bu arada din ve dünya i şlerini ayrı ayrı düzenliyen bir takım kanunlar çıkarılmış ve bazı yenilikler yap ılmış ise de yargı lama ve ö ğretim gibi kamu hizmetleri din bilga ve din kal ıpları içinde bulunuyordu. Bundan ba şka hâlifenin seçti ği Şeyh—ül İ slâm bakanlar kuruluna girerek yer yüzünün hâlife ad ına kamu hizmetlerini din bak ımından denetliyordu. Yargı ve ulusal e ğitim işleri bu makama bağlı idi. Gerçi bu arada bazı nizarni mahkemeler de aç ılmış ve okullar ın bir kısmı da yeni kurulan Maarif Vekâletine ba ğlanmış tı. Fakat mahkeme ve medreselerin büyük çoğunluğu hep Şeyh—ül İslâmbğa ba ğlı kalm ışlardı . Cumhuriyet idaresinin i şleri ele aldığı günlerde din ve devlet münasebetleri bakımından manzarayı tam olarak aksettirmek üzere bir an için gözlerimizi Osmanlı İmparatorlu ğundan Cumhuriyete geçen Anayasaya çevirelim. 23 Nisan 1920 tarihinde B. M. Meclisi kurulduğunda
şu anayasa
hükümleri yürürlükte idi: Madde 4— Zat ı hazret—i padiş ahi, dini islâmın hâmisi ve bilcümle tebaai Osmaniyenin hükümdar ve padi ş ahıdır. Madde 5— Zati hazreti padi ş ahinin nefsi hümayumlar ı mukaddes ve gayri mesuldür. Madde 8— Devleti Osmaniye tabiiyetinde bulunan efradm cümlesine, hangi din ve mezhepten olursa olsun bilâ istisna Osmanl ı tabir olunur. Madde 10— Devleti Osmaniyenin dini, din—i islâmd ır. Bu hükümlerin tetkikinden Osmanlı imparatorlu ğunun dine ba ğlı bir devlet oldu ğu anla şılır. Gerçi dış baskılarla tebaamn hangi din ve mezhepten olursa olsun aynı şekilde saldırılara kar şı korunaca ğı anayasaya konulmuştur. Fakat imparatorluk bu hükme ra ğmen lâyiklik devresine girernemiştir. Bu konuda güçlü ve kesin hamleyi Cumhuriyet devri yapm ıştır. İlk şüphe uyand ırmış sa da, son ş ekliyle egemenli ğin kayıts ız, ş artsız ulusta olduğu belirtilmi ş ve 1928 yılındaki değişiklik sonunda adımlar biraz
devletin resmi dini tabiri anayasadan ç ıkarılmış ve nihayet 1937 tarihinde lâyikliğin pozitif bir devlet ilkesi oldu ğu açıklanmıştır. Cumhuriyet devrinin en ba şta gelen nitelikleri şunlardır: 1) Biri ş er'i öteki örfi iki hukuk ve yönetim yerine Myik temele dayanan
tek bir hukuk ve yönetimin yerle şmesi. 156
2) Kuvvetler ayrılığına dayanan ve hükümdarl ık şeklinde görünen bir devlet sistemi yerine kuvvetler birli ği ve görev ayrdığına dayanan cumhuriyet şeklinin devlet sisteminde yer almas ı 3) iktisadi liberalizmin yerini devletçili ğin tutmasıdır 41 . Burada devletin temel ni' elikleri yan ında demokrasinin temeli olan lâyiklik ilkesine, yeni idarede gereken önem verilmi ştir. Cumhuriyetin layik bir şekil almasına engel olan kanuni mevzuat 3 mart 1924 tarihinde kabul edilen üç kanunla tamamen ortadan kalkmi ştır. Bu kanunlara göre:
1) Türkiye Cumhuriyetinde muamelat ı ncıasa dair olan ahkümln teşri ve infaz ı B. M. Meclisin aittir. 2) Şer'iye ve Evkaf Vekâletleri mülgad ır. 3) Türkiye dahilindeki bütün müessesat— ı ilmiye ve tedrisiye bilcümle medreseler Maarif Vektiletine devir ve raptedilmi ştir. Halife hali ve hilâfet makam ı lağvolmu ştur 42 .
Görülüyor ki dini bir nitelik ta şıyan ve teokrasinin temel direklerinden biri olan hilafet la ğvedilmiş , e ğitim birleştirilmiş , şer'iye ve Evkaf vekaletleri kaldırılnuştır Kısacası bir çırpıda devlet dini kılıktan kurtularak layikleşmiştir. Bu arada Ba şbakanlığa ba ğlı Diyanet İşleri Umum Müdürlü ğü gibi bir te şkilat kurulmuştur. Fakat bu kurulun e ğitim ve yargı işlerinde bir yetkisi yoktur. Sadece din i şleriyle görevlendirilmi ştir. Meclisteki yemin şekli lâyikleş miş ve Meclis, Alı kann şer'iyenin tenfizi görevinden kurtar ılmıştır. Nihayet 1937 yılında lâyiklik pozitif bir anayasa hükmü ve yeni Cumhuriyetin temelli bir ilkesi olmu ştur. Layikliğin siyasi ve hukuki olmak üzere iki yönü vard ır. Layiklik denilince hatıra gelen ilk anlam Devletin din etki ve sald ırısından korunmasıdır. Bu; ilkenin diş görünüşüdür. Dini, vicdan özgürlü ğünü ve kutsal törenleri siyasi etki ve sald ırılardan koruyan kurallar ise ilkenin iç görünü şüdür. 27.5.1961 tarihli Yeni Anayasan ın 2. inci maddesi, genel olarak Türkiye Cumhuriyetinin insan haklarına ve temel ilkelere dayanan milli, demokratik laik ve sosyal bir Hukuk Devleti oldu ğunu belirtir. 19. maddenin birinci fıkras ına göre "Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir." Aslında dini inanç, vicdan içinde bulundu ğundan tekrarı fazladır. Öte yandan 41 Bk. S. S. Onar, İ dare hukuku, İ stanbul 1953 Lâyiklik prensibi 42 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, eski bask ı Sh. 514-515.
157
dini kanaat inanma veya hiçbir ş eye inanmama özgürlü ğünü de ifade gittiğinden şemayı tamamlar. Vicdan özgürlü ğü içsel bir durumla ilgilidir. Bunun d ış belirtisi ibadet, dini ayin ve törenlerdir. 19. maddenin ikinci f ıkrası kamu düzenine veya genel ahlâka veya bu amaçla ç ıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadet, dini ayin ve törenleri serbest b ırakmıştır 19. maddenin son fıkrası din ve vicdan özgürlüğünü kötüye kullananların cezaland ırılmasından söz açar. Bu fıkraya göre, "Kimse, Devletin sosyal, iktisadi, siyasi veya hukuki temel düzenini, k ısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya ş ahsi çıkar veya nüfuz sa ğlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygular ını yahut dince kutsal say ılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu• yasak dışına çıkan ve başkasını kışkırtanlar kanuna göre cezaland ırılırlar; dernekler, yetkili mahkemece ve siyasi partiler, Anayasa Mahkemesince temelli olarak kapat ılır" Aynı Anayasan ın 153. cü maddesi devrimleri ve layikli ği korumak, gericili ği kesin olarak önlemek iizere aç ıklamalarda bulunmuştur. Buna göre anayasan ın hiçbir hükmü, Türk toplumunun ça ğdaş uygarhk seviyesine eri ş mesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Lclyiklik Niteliğini koruma amacını güden ve a şağıda gösterilen Devrim kanunlar ının, bu anayasanın halkoyu ile kabul edildi ği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğunu ileri süremez. Layiklik ve Devrimcili ği koruyan kanunlar şunlardır: 1) 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 430 say ılı ö ğretimi birle ştirme (Tevhidi Tedrisat) kanunu 2) 25 Kasım 1341 (1925) tarihli ve 671 sayıh Şapka giyilmesi (iktisas ı) hakkında kanun; 3) 30 Kasım 1341 (1925) tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapat ılmasına ve Türbedarl ıklar ile bir takım ünvanların yasak edilmesi ve kaldırılmasına dair kanun; 4) 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 say ılı Türk Kanunu Madenisiyle kabul edilen evlenme akdinin evlendirme memuru taraf ından yap ılacağına dair medeni nikah esasıyla aym kanunun 110. maddesi hükmü; 5) 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 say ılı milletler arası rakkamların kabulü hakkındaki kanun; 158
6) 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 say ılı Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında kanun; 7) 26 Kasım 1934 tarihli ve 2595 say ılı efendi, bey, pa ş a gibi lâkap ve ıınvanların kaldırıldığına dair kanun; 8) 3 Arahk 1934 tarihli ve 2596 say ılı bazı kisvelerin giyilmeyece ğine dair kanun. Böylece Anayasa Devrimleri koruma, lâyikli ği yerle ştirme, gerilik ve gericiliği önlemeyi ana ilke saym ıştır. Buraya kadar Devleti dinin etkisinden koruyan anayasa hükümlerini gördük. Şimdi sıra Din, vicdan ve tören yapma özgürlü ğünü koruyan ana hükümleri incelemeye gelmi ştir. Dini siyasetin etki ve sald ırısından koruyan lıükümlerin bir kısmı Uluslar aras ı anlaşmalarda Türkiyenin ülkesinde uygulamayı yüklendiği taahhütlerdir. (Lozan antla şmasının 38, 39, 40, 41, 42 ve 43. maddeleri). Diğer bir kısmı uluslar arası antla ş malara Türkiyenin kat ılması dolayısiyle Kanun kuvvetinde olan anla şma hükümleridir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. maddesi vicdan özgürlü ğünü insanlığın temel haklar ından biri olarak ele al ır. Madde aynen ş öyledir: Her ki şinin düşünce vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak din ve inanç de ğiştirme özgürlü ğünü, dinini ve inancını tek başına veya topluca aç ık veya özel bir surette ö ğretme uygulama ve törenle aç ıklama özgürlü ğünü gerektirir. Bu antla şmayı Türkiye 10 aralık 1948 tarihinde 48 Devletle birlikte imza etmi ş tir. 1961 anayasas ının yukarıda sözü geçen 19. maddesinin 1, 2, 3 ve 4 fıkraları ile 20. maddesi bu konuda bir tak ım hükümler koymuştur. Bu hükümlere göre "hiç bir kimse ibadete, dini âyin ve törenlere kat ılmaya, dini inanç ve kanaatlar ını açıklamaya zorlanamaz ve yine hiç bir kimse dini inanç ve kanaatlar ından dolayı kınanamaz" Dini eğitim ve ö ğrenim ancak ki şilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin iste ğine ba ğlıdır. Anayasa, uluslar aras ı taahhütler ve anlaşmalar yönünden durumu böylece özetledikten sonra bir de kanuni uygulamalar bak ımından konuyu ayd ınlatmak gerekir. Din özgürlüğü genel olarak iki ba şlık altında incelenir: Vicdan özgürlü ğü, Tören yapma özgürlü ğü.
D. Vicdan özgürlüğü (Liberte de Conscience) Anayasanın 2 maddesi, lâyikli ği temel ilke olarak almakla gizlice vicdan özgürlü ğünü de tanımış sayılır. Vicdan özgürlü ğü, bir kimsenin istedi ği şeye 159
veya dine inanmak veya hiç bir dine inanmamak özgürlü ğüdür. Özgürlü ğün bu yönü manevi varhğımıza bağlı bulunduğundan kanunlar bu iç hayat ımıza giremez. Nitekim anayasan ın 19. maddesinin birinci bendi herkesin vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip oldu ğunu ve üçüncü bendi ise kimsenin dini inanç ve kanaatlar ından dolayı kınanamayaca ğını belirtir. Bu iç âleme kar ışma yolunda yapılan en inatçı savaşların bile sonuçsuz kaldığını tarih bize göstermi ştir. Gerçekte içsel ve ruhi konular kanun ve hukuk dışında kalırlar. Vicdan özgürlüğünde kanunların tanımak zorunda kald ıkları bazı ilkeleri kısaca incelemekte fayda vard ır: 1) Medeni halin layikle şmesi. a) Nüfus sicillerinden din kaydımn çıkarılmasını lâyiklik gereklerinden sayarlar. Halen yürürlükte olan 14 A ğustos 1330 (1914) tarihli nüfus kanununun 3. maddesi sicile vatanda şların dininin yazılmasını emreder. Bu lâyiklik ilkesine aykırı görülmekte ve kaldırılması istenmektedir. Kanaatimizce bazı törenlerin yap ılması ve özellikle cenaze törenleri için ölünün hangi dine mensup oldu ğunun bilinmesi laz ımdır. b) Evlenme ve miras meselesi medeni kanunumuzdan önce dini hükümlere ba ğli idi. Nikâh meselesi fıkhın, Kitabınıaikah, miras meselesi de Kitabül Feraiz hükümlerine göre çözülürdü. Gayr ı müslim tebaa ise kendi dini gerek lerine göre i şlem görürdü. Medeni kanunun uygulanmasiyle bu i şler düzene girmiş ve lâyikleşmiştir. Fakat medeni nikah yap ıldıktan sonra dileyen dini nikah yaptırabilir. Batıda eskiden papazlar gerek nikah gerekse sicil kay ıtlanyla uğraşırlardı. Bu gün Fransada nikâhtan önce dini nikah yapmak yasaktır. 2) Dini törene katılmak yükümlülüğünün olmaması. Yurttaşların kutsal tören yapma veya yap ılan törenlere kat ılması mecburi de ğildir. Müslümanların namaz klima ve oruç tutmalar ı bir kanuni kayıt altına almmamıştır Bugün Türkiyede dini tören yapmakla görevli kimseler Diyanet i şlerine ba ğhdırlar. 3) Dini törenlerin kamu hizmeti sayılmaınası. Dini törenlerin kamu hizmeti sayılması ve giderlerinin Devlet bütçesinden verilmesi lâyiklik ilkesine ayk ırıdır. Zira vergi yolu ile parayı verenler din mensuplar ı kadar muhalif dinde bulunanlar veya hiç bir dine mensup olmayan kimselerden de olabilirler. Yurtta şların bir kısmını kendi vicdani kanaatlar ına aykırı bir yolda yükümlü kılmak demokrasi, e şitlik ve lâyiklikle bağdaş amaz. 160
4) Kamu hizmetlerinin lâyiklesmesi Din farkı gözetilmeden bütün yurtta şların devlet hizmetine girmek konusunda e şit ş anslara mâlik olmaları gerekir. Bunun gibi e ğitim ve yargı işlerinde din adamlarının yer almaları lâyiklik ilkesine aykırıdır. Mec139; öğretimde din derslerinin yer almas ı bu ilkeye aykırı gibi görünür. Çocuğuna istediği dini eğitimi vermek babanın tabii bir hakkıdır. Fakat devam mecburiyeti olan okullarda mecburi olarak din dersi vermek, e şitliği ve dolayısile layikliği bozar. Bu sak ınca sözü geçen dersleri ihtiyari k ılmakla önlenir. nitekim 1961 anayasas ı, dini eğitimi, isteğe bağlı kılmış ve çocuklar için ana babanın rızasuu şart koşmuştur.
5). Genel bütçeden din için bir yard ım yapılmaması
Bütçe çe şitli din ve mezheplere mensup bütün yurtta şların vergi yolu ile verdikleri paralardan meydana gelir. Bu türlü bir para, ancak e şit olarak, genel hizmetler için harcan ır. Bunun, bir dine yard ım akçesi olarak kullanılması lâyiklik ilkesine aykırı düşer. Genel olarak yat ılı okullarla, hastahane ve hapishanelere yap ılan yardımlar bunun dışında kahr". Memleketimizin özel durumu bu konuda baz ı tedbirleri gerektirmi ştir. Müslüman yurtta şların ileride dindaşlarının faydalanmas ı için bıraktıkları vakıflar vardı. Evkafa ait mal ve mülk bugün devletin genel bütçesi içinde görünüyor. Bundan başka yine İslam dininin bir özelliği olmak üzere ruhban s ınıfı yoktur: ( ). Layikli ğin siyasal ve toplumsal anlam ı din ve devlet ayırımı olduğuna göre devletin dinden elini çekmesi ve fazla olarak, din derneklerine ait olmas ı gerekli giderlerin genel bütçede yer almas ı, dinin memleketteki durumunu zây ıflatmıştı. Dini koruyan bir kurumun bulunmayışı ve dinin maddi imkanlardan da yoksun b ırakılması üstelik konusu din olan cemiyetlerin kurulmas ının yasak olması din ve devlet ayrımında dengeyi bozar. Bozulmu ş olan bu dengeyi yeniden kurmak için genel ve özel olarak bir çok yollara ba ş vurulmuştur. Diyanet İşleri bütçesinin kuvvetlendirilmesi, radyoda dini ve ahlaki konu ş malar, Ilahiyat Fakültesi ve İmam-Hatip okullarımn yeniden açılması, isteğe bağli olarak ilk okullara din. derslerinin konmas ı gibi tedbirler sırf bu dengeyi yeniden kurmak içindir. Bu çalışmalar bazılarının ileri sürdüğü gibi lâyiklik ilkesine aykırı ve gerici tedbirlerdir 43 Fakat layikliğin ahenkli olarak .
uygulanmasını sağlayacak daha temeli ilkelere var ıncaya kadar bu yolda yürümekten ba şka çare yoktur. Kurallar ı kuvvetlendiren bu istinalar bir kenara b ırakıhrsa lâyiklik, dinin devlet i şleri dışında kalmasını gerektirir.
43 S.
S. Onar, İ dare Hukuku, Uyiklik prensibi.
Din Sosyolojisi F. 11
161
Bunu sağlamak için mahkemelerdeki dini yemin kaldırılmış , anayasada baz ı değişiklikler yapılmış ve bu arada Vallahi şeklindeki dini yemin "Namusum üzerine söz veririm" olarak düzeltilmi ştir 44 .
E. Ibadet, ayin ve tören yapma özgürlü ğü (Liberte de Culte)
Din hürriyetinin subjektif yönü vicdan özgürlü ğü başhğı altında gösteril-: diği halde objektif yönü ibadet, ayin ve tören yapma özgürlü ğü diye vasıflandırıhr. Töreni olmayan baz ı dinler vardır. Fakat bunlar birer istisnad ır.
Genel olarak çe şitli yerlerde belirtti ğimiz gibi dinde birbirinden ayr ı iki aş ama vardır. Bunlardan biri, bir takım kutsal ilke ve varlıklara inanış ; ötekisi o kutsal varlildar ın yardımını sa ğlamak ve öfkesini gidermek için yap ılan eylemlerdir. Tek ba şına inanış bir felsefe olabilir. Fakat bunun bir din haline gelmesi tekrarlanan eylemlerle mümkündür. Yeni anayasan ın 19. maddesinin birinci bendinde "Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir" dernekle vicdan özgürlü ğünü; ikinci bendinde "Kamu düzenin veya genel ahlaka veya bu amaçlarla ç ıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler, dini âyin ve törenler serbesttir" demekle Kanun ibadet, âyin ve tören özgürlüğünü korumuştur. Ayin, ibadet veya dini tören dedi ğimiz şey bu günkü evrensel din çerçevesi içinde dünyay ı yaratan ve yöneten kutsal vafl ıkla teması sağlamak için yapılır. Böylece kul tanesi ile temasa gelir ve ondan yard ım ve dilekte bulunur. Vicdan özgürlü ğü ile tören yapma özgürlü ğü arasında bir fark vardır. Vicdan özgürlüğü dıştan anla şılması güç bir durum veya bir mazruf olduğu halde tören, âyin ve ibadet onun zarf ı veya dış görünüşüdür. Bu fark tören yapma özgürlü ğünde kamu düzeni, genel ahlak ve kanun yasa ğı gibi kayıtları gerektirmiştir. Bir an için anayasada âyin, ibadet ve tören yapma özgürlü ğü için böyle bir hüküm olmadığı düşünülse bu dini törenlere ya cemiyetler kanunu veya eski deyimle içtimaat- ı umumiye (toplantı ve gösteri yürüyüşü) kanununu uygulamak gerekecekti. İki halde de birtakım güçlüklerin ortaya ç ıkması beklen ebilir. Cemiyetler kanununa göre bu törenlere Cemiyet üyesi olmayanlar ın katılması mümkün olmayaca ğı gibi din, mezhep, tarikat esas ına dayanan ce ıniyetin kurulması da kanunen yasak edildi ğinden ibadet, ayin ve dini tören denilen kurum i şlemez bir hale gelecekti. Bu törenlerin eski içtimaat ı umumiye, yeni adıyla toplantı ve gösteri yürüyü şü hürriyeti hakkındaki 44 S. Derbil, ayni eser ve ayn ı yer.
162
•
kanununa göre yap ılması da güçtür 45 Zira bir tören sayılan toplantı, kamu düzenini korumak için kanunla sm ırlıdır. Her iki şekilde de güçlük oldu ğu aşikardır. Bu sebepten anayasan ın yukarıda' sözü geçen hükmü koya.
ması çok yerinde olmu ştur. Bu konuda tekkelerin kapat ılması ile ilgili 20 kasım 1341 tarihli kanuna ilişmek gerekir. Sırf memleketin güvenli ği göz önünde tutularak 1925 yılında tekkelerde tören yap ılması yasak edilmi ştir Tekke ve tarikatta müridin kul gibi mür şidine bağlanması esastır. Bu ise devriınizin insan haysiyeti ve şerefine yakışmaz. Birleşmiş Milletler andla ş masının başlangıcı (Madde I.), İnsan Hakları demetinin ba şlangıcı (Madde 4.) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Madde 4/1) nde hiç bir kimsenin kul ve köle edilemiyece ği açıklanmıştır. Memleketimiz törelerine göre de bir kimse kendi rızası ile bile kendisini bir pire ba ğlayamaz. Bundan ba şka Medeni kanun hükümlerine göre "Kimse medeni haklar ından ve onları kullanmaktan, kısmen olsun, feragat edemez. Kimse hürriyetini ferag edemediği gibi kanuna veya genel ahlaka ayk ırı olarak onu sımrlayamaz (M. K. Madde 23). Bütün bunlar, kanaat ımızca tekke ve zaviyelerin kapat ılmasını gerekli kılmıştır Bunun dışında, yukarıda da söyledi ğimiz üzere, güven lige, ahlak törelerine ve kanun yasaklar ına aykırı olmayan dini törenler serbesttir. Kanun hükümlerine uyulup uyulmad ığını denetlemeye hükümetin hakkı vardır. Islamlarm dini törenlerini denetleme i şini, başbakanlığa ba ğlı Diyanet İşleri Başkanlığı ve onun emrindeki te şkilat yapar 46. Kısacası bir memlekette din ve vicdan özgürlü ğünün bulunması için herkesin : I — Istedi ği şeye inanması ve bu inancını istediği gibi açıklaması, 2 — Tapınakları ve buna ba ğlı kısımları serbestçe kurabilmesi. 3 — İman ve inanç sahiplerinin maksatlar ına varmak için maddi ve manevi imkanlara sahip olması yani menkul ve gayri menkul mallara mâlik olması ve serbestçe bu u ğurda dernekler kurabilmesi laz ımdır. 47
45 171 numaralı Toplantı ve Gösteri Yürüyü şü Hürriyeti hakkındaki kanun, 10. 2. 1963 tarihinde kanunlaşmıştır. 46 Süheyp Derbil, İ dare Hukuku 1949, Cilt 11 Sh. 462 ve devam ı. 47 13k. ve kar şılaştır. Nazım Poroy, Lâyiklik, anonim eser, 1954 İstanbul. Sh. 53.
163
F — TÜRKİYEDE LkY/KLIK KONUSUNDAKI BAZI GÖRÜ Ş AYRILIKLARI. Yukarıda verdiğimiz uzun aç ıklamalar lâyikli ğin, özgürlük ve e şitlik ilkelerine dayanan, demokı:asinin kopmaz bir parças ı olduğunu ve önemli devrimlerin amacı olduğunu gösterir. Devrim olan yerde birtak ım etki ve tepkiler olur. Bundan daha hafif olmak üzere herkesin devrime ayni anlam ı vermesi ve onu tam olarak sind ► rmiş olması beklenemez. Bu sebeple genel ve özel olarak lâyiklik konusunda memlekette baz ı görüş ayrıhkları vardır. Kı saca bunlara dokunmak uygundur. Genel olarak tak ışma ve ele ştirmeler üç do ğrultuya yönelmektedir 48 :
I — Dinle devlet aras ındaki ba ğlar kuvvetlendirilmemi ştir. Bu itirazı yapanlar memleket nüfusunun % 95 inden fazlas ınm müslüman olduğunu, devletin bu gerçe ği tanıması gerekti ğini ve halkın arzusuna uyarak dini teşkilatı kuvvetlendirmesi ve yönetmesi_ tezini savumular. Bu kimselerin dü ştükleri mantık hatası şöyledir : İlk olarak devletin dinle birleşme veya ayrılması bir yüzde işi değil, kutsal bir ilkedir ki bunun da adı lâyikliktir. Bir ilkenin do ğruluğunu yüzdeye vurmak ve ölçmek do ğru değildir. İkinci olarak lâyiklik bir bakıma akıl ile vicdan alanlarını ayırma olduğuna göre devletin dine karışması aklın vicdana karışması sayıhrki bunu hiç bir doktrin hoş görmez. Bir an için devletin dine kar ıştığım kabul edelim; bu karışma= sınırı ne olacaktır? Yani devlet nereye kadar gidecektir ? Bunun tayini, de oldukça güç bir meseledir. Üçüncü olarak, demokrasinin dini denetlemeye kalkması, bir kimsenin bindiği dalı kesmesi kadar gariptir. Zira deıiıokrasinin temel direklerinden biri de e şitlik ve özgürlüktür. Devletin dine karışması bu eşitlik ve özgürlü ğe saldırma sayıhrki bu da demokrasinin kendisini ayakta tutan ilkeleri y ıkması demektir. Din ile devlet bağının kuvvetlenmesini isteyenler bir de şu tezi ileri sürerler: Halk yöne timinin adı demokrasi oldu ğuna göre devletin halktaki bu temayülleri göz önünde tutmas ı gerekir. Bu tez akla yak ın görünür. Fakat dikkat edilirse bu da tenkitten vareste de ğildir. Gerçekten demokraside halk ın arzularını göz önünde tutmak gerekir. Fakat sistemin dayanmakta oldu ğu temeli yıkmak sonuncuna varacak olan halk arzusu yerine getirilmez. Hürriyet namına hürriyetin bağlanması aklın alacağı bir şey değildir. Zira halkın böyle bir arzusunu yerine getirmek demek hürriyeti ve dolay ısile demok rasiyi yok etmek demektir. Esasen medeni kanunumuz, kimse hürriyetini 48 Bk. Prof. Enver Ziya Karal, Ulyiklik cilt 1. Sh. 72 ve devam ı.
164
feda edemediği gibi kanuna veya adab- ı umumiyyeye mugayir surette tak yit dahi edemez demektir. (M. K. madde 23) Yalnız burada bir noktayı aydınlatmak gerekir. Layikli ği uygulamakta olan batılı memleketlerde bu ilkenin uygulanmasını dengeli ve ölçülü bir şekilde ruhban ve devlet sağlamaktadır. Böy(ece din devletin ve devlet de dinin saldırı ve sata şmasına karşı korunmaktadır. Bu ilkenin uygulanmasından önce toplum olaylarının zoru alt ında bazen din devlete ve bazen de devlet dine karşı saldırgan bir durum tak ınmıştır. Layikliğin kabulü ile bu iki makam arasında barış ve denge yeniden kurulmu ştur. Batıda işlerin dengeli olması, devletin otoritesi kar şısında dini koruyan ve onun devand ılığım sağlayan bir ruhban sınıfımn varlığından ileri gelir. Mesela, Fransada devlet dini korumayınca papaliğa bağlı bulunan bir ruhban hiyerar şisi pekala dini koruma işini üzerine alarak onu devaml ı kılmıştır. Daha önce belirtti ğimiz gibi İslamiyette ruhban yoktur. Bu bo şluk yukarıda ileri sürülen tezin zihinleri kar ış tırmasma yol açmıştır. Bu eksikliği anlayan yöneticiler Diyanet İşleri bütçesini arttırmak, dinin bilimsel yönlerini incelemek üzere ilahiyat Fakültesi gibi bir bilim ocağını açmak, çe şitli yerlerde Yüksek İslam Enstitüleri kurmak, din adamlarının yetişmesi için burslar vermek, radyoda dini ve ahlaki konu ş malar tertiplemek ve Evkaf'ta hayli amac ı ğüden hizmetleri artt ırmak suretile bu boşluğu doldurmaya çah şmaktadırlar. Din derneklerinin serbestçe kurulmasına Cemiyetler kanunumuzda ve di ğer kanunlarda mevcut yasaklay ıcı hükümler 49 yürürlükte kaldıkça ve dini teşekküllerin maddi imkanları kendilerine verilmedikçe bu yard ımların devam edece ği sanılmaktadır. Bu durum karşısında devlet bir çözüm yolu bulmak ve kendi dışında dini teşkilatuı kurulmasına yarayacak zemin ve zaman ı hazırlamak zorundad ır. Aksi taktirde layiklik ilkesinin herkesçe bilinen nimetlerinden milletimizin faydalanması güçleştiği gibi insan hakları demecinin 20. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin II. maddesi ile yeni anayasanın dernek kurma ye toplanma konusundaki hükümlerine uyulmamış olur. 2 — Devrim tinsel (mânevij de ğerleri yıkt ı ve yerine yeni bir şey getirmedi. Bu tez do ğru sayılamaz. Bir kere yıkıldığı sanılan tinsel değerlerin neler olduğunu saptamak (Tesbit etmek) gerektir. E ğer bununla hilafetin.kald ırdması anlatılmak isteniyorsa son günlerde millete ve milletin şuuruna meydan okıiyan, bir taasup silah ı haline gelen, yabancılar için Türkleri bir kefaret tekkesi yapan, üstelik Osman O ğulları/un Kureyşe, mensup olmamaları yüzünden gerçek hilafet (hilâfet-i hakikiye) say ılmayan bir kurumuna varlığına 49 Cemiyetler Kanunu madde 9-E fıkrası. (Din, mezhep ve tarikat esaslar ına dayanan cemiyetler kurula ınaz.)
165
son verilmesi dine sald ırma de ğil, kalkındırma sayılmaktadır 5° Bununla şer'iye mahkemeleri kastediliyor veya medreseler dü şünülüyorsa bu bo şlukların pekala doldurulmu ş olduğunu söylemek mümkündür. Yok bununla din ilkelerine uymayan baz ı safsataların devrildiği, akla sığmayan durum.
ların giderildiği, skolastik düşünüşün yıkıldığı veya din adına yapılan reza% letlerin durduruldu ğu, hurafele re son verildiği anlatılmak isteniyorsa bütün bunlar bir cevaba de ğmiyecek kadar çürük iddialard ır 51
.
Görülüyorki yıkılan şeyler dinin özü sayılan şeyler değildir. Bunlar dine nereden geldiği belli olmayan bazı eklentilerdir. Hatta bunlar içinde kökleri ta şamanlığa, mecusluğa ve putperestli ğe giden bazı hurafeler de vard ır.
3 — Devrim ve klyiklik bize ne getirdi? Devrim ve lâyiklik bize erkin bir irade ile iki kanaat getirmi ştir. Bu kanaatlardan biri, dü şünce özgürlü ğü; - öbürü vicdan özgürlü ğüdür. Erkin. irade düşünce özgürlüğüne dayanır ve vicdan özgürlü ğü ile yükselir ve havalamr Gerçek anlamda bilim ve din gerçeklerine ancak ve ancak hür ve özgür bir iradenin bu kanatlar ı ile ula şıhr 52
.
G — BIZDEKI VE BATIDAKİ lAYIKLİĞİN BENZERLIK VE AYRILIKLARI Lâyiklik konusundaki etüdümüzün tamamlanmas ı için bizde gelişen layiklikle Batıdaki' lâyikliği karşılaştırarak aralarındaki benzerlik ve ayrılıklan belirtmek lazımdır. Avrupada evrensel kilise (fglise universelle) ilk önce ulusal kiliselere yer vermişti. Sonra bunlar kendi içlerinde layikle ştil&. Mesela Katolik Kilisesi devlete ba ğlı olmadığı gibi devlet otoritesini de haiz de ğildi. Bununla beraber katolik memleketlerde sözünü geçilirdi. Yukar ıda da dokunduğumuz üzere kilise nüfuzunun artmas ı derebeylik kar şısında kendilerini zayıf bulan kıralların gösterdikleri çabalar ın bir sonuncu idi. K ırallar derebeyler kar şısında dılrumlarım kuvvetlendirmek için dine ve kiliseye s ımsıkı sarıldılar. Bu sayede papal ık makamı derebeylere hâkim olmaya balad ı. Öyle bir an geldiki kilise ve papalik makam ı Layuhti (yamlmaz) say ılarak din ve dünya işlerinde son sözü söylemeye yetkili bir makam oldu. Tam bu s ıralarda Do ğu 50 Bk. Hilafet bahsi. 51 Bk. Hilafet kesimi. 52 Enver Ziya Karal, Devrim ve Laiklik, Laiklik 1. Sh. 75.
166
ve Bat ı kiliseleri aras ında bir ayr ılma (Schisme) hareketi ba ş gösterdi 53
.
İngilterede 1547 yıhnda Anglikan Kilisesi kurulmu ş ve 16. yüzyılda Lüther reform bayra ğını çekerek kutsal kitaplardan ba şka bir şey tanımayaca ğını ilan etmişti. Bu şekilde ulusal kiliselerin kurulmas ının iyi ve kötü tarafları vardır. İyi tarafları milliyetçiliğe bir kaynak olmas ı ve bunun geli ş mesine yard ım etmesidir. Kötü taraflar ı ise Batıda din ile devleti birle ştirerek Bizantinizm veya Teokrasi denilen bozuk sistemlere yer vermi ş olmalarıdır. Lâyiklik, bu ulusal kilisenin zihinleri karartmak yolundaki davranışları nın bir tepkisi gibidir. Bu bak ıma, lâyiklik şu iki hareketten do ğmuştur denebilir:
1 — Bir yandan ayd ınlanma (Aufklârung) ad ı verilen 18. yüzyıl düş ünürlerinden Spinoza, Hobbes, Locke, Voltaire gibi filozof ve dü şünürlerin fikir ve vicdan özgürlü ğünü savunmalar ı layikliğe giden yolları açmıştır. 2 — Öte yandan devletle ilgili olmayan tarikat ve dini kurumlar teokrasi ve bizantinizme giden durum kar şısında tepki göstermiş ve onların yıkılmasına çalış mışlardır.
Görülüyorki Avrupada layiklik ilkesi, bir yandan devrin hür dü şünceli bilginleri öte yandan, Jansenistler gibi bir tak ım mistiklerce ileri sürülmü ş ve savunulmu ştur. İngilterede Holyoake da ayn ı yolda çalış mış tır. Fakat bu devirde eski Yunan ın RATİO esasına ba ğlanabilen a şırı bir akla tap ınma sistemi (Culte de la Raison)nin kurulmas ı yüzünden bu hayırlı ve verimli çalışma ve çabaların zaferi biraz gecikmi ştir 54
.
Şimdi gelelim kendi memeleketimize; bizde layikli ğin ilk me ş alesi hilafet kurumuna kar şı parlamıştır. Gerçekten 3 mart 1924 y ılında Şeyh Saffet efendi ile elli arkada şının kanun teklifi yeni bir ç ığırın ba şladığına iş aret sayılıyordu. Bu layikleşme, millile şme (yani ümmet anlay ışına ba ğlı olan kurumların ulusal bir renk alması) ve Avrupalılaşma sembolü olarak nazara'ahnd ı. Genel olarak ulusal olmayan kanun ve kurumlara ve teokrasiye yap ılan saldırışlar biraz a şırı gidince din aleyhtarl ığına kayabilir. Nitekim İngiltere ve Avruda da böyle a şırı durumlar çok defa tanr ısızhk (Atheisme) ve din aleyhtar,
lığına. dönmüştür. Bundan dolayı bazıları layikliğin din aleyhtarlığı ile ikiz
53 Bu ayrılma hareketi Lâtin kilisesi ile Rum Ortodoks kilisesini bir birinden aprınıştır. Bu harekete Fotyiis şizması (Schisme de Photius) derler. Lâtin kilisesi orta ça ğ boyunca Arianizm, put k ıranlar (lconoelastes), Mutezile mezhebinden olan Vodvalar (les Vaudois) la uğraşmıştır. Bu hareket Hıristiyanlık için bir zaaf olmu ştur. 54 Bk. Nahit Tendar, aym eser,
167
gitmedikçe besinsiz, kaynaks ız ve cılı z kalaca ğı yolunda baz ı iddialar ortaya atmışlardır 55. Islamiye t. te kul ile tanrı arasına ruhban denilen bir arac ı zümrenin bulunmaması teokrasi ile yapılan sava şın hiç de dinsizlik şeklinde olmayacağım gösterir. Layikliğe engel olan teokrasi ve onun temsilcisi olan hilafetinkul-tann münasebetine karışmaktan vazgeçmesidir ki gerçek dindarl ığı meydana getirmiştir. sizin dininiz size, benim dinim bana (,:e J j (Kur'an, Kâfirun -6. ) - Ameller ancak niyetlere göredir ( ) , dinde zor olmaz ( Li 0 I j5-1 y) ( Bakara 255 ) gibi ilkeler islamiyeti bir gönül dini olarak ebedile ştiı miştir. 56 Böyle bir gönül dininin (Religion du coeur) .
devlet karşısındaki ba ğımsızlığını sağlayan veya aşırı derecede, dinin dünya işlerine karışmasını önleyen lâyiklik dini inkâr etmek veya onun aleyhinde ,
bulunmak de ğil, aksine onun kıitsallığım doğrulamak' ve ona kendi alanında ba ğımsızlık vermek demektir. Yaln ızca kendi çıkarın düşünecek kadar küçülmeyen bir dindarın layik olmas ı gerekti ği basit bir mantık işidir. Bizde böyle olduğu gibi Batıda da böyle, hatta Uzak Do ğuda da Şinto dini müstesna yine böyledir. K ı sacası Avrupada lâyiklik Rönesansla ba şlayan ve demokrasi ile sonuçlanan hiirriyet . savaşlarının bir safhas ı olup toplumun içinden çıkmıştır. Daha ileri giderek layikli ğin demokrasi sisteminin kopmaz bir parças ı ve hatta bu sistemin dayanaklar ından biri olduğu burada tekrarlanabilir. Bizde ise lâyiklik Avrupahla şına, bilimsel düşünüşün yerle şmesi, millileşme ve Peygamber ve gerçek hâlifeler devrine dönme akımlarıyla beslenmiştir Bizdeki lâyikliğin bir 'ba şka niteliği de çok yeni olmasıdır. Avrupada asırlardan beri yapılan savaşlar ve dökülen kanlar pahas ına güçlükle bu ,
sonuçlara varılmıştır. Lâyikle şme süreci bizdekine nazaran çok yava ş olmuş fakat sindirilmi ştir. Halbuki bizim lâyiklik bir devrim ve yenilik sembolü olarak yenidir. Son olaylar bu ilkeyi tehlikeye dü şürecek yerde kuvvetlendirmiş ve daha rasyonel ve müsbet bir yola girmesini sa ğlamıştır 57 .
55 E. R. E. (Din ve ahlölt ansiklopedisi) , secularisme maddesi. 56 isium devletlerinin ele geçirdikleri ülkelerde kurduklar ı egemenlik ile diğer dinlere karşı gösterdikleri müsamahayı biri birinden ayırt etmek laz ımdır. Egemenlik kurmak hususunda gayet sert davranan bu devletler din hususunda çok müsamahal ı olmuşlardır. 57 Bk. Nahit Tendar, Löiklik, sosyoloji dünyası Sh. 35-36.
168
SÖZLÜK A Adaptasyon (Adaptation) Buna türkçede intibak ve yenileyin uyarlama denilmektedir. Bir yarat ığın fiziki bir çevreye uygun bir duruma getirilmesidir. Asl ında biyolojik olan bu terim ço ğu zaman psikolojik ve sosyolojik anlamlarda kullan ılır Bunun yerine toplumsal anlamda özündeme, ayarlama veya toplumsal kılma terimleri kullan ılır. Bir eserin ba şka ortamlara uygulanmas ı da bu terimle anlatıl.r. 'Adem (Adam) Yahudilik, Hıristiyanlık ve isiamda ilk insamn adıdır. Hikayesi Tekvinde anlat ılmaktadır. Hıristiyan görü şüne göre Ademin suçu bütün insanlara yay ılmaktadı r. Kur'anda (Bakara 34 ve başka yerlerde) -Iblis müstesna- bütün melekler Tanr ının buyruğuyla ona saygı göstermişlerdir. G, dünya yarat ıklarnurı yöneticisi ve ilk peygamberidir., Agni Vedalarda sözü geçen Ate ş Tannsıdır. İlkin ocak ate şine, sonra kurban ate şine bağlı kalmış ve böylece insanlarla Tanrılar arasında kâhinlik yapan, Iannlara insanlar ın kurbanlannı sunan çok önemli bir tannsal varhk olmu ştur. Afrodit (Aphrodite) Yunanhlarda deniz köpü ğünden çı kan güzellik ve a şk tannçasıd-r. Eros'un annesidir. Romablardaki ad ı Venüs'tiir Agnasyon ve Kognasyon (Agnation et Cognaton) Aganasyon yalnızca baba tarafından olan akrabal ığa denir. Eski Romada ailenin bir erkek atas ı vardı ki buna Agnati adı verilirdi. Cognasyon ise, kadın tarafından olan akrabahkt ır. Bu deyimler agnat ve Cognat
şeklinde
ve sadece baba veya ana taraf ından kan akrabal ığı olarak kullamlular. qı.
Agnostisizm (Agnosticisme) Buna eski 'Türkçede Laedriyo, yeni Türkçede bilinemezcilik denir. Agnostik, bilmeyen kimsedir. Bunun kar şılığı Gnostik, bilen kimse anlamındadır Bu kimse ne dinsiz, nede mümindir. Yalnı zca şunları doğrular: 1) Insan zekasının aşamayaca ğı bazı sın..rlar vardır. İnsan mutlak ve sonsuza ancak gerçek bir bilgi ile varabilir. 2) Böyle bir bilgiyi getirece ğini iddia eden teoloji hiç bir güvenilir temele dayanmaz. Agnostisizm çok say ıda doktrinin müşterek adıdır. Mesela Kantin izafiyecili ği (i.eletiYisme), Auguste Comte' ın pozitivizmi, Herber Spence'r'in tanınmamazlık (ineonnaissuble) doktrini ve benzeri böyledir. Kelime 1869 y ılında T. H. Htudey tarafından bulunmuştur. Bu yazarın kendi anlatışına göre (Agnostisizm sadece olayların gerisinde olanı bilmiyoruz deyeıı bir sistemdir). Bu ad ı Huxley'e ilham eden aulus'un Atina sunağı (kurban kesilen yer-Autel) üzerinde gördü ğü Agnosto Theo (meçhul bir tanr ıya) yazılı bir yazıt olmuştur. Terim genel olarak, Tannn ın var olduğunun, niteliğinin ne olduğunun ve evrenin nereden geldi ğinin bilinmediğini ileri süren bir ö ğreti anlaınındadu. Ahimsa (öldürmeınek) Eski Hindistanda bir zahitlik buyru ğudur. Her varlığın tenasüh lonucu özel bir ruhu ve değeri mevcut oldu ğundan onu öldürmek yasaktır. Ahimsa buyru ğu Jainizmde budizmden daha fazla saygı ile karşılanmaktadır. Hinduizmde- de bunun önemi büyüktür.
169
Ahura-Mazda Zerdü şt dininde iyiliği ve hayra temsil eder. Esât ıre göre Zervan'm o ğlu, Ehrimamn kardeşidir. Ahura Mazda bütün unsurları içine alan dünyayı kapsayan bir varliktır. Öte yandan Dünyayı yaratan bir tanr ıdır Akademi (Acadamie)
Belli bir bilim dalı ma gelişme ve ilerlemesini sa ğlamak üzere mü şterek çalışmalarda veya serbest ö ğretimde bulunan yetkili kimseler toplulu ğudur. Eski Yunanda Eflâtunun kurdu ğu okulun adıd ır. Aristonun kurduğu okul ise lise (Lyc ıfr) idi. Animatizm (Animatisme)
Bütün tabiat olaylar ına tannsal güç ve nitelik tamyan ilkel bir din sistemidir ki buna natürizm dahi denir. Burada tabii kuvvetler ve tabiat olaylar ı tannlaştınlmıştır. Animizm (Animisme)
Animizm ilkel bir dindir. Özü insan bedeninden ayr ılan ruhlann göklere ç ıktıktan sonra ervah (Esprits) haline gelerek Tanr'sal bir nitelik kazanmas„ ve böylece insanlar ı yönetmesidir. Antropomorfizm (Anthropomorphisme)
Insanlarda mevcut olan şekil, ihtiras ve bölümlerin Tannya atfedilmesidir. Tekvinde "Tanrı insanı imgesine göre yarattı" denilmektedir. İbrani Edebiyat ı Jehovanın antromorfik tasvir ve tavsifleriyle doludur. Yunan Tanr ı ve tanrıçalar' idealize edilmi ş insani varhklard ı. Xanophane, 6. yüzyılda şöyle yazıyordu: Fâniler, tannlar ımn kendileri gibi do ğduklanna, ses ve viicutlarımn insanlara benzedi ğine; mesela habe ş İannlarmın rengi kara ve burunlar ı/1m basık, Trakya Tanrılarımn ise kızıl saçl ı ve mavi gözlü olduklarına inamrlar" Kı sacası bu sisteme göre insanlara öz bütün fizik, psikolojik ve toplumsal nitelikler Tannlarda da var san ık': Antropojeografi (Anthropogaographie)
Kuşatıldığı coğrafi ş artlarla olan miinasebetleri bak ımından insan, tarih ve kültürünün bilimsel bir etüdiidür. Apollon
Anadoludan Yunanistana gelen daha sonra özellikle Delfi'de yerle şen temizlik, ışık ve sanat tannsıdır. Müzik ve sanatı sevmek bu tanruun özlü niteliklerindendir. Arius ve Arianiz '
hanın kişiliği üzerinde yapılan tartışmalarda Arius Isamn Tannsal babas ına benzediğini ileri sürmü ştür. (Babanın başlangıcı yoktur; o ğlunun başlangıcı vardır. Logos Tannınn bir yaratığıdır). Iznik Konsili tarafından 325 yılında reddedilen bu görü ş , Arius taraftarlar ı sayesinde Cermen a şiretlerine kadar yay ılmış ve orada yüzyıllarca hüküm sürmü ştür. Arius bir kaç yıl sürgün kaldıktan sonra tekrar piskoposluk görevine ça ğınlmıştır. Kendisi ilkönce Antakya piskoposu idi. Aristo (Aristotales) M. Ö. 384-322 yılları arasında ya şamış bir yunan filozofudur. Atinada yerle şerek Eflatundan ders almıştır. Bir süre Atinadan uzakla şmış fakat ö ğrencisi olan Büyük iskender'in i şleri ele alması üzerine tekrar Atiımya dönmüştü. Orada Lise (Lyceum) denilen okulda ö ğretime başlamıştır. Ayakta dola şarak dersleri anlatt ığı için felsefesine yürilyiicü anlamında Meş aiyun
170
(136ripateticien) felsefesi denir. Bu s ıralarda Aristo en önemli eserlerini yazm ıştı. İskenderin ölümü üzerine Sokratm u ğradığı acı sonuçtan kendisini kurtarmak dü şüncesiyle Atinadan uzaklaştı. Bu uzakla şmamn sebebini soranlara "Atinahlan felsefeye kar şı ikinci bir suikast zahmetinden kurtarmak için bu uzakla şmayı kararlaştırdığını" söylüyordu. Ar&mage mahkemesi kendisini ölüme mahküm etti ve ayn ı yılın ağustos ayında öldü. Aristo bilim ve felsefe tarihine s ığmayacak kadar üstün ve ünlii bir filozoftur. Çe şitli alan-ş olan fikirlerinin bir k ısmı kendisinin öz malı ve buluşudur. Bir kısım bilgisi ken- larsepim dinden önce gelenlerin b ıraktıkları mirastır. Bununla beraber gerek kendi bulu şu ve gerekse aksettirdiği fikirler yüzyıllar boyunca gittikçe artan par ı ltılarla insanliğa ışık tutmu ş ve kendisinin gerçek bilgin ve filozof oldu ğunu göstermi ştir. Bugün bile bilimsel alanda anatomi, fizyoloji, mant ık, tarih, felsefe, din bilimleri bir çok ana ilkelerini Aristoya borçludurlar. Aristo'nun toplum konusundaki fikirleri üstad ı olan Eflatundan çok daha • olgun ve açıktır." Tannyı "DÜŞÜNCELERIN DÜ ŞÜNCESİ" (La pense de la Pense) diye tan ımlar Eserleri üç grupta toplan ır:
•
1) Metafizik, fizik, zooloji 2) Siyaset, iktisat ve ahlük 3) Şiir (Poetique), Belagat (Rhaorique), Münazara (Dialectique). Aıistonun eserleri, araplar ııı Tuleytulede kurdukları MÜTERCİMLER OKULU tarafından latinceye çevrilmiştir. Ortaça ğın hıristiyan bilginleri ve bu arada Saint—Thomas bunlar ı skolastik sistemine temel yapm ıştır Aristokrasi (Aristocratie) Seçkinlerin ve en iyilerin egemenli ği ardamındadır. Devlet yönetiminde üçü iyi ve üçü kötü olmak üzere alt ı şekil vardır: iyiler Monar şi, aristokrasi ve demokrasidir. Kötü ve bozuklar ise sırasıyla tiranhk, poligar şı Ve demagojidir. Hukuk yönünden, arisrokrasi sözü herhangi bir sebeple imtiyazl ı duruma geçmiş dini, mesleki, toplumsal ve fikri bir grup, zümre veya s ınıfın egemenliğine dayanan devlet ve yönetim şeklidir. • Aşere—i — Mübeşşere: islâmın kuruluş günlerinde hayatta iken kendilerine cennete gidecekleri bildirilen on kişidir. Bunlar sırasiyle şunlard ır: Abubekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf, Saad .b. Ebi Vakkas, Saad b. Zeyd, Abu Ubeyde b. Cerrah, Talha b. Ubeydullah Atman Hindistanda ki şisel ve evrensel hayat ilkesi olarak ahnmaktad ır. Ölümden sonra ya şamaya devam ederek tenasuhta ki şisel niteliğini muhafaza eder. Upanishad felsefesine göre her varlığın ruhu Brahmaııııı ruhunun aynıdır. Bu birliği gerçekle ştiren ârif, ölümünden sonra ezdi ve ebedi Brahmanda kaybolarak tenasuhta kurtulur. Augustinus (Saint -Angustin) Katolik kilisesinin en ünlü rahiplerinden biridir. Tagaste'de 354 y ıhnda doğmuş ve Hipona'da (bugün Cezayirde Konstantin vilâyetinde bir yerdir) 430 y ılında ölmüştür. Gençliğinde Maniçeizm dininde idi. Romada belagat (Rhütorique) ve Milanoda ,Talakat (Eloquence) hocalı •gı yaptı. MilEmoda Saint Abrosio adındaki rahibin vaizlerini dinleyerek 386 tarihinde H ıristiyan dinini kabul etti. Daha sonra servetini taksim ederek bir manast ır kurmuş ve orada dini bir tarikat meydana getirmi ştir. Bundan sonra bütün gayretini dinin savunmasına hasretmi ştir. Bütün bilim kollar ını öğrenerek metafizikçi, tarihçi, ilâhiyatç ı, müzikçi ve ahlükçı
171
olarak kendini tamtnuştı . Yazdığı eserlerin sayısı 1.030 kadar olup bunlar 252 cilt tutmu ştur. En önemlileri Tanrı Devleti (Civitas Dei), Nükül (Retractaciones) ve Itiraflar (Cofessions) d ır. Ayata'. Sanskritçede düşüş ve geliş (descente) anlam ındadır. Vişnunun enkarnasyonlanndan her birine verilen addır. Vişnu insanlara iyilik etmek için çeşitli ,kılıklara girer. Balık, kaplumbağa ve benzerleri birer avatarad ır. Avesta Çeşitli 21 eserden toplanmış olan Zerdüştün ve cemaatlarmın tannsal ö ğretilerini kapsayan şeklini alır ki
bir dergidir. Genel olarak bunun yorumu olan Zend ile birlikte Zendavesta bu Avestanm yorumu aniam ındachr. Aydınlanma Devri (Aufklürun ğ)
17 ve 18. yüzyıllarda Bat ı Avrupada yer alan bir felsefi alkund ı •. Özellikle akla dayanan bu felıteri sistem, insanı eski doğmatizmden kurtarmaya çal ışmış, teolojide Deizm fikirlerini benimsemi ş ve Antropolojide ise insanın esas itibariyle iyi olduğunu iddia etmiştir. Ingilterede geli şen bu. cereyan Fransada devrim haz ırlığı olarak büyük bir rol oynamıştır. Almanyada felsefe alan ında bu devrin en önemli yazarı Leibnizdir. Ayd ınlanma devrinin bir başka özelliği de Avrupada yeni tam ıımaya ba şlayan yabancı dinlere karşı gösterilen ilgi ve teoloji alanında rastlanan büyük bir ho şgörürlüktü.
Bağhlaşnıa Kanunu (La loi de Corr4lation) Sosyolojik kanunların en önemlisi olmak bakı mından Bağhlaşma kanunlanm biraz açıklamak yerinde olur. Ba ğhlaşmayı, batı dillerindeki Correlation karşılığı almaktayız. Islâm âleminde Correlation'a tezayüf ve Correlatire de mutezayif denmi ştir. İbn Sina'nın, Necatında tezayüf bir babm ad ıdır. Bürhanı Gelenbevi tercümesinde (cilt I, salı. 101) de —übüvvet Bünüvvet gibi Herbirinin Taakkulüne Nisbetle Olan'Illeveudeyn Beyninde Tezayüf Vard ır deniliyordu. Bu görüş bugünkünün aynıdır. Belot'un sözlüğünde Yan Yana Bulunmak, Iki Şeyin Yekdi ğerine İzafeti, Nisbeti Denilmi ştir. Bu da, Zayf sözünün yan anlamına gelmesinden ileri gelir. Tabii Kanun, Iki Hadise Aras ında Nisbeti Sabite Demek olduğuna göre bugünkü manay ı anlamak bakımından bu açıklamalar yararlıdır. Biyoloji ve fizikte de bu kanunlarclan faydaland ı r. Boyla ağırlığın, iş bölümü ile nüfus kesafetinin nislıetleri de bu kanunla ilgilidir. Bu ka vramm en öz'ü tar ım= Fransızca'da bulmaktayız• Petit Larousse'da Corrfflation için mant ıkan biri diğerini çağıran (gerektiren) iki önermenin bağmtısı, Correlatif için kar şılıklı bir nisbeti gösterir: Baba ile o ğul, hükümdarla tebaa korelatif önermelerdir diyor. Bizim kulland ığunız bağhlaşma terimi kısahk ve yorumlama amacını güder. Baptistler (Baptistes) Ingilterede 17. yüzyılda ortaya çıkan, çocuk vaftizini kabul etmeyen ve yaltnz büyükleri en eski hıristiyan geleneklerine göre vaftiz yapan bir cemaatt ır. Büyük bir kısmı Amerikaya göçmüştür. Almanyade Baptist mezhebi 1834 yılında yerleşmiştir. Baptistler, kilise kanun ve yönetimini tanımaz yalnız C . a Eski ve Yeni Sözleşmelerin otoritesine inamrlar. Babil siirgiinü (Captivit de Babel) İ srail ogullarmın milâttan önce 597-586 y ıllarından sonra Babil bölgesinde geçirdikleri
172
tecrübedir. Bu, Yalandili ğin gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Eski ibrani dilinin yerine ârâmi dili yerle şmiştir, Sürgün s ırasında peygamberlerin yerini kâhinler alm ış tır. Beğnaz ve Beğnazhk (Fanatique et Fanatique) Bu kavram ın alışılmış terimleri taassup ve mutaass ıptır. Bir fikre veya bir inam şa körü körün ba ğlanip ondan, başkasmı düşünmemek anlam ında taassup ve bu davran ıştaki kimseye mutaassıp derler. Benediktin tarikatı (Ordre Wneclictin) 529 yılında Saint Benoit ad ında Nursiali bir papaz tarafından kurulan bir tarikattır. Litürjide çok mahirdir Üyeleri ''seçtilderi manast ıra ba ğlılık nezrederek nefislerini ıslah etme ve temiz kalma yolunu tutarlar. Ferdi mülkiyetten feragat, dünya i şlerinden el çekme, günlük âyinlere katılma, tarla, atelye ve bilim yolunda çal ışma ve manastır başında bulunanlara jtaat Benediktinlerin aslî görevlerindendir. Beşeri Davranışlar (Comportements humains) Toplumun organları beşeri gruplardır. Bunlar, be şeri düşünüş ve davramşlarm içinde cereyan etti ği kapalı vazolara benzerler. Topluca ya şayan insanların duyma, düşünme ve davran, ma tarzları gruplanma tarzlar ı gibi yaptırım gücünü ta şıyan ortakla şa âdetlerdir. Bunun Amerikadaki adı Behaviour'dir Her, canl ı yaratığın davranışında iki aşama vardır: kavramlar (notions) ve bu kavramlar ı açığa vuran,eylemler (actions).. Bir yanda duyu ve dü şünceler, öte yanda olgu, yargı ve davranışlar göze çarpar. Topluca ya şayan insanların inandıkları ve duydukları şeyler kadar yaptıkları • ve denedikleri şeyler de vard ır. Hareket olarak gerçekle şen eylem, duyulan, düşünülen, tasarlanan, istenen ve umulan şeyleri açığa vurur. E ğer bu fikir ve hareketlerin s ımflanması isteniyorsa güdülen amaçlar göz önünde halundurulmand ır Gerçek olmasa bile hiç olmazsa görünürdeki amaçlara göre bir sm ıflama ve düzenleme yapmak gerekir İnsanlar bazı amaçlara varmak üzere hareket eder görünürler. Yapt ıkları eylem ve giriştikleri işlemlerle baz ı ihtiyaçları gidermeye çalışırlar. Düşünüş ve davranışlar ihtiyaç derecelerine göre s ıralanırlar. Üç türlü ihtiyaç vard ır: Maddi, siyasi ve mistik ihtiyaçlar.
Maddi ihtiyaçlar: (besoins mat&iels) İnsanlann eşyaya karşı duydukları ilgi ve isteği gösterir. Bu ihtiyac ı gideren endüstri (büyük sanayi) ve sanat (art) t ır. Geniş anlamda buna ekonomi' veya üretim hayat ı da denir Siyasi ihtiyaçlar: (Besoins politiques) kollektif ihtiyaçlard ır: İnsanların insanlara:karşı duydukları istek ve özlemden ileri gelir. Dil ve hukuk bu ihtiyac ı giderme araçlarıdır. Bu Mua şeret veya münasebet hayat ı (La vie de relation) diye adland ınlır. Mistik ihtiyaçlar: (Besoins mystiques) dini ihtiyaçlard ır. Insanların tanrı veya tanrılarma karşı duydukları özlemi gösterir. Din veya sihir, insan o ğlunun bilinmeyen şeyleri ö ğrenmek isteğini yerine getirme araçlar ıdır. Her toplumda bir tak ım fikir ve ameller vardır ki bunlar görülmeyen kişilere ilişkin olmak bakımından metafizik kuvvetlerdir. Meselâ, bir dinin öteki dünya varlıklar üzerindeki demeti böyledir..."0 halde bu, tapmma hayat ı (la vie d'adoration) denilen şeyin ta kendisidir. Üretim, münasebet ve tap ınma sözleri ile insan o ğlunun toplum içinde tasarlayıp gerçekle ştirdiği kavram ve eylemlerin tümü olan be şer' davram şlar kasdolunur. Beşeri Gruplar, Barbar dahi olsa, hiç bir toplum yoktur ki bir çok gruplar ı içine almış olmasın. Durkheim
173
toplumun bu organlanna alt gruplar (Groupes secondaires) ad ım veriyordu. Hiç bir toplum yalinç değildir. 'Ilkel toplumlar bile çe şitli gruplardan meydana gelmi ştir. En küçük bir topluluk bile karmakar ışık bir âlemdir. Cezayirliler a şiretleri harnup a ğacımn yemişlerine benzetirler. Keçi boynuzu da dedi ğimiz yemişlerde çok sayıda tanecikler bulunur. Onlara göre bu tanecikler toplumdaki aileleri gösterir. Ilkel toplumlarda durum böyle olunca ileri toplumlarda da böyledir. Bu sonuncularda çok say ıda grup ve alt gruplara rastlan ır. Aileler, köyler, bölgeler, şehirler, iller, loncalar, tarikat ve dernekler sarma ş dolaş olarak iç içe daireler yaparlar. Böylece bir insan aynı zamanda, bir ailenin üyesi, bir tarikat ın mensubu ve bir derneğin yöneticisi olabilir. İnsan toplulukları türlü şekillerde olur. Bunu Halep şehrinde 10. yüzyı lda eserlerini yazmış olan Türk filozofil Farabi daha o zaman sezmi ş bulunuyordu. Ünlü filozof topluluk türlerini sebep ve kaynaklar ı bakımından snuflamıştı. Yazar, istek veya zor, do ğum veya kom şuluk, birlikte barınma ve birlikte gezmenin gruplımmadaki rolünü belirtmektedir. Sosyolojide Beşeri Gruplar ba şlığı altında incelenen kesindere baz ı yazarlar yap ı araştırmaları derler. Bu ara ştırmalar Rene Maunier'e göre üç örnek kategoride toplan ır: Biyolojik veya kan gruplar ı, Coğrafi veya toprak gruplar ı, Sosyolojik veya işgiiç grupları. Birleşiklik veya iştirak kanunu (La Loi de ,participation) Bir papa ğanla bir buğdayın aynı şey sandmas ı demektir. Bunlar ayrı ayrı şeyler oldukları halde aynı cevherden gelmeleri itibarile ilkel insanlarca ayn ı şey sayılmışlardm Bodin (Jean) 1530-1596 yılları arasında yaşamış bir Fransız yazarıdır. Kendisi hakim, filozof ve iktisatcıdır. En önemli eseri Cumhuriyet (Republique) olup gerçek bir ansiklopedi niteligi ta şır. Burada Etats G6eraux'nun yürütmekte oldu ğu mutedil bir kıraliyetin ilkelerini aç ıklairmktadır. Yedi kişinin konuşması (Heptaplomere) nı tasvir etmektedir. İktisada ve diğer konulara ait eserleri bunlar kadar önemli de ğildir. Bralmıa Hindlilere göre dünyayı yaratan kuvvettir. Ayr ıca mistik bir Teslisin ilk kişiliğidir. Ötekileri ise Vişnu s' ve Sivadır. Brahma, dünyanın yaratıcısı, tanrılarm ve bütün, varl ıklarm Tanrı m olduğu halde Vişnu, koruyucu. Siva (Çiva) ise y ıkıcıdır. Brahman Mana gibi kendiliğinden etkin olan ve dünyay ı yaratan bir güç olarak tanmmaktadır. Bu sözle aynı zamanda hint kâhinleri anlat ılmak istenir. Brosses (Charles de) 1709-1777 yılları arasında ya ş amış bir fransız sosyolo ğudur. Fetiş Tanrilara Tap ınma (Le culte des dieux fetiches) adli ünlü bir eser yaymlam ıştır. Buda (Bouddha) Buda'ınn sanskritçedeki anlam ı hikmettif. Kendisine Sakyamuni de denir. Budizmin kurucusudur. Burjuvazi (Bourgeoisie) Bu terim ba şlangıçta aristokrat ve işçi snufları arasında kalan orta sınıfı 'gösteriyordu. Kapitalist rejimin gelişmesi ve Aristokrat sınıfın ortadan kalkması üzerine bu terimin anlam ı genişledi. Bugün terim, çıkarları üretim araçlarına sahip olanlarla özde ş olan bütün grup ve fert-
174
leri kapsar. Yalnız büyük toprak sahipleri, sanayici, bankac ı ve tüccarlar de ğil serbest meslek tutarlar, memurlar, küçük sanat erbab ı ve genel olarak bütün mülk sahipleri burjuvazi terimi içinde yer alırlar. Doğrudan do ğruya veya dolayısiyla kapitalizm hizmetinde bulunan bu grupmensupları bilerek veya bilmeyerek bugiingii ekonomik rejimi tutma ve korumaya çal ışmaktadırlar. Ekonomik, eğitimsel ve mesleki seviyeye göre saymaca olarak Burjuvazi, küçük burjuvazi, orta burjuvazi ve yüksek burjuvazi, bölümlerine ayr ılmaktadır. Buhar! (al Bokhari) 810-870 yılları arasında yaşamış bir islam ilabiyatç ısıdır. Sahip adım taşıyan derleme eseri 7275 sözden ibaret olup Sahibi Buhari ad ıyla bilinir. Peygamberin sözlerini ihtiva eden bu eser Islam aleminde kur'andan sonra en önemli bir beigedir. C Corpus Juris Canonici 1917 yılı ndan bu yana Roma kilisesinin bütün hukuk maddelerini içine alan resmi şeriat dergisi Cemalettin Efgani 1838-1897 yılları arasında yaşamış ileri görüşlü bir bilgin ve din yeniletioisidir. Kaldin ve dilini islam davalarına vakfetmi ştir. İki büyük amaç giitmekte idi: biri islam alemini uya ııd ırmak, iyileştirmek ve, ona uygarl ık ve özgürlük yolunu göstermekti; ötekisi müslüman ülkelerini, Avrupahlann siyasi ve iktisadi etkisinden kurtararak onlar ı liağınısız kılmaktı., yetçilik akımlanna karşı değildi. Milliyeti ve doğum yeri de kesin olarak belli de ğildi. Türkçe, Farsça ve arapçadan ba şka Bat ı dillerinden bir kaçuu bilirdi. Afganistanda ö ğrenim yapmış, Hindistan, Mısır N, e Istanbul'da bulunmu ştur. Istanbul Darülfümmunda edebiyat, ahlak, hukuk iktisat, sanayi, tarım, 'co ğrafya, arkeoloji, jeoloji, t ıp, psikoloji, astronomi, tabiat ve toplum bilimlerine değinen konferanslar vermi ştir. Cemaleddin Efgani ileri fikirleri yüzünden şiddetli tenkitlere u ğramış, tekfir edilecek derecelere dü şmüştür. Aslında kendisi islamın en ileri gelen yenileticisi, aydın ve ilerici bir bilgini idi. Bütün varlığını bu uğurda harcamış ve bu ıııırlu sonuçları göremeden İstanbul surları arasında gözlerüd hayata kapam ıştır.
Ç Çevre ve Çevrecilik (Environment, environmentalism) Çevre şartları anlamındadır. Insam kuşatan be ş türlü çevre vard ır: Fizik Çevre (iklim, toprak ve benzeri), Biyolojik Çevre (yabani bitki, bakteri ve tohumlar ı da içine alan hayvanlar), Fizikososyal Çevre (Bina, yol ve her türlü i şlenmiş maddeler), Biyososyal Çevre (evcil bitki le' hayvanlar) Psikososyal Çevre (davranış, adet, kanun, dil ve benzer*. Ingilizcede environment ve bununla ilgili teoriye Erivironmentalism ad ı verilir. Çifte Balta: Özellikle Girit--Miken uygarh ğında kutsal bir araç ve koruyucu bir sembol olarak kullanılan baltadır. D fhtııte Alghieri
1265-1321 yillar aras ında yaş amıştır. italyanın ve belki de bütün Bat ı Dünyasının orta
175
çağda yetişen en ünlü, en derin şairidir. Tannsal komedisi (Divina Lomedia) oldukça güzel bir şiir olmaktan başka zamanının hemen hemen bütün teolojik bilgilerini de içine almaktad ır. Darül eman — Darül harp — Darül sulh islamiyet ülkeyi üçe apr ır: Darüleman, müslümanlarla bar ış halinde bulunan veya müslümanların zimmetini kabul eden fakat müslüman olmayan bir milletin ülkesidir. Buna darül sulh dahi denir. Darülharp, müslümanlarla aralarında -barış hali olmayan ve müslüman olmayanların ülkesidir. Bu ülkede yaşayan ve islam olmayan herkese harbi ad ı verilir. Darül
islam egemenliği altında bulunan Yerlerdir.
Deccal (Antöchrist) İncile göre Dünyamn sonundan az önce gelerek yer yüzünü cinayet ye dinsizliklerle doldurduktan sonra Hz. İ saya yenilece ği söylenen kimsedir, Hz. İ sa bunu yenerek dünyaya düzen verecektir. Luther'e göre Papa Deccal ın bir örneğidir. Islâmiyete göre Deccal dünyanın sonundan önce hüküm sürecek ve insanlar ı baştan çıkarıp felakete atacak olan bir kimsedir. Yine Islam inanc ına göre . Mehdi bunu öldürerek dünya düzenini yeniden kuracakt ır. Türkçede buna teccal denir. Deizm (Döisme) Bütünüyle vahyi inkar ederek yaln ızca Tanrı varlığına ve tabii dine inanan kimselerin kurdukları sistemdir. Jean Jacques Rousseau deizmi savunmu ştur. Deizm, teizmden farkl ıdır. Çünkü Teizm vahye dayanır ve ilıadeti kabul eder. Demeter (Dömöter) Yunan tanrıçasıdır. Toprak ve tarlaların verimliliğini ve insanların doğurma gücünü temsil eder. Bu ğday anası sayıhrdı. Romahlardaki Çöl-es tannçasuun ayn ıdır. Demokrasi (Dömocratie) Asıl anlamı halk yönetim ve egemenliğidir. Son zamanlarda uygulanmakta olan siyasal bir rejimdir. Bu rejimin anahatlar ı serbest seçim, gizli oy, muhtar üniversite, özgür bas ın, teminath muhalefet, yasa ve anayasa hakimiyeti, ba ğımsız mahkeme ve insan haklar ına olağanüstü saygı ile özetlenir. Derebeylik (Föodalitö) Orta ça ğda 9. yüzyıl ortalarında 13. yüzyılın ilk yarısına kadar özellikle -Batı ve Orta Avrupa siyasal ve toplumsal düzeninin dayand ığı yönetim sistemi ve buna ili şkin;kanun, örf 'ye adet gibi hukuk kurallarının tümünü anlatan bir terimdir. Despotizm (Despotisme) Tek kişinin istek ve çıkarlarına uygun olarak kurdu ğu bir yönetim şeklidir. Devrim (Rövolution) Memleketin toplunıs'al ya şayışmın ve geleneksel kurumlar ının ölçülü metotlarla köklü olarak 'de ğiştirilmesi ve ye ıaikştirilmesidir. Bu son yıllara kadar Inkilap şeklinde kullanthyordu. Yanlış olarak ihtilal ile inkılap aynı sandmıştı. Gerçekte ink ıhip, eskiyi, kötüyü, yakışıksız ve düzensizi at ıp onun yerine yeniyi, iyiyi, güzeli ve düze ıillyi koymak demektir. Fransız Devrimi, Türk Devrimi gibi... Ihtilal - daha çok yıkıcı bir faaliyet anlanundadır. Yine
176
bunlara yakın bir anlam ta şıyan Islahat ise Devlet eliyle toplumda ve devlet mekanizmas ında yapılan bazı yenilik ve de ğişiklik demektir. Dharma Sanskritçedeki anlamı inanç, akide ve doktrindir. Budizmin akide ve ö ğretilerini içine alan din kitab ıdır. Budizmdeki üç kutsal varh ğuı (Triratna) birincisidir. Ötekileri Budda ve Buda cematı anlamı ndaki Samgha'd ır. Dış Evlenme (Exogamie) Ilkel toplumlarda bir kişinin Klan ve kabilesi içinden evlenememesidir. Bu âdet özellikle totemcilikte vardır. Bunun kar şıtı iç evlenme (endogamie) dir. Diaspora Yunanca anlamı dağılmadır. M. Ü. cereyan eden Babil esareti sonunda yahudilerin bütün dünyaya yayıhnalarmı göstermek için kuliamlan bir sözdür. Bu terim ayr ıca milödın 70 yıhnda Kudüsün düşmesinden sonra yurtsuz kalan yahudili ğin tümünü göstermek üzere kullanı lmıştır. Divina Comedia (Tanr ım]. komedi) Dante'nin 13. yüzyılın teolojik, mistik ve bilimsel verilerini içinde toplad ığı bir eserdir. Bu eser herbiri 33 bölüm olmak üzere Tamu (cehennem-Penfer), Arafat (Purgatoire), Cernet (Paradis) bölümlerine ayrılır. Bu eser, Orta Ça ğın en derin, en etkin bir teoloji ve şiir dergisidir. Dört Kutsal Gerçek: (Quatre Nobles Verites) Budizmin kabul etti ği dört necip ilkedir. S ırasiyle: 1) Hayat ve e şyamn devamlı akışına bağh olarak acı duyma, 2) Acı duymamn sebebi olan arzu; 3) Arzunun yok edilmesi için ge• çilmesi gereken üç a şama: do ğruluk, nefsini mürakabe ve hikmet; 4) bu üç a şamadan sonra kurtuluş ve esenlik aşaması olan Nirvanaya vardır. Genel olarak bu ilkeler ıstırap, ıstırabm sebebi olan arzu, arzunun yokedilmesi ve nirvanaya kavu şma şeklinde özetlenir. Dans Seouts (Duns Scot, Jean) 1270-1308 yılları arasında yaşamış İ skoçyah bir Fransiskan rahiptir. Akinali Tomas (Saint Thomas D'aquin) fikirlerine muhalif olan bir sistemi savunmu ştur. Buna göre irade (Volonte), akıl (Intellect) dan üstündür. Bu sebepten yarad ılış sadece Tanrısal Iradenin bir eylemidir. Tanrı ünsüz ve sonsuz gerçeklerin üstündedir. Çok ince fikirleri dolay ısiyle kendisine ince düşünen bilgin anlamında Doctor Subtilis derlerdi. Onun yolunda gidenlere Skotist (Scotistes) derlerki bunlar Thomas taraftarlar ı olan Tomist (Thomistes) lere kar şı. ttırlar. ölümünden sonra, bıraktığı eserler toplanmış ve 12 cilt olarak yay ınlanmıştır Dibezii (Druse) Suriye halkından olup
Ş amın güneyindeki Cebeli Drüz; Horan, Lübnan ve Anti
Lübnanın muhtelif yerlerinde ya şayan bir dini gruptur. Islâmın sapık bir hizbi sayd.r. Aslında, müslüman, yahudi ve heterodoks h ıristiyanl ık fikirlerile Sufi mistisizmin kuvvetli bir kar ı şamıdır. Şarap ve tütün içmezler; çok kadınla evlenme âdetleri yoktur. Kadının cemiyetteki önemi büyüktür. Dürzüler korkunç sava şçıdırlar. E Eflâtun (Platon) Atina yakınlarında M. Ü. 429 yılında doğmuş ve 347 yılında ölmüş bir Yunan filozofudur. Din Sosyolojisi F. 12
177
Zamanın bütün sanatlarını erkenden ö ğrenmiş ve hattâ olimpiyatlarda ba ş arı sağlamıştır. Müzik ile matemati ği çok iyi ö ğrenmişti. Felsefeye ba şladıktan sonra Sokratın arkadaşı ve ö ğrencisi oldu. -Usta& bald ıran otunu içtikten sonra Wgare'ye giderek Euclide'den ders ald ı. Mısır ve güney İtalyada bir çok geziler yapt ıktan sonra yurda dönerek Acade ınus bahçesinde ders verdi. Daha sonra Sicilyaya gitti. Maksad ı oranın tiranı olan Denis'e siyasi teorilerini a şılayarak onların uygulanmasını sağlamaktı. Bunu başaramayınca Atinaya döndü ve orada öldü. Eserlerinin bir k ısmı diyalog olarak zaman ımı za kadar gelmi ştir Bunlarda muhatap Sokratt ır. En önemli ve bizim konu ile ilgili siyasi diyalogu, Devlet ve kanunlar (La Republique et Les Lois) dır. Kurduğu sisteme Platonizm ve ders verdi ği okula akademi derler. Ehriman (Ahriman) Zerdüşt dininde kötü ve karanl ık ilkesini anlatır. Söylentilere göre Zervan' ın oğlu ve Ahura—Mazda'nın ikiz karde şidir. Ikili görüşü esas tutan Zerdü ştlükte bozucu bir görevi vardır. Bunun kar şıtı Hürmüz olup iyiliği ve doğruluğu temsil eder. Ekber Şah 1452-1605 yılları arasında yaşamıştır. Hindistanda bütün dinlere kar şı büyük bir ho şgörürlük göstermi ştir. Bu hükümdara göre bütün dinlerin birle şerek senkretist ve müsamahal ı bir dinin kurulması gereklidir. Ekldesia: (Ümmet) Hıristiyan dünyası ümmet anlamında Ekklesia'yı ve bugünkü şekli ile Eglise sözünü aynı dine bağlı kimseler toplulu ğu olarak kullanır. Kilisenin bu anlamdaki kar şılığı Hıristiyan tapınağı değildir. Kilise ancak maddi anlamda tap ınaktır. Ekoloji (E col ogie) İnsanların toprak üzerindeki da ğılışmın ve bu dağıhşı tayin eden karşılıklı etkilerin bilimsel bir etüdüdür. Toplumsal ekoloji, toplumun biyolojik ve sembiyotik (symbiose) görünü şlerinin etüdüyle snurlıdır. Yani yarışma ve hayat sava şı ile nev'in devamıııa inhisar eder. Toplumsal ekolojinin ba şlıca konulan aras ına Demografik olayları, iş bölümünü, üstünlüğü (dominance), ekolojik istila ve irsiyeti de koymak gerekir. Eksarhhk (Exarchat) Osmanlı egemenli ği altında yaşayan Bulgarlarm Rum Patrikhanesi ile aralar ında çıkan anlaşmazlıklar üzerine ondan ayr ılarak kurdukları dini - ruhani kurumdur. Ekiimenik (Oecumenique) Eski anlamda insanların oturdukları bölgelere kadar uzanan kilise temsilcilerinin yapt ıkları ilk konsiller, yer yüzündeki bütün katoliklerin ça ğrısı ile yapıldığı için genel anlamında ekümenik konsil adını almışlardır. Iznik, Efes ve Halkedonya konsilleri böyledir. Günümüzde ekümenik hareket bütün kiliseler aras ındaki münasebetleri kuvvetlendirip i şbirliğini isteklendiren ve büyük sava şla başlayan etkin bir ak ımı anlatmaktadır. Emanasyon (Emanation) Teogoni ve kozmogonide (Tannlann ve kâinatın yaratul ışmda) raslanan şey tanrısal bir feyzdir. Çe şitli dinlerde ezelde tannsal bir varl ığın dünyayı kendinen çıkarttığını söyleyen efsane ve tasavvurlar vard ır. Bu yaratılış kavramımn tam kar şıtıdır. Çünkü Tann ile dünya arasında cevher bakımından bir benzerlik yahut bir özde şlik olması gerekir. Emanasyona inanan dinlerde ço ğu zaman Talandan çıkan varlıklann muhtelif aşamalardan geçerken asil kemalini kaybettikleri söylenmi ştir. Bu maddi dünya onlar ın son aşamasıdır. İnsan geldiği yoldan ters do ğrultuya geçmek suretiyle tannsal asl ına dönebilir.
178
Emirül müminin (Commandeur des croyants) İslam hilâfetinin iki deste ği vardır. Bunlardan biri dini nitelikte olan imamettir ki bu yönden halife imamül müslümindir. Öteki destek siyasi bir nitelik ta şır. Buna da Emirülmüminin derler. Empedokles (Empedocle) Aş ağı yukarı M Ö 490-430 yılları arasmda yaşamış Sicilyalı Pitagor doktrinlerini yayan bir filozoftur. Kendisini tannsal bir saygıya değer görmü ştür. Azizlerin biyografi tarihçesine (Legende) göre kendini Etna yanar da ğa atmak suretiyle intihar etmi ştir. Felsefi sisteminde orfizm fikirleri, tenasuh inan ış" ve benzerlerine rasta ıur. Engizisyon (İnquisition) Eskiden katoliklerin din inançlar ına karşı gelenleri araştırm cezalandırmak üzere kurdukları kilise mahkemelerine verilen add ır. Orta ça ğda hıristiyanlığın düşmanların ı yok etmek üzere meydana gelmi ştir. Eski kilisede bu türlü ki şisel çekişmeler ruhani silahlarla yapılıyordu. Augustin'in tehlikeli ve kilise d ışında kalmak istiyenleri kiliseye zorla sokmak (Cogite İntrare) üzere kilise taraf ından merhametsizce uygulanan i şkence sistemiclir. 12. yüzyılda Atinah Thomas gibi bilgin teologlar bile Zıaldık ve kafirlerin ate şte yakılmasım (Autos da fe. ) do ğrulanuştır. İspanyada tarihin kaydennediği i şkence ve zorlamalar bu kurumun bir eseridir. Burada Devlet mahkemelerle el birli ği yaparak büyük cinayetler i şlenmiştir. Genel olarak Müslümanlar, yahudiler ve reformatörlere kar şı bu gibi uygulamalar çe şitli zaman ve mekanlarda yapılmıştır. Torquemada ve Ximenes bu uygulanlarda çok merhametsiz davranm ışlardır Enkarnasyon (Incarnation) Esas itibariyle Tannsal gücün görünüm dünyas ına girmesi, sonra Tanrının insan şeklinde ortaya çıkması ve insan şekline girmesi (hulid) dir. Hinduizmde Avatara kavram ı Vişnunun böyle bir enkanrasyonunu iddia etmektedir; Enkanasyona inan ış Hıristiyanlığın temelidir. Bu ö ğretiye göre insan o kadar suçludur ki yalnı z Tann tarafından kıırtarılabilir. Bu kurtulu ş yalnız bir insan tarafından yapılabilir. Bunun için İ sa da hem tannsal hemde insani tabiatın var olması insanların kurtuluşu için şarttır. Epikür (Epicure) M. O. 341-270 yılları arasında yaşamıştır. Felsefi bir akımın kurucusudur. Eski yunan dinini tenkid eden ve ondan kurtulmak isteyen Epikür, Tanrı ruhlarının atomlardan yamldıklannı, keder ve sıkıntılardan uzak, özgür olduklar ını ve dünya yönetimine bakmaks ızın yaş adıklarını söylemi ştir. Insanda iyilik yapmak ve manevi zevkleri aramakla tannlannkine benzer bir hayat sürer. Erös (Aşk) Eski Yunanlı" aşk tanrısı ve Afroditin o ğludur. Genç bir çocuk veya kanatl ı ve gözleri bağlı bir kimse olarak tasarlamr. Erös Eflâtuna göre dünya ilkesidir. İyi, güzel ve do ğru olana erişmeyi hedef tutan ezdi bir özlem ve a şktır. Dinlerde Erös anlamı ile ilgili birçok inanç ve eylemler vard ır. Eskatoloji (Eschatologie) Buna İ slam Men:Mide Mebde ve mead fikri denildi ği gibi öbür dünya ile ilgili bilgiler de denir. Bunlar Alemin gelece ği ile ilgili tasardar. Bu gibi fikir ve tasar ılara en ilkelinden başlayarak hemen bütün toplumlarda rastlan ır. Dünyanın sonu, çoğu zaman bir tabii felaketle gelecek gibi tasarlamr. (Bazan böyle bir felaket dünyay ı yok etmekle beraber biraz sonra yeni bir dünya aynı şartlarla tekrar kurulur. Böylelikle hayat ın sonsuz tekerle ği bütün bu olay-
179
lara rağmen dönmeye devam eder.) Bir çok milletler eskatolojik tasavvurlan yaln ız kendi ülkeleri için kabul etmişlerdir. Eski İsrail peygamberlerinin eskatolojik vaizler vermelerine ra ğmen yalnız israilin sonunu dü şünmüşlerdir. Sonra bu fikirler ba şka milletlere bakarak geni şletilmiştir. Hemen her eskatolojik eserde dünya ıim sonu, kıyameti bildiren olaylardan sayılmaktadır: Yer sars ıntısı (Bk. Zelzele suresi), Tufan, göklerin, y ıldızların yok olması bazan da yer yüzünde olagelen çetin sava şlar (eski Iran eskatolojisinde ve semavi dinlerde teccal ile yapılacak sava ş) bu dünyanın sonunu takip eden durum ezelde mevcut olup cennete benziyecektir. Bu Fikir özellikle yahudilikte geli şmiştir. Hıristiyanlıkta ise isânın gelmesi eskatolojik bir olay olarak alınmıştır. Gösterdiği mucize tanrısal egemenliğin insanlar arasmda mevcut olmas ına bir işaret sayılmıştır. Böylece H ıristiyan teolojisine göre Isa'nın gelmesiyle eskaton (ahir zaman) şimdiden gerçekleşmiştir. Isaya inanan insan şimdiden bu yeni dünyada ya şamaktadır. Ishim dininin İ sa hakkındaki düşüncesi de bu arada söylenebilir. Ethos Bazı yazarlar bu terimi, belli bir gruba ay ıncı bir fizyonomi veren kültür niteliklerinin tümünü göstermek üzere kullamrla'. Etnoloji ve Etnografya (Ethnologie et Ethnographie)
1—
Etnoloji, sosyoloji gibi bir bilimdir, Sosyoloji bugünkü toplumun kar şılaştırmalı bir etü-
düdür. Etnoloji ise bugünkü kültür derecesine varmanu ş olan ilkel toplumların tetkikidir. Burada yaşayan veya sönmüş olan ilkel toplumların medeniyet ve kültür seviyeleri kar şılaştırmalı bir inceleme konusu olur. Etnografya ise kültür antropolojisinin bir kolu olarak ilkel veya sönmü ş bir toplulu ğun tasviri bir etüdüdür. Evamri-i-Aşara (Deealogue ou dix Commendements) Türkçesi ON BUYRUK'tur. Tevratın Çıkış kitabı XX. kesiminde bildirilen 10 Ahlak kurahmn kısa bir listesidir. Bu buyruklar İsrail oğullannı yönetmek üzere Jehova (Tann) tarafından Hz. Musaya gönderilmiştir. Bunlar şunlardır : I — Tanrıdan başkasına tapmayacaksm; 2 — Hiçbir put yapmayacaks ın; 3 — Tann adı m boşuna annuyacaksm; 4 — Sept (Sabbat) gününe dini bir saygı göstermeyi unutmayacaks ın; 5 — Ana ve babana sayg ı göstereceksin; 6 — Adam öldürmeyeceksin; 7 — Zina etmeyeceksin; 8 — Çalmayacaks ı n; 9 — Yakınına karşı yalancı tanıklık etmeyeceksin; 10 — Komşunun evine, karısına, hizmetçisine, öküzüne, eşek ve benzerine göz koym ıyacaksın. Bu on buyruk Tevrat ın V. inci kitabı olan Tesniye (Deut6ronyme) de baz ı değişikliklerle tekrarlanmıştır. F Fakirizm ( Fakirisıne) Hindistanda fakir denilen ve kendine türlü i şkenceler yapmaya al ışık kimselerin gösterdikleri ve doğ a üstü bir göçe yorduklar ı haller. 7 — Farabi (Alfarabi) Batı âleminde Alfarabius (Alpharabius) diye tan ınmıştı r 870 yılında Türkistanda Farab şehrinde bir Türk aileden do ğmuş ve 950 yılında Şamda vefat etmi ştir. Ba ğdatta, arapça, tıp, felsefe matematik tahsil etmi ştir. Bir aralık Harran'a gelerek orada me şhur Yuhanna'dan ders gördüğü de söylenmektedir. Farabinin fikirleri Yeni Eflâtunculuk (N6oplatonisme) dan mülhem olup İbn Sina (Avicenne) ve İbn Rüşd (Averro6s) felsefelerine büyük etkiler yapm ış ve Aristoyu araplara tamt-
180
mıştır. Kendisinin Batı ve Do ğu âleminde haiz oldu ğu şöhreti dolayısıyla kendisine Muallimi Sanl denildiğini hatırlatmak bu ünlü Türk bilgininin bilim ve felsefe alan ındaki kuvvetini göstermeye kafidir. Bilhassa Eflatun ve Aristonun toplumla ilgili fikirlerini islâmi esaslarla uzlaştı rma ve ba ğdaştırma yolundaki gayretleri sosyolojiyi yakından ilgilendirir. Fenomenoloji (Phe'nome'nologie) Her türlü yorum, aç ıklama ve evrim kan ı tlanyla birlikte gerçekten var olan olaylar ın bilim sel vasıflamasıdır. Bu vasıflama. bu olayların soyut ve de ğişmez kanunlanna veya belirtisi olduğu deney üstü gerçeklere kar şıt olarak zaman ve mekön içinde ortaya ç ıkan olaylarla ilgili bulunmaktad ır. Fenomenoloji bir çok yerlerde kullanılır Metot olarak, bir şeyin özünü yani ülküsel anlamını çıkarmak veya bulmak üzere harcanan bir çabad ır. Ferguson (Adam) Adam Ferguson (1723-1816) İskoçyalı bir tarihçi ve filozoftur. Sivil Cemiyet tarihi üzerinde deneme (Essay on the History of Civil Society) ve benzeri eserler yazd ı . Bazı yazarlar kendisini sosyolojinin kurucusu sayarlar. Not : Ferguson (1723-1816) yıllarında yaşamıştır. Halbuki bundan daha derli toplu bir sosyolojisi olan nın Haldun 1332-1416 tarihlerinde ya şamıştır. Taraf t ııtmayarak denebilirki sosyoloji veya tarih felsefesinin kurucusu bu islam bilginidir. Fetiş (Faiches) Insanlarn yapt ıkları mana gücüyle dolu etkin bir âlet yahut bir çok şeyden meydana gelmiş bir nesnedir. Çifte balta, şamanlann kudüm veya sepetleri böyledir. Feti ş sözü frans ız bilgini Brosses'm 176 yılında yayınlanan bir eserinde (Dieux faiches) ilk olara kullan ılmıştır. Fides Roma dininde vefa tanr ıçasıdır. Fidye-i-necat (Rançon) Bir kimsenin esirlikten veya ba şına gelen bir belklan kurtulmak için kendisi veya kendi adına başkası tarafından verilen para ve benzeridir. Filon (Philon le Juif) İskenderiyede do ğmuş yahudi soyundan bir yunan filozofudur. Felsefesi Eflâtun ile Tevrâtm bir karışmudır. Bu da sırasıyla neoplatonizm ve H ıristiyan edebiyat ına etki yapmıştır. Frazer (James Georges) 1854-1940 yılları arasında ya şamış bir ingiliz atropologudur. Glaskow'da do ğmuştur. Toplumsal antropoloji üzerine kesin bir etki yapm ıştır. Totemism and Exogamy (totemeilik ve Dış evlenme), The Golden Bough (altın dal), Man, God and immortality ( İnsan, Tanrı ve ölümsüzlük) belli başlı eserlerindendir. Freyer (Hans) 1887 yılında Leibzig'de do ğmuş bir alman sosyolog ve filozofudur. Kiel -üniversitesinde Felsefe profesörü idi. 1925 yılında Leibniz üniversitesine geçti. Güney Amerika, İ spanya ve Türkiyede çe şitli üniversitelerde konferanslar verdi ve ders okuttu. Theorie des objektiven Geistes (Objektif Ruh Teorisi), Der Staat (Devlet), Soziologie als Wirlichkeitswissenschaft (Gerçeklik Bilimi olarak Sosyoloji) Einleitung in die Soziologie (Sosyolojiye Giriş), Herschaft und planung (Egemenlik ve planlama), Sosyolojiye Giri ş (Nermin
181
Abadan çevirisi) önemli eserleri aras ındandır. Türkiyede Dil Tarih ve Co ğrafya, Siyasal bilgiler ve ilülliyat fakültelerinde misafir profesör olarak ders vermi ştir. Fotios (Photios) Roma ve Bizans kiliseleri aras ında ilk ayrılmayı (schisme) gerçekle ştiren ilühiyatçıdır. Kendisi İstanbul patriki idi. Aym zamanda yazar ve politikaelyd ı. 867 yılında kilise ayrılığın' gerçekle ştirmiştir. G Gandhi 1869-1948 yılları arasında yaşamıştır. Hintli bir hukukçuclur. Güney Afrikada Hintlilerin kurtulu şu için uğraşnuş ve Hindistana siyasal özgürlü ğü kazandırmış bir önderdir. Fikirlerinin temeli eski Hint zahitli ği olan Ahimsa (yani öldürmemek) ilkesi idi. Kendisini Buda, İsa ve Muhammedin ö ğrencisi olarak tanı tan Gandi tipik bir Hindu kalm ıştır Çe şitli sımflar arasındaki suurı kaldırmaya çah şmıştır. Fakat Hinduizmde büyük bir rol oynayan bir anlay ışa göre İneğe gösterilen saygıyı muhafaza etmişti. Çünkü inekte insanlık dışı tabiat kutsallığnun güzel bir sembolünü görmüştü. Avataralara inan ış" Gandiye her dinin temsilcilerine saygı göstermeye imkân vermiştir. Gangster (Gang) Aınerikada haydutlara verilen add ır. Asıl anlamı (Gang) denilen bir çete grubuna mensup kimsedir (Gang) üyeleri birbirine s ıkı bir dayanışma ile ba ğlı ilkel bir gruptur. Kelime daha çok kötü anlamda kullanılır. Gebr (Mecusi) Islümlık İran'a girince, Zerdü ştlük parçaland ı . Iran'da kalanlara Gebr
veya
Mecusi; Hindistan'a göç edenlere de Parsi denir. Gelenek ve görenek (La tradition et la mode) Toplum ve medeniyetten devral ınan adetlerdir. Gelenek geçmi şle ilgili olduğu halde görenek moda anlamında günün adetleridir. Bu iki türlü bask ı insanların toplum içinde birbirine benzemesi sonucunu do ğurur. Gdgames (Gilgamesh) Eski Asur ve Babilonya destanlarmda ad ı geçen bir kahramandır Üçte ikisi tanr ı üçte biri insandı. Assurbanipalin kitapl ığmda rastlanmıştır. Hikayesi M. O. 2500 yıllarına kadar çıkar. En önemli nokta gılganuşın hayat suyunu aramas ı ve dünyayı kaplayan Tufandan bilgi edinmesidir. Eski Doğu Edebiyatında baz ı yankılar' ve dünya edebiyat ında etkileri görülmü ştür. Gizli Dernek (Soci e te Seerete) Sınırlı sayıda üyelerin katıldığı kapalı bir gruptur. Bu gruplar ço ğu zaman bilinmeyen kişiler tarafından kurulmu ştur. Genel olarak, gizli derneklerde sihir veya din dü şünceleri hâkimdir Fakat bu dernekler kendilerini gizli tutarlar; çünkü bunlar ı kuşatan toplum onları suçlu görür ve ulusal birli ğe zararlı sayarak faaliyetlerini önleme ğe çalışır. Gnos ve Gnostisizm (Gnose et Gnostieisme) İnsanın Tannyı tanımak yoluyla kurtulu şa varacağını ileri süren fikir akunland ır. Eti-
182
molojik olarak bilgi demektir. Gerçekte ibadetin özel bir tipini gösterir. Öyle mutlak ve bütünü kaplayan bir bilgidir ki bu sayede Tanr ı , dünya ve insana ili şkin felsefi ve dini proplemle. rin çözümü mümkün olur.
Gonosticisme kelimesinin çe şitli anlamları vardır. Genel olarak, kabul edilen anlam ı, Hıristiyanh ğm ilk devirlerine ait felsefi ve dini bir sistemdir. Temel ilkesi, ferdi kurtulu şun iman ve amelden ziyade Gnosis marifet denilen üstün bilgi yolu ile geldi ği fikrine dayamr.
Gökalp (Ziya) 1875 yılında Diyarbakırda doğmuştur. İlk ö ğrenimini iptidaide, orta ö ğrenimini askeri rüştiyede yaptı. 1890 yıhnda idadiye geçti. Burada Frans ızcasnu ilerletmişti. İdadide müsbet ilimler yanında ilahiyat konuları ve ezcümle İlmi Kelâm da okunuyordu. Ziya Gökalp bir taraftan İ stanbuldaki yayınları izliyor, di ğer taraftan amcas ı Hasip Efendiden arapça ve Farsça ö ğreniyordu. Fazla olarak Hasip efendi yolu ile islâm filozoflann ı tetkik ediyordu. Kısacası, tek başına ara ştırmalar yapabilmek için gerekli her türlü fikri malzemeyi do ğduğu yerde ve çevrede elde etmi şti. Bu esnada sebebi kesin olarak bilinmeyen bir intihar te şebbüsü oluyor. Bir müddet sonra biraderi Nihad kendisini, çok arzuladığı İ stanbula getirdi. İstanbulda Veteriner
Fakültesine yazıldı. O zaman İstanbul Hamit İ stibdadma karşı çok dolgundu. Ittihat ve terakki cemiyeti gizli faaliyetini Selanikteki merkezin yard ımı ile devam ettiriyordu. Bunlara katılan Ziya Diyarbakıra döndü ğünde evi aranm ış , Avrupadaki Türk mültecilerinin yayı nları elde edilmişti. İ stanbula tekrar geldi ğinde hem fakülteden ç ıkarılmış ve hemde Task ışla ve Meh-
tarhana hapishanelerinde bir sene hapsedilmi şti. Hapisten sonra memleketine gönderilen Gökalp orada evlendi ve istibdatla mücadeleye ba şladı. Abdülhamidin sükutu üzerine Selanikte parti kongresine davet edilmi şti. Selanik yazarın gelişmesi için çok müsait bir zemindi. Orada Genç Kalemler dergisinde 1910-11 tarihine kadar yaz ılar yazdı. Gökalpın sosyoloji merakı siyasete üstiin geldi. S ırasile Gustave Le Bon, Fouillee, Tarde ve Durkheim ile u ğraştı. Gökalpın artık iki kişiliği vardı ; hem siyaset hemde bilimle u ğraşıyordu. Ittihat ve terakki cemiyetinin merkezi İstanbula nakledilince İstanbulda yerle şti. Partinin kendisine teklif etti ği rütbe ve makamları kabul etmeyerek büroda sadece memleketin kültür i şleriyle uğra ştı. 1915 yılında İstanbul Vniversitesinde yeni kurulan içtimaiyat dersine profesör oldu. 1919 y ılına kadar orada ders verdi. Türk Yurdu, Yeni Mecmua, İçtimaiyat Mecmuas ı, Milli tetetbüler Mecmuas ı ve Edebiyat Fakültesi mecmuas ında yazıları çıktı. 1919 da i şgal kuvvetleri Ziya Gökalp' ı Maltaya sürgün etti. Orada kendisiyle birlikte gidenlerle bilimsel konu şmalar yapıyordu. Kurtulu ş Savaşından sonra Ankaraya gelen Gökalp 1923 tarihinde Diyarbak ır mebusu oldu. Maarif encümeninde çalıştı. Bu sırada Türk Töresi, Alt ın Işık, Türkçülügün Esaslarınt yazdı . 1924 yılında sağlık durumu kötüle şti. İstanbulda Frans ız hastahanesine kald ırıldı. Ölümünden dört gün önce Mustafa Kemalin bir telgraf ı geliyor. Gazi bu telgrafta, bir şeye ihtiyacı olup olmadığım soruyordu. Hastan ı n iste ği şu oldu: çocuklarına bakılması ve kitaplarımn basılması Türk Medeniyeti Tarihi, Türkle şmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak, gibi eserler yanında sayılamıyacak kadar makale ve risaleleri vard ır. Sosyoloji derslerine ait yazmalar ı ve din sosyolojisine ait notları vardır. Türk Töresi, Alt ın Işık ve Türkçülüğün Esasları en son eserlerindendir.
Gölge olay (epipheno ınne) Bir temel olayın üzerine eklenen ve olay ın oluş ve sonucu üzerine hiç bir etki ve tepkisi olmayan ikinci bir olaydır.
183
Gregor İlliiminator 250-320 yılları arasında ya şamış Kayserili bir papazd ır. Ermeni kilisesinin kurucusudur. Onun yardımıyla Ermeni kilisesi a ş ağı yukarı 280 yılında milli bir kilise haline gelmiştir.
Groçyus (Hugo grotius) Hollandal• bir diplomat ve hukukçudur. 1583-1645 y ılları aras ında ya ş amıştır. Denizlerin serbestli ğini savunmak üzere Serbest Deniz (Marc Liberum) adl ı eseri yazmış tır. Devletler hukukunun babas ı sayılır. 1625 yılında yayınladığı Barış ve Sava ş Hukuku (De jure Pacis et Belli) adh eseri uluslar aras ı bir hukuk yasasıdır. Din ve hukuk adamlarının fikirlerine dayanarak hukuku, Tabii Hukuk (Droit naturel) ve Sözleşme hukuku (Droit Contractuel) diye ikiye ay ırdı. Yazar ayrıca anla şma hukukunu da iki kısma ayırmıştır: Bunlar ya Tanr ı sal hukuk (Ilakkullah (hakkul ibad
)
) yahut kul hukuku
dur. Bu bakımdan sözle şme insanlarla oldu ğu kadar Tanrı ile de
olur. Dini sözle şme kadar ahlöki ve siyasi sözle şme de söz konusu olabilir.
Gülhane hatt ı Hümayunu Sultan Mecidin Gülhane parkında 3 Ekim 1839 yılında D ış i şleri bakan ı Mustafa Re şit paş a tarafından okunup Osmanlı Tarihinin TANZIMAT devrini açan fermamn ad ı dır. Gülhane hattımn esasları : Yurtta şın mal, can ve namusunun güven alt ına alınması, vergilerin düzenli bir sisteme ba ğlanması ve toplanmas ı , askeri i şlerin ve askerlik süresinin belirli kurallarla yönetilmesidir. H Hahamlık (Rabbinat) Osmanlı Saltanat ında memlekette bulunan Musevi cemâat ının işlerini yönetmek üzere İ stanbulda te şkil edilen bir makam DER SAADET HAHAMHANES İ adını ta şırdı . Hahamhanenin başındaki kimseye Haham Ba şı derlerdi. Hahamhanelerin ruhani ve cismani birer meclisi ile bir de genel meclisi vard ı. Hahamlik cemiyetler kanunun 39. maddesiyle, ba şka dini kurumlar gibi bir cemiyet haline getirilmi ştir. Halife ve Hilafet (Calif et califat) Terim olarak halife Peygamberin ölümünden sonra müslümanlar ın dini ve dünyevi önderliğini elinde tutan kimsedir. Hilâfet ise İ slâmın yönetim şeklidir. Burada iki yönü birbirinden ayırmak gerekir: Birinci yön islamın egemenliğini temsil eden emirülmümininlik; ikincisi ima-
mülmüslüminlik O halde Hilafet kurumu İ slam devletinde din ve dünya i şlerinin önderliğini gösteririr. Hamail ve muska (Amulette et Phylactöre) Hamail büyülerden, hastal ık ve cinlerin kötülüklerinden korunmak amac ıyla yazdırıhp omuzdan çaprazlama bele inen bagd ır. Muska ise üçken şeklinde yazılı ve bir bezle kapl ı kağıt olup çoğu zaman ba şa veya omuz altına iliştirilir. Hamurabi (Hammourabi) M. Ö. 1955-1913 yılları arasında yaş amış bir Babil hükümdarıdı r. Kanun yapmıştır. Bu
184
kanunu halkın görebilece ği yerlere koydurmu ştur. Aslında bu kanunları kendisine güneş tanrım Şamas ilham etmiştir Hamurabi Kanunu (Code d' Hammourabi)
Babil Hükümdarı Hamurabinin M. Il 1910 yılında yürürlü ğe koydu ğu bir kanundur. Sümerler bu tarihlerde Babillilerin yönetimi alt ında oldukları halde bu kanunun kayna ğı Sümerlerin aralarında geçerlikte olan hukuk hükümleriydi. Bu kanunname kaz ılar sonunda bulunmu ştur. 2,5 metre yüksekli ğinde bir bazalt üzerine kaz ılmış olup usul, ceza ve medeni hukuka ili şkin hükümleri ihtiva eder. Havra (Synagogue) Yahudi Tapınağı anlamındadır. (Sinagok sözüne hak.) Bugün Yahudiler buna (beythaknesset) derler. Hayat Tekerleği.
Budizmde hayat ın çeşitli a şamalarını gösterir. Haymatloz (Heimatlos) Hiçbir Devletin uyrukluğunda bulunmamak halidir. Ço ğu zaman Devletlerin yurtta şlık kanunları arasında birlik ve ahenk bulunmamasından doğar. Türk vatandaşliğım terk etmiş veya bu sıfattan iskat edilmi ş olan kimse ba şka bir Devletin uyruklu ğunu almamış ise bu kimse tabiyetsiz ve vatans ız kalarak haymatloz ad ını al ır. Hayvan Cemiyetleri (Socktes Animales)
İnsan ve Hayvan toplumlar ında toplu yaşama ve iş bölühlü gibi benzerlikler, tıpkı insan toplumu gibi bir hayvan toplumunun varl ığına inandırmıştır. Gerçekten bu gibi kar şılaştırmalar bugün için do ğru de ğildir. İnsan ve Hayvan aras ında olduğu kadar bunların meydana getirdikleri toplumlar aras ında da kapatılması güç farklar vard ır. Fizik bakımından insan dik durur, sesle konu şur, baş parmağını ötekileriyle kar şılaştım, ve dimağının ağırlığı hayvanlardan fazlad ır. Toplumsal yönden, farklar büsbütün büyüktür, şöyle ki: a - İnsan alet yapar ve onu geli ştirir. b - İnsan toplumu, kültür, medeniyet ve ideal yarat ır. Millet, memeleket sanat, din ve bilim idealleri hayvan toplumlarında yoktur. e - İnsan toplumlarında din, dil, ahlak, iktisat, devlet kurumlar ı vardır. d - İnsan toplumu yalrnz insanların eseridir; oradaki gelenek ve görenekler, hayvanlardaki varlığı ve türü koruma iç güdüsü ile kıyaslanamaz. Helal ve Haram
İ slamdaki haram ve helal kavramları bilim alanında kaymtılara elverişlidir. Helal, kutsal dışı sözünün karşılığı olabilirki Frenkler buna profane derler. Profane, tap ınak anlamın daki
Fanum kökünden gelir. Tap ınak dışında kalan kısma profanum denilmektedir. Haram sözü iki şeyi gösterir, ba şta kirli veya pis olan şeyleri, sonra dokunulmas ı yapılması, söylenmesi ve yenmesi yasak edilen şeyleri gösterir. Helenizm ve Hellenistik (HelMnisme et Hellenistique)
Yunan kültürünün Do ğu Akmiyle teması sonuncu ortaya ç ıkan fikir, sanat ve felsefe akl ı/ima verilen addır. Henoteizm (1-UnotUisme)
Max Müllerin ilkel dinleri göstermek üzere kulland ığı bir teırimdir. Buna göre aynı zamanda
185
birçok tanr ıların varlığı tanınmakla beraber bunlardan birisi üstün tanr ı veya ulu Tanrı diye kabul edilir. Heros Yunanhlarda kahramanlar ve insanlar ın ataları anlamına gelir; mitolojide baz ı kahramanlarm tanr ılaştınldığı ve bazı Tannları n da Heros mertebesine dü ştü ğü görülür. Kahramanlara tap ınma (culte des heros), eski imparatorlara tap ınma ve bir bakımdan azizlere gösterilen saygıda yasaya gelmi ş tir. Hiyerarşi (Hierarchie) Batı da dini teşkilattaki mertebeler düzeni anlam ındadır. Burada tabii ve dünyevi cemaat anlamındadır. Karizmatik te şkilatı keramete dayanan te şkilat ve Hiyerar şik teşkilat ise mertebeler düzenine veya gelene ğe ba ğlı teşkilat ş eklinde dilimize çevrilebilir. Bu terimle rahiplerin mertebeler düzeni anlat ılmak istenir. Eski Do ğunun büyük dinlerinde pek güzel düzenlenmi ş ve zincirlenmiş hiyerar şıler mevcuttur. Katolik kilisesinde sekiz mertebeli bir hiyerar ş i vardır ki yüksek mertebeleri Diyakon, Papaz ve Piskopostur. Hiyerar şı sözü aynı zamanda sivil hayatta da kullan ıhr. Bundan ba şka melekler konusunda da böyle bir hiyerar şı vardır. Bu anlamda Türkçe kar şılığı mertebeler düzenidir. Hobbes (Thomas) Leviathan adl ı eserile toplum incelemelerine girmi ştir. Leviathan gerçekte mukaddes kitab ın şeytanı ve mecazi manas ıyla zâlim bir kimse olduğu halde Hobbes bunu hükümdar manasma almıştır. İnsan insanı n kurdudur. (Homo homini lupus) deyen fikir adamı insanların diğer kurtla= kötülü ğünden korunmak için büyük kurda yani hükümdara s ığındığını kayıt etmektedir. Böylece insanlar bir tarafh bir sözle şme ile kendilerine ait imtiyazlann bir kısmını hiikümdara bırakırlar. Hükümdar buna kar şılık kendilerini koruma ödevini üzerine al ır. Homer (Homere) M. O. 9. yüzyılda yaş amış ünlü bir şairdir. Yunan kahramanbk destan ımn yazarıdır. Hayatı hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Buna kar şı hk Homerik din kavramı, dinler tarihinde kendisine atfedilen büyük şiirlerde görülür. Burada sava şanların insanlara yakın Tanrılar arasında yapıldığı ve antropomorfik inan ışların kabul edildiği gözden kaçmaz. Hostia Ökaristi (Eucharistie) de kullan ılan mayasız hamurdan yapılmış yuvarlak ekmek parçasıdır ki kutsallamadan sonra han ı n vücudu haline gelmektedir. Rahibeler taraf ından yapılan Hostia kutsal bir sembol ile süslüdür. Orta ça ğ lejandlarına göre kutsallanan Hostialarda bir çok mucizeler görülmü ştür. Hoşgöriirlük (La tolerance) Farklı fikir, siyasi dü şünce, din ve milliyeti ve bunlardan do ğ an ayrılıkların tatlı ve tarafsız karşılanmasıdır. Ho şgörürlük fikri bakımdan izafiyecili ğin ve siyasi bakımdan demokrasinin temel ş artıdır. Hukuk Devleti (Etat de Droit) Kamu yönetimini elinde tutanlarm kamu i şlerini kendi istek ve ölçülerine göre de ğil, önceden kurulmuş hukuk kurallarına bağlı kalarak yürütmek üzere izledikleri yönetim sistemidir.
186
I-1 Irkçılık (Racisme) Başka topluluk ve milletlerle münasebetlerinde bir hareket kural ı olmak üzere belirli bir topluluk veya ulusun var say ılan fizik ve ruhi bazı özelliklerini ortaya atan bir doktrindir. Irkçıliğuı her şekli bir önermeye dayanır: Bunlardan biri, bir ırkı karakterize eden şey, genetik olarak intikal eden ve yok edilemeyen baz ı ruhi özelliklerin var sayılmasıdır. Otekisi, bir ırkın ruhi nitelikleri kopmaz baglarla fizik niteliklerine ba ğlıdır. Bu doktrin biyolojik etkenlerle kültürel etkenleri birbirine kar ıştırma ve aynı sayma esasına dayamr. Arı bir mitolojik kuruntu ve buluş olan ırkçılığın bilimsel görüşle hiçbir ilgisi yoktur. Islahat Fermam Osmanlı imparatorlu ğu teşkilatının yenileştirilmesi, keyfi davranışların yasak edilmesi, can, mal, ırz dokunulmazlığının sa ğlanması ve memleketin kalkındırılması gibi problemlerin çözülmesi hakkında Birinci Abdülmecidin çıkardığı 1839 tarihli G-OLHANE HATTI HUMAYUNU ve 1856 ISLAHAT FERMANI ile Abdülazizin çıkardığı 1860 tarihli Fermanlardır Bunlar Tanzimat ve Osmanlı imparatorluğunun Batı ilkeleri içinde düzenlenme ve örgütlenmesi hareketlerinin hukuki temellerini te şkil eder. Ibadet (Culte) Anlamı Tanrıya kulluk etmektir. Dini anlam ı , niyeti; olarak tanrıya saygı göstermektir. Sosyolojik anlamı ise dini tecrübenin eylem olarak akseden anlat ımıdır. Istılah (Nomenclature ou terme) Asıl anlamı ittifaktır. Bilginlerin bir söziin asil anlam ından başka bir anlamda kullan ılması/Ida söz birliğ i etmeleridir. Belirtilmesi gereken cihet bir kelimenin iki anlam ı olduğudur. İlk anlam kelimenin lagat manas ım ikinci anlam ise bilimsel manasını gösterir ki bu sonuncuya Istılah manası denir. İbn Haldun: 1332 yılında Tunusta do ğmuş ünlü bir sosyolog ve tarihçidir. 20 ya şına kadar Tunusta tahsille u ğraştıktan sonra çok sergüze ştli bir hayat geçirmiştir. Bir çok hükümdarm ra ğbet veya nefretini kazannu ş, hapse atılmış, veya taltif edilmiştir. Son olarak Oranda Tiaret'in güney - batısında Karta İbn Salama denilen bir köşge çekilerek kendini 4 seneye yak ın bir zaman mütaalaya vermi ş ve buradan yepyeni bir Bilim definesi ile çıkmıştır. Bu yeni Bilim, tarih felsefesi ve bugün daha modern bir deyimle sosyoloji idi. Sonra M ısıra gelmiş orada bazan müderrislik bazan kad ıhk ve hazan da diplomathk yapm ıştır. Çok de ğişik bir hayat süren İbn Haldunda değişmeyen vasıf bilim aşkıdır. Şeyhülislam Piri-zade Mehmet Sahip efendi ve geri kalan kısmı da Cevdet pa şa tarafından Türkçeye çevrilen mukaddime, İbn Haldunu ebedile ştirmiştir. Mukaddime Kitap-ül iber adli eserin ba şlangıç kısmını teşkil eder. İbn Haldun bu eserinde toplumsal, felsefi ve hatta teknik konular ele al ınmıştır Devletlerin hayatım, Yükselme, duraklama ve dü şme safhalarum ayırmış, hilafet ve imamet bahislerini incelemiştir. İbn Haldun dinin toplumsal rolünü kabul etmi ş olup liberal politika ve hürri-
yetin yan ında nizam ın da mürervici olmuştur. Devletin makul nisbetlerde bir vergi almasını münasip görmekte ise de ba şkaca halkın tedirgin edilmesini ve hürriyet haklarının çiğnenmesini asla uygun bulmaz. Mukaddimesi bir ansiklopedi sayılabilir. Yazar burada bütün meseleleri akli esaslara göre çözmü ş bulunmaktadır. İbn Rüşt (Averroes) 1126-1198 yılları arasında Arap İspanyada yaşamış ünlü bir islam düşünürüdür. Aristo
187
hakkında yaptığı yorumlar İ skolastiklerce o kadar be ğenilmiştir ki, bu kendisini en büyük yo rumcıı olarak göstermeye vesile olmu ştur. Kurtubada do ğmuş ve Fasta Halifenin saray ında önemli bir görev almıştır. İnsan ruhunun s ıkıca beyne bağlı bulunduğunu ve bu organla birlikte öldü ğünü ve fakat insanda ölümsüz bir ilke sayılan aklın bulundu ğunu iddia etmi ştir. Batı Âlemi Aristoyu ve Hıristiyan olmayan felsefeyi ancak İbn Rüşt aracılığıyla ardayabilmiştir. İbn Sina (Avicenne) 980-1037 yılları aras ında yaş amış bir islöm bilginidir. İranda ünlü bir doktor ve memur olmuştu. Farabinin ve dolayı siyle Aristo ve Neoplatonizmin etkisi alt ında bir çok yorum kitapları yazmıştır. Eserleri Orta ça ğ hıristiyan Avrupasında büyük yankılar yapmıştır. 'bn Tufayl 12. yüzyılda Endülüs araplar ı arasında yeti şmiş bir filozof ve hekimdir. Gırnata yakınlarında doğmuş tur. En önemli eseri felsefi bir roman olan Hayy Bin Yakzand ır. Yazar burada tabii çevresinden uzakla şmış bir çocu ğun zihni geli şimini ele almaktadır. Bu eser 1923 yılında Mihrap Mecmuasında Babanzâde Re şit bey tarafından dilimize çevrilmi ş tir (Bk. islöm Ansiklopedisi İbn Tufeyl Maddesi) İcma veya licma -1-ümmet (Consensus de l'opinion) Lögat olarak iki anlam ı vardır: Biri azim ötekisi oy birli ğidir. Usul terimi olarak İ) metten bir yüzyılda gelen müctehitlerin şer'i bir hüküm üzerinde birbirinden haberleri olmaks ızın oy birli ğine varmalandı •. Buna İ cmai Ümmet denir. islöm hukukunda üçüncü derecede bir kanıt (şer'i delil) tır.
İslâmda dört şer'i delil vardır. Bunlar sırasiyle Kur'ân, Sünnet, icma'i
ümmet, kıyası fukahadır. İdeologlar (Les idöologues) Siyasi ve felsefi bir gruptaki bilginleri gösterir. Condorcet, Laplace, Lamarck, Amper bunlardanchr. Bunlar Fransada Konvansiyon devrindeki fikir hareketini temsil ederler. Bunlar ın hepsi insan ruh ve zihniyetinin tahliline koyulmu ş değildirler. Fakat hepsi de gözlem (müşahade) metodunu uygularlar. Bu ise her türlü metafizik dü şiincelerden uzak bulunmaktadır. İ deologlar ( İ döologues) Condillac'tan ba şlayarak fikirlerin kaynak ve kurallar ını ara ştıran ve İ deoloji ile uğraş anlara denir. Cabanis, J. Baptiste—say, ve Volney bunlar aras ındadır. Napolyon, küçük göstermek için, bütün filozoflara bu ad ı takardı . İdeoloji (Idöologie) İdeoloji, millet, sınıf, kast, meslek, mezhep, siyasi parti ve benzeri bir grubun karakteristik fikir, inanış ve düşünüş tarzlarının tümüdür. Bu ideolojileri, ait oldukları grupların coğrafya ve iklim durumlar ı , alışılmış faaliyetleri ve kültürel ortamlar ı şartlandırır ve tayin eder. Bunlar tekelci olmad ıkları gibi aşkın da değildirler. Bu yönden aynı ulusa mensup fakat ayr ı i ş güç sahibi iki kiş i ayııı ulusal ideolojiyi paylaşır ve kendi melekelerine ili şkin ideolojilerde birbirinden ayrılabilirler. İkonoklast (İ conoclastes) Bunlara İslöm âleminde putluranlar denir. Anlam ı putlann ( İ cones) kırllması dır. 8. yüz yılda meydana gelen bir h ıristiyan mezhebi mensuplar ı azizlerin putlarıııı kırarlardı. Maksat ları azizlere tap ınmayı önlemekti. Zira bu gidi şin eski paganlığın puta tapma sistemini yeniden canlandırmaya yol açaca ğı samhyordu. Bu hareket bir çok h ı ristiyan sanat eserlerini yok etmiş ve 2. yüzyılda sona ermiştir.
188
İmam-1 Azam Ebu Hanife Numan ibnü Sabit-ül Kûfidir. İslâmdaki dört mezhep kurucular ından birisidir. Kalede do ğmuş ve Bağdat'ta vefat etmi ştir. Kurduğu mezhebe hanefi mezhebi derler. Islâm hukukunun ilk kurucusu da yine kendisidir. Bu mezhep, Irak, Iran, Hindistan, Sind, Çin Herat, Kâbil, Mavera- ı nehir, Mısır, Türkiye ve Balkanlarda yay ılmış tır. Bugünkü müslümanların yarısından çoğu hanefidir. Incil (Evangile) Yunancada iyi haber anlammdadır. Isâmn getirdi ği haber daha sonra H ıristiyanlarea uyulmakta olan Kitab ın adı oldu. Esası Havarilerin a ğızdan ağıza anlattıkları söz, hikâye ve hükümlerdir. Ilk yazıldığı dil ârâmi dilidir. Incil dört kitab ı ihtiva eder. Hem Isibun söylediği hikmetler, meseller, apokaliptik sözler ve H ıristiyan inancı üzerindeki bildiriler hemde hanın mucize ve vaızleri burada yer alır. Isâ dininin inanç ve ö ğretilerini kapsayan bu kitap Isânm ölümünden sonra derlenmi ştir. infalibilitas (Lâyuhtilik - yan ılmazhk) Papanın makamında verdiği hükümlerde yandmayaca ğı inaneıdır. Papalar Veya karar verecek durumdakiler makamlarında (Ex-Cathedra) verdikleri kararlarda yandmazIar. Islâmiyette "ümmetim delalette ima etmez" 4.1),1,•,J1 " I hükmü bu konu ile ilgili olduisiu„, ğu gibi Farabi Medinei fazılada "hükümdar hırkai saadet giymiş Eflâtunu cihandır" demekle bu yanılmazhğı açıklamıştır. Fakat Islâmdaki bu yamlmazl ık Hıristiyanlığın katolik kilisesino öz ve papah ğın bildirilerine ola ğanüstü bir de ğer vermede oldu ğu gibi bir amaç gütmez. İnka (İntas) Peru'da Güne ş Tanrısının oğlu sayılan hükümdardır. Amerikanın keşfi sırasında Peruda ki şua (Quichua) imparatorlu ğunun hükümdarlarma verilen addır. İrtidat ve Riddet
ji , İ ..1; l)
islöm dininden başka dine dönmektir. Di ğer dinlerden Islâmiyete dönmenin ad ı ihtida ) dır. İskoçya Okulu (Ecole ‘cossaise) Ço ğu Edimburg Universitesinden ç ıkmış olup toplumsal olguları incelemede ön ayak olan ve eserleri sosyolojik ara ştırmalarda kaynak say ılan bir bilginler zümresine verilen add ır. Bunlar arasında Adam Smith, Ferguson ve Robetson'u görmekteyiz. Bu okul sosyolojiyi bilimsel anlamda incelemi ştir. Fransada bunlar ı ideolog denilen bir zümre takip etmi ştir. iskoltıstik (Scholastique) Orta çağın 12-14 cü yüzyılları arası nda Hıristiyan Avrupada hâkim olan bir dü şünce tarzıdır. Bu akım Hıristiyan Ortodokslu ğu ile Eflâtun ve daha çok Aristo sistemini ba ğdaştırma amacım güder. Başka bir deyişle, Eflâtun ve Aristodan al ınan ilkeler kilise anlayışma uygulanmış ve bundan da Iskolastik ad ını taşıyan felsefe, mantık ve teoloji do ğmuştur. İspirthuna (Spiritisme) Ölülerin ölümden sonrada var olmakta devam etti ğine inanılan ruhlarıyla, bazı şartlar altında haberle şmenin mümkün olduğuna inanan görü ş ve bu maksatla yapılan denemelerdir. Ispirtima dönen masa, otomatik yaz ı gibi vücutlanmış ervahtan ileri gelen bazı olaylarla uğraşır. Burada ruhlar, insanlarla ilgilenerek onlarla temasa gelmek isterler. Bu temaslar ya do ğ-
189
rudan do ğruya yahut gaypten haber almaya elveri şli Medium denilen kimselerin arac ılığı ile sağlamr. İstanbul Efendisi 16. yüzyıldan sonra
İ stanbul kadısına verilen addır. Sonraları bunun yerine İ stanbul
kadısı ünvan' konmu ştur. İstefan Helenistik yahudilikte kurulan ilk H ıristiyan cemaat ının başkamd ır. Yahudi ibadetinin İsa= dönmesiyle sona erece ğini söylediği için yahudiler tarafından taşlanarak öldürülmü ştür. İstihare
)
Özel bir amaçla riiyaya yatmakt ır. Girişilecek bir işin hayırh olup olmayacağını rüyadan anlamak için abdest alıp dua okuyarak uykuya yatmaktan ibaret eski bir adettir. Kelime hayırdan gelir. J Jaina (Jainizm) Yenen anlam ındadır. Hindistandaki Jaina, dinin felsefesine göre her devirde ortaya ç ıkan kurtarıcı ve düzeltici gücün ad ıdır. Bu din Tannsız dinlerdendir. Abimsa yani canl ı yaratıklara kıymamak ülküsüne haklıdırlar. Jainizm Budizme çok yak ındır. Jansenizm (Jansönisme) Cornölius Jansen tarafından 17. yüzyılın başından itibaren kurulmu ş bir mezheptir. Tann iradesine teslimi şart koşan koyu bir katolikliktir. Bunlar ço ğu zaman Jezvitlerle u ğraşmışlardır. Papahlı makamı kendilerini tasvip etmemi ştir. Jezvit (Jesuites) İ slamiyetle fikri bir sava ş açmak ve ınutezileyi yola getirmek üzere İ gnace De Loyola ( İgna tius) tarafından 16. yüzyılda kurulmu ş bir tarikattır. Hıristiyan tarikatlar aras ında en canlı ve misyoner olan ıdır. Justinyen (Justinien) Aşağı yukarı 482-565 yılları arasında yaşamış bir Bizans imparatorudur. Kilisenin kurulmasına hukilk" imkanlar haz ırlamıştır. Monofizitlere karşı şiddetli hareket etmi ştir Komutanları Bölisaire ve Narses'in yard ımıyla Vandalları ve İranlı ları yenmi ş, kanun ları toplatmış ve Ayasofya camii ııi yaptırmıştır. K Ka Mısırda ölümden sonra insan gövdesinde kalan bir ruh prensibidir. Bunun için mezarlara Imzan ka'nın evi denilir. Kabotaj (Cabotage) Bir devletin k ıyılanndaki deniz ticaretinin, limanlar ı arasındaki ula ştırmanın ve Balık avının kendi yurtt.ışlarma ve özellikle kendi bayra ğını ta şıyan gemilere saklı tuttu ğu bir imtiyazd ı r.
190
Kahin ve Kehânet (Oracle) Gaybe ait haber verme iddias ında olan kimseye kahin ve bunun gösterdi ği maharete de kehânet (oracle) derler. Eski Yunan ve ilk ça ğ milletleriııde gelece ğe ilişkin dikenli mes'eleler Tanrılara sorulur ve al ınan cevaplar ilgililere bildirilirdi. Eski Yunanda en ünlü kehânet yeri Delf (Delphes) şehrindeki Apollon tap ınağı idi. Romahlar imparatorluk devrinde s ık sık kehanette bulunurlard ı. Apollon tapınağı altındaki Cumes kâhinesi (Sibylle de Cumes) ve Preneste'nin Fortune tap ınağında olan kehânet yerleri çok tan ınmış merkezlerdi. Kalven (Jean Calvin) Hıristiyan din yenileticilerinden (reformatörlerinden) biridir. Fransada do ğup büyümüş, protestan fikirlerine meyil gösterip H ıristiyan Dininde Dersler ( İnstitutio Christianae Religionis) adli bir eserde fikirlerinin anahtarlann ı göstermi ştir. Hayatının büyük kısmını Cenevrede geçirmiştir. Lüther'den bir kaç noktadan farkl ı olan doktrinin özü insanın Mesihte ya şamasını mukadder görmesidir. Bu teolog özet olarak dini otoritenin demokratla şmasım, din törenlerinin ortadan kalk ınasım, alınyazı sına inanılmasını ve Kutsallama ayinlerinin (sacrements) yalnızca vaftiz ve a şayı rebbani (müşterek yeme ğe) ye hasredilmesini savunur. Kanon (Canon) Genel olarak bir dinin kutsal kitaplar ının tümüdür. Budizmde pali—kanon, Hıristiyanlıkta eski ve yeni sözle şme böyledir. Ço ğu zaman belirli bir dini kişilikle ilgili söz, hikâye ve buyruklar kitap halinde toplamr. Bazan da bu kanunlarda tabiat üstü bir nitelik görülür. Vedalar tanrıların eserleri veya onlarla birlikte yarat ılmış kutsal kitaplard ır. Tevrat Tannsal bir vahiydir. Kanon bir dini yabanc ı etkilere kar şı koruyan bir duvarda.
İslamda
ise kur'ânda mevcut dünya ile ilgili hükümler bunun bir örne ği sayılabilir. Kapitiihisyon (Capitulation) Doğu ve Yakın Doğu memleketlerinin tek tarafl ı olarak Avrupa ve Amerika devletlerine karşı tanıdıkları bir takım imtiyazlardır. Bu imtiyazlar bir devletin ba ğımsızlığını anlatan yasama, yargı ve yürütme erkelerini ba ğladığ'ından kapitülasyonu kabul eden Devletler hukuk anlamında tam ba ğımsız bir devlet say ılmazlar. Kapitülasyonlar adli, idari ve mali k ısımlara ayrılırlar. Bunların kaldırılması için memleketimizde çok u ğraşılmış ve nihayet Lozan Bar ış Andaşmanıun 25 inci maddesiyle ortadan kald ırılmıştır. Bunlara uhudu Atika da denir. Katolik (Catholique) Gerçek anlamı evrensel ve geneldir. Roma kilisesi kendisine bu pâyeyi vermi ştir. Bununla güdülen amaç, bütün dünyada var olmas ı, bütün gelenekleri koruması ve bütün dini olayları kapsamasıdı •. Kantsky (Karl) 1875-1938 yılları arasmda yaşamış Avusturyalı toplum felsefecisi ve devlet adamıdır. Pragda doğmuştur. Kendisi sosyalist olup Fr. Engels'in sekreteri olarak 1883-1917 y ılları arasında Neue Zeit adlı marksist dergiyi yönetmi ş ve kendisini Karl Marx' ın yorumcusu olarak tamtmıştır. Marksın Ekonomik Teorisi (Karl Marx ökonomische Lehren), Toplumsal Devrim (Die Soziale Revolution), Hıristiyanhğın Kaynağı (Ursprung des Christientums) belli ba şlı eserlerindendir
191
Kavram ve Eylem (Notion et action) Beşen davrara şlarda bir iç safha vard ır ki buna fikir, düşünce, kavram, inanç denir; iç safhanın dış görünüşüne yerine göre fili, hareket eylem veya âmel denir. Kaat (Caste) Irs ve iç evlenme niteli ği taşıyan bir toplum şeklidir. Burada üyeler ayn ı ırk, aynı soy, aynı meslek ve aynı bir dine mensupturlar. Ancak tabakala şmış toplumlarda kast sistemine rastlanır. Bir çok toplumlarda çe şitli tabakala şma şekilleri kastlann kurulmas ına yol açar. Üyelik vasıfları irsidir ve ba şka kastlarm üyeleriyle evlenme yasak edilmi ştir. Ço ğu zaman bir kasti te şkil eden fertler ancak tek bir meslek veya bu mesle ğe yakın bazı meslekleri tutabilirler. Bazı davranış , mensek ve dini törenlerin yap ılması kastlardaki birlik ve beraberli ği saklar. Katip Çelebi (Hacı Kalfa) Türklerde Do ğu ve Batı bilimlerine vakıf büyük bir bilgindir. Abdullah efendi ad ında bir askerin Mustafa adlı çocuğudur. Bir taraftan ilim tahsil etmi ş bir taraftan da muhtelif memuriyetlerle Osmanl ı ülkesinde bir çok yerleri gezmi ştir. Son olarak İstanbulda yerle şerek eserlerini tamamlam ıştır. Hicri 1067 yılında ölmüştür. Eserleri içinde Ke şfüzzünun I sL I
;J..4.11
Cihannüma, gibi de ğerlileri vardır.
Karizma (Charisme) Yunanca serbestçe ba ğışlama anlamı ndadır. Terim ilk önce Petrus taraf ından incilde kullanılmıştır. Peygamber ve dini önderlerde var say ılan olağan üstü yetenek ve kişisel özelliklerdir. Kelâm (TUologie) Tannsal ö ğreti anlam ındadır Tanrı ve onun Kainatla olan münasebetlerinden bahseder. Teoloji hazan ilahiyat kar şılığı olarak bütün din alanı nı kapsayacak derecede geni ş tutulur. Bu terim bilimsel alanda bir dinin savunmas ını sağlayan bir bilim dalını gösterir Kerâmet (Thaumaturgie) Kerâmet vermek anlamında olan kerem sözünden gelir. Baz ı ermiş (veli) insanlann gösterdikleri ve yaptıkları olağan üstü olaylar ve yeteneklerdir. Kıpti kilisesi (Eglise Copte) Monofizit kiliselerden biridir. Patriyark ı İskenderiyede oturur. Burada en eski rahip geleneklerine hala rastlan ır. Diğer Monofizit kiliseler s ırasiyle Ermeni ve yakubi kiliseleridir. Kısas (Loi de Talion) Işlenen bir suçun cezas ını eşit ve e şdeğer bir zararla gidermek ve öcünü almakt ır Burada iki zararın eş de ğerde olması ve saldırgana verdirilen zarar suçuyla orant ılı olması esastır. Parolası, göze göz; di şe diş (oeil pour oeil, dent pour dent) dir. Kızılay Derneği (Societe de Croissant - Rouge) Her türlü araç ve gereçleriyle sava şta ulusal ve yabancı orduların hasta ve yaral ılanna bakmak, bunları tedavi etmek; bar ışta yangın, sel ve yer sars ıntısı gibi musibetlere u ğrayan Türk ve yabancılara yardım etmek üzere kurulan ve devletçe kendisine bir tak ım imtiyazlar tanı nan bir demektir. Çe şitli uluslar arası andlaşmalar sonunda Kızılay derneği uluslararası bir nitelik almıştır. Buna eskiler Hilal—i Ahmer Cemiyeti derlerdi. K ızılay-1n i ş areti ak zemin üzerinde kırmızı aydır.
1.92
Kızıl haç (Croix - Rouge) Savaşta yaralanan ve hastalananlar için koruma ve iyi etmekle ilgili bir tak ım hükümler koyan 22 A ğustos 1864 tarihli Cenevre sözle şmesinden sonra bir çok Batı memleketlerde kurulmuş olan hayır derneklerine verilen add ır. Kilise (Eglise - Ekklesia) Ortakla şa inanış ve törenleri olan ruhani bir önderin ki şiliğinde geleneksel birli ğin sembolüdür. Bu anlamda kilise sözü, muhtelif toplumlarda kullan ılır Hıristiyanlıkta Hz. hanın kurmuş olduğu bir kurumdur. Ba şkanı Petrus'un halifesi sayılan papad ır. Daha genel ve ruhani bir anlayış a göre müminlerin meydana getirdikleri ruhani topluluktur. Buna Islâmdo cemaat veya islam cemaat ı derler. Klan (Clan) En küçük toplum türüdür. Bu söz , genel olarak dış evlenme, mantık öncesi zihniyet, parazit iktisat sistemi ve ortakla ş a mülkiyet esas ına bağh bir toplumu gösterir. Akrabahk baba veya ana tarafından gelebilir: Baba tarafından akrabalık (clan patrilinaire) ta k ız ve erkek bütün çocukların müşterek bir babadan geldi ği inancma dayanır. Ana akrabaliğına dayanan klanda (Clan matriline'aire) da ise bütün çocuklar mü şterek bir anadan gelmi ş sayılır. Eski toplumlarda akrabahk her vakit ayn ı kandan gelmeyi gerektirmez. Bazan ayn ı kandan olmayanlar birbir inip akrabas ı sayılır ki buna saymaca akrabal ık derler. Türkçede klana sop denir, Osmanl ıcada karşılığı "Semiye" dir. Klik (Clique)
Amerikan Sosyologlanmn geni ş bir toplum içinde beliren küçük bir gruba verdikleri add ır. Bu küçük grubun üyeleri kendilerini öteki üyelere e şit sayar ve kar şılıklı yardımlarla yükümlü olduklarına inamrlar. Kolektivizm (Collectivisme)
Oratakla şacıhk anlamındadır. Bireyciliğin karşıtıdır. Genel anlamı ekonomi alanında ferdi mülk ve özel te şebbüsün sıkıca sımrlandığı, kontrol edildiği veya yok edildiği bir te şkilatlanmadır. Burada Devlet te şebbüsleri özel te şebbüslerin yerini alm ıştır Terim aynı zamanda bir doktrini gösterir. Sendikalizm, Sosyalizm, marksizim ve Komünizm adlar ı altında çe şitli kolletivist fikirler devam edip gider. Komünist Beyannamesi (Le Manifeste Communiste)
1848 de Karl Marx tarafından yayınlanan ve mensuplannı birleşmeye çağıran bir beyann amedir. Komünyon (Communion)
Hıristiyanlıkta Azizlerin komünyonu, insanların bu dünya, arefat ve öteki dünyadaki müminlerle meydana getirdikleri birliktir. As ıl anlamı insanın Tannsına ve o yolla din karde ş lerin ba ğlılığıdır. Türkçeye (Müminler Birli ği) olarak çe,yrilebilir. Fraternite sözü de Din Karde şliği anlamındad ır. Konfuçyus (Confucius ou Confucianisme) M. O. 551-479 yılları arasında Çinde yaşamış bir din kurucusudur. Çe şitli görevlerden sonra ö ğretmenliği seçmiş olup özellikle Eski Çin adetleriyle ilgili eserlere, şiir ve müzi ğe önem vermi ş tir. Daha sonra bakan olmu ş, siyasi buhranlar yüzünden yurdunu terketmi ştir. Amacı, geleneğin
Din Sosyolojisi F. 13
193
bozulması dolayısıyle her bakımdan tehlikeli bir duruma dü şmüş olan yurduna yardım edip yurtta şlanm eski geleneklere göre e ğitmekti. Bunu yapmak için klasik Edebiyat örneklerini toplayarak yasa şekline sokmuştur. Dini problemlerle çok az ilgilenmi ş, buna karşılık ahlak konulan üzerinde durmuştur. M. O. 204 yılında mezarmda ruhuna ilk defa kurbanlar kesilmi ş ve M. S. 1912 yılında gök ve yeryüzü tannlan yüceli ğine çıkarılmıştır. Kurdu ğu sisteme K onfuçyus dini (Confucianisme) denir. Konkordato (Concordat) Konkordato bir din öndri ile Devlet önderi arasmda yap ılan anlaşmadır. Birinci Fransuya ile papa arasındaki anlaşma böyle bir konkrdatod ı r. Konstantin (Constantin dit le grand) 274-337 puan sırasında yaşayan Roma imparatorudur. 312 y ılında Hıristiyanlığı imparatorluğun resmi dini olarak tammıştır. Ölümünden bir süre önce Kiffienin de başkanı olduğunu ileri sürmü ş ve bu şekilde bizantinizmin kurulmasma yol açmıştır. Koruyucu Ruh (Esprit Gardien) Belli bir ferdi korudu ğu söylenen tabiat üstü bir varl ıktır. Özellikle kuzey Amerikada bir çok yerli, kabilelerde koruyucu ruh, korunan ferdin dü şleri veya kalp gözleri aracıhğıyl varlık ve faaliyetlerini belli ederler. Kozmololi (Cos ınologie) Dünyayı yöneten kanunlar bilimidir. Kozmogoni (Cosmogonie) Dünyanın oluşu ile ilgili mitololik ve felsefi tasavvurlard ır. Ksennfanes (Xönophanes) M. O. 570-480 yılları arasmda ya şamış olup yunan felsefesinde gelişen din eleştirmesini anlatan bir filozoftur. Özellikle Homer ve Heziod'un mitololisinde göze çarpan antropomorfist görüşleri sert bir şekilde eleştirmiştir. Kuvay-kır (Quakers ou sociötö des amis) Buna dostlar derne ğide derler. 1648 yılından beri Ingilterede ortaya ç ıkan bir mistik cereyan olup bugün Amerikada önemli bir rol oynar. Bu mezhebe göre her insanın içinde tannsal bir nur parlamaktad ır. Her insan Tannıun oğludur. İsamn mistik varlığı bütün insanlığı kapsamaktadır. İbadette Tannya sükfıtle tevesccüh edilmektedir. Ban şseverlikleri dolayı sıyla kuveykirler askere gitmezler. Sava şta acı duyanlara her türlü maddi ve manevi yard ımda bulunurlar. Ku Kulx-klan Amerikada Zencilerle u ğraşmak üzere kurulmu ş olan dini ve siyasi nitelikte gizli bir dernektir. Kulturkreis
•
Bir kültürün yayıldığı yer anlamındadır. Kurtuluş Dinleri Her dinde kurtulu ş anlamı vardır. Çünkü her din insanı bu dünyadan ayınp Tannsal bir gerçeğe yöneltmek ister. Kurtulu ş anlamı çeşitli şekillerde görülür. hısam bu dünyamn acılanndan tanı bir sükûnete götürmek istiyen Upani şat mistiği, Hinduizm, Janizm bu çeşit-
194
lerdendir. iranda Zerdü şt dininin başka unsurlarla kar ışmasından sonra ortaya ç ıkan din sistemleri özellikle Maniçeizm, bütün gnostik akımlar, hellenistik sır dinleri bu kavramdad ırlar. Ihristiyanhkta ısanın ölümüne inanış bu kurtuluş kavrairnyla ilgilidir. Kut ve Alt ın ışık Sosyologlann Mana dediği şeye eski Türkler Kut derlerdi. Kut yayg ın bir kutsalhktır. Hangi şeyin üzerine konarsa onu kutsal kilar : Kutlu da ğ gibi. Eski"Türkler kutu, gökten inen bir nur sütfmu, bir alt ın ışık olarak tasarlarlard ı . Bu altı n ışı k hangi insana, hangi 'hayvantı, hangi şeye dokunursa onu kutlu kflard ı. Türklerin bir tabii aşk gecesi vardı ki o gece bu nur sütunu neye dokunursa onu gebe b ırakırdı (Z. Gökalp) Kutsal ve Kutsal dışı (Saere et profane) Bilinen bütün dini inanışlar eşya ve eylemeleri ikiye aynarlar. Bu bölümler kutsal ve kutsal dışı olarak anlat ılır. Kutsal şeyler sözüyle yalnızca Tanrı veya ruh denilen ki şisel varliklar değil, bir kaya, bir a ğaç, bir kaynak, bir çak ıl taşı , bir tahta parças ı, bir ev veya herhangi bir şey —U—Ulaşılabilir. Bir din- töreni niteliğini taşıyan eylemler, sözler ve dua formülleri de kutsal olabilir. Külliye
;Lis"
Cami, medrese, türbe, hamam ve imaret (a ş evi) ten kurulmuş bir bütündür. Genel olarak arap memleketlerja ıde fakültenin ad ıdır. 441 2,15 (Edebiyat Fakültesi) (Hukuk Fakültesi)
(.1
4
z.1.5"
0lJ.5" (Ilahiyat Fakültesi) Üniversite kar şılığı Ise camia'clır.
(Cami'ül-Ezhar gibi). Kültür ve Medeniyet (Culture et civilisation) (Z. Gökalp)a.‘ göre Medeniyet bir çok milletlern ortakla şa malıdır. Çünkü medemiyeti sahipleri olan mlletler ortakla şa bir hayat ya şayarak vücuda getirmi şlerdr. Bu yönden her Medeniyet zorunlu olarak uluslar aras ıdır. Fakat bir medeniyetin her hangi bir millette ald ığı özel şekli vardır ki buna kültür adı verilir. Amerikan ve Ispanyol edebiyatıncla medeniyet kar şhğı olan Civilisation ile kültür aras daki sınır iyice belirtilmemIştir.
,
Kültür ve Medeniyet Gecikmesi (Iietard de Civilisation) Terim, Ingilizcede Cultural lag ve Ispanyolcada Demora Cultural deyimleri kar şıhğıdır. Türkçeye kültür gerilemesi, kültürün gecikme veya geri kalmas ı diye çevrilebilir. Maddi ve teknik uygarhkla maddi olmayan, manevi ve ruhi uygarlık arasında gelişme ritminde ortaya çıkan bir farkur. Medeniyet veya kültürün geri kalmas ı hızlı bir şekilde endüstrileşen toplumlarda sık sık rastlanan bir durumdur. Burada sanayile şme o kadar büyük bir hızla gelişir ki aile, okul, devlet, din gibi, kurumlar ekonomik te şkilatın yeni tipine ayak uydur: a
az bir duruma dü şer. Bu kurumların yapmaya gayret ettikleri görevler art ık yeni ihtiyaç-m
ları karşılayamazlar. Kültürleşme veya kültür geçmesi (Acculturation) Bu terim iki veya daha çok grubun devambea ve do ğrudan doğruya temasa geldikleri zaman medeniyetlerinde ortaya ç ıkan değişikliği gösterir. Bu türlü temaslar, genel olarak, maddi ve gayn Maddi elemanların bir toplumdan ötekine aktard ı:hanım yol açar. Bu aktarmadan önce bazı elemanların kabulü ve bazIanmn da reddini gerektiren bir seçim yap ılır. Çoğu zaman da kabul edilen elemanlar tadile u ğramış olurlar. Temsilcilerinin sık sık temasları sonunda bir veya bir kaç medeniyetin çöziildü ğü görülür. Bu çözülme ve erime toplumsal örgütün y ıkılmasıyla
195
birlikte olur. Yeni bir birle şme ve kaynaşma meydana çıkarki buda daha önceki kurum ve kuruluşların tamamen veya k ısmen silinmesini gerektirebilir. Eskilerde mevcut baz ı elemanlar yenilere geçer. Kültürle şme süreçlerinin temas halindeki medeniyetlerede insan dayana ğını teşkil eden fertler üzerine de etki yapaca ğı aşikârdır Bu de ğişmelere hedef olan fertlerin ki şiliklerin deki değişmelere ilişkin olan kısmı için temsil (öziimseme-asimilation) terimi tercihe de ğer. Kütüb-i Sitte
L g)
En tanınmış hadis kitapları kütiib-i Sitte adı verilen altı kitaptır. Bu altı kitabın da içerisinde en önemlisi veya giivenileni Muhammed Ibn İsmail El Buhârinin yazdığı Sahihi Buhari' dir. Diğer kitaplar sı rasıyla Müslüm, Ebu-Davud, Nesel, Tirmiii ve Ibn Maceninkilerdir. L Lamaizm (Lamaisme) Budizmin Tibette gelişen bir koludur. Aslında koyu bir teokrasi örne ğidir. Burada din kuralları dünya işlerine uygulanmakta ve onlar ı yönetmektedir. Tabii bir aymnla şma sonunda lamaizmin din i şlerini, bütün sistemin önderi olan Dalay Lama (Dalai Lama), dünya i şlerinide Pançen Lama yürütmektedir. Litürji (Liturgie) Tapınmada izlenen sıra ve düzene hıristiyanlarca verilen add ır. Litürjide dinin efsane ve inançları temsil edilir. Eski şark dinlerinde de litürjiler vard ı. Bugün özellikle bu terim kilisenin tapınma düzeni için kullamhr Bu düzen üçüncü yüzy ıldan beri bugünkü şeklini almaya başlamıştır. Locke (John) Hobbes'da iptidai bir sözle şme toplumun temeli sayılmakta ve Leviathan diye adlandırılan hükümdarda zorbahk vasfı kabul edilmektedir. Halbuki Locke'da sözle şme daha makul seviyeye getirilmi ştir. Insanlar anlaşamadıklarmdan aralarından birini seçip onunla sözle şme yapnuş ve ona bazı işlerin yönetimini b ırakmışlarchr. Seçilen bu kimse Hobbes'un Leviathan' ı gibi kudreti temsil eden bir hükümdar de ğil, onları güzelce yöneten ve temsil eden bir önderdir. Burada hükümdar güç sahibi olmaktan ziyade uyru ğrım iyiliğini düşünen bir yöneticidir. o yalnız sözleşme koşul ve gereklerine göre devleti yönetir. Logos Kelâm, tanrısal akıl anlammdadır. Heraklite göre tanr ısal logos dünyanın yaratık§ ve düzenlenmesinde en önemli yeri alm ıştır. Gnostik sistemlerde ba ğımsız bir kişilik (hypostase) haline gelir. Tanrı ile dünya arasında aracılık yapan kuvvet odur. Hıristiyanhkta Isa ezeli logos ile birleştirilmiştir. Lozan Barış Antlaşması (Traitâ de paixde Lausanne) Kurtuluş sava şlarının başarı ile sonuçlanması üzerine 1914-1918 Birinci Dünya Sava şına katılan Devletlerle Türkiye aras ında İ sviçrenin Lozan şehrinde imzalanan anla şmadır. Bu andlaşma ile Türkiyenin tam ba ğımsızlığı tanınmış, ulusal sını rları belli olmuş, kapitülasyonlar kalkmış ve Barışı imzalayan Devletlerin Türkiyedeki kuvvetleri geri çekilmi ştir. Lucien Bugünkü Urfa ilinin Fırat suyu üzerinde bulunan Samsat kasabas ında doğmuştur. 125192 yıllan arasında yaşadığı sanılmaktadır. Birçok gezilerden sonra bir aral ık Antakyada avukatlık yapmış ve sonra Atinaya yerle şmiştir. 82 kadar eseri vard ır. Bunlar arasında ölüler diyaloğu, Tarihin yazılması usulü gibi eserleri büyük zekâ ve zeyreklik örnekleridir. Lucien Yunan yazarlarının en önemlilerinden sayıhr.
196
Lutber (Martm) 1483-1548 yıllarnda yaşamış bir Alman din adamıdır. Sistemine Luth6ranisme derler. Papa ile yaptığı çarpışma ve çatışma sonunda gerek dini ve gerekse toplumsal bir renk ta şıyan bir takım yenilikleri gerçekle ştirmiştir. Dini mahiyette olmak üzere papazlarm bekir kalmas ı fikrini red etmiş, Panama nüfuzunu tammamış, arefata inanmayı ve azizlere ibadeti reddetmiş, manastırlarda yapılan nezirlere (les veeux monastiques) muhalefet etmi ştir. Bu dini göriişlerinden dolayı papa kendisini agoroz etmiştir. toplumsal yönden de bazı yeni görüşleri vardır. Ezcümle bir kimsenin mensup bulundu ğu rütbede kalmas ını, ailenin devlet düzeninin den esash bir riiklin olduğunu, devletin bile büyük çapta bir aile say ılacağını, Devlet içinde Hıris tiyan hükümdarlarm t ıpkı bir aile babasının çocuklarım kollaması gibi uyrugunu kollaması geregini ileri sürmüştür. Ba şlıca eserleri şunlardır: Kitabı Mukaddesin tercüme ve yorumu, Babil Esareti, Alman ilmıhali Kendisi esas itibarile Skolastik, ve Mistiklik üzerindeki ara; t ırmalarından başka Saint Agustin'i derinden derine etüd etmi şti.
Makyavel (Niccolo Machiavelli) 1469-1527 tarihleri aras ında ya şamış bir Italyan yazandır. Genç denecek bir yaşta Floransada devlet hizmetine geçmi ş, gerek içeride de gerek d ışarıda devlet hizmeti görmüştür. Yabancı ülkelerde hizmet görmesi onun tecrübelerini artt ırmıştır. Bir müddet sonra gözden düşerek şüpheli kişilerden sayılarak, hapse de atılmış olan yazar bu hareketsizli ği sırasında kendisini dünyada ünlü kılan Hükümdar adlı kitabını yazmıştır. Devletin kurulu ş ve çöküşü ile hükümet şekilleri başlıca konusu oldu. Bir aral ık Mediçilere yakla şarak hareketsizlikten kurtuldu isede bu çok sürmedi ve yine şüpheli sayılarak siyasi hayattan uzakla ştırıldı az sonra da öldü. Fikirleri yanlış yorumlanan yazar gerçekte büyük bir yurtsever, realist bir düşünür ve dürüst bir devlet memurudur. Zira devlet i şlerine fakir girmi ş ve oradan parasız ayrdmıştır. Mabayana Büyük araç anlamındadır. Budizmin özellikle kuzey bölgelerde aldığı şeklidir. Malinowaki (Bronislav Kaspar) 1884-1942 yılları arasında ya şamış polonyadan gelme bir ingiliz atropoloji bilginidir. Londra Üniversitesinde profesörlük etmi ş ; geçici olarak Amerikan üniversitelerinde bulunmu ştur. Yeni-gine, Melanezya, Afrika, Amerika Birle şik Devletleri ve Meksikada bilimsel geziler yapmıştı r. Trobriand adalarında yerliler üzerndeki incelemeleri kendisine antropolojide Morgan, Boas, ve Radelife-Brown'a yak ın bir durum sağlamıştır. Antropoloji, sosyoloji, dinler tarihi ve psikolojiyi ilgilendiren eserler yazm ıştır. Ilkel Din ve toplumsal ayrunla şma (Religion Primitive et Diff6renciation Sociale), Sihir, Bilim ve Din (Magic, Sciences . and Religion), İman ve Ahlâkm temelleri (Foundation of Faith and Morals) yazarın dinle ilgili eserleri aras ındadır. Maltnı0 (Thomas Robert Malthus)
Malthus Insanların geometrik dizi, besin ve az ıkklann ise aritmetik izi ile ço ğalmakta olduğunu ve bu yönden zamanla azığm insanları geçindiremeyece ğini ileri sürmüştür. Buna benzer kötümser bir fikri çok daha önce islâm dü şünürü Maarri ortaya atm ıştır: Maarri (Babamın beni dünyada getirmekle i şlediği cinayeti ben işlemedim) diyordu.
197
. , Mâmelek (Patrimoine) Bir kişinin hukuki bir bütünlük meydana getirmek üzere sahip olabilece ği para ile ölçülebilen mal, hak ve borçlar ının tamamıdır. Bu deyim bazen özel bir niteli ği olan bir takım malları göstermek için de kullan ılır O vakit bir türlü özel mâmelek kasdolunur. Konuşulan dilde bir kimsenin var yo ğu anlammdadır. Mana (Mana) Mana polinezya dilinden alınmıştır Eski Türkler buna kut derlerdi. Gökten inen bir nur sütunu, bir altın-ışık şeklinde tasarlanmıştı. Kut herhangi bir insan veya hayvana dokunursa onu gebe bırakırdı. (Bk. Z. Gökalp, T. M. Tarihi). Mani ve Maniçeizm (Mani et Manich'aisme) 216-275 yılları arasında ya ş amış soylu bir part.
oğludur. Babilde doğmuş, Zerdüşt
ve gnostik unsurları birleştirmek suretiyle yeni bir din sistemi kurma ğa çahşmıştır. Sisteminde hem Zerdü şt hemde Buda ve İsa rol oynamaktad ır. Mani çal ışkan misyonerleri arac ılığıyla sistemini Türkistana kadar yaym ıştır. Mani, Zerdüşt moganlarmın (rahiplerininin) ihbarı üzerine tevkif edilmiş ve Behram tarafından derisi yüzdüriilerek öldürülmü ştür. Kurduğu sisteme Maniçeizm veya Manikeizm derlerki anlamı mani dinidir. Manu Manu Vedalara ve Ilinduizme göre dünyan ın yaradılışından sonra ilk olarak kurban sunan insandır. Bir Tufan s ırasında balık şeklinde dünyaya gelmiş olan Vişnu tarafından kurtanlmıştır. Manu'ımn olduğu sanılan eser, Brahmanlann görev, hukuk ve ahliik ından bilgi veren ve M. Ö. İkinci yüzyıl ile M S. İkinci yüzyıl arasında yazılmış olan bir hukuk kitabdır. Buna Mann kanunlan derler. Marko polo (Marco Polo) Bir Italyan co ğrafyacısıdır. Moğolistan ve Orta Asyay ı dolaşmış, Sumatradan geri dönmü ştür. Gezi notları (Le Livre de Marco polo) de ğerli bir belgedir. Maruni (Maronites) Suriye ve Lübnanda ya şayan katolik süryani toplulu ğudur. Romaya ba ğlı oldukları halde ortodoks teırenlerini kutlarlar. Maruni sözü, bu kilisenin kurucusu olup Lübnan da ğlarında yaşamış olan Maro adındaki papazdan gelir. Bu kilisenin Roma ile birle şmesi 1736, yılında, gerçekle şmiştir. Maruniler eski Suriye litürjilrerini uygular ve kutsal kitaplar ı arapça okurlar. Bir çok papazlım bekar oldukları halde rahip olmak için evlenme yasa ğı yoktur. Patrik eskiden Antakyada otururdu; Rahipleri Roma Maruni kolejinde yer al ır. Marx ve Marksizm (Karl Marx et Marxisme) 1818-1883 yılları arasında yaşamış bir alman sosyologudur, Özellikle Hegel'in etkisi alt ında kalan Karl Marx, tarihin meteryalist anlay ışı adı verilen teorisini geli ştirmiştir. Bu anlayışa göre iktisadi şartlar toplumun üst yapısını yani medeniyet şeklini tayin etmektedir. Marx mevcut iktisadi te şkilat karşısında radikal ve devrimci bir tutum tak ınınış ve proleterya ihtila İım övmüştür. D Marx tarafından kurulan doktirine marksizm ad ı verilir. Günümüzde bu terim ço ğu zaman, yersiz olarak Sovyet ve peyklerindeki komünizmin toplum sistemini ve ideolojisini göstermek üzere kullanılır.
198
Maunier (Rene) 1887-1946 yılları arasında yaşamış bir fransız sosyologudur. Önce Lille Hukuk Fakültesi sonra Kahire Hukuk Mektebi ve Cezayir hukuk Fakültesi ve en sonrada Paris Hukuk Fakültesi ve Sömürge okulunda profesörlük etmi ştir. Hukuk Sosyoloji ve Etnoloji etütleri koleksiyonunu kurmuş ve Etnografya ve popüler gelenekler dergisini yönetmi ştir. Gabriel Tarde ve Emile Durkheim'ın etkisi altında kalmıştır. Sosyolojiye giriş (İntroduction â la Sociologie, 1929), Top lumsal Gruplar üzerinde Deneme (Essai sur les groupements sociaux, 1929), Sömürge Sosyolojisi (Sociologie Coloniale, 3v., 1932-36)., Sosyoloji kitab ının özeti (Precis d'un traite de Sociologie L943) belli başlı eserleri aras ındadır. Mecelle (Code civil turc) Ahmet Cevdet Pa şanın başkanlığında toplanan bir kurul tarafından yapılan Türk Medeni kanunnuna verilen addır. Bu kanun Tanzimattan sonra çıkarılan en önemli bir yasama bel gesidir. Aslında 1851 maddeyi ihtiva edip 99 maddelik bir ba şlangıç ve çe şitli kitapları içine alır. İsviçre Medeni kanunundan al ınan şirridiki Medeni Kanunumuzdan önce bu kanun hükümleri uygulanmakta idi. Mehterhane (Orchestre de L'Empire Ottomane) Yeniçeri devrinde çalınan müzik takımı olup davul, nekkare, zil, zurna ve borulardan meydana gelir. Bu çalgı, sayısına göre bunlara yedi katlı, sekiz katlı denirdi Cumhuriyet devrinde Eski gelenekkri anmak ve törenlere kat ılmak üzere yeniden canlandırılan bu takım, bugün bir çok törenlerde yer almaktad ır. Melektıtı Fazla ve Melekâtı Rediye (Facultee apprcies et F. Dpeciantes) Melekat; Meleke'mn ço ğuludur. Anlamı ahşıklık, yordam, yetidir. Eskilere göre iki . türlü meleklit vardır. 1) Melekatı Fazıl (Erdemli alışıkliklar), sehavet (cömertlik), şecaat (yiğitlik), iffet (namusluluk) ve adalettir. 2) Melektit ı Reddiye (kötü alışıklıklar) sekizdir ve şunlardır: Haset (kıskançlık), Buğz (kin), Buhl (cimrilik), Hırs (sonsuz istek), kizb (yalanc ıhk), Gazap (öfke), kibir (kendini herkesten üstün tutma), ve hayas ızlıktır. Melekilt (Monde /nvisible) Tanrı ülkesi olan ruhani fıleme denir. Bütün varlıkları içine alır melekfıt âlemi ile Tanrısal ülke olan cennet kasdolunur. Bunun kar şıtı âlem mülk âlemidir. Maliki mülk ve melek'ût deyimiyle dünya ve öbür dünyan ın maliki olan Ulu Tanrı anlatılır. Meryem Ana (Sainte Marie ou Sainte Vierge) hanın anası ve söylentilere göre marangoz yusufun e şi ve başka çocukların da annesi di. Memleketimizde Meryem ana kilisesi bugün selçuk ilçesi yak ınlarında ve Efesten bir kaç kilometre ötededir. Buras ı son zamanlarda Papal ıkça hı ristiyanlarm haç yeri olarak kararla ştırdmıştır. Kilisede şifah bir su bulunmaktad ır. Söylendiğine göre bir çok hıristiyanlar burada Şifa bulup meınleketlerine dönmektedirler. islörni görü şlere göre Meryem ana sayg ı değer bir kişiliktir. Kuranda bir su re buna tahsis edilmiştir. Mesih (Messie) Hıristonun yunanca adıdır. Ya ğ sürerek kutsanm ış kişi demektir. Dünyan ın sonunda kıral olacaktır. Yalıudilikte Davudun neslinden gelen bir Mesih beklenmekte idi. Bugün bile yahudi felsefesinde Mesihin gelmesi üzerinde durulur. Tannsal egemenli ği getiren ve orada mucize gösteren bir kıral olarak almmaktadır.
199
Mesiyanizm (Messianisme) Bir yahudi inancı dır. Bu inanca göre Tanr ımn tesbit ettiği bir zamanda Davudun neslinden gelen bir Mesih, İ srafii yabancı boyunduruğundan kurtararak yahudileri Filistine götürecek ve orada ba şkenti Kudüs olmak üzere ülküsel bir k ırallık kuracaktır. Bu kıralhk din arıklığımn ve toplumsal adaletin modeli olacakt ır. Çe şitli arahklarda bir çok kismeler beklenen Mesih olduklarını ileri sürmü şlerdi. Bunlardan ikisi çok ünlüdür: Biri 135 y ılında Romahlara kar şı ümitsiz olarak ayaklanm ış olan Bar- Cocheba; ötekisi, Sabatay Zevi (17. yüzyıl) dır. David Alroy da önemlidir. Mesiyanizmin ümidi nihayet ilk Siyonistlerin arzu ve faaliyetlerine ba ğlandı. Fakat çağdaş Siyonistlikte sosyalistler ve bazan özgür-dü şünürler gün geçtikçe daha büyük bir rol oynar gibidir. Bunlar kişisel bir Mesihin gelmesine pek ümit ba ğlamaksızın dikkatlerini bütün yahudilerin sığınabilece ği bir Modern Devlet Kurmaya harcamaktad ırlar. Reform yapmış veya liberal Kalm ış olan yahudiler dahi Mesiyanizm ö ğretisini reddederler. Metodistler (Methodistes) 173 yılında Oxford'da ya şayan John Wesley'in önderli ğinde ilk önce kilise sınırları içinde kalan sonra bu s ınırları aşan bir akımdır. 1760 yılında Amerikaya giden metodistler özellikle insanın gerçek iç tecrübesine de ğer veriyorlar. Bu sübjektif tecrübe olmaks ı zısn resmi kilisenin önemi kalmaz. Iyimser bir dünya görü şü taşıyan metodist ak ımı hem Avrupa ve hem de Amerikada oldukça kuvvetlidir Mezmurlar (Psaumes) Eski sözle şmenin tanınmış bir kitabıdır. 150 kadar İlahi ve dini şiirleri kapsayan Mezmur beş bölümdür. Buna Zebur da denir. Misakı Milli (Pacte National) Türk ba ğımsızlığının temeli olan ve Atatürkün ba şkanlığı altında toplanan Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tesbit edilip Osmanl ı mebusan meclisince 28 Ocak 1920 tarihinde kabul ve bütün milletçe son kertesine kadar uygulanmas ına karar verilen alt ı maddelik milli antlaşmadır. Mistisizm (Mysticisme) Ruhun aşkla tanrıya bağlanması halidirki, bazan vecit ve vahilerle kendinibelli eder. İslamda Tasavvuf ve tanr ı bilgisi (;u! .«.ıi.)..) bu anlamda kullan ılmaktadır. Mitos ( Mythos) Tanrılarm tarihçesini, dünyanın yaratılışım, tanrılarm münasebetlerini ve tabiat üstü varhklarm ba şından geçenleri anlatan en eski zamanlara ili şkin masallardır. Modernizan
Katolik dininde geçen yüzy ılın ortas ından beri gelişen ve onu ça ğ daş kültürle bağ daştırmaya çalışan bir fikir akımıdır İ slam âleminde buna benzer bir hareket yer almaktad ır. Son zamanlarda Cemalettin-iEfgani, Muhammed Abdo, Muhammed Ikbal ve Ziya Gökalp ın çalışmaları islam dinini modernleştirme yönünde büyük ad ım sayılabilir. Monofizit (Monophysite)
Anlamı tek tabiatt ı •. 5. ve 6. yüzyıllarda Hz. barım aynı zamanda hem insan hem tann olan tek bir tabiat ı olduğunu ileri süren hıristiyanlard ır Bunların muhalifi olan Ortodokslar
200
ise Hıristonun birbirinden ayr ı ve her ikiside mükemmel olan IKI AYRI TAB İATI olduğunu savunurlar. Ortodokslar ı doktrini Halkedonya konsilinde kabul edilmi ştir Yakın doğuda üç Monofizit kilisesi vard ır: I — Yakubi kilisesi (Eglise Jacobite), 2 — K ıbti kilisesi (Eglise copte) 3 — Ermeni kilisesi (Eglise Arm&nenne). Montesquieu (Charles de Secondat, Baron de) Rousseau toplumu, sözle şmeden doğmuş , yapma bir kuruluş diye vasıflanuştı. Buna karşılık Montesquieu toplumun gerçek bir varl ık olduğunu ve eşyenın tabiatından çıkan zaruri münasebetlerin bir ifadesi olan kanunlar ın bunu yönetti ğini ileri sürmüştür. Montesquieu
Kanunların ruhu
(Esprit des Lois) adl ı kitabında kanunlar tabiat ı eşyadan
çıkan zaruri münasebetler diye tan ımlar Montesquieu milletlerin çe şitli kurumlanyla hayat şartları ve iklimleri arasındaki müstakar münasebetler kurmak niyetindedir. Böylece bir çok karşılaştırmalar yapmıştır. Siyasi iktidar hakkında çok enteresan fikirleri vard ır. Meselâ yazar Monarşinin yüksek sınıflarda mevcut olan şeref hislerine, Cumhuriyetin fâzilete, istibdad ın ise korkuya dayandığını ifade etmi ş ve bugün bile bir çok yerlerde uygulanan erklerin ayırım ı (SCparation des pouvoirs) pensibi diye adland ırılan siyasi formülü ileri sürlmü ştür. Bu formüle göre bir devlette mevcut yürütme, yasama ve yarg ılama erkeleri biri birinden ayr ı olmandırki denge kurulabilsin Bu fikirleri ile Montesquieu bir tarih felsefecisi durumundad ır. Mukayeselerinde çok kez canlı tablolarla kar şımıza çıkar Meselâ müslümanh ğı bir sıcak memleketler dini olarak vas ıflandınr ve içki yasağını bunun tabii bir neticesi sayar. H ıristiyanlığm ise soğuk memleketler dini olarak bu yasaklar ı yapmadığı yolunda fikirler ortaya atar. Montesquieu'nun konumuzu ilgilendiren yönü toplumu yapma de ğil, tabii ve zaruri bir varlık sayması ve kanunları tabiatı e şyadan çıkan zaruri münasebetler diye tammlamas ıdır. Mormonlar (Mormons) 1830 yılında Joseph Smith tarafından Birle şik Amerikada kurulmuş bir mezheptir. Brigham Young kurucunun halifesi olmu ştur. 1847 yılında Mormonlar Utah tuzlu gölü kıyısında bir devlet kurdular 1887 y ılında çıkan bir kanun bunlardaki çok kad ınla evlenme adetini yasak etmiştir. Muhtariyet (Autonomie) Yeni Türkçede buna özerklik denir. Bir toplumun veya tüzel ki şilerin kendilerini yöneten kuralların tamamını veya bir kısmını doğrudan do ğruya tesbit edebilmek veya Devletçe konulan tüzük ve hukuk kurallar ımn çizdiği sımrlar içinde hareket etmek özgürlü ğüdür. Muhtariyet mutlak olduğu zaman ba ğımsızlığın olumlu bir tezahürü say ılır. Mutlak Muhtariyet, aşağı yukarı egemenlik demektir. Muhtariyet çe şitli yönetim, yasama ve mali ve iktisadi konularda yer al ır. Türk Üniversite ve fakülteleri bilim ve yönetim özerkli ğin sahiptir . Muhammed Abdo: 1849-1905 yıllarında yaş amıştır. Mısırda yeni Islâm cereyammn kurucusudur. Ezhere girmiş ve burada bir zahit hayat ı yaşarken zamanının büyük yenileticilerinden biri olan Cemalettini Efgani ile temas etmi ştir. Cemalettin, Abdonun ilgisini Avrupa eserlerine çekmi ş ve kensini Mısır ve İ slam dünyası problemleriyle uğraşmaya te şvik etmiştir. 'Usta& derhal islâmda bir takım değişiklik yapmaya taraflı oldu ğu halde Abdo daha çok iç yeniliklerin gere ğine inanıyordu. Fikirleri dolay ısıyla çeşitli işlemlere tabi tutulmu ş ve bir aralık üstadı Cemalettin gibi memleket dışına ko ğulmuştu. Tekrar, Mısıra geldiğinde muhtelif görevlere atand ı ve son olara Müftülük makam ına getirildi. Fetvalan aras ında faize ve yahudi ve h ıristiyanlarca kesilen hayvanların yenmesine cevaz veren k ısımlar vardır. Islâmiyetin yenilele şmesi ve olumlu bilimlerin islâm aleminde yerle şmesi konusunda bir çok yazılar yayınlamıştır kendisini islâm yenileticilerinin ba şına çıkaran başlıca fikirleri şöyle özetlenebilir:I) Eski haline getirmek sure-
201
tiyle islâmiyetin ıslahı 2) Halkın haklarını tanımak 3) İslamda olumlu bilimleri yerle ştirmek 4) Islamın esas umdelerini feda etmeden bat ı medeniyetini içten benimsemek ve bu iki alemi birleştirmek 5) Mezhepçilik ve taklitçili ğin kaldırılması 6) tçtihat kapısının serbest bırakılması 7) Kur'ân ve sünnete dayanan bir icma' ın uygulanması 8) Fakihkrin şeytani kurnazhklanyla Evliyanlı' kerametlerinin ve di ğer bid'atlann reddi. 9) Fikhin eskimi ş usullerinin yeni ve geli şmeye elverişli bir şekilde değiştirilmesi 10) Zaman ve zaruret gerektirdi ğinde genel menfaatm naslara tercihi 11) Do ğru anlaşıldığı taktirde ilimle dinin ihtilafa dü şmiyece ği 12) Vahyin peygamberlere öz bir sezgi olduğu 13) Din, ahlak ilkelerini yerleştirmek amacını güder; Bu yönden dinin aydınlardan daha çok yığuılara hitap etti ği 14) Kur'ânın mahluk olduğu Abdo islamın kaplama Bat ıya açmak çabas ım göstermiştir. Bu yönden islam yenileticilerinin en önemlilerinden biri sayılır. Bilim ve uygarlık yoluyla tslamiyet ve hıristiyanlık ve kitabülvesair şerlıi başlıca .eserleri arasmdad ır.
Musa Carullah: 1875-1949 yılları arasında ya şamış bir islam aydımdır. Azak kalesinde do ğmuştur. Tahsil. ini kısmen Rusyada yapmakla beraber İslami bilimleri Buharada ö ğrenmiştir. Sırasıyla İstanbul, Mısır, Hindistan ve Hicaz ı dolaşmış ; daha sonra Rusyaya dönmüş isede Bolşevikliğin patlak vermesi üzerine takibata u ğramıştır. Ayrıca Kaşgar, Afganistan, Hindistan Japonya'da çeşitli sebeplerle bulunmu ş Son olarak Türk uyruklu ğuna girerek İstanbula ve oradan da Mısıra gidip Kahirede ölmüş tür. Görüşleri arasmda din ve bilimin ba ğdaşabileceği ve birinin bulunmadığı yerde ötekinin kısır kalacağı ve bilimde at başı gitmeyen dinin hurafe ve dar çenberler içinde bo ğulup kalacağı yolundaki düşünceleri önettılidir. içtihat kap ısının kapanmasım do ğru bulmaz; çünkü içtihat kapısının kapanması, akla ve bilime dayanan derin dü şünmeyi yasak etmek anlammdad ır ki bu da islamın ruhuna aykırıdır. Ona göre gerili ğin sebepleri, tefsirci, kelâmn, fakih ve tasavvufculann belli ve s ınırlı zaman için geçerliği olması gereken yarg ıları bütün zamanlar için geçer saymak istemeleridir. Bunun tabii bir sonuncu olarak, hayat ileride fakilder ise geride kalm ışlardır. Böylece din, sava ş alanı olmuş ve adeta ak ıl ve çağdaş yaşayışın düşmanı, gerçeklerin karşıtı ,dervişlerin klavuzu, tembellik ve uyuşukluğun dostu; mutluluk ve ilerleme yolunun en güçlü bir önleyicisi gibi alınmıştır. İslamda kolayla ştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, so ğutmayuuz yolundaki peygamberin buyru ğu Musa carullahta esas tutulmu ştu.
İslam Milletlerine arzolunan dini j.;y1 gibi daha bir. L.;
edebi, içtimai ve siyasi meseleler. ailede kad ın, islâmda banka ry,„, v çok ilgi çekici eserleri vardır.
Mutezile (Mo'tazilites) 8. inci yüzyılda Vasil İbni Ata tarafından Basrada kurulmu ş bir islam mezhebidir. Mute zile Tanrı mn sonsuz adaletine inanın kur'anın gayn. mahluk (incree) ve ezeli nitelikte olduğunu tanımaz. Mutezile insanın iyilik veya fenalık etmekte tam özgürlü ğünü ve bunun sonunda mük(ifat veya mücazat göreceklerini savunur. Mensuplar ı kendilerine islamın özgür düşünürleri (Libre-penseurs de ]' İslam) adı verilirler. Fakat bunlar mari derecede ilkelerine ba ğlı kimselerdir. Sonunda İran' şilleriyie birle şmişlerdir. Kaderi inkar eden Mutezile «kul ettiklerinin yarat ıcısıdır» der. Tann= s ıfatlan konusunda sünnet ehlinden ayrılır. Kaderiye bunun kollanndan biridir.
Miiller: (Max) 1823-1900 yılları arasında yaşamış alman soylu bir ingiliz oriyantalistidir. Doğunun kutsal kitapları (Sacred Books of East) adl ı bir dergi yayınlamıştır. Din tarihi konusundaki eserlerinde geniş bir hoşgörürlük göze çarpar. ilkel dinlerden Naturizm sstemini en yetkili bir kalemle açıklamıştır.
202
Müt'a veya nikahı müt'a: Bazı islam memleketlerinde geçici nikahlar için uygulanmakta olan bir sistemdir. Asil anlamı yararlanmak üzere evlenmedir. Mysterium Tremendum: (Korkutucu sır) Anlamı korkutucu sırdır. Rudolf Otto'nun kulland ığı terimler arasında tanrı= celill tarafıdır.
Nestur ve Nesturilik (Nestorius et Nestorianisme) Nestur, 428-431 yılları arasında Istanbul baş papazliğı yapmış bir rahiptir. Iskenderiye / ilahiyatçıları Hz. - Ismim Tanrıhğuu iddia ederken Nestorius onun insanl ık niteli ği üzerinde durmuştur. NesturiBğe göre İsadaki insani ve tannsal nitelikler kar ı ve kocanın evlenmede birleşmesiyle açıklanmış olabilir: Birbirinden ayr ı olan iki 'tabiat veya iki kişilik tek bir vücut meydana getirmek üzere birle şmiştir. Nestur, 450 yıhnda Romada toplanmış olan bir konsil tarafından mahkum edilmi ş ve bu karar Efez ve Halkedonya konsillerince onaylannu ştır. Bir süre bir manastırda hapsedildikten sonra buradan kaçarak Arabistana ve M ısıra gitmiş ve orada ölmüştür. Nesturi mezhebi Ko ğulmuş olduğu Roma Imparatorluğu dışında devam etmiştir. Nesturiler Islam Halifelerinin müsamahal ı egemenliği altında gelişerek Arabistan, Suriye ve Filistinde h ı zlı ilerlemeler yapm ıştır. 16. yüzyılda bu ınezhepte bir ayrılma hareketi olmuştur. Bir kısmı katolik bayrağını çekerek Kaldeler adıyla devam etmiş ; öteki grup ise Kürdistanda yerle şerek eski geleneklerine sad ık kalmışlardır. Bu son grubun Patrikine Simon denir. Rahiplerin bir k ısı m evlenebilir (Pretres) bir kısmı (Evacques) bekar kalmaya mecburdur. Neo-platonizm Eflatun felsefesiyle Huistiyanh ğm bağdaştırılması İ skendirye mektebince ileri sürülen ve plotin ve Porphyre'e dayanan mistik bir felsefi sistemdir. Neo platonizm, Islam mutasavvıflan kadar Hıristiyan mistikleri üzerinde de büyük etkiler yapm ıştır. Neşidelerin Neşidesi (Les cantiques des cantiques) Eski sözle şmeye ilişkin şiirle dolu bir a şk . macerasıdır. Aşık ile maşuk arasındaki aşk yahudilikte İ srail ile Allah arasmdaki milhasebetin bir sembolü olarak yorumlanmaktadur H ıristiyanlık bu aşkı İsa ile kilisesi arasındaki sıkı münasebetin bir sembolü saynu ştı. Sonrada bu hikaye tek kalbin Tanrıya karşı duyduğu aşk ve özlemin bir sembolü saynnu ştır. Nirvana. Budizınde en yüksek rütbedir. Sonsuz ve acisiz bir huzuru ifade eder. Kozmoloji yönünden insanın artık doğum zincirlemesinden kurtulmuş olmasıdır. Metafizik bakımdan en yüksek değer ve anlatılmaz bir mutluluktur. Budist kollar ı bu kavram üzerinde çe şitli yorumlar yapmışlardır. Bir kısmı bunu soyut olarak aldığı halde ötekiler somut olarak bununla cennetin kasdedildiğini ileri sürerler. Non-Konformist (Non-Conforıniste) İngiltere de Anglikan kilisesi dışında kalan ve ona uymayan protestanlara denir. Numinos (Numen) Rudolf Otto'nun Tannlık anlamında numen diye ortaya att ığı bir kavramdır. Kutsal ve mutlak olanı vasıflandırır
203
O Oppenheimer (Franz) 1863-1943 yılları arasında yaşamış bir alman iktisatçısı ve sosyolo ğudur. Berlinde do ğmuştur. İlkin Doktor oldu ğu halde sonraları toplum mes'eleleri ile ilgilenmi ştir. Tezini 1909, yılında savunarak Berlin Üniversitesinde Sosyoloji Profesörü olmu ştur. Yazara göre Sosyoloji, insan toplumunun evrensel bilimidir Devlet (Der Staat), Toplumsal Soru ve Sosyalizm (Soziale Frage und der •Sozialismus), Kapi talizm, komünizm ve bilimsel sosyalizm (Kapitalismus, Komunismus und Wissenschaftlicher Sozialismus), Sosyoloji sistemi (System der Soziologie),Günün Sosyolojisi (Soziologie von Heute, 1932) yazarın belli başlı eserleridir. Orfizm (Orphisme) Eski yunanistanda tsadan önce 6. yüzy ılda ortaya çıkan bir sır dinidir. Kurucusu "Orfe (Orphâe) dir. Adi suça benzer bir doktrini vard ır. Bu dine göre insan yarachli şta suçlu ve kötüdür. Dünyada i şlediği eylemlere göre bir çok tecrübelerden geçtikten sonra göksel yurduna (semavi vatanına) dönebilir. Orfizmle ilgili efsane şöyle özetlenebilir: Orfe glizelce Lyr çalmasuu bilir. Okadar ki Vah şi hayvanlar, hatta a ğaçlar ve ırmaklar onun müziğini dinlemekten kendilerini alamazlarm ış . Kendisi Argonot (Argo gemisiyle Hele'den Altun yönü almaya giden kahramanlar) idi. E şi Eurydice bir yılan ısırması sonunda ölmü ştü. Cehennemkr Tanrım Hades'e giderek sanat ı sayesinde oradakilerin kalbini yumu şatmış ve dönüşte geriye bakmamak şartiyle sevgilisi Eurydice'in arkas ına takılarak cehennemden ç ıkmasına müsaade edilmiş ti. Fakat Orfe e şinin kendisini izlediğinden emin olmak için arkas ına bir göz atmca Euryce ânide bir gölge oluverdi. Bunun üzerine Orfe üzüntü içinde tek ba şına dünyaya döndü; Içki ve kadınlarla ilgilenmeme ğe karar vermi ş olduğundan Baküs rahipleri (Bacchantes) tarafından parçalandı Son efsanelere göre Orfe, bilgi edinmek isteyen bir seyyah, bir hakim, bir büyücü, bir ınüneccim veya bir uygarl ık misyoneri gibi tasarlanmaktadır. Fakat dindar yunanlılar onun en yüce rolunu öbür dünya yolculu ğunda ve cehennemden sağ salim dönüşünde görmektedirler. Orfe efsanesi, Trakya Tanr ım Dionysos Zagreus efsane siyle kanştınlmaktadır. Bu son Tanrı Zeus'ün o ğlu idi. Devler (Titanlar) onu parçalay ıp yuttuklanndan Zeus öfkelenmi ş ve devleri ridınmlarla yakmıştır. Devlerin küllerinden insan ırkı meydana gelmiştir. Böylece insan ırkı Zeus'ten gelen tannsal bir unsura millik bulunmaktad ır. Orfistler bu efaaneden yaralanarak insan ın yan-tanrı yarı-insan olan mahiyetini açıklarlar. Bir dindarm veya kurtulu şa varmak isteyen bir kimsenin amac ı dünya ile ilgili unsurlarından uzakla şmak ve ruhani unsuru geliştirmektir. O kadarki hayat çark ı duracak ve insan Tann ile birleşecektir. Çok arzu edilen bu amaca varmak için orfistler, bir zühtü takva hayat ı sürer, etli besin yemezler; şarabı yalmzca kutsallama arac ı olarak kullan ırlar, vücutlarını her türlü kirlilikten uzak tutarlar ve yalnızca beyaz elbise giyerler. Orfistler dinin gereklerini uygun bir şekilde öğrenmiş olan kadın ve erkeklere aç ık olan bir takım cemaatlar kurmu şlardır. Orfik edebiyatm büyük kısmı zamanla kaybolmu ştur. Orfik cemaatlann ilkönce Attik'te do ğmuş olduğu sanılmaktadır. Fakat dikkata de ğer bir hızla bütün Yunanistana, Güney Italya ve Sicilyaya yay ıldıklan görülmü ştür. Bu cemaatlann baz ıları Hıristiyiullığın zühuru sırasmda da varl ığını devam ettirmekte idi, Bunlar H ıristiyan teoloji ve keşişliği üzerine bazı etkiler yapmıştır. Otto (Rudolf) 1869-1937 yılları arasında yaşamış bir teoloji profesörüdür. Dinin ba şka bilim ve tecrübelerden farklı olarak yalnızca kendi mahiyetinden anla şılacağım ileri sürmüş ve böylece bütün yönlerini nitelendirmek için büyüleyici s ır (Mysterium Fascinaum) ve korkutucu s ır (Mysterium
204
Tremendum) terinderini kullanm ıştır. Çeşitli dinleri kar şılaştırmalı olarak inceleyen Otto, dinlerin birleşmesine yardım etmek amacıyla dini bir birlik (Religiöser Menschheitsbund) kurmu ştur. Dinler bilimi, Ottoya kutsahn ve tannsal güç (Numen) ün çözümlemesini borçludur. Bir çok eserleri aras ında kutsal (Das Heilige) adli eseri frans ızcaya "Le Sacre' olarak çevrilmi ştir. Batı-Doğu mistiği (West-östliche Mystik) Devlet Tanr ılar ve insano ğlu (Reich Gottes und Menschensohn) belli ba şlı eserlerindendir. Ortodoks (Ortodoxe) Doğru inancı ve do ğru amel i olan cemaata denir. Bugün Do ğu kilisesi için kullamlan bir deyimdir. Öte yandan Ortodoks her dinde inanc ı sağlam olan zümre için kullanılır Formülün islami şekli "imam Kamil, ameli salih"tir. Ortodoks Kilisesi (Eglise Ortodoxe) Üç büyük Hıristiyan kilisesinden biridir. Buna Do ğu kilisesi derler; çünkü H ıristiyanligın Doğu kesiminin tarihi dinin ' dir; Ortodoks kilisesi denmesi Havariler zamanmdaki doktrin ve törenleri muhafaza etmesi dolayisiyledir. Ço ğu zaman buna Ortodoks Rum kilisesi denir, çünkü Roma ini,aratorlugunun rumca konu şulan kesiminde doğmuş bir kilisedir. Fakat günümüzde yalmzca rumlar de ğil, genel olarak bütün Balkan Milletleri, Ruslar, H ıristiyan Mısırhlar, Gürcüler, Suriye ve Filistinin Hıristiyan Arapları, Ermeniler, Habe şliler hep ortodoks kilisesine baglid ırlar. 330 yılında Imparatorlu ğun merkezi, Romadan İstanbula nakledildi ğinde İ stanbul, Iskenderiye, Antakya ve Kudüs patrikleriyle e şit payede olan Roma kilisesi ba ş papazı bütün Hıristiyanlık üzerinde dini ve manevi' yönlerden üstünlük iddias ında bulundu. Bu iddia Do ğu bıristiyaıdarınca hiç bir şekilde kabul edilmedi ği gibi papazların evlenme yasağı ve ruhulkudüsün baba ve o ğuldan ne ş'et etti ği inancı (Filioque) da reddedildi. Doğu Ortodoks kilisesinin doktrini Hıristiyan Gelenekleri ışığı altında yorumlanan Kutsal Kitaba dayanmaktad ır. Burada arefat inanc ı (Dogme du Purgatoire) ö ğretilmez. Tek başına Iznik-Istanbul iman rükünlerine göre amel edilir Yedi kutsallama töreni (Sacrements) kabul edilmiştir. Oruçlar çoktur. Müzik aletleri d ışında kantolar kilise müzi ğinde büyük bir rol oynar. Heykeltraşhk tamamen yasakt ır. Buna kar şılık kiliseler kutsal tablolar (icönes) la süslü ve kilise duvarları da duver resimleri (Fresques) ve mozaikletle kapl ıdır. Papaya benzer üstün bir otorite mevcut de ğildir. Bugünkü şekilde Ortodoks kiliseleri bir ba ğımsız kiliseler (Eglises autocphales) federasyonu halindedir. Yani her kilise kendi dilile, kendi gelenek ve adetleriyle kendi kendini yönetirler. Bu böyle olmakla beraber bu kiliseler birbirine uygun şekide törenler yapar ve İstanbul Rum patri ğini genel patrik sayarlar. Bu patrik Türkiye, Avrupa ve Amerikaya yayılmış bütün mensuplarım idare eder. Diğer Patriklikler Antakya, Iskenderiye, Kudüs Pat rikleri olup Kıbrıs, Rumanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Rusya, Yunamstan, Gürcistan, Arnavutluk, Finlandiya, Çekoslovakya, Birle şik Amerika, Japonya ve Kanada Ortodoks kiliseleri, federasyona dahildir. 16. ve 17. yüzyıllarda muhtelif Crtodoks kiliseleri Roma ile birle şmiştir. bunlara Uniates derler. Ortodoks kiliselerinin anglikan kilisesi ile birle şmesi konusunda gayretler harcanmaktad ır. Fakat Roma kilisesinin yamlmazhk (Layuhtilik) doktrini dolay ısıyla onunla birle şme ihtimalleri ortadan kalkmıştır. İstanbul Rum patrildiginin kaza yetkisi alt ında Batı ve Orta Avrupada 25 kadar kilise vardır. 1922 yılında merkezi Londrada olmak üzere bir (diocse) te şkil edilmiştir. Bunun kaza yetkisi, Fransa, Belçika, İtalya, Almanya, Avusturya ve Macaristana şamildir. Bu te şkilat Canterbury nezdinde İstanbul rum patri ğin temsil eder. Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales ParticuliCres) Hukuk, iktisat, Ahlak gibi bilimleridir. Buna Eski dilde Hususî içtimai ilimler denirdi. Dilciler bu bilimlere Özel Toplum Bilimleri derler.
205
P Panteon (Panthöon) Panteon sözünün üç ayr ı anlamı vardır: a — Yunan ve Roman ın bütün tannları için ayırdıklan tapınaklardır. Roma Panteouu M. O. 27 yılında yapılmış olup ilkin bütün Roma Tannlarma, sonra Meryem Anne ve Azizlere tahsis edilmiştir. b — Bir memlekette tap ılan tannların tümünü gösterir. e — Memleket büyükleri için ayr ılan mezarlık anlamındadı •. Paris Panteonu ve Londran ın Westminister Abbey'i böyle birer mezarl ıktır. Papa (Le Pape) t.1-çiineü yüzyddan sonra bütün piskoposlara verilen ünvand ı •. 5. inci yüzyildan bu yana yahuzca Roma Piskoposuna bu ad verilmektedir. Ortaça ğda papalıkBatının en etkin bir silahı olmuştu. Fransız knallarınca Avignon şehrine götürülen papalar dünyevi otoritel şin bir oyuncağı haline geldiler. Daha sonra Vatikanda merkezle şen papalık gittikçe gücünü arrtnn ıştı •. 1870 yılında kendisinde var sayılan yamlmazhk (Layuhtilik-ifallibilitas) inanc ı sayesinde Papa Roma kilisesinin mutlak ba şkam ve Petrusun halifesi mertebesine yükselmi ştir. Paulus (Saint-Paul) Tarsusta do ğmuş bir yahudidir. Hıristiyanliğnı gelişmesini hazırlamıştır. Hıristiyanlar şiddetle takip ettikten sonra bir rüya sonucu h ıristiyanhğı kabul etmiş ve gezileri sırasında bu dini yaymıştır. Son zamanlarında Romaya gitmi ş ve orada öldürülmü ştiir. Patriklik (Patriarchat) Osmanlı Saltanatında memlekette muhtelif gayr ı müslim cemaatlann dini ve medeni baz ı işlerini yöneten makamlara •verilen add ır. , Bunların önemlileri İstanbul Rum patrikli ği, Mısır ve Tevabii Rum patrikli ği, Antakya Rum patrikli ği, İ stanbul Ermeni Patrikli ği, Kudüsü Şerif Ermeni Patrikliğidir. Petrus (Saint-Pierre) Isamn havarilerinden biridir. Kudüste kurulan h ıristiyan cemaat ıııııı başkam idi. Kendisi yahudi geleneklerine Paulus'tan daha çok ba ğlı olduğundan aralarında anla şmazlık vardı. Petrus te tıpkı Paulus gibi Romada ve belki de aynı günde öldürülmüştür. Peygamber (Prophete) Tanrı iradesini yorumlayan ve ilan eden kimsedir. İbranilerde bir seri din adamma bu ad verilmiştir Bunlar, mistik, ahlakçı, ateşli vaiz, din yenileticisi, siyasi önder, Tanrımn mükâfat ve mücazatım haber veren kimselerdir. M. G. Bilhassa 8. ve 7. yüzy ıllarda birçok peygamber gelmiştir.•Bunlar arasında büyük ve küçük diye ay ırım yapılmaktadır. Eski sözleşmede bunların adları vardır. Islâmda bu ad Hz. Muhammede ve kitabi dinlerdeki nebilere verilir. Türkçe kar şılığı yalvaçtır. Piyetiznı (Piötisme) 1675 yılında Almanyada kilisenin koyu ve katılaşmış şekilciliği aleyhine ortaya çıkan bir celeyandı •. Dinin iç tecrübelerini ön plana koyan eski günah halini İsamn ölümü sayesinde yeni kazanılan bir inayetin mutluluğu ile karşdaştıran ve geniş bir yankı yaMtan bu piyetist çevre, özellikle toplumsal alanda büyük i şler yapmıştır. Denebilir ki bu akım kilise hayatına bir sübjetiflik eldemiştir.
206
Pigmeler (Pygmees)
Pygırı e'ler Afrikada ya şayan ciice ve medeniyette geri kalm ış bir kavimdir. Prete-Jean veya Pretre-Jean, orta ça ğın masallanna geçmi ş bir şahsiyettir. Prete-Jean tatarlarm Rakam veya Habe şistamn Negus'ü sanılmakta idi. Plotin (Plotinus)
• Aşaği yukarı 205-270 yılları arasında Mısırda ya şamıştır. Ö ğrenimini Romada yapmış olup hem. Eflâtun hemde Stoa felsefesiyle u ğraşmış büyük bir mistik filozoftur. Plotine göre insan, iki âleme mensuptur: Ak ıldan çıkmıştır; fakat gövdesi bak ımından dünyaya mensuptur. Arınma, fazilet, derin dü şünce ve veçit yoluyla insan ruhani meleküte girebilir ve tek olan 4stün varUla birle şebilir. Potlaç (Potlatch) hkel milletlerde rastlanan bir ba ğış yarışı veya Servetin yokedilmesine yol açan bir toy ve 1,
törendir.
"Eski Tarklerde potlaça benzeyen gayet müsrifane muhte şem bir ziyafet vard ı ki adı toy idi"Dirse han di şi ehlinin sözü ile ulu toy eyledi, hacet diledi; attan ayg ır, deveden buğra, koyundan koç kırdırdı: Iç oğuz, dış Oğuz, beylerini üstüne yığınak etti: Aç görse doyurdu; ç ıplak görse donattı, borçluyu borcundan kurtard ı : Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı (bk. kitabı dede korkut şa. 9). Resmi toylara şölen adı verilir. (Bk. Ziya Gökalp Türk medeniyeti tarihi. sh. 58) Protestanhk (Protestantisme) Adım, 1529 yıhnda Lüther taraftarlar ının eski kilise zihniyetine kar şı yayınladığı bir protestodan almıştır İçinde çeşitli mezhepler bulunan protestaıllık, Roma kilisesine göre layik elemanlara daha geni ş bir alışma imkânı verir. Rahipli ği kadro dışı yapmıştır. Buna göre insanın yalnızca Incil hükümlerine ve vicdanma göre amelde bulunmas ı esastır Bu yöndea resmi bir kilisenin sınırları içinde kalmaya lüzum yoktur. Psikanaliz ve freudizm (Psycanalyse et freudisme)
Freudizm'ın psikoloji, sosyoloji ve din sosyolojisini ilgilendiren yönleri vard ır.Psikanaliz adı altında toplanan kısmı ruh hastalığı ile ilgilidir. Nevrozlerin bir tedavi usulüdür. Ba şka türlü yorumlanamayan ruh haletlerini inceler. Öte yanda, bilimsel psikolojinin esasl ı bir bölümü olarak görülür. Burada bilinç alt ı âlemin ruhi hallerimizde ne türlü etki yapt ığı incelenir. Freudizmin din sosyolojisini ilgilendiren yönü, totem ve tabu adlı eserde toplanmıştır. Burada bilinç altı hayatımızla din ve toplum hayatımız arasında karşılaştırmalar yapılmaktadır. Doktrinin özü, cinsi' hayatın toplumsal hayat ı düzenlediği noktasında toplanır. Psikolojik okulun bir kolu olan pisikanaliz okulu, toplumsal olaylar ı ruhi olaylara indirme suretiyle aç ıklama yoluna gitmiştir. Bk. Prof. Faruk Erem, Adalet psikolojisi, S. 35-46, Ankara, 1950-Freud, Totem ve Tabii Türkçeye çeviren, Niyazi Berkas M. E. Bas ımevi, Ankara, 1947 Psikolojizm (Psychologisme) Psikolojinin kendine öz alanı dışında psikolojiyi kullanmaya hevesli olan doktrindir. Purgatorium: Katolik inançlarına göre Tanrı inayetinde ölmekle beraber yeteri kadar temizlenmeyen ruhlarm kaldıkları yerdir. Protestan kilisesi bu görü şü kabul etmez. Genel olarak cennetle cehennem aras ındaki yerdir. Buna dilimizde arefat derler. R Reform (Reforme) 16. yüzyılın ortalarına doğru katolik kilisesinde vukua gelen ayr ılma hareketidir. Böylece
207
katolik kilisesi Roma katolik kilisesi olarak eski şeklinde kalmış ve bunun karşısında bir çok protestan kiliseleri kurulmu ştur. Protestan kiliseleri aras ında doğma, litürji ve te şkilat konularında pek çok farklar olduğu halde hepsi de Papamn üstünlü ğiinü tammamakta birle şirler. Bin yıldan daha uzun bir zamandanberi papahk Bat ı Avrupa halkınm zihniyet ve varlığı üzerinde etki yapmakta idi. 1202 y ılına rastlayan Joachim de Flore zamamndan başlayarak katolik kilisesi doktrinine ve baz ı mensuplarımn sürmekte olduklar ı hayata karşı itirazlann yükseldi ği görülüyordu. Mensuplar ının vahşice yok edilmesine ra ğmen itiraz ve protestolar devam etti. Bilimin ilerlemesi memnun olmayanlar ın ekmeğine yağ sürdü Halk tabakaları çoğu zaman aylak, imtiyazh ve zengin bir züm.re te şkil eden yüksek ruhban kıskanmaya ba şladı . Üstelik gün geçtikçe önemi artan Papa Saray ımn giderlerini karşılamak üzere sahnan a ğır vergiler karşısında millette büyük bir kırgınhk vardı. Bunlardan ba şka 1305-79 yılları içinde Papalann Avignon'da çektikleri Babil Eserati, 13781414 yılları arasında cereyan eden büyük ayr ılma hareketi (Grand Schisme) ve bu s ırada bir kaç papanın aym zamanda isamn vekili olduklanm iddia etmeleri ve nihayet şimşekli ve yıldınmh devirden önceki yüzyılda insanlığı karanlıktan ay ıl ınlığa kavuşturan ve Rönesans denilen geniş bir fikir akımı yer almış bulunuyordu. Erasme ile Luther reformun babalar ı sayılabilirler Her ikisi de Alplerin kuzeyinde ya şadılar; fakat bunların arasıııda büyük bir tezat ve benzersizlik vard ı : Erasme, her şeye ra ğmen katolikliğe bağlı, kitaplara, bilime ve konfora dü şkün idi.Lüther ise Kutsal kitaplar ı çok okumuş olduğu halde ba şka eserlere pek az vukufu olan bir papazd ı. Erasme kilisenin kendi kendini yenilemesine ve içten reform yapmas ına taraftard ı.Fakat Luther'in fikri galebe çald ı Wurttenburg kilisesinin kapısı üzerine afi şleri çakan çekicin gürültüsü her türlü anla şma yollarını kapamış bulunuyordu. Luther 1517 y ıında endüljanslar (Indulgences)' a hücum etti. 1520 y ılında papamn kendisini suçlandıran bildirisini yaktı. Protestanlık 1529 yılında başladı. Böylece protestanlar 1530 yılında Augusburg da varılan inanç sistemini yayınladılar Bundan sonra Almanya kin ve din harpleri içine yuvarland ı. Bunu izleyen yıllarda İngiltere Roma ile olan ba ğlarını kopardı. Hügnotlar (Huguenots), Frnsada büyük bir nüfuz kazand ılar. Az zamanda Hollanda, isviçrenin büyük bir kı smı ve İskandinavya kırallıklan protestan oldular. Fakat bu hareketler Ispanya ve italyada vahşice yok edildi. Çok erkenden protestanlar, aralar ında fikir ayrılığına düştüler. Luther taraftarlar ı Calvinist (Kalvinist) lere muhalif olduklar ı gibi Zwingli taraftarları da bunların her ikisine kar şıt fikir ve davranışta idiler. İngiltere de Püritenler (Puritains) piskoposluk sistemine hücum ediyorlard ı. Bundan bir müddet sonra dini mülteciler grubu daha geni ş bir özgürlüğe kavuşmak üzere Atlanti ği geçmeye başladılar. Bununla beraber protestanh ğın gürültülü olarak Katolikli ği terk etmesinden-bir çeyrek as ır sonra Tranto Ruhani Meclisi (Concile de Trente) reform aleyhtar ı harekete ba şladı. Jezvitlerin gayretleri sayesinde protestanlarm ilerlemesi durduruldu ve Avrupa bugüne kadar s ınırlarını muhafaza etti ği Protestan ve Katolik diye iki kampa ayrıldı. Reforma Kilise (Eglise raformae) İ sviçre, Fransa, Hollanda ve Bat ı Almanyada yayılmış olup tek bir teşkilâta bağlanmamış olan protestan kiliselerine verilen add ır. Kalven ve Zwinglinin fikirlerini geli ştiren, özellikle Kutsallama törenlerinde (Sacraments) Lüther görü şünden ayrılan ve görünürdeki litürjilere de ğer vermeyen önemli bir cemaatte. Restorasyon (Restauration) Bu terim üç anlamda kullanılır 1 - Siyasi tarihte yıkılmış, ortadan kalkmış olan bir anayasa düzeninin geri verilmesi anlamındadır. Bu bakımdan 1815-1848 yılları arasında Avrupada eski hanedan ın egemenliklerine kavu şmasma Restorasyon denir.
208
2 — Dinde, Hıristiyanlığı öz ve aslına kavuşturan dini reformlard ır. Liither ile Kalven gibi din yenileticileri dini asil' şekline götürmek anlamında Restorasyon sözünü kullanmışlardır 3 — Bir sanat eserinin sadece harap olan k ısınılannı, eserin daha fazla harap olmas ını önlemek amacıyla onarmadır. Rönesans (Renaissance) Sanat, bilim ve edebiya ıtn yenilenmesi ve yenile ştirilmesidir. Buna Osmanlıcada intibak Devri, yeni dilde uyanış denmektedir. Bu hareket 15. ve 16. yüzy ıllarda Eski Yunan ve Roma kültürünün ra ğbet görmesi üzerine aç ılmış bir uyamş devridir. Matbaanın keşfiyle eski çağın ünlü eserlerini herkesin ö ğrenmesi mümkün olmu ş ve resmin bulunması ilede sanat eserleri halkın bilgi ve görgüsüne sunulmu ştur. İtalyada ikinci Jules ve onuncu Uon yazar ve sanatçıların koruyuculan olarak bu hareketi te şvik ettiler. Bunlar Ariost, Makyavel, Bembo Tasse, Trissino, Brunelleschi, Donatello, Luca Della Robbia, Fra Angelico Leonard de Vinci, Raphael, Michel-Ange (Mikelanj), ve baz ılarının açtığı devirlerdi. İtalyada Edebi ve ilmi Rönesans, sanat Rönesans ı ile paralel olarak geli şmiştir. Fransa, İtalya seferleri s ırasında gözleri ile gördükleri Italyan Rönesans ı karşısında heyecan duymuş ve ondan teşvik görmüştür. Bu tesir altında birinci Fransuva kolej dö frans (College de France) ı kurmuş, Rabelais ölümsüz hicviyelerini yay ınlamış, Ronasar ve arkkda şlan fransızcayı zenginleştirmiş ve Italyanca, yunanca ve Latince eserlerin taklidini ö ğütlemişlerdir. Sanat yönünden fransamn rolü çok şerefli olmuştur. Yeni Türkçede buna kutsal ruh denir. Ruhulkudüs (Saint-Esprit) Hıristiyan teslisindeki üçüncü ki şiliktir. İncile göre Meryem Ana İ sayı Ruhulkudüsten gebe kalarak do ğurmuştur. Yeni türkçede buna Kutsal ruh denir.
S Sakrement (Sacrements) Kutsallama törenleri anlamınadır. Hıristiyanlikta kutsal bir ruh kavram ı= kutsal bir eylem olarak d ışa çıkması ve kutlanmasıdır. Hıristiyanhkta yedi kutsallama töreni vard ır. Vaftiz konfirmasyon, Okaristi (Eucharistie) bunlar aras ındadır. Samgha Budizmde rahipler cemaati ve tap ınak anlammdadır Triratnamn üçüncü k ısımda. Öteki kısımlar Buda ve Dharma'd ır. Şampolyon (F. Champollion) 1790-1832 yılları arasında yaş amıştır, 1822 yılında eski Mısır yazısı olan Hiernglifleri ba ş arı li bir şekilde çözmüştiir. Samsara Hinduizmde durmadan dönen hayat çark ı anlamını:I-ada. Çartn devri, do ğum, tekrar doğumdan başlayarak sona kadar gider. Buna ruhlarm göçü veya tenasuh denir. Satrap: Eski İrandaki vilâyet valilerine verilen add ır. Saül: İsrailin ilk kırandır.
Din Sosyolojisi F. 14
209
Sembol (Symbole) Bir şeyi tanıtan ve temsil eden şekil ve i şarettir. Soyut bir kavramı somut şekillerle anlatmak için kullamlan işaretlerdir Senkretizm (Sineraisme) Antik devrin son yüzy ıllannda karşıt dinler arasıııda birbirine benzeMeyen fikir ve kavramları kanştınp yeni dini olayların ortaya cıkmasuu sağlayan cerayana denir. Aslında terim iki ve daha çok fikir ve inanan karışımı anlamındadır. Sfenks (Sphinx) Eski Mısırhlann mezarları bekleyece ğine inandıkllan insan ba şlı Arslan vücutlu karışık bir varlıktır. Bu türlü heykellere de ayn ı ad verilir. Buna araplar Ebülhevl-i Mısri derler. Eski yanan mitolojisinde sfenks gelen giden yolculara bir tak ım bilmeceler sorarak bilmeyenleri yatan bir masal canavarı idi. Shinto ve Shintoizm: Tanrılar yolu anlamında Japonların ulusal dinidir. • Sihir ve Sihirbaz (Magic et Magicien) Tabiat üstü bazı aracılarla tabiat üzerinde yap ıldığı iddia olunan gizli etki eylemlerin tümüne verilen addır. Frazer'e göre sihir dine kar şıttır. Çünkü sihir gizli kuvvetleri zorlamak amac ım güttüğü halde din yalnızca gizli kudretleri kendine çekmek, ve onlar ı elde etmek yolunu tutar. Sihir varlıklar arasında muntazam münasebetlerin mevcut oldu ğuna inandığından dolayı denebilirki bilmin ilk basama ğıdı r. Renk' Hubert ve Marcel Mauss'a göre sihir daha çok dinin değerini düşürmek amacını güder, bir çok yönlerden dinden ayr ılır: Dinde bir müminler cemaati sihirde ise sadece müşteriler vard ır. Dindeki törenler resmen tan ınmış menseklerdir; sihirde gizli ve gayn me şru eylemler de yer alır. Sikh: Hindistanda a şağı yukarı 1500 yılları sırasında Guru Nanak tarafından kurulan bir tarikattı •. Islamdan alınan tek Tanncılığa rağmen Hint felsefesinden gelen Mâyâ ve Nirvana tasavvudarım benimsemiştir. Ruhlann göçü ilkesi kabul edilmi ştir: Kutsal yeri Amaritsa'daki altılı mabet olan sikh tarikat ımn tanrısal ve dini edebiyatını ihtiva eden eserin ad ı Granth'dır. Simmel Georg: 1858-1918 yılları arasında yaşamış bir sosyolog ve filozofudur. Berlinde do ğmuş ve oarada profesör olmu ştur. 1914 den ölümüne kadar Strasburgda ders vermi ştir. Toplumsal şekiller sosyolojisini kurmu ştur. Burada şekil ve toplumsal muhteva ııııı nispi bağımsızlığını göstermiştir. Durkheim ile birlikte toplum şekillerinin ba ğımsız bir etüdü olan sosyolojinin kurucusudur. Felsefi eserlerinden ba şka Das Problem der Soziologie (Sosyoloji problemi), Comment les formes siciales se maintiennent (toplumsal şekiller nasıl tutunurlar), Die Religion (Din), Grand , ır. fragendSozil(tjnemls'i)gbrevad Sinagog (Synagogue) Yunancadaki anlam ı toplanma yeridir. Yahudilerin tapma ğıdır. Bu anlamda türkçede Havra sözü kullanılır. Babil sürgününde ve Kudüsten uzak kalan yahudi cemaatlerinde kurban sunmak amacıyla yapılan tapınak yerine halka Tevrat' ö ğretmek üzere kurulan sinagoklar bir dini merkez olmu şlardır. Bu kelime ayn ı zamanda Yahudi cemaati anlamına da gelir. Yahudiler buna (beyt ha knesset) derler.
210
Sinoptik (Synoptiques ou Evangiles Synoptiques) İncilin ilk üçü olan Mata, Markos ve Luka ya verilen add ır. Bunların her üçüde konu ve şekil bakımından birbirine benzerler. Siyaset ve siyasi (Politique) Siyasi sözü devlet i şlerine ilişkin demektir. Siyaset ise devlet i şi demektir. Batı dillerinde buna (Politique) denmektedir. Yunanca kökte polis devlet anlarrundad ır. Eski devlet bir şehre inhisar etti ğinden politika, toplum ve mua şeretle ilgisi olan bir sözdür. Bu sebepten dolay ı siyasal sözü bazan toplumsal yerine al ınmıştır. Siyonizm (Sionisme) Filistinde bir Yahudi Devleti kurmak amacıyla 1886 yıhnda Bimbaur,ı tarafından bulunmuş bir formüldür. Bu ülkü dini yönden Hz. Ibrahim, İshak ve Yakuba verilmi ş bir vaattan kayna ğını almaktadır. Buna göre İsrail büyüklerinin tohumlar ı Ken'an ili (Filistin)' ne varis olacaklard ır Bu hareket macar Theodore Hertzel'in te şebbüsüyle 1897 yılında toplanan EVrensel Siyonist kongresiyle kuvveden fiile ç ıkmıştır
İsrail Devletinin kurulmasıyla Siyonizm ülküsü
bir gerçek olmu ştur. Siyon, Kudüste (Jerusalem) Davud'un türbesinin bulundu ğu kutsal tamlan da ğın adıdır Sion sözü, yahudilik ve Hıristiyanlıkta Kudüse de i şaret eder. Socius: Terim Amerikan sosyologlarından Gidding tarafından, sosyoloji ara ştırmalarında en küçük birliği göstermek üzere bulunmu ştur. Softa (Etudiant de PEcole The'ologique, ou Religieux pretendant) Eski Medrese Ö ğrencisi, İlmiyeden olanları aşağılatmak için kullanılan takma add ır. Yanlış yorumlara dayanan iddialı beğnaz (mutaass ıp) kimseye denir. Sofu (Pieux) Dinin buyruk ve yasaklama eksiksizce uyan kimseye denir. Sokrat (Socrates)
al. O. 469-399 yılları arasında ya şamış bir yunan filozofudur. Eserleri ancak ö ğrencisi olan Eflatun aracılığıyla bize aksetmiştir. Sokrat konu şma yoluyla yurtta şlarnda ahlak duygusunu ve bilim yetene ğini isteklendirmiş ve büyük problemleri onlara çözdürmü ştür. Usulüne doğurtucu anlamında Maieutique denir. Sosyoloji (Sociologie) ogie)
İ nsan Toplumları örgütünün bilimsel etüdüdür. Biyolojik yönden birbirinden ayr ılmış olan fertler aras ındaki karşılikh etki, değişik kıvamda toplumsal kümelerin olu ş masına götüriir: Kastlar, sınıflar, toplum türleri, çe şitli dernekler, cemaatlar ve uluslar bu gibi insan y ığınlarıdır. Bu yığın veya kümelere kat ılma veya onlardan ayrılma süreçleri sosyolojinin öz konularıdır. Sosyolojizm (Sociologisme)
Her türlü medeniyet ve kültür olaylar ını yalnızca toplum,sal örgüt ve yap ı şekilleriyle açıklamak eğilimidir. Sosyolojide Öngörü (Previson en Sociologie)
Toplumsal hayatta tekrarlamalar oldu ğundan ileride tekrarlanacak olay ı bir dereceye
211
kadar önceden kestirmek mümkündür. Sosyolojide Kar şılıklı etki ve tepkilerin çoklu ğu yüzünden, yetkin ölçüde bir öngörü söz konusu olmaz; yeni bir olay ın hangi anda ve hangi şekilde ortaya çıkaca ğı kesin olarak söylenemez. Fakat baz ı sınırlar arası nda toplumsal bir şeklin evrimin yahut, bir kurumun yapısındaki değişikliği ve belirli hareket evreleri ard ından gelecek olan olayları önceden görmek hiç te imkans ız değildir. Durkheim, bir kurumun de ğişmesiyle ilgili kanun bilindiği takdirde henüz olu ş halinde 'bulunan belirli bir kurumun ileride ne şekil alacağını önceden görüp haber vermenin mümkün olaca ğım açıklamıştı . Bugün Konjonktür servis ve enstitüleri yard ımıyla, tabir caizse, iktisadi kehânetin çok kesin metotlar ı elde edilmiştir, Bunun gibi demografik olaylarda, ve daha az kesin olmakla beraber, kanaat olaylarında önceden görme imkanlan vard ır. Bu usulün suçlara da uygulanmas ına başlannuştır. Amerikalılar evlenme konusunda bile bu usule ba ş vururlar. Böylece ileride kurulacak yuva. nin ahenkli olup olmayaca ğı öngörü metotlanyla ayd ınlatıhr. Prof H. Z. Ülken'in belirtti ği üzere toplumsal olaylarda üstten alta, yüzden derine, yahnçtan karma şığa gidildikçe öngörö zayıflar; buna kar şılık insan bilimlerine has olan sezgi ve ön sezgi artar. Sosyoloji Sosyoloji sözü yeni bulu şlardandır. Aug. Comte onu bir lâtin kökle bir yunan ekinden yapmıştır. Latince kök socius, Yunanca ek logos'tur. Tümü toplum bilimi demektir. Sosyoloji terimi, ilkin ilm-i içtima olarak dilimize çevrildi. Ziya Gökalp, ilm-i içti ına'ı toplum bilimi (science sociale)ne kar şılık tutarak içtimaiyat terimini kulland ı. Dil devrimi sonunda toplumbilim gibi bir karşılık bulunmuş ise de milletler arası bir ra ğbet taşıyan sosyoloji terimi Türkçede yerle şmiş bulunmaktadır •Spann
Othınar
1878-1950 yılları arasında yaşamış Avusturyalı iktisatçı ve toplum felsefecisidir. Viyana da doğmuştur. 1908 yılında Privat-Doçent olarak Brno politeknik okulunda i şe başlamıştır 1919 yılında Viyana Üniversitesine iktisat ve sosyoloji profesörü oldu Korporativist bir kadro içinde bir toplumsal reform hareketini desteklemi ştir. Totaliterli ğe çok yakın üniversalist bir toplumsal metafizi ği geliştirmiştir. Die Haupttheorien der Volkswirtschaftslehre (Halk ekonomisinin ba şlıca teorileri), Gesel lschaftlehre (Toplum teorisi),Gesellschaftsphilosophie (Toplum Felsefesi), Geschichstphilosophie (Tarih felsefesi), Religionsphilosophie (Din felsefesi) belli ba şlı eserleri arasmdad ır Stoa (Revakiye - Stoicisme) Yunanistanda M. O. 4. yüzy ılın sonunda Kıbrıslı Zenon'un kurdu ğu bir felsefe sistemidir. Zenon Dünyayı Logos'un iyi bir eseri say ıyordu. inan için gerekli olan fazilet iyi ile kötü arasındaki farkı bilmektir. Ferdin evrimin yard ım eden bu felsefe ulusal sınırlar dışına ta şmış ve en iyi temsficilerini Romada bulmu ştur Sübjektivam (Subjectivisme) Düşünen varhktan başka hiç bir gerçek tanımayan bir felsefe sistemidir. Bu sisteme göre her şey bu varlığın daha doğrusu süjenin müteakip ve . mütevali hallerine indirilebilir. Süleyman (Salomo; Ş aloma) Hz. Davudun o ğludur. M. O. 973-935 yılları arasında yaşamıştır. Bütün gücünü kültür ve ticaret yolunda harcam ış ve kudüste yaptırdığı tapınak sayesinde ün salm ıştır. Onun Saltanatı sırasında İ srail oğulları en mutlu günlerini ya şamıştır Kültürel çabas ı göz önünde tutulursa Hikmet ve Ata Sözleri, Şiir, Neşidelerin Ne şidesi, Mezmur ve daha baz ı değerli eserleri halkın kendine atfetmesini yad ırgatmaz.
212
Sünnet (Tradition sacrâe en İ slam) İslam peygamberinin yaptığı, yapılmasını emrettiği veya yapılırken hoş gördüğü şeylerdir. İki türlü olur: Sünneti müekkede, Sünneti gayr ı müekkede.... Sünneti nı , ilekkede peygamberin devam edip pek az b ıraktığı sünnettir. Sünneti gayri müekkede ise peygamberin ibadet amacıyla ara sıra yaptığı şeydir.
ş Şaman ve Şamanizm (Chaman et Chamanisme) Şaman, büyücü, tabip veya tabiat üstü güçlerle temasta olan kâhin anlam ında dı r. Terim genel olarak Kuzey Asyada, Mo ğollar ve Türkler aras ında çalışan kahinler için kullanılır. Şaman büyü işleriye uğraştığı kadar hastal ıkları tedavi etti ği ve bazanda rahiplik etti ği olurdu. Şamanizm daha çok kuzey Asyada yayılmış olan bir büyü ve sihir siistemidir. Din olarak Şamanizm, bir çok Türk ulus ve uyruklarnun kat ıldıkları bir inançtır. Bu sisteme göre biri yerin, ötekisi gö ğün yöneticisi olmak üzere iki tanr ı vardır. Gök 17 kat cenneti (uçmağı) yer ise 7 veya 9 kat cehennemi (Tamuyu) ihtiva eder; ortada kalan yeryüzü de insanların yurdu ve banna ğıdır. Bütün bunları yaratan ve yöneten Gök Tanr ı göğün en yüce katında oturur. Ölen iyi kimselerin ruhlar ı bir ku ş gibi cennete kötü ruhlar ise yer alt ına cehenneme giderlerdi. Yeryüzünde yersu perileri, vard ı . Bunlar topra ğın muhtelif yerlerinde su ve pınarlarda bulunur ve adlarına kurbanlar kesilirdi. Şehit (Martyre): İslamda din veya görevi u ğrunda ölmü ş olan ve öbür dünyada cennete gideek olan ölülere verilen addır. Hıristiyanlıkta bunun karşılığı martirdir. Burada da dini inanç ve eylen ıinden dolayı öldürülen kimsedir. ' Şeyhiil İlkönce halk arasında ortaya çıkan anla şmazlikları bilim yolu ile çözmeye yetkili bilim ve fazileti ile tan ınmış en yüksek kimseye verilen bir ad iken, sonradan daha çok resmiyet kazanarak Padi ş ah tarafından fetva makamına tayin olunan kimsenin ad ı olmuştur.
Tabu (Tabou) Tabu deyimi Polinezyada kullan ılan bir sözdür. As ıl anlamı yan tarafa konulmu ş demektir. Kullanma, yeme, dokunma, görme ve cinsi münasebet yasaklar ı şeklinde görülür Yasaklar hiçbir suretle rasyonel de ğildir. Buna eski türkler koruk derler. Tabu (Tabou) nun Türkçe kar şılığı tekinsizdir. Buna halk dilinde tekin de ğil derler. Tekin, boş ve içinde bir şey yok demektir. Tekinsiz ise içinde cin ve peri gibi çarp ıcı kuvvetler bulunandır. Eski türklerde tabu kar şılığı koruk sözü kullanılırdı (Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti tarihi, sh. 67-68. Ziya Gökalp koruk'u şöyle anlatmaktad ır: Koruk tabu demektir. Mana ile Totemin do ğurduk ları bir hasseden bazı eşyamn koruk olmas ıdır. Bir şey koruk olduğu zaman ona (tekin de ğil, çarpar) deriz. Eski Türklerde (Ak) tekindi, hiç kimseyi çarpmazd ı. Yalnız (kara) tekin de ğildi; dokunduğu insan ve hayvanları çarpard ı . Böyle olan şeylere (Tabu) anlam ına (koruk) derlerdi. Mesela hakan vefat edince ad ı koruk olurdu. Bundan dolayı, senelerce hiç kimse onu ağzına alamazdı . Aynı adı taşıyanlar adlarını değiştirmeğe mecburdular. Haka ııı anlatmak için ona bir ölüm adı verilirdi. Eski Türklerde (su) da koruktu. Bu sebeple-
213
k aplar ve elbiseler su ile temizlenmezdi. Baz ı hayvanların, hizmetlerine mükafat olarak serbest bırakırlardı. Bunlara da (izuk) derlerdi. Anla şılıyorki (izuk) sözü de hem mübarek hemde tabii anlammdadır. Eski o ğuzlarda Totem kar şı lığı olan (Ongun) sözü de mübarek anlamında olan (onuk, oynuk) sözünden gelmi ştir. Taoizm (Taoisme) Çinde Laotsenin beyanlar ına dayanan tabiat felsefesine ba ğlı bir mistik sistemdir. Sonra Çinde din olarak yerle şmştir. Tasavvuf (gizemcilik - mysticisme) Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanr ı kavramında insanoğlunun, gerçe ğe kalp yolu veya irade gücü ile ula şabilece ğini kabul eden felsefe ve din ö ğretisidir. İ slam gizemciliğine Tasavvuf denirki bu sözün yün anlamındaki suf kökünden veya hikmet anlanundaki kökünden geldiği konusunda bilginler uyuşamamışlardır. Batı dillerinde gizemciliğin adı Mistisizm (Mysticisme) d ır. Tefecilik (Usure) Faizle parayı ödünç vermektir. Musâ kanunu yahudilerin Din karde şlerine faizle ödünçpara vermelerini yasak ediyordu. H ıristiyan kilise hukuku, yere ekilen tohum gibi verimli olmad ığından, parayı kısır sayarak faizle para vermeyi yasak etmi ştir. Orta Ça ğ Avrupasmda yahudiler bu görüşten yararlanarak para ödüncü tekelini kazand ılar. Son olarak teologlar ( İlahiyatçılar), makul bir faiz kar şılığı ödünç vermeyi kabul etm şlerdir. Bu suretle ödünç verenin verdi ği para ile ba şkaca elde edece ği kâr kayb ı giderilmiş oluyordu. Luther faizle ödünç vermeyi haram Klaven (Calvin) ise helal sayar. Neticede katolik ve protestanlar yaln ızca aşırı ve haksız nisbette alınan faizi günah saymakta ve bu yola giderleri suçland ı •makta görü ş birliğine varnuşlardır. İ slam dini faizle para vermeyi müslümanlara yasak etmi ştir. İ slâmın modernist bilginleri ve yenileticerine göre tüketim için verilmeyen ödünç paralardan makul bir faiz al ınması, ancak aşırı bir tefeciik sayılan para faizlerinin yasak edilmesi gerekmektedir. Faizle ödünç para vermenin bu a şırı şekline türkçede tefecilik ve eski dilde mürabaha denilmektedir. Tefecilik veya mürabaha Türkyede ötedenberi kanun ve tüzük konusu olmu ştur. Teizm (Theisme) Dünya kuvvetlerini a ş an bir kişisel Tannya inanmadır. Bu Tanrı etkin olarak dünya i şleriyle ilgili olup insanlığı özel bir vahiyden yararland ınr. Halbuki Deizm. Tann= kâinatı yarattıktan sonra dünya i şlerine herhangi bir şekilde kan şmadığma inamr. Teizm Panteizme aykırı olarak dünyaya göre a şkın ve üstün bir Tanr ı kabul eder. Tekke: Sufiye tarikatlarnun dini tören yapmalar ına ayrılan yerdir. Temsili Sistem (Systeme representatif) Halk tarafından seçilen organiarla devlette egemenlik gücünün kullandmas ıdır. Teogoni (Theogonie) Etimolojik anlamının da gösterdi ği gibi tannlann do ğuşu ve bunlara ilişkin efsanelerdir. Teokrasi (Theocratie) Tanrı yönetimi anlamındachr Devletin tannsal ki şiler, onların oğulları, peygamberler
214
veya halifeleri tarafından yönetilmesidir. Burada iktidarı kaynağı Tanrı ve Tanrı buyruklandır. Teokrasinin tanınmış örnekleri Eski Mısırın Firavunlar idaresi, Musa devrindeki İbrani idaresi. Tibet Lamaizmi ve İ slam Hilüfetidir. Teoria (Theoria)
Tannsal sinan görme ve ö ğrenme olup vahiy unsurlar ı taşır. Terim sonralar ı bilimsel bir anlam kazanmıştır
İlkin Eski Yunan orfistlerince tannsal sular ın sevgi ve sempati ile temaşası anlamında kullamlmıştır Pythagore buna zihniyeti bir anlam vermi ştir. Fakat yine Theoria sözü vecitli vahiy unsurlar ın kapsar. Teozofi (Theosophie)
Bu tarımla batıni veya gizli tipte bir din sistemi anlatılmaki stenir. Sistem, süjenin a şkın bir ilhamına dayanır. Bir bakı ma özel bir mistisizm demektir. Teozof metafizik bir ilham veya aydmlanmadan yararlan ır. Bu ise onun dünya ve insanla ilgili sorular ı cevaplandırmaya yeterli kılar. Bütün büyük dinlerde Teozofi sistemleri vard ır. Gnose, teozofinin özel bir şeklidir. Burada bilgi ile kurtuluş aynıdır. Teslis (TrinitC) Tannmn birle şmiş üç ki şi halinde dü şiinülmesidir.Hıristiyan inancına göre Tannda üç ki şi lik vardır. Bu üç kişilik Tek bir Tannda birle şmiş olup eşit güç ve şeref payı taşırlar Ezeli olan Tannsal cevher parçalanmaz bir niteliktedir. H ıristiyanlıkta bu üç kişi Baba, O ğul ve Kutsal ruhtur. Tevrat (Torah)
Yahudiliğin toplumsa ve dini kurallarını ihtiva eder. As ıl anlamı kanundur. Türkçe Töreden geldiği söylenmektedir. Daha aç ık olarak Musanın beş kitabına verilen add ır. Genel olarak Eski Sözleşme (ancien testament) bu anlamda kullan ılır Thomas (Saint-Thomas d'Aquin)
Saint Thomas Katolik kilisesininin en büyük ilahiyatç ılarından biridir. 1225-1274 yılları arasında ya ş amıştır. Kendisi Akinah kontlar ailesindendir. Yazd ığı eserlerin bir ço ğu Tranto Ruhani Meclisince kutsal kitaplar yanında te şhir edilecek derecede şöhret kazanmıştı. Bunların başhcalan şunlardır. Dinsizlere kar şı Katolik Dini Dergileri (Suma de la Fe Catolica contra los Gentiles), ilahiyat Dergileri (Suma Teologica), Ruha dâir (Del Alma), Aristo hakk ında yorumlar (Commentarios sobre Aristoffles) ve Meteorlara dair (de los Meteores). Din Sosyolojisi bak ımından en önemli eseri Summa Theologica'd ır. Tımar, Zeamet, Has, Yurtluk ve ocakl ık: Osmanlı imparatorlu ğunun eski te şkilatında Devlete ait topraklar ının ö şür, haraç, ferag ve intikal borçları gibi miri menfaatlar denilen gelirinin dü şmanla sava şmak ve buna haz ırhkh bulunmak karşılığında yeterli say ılanlara verilmesi dolays ıyla ortaya çıkan kurumlardır. Bu
gelirlerin miktanna ve verildikleri kimselerin rütbelerine göre bunlar aras ında bir ayırım yapılırdı :
HAS, Vergide yazılı geliri 100 bin akçadan yukar ı olanlardır Bunlar padişaha, hanedana ve büyük devlet adamlarına verilirdi,
ZEAMET. Yazılı geliri 20 bin akçadan 100 bin akçaya kadar olanlard ır T IMAR. Yazılı geliri 3 bin akçadan 20 bin akçaya kadar oland ır. YURTLUK VE OCAKLI ĞA GELINCE, Yavuzun Çaldıran'dan sonra kürt beylerine gelir-
215
ini verdiği topraklarda. Bunlar ın öncekilerden fark ı burada ki devlet gelirinin bu beylere b ırakılmış olması ve azledihnemeleri ve öldülderi zaman yurtluk ve ocakl ıklann oğullarma verilmesiydi. Hepside gelirleriyle orant ılı olarak asker ç ıkarır ve savaşlarda orduya yardımcı olurlardı. Titan Yunan mitolojisine göre Zeus'ten önce dünyaya hâkim olan Ta ıansal varhklard ır. Bunlar Zeus tarafından yokedilmişlerdir Toplumsal Düzen (Ordre Social) Hauriou, Pr&is de droit constitutionnel (Sh. 69) de toplumsal düzeni şöyle anlatıyor: Toplumsal düzen bir harekettir. Burada ak ıncı kuvvetler yamnda koruyucu kuvvetler vard ır. Akıncı kuvvetler şunardır: a) Hayat ve onun yaratt ığı yenilikler, b) insanların aşırı istekleri. c) adalet duygusu. Bu üç kuvvete karşı koruyucu kuvvetler de şunlardır: a) atalet kuvveti (force d'inertie). b) iktisadi yatırımlar. c) e ğitim ve ö ğretim. d) hükümet kuvvetleri. Ancak, bu iki türlü kuvvetin kar şılıklı etki tepkileri sonunda toplumsal ilerleme ve geli şme olur. Karşı lıklı etki ve tepkiler yüzünden çoğu zaman ilerleme ve geli şme geç kalabilir. Toplumsal fizyoloji (Physiologie - Sociale) Bu bölümde tıpkı fizyolojide oldu ğu gibi toplumsal görevler incelenir. Toplumsal görevler, din, ahlâk, hukuk, ekonomi, dil ve estetik gibi kurumlarla ilgili ortaklaşa düşünüş, duyuş ve davranışlardan O halde toplumsal fizyolojinin konusu bu görevler veya bu görevlerin daha kıvamli bir anlatımı olan kurumlardan Toplumsal kurumlar, bir toplumda tekrarlanan ortakla şa düşünüş , duyuş 've davranış tarzlarnun kat ılaşmış şekilleridir. Din kurumunda inan ış düşünüş ve duyuş tapınmalar ise davram ş tarzlandır. Ahlâkta, ahlâk hakkındaki fikirler düşünüş, bu düşünüşe göre hareketi ayarlama ise davram ş tarzıdır. Görülüyorki her toplumsal kurum tekrarlanan ortakla şa düşünüş, duyuş ve davram ştan meydana gelen bile şik bir fonksiyondur. Bu duruma göre toplumsal fizyoloji, özel toplum bilimleriyle ilgili bir ara ştırma koludur. Din sosyolojisi hukuk sosyolojisi, iktisat sosyolojisi ilgili bulunduklar ı kurumları inceleyen birer özel sosyolojidir. Din sosyolojisi dinle toplumun karşılıklı bağıntılanm inceler. Toplum münasebetlerini, Hukuk sosyolojisi yaptırım (müeyyide) ve adalet; iktisat sosyolojisi, üretim, de ğişim, dağıtım ve tüketim; Ahlâk sosyolojisi ise ahlâk. idealleri aç ısından ele alır. Toplumsal kurumlar iki türlü incelenir• Birincisi bunları durmuş ve donmuş sayarak incelemektir. Bu türlüsüne statik veya anatomik inceleme denir. Belli bir topluinda ekonomi, din ve hukuk sistemlerinini incelemek böyledir. Bu çe şit ara ştırmaya statik sosyoloji ad ı verilir. İkincisi, toplumsal kurumları, evrim a şamalarma göre hareket halinde incelemektir. Buna da dinamik veya fizyolojik inceleme denilir. Aile kurumunun ilkelinden evrimli şekillerine kadar geçirdi ği aşamaları ara ştırma böylesine bir dinamik incelemedir. Bunun ba şka bir adı jenetik sosyoloji (Sociologie GC•ntique) dir. Toplumsal morfoloji (Morphologie sociale) Toplumsal olgunlann maddi dayanaklanm inceler. Burada bir yandan toplumdaki hac ım ve kesifliğin, toplumsal görevler (fonctions sociales) ve kurumlar (institutions) üzerindeki etkileri, hr. öte yandan toplumu ve toplumla çevre şartları arasındaki karşılıklı bağhhkları ara şt,r. Bir toplumda ortakla şa düşünüş, duyuş ve davramş tarzlanyla bunların maddi dayanağı
216
olan toprak ve insanlar vard ır. Düşünüş, duyuş ve davranışın tekrarı olan kurumlar toplumun mânevi; insan gruplanyla toprak, alet ve teknik araçlar ise maddi dayanakland ır. Morfolojide araştırmalar üç do ğrultuya yönelir: Birinci kesim, hacim ve kesifli ğin \ toplumsal görev ve kurumlar üzerindeki etkisini inceler. İkinci kesim, toplumla çevre şartları arasındaki karşılıklı münasebetleri ara ştınr. Üçüncü kesim toplumsal grupları ele alır. a) Hacim: Kısaca toplum teklerinin azl ığı veya çokluğu demektir. Kesiflik ise belirli alandaki insan sayısıdır. Birde dinamik kesiflik vard ır. Dinamik veya manevi kesiflik toplumsal birliklerde iktisat, ticaret ve fikir ba ğıntılannın çoğalmasından dolayı karşı laşma ve buluşma sayısının artması demektir. Bu görü şme ve bulu şmalar belirli bir toprak parças ında yaşayan insan sayısını arttınyor gibidir. Bağh olduğu iktisadi, ticari ve fikri ilgiler dolayısıyla fert toplumsal görev ve kurumlar üzerine etki yapar. Bir toplumdaki hacim ve kesiflik dini, ekonomik, hukuki ve siyasi kurum ve durumlara etki yapar. Hacim ve kesifli ğin artmasıyla dini düşünüş ve inamşlar değişir. Meselâ, islâmiyet hacım ve kesiflik bakımından genişleyince çe şitli mezhep, fırka ve ö ğretiler (doktrinler) otraya çıktı ; hıristiyanhğın hacim, ve kesifli ği artınca çe şitli ulusal kiliseler kuruldu. Buna kar şılık totemcilik hacim ve kesifli ği çok az bir din olduğundan onda farkl ı inamşlar yoktur. Bir üye neye inamyorsa ötekileride aym şeye inanırlar. Hacim ve kesifliğin artması toplumlarda iş bölümünü arttınr. Van, Urfa, İstanbul ve Nevyork ta hacim ve kesiflik farkl ı olduğu için bu şehirlerdeki iş bölümü de farklıdır Hacim ve kesiflik, hukuk kurum ve durumlar ı üzerine de etki yapar. Hacim ve kesifli ği dar olan ilkel toplumlarda ortakla şa mülkiyet vardır. Çağdaş hukuk, ferdi mülkiyete yönelmektedir. Bunun gibi ferdin iradesini nazara almayarak düzenlenen statüler yani mülki (statuts reels) ve şahsi hükümler (statuts persoaels) yerine taraflar aras ında kişisel bir hukuk yaratan sözle şmeler (contrats) yer al ır. Hacim ve kesifliğin artması, toplumlarda demokrasi ve e şitlik ilkelerinin yerle şmesini sağlar. b) Morfolojik ara ştırmaların ikinci türü, toplumla çevre şartları arasındaki bağhlıkları aramaktır. Bu konu çe şitli yönlerden ele ahrurFransızlar böyle bir incelemeye be şeri coğrafya (Geographie humaine), Ratzel İnsan Coğrafyası (Anthropogeographie), amerikahlar ise Be şeri Ekoloji (Humen Ecology) ad ım verirler. c) Morfoloji konusunda son olarak toplumsal gruplar ele al ınır. Bunlar s ırasıyla kanı , toprak, ve i şgiiç gruplandır. Toplumsal Olgu (Fait social) 'Durkheim toplumsal olguyu, saptanmış olsun veya olmasın fert üzerinde dış bir baskı yapmaya elverişli her türlü yapma tarzı, 'Est fait social, toute maniere de faire, fixee ou non, susceptible d'exerecr une contrainte exterieure sur l'individu" diye tan ımlar. (Bk. E. Durkheim, Regles de la Methode Sociologique, sh. 14, Paris 1950). Toplumsal olguların yaptırım' (Sanction des faits sociaux) Yaptırım toplumsal bir âdet veya kural ı koruyan ve ya şatan bir tepkidir. En geni ş anlamıyla toplumsal olguların bir özelliği sayılan kanunun değer ve geçerli ği nedir? Gönülle veya zorla kişinin boyun e ğdiği bu baskı, acaba karşı koyulamıyacak derecede kuvvetli bir zorlama gücümüdür? Burada otorite nas ıl sağlann ? Tek kelime ile otoritenin yaptırım gücü varmıdır? Hemen söyliyelimki toplumsal olgular ın çeşitli yaptırımları vardır. Şimdi bu yaptırım çe şitlerini birer birer ele alalım: ıdetlerin bir kısmı azçok zorla yürütülmektedir Kimisi dinin buyru ğa, kimisi halk oyunun baskısı altında yerle şmiştir. Bir tak ımı da hemen hemen serbest b ırakılmıştır. Bu sonuncular ö ğüt verme veya yol gösterme türündendir. O halde toplumsal olgular ın uygunlaşım ve yaptınmuunda üç a şama göze çarpar. Zorlananlar, gelenek ve görenek olarak uyg
217
nanlar, ho ş görülenler. Mübahla memnu, buyrukla yasak arasmda büyük bir mesafe vard ır. Fransız sosyologu Rene Maunier'e göre toplumsal olaylar ın dört türlü yaptırım' vardır. Mistik hukuki, Ahlaki ve hicvi yaptırım. Toprak ve kan esas ı (Jus soli et Jus sanguini) Asil uyrukluk (yurtta şlik)'un tayini için iki sistem vard ır: Toprak ve kan. Toprak esas ına göre bir toprakta do ğan çocuklar o topra ğın bağlı bulunduğu devletin uyru ğu olurlar. Kan esasma göre fert nerede do ğarsa so ğsun uyrukluğu, kanından geldiği insanların bağlı oldukları devlettir. Totemjzm (Totemisme) ilkel toplumlarda atalar ı bir hayvan, bitki veya e şya sanmaktır. Gurup üyeleri ba ğh bulundukları hayvan bitki veya şeyin adını taşır: Onları yemez; kendi grubunun üyeleriyle evlenmez; Mantık öncesi bir zihniyete maliktir. Bu sistemde totem, totemin timsali olan Şuringa ve grup üyeleri kutsaldır Eski oğuzcada toteme ongun derlerdi. Her özün bir ongunu vard ı . Öz üyeleri kendi ongunlannı kutsal tutar ve ona ok atamaz ve onu öldüremezlerdi. Triratna: Sanskrit dilinde üç kesimli cevher anlanundad ır. Budizmde Buda, Dharma ve samgha'dan ibaret üçlü cevherin adıdır. Jainizmde Triratnatun kesimleri do ğru inanış, doğru bilgi ve doğru davram ştır. Troeltsch (Ernst) 1865-1923 yılları arasında yaşamış bir alman tarihçi ve Rahiyatç ısıdır. Tarihi eserleri, ça ğdaş hıristiyanl ı k tarihin gerçekten sosyolojik bir etüdü say ılır. Max Weber'le beraber, Prostestanhğm kapitalizmin gelişmesine yardım ettiğini kabul eder. Fakat Kapitalizmin ba şka faktörlerden doğduğunu ve Protestanh ğm ilk Hıristiyanlık gibi, her şeyden önce, ruhani bir hareket olduğunu savunur Die Soziallehren der christliehen Kirchen und Gruppen' (H ıristiyan kilisesi ve gruplarının toplumsal doktrini), Die Bedeutung des Protestantismus für die Entstehung der modern Welt (Çağdaş dünya için Protestanh ğm önemi), belli başlı eserleri arasındadır. Tröst ve kartel (Trust et Cartel) Son ekonomik gelişme sonucu bir çok ekonomik kurumlar ın birleşmesi söz konusu olmuştur. Bu birle şmeler iki türlü olur- Bunlardan birinde, merkez, Kendi bayra ğı altında birleştirdiği kurumları yahuzca anlaşma hükümleriyle ba ğlar başka yönlerde kendilerine hareket serbestli ği verir; Alman sistemi olan bu kurumun ad ı Karteldir. Ötekisi ise daha çok Birle şik Amerika Devletlerinde yer alm ış olan Trösttür. Tröstte kartelden farkl ı olarak birliğe giren ortaklıklar bağımsızlıklannı tamamen kaybederek bir tek bayrak alt ında birle şir ve kaynaşırlar. Bunların Devlet hayatında gösterdikleri önem dolay ısıyla bazı tedbirlere baş vurulmuştur ki bunlara anti trust tedbirler denir. Türbe (Mausolee) Latince kar şılığı olan Mausoleum sözü Karya Satrap ı Mausolos'un mezanndan alınarak ünlü kişiliklerin mezarlarma alem olmu ştur. İslamdaki karşılığı Türbedir. Bunlar büyük hükümdar ve saygı değer kimseler için özel bir mimari tipinde yap ılan anıt türünden mezarlarda.
218
Türk Takvimi: (Cycle turc) On iki yılı karşılayan on iki hayvanı gösterir bunlar sırasiyle sıçan, öküz, kaplan, tav şan, timsah, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, it, domuzdur. Burada ayn ı yıl içinde doğanlar arasında mahremiyet olup evlenmeleri yasaktı. Bu on iki yıla türkler bir ça ğ (cycle) derlerdi. Tylor (Edward Burnett) 1832-1917 yılları arasıııda yaşamış bir ingiliz etnolog ve antropologudur. Dinler tarihinde animizm teorisini savunmu ştur. Tabii Hukuk (Droit N«.turel) Devlet tarafından konulan mevzu hukuka kar şılık devletten önce ve devletten üstün, Tanr ı veya akıldan kayna ğını alan bir ülküsel hukuk kavranud ır.
Ü Üpanishadlar (Upanishads) Hintteki kutsal kitapları üçüncüsü ve en ruhani olanıdır. Upanishads'larm büyük bir kısmı nesir olarak yaz ılmış tır. Yazılmaları (kompozisyonları) Brahmanas'lardan sonrad ır. Büyük Upanishad'lar M. Ö. 6. ve 5. yüzy ıllara kadar çıkar Bunlar Çruti veya vahyin bir kısmını teşkil ederler. Konuları vedalarda gizlenmi ş olan ruh ve anlamı keşfetmektir. Upanişatlar, dünyanın başlangıcını, Tanrımn ve insan ruhunun mahiyetini ruhla, maddenin karşılıklı münasebetlerini bahis konusu eder. Mistik nitelik ta şıyan bu eserlerin en tan ınmıış İça Upanishad olup Yajur-Veda'y ı teşkil eden ilahiler grubuna ba ğlanır. Ütopya (Utopie) Bir ideal toplum şeklinin hayali ifadesidir. Eflâtun, Kampanella ve benzerleri bu yolda uğraşmışlardır. Genel anlam ı ile bir yazarın kabul ettiği felsefi ilkelere göre ideal ve eksiksiz bir toplumun hayalen kurulu şudur. Dar anlamda, belirli bir.sınıf veya grubun çıkarlanyla dengeli olarak mevcut toplum düzenini de ğiştirmek amacım güden toplumsal doktrindir. Ünitarizm (Unitarisme) Protestan geleneklerine ba ğlı bir mezheptir. Anlamı BIRLIKOLİ K'tir. Adı, mensuplarının kişisel birliğe inanmasından ileri gelir. Tek bir Tanrıda üç kişilik olduğunu kabul eden teslis doktrinine karşılık burada Tanrımn tek bir kişiliği inanç konusudur. Ünitarizm mensupları doktrinlerini özgürlük, akıl ve dini hoşgörürlük olarak üç büyük ilkeye dayanan bir zihni durum sayarlar. Bu mezhepte her kilise kendi papaz ını seçer. Bu mezhepte iman beyanma (profession de foi) veya empoze edilen bir doktrine raslanmay ıp kısa bir ilmıhal vardır. Buna göre İsa'nın kendisi için beyan etti ği üzere iki büyük dini buyruk akaidin temeli sayılmaktad ır ki bu da Tanrıyı ve insanları sevmekten ibarettir. H ıristiyanliğın adi doktrini Tanrımn babalığı insanların kardeşliği, iyiliğin zaferi, Tanrı melekûtu ve sonsuz hayat ilkelerine dayan ır. Üniversıdizm (Universalisme) Birleşik Amerika ve Kanada'da yay ılmış bir hıristyan mezhebidir Tanr ımn ölçüsüz iyilik ve aşkı dolayısıyla sonunda bütün insanlar korunacak ve Tanrı ile içten münasebetler kuracaklardır. O halde ezdi bir i şkence oca ğı olan cehennemin bu sistemde yeri yoktur. Bu mezhebin doktrini şöyle özetlenebilir: Tanr ı Evrensel bir koruyucudur; Kutsal kitap Tanr ımn vahyini ihtiva eder. Mükâfat ve Mücazat adalet dairesinde da ğıtıhr. Bu doktrinin kar şıtı infirat%lik (Particularisme) olup Tanının yalnızca seçkin bir zümreyi koruyup kurtaraca ğma inanılır.
219
V Vaftiz (Bapteme) Hıristiyan inancına göre sakramenlerden yani kutsallama törenlerinden biridir. Ilkönceleri çocuğu suya batırmak suretiyle yap ılıyordu. Bu yolla adi suçtan dolayı günahkar olan insan vaftizle ar ınmış bir hale gelir. Hıristiyan dinini kabul eden ya şlılarla yeni doğan çocuklar vaftiz edilirler. Vaftiz esas ı aynı olduğu halde çe şitli mezheplerin pratikleri birbirinden ayr ılır. Vaftiz Hıristiyan olmayan dinlerde ve özellikle lamaizm, ve eski orfik ve Elözis (Eleusis) gibi sır dinlerinde uygulanan bir usuldu. Vahabiler (Wahhabites): Muhammed bin Abd-iil-vehab tarafından Necitte kurulmu ş bir islam mezhebidir. Islâmm Kur'an esaslar ına göre ilkel şeklini canlandırmak amacını gütmektedir. Burada Kur'an lafzi olarak yorumlanmakta, peygamberin a şırı derecede yüce tutulmas ına itiraz edilmekte, ibadet yerleri ile dini törenlerin şatafatlı olması hoş görülmemekte ve lüks sayılan sigara, alkol, kumar ve tefecilik yasak edilmektedir. 20. yüzyılda bir takım başarı ve yenilgilerden sonra vahabi önderi üçüncü Abdülaziz ibn Suud Riad' ı ele geçirdi. Böylece Necid'in ba şkendini aldıktan sonra kurulan kırallık çabucak büyüdü. 1924 yılında Dın Suud Kıral Hüseyini Mekkeden atarak kendisini Hicaz kırah ilan etti. Az sonra Arap Yar ım Adasının büyük bir kısmı tbn Suudun eline geçti. Van Der Leeuw (Gerardus) 1890-1950 yıllan arasında ya şamış hollandalı Dinler Fenomenolojisi ve tarihi bilginidir. Groningue'de Dinler tarihi profesörülü ğii ve 1945-46 yıllarmda bilim ve sanat bakanlığı yapmıştır. Einführung in die PlAnomenologie (Fenomenolojiye giri ş), Phanomenologie der Religion (Din Fenomenolojisi,). Der Mensch und die Religion (Insan ve Din) yazar ın değerli eserleri arasındadır. Vedalar (Les vedas) Sanskritçede Tanr ı bilgisi anlammdadır. En *eski Hint Dininin dört kutsal kitab ı olup 1028 ilahiyi ihtiva eder. Rig- Veda, kurbanda dua okuyan; Yajur-veda, kurban ı sunan; Sama-Veda ilahi okuyan kahinler tarafından kullanılmıştır. Atharva-veda hemen hemen ayn ı tanrısal buyrukları göstermektedir. Vedalar Hindin en kutsal kitapland ır. Vedalara son zamanlarda büyük bir dini edebiyat eklenmi ştir. Bu ekler şunlardır: Brahmanas'lar Aranyaka ve Upanishad'lar ve Sutralar. Veniis (Venus) Romada güzellik ve a şk tanrıçasıdır. Vico (Jean - Baptiste) 1688-1744. Scienza Nuova (1735) adli eserinde Bat ıda ilk defa olarak bir tarih felsefesi taslağı çizdi. Vico bu kitapta tarihi olgulara dayan ıyor, dini inançlrı işe karıştırmıyordu tesadüf ve kader fikirlerini atıyor ve Beşeri yine beşerle izaha çalışıyordu. Tümden gelim yerine tümevarım metoduna ba şv-uruyordu. Vico izahlarmda yalnız aklın değil, akıl dışı olan şuursuz hükümlerin de hakkını veriyordu. Vico'ya göre zaman ve mekan ayr ıliklarma ra ğmen toplumlar aras ında temeli benzerlikler vardır. Din, evlenme, ölüyü gömme adetleri bu aradad ır. Bu üç adet üç metafizik gerçe ğin karşılığıdır. Bilimin görevi gerçek olaylardan hareketle kanunlar ı bulmaktır. Vico'ya göre milletlerin evrimi şuüç çağdan geçer: a) Tanr ılar çağı b) Kahramanlar ça ğı c) İnsanlar çağı. Yazara göre tarihte ilerleme yok, tekrarlanma vard ır. Evrim düz bir çizgi üzerinde olmaz, Sosyal bir daire
220
•
üzerinde döner durur. Böylece medeniyet dönüp dola şıp eski yerine gelir. Eski ça ğda görülen karekterler orta ça ğda da görülür. Vico'nun meşhur corsi ricorsi teorisi i şte budur. Vico pratikte tarihin finalist bir anlayışına inamr Weber (Max) 1864-1920 yılları arasında ya şamış bir alman iktisatc ısı ve sosyologudur. Erfurt'ta do ğmuş Berlinde 1892 yılında Privat Dozent olarak görevlenmi ştir. 1894 yılında Frieburg'a 1897 yılında ıda Heidelberg Universitelersine profesör olmu ştur. 1903 yıhnda sağlık durumu çekilmeyi gerektirmiştir. 1919 da Münich -üniversitesine ça ğrıbmştı r. ınküsel Tipler teorisiyle tanınmıştır. Anlayış Metodu üzerinde Tipolojik ve tarihi metodlar ı temellendirmeye çahşmıştır. Protestanlığa bağlanan kapitalizmin menşei hakkındaki teorisi çok büyük yank ılar yapmıştır. Sombart ve E. Jaffe ile 1903 yılında kurmuş oldukları ARCH İV YOR SOZİALWİSSENSCHAFT UND SOZİALPOLİTİ K adlı dergiyi yönetmiştir. Die Protestantische Ethik und der Geist des Kapiatalismus (Protestan Ablâk ı ve sermayenin esası), Gesammelte Aufsâtze Zur Religionssoziologie (Din Sosyolojisi dergisi), Wirtschaft und Geselschaft (Iktisat ve toplum) önemli eserlerindendir. Y Yahudi Şeması (Shema Juiif) Yahudilerin günlük törenleri s ırasında söyledikleri beş kutsal kitaptan al ınmış seçmeler olup, iman konularını gösteren bir dua ve şehadettir. Yahve Yehova denilen İsrail tannsıdır. Yakubil (Jacobites) Suriyede yerle şmiş Monofizit kiliselerden biridir. Kurucusu Yakup Baradaidir. Yanıyaınlık
(Cannibalisme ou anthropophagie)
Besin ve yiyecek maddesi olarak insan eti yemek adeti anlam ındadır Fakat ço ğu zaman düşmandan öç almak için veya öldürülen kimsenin ruhani ve kutsal niteliklerini kendi vücutlarma geçirmek üzere ya da din veya tören gereklerini yerine getirmek için yap ılır. Yeniçeri (Janissaire) Osmanlı Imparatorlu ğunun başlangıcında Orhan Gazi tarafından kurulan ve II. ci Mahmud zamanında Nizamı Cedidin kurulması üzerine ortadan kald ırılan, imparatorluğun piyade askeridir. Kuruluşunun ilk çağlarmda çok yararl ı hizmetler gördü ğü halde sonralar ı soysuzlaşarak devletin ba şına ardı arkası gemeyen birçok güçlüker ç ıkartmıştır. Yersu Yerin ve suyun koruyucusu anlamında eski türklerdeki tanrılarch•. Yobaz (Bigot) Dini taassubu, ba şkalarını rahatsız edecek derecede ileri götüren, sata şkan ve kaba qofu • Yusuf Yakubun oğludur. Hildyeleri eski sözle şmenin en güzel parçala ndan biridir. Kur'âncla da mevcut hikayelerin en güzelidir.
221
z Zadruga Bazı Balkan memleketlerinde rastlanan büyük aile tipidir. Zadruga ashnda bir aile topluluğudur. Aile içindeki en ya şh erkek veya kadın zadruganın şefidir. Zadrugalar ço ğu zaman dört ku şağa kadar olan üyeleri içine alan 40-80 ki şilik topluluklardır. Bunlar her vakit ayn ı çatı altında yaşamadıkları halde aynı ekonomik sisteme ba ğhdırlar. Zahitlik (Asc6tisme) Dinin yasak etti ğ şeylerden sakınma ve buyruklarım titizlikle yerine getirmeyi hedef tutan r uhi bir tutumdur. tslâmda buna ittika derler Zaviye Küçük tekkedir. Zelot (Z6lotes)
İsâ devrinde Fariziyenlerin sol 4canadm ı teşkil eden devrimci bir ziiıınre 'olup Mesih melekötunun (yönetiminin) kuvvet ve zor kullanmak suretiyle kurulmas ı . gereğine inamrlar. Zemzem Mekkenin büyük •canıiinde bulunan bir kuyunun ad ıdır. Agar ve İ smailin çölde susuzluktan ölmesini önlemek üzere mucize olarak yerden f ışkırdığı söylenmektedir. Zend Zerdüşt dininhı kutsal kitabı olan Avestamn pehleviceye çevrilerek yap ılan bir yorumudur. Zend-Avesta, avestanm yorumu demektir. Genel olarak Zend-Avesta ile bunun yorumu olan Zend'e verilen ortakla şa addır. Parsilerin kısaca Avesta dedikleri bu eser onlar ın kutsal kitap ve
dinî törenlerinden söz eder. Parsi geleneklerine göre bugünkü Avesta Iran zerdü ştlerinin sahip bulundukları dini edebiyatm ancak bir parças ıdır. Bir rivayet, zerdü şt'ün herbiri 100000 mısradan ibaret 20 kitap tutan eserini 1200 veya 12000 inek derisi üzerine yazd ığım doğrulamaktadır. Büyük İ skender Persepolis kıral arşivlerini yaktırırken bunları yok etmi ştir Millattan 330 yıl önce Yunanlı:ların İranı terketmeleri üzerine zerdü şt rakipleri dikkatl'ca bu büyük eserin parçalarını bir araya getirerek bugün kullan ılmakta olan Avestay ı meydana getirmişlerdir. Zerdüşt (Zoroastre) M. O. 6. yüzyılda tek Tanrım bir dini İranda yerle ştiren bir din kurucusudur. Kendisinin özel hayat ına ilişkin hiç bir bilgi yoktur. Kurduğu dine Mazdeki, Zerdü şt veya Saratustra dini denildiği gibi Batı dillerinde Zoroastrizm denilir Sistemi iyilik ve kötülük inanc ına dayanır. (Zerdüştlüğe bak), Zerdüştlük (Zoroastrisme) Zerdüşt tarafından kurularak uzun bir süre İranda Devlet dini niteli ği taşımış bir dindir. Kutsal kitabı Zend-Avestadır. Hürmüz iyilik, Ehriman kötülük Tanrısıdır. Zend-Avesta sonsuz olarak sava ş halinde olan iki ilke üzerinde durur. Zerdü şt'ün üç buyru ğu vardır: iyi dü şünce, iyi söz ve iyi hareket. Bu dine ilk darbeyi Büyük İskender vurmu şturAskenderden sonra zerdü şt dini ancak vilâyetlerde tutunmu ştur. Bir süre sonra İramn Devlet dini haline gelen zerdü ştlük başka dinlere ve özellikle ayr ılma ve bölünmelere kar şı sıkı bir sava ş 'açmış, fakat 639 yılında Islâmdan yediği büyük darbenin etkisinden sonuna kadar kendini kurtaramam ıştır. İslâm yönetimi başlangıçta bu dine kar şı hoşgörürlük göstermi ş isede Mütevekkil ve onun halefleri zamanında müslüman olmayan din mensuplar ına karşı işkenceye, başlanmıştır. Bunun üzerine
222
bir kısım zerdü ştler Hindistana göç etmi ş, direnenler ise İranda kalarak Gebr veya Mecus denilen zümreyi te şkil etmişlerdir. Zoolatri (Zoolâtrie) Hayvanı' tapmmadır. Zümre ve ziimre cemiyeti (Societö des 6tats) Zümre aynı toplum içinde farkl ı hukuki durumları ile birbirinden ayrılan toplumsal tabakaların meydana getirdiği gruptur.
Zümre cemiyeti ise Hukuki yönden çe şitli haklara sahip grupların kurdukları bir birlik ve toplum yapısıdır. Hindistandaki kast sistemi bu cemiyet tipinin en ayd ınlatıcı örneğidir. Zwingli (Ulric) 1484-1551 yılları arasında yaşamış isviçreli bir din yenileticisidir. Kendisi hümanist, geni ş görüşlü bir insanda. Luther'den daha çok akla dayanan ve insan tabiatnam iyi noktalar ı bulunduğunu da itiraf eden bir din adam ıdır.ökaristi (Eucharistie) yani, a şa'i rabbani giyini konusunda Luther'le anla şamamıştır. Luther'den daha çok ruhani bir görü şe sahipti. Zwingli'ye göre kilise yönetimi cumhuriyetçi olmal ı ve kilise yönetimi ile devletin sivil yönetimi aras ında bir ayrılık olmamalıdır. Papazlarm behöl kalmalar ı üsulünü ve din trönlerini kald ırmıştı .
Wach (Joachim) Kemniç (Chemnitz) de do ğmuş ve 1898-1955 yılları arasında.yaşamış bir Alman filozof ve sosyologudur. 1924 yılında doçent ve 1927-1935 yılları arasında Leibnitz'de profesör olarak çalıştıktan sonra Amerika Birle şik Devletlerine göçmü ş ve 1935-45 aras ı çeşitli Amerikan üniversitelerinde ders vermi ştir.
Şikago üniversitesinde de 1945-55 ;inan arasmda ö ğretim yapmıştır. Kendisi felsefe ve Din sosyolojisinde uzmand ı. Dinler bilimi (Religionswissenschaft, 1924), Anlayış ve yorum teorisi (Das Verstelaen, 1926-32), din sosyolojisi (Sociology of Religion, Chicago, 1944) Yirminci Yüzy ıl sosyolojisinde Din sosyolojisi kesimi, Die Religion in Geschichte Und Gegenward'da Din sosyolojisi maddesi ve Dinin Mukayeseli Etüdü (Comparative Studv of Religion, Columbia, 1958) adl ı eserleri Din sosyolojisini ilgilendirir.
223
Sts y lı
Jok
1 9o
— 1 o 4. \
,ı ov
ı 3c.
< ok Va-y-
Fiyatı : 16 Lira